T.C. Sağlık Bakanlığı Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile

advertisement
T.C. Sağlık Bakanlığı
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Aile Hekimliği Kliniği
Şef.Uz.Dr. İsmail Ekizoğlu
TİP 2 DİABETES MELLİTUSLU HASTALARDA ANKSİYETE
DEPRESYON ORANI, SEVİYESİ, ETKİ EDEN HASTALIK
ÖZELLIKLERI VE SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLIKLERE GÖRE
FARKLILIKLARI
(UZMANLIK TEZİ)
TEZ DANIŞMANI
Klin.Şef.Yard.Uz.Dr. Rahime Özgür
Dr. Serpil Us
İstanbul-2007
0
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ AMAÇ………………………………….......................................... 1
GENEL BİLGİLER………………………………….................…........... 3
MATERYAL VE METOD…………………………................…………. 36
BULGULAR……………………………………..................................... 38
TARTIŞMA……………………………………....................................... 59
SONUÇ……………………………………............................................. 64
KAYNAKLAR………………………………................…….................. 66
0
ÖNSÖZ
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastenesi’nde ki asistanlığım boyunca bilgi ve
tecrübelerinden faydalandığım hocam Klin. Şef. Uz. Dr. İsmail Ekizoğlu’a
Eğitimime bilgi ve deneyimleriyle katkıda bulunan ve her türlü desteği
esirgemeyen; dahiliye rotasyonum süresince, klinik şefi muavini Uz. Dr. Rahime
Özgür ve klinik şefi muavini Uz. Dr. Osman Maviş‘e ve diğer uzman doktorlara,
genel cerrahi rotasyonum boyunca; klinik şefi Prof. Dr. Tayfun Yücel’e ve diğer
uzman doktorlara, kadın doğum rotasyonu boyunca klinik şefi Uz.Dr. Vedat
Dayıcıoğlu’a ve diğer uzman doktorlara, çoçuk hastalıkları rotasyonum boyunca;
klinik şefi Uz. Dr. Sami Hatipoğlu’a ve diğer uzman doktorlara, psikiyatri
rotasyonum boyunca; klinik şefi Doç. Emin Ceylan’a ve diğer uzman doktorlara,
Tezimin yapım aşamasında desteğinden ve katkılarından dolayı tez
danışmanım Klin. Şef. Uz. Dr. Rahime Özgür’e
Tüm rotasyonlarım boyunca yardımlarıyla iş ortamını güzelleştiren ve
kolaylaştıran asistan arkadaşlarıma,
Çalisma ortamına destek ve katkılarından dolayı tüm hemşire, sağlık memuru,
sekreter arkadaşlarıma ve tüm hastane personeline,
Ve her türlü manevi desteğini esirgemeyen aileme,
En içten teşekkürlerimi sunarım.
0
ÖZET
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastenesi diabet polikliniğine başvuran Tip 2
diabet hastalarında depresyon ve anksiyete oranını, seviyesini, etki eden hastalık
özelliklerini ve sosyodemografik özelliklerine göre faklılıklarını saptamak
amacıyla yapılan bu çalismada; hastalarla yüz yüze görüşülerek ve HAD ölçegi ve
Hamilton anksiyete ve depresyon ölçegi uygulanmıştır. Elde edilen verilerin
değerlendirilmesinde SPSS istatistik paket programı kullanılmıştır. Sonucunda
HAD ölçek puanlarına bakıldığında hastalık süresi, DM öncesi
psikiyatrik
hastalık öyküsü, ailede psikiyatrik hastalık öyküsü, HAD-A alt ölçegi arasında
istatistiksel anlamda anamlı ilşki bulunmuş; HAD-D ölçegi ile hastanın özellikleri
arasında anlamlı ilşki bulunmamasına rağmen yaşa, cinsiyete, DM öncesi
psikiyatrik hastalık öyküsü olması durumuna göre ilişkiye dikkat edilmemesi
gereği vurgulanmıştır.. Ayrıca hastalık süresi arttıkça HAD-A ölçegine göre
anksiyete oranının arttığına dair anlamlı ilşki bulnmuş ancak depresyon arasında
anlamlı ilşki saptanmamıştır. Hamilton anksiyete ölçegine göre ise: cinsiyet,
ailede psikiyatrik hastalık öyküsü arasında istatistiksel olarak anlamlı ilşki
saptanmış, hastalık süresiyle anlamlı ilşki saptanmamasına rağmen izlenmesi ve
dikkat edilmesi gereken ortalama puanlarında artış saptanmıştır. Elde edilen tüm
veriler yapılan yurt içi ve yurt dışı çalismalarla karşılaştırılmıştır, farklılıkların
nedeni tartışılmış ve sonuçlara göre önerilerde bulunulmuştur.
0
GİRİŞ VE AMAÇ
Diabetes mellitus (DM), her iki cinsiyette yaşamın herhangi bir döneminde
görülebilen, ciddi komplikasyonlara yol açan, kişinin yaşam kalitesini önemli
oranda bozan ve ileri boyutta yeti yitimine neden olan, sık görülen kronik
metabolik bir hastalıktır. Tip 1 veya insüline bağımlı DM ve tip 2 veya insüline
bağımlı olmayan DM olmak üzere iki farklı DM türü tanımlanmaktadır. DM tanısı
konan hastalarının %85-90’ı tip 2 hastalardan oluşmaktadır(1). Gelişen teknolojiye
bağlı olarak sedanter yaşam ve obezitenin yaygınlaşması, hastalığın tüm dünyada
sıklığının giderek artmasına neden olmuştur. 2000 yılında 151 milyon olan
dünyadaki diyabetli sayısının 2025 yılında 2 katına çikarak yaklaşik olarak 300
milyona ulaşacağı öngörülmektedir(2,3).
DM, organik bir hastalık olmanın yanında, psikiyatrik ve psikososyal boyutları
olan bir durumdur; diabetli fiziksel, duygusal, sosyal ve cinsellikle ilgili bir sürü
sorun ve çatismayla karşi karşiyadır(4,5). Kan şekeri ve düzensizlikleri doğrudan
beyni ve ruhsal işlevleri etkilemektedir. Tersine kan şekeride ruhsal ve duygusal
değişimlerden etkilenir(4,6). Tıbbı tedaviye karşin kan şekeri düzenlenemeyen
olgularda stres ve kaygı önemli bir etkendir. Böyle durumlarda ilacın dozunu
değiştirmeden önce psikolojik ve psikososyal değerlendirme yapılmalıdır(4,6).
Ağır diyet kısıtlamaları, günlük ilaç kullanımının gerekliliği, insülin tedavisi,
diabetin semptomları ve nefropati, nöropati, ve retinopati gibi uzun dönem
komplikasyonları diyabetik hastaların yaşam kalitesinin bozulmasına neden
olmaktadır(7). Diabetik hastalarda fonksiyonel alanda yaşanılan kısıtlılık, iş
alanında karşılaşılan zorluklar ve yeti yitimi genel popülasyondan daha yüksek
oranda bildirilmektedir(8). Çalismalarda yaşam kalitesinin, hiperglisemi, insülin
tedavisi, diyabet süresi, yaş, kadın cinsiyeti, diyabetik komplikasyonlar ve birlikte
olan diğer hastalıklarla ilişkili olduğu bulunmuştur(9). Diabetes mellitusda en sk
1
görülen psikiyatrik durumlar anksiyete ve depresyondur(10). Diabetli hastalarda
depresyon, genel nüfusa göre daha yüksek oranda görülmektedir. Diabete eşlik
eden depresyon, hastanın uyumunu, yaşam kalitesini, tedaviye yanıtı, prognozu,
diyabetin gidişini, mortalite ve morbitideyi olumsuz etkilemekte; diyabetin kontrol
altına alınmasını güçleştirmektedir. Depresyon belirtileri ve diabet belirtileri
birbirini arttırıcı etki etmektedir(4,5).
Diabetin
kontrolünde
temel
amaç,
hastalığın
acil
ve
uzun
süreli
komplikasyonlarından kaçınmak ve iyi bir yaşam sürdürebilmektir(11). Bu
çalismanin amacı; Tip 2 diabet hastalarında meydana gelen depresyon ve anksiyete
oranını, seviyesini, bunlara etki eden hastalık özelliklerini ve sosyodemografik
özelliklere göre farklılıklarını saptamak.
2
GENEL BİLGİLER
DİABETES MELLİTUS
TANIM
Diabetes Mellitus; insülin hormonunun yokluğu, yetersizliği ya da etkisizliği
nedeniyle oluşan, hiperglisemi, dislipidemi, glikozüri ve bunlara eşlik eden birçok
klinik ve biyokimyasal bulgu ile seyreden sistemik kronik bir metabolizma
hastalığıdır(12,13,14).
Diabetes eski Yunanca’da ‘sifon’ anlamına gelir ve aşirı idrar yapımını anlatır.
Mellitus ise yine Yunanca’da ‘bal’ anlammına gelen ‘mel’ kelimesimden
geliştirilmştir(15).
EPİDEMİYOLOJİ
Diabetin sinsi seyirli olması nedeniyle prevalansın saptanmasında güçlük
yaratmaktadır. Dünya üzerinde saptanan en yüksek diabet rakamı 1970’de yapılan
br çalismada %55 oranında ABD‘de Pima Kızılderilerinde saptanmıştır(16).
Hastalık ilk yıllarda genellikle asemptomatik olduğundan gelişmiş ülkelerde
bile diabetikerin bilinmeyen diabetlilere oranı 2/1 dir. WHO nun yaptığı çalismalar
doğrultusunda 100 milyon civarında diabetli sayısı önümüzdeki on yılın sonunda
200 milyona ve 21. yüzyılın ilk çeyreginde de 300 milyona ulaşması
beklenmektedir(17,18). Ülkemizde 1999 yılında tamamlanan Dünya Sağlık Örgütü
destekli Türkiye Diabet Epidemiyoloji Projesinde (TURDEP) %7,2 oranında diabet
saptanmıştır. Tüm diabetlilerin %80‘den fazlası Tıp 2 diabet olup ülkemizde; Tıp 2
diabet %2,5-6 civarındadır. Dünyada endüstrileşmekte olan tüm ülkelerde Tıp 2
diabet sıklığı gitgide artmaktadır(19).
3
SINIFLANDIRMA
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilen sınflama aşağıdaki
gibidir(20).
A-PRİMER DM
1-İnsüline bağımlı DM (Tıp 1 DM)
2-İnsüline bağımlı olmayan DM(Tıp 2 DM)
a) Metabolik sendrom
b) MODY(Gençlerin erişkin tip diabeti)
c) LADA(Erişkinin latentotoimmün diabeti)
d) Malnütrisyonla ilişkili DM
*Fibrokalküloz pankreatopati
*Protein yetersizliğine bağlı DM
B-SEKONDER DM.
C- GESTASYONEL DM
D-BOZULMUŞ GLUKOZ TOLERANSI
E- SINIFLANDIRILMAYANLAR
ADA (American Diabetes Association ) 1998 yılında daha çok
etyolojik ağırlıklı bir sınıflama yapmış ve terminolojide bazı değişiklikler
önermistir(21).
DM’NIN ETYOLOJİK SINIFLANDIRILMASI
I-Tip 1 DM (hücre harabiyeti, genelde mutlak insülin eksikliği mevcut.)
*İmmünolojik
*İdiopatik
II-Tip 2 DM (insülin rezistansı veya insülin sekresyon defekti ön plandadır.)
III-Diğer spesifik tipler
a) hücre fonksiyonunda genetik defektler
MODY 1(Kromozom 20, HNF-4)
4
MODY 2(Kromozom 7, glukokinaz)
MODY 3(Kromozom 12, HNF-1)
MODY 4(Kromozom 13, IPF-1)
MODY 5(Kromozom 17, HNF 1)
MODY 6(Kromozom 2, Neuro D1)
Mitekondrial DNA 3243 mutasyonu
Diğerleri
b) İnsülin etkisinde genetik defektler
Tip A insülin rezistans
Leprechaunism
Rabson-Mandenhall Sendromu
Lipoatrofik diabet
Diğerleri
c) Ekzokrin pankreas hastalıkları
Pankreatit
Travma /pankeratektomi
Neoplazi
Kistik Fibrozis
Hemokromatozis
Fibrokalküloz Pankreatopati
Diğerleri
d) Endokrinopatiler
Akromegali
Cushing Sendromu
Glukagonoma
Feokromasitoma
Hipertiroidism
5
Somatostatinoma
Aldosteronoma
Diğerleri
e) İlaç ya da kimyasal maddeler
Vakor
Pentamidin
Nikotinik Asit
Glukokortikoidler
Tiroid Hormonu
Diazoksit
α-adrenerjik agonistler
Tiazidler
Dilantin
α-INF
Diğerleri
f) İnfeksiyonlar
Konjenital Rubella
CMV
Diğerleri
g) İmmün kaynaklı nadir diabet formları
“Stiff man” sendromu
h) Diabetle birlikte görülen diğer genetik sendromlar
Down Sendromu
Klinefelter Sendromu
Turner Sendromu
Wolfram Sendromu
Friedreich ataksisi
6
Huntington koresi
Laurence-Moon-Biedl Sendromu
Miyotonik distrofi
Porfiria
Prader-Willi Sendromu
IV- Gestasyonel DM
Diyabetik populasyonun %10-20’si Tip 1 DM,%80-90’nı ise Tip 2
DM tarafından oluşturulmaktadır.
Tip 2 Diabetes Mellitusun Etyopatogenezi
Toplumda en sık rastladığımız diabet tipidir. Genellikle 45 yaş üzerinde ilk
yakınmalar
başlar, kronik seyirlidir ve sinsi gidişlidir. Hastaların hekime ilk
başvurma nedenleri polidipsi, poliüri ve polifaji gibi yakınmalardan ziyade görme
bozuklukları, el ve ayaklarda uyuşukluk veya fasiyal sinir paralizisi gibi kronik
komplikasyonlarla ilgili yakınmalardır ve çogunlukla ilk tanı konulduğunda kronik
komplikasyonlar mevcuttur. Hastaların çogu obezdir. Aile öyküsü hemen hepsinde
alınabilmesine karşilık, hastalık henüz tek bir genetik zemine oturtulamamıştır.
Diabetik ketoasidoz koması şiddetli infeksiyon veya mezenter arter embolisi
gibi acil bir durum olmadıkça gelişmez. Bu hastalarda daha sık görülen koma,
yeterli sıvı alınmamasına bağlı gelişen hiperglisemik hiperosmolar non-ketotik
komadır(22).
İnsüline bağımlı olmayan diabetes mellitusun diğer adı “Tip 2 Diabetes
Mellitus”tur. Hastalarda glukoz intoleransı bulgu vermeksizin uzun süredir
düzeyde bozukluklar gelişmesine yol açar(22,23).
Çevre faktörleri ile genetik faktörler şu üç mekanizma ile tip 2 diabete yol
açarlar(24,25,26).
a) Periferik dokularda insülin direnci
b) Pankreastan insülin salınım kusuru
7
c) Karaciğerde glikoz üretiminin artması
Bu hastalarda temel bozukluk insülinin fizyolojik etkilerine karşi periferik
dokularda, özellikle de çizgili kaslarda direnç gelişmesidir. İnsülin direncini
oluşturabilen veya arttırabilen etkenler arasında yaşlanma, sedanter yaşam, obezite,
psişik ve fiziksel stresler, glukokortikoid ve seks hormonu yapısındaki bazı ilaçlar,
akromegali, cushing ve benzeri endokrinopatiler, gebelik, glikoz toksisitesine yol
açan uzun süreli hiperglisemi ve genetik yatkınlık bulunur.
Tip 2 diabette beta hücrelerinin kan şeker düzeyine yanıtı anormaldir. Ancak
yapılan deneyler göstermiştir ki hasta beta hücrelerinin nörojenik uyarılara, oral
antidiabetiklere ve sekretine karşi insülin yanıtının bozulmamış olduğunu
göstermiştir.
Tip 2 diabette özellikle glikoza karşi erken insülin yanıtında bir bozukluk
mevcuttur ve beta hücresi glikozu tanımakta güçlük çeker. Gençlerde ortaya çikan
erişkin tipi diyabette (MODY) ve klasik Tip 2 diyabetli olguların bir kısmında
genetik olarak belirlenen glikokinaz enzim eksikligi bu bozukluğa neden olur.
Karaciğerden glikoz üretiminin artması kısmen insülin eksikliğinden ve bunun
sebep olduğu glukagon fazlalığından, kısmen de insülinin etkisizliğinden
kaynaklanır. Bu bozukluğun sonucu olarak açlık hiperglisemisi gelişmektedir
Prediabet
Daha önce ‘sınırda diabet’ ya da ‘patent diabet’ diye anılan IGT VE IFG, artık
‘prediyabet olarak kabul edilmektedir. Her ikisi de diabet ve kardiovasküler
hastalık için önemli risk faktörleridir(27).
