k resellesme etk s nde t rk dı pol t kasında e l mler

advertisement
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
KÜRESELLEŞME ETKİSİNDE
TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA EĞİLİMLER: AVRUPA MI,
AVRASYA MI, ORTA ASYA MI?
Abdulkadir GÜRSOY
Ankara, 2007
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
KÜRESELLEŞME ETKİSİNDE
TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA EĞİLİMLER: AVRUPA MI,
AVRASYA MI, ORTA ASYA MI?
Abdulkadir GÜRSOY
TEZ DANIŞMANI
Doç. Dr. İdris BAL
Ankara, 2007
(Fotokopi ile çoğaltılabilir)
ÖZET
Küreselleşme
beraberinde
bölgeselleşmeyi,
gruplaşmayı
getirmiştir.
Bölgeselleşmenin en başarılı örneği Avrupa Birliği (AB)’dir. Türkiye 1963 Ankara
Antlaşması ile başlayan süreçle AB’ye katılmayı hedeflemiştir. Ancak Komünizm
tehlikesi ortadan kalktıktan sonra, AB Türkiye’ye bakışında kendi arasında ikiye
bölünmüştür. Muhafazakâr olan grup; sınırları belirli bir Avrupa’yı desteklemekte,
kültürel ve dinsel farklılıkları vurgulayarak Türkiye’nin Birliğe katılımına karşı
çıkmaktadırlar. Evrensel Avrupa’yı savunan, liberal düşünceli diğer grup ise;
Avrupa’nın küreselleşme ile daha iyi baş edebilmesi, medeniyetler arasında uyuma
olumlu katkıda bulunulabilmesi ve belki de en önemlisi, gelecekteki güvenlik
gereksinimlerini en etkin şekilde karşılayabilmesi için Türkiye’ye ihtiyaç duyup,
üyeliğini desteklemektedir.
Müzakerelerin çok uzun sürebileceği, üyelikle sonuçlanamayabileceği, imtiyazlı
ortaklık teklifi gibi karışık mesajlar ile Türkiye’nin iç güvenliğini doğrudan
ilgilendiren konulardaki karşılıklı uyuşmazlıklar ve Kıbrıs, Türkiye-AB ilişkilerinin
geleceğini belirsizleştirmektedir. Türkiye için alternatif politikalar Sovyetler
Birliği’nin çöküşü ile ortaya çıkmıştır. Bunlar Avrasyacılık ve Orta Asyacılık olarak
genellenebilir.
Türkiye’nin yeniden pasif ortaklığa adaylığı anlamına gelecek Avrasyacılık
fikrini ikinci plana iterek, Orta Asya devletleri ile olan işbirliğini somutlaştıracak
adımları atmasının, kendisini küreselleşmenin gelecekte yaratacağı ortama, siyasi,
ekonomik ve güvenlik açısından daha hazır hale getirebileceği değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Avrasyacılık, Küreselleşme, Bölgeselleşme,
Orta Asya.
ABSTRACT
Globalism brought in regionalism and grouping with itself. European Union (EU)
can be attributed as the most successful example of regionalism. Through the period
started with Ankara agreement signed in 1963, Turkey aimed to join EU. However, after
communism threat disappeared, view of EU towards membership of Turkey was splitted
into two sides: The conservative group supports a Europe with well defined borders; puts
emphasis on cultural and religious differences between Europe and Turkey and therefore
rejects membership of Turkey. On the other hand, the group supporting a universal and
liberal Europe supports membership of Turkey which they think can help to: improve
Europe’s rivalry against globalism, contribute to harmony between civilizations and
perhaps most vitally support future security requirements of Europe.
The ideas that: negotiations between Turkey and EU about membership of Turkey
can span through a very long time, may not result in membership of Turkey, confusing
messages resulting from offers about privileged partnership instead of full membership
together with disagreements on topics that directly influence internal security concerns
of Turkey and Cyprus, create uncertainties in the future of EU-Turkey relations. In this
situation, alternatives for Turkish foreign policy came up with the collapse of Soviet
Union. These can be generalized as Eurasianism and Central Asianism.
Turkey should initiate practical steps of cooperation with Central Asian countries to
get ready for future political, economic and security concerns of globalism and push
back Eurasianism idea which would again make it as a candidate for passive partnership.
Key Words: European Union, Eurasianism, Globalism, Regionalism, Central Asia.
ÖNSÖZ
Tarihte meydana gelen olaylar o an yaşanıp bitmezler. Önemli olayların çeşitli
boyutlardaki etkileri yıllar ve hatta yüzyıllar sürebilmektedir. Sovyetler Birliği’nin
yıkılışı da bu kapsamda bir etkiye sahiptir. Yani 1980’lerin sonunda başlayan süreç
1990’ların sonunda bitmemiştir. Günümüzde de bunun etkileri tıpkı suya düşen bir
taşın yarattığı halka etkisi gibi devam etmektedir.
Bu açıdan bakıldığında; Sovyetler Birliği’nin yıkılışını müteakip ortaya çıkan
kargaşa ortamında, Türkiye’nin arzu edilen şekilde başarılı bir sınavdan geçtiğini,
günümüz merceğinden bakarak söylemek belki son derece zordur. Ancak o günün
şartlarında konu değerlendirildiğinde, Türkiye’nin imkânları ölçüsünde yaptıkları
küçümsenecek ölçüde de değildir. Türkiye’nin yaptıkları sonuç olarak bir anlamda
temel olarak sayılabilecek şeylerdir. Yani Türkiye’nin sonsuza kadar kaybettiği her
hangi bir fırsat yoktur. Günümüzde yaşanmakta olan bölgeselleşme-gruplaşma ve
küreselleşme etkisinde yaşanan gelişmeler tüm fırsatları, riskleri ile birlikte
Türkiye’nin önünde tutmaya devam etmektedir.
