Yağmur Öztürk TÜRK 101 DUYGULAR LABİRENTİ İnsanlar bu

advertisement
Yağmur Öztürk
TÜRK 101
DUYGULAR LABİRENTİ
İnsanlar bu kadar alıngan veya duygusal olmasa, her şeyi derinlemesine
incelemese çok daha rahat yaşardık, dediğiniz oluyor mu? Bu benim bazen kurduğum bir
cümledir, bu anlarda duyguların hayata gereksiz zorluklar kattığını düşünürüm. Duygular
insanı insan yapan şeylerdir diyeceksiniz, doğru tabii ama en ufak şeylerden çıkan
anlaşmazlıklar, mantıklı düşünememekten ortaya çıkan felaketler bana insanların kendi
hayatlarını dolambaçlı bir yola soktuklarını düşündürüyor. Hayatı düz bir yol olarak
düşünürsek, aşırı duygusallıklar bu yolu bir labirente çeviriyor gibi. Benim bu
düşüncelerime benzer bir şekilde Zülfü Livaneli'nin Kardeşimin Hikâyesi adlı eseri
“İnsanların duyguları olmasaydı her şey ne kadar kolaylaşırdı.” cümlesini temel alarak
yazılmış. Kitaptaki hikâye ise emekli mühendis Ahmet Arslan'ın anlattığı, ikiz kardeşi
Mehmet Arslan’ın başından geçen bir aşk felaketi.
Kitabın ana karakteri Ahmet Arslan emekli olunca Karadeniz'in köylerinden birine
çekilip kendine kimsesiz bir hayat kurmuştur. Köyde arkadaşları olarak nitelendirilebileceği
tek aileden bir cinayet haberi gelir ve genç bir kadın muhabir, Ahmet Arslan'ı konuşturmak,
haber yakalamak için onun evine gider. Bu cinayet hakkında konuşurlarken bir şekilde
Ahmet Arslan ona kardeşinin, asla sevgilisine kavuşamayan bir âşığın hikâyesini
anlatmaya başlar. Bu sırada okurun gözüne çarpan şey Ahmet’in ne kadar duygusuz bir
insan olduğudur. Daima duyguların ne kadar tehlikeli olduğundan, kendisinin öfke dâhil
hiçbir duygu hissetmediğinden söz eder. Fakat hikâyenin sonlarına doğru Ahmet aslında
zannettiği kadar duygusuz olmadığını fark eder. Bu hikâyeyi anlatmak ona eski duygularını
hatırlatmıştır ve buna dayanamayan Ahmet hikâye bittikten bir süre sonra intihar eder.
Daha sonra yapılan araştırmalarda aslında Ahmet’in on yaşındayken öldüğü ve hikâyeyi
anlatan kişinin kardeşi Mehmet olduğu ortaya çıkar. Yaşadığı acılar yüzünden kendi
benliğine yabancılaşan Mehmet kendini ölü kardeşi Ahmet’in yerine koymuştur.
Mehmet o kadar trajik bir yaşam geçirmiştir ki kendini tutkularının peşinde koştuğu
bir hayattan monoton bir emekli hayatına sürüklemiştir. Duygusuz bir adama dönüşmesi
isteyerek olmamıştır, hayat tecrübeleri ona kitapta pek çok kez tekrar edildiği gibi
duyguların tehlikeli olduğunu söylemiştir. O da kendi için şekillendirdiği yeni kişilikte
duygulardan kaçmıştır, hayatı bu sefer de diğer uçta yaşamaya karar vermiştir. Onun
duygulardan kaçışı, aslında çoğu okura yabancı gelmeyecektir. Örneğin ben, aşırı
duygusallığın hayatımızı zorlaştırdığını düşündüğüm gibi bir zayıflık olduğunu da
zannederdim. Fakat daha sonra fark ettim ki aslında duyguları küçümsememizin sebebi ne
kadar güçlü olduklarını bilip onları idare etmekten korkuyor olmamız. Bu yüzden kitabı
okurken Ahmet’le çok mücadele ettim, kimsenin bu kadar duygusuz olamayacağını ve
onun da duygulardan kaçındığını düşündüm. Kitabın sonu ise Ahmet’in bu davranışları
hakkında bana gereken açıklamayı yaptı.
Duygulardan uzak durmak derken dikkatimi çeken şu noktadan da bahsedeyim.
Ahmet’e dair en belirgin şeyler hissizliği ve mühendis olması. Onun bu iki özelliğini bir
arada düşündüğümde aklıma hep mühendisler hakkında yapılan şu genelleme geldi:
“Mühendisler analitik zekâsı yüksek insanlardır, duygularındansa mantıklarını kullanarak
işlerini yaparlar.” Ben de bu sene bu genellemenin yapıldığı meslek grubuna girmeye aday
oldum ve elektronik mühendisliği okumak için üniversiteye başladım. Geçen kısa zamanda
gözlemlediğim kadarıyla bu genellemenin pek de doğru olmadığını söyleyebilirim.
Mühendislik sadece analitik zekâyla veya hırsla başarılı olunabilecek bir meslek dalı değil,
uğraştığınız projeleri ve çalıştığınız bilim dalını sevmenizi gerektiriyor. Bunların farkına
varmamı sağlayan olay bir mühendisle yaptığım sohbetti. Bana mühendislikte ne kadar
ilerlese de tasarladığı devrelerin çalıştığını gördüğünde ilk günkü heyecanı duyduğunu
anlattı. Büyük ihtimalle başarılı olmasını sağlayan şey meslektaşlarından daha zeki olması
değil, çalıştığı bilim dalına duyduğu heyecandı. Yani diğer meslekler gibi mühendislik de
insanın başarıyı kendine has duyguları sayesinde yakalayabileceği bir alan.
Tüm bunlardan çıkardığım sonuç şu: İçinde insanın bulunduğu hiçbir alanda
duyguların olmadığından söz edemeyiz; duygular olmasa her insanın kendine has bir
karakteri olmazdı, yaşamımız da çeşitlilikten çok uzak kalıp renksizleşirdi. Fakat Ahmet’in
söylediği gibi çok yoğun duygular da insanı yıkıma uğratabilir. Zülfü Livaneli'nin Mehmet'i
iki kimlikle, tutkulu bir âşık ve duygusuz, duvar gibi bir adam olarak göstermesinin sebebi
de budur. Mehmet’in tecrübeleri bize duyguların peşinde kendini harap etmenin de
duygularını inkâr ederek yaşamanın da insana zarar verdiğini gösterir. Bu durumda belki
de mutlu olmamızı sağlayacak şey duyguları uçlarda değil, sağlıklı bir şekilde yaşamaktır.
Kaynakça:
Kardeşimin Hikâyesi, Zülfü Livaneli, Doğan Kitap, 2013, İstanbul
Download