Mahremi ile zina eden cennete giremez

advertisement
1
İçindekiler
Kainatın, kıyametten sonra 40 yıl o vaziyette kalmasının hikmeti nedir?..................................3
Horus'un Hz. İsa gibi babsız yaratıldığı iddiasına ne dersiniz? .................................................4
Peygamberimiz eşiyle örtü altındayken, yanlarına başkasının girmesine izin vermesi nasıl
açıklanabilir? ................................................................................................................................5
Çalgı ve müzikten zevk almak küfür müdür?..............................................................................6
"Mahremi ile zina edeni öldürün" ve "Mahremi ile zina eden cennete giremez" hadislerine
göre bu günahın affı yok mudur? ................................................................................................7
Kuran'a Elif harfi eklenip çıkarıldığı iddiası doğru mudur? .....................................................8
Hz. Peygamber Hz. Mariyeyi azad edipte mi evlenmiştir? ........................................................10
Bazı arap ülkelerinde müslüman olmayanlara baskı uygulandığı doğru mudur?..................11
El Müberred'in, öğrencisi Ahfaş El Asgar tarafından düzenlenen El Kamil eseri günümüze
ulaşmış mıdır? ............................................................................................................................12
"Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal
çıkarılmış olur" hadisini açıklar mısınız? .................................................................................13
2
Kainatın, kıyametten sonra 40 yıl o vaziyette kalmasının
hikmeti nedir?
Hz. Ebu Hureyre “iki nefh (sura üfleme) arasında 40 var” deyince, ona bunun gün, ay yahut
yıl mı olduğunu sordular. O bu sorulara karşı hep: “Bunu kesin olarak söyleyemem” diye
cevap verdikten sonra şunu ilave etti : “Sonra Allah gökten bir su/yağmur indirir ve
insanlar -bitkilerin bittiği gibi- biterler. İnsanın her tarafı çürür, sadece “acbu’z-zeneb”
(Kuyruk sokumu) çürümez. Kıyamet günü halk/yaratma işi bundan inşa edilir.” (Buhari,
Tefsiru sureti 78/1; Müslim, Fiten, 141/2955)
- Nevevi, bazı kaynaklarda Ebu Hureyre’den başkasından yapılan bazı rivayetlerde “40 yıl”
ifadesine yer verildiğini belirmiştir. (Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, 18/92) Ancak kaynağın
adını vermemiştir.
- İbn Hacer, “40” yerine “40 sene” diyen rivayetlere yer vermiş ve hepsinin zayıf olduğuna
işaret etmiştir. (bk. Fethu’l-Bari, 8/552)
- Buna göre önce şu tespiti yapalım ki, “iki üfürüş arasındaki sürenin 40 gün, 40 ay veya 40
sene” olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. Bu çok az bir zaman dilimine işaret olmak üzere
"kırk an" da olabilir.
- İster gün, ister ay, ister yıl olsun, bizim için -sorudan anladığımız kadarıyla- 40 sayısının
hikmeti önemlidir. Bu konuda şu noktalara işaret etmekte fayda vardır:
a) 40 sayısı, 70 sayısı gibi Araplarda çokluğu ifade eder. Buna göre, iki üfürüş arasında belli bir
süre vardır.
b) Bir hadis-i şerifte, anne rahmindeki ceninin gelişmesiyle ilgili safhalardan söz edilmiş ve bu
safhaların her birisi “40 günlük” bir süre olarak ifade edilmiştir. (bk. Müslim, Kader,1, h. no
2643)
- İnsanların, kabrin rahminde yeniden diriltilip bir doğumla öte dünyaya ayak basmasının 40
(gün, ay veya sene olarak) ifade edilen bir süreç geçirmesi, anne rahmindeki ilk yaratılış
safhaları olan 40 günlük süreçlere uygundur.
- İlgili hadiste: “Allah gökten bir su/yağmur indirir ve insanlar -bitkilerin bittiği gibibiterler” manasına gelen ifadesi, yaptığımız benzetmeyi desteklemektedir.
Yani, ilk yaratılışta anne rahmine bir babadan “meni” adında bir yağmur söz konusu olduğu
gibi, ikinci yaratılışta da “bulutlardan yağmur suyu toprak rahmine düşer ve o rahimdeki insan
yine 40 günlük (veya aylı-senelik) bir süreçte tekemmül edip var olacaktır. Bu tasvir, ilahî
sünnet olarak son derece hikmetli görünmektedir.
İkinci dirilişte ilahi kudret esas olmakla beraber, yine de hikmetin de devrede olması
“sünnetullah” bakımından anlaşılır bir hakikattir.
3
Horus'un Hz. İsa gibi babsız yaratıldığı iddiasına ne
dersiniz?
- Önce şunu belirtelim ki, Hz. İsa’nın bakire bir kadından babasız olarak doğduğunu
belirten, Kur’an’ın yanında İncil de ifade etmiştir. Bu iki semavi kitabın aynı konuda
ittifakları bu işin tartışmasız bir gerçek olduğunun kanıtıdır.
Vakıa, bunu sadece Kur’an dese bile bizim için aynı hakikattir. Fakat’ın İncil’in de tasdiki
mümin olmayan insanlar için de artı bir katkı sağlayabilir.
- İkinci olarak, Horus denilen bir kimsenin gerçekten tarih içerisinde bekar bir kızdan
doğduğuna dair hiç bir ilmi kanıt yoktur. Varsa buyursunlar -sağlam kaynağıyla- ortaya
koysunlar.
