21. Ergen Günleri 1-3 Aralık 2016/Denizli İÇİNDEKİLER ÖNYAZI 2 DÜZENLEME KURULU 3 KONGRE BİLİMSEL PROGRAMI 4 SÖZEL BİLDİRİLER 7 POSTER BİLDİRİLERİ 14 KONUŞMACI ÖZETLERİ 16 1 21. Ergen Günleri 1-3 Aralık 2016/Denizli Değerli Meslektaşlarımız, 21. Ergen Günleri 1-3 Aralık 2016 tarihlerinde, Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Ergen Komisyonu ve Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı işbirliği ile Denizli’de, Pamukkale Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecektir. Bildiğimiz gibi, ergenlik dönemi gencin yaşamında önemli değişikliklerin yaşandığı bir süreçtir. Bedensel ve ruhsal değişimlerin yanı sıra, fizyolojik değişimler de döneme damgasını vurur. Kültürümüzde ninniler eşliğinde “uyusun da büyüsün” diyerek büyütülen çocuk, gençliğe eriştiğinde yine uyuyarak olgunlaşır ve sağlıklı ruhsal gelişimini sürdürür. İnsan ömrünün yaklaşık üçte birini kaplayan uyku, ergenlik döneminde ruhsal ve bedensel bozukluklardan etkilenebilmekte; aynı zamanda uykudaki bozulmalar da sağlıklı gelişimi sekteye uğratabilmektedir. Bu nedenle biz de 21. Ergen Günleri’nin ana temasını “Normalden Patolojiye: Uyku” olarak belirledik. Antik kültürlerin yaşam bulduğu coğrafyası, bir doğa harikası olan Pamukkale’si, büyüyen ekonomisi ve bilime dönük yüzü Pamukkale Üniversitesi ile özdeşleşmiş Denizli’mize sizleri davet etmekten mutluluk duyuyor ve Aralık 2016’da buluşabilmeyi ümit ediyoruz. Saygılarımızla, Prof. Dr. Füsun ÇUHADAROĞLU ÇETİN Sempozyum Eş Başkanı Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Ergen Komisyonu Başkanı Doç. Dr. Burcu ÇAKALOZ Sempozyum Eş Başkanı Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Başkanı 2 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri SEMPOZYUM EŞ BAŞKANLARI Prof. Dr. Füsun ÇUHADAROĞLU ÇETİN Doç. Dr. Burcu ÇAKALOZ BİLİM KURULU Prof. Dr. Saynur Canat Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu Prof. Dr. Taner Güvenir Prof. Dr. Nalan Kalkan Oğuzhanoğlu Prof. Dr. Emine Zinnur Kılıç Prof. Dr. Bedriye Öncü Prof. Dr. Özlem Özel Özcan Prof. Dr. Müge Tamar Doç. Dr. Devrim Akdemir Doç. Dr. Burcu Çakaloz 3 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri 4 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri 5 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri 6 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri S1/ DSM-5 Ayrılık Anksiyetesi Bozukluğu Şiddet Ölçeği Çocuk Formunun(11-17 Yaş) Türkçe Güvenilirliği ve Geçerliliği Şermin Yalın Sapmaz 1 ,Handan Özek Erkuran 2 ,Dilek Ergin ,Duygu Karaarslan 6 ,Ertuğrul Köroğlu 7 ,Ömer Aydemir 8 3 ,Nesrin Şen Celasin 4 ,Masum Öztürk 5 1:Manisa CBÜ Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2:İzmir Behçet Uz Çocuk Hastanesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi 3:Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 4:Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 5:Manisa CBÜ Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 6:Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 7:Ankara Boylam Psikiyatri Hastanesi 8:Manisa CBÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Giriş: Ayrılık anksiyetesi bozukluğu (AAB) şiddet ölçeği çocuk formu 11-17 yaş çocuk ve ergenlerdeki AAB belirtilerinin şiddetini belirleyen 10 maddeli bir ölçektir. AAB tanısı alan( ya da klinik olarak şiddetli AAB belirtileri olan) çocuk ve ergen olguların ilk değerlendirme ve tedavi sürecinde kullanılabilmesi amacıyla tasarlanmıştır. Her bir madde de yakınması olan olgunun son 7 gün içerindeki ayrılık anksiyetesi bozukluğu belirtilerinin şiddetini oranlaması istenmektedir. Bu çalışmada DSM-5 ayrılık anksiyetesi bozukluğu şiddet ölçeği çocuk formunun Türkçe sürümünün güvenilirliği ve geçerliliğinin çalışılması amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma grupları çocuk psikiyatri kliniğinde tedavi gören ve ayrılık anksiyetesi bozukluğu tanısı alan 41 hasta ile ortaokul ve lise öğrencilerinden oluşan 100 sağlıklı gönüllüden oluşmaktadır. Güvenilirlik analizlerinde içsel tutarlılık katsayısı ve madde-toplam puan korelasyon analizi, geçerlilik analizlerinde ise birlikte geçerlilik, açıklayıcı faktör analizi yapılmış ve ölçeğin toplum ve klinik örneklemlerini birbirinden ayırabilme özelliği ROC Eğrisi ile gösterilmiştir. Değerlendirmede ayrılık anksiyetesi bozukluğu şiddet ölçeği çocuk formunun yanı sıra çocukluk çağı anksiyete tarama ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Güvenilirlik analizlerinde Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0,932 ve madde - toplam puan bağıntı katsayıları 0,400 ile 0,874 arasında saptanmıştır. Yapı geçerliliğinde varyansın %63&#8217;ünü açıklayan bir faktör elde edilmiştir. Birlikte geçerlilikte çocukluk çağı anksiyete tarama ölçeği ile orta düzeyde(r= 0.636 p<0.0001 ) bağıntı göstermiştir. ROC çözümlemesinde ROC eğrisinin altında kalan alan 0.898 olarak saptanmıştır. Sonuç: DSM-5 ayrılık anksiyetesi bozukluğu şiddet ölçeği çocuk formunun Türkçe sürümünün hem klinik uygulamada hem araştırmalarda güvenilir ve geçerli biçimde kullanılabileceği gösterilmiştir. Anahtar kelimeler: DSM-5 ayrılık anksiyetesi bozukluğu şiddet ölçeği, güvenilirlik, geçerlilik 7 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri S2/ DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeği Türkçe Formunun güvenilirliği ve geçerliliği (11-17 yaş çocuk ve 6-17 yaş anne-baba formları) Şermin Yalın Sapmaz 1 ,Burcu Serim Demirgören 2 ,Gülsüm Yörük Ülker 3,Ömer Aydemir 4 1: Manisa CBÜ Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2: İzmir DEÜ Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 3: Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi Psikoloji Birimi 4: Manisa CBÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı - [email protected] Giriş: DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeğinin 6-17 yaşlar için anne, baba veya vasi tarafından doldurulan 13 maddelik anne-baba formu ile 11-17 yaşlar için ergenlerin kendilerinin doldurduğu 13 maddelik öz bildirim formu vardır. DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeği, somatik belirtileri tarayan üçlü Likert tipi bir değerlendirme sağlamaktadır (0=hiç rahatsız olmadım, 1=biraz rahatsız oldum, 2=çok rahatsız oldum). Her maddede son 7 gün içindeki somatizasyon belirtilerinin şiddetinin oranlanması istenmektedir. Yüksek puan bedensel belirtilerin şiddetinin daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada ölçeğin çocuk ve anne-baba formlarının Türkçe sürümünün güvenilirliği ve geçerliliğinin çalışılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ölçek klinik ve toplum örneklemini yansıtan 120 anne-baba ve 186 ergene uygulanmıştır. Değerlendirmede DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeğinin yanı sıra Çocuk Somatizasyon Ölçeği kullanılmıştır. Güvenilirlik analizlerinde içsel tutarlılık katsayısı ve madde-toplam puan korelasyon analizi, uygulayıcılar arası güvenilirlik; geçerlilik analizlerinde ise açıklayıcı faktör analizi ve birlikte geçerlilik için Çocuk Somatizasyon Ölçeği ile korelasyon analizi yapılmıştır. Bulgular: Güvenilirlik analizleri sonucu, DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeğinin Çocuk Formu için kabul edilebilir düzeyde(0,747), anne-baba formu için iyi düzeyde tutarlılığa(0.812) sahip olduğunu göstermiştir. Ayrıca DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeğinin hem çocuk (r=0.789, p<0.001), hem de anne-baba formlarının(r=0.764, p<0.001) Çocuk