WHO ve IDF 2006 yılı raporunda AKG 100-110mg/dl arasında bulunan
kişilerin çok az bir kısmunda diabet olabileceğinden ve bu sınırdaki kişilerde
yapılması gerekecek OGTT’in getireceği ek maliyetten hareketle, normal AKŞ için
üst sınırın 110 mg/dl olması gerektiği belirtilmiş ve 1999 yılı IFG tanımının 110125 mg/dl olarak korunması benimsenmiştir. WHO/IDF raporunda ayrıca
8
kategorileri için ‘glikoz metabolizmasının ara(intermedier) bozuklukları’ terimini
kullanılması tavsiye edilmektedir. Buna karşilık, ADA ve EASD 2007 yılında
yayınlanan son konsensüs raporlarında ise 2003 yılındaki revizyona uygun olarak
normal AKŞ üst sınırının 100 mg/dl
olmasını ve IFG/IGT kriterlerinin ve
bozukluklar için kullanılan ‘prediabet’ teriminin değişmemesi derektiğini
savunmaktadır(27).
Diabet Semptomları(27):
• Poliüri
• Polidipsi
• Polifaji veya iştahsızlık
• Halsizlik, çabuk yorulma
• Ağız kuruluğu
• Noktüri
• Bulanık görme
• Açılanamayan kilo kaybı
• İnatçı enfeksiyonlar
• Tekrarlayan mantar enfeksiyonları
Tip 2 diabet taraması
• Obez veya kilolu (BKİ ≥ 25 kg/m2) ve özelikle santral obezitesi (bel çevresi
kadında >88cm, erkekte >102cm) olan, 45 yaşindan itibaren, 3 yılda bir,
tercihen AKG ile diabet taraması yapılmadır.
• Ayrıca BKİ≥25kg/m2 olan kişilerin, aşgidaki risk gruplarından birine
mensup olmaları halinde, daha genç yaşlardan itibaren ve daha sık
araştırılmaları gerekir.
1. Birinci derece yakınlarında diabet bulunan kişiler
2. Diabet prevalansı yüksek etnik gruplara mensup kişiler.
9
3. İri bebek doğuran veya daha önce GDM tanısı almış kadınlar.
4. Hipertansif bireyler (kan basıncı:≥140/90)
5. Dislipidemikler (HDL-kolesterol≤35 mg/dl veya trigilserid≥250 mg/dl)
6. Daha önce IFG veya IGT saptanan bireyler
7. Polikistik over sendromu olan kadınlar
8. İnsülin direnci ile ilgili klinik hastalığı veya bulguları(akantozis nig.)
9. Koroner, periferik veya serebral vasküler hastalığı bulunanlar
10. Düşük doğum tartılı doğan kişiler
11. Sedanter yaşam süren veya fizik aktivitesi düşük olan kişiler
12. Doymuş yağlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlıkları
olanlar.
13. Şizofreni hastaları ve atipik antipsikotik ilaç kullanan kişiler.
Ayrıca Tıp 2 diabet riski yüksek çoçuk ve adolesanlarda, 10 yaşindan
itibaren 2 yılda bir diabet taraması yapılmalıdır(27).
Tip 2 Diabet Risk Faktörleri
1-Yaş>45
2-Beden kitle indeksi>25 kg/m2
3-Aile öyküsü
4-Sedanter yaşam
5-Irk/etnik yapı (Pima,Arizona yerlileri,Afrika ve Meksika kökenli Amerikalılar)
6-Daha önceden IFG veya IGT tesbit edilenler
7-Gestasyonel diabet veya iri bebek doğurma öyküsü
8-Hipertansiyon(>140/90 mmHg)
9-HDL kolesterol ≤35 mg/dl ve / veya trigliserit seviyesi >250 mg/dl olanlar
10-Polikistik over sendromlular
11- Vasküler hastalık öyküsü olanlar
10
DİABETES MELLİTUS’UN TANISI
Diabetes Mellitus’un tanı kriterleri, oral glikoz tolerans testi (OGTT)
endikasyonları, OGTT hazırlığı ve yapılışı aşağıda belirtilmiştir(19,28,29,30).
• Bir hafta arayla bakılan en az 8 saatlik tam açlık venöz plazma glikoz
seviyesinin, ikİ ayrı ölçümde 126 mg/dl’ye eşit veya yüksek saptanması
veya;
• Diabete özgü semptomların varlığına ek olarak günün herhangi bir
zamanında ölçülen venöz plazma glikoz değerinin 200 mg/dl ye eşit veya
yüksek olması veya; (Diabete özgü semptomlar; poliüri, polidipsi ve
açıklanamayan kilo kaybıdır.)
• Oral glikoz tolerans testi sırasında 2. saat plazma glikoz düzeyinin 200
mg/dl’ye eşit veya yüksek olması
Oral Glikoz Tolerans Testi (OGTT) Endikasyonları (31)
1. Tarama testinde açlık kan şekerinin 115 mg/dl ve üzerinde ya da postprandiyal
kan şekerinin (120. dakika) 140 mg/dl ve üstünde bulunması.
2. Gestasyonel diabeti belirlemek veya reddetmek.
3. Şişmanlık ve/veya özellikle ağırlıklı ailesel diabet hikayesi olanlar.
4. Otozomal dominant (MODY) tipi diabet hikayesi olanlar.
5. Açıklanamayan nöropati, retinopati, ateroskleroz, koroner arter hastalığı,
periferik vasküler hastalıklar (özellikle 50 yaşina altında olanlarda).
6. Operasyon, stres, travma, infarktüs, serebral vasküler olaylar, kortikosteroid
kullanımı,
gebelik
esnasında
anormal
glikoz
değerleri
veya
glikozüri
görülenlerde,bu olaylar geçtikten sonra test yapılmalıdır.
7. Metabolik sendrom X düşünülen kişilerde
8. Reaktif hipoglisemi düşünülen kişilerde (bu kişilerde OGTT süresi daha uzun
tutulur
11
Tablo-1: Diabetes mellitus ve glikoz metabolizmasının
diğer bozukluklarında tanı kriterleri(32)
Diabetes mellitus
Rasgele diabet(+diabet semptomları)
≥200
AKG(en az 8 saatlik açlığı takiben)
≥126
OGTT’de 2. Saat KG
≥200
Bozulmuş glukoz toleransı(IGT)
OGTT‘de 2. saat
140-199
Bozulmuş açlık glikozu(IFG)
AK(en az 8 satlik açlığı takiben)
100-125
Diğer Laboratuar Metodları
DM tanısında plazma glukoz düzeylerinin ölçümünün yanısıra glukozile
hemoglobin(HbA1c) ve serum proteinlerinin (fruktozamin) ölçümleride önemlidir.
HbA1c normalde total hemoglobinin %4-6’sını teşkil eder ve kan glukozu uzun
süre yüksek kalan diabetlilerde bu değer yükselir. Glukozile hemoglobinlerin yarı
ömrü, dolaşimdaki eritrositlerin yaşam süresi ile ilişkilidir. Bu nedenle
glukohemoglobin, önceki 8-12 haftadaki kan glukoz durumunu yansıtır.
Glukozile serum proteinlerinden fruktozamin, serum proteinlerinden başlıca
albüminin nonenzimatik glikozilasyonu sonucu ortaya çikar. Genelde 1-3 hafta gibi
kısa sürelik glisemi seviyelerini yansıtır. Fruktozaminin normal sınırı 1.5-2.7
mmol/L’dir.
HbA1c ve fruktozamin ölçümleri dışında idrarda glikoz ölçümü, açlık lipid
profili, proteinüri mevcutsa serum kreatinin ve üre düzeyleri, tiroid fonksiyon
testleri, erişkin diabetlilerde EKG, plazma insülin, proinsülin, C-peptid, spesifik
12
proinsülin antikorunun bakılması önemlidir. Ayrıca Tip 1 DM’in preklinik
döneminde HLA DR4 ve/veya DR3 haplotiplerinin varlığı ve pankreas beta
hücrelerine karşi gelişen
ICA (adacık hücre antikorları), IAA (insülin
otoantikorları) ve anti GAD’ın (Glutamik Asit Dekarboksilaza karşi otoantikorlar)
yüksekliği tanıda önem taşir.
Diabetes Mellitus’ta Yeni Tanı Yöntemleri:
1.İmmunolojik
testler:Preklinik
dönemde
tip1
Diabetin
değerlidirler(33,34).
-Adacık antikoru (ICA)
-İnsülin otoantikoru (IAA)
-Glutamik asit dekorbaksilaz antikorları
2. Periferik insülin direncini belirleyen testler:
- Kan insülin, glikoz ve C peptid oranları
- Hiperinsülinemik öglisemik klemp testi (HECT)
- Minimal model
- İnsülin tolerans testi (ITT)
- İnsülin supresyon testi (IST)
- Homeostasis model assesment (HOMA)
- Continiuos infusion of glucose with model assesment
3. Beta hücre stimülasyon testleri:
- İntravenöz glukoz tolerans testi (IVGTT)
- Glukagon testi
- Standart mixt meal ile C peptid uyarı testi
- Hiperglisemik klemp testi
4. Diğer testler:
- Kapiller bazal membran kalınlığının ölçümü
- Glikoz taşiyıcılarının ölçümü
13
teşhisinde
- Amylin (İslet Amiloid Polipeptid - IAPP) ölçümü
DİABETES MELLİTUS’UN KOMPLİKASYONLARI
A) Akut (metabolik) komplikasyonlar:
-Diabetik ketoasidoz
-Hiperosmolor non-ketotik koma
-Laktik asidoz koması
-Hipoglisemi koması
B) Kronik (dejeneratif) komplikasyonlar:
1) Makrovasküler komplikasyonlar:
- Kardiyovasküler hastalıklar
- Serebrovasküler hastalıklar
- Periferik damar hastalığı
2) Mikrovasküler komplikasyonlar:
- Diabetik nefropati
- Diabetik retinopati
- Diabetik nöropati
Diabetes mellituslu hastalarda doku ve organlarda biyokimyasal, morfolojik
ve fonksiyonel bir takım değişiklikler meydana gelir. Akut dönemde oluşan
metabolik komplikasyonlar yaşamı tehdit edecek düzeyde hatta fatal olabilir, fakat
bugün için asıl sorun daha önce bahsedildiği gibi uzun sürede oluşan, küçük ve
büyük damarların hastalığıdır, buna “kronik vasküler sendrom’da denir. Diabetik
mikroanjiopatik
değişiklikler
diabetik
metabolik
bozukluklarla
hızlanmış
ateroskleroz ve arterioskleroz tablosudur demek yanlış değildir. Buna karşilık
diabetik mikroanjiopatik değişimler genelde diabete has ve tespit edildiğinde diabet
varlığını
akla
getiren
patolojik
damar
bozukluklarıdır(35,36).
Diabetik
mikroanjiopatinin gelişimi hakkında ‘’Metabolik Hipotez’’ ve ‘’Genetik Hipotez’’
isimli iki önemli hipotez vardır(35,36).
14
Tip 2 DM’un Tedavisi
Tip 2 DM tedavisinde diyet, egzersiz ve yaşam stilinin modifikasyonu
önemlidir.
1-) Diyet: Diyet regulasyonu Tip 2 DM kontrolünde ilk tedavi seçeneğidir.
Android tarzdaki abdominal yağlanma Tip 2 DM gelişmesinde bağımsız risk
insülin rezistansı azalır. Ayrıca kalori kısıtlaması hepatik glukoz yapımını azaltır ve
insülinin etkilerinde düzelme ortaya çikar. Hepatik glukoz yapımındaki azalma
açlık plazma glikozunu düşürür ve uzun dönemde metabolik kontrolde etkili olur.
2-) Egzersiz: Egzersiz glukoz alımını, nonoksidatif glukoz kullanımını ve
lipid dengesini etkileyerek insülin sensitivitesini arttırır. Egzersiz adale üzerinde
önemli etkilerini GLUT 4 miktarını ve glukojen sentaz aktivitesini arttırarak yapar.
Ek olarak nonesterifiye yağ asitlerinin alım ve oksidasyonunu ve lipoprotein lipaz
aktivasyonunu arttırır. Koroner arter hastalığı olanlar için egzersiz sakıncalıdır.
Ayrıca proliferatif retinopatisi olanlarda yoğun aerobik egzersiz yerine izometrik
egzersizler yapılmalıdır. Diyet ve egzersizin glisemik kontrolü sağlayamadığı
durumlarda oral hipoglisemik ajanların kullanımına geçilir
3-)Oral Antidiabetik Ajanlar:
A-İnsülinotropik(insülin sekretogog) ajanlar
a)Sülfonilüreler(SU):Bu
ajanlar
primer
etkilerini
pankreas
üzerinde
gösterirler ATP sensitif K kanallarını inhibe ederler, voltaja bağımlı Ca kanalları
açılır, intrasellüler Ca konsantrasyonu artar ve insülin salınımı gerçekleşir.
Ekstrapankreatik etkileri arasında periferik dokularda insülin duyarlılığını
arttırmaları ve hepatik glukoz yapımını azaltmaları sayılabilir. Tip 2 DM’li
hastaların %20-25’i SU’e primer cevapsızlık gösterirler. Başlangıçta iyi glisemik
kontrol gösterenlerde de her yıl %5-10 oranında sekonder yanıtsızlık gelişebilir. En
önemli yan etkileri hipoglisemi ve kilo alımıdır.
15
b)SU Dışı İnsülin Sekretogogları(Meglitinid grubu): Repaglinid ve
nateglinid SU gibi ATP sensitif K kanallarının bir subuniti olan SUR1’e bağlanır ve
kapatır. Etkisi hızlı başlar ve kısa sürmesi nedeniyle erken faz insülin salınımının
azaldığı ve bu nedenle postprandial hiperglisemilerin yoğun olduğu erken dönem
tip 2 diabette etkilidir. İnsülinotropik ajanlar insülin eksikliği gelişmiş, kilolu
olmayan tip 2 diabetlilerde tercih edilir. Obez tip 2 diabetiklerde insülinotropik
ajanlar 2. basamak olmalıdır.
B-İnsülin duyarlılığını arttıran, rezistansını azaltan ajanlar
a)Biguanidler: Biguanidlerin prototipi olan metformin hipoglisemik etkisini
periferik insülin duyarlılığını arttırarak, glukoz emilimini azaltarak ve hepatik
glukoneogenezi azaltarak gösterir. İnsülin sekresyonunu arttırmaz. GLUT-1 ve
GLUT-4’ün plazma membranına translokasyonunu arttırarak glukoz transportunu
olumlu yönde etkilemektedir.
Metformin ince barsaktan emilir, plazma proteinlerine bağlanmaz ve idrarla
değişmeden atılır. Böbrek ve karaciğer fonksiyon bozukluğu olanlar ve aşirı alkol
tüketenlerde kullanlmamalıdır. Anorektik etkisi nedeniyle obez tip 2 diabetiklerde
ilk tercih olmalıdır. SU, TZD veya insülin ile birlikte kullanıldığında glisemik
kontrolü sağlamada sinerjistik etkileri vardır. Hipoglisemi yapmaz.
b)Thiazolidinedionlar(TZD): Etkilerini peroksizom proliferatör aktive
edilmiş reseptörlere (PPARγ) bağlanarak gösterir. Bu molekül insüline yanıt veren
dokusunda, insülinle uyarılan glikoz alımını, GLUT1, GLUT4 reseptör
ekspresyonunu arttırmaktadır. Ayrıca trigliserit klirensini ve glikojen sentaz
aktivitesini arttırırken, hepatik glukoneogenezisi azaltır. İlacın insülin sekresyonuna
etkisi yoktur, insülin sensitivitesini arttırır. İnsülin rezistansının ön planda olduğu
tip 2 diabetlilerde tercih edilmelidir. Bilinen karaciğer hastalığı olanlar ve ALT
değeri normalin 2,5 katını aşmış vakalarda kullanılmamalıdır. TZD
kullanan
hastaların %5’inde görülen ödemin nedeni; sıvı retansiyonu ve endotel
16
permeabilitesindeki artıştır, tedavide diüretiklere yanıt alınamaz. TZD ile doza
bağlı kilo artışı olur ve ilaç insülin veya SU ile kombine edildiğinde bu etki
belirginleşir. Kilo artışının nedeni, PPAR aktivasyonundan kaynaklanan adipogenez
artışı, sıvı retansiyonu ve iştah artışıdır. NYHA’a göre efor kapasitesi III. veya
IV.derece olan vakalarda TZD grubu ilaç kullanılmaz.