- Kaldı ki, Bazı ateist sitelerde Horus şöyle tanıtılmıştır: “Mısır mitinin şahin başlı gök tanrısı.
Firavunlar kendilerini Horus’un yeryüzündeki cisimleşmiş halleri olarak gördükleri için
Mısır’ın en önemli tanrılarından biridir.” (bk. Talan Teoremleri)
Bu yalanın farkında olan yazar şu komik sözleri söylemek zorunda kalmıştır: “Aynı zamanda
(Horus) Güneş tanrısı olarak gösterilmiştir ve Tanrı Osiris’in oğludur. Osiris ve İsis, Tanrı ve
Tanrıça olarak evliydiler, bu nedenle bazı kaynaklar nasıl oluyor da Horus bir bakireden
meydana geliyor diyerek itirazlarını öne sürmektedir. Ancak bilmedikleri şey Horus’un,
Osiris’in ölümünden sonra meydana gelmiş olmasıdır.”
- Bu tür masallar, bir Pagan ülke olan Roma ve Yunan gibi bazı kültürlerin mitolojilerinde yer
aldığı bilinmektedir. Bugün biri kalkıp da “güneşin evlendiğini, eşinin olduğunu” söylerse,
modern bilimimin tekzibinden kurtulamayacaktır.
- Bu tür spekülasyonları, maalesef yalan söylemekten asla çekinmeyen bazı dinsizler, semavi
dinlere, özellikle de İslam dinine bir şüphe kondurmak için üretiyorlar.
- Bu tür dinsizlik hezeyanlarıyla vaktimizi zayi etmek de doğru değildir.
4
Peygamberimiz eşiyle örtü altındayken, yanlarına başkasının
girmesine izin vermesi nasıl açıklanabilir?
Müslim’deki rivayet şöyledir:
Hz. Aişe anlatıyor: “Resulullah (asm) benim evimde -bacakları açık bir vaziyette- yere yatıp
uzanıyordu. Derken, Ebubekir (yanına girmek için) izin istedi. Bulunduğu haldeyken kendisine
izin verdi ve kendisiyle (bir süre) konuştu. Sonra Ömer (içeri girmek için)izin istedi. Ona da
bulunduğu vaziyette (konumunu değiştirmeden) izin verdi ve (bir süreliğine kendisiyle)
konuştu. Sonra Osman izin istedi. Bunun üzerine yerinden doğruldu ve elbisesini giydi ve
(onunla da bir süre) konuştu. Osman dışarı çıkınca, Hz. Aişe peygamberimize hitaben şunları
söylüyor: “Ebubekir içeri girdi hiç aldırış etmediniz (deyiş yerindeyse: istifinizi bozmadınız),
Ömer içeri girdiğinde ona da aldırış etmediniz/vaziyetinizi bozmadınız. Fakat Osman içeri
girdiğinde doğrulup oturdunuz ve elbisenizi giydiniz.. (bunun hikmeti ne?)” Hz. Peygamber
(asm): “Meleklerin kendisinden haya ettiği bir adamdan haya etmeyeyim mi?” diye cevap
verdi.” (Müslim, Fedail, 26-2401)
- Ahmed b. Hanbel’de de bu rivayet yer almıştır. (bk. el-Müsned,6/62)
- Müslim’in diğer bir rivayetinde “Hz. Peygamber(asm), yatağında uzanmış ve Hz. Aişe’nin
yünden örülmüş hırkasına sarınmış (labisun mirta Aişe) bir vaziyette iken..” bu olayların
cereyan ettiği vurgulanmıştır. (bk. Msülim, Fedail, 27-2402-)
- Bu ikinci rivayette Hz Aişe ile Hz. Osman’ın ikisinden birden rivayet edildiği için, bazı
ifadeler çok düzgün olmamıştır. Örneğin Hz. osman: “Ben de izin istedim. Resulullah Aişe’ye:
“elbiseni üzerine topla” dedi. Ve “Ben ihtiyacımı giderdikten sonra oradan ayrıldım” diyor.
Ardından rivayet: Aişe dedi ki:” Ey Allah’ın resulü! Bakıyorum, Ebubekir ve Ömer için
göstermediğin telaşı Osman için gösterdin?” diye devam ediyor. Ve bu rivayetin son cümlesi
de farklıdır ve Hz. Osman’a gösterilen ihtimamın hikmeti şöyle açıklanıyor: “Korktum ki,
eğer Osman’a o vaziyetimde izin verseydim, (hayasından ötürü) isteklerini bana
ulaştırmazdı.”
- Hülasa bu iki rivayette de Hz. Peygamberin Hz. Aişe ile aynı abanın altında olduğu halde
söz konusu misafirlerini aldığına dair hiç bir bilgi yoktur.
- Demek ki soruda Hz Aişe’nin söylediği bildirilen “Ben ve Resulullah (asm) bir abanın
altındayken..” şeklindeki ifade tamamen yanlıştır. Ya bilerek çarpıtılmış veya yetkisiz biri
tarafından yanlış tercüme edilmiştir.
5
Çalgı ve müzikten zevk almak küfür müdür?