Somatizasyon Ölçeği ile anlamlı korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Yapı geçerliliğinde DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeği Çocuk Formunda varyansın %64.5ini açıklayan beş faktör elde edilmiştir. Anne-baba formunda ise varyansın %56.3ünü açıklayan üç faktör elde edilmiştir. Sonuç: DSM-5 Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeğinin Türkçe sürümü hem klinik uygulamalarda, hem araştırmalarda güvenilir ve geçerli biçimde kullanılabileceği gösterilmiştir. Anahtar sözcükler: Düzey 2 Somatik Belirtiler Ölçeği, güvenilirlik, geçerlilik S3/ Bir Grup Lise Öğrencisinde Problematik İnternet Kullanımı, Bağlanma ve AleksitimikÖzellikler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Nurullah Bolat 1 ,Mesut Yavuz 2 ,Kayı Eliaçık 3 ,Adil Zorlu 4 1:İzmir Tepecik Egitim Arastırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Kliniği, No:468 Yenişehir, Konak, İzmir 2:İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji Bilim Dalı, Beşyol, Küçükçekmece, İstanbul 8 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri 3:İzmir Tepecik Egitim Arastırma Hastanesi, Pediatri Kliniği, Ergen Sağlığı Polikliniği, No:468 Yenişehir, Konak, İzmir 4:İzmir Tepecik Egitim Arastırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Kliniği, No:468 Yenişehir, Konak, izmir Amaç: İnternet kullanımı günümüzde tüm dünya üzerinde yaygınlaşmış ve herkesin günlük yaşamını etkilemiştir. Bir çok olumlu etkisinin yanında internetin aşırı kullanımı ruhsal, davranışsal ve sosyal sorunlara yol açabilmektedir. Bağlanma sorunları ve aleksitimik karakter özelliklerinin internet kullanım sorunlarına yol açabildiği literatürde bildirilmiştir. Bu bilgiler ışığında bu çalışmada, problematik internet kullanımı (PIK) olan ergenlerin aleksitimik özelliklerinin ve bağlanma özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmaya % 65.3\'ü kız (n= 290), % 34.7\'si erkek (n=154) toplam 444 lise öğrencisi ergen dahil edilmiştir. Öğrencilerin yaş ortalaması 16.32 (SS=0.97)\'ydi. Deneklere İnternet Bağımlılığı Ölçeği (İBÖ), Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Kısa Formu (EABE) ve Toronto Aleksitimi Ölçeği (TAÖ-20) uygulanmıştır. Çalışmanın istatistik analizi SPSS-16 programı ile yapılmıştır. Ölçekler arası istatistiksel karşılaştırma bağımsız gruplar t testi ile yapılmıştır. Ölçekler arası ilişki Pearson momentler çarpımı korelasyon testi ile değerlendirilmiştir. ≥ 50 puan alan ergenler PIK grubu, <50 puan alan ergenler ise kontrol grubu olarak ayrılmış, gruplar arası karşılaştırmalar bağımsız gruplar t testi ile yapılmıştır. PIK üzerine etkili risk faktörleri lojistik regresyon analizi ile incelenmiştir. Bulgular: TAÖ-20 ve İBÖ arasında pozitif yönde (r=.441), TAÖ-20 ve EABE arasında negatif yönde (r=.392) orta düzey bir ilişki saptanmıştır. EABE ve İBÖ arasında negatif yönde zayıf bir ilişki bulunmuştur (r= -.208). PIK grubunda aleksitimi puanları kontrollere göre anlamlı oranda daha yüksekti (p<0.05). PIK grubunda bağlanma puanları anlamlı oranda düşüktü (p<0.001). Sonuç: Bu sonuçlar aleksitimik özelliklerin internet kullanım sorunları riskini anlamlı olarak arttırdığını, olumlu bağlanma özelliklerinin ise hem internet bağımlılığı hem de aleksitimi için koruyucu olduğunu göstermektedir. S4/ Çocukluk Ve Ergenlik Başlangiçli Bipolar Bozuklukta Nötrofil/ Lenfosit Ve Trombosit/Lenfosit Oranlarinin Değerlendirilmesi: Öncül Bir Çalışma Nagihan Cevher Binici 1 ,F.Neslihan İnal Emiroğlu 2 ,Sevay Alşen Güney 3 1:Dr.Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi EAH Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği 2:Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD 3:Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD AMAÇ: Bipolar bozukluk (BB), tüm yaş dönemlerinde ciddi mortalite ve morbiditeye neden olan kronik bir psikiyatrik bozukluktur. Nörobiyolojik temelleri olan bozuklukla ilgili birçok çalışma yapılmasına rağmen patofizyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Son yıllarda yapılan erişkin BB örneklemli çalışmalardan elde edilen veriler BB etiyolojisinde nöroinflamasyonun rol oynadığına 9 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri işaret etmektedir. Çocukluk ve ergenlik başlangıçlı BB’ta (ÇEBB) inflamasyonu değerlendiren çalışmalar oldukça kısıtlıdır. Yapılan çalışmalarda BB ergenlerde, yüksek duyarlıklı C-reaktif protein düzeylerinde artış olduğu ve bu artışın manik belirti şiddetiyle orantılı olduğu bulunurken, IL-6 düzeylerinde bu gösterilememiştir. Tam kan sayımı verilerinden hesaplanabilen Nötrofil/ Lenfosit oranı (NLO) ve Trombosit/ Lenfosit oranı (TLO) sistemik inflamatuar yanıtın yeni, basit ve ucuz bir belirtecidir. Yapılan erişkin örneklemli öncül çalışmalar Alzheimer, şizofreni, bipolar bozukluk ve majör depresyonda NLO oranlarının sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak yüksek olduğunu göstermektedir. Psikiyatrik bozukluklarda TLO oranını değerlendiren tek çalışmada bipolar bozuklukta bu değerin NLO’na benzer şekilde yüksek bulunmuştur. Yazın gözden geçirildiğinde ÇEBB’da NLO ve TLO değerlendiren bir çalışmaya rastlanmamıştır. Biz bu çalışmamızda, yapılan kesitsel kontrollü bir araştırmanın verilerini retrospektif olarak yeniden değerlendirerek ÇEBB tanılı ergenlerin NLO ve TLO değerlerini sağlıklı kontrollerle karşılaştırmayı amaçladık. Araştırmanın hipotezi, NLO ve TLO değerlerinin sağlıklı olgulara kıyasla daha yüksek olacağı yönündedir. YÖNTEM: ÇEBB olgu grubunu, Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk ve Ergen psikiyatri kliniğinde izlenmekte olan ve Haziran 2008- Eylül 2013 tarihleri arasında başvurup DSM-IV tanı ölçütlerine göre BB tip I tanısı olan ötimik dönemde 15-19 yaş arası 36 olgu oluşturmuştur. Çocuklar için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi- Şimdi ve Yaşam Boyu versiyonu ( KSADS P-L) ve Washington Üniversitesi Çocuk ve Gençler için Duygudurum Bozuklukları ve Şizofreni ölçeği-Şimdiki Zaman ve Yaşam Boyu ( WASH-U-KADS) duygudurum modülü ile tüm olguların tanıları kesinleştirilmiştir Kontrol grubunu, üniversitenin epidemiyolojik kapsama alanından seçilen ve değerlendirme sonucunda herhangi bir psikiyatrik tanı almayan 15-19 yaş arasındaki 30 ergen oluşturmaktadır. Ötimik olma ölçeti, Young Mani Derecelendirme ve Hamilton Depresyon Ölçek puanlarının 7’nin altında olması olarak kabul edilmiştir. Anksiyete bozuklukları ve yıkıcı davranım bozuklukları eştanısı olan ve psikotrop ilaç kullanımı olan olgular araştırmaya dahil edilmiştir. Olgu ve kontrol grubunda; mental retardasyon (IQ≤70 ), madde kullanımı öyküsü, obezite ( BMI > 30 kg/m2), akut veya kronik tıbbi hastalık, akut inflamatuar ya da otoimmun hastalık, eş zamanlı herhangi bir ilaç kullanımı, klinik değerlendirmede vital bulgularda anormallik (ateş, taşikardi, taşipne) ve laboratuar sonuçlarında anormallik ( örn anemi, lökositoz, lökopeni vs.) dışlama kriterleri olarak kabul edilmiştir. BULGULAR: ÇEBB grubu ve sağlıklı kontrol grubunda NLO ve TLO değerleri arasında anlamlı bir farklılık gösterilememiştir(NLO p:0.287;TLO p:0.106). Sağlıklı ergenlerde trombosit sayıları (267.5±49.9), olgu grubuna (234.0±53.7) göre anlamlı olarak yüksek bulunurken (p:0,011), diğer tam kan parametreleri (lökosit, nötrofil, lenfosit, hemoglobin, hemotokrit) açısından fark gözlenmemiştir. Hastalık süresi, duygudurum ataklarının sayısı ile NLO ve TLO değerleri arasında herhangi bir korelasyon saptanmamıştır. 