C- α-Glukozidaz İnhibitörleri:
Akarboz bir psödotetrasakkarid olup, barsak fırçamsı yüzünde bulunan αglukozidaz enzimlerini inhibe eder. Diyetteki oligo ve disakkaridlerin yıkımını
engelleyerek glikoz emilimini geciktirir. Ayrıca enterohormonların sekresyonunu
etkiler ve GIP azalır, GLP-1 ise artar. Postprandial proinsülin düzeylerini düşürür,
insülin gereksinimini azaltır. Gastrointestinal sistemle ilgili gaz, karın ağrısı gibi
yan etkileri vardır. Diyet ile kontrol edilemeyen yeni tip 2 diabetikler,
insülinotropik ajanlarla kilo alan ve hipoglisemi riski artan yaşlılarda ve komorbid
hastalıkları bulunan ileri yaştaki hastalarda ilk tercih olabilir. Diğer tüm OAD’ler
ve insülin ile birlikte kullanılabilir.
4-) İnsülin:
Tip 2 diabette OAD ‘e primer veya sekonder yanıtsızlık olduğunda
insüline geçilmelidir. Açlık plazma glukozunu kontrol altına almak için gece
yatarken NPH insülin kullanımı, postprandial glukoz yükseklikleri içinde Lispro
etkili olmaktadır. En önemli istenmeyen etki hipoglisemi ve kilo alınmasıdır.
İnsülin rejimlerinin tipi hastadan hastaya değişir. Total dozu ayarlamak çogu kez
zordur. Obez tip 2 diabetiklerde ağır insülin rezistansı nedeniyle bazen 1 Ü/kg
insüline ihtiyaç olabilir.
17
ANKSİYETE BOZUKLUKLARI:
İç sıkıntısı, kaygı, bunaltı gibi sözcüklerle amlatılmaya çalisilan anksiyete
yaşamı tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan, rahatsız edici, endişe ve korku
duygusudur. İçsel ya da dış dünyadan bir tehlike olasılığı ya da kişi tarfından
tehlikeli olarak algılanıp yorumlanan herhangi bir bu durum karşisında yaşanan bir
duygudurumdur(37). Kişi, kendini bir çesit alarm durumunda ve sanki kötü bir şey
olacakmış gibi hissetmektedir.
Anksiyete, tehlike durumunda aktif hale geçen byolojik bir uyum düzeneğiyle
oluşturulur ve tüm bu uyum sağlayıcı
özellikleri nedeniyle insan yaşamının
sürdürülebilmesi için var olması gerekli duygudur. Ancak sağlıklı olan ve olumsuz
durumlarla başa çikabilmek amacıyla ortaya çikan bu duygunun şiddetli ve uzun
süre yaşanması, bir noktadan sonra kişinin yaşamını, aktivitelerini, sosyal yaşamını
ve kişiler arası ilişkilerini olumsuz etkilemeye başlamaktadır. İşte bu çizgiden sonra
anksiyete, artık kişide ruhsal sorunlar yaratan bir duygu olarak karşimıza çikar.
Anksiyete gerginlik, kaygı ve korku gibi ruhsal belirtilere davranışsal ve
bedensel belirtiler de eşlik etmektedir. Bütün bunların gerçekleşmesi için o duruma
uygun olan otonom sinir sisteminin etkilediği, solunum, kardiovasküler işlevler, ısı
kontrolü gibi hemostatik düzeneklerin işlevi gereklidir.
TARİHÇE:
Anksiyete sözcüğü, darlık ve sıkışma anlamına gelen hindogermanik ‘angh’
kökünden türetilmiştir. Anlamı değişik dillerde benzerlik göstermektedir. ‘anchein’
(boğulmak, sıkılmak) ‘angor’ (boğulmak, nefes düzensizliği) gibi(37).
Çiçero, öznel anksiyete yaşantısının süresi ve yoğunluğundan söz edip, geçici
patlama tarzında olan anksiyeteyi tanımlarken ‘angor’ terimini, daha hafif
ve
süreğen olanı anlatmak için ‘anxietas’ terimi kullanılmıştır. Orta çagda anksiyete
kavramı tanrı korkusuyla ilgili olarak yorumlanmış, hastalık boyutunda ele
alınmamıştır. Varoluşçu akımın ileri sürdüğü ve anksiyetenin özgürlük ve suçluluk
18
bilincinden kaynaklanan hiçlik ve varolmama korkusuyla oluşan bir duygu olduğu
bu nedenle insan ruhunun ulaşacağı doğal bir sonuç olduğu şeklindeki yaklaşimı bu
konuya farklı bir bakış açısı getirmiştir(37).
1869’da Board ‘fizyolojik yetersizliklerin psikolojik bozukluklara yol açtığı’
görüşünden yola çikarak ‘nevrasteni’ terimini ortaya atmış ve bunun tüm anksiyete
bozukluklarını içerdiğini kabul etmiştir. Hecker ise 1893’te nevrastenik hastalarının
çogunun anksiyete ataklarından yakındığına dikkat çekmistir. Öznel anksiyete
yaşantısı olmaksızın somatik anksiyete belirtilerinin ön planda olabileceği görüşü
1908 yılında Stekel’in ‘ezidüel anksiyete’ kavramını ortaya koymasına neden
olmuştur. Nitekim bu yakalşim ileriki yıllarda Beltman tarfından da ‘korkusuz
panik bozukluğu’ adıyla tekrar gündeme gelmiştir(37).
ANKSİYETE BELİRTİLERİ:
1.
Bilişsel belirtiler
2.
Duygusal belirtiler
3.
Danışsal belirtiler
4.
Fizyolojik belirtiler olarak 4 alana ayrılmıştır.,
Bilişsel belirtiler:
Aklın sisli bulanık olması, çevredeki nesneleri uzakmış gibi ya da bulanık
görme, aşirı uyanıklık hali, kendini aşirı gözleme, çevrenin olduğundan farklı ve
gerçek dışı görülmesi, önemli şeyleri hatırlayamama, düşünceyi kontrol edememe,
konsantrasyon güçlüğü, dikkat dağınıklığı(hipervijilans), düşüncede duraksamalar,
bloklar, objektif güçlüğü, nedenselleştirme güçlüğü, kontrolü yitirme duygusu,
başa çikamam korkusu, yineleyici korkulu düşünceler, bilişsel sapmalar.
(distorsiyon) (37).
19
Duygusal belirtiler:
Korku, endişe, dehşet duygusu, tedirginlik alarm durumuna geçme, gerginlik,
sinirlilik, çaresizlik.
Davranışsal belirtiler:
Kaçma, kaçınma, huzursuzluk, olduğu yerde hareketsiz dona kalma,
davranışlarda inhibisyon, konuşma akışında bozukluk, kodinasyon bozukluğu(37).
Fizyolojik belirtiler:
Bunlar genelde organizmanın kendini korumaya yönelik bir savunma durumu
içine girdiğini gösterir. Çarpinti, kalp hızında artma, arteryel kan basıncı
değişiklikleri, bayılma hissi, gerçek bayılma, yüz kızarması, aritmi, derin soluma,
nefes darlığı, kesik soluma, boğazda düğümlenme, bronşiyal spazm, kaslarda
gerginlik, reflekslerde artma, yorgunluk hissi, çabuk yorulma, ağrılar, karın ağrısı,
karında huzursuzluk, spazm, bulantı kusma, ishal, yutma güçlüğü, hava yutma,
ağızda kuruma ya da sulanma, iştah değişiklikleri, uykuya dalma güçlüğü,
uykusuzluk, huzursuz uyku, cinsel isteksizlik, erken boşalma, sık idrar çikma,
yaygın terleme, lokal ellerde terleme, kaşinma krizleri, sıcak ve soğuk basma
nöbetleri, ateş basması gibi belirtiler normalde zaman zaman hepimizde yaşanan
olaylardır. Dikkat edilirse, çogu ya normal normal işlevlerin abartılı hale gelmiş
şekli ya da normal işlevlerdeki, baskılanmalardır(37).
Anksiyete tipleri:
1. Normal anksiyet: İnsanda doğuştan itibaren var olan ve belirli düzeye
kadar sağlıklı, yaşanması gereken bir duygudurumudur. Çünkü, kişinin kendini
geliştirmesine, başarılı olabilmek için daha aktif olarak çalismasina, daha üretici
olmasına yol açar.
2. Patoloji anksiyete:Burada yaşanan anksiyet artık belli eşiği aşip kişiyi
olumsuz biçimde etkilemeye, günlük yaşamını bozmaya yani ona zarar vermeye
başlamıştır. Izdırap verici bir durumdur. Çogu zaman tedavisi gerklidir(37).
20
ANKSİYETE BOZUKLUKLARI (DSMIV-TR Sınıflandırılması)
•
Agorofobi olmadan panik bozukluğu
•
Agorafobi ile panik bozukluğu
•
Panik bozukluğu öyküsü olmadan agorafobi
•
Özgül fobi
•
Sosyal fobi
•
Obsesif kompulsif bozukluk
•
Travma sonrası stres bozukluğu
•
Akut sters bozukluğu
•
Yaygın anksiyete bozukluğu
•
Genel tıbbı bozukluğa bağlıanksiyete bozukluğu
•
Madde kullanımına bağlı anksiyete bozukluğu
•
Başka türlü adlandırılamayan anksiyete bozukluğu
Anksiyete belirtileri gösteren hastalarda tanı şeması:
Eğer hastada anksiyete belirtileri izleniyorsa, tanı koyabilmek için:
A. Organik neden araştırılır, organik neden varsa tanı organik anksiyete ,
B. Organik neden yoksa aşağıdaki nedenler araştırılmalıdır.
•
Belirli durum ya da durumlardan mantıksız biçimde kaçınma ve
topluluklarda bulunma kokusu varsa tanı: ‘sosyal fobi’ olmalıdır.
•
Belirli nesne ya da durumlardan kaçınmalar varsa, ancak
topluluklarda bulunma öyküsü yoksa tanı:‘ özgül fobi’ olmalıdır.
•
Sosyal fobi ve özgül fobi tanısı konamıyorsa, ancak panik atağı
öyküsü ve evden çikma korkusu varsa, tanı: ‘agorafobi ile giden panik
bozukluğu’dur
•
Panik atağı var ancak evden çima kokusu yoksa tanı:
‘agorafobisiz panik bozukluğudur.’
21
•
Yineleyici düşünce ve seremoniler varsa tanı: ‘obsesif kompulsif
bozukluktur.’
•
Geçirilmiş sosyal ya da fiziksel travma öyküsü ve bunları
yeniden yaşantılama yakınması izleniyorsa, tanı: ‘travma sonrası stres
bozukluğudur’
•
Sürekli ve dışarıdan bakıldığında elle tutulur bir nedeni
saptanamayan aşirı endişe durumlarında tanı: ‘yaygın anksiyete
bozukluğu’ olmalıdır.
•
Yukarıda ki şartları karşilamayan durumlarda da tanı: ‘atipik
anksiyet’ olmalıdır.
DEPRESYON:
Tanımlama:
Depresif duygular ( depresif duygu durumu ‘mood’ ) sağlıklı insanlarda
istenmeyen ya da hayal kırıklığına neden olan yaşamsal olaylar karşisında ortaya
çikan sıkıntı, üzüntü, keder içeren duygusal tepkiler olup, yaşamın normal bir
parçası olara kabul edilebilir. Ancak klinikte ruhsal bir çok daha şiddetli ve kişinin
yaşamını olumsuz olarak etkileen, hatta onun tüm yaşamsal işlevlerini bozan,
belirli belirti kümelerinden oluşan bir sendromdur. Temel özellikleri arasında
kederli ve karamsar duygu durumu, kötümser düşünme, gelecek hakkında
umutsuzluk, hayattan zevk alamama, enerji azlığı, psikomotor yavaşlama, iştah ve
uyku düzensizlikleri gibi vejatatif belirtiler yer alır(38).
20.
Yüzyılın
ikinci
yarısında
teknolojik
gelişmeler,
duygudurum
bozukluklarının sebeplerinin araştırılmasında biyolojik faktörlerin rolüyle ilgili
çalismalari hızlandırmıştır. Depresyon etyolojisine yönelik olarak yapılan
nörokimyasal ve nöroendokrinolojik çalışmalar bu alanda önemli adımlar
atılmasına yol açmıştır. Yine depresyonda beynin yapısal yönünün incelenmesi,
22
belli beyin bölgelerinin hastalıktaki rolü için ilgi çekici olmuştur(39).
İnme, Parkinson hastalığı, huntington hastalığı, epilepsi, kafa travması,
vasküler defans, ve Alzheimer hastalığı gibi nörolojik hastalıklarla depresyonun
çok sık birliktelik gösterdiği anlaşilmıştır. Frontal loba, temposal loba ve bazal
gangliyonlara (özellikle kaudat nükleusa) etki eden bozukluklara depresif
semptomların eşlik etme olasılığının yüksek olduğu, ayrıca özellikle sol frontal lob
veya sol kaudat nükleusun etkilenmesinin sağ taraftakilere göre depresyonu daha
fazla tetiklediği ve
daha ağır seyretmesine sebep olduğu bildirilmiştir. Geç
balangıçlı depresyon hastalarında manyetik rezonans görüntüleme incelenmesinde
sıklıkla bayaz cevher hasrına ilişkin ipuçları görüldüğü bildirilmiştir(40).
TARİHÇE:
Depreyon sözcüğü: çökme, kendini kederli hissetme, işlevsel ve yaşamsal
aktivitenin azalması gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kelimenin kökeni olan
‘depress’ sözcüğü ise, latince ‘depressus’ tan gelmektedir. Yazılı kaynaklarda 17.yy
da beri bu sözcüğün kullanıldığına rastlanmaktaysa da, ruhsal bir rahatsızlığın
tanımlanması için kullanımı geçen yüzyılın sonunda Kraepelin tarafından
yapılmıştır(38).
Depresyon ve benzeri ruhsal hastalıkların tanımlanma ve sınıflandırma
çabalari eski çaglara kadar uzanır. Sümer ve Mısır kaynaklarında bu bilgilere
rastlanmaştır. Bilindiği kadarıyla ilk kez eski Yunan’da Hipokrat, bu sendromun
belirtilerini ve etyolojisi ile ilgili bir açıklama getirmiştir. Hipokrat ekolü; vücutta
insanın emosyonları ile ilgili dört sıvının olduğunu ( kan, sarı safra, kara safra,
lenf) ve bunlardan kara safra ve lenf sıvısının mani, melankoli, frenitis ve paranoya
gelişimine neden olduğunu ileri sürmüştür. Hipokrat’ ın ‘eğer üzüntü uzun sürerse
melankolidir’ sözü, o zamanlarda depresyonun bir rahatsızlık olarak ele alındığına
dair iyi bir fikir vermektedir. Aristo’un ‘problemata’ kitabında ve Galen‘in
yazılarında da melankoli tanımı kullanılmaya devam etmiştir(38,40).
23
Tarih öncesi dönemerden beri bilinen ‘nepenthes’ adlı morfin türevinin
antidepressan amaçla kullanımı belki de depresyonun bilinen en eski farmakolojik
tedavi şeklidir. ‘Şok’ tedavisinin öncüleri de hemen hemen aynı çaglarda Lepkas
adasında uygulanmıştır. Bunlardan birkaç yüzyıl sonra M.S.2.yy Soranus Epheisos
diyet, flebotomi, lavman, kusturma, enerjik masaj, güneşlenme, ısıtma ve alkali
kaynak sularının içilmesi, gibi tedavi yöntemlerini önermistir(38).
Batının Hipokrat-Galen tarzı düşünce sistemi, doğunun Çin’de Türk Arap
dünyasında İbni Sina ile doruğa çikan yaklaşimın etkileri sayılmazsa, pek
değişikliğe uğramadan ortaçağa kadar devam etmiştir. 16.yy da bir yanda
çalismalarini hayatıyla ödeyen Vesalius ilk anatomik direksiyonu gerçekleştirirken,
öte yandan karanlık ortaçağ düşüncesi Hipokrat’ın da gerisine düşerek bu
hastalıklarının kökeninin ‘spiritüel’ olduğunu iddia etmeyi sürdürmüştür. Onlara
göre hasta olan kişiler ‘şeytana tutulmuşlardı’, oysa bu yıllarda doğu tıbbı
hastalarını insanca yöntemlerle tedavi etmekteydi(38).
16. ve 17. yy çalismalarini en iyi tanımlayan ifade, depresyonun etyolojisi
konusunda Vesalius’un ‘melenkoli beyin ya da bir başka organın tümöründen
kaynaklanmaktadır.’ görüşüdür. Vesalius’u izleyen Plater, ilk kez merkezi sinir
sisteminin psikiyatrik tablolardan sorumlu organ olduğunu savunmuştur. Çin’ de ise
14.yy ile 20.yy arasını kapsayan geniş dönem içinde depresyonun etyolojisiyle
ilgili olarak ‘yaşamsal hava dolaşimında bozulma, aşirı yas ve hastanın kontrol
edemediği çaresizlik durumları’ tanımlamıştır. 1621 de Burton ‘melankolinin
anatomisi’ adlı üç ciltlik eser yayınlayarak, bu günkü bilgilerimize çok yakın
tanımlamalar yapmıştır. 17.yy’ da Newton ve Bellini ’nin kuramları tıbbı
açıklamalarıda mekanikleştirilmiştir.
