S.D.Ü. iLAHiYAT FAKÜLTESi ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON THE CONTRIBUTION OF TURKISH WORLD TO ISLAM 31 Mayıs-1 Haziran 2007/31 May-1 June 2007 BİLDİRİLER Dem. No: Tas. No: ISPARTA 2007 S.D.Ü. iL.AııiY AT FAKÜLTESi YAYlNLARI NO: 20 BİLİMSEL TOPLANTlLAR SERİSİ: 8 YAYlN EDITÖRLERİ Prof. Dr. İsmail Hakkı GÖKSOY Dr. Nejdet DURAK KAPAK Nejdet DURAK ISBN 978-9944-452-13-7 Birinci Baski Eylül:2007 ISPARTA ·- . Yazıların sorumluluğu yazariarına aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla iktihas ve atıf şeklinde kullanılabilir. İsterne Adresi: S.D. Ü. İlahiyat FakültesiISPARTA Tel: =(246) 211 3881 Faks: O(246) 237 10 58 BASKI Fakülte Kitabevi Baskı Merkezi Fakülte Kitabevi Yayın Dağıtım Pazarlama Ltd. Şti. Kutlubey Malı. 1004 Sokak No: 15/B ISPARTA Tel: O(246) 233 03 74&75 Faks: O(246) 233 03 76 e-mail: [email protected] AZERBAYCAN'DA YAPILAN KURAN TERCÜMELERİ VE TÜRKİYE'DE NEŞREDİLEN MEALLERİN BU TERCÜMELERE ETKİLERİ -MEMMEDELİYEV TERCÜMESi ÖRNEGİ-* Fethi Ahmet POLAT** GİRİŞ İslam topraklanna katılışı Hz. Ömer dönemine rastlayan (22/642) 1 Azerbaycan'da Kur'an'ın tercüme edilmeye başlanması, fetihlerden çok sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir; çünkü bu bölgenin İslamlaşması, diğer İslam ülkelerinin kanşık dönemleriyle eş zamanlıdır ve bu sebeple Kur'an'ın öğretildiği merkezler daha sonraki tarihlerde açılrnıştır: 2 Azerbaycan'daki tercüme faaliyetleri, temelde üç döneme ayrılır: İlk dönem, yirminci asır öncesinde yapılan tercümeleri içerir. İlk Kuran tercümeleri Akkoyınılu hükümdan Uzun Hasan tarafindan yaptınlmıştır. 3 Uzun Hasan'ın dini meyli ve faaliyetleri hakkında birçok bilgi bulunsa da, sohbet meclisleri için hazırlattığı ve okuttuğu bu tercümeler hakkında detaylı malumadar ya da incelemeler yoktıır;4 ancak dokuzuncu hicri-kameri asırda yapılan bu tercümelerden bir tanesinin, İran'ın Meşhed şehrindeki İmam Rıza Müzesi'nde mevcut olduğu söylenmektedir. 5 Orta asırlardan itibaren başlayan tercüme faaliyetlerinin ürünleri, maalesefbasılınış değildir. El yazması halinde olanların bir çoğu da ilim adamları tarafindan henüz gün yüzüne çıkartılamamıştır. İkinci dönem ise yirminci asırdan sonra yapılan tercümeleri kapsar. Doksanlı yılların başına kadar süren bu dönemde gerçekten ciddi anlamda çalışmalar yapılınıştır. Hatta bağımsızlığını kazanan Azerbaycan'da yapılan tercümeterin dalıi bu ikinci döneme ait tercümelerden etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dönemdeki tercümeler, eski Türkçe dediğimiz Arap alfabesi ile kaleme alınmış eserlerden oluşur. Muhammed Kerim el-Bakfıv!'nin, Keşfit '1-Hakfıyık an Nüketi '!-Ayati ve 'd-Dekfıyık ve Şeyhülislam Muhammed Hasan Mevlaziide eş-Şekevi'nin, Kitabu '!-Beyan fi Tefsiri 'l-Kur 'an adlı matbu tercüme-tefsir çalışmalan ile Ahmed Haşımziide'nin el yazması halindeki Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim'i, bu dönemin, Kuran'ı baştan sona içeren ve eksik olmayan tercüme çalışmalandır. Üçüncü ve son dönem ise doksanlı yıllardan bugüne kadar geçen sürede yapılan tercümeleri kapsar. Tebliğde ele alacağunız tercüme de son döneme ait bir meal çalışmasıdır. Dış kapaktaki ismiyle "Qur'ani Kerim"; iç kapaktaki ismiyle "Qur'ani Kerimin Azerbaycan Diline Tercümesf', daha ziyade bir meal-tefsir tarzında kaleme alınmıştır ve yedinci baskısım yapmış olması da Azerbaycanlı okurlar tarafindan ne kadar çok tutıılduğunu göstermektedir. Daha önce mezkfir mealin baskılan Kiril alfabesinde yapılmış iken bu defa, Latin alfabesi ile neşredilmiştir. Türkçenin farklı bir lehçesini Türk okuyucusuna tanıtınak açısından gerek bu tercümenin, gerekse Azerbaycan'da yapılmış olan diğer birkaç tercüme çalışmasının da gerekli açıklamalarla ülkemizde neşredilmesinin uygun olacağını düşünmekteyiz. ı ı Söz konusu meal-tefsir, bağımsızlık sonrası Azerbaycan'da ilk defa basılmış olan Kur'an tercümesidir (1992). Aynı zamanda gerek üslubu, gerekse tercümedeki başansı ile mevcutlar içerisinde önemli bir yere sahiptir. Tercümenin önsözü Vasim Memmedeliyev'e, surelerle ilgili açıklamalann bulunduğu kısım ise Ziya Bünyadov'a aittir. Önsöz hem bir tefsir usulü hem de tercüme için doyurucu bilgiler veren bir giriş * Tebliğin eleştiriler kısmına kadar olan bölümü, bir tanıtım yazısı olarak daha önce kısmen neşredilmiştir. Bk. "Azerbaycan'da Yapılan Bir Kuran Tercümesi (Ziya Musa Bünyadov, Vasim Memmedeliyev, Qurani Kerim'in Azerbaycan Diline Tercümesi, Bakfı, 2004)", Marife: Bilimsel Birikim, yıl: 5, sayı: 1, Konya, 2005 ** Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. [email protected] ı Ziya Musa Büniyatov (Bünyadov), "Azerbaycan", DİA, IV/318. 2 Bünyadov, Azerbaycan VII-IX. Asırlarda, Bakü, 1989, s. 80. 3 Süleyman Eliyarlı, 'XIII-XV. Yüz Yıliann Medeniyeti', Azerbaycan Tarihi, Editör: Süleyman Eliyarlı, Bakü, 1996, s. 333334. 4 Ebu Bekr Tehrani, Kitabı Diyarbekriyye, Bakü, 1998, s. ı 76- ı 96. 5 Resul ismayılzade Düzal, Ön söz yerine son söz, (Kuran ı Kerim ve Azerbaycan Türkçesi le Tercümesi), Kum, 2000. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU mahiyetindedir. Şeyhülislam Hacı Allahşükür Paşazade'nin baş redaktörlüğünü yürüttüğü mealin tanıtımını yaptığımız son baskısı Qismet Matbaasında gerçekleştirilmiştir. Önsözleri ile kitabın arka kısmında yer alan şerhleri 104 sayfa tutan kitabın meal kısmı, toplam 390 sayfadan oluşmaktadır. Orijinal Kuran metnine yer verilmemiştir. Bunun sebebi de, mütercim Vasim Memmedeliyev'in beyanına göre, her yaştan ve gruptan okuyucunun mealden istifade etmelerini kolaylaştırmak ve tedirgin olmadan üzerlerinde taşıyabilmelerine imkan tanıma)ctır. Şahsi ilişkilerimizden öğrendiğimiz kadarıyla, mealin, öncelikle Azerbaycan ordusunda askerler için kullanılacak olmasıdanazar-ı itibara alınmıştır. Mealin gün yüzü görmesinde Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB) genel sekreteri Musa Serdar Çelebi'nin de katkıları olmuştıır. Daha önce mütedavil olan Baküv'i ve Şekevi'nin tefsir-tercüme çalışmaları hem farklı alfabesi, hem de ağır dili sebebiyle maalesef muasır okuyucuya hitap etmediğinden, yeni bir tercümenin zorunlu olduğu aşikardı . . İşte bu meal, bu sahadaki açığı kapatma noktasında çok önemli bir işlev görmüştü. 1 Ağustos 2001 tarihinde alınan bir kararla Latin alfabesine dönen Azerbaycan'da, uzun bir zamandan beridir bu alfabede yapılmış bir Kuran mealinin özlemi çekilmekteydi. Her ne kadar daha önce Memmedhesen Qanioğlu -Tariyel Bilaloğlu tarafından "Gurani Kerim (Azerbaycan Diline Tercümesi İle)" adında yapılan ve Tayyar Altıkulaç'ın teşebbüsü ile Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Bakü'de, yine bu vakfın idaresinde basım-yayım faaliyetine devam etmiş olan Göytürk matbaasında, 2000 yılında Latin alfabesi ile basılan bir Kuran meali bulunsa da söz konusu mealin çok kısa bir sürede tükenınesi ve tekrar ikinci baskısını yapamaması dolayısıyla, ciddi bir boşluk bu yeni baskı sayesinde doldurulmuş oldu. Ne var ki bu meal de daha ziyade belli bir kes~in ihtiyacını karşılamaya yönelik olduğundan, yaptığı 20.000 adet baskıya rağmen, henüz geniş halk kesimine ve genç okuyucu kitlesirıe hitap edememektedir. Mütercirnlerden Ziya Bünyadov hayatta değildir. Tercümenin önemli ölçüde yükünü çeken V. Memmedeliyev ise halen Bakü Devlet Üniversitesi ilahiyat Fakültesi'nin dekanı olup Azerbaycan'ın en yüksek akademik organı olan Elmler Akademyasının da uzvudur. Her iki mütercim de birbirirıden habersiz olarak, biri 1984 diğeri ise 1989 yılınd_a bu işe başlamıştır. 1990-1991 yılları arasında karşılaştırmalı olarak tercüineyi kontrol etmiş ve 1992 yılında bastırmışlardır; ancak tebliğde ele alınan son baskı, büyük ölçüde memmedeliyev'in katkılarını ve tervcihlerini içerdiğinden, tercümenin Memmedeliyev'e nispet edilmesi daha uygundur. Bağımsızlık döneminin bu ilk tercümesi gerçekten de halk kesimlerinden büyük ilgi görmüştür. A- TERCÜMENİN GENEL ÖZELLİKLERİ Mütercimler bu meali hazırlarken birçok temel kaynağa müracaat etmişlerdir. Taberi'nirı Cô.miu'lBeyanfi Tefsiri'l-Kur'an 'ı, Ebu Hayyılrı, Fahruddin er-Razi, İbn Kesir, Kadi Beydavi, Mahmud b. Ömer Carullah ez-Zemahşeri, Muhaııınıed Ali es-Sabüni, Ebu Ali et-Tabers!, Celalüddin el-Mahalli ve Celalüddin es-Suyüti gibi kadim ulemadan; İsmail Ferruh Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, İsmail Hakkı İzmirli, Mir Muhaııınıed Kerim Ağa ve Muhaııınıed Hasan Mevlazade eş-Şekevi gibi türkçe yazmış son dönem meal yazarlarının eserlerinden istifade etmişlerdir. Takip etmiş olduğu yöntem itibarıyla Memmedeliyev'in rivayetçi geleneğe daha yakın olduğu söylenebilir. Örneğirı nüzul sebeplerinin vazgeçilmezliği, 6 Kur'an'ı tefsir etmek için en az yirmi ana, altmış da 6 Hatta kimi yerlerde nüzul sebepleri şerhler kısmında değil, ayetin tam orta yerinde, parantez açılarak verilir. Örneğin Saf suresi 1-3. ayetinde durum böyledir. "Göylerde ve yerde ne varsa, (Hamısı, bütün mexluqat) Allah'ı teqdis edip şe'nine te'rifler deyer. O, yenilmez qüvvet sahibi, hikmet sahibidir! Ey iman getirenlerı Etmeyeceyiniz bir şeyi niye deyirsiniz? [Ühud döyüşü zamanı yalan damşanlar nezerde tutulur. bk. Bünyadov, Şerhler, s. LIII.] (Be'zi müselmanlar: "Hansı ernellerin Allaha daha xoş gettiyini bilseydik, onları eder, malımızı ve canımızı onların yolunda qoyardıq!" deyirdiler.) Etmeyeceyiniz bir şeyi demek, Allahın yanında böyük bir gezebe sebeb olar!" Mütercim aynı şekilde Münafıqun suresi 1ı. ayeti de bu şekilde açıklar: "Onlar (mö'minler) bir alış-veriş, yaxud bireylence gördükleri zaman seni ayaq üste (minberde xütbe oxuduğun halda) qoyub ona teref cumdular. (Ya Peyğember!) De: "Allah dergahında olan savab eylenceden de, ticaretten de xeyirlidir. Allah ruzi verenlerin en yaxşısıdır!" (Bir defe Muhammed aleyhisselam minberde cüme namazı xütbesi oxuduğu zaman Şamdan erzaqla yüklenmiş bir karvanın geldiyini xeber veren tebil sesleri eşidilmişdi. O vaxt Medine ehalisi qıtlıqdan möhkem eziyyet çekirdi. Bunu eşiden cemaat Peyğemberi terk ederek karvanın qabağına qaçmışdı. Mescide cemi on iki adam qalmışdı. O zaman bu aye nazil olup cüme xütbesi ve namazı bitmemiş mesciidden çıxıp getmeyin meqbul hereket olmadığına işare edilmişdir.)" 442 T 1 1 ı ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYE1E KATKILARI SEMPOZ"YUMU fer' olmak üzere seksen ilmin bilinmesi gerektiği 7 gibi görüşler bu konuda bize önemli ipuçları verir. Bazen rivayetler konusunda gerekli hassasiyetİn gösterilmediği ve metin-senet tenkidine tabi tutulmadan kimi rivayetlerin kolaylıkla önsöze dahil edildiği de müşahede edilmektedir. Zahir-batın, ölmüşlere Yasin okunınası vb hususlarda, halk dilinde dolaşan bazı haberlerin hadis olarak kaydedilmesi buna örnek olarak gösterilebilir. 