10 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri SONUÇ: ÇEBB olgularda NLO ve TLO değerlendiren öncül çalışmamız bu alanda yapılan ilk çalışmadır. Bu araştırmanın sonuçları erişkin BB örneklemli çalışmalardan farklı olarak BB’lu ergenlerin normal NLO ve TLO değerlerine sahip olduğunu göstermektedir. BB’un duygudurum atak dönemlerinde ve ilaç tedavisi başlanmamış olgularla yapılacak kontrollü çalışmalar ÇEBB etyolojisinde inflamasyonun rolünün aydınlatılmasında yardımcı olacaktır. Anahtar kelimeler: Adolesan, bipolar bozukluk, inflamatuar belirteçler S5/ Nedeni Saptanamayan Göğüs Ağrısı Olan Ergenlerin Bağlanma Ve Davranış Özellikleri Nurullah Bolat 1 ,Kayı Eliaçık 2 ,Mesut Yavuz 3 ,Ali Kanık 4 ,Barış Güven 5 1:İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi 2:İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Adölesan Sağlığı Birimi 3:İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji ABD 4:İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD 5:İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk Kardiyolojisi Birimi Amaç: Göğüs ağrılı ergenler tekrarlayan hastane başvuruları ile acil servis ve çocuk kardiyoloji bölümlerindeki iş yoğunluğunun önemli bir kısmını oluşturan olgulardır. Etiyolojisinde en sık duygusal sebepler olmak üzere altta pek çok neden yer almaktadır. Bu araştırma ile nedeni saptanamayan göğüs ağrısı ile ergenin bağlanma ve davranış özellikleri arasındaki olası ilişkilerin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmada çocuk kardiyoloji polikliniğine göğüs ağrısı şikâyeti ile başvuran ve etiyolojisinde organik sebep bulunamayan 12-18 yaş arası 73 olgu ile pediatri polikliniklerine solunum yolu enfeksiyonu sonrası kontrol amaçlı olarak gelen ve kronik hastalığı olmayan benzer ve yaş cinsiyetteki 71 olguya ebeveyn ve arkdaşlara bağlanma ölçeği ile güçler ve güçlükler anketi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışma ve kontrol gruplarının karşılaştırılmasında göğüs ağrılı grupta toplam güçlük, duygusal sorun ve davranışsal sorun skorları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek, sosyal davranış skorları ise anlamlı düzeyde düşük olarak saptandı. Anneye bağlanma ve babaya bağlanma toplam skorlarında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık saptanmazken anneye yabancılaşma ve babaya yabancılaşma alt test skorları ise göğüs ağrılı grupta anlamlı düzeyde yüksekti Sonuç: Çalışmamızda elde edilen bulgular nedeni saptanamayan göğüs ağrısı olan ergenlerde psikososyal değerlendirmenin önemini göstermektedir. Bu hastalarda yapılacak olan psikiyatrik değerlendirme gereksiz tetkikler yapılmasını önleyebilir ve tedavi başarısını arttırabilir S6/ Ezidi Mültecilerde Travma Sonrası Gelişen Posttravmatik Stres Bozukluğu ve Depresyon Serhat Nasıroğlu 1 ,Veysi Çeri 2 1:Sakarya Üniversitesi Tıp Fakğltesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD 2:Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD 11 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri Amaç: Bu araştırmanın amacı Suriye ve Irak’dan göç eden dini bir azınlık olan Ezidi çocuk ve ergenlerdeki ruhsal patoloji sıklığını anlamaktır. Göç öncesi ve sonrası risk ve koruyucu faktörler mültecilere yöneltilerek risk ve koruyucu faktörler belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Örneklem Türkiye Cumhuriyeti Batman il sınırlarında bulunan Uçkuyular, Oğuz, Onbaşı ve Uğurca köylerine yerleşen çocuk ve ergenlerden 30’u erkek, 25’i kız olmak üzere 55 ezidi mülteciden oluşmaktadır. Çalışma göç etmelerinden 9 ay sonra yapılmıştır. Mülteci çocuk ve ergene anadilleri ile yarı yapılandırılmış bir görüşme olan Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi -Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (K-SADS-PL-T) uygulamıştır. Çocuk ve Ergenlere göç öncesi ve sonrası travmatik yaşantılarını ve şu andaki sosyal şartlarını anlayabilmek amacıyla sosyodemografik form oluşturulmuştur. Tüm görüşmeler tercüman kullanılmadan mültecilerin dilleri ile yapılmış ve araştırmacılar tarafından sosyodemografik form doldurulmuştur. Bulgular: Bu çalışmada tanı grubunun 20 (%36,4) ile post travmatik stres disorder (PTSD), depresyon 18 (%32,7) enürezis nokturna 6 (%10,9), 4 (%7,3) anksiyete bozukluğu saptanmıştır. Şiddete ve ölüme tanık olmak, kız çocuğu olmak, ebeveyn yaşının, büyük olması, büyük çocuk olmak ve kardeş sayısının fazla olması depresyon ile ilişkili bulunmuş (p<0.05), şiddete ve ölüme tanıklık etmek PTSD, depresyon ve diğer komorbid hastalıklar açısından risk faktörü olarak belirlenmiş (p<0.05) , PTSD ve depresyon komorbidetesi ise 4 %7.3 olarak saptanmıştır. Sonuç: Mültecilerin çoğu kendi ülkelerinde göç öncesi ve göç sırasında ciddi travmatik deneyimler yaşamışlardır. PTSD, depresyon ve komorbid ruhsal sorunlar mülteci çocuklarda sık olarak görülmektedir. Bu çocukların ruhsal açıdan sağlıklı bireyler olarak ev sahibi ülke ile uyumunu sağlamak amacıyla sağlık kurumları ve ilgili diğer birimler arasında işbirliği içerisinde yürütülecek yeni çalışmalara gereksinim olduğu düşünülmüştür. S7/ Adli Vakalarda Karişildiği İddia Olunan Suç Tipi Benlik Saygisi Ve Depresyonla İlişkili Midir? Selma Tural Hesapçıoğlu 1 1:Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD. Ankara Amaç: Bu araştırmada “suçlu çocuk yoktur, suça sürüklenen çocuk vardır” fikrinden yola çıkılarak farklı suçlar isnat edilerek Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine getirilen çocuk ve ergenler depresyon, benlik saygısı ve çeşitli sosyodemografik faktörler açısından incelenmiştir. Yöntem: Şubat 2012- Şubat 2013 tarihleri arasında Muş Devlet Hastanesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine adli psikiyatrik muayene amacıyla getirilen, işlemiş oldukları iddia edilen suçların hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediği sorulan çocuk ve ergenler ile yürütülmüştür. Kasten yaralama, hırsızlık ve terör örgütü propagandası yapma suçlamalarıyla getirilen çocuklar üç araştırma grubunu oluşturmuştur. Olguların psikometrik değerlendirmeleri yapılmış, Çocuklar için depresyon ölçeği (CDI) ve Coopersmith benlik saygısı ölçeği (CSI) uygulanmıştır. Bulgular: Olguların CDI ve CSI puanları arasında farklılık olduğu izlenmiş, yapılan post hoc karşılaştırmalarda kasten yaralama iddiası ile getirilen grubunun CDI puanının diğer iki gruba göre daha düşük olduğu, CSI puanının ise hırsızlık yaptığı iddiası ile getirilen gruptan anlamlı olarak daha yüksek olduğu, terör örgütü propagandası yapmış olma iddiası ile gönderilenlerden ise anlamlılığa yakın düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır. Tartışma: Olguların gönderilme nedenleri ile CDI ve CSI puanları arasında farklılık olduğu izlenmektedir. Özellikle kasten yaralama iddiası ile gönderilenlerin depresif belirtilerinin daha az, benlik saygılarının daha yüksek olduğu, bu araştırmada izlenmektedir. Bu bulgu, aslında çocuk suçluluğunda çok farklı etyolojilerin farklı suçlara yönlenme konusunda etkili olabileceğini düşündürmektedir. 12 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri S8/ Long QT Sendromu Tanılı Ergen Bipolar Olguda Tedavi: Bir Olgu Sunumu Özlem ÖNEN 1 ,Ayşe KUTLU 2 ,Handan ÖZEK ERKURAN 3 1:Behçet Uz Çocuk Hastanesi. Çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniği. İzmir. 2:Behçet Uz Çocuk Hastanesi. Çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniği. İzmir. 