O yıllarda Pitcairn, Hofmann gibi bilim
adamları depresyonu dinamik mikropariküler, hidrodinamik ilkeler, kan-lenf-sinir
sıvısının dolaşimında bozulma ile açıklarken, Cullen’ sinir sıvısının düzensiz
hareketinin
belki
de
elektriksel
bir
24
yolla
melankoli
sebebi’ olduğunu
savunmaktaydı(38).
19.yy Pinel, Esquirol, Falter, Mendel ve Kreapel’in katkılarıyla depresyon
buğün bilinen kavramlarına çok yaklaşmıştır.
Falter 1854’de depresyonlu
hastaların zaman içerisnde taşkınlık geliştirdiklerini, sonra tekrar depresif dönemin
ortaya çikabildigini gözlemlemiş ve bu durumu, dalgalanan delilik (la folie
circulare) olarak tanımlamıştır. Aynı dönemde bir diğer psikiyatrist olan
Bailargerise, manik ve depresif dönemlerin aynı hastada görüldüğü durumu, çift
şekilli delilik (la folie a duble forme) olarak adlandırmıştır. 19.yy da Alman
psikiyatri ekolü, modern anlamda ruhsal hastalıkları sınıflandırmaya çalismis ve
Kahlbaum 1882’de mani ve melankolinin aynı hastalık sürecinin farklı dönemleri
olduğunu tanımlamıştır. Bu durumun hafif şekline ise ‘siklotomi’ adını
vermiştir(38).
Kraepelin ise, bugün depresyon olarak anladığımız durumu ‘manik depresif
hastalık’ ve ‘involüsyonel depresyon’ adı altında ele almış ‘dementia prekoks’ ile
ayrımını açık bir biçimde yapmıştır. Kraepel’in nozolojik çalismalari bu yy içinde,
gerek ruhsal hastalıkların tanımlanması, gerekse psikiyatrk hastalıkların etyolojik
kategorik olarak sınıflandırılma çabalarinda yol gösterici omuştur. 20.yy Meyers,
Freud, Adler, Abraham, Bowlby, Rado, Jacobsen’in katkıları yanında
biyolojik
olarakta, buğün çogu hayatta olan araştırmacılar ve birkaç yıl önce aramızdan
ayrılan Winokur ‘un çalismalariyla şekillenmiştir(41).
KLİNİK ÖZELLIKLER:
Depresif bir duygudurum ile ilgili ve zevk almanın kaybı depresyonun anahtar
kelimeleridir. Hastalar kendilerini sıkıntılı, umutsuz ya da değersiz hissettiklerini
söylerler. Hastalar için depresif duygudurum sıklıkla kendini normal üzüntü ya da
yastan ayırt ettiren farklı bir niteliktedir. Hastalar sıklıkla depresif belirtileri
öldürücü ruhsal bir acı olarak tanımlanır. Epresif hastalar bazen işleştikçe kaybolan
bir belirti olan ağlayamamaktan yakınırlar(42).
25
1- Öyküden elde edilen bilgiler:
a) Anhedoni - zevk alamama
b) Arkadaşlar ve aileden uzaklaşma
c) Güdülenme yokluğu ve engellenmeye dayanma gücü azalır,
d) Vejatatif belirtiler:
•
Libido kaybı
•
İştahsızlık ve kilo kaybı
•
İştahsızlık ve kilo alma
•
Düşük enerji düzeyi, yorgunluk
•
Adet düzensizliği
•
Sabah erken uyanma (terminal insonmia) çökkün hastaların
yaklaşik %75’i uykusuzluk veya aşirı uyuma gibi uyku bozukluklarına
sahiptir.
•
Gün içinde dalgalanma( semptomlar sabahleyin kötüleşir.)
e) Kabızlık
f)
Ağız bozukluğu
g) Baş ağrısı
2-Ruhsal durum muayenesinde elde edilen bilgiler:
a) Genel görünüm ve davranış: psikomotor yavaşlama veya ajitasyon,
göz temasında azalma,vucudun öne eğilmesi, kişisel görünüme dikkat
etmememe,
b) Duygulanım:sıkıntılı,
c) Dugudurum:çökkün,
d) Konuşma: azdır ya da kendiliğinden konuşmaz, tek hecelerle, uzun
aralıklarala konuşur, hafif, düşük tonda, ve monotondur.
e) Düşünce içeriğ: çökkün hastaların %60’ında özyikim düşünceleri
26
ve
%15’inde
tamamlanmamış öz yıkım; obsesif yinelemeler, yaygın
umutsuzluk, değersizlik ve suçluluk duyguları; bedenle ilgili zihinsel
uğraşalar; kararsızlık; içerik yetersizliği, varsanı ve sanrılar, (duygu durumla
uyumlu suçluluk, yok olma kötülük görme gibi) kendiliğindenlikte azalma.
f) Duyum: çelinebilirlik, yoğunlaşma güçlüğü, bellek zayıflığı,
yönelim bozukluğu,
g) İçgörü ve yargılama: kişisel değersizlikle ilgili bilişsel bozukluklar
nedeniyle bozulur.
3-Eşlik eden bulgular:
a) Bedensel yakınmalar; depresyonu maskeleyebilir, özellikle kalp
sindirim sistemi, boşaltım sistemi, sırtın alt tarafında ağrı ve ortopedik
yakınmalar,
b) Var olduğunda, sanrı ve varsanıların içeriği çökkün duygudurumla
uyumlu olmaya eğilimlidir. En yaygın olanlar suçluluk, yoksulluk hak
edilmiş kötülük görme, bedenle ilgili ve dünyanın sonu geldiği şeklindedir.
Duygudurumla uygunsuz sanrılar, belirgin duygu durumla açık olarak ilişkisi
olmayan içeriktedirler. Ögregin çökkün duygudurmla ilişkisiz düşünce
sokulması, yayınlanması, etkilenme sanrıları.
4-Yaşa özgü bulgular: depresyon değişik yaşalarda farklı şekillerde
görülebilir:
a) Puberte öncesi: somatik yakınmalar, ajitasyon, tek sesli işitsel
varsanılar, kaygı bzuklukları ve fobiler.
b) Ergenlik:
madde
kötüye
kullanımı,
anti
sosyal
davranış,
huzursuzluk, okuldan kaçma, okul güçlükleri, gelişigüzel cinsel ilişkiler,
reddedilmeye aşirı duyarlılık, yetersiz temizlik.
c) Yaşlılık: bilişsel kusurlar (bellek yitimi, yönelim bozukluğu ve kon
füzyon, psödemans ya da depresyonun defans sendromu, apati)
27
EPİDEMİYOLOJİ VE RİSK ETKENLERİ:
Depresyon psikiyatrik hastalıklar arasında en sık görülenlerden biridir. Kabaca
toplumda her 10 kişiden birinde izlenmekte olup, her dört kadından birisi ve her 810 erkekten birisi yaşamları boyunca en az bir kez depresif epizod geçirmektedir.
Kadınlarda erkeklerde 2 kat fazla görülmektedir. Majör depresyon orta yaşlarda
(20-40) daha sık izlenen bir hastalıktır. Yaşam boyu majör depresyon prevelansını;
Angst 1992’deki çalismasinda %4.4-%19.6 ve Kessler 1994 ’deki çalismasiyla
%17 olarak belirtmiştir.
Doğan ve arkadaşlarının 1995’deki çalismasinda;
ülkemizdeki depresyon yaygınlığı (%8-20) diğer ülkelerdeki oranlara benzer
bulunmuştur. Yine Keslerr 1994’de ki çalismasiyda 1 yıllık süre içersinde toplumun
%10.3’ünde majör depresyon tesbit edilmiştir. 1 yıllık prevelans kadınlarda %8
erkeklerde %3 ciarındadır. Witchen ve arkadaşlarının 1994’deki çalismasinda
yaşam boyu tekrarlayan kısa depresyon oranı %11 olarak verilmiştir.
Depresyonda risk etkenleri:
Yaş :
Depresyon daha çok orta yaş hastalığıdır. Majör depresyon orta yaş ve 45 yaş
altında daha sık görülür. Jorm‘un 2000 yılında ki bir çalismasina göre, daha
öncesinde var olan yaygın kanının aksine, depresyon yaşlılarda daha fazla
görülmektedir. İlerleyen yaşla birlikte hastalarda izlenen depresif belirtilerin
artmasına rağmen, majör depresyon sıklığı artmaktadır(43).
Cinsiyet:
Motor depresyon kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görülmektedir.
Cinsiyet göre ortaya çıkan bu farklılık genç ve orta yaşta daha belirgindir. Yaş
ilerledikçe iki cins arasındaki fark git gide azalmaktadır.
1) Biyolojik ve genetik etkenler: mestürel siklus gibi normal hormon
dalgalanmalarına verilen anormal yanıtlar ya da diğer hormonal etkenler; menopoz,
hamilelik, doğum, hormon ve doğum kontrol ilaçlarının etkileri depresyonun ortaya
28
çikmasinda rol oynayabilmektedir. Ayrıca kadınlarda mono amino oksidoz
seviyeleri yüksektir ve tiroid hormon bozuklukları daha fazla görülür. Postpartum
dönemde ortaya çikan depresyonda
ise, düşen östrojen ve artan prgesteron
düzeyleri sorumlu tutulmaktadır. Premenstural dönemde duygusal insitabilitedeki
artış da benzeri bir değişimle ilişkili olabilir. Oral doğum kontrol haplarının
kullanılması sonucu, progesteron artışıyla birlikte depresif belirtilerinde artması,
bu yaklaşimı desteklemektedir.
2)Psikolojik etkenler: Bu konuda, kadına toplum içinde biçilen rol, bu konuda
ona karşi verilen tepkiler, yaşadığı stersler, çatismalar ve çogu kez bunlarla başa
çikamamanin verdiği çaresizlik, bunlardan sorumlu tutulmaktadır(43).
Irk ve etnik gruplar:
Loosen ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları bir çalismada: majör
depresyon dağılımının ırklara ve etnik gruplara göre farklılık göstermediği ve ırklar
arasında görülen bazı farklılıklarında, daha çok sosyoekonomik durumun
etkisinden kaynaklandığını ileri sürenler yanında, siyah ırkta daha az oranda majör
depresyon izlendiğini ileri sürenlerde olmuştur(43).
Medeni durum:
Depresyon ayrı yaşayan ya da boşanmış eşler arasında daha yüksek oranda
izlenmektedir. Yalnız yaşayan annelerde, evli olanlara göre, depresyon gelişme riski
iki kat daha fazladır. Brown ve Moran’ın 1997 yılında ki çalışmalarında eş kaybının
depresyonun ilk epizoduyla ilişkili Önemli bir çevresel stres etkeni olduğu
görülmüştür. Bu risk cinsiyete göre değişim göstermektedir. Bekar kadınlar,
evlenmiş kadınlara göre daha az depresyon riski yaşarken, bunun tersine evli
erkekler bekar erkeklere göre daha az risk taşimaktadır(43).
Aile öyküsü ve genetik özelliker:
Kendler, 1999 yılında yaptığı çalismada kişinin birinci dereceden biyolojik
akrabalarında majör depresyon öyküsü varsa, kendisinde de depresyon görülme
29
olasılığının arttığını ifade etmişitir. Biyolojik akrabasında majör depresyon
olanlarda, hastalanma oranı erkeklerde %11, kadınlarda %18 düzeyindedir(43).
Erken dönem çoçukluk yaşantıları:
Bazı yazarlar anne baba tarafında sağlanan ve süreklilik gösteren sevgi ve
duygular beslemenin depresyon oluşumunu önledigini, buna karşi anne babadan
ayrılmanın ya da gerçek kayıpların ileri yaşlarda gelişimi açısından risk
oluşturduğunu ileri sürmeşlerdir. Spitz; yaşamın ikinci 6 ayında annesinden ayrı
kalan bebeklerde açık depresif belirtiler
tanımlanmış, kişiyi şekillendiren
dönemlerde yaşanan ayrılık ve kayıpların; ya çocugun depresif yapı geliştirmesine
ya da ancak ilkel savunma düzenekleri kullanarak depresyondan korunabileceğine
dikkati çekmistir(43).
Çoçukluk dönemi yaşantıları:
1.
Kayıplar, özellikle 11 yaş öncesi ebeveyn kaybı ilerki dönemlerde
depresyon gelişimiyle ilişkili bulunmuştur.
2.
Anne abanın ilgisiz tutumu, özellikle 17 yaşindan önce karşilaşilan
ihmal bir başka risk etkenidir.
3.
Çoçukluk döneminde yaşanan kötüye kullanım durumları da diğer bir
risk etkenidir. 1994’te Bifulco’nun, 1990’da Haris’in yaptıkları çalismalarda;
aile üyelerinden şiddet görme, aile içinde ya da yakın çevre tarafından cinsel
tacize uğrama gibi olayların depresyonu yaklaşik iki kat arttırdığı görülmüştür.
Birmaher ve arkadaşlarının 1996’da ki çalismasinda çoçukluk dönemlerinde ki
kötüye kullanımlarının hipotalamik-pituiter-adrenal (HPA) eksenin işlevlerini
etkileyebileceği yani kortikotropin salgılatıcı hormon uyarma testinte daha yüksek
derecede ACTH yanıtlarının alındığını ileri sürmektedirler(43).
Hastalık öncesi kişilik özellikleri:
Depresyonun kaplamlı anlaşilabilmesi için, kişinin depresyon epizodu
öncesindeki ‘premorbid’ kişilik yapısı incelenmelidir. Obsesif histrionik, pasif ve
30
bağımlı vede sınır kişilik yapısı özelliklerne sahip olanlarda depresyon daha çok
izlenirken, antisosyal ve paranoid kişili yapısına sahip bireylerde daha az
izlenmekte olduğu yönünde görüşler vardır(43).
Olumsuz yaşam olayları ve stres etkenleri:
Olumsuz yaşam olaylarının tek başlarına değil, ancak kişide genetik, biyolojik
ya da psişik bir yatkınlık bulunması durumunda depresyon oluşumuna neden
olduğu düşünülmektedir. Bir çok insan olumsuz yaşam olayları yaşadığı halde
epizoduna girmemektedir. Çünkü negatif olaylar daha çok ‘efektif dia tez’e sahip
bireyler üzerinde etkili olmaktadır. Paykel‘in 1971, 1994 ve 1997‘de
çalışmalarında bu konuyla ilgili bir diğer
ki
hususa dikkat çekilmistir. Yaşanan
olayların kendisinden çok o olayın o kişi tarafından nasıl algılandığıda ruhsal
açıdan çok daha önemlidir. Bu konuyla ilgili olarak 1997’de Brown ve arkadaşları
etkileri uzun süre devam eden yaşam olaylarının depresyon oluşturmadaki rolünü
vurgulamış, kısa süreli etki oluşturan olayların depresyona yol açmadığını ileri
sürmüşlerdir(43).
Sosyo-ekonomik durum ve sosyal destek :
Bruce ve Takeuchi 1991’de yoksul kişillerde depresyon oranının iki kat daha
fazla olduğunu, Rothschild ise 1999 yılındaki çalismasinda dpresyonun kentlerde,
işsizlerde 3 kat, yoksullarda 2 kat daha fazla olduğunu belirtmişlerdir(43).
Diğer psikiyatrik durumlarla birliktelik:
1. Kupfer 2001’de depresyonun tekrarlayabilen ve kronikleşen
bir
hastalık olduğunu, birinci epizoddansonra ortalama %75-80 civarında lüks
oranı olduğunu ifade etmiştir.
2. Anksiyet
bozukluklarının
varlığı,
depresyon
olasılığını
artırmaktadır.
3. Nörolojik hastalıklar; örnegin Parkinson hastalığı, Alzheimer
hastalığı, inme gibi hastalıklarda depresyon yüksek orandadır.
31
4. Birincil
uyku
bozukluklarının
varlığı
depresyon
sıklığını
artırmaktadır.
5. Alkol ve madde kötüye kullanımıyla depresyon arasında daha
yüksek oranda birliktelik izlenir(43).
MAJOR DEPRESİF EPİZOD İÇİN DSM-IV TANI ÖLÇÜTLERI:
A.İki haftalık bir dönem sırasında daha önceki işlevsellik düzeyinde bir
değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki semptomlardan en az beşinin olması:
semptomlardan en az birinin ya (1) deprsif duygudurum ya da (2) ilgi kaybı ya da
artık zevk alamama olamsı gerekir.