Önce genel olarak çalgıların durumuna bakalım:
Çalgıların haram olduğunu gösteren en sahih hadis, Buhari’de geçen şu hadis-i şeriftir. Bu konu
daha önce sitemizde yer almakla beraber, şimdi de konuya yeniden bakmakta fayda vardır:
Ebû Mâlik el-Eş'arî’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber(s.a.m) şöyle buyurdu:
"Muhakkak ki, üm¬metimden öyle bazı topluluklar/ birtakım insanlar olacak ki, bun¬lar
zina yapmayı, ipek elbiseler giymeyi, şarâb içmeyi, çal¬gı aletlerini çalıp eğlenmeyi halâl
ve mübâh sayacaklar…” (Buhari, Eşribe, 6)
Hadiste “çalgı aletleri” olarak tercüme ettiğimiz “el-Meazif” kelimesi, “Mizefe”nin
çoğuludur. Bu kelimeye, alimler tarafından “çalgı aletleri, müzik, eğlenceye dönük sesle
(şarıkı-türkü), defler” şeklinde -yaklaşık da olsa- farklı olan manalar verilmiştir. (bk. İbn
Hacer,10/55)
- İbn Hazm gibi bazı alimler, -Yukarıdaki Buhari hadisi dahil- çalgılarla ilgili hiç bir rivayetin
sahih olmadığını belirtmiş ise de, diğer alimler tarafından bu görüşü reddedilmiştir. (bk. İbn
Hacer, Fethu’l-Bari, 10/52-53)
- Bazı ehl-i tesavvuf zatlar Def ve Ney çalmanın caiz olduğunu söylerken, diğer bir kısmı
bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. (bk.Gazali, İhya, 2/271-277, V. Zuhaylî, el-Fıkhu’lİslamî, 3/573-575)
- Hanefi alimleri de “çalgı aletlerinin hepsinin haram olduğunu” belirtmişlerdir. (bk. İbn
Abidin, 6/348)
- İmam Gazali de Şeriatta açıkça yasaklanan bazı aletler dışında, def gibi bazı altlerin caiz
olduğuna taraftardır. (bk. İhya, a.g.y)
- Özellikle Suud alimlerinden oluşan bir ilmi heyetin konuyla ilgili verdiği sayılı fetvalara göre,
soruda sorduğunuz bütün çalgı ve müzikler haramdır. (bk.Fetava’l-Lecneti’d-daime; Mecmuu
Fetavi İbn Baz, ilgili yerler).
- İmam Şafii muzik için “mekruh” ifadesini kullanmıştır. Ancak Şaffi alimlerinden bazıları
bundan hareketle, müzik için mubah hükmünü getirirken, diğer bazıları haram olduğunu
belirtmişlerdir. (bk. Mecmuu Fetavi İbn Baz,3/418)
Bir Şafii olan Bediüzzaman hazretleri, insana Allah’ı hatırlatmayan, onu sahipsiz bir düşünceye
sürükleyen ve yetimâne hüzün veren sesler ile geçici firaktan gelen hüzünler veren sesleri
ayırdığı bir açıklamasında, şu ifadelere yer vermiştir:
“...Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar (sesleri) helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet
ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı
tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı
tesire göre hüküm alır.” (İşarat-ül İ'caz,70)
- Soruda yer alan: “Çalgı dinlemek haramdır, orada oturmak fısktır, ondan zevk almaksa
küfürdür, yani küfran-ı nimettir" manasına gelen hadis rivayeti Bezzaziye’den
nakledildmiştir. (bk. İbn Abidin, 6/349- bu hadis için ayrıca bk.. el-İhtiyar,4/165-166; elBahru’r-raik, 8/215)
6
Burada, konunun fakihler tarafından gösterilen hükmü açıktır.
- Hadiste yer alan “küfür” kavramı, bizzat orada “küfran-ı nimet” olarak açıklanmış ve
“Çünkü insanın kendi organlarını yaratıldıkları gayeler doğrultusunda kullanmadığı
zaman, bu tavır o nimete karşı bir şükür değil, bir nankörlük olur” şeklinde
değerlendirilmiştir.
- Bu konuda, Ehl-i Sünnet alimlerinin ittifakla kabul ettiği ilke şudur: “Büyük olsun, küçük
olsun hiç bir günah insanı küfre götürmez. Onu işleyen kimse kâfir olmaz.”
- Son olarak şunu da belirtelim ki, bir kısım Hanefi fıkıh kitaplarında yer alan bu hadisin
kaynağına -bütün araştırmalarımıza rağmen- rastlayamadık.
Sonra, bir Arapça Web sitesinde yer verilen bir fetvada da “bu hadisin bir aslına
rastlamadıklarına” vurgu yapıldığını gördük. (bk. www.İslamweb.net/Rakamu Fetva:214891)
İlave bilgi için tıklayınız:
Müzik ve çalgı aletleri (bağlama çalmak) hakkında dinimizin ...
Dinimizin müzik dinleme konusundaki ölçüsü nedir?
İmam Gazali'nin hiç bir çalgıya izin vermediği doğru mudur? Musiki ...
"Mahremi ile zina edeni öldürün" ve "Mahremi ile zina eden
cennete giremez" hadislerine göre bu günahın affı yok
mudur?
"Mahremi ile zina edeni öldürünüz" (İbn. Mace, Sünen, hadis no: 2564; Hakim, Müstedrek,
c. 4, Hadis no: 8054) Hakim bu hadisin senedinin sahih olduğunu bildirmiştir.
"Mahremi ile zina eden kişi cennete giremez" (Taberani, Mucemül Kebir, c. 12, s.57, Hadis
no: 11031)
Tevbe eden herkes affedilebilir. Hadisin kastettiği tevbe etmeden ölenler veya sahih bir tevbe
sahibi olmayanlardır. Bu kimseler imanla ölmüşlerse direk cennete giremezler cehennemde
cezalarını çektikten sonra cennete girebilirler. Cennete giremez ifadesi doğrudan cennete
giremez anlamındadır.
7
Kuran'a Elif harfi eklenip çıkarıldığı iddiası doğru mudur?