3:Behçet Uz Çocuk Hastanesi. Çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniği. İzmir. Amaç: Ciddi bir kardiak sağlık sorunu olan Long QT Sendromu (LQTS), özellikle ailesel risk faktörü olduğu düşünülen Bipolar bozukluk (BB) tanılı çocuk ve ergen olgularda mutlaka akılda tutulmalı ve gerekli incelemelerin yapılması sağlanarak önlemler alınmalıdır. Bu tür olguların takibinin, hem BB’ a, hem de LQTS’ na bağlı risk faktörleri nedeniyle sık aralıklarla ve psikiyatri ve kardiyoloji kliniklerinin katılımı ile yapılması gerekmektedir. Biz burada BB tanısı alan ve tesadüfen LQTS tespit edilip İCD uygulanan bir ergen hastayı sunmayı ve onun tedavi yönetimini ile izlem sürecini mevcut yazın eşliğinde tartışmayı amaçladık. Giriş: LQTS, elektrokardiyografide (EKG) QT aralığında uzama şeklinde görülen ventriküler taşikardi (VT) atakları sonucu ani senkop ya da ölüm gelişmesidir.Tedavisiz kalan LQTS vakalarının %50’ sinin 10 yıl içinde ani ölümle kaybedildikleri bildirilmektedir. Amerikan Kalp Birliği kılavuzunda ICD’nin, kardiyak arrest gelişen ve kardiyopulmoner canlandırma ile ritim sağlanan hastalarda ilk seçilecek tedavi yöntemi olması gerektiği bildirilmektedir. Çocuklara yönelik ICD uygulaması, tüm İCD uygulamaları içinde %1’ den daha az orandadır Bu konuda erişkin hastalara dair vaka bildirimleri literatürde görülebilmekle birlikte, çocuk ve ergen yaş grubunda LQTS olan vaka bildirimlerine az rastlanmaktadır. Biz burada ergen BB tanılı ve tesadüfen LQTS tespit edilip İCD uygulanan bir ergeni sunmayı ve onun tedavi yönetimini ve izlem sürecini mevcut yazın eşliğinde tartışmayı amaçladık. Olgu sunumu: 17 yaşında, yaşına uygun zihinsel düzeyde olan kız olgu, evden kaçıp bir başka şehre kaçmaya çalışma şeklindeki risk alma davranışları, kendine güven ve enerji artışı, emosyonel labilite, konuşma miktarında artma ve çağrışımlarda hızlanma, inatlaşma davranışları şeklindeki mani belirtileri ile başvurmuştu. Hastanın polikliniğe başvuru zamanına dek geçirdiği 3 manik ve 3 depresif atak tanımlanmaktaydı. Olguya LQTS tanısı konduktan sonra ICD uygulanmıştı. BB tanısını LQTS tanısından birkaç ay kadar önce alan olgunun tedavi uyum ve devam sürecinde, mani belirtileri ve ailenin süreci yönetmedeki güçlükleri nedeniyle aksamaların olduğu gözlenmesi üzerine bir yataklı serviste tedavi sürecine geçildi. Risperidon 3 mg/gün, Valproat 1000 mg /gün ve lüzumu halinde lorazepam 1 mg/gün ile iki hafta süren izlem süreci sonunda olgu, tedavi edildiği birimden herhangi bir kardiyak yakınma yaşamadan remisyon halinde taburcu edildi. Yatış sırasında başlanılan psikotroplar ile takip sürecinde ICD’ nin hiç devreye girmediği belirlendi. Tartışma: BB tanılı olgular, hem mani dönemindeki artmış emosyonel duygu durum ve risk alma davranışlarının sempatik aktiviteyi artması, hem de psikotrop ilaçların yol açabileceği olası ritim sorunları nedeniyle eşlik eden LQTS açısından dikkatle izlenmelidirler. Psikotrop ilaçların kullanımı QT uzaması riskini taşıyabilmektedir. BB ise uzun süreli ve düzenli psikotrop ilaç kullanımı gerektiren ve hem medikasyon ihtiyacı hem de sempatik aktiviteyi artıran emosyonel labilite ve davranışsal sorunlar ile giden ve kardiyolojik hastalıklar ile birlikte iyi yönetilmesi gereken bir ruhsal bozukluktur. Olguya ICD uygulanmış olmasının, BB’un tedavisinde kullandığımız psikotroplara bağlı olarak gelişmesi kuvvetle muhtemel ritim sorunlarının oluşmasını önlediği düşünülmüştür. 13 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri P1/ Çocukluk Çağinda Narkolepsi: Bir Olgu Sunumu Dilşad Yıldız Miniksar 1 1:Malatya Devlet Hastanesi GİRİŞ: Narkolepsi, kontrol edilemeyen tekrarlayıcı uyku periyodları (uyku atakları), sıklıkla gülme, korku veya ağlama gibi emosyonel reaksiyonlar esnasında ortaya çıkan ekstremite ve gövde kaslarında ani geçici tonus kaybı (katapleksi), uyku ile uyanma arasında geçişte ortaya çıkan ve birkaç dakika süren total paralizi (uyku paralizisi) ve uyku başlangıcındaki veya sonundaki canlı görme ve işitme halüsinasyonları (hipnogojik veya hipnopompik halüsinasyonlar) ile karakterize etyolojisi bilinmeyen bir klinik sendromdur. Erkek/kadın oranı:3/2 olarak bilinmekle beraber, bazı kaynaklarda bu klinik durumun cinsiyet ayrımı göstermediği belirtilmiştir. Semptomların başlangıcı genellikle 20-40 yaşları arasında olup, nadiren 10 ve 50 yaşlarından sonra görülebilir. Narkolepsi semptomlarından bazıları, epilepsi, beyin tümörü, serebral travma, obesite, kalp yetmezliği ve hipotiroidizmdeki uyku hali, uyku apne sendromları, üremi, serebral arterioskleroz, familyal periyodik paralizi veya psikopatik sendromlar gibi sinir sisteminin ve diğer sistematik hastalıkların bir kısmında da görülebilmekte olup, bunlardan aşırı somnolans veya stuporun uzun süreli olması ve birlikte bulunan fizik laboratuvar bulguları ile ayırt edilebilir. Narkolepsinin tüm semptomlarının kontrol altına alınabildiği tek bir tedavi şekli mev¬cut olmayıp, semptomlara yönelik ayrı ayrı tedavi uygulanmaktadır. Pediatrik narkolepsi olgularının genellikle farkına varılmadığı ve bu olgulara tanı konulamadığı kabul edilir. Özellikle çocukluk çağındaki klinik heterojenite ve belirtilerin zaman içinde gelişiyor olması tanı ve tedavinin gecikmesine katkıda bulunmaktadır. DSM-5\'te çocuklarda ya da 6 aydan daha kısa süre hastalığı olanlarda, duygusal etmenler olmadan kendiliğinden ortaya çıkan, dili yanlış yerleştirme ya da genel kas gerginliği düşüklüğü ile birlikte, yüz buruşturmaları ya da çeneyi açma dönemleri eklenmiştir. Narkolepsinin çocuklarda farkına varılmasının güç olması nedeniyle çocuklardaki veriler kısıtlıdır. Bu nedenle olgumuzun literatüre katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz. OLGU: 17 yaşında kız hasta. Son 6 aydır kontrol edilemeyen gündüz uyku atakları şikayetiyle polikliniğimize başvurdu. Her gün okula otobüsle gittiğini, uyuyakaldığı için istisnasız ineceği duraktan iki durak sonra uyandığını belirtti. Gündüz yaşadığı atakların sayılamayacak kadar çok olduğunu, bazen 15-20 dakika sürdüğünü bazen de 1 saat kadar sürdüğünü ifade etti. Heyecanlanınca aniden donakaldığını ve dizlerinin bağının çözüldüğünü söyledi. Hipnogojik ya da hipnopompik halüsinasyon tarif etmedi. Pediatrik nörolojiye başvurduğu ancak herhangi bir patoloji saptanmadığı öğrenildi. Aile öyküsünde narkolepsi ya da başka bir nörolojik hastalık öyküsü yoktu. Hastada narkolepsi düşünülerek, modafinil 200 mg/gün tedavisi başlandı. 