Not:
Açıkça genel tıbbı durunma bağlı olan ya da duyguduruma uygun
olamayan hezeyan ya da halüsinasyon semptomlarını katmayınız.
1. Ya hastanın kendisinin bildirmesi (örnegin:kendisini üzgün,
boşlukta hisseder.) ya da başkalarının gözlemesi (örnegin: ağlamaklı bir
görünümü vardır..) ile belirli, hemen her gün yaklaşik gün boyu süren
depresif dugudurum. Not: çoçuklarda ve ergenlerde irritabl duygudurum
bulunabilir.
2. Hemen her gün, yaklaşik gün boyu süren, tüm etkinliklere karşi
ilgide belirgin azalma ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma
(ya hasta kendisinin bildirmesi ya da başkalarınca gözleniyor olması ile
belirlendiği üzere)
3. Perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının
olması(örnegin: ayda vücut kilosunun %5’inden fazlası olmak üzere ya da
hemen hergün iştahın azalmış ya da artmış olması. Not: çoçuklarda beklenen
kilo alımının olmaması.
4. Hemen hergün, insomnia (uykusuzluk) ya da hipersomnia(aşirı
uyku) olması.
5. Hemen hergün, psikomotor ajitasyon ya da reterdasyonun olması
32
(sadece huzursuzluk ya da ağırlaştığı duygularının olduğunun bildirilmesi
yeterli değildir, bunların başkalarınca da gözleniyor olması gerekir.)
6. Hemen hergün yorgunluk-bitkinlik ya da ya da enerji kaybının
olması
7. Hemen hergün, değersizlik, aşirı ya da uygun olmayan suçluluk
duygularının (hezeyan düzeyinde olabilir)
8. Hemen hergün, düşünme ya da düşüncelerini belli bir konu üzerinde
yoğunlaştırma yetisinde azalma ya da kararsızlık (ya hastanın kendisi söyler
ya da başkaları bunu gözlemiştir.)
9. Yineleyici ölüm düşünceleri(sadece ölmekten korkma olarak değil),
özgül bir tasarı kurmaksızın yineleyen intihar etme düşünceleri, intihar
girişimi ya da intihar etmek üzere özgül bir tasarının olması.
B. Bu semptomlar bir Mikst Epizodun tanı ölçütlerini karşilamamaktadır.
C. Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya
ya da toplumsal,
mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.
D. Bu semptomlar bir madde kullanımının (örnegin: kötüye kullanılabilen bir
ilaç)
E.
Bu semptomlar Yas’la daha iyi açıklanamaz, yani sevilen birinin
yitirilmesinden sonra bu semptomlar 2 aydan daha uzun sürer ya da bu semptomlar,
belirgin bir işlevsel bozulm, değersizlik düşünceleriyle hastalık düzeyinde uğraşip
durma, intihar düşünceleri, psikotik semptomlar ya da psikomotor retardasyonla
belirlidir(44).
DİABETES MELLİTUS VE DEPRESYON:
Diabetes mellitus; fiziksel bir hastalıkla birlikte, psikiyatrik ve psikososyal
boyutları olan bir durumdur. Fiziksel özelliklerinin yanında ruhsal ve durgusal,
sosyal, psikoseksüel, marital bir dizi sorun ve çatismalara sebep olur. Başlangıçta
33
yorgunluk hissi, yaygın davranışsal yakınmadır.
Metabolik bozulma ve düzensizliklere; sıklıkla kaygı,huzuruzluk ve
duygudurum değişiklikleri eşlik eder. Kronik hiperglisemi zamanla affektif
bozukluk (depresyon) ve şizofreni benzeri belirtilerle seyreden organik ruhsal
bozukluklara neden olur(45).
Diabetik hastada; davranışsal, duygusal, bilişsel ve insanlar arası ilişkilere
dönük tepkiler gelişebilir ve bu hasta, aile ve hekim için bozukluklara (organik
beyin sendromu), indirek olarak hastalığın algılanması ve yaşam alanlarının
etkisine
bağlı
ciddi
ruhsal
tepkilere(depresyon,
anksiyete)
yol
açabilir.
Psikopatolojik tepkiler diabetin görünümünü, şiddetini, ortaya çikisini, seyrini ve
tedaviye cevabını etkiler.
Diabete, komplikasyonlarına ya da tedavi yöntemine depresyon ve anksiyete
şeklinde uyum bozukluğu gelişebilir. Birçok araştırmada diabetin ortaya
çikmasinda başlatıcı faktörler arasında ruhsal zorlanma yaratan yaşam olaylarının
varlığı gösterilmiştir. Nöronendokrin ve hormonal yollarla kan şekeri düzenlemesi
bozulabilir. Duygusal gerginlik dolaylı olarak diabetin tedavi ve izlenmesini aksatır
ve uyumu bozar. Gerinlik, inkar kızgınlık gibi tepkiler yaşayan hastada beslenme,
insülin alımı, fiziksel etkilere ilişkin kurallara uyum güçleştirir. En basit
psikososyal zorlanma ve ruhsal çatismada bile serbest yağ asitleri kortizon ve kan
şekeri artar. Stres altındaki organizmada; glukagon, katekolaminler, kortizon ve
büyüme hormonu, hiperglisemi ve ketonemiye yol açar. Tıbbı tedaviye rağmen kan
şekeri düzenlenmeyenolgularda stres ve kaygı önemli bir etkendir(46).
Diabete özgü bir kişilik yapısı olup olmadığı uzun yıllar araştırılmıştır.
Belirlenen bazı kişilik özellikleri, ortak bir genetik yapının yansıması ya da kronik
bir hastalık ile baş etmede geliştirilen davranış kalıpları olabilir. Yapılan deskriptif
araştırmalarda A tipi kişilik özellikleri taşiyanlarda enerji düzeyinde azalma, kronik
yorgunluk, irritabilite, depresyon ve psikosseksüel olgunlaşmada gecikme
34
tanımlanmıştır ki bunlar hastanın yaşamını güçleştirmekte, işlevselliği ve aile
yaşantısını olumsuz etkilemektedir(47). Diabet, komplikasyonları, tedavinin sebep
olduğu sınırlamalar, hemostatik dengeyi sarsar ve duygusal tapkiye yol açar. Doğal
sıkıntıdan, kayıp tepkisine, narsistlik bütünlüğün tehdit altında hissedilmesine dek
tepkiler uyandırır. Gelcek endişesi bağımsızlığını, yeterliliğini kaybetme korkusu,
vücut organ ve bölümlerinin zedeleneceği, beden görünümünün bozulacağı,
çevresinin ilgi ve desteğinin zaman içinde kaybolacağı, cinsel yeterliliğin azalacağı
(özellikle erkek hastalarda), suçluluk ve cezalandırılma kaygısı, hastanın
duygudurumunu, bilişsel işlevlerini, dengesini, fiziksel-duygusal otonomisini,
vücut imajını ve sosyal alanını etkiler. Temelde özgüven duygusu zedelenmiştir.
Geliştirilen tepkiler: matem tepkisi, isyan duygusu, inkar kaygı, depresyon,
kızgınlık, patolojik bağımlılık ve regresyondur(48).
Erkek hastalarda, seksüel disfonksiyon önemli bir komplikasyondur ve en
yaygın olarak erektil empotans görülür. Bunların %50’sinde kaygı, depresyon ve
korku gibi psikolojik sendromlar tanımlanmıştır. Diabeti olan kadınlarda cinsel
uyarılmada azalma, libido azlığı ve lubrikasyonda azalma görülür. Gelişen seksüel
güçlüklerde organik ve psikolojik faktörlerin ortak gelişimi vardır(48,49).
35
MATERYAL VE METOD
Bu çalismaya Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diabet polikiliğine
başvuran ADA kriterlerine göre tanı konmuş Tıp 2 diabet hastalarından;
• En az bir yıldır Tıp 2 diabet hastası olan
• En az bir yıldır tedavi gören
• Sorulara cevap verebilecek ve ölçekleri doldurabilecek kadar eğitimi
olan veya diyaloga girebilen
• 30 yaşin üzerinde
• 35’ i erkek 65’i kadın
• 100 hasta
alındı.
Çalışmaya Tıp 1 diabet hastaları,
yeni tanı konmuş, ilaç kullanmayan,
sorulara yanıt veremeyecek kadar yaşlı ve düşkün olan hastalar alınmadı.
Bu hastalara hamilton anksiyete, hamilton depresyon ölçegi ayrıca hastane
anksiyete ve depresyon ölçegi uygulandı. Semptomatoloji tesbit edilerek depresyon
ve anksiyete seviyesi her iki ölçek için ayrı ayrı belirlendi. Somatik belirtiler
belirgin olmadıkça değerlendirmeye alınmadı. Ayrıca hastalar majör depresyon
kriterlerini doldurup doldurmadıkları araştırıldı. Saptanan depresyon ve anksiyete
derecelendirildi. Depresyon ve anksiyete seviyeleri hastaların sahip oldukları
sosyodemografik özelliklere, ek hastalığı, psikiyatrik hastalık öyküsü, gelişen
komplikasyon olup olmamasına göre tekrar değerlendirildi.
Hastane anksiyete ve depresyon ölçegi(hospital anxiety and depresyosion
suale-HAD): Bedensel hastalığı olan hastalar ve birinci basamak sağlık hizmetine
başvuranlarda anksiyete depresyon yönünden riski belirlemek, düzeyini ve şiddet
değişimini ölçmek amacıyla geliştirilmiş kendini değerlendirme ölçegidir(50).
Türkçeye
çevrilmis,
geçerlilik
ve
güvenilirlik
çalismasi
yapılmıştır(51).
Anksiyete(HAD-A) ve depresyon(HAD-D) alt ölçekleri vardır. Toplam 14 soru
36
içerir. Bunların yedisi(tek sayılar) anksiyeteyi ve diğer yedisi (çift sayılar)
depresyonu ölçmektedir. Dörtlü Likert tipi ölçüm sağlar. Hastaların her iki alt
ölçekten alabilecekleri en düşük puan 0 iken en yüksek puan 21 dir.
Hamilton anksiyete derecelendirme ölçegi(HADÖ): Hamilton (1959)(52)
tarafından geliştirilen bu ölçek, anksiyet belirtilerinin şiddetini ölçmek amacıyla
kullanılmaktadır. Ruhsal ve somatik anksiyete kadar depresif semptomları
ölçmektedir. 14 maddeden oluşmuş bu ölçekte, belirti varlığı ve şiddeti, görüşme
anında görüşenin kanaatina dayanmaktadır. Derecelendirme her belirti için ayrıca
belirlenmiş 0 ve 4 arasında bir puanlama dizgesi yardımıyla yapılmaktadır. Türkçe
güvenirlilik ve geçerlilik çelismasi Yazıcı ve arkadaşları(1998)(53) tarafından
yapılmıştır.
Hamilton depresyon derecelendirme ölçegi(HDDÖ):
1961 yılında
Hamilton(54) tarafından depresif hastaların incelenmesi ve belirtilerinin faktör
analizi sonucunda geliştirilen ve 1967’de aynı araştırmacı tarafından gözden
geçirilerek bir takım değişiklerle son şekli verilen HDDÖ (55), depresif hastalarda
belirtilerin şiddetini saptamak amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. Türkçe
geçerlilik ve güvenirlilik çalismasi Akdemir ve arkadaşları (1996)(56) tarafından
yapılmıştır.
37
BULGULAR
Önceden hazırlanan soru formuna bağlı olarak 100 hasta ile yüzyüze
görülmüştür. Sorgulama sırasında hastaların sosyo-demografik ve hastalığının
özelliklerinin belirlenmesinin yanı sıra hastada anksiyete ve depresyon yönünden
belirlemek, düzeyini ve şiddet değişimini ölçmek amcıyla ‘Hastane anksiyete ve
depresyon ölçegi’ ve ‘hamilton anksiyete ve depresyon ölçegi’ kullanılmıştır.
Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde SPSS istatistik paket programı
kullanılmıştır. Hesaplamaların yapılmasında frequency analizler, Student t- testi ve
tek yönlü ANOVA yöntemleri kullanılmıştır.
Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre Hamilton ve HAD ölçegine göre
hastaların demografik özellikleri arasında anlamlı ve anlamsız olan ilişkiler
belirlenmiştir.
Hastaların sosyodemografik özellikleri:
Tablo -2:Cinsiyet
n
%
kadın
65
65,0
erkek
35
35,0
total
100
100,0
Şekil-1
Erkek
35%
Kadın
65%
38
Tablo-3 Yaş grupları
Yaş Grupları
n
%
30-39 yaş
10
10,0
40-49 yaş
28
28,0
50 yaş ve üzeri
62
62,0
Total
100
100,0
Şekil-2
30-39 yaş
10%
40-49 yaş
28%
50 yaş ve
üzeri
62%
Tablo-4 Medeni durum
n
evli
84
84.0
bekar
3
3.0
dul
13
13.0
total
100
100.0
39
Şekil-3
Dul
13%
Bekar
3%
Evli
84%
Tablo-5: Meslek
n
%
Ev kadını
60
60.0
Emekli
8
8.0
Serbest\esnaf
8
8.0
Memur
5
5.0
İşçi
7
7.0
Diğer
12
12.0
Total
100
100.0
Şekil-4
40
7,0
12,0
Diğer
Serbest/Esnaf
5,0
İşçi
8,0
Memur
8,0
Emekli
Ev Kadını
60,0
Tablo-6: Eğitim durumu
Eğitim Durumu
n
%
Eğitimsiz
4
4,0
İlkokul
61
61,0
Ortaokul
19
19,0
Lise
11
11,0
Üniversite
5
5,0
100
100,0
Total
Şekil-5
61,0
19,0
11,0
5,0
Üniversite
Lise
Ortaokul
İlkokul
Eğitimsiz
4,0
Tablo-7 :Aile tipi
n
%
Çekirdek
93
93.0
Geniş
7
7.0
Total
100
100.0
41
Şekil-6
Geniş
7,0%
Çekirdek
93,0%
Tablo-8: Çoçuk sayısı
n
%
Çoçuk sayısı
7
7.0
1-3 çoçuk
71
71.0
4 ve üzeri çoçuk
22
22.0
Total
100
100,0
Şekil-7
71,0
22,0
7,0
Çocuk yok
1-3 çocuk
42
4 ve üzeri
Tablo-9:Yaşadığı yer
n
%
Kır
2
2,0
Kent
87
98,2
Total
100
100,0
Şekil-8
Kır
2%
Kent
98%
Araştırmaya katılan diyabetli hastaların %65’ini kadınlar %35’ini erkekler
oluşturmaktadır. Hastaların %90’nı 40 yaş üzerinededir. 30-39 yaş arasındaki
hastaların oranı %10 dur. Hastaların %61’i ilkokul mezunu olup %4’ü eğitimsiz
ve %5’i üniversite mezunudur. %84’ü evli olan hastaların %93’ü çoçuk sahibidir.
Araştırmaya katılan bireylerin %60’ı ev kadınıdır, emekli olanların oranı ise
%8’dir. Hastalrın %93’ü çekirdek aile yapısına sahiptir.
43
Tablo-10
Hastalık Süresi
n
%
0-5 yıl
42
42,0
6-10 yıl
29
29,0
11-20 yıl
25
25,0
4
4,0
100
100,0
21 yıl ve üzeri
Total
DM Nedeniyle Hastaneye Yatış
Var
23
23,0
Yok
77
77,0
Total
100
100,0
Hastalık Komplikasyonları
Yok
43
43,0
Retiotopi
20
20,0
Nefropati
2
2,0
Nöropati
9
9,0
Retiopati-Nefropati
7
7,0
Retiopati-Nöropati
6
6,0
Neropati-Nöropati
1
1,0
10
10,0
2
100
2,0
100,0
Retiopati-Nefropati-Nöropati
Diğer
Total
Hastalık İçin Sosyal Destek
Var
49
49,0
Yok
51
51,0
100
100,0
Total
Diabet Dışı Hastalık
Var
47
47,0
Yok
53
53,0
Total
100
100,0
DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık
Var
9
9,0
Yok
91
91,0
Total
100
100,0
Ailede Psikiyatrik Hastalık Öyküsü
Var
10
10,0
Yok
90
90,0
Total
100
100,0
44
Araştırma kapsamında yer alan bireylerin %42’si 0-5 yıldır, %29’u 6-10
yıldır, %29’u 11 yıl ve daha uzun süredir diyabet hastasıdır. Araştırma kapsamına
alınan hastaların sadece %23’ü bugüne kadar hastanede yatarak diyabet tedavisi
görmüştür. %77’si ise diyabet nedeniyle hastanede yatmadığını belirtmiştir.