8 Memmedeliyev'e göre VI-VII. Asırlarda Arap yarım adasına egemen olan umumi halk ve edebiyat dili lehçesidir. Dolayısıyla Kur'an bu umumi halk ve edebiyat dilini dikkate alarak inmiştir. Bu a~lamda mütercirn fesahat ve belağatİn önemi ve özellikle de şiirin Arap toplumundaki yeri üzerinde uzun uzadıya durur. 9 Kur'an'ın beyan yönü bu satırlarda oldukça fazla öne çıkmaktadır. Belki de mütercirnin İslami ilimlerden ziyade Arap dili sahasında bir mütehassıs olmasının bunda rolü vardır. Kureyş Kur'an bilgileri hakkında mütercim şunları söyler: "İslam ehkamına göre Qur'ani-Kerimdeki elm ve bilgiler üç qisimdir. Birinci qisme Allah-tealanın isimleri ve sıfetleri daxildir ki, Ulu Tanrı onların mahiyetini heç bir bendesine bildirmemişdir. Onları Allahdan başka heçkes bilmez. İkinci qisme daxil olan bilgiler yalnız Muhammed aleyhisselama bildirilmişdir. Peyğemberimiz onları yaxın eshaplarına, eshabeler özlerinden sonra gelen tabiine, tabiin de özlerinden sonra gelenlere öyretmişlerdir. Be/elik/e, bunlar Qur'ani-Kerimin muxtelif menalara gelen müteşabih ayeleridir ki, onları Peyğember aleyhisselam özü ve onun varis/eri-ilirnde kuvvetli olan alim/er, müçtehidler bilir. Üçüncü qisme daxil olan bilgileri Allah-teala Muhammed aleyhisselama öğretmiş ve ona hemin bilgileri öz iimmetine de öyretmeyi emr etmiştir. Bu bilgiler de öz növbesinde aşağıdaki iki qisme ayrılır: I) Qedim insanların, geçmiş ümmetierin heyat ve meişetine, tarixine ait olan hekayetler (qises); 2) Allah-tealanın dünyada, axirette yaratmış olduğu ve yaradacağı şeyler haqqındaki melumatlar (exbar). Bu bölgünün birinci gismine aid olan bilgiler ağı/la, tecrübe ile deyil, Peyğember aleyhisselamın dedikleri, söyledikleri ile anlaşılabiler. İkinci qisme daxil olan bilgiler ise ağı/, tecrübe ve elmin gücü ile derk edilebiler."ıo Dolayısıyla bu anlam zenginliğine sahip olan Kur'an'ın sadece anlaşılması değil aynı zamanda bir başka dile çevrilmesi de son derece güçtür. Hatta tam tercüme, özellikle Kur'an söz konusu olduğunda, imkansızdır. Mamafih İslam ulemasının bu işe cevaz vermesi önemli bir aşamadır ve hiçbir çeviri Kur'an'ın yerini tutamaz. ı ı Önsözde mütercirnin verdiği orijinal bilgilerden bir kısmı ise Rus diline yapılan Kur'an tercümeleri hakkındadır. Buradan öğrendiğimiz kadarıyla çok erken dönemlerde Rus diline çevrilmiş olan Kur'an, ilk zamanlar daha ziyade Fransızca ya da İngilizce tercümelerden istifade edilerek hazırlanmıştır. ı ı Mütercirnler yaptıkları tercümenin, özetle şu hususiyetlere sahip olduğunu söylerler: "Qur 'ani-Kerimin ifade üslubuna uygun olarak tekrm:lar aynen muhafize edilerek tercüme edilmiştir. Bazı Qur'an ayelerinin . . orijinalinde cümle tam olarak verilmese de tercümede bu durum yan cümlecikler/e açıklanarak verilmiştir. Bir kaç ayetin bir arada tek bir metin olarak verilmesi kolaycılığına kaçılmamış, her ayet ayrı ayrı kendi numaraları ile tercüme edilmiştir. Bir kaç farklı anlama gelen ya da müfessirler tarafindan farklı yorumlara tabi tutulan ayelerin bir kısmında, parantez açılarak bu anlamlara da bazen yer verilmiştir. Bazı kelimelerin sık sık tekrar edildiği durumlarda, okuyucuda bıkkınlık yaratmamak ve anlama zenginlik kazandırmak amacıyla yer yer aynı ifadenin Azerbaycan dilindeki sinanimieri kullanılmıştır. Tercüme her hangi bir dilden değil, doğrudan Kur 'an metninden yapılmıştır. ,ı 3 Mealin girişinde, 'Ümumi Münderecat' adı altında önce sure :fihristi verilmiş, ardından muhtelif haskılara yazılan örısözler yer almıştır. Sure isimleri verilirken harf-i tarifler kullanılmıştır. İçindekiler kısmında sure isimleri sadece orijinal adlarıyla verilirken içerideki meal kısmında orijinal adlarıyla birlikte önce parantez içinde, ki bir çok yerde bu parantezler unutulmuştur, bu adların Türkçe karşılıkları belirtilmiş, daha sonra burada 7 Memmedeliyev, Ön söz, s. XXVTil (Burada usul hakkında yapmış olduğumuz alıntılar, mealin I, ll ve III. neşirlerine yazılan önsözdendir. Önsözler, Memmedeliyev tarafından kaleme alınmıştır). 8 Memmedeliyev, Ön söz, s. XXVII-XVIII. · 9 Memmedeliyev, Ön söz, s. XX, XXIV-XXVIII. 1O Memmedeliyev, Ön söz, s. XXIX. 11 Memmedeliyev, Ön söz, s. XXVIII-XXXI. . 12 Memmedeliyev, Ön söz, s. XXXII-XXXIII. (Rus diline yapılan Kur'an tercümeleri hakkında detaylı bir malumat, I. Y. Kraçovski'ye ait meale mukaddime yazan V. Belyayev ve P. Gryazneviç tarafından verilmiştir.) 13 Meınmedeliyev, Ön söz, s. XXXV-XXXVII. (Referansta tasarrufa gidilmiştir. F. A.P.) 443 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOzyUMU bir referans numarası verilerek şerhler kısmında sure hakkında açıklamalar verilmiştir. Bazı sure isimleri saralıatİ sebebiyle açıklanmamışken, mesela Nuh suresi gibi, bazıları ise -Aii-İmran, el-Qeses ve et-Tekasur sureleri gibisehven ya da ga:fleten açıklanmamıştır. Hurı1f-i mukattaa ise olduğu gibi verilmiştir. Bu izahiann ardından yine parantez içerisinde surenin nerede indiği ve kaç ayetten müteşekkil olduğu belirtilmiştir. Sure isimlerinin bir başka dile çevrilmesinin doğru olup olmadığı tartışmasına girmesek de verilen Türkçe karşılıklardan bazılarının uygun olmadığı kanaatini taşımaktayız. Bu isimlerden bazılan aşağıda verilmiştir: el-Beqere (İnek) suresi, elEnam (Davar) suresi, el-Enfal (Qenimet) suresi, er-Re'd (Göy gurultusu) suresi, el-Hicr (Daşlı sahe) suresi, eiFurqan (Ferqlendirme) suresi, en-Nemi (Qarışqalar) suresi, el-Ankebut (Höriinıçek) suresi, er-Rum (Rımılular) suresi, Fussilet (Müfessel izah edilmiş) suresi, ez-Zuxruf (Qızzl bezekler) suresi, el-Casiye (Diz çökmüş cemaat) suresi, el-Ehqaf (Qumsal tepeler) suresi, ez-Zariyat (Savurup dağıdan külekler) suresi, el-Mümtehine (İmtihana çekilen qadzn) suresi, et-Teğabün (Qarşılzqlz aldanma) suresi, et-Tehrim (Qadağan) suresi, el-Mearic (Dereceler, yaxud Pille/er) suresi, el-Müzzemmil (Örtünüp bürünen) suresi, el-Müddessir (Büriinüp sarznan) suresi, el-Murselat (birbirinin ardınca gönderilenler) suresi, Ebese (Qaşqabağznz tökdü) suresi, el-Muteffifin (Çekide ve ölçüde aldadanlar) suresi, el-İnşirah (Açılma ve ya genişleme) suresi, el-Eleq (Laxtalanmış qan) suresi, Ebu Leheb (Alov atası) suresi ve el-İxlas (Yalnız Allaha mexsus olan sifetler) suresi. . Her surenin başında bir referans numarası eşliğinde ve Şerhler başlığı altında verilen izahlar, önceki meal kısmından önce verilmişken, bu baskıda mealin son kısmına alınmıştır. Buralarda muhtasar bir şekilde sureler hakkında bilgiler ve meal içerisinde dipnot rakamları verilen yerler hakkında kısJı açıklamalar bulunmaktadır. Örneğin Bakara suresiyle ilgili olarak 140 maddeden ibaret açıklama verilmiştir. Ayrıca önceki baskılardan farklı olarak mealin son kısmına Azerbaycan Türkçesinde bir de hatim duası eklenmiştir. Bu kısırnda verilen şerhler tefsir sahasındaki muhtelif eserlerden istifade edilerek hazırlandığı gibi kimi zaman Tevrat ve İncil'den, kimi zaman da Batı dillerine yapılmış olan Kuran tercümelerinden faydalanılmıştır. Özellikle Kraçovski'ninı 4 kendi tercümesinde yaptığı izahlardan önemli derecede istifade edilrniştir. 15 baskılarda Yine önceki neşirlerden farklı olarak bu neşirde, ayetin orijinal metninde olmayan ya da zırnnen var olan anlamlar, parantez içinde, italik olarak kırmızı fontlarla gösterilmiştir. Mamafih bu izahlar, bazen kimi yerlerde oldukça isabetli seçilmişken, bazı yerlerde mealin orijinalliğini gölgeleıniştir. 16 Öte yandan mealin kenar kısmında Mushafın sayfa numaralarına yer verilmiş; cüzler, hizipler ve secde ayetlerine orijinal metnin sayfalarına uyg'un olarak ilgili yerlerde hususen işaret edilmiştir. Tercümede dikkat çeken bir başka husus, huruf-i mukattaa dediğimiz harflerin herhangi bir açı,.ldama olmaksızın doğrudan verilmesidir. Bakara suresinin başındaki "elif-lfun-mim" harfleriyle ilgili olarak şerh kısmında verilen bilgi, okuyucuyu aydınlatınadığı gibi daha bir meraka sevk etınektedir. Burada şöyle denilmektedir: "Surelerin evvelinde olan bu herjlere müqette herjleri deyilir. Bu herjlerin daşıdığı mena deqiq 14 Kur'an'ın Rus dilindeki bu tercümesi, ilk baskısını 1963 yılında yapan ve şu an için belki de Azerbaycan'da en yaygın olan tercümedir. Bkz. i. Y. Kraçovski, Koran, Pirivod Akademika, Moskova, 1990. 15 Vasi m Memmedeliyev, Önsöz, s. XXXU-XXXllL Ayrıca pratik örnekler için bkz. Bünyadov, Şerhler, s. XX. 16 Bir kaç örnek vererek konuya açıklık getirmek istiyoruz: "İnsanın ele bir dövrü olup keçmiştir ki, o, xatırlanmağa layiq bir şey olmamışdır! [Be'zileri bunu 40 gün cansız qalan Ademin bedenine, digerleri ise, ümumiyetle, insana, onun rüşeym halında olan vaxtma aid edirler. Bünyadov, Şerhler, s. LIII.] (Yaxud insanın ele bir dövrü olup keçmişdir ki, o hernin dövrde xatırlanası bir şey olmasın?! Elbette, olmuşdur. İnsan evvelce mövcud deyildi. Sonra o, ye'ni ulu babamız Adem torpaqdan ve sudan yoğrulub insan şeklinde salınmış, ona ruh verilmiş ve o, heyat sürmeye başlamışdır. insanın ne üçün yaradıldığını evvelce ne göy ehli, ne de o özü bilmirdi. Tedricle melekler ve o özü ne üçün yaradıldığını anladı). (el-İnsan 7611); "(Ya Peyğember!) Carçının yaxın bir yerden car çekeceyi gün (deyilen sözü, surun sesini) dinle! (O gün İsrafil uca sesle: "Ey köhneimiş sümükler [kemikler F. A. P.], ey bir-birinden ayrılmış oynaqlar, ey eprimiş etler, ey dağılmış saçlar! Allah size haqq-hesab gününe gelmek üçün yeniden birleşmeyi buyurur!" deyecek ve suru ikinci defe üftirecekdir.)" (elKiif 50/41); "(Genimetlerin bölüşdürülmesi usulünden be'zileri narazı qalması) mö'minlerden bir destenin (Bedr vuruşuna getmek) xoşuna gelmediyi halda, Rebbinin seni haqq (cihad) uğrunda öz evinden çıxartmasına benzer! (be'zi mö'minler müselmanların sayca az, qüvvece zeif olduqları üçün Bedr müharibesine getmeyi Peyğember aleyhisselama meslehet görmemiş, özleri de orada iştirak etmek istememişdiler. Lakin Peyğember onların sözüne baxmayıp yaxın eshabeleri ile vuruşa yollanmış ve düşmeni meğlub ederek xeyli qenimet elde etmişdi. Qenimetin bölünmesi haqqında cürbecür teklifler ireli sürülmüş, nehayet, Peyğember bu barede öz fikrini demişdi. Bu fikir evvelce be'zilerinin xoşuna gelmemiş, sonra onun düzgünlüyü başa düşültip hamılıqla qebul edilmişdi. Belelikle, her 'iki halda -hem müharibeye getmekde, hem de qenimetlerin böltinmesi üsulunda Peyğember aleyhisselamın hqalı olduğu sübuta yetmişdi.) e l-A 'raf 7/5." 