1 hafta sonra kontrole çağrılan hastanın semptomları yok denecek kadar azalmıştı. İlacına devam etmesi önerilerek takibe alındı. TARTIŞMA: Narkolepsinin kesin nedeni henüz tam olarak tanımlanamadığından ve özellikle çocukluk çağında yaşanan klinik heterojenite karmaşıklığından dolayı tedavi stratejileri daha çok belirtilere yöneliktir. Bu nedenle tanı koyarken dikkatli bir anamnez alınmalı, belirtilerin tedavisinde yeni yaklaşımlar araştırılmalıdır. P2/İlk Atak Psikotik Bozukluklarda Yataklı Servis Verilerimiz Yunus Emre Dönmez 1 ,Serdar Karatoprak 2 ,Nusret Soylu 3 ,Özlem Özcan 4 , 1:İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri AD Malatya 2:İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri AD Malatya 14 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri 3:İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri AD Malatya 4:İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri AD Malatya Amaç: Şizofrenide ilk psikotik atak genellikle ergenlik ve erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkmaktadır. Bu dönem kişinin eğitim ve kişilerarası ilişkileri açısından en yoğun ve en hassas olduğu yaşam dönemlerinden biridir. On sekiz yaşından önce görülen şizofreni tablosu erken başlangıçlı şizofreni olarak tanımlanmaktadır. Yapılan araştırmalar psikozun erken döneminde uygulanacak tedavinin hastalığın prognozunu olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Bu çalışmada ilk atak psikotik bozukluk hasta grubuyla olan yataklı servis deneyimlerimizi ve verilerimizi paylaşmak amacındayız. Yöntem: Çalışma İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi çocuk ve genç psikiyatrisi yataklı servisinde yatarak tedavi gören ve ilk atak psikotik bozukluk tanısı konulan hastalar ile gerçekleştirilmiştir. Haziran 2013 – Ekim 2016 tarihleri arasında psikotik bozukluk tanısı koyulan ve yatarak tedavi gören hastaların dosya bilgileri ve hastane kayıtları geriye dönük olarak taranmıştır. Yapılan incelemede hastaların çeşitli sosyo-demografik özellikleri, ilk tanı yaşları, çeşitli klinik bulguları, kullanılan tedaviler ve yatış süreleri kayıt altına alınmıştır. Bulgular: Yapılan incelemede 24 (11e,13k) hastanın dosya bilgisine ulaşılmıştır. Hastaların yaş ortalaması erkeklerde 14,7 (min: 12, mak: 17), kızlada ise 14,6 (min:13, mak: 17) olarak bulunmuştur. Hastaların 8’inin ailesinde şizofreni öküsü bulunmakta olup, bipolar bozukluk ve depresif bozukluk da değerlendirmeye alındığında hastaların 18’inin ailesinde psikiyatrik hastalık bulunmaktadır. Ayrıca hastaların 4’ünün aile bütünlüğünün bozulduğu, 6 hastanın ise eğitimine devam etmediği öğrenilmiştir. Klinik açıdan yapılan değerlendirmede hastaların 17’sinde perseküsyon, 5’inde referansiyel sanrılara rastlanılmış olup 6 hastada ise diğer sanrı türleri gözlenmiştir. İşitsel varsanılar hastaların 20’sinde, görsel varsanılar ise 19 hastada görülmüştür. Dört hastada varsanı gözlenmez iken iki hastada taktil bir hastada ise koku varsanıları görülmüştür. Hastaların aldıkları tedavilere yönelik yapılan incelemede; 18 hastada risperidon, 4 hastada aripiprazol ve 2 hastada da olanzapinin ilk tercih olarak seçilen antipsikotik olduğu görülmüştür. Hastaların klinikte oratalama yatış süresi 33,6 (min:4, mak:77) gün olarak belirlenmiştir. 7 hasta kliniğe ikinci kez yatmış, 1 hasta ise üç kez kliniğimizde yatarak tedavi görmüştür. Hastaların 5’inde sınır mental kapasite söz konusu olup 3 hastada hafif düzeyde mental retardasyon tespit edilmiştir. Sonuç: Elde edilen veriler yorumlandığında hastaların %33’ünde şizofreni açısından aile öyküsünün pozitif bulunmuş olması erken başlangıçlı şizofrenide genetik aktarımın yüksek oranlarda olduğunu düşündürmektedir. Hastaların %16’sının aile bütünlüğünün bozulmuş olması düşen ailesel desteğin yatkınlığı bulunan bireylerde problemin erken ortaya çıkmasını kolaylaştırdığı şeklinde yorumlanabilir. Hastaların %25’inin eğitimini ilk ataktan önce yarıda bırakmış olması ve %33 hastada mental retardasyonun söz konusu olması, hastaların hastaneye gelmeden önce işlevselliklerinin azaldığına ve ilk atak önceside kognitif fonksiyonlarda gerilemeyle sonuçlanan bir prodromal dönemin varlığına işaret etmektedir. Ayrıca çalışmamızda literatürle uyumlu olarak hastalarımızın büyük çoğunluğunda perseküsyon (%70) ve referansiyel (%21) sanrılar gözlenmiştir. İşitsel ve görsel varsanı oranları ise %83 ve %79 olarak belirlenmiştir. Hastaların tedavilerinde ilk olarak risperidon (%75), arirpiprazol (%17) ve olanzapine (%8) tercih edilmiştir. İlk uygulanan tedaviyle devam edilme oranı %37 olarak belirlenmiştir. Risperidon kullanan hasta sayısı görece yüksek olup bu hastalarda EPS görülme oranı %22 olarak bulunmuştur. Tedavi ile ilgil en dikkat çekici sonuçlardan biri de hastaların %25’inin risperidon, aripiprazol ve olanzapinin üçünede yanıt vermemiş olmasıdır. Bu açıdan ilerleyen zamanlardada bireyselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarına ya da yeni farmakolojik tedavilere ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz. 15 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri K1/ PROF. DR. SELÇUK ASLAN Gazi üniversitesi Psikiyatri A.D. Uykusuzluk İçin Bilişsel Davranışçı Psikoterapi Uykusuzluk uykuya dalma ve sürdürme güçlüğü ve eşlik eden kaygı belirtileri, uyuyamama düşüncesine odaklanma ve uykusuzluk kaygısı ile seyreden ruhsal bir bozukluktur. Uykusuzluk öncelikle bir yakınma ve bir belirti olduğundan, temel amaç altta yatan nedenin bulunarak ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Öykü alma sırasında başvuranla birlikte, onun uykusunu izleme olanağı olan yakınlarından da bilgi alınır. Kişinin o güne kadar olan uyku alışkanlıkları, uykuyla ilgili ailede varolan uyku bozukluğu öyküsü (örn; huzursuz bacaklar sendromu vb.) araştırılır. Uykusuzluğun bilişsel-davranışçı tedavisinde olumsuz otomatik düşünceler, işlevi olmayan inançların uykusuzluk yakınmalarının sürmesindeki rolü hastayla birlikte ortaya çıkarılarak yerine daha az kaygı uyandırıcı düşünce ve inançlar oluşturulmaya çalışılır. Kişinin tehlike algısı doğrudan uyuyamama korkusuna kayarsa, uykusuzluk daha çok yaşanır. Uykusuzluk olgusunun öncelikle klinik formülasyonu yapılmalıdır. Uykusuzluğun nasıl ortaya çıktığı, nasıl devam ettiği, uykusuzluk ortaya çıkmasında altta yatan, hazırlayıcı ve sürdürücü etkenler tespit edilerek hasta ile paylaşılır. Terapi programı ortalama 6-8 seanstan oluşmakta ve toplam 8 hafta sürmektedir. Uykusuzlukla ve sonuçlarıyla ilgili olumsuz düşünce ve varsayımlarının neler olduğunun farkındalığı artırılması ve alternatif inançların geliştirilmesi terapinin esas bileşenidir. Terapi sürecinde bilişsel müdahalelerin yanı sıra gevşeme egzersizleri, uyku ile yatağın ve yatak odasının özdeşleştirilmesi üzerinde çalışılır. İnsomniya birçok nedenden kaynaklanan bir sendrom olarak ele alındığı için tetikleyici ve sürdürücü etkenlerin saptanması önemlidir. Terapide uyku günlüğü tutulmalı, uyku hakkındaki olumsuz ve yardımı olmayan inançlarla mücadele edilmelidir. Uyku kısıtlama tedavisi uyku uyanıklık ritimini düzenleyerek uyku homeostazisinin yerleşmesine yardım eder. Tersine niyetlenme ile “uykuya dalma kaygısı” azaltılarak hastanın uyuma üzerine odaklanması engellenebilir, huzur verici imgeleri hayal ederek rahatlama ve böylece uykuya dalma, kas gevşetme egzersizleri uygulanabilir. Uykusuzluk terapi sürecinde öğrenilen becerileri yaşama uygulama en önemli basamaktır, uyku kısıtlamasının uygulanması ile başlangıçta birkaç hafta sıkıntı çekme sonrasında yararlı sonuçlar elde edilebilir. Uykusuzlukla İlgili İnanç ve Tutumları Değiştirmek İçin Pratik Öneriler Uykuyla ilgili gerçekçi beklentiler taşıyınız: kusursuz ve mükemmeliyetçi yüksek beklenti içinde olmak kaygı düzeyini de artıracaktır. Uyumaya çaba göstermek uyuyamama kaygısını artıracağı için, hiçbir zaman uyumaya çalışmayınız Kötü bir gece uykusundan sonra bir felaket beklemeyiniz. Uykusuzluğu çoğunlukla katlanılabilen ve çok büyük olumsuzluklara yol açmayan bir durum olarak görmeye çalışınız. Uykusuzluk nedenleri hakkındaki yorumlarınızı (atıflarınızı) gözden geçiriniz. Uykusuzluğun nedeni olarak gördüğümüz sebepler gerçekçi değilse bizi yanlış tedbirler almaya sürükleyebilir. Gündüz yaşanan olumsuzlukların, yetersizlikler için uykusuzluğunuzu suçlamayınız. Uykusuz kalmanın sonuçları hakkında oluşturulan olumsuz inançlar ertesi gece tekrar uyuma sırasında kaygıyı artıracaktır. 