Hastaların %43’de herhangi bir komplikasyon görülmemekle birlikte %20’sinde
retinopati görülmektedir. Diabet hastalarının %49’u hastalğı nedeniyle yakın
çevresnden sosyal destek aldğını ifade etmektedir. Ayrıca %47’si diabet dışında
başka bir hastalığa da sahipken %9’un da DM öncesi psikiyatrik hastalık ve
%10’unun ailesinde psikiyatrik hastalık öyküsü mevcuttur.
Tablo-11 Hastaların HAD ölçeğine göre ortalama puanları
n
%
Ortalama
Std. Error
Puan Aralığı
8,97
0,648
0-39
7,39
0,617
0-28
HAD-A
Eşik altı (0-10 Puan)
67
67,0
Eşik üstü (11 puan üstü)
33
33,0
100
100,0
Eşik altı (0-8 Puan)
60
60,0
Eşik üstü (9 puan üstü)
40
40,0
100
100,0
Total
HAD-D
Total
45
Şekil-9:Diabet hastalarının HAD ölçegine göre anksiyete depresyon oranı
DM’lu hastaların HAD ölçeginden aldıkları puanlara bakıldığında anksiyete
ortalama puanlarının 8,97±0,64 ile eşik altında kaldığı yine depresyon ortalama
puanının da 7,39±0,61 ile yine eşik altında kaldığını görülmektedir. HAD’in
anksiyete
ve
depresyon
alt
ölçeklerinden
aldıkları
puanlar
eşik
üstü
değerlendirildiğinde, hastaların %33’ünün anksiyete alt ölçeginden, %40’ının da
depresyon altölçeginden eşik üstü puan aldıkları görülmektedir. Bununla birlikte
anksiyete alt ölçeginden eşik altı puan alan hastaların oranı %67 iken depresyon
alt ölçeginden eşik altı puan alan hastaların oranı ise %60’tır.
Hastaların özelliklerine göre HAD ölçek puanlarına bakıldığında hastalık
süresi, DM öncesi psikiyatrik hastalık ve ailede psikiyatrik hastalığa yönelik bilgi
ile HAD-A alt ölçegi arasında ilişki istatistiksel anlamda(p<0,05) anlamlı
bulunmuştur. Bununla birlikte HAD-D alt ölçegi ile hastanın özellikleri arasında
istatiksel anlamda anlamlı ilişki bulunmamasına rağmen yaşa, cinsiyete ve DM
öncesi psikiyatrik hastalık olması durumuna göre ilişkiye dikkat edilmelidir.
46
Çalismamizda hastalık ve doğal olarak tedavi süresi uzadıkça HAD-A
ölçeginde anksiyete oranının arttığına dair anlamlı olduğu gözlenmektedir.
Bununla birlikte 21 yıl ve daha uzun süredir hasta olanların HAD-A ortalama
puanının eşik üstünde yer aldığı görülmektedir.
DM hastalarında hastalık süresi ile depresyon etkisi arasında anlamlı ilişki
gözlenmemektedir (p>0.05).
Tablo-12
HASTALARIN ÖZELLİKLERİNE GÖRE ANKSİYETE (HAD-A) ORTALAMA
PUANLARI
Yaş Grupları
N Ortalama Std. D. Std. Error Test İstatistiği
30-39 yaş
40-49 yaş
10
28
10,500
8,643
1,841
5,035
0,582
0,951
F = 0,317
50 yaş ve üzeri
62
8,871
7,480
0,950
p = 0,728>0,05
Kadın
N
65
Ortalama
9,800
Std. D.
6,998
Std. Error
0,868
Erkek
35
7,429
5,124
0,866
Test İstatistiği
F= 3,114
p = 0,080>0,05
Üniversite
5
Ortalama
7,50
8,49
10,42
9,55
9,20
Std. D.
8,583
6,438
8,064
4,083
3,271
Std. Error
4,291
,824
1,850
1,231
1,463
Test İstatistiği
Eğitimsiz
İlkokul
Ortaokul
Lise
N
4
61
19
11
Ortalama
8,238
8,828
8,800
Std. D.
4,873
4,536
8,170
Std. Error
0,752
0,842
1,634
Test İstatistiği
0-5 yıl
6-10 yıl
11-20 yıl
N
42
29
25
21 yıl ve üzeri
4
18,750
14,104
7,052
DM Nedeniyle Hastaneye Yatış
Var
N
23
Ortalama
9,826
Std. D.
10,382
Std. Error
2,165
Yok
77
8,714
4,815
0,549
Var
N
49
Ortalama
8,020
Std. D.
4,567
Std. Error
0,652
Yok
51
9,882
7,832
1,097
DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık
Yok
N
91
Ortalama
8,560
Std. D.
4,902
Std. Error
0,514
Cinsiyet
Eğitim
Hastalık Süresi
Sosyal Destek
Var
9
13,111
15,095
5,032
Ailede Psikiyatrik Hastalık
Yok
N
90
Ortalama
8,433
Std. D.
5,704
Std. Error
0,601
Var
10
13,800
10,539
3,333
47
F= 0,386
p=0,818>0,05
F = 3,469
p=0,019<0,05
Test İstatistiği
F=0,519
p=0,473>0,05
Test İstatistiği
F=2,087
p=0,152>0,05
Test İstatistiği
F=4,170
p=0,043<0,05
Test İstatistiği
F=6,521
p=0,012<0,05
Tablo-13
HASTALARIN ÖZELLİKLERİNE GÖRE
DEPRESYON (HAD-D) ORTALAMA PUANLARI
Test İstatistiği
Yaş Grupları
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
30-39 yaş
10
8,800
5,574
1,763
40-49 yaş
28
8,071
7,092
1,340
50 yaş ve üzeri
62
6,855
5,836
0,741
p = 0,519>0,05
Cinsiyet
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Kadın
65
8,200
6,265
0,777
F= 3,277
Erkek
35
5,886
5,769
0,975
p = 0,073>0,05
Eğitim
N
4
Std. D.
7,136
Std. Error
3,568
Test İstatistiği
Eğitimsiz
Ortalama
5,75
İlkokul
61
8,00
6,387
,818
Ortaokul
19
6,89
6,773
1,554
Lise
11
6,82
4,557
1,374
Üniversite
5
4,40
3,362
1,503
Hastalık Süresi
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
0-5 yıl
42
6,881
6,197
0,956
6-10 yıl
29
7,517
5,269
0,978
11-20 yıl
25
8,120
7,276
1,455
21 yıl ve üzeri
4
7,250
6,292
3,146
DM Nedeniyle Hastaneye Yatış
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Var
23
7,217
7,323
1,527
F=0,023
Yok
77
7,442
5,832
0,665
p=0,879>0,05
Sosyal Destek
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Var
49
8,531
6,249
0,893
F=3,365
Yok
51
6,294
5,944
0,832
p=0,070>0,05
DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Yok
91
7,750
6,235
0,654
F=3,477
Var
9
3,780
4,147
1,382
p=0,065>0,05
Ailede Psikiyatrik Hastalık
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Yok
90
7,278
6,163
0,650
F=0,296
Var
10
8,400
6,450
2,040
p=0,588>0,05
48
F = 0,661
F= 0,558
p=0,694>0,05
Test İstatistiği
F = 0,212
p=0,888>0,05
Tablo-14 HASTALARIN HAMİLTON ANKSİYETE ve DEPRESYON
ÖLÇEĞİ ORTALAMA PUANLARI
n
%
Ortalama
Std. Error
Puan Aralığı
13,38
0,763
0-31
12,72
0,816
0-32
Hamilton DÖ
Depresyon yok (0-7 Puan)
28
28,0
Hafif Depresyon (8-15 puan)
34
34,0
Ağır Depresyon (16 puan ve üstü)
38
38,0
100
100,0
Anksiyete yok (0-7 Puan)
28
28,0
Hafif Anksiyete (8-15 puan)
38
38,0
Ağır Anksiyete (16 puan ve üstü)
34
34,0
100
100,0
Total
Hamilton AÖ
Total
Şeki-10
100
90
DM Hastalarının Hamilton Ölçeğinde
Depresyon Şiddeti Oranı
DM Hastalarının Hamilton Ölçeğinde
Anksiyete Şiddeti Oranı
80
70
60
50
40
30
34,0
38,0
38,0
28,0
34,0
28,0
20
10
0
Depresyon yok Hafif Depresyon Ağır Depresyon Anksiyete yok
49
Hafif Anksiyete Ağır Anksiyete
DM’lu hastaların hamilton AD ölçeginden aldıkları puanlara bakıldığında
depresyon ortalama puanının 13,38±0,76 ile hafif depresyon kategorisinde yine
anksiyete ortalama puanının da 12,72±0,82 ile hafif anksiyete kategorisinde
kaldığı görülmektedir. Hamilton AD ölçeginde anksiyete ve depresyon alt
ölçeklerinden aldıkları puanlar şiddetine göre değerlendirildiğinde, hastaların
%28’inde depresyon görülmemektedir. %34’ünde ise hafif şiddette depresyon
görülürken %38’inde 16 puan ve üstü olarak ağır depresyon görüldüğü ortaya
çikmaktadir. Anksiyete puanları değerlendirildiğinde ise değerlendirildiğinde ise
yine hastaların %28’inde anksiyete görülmektedir.
Hastaların bazı özelliklerine göre alt ölçekler değerlendirildiğinde cinsiyet ve
ailede psikiyatrik hastalık durumu ile Hamilton anksiyete ölçegi arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. Hamilton anksiyete ölçegi
ortalama puanının diyabetli kadınlarda 14,30 iken diyabetli erkeklerde 9,77’dir.
Ailesinde psikiyatrik hastalık olan bireylerin Hamilton anksiyete ölçegine göre
ortalama puanı 18,60 iken ailesinde psikiyatrik hastalık olmayanların Hamilton
anksiyete ölçegine göre ortalama
puanı 12,06’dır.
Hamilton AÖ alt ölçegine göre hastalık süresi ve tedavi şekli ile anksiyete
arasında istatistiksel anlamda anlamlı bir ilşki çikmamasina rağmen izlenmesi ve
dikkat edilmesi gereken ortalama puanların artışı bulunmaktadır. Hastalık süresi
arttıkça anksiyete durumunun arttığı görülmektedir. Bu da uzun hastalık ve tedavi
süresinin olumsuz etkilerinden biridir.
50
Tablo-15
HASTALARIN ÖZELLİKLERİNE GÖRE
DEPRESYON (HAMİLTONDÖ) ORTALAMA PUANLARI
Yaş Grupları
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
30-39 yaş
10 15,500
7,976
2,522
40-49 yaş
28 12,714
7,999
1,512
50 yaş ve üzeri
62 13,339
7,474
0,949
p = 0,615>0,05
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Cinsiyet
Ortalama
F = 0,488
Kadın
65 14,200
7,688
0,954
F= 2,170
Erkek
35 11,857
7,393
1,250
p = 0,144>0,05
Eğitim
N
Eğitimsiz
4
İlkokul
61
Ortaokul
19
Lise
11
Üniversite
5
Hastalık Süresi
N
Ortalama
10,50
Std. D. Std. Error
4,509
2,255
13,67
7,951
1,018
14,95
7,685
1,763
11,36
7,406
2,233
10,60
5,727
2,561
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
F= 0,715
p=0,584>0,05
Test İstatistiği
0-5 yıl
42 12,333
7,634
1,178
6-10 yıl
29 13,517
6,801
1,263
11-20 yıl
25 13,960
8,687
1,737
21 yıl ve üzeri
4
4,193
2,097
DM Nedeniyle Hastaneye Yatış
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Var
23 13,609
9,699
2,022
F=0,027
Yok
77 13,312
6,972
0,795
p=0,871>0,05
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Sosyal Destek
19,750
Ortalama
Ortalama
F = 1,253
p=0,295>0,05
Var
49 13,571
7,357
1,051
F=0,060
Yok
51 13,196
7,955
1,114
p=0,807>0,05
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık
Ortalama
Yok
91 13,374
7,682
0,805
F=0,001
Var
9
7,535
2,512
p=0,979>0,05
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Ailede Psikiyatrik Hastalık
N
13,444
Ortalama
Yok
90 12,922
7,434
0,784
F=3,314
Var
10 17,500
8,554
2,705
p=0,072>0,05
51
Tablo-16
HASTALARIN ÖZELLİKLERİNE GÖRE
ANKSİYETE (HAMİLTONAÖ) ORTALAMA PUANLARI
Yaş Grupları
N
Ortalama
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
30-39 yaş
10 17,000
8,602
2,720
40-49 yaş
28 12,107
8,126
1,536
50 yaş ve üzeri
62 12,306
8,032
1,020
p = 0,217>0,05
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Cinsiyet
Ortalama
F = 1,552
Kadın
65 14,308
8,204
1,018
F= 7,496
Erkek
35 9,771
7,301
1,234
p = 0,007<0,05
Eğitim
N
Eğitimsiz
4
İlkokul
61
Ortaokul
19
Lise
11
Üniversite
5
Hastalık Süresi
N
Ortalama
9,25
Std. D. Std. Error
8,617
4,308
12,69
8,231
1,054
13,79
8,613
1,976
12,82
7,731
2,331
11,600
Ortalama
8,532
3,816
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
F = 0,278
p=0,891>0,05
Test İstatistiği
0-5 yıl
42 12,071
8,724
1,346
6-10 yıl
29 13,069
7,353
1,365
11-20 yıl
25 12,640
8,159
1,632
21 yıl ve üzeri
4
9,000
4,500
DM Nedeniyle Hastaneye Yatış
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Var
23 13,174
9,519
1,985
F=0,092
Yok
77 12,584
7,770
0,886
p=0,7631>0,05
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Sosyal Destek
17,500
Ortalama
Ortalama
F = 0,557
p=0,645>0,05
Var
49 12,898
7,503
1,072
F=0,045
Yok
51 12,549
8,812
1,234
p=0,832>0,05
DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Yok
91 12,484
7,995
0,838
F=0,848
Var
9
9,867
3,289
p=0,359>0,05
Ailede Psikiyatrik Hastalık
N
Std. D.
Std. Error
Test İstatistiği
Yok
90 12,067
7,819
0,824
F=6,068
Var
10 18,600
9,204
2,911
p=0,016<0,05
Ortalama
15,111
Ortalama
52
Şekil-11 Yaş Gruplarına Göre Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60,0
60
39,3
40
30,0
20
38,7
32,1
28,6
30,6
30,6
10,0
0
30-39 yaş
40-49 yaş
Anksiyete yok
50 yaş ve üzeri
Hafif Anksiyete
Ağır Anksiyete
Şekil-12 Yaş Gruplarına Göre Depresyon Durumu (Hamilton DÖ)
80
60
50,0
42,9
40,0
40
37,1
35,7
24,2
21,4
20
38,7
10,0
0
30-39 yaş
40-49 yaş
Depresyon yok
50 yaş ve üzeri
Hafif Depresyon
Ağır Depresyon
Şekil-13 Cinsiyete Göre Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60
36,9
40
40,0
37,1
40,0
23,1
22,9
20
0
Kadın
Anksiyete yok
Erkek
Hafif Anksiyete
53
Ağır Anksiyete
Şekil -14 Cinsiyete Göre Depresyon Durumu (Hamilton DÖ)
80
60
43,1
40
34,3
32,3
24,6
37,1
28,6
20
0
Kadın
Erkek
depesyon yok
hafif depresyon
ağır depresyo
Şekil-15 Eğitime Göre* Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60
41,0
40
32,8
26,2
36,8
36,8
36,4
36,4
27,3
26,3
20
0
İlkokul
Ortaokul
Anksiyete yok
Lise
Hafif Anksiyete
Ağır Anksiyete
* Eğitimsizler ve Üniversite mezunları istatistiki yeterliliği olmadığı için grafiğe alınmamıştır.
Şekil-16 Eğitime Göre* Depresyon Durumu (Hamilton DÖ)
80
60
41,0
40
27,9
36,8
31,1
42,1
36,4
36,4
27,3
21,1
20
0
İlkokul
depresyon yok
Ortaokul
hafif depresyon
Lise
ağır depresyon
* Eğitimsizler ve Üniversite mezunları istatistiki yeterliliği olmadığı için grafiğe alınmamıştır.