444 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU me/um deyi/dir. Lakin bu barede çoxlu iddialar ireli sürülmüştür." Dikkat çeken bir başka özellikse besınelenin sadece Fatiha suresinde verilmesi, diğer sure başlarında yalnızca Arapça orijinalinin korunmasıdır. manasının Yukanda işaret edilen kimi hususlann haricinde, Azerbaycan okuyuculan için takdire şayan bir mealtefsir çalışmasının neşredilmiş olması, Bağımsızlık sonrasında muhtelif din mensuplannın propaganda bombardımanına maruz kalmış kardeş Azerbaycan halkı: için oldukça sevindirici bir gelişmedir. Öte yandan baskı ve dizgi hatalannın asgariye indirilmiş olması, özellikle meal kısmında bu anlamda göze çarpan ciddi bir noksanlığın bulurımaması, oldukça kullanışlı boyutlarda hasılınası ve kaliteli malzeme kullanılmış olması, son neşrin diğer artılan olarak öne çıkmaktadır. B- ELEŞTİRİLER Bu kısımda yer alan eleştirilerden bazılan, Türkiyede meallerle ilgili neşredilen çeşitli çalışmalardan esinlenerek dile getirilmiştirY Bu eserler okunduğunda görülecektir ki, birçok eleştiri birbirinin tekran malıiyetindedir. Bu durum, söz konusu eserlerin birbirinden istifade ettiğini gösterdiği gibi benzer hataların çoğu mealde yer aldığını da ispatlar. 1. ÜSLUP YÖNÜNDEN ELEŞTiRiLER Tercümede kulak tırmalayıcı bir ifade tarzı, ayetlerde kendisine ifade edilen şahısların sıkça açık isimleri ya da sıfatlannın yazılmasıdır. Bu o kadar sık yapılmıştır ki, mealin orijinal kısmı, bu eklemeler içerisinde neredeyse kaybolmuştur. Örneğin, 'kul' şeklinde emir formunda gelen birçok yerde Memmedeliyev 'Ya Resulum, Ya Mehemnıed' ifadelerini parantez içerisinde vermiş ve bazen bu aynı sayfada bir kaç kez tekrar edilmiştir. Tespit edebildiğimiz kadanyla bu ifadeterin en sık geçtiği yer Bakara 119-156. ayetler arasıdır. Burada tam onaltı defa 'Ya Resulum' ifadesi tekrar edilmiştir. Benzer ifadeler daha başka peygamberler ya da kavirııler için de kullanılmıştır. Bazı ayetlerin çevirilerinde özne, yüklem gibi cümle unsurlannın yerli yerinde kullanılmadığı müşahade ancak şunu belirtmeliyiz ki, Memnıedeliyev'in tercümesi, bu konuda Türkçedeki birçoktan mealden daha başanlıdır. Bu konuda rastladığımız bir örnek, AI-i İmran 195. ayetin tercümesinde görülür. "Rebbi de onların dualarını qebul ederek cavab verdi: 'İster kişi, isterse de qadın olsun, Men heç birinizin arnelini puça çıxarmaram. Siz (hamınız) bir-birinizdensiniz (din kişi, qadın eynidir). Hicret edenlerin (Mekkeden Medineye öz dinini qommaq meqsedile köçenlerin), öz yurdlanndan çıxanlanlann, menim yolumda eziyete düçar olanların, vuruşanların ve öldürülenlerin günahlannın üstünü Allahdan bir mükafat olarak, elbette, örtecek ve onlan (ağaclarz) altından çaylar axan cenn~tlere daxil edeceyem. En yaxşı mükafat Allalı yanındadır." Görüldüğü gibi ayette fail durumunda olan Allah olmakla birlikte, kendisinden bir mükafaat alınacak olan da Allah olarak tercüme edilmiştir. edilmiştir; Mütercim kimi zaman Arapçadaki ifadeyi aynen kullanmak gayesiyle, Türkçede pek de anlamlı olamayan tercüme örnekleri surımuştur. Mesela, Maide 55. ayetin tercümesi şu şekildedir: "Sizin haminiz ancaq Allah, onun peyğemberi ve iman getirenlerdir. O kesler ki, (Allah) namaz qılır ve rükuda olduklan halda zekat verirler." Doğrusu zekatın rüku halinde verilmesi, Türkçede pek bir anlam ifade etmemektedir. ''ve hum rakiün" ifadesini harfi tercümeye giderek anlamlandırmak, bu tür bir hataya sebebiyet vermiştir. Oysa ayetin şu şekilde tercümesi daha şık olacaktır: "Sizin haminiz ancaq Allah, onun peyğemberi ve iman getirenlerdir. O kesler ki, (Allah'a) boyun eğerek namazı qılır ve zekatı verirler." Bazen de Arapça'da farklı bir.şey kast edimiş olsa da, Türkçe galat kullanıma uygun tercihlerde bulunduğu görülür. Örneğin, ebabil kuşlan, Tur dağı gibi ifadeler dikkatsizce yapılan bu tür hatalardır. Öyle görülüyor ki galat-ı meşhur, lügat-i fasihin yerini almıştır. Üslup özellikleri itibartyla birçok mealde rastlanan ve varlığına Salih Akdemir'in işaret ettiği 18 bir dikkatsiz çeviri örneği de şudur: ''Kitab ehlinden (yehudilerden) bir deste (bir-birine) dedi: 'Möminlere nazil edilene günün evvelinde (seher vaxtz) inanın, hernin günün axırında (axşam vaxtz) ise onu inkar edin! Belke, 1 1 ı ı 17 Akdemir, Salih, Cumhuriyet Dönemi Kuran Tercümeleri, Akid, Ankara, 1989; "Kur' an Çevirilerinde Dikkate Alınmayan Önemli Bir Üslup Özelliği Üzerine", İslamiyat, V, 1, ankara, 2002; Cündioğlu, Dücane, Kuran Çevirilerinin Dünyası, Kitabevi, istanbul, 1999; Durmuş, Zülfikar, Kuran'ın Türkçe Tercümeleri, Rağbet, İstanbul, 2007; Gürbüz, Faruk, Tercüme Problemleri ve Mealler, insan, istanbul, 2004; Pak, Zekeriya, "Türkçe meallerdeki Parantez İçi Takdir Problemi (Basılmamış tebliğ)", Kur'an mealieri Sempozyumu, İzmir, 2003. I 8 Akdenıir, "Kur'an Çevirilerinde Dikkate Alınmayan Önemli Bir Üslup Özelliği Üzerine", s. 157. 445 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU (möminler öz din/erinden) üz döndersinler. Sizin dininize tabe olanlardan başka heç kese inanmayın!' (Ya Resulu m! Onlara) söyle : 'Elbette, doğru yol, Allahın yoludur (Al-i İmran 3/72-73) ... "' Bu tercümedeki hata, · :..h ·.:.ı dı• ıJol,:O.J-1 ' ·.~trc.9 ~.>.! ·. ' · · ~ ~'.1;ı ô.J?'T ı.J.;'.iı:r.J .;ı·.'iıı ~'"T U:!. ·• :ılı c.rı;._.,·'! • T••ı.....ı~ı ıı..ı·· ay etın ..,_..ı ·l:fJ• W'"::! •.J ı_,.... u.>J ı.Ş.:ılt.ı• ıJol,:" • 1.1"' ı.>-" 4.li~ • L::Jıj·.J " "...~ı ı.S:ık. ı.S:ı+Jı Ôl ;,)9 kısmında yer alan ı_A-:,1 U:J d.J~ı::, .ı_A.T ifadelerini harfi bir tercümeye gitmek suretiyle dil üslubuna uygun olmayan bir tarzda sadece biİ kişinin diğerlerine söylediği söz olarak çevirmekten kaynaklanmıştır. Oysa burada kast edilen husus, Yahudiler içinden bir kişinin diğerlerine bu sözleri söylemesinden çok Yahudilerin birbirlerine bu tür tavsiyelerde bulunmalandır. Dolayı~ıyla tercümenin şu şekilde olması daha uygundur: "Kitab ehlinden (yehudilerden) bir deste (bir-birlerine) dediler: 'Möminlere nazil edilene günün evvelinde (seher vaxtı) inanıp, hernin günün axınnda (axşam vaxtı) onu inkar edelim! Belke, (möminler öz dinlerinden) üz döndersinler. Sizin dininize tabe olanlardan başka heç kese inanmayalım!' (Ya Resulum! Onlara) söyle: 'Elbette, doğru yol, Allahın yoludur (Al-i İmran 3/72-73) ... "' 19 Bakara suresi 26. ayetin tercümesi de kanaatimizce doğru değildir. Nitekim bu şekilde verilen meallere Türkçede yapılan meal örneklerinde de sıkça rastlanır. Memmedeliyev'in tercümesi şu şekildedir: "Elbette, Allah (Qur'an'da) ağcaqanadı ve ya ondan daha böyüğürıü misal getirmekden çekinmez. İman getirenler bunun öz Rebbi terefinden bir heqiqet olduğunu bilirler, kafirler ise: 'Allah bu meselle ne demek isteyir?'- deyirler. Allah bununla (bu meselle) birçoxlarını zelalete salır, birçoxlarını ise doğru yola yöneldir. Allah yalnız fasiqleri zelalate düçar edir." Doğrusu ayette yer alan "en yadribe meselen ma baudaten fe ma fevkahô" ifadesi, mütercimlerin aklını kanştınnaktadır. Buradaki fevkiyyet ifadesi, Türkçede kast edildiği gibi bir büyüklük mü anlatmaktadır, yoksa tam aksine küçüklük mü kast edilmektedir? Ya da esas mana 'üstünlük' olup bu üstünlük anlatılan hususun ne olduğuna bağlı olarak değişmekte midir? İşte bu noktada mütercimin başansı kendisini göstermektedir. Nitekim bazı Türkçe mealierde bu ifade "sivrisineği yahut ondan da küçük bir şeyi" denilerek meallendirilmiş; bazı mealler ise fevkiyyet vurgusunu muhafaza amacıyla "sivrisineği ya da· ondan da ötesini" demeyi tercih etmişlerdir. Her ne kadar ayette sivrisinek ya da ondan daha büyük olanı -mesela, örümcek gibi bir haşereyi- kast etmiş olma ihtimali düşünülebilse de, ayetin siyakı göz önüne alındığında, buradaki fevkiyetin küçüklük ve zayıflık konusunda olduğuna şüphe yoktur. Aksi halde 'Allah bir sivrisineği, hatta bir örümceği örnek vermekt~m çekinmez' demek, dil zevki açısından uygun değildir. O halde burada, 'bir sivrisinek ya da hacim ve güç itibanyla ondan çok daha küçük ve zayıf bir varlığı misal vermekten çekinmez' demek, daha uygun olacaktır. Kuran'ın orijinal ifadelerincieki kimi üslup özelliklerinin de tercümeye yansırnadığı görülmektedir. Mesela, ''Meğer sen bilmirsen ki, göylerin ve yerin selteneti (hökmranlığı) ancaq Allah'a mexsusdur ve sizin Allahdan başqa bir dostunuz ve yardırnçınız yoxtur (el-Bakara 2/107)?!" benzeri ayetlerde, Türkçede kullarıılan 'ne... ne de ... ' ifadelerine başvurulması, manayı daha güçlü bir şekilde aktaracaktır. Dolayısıyla burada tercümeyi şu şekilde yapmak, daha uygun olsa gerel<tir: "Meğer sen bilmirsen ki, göylerin ve yerin selteneti (hökmranlığı) ancaq Allah'a mexsusdur ve sizin Allahdan başqa ne bir dostunuz, ne de yardırnçınız vardır?!" Üslup konusunda itirazlanmızı celp eden daha başka yerler de bulunmaktadır ki, buralarda okuyucuyu zorlayan en önemli sebebin, parantezler açılarak yapılan ara cümleler olduğu görülür. Belki de bu parantezler kaldınlacak olsa, anlam çok daha açık olacaktır. Örneğin, Bakara 137. ayette manayı netleştirmek için açılan parantezler, dil zevkine uymayan bir üslubun ortaya çıkmasına sebep olmuştur: "(Ey möminler!) Eger onlar da siz inandığınız kimi (Allaha) inanırlarsa, şüphesiz ki, doğru yolu taparlar. Yox, eger (imandan) üz döndererlerse, (siZe qarşı) edavet beslemiş olarlar. (Ya Resulum! Bele olduqda sen onların diişmençiliyinden qorxnıa!) Allah sene (tezlikle, senin intiqamını) onlardan (almağa) kifayet eder." Yine bir başka ayetin tercümesi, Türkçe açısından anlamlı bir cümle kurmuş olmaktan çok uzaktır: "Yaxşılıq etmek, pis arnellerden çekinmek ve insanlar arasında süllı yaratınaq baresinde andlarınıza Allahı (Allahın adını) hedef (destaviiz) etıneyin! Allah eşidendir, bilendir (el-Bakara 2/224)!" Yine bir başka üslup hatası, Türkçe birçok mealde görülen cinstendir. "Ey iman getirenler! Qarşılıqlı elde edilen alış-veriş müstesna olmaqla, birbirinizin mallannı haram yolla yemeyin ve özünüzü öldürmeyin! Heqiqeten, Allah size qarşı merhemetlidir (en-Nisa 4/29)." ayetinde mütercimin yaptığı tercüme razılıqla 19 Diğer bir örnek için bk. el-kehf 18/19-20. 446 r ı 1 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZY"UMU akla, sanki karşılıklı nza ile olursa malların haksız yere yenilebileceğini getirmektedir ki, bu doğru değildir. Öte yandan "özünüzü öldürmeyin" kısmı da harfi tercümeye bağlı kalındığından Türkçede anlamsız bir ifade olmuştur. Aynı şekilde A'raf suresi 88-89. ayette Şuayb (as)'ın kavminin isteklerine verdiği şu cevap, Türkçe dil zevkine uygun düşmemektedir: "(Şiieyb) tayfasının (iman getirmeyi) özlerine sığışdırmayan tekebbürlü e'yanlan: 'Ey Şüeyb! Ya seni ve seninle birlikde iman getirenleri memleketimizden mütleq qovacağık ya da siz bizim dinimize döneceksiniz!'