16 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri Konuşmalarımızda uyku üzerine vurgulamalara fazla yer vermeyiniz: Sürekli uykusuzluktan söz etmek, bu konuda yakınmak uyku sorunumuzun azalmasına yol açmaz, olumsuz koşullanmamıza neden olur. Kendinize uykusuz kalmanın etkilerine katlanabileceğinizi söyleyiniz. 3 Kaynaklar: 1. Aslan S. “Uykusuzluk” tanı ve tedavi kılavuzu. HYB. Ankara 2011. 2.Edinger JD, Wohlgemuth WK, Radtke RA, Marsh GR, Quillian RE. Does cognitive-behavioral insomnia therapy alter dysfunctional beliefs about sleep? Sleep 2001: 1; 24(5):591-9. Harvey A.G. ve ark. Cognitive approaches to insomnia. Clinical Psychology Review 2005; 25: 593–611. K2/DOÇ. DR. DEVRİM AKDEMİR Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı “Ergenlikteki gelişimsel faktörler ile ilişkili uyku sorunları” Son yıllarda ergenlerdeki uyku örüntülerine yönelik ilgide artış görülmektedir. Yapılan çalışmalarda özellikle daha büyük yaştaki ergenlerin yeterince uyumadıkları gösterilmektedir. Ergenlik döneminde az uyuma ile risk alma davranışları, depresif belirtiler, yorgunluk, gün içinde uykulu olma durumu, sinirlilik ve akademik başarıda düşme gibi belirtiler arasında ilişki bulunduğu bildirilmektedir. Bu sunumda ergenlik dönemindeki uyku örüntüleri ve uyku üzerine etkisi olan gelişimsel ve psikososyal değişkenler üzerinde durulacaktır. K3/ONKOLOJİK HASTALIKLARDA UYKU SORUNLARI Yrd. Doç. Dr. Gülşen Ünlü Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli Tıbbi tedaviler ve destek tedavilerdeki gelişmeler sayesinde ergenlik döneminde kanserle ilişkili mortalite oranlarında önemli bir azalma olmuştur. Böylelikle, kanser ölümcül bir hastalık olmaktan çok, yaşam değişikliğine yol açan kronik hastalık olarak kabul görmeye başlamıştır. Pediatrik onkoloji hastalarında uyku ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki son dönemde ilgi görmeye başlasa da, bu konuda bilinenler hala yetersizdir. Özellikle hipotalamus ya da beyin sapında hasar olan olgularda, endokrin disfonksiyonu olanlarda, obez olgularda ve kranial radyasyon uygulanan hastqalarda uyku ile ilişkili yakınmalar daha sık görülmektedir. Kanser tanısı alan ergenlerde en sık bildirilen uyku sorunları uykuya dalmada güçlük, uykuda bölünme, solunumla ilişkili uyku bozuklukları, parasomniler, istenen zamanda uyanamama, gündüz uyuklama ve yorgunluktur. Bu güçlükler tanıdan önce var olabileceği gibi, tedavi sırasında da ortaya çıkabilir, ve hatta tedavinin tamamlanmasından sonra yıllarca devam edebilir. Ergenlerde uyku sorunlarının tanı aldığında ve tedavi sırasında aralıklarla değerlendirilmesi önerilmektedir. Böylelikle uyku sorunlarının erken tanınması ve tedavisi sağlanarak hem hastanın hem de ailenin yaşam kalitesinin artması mümkün olabilir. K4/UYKU BOZUKLUKLARINDA MEDİKAL TEDAVİLER Uzm.Dr. Özlem Hekim Bozkurt Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü DSM V’ te uyku uyanıklık bozuklukları, temel olarak uykunun süresi, kalitesi ve etkinliğinin bozulmuş olması ve klinik açıdan sıkıntı ve günlük işlevsellikte bozulmaya neden olan durumlar olarak tanımlanır. 17 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri DSM V’ te uyku bozukluklarının kategorik olduğu kadar boyutsal açıdan da değerlendirilmiş olması klinisyenin semptomların şiddetini değerlendirmesinde ve tedavi planlamasında katkı sağlamakta, ayrıca durumun devam edip etmeyeceği hususunda öngörülebilirlik kazandırmaktadır. Diğer taraftan çocukluk çağı gelişim dönemlerinin gelişimsel bir ölçüt olarak kabul edilip, ölçütler arasına katılmış olması çok sayıdaki uyku bozukluğunun bilimsel bağlamda değerlendirilmesine kolaylık sunmaktadır Gerek çocuk ve ergen gerekse yetişkinlerde birçok alanda işlevsellikte bozulmaya neden olan uyku bozukluklarının tedavisi son derece önemlidir. Tedavide davranışsal ve farmakolojik tedaviler tek başına ya da bir arada uygulanabilir. Bu sunumda çocuk ve ergenlerde mevcut uyku uyanıklık bozukluklarında medikal tedaviler güncel yazın bilgisi eşliğinde tartışılması hedeflenmiştir. K5/UYKU BOZUKLUKLARINDA ALTERNATİF TEDAVİLER Prof. Dr. Bedriye Öncü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Ergen Ünitesi Hastalıkların geleneksel tıp uygulamalarına alternatif yöntemlerle tedavisi halk tarafından öteden beri uygulanmakta, son yıllarda modern tıbbi tedavilerin etkisiz kaldığı ya da yan etkiler nedeniyle kullanılmak istemediği durumlarda uygulanmakta, alternatif öneriler konusunda hekimlere gelen istekler artmaktadır. Öte yandan alternatif yöntemlerin hiçbir yan etkisi olmadığı konusundaki yanlış inanç nedeniyle bu yöntemlerle kendi kendini tedavi etme girişimleri olumsuz sonuçlanabilmektedir. Alternatif tedaviler konusundaki talep artışı nedeniyle hekimlerin alternatif yöntemlerin etkinliği ve yan etkileri konusunda bilgi sahibi olmaları konusundaki gereklilik zaman içinde artacaktır. Uyku bozukluklarının tedavisinde de klasik davranışçı yöntemlere ve ilaç tedavilerine alternatif yöntemle araştırılmaktadır. Bunlar arasında en yaygınları çeşitli bitkisel tedavilerdir. Ayrıca hipnoz, akupunktur, yoga, tai-chi, meditasyon, egzersiz uygulamaları, ışık terapileri gibi yöntemler de alternatif uyku bozukluğu tedavileri arasındadır. Alternatif tedavilerin etkinliği daha çok erişkinlerde araştırılmış olup çocuk ve ergenlerdeki etkinliği tartışmalıdır. Bununla birlikte alternatif yöntemler hakkında fikir sahibi olunması ve uygun olgularda önerilmesi çocuk ve ergen olgularda yararlı olabilir. K6/ÇOCUKLARDA VE ERGENLERDE UYKUDA SOLUNUM BOZUKLUKLARI Prof.Dr. H. Uğur Özçelik Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı Çocuk ve ergenlerde uykuda solunum bozuklukları çok daha nadir görülen santral apneler ve daha sık görülen uykuda obstruktif solunum bozukluklarını (UOSB) içerir. UOSB faringeal kollaps ve artmış üst hava yolu direnci sonucu horlama ve/veya artmış inspiratuar efor ile karakterize, uykuda görülen üst solunum yollarına ait disfonksiyondur. Bir spektrum hastalığı olarak kabul edilir. Bu spektrumda dağılım şu şekildedir; Primer horlama: Habitüal olarak haftada 3 geceden fazla horlama olması olarak tanımlanır. Birlikte apne, hipopne, uyanayazma (aurasal) veya gaz değişim anomalileri yoktur. Çocuklarda sıklığı yayınlara göre %7-8’dir. 18 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri Üst solunum yolu direnç sendromu: Horlama dışında solunum iş yükünün arttığı bir durumdur. Uyanayazmalar sıktır. Ancak saptanabilen obstruktif olaylar ve gaz değişim bozuklukları yoktur. Obstruktif hipoventilasyon: Horlama ve tam bir obstruktif olay olmadan artmış ekspirasyon sonu karbondioksit düzeyi vardır. Obstruktif uyku apne sendromu: Üst hava yollarının parsiyel veya tam obstrüksiyonu şeklinde görülen tekrarlayan olaylar (hipopne, obstruktif ve miks apne) ile giden bir durumdur. Beraberinde oksijenasyon, ventilasyon ve uyku paterni bozulması şeklinde görülür. UOSB olan çocuklar ve ergenlerin aileleri genellikle, sık gürültülü solunum, şahitli apneler, huzursuz uyku ve ağızdan solunum nedeni ile getirirler. Bu çocuklarda prematürelik ve ailede UOSB’ları sıktır. Çocuklarda ve gençlerde UOSB bazı durumlara sıklıkla eşlik eder. Apert sendromu, Crouzon sendromu gibi orta yüz defektlerine neden olan sendromlar, Pierre Robin sendromu gibi mandibuler hipoplazi ile giden sendromlar ve juvenil idiyopatik artrit gibi ikincil olarak mandibuler hipoplazinin eşlik ettiği hastalıklar, kas hastalıkları, nörolojik gelişim bozukluklarına neden olan hastalıklar, Akondroplazi, Down sendromu, Ehlers Danlos sendromu, mukopolisakkaridozlar, Prader- Willi sendromu UOSB’lerin sık görüldüğü