54
Şekil-17 Hastalık Süresine Göre Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60
50,0 50,0
41,4
35,7 33,3
31,0
40
37,9
28,0
20,7
20
40,0
32,0
0,0
0
0-5 yıl
6-10 yıl
11-20 yıl
Anksiyete yok
21 yıl ve üzeri
Hafif Anksiyete
Ağır Anksiyete
Şekil-18 Hastalık Süresine Göre Depresyon Durumu (Hamilton DÖ)
100
100,0
80
60
40
38,1
44,8
33,3
28,6
37,9
44,0
28,0 28,0
17,2
20
0,0 0,0
0
0-5 yıl
6-10 yıl
depresyon yok
11-20 yıl
21 yıl ve üzeri
hafif depresyon
ağır depresyon
Şekil-19 DM Nedeniyle Hastaneye Yatışa Göre Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60
40
41,6
39,1
34,8
26,1
26,0
32,5
20
0
Hastaneye Yatanlar
Anksiyete yok
Hastaneye yatmayanlar
Hafif Anksiyete
55
Ağır Anksiyete
Şekil-20 DM Nedeniyle Hastaneye Yatışa Göre Depresyon Durumu
(Hamilton DÖ)
80
60
40
43,5
39,1
39,0
17,4
20
36,4
24,7
0
Hastaneye Yatanlar
depresyon yok
Hastaneye yatmayanlar
hafif depresyon
ağır depresyon
Şekil-21 Sosyal Destek Alma Durumuna Göre Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60
38,8
40
38,8
33,3
37,3
22,4
29,4
20
0
Sosyal destek alanlar
Anksiyete yok
sosyal destek almayanlar
Hafif Anksiyete
Ağır Anksiyete
Şekil-22 Sosyal Destek Alma Durumuna Göre Depresyon Durumu (Hamilton DÖ)
80
60
38,8
40
36,7
31,4
24,5
39,2
29,4
20
0
Sosyal destek alanlar
depresyon yok
sosyal destek almayanlar
hafif depresyon
56
ağır depresyon
Şekil-23 DM Dışı Hastalık Durumuna Göre Anksiyete Durumu (Hamilton AÖ)
80
60
40
38,3
36,2
30,2
25,5
37,7
32,1
20
0
DM Dışında hastalık var
Anksiyete yok
DM dışında hastalık yok
Hafif Anksiyete
Ağır Anksiyete
Şekil-24 DM Dışı Hastalık Durumuna Göre Depresyon Durumu (Hamilton DÖ)
80
60
46,8
40
34,0
31,9
35,8
30,2
21,3
20
0
DM Dışında hastalık var
depresyon yok
DM dışında hastalık yok
hafif depresyon
ağır depresyon
Şekil-25 DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık Durumuna Göre Anksiyete Durumu
(Hamilton AÖ)
80
55,6
60
40
39,6
28,6
31,9
22,2
22,2
20
0
Dm öncesi psikiyatrik hastalık yok
Anksiyete yok
Dm öncesi psikiyatrik hastalık var
Hafif Anksiyete
57
Ağır Anksiyete
Şekil-26 DM Öncesi Psikiyatrik Hastalık Durumuna Göre Depresyon Durumu
(Hamilton DÖ)
80
60
40
34,1
27,5
38,5
33,3
33,3
33,3
20
0
Dm öncesi psikiyatrik hastalık yok
depresyon yok
Dm öncesi psikiyatrik hastalık var
hafif depresyon
ağır depresyon
Şekil-27 Ailede Psikiyatrik Hastalık Durumuna Göre Anksiyete Durumu
(Hamilton AÖ)
80
60
50,0
40
36,7
31,1
50,0
32,2
20
0,0
0
Ailede psikiyatrik hastalık yok
Anksiyete yok
Ailede psikiyatrik hastalık var
Hafif Anksiyete
Ağır Anksiyete
Şekil-28 Ailede Psikiyatrik Hastalık Durumuna Göre Depresyon Durumu
(Hamilton DÖ)
80
60
40
50,0
30,0
33,3
40,0
36,7
20
10,0
0
Ailede psikiyatrik hastalık yok
depresyon yok
Ailede psikiyatrik hastalık var
hafif depresyon
58
ağır depresyon
TARTIŞMA
Diabetes Mellitus fiziksel bir hastalık olmasının yanı sıra, tüm kronik
hastalıklar gibi psikiyatrik ve psikososyal boyutları olan bireyi ruhsal, duygusal,
sosyal, psikoseksüel sorunlarla karşi karşiya bırakan endokrin bir bozukluktur(57).
DM’un tüm davranış ve duygularımızın şekillendiği ortam olan beyni ve diğer
organları etkilediği, psikolojik fenomenlerin tümünün, davranış duygu ve düşünce
merkezlerindeki yani beyninde ki denetimin azalmasıyla
oluşan bilinç dışı
materyal serbestleşmesi ya da yoksunluk, defisitler belirti ve bulgular olarak
tanımlandığı göz önüne alındığında, diabetli bireylerde yeterli psikolojik
organizasyon sağlanmadığında ruhsal tepki
ve bozuklukların oluşabileceği
bilinmektedir(57).
Diabetli hastalarda yaşam boyu depresyon yaygınlığının %14.4-32.5 olduğu,
bu hastaların %40’ında ise anksiyete belirtilerinin görüldüğü bildirilmektedir(58).
Yapılan bu çalışmada olgularda hastane anksiyete depresyon ölçegi ve hamilton
anksiyete depresyon ölçegi uygulanmıştır. Hastaların HAD ölçegine göre aldıkları
puanlar eşik altı ve eşik üstü olarak değerlendirildi. Hastaların %33’ü anksiyete
alt ölçeginden eşik üstü, %40’ı depresyon alt ölçeginden eşik üstü puan aldığı
belirlendi. Hamilton anksiyete depresyon ölçegi sonuçları depresyon veye
anksiyete yok-hafif-ağır olarak sınıflandırıldı. Buna göre hastaların %28’inde
depresyon yok, %34’ünde hafif, %38’inde ağır depresyon; ayrıca %28’inde
anksiyete yok, %38’inde hafif, %34’ünde ağır anksiyete saptanmıştır. Diabetli
hastaların anksiyete ve depresyon düzeylerinin çesitli ölçeklerle araştırıldığı diğer
çalismalara bakıldığında;
BAHAR ve arkadaşları HAD ölçegi kullandığı
çalismasinda hastaların %30.8’nin anksiyete alt ölçeginden eşik üstü, %51.1’nin
depresyon alt ölçeginden eşik üstü puan aldıklarını bildirmiştir.(59) Okanovic ve
arkadaşlarının CES-D (Center of Epidemiolojical Studies Depression Scale)
kullanarak yaptıkları çalismada diyebetlilerdeki depresyon oranını %33 olarak
59
bildirmiştir(60). Gavard 1993 de Marcus 1992 de Lustman 1988 Popkin 1988 de
DM’lu hastalarda yaşam boyu depresyon yaygınlığını %14.4-32.5 olduğunu
bildirmektedir(61,62,63,64). Weyerer ve ark(1989) Tıp 1 ve 2 DM’lu hastalardan
oluşan karışık grupta %27.3 oranında depresyon yaygınlığı bildirilmektedir(65).
Goodnick ve ark 1995 de Tıp 2 DM hastalarında yaşam boyu depresif bozukluk
görülme oranı %11.0-%32.5 arasında olduğunu bildirmektedir(66). Allison ve ark.
2002 yılında yaptıkları çalismada yaygın anksiyete bozukluğunun hastaların
%14’ünde görüldüğü ve en sık anksiyete bozukluğu olduğunu bildirmektedir(67).
Nichols ve Brown diabetli hastalarda depresyon sıklığını %11.2 oranında
bulmuştur(68). Gülseren ve ark Tıp 2 DM hastalarında depresyon oranını (%47.7)
ve anksiyete oranını (%27.7) Tıp 2 DM’lü hastalardan daha yüksek oranda
saptamışlardır(69). Eren ve ark DSM IV tanı ölçütlerine göre 104 diabetli hastanın
%58.9’unda majör depresif tanısı koymuşlardır(58). Yaptığımız çalismada HAD
ölçegine göre tesbit edilen anksiyete depresyon oranı Türkiye’de yapılan
çalışmalarla bezer olmakla beraber, Hamilton ölçegine göre sadece ağır derecede
depresyon ve anksiyete oranı diğer çalışmalardakine yakındır. Farklılık Hamilton
anksiyete ölçegi hassasiyetinin daha fazla olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Türkiye’de anksiyete depresyon oranının daha yüksek çikmasi muhtemel düşük
sosyoekonomik ve eğitim seviyesine bağlıdır.
Hastaların HAD ölçek puanlarına bakıldığında; hastalık süresi, DM öncesi
psikiyatrik hastalık ve ailede psikiyatrik hastalık öyküsü ile HAD-A alt ölçegi
arasındaki ilişki istatistiksel anlamda (p<0,05) anlamlı bulunmuştur. Bununla
birlikte HAD-D alt ölçegi ile hastanın özellikleri arasında istatistiksel anlamda
anlamlı ilşki bulunmamasına rağmen yaşa, cinsiyete, DM öncesi psikiyatrik
hastalık öyküsüne göre ilişkiye dikkat edilmelidir. Hamilton anksiyete ölçegine
göre yaş ilerledikçe ağır anksiyete oranı azalırken (%60→32.1→30.6), hafif
anksiyete oranı artmıştır (%30→39,3→38,7) olarak tesbit edilmiştir. Hamilton
60
depresyon ölçegine göre ise hafif depresyon oranının(%50.0) ve ağır depresyon
oranının (%40.0) en yüksek olduğu dönem 30-39 yaş arası olan dönemdir. Benzer
çalismalarda; BAHAR ve ark. yaptığı çalışamada yaş artıkça depresyon ortalama
puanlarının artığını(59) ve benzer şekilde Zenteno ve Cardiel’de çalismalarinda
saptamışlardır(70). Çalismamizda sadece Hamilton depresyon ölçegine göre
cinsiyet farklılığında anlamlı ilşki bulunmuştur. Kadınlarda ağır anksiyete oranı
(%40.0) iken erkeklerde (%22.9); ağır depresyon kadınlarda (%43,1) erkeklerde
(%28,6) olarak saptanmıştır. Murrel ve ark. 1983 yılında yaptıkları çalismada ise
DM’lu erkeklerde depresyon prevalansını %13.4 ve kadınlarda %25.4 olarak
saptadıklarını bildirmiştir(71). Benzer şekilde Gülseren ve ark. Yaptıkları
çalismada kadın cinsiyetinde olmanın diabetli hastalarda anksiyete ve depresyon
gelişmesini etkilediğini bildirmiştir(69). Hermanns ve ark.
kadın olmanın
anksiyete ve depresyon için risk etkeni olduğunu bildirmişlerdir(72). Nichols ve
Brown, depresyonun diyabetli kadınlarda erkeklerden 2 kat daha çok
görüldüğünü; Lloyd ve ark. kadınlarda anksiyete düzeyinin, erkeklerde ise
depresyon düzeyinin yüksek olduğunu, kan şekeri kontrolü ile anksiyete arasında
ilşki bulunduğunu bildirmişlerdir(73,74). Kadınların daha yatkın olmasının
yanında ülkemizde eğitim seviyelerinin daha düşük olması ve sosyo-ekonomik
özgürlüklerinin daha az olması; anksiyete ve depresyonun daha fazla görülmesinin
muhtemel nedenleri arasında sayılabilir. Hamilton anksiyete depresyon ölçegine
göre hastalarda eğitim seviyesine göre anlamlı bir fark saptanmamıştır. Ancak
eğitim düzeyi düştükçe minimal düzeyde anksiyete ve depresyon düzeyinde artış
saptanmıştır. Aynı veya farklı şekilde sonuçlanan çalismalarda mevcuttur. Bahar
ve arkadaşlarının(59) ve Peyrot ve Rubin‘in yaptığı çalismalarda(75) da benzer
şekilde eğitim düzeyi düştükçe anksiyete, depresyon puanlarında istatistiksel
yönde anlamlı artış olduğunu saptamışlardır. Ancak tersi yönde sonuçlanan
çalismalarda vardır. Hermans ve arkadaşları eğitim düzeyi ile depresyon arasında
61
ilişki olmadığını bildirmişlerdir(72).
Çalismamizda sadece HAD-A alt ölçeginde hastalık süresi ile anksiyete
arasında istatistiksel olarak anlamlı sonuç bulunmasına rağmen süre artıkça diğer
ölçeklerdede anksiyete ve depresyon oranında da belirgin artış olduğu
saptanmıştır. Ancak 20 yıl ve üzerinde hastalık öyküsü olan olgularda %100
depresyon ve anksiyete saptanmıştır. Yeterli olgu olmamasına rağmen yinede 20
yıl ve üzerinde hastalık süresi ve beraberinde getirdiği zorlu yaşam koşulları, artan
komplikasyonlar, tedavi şeklinin değişmesi ve miktarının artması, ek hastalığın
olması ve beraberinde olan yaşlanmanın diyete ve tedaviye uyumu zorlaştırması
muhtemel anksiyete ve depresyon oranının %100 görülmesine neden olmaktadır.
Marcus ve ark., Bradley ve ark., Lewis ve ark. ve Gavard ve ark. yaptıkları
çalismalarda da erken yaşta başlayanlar, diabetli kalma süresi uzun olanlar, en
önemliside komplikasyonlu diabetlilerden oluşan subgrupların depresyona
yakalanma açısından daha çok risk altında oldukları saptanmıştır(76,77,78,61).
Olguların herhangi bir komplikasyon görülenlerinde %78,9’unda anksiyete,
%82,5’ında depresyon görülmekte; herhangi bir komplikasyon görülmeyenlerde
ise
%64,6’sında
anksiyete,
%57,5’inde
depresyon
görülmetedir.
Komplikasyonlardan en çok görülen retinopati olup %20 oranına sahiptir.
Retinopati görülenlerde ise sadece %18,6 sında ankasiyete yokken, depresyonda
%16.3’ ünde yoktur. Buda gösteriyor ki gelişen komplikasyonlar kişinin hayatını
zorlaştırması yanında ek hastalık olmaları nedeniyle ayrıca anksiyete ve
depresyon oranını artırmaktadırlar. Benzer şekilde Zenteno ve Cardiel, kronik
komplikasyonların varlığının depresyon için risk etkeni olduğunu bildirmiştir.(79)
Hermanns ve arkadaşları çalismalarinda, diabetli hastalarda ençok görülen
komplikasyonları şöyle sıralamışlardır. Nöropati (%49,6), retinopati (%31.4) ve
nefropati (%6.2) olarak saptamışlardır(72). Leodom ve arkadaşları, Tıp 2 DM
tanısıyla izledikleri ve komplikasyon gelişen hastalarda depresif belirti
62
düzeylerinin daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir(80). Türkiye’de yapılan
çalismalarda da benzer sonuçlar saptanmıştır.
Eren ve Erdi, diabetik
komplikasyonları olan hastalarda majör depresif bonukluk oranını %68, diabet
komplikasyonu olmayan hastalarda %38.9 olarak bulmuştur(58). Ancak Gülseren
ve arkadaşlarının çalismasinda komplikasyonlar ile depresyon arasında anlamlı
ilişki bulunamamıştır(69).
Sosyal destek alma durumuna ve ek hastalık olması durumuna göre tüm
ölçeklerde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. DM öncesi
psikiyatrik hastalık öyküsü ve ailede psikiyatrik hastalık öyküsü HAD-A ölçegine
göre istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmasına rağmen HAD-D ölçegnde
anlamlı ilişki saptanmamıştır. Hamilton ölçegine göre ise DM öncesi hastalık
olması ağır anksiyete oranında artışa neden olmuş ancak depresyon oranında artış
saptanmamıştır. Ailede psikiyatrik hastalık varlığı Hamilton anksiyete ve
depresyon oranında artışa neden olmuş ancak sadece Hamilton anksiyete oranı
istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır. Hastaların sosyal destek almaları ve
hastaneye yatışları tüm ölçeklere göre anlamlı farklılık görülmemiştir. Ancak
Zenteno Cardiel’in(70) ve Bahar ve arkadaşlarının yaptıkları çalismalarda
hastanede yatanların anksiyete ve depresyon ortalama puanlarını istatistiksel
olarak anlamlı bulmuşlardır. Çalismamizda ki hastanede yatışı olan olgu
yüzdesi(%23) düşük olması analamlı sonuç çikmamasina neden olmuş olabilir.
Depresyon varlığı, kan şekerinin kontrol altına alınmasını ve hastaların
sağaltımına uymalarını olumsuz yönde etkiler depresyonu bulunan diabetik
hastalarda insüline direnç geliştiği bildirilmiştir. Depresyon tedavi edilmediğinde
komplikasyon oranlarında artışa neden olduğu gibi, komplikasyonu olanlarda da
depresif belirti düzeylerinin daha yüksek olduğu yönünde bulgular vardır. Tüm
bunlar göz önüne bulundurulduğunda diabetik hastalarda depresyonun tanınması
ve uygun biçimde tedavi edilmesi önem kazanmaktadır(81).