- Kur’an, lafız ve muhtevasıyla vahiydir, yoksa onun yazılım tarzı kesin bir vahiy değildir.
Örneğin, Fatiha suresini Arap, Çin, Japon, Latin harfleriyle yazdığımızda da Fatiha yine
Fatiha’dır. Bu yazılardaki değişik şekiller, Fatiha’nın değiştirildiği manasına gelmez. Şayet
yazılım tarzlarında hata varsa, bu hata yazıya ve yazı yazanlara aittir.
- Bununla beraber, Kur’an’ın Hz. Osman döneminde yazılan hattına “hatt-ı Osmanî” denir.
Kur’an’ın bu hatla yazılmasının bir vahiy sonucu olup olmadığı hususunda alimler arasında
farklı görüşler vardır;
1) İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, Beyhaki gibi bazı alimlere göre, Hz. Osman
döneminde Sahabe tarafından yazılan Kur’an hattı, tevkifidir/bizzat Resulullah’ın vahiy
katiplerine dikte ettiği hattır. Hatta bu görüşün alimlerin cumhuruna ait olduğu da
belirtilmiştir. Bunun için Mushafların yazılımında bu hattı kullanmak gerekir. (bk. Suyutî,
İtkan, 2/212-213; Zerkani, Menahilu’l-İrfan, 1/377)
a) Bu alimlerin görüşüne göre, konuyu şöyle değerlendirmek mümkündür: Kur’an-ı kerimin
herhangi bir suresi veya bir ayeti vahiy olarak indiğinde Hz. Peygamber onu katiplerine
yazdırırdı. Hz. Peygamber okuma-yazma bilmiyordu. Ancak, Hz. Cebrail’in kendisine
bildirmesiyle o da katiplerine hususi bir yazılım kuralı ile Kur’an’ı yazdırırdı. Hz. Osman
döneminde yazılan yedi adet Mushafın yazılım şekli de Hz. Peygamberin yazdırdığı tarzdır.
Hz. Peygamber gerçi yazıyı bilmiyordu, fakat Cebrail vasıtasıyla kelimelerin yazılışlarını
tarif edebiliyordu.
b) Çağdaş alimlerin görüşü de şu merkezdedir: Hz. Osman döneminde yazılan Mushafların
yazılım şekli (şayet vahiy ile değilse bile) sahabenin ve tabiinin icmaiyle sabittir. Bu sebeple,
resmi Kur’an hattı dışında bir yazılım tarzıyla Kur’an’ı yazman caiz değildir. (Fetava’lLecneti’d-daime, rakam:16709)
c) Şu bir gerçektir ki, şayet Hz. Peygamber (asm) bu yazıyı bizzat dikte etmemiş olsa bile,
yazılanları olduğu gibi kabul etmiştir. Bu da bir nevi vahiyle/takrir-i sünnetle sübutu manasına
gelir. Kaldı ki, normal yazılım tarzından farklı olarak, bazı kelimelerden bazı harfleri eksiltmek
veya bazı kelimelere fazlalık eklemek, Hz. Peygamberden izin almadan kâtiplerin kendini
başlarına yapmaları aklen mümkün görünmemektedir. Bu sebeple, bu yazılımın
tevkifiliğinde (Hz. Peygamberin sözlü, fiili veya takriri sünnetiyle sabit olduğunda) tereddüt
etmemek gerekir.
Nitekim Abdulaziz ed-Debbağ da Kur’an’ın bu resmi hattının da vahiy ile tespit edilip sırlarla
dolu bir mucize olduğunu, insanların -vahiy rehberliği olmaksızın- tek başına bu sırlara akıl
erdirmelerinin mümkün olmadığını belirtmiştir. (bk. Zerkani, Menahil, 1/382-385; Subhi Salih,
Mebahis, s.276)
d) İbn Faris gibi bazı alimlere göre, Kur’an’ın ilk inen Alak suresinde yer alan: “Yaratan
Rabbinin adıyla oku, İnsanı (rahim cidarına) yapışan bir hücreden yaratan (rabbinin
adıyla) Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana
bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5) mealindeki ayetlerin ifadeleri ile, ikinci sırada inen
Kalem suresinin “Nûn. Kalem ve kalem sahiplerinin satırlara dizdikleri ve dizecekleri
şeyler hakkı için; Rabbinin lütfuyla, sen deli değilsin.” (Kalem,68/1-2) mealindeki ayetlerin
ifadeleri, Kur’an’ın (Osman hattı denilen) yazılımının vahiy ile tespit edildiğini göstermektedir.
(bk. İtkan,a.y)
8
2) İbn Haldun ve Bakıllani gibi diğer bazı alimlere göre, Hz. Osman devrinde yazılan
Mushafların yazılım tarzı, vahiy ile tespit edilmeyip, sahabeler tarafından ön görülmüştür.
Bugünkü insanlar, özellikle Arap olmayan insanlar için o hattı okumak zordur; bu sebeple o
resmi hat korunmakla beraber, Mushafların bildiğimiz hatla yazılmasında bir sakınca yoktur.
(Zerkani, Menahil, 380-381)
- Böyle de olsa, sahabelerin icmaı bu yazılım tarzının tevkifi olduğunu önemli bir delilidir.
Çünkü, Hz. Peygamber (asm)’in “..İleride ihtilaflar gördüğünüzde, mutlaka benim
sünnetime ve benden sonra gelen raşit halifelerin sünnetine uyunuz.” (Tirmizi, Ebu Davud,
İbn Hanbel/bk. Kenzu’l-Ummal, h. no:874) manasına gelen emirleri, Kur’an’ın yazılım tarzının
nebevi rızanın ve bir nevi takriri sünnetin bir tezahürü olduğunu göstermektedir.