- dediler. (Şiieyb): '(Dininize) nifret etiiyimiz halda bele mi?'- dedi. Allah bizi sizin (batil) dininizden xilas etdikden sonra biz sizin dininize dönsek, (sizin bütperest dininin haqq olduğunu e'tiraf etmekle) Allaha qarşı yalan uydurmuş olarıq. Rebbimiz Allah istemese, biz esla sizin dininize dönebilmerik ... " Oysa buradaki ifade, Allah'ın böyle bir şeyi istemesi durumunda bunun olabileceğini ihsas etmek değildir; aksine böyle bir şeyin hiçbir şartla mümkün olmayacağını vurgulamak için :lınkansız bir hususa konuyu bağlamaktır. Bu sebeple tercümenin ilgili kısmı belki de şu şekilde verilmelidir: "bunu ancak Rebbimiz Allah isterse yapabiliriz ki, (O'nun bunu isterneyeceği aşikardır) ..." Yukarıdaki ayetlerdekine benzer bir tercüme kusuru da Milide 82. ayette bulunmaktadır. "(Ya Resulum!) Yehudileri ve müşrikleri iman getirenierin en pis düşmeni, 'Biz Xaçperestik', -deyenleri ise onların en yaxın dostu göreceksen. Bu onların (mö'minlerin) içinde (bilikli, abid) keşiş ve rabibierin olması ve onların özlerini yuxarı tutmamalanna göredir." ayetincieki mukayesede bir üslup hatası vardır. Bir defa burada Hıristiyanların Müslümanların dostu olduğu anlatılınamaktadır; çünkü Yahudi ve Hıristiyanların Hz. Peygamber' den hoşlanmadıklan Kuran ayeti ile sabittir. Ayette itikad1 açıdan bir yakınlık da söz konusu edilmemiştir; çünkü öyle olsaydı, tek tamıcı Yahudilerin Müslümanlara daha yakın olmaları gerekirdi. Burada kast edilen husus, beşeri ilişkilerin çeşitli boyutlarıyla (örneğin hoşgörü, saygı vb.) Müslümanlara daha yakın duranların Hıristiyanlar olmasıdır. Kaldı ki ayette bahsedilen bilikli, abid rahipler mürninler değildir; Hıristiyanlar içerisindeki din adarnlandır. Bazı kalıpifadelerinde tercümede yerli yerinde kullanılınadığı görülmektedir. Örneğin, Nisa 43. ayetin tercümesi bu tür kulak tırmalayıcı bir üslup hatası içerir: "Ey iman getirenlerı Sarxoş iken ne dediyinizi anlamayana qeder ve cunub (murdar) olduğunuz zaman -yol öten müsa:firler müstesnadır- güsledenedek namaza (namaz qılznan yere) yaxınlaşmayın!" Görüldüğü gibi burada aynı cümle içerisinde iki farklı üslup kullanılmıştır ki, kanaatimizce bunlardan birinci kısımdaki ifade yanlıştır. Öte yandan ayette bahsedilen, sefer halindeki şahsın her zaman için misafir olınayabileceği, 'namaza yaklaşmayın' ifadesinin de namaz kılınan yere yaklaşınayın şeklinde çevrilmesinin aşırı yorum olduğuna da dikkat edilmelidir. Önemli bir üslup hatası ise mütercimin çoğu zaman yaptığının aksine, gerekli yerlerde parantez içi ya da dışı açıklamalara başvurmamış olması sebebiyle kast olunan mananın yanlış aktarılması örneklerinde kendini gösterir. Konuyla ilgili iki örnekten. ilki Bakara 213. ayetin tercümesidir. Mütercim bu ayeti şu şekilde çevirmiştir: "İnsanlar tek bir ünımet idi. Allah onlara müjde veren ve xeberdarlıq eden (ezapla qorxudan) peyğemberler gönderdi, insanlar arasındaki ixtilafları ayırd etmek üçün O, peyğemberlerle birlikde haqq olan kitab nazil etdi. Halbuki. özlerine aşkar. deliller geldikden sonra aralarındaki kin (ve hesed) üzünden (dinde) ixtilafda bulunanlar kitab ehlinden başqası deyildir. Onların ixtilafda olduqları heqiqete Onun izni (iradesı) ile iman getirenleri ise Allah doğru yola yöneltdi. Allah istedyini düz yola yönelder." Doğrusu tek bir ünımet halinde yaşamakta olan bir topluluğa p~ygamberler gönderilınesinin ne tür bir anlamı olabileceği meçhuldür. Fiiliakika ayette aniatılmak istenen de bu değildir. Aslında mana, ilk zamanlar tek bir ünımet olarak yaşayan insanların zamanla ihtilaflara düşmesi ve bu sebeple uyarıcı peygamberlerin gönderilmesi şeklindedir. Nitekim ayetin son kısmı da bu ihtilafın varlığına işaret etmektedir. Dolayısıyla tercümenin ilk kısmına parantez içi ya da dışı bir eklemede bulunularak şöyle bir çeviri yapılabilirdi: "İnsanlar tek bir ümmet idi; (ancak zamanla ixtilaja diişdüler de) Allah onlara müjde veren ve xeberdarlıq eden (ezapla qorxudan) peyğemberler gönderdi. .. " İkinci ayet ise Ahzab suresi 72'dir. Burayı da Memmedeliyev şu şekilde tercüme etmiştir: "Biz emaneti (Allah 'a itaet ve ibadeti, şer'i hökmleri yerine yetirnıeyi) göylere, yere ve dağlara teklif etdik. Onlar ona yüklenmekden (götürüp öz/eri ile daşımaqdan) qorxup çekindiler. Ona insan yüklendi. Heqiqeten, o çox zalım, çox cahildir. (İnsan bu ağır emaneti götürmek/e özüne ziilm etdi ve cahilliyi iizü'!den onun çetinliyini, ağır neticesini bilmedi)." Doğrusu bu tercüme okunduğu zaman, semavat, arz ve cibiilln yüklenmekten çekindiği bir emaneti yüklenme cesareti gösteren insanoğlunun neden zalim ve cahil olarak tavsif edildiği ~nlaşılamamaktadır. 447 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZY'UMU Böylesine önemli bir noktada cesaretle işe sanlan insanın zalim ve cahil değil, cesur ve a.lim olarak nitelendirilmesi gerekirdi. Öyleyse bunun sebebi söz konusu emaneti sadece yüklenmesi olmasa gerektir. Dolayısıyla mütercimin en sonda verdiği açıklama da esas manayı yansıtmaktan uzaktır. Kaldı ki siyak da böyle bir anlamı imkansız kılar; çünkü insanla ilgili kısım, ilk kısma mukabil zikredilir ki, bu durum insanoğlunun üstünlüğüne ve değerine işarettir. İnsanın zalim ve cahil oluşu ise yüklendiği bu emanetin gerektirdiği sorumluluğa uygun davranmaması olmalıdır. O halde ayete parantez içi ya da dışı çeşitli takdirler yaparak şöyle tercüme etmek daha uygundur: "Biz emaneti (Allah 'a itaet ve ibadeti, şer'i hökmleri yerine yetirmeyı) göylere, yere ve dağlara teklif etdik. Onlar .ona yüklenmekden (götürüp de onların mucibince amel edememekten) qorx:up çekindiler. İnsan bu emaneti yüklendi (ama sorumluluğunu layık-ı veçhile yerine getirmedz). Heqiqeten, o çox zalım, çox cahildir." \ 2. MADDİ TERCÜME HATALARı Türkçedeki birçok mealde dikkat edilmeyen bir çeviri hatasına bu mealde de rastlaıımaktadır. "Onlara: (mühecir ve ensar) iman getirdikleri kimi siz de iman getirin! -deyildiyi zaman (öz aralarında): 'Biz de sefehler (ağılsızlar) kimi iman getirek?'- deye cavab verirler. (Ey möminler!) Agah olun ki, sefeh onların özleridir, lakin (bunu) bilmirler (Bakara 2/13)." ayetindeki 'Biz de sefehler (ağzlsızlar) kimi iman getirek?' kısmı, doğrusu Türkçedeki bir çok mealde olduğu gibi hatalı verilmiştir. Oysa Talat Koçyiğit ve İsmail Cerrahoğlunun de tespit ettiği gibi20 bu ayetler Medine'de nazil olmuştur. Medine'de münafıkların bu tür bir hakaret ifadesi ile mürninleri alaya almaları söz konusu olamazdı, Çünkü münafı.klar bu dönemde Müslümanlardan korkmaktaydılar. Öyle anlaşılıyor ki birçok müellif buradaki ifadeleri, Mekke' deki müşrikleri 1 . nazar-ı itibara alarak anlamlandırrnıştır. Oysa ayette söylenmek istenen şey, münafıkların, yine münafıkça bir tavırla kendilerine yöneltilen suçlamalara cevap vermeleridir. Onlar da herkesin -yani müminlerin- inandıkları gibi inanıyor olduklarını söylemek üzere; "sanki biz sefihlerin inandığı gibi mi inanıyoruz? Biz de herkes gibi inanıyoruz." demek isternişlerdir. Dolayısıyla ayet belki şu şekilde meallendirilmelidir: "Onlara: 'Başqaları (mühecir ve ensar) iman getirdikleri kimi siz de iman getirin! -deyildiyi zaman (öz aralarında): '(Meger) biz sefehler (ağılsızlar) kimi mi iman getiririk?'- deye cavab verirler. (Ey möminler!) Agah olun ki, heqiqeten sefeh olanlar onların-özleridir, lakin (bunu) l:iilmirler (Bakara 2/13)." 'Başqaları Müt~rcim kimi zaman ayetlerin orijinalinde yer alan bazı ifadeleri tercüme etınemektedir. Mesela, Bakara 37. ayet böyle bir yanlışlık içermektedir. "(Nehayet) Adem Rebbinden (be'zi xüsusi) kelmeler öyrenerek (Hevva ile birlikde o ketme/er vasitesile) tövbe etti. Doğrudan da o, (Allah) tövbeleri qebul edendir, meremetlidir." Ayetin orijinal metnindeki ifadede; "~)ı ~(~ı~ 4-1! ~ ~~ ~\4 ~j ()... ~:ıi ~"geçmektedir. Ne var ki mütercim buradaki ''fe tabe aleyh" ifadesini yanlış çevirmiştir. Bilindiği gibi Arap dilinde tövbe etınek 'tiibe ya da tabe ila' fiiliyle ifade edilirken 'tabe ala' fiili tövbeyi kabul etınek anlaıııındadır. Dolayısıyla ayette A.dem'in 'tövbe ettiği'ne dair sarih bir ifade yer almamaktadır. 'fe tabe aleyh' kısmı ise Adem'e değil, Allah'a aittir ve '(Adem 'in) tövbesini kabul etti' anlamına gelmektedir. 3. İSRAİLİYAT KATIŞMIŞ TERCÜME ÖRNEKLERİ Bazı ayetlerde verilen parantez içi açıklamalar, ayetin geniş açılımlar sağlayabilecek ifadelerini daraltan yapıdadır. Örneğin, Bakara 35. ayetin mealinde, Türkçe mealierde rastlamadığımız,kaynaği itibarıyla da İsriliyat olduğunu düşündüğümüz bazı açıklamalara yer verilir. "(Sonra) biz (Ademe) dedik: 'Ey Adem, sen zövcenle (Hevva ile) Cennetde qal ve her ikiniz oradakı meyvelerden, istediyiniz kimi, bol-bol yeyin, yalnız bu ağaca (buğdaya) yaxın gelmeyin! Yoxsa (özünüze) zülm edenlerden olarsınız."' denilmektedir. Benzer ifadeler için bir başka yerde ise bu sefer buğdayın .yanına bir de üzüm tanesi gelmektedir (el-A'raf 7/19). Buğday ve üzüm bitkilerine Azerbaycan Türkçesinde ağaç denilebilir mi, bilemiyoruz; ancak Kuran'ın açıkça isim vermeyip geniş bir anlam dünyasına kapı aralayacak şekilde "eş-şecera" ifadesini kullanmasına karşın mütercimin bu şekilde özel bir tayinde bulunması, herhalde Kuran'ın anlam örgüsüyle bağdaşmaz. Konuyla ilgili meşhur bir örnek, A'raf 40. ayet münasebetiyle gelir. "Ayeleriınizi yalan hesab edenlere ve onlara tekebbürle yanaşanlara göyün gapılan açılmaz (amelleri, duaları qebul olunmaz, ruhları göye 20 Koçyiğit, Talat- Cerrahoğlu, İsmail, Kur'an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, DİB yayınları, Ankara, 1985, 1, 50-53. 