63
SONUÇ
DM hastaların HAD ölçeginden aldıkları puanlara bakıldığında anksiyete
ortalama puanının 8,97±0,64 ile eşik altında kaldığı yine depresyon ortalama
puanının da 7,39±0,61 ile eşik altında kaldığı görülmektedir. Hamilton AD
ölçeginden aldıkları puanlar ise depresyon ortalama puanının 13,38±0,76 ile hafif
depresyon kategorisinde yine anksiyete ortalama da 12,72±0,82 ile hafif anksiyete
kategorisinde kaldığı görülmektedir. Hastalık özelliklerine göre HAD ölçek
puanlarına bakıldığında hastalık süresi, DM öncesi psikiyatrik hastalık ve ailede
psikiyatrik hastalık öyküsü ile HAD-D ölçegi arasında ki ilişki istatistiksel
anlamda (p<0,05) anlamlı bulunmuştur. Bununla birlikte HAD-D alt ölçegi ile
hastanın özellikleri arasında istatistiksel anlamda anlamlı ilişki bulunmamasına
rağmen yaşa, cinsiyete ve DM öncesi psikiyatrk hastalık olması durumuna göre
ilişkiye dikkat edilmelidir.hastalık süresi arttıkça HAD-A ölçeginde oranının
arttığına dair anlamlı bir ilşki olduğu ancak depresyon puanı arasında anlamlı bir
ilşki gözlenmemektedir. Cinsiyet ve ailede psikiyatrik hastalık durumu ile
Hamilton anksiyete ölçegi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilşki olduğu
görülmektedir. Hastalık süresi arttıkça anksiyete durumunun arttığı görülmektedir.
Diabet yaşam boyu süren kişinin hayatının bir çok noktasını etkileyen ve iyi
tedavi edilmediği takdirde hastada komplikasyonlara yol açabilen kronik bir
hastalıktır. Tanı konulduktan sonra hastanın; yaşamını etkileyecek kronik bir
hastalığa sahip olduğunu ve yaşamını ona göre düzenleyip değiştirmesi
gerektirdiğini kabullenmesi zor olmaktadır. Hastanın hastalığa uyum için
hayatında yapması gereken değişikliler, uyum zorluğu ve hastalığın organik etkisi
hastalarda depresyon ve anksiyete görülmesini arttırmakla beraber; aynı zamanda
anksiyete bozukluğu ve depresyon da; hastalığa bağlı yıkım ve mortaliteyi
arttırması ve hastanın uyumunu daha da zorlaştırması açısından önemlidir. Bu
64
bakımdan hastaya psikiyatrik açıdan erken müdahale edilip, destek sağlanması
hastanın uyumu ve komplikasyonlarının önlenmesi açısından faydalı olacak ve
yaşamını etkilemesi minimale indirilecektir.
65
KAYNAKLAR:
1. Zimmet P Z, Mc Carty D J, de Courten M P(1997) The global epidemiology
of non-insülin-dependent diabetes mellitus and metabolic syndrome, J
Diabetes Complications, 11:60-68
2. Tanyeri F. Diabetes mellitus tanım ve sınıflandırma.Aktüel Tıp Diabet
Forumu 2002; 7:4-10.
3. Yılmaz
T. Diabetes mellitusun tanı kriterleri ve sınıflaması.T Modern
Tedavisi, birinci baskı, İstanbul, Türkiyw diabet vakfı, 2003
4. Özkan S. Psikiyatrik ve psikososyal açıdan diyabet. Psikiyatrik Tıp:
Konsültasyon-Liiyezon Psikiyatrisi, İstanbul, 1993
5. Buzlu S. Diyabetin psikososyal yönü. S Erdoğan(ed), Diabet Hemşireliği
Temel Bilgiler , İstanbul, Yüce Yayın Dağıtım, 2002
6. Akbay Pırıldar Ş. Dahiliye ve psikiyatri V. Diyabette Depresyon ve
Anksiyete Bozuklukları, birinci baskı, İstanbul, Okuyan Us Yayınları, 2003
7. Gries FA, Albertli KGMM(1987) Management of non-insülin-dependent
diabetes mellitus in Europe: a consensus statement, IDF Bull, 32:169-174.
8. Camacho F, Anderson RT, Bell R ve ark.(2002) Investigating correlates of
health related quality of life in a low-income sample of patients with
diabetes. Qual Life Res, 8:783-796
9. Keinanen-kiukaanniemi S, Ohinmaa A, Pajunpaa H ve ark. (1996) Health
related quality of life in diabetic patients measured by the Nottingham Health
Profile. Diabet Med, 13:382-388
10. Lloyd CE, Brown FJ. Depression and diabetes. Curr Women’s Health Rep
2002; 2:188-193.
11. Olgun N. Diabette kendi kendine takip ilkeleri. Diabetes Mellitus’un Modern
Tedavisi. T Yılmaz, M Bahçeci, A Büyükbeşe(eds), Diabetes Mellitus’un
Modern Tedavisi, birinci baskı, İstanbul, Türkiye Diabet Vakfı, 2003.
66
12. Foster DW; Diabetes Mellitus , Harrison’s Principals of internal Medicine,
1979;volüme 2
13. Hatemi H.;Diabetes Mellitus Tarihçesi, Aktüel Tıp Dergisi, Kasım
1996,7:497-499
14. De Fronzo R; Current Management of Diabetes Mellitus; Mosby-Yearbook
Inc;1998;1-218
15. Sodeman
WA.,
Sodeman
TM:
Sodeman’s
Pathologic
Physiology
mechanisms of disease. ÇevirenlerI: V. Cesur, N. Kemal , 1. Baskı, Hekimler
Birliği Vakfı Türkiye Klinikleri Yayınevi. Ankara 1992 Cild2.
16. İliçin G., Biberoğlu K., Süleymanlar G., Ünal S. Temel İç Hastalıkları.Güneş
Kitabevi Ankara 2003;cilt 2:2279-2230
17. King H., Rewers M., and WHO ad hoc Diabetes Reporting grup. Global
estimates for prevalence of diabetes mellitus and impaired glucose tolerance
in adults. Diabetes care 1993;16:157-177
18. King H., Aubert RF., Herman WH.: Global burden of diabetes . 1995-2025.
Diabetes care 1998;21:1414-1431
19. Bağrıaçık N: Tanı, komplikasyonlara yaklaşim, tedavi konsensüs el kitabı.
Novo Nordisk diabet servisi yayınları İstanbul 1997
20. Albertli KGM, Zimmet PZ. For the World Health Organization Consultation,
Diagnosis and Classification of DM provisional report of WHO Consultatin.
Diabetic Med.1998;15;539-553.
21. The Expert Committe on the diagnosis and classification of DM: Report of
the Expert Committe on the diagnosis and classification of DM. Diabetes
Care 2004:27(suupl.1):S:5-10
22. Greene DA: Acute and chronic complications of diabetes mellitus in older
patients. Am J Med, 80(suppl 5A) 39-52 1986.
23. Porte D., Hadler JB: The Endocrine pankreas and diabetes mellitus. İn:
67
Williams RH(ed). Textbook of endocrinology WB Sounders Co 1981, p 716783.
24. Tanyeri F: Diabetes Mellitusun sınıflandırılması ve prevalansı. Aktüel tıp
dergisi, 7:500-503 1996
25. Pickup JC, Williams, G: Texbook of diabetes. 2n edition, Blackwell Science
DLD, 1997. Volume 1.
26. Gündoğdu S, Açbay Ö: Tıp 2 diabetin evreleri ve takip kriterleri. Aktüel Tıp
Dergisi 8:557-559 1996.
27. Satman İ. Yılmaz C. İmamoğlu Ş. Diabetes mellitus ve komplikasyonlarının
tanı, tedavi ve izlem klavuzu.türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği
2007.
28. Kabalık T, Yılmaz C, Tüzün M: Endokrinoloji El Kitabı Ege Üniversitesi,
İzmir, 1995
29. Koloğlu S: Endokrinoloji Temel ve Klinik. 1.Baskı Medikal Network Ankara
1996
30. National Diabetes Date Group: Clasification and diagnosis of diabetes
mellitus and other categories of glucose intelerance 28:1039.1979.
31. S.Büyükdevrim, M T Yılmaz, İ. Satman, N. Dinçağ, K. Karşidağ, Y
Adluntaş. Diyabetolojiye giriş, Labaratuar ve Klinik tanı kriterlerinin
standardizasyonu 1996
32. Satman İ. Yılmaz C. İmamoğlu Ş. Diabetes mellitus ve komplikasyonlarının
tanı, tedavi ve izlem klavuzu.türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği
2007.
33. Palmer JP: Predicting IDDM. Diabetes rewieus, 1:1039-1057. 1991.
34. Tuomiletho J, Zimmet P, Mackay IR et al: Antibödies to glutamic acid
decarboxylase as predictors of
IDDM before clinical onset of disease.
Lancet:343:133-135 1994
68
35. Yenigün M., Diabetes Mellitusun geç komplikasyonları. Her yönüyle
diabetes mellitus kitabından. Editör: Yenigün M. Nobel tıp kitabevi,
1995,s.546-584
36. Yenigün M., Mikro ve makroanjiopatiler: Kardiovasküler diabet. Edt.
Yenigün M., İ.Ü. Basımevi, 1997s:150-222
37. Işik E., Taner Y. Çocuk Ergen ve Erişkinlerde Anksiyete Bozuklukları.
Asimetrik Parelel Kitabevi. S :3-29,2006
38. Işik E.: Depresyon ve Bipolar Bozukluklar, Ankara: Görsel Sanatlar
Matbaacılık 5-11, 2003
39. Özpoyraz N: Depresyonda Nöroanatomik Bağlantılar. Klinik psikiyatrik
Dergisi 5 (ek 4): S:68-72, 2002
40. Jeffrey LC: Nöropsikiyatri ve Davranış Nörolojisi.Çevirenler: Akdal G,
Yener G. Ankara: Çizgi Tıp Yayınevi. S:1-38,2003
41. Ceylan ME: Araştırma ve Klinik Uygulama Biyolojik Psikiyatri 4. Cilt:
Duygudurum Bozuklukları, 1.baskı, İstanbul. S:1-10,2001
42. Kaplan HI, Sadock BJ: Pocket Handbook of Clinacal Psychiatry, second
edition, New York: New York University Medical Center, press Williams
and Wilkins.S:97-112, Novenber 1995
43. Işik E.: Depresyon ve Bipolar Bozukluklar, Ankara: Görsel Sanatlar
Mabaacılık. S:20-32, 2003
44. Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal
Elkitabı. Çevire: Köroğlu E. 4. Baskı, Ankara:Hekimler Yayın Birliği,1998.
45. Khan C.R., Weir G.C.; Joslin’s Textbook of Diabetes Mellitus; Lea&Febiger;
13’th Edition; S:431-445, 1994.
46. Özkan S.; Psikiyatrik Tıp, Konsültasyon ve Liyezon Psikiyatrisi;S:9599,1995.
47. Bezci M., Alçalar N., Akkaş S., Özkan S.: Psikiyatri ve sosyal açıdan diabet,
69
Aktüel Tıp Dergisi; S:589-592,1996.
48. Köknel Ö; Sencer H; Liyezon Psikyatrisi, Diabetilerde psikososyal sorunlar;
S:129-152
49. Foster DW: Diabetes Mellitus, Harrison’s Principals of internal Medicine,
1979;volume 2
50. Zigmond AS, Snaith PR (1983) The Hospital Anxiety and Depression Scale.
Acta Psychiatri Scand, 67:361-70.
51. Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L ve ark. (1997) Hastane Anksiyete ve
Depresyon Ölçegi Türkçe formunun geçerlilik ve güvenirliliği. Türk
Psikiyatri Dergisi, 8:280-7.
52. Hamilton M(1959) The assesment of anxiety stat es by rafting. Br J Med
Psychol, 32:50-55.
53. Yazıcı MK, Demir B, Tanrıverdi N ve ark.(1998) Hamilton anksiyete
değerlendirme ölçegi, değerlendiriciler arası güvenirlik ve geçerlilik
çalismasi. Türk Piskiyatri Dergisi, 9:114-117.
54. Hamilton M(1960) A rafting suale for depression. J Neurol Neurosurg
Psychiatry,23:56-62
55. Hamilton M(1967) Development of a rafting suale for primary depressive
illness. Br J Soc Clin Psychol,6:278-296
56. Akdemir A, Örsel SD, Dağ İ ve ark.(1996) Hamilton Depresyon
Derecelendirme Ölçegi’nin(HDDÖ) geçerlilik ve güvenirliliği
ve klinik
kullanımı . Psikiyatri Psikoloji P sikofarmakolojisi Dergisi, 4:251-259.
57. Özkan S.: Psikiyatrik ve psikososyal açıdan diabet, Diabetolojiye giriş,
Bölüm v,(Büyükdevrim S., Yılmaz M.T. Ed.) Fatih Ofset, 1996, İstanbul,
221
58. Eren İ, Erdi Ö, Özcankaya R. Tıp II diabetik hastalarda kan şekeri kontrolü
ile psikiyatrik bozuklukların ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi 200314:184-191
70
59. Bahar A., Sertbaş G., Sönmez A. DM’lu hastaların depresyon ve anksiyete
düzeylerinin belirlenmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2006;7:18-26
60. Okanovic MP, Peros
K, Szabo S, Begict D, Metelko Z. Depression in
Croation Type 2 diabetic patients: prevalans and risk factors. A Croation
Survey from the European Depressionin Diabetes Research Consortium.
Diabet Med 2005; 22:942-945.
61. Gavard JA, Lustman PJ, Clouse RE. Prevalans of depression in adults with
diabetes. Diabetes Care;1993 16:1167-1178.
62. Marcus MD, Wing R , Guare j ve ark. Lifetime prevalense
of majör
depression and effect on treatment outcome in obese Type II diabetic
patients. Diabetes care, 1992;15:253-255.
63. Lustman PJ, Griffth LS,Clouse RE. Depression in adults with diabetes.
Results of 5-yr follow-up study. Diabetes care. 1988;11:605-612.
64. Popkin MK, Callies AL, Lentz RD ve ark. Prevalans of majör depression,
simple phobia, and other psychiatric disorders in patients with long-standing
Type 1 diabetes mellitus. Arch Gen Psychiatry .1988;45:64-68.
65. Weyeyer S, Hewer W, Pfeifer-Kurda M ve ark. Psychiatric disorders and
diabetes: results from a community study. J Psychosom Res.1989;33:633640.
66. Goodnick PJ, Henry JK, Buki VM. Treatment of depression in patients with
diabetes mellitus. J Clin Psychiatry.1995;56:128-136.
67. Allison B,Grigsby RJ, Anderson KE ve ark. Prevalense of anxietyin adults
with diabetes: a systematic review. J Psychosom Res.2002,53:1053-1060.
68. Nichols GA, Brown JB. Unadjusted and adjusted prevalence of diagnosed
depression in Type 2 diabetes. Diabetes Care 2003;26:744749.
69. Gülseren Ş, Böncü B, Aydemir Ö, Kültür S. Tıp 1 ve tıp 2 diabetes mellituslu
hastalarda anksiyete ve depresyon. 3P Dergisi 2002;10:59-64.
71
70. Zenteno JFT, Cardiel MH. Risk factors associated with depression in patients
with Type 2 diabetes mellitus. Arch Med Res 2002; 33:53-60.
71. Murrell SA, Himmelfarb S, Wright K. Prevalence of depression and its
correlates in older adults. Am J Epidemiol, 1983;117:173-185.
72. Hermanns N, Kulzer B, Krichbaumt M, Kubiak T, Haak T. Affective and
anxiety disorders in a German sample of diabetic patients: prevalence,
comorbidity and risk factors. Diabet Med 2005;22:293-300.
73. Nichols GA, Brown JB. Unadjusted and adjusted prevalence of diagnosed
depression in Type 2 diabetes. Diabetes Care 2003;26:744-749.
74. Lloyd CE, Dyer PH, Barnett AH. Prevalence f symptoms of depression and
anxiety in a diabetes clinic population. Diabet Med 2000;17: 198-202.
75. Peyrot M, Rubin RR. Levels and risks of depression and anxiety
symptomatology among diabetic adults. Diabetes Care 1997;20: 585-590.
76. Wing R.R, Marcus M.D., Blair E.H., Epstein L.H., Burton L.R.:
Symptomatology in obese adults with type 2 diabetes. Diabetes
Care.1990;13(2):170-2.
77. Bradley C., Lewis K.S.: Measures of psychologial well-being and treatment
satisfaction developed from the responses of people with tablet-treated
diabetes. Diabet-Med. 1990;
78. Lewis K.S.,Jenninga A.M,Ward J.D., Bradley C.: Health belief scales
devaloped specifically for people with type 1 diabetes mellitus,
1990;7(2):148-155.
79. Zenteno JFT, Cardiel MH. Risk factors assosciated with depression in
patents with Type 2 diabetes mellitus. Arch Med Res 2002;33:53-60.
80. Leedom L, Meehan WP, Procci W, Zeidler A. Symptoms of depression in
patients with tıp 2 diabetes mellitus. Psychosomatics 1991;32:280-286
72
Download