durumlardır. Obesite erişkinlerde olduğu gibi çocuk ve ergenlerde de önemli bir UOSB nedenidir. Çocukluk çağı obesitesinin Amerika Birleşik Devletlerinde %17 olduğu, 2-5 yaş arasında %8 olan bu oranın, 12-19 yaş için %20’ye vardığı belirtilmektedir. Bu duruma eşlik eden ikincil sağlık sorunları da görülebilir. Hipertansiyon apne/hipopne indeksi (AHİ) 5’in üzerinde olan çocuklarda daha sık görülür ve sağlıklı çocuklara göre 3.5 mmHg daha yüksektir. Yüksek AHİ’ye sahip çocuklar ve ergenlerde pulmoner hipertansiyon ve kor pulmonale sıktır. Gündüz uykululuk hali genellikle görülür. Kognitif eksikler (genel zeka, sözel zeka, öğrenme, hafıza, matematik, problem çözme, dil, konuşma yeteneklerinde düşüklük), okul başarısında düşme, davranış bozuklukları (iletişim problemleri, emosyonel labilite, anksiyete, depresyon, dikkat eksikliği-hiperaktivite bozuklukları) bu hastalarda sıktır. Ayrıca bu çocuklarda enüresiz, büyüme geriliği sık görülür. Orta, ağır UOSB olanlarda yaşam kalitesi skorları düşüktür, metabolik sendrom sık görülür, hışıltı ataklar sıktır. Hastalarda öncelikle vücut ağırlığı ve kitle indeksi değerlendirilmelidir. Üst solunum yollarının değerlendirilmesi çok önemlidir. Tonsil büyüklüğü (Brodsky skoru, Friedman palat skoru, Malampati skorları ile değerlendirilmelidir. Nazal septum deviasyonu olup olmadığına bakılmalıdır. Alerjik nezle, nazal türbin hipertrofisi UOSB ile ilişkilidir. Geride çene yapısı, maloklüzyon değerlendirilmelidir. olup, olmadığı Tanıda anketler ön değerlendirmede kullanılmalıdır. Ülkemizde çocuklar için Türkçe’ye kazandırılmış anketler mevcuttur. Tanıda, fizik muayene dışında üst solunum yollarının değerlendirilmesi için yan boyu grafisi, fleksible nazofaringoskopi, sefalometri, MRI ve BT, akustik faringometre kullanılabilir. Çocuklarda ve ergenlerde UOSB’nın tanısı için kullanılacak altın standart test polisomnografidir. Yeni doğan çocuklarda bile kullanılabilir. Hasta tercihan bir gece boyunca, uyku odasında teknisyen eşliğinde izlenir. Uyku sırasında oksijen, mümkünse karbondioksit düzeyleri, göğüs ve karın kemerleri ile solunum eforu, nazal kanül ve termistör yardımı ile hava akımı değişiklikleri ölçülür. EEG ile uyku evreleri, uyanıklık ve uyanayazma dönemleri değerlendirilir. Kalp hızı, çene ve bacak hareketleri ve horlamalar saptanır. Kayıtlar değerlendirilir. Apne ve hipopne sıklıkları ölçülür. Çocuklara obstruktif uyku apnesi 19 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri değerlendirilmesinde kullanılan apne-hipopne indeks (AHİ) değerleri erişkinlerden farklıdır. AHİ: 1-5/saat hafif, 6-10/saat orta, 10/saat üzerinde ise ağır olarak değerlendirilir. Onüç yaş üzerindeki ergenlerde ise AHİ değerlendirmesinde erişkin kriterleri kullanılır. Amerikan Uyku Derneği (AASM) obstruktif uyku apnesi düşünülen ve adenotonsillektomi planlanan tüm çocuklara işlem öncesi polisomnografi yapılmasını önermektedir. Özellikle bu çocuklara obesite, kraniofasiyel deformite, kas hastalığı ve malformasyonlar varsa polisomnografinin mutlaka yapılması gerektiğini bildirmektedir. Tonsillektomi sonrası bulguları devam eden çocuklarda, obstruktif uyku apnesi nedeni ile hızlı maksiller ekspansiyon yapılacak hastalara ve non-invazif mekanik ventilasyon gereken hastalara da önermektedir. Poligrafiler ise hava akımı, solunum eforu, oksimetre ve EKG içeren, evde de kullanılabilecek uygulaması kolay testlerdir. Giderek pratikte kullanılması artmaktadır. Çocuklarda obstruktif uyku apnesi tanısında duyarlılıkları %90’dır. Tedavide, çocuklarda genellikle AHİ, 5’in üzerinde ise tedavi önerilir. Adölesanlarda ise erişkin kriterleri kullanılır. Altta yatan neden tedaviyi belirler. Obesite varsa kilo verme, tonsil hipertrofisinde tonsillektomi, ağız aparatları, non invazif mekanik ventilasyon, trakeostomi ve invazif mekanik ventilasyon, kraniofasiyel cerrahi altta yatan hastalığa ve duruma göre seçilecek yöntemlerdir. En sık kullanılan yaklaşımlardan tonsillektomi sonrası %80 kadar hastada düzelme olduğu, tüm hastaların düzelmediği bilinmektedir. Ağır obesitesi olan gençlerde bariyatrik cerrahi kullanılabilir. Tedavi ile UOSB’ya eşlik eden uykululuk, kognitif değişiklikler, kişilik değişiklikleri gibi birçok bulguda kısmi veya tam geriye dönüş olabilir. Uykuda solunum bozukluğu olan çocuklar ve ergenler tedavi altında mutlaka 6-12 ay aralıklar ile izlenmelidir. Bulguları devam edenlere polisomnografi tekrarları gerekebilir. Kaynaklar 1. Waters KA, Suresh S, Nixon GM. Sleep disorders in children. MJA 2013;199: S31-35. 2. Kaditis A, Gozal LK, Gozal D. Algorithm for the diagnosis and treatment of pediatric OSA: a proposal of two pediatric sleep centers. Sleep Med 2012:13:217-27. 3. Owens JA. Update in pediatric sleep medicine. Curr Opin Pulm Med 2011:17:425-30. 4. American Academy of Pediatrics. Diagnosis and management of childhood obstructive sleep apnea syndrome. Pediatrics 2012;130:576-83. 5. Kaditis AG, Alvares MLA, Boudewyns A, et al. Obstructive sleep disordered breathing in 2-18 year-old children: diagnosis and management. Eur Respir J 2016:47:69-94. 6. Del Rosso LM. Epidemiology and diagnosis of pediatric sleep apnea. Curr Probl Adolesc Health Care 2016;46:2-6. 7. American Academy of Pediatrics. Childhood obstructive sleep apnea syndrome: a review of the 2012 American Academy of Pediatrics Guidelines. Pediatric Annals 2013;42: 195-9. K7/DIŞSALLAŞTIRMA BOZUKLUKLARINDA UYKU BOZUKLUKLARI Doç. Dr. Özden Şükran ÜNERİ Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü Dışsallaştırma bozuklukları çocuk ve ergenlerde sık görülen, başta dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), karşıt olma karşı gelme bozukluğu (KOKGB) ve davranım bozukluğu (DB) olmak üzere bir grup 20 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri hastalık için kullanılan ortak terimdir1. Dışsallaştırma bozukluğu olan çocuklarla yapılan çalışmalarda, bu çocukların sağlıklı yaşıtlarına göre uyku sorunu yaşama riskinin daha yüksek olduğu belirtilmektedir. DEHB’li çocuklarda, ebeveyn bildirimlerine göre, %25-80 arasında değişen sıklıkta uyku ile ilgili sorunlar görülmektedir. Bu sorunlar uykuya dalma güçlüğü, yatak zamanı geldiğinde kaygı artışı ya da yatağa girmeye direnç, huzursuz bacak sendromu, karabasan bozukluğu, uykuda yürüme gibi geniş bir yelpazede tanımlanmaktadır2. Uyku bozukluğu olan çocuklarda dikkat süresinde azalma, sinirlilik, hareketlilik gibi yakınmaların olması, ayrıca uyku bozukluğu saptanan çocuklarda dışsallaştırma bozuklukları gibi psikiyatrik bozuklukların görülme sıklığında artış olması3, dışsallaştırma ve uyku bozuklukları arasındaki ilişkinin iki yönlü ve karmaşık olduğunu göstermektedir. Bu sunumda dışsallaştırma bozuklukları ve uyku bozuklukları arasındaki ilişkinin özellikleri ve tanı, tedavi, izlem süreçlerine etkisinin güncel yazın bilgisi eşliğinde tartışılması hedeflenmiştir. Kaynaklar: 1. Farmer EM, Compton SN, Bums BJ, Robertson E (2002). Review of the evidence base for treatment of childhood psychopathology: externalizing disorders. J Consult Clin Psychol ;70 (6): 1267-1302. 2. Dillon EJ ve Chervin RD (2014) . Attension Deficit, Hyperactivity and Sleep Disorders. Principles and Practice of Pediatric Sleep Medicine kitabı içinde, s. 111-124. 