448 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU qalxmaz) ve deve iynenin gözünden keçmeyene qeder onlar da Cennete daxil olabilmezler. Biz günahkarlara (miişriklere ve kafirlere) bele ceza veririk." ayetinde, Türkçede var olan birçok mealdeki hata tekrar edilmiştir. Esed'in de çok güzel açıkladığı gibi 21 buradaki 'cen:ıel' ifadesi deve anlamından ziyade kalın ip, urgan anlamındadır ve urganın iğne deliğinden geçmemesi şeklinde bir mecazi ifade çok daha makuldur. Nitekim bunu destekleyen kıraatlerle muhtelif tefsirler de söz konusudur. Muhtemelen bu ifadeler, İncil kaynaklı bir pasajın22 bizi etkilernesinden oluşmuş sonraki dönem ifadeleridir. A'r§f suresi 189. ayette de mütercim, rivayet tefsirlerinin pek çoğıına sızmış oln bir İsraill habere dayanarak tercüme yapmıştır. Oysa tercümedeverilen şerhlerin hiçbirisi, ayetin açık metninde yer almamaktadır. Ayet şu şekilde tercüme edilmiştir: "Sizi tek bir neferden (Ademden) xeld eden ve onunla ünsiyyet etmek (sakit, rahat olmaq) üçün özünden (qabırğasından) (Hevvanı) yaradan Odur... " 4. MECAZİ iFADE VE DEYİMLERDEKİ TERCÜME KUSURLARı pek çok mealde görülen bir hata, Bakara 54. ayetin tercümesinde karşırnıza çıkmaktadır. İlginçtir ki mütercim, yaptığı tercümenin birçok yerinde mecazi anlamlara işaret ederken burada tam tersini yapmakta ve ayetteki ifadeleri bize göre doğru olmayan bir şekilde harfi anlamlarıyla manalandırmaktadır. "O vaxtı xatırlayın ki, .Musa öz qövmüne. 'Ey qövmüm, siz buzova sitayiş etmekle, heqiqeten, özünüze zülm etdiniz. Buna göre de yaradanınıza teref üz tutaraq tövbe edin, özünüzü (buzovu tanrı bilen adamlarımzı) öldürün! Bele etmeniz yaradanınızın yanında sizin üçün xeyirlidir! '- demişdi ve Allah da tövbenizi qebul etmişti." Mütercim burada bize göre iki farklı hataya düşmüştür; ilk olarak ayette 'jaktulu enfusekum' buyurulmakta iken bunu bir grubun bir başka grubu öldürmeleri şeklinde tercüme etmiştir; ikinci olarak da İsrailoğııllarına korkunç bir karşılık (ölüm) takdir etmekle suça karşılık makul sayılamayacak bir cezayı Musa'nın takipçilerine reva görmüştür. Belki de burada yapılacak en güzel tercüme, zayıf rivayetlerle desteklenen23 bu tür bir anlamı bırakarak daha uygun bir tercümeye gitmek ve ayetin bu kısmını 'yaptığınız işlerden dolayı pişman olarak nefislerinizdeki kötülükleri öldürün' şeklinde çevirmektir. Türkiye'de basılan Tercümede kimi deyimsel ifadeler de bize göre doğru çevrilmemiştir. Örneğin, Bakara 61. ayetteki ifade, diğer yerlerde de olduğıı gibi harfi çeviriye tabi tutularak hem anlaşılması zor hale getirilmiştir, hem de hür iradeyi ortadan kaldıran bir anlam örgüsü ayete hiikiın kılınmıştır. "Xatırlayıİı ki, siz (miieyyen müddet sehrada qalmalı olduğunuz zaman): 'Ya Musa! Biz (her gün yediyimiz) eyni teama (qiidret helvasından ve bildircin etinden ibaret olan yemeye) heç vaxt dözmeyeceyik! Rebbine dua et ki, bizim üçüm toprağın bitirdiyi şeylerden, tcrcvezinden, sarsmağından, mercimeyinden ve soğanıridan yetirsin! '- dediniz. (Musa da cavabında) 'Siz xeyirli olan şeyleri .bu cür alçaq şeylerle deyiştirmek isteyirsiniz? (O ha/da) şeherlerden birine gedin, istediyİnizi orada taparsınız!'- demişdi. Onlara zelillik, miskinlik damğası vuruldu ve Allah'ın gezebine düçar oldular ... " ayetinde yer alan "ve duribet aleyhimii 'z-zilletii ve 'l-meskeneh" ifadesi, bir damga yemiş gibi Yahudilerin zillete mahkfrm edilmelerini değil, kendi yaptıklan sebebiyle bir zilletin onlan kuşatmasım anlatır. Zemahşeri bunu ifade sadedinde, zillet Yahudilerin o kadar belirgin bir sıfatı olmuştu ki, çamurun duvara yapışıp kalması gibi zillet de onlara yapışmış, onları kuşatmıştı, demektedir?4 Taberi bu zilletin ayetleri inkar etmeleri, bazı peygamberlerine asi ·gelip bazılarını da öldürmeleri sebebiyle onları kuşattığını söyleiken25 zillete duçar olmalarının kendi yapıp ettiklerinden kaynaklandığını anlatmak istiyor gibidir. Deyimsel ifadelerden dikkat çeken bir başkası, Arapçada kimi zaman insanı ifade etmek üzere kullanılan 'yed, ey d/el, eller' kelimesini; harfi tercümeye uygun bir şekilde çevirınektir. Örneğin, "Bu ezab sizin öz ellerinizle töretdiyiniz arnellere göredir (AI-i İmran 3/182)." Ayetinde olduğıı gibi harfi bir tercümeye gitmek, değişik tedaileri akla getirmektedir. Oysa malum olduğıı üzere buradaki el ifadeleri, çoğıı zaman zatı ifade etı:İıektedir. Doğrusu 'yed, eyd, beyne yedey' gibi ifadeleri mütercim birçok yerde siyaka· uygun tercüme etmiştir. Örneğin, doğrudan el (Al-i İmran 3/26, 73; el-Miiide 5/28; et-Tevbe 9/29; el-Mü'min 23/88); cömertlik 21 Esed, Muhammed, Kuran Mesajı: Meai-Tefsir (tr. Cahit Koytak -Ahmet Ertük), işaret, İstanbul, 1997, s. 277-278. 22 Matta 19:24; Markos 10:25 ve Luka 18:25. 23 ez-Zemahşerl, Mahmud b. Ömer, el-Keşşiifan Halciiki Öavamidi't-Tenzil ve Uyfınu'I-Ekiivil fi Vucfıhi't-Te'vil (nşr. Adil Ahmed AbdulmevcCıd-Ali muhammed Muavvad), I-VI, mektebetü'l-Ubeykiin, Riyad, 1998, I, 269-270. 24 Zemahşerl, ei-Keşşiif, I, 276. . 25 et-Taberi, İbn Cerir, Ciimiu'I-Beyiin fi Te'vili'I-Kur'iin, 1-Xll, Diiru'I-Kütübi'l-ilmiyye, Beyrut, 1992, 1, 355-356. 449 ULUSLARARAsi TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU (el-Maide 5/64); qüdret eli (el-Feth 48/10); öz merhemeti (el-A'raf 7/57; el-Furkan 25/48); qarşıdaki (es-Sebe' 34/46); önü (el-Hucurat 4911); öncesi/evveli (el-Mücadele 58/12); aynı dönem (el-Bakara 2/66) vb. Ne yazık ki insanın fiilierine ait olan ve genelde cem' siygasıyla gelen 'eyd' ifadelerini hiçbir yerde zat anlamında kullanmamıştır (el-Bakara 2/95, 195; en-Nisa 4/77; el-Enflil 8/51; et-Tevbe 9/14; eş-Şura 42/30 vb.). ayetlerin tercümesinde yorumlara gitmiş, ne var ki bu tavrını her zaman korumamıştır. Örneğin, Bakara 115. ayette yorumda bulunarak 'vechullah' ifadesinden kimi zaman bizzat Allah'ı anlamıştır: "Şerq de, Gerb de Allahındır: Hansı terefe yönelseniz (iiz tutsanız) Allah oradadır. Şüphesi ki, Allah (öz merhemeti ile) geniştir, (0, her şeyi) bilendir!" (Diğer örnekler için bk. el-Bakara 2/83, 272; erRahman 55/27, el-Kasas 28/88). Kimi zaman ise Allah'ın razılığı/nzası olarak tercüme etmiştir (el-Bakara 2/272; el-En'am 6/52; er-Ra'd 13/22; el-Kehf 18/28; er-Rum 30/38-39; el-İnsan 76/9; el-Leyl92/20). Mütercim bazı müteşabih Bazı Arapça ifadeleri de mütercim, akla yanlış anlamlar ihsas edecek karşılıklarla tercüme etmektedir. Bunlardan bir tanesi, 'kezzebe' fiiline tercümenin birçok yerinde verdiği 'yalan saymak' karşılığıdır. Oysa bu kelime bazı yerlerde doğrudan yalanlamak anlamına geldiği gibi bazı yerlerde de inkar etmek anlarnındadır. Oysa yalan saymak, bu kelimenin muhatapta oluştıırması beklenen güçlü anlamı yansıtmamaktadır. Konuyla ilgili A'raf 64 ve 66. ayetlerde her iki tercihte bulunmakla, mütercim de aslında bizi doğrular bir tarzda hareket etmiştir. Daha başka bazı ayet tercümelerinde benzer hatalar vardır. Örneğin, ''hUrun maksuriitunjl'l-hıyiim (erRahman 55/72)" ifadesi "Çadırlarda gözlerini (yalnız öz erlerine) dikmiş 1huriler vardır." şeklinde tercüme edilmiştir ki doğrusu: "Çadırlardaki saf ve çekingen huriler ... " olmalıdır. Kim bilir, belki de mütercim, Saffiit 48. ayetteki "kiisıriitu 't-tmf' ifadesini yanlışlıkla bu ayetinmealine yerleştirmiştir. Bu konuyla ilgili önemli gördüğümüz bir kusura dikkat çekip kişisel görüşlerimizi ifade ederek sonraki maddeye geçmek istiyoruz. Maalesefbirçok mealde gördüğümüz bir hata, bumealde de tekrar edilmiştir. Bakara suresi 189. ayette cahiliye dönemindeki bir uygulamaya atfen yapılan tercümeler, ayetleri daha da anlaşılmaz hale sokmaktadır. Bu ayetin orijinali şu şekildedir: ~~ıı;t.:ı 6~ ~ı ~:9 ~ı:J w-ı~ ~ıj:Q ~ ~ ~Uı c:):. ~~~~ 11 ~ .tiıı ıfoı:J ~ı~l ~ ~~ı ıjlj ~ı &> J,:lı (ışl:j U.~ ~ Memmedeliyev burayı sadece harfi bir tercümeye tabi tutmuş olsaydı, doğrusu buna söylenecek bir söz olmazdı; ancak açıklama sadedinde verilen bilgiler, maale~ef ay eti anlaşılmaz hale sokmaktadır. Meal şu şekildedir: "(Ya Resu/um !) Yeni doğan aylar (hilal) baresinde senden sual edildikde, söyle ki, bunlar insanların İstifadesi ve hecc üçün vaxt ölçüleridir. Evlerinize (Cahiliyet dövriinde olduğu kimi) arxa tereften girmeniz yaxşı iş deyildir. Yaxşı iş; (pis amellerden) çekinen kimsenin amelidir. Evlere qapılarından daxil olun ve Allahdan qorxun ki, nicat tapasınız!" Belki de mütercimler burada harfi tercüme ile iktifa ettikten sonra okuyucuya bir bilgi sadedinde şerhler kısmında malumat verrneliydiler. Ancak ayetin bu şekilde meallendirilmesi, zaten cahiliye devri adetlerinden sıyrılmış olan müminlere bu tür bir olayın hatıriatılmasını anlamsız kılmaktadır. O zaman bu hadisenin vuzuha kavuşturulması gerekmektedir. iJlil Rivayet edi! diğine göre; Hz.Peygamber' e ayın hilal şeklinde doğduğu, hilalin giderek kalınlaştığı ve en sonuncia dolunay haline geldiği, ardından tekrar incelmeye başlayıp eski halini aldığı sorolmuş ve bunun üzerine ayetin ilk bölümü inmişti. 26 İkinci bölüm ise cahiliye dönemindeki bir uygulamayı anlatınaktadır. Bu dönemde insanlar ilırama girdiklerinde, ilıramdan çıkıncaya kadar evlere ve çadırlara kapılarından değil, arka tarafta açtıkları bir delikten ya da damdan girerlerdi. Bunu yapmak suretiyle kendilerini çok daha meşakkatli bir teklif ile sorumlu tutarak, hayırlı bir davranışta bulunduklannı düşünürlerdi. Ayet aslında bu olguya atıfta bulunmaktadır. 27 26 Taberi, Camiu'I-Beyan, II, 191-192. 27 Taberi, Camiu'I-Beyan, II, 192-195. 450 r ı ı ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU Elbette bu konudaki rivayetleri bir kalemde silip atmak meseleyi çözmeyeceği gibi28 bilimsel de olmaz. Ancak herhangi bir nüzul sebebinin ayetin tek anlamını içerdiğini yahut ancak o sebeple ayetin anlaşılır hale geldiğini söylemek de aynı şekilde bilimsel olmayacaktır. En azından mantOk açısından, ayette geçen olaylar bizim için bağlayıcı değildir; çünkü burada -ayetin ikinci kısmını kastediyoruz- aniatılmak istenen şey, biçimsel davranışların ardında yatan sebeplecin anlamlı olup olmadığının ortaya konulması hadisesidir. Abduh'un ifadesiyle "Her işi adam gibi yapmak silretiyle içiniz ve dışınız hanşık olsun." denmektedir.2 9 Eğer insanlarda şekli davranışlar Allah'a karşı bir sorunıluluk bilinci taşıyorsa, işte o zaman anlamlıdır. 30 Bu mesaj ayette, evlere kapılarından girme hadisesiyle anlatılmıştır. Tabii burada yaptığımız mantfik-mefhfun ayınmının, "Ayetin sebebinin özel oluşunun hükrnün genel olmasına engel olmayacağı" ilkesi ile aynı anlama gelmeyeceğini görmemiz gerekmektedir. Ayete klasik yaklaşıma uygun bir mana verdiğimizde, bu sefer ilk bölümü izah etmede ve anlamlandırmada güçlük çekmekteyiz; çünkü bir Peygamber'e hilallerden sorulması ile bu Arap adetinin zikredilmesi pek anlamlı gözükmemektedİr. O halde ayete başka bir anlam vermek daha uygun olacaktır. İlk olarak şu konunun altını çizmemiz gerekiyor: Kur'an-ı Kerim'de sadece Araplara ait olup da başka bir topluluğıın anlayamayacağı herhangi bir örf zikredilmemiştir. Ancak, Araplara özgü ifade kalıpları ve deyimler bolca kullanılmıştır. Bu sebeple, bize göre bi.