3) Bu yazılım tarzında -manaya herhangi bir etkisi olmayan- özellikle “illet harfleri/ med
harfleri” denilen “Elif-Vav-Ya” gibi bazı harfler (normal yazılımlarda olduğu halde)
Kur’an’da yazılmamıştır. Örneğin: “Bismillah” kelimesinde Elif yazılmamıştır. Aslı “Bi
İsmillah” iken “İsm”in başındaki elif yazılmamıştır. Yine “Rahman” kelimesinde “Mim”i
çeken elif yazılmamıştır.
Buna mukabil, bazı kelimelerde -normal yazılımlarda olmayan- bazı harfler fazladan
yazılmıştır. Örneğin, “Salat”, “zekât”, “Riba” kelimelerinde bir “vav” harfi fazladan
yazılmıştır.
- Abdulaziz Debbağ hazretlerinin de belirttiği gibi, Kur’an’ın asıl hattı çok sırlıdır. (bk.
Zerkani, Menahil, 1/382-385; Subhi Salih, Mebahis, s.276)
- Bu konuda -tevafuk çerçevesinde- sayısal i’caza dair bir iki misal vermekte fayda vardır:
a) Besmelenin yazılımında kullanılmayan “Bismillah” ile “Rahman” kelimelerindeki elifler
yazılmamış ve böylece Besmelenin harfleri 19 olarak tespit edilmiştir.
Besmele, Allah’ın vahid/bir olduğunun bir mührüdür. Vahid isminin ebced değeri 19’dur.
Demek ki, Vahid isminin bir mührü hükmünde olan Besmelenin harf sayısını o ismin ebced
değeri olan 19’a uygun olsun diye bu iki elif yazılmamıştır.
Besmelenin içinde yer aldığı Neml suresinin 30. ayeti, Mukattat/başında şifreli harfler bulunan
sureler sistemine göre, 1719. sıradadır. Yani 1700 ayetten sonra 19 harfine uygun olarak 19.
ayete yerleştirilmiştir.
b) “Salat” kelimesinin VAV ile yazılması, ebced değeri itibariyle büyük bir gaybi sır
taşımaktadır. Çünkü, bu vavla beraber “Salat” kelimesinin ebced değeri 527 olup 31x17’dir.
Beş vakit farz namazların rekat sayısı da 17’dir. Beş vakit namaza uygun olarak “Salat”
kelimesinin geçtiği beş ayet numarası 17 ve katlarıdır: Bakara:153(9x17), 238(14x17); Nisa:
102(6x17); Araf:170(10x17); Lokman:17). Beşinci ayet ise, tertip sırası 31 olan Lokman
suresinin 17. ayetidir. (31X17=Salat)
- Edip Yüksel ve 19 sayısına gelince;
19 sayısı Kur’an’da gerçekten çok harika bir düzen ve dizaynı göstermektedir. Fakat Kur’an
her konuda, her yönden 19 sayısına uymak zorunda değildir. Hele bir tevafuk yok diye, ayeti
inkâr etmek bir cinnettir.
- Şunu unutmamak gerekir ki, bir Rafizi bir hadise yanlış mana verse, bize düşen hadisi inkâr
değil, onun doğru manasını ortaya koyarak hadisin şerefini korumaktır.
9
Bunun gibi, Edip Yüksel ve benzerlerinin yanlışlarını göz önünde bulundurarak Kur’an’da
beşer üstü olduğunun delillerinden biri sayılan 19 sayısıyla ilgili tevafukları tamamen
reddedenlerin isabetli davrandıklarını söylemek mümkün değildir.
- Örneğin, bütün Kur’an’da yalnız iki surenin başında şifreli “Kaf” harfi bulunmaktadır. Bu
harf aynı zamanda Kur’an kelimesinin ilk harfidir. Bu surelerden biri Şura suresi, diğeri ise Kaf
suresidir.
Bu her iki surede de 57’şer kaf bulunmaktadır. 57+57= 114’tür. Kur’an surelerinin sayısı da
114’tür. Ve bu iki surede yer alan 114. kaf harfi, Kur’an kelimesinin başında yer almaktadır.
114 sayısı, aynı zamanda 6x19’dur.
İlginçtir, bu iki surede 19’un katı olan bir sayıda yer alan “Kaf” harfi, EBCD (H-V-Z, H-T-Î,
K-L-M-N, S-Ayın-F-Sad; Kaf..) harflerinin bulunduğu listede de tam 19. sırada yer almaktadır.
Hz. Peygamber Hz. Mariyeyi azad edipte mi evlenmiştir?
Hz. Mariye, Peygamberimizin(s.a.m) bir cariyesi olarak yanında kalmış ve Hz. İbrahim’in
annesi olmuştur.
“Ey Peygamber! Biz, şu gruplara dahil kadınları sana helâl kıldık: Mehirlerini verdiğin eşlerini,
Allah’ın sana harp esîri olarak verdiği cariyeleri…”(Ahzab, 33/50) mealindeki ayette Hz.
Peygamberin helâli olan kadınalar, iki grup olarak belirtilmiştir: Merhirleri verilen hür kadınlar
ve savaş ganimetinde yer alan cariyeler.