3. Armstrong JM, Ruttle PL, Klein MH, Essex MJ, Benca RM (2014). Associations of child insomnia, sleep movement, and their persistence with mental health symptoms in childhood and adolescence. Sleep;37(5):901-909. K8/BİR ÇOCUK PSİKİYATRİ BİRİMİNDE 11 YAŞINDA BİR KIZ ÖN ERGENE NARKOLEPSİ TANISI KOYMAK: OLGU SUNUMU Amaç: Narkolepsi birdizi karmaşık belirtiler gösteren, etyolojisinin henüz tanımlanmamış olduğu, şiddetli morbidite ve işlev kaybı yaratabilen kronik bir bozukluktur. Narkolepsinin çocukluk döneminde tanınması fazlasıyla değişkenlik gösteren belirti kümeleri nedeni ile daha da zor olabilmektedir. Bu olgu sunumunda, çocuk psikiyatrisi birimine başvuran 11 yaşındaki bir kız olguda narkolepsinin tanılanma ve izlem sürecinin ilgili yazın eşliğinde tartışılarak sunulması amaçlanmıştır. Yöntem: Çocuk psikiyatrisi birimimize başvuran olgunun psikiyatrik değerlendirmesi Ruhsal Bozuklukların Tanısal Ve Sayımsal Elkitabı- 5. Baskı (DSM-5) kriterleri temel alınarak yapılmıştır. Detaylı klinik muayene, nörolojik değerlendirme ile görüntüleme teknikleri yanısıra polisomnografi uygulanmıştır. Bulgular: Olgu değerlendirme ve ayırıcı tanı süreçleri tamamlandıktan sonar Narkolepsi tanısı ile izleme alınmış ve metilfenidat-OROS ile uyku paterni ve hijyenine yönelik davranışsal teknikleri içeren combine tedavi ile klinik iyileşme göstermiştir. Sonuç: Nadir görülen bir bozukluk olan narkolepsinin çocuk psikiyatri pratiğinde daha da az görülmesi ve belirtilerin diğer nörolojik ve psikiyatrik durumları taklit edebilmesi bozukluğun erken dönemlerde tanınma olasılığını düşürmektedir; bu nedenle çocuk psikiyatristleri olarak bizlerin bu bozukluğu ayırıcı tanı süreçlerinde aklımızda tutmamız gerektiğini düşünmekteyiz. Güncel tedavi seçeneklerinin genel olarak ortaya çıkan belirtileri düzeltmeyi hedeflediği düşünüldüğünde altta yatan nedene yönelik yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesi önemli olacaktır. Bu nedenle, çocuk psikiyatrisi pratiğinde fazla çalışılmamış olan bu alandaki olgu sunumları ile klinik çalışmaların sayısını artırmanın klinisyenlerce bozukluğun dahaiyi anlaşılmasına katkıda bulunacağına inanmaktayız. 21 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri AnahtarSözcükler: narkolepsi, çocukpsikiyatrisi, önergen, tanı, tedavi K9/PARASOMNİLER Doç.Dr.Burcu ÇAKALOZ Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD, Denizli Parasomniler, uyku, uykunun belli dönemleri ya da uyku-uyanıklık geçişinde ortaya çıkan anormal davranışsal, yaşantısal ya da fizyolojik olaylarla karakterize bozukluklardır. DSM-V’ de Parasomniler başlığı altında; hızlı göz devinimleri uykusu dışında uykudan uyanma bozuklukları, karabasan bozukluğu, hızlı göz devinimleri (REM) uykusunda davranış bozukluğu, huzursuz bacak sendromu bulunmaktadır. Hızlı göz devinimleri uykusu dışında uykudan uyanma bozuklukları, uyurgezerlik ya da uykudan korku duymanın eşlik ettiği, genellikle uyku döneminin ilk 1/'lük kısmında ortaya çıkan, yineleyici, uykudan tam olmayan uyanma dönemleri ile karakterizedir. Çok sık görülmekle birlikte çocukların %10-30' unda en az bir defa görüldüğü bildirilmektedir. Çocukluk çağında (8-12 yaş) görülme sıklığı yaklaşık uyurgezerlik için %17, uykudan korku duyma için %1-6 dır. Ergenlik ve genç erişkinlik için bu oranlar sırasıyla %2,2, %2 dir. Karabasan bozukluğu; çoğunlukla ana uyku döneminin ikinci yarısında ortaya çıkan, genellikle sağkalım, güvenlik ya da bedensel bütünlüğe yönelik göz korkuturcu durumlardan kaçınma çabalarını içeren, yineleyici, uzun süreli, ileri derecede disfori ile giden ve iyi anımsanan düşlerin ortaya çıkmasıdır. Karabasan bozukluğunun yaygınlığı çocukluktan ergenliğe doğru artmaktadır, yaygınlığı yaklaşık %12'dir. Hızlı göz devinimleri (REM) uykusunda davranış bozukluğu; konuşma ve/ya da karmaşık devinimsel davranışların eşlik ettiği, yineleyici, uyku sırasında uyanma dönemleri ile karakterizedir. Yaygınlığı yaklaşık %0.3-0.5 kadardır. Huzursuz bacak sendromu; genellikle bacaklarda, rahatsız edici ve hoş olmayan bir takım duyumların eşlik ettiği ya da bunlara bir tepki olarak bacakları hareket ettirme isteği gereksinimi duyuran bir uyku bozukluğudur. Yaygınlığı yaklaşık %2-7 arasındadır ve genelde 20'li yaşlarda başlar. Bu sunumda, parasomniler güncel literatürler eşliğinde tartışılacaktır. K10/ PSİKODRAMA GRUP PSİKOTERAPİ TEKNİKLERİ KULLANARAK BİR RÜYA ÇALIŞMASI Grup Yöneticisi: Dr. Ayşen BAYKARA Psikodrama grup psikoterapi uygulamasında doğaçlama gelişen süreç nedeniyle içerik hakkında bilgi veremiyorum. Ancak uygulamayı düşündüğüm yöntemle ilgili bilgi vermek istiyorum. Katılımcılardan herhangi bir gönüllü grup üyesinin izlediği bir ergenin rüyasını (isim vermeden ya da başka isim kullanarak) gruba sözel aktarmasını isteyeceğim. Bu alan biliç dışı veya biliç öncesinin işlediği fantezi alanı olacak yani RÜYA ALANI Bu ergenin gerçek yaşamında ki önemli nesnelerini ve bize ergenle olan ilişki özelliklerini, eşleme tekniği kullanarak, paylaşmasını isteyeceğim. Bu alan biliçli alan yani ergenin dış dünyasında yaşadıklarını temsil eden alan olacak yani GERÇEK YAŞAM ALANI Anlaşılacağı üzere uygulamayı yapacağımız alanı dış dünya ve iç dünya olmak üzere ikiye ayırarak çalışmayı planladım. İç dünya alanının hemen dış dünyaya bitişik tarafında ki alanın ufak bir bölümünü sansürün işlediği alanı temsil etmek üzere boş bırakacağım. Bu da SANSÜR ALANI nı temsil edecek. 22 1-3 Aralık 2016/Denizli 21. Ergen Günleri Ergeni temsil edecek, gönüllü ya da grubun seçtiği kişi, gerçek yaşam alanına yüzü dönük bir sandalyeye oturacak. Arkası rüya alanına dönük. Rüyada ki nesnelerin ve olayların gerçek yaşamdan neleri sembolize ettiğini anlamaya çalışacağız. Gerçek yaşamdan köken alan bu rüya nesnelerinin (sembollerin) oluşmasında sansür alanında neler olmuş, hangi savunma düzenekleri işin içine girmiştir onları ele almaya, anlamaya çalışacağız. Sonunda ergen rolündeki grup üyesi sandelyenin üstüne çıkarak kendi rüyasının nesnelerine ve gerçek yaşamında ki nesneleriyle ilişkisine bakarak kendi içrel yaşamında neler olduğunu yakalamaya çalışacak. Ve yaşamında, ilişkiler açısından, kendisi neleri değiştirebilir onları yakalamaya çalışacak. Bu aşamada grup yöneticisi sözlü destek vererek (eşleyerek) ergenin kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilmesini kolaylaştırır. İyi ısınmış bir grupla ve rolüne girmiş grup üyeleriyle işe yaracak güzel bir çalışma olabilir diye düşünüyorum. Yaşamda ki olaylar gibi her bir psikodrama grup terapi uygulaması sürprizlerle doludur. Getirilen malzemeler neler olacak ve süreç nasıl işleyecek ben de merakla ve heyecanla bekliyorum. Teşekkür ederim. K11/ Doç. Dr. Işık Görker Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Edirne Gastrointestinal Sistem Hastalıklarında Uyku Sorunları Ergenlik dönemi biyolojik, bilişsel, emosyonel ve kişilerarası ilişkilerde değişimlerin olması ile karakterize bir dönemdir. Bu dönemde görülebilen uyku değişiklikleri;gece geç yatma, düzensiz uyku örüntüleri, yetersiz uyku ve gün içinde artan uyuklama hali olarak belirtilmektedir. Yapılan çalışmalar; fonksiyonel gastrointestinal bozukluklar olarak bilinen fonksiyonel dispepsi, irritabl barsak sendromu ve tekrarlayan karın ağrıları ile uyku bozuklukları arasında bir ilişki olduğunu bildirmekte olup, çocuk ya da ergende devam eden kronik ya da tekrarlayıcı ağrı durumlarında eşlik eden uyku bozukluğunun, ergenin gün içindeki performansını olumsuz yönde etkileyen önemli bir faktörolduğunu belirtmektedirler. Bu sunumda fonksiyonel gastro intestinal bozukluklarla birlikte görülen uyku bozuklukları, sıklığı ve aralarındaki nedensel bağlantıları içeren çalışmalar derlenerek tartışılacaktır. 23