ı türlü ayetlerin örf bağlanıında değil, Arap dili çerçevesinde çözüme kavuşturulması gereklidir; çünkü Kur'an, kullandığı kelimeleri bu çerçevede anlamlandırmıştır. Hatta kimilerine göre devrim sayılabilecek çapta yenileştirmelere de gitmiş olup/ 1 Arap diliyle tam anlamıyla mutabakat teşkil etmez.32 Bu tür deyimlerde, iki bağlamdan söz edilebilir: Birisi, "mevrid" yani deyimin niçin, ne zaman, nerede gibi ön bilgiler; diğeri ise "madrib" yani Arap dilindeki kullanımıdır. Bu açıdan bir kelimenin mevridinden önce madribinin ne anlam ifade ettiği bizim için önemlidir. Mevride verilen önem de aslında madribde var olan anlamın doğruluğıınun bir sağlamasını yapma amacına yöneliktir. Hz. Peygamber döneminde, dildeki kimi ifadelerin ne anlama geldiği noktasında gösterilen hassasiyet de kelimelerin mevridini değil, madribini yakalama çabasıyla ilgilidir.33 Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'de yer alan birçok ıstılah ya data'bir bu ayınını haklı çıkaran deliller olarak karşımızda durmaktadır. İşte bu noktada nüzill sebeplerinin bağlayıcılığından sıyrıldığınıız valcit daha rahat hareket etme imkanına kavuşmaktayız. O zaman bu ayeti şu şekilde anlamak daha uygundur: Bilindiği gibi peygamberler, insanlığın hidayet rehberleridir. Bu sebeple her peygamber, insanlığa hidayet yollarını gösterir ve kulli.ık planmda yapılması gerekenleri bildirir. Peygamberlerin ilgi alanları, bilimsel hakikatler değil dini problemler ve onların çözüınüdür. Böyle olması sebebiyle, Hz. Peygamber'e sorulan bu kozmolojik soru, sadece dini yönle ilgisi çerçevesinde ta'rizli bir cevap bulabilmiştir.34 Eşyanın mahiyeti ile ilgili bir soru -Arapçada "an" harf-i cerri ile sorulan sorular öze ilişkindir- başka bir alana çekiliniş ve dini ilgilendiren kısmı, insanların bilgisine sunulmuştıır; çünkü ne Peygamber'in görevi bilimsel hakikatleri insanlara tebliğ etmektir, ne de Kur'an bir bilim kitabıdır. O halde, "Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağı; yanlış soruya doğru cevap verilemeyeceği" özdeyişlerine uygun olarak, bu sorunun cevabı mi.ıhatap tarafından beklendiği gibi değil, bedihl aklın gerektirdiği gibi cevaplanmalıdır. Nitekim Kur'an'da yapılan da budur. Yani bu soru -özü itibarıyla doğru olsa da- bir peygambere sorulacak soru değildir. Yapılan şı;y aynen, kapısı dururken evlere arkasından ya söylendiği 28 Abduh Hz.Peygaınber'e hilaller hakkında soru sorulup sorulmadığına dair rivayetlerin senedinin sağlam olmadığı şeklindeki iddialan çok da önemsemez. Ona göre senedi sahih olduğu söylenen birçok rivayet aslında hiç vukil bulmamış olabileceği gibi, sahih değildir denen pek çok rivayet de hakikatte vukfı bulmuş olabilir. Yani Abduh'a göre de bunun çok fazla önemi yoktur. Önemli olan, ayetin bu sentaks içerisinde de anlaşılabiliyor oluşudur. Bununla birlikte Abduh, ayetin başındaki ''yes'elfınek" lafzından, bu ayetin bir sebebe binaen indiğini düşünmektedir. bk. Rıza, Muhammed Reşid, Tefsiru'IMeniir, I-XII, Diiru'l-Meniir, KiihireH.1373-1380, ll,206. 29 Reşid Rıza, el-Meniir, II, 202. 30 Şimşek, Mehmet Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, Esra, İstanbul, 1997, s. 336. 31 Malik b. Neb!, Kur'an-ı Kerim Mucizesi, tr.Ergun Göze, TDV, Ankara, 1991, s. 132-135. 32 Bunu Ebfı Zeyd de kabul etmektedir. bk. Ebu Zeydi Nasr Hamid, Mefhilmu'n-Nass: Diriise fı Ulilmi'I-Kur'an, elMerkezu's-Sekafı el-Arab!, 3. bs, Beyrut, 1996, s. 184. 33 Örneğin İbn Abbas, "fiitır" kelimesinin "ilk defa yapan" anlamına geldiğini, bir kuyu başında tartışan iki bedeviden öğrenir. Her ikisi de kuyuyu kazmaya önce kendisinin başladığını ifade sadedinde "fetartu" demektedir. bk. Süleyman eiKafıyec'i, et-Teysir fı Kavaidi İlmi't-Tefs'ir, Tahkik: Niisır Muhammed el-Matrild'i, 1. bs, Daru'I-Kalem- Şam, Daru'r-Rifii! - Riyad, 1990, s. 197. 34 Reşid Rıza, el-Menar, If, 202. 451 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU da hacasından girmek kadar saçmadır. Bedilli akıl nasıl ki evlere kapısından girilmesi gerektiğini öngörüyorsa, Peygamber' e de bir peygambere sorulması gereken şeyleri sormayı makııl görür. Aynı şekilde din de ancak dinin sahibi tarafından belirtildiği şekilde -örneğin bilallere göre tespit edilen hac ve oruç vakitlerine riayet etmek gibianiaşılıp uygulanabilir. Ayetteki ifadeler aslında bu anlamı ortaya koymak için bir kinaye ile meseleyi anlatmıştır. Şeriatın koyduğu kuralları hiçe saymak ve kendi kendinize çeşitli anlayışlar geliştirmek, evlere arkasından gelmek kadar tııtarsız bir davranış olur ve erdemlilik işlere zor tarafından başlamak değil, bunun tam tersini yapmaktır. 35 Daha özlü bir ifadeyle, onlara yakışanın, evlere kapılarından giren sağlıklı insanlar gibi sağlıklı, tııtarlı sorular sormaları ve tııtarlı bir yaşam biçimine sahip olmalarıdır. 36 Bu, sadece din işlerinde değil, her konuda böyledir. Cilbir ve EbU Ca'fer'den gelen bir rivayet de bu görüşümüzü desteklemektedir. 37 Nitekim benzer bir durum, insanların yanlış nübüvvet tasavvurlarından kaynaklanan bir soru olan ruh konusunda da yaşanmıştır. Bir peygamber, Allah Teaiii tarafından kendisine bildirildiği kadarıyla gaybı bilir. Onun görevi sabah-akşam bu konularla uğraşmak değildir. 38 İşte yukarıdaki bu yorum, bu ayetle ilgili olarak sıkça gündeme getirilen nüzfil sebebinin, aslında çok da önemli olmadığını ortaya koymaktadır. 5. TERİMSEL İFADELERİN ETKİSİYLE YAPILAN HATALAR Parantez içi açıklamalar bazen ayette anlatılan dururnun hatalı bir karşılıkla verilmesine de sebep olmuştıır. Örneğin Safaile Merve arasında tavaf yapılmasında bir beis olmadığını ifade eden ayeti (el-Bakara 2/158) açıklamak üzere mütercim, Safa ile Merve'nin etrafında dolanmak, şeklind_e bir açıklamada bulunur. Oysa malumdur ki hacılar bu iki tepenin etrafında dolanmamakta, yalnızca iki tepe ,arasında gidip gelmektedirler. Muhtemelen bu yanlış anlam, tavaf kelimesinin bizde, bir şeyin etrafında dolanmak anlarnına geliyor olmasındandır. Benzer bir hata mehir lafzına verilen karşılıkta da kendisini göstermektedir. Mütercirn Bakara 236. ayette geçen mehri, yine parantez açarak kebin hakkı ya da başlıq olarak izah eder ki, mehrin evlenecek olan bayana, başlık parasının ise evlenecek bayanın babasına (atasına) verildiği herkesin maluınudur. Mütercinıin sıklıkla yaptığı bir başka hata 'yesteftUnek' şeklindeki ifade kalıplarını "senden f~tva istiyorlar" şeklinde tercüme .etınesidir. Oysa burada soru sorulan zat Hz. Peygamber'dir ve ümmetin Peygamber' e sorduğu sorulardan fetva alması makııl değildir. Bir peygamber fetva değil' hüküm verir. Nitekim fukaha da ahkiim ile fetvayı birbirinden her zaman ayrı tutmuştur. Alıkarn kitapları ile fetva kitapları da bu sebeple aynı şey sayılmazlar. Alıkarn genel-geçer kuralları, fetva ise muhatabın ve şartların durumuna uygun hükümleri ifade eder. Bu tercüme, fetva teriminin mütercimleri yönlendirmesinden kaynaklansa gerektir. Benzer bir hata Milide suresinin meşhur 6. ayetinde geçmektedir. Buradaki "feteyemmemu safden tayyibd" ifadesini mütercim, "pak torpaqla teyemınüro edin" şeklinde anlamiandırmıştır ki, ayette bunun kast edilmediği açıktır. Bilindiği gibi teyemınüro etmek bir fıkhl ıstılah olup ayetteki 'teyemmüm' yönelmek anlarnındadır. Ayet, "pak torpağa yönelin" şeklinde tercüme edilmelidir. Hatta mütercim parantez içerisindeki açıklamada, doğrudan teyemmümün nasıl yapılacağını "(paklığa niyet edip ellerinizi bir defe toprağa sürterek üzünüzü, bir defe de toprağa siirterek ellerinizi mesh edin)" ifadeleriyle açıklar. 6. GRAMATİK YA DA BAGLAMSAL HATALAR Birçok Türkçe mealde bulunan bir başka hatanın da bu mealde tekrar edildiğini görmekteyiz. Akdemir'in tespitiyle bu hata hemen her Türkçe mealde tekrar edilrniştir. 39 İlgili ayetin tercümesini Memmedeliyev şu şekilde vermiştir: "Heqiqeten, göylerin ve yerin yaradılmasında, gece ile gündüzün bir-birini evez etınesinde, ·içerisinde insanlar üçün menfeetli şeyler olan gernilerin denizlerde üzmesinde, quruyan yer üzünü Allahın göyden yağmur yağdırarak yeniden diriltmesinde, cins-cins heyvanları onun her teretine yaymasında, göyle yer arasında ram edilmiş küleyin ve bulndiarın bir semtden başqa semte dönderilmesinde, 35 Muhammed Huseyn et-Tabatabal, el-Mlziin fi Tefsiri'I-Kur'an, Tashih ve Kontrol: Huseyn ei-E'lami, Yay. Müessesetü'lE'lami li'l-Matbfiat, I-XX, 1. bs, Beyrut, 1997, II, 57. 36 Muhammed el-İmadi Ebu's-Suiid, İrşadü'I-Akli's-Selim ila Meziiya'l-Kur'ani'I-Kerim, Daru İhyai't-Türasi'l-Arabl, I-IX, Beyrut, IV, 206; I, 23. 37 Ebu Ali ei-Fadl b. ei-Huseyn et-Tabersl, Mecmau'I-Beyan fı Tefslri'l-Kur'an, nşr. Komisyon, Müessesetü'I-E'lam'l li'IMatbüat, 1-X, ı. bs, Beyrut, 1995, ll, 27. 38 Reşid Rıza, ei-Menar, ll, 205. 39 Akdemir, Cumhuriyet Dönemi Kuran Terci.iıneleri, s. 82. 452 r ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU (Allahın hikmet ve qüdretinde delalet eden) elametler vardır (el-Bakar 2/164)." Ayetin Arapça ifadesi ~ı) Ö! 11 - • t.:.:..ll • r~ı.::..·.Q.4 ı-~ı:.:...ıı-·Q.4 llıı-ı···ı u.>' ı.::..-'-' :ıa.:ı :.;,:tlı<Lı • ..,.-J.J -• . ı-:~-~ -.·- ·"'- ~ ·-~· ::. -.,, ..i · ~ ı..;:---; ~ ...J""'!" t..F ı.R.J+J ,.,H,-'-' .J-rw ,-.~,,- .ı·.ıı, .,,....,,··uı- .,-.-··ı c.r-~ıı ~ ..9 1.1:!""' ~...,..... ..9 (.)..:~.) ..9 ~ _,.._.. u.ı · ~- ··- •11- •• - • ·.-- - ··• • • Cı.::ı·.ıı 'i.j' _ :!Y41..9 ~ı.ı u;> Q.4 ~ ~..9 ~_,.. şeklındedır. Buradaki problem "ve besse fihd min kulli dabbeh" ibaresinde hazfedilen "ma" edatının tayin edilememesidir. Şura 24 ve Casiye 4. ayetleri de bunu doğrulamaktadır. Buna göre ayetin mealini şu şekilde vermek daha uygun olacaktır: "Heqiqeten, göylerin ve yerin yaradılmasında, gece ile gündüzün bir-birini evez etmesinde, içerisinde insanlar üçün menfeetli şeyler olan gemilerin denizlerde üzmesinde, quruyan yer üzünü Allahın göyden yağınur yağdırarak yeniden diriltmesinde ve orada yaydığı cins-cins heyvanlarda, göyle yer arasında ram edilmiş küleyin ve buludların bir semtden başqa semte dönderilmesinde, (Allahın hikmet ve qüdretinde delalet eden) elametler vardır." Benzer bir hata Şura suresinin 29. ayetinde de yapılmıştır. ll •· tlr -u-ııiıı ..... , •ı..::ıı.::ıu '~'ı ~.ı~r ~ ?'.?'! • u..:ı.J ..9 f t:.:...