Bu ayetin ifadesinden de anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber(s.a.m) bazı cariyeleri de ailesinin
haremine/harîmine almıştır. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber(s.a.m) savaş
ganimeti olarak aldığı cariyelerden Hz. Safiye ile Hz. Cuveyriye’yi azat edip -mehirlerini
vererek-eş olarak nikahlamıştır. Hz. Reyhane ile -Mısır mukavkısı tarafından Hz.
peygamber(s.a.m)’e hadiye edilen İbrahim’in annesi- Hz. Mariye’yi ise cariye olarak ailesinin
içine dahil etmiştir(bk. İbn Kesir, Maverdi, Beğavî, Semerkandi, Kasımî, İbn Aşur, Alusî,
Merağî, Ahzab:50. ayetin tefsiri; Kurtubî, Ahzab:28-29. ayetlerin tefsiri).
Ayrıca Hz. Mariye’nin bir cariye olarak Hz. Peygamberin ailesine dahil olduğu konusu için(bk.
Taberi, Semarkandi, İbn Cüzay, Razi, Tahrim:1. ayetin tefsiri).
10
Bazı arap ülkelerinde müslüman olmayanlara baskı
uygulandığı doğru mudur?
Suudi Arabistan’da uygulandığını seslendiren iddianın doğru olup olmadığını tespit etmemiz şu
anda mümkün değildir. Her ülkede adalete aykırı ve yanlış uygulamalar olduğu gibi, İslam
şeriatı ile hükmeden ülkelerde de şimdi olduğu gibi tarih içinde de yanlış uygulamalar
olmuştur. İnsanların uygulamasına değil, İslam’ın/Kur’an ve Sünnetin ön gördüğü hükümlere
bakmak gerekir.
İslam’ın ilk devleti olan Medine site devletinde Yahudilerin de hukukunu koruyan bir -ve ilkyazılı anayasa(Medine vasikası)nın varlığı, İslam dininin insanlara verdiği değeri ve tanıdığı
toleransı göstermektedir. “Kim bir zimmiye/gayr-ı müslim bir vatandaşa eziyet ederse, kıyamet
günü onun hasmı ben olurum. Ben kimin hasmı olursam, onunla hesaplaşırım”(Kenzu’lummal, h. No: 10909)” diye buyuran Hz. Peygamberin açık beyanları İslam dininin bu
konudaki bakış açısını ortaya koyduğunu düşünüyoruz.
Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, “Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak
basmayınız dese, tazibinden(eziyet vermesinden) men'etse; nasıl benî âdem'in(insanların)
hukukunu ihmal eder?”(Münazarat, 30).
“Kur'an’dan baska kaynak kabul etmek sirktir” ifadesi, ehl-i sünnet akideisne tamamen
aykırıdır. Bu düşüncede olanlar, hadisleri yok hükmünde kabul ediyorlar ki, bu tavır bir
dalalettir, sapıklıktır.
“Sakın! Sizden biriniz koltuğuna dayandığı bir halde, kendisine emir veya yasaklarımdan bir
hüküm geldiğinde; ‘Biz bunu bilmiyoruz, Allah’ın kitabında ne varsa ona uyarız’ derken
görmüş olmayayım”(Ebu Davud, es-Sünne, 6) manasındaki bu hadis-i şerifin haber verdiği ve
şiddetle uyardığı sapıklık budur.
Kütübü Sitte’de geçen aşağıdaki şu sahih hadisin ifadeleri de bu gibi düşüncelerin yanlış
olduğunun açık delilidir: “Dikkat edin, bana kitap(Kur’an) yanında bir o kadarı da verildi.
Dikkat edin ki, yakında bir adam karnı tok koltuğuna gerilerek şöyle diyecek: “Siz Kur’an’a
bakın; onda bulduğunuz helalı helal, bulduğunuz haramı da haram sayın…” (Ebu Davud, esSünne,6).
11
El Müberred'in, öğrencisi Ahfaş El Asgar tarafından
düzenlenen El Kamil eseri günümüze ulaşmış mıdır?
El-Kâmil fi’l-edeb (fi’l-luġa ve’l-edeb ve’n-naĥv ve’t-taśrîf). Müberred’in en meşhur eseri
olup Câhiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn’i, İbn Kuteybe’nin Edebü’l-kâtib’i ve Ebû Ali el-Kālî’nin
el-Emâlî’siyle birlikte klasik Arap edebiyatının dört temel eserini teşkil eder. İslâm
medeniyetinde gelişen şehir hayatının bir tezahürü olarak sosyal ilişkilerde zarafet şeklindeki
edep telakkisinin en üst düzeyde ifadesi Câhiz’in eserlerinde görüldüğü gibi, Arap dilinin bütün
inceliklerine vâkıf olma biçimindeki edep telakkisinin yansıması da onun öğrencileri olan İbn
Kuteybe ile Müberred’in eserlerinde görülür.
Öğrencisi Ahfeş el-Asgar’ın şerh, ilâve ve düzenlemesiyle günümüze ulaşan eser elli dokuz
(veya altmış bir) bölüm olup âyet, hadis, hutbe, mev‘iza, mesel, kıssa ve hikemiyatla çoğu
kadîm şiirden seçmeler, lugat, gramer ve tarihî bilgi bakımından önemli açıklama ve
değerlendirmeleri kapsar. Câhiz gibi okuyucunun ilgisini canlı tutmak için ciddi konuların
arasına eğlendirici hikâye, fıkra, haber ve şiirleri ustalıkla yerleştirdiği, zaman zaman dil ve
edebiyat konularından ayrılarak fıkıh, tefsir ve kelâm meselelerine daldığı görülür.