ıı U:H ~ -· ..9 Türkçe mealierin pek çoğunda görülen dikkatsiz çeviri örneklerine bu mealde de rastlanmaktadır. Bakara 208. ayette Rabbimiz: ~~~ j~ ;.SJ :ıJı ,.:_,ıhj~~-ıı ~~~ ı~ Uj .dJil ~ı c) ı~:ıı ı_,t.T ~ı ~~ t;ı 11 buyurmaktadır. Memmedeliyev bunu şu şekilde tercüme eder: "Ey iman getirenlerı Hamınız bir yerde sillhe (İs/ama) gelin! Şeytanın yolu ile getmeyin, çünki o sizin açıq-aşkar düşmeninizdir!" Bir defa buradaki İslam kelimesini sadece süllı olarak açıklamak doğru değildir; çünkü burada aniatılmak istenen İslam, uygulanması halinde toplumda barış havası estirecek olan İslam'dır. Yani İslam'ın barışa yol açan yapısına dikkat çekilmektedir. "4.ilS" kısmı ise çoğu zaman yanlış anlaşıldığı şekilde 'toptan İslam'a girmek' değildir. Bu lafiz kendilerine hitap edilen müminlerin değil, 'silm' kelimesinin halidir. Dolayısıyla anlam "Ey mürninler İslam'ı adamakıllı kabul edin; onu her yönü ile benimseyin" denmektedir. Nitekim burada hitap doğrudan müminlere yöneltilmiştir. Mürnin ise zaten İslam'da olan kişidir. Kaldı ki farklı bir din mensubuna işaret edilmiş bile olsa, aynı emir onlar için de geçerlidir. Mütercirnin dikkatsiz tercümeden kaynaklanan önemli bir tercüme hatası, Bakara 249. ayetle ilgilidir. · Ar ··· aı·ı şu şekild ed'· ~ -... ·.,~~~ -.·.-· -· :..ı:.ı~·:.;Uıı··ı·"-ı..ı.ı!.'Lı~·"'--r:-~ı:.:ıa .. Ayetın apça onJın ır. ~:..ı·.-• r <.JA.J t.r!' U"::""' _ .'.Y-" c.JA9 ~ ~ u. u ... -~. ""'I.Q ~ -.c..J:L:ıl!'"iio.ı v- L::.ı-lı:..".-·'ıUJ4.il.l:ıUı.ıu~ı ... T-· :ılr _, ô-·-~t:.:ı!"' tLl!UI~I '-·· o.ı:i..ı4.9'• i:.r·~ı ··ılı ~ tı"l.i U'"' - -~..9 lJ-'"H f'~ lJ-1 .JoW U:L ..9 .J4 .)..9 • /"+~:." ·- • . -.91..# •••• 'fo ı.J$- <.JA • t.r!' • (J.ı....H~ı ~ .llııj ~ı u~~ ô:# ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ı _,!IL ~~ ~ Memmedeliyev tercümeyi şu şekilde "Talut qoşunu ile (öz yurdundan, Qüdsden) aynidığı zaman (esgerlerine) dedi: 'Allah sizi (axar) bir çay vasitesile imtahan edecek. Kim onun suyundan içse, o menden (mene tabe olanlardan) deyildir. Kim ondan dadmasa, dadsa da, bir ovucdan artıq içmese, o mendendir!' lakin onların az bir qismi müstesna olmakla, (hamısı) o sudan içdi. O (Talut) ve onunla birlikde olan möminler (çayı) keçdikden sonra (düşmen qoşununu görüp)- dediler: 'Bugün bizim Calut (düşmen terefin hökmdarı) ve onun qoşunu ile vuruşmağa teqetimiz yoxdur!' İçerilerinden Allahın rehmetine qovuşacaqlarına (Allah dergahına gayzdacaqlarına) inananlar ise dediler: 'Neçe defe olup ki, az bir deste Allahın izni (iradesi) ile çox bir desteye galip gelip! Allah sebir ednlerledir!" bu ayetlerdeki problem, yaşanan hadisenin dikkatsiz bir şekilde yanlış aktarılmasından kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki meale göre düşmanı görüp de korku ile yenilecekleri vehmine kapılanlar, nehri geçerek Talut ile beraber olanlardır. Daha sonraki pasajda az bir sayı ile çok sayıdaki düşmanı yenebileceklerine inanan bir grup İsrailoğlunun ise kıyının hangi· yakasında kalanlar olduğu belli değildir. Oysa ayette ilk konuşmayı yapanlar, sudan gereğinden fazla içtikleri için Talut'un yanmda yer alma imkanını kaybetmiş çok sayıdaki İsrailoğludur. İkinci konuşmayı yapanlar ise sudan içmeyip nehri geçerek Talut ile beraber olma şansını yakalamış nispeten daha az sayıdaki İsrailoğludur. Bu hata, maalesefbirçok türkçe mealde de tekrar edilmiştir. 11 yapmıştır: i ı hatalarsa Arapçada bir :fiilin kazandığı anlamı yerli yerince tespit edememekten kaynaklanmaktadır. "(Ey mö 'minler!) Eger er-arvad arasında ixtilaf olacağından qorxsanız, o zaman kişinin adamlarından bir nefer ve qadının adamlarından bir nefer münsif (vasiteçi) te'yin edip (onların yanına) gönderin. Eger onlar (bu iki vasiteçi er-arvadz) barışdırmaq isteseler, Allah da onların körneyi olar. Heqiqeten, Allah (her şeyi) bilendir, (her işden) xeberdardır (en-Nisa 4/35)!'' ayetinde mütercim, kan-kocanın arasını barıştırmak için hakemierin isteğini yansıtır şekilde, "Eger onlar (bu iki vasiteçi er-arvadz) barışdırmaq isteseler, Allah da onların körneyi olar." demektedir. Oysa iki hakemin amacı zaten eşleri barıştırmaktır. Amacı bu olan insanlar için~bu tarz bir ifade kullanılmamalıdır. Buradaki hata, G.l!..:ı! ı:ı...~ i:ıl ifadesindeki ilk fiilin failierini iki hakerne göndermekten kaynaklanmıştır. Bunun sebebi de 'ıslaha' kısmındaki ifadenin müteaddi bir form olarak değerlendirilmesidir. Oysa buradaki ıslah, eşierin kendi aralarında anlaşmaya varmalarını anlatır. Buna meyil Kimi ı ı 453 l ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPO.lYUMU gösteren de hakemler değil eşlerdir. Nitekim ayetin devamında "Allah onların aralarım düzeltir" derken, herhalde hakemleri kast etmiş değildir. Bu sebeple ayetin doğru tercümesi şu şekilde olmalıdır: "(Ey nıö 'min ler!) Eger er-arvad arasında ixtilaf olacağından qorxsanız, o zaman kişinin adamlarından bir nefer ve qadının adamlarından bir nefer münsif (vasiteçi) te'yin edip (onların yanına) gönderin. Eger er-arvad aralarını düzeltmek isteseler, Allah da onların körneyi olar. Heqiqeten, Allah (her şeyi) bilendir, (her işden) xeberdardır!" 7. TERCÜMEDE BİRLİGİN OLMA YIŞI Kimi zaman mütercim aynı ifadelere farklı karşılıklar vermektedir. Örneğin, çeşitli ayetlerde geçen miskin/mesakin kelimesine pulu qurtarıp yolda qalan kimseler (el-Bakara 2/1 77), yoxsul (el-Bakara 2/184; elMücadele 58/4; el-Kalem 68/24; el-Hakka 68/34; el-Müddessir 74/44; el-Fecr 89/18; el-Maün 107/3), miskin (elBakara 2/215; el-İsra 17/26; el-Beled 90/16), ehtiyacı olan, lakin utandığından el açıp dilenmeyen miskinler (etTevbe 9/60); ibnu's-sebil kelimesine ise sefer esnasında pulu qurtarıp yolda qalan yolcular (el-Bakara 2/1 77), pulu qurtarıp yolda qalanlar (el-Bakara 2/215; en-Nisa 4/36; el-En:Ial 8/41; el-İsra 17/26). Hatta bazen aynı ayette yan yana geçen iki kelimeye (örneğin Bakara ı 77. ayette mesılkln kelimesine pulu qurtarıp yolda qalan kimseler; ibnu's-sebil kelimesine ise sefer esnasında pulu qurtanp yolda qalan yolcular karşılığını vermektedir. B k. el-Bakara 2/1 77) neredeyse iki aynı anlamı vermektedir ki, kanaatimizce bu hem lügat açısından doğru değildir, hem de Kuran gibi muciz bir metnin belagatine terstir. Benzer bir tutarsız aktarım "~1 ~!J" ya da "~1 kı ;;G" tarzındaki ifadelerde de kendisini gösterir. Bu ifadeler şu farklı şekillerde anlamlandınlmıştır: "(Axırda) Senin dergahina (hüzuruna) qayıdacağıq (el-Bakara 2/285); Axır dönüş Allah terefdir(lfamı) Allahın hüzuruna gayıdacaqdır (Al-i İmran 3/28)!; Axır dönüş Onun hüzurunadı~1 (el-Maide 5/18)!; Axır dönüş de Allahadır (en-Nur 24/42)!; Axır dönüş ancaq Allahadır (el-Fatır 35/18)!; Axır dönüş de ancaq Senin hüzurunadır (el-Mümtahine 60/4). Bumi benzer bir başka örnek, 'fetila' kelimesinin tercümesinde görülür. İki ifade iki farklı suredefarklı farklı çevrilmiştir ki yeri itibarıyla buna hiç de gerek yoktur. "ve la yuzlemiine fetila" bir yerde; "onlara xurrna çerdeyinde olanazik tel qeder bele zulm olunmayacaq (en-Nisa 4/49-77)" şeklinde tercüme edilirken diğer bir yerde "onlar tük (xurma çerdeyinin yarığındakı tel) qeder haksızlık edilmez (el-İsra ı 7/71)" şeklinde verilmiştir. Buna benzh bir ifade olan 'neqfra' kelimesi iseNisa 53'te; ''xurma çerdeyinin bir tomurcuğıınu (zerresini) bile vermezdiler" şeklinde geçerken yine aynı surenin 124. ayetinde "onlara xurma çerdeyi qeder haqsızlık edilmez" şeklinde tercüme edilmiştir. Oysa Kuran'ın üslubu, iki farklı ifade kullandığından asla aynı anlamı kast elmemesidir. Burada da aslında 'feifld' 'kıl kadar haksızlık' dahi yapılmayacağını gösterirken 'neqird' ifadesi 'insanlara bir zımık' bile vermeyeceklerini anlatır; çünkü fetll hurmadaki incecik lifi, neqir ise hurmanın tomurcuğıınu anlatmaktadır ve aralarında derece ve yerine göre kullanım farkı vardır. Mütercim ayetlere kimi zaman öyle anlamlar vermektedir ki, karşılık olarak verdiği anlamlar aynı anda var olamayacak iki tercihi yansıtmaktadır. Hal böyle olunca meal bir tür ihtimaller bütününe dönüşmektedir. Bununla ilgili vermek istediğimiz iki örnekten ilki, Al-i İmran suresinin 7. ayetiyle ilgilidir. Malum olduğıı üzere bu ayet, müteşabihlerin te'vili konusundaki tartışmalarda önemli bir argümandır. Bu ayette yer alan te'vil ifadesi, . . maalesef birçok mealde olduğu gibi burada da kısmen yanlış aktarılmışhr. Meal şu şekildedir: "(Ya Resulum!) Sene Kitabı (Quranı) nazil eden Odur. Onun (Kitabın) bir hissesi (Quranın es/ini, ·esasını teşkil eden) möbkem (menası aydın, hökmü belli), diger bir qismi ise müteşabih (çetin anlaşılan, deqiq menası bilinmeyen, meğzi belli olamayan) ayelerdir. Üreklerinde ayrılık (şekk, şüphe) olanlar fitne-fesad salmqa ve istedikleri kimi me'na vermek meqsedile müteşabih ayeler uyarlar (tabe olar/ar). Halbuki onların yozumunu (heqiqi me'nasını) Allahdan (yaxud Allalıdan ve elmde qüvvetli olanlardan) başqa heç kes bilmez. Elmde qüvvetli olanlar ise: 'Biz ona iman getirdik, onlann hamısı Rabbimizin dergahındandır' ,- deyerler. Bunları ancaq ağıllı adamlar derk ederler (AI-i İmran 3/7)." Bir defa buradaki te'vilin manası, mütercimin de paranteze aldığı gibi bir şeyin hakikati ve akıbeti anlamındadır. Dolayısıyla evvela yorum deyip sonra da hakikati diye parantez açmak hem aynı anlamda iki birbiriyle uyuşmayan anlamı göz önüne serrnek demektir, hem de tevilin Kuran'daki anlamına muhaliftir. Kur'an yorum için 'ta'b1r' gibi ifadeler kullansa da, te'vil Kur'an sözlüğünde tefsir ve beyan .değil, bir şeyin hakikati anlamında kullanılır. 40 Yusufa rüya tabir ettiği söylense de onun kendi cevabının rüyalan tevil 40 lşıcık, Yusuf, Kuran'ı·Anlamada Temel ilkeler, Esra, Konya, 1997, s. 113. 454 ı 1i ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU etmek şeklinde olması bir fikir verir sanırım. Öte yandan müteşabihlerin tevilini kimlerin bileceğille dair açıklamaların yer aldığı satırda vakfın nerede yapılacağına dair tartışmalar da meale yansunış görünmektedir. Mütercim burada da her iki ihtimali vermiş, ancak ardından Elmde qüvvetli olanlar ise... demek suretiyle aslında bizim de savunduğumuz tevil görüşünü benimsediğini belirtmiş olmaktadır. Dolayısıyla bu ifadeye bakıldığında tevilin bu ayette yorumlamak anlamında kullanılmadığını söylemek yanlış olmasa gerektir. 8. MEZHEBI KAYGlLARlN TERCÜMEYE YANSIMASI Müterciın azımsanmayacak kadar çok yerde, Kuran ayetlerinin Şia tarafından Hz. Ali ya da Ehl-i Beyt'e isnat edildiğini söylemektedir ki, bizce bu durum Kuran'ı indirgemeci bir gözle okumak anlamına gelir. Örneğin, "(Allah Ademi yaratdıqdan sonra) Ademe bütün şeylerin adlarını (isimlerinı) öyretti (Bakara 2/3 ı)" ayetinde bu isimlerin imamların isimleri olabileceğini Şia'ya atfen nakleder. Adem'e öğretilen isimler arasında bunların yer aldığını hangi kaynağa dayanarak söylediğini de belirtınediğinden konuyla ilgili nasıl bir yargıda bulunacağımızı da bilemiyoruz. Benzer alıntılar daha birçok ayetin şerhinde yer almaktadır. Bk. Al-i İmran 3/6ı, ı 7 numara; 3/ı ı O34 numara; 5/67 26 numara vb. Bununla birlikte, Caferi mezhebinden olan mütercirnlerin yapmış olduklan bu meal-tefsirden, Şianın çok sık müracaat ettiği bazı ayetlerin, Ehl-i Sünnet tarafından yadırganmayacak şekilde tercüme· edildiğine de şalıit olunmaktadır. Ehl-i Beyt tartışmalarında gündeme gelen iki ayet ile yine farklı yorumlara salıne olmuş bir başka ayet bu konuda iki güzel örnek olarak zikredilebilir: ''Ya Peyğemberl 41 (Artıq xerclik ve pal-paltar isteyen) zövcelerine bele de: "Eger siz dünya heyatını ve onun debdesini isteyirsinizse, gelin size talaq haqqınızı verim ve (sonra da) gözel bir terzde (Allahın buyurduğu qayda üzre) boşayııni Yox, eger Allahı, Onun Resulunu ve axiret yurdunu isteyirsinizse, (bilin kı) Allah içerinizden, yaxşı işler görenler üçün böyük bir mükafat (Cennet) hazırlamışdır. (Peyğember aleyhisselamın xanımları dünya ne 'metlerinden vaz keçip axiret yurdunu daha üstün tutdular). Ey Peyğemberin zövceleri! Sizden hansı biriniz açıq-aşkar bir çirkin (günah) iş görse, onun ezabı ikiqat olar. BU, Allah üçün asandırl Sizden her kim Allaha ve Resuluna it~et edip yaxşı işler görse, onun mükafatını ikiqat (başqa qadınların mükafatından iki defe artıq) vererik. Biz onun üçün (Cennetde) tükennıez (göze/, minnetsiz) ruzi hazırlamışıq. Siz ey Peyğemberin zövceleril Allahdan qorxacağınız teqdirde siz (başqa) qadınların heç biri kimi deyilsiniz. (Sizin qedir-qiymetiniz, meqamınız daha yüksektir. Allahdan qorxscinız, daha şerefli olarsznız). Buna göre de (yad kişilerle) yumşaq (ezile-ezile) danışmayın, yoxsa qelbinde merez (şekk, nifaq ve günah merezz) olan tamaha (özge temennaya) düşer. (Danışdığınız zaman) gözel danışınl (Allahın ·buyurduğu kimi, yaxud gebul olunmuş qayda üzre göze/, ciddi bir söz deyin). Evlerinizde qerar tutun. İlkin Cahiliyyet dövründeki ~mi açıq-saçıq olmayın. (Berbezeyinizi taxaraq evden çıxıp özünüzü, gözelliyinizi yad kişilere göstermeyinl) Namaz qılın, zekat verin, Allaha ve Resuluna itaet edin. Heqiqeten, Allah siz ehli-beytden (her cur) çirkinliyi (pisliyi, günahı) uzaq etınek ve sizi pak-pakize etmek ister (Abzab 33/33)!" "Allah iman getirib yaxşı arneller eden bendelerine bununla müjde verir. (Ya Peyğember!) De: "Men sizden bunun (risaleti tebliğ etmeyimin) muqabilinde qohumlara mehebbetden (ehli-beyte sevgiden) başqa bir şey istemirem. Kim bir yaxşı iş görerse~ onun yaxşılığının savahım (miikafatınz) arttırarıq!" heqiqeten, Allah bağışlayandır, qedir bilendiri (Şiikrün ve itaetin, göze! emel!erin evezini verendir (Şura 42/25)!" Mezheb1 kaygının yansıdığı bir başka yer, Nisa 24. ayettir. Doğrusu bu ayette mütercimiİı 2000 yılındaki baskıdan farklı bir yol tutarak mezhebi bir tercihte bulunduğunu görmek üzücüdür. İlgili ayet son . baskıda şu şekilde tercüme edilmiştir: "(Cihad vaxtı esir olaraq) sahib olduğunuz (cariyeler) müstesna olmaqla, erli qadınları almaq Allahın yazısı (hökmü) ile size (haram edildz). Bunlardan başqaları ise namusla (iffetle), zinakarlığa yol vermeden, mallarınızı s~rf ederek (mehrlerini vererek) evlenmek size üçün helal edildi. İstifade (müt'e) etdiyiniz qadınların mehrlerini lazımi qaydada verin! Mehr müeyyen edildikden sonra aranızda razılaştığınız şeyden ötrü size heç bir günah yazılmaz. Heqiqeten, Allah (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir." Görüldüğü gibi mütercim, 'istimta" ifadesini, bağlı bulunduğu mezhebin tesiriyle muta nikahına hamletmiştir. Doğrusu ayetin buna cevaz verip vermediği tartışması bir tarafa, üzüntümüzün sebebi, önceki baskılarda " ... istifade (yaxınlıq) etdiyiniz ... " şeklinde yapılan tercümenin, daha sonra bu şekilde değiştitilmiş olmasıdır. 41 Mütercime göre 28-35. ayetler, Peygamber efendimizin hanımları hakkındaki hükümleri içermektedir. Bünyadov, Şerh ler, s. XLI. 455 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU Benzer bir durum Maide suresi 6. ayetinde de söz konusudr. Meal şu şekildedir: "Ey iman getirenlerı Namaza durduğunuz zaman üzünüzü ve dirseklerle birlikde (dirseklerden ve ya dirsekiere qeder) ellerinizi yuyun. (Yaş eliniz/e) başınızı ve her iki bende (oynağa) qeder ayaklarınızı mesh edin (ve ya: başmızı mes/ı edin, ayaqlarımzı ise lter iki topuğa qeder yuyun). Eger cünub (murdar) olmusunuzsa, güsl edin (bedeninizi başdan ayağa qeder yuyub temizleyin). Xestelendiyiniz, seferde olduğunuz, ayaq yolundan geldiyiniz ve ya qadınlarla yaxınlıq ettiyiniz zaman su tapmasanız, pak torpaqla teyemınüro edin, ondan üzünüze ve elierinize sürtün (paklzğa niyet edip ellerinizi bir defe toprağa siirterek iiziiniizii, bir defe de toprağa siirterek ellerinizi mesh edin). Allah sizi çetinliye salınak istemez, lakin O sizi pak, temiz etmek ve size olan ne'metini tamamlamaq (artırmaq) ister ki, belke, şükür edesiniz!" Görüldüğü gibi burada mütercim, her ki yaklaşımı da memnun .etmek üzere, iki farklı anlamı buraya yansıtmıştır; ancak ayetin hem o anlama, hem de diğer anlama gelİnesini mümkün kılacak ne tÜr bir sebebin var olduğuna dair ne meal kısmında, ne de şerhler bölümünde herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. 9. TARİHSEL UYUŞMAZLIKLARDAN KAYNAKLANAN HATALAR Tercümede tespit edebildiğimiz bir diğer hata şekli, tarihsel uyuşmazlıklar sebebiyle yapılan bir çeviri Maide suresi 20. ayeti mütercim şu şekilde tercüme etmiştir: "Bir zaman Musa öz cemaatına bele demişti: 'Ey cemaatım, Allahın size olan nemetini xatırlayin ki, sizden peyğemberler gönderdi, padşahlar te'yin etdi ve alemlerden (beşer övladmdan) heç birine vermediyini size verdi."' Malum olduğu üzere Yahudilerin kralları, Musa devrinden sonraki bir dönemde tarih sahnesine çıkmışlardır. Musa döneniine kadar.krallar mevcut değildi. Kaldı ki öyle bir durumda 'sizleri' demez, 'bir kısmınızı' derdi; çünkü bir toplumun tamamının kral olması düşünülemez. Oysa ayette Yahudilerin tümünden bahsedilınektedir:' Dolayısıyla burada, Kuran'ın hak e:tınediği tarihsel bir yanlış anlamın tercümeye alındığı anlaşılınaktadır. Buradaki "ve cealeküm mülukô." ifadesini, Elmalılı'nın da yerinde tespitiyle, 'sizi hürriyet sahibi insanlar kıldı' şeklinde çevirmek en uygıınu . hatalarıdır. olacaktır. Konuyla ilgili bir başka örnek ise hem bir deyimsel ifadenin hatalı tercüme edildiğini, hem de tarihi hakikatlerle uyuşmayan bir tercihte bulunulduğunu göstermektedir. İsra suresi 103. ayetini mütercim şöyle tercüme etmiştir. "(Fir'on) onları (Misir) torpağından qovup çıxartınak istedi. Biz ise onu (Fir'onu) ve onunla birlikde olanların hamısını (suya) qerq etdik." Malum olduğu üzere Firavun'un siyaseti burada anlatılanın tam tersi bir durutııdan oluşmaktaydı. Musa ısrarla İsrailoğullarını Mısır topraklarından alıp götürmek istemiş, Firavun ise sürekli olarak buna karşı çıkmıştı. O halde nasıl oluyor da Firavun onları Mısır'dan sürmek istiyordu? Muhtemelen mütercim, ayetteki "fe erade en yestefızzehum mine '!-ard'' ifadesinde yer alan 'arz' ile Mısır'ın kastedildiğini düşünmüştür. Oysa buradaki ifade, deyimsel bir ifade olarak 'yeryüzünden silip atmak, köklerini kurutınak' anlamına gelir ki, tarihsel olarak Firavun'un Mısır'daki Yahudilere yapmak istediği de budur. Tercümede yer alan benzer birçok hataya, maksat hasıl olmuştıır diye, işaret etmek istemiyoruz. Burada belirtilen kusurlar dikkate al~narak kalan kısunlar okunduğunda, aynı hataların oralarda da var olduğu görülecektir. Ancak bir tebliğin hacmi konun bu kadar geniş ele alınmasına m~nidir. SONUÇ YERİNE Yaptığımız okumalar neticesinde dikkat alınması gerektiğini düşündüğümüz hususları şu şekilde sıralayabaliriz: 1. Müslüman-Türk dünyasında son dönemde yapılan Kuran tercümeleri, maalesef tamamen özgün nitelikte değildir. Bu açıdan bakıldığında Memmedeliyev tercümesi dili, akıcı üslubu ve Azerbaycan Türkçesinde Kuran ayetlerine bulduğu karşılıklar itibarıyla son derece özgün hususlara sahipse de kendinden önce yapılmış Türkçe tercümelerden köklü derece bir farklılığa sahip olduğu görülmemektedir. Hatta Türkçe meaallerde var olan birçok dikkat çekici batanın bu mealde de yer alması, çalışmanın önemli bir eksiği olarak önümüzde durmaktadır. 2. Türk dünyasında farklı mezhebi temayüllere sahip topluluklar olsa da anavatan Türkiye'nin sahip olduğu büyük potansiyel göz önüne alındığında, incelemeye konu olan tercümenin mezhebi taassuptan başarılı denecek bir derecede sıyrılmış olduğu görülmüştür. Benzer bir durumun Türkiye'deki meal çalışınalannda da 456 r ı ı ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU dikkate alınması ve Kuran mealierinde önemli bir nüfus yoğunluğuna sahip Şii-Türk dünyasının hassasiyetleri göz önünde bulundurularak hareket edilmelidir. Bu açıdan en önemli iletişim merkezi olarak Azerbaycan'ın özel bir ilgiye layık olduğuna dikkat çekmeden geçemiyoruz. 3. İslam dünyasının birleştirici en büyük paydasının Kuran ve Kuran'dan beslenen kültür olduğu ve buna bağlı olarak sadece Kuran meali değil, aynı zamanda Kuran merkezli dini içerikli ortak çalışmaların yapılması da düşünülmelidir. Bunun için her şeyden önce ortak bir dil ve ortak bir alfabe çalışmalarına hız verilmeli, ortak bir diliıı ilk önemli adımı sayılabilecek bir Kuran meali çalışması için şimdiden adımlar atılmalıdır. Yine bu paralelde olmak üzere Türk dünyasının mevcut problemlerini göz önünde bulunduran; ancak ırka dayalı bir birliktelikten çok ortak tarih, kültür ve diıı esasını .öne çıkaran tefsir batırdan çıkarılmamalı çalışmalarına başlanmalıdır. 1 4. Ülkeler arasında bilimsel ve akademik toplantılar, karşılıklı-seyahatler ve bilgi alış-verişleri Türk dünyasında yapılan Kuran çalışmaları bir ders olarak okutulmak suretiyle bu dünyanın Kuran'a ve Kuran kültürüne katkıları ortaya konmalıdır. yapılmalı, 1 5. Türk dünyasının dünya Müslümanları ile ortak hareketini temin edici Kuran ve Tefsir çalışmaları başlatılmalıdır. Bunun ilk adımları olarak Türk dünyasının diğer İslam ülkelerindeki İslfuni ilimiere dair bilgi ve organizeler düzenlenmeli, Müslüman toplumların dünyanın değişik bölgelerinde açınış oldukları eğitim kurumlarında Türk dünyasından gelen talebelerlu okuması imkanları sağlanmalıdır. Doğu'yu ve Batı'yı iyi derecede tanımamış bir coğrafyanın çocuklarının ne kendilerine olan öz güvenleri gelişir, ne de ait oldukları medeniyetin zenginliklerinden haberdar olurlar. görgüsünü arttırmak amacıyla 6. Azerbaycan gibi Anadolu Türkçesine çok yakın olan ülkelerde yapılan Kuran tercümeleri, açıklayıcı dipnotlarla Türkiye'de de neşredilınelidir. Aynı şekilde Türkiye'de yapılan özgün mealler de Azerbaycan'da ve diğer Türk cumhuriyetlerinde basılmalıdır. ı 457