Hâricîler’in ilginç şiir, hutbe, söz ve haberlerine dair verdiği sağlam bilgiler eserde geniş yer
işgal eder (El Kamil, III, 1077-1360). Osman Reşer (Oskar Rescher) bunlarla ilgili bölümü
Almanca’ya çevirerek yayımlamıştır (Die Kharidschiten kapital aus dem Kâmil [nach der
Ausgabe William Wright’s] ein Specimen der älteren arabischen Adab-Litteratur, Stuttgart
1922). Aynı bölüm el-Kâmil-Bâbü’l-Havâric adıyla Dımaşk’ta neşredilmiştir (ts. [Menşûrâtü
Dâri’l-hikme]).
Eser hakkında Ebû Ca‘fer en-Nehhâs’ın isabetli ve Ahfeş es-Sagīr’in kısmen isabetli
eleştirilerinin olduğu kaydedilir. Ali b. Hamza el-Basrî eleştirisine yer verdiği eserler arasında
el-Kâmil’deki lugat, şiir ve tarihî mâlûmata dair 109 tenkit yöneltmiş, fakat bunların bir kısmı
isabetsiz görülmüştür (el-Muķteđab, neşredenin girişi, I, 57-59; M. Abdülhâlik Uzayme, s. 153161).
Muâfâ en-Nehrevânî, müellifi ve eserini takdir etmekle birlikte el-Kâmil’de yer alan haber ve
kıssaların çoğunun senetsiz olduğunu söylemiş, bu sebeple seçilen isme uygun sayılmadığını
belirtmiştir (el-Celîsü’ś-śâliĥi’l-kâfî, I, 161-162). el-Kâmil üzerinde şerh, şiirlerin açıklanması,
özetleme, yeniden düzenleme ve taklid şeklinde birçok çalışma yapılmıştır (el-Kâmil,
neşredenin önsözü, I, 18-19).
İlk defa Wilhelm Wright tarafından neşredilen eserin (I-II, Leipzig 1862-1864) daha sonra çok
sayıda baskısı yapılmıştır (İstanbul 1286, Kahire 1308, 1313, 1323, 1324, 1339, 1347, 1355,
nşr. Zekî Mübârek, Kahire 1355; nşr. Ahmed Muhammed Şâkir, I-III, Kahire 1356 [III. cilt
fihrist olup Seyyid Muhammed Kîlânî tarafından hazırlanmıştır, Kahire 1376/1956]; nşr.
Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim - Seyyid Şehâte, Kahire 1376/1956; nşr. Muhammed Ahmed
ed-Dâlî, I-IV, Beyrut 1406/1986 [IV. cilt fihrist]).
(Bk. TDV İslam Ansiklopedisi, MÜBERRED mad. c. 31, s. 432)
12
"Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır.
Ancak onunla cimriden mal çıkarılmış olur" hadisini açıklar
mısınız?
1. (5727)- Said İbnu'l-Haris anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i şöyle söyler işittim:
"Siz nezr etmekten yasaklanmadınız mı? Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) demişti ki:
"Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal
çıkarılmış olur." [Buharî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Nezr 3, (1639); Ebu Davud, Eyman
26, (3287); Nesâî, Eyman 24, (7, 15, 16).]
.2. (5728)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Nezir, ademoğluna, Allah'ın kendisine takdir etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak
nezir, kadere muvafık olur. Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak
istemediği, cimriden çıkarılır." [Buharî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Eyman 7, (1640); Ebu
Davud, Eyman 26, (3288); Tirmizî, Nüzûr 10, (1538); Nesâî, Eyman 25, (7, 16).]
Hadisin Açıklaması:
1- Sadedinde olduğumuz birinci hadis, bir soruya verilen cevap kısmı aksettirmekte, soru
kısmını göstermemektedir. Hakim'in Müstedrek'inde ve başka bazı kaynaklarda geldiğine göre,
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e Mes'ud İbnu Amr adında bir zat gelerek sorar: "Ey Ebu
Abdirrahman! Oğlum, Ömer İbnu Ubeydullah İbni Ma'mer ile birlikte Fars diyarında idi. Oraya
şiddetli bir veba ve taun salgını geldi. "Oğlumu Allah bu musibetten salim kılarsa Beytullah'a
yaya gidip tavafta bulunacağım" diye nezirde bulundum. Oğlum da yanıma hasta olarak geldi,
sonra da öldü. Bu hususta ne dersiniz (bana tavaf vacib oldu mu)?" diye sordu. İşte bu soru
üzerine yukarıdaki cevabı verir: "Siz nezretmekten yasaklanmadınız mı?" Sonunda "...Nezrini
îfa et!" der.
2- Alimler, bu hadiste ifade edilen yasaklama hususunda ihtilaf etmiştir.
* Bir kısmı, hadisin zahirini esas almış, nezrin mekruh olduğunu söylemiştir.
* Bir kısmı da hadisi te'vil etmiştir.
** İbnu'l-Esir en-Nihaye'de der ki: "Hadislerde, nezirden nehiy tekrarla gelmiştir. Burada hadis,
nezri îfaya bir te'kiddir ve nezir yoluyla bir şeyi kendine vacib kıldıktan sonra bu vecibeyi
küçümsemekten yasaklamadır (tahzir). Eğer hadisin manası, nezir yapmaktan zecr (yasaklama)
olsaydı, hadiste nezrin hükmünü iptal ve nezri îfa etmenin lüzumunu iskat manası olurdu.
Çünkü, nezir nehiyle masiyet olur ve uyulması gerekmez. (Halbuki nezre uymak ayetle sabit
bir hâdisedir. Öyleyse) sadedinde olduğumuz hadisi şöyle anlamamız gerekmektedir: "Nezirin
onlara peşin bir fayda getirmeyeceğini, onlardan bir zararı da bertaraf etmeyeceğini, keza
Allah'ın kaderdeki takdirini de değiştirmeyeceğini onlara bildirmektedir. Diyor ki: "Sizler,
Allah'ın size takdir etmediği bir şeye nezirle ulaşacağınız veya Allah'ın hakkıyla hükmettiği bir
şeyi nezirle kendinizden bertaraf edeceğiniz inancıyla nezirde bulunmayınız. Böyle bir inanca
düşmeden nezirde bulunursanız, nezrinize vefa gösterin, borcu üzerinizden atın. Zira
nezrettiğiniz şeye uymanız gerekir."
İbnu Hacer, en-Nihaye'de kaydedilen bu görüşün, İbnu'l-Esir'den önce başka alimler tarafından
da paylaşıldığına dair serdedilen görüşeri de kaydeder. Mesela Ebu Ubeyd şöyle demiştir:
"Hadisin nezirden nehyedip şiddet göstermesindeki gaye nezrin günah bir fiil olduğunu
söylemek değildir. Nezir, bu şekilde yasak ve günah olsaydı Allah Teala hazretleri nezri yerine
getirmeyi emretmez, nezrini tutanları da övmedi.
13
Bilakis, bana göre hadisin manası nezrin şanını yüceltmek, onun ciddiyetini tesbit etmektir; ta
ki o hafife alınmasın, onun yerine getirilmesinde laubaliliğe kaçıp vaadedilen şeyin yapılmasını
terke, söz verilen şeyi îfadan kaçmaya yer verilmesin."
** İmam Malik, bir şeyi müebbeden yapmayı nezretmenin mekruh olacağına hükmetmiştir. Bu
durumda o iş, gönül hoşluğu ile yapılmaz.
** İbnu'l-Mübarek: "Taate müteallik nezir hayırdır, masiyete götürecek nezir mekruhtur,
haramdır" demiştir.
** Bazı alimler: "Allah için şunu yapmak üzerime borç olsun" şeklinde şarta bağlanmadan
yapılan nezirlerde mahzur görmemiş, bunun sevap olduğunu belirtmiştir. Çoğunluk nezirde
keraheti şarta bağlamada görür: "Allah şifa verirse şu kadar namaz kılacağım" ifadesi gibi.
Böyle bir nezirde bulunan kimsenin cehaletle: "Bu nezr, arzu ettiği şeyin olmasını sağlayacağı"
veya bu vaadi ve nezri sebebiyle Allah'ın, onun dilediğini yerine getireceği inancına düşerse
bunun büyük hata olacağı, hatta küfre yaklaşan bir hata olacağı ifade edilmiştir. Kurtubî bu
endişededir.
** Hadisteki nehyin, nezrettiği şeyi yerine getirmeyeceği halinden belli olan kimselerle ilgili
olduğunu söyleyenler de olmuştur.
** Bazıları: "Hayra vesile olan şeyin de hayır, şerre vesile olan şeyin de şer olduğu"
prensibinden hareket ederek hadisi yorumlamıştır.
3- İbnu'l-Arabî, hadiste, nezreden kimsenin nezrini yerine getirmesinin vacib olduğuna hüccet
bulunduğunu söyler. Ona göre hadiste "Nezirle cimriden mal çıkarılmış olur" ifadesi, nezri
yerine getirmenin vacip olduğunu ifade etmektedir. "Çünkü der, eğer cimri, bunda muhayyer
olsaydı, cimriliği sebebiyle, malı çıkarmama hali üzere devam ederdi."
4- Bu hadisle ‫ُّوء‬
ِ ‫صدَقَةَ ت َ ْدفَ ُع َم ْيتَةَ الس‬
َّ ‫" ا َِّن ال‬Sadaka kötü ölümü defeder" hadisi arasında zahirî bir
tenakuz gözükmektedir. Bunu alimler şöyle açıklamıştır: "Sadaka kötü ölümün def'ine bir
sebep olmaktadır. Sebepler de müsebbebat gibi mukadderdir (önceden belirlenmiştir, takdir
edilmiştir). Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm, kendisine: "Rukye Allah'ın kaderinden bir şeyi
geri çevirir mi?" diye soran kimseye: "O da Allah'ın kaderindendir" diye cevap vermiştir.
Nitekim Hz. Ömer'in vebalı yere girmeme kararı üzerine "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?"
itirazına verdiği "Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçıyoruz" cevabı da Resulullah'ın
cevabının bir benzeri olmaktadır."
5- İbnu'l-Arabî, nezri "dua"ya benzetir: "Dua da kaderi değiştirmez, ama dua kaderdendir" der.
Bununla beraber, dua mendub kılınmış, nezir nehyedilmiştir. Bunun sebebi, dua peşin, acil bir
ibadettir, duada Allah'a teveccüh, tazarru, hudu açıkça görülür. Nezirde böyle değildir, bunda
ibadet, dileğin husulüne te'hir edilmektedir, amel zaruret anına terkedilmektedir.
6- Hadis, iyilik niyetiyle yapılan amellerin nezir suretiyle yapılanlardan efdal olduğunu
göstermektedir. Bu sebeple hadiste hayır amelde ihlasa, sırf Allah rızası için yapmaya teşvik
var.
7- Hadis cimriliği de kötülemektedir. Ayrıca emredilenleri yapıp, nehyedilenlerden kaçınan
kimseye bahil (cimri) denemeyeceği anlaşılmaktadır.
(Bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 16, NEZR bölümü)
14
Download