Bu tez çalışmasında, Avrupa Birliği, Avrasyacılık ve Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri ile işbirliği seçenekleri incelenecektir. Çalışmama yaptıkları değerli
katkılarından ve etkili yönlendirmelerinden dolayı tez danışmanım Doç. Dr. İdris
BAL’a teşekkürü bir borç bilirim. Aynı şekilde Prof. Dr. Ertuğrul ÇETİNER’e
verdikleri destekten ve yardımlarından dolayı şükranlarımı, Ruhan ÖZKAN’a içten
teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca tüm öğrenim ile tez sürecinde bana sağladıkları
destekten ve katlandıkları zorluklardan dolayı, aileme olan minnettarlığımı ifade
etmek isterim.
Son olarak; tez çalışmasındaki fikirlerin, bireysel görüşümü yansıttığını,
mensubu olduğum kurumun görüşünü yansıtmadığını önemle vurgulamak isterim.
ii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
ÖNSÖZ…………………………………………………….…………………………ii
İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………....iii
ŞEKİL VE ÇİZELGE LİSTESİ……………………………………………………...vi
KISALTMALAR………………………………………………………...………….vii
BİRİNCİ BÖLÜM
1
GİRİŞ……………………………………………………………………........1
1.1 Çalışmanın Önemi.........................................................................................2
1.2 Amaç ............................................................................................................4
1.3 Kapsam .........................................................................................................4
1.4 Araştırma Yöntemi........................................................................................5
İKİNCİ BÖLÜM
2
KÜRESELLEŞME……………………………………………………………7
2.1 Giriş ..............................................................................................................7
2.2 Küreselleşmenin Tarihsel Temeli ..................................................................7
2.3 SSCB’nin Yıkılmasının Küreselleşmeye Etkileri ...........................................8
2.4 Küreselleşmenin Yarattığı Ekonomik Devler ve Siyasi Etkileri .....................9
2.5 Küreselleşme Süreci ve Bölgeselleşme: AB, NAFTA ve Diğerleri ..............10
2.6 Küreselleşmenin Güvenlik ve Siyasi Boyutu ...............................................12
2.7 Sonuç ..........................................................................................................13
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3
DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞEN TÜRKİYE……………………………..15
3.1 Giriş ............................................................................................................15
3.2 1990 Öncesi Türkiye ...................................................................................15
iii
3.3 1990 Sonrası Türkiye ..................................................................................18
3.4 Günümüzde Türkiye....................................................................................23
3.5 Sonuç ..........................................................................................................28
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4
AVRUPA BİRLİĞİ………………………………………………………….32
4.1 Giriş ............................................................................................................32
4.2 Nereden Nereye...........................................................................................32
4.2.1 Eski Doğu Bloku Ülkelerinin AB Üyeliği ve İki Vitesli Avrupa ..................33
4.2.2 AB: Anayasası Üyeleri Tarafından Reddedilen Süper güç ...........................35
4.3 Hangi Avrupa? ............................................................................................35
4.3.1 Muhafazakâr Avrupa...................................................................................37
4.3.2 Evrensel Avrupa..........................................................................................41
4.4 Türkiye AB İlişkileri ...................................................................................42
4.4.1 Lüksemburg Zirvesi ve Sonuçları ................................................................44
4.4.2 Hazmetme Kapasitesi ve Türkiye’nin Üyeliğine Etkileri .............................47
4.4.3 Müzakere Konuları ve GKRY .....................................................................48
4.4.4 Küreselleşme Boyutunda AB’nin Türkiye’ye Olan İhtiyacı .........................52
4.4.4.1 Enerji .......................................................................................................52
4.4.4.2 Nüfus ve İş Gücü......................................................................................53
4.4.4.3 Medeniyetler Çatışması ve Güvenlik ........................................................55
4.4.5 Ayrıcalıklı Ortaklık ve AB’de Bazı Görüşler ...............................................58
4.4.6 AB Kamuoyunun Türkiye Hakkında Düşündükleri .....................................60
4.5 Üyelik Sürecine Etki Eden Diğer Sorunlar...................................................64
4.5.1 Kıbrıs ..........................................................................................................64
4.5.2 Ermeni Meselesi..........................................................................................66
4.5.3 Irak Sorunu ve Etnik Teröre AB’nin Yaklaşımı ...........................................66
4.5.4 Nitelikli Çoğunluk Sistemi, Kalıcı Kıstlamalar ve Türkiye ..........................67
4.6 Sonuç ..........................................................................................................69
iv
BEŞİNCİ BÖLÜM
5
DIŞ POLİTİKADA YENİ YÖNLER, ALTERNATİFLER………………...75
5.1 Giriş ............................................................................................................75
5.2 Avrasya ve Avrasyacılık..............................................................................76
5.2.1 Avrasya’nın Önemi .....................................................................................77
5.2.2 Avrasyacılık ................................................................................................79
5.2.3 Avrasya’da Güç Dengeleri ...........................................................................83
5.2.4 Avrasyacılık ve Türkiye................................................................................84
5.3 Orta Asya....................................................................................................87
5.3.1 Herkesin Arka Bahçesi: Orta Asya ..............................................................91
5.3.1.1 Rusya ve Orta Asya ..................................................................................92
5.3.1.2 ABD ve Orta Asya ...................................................................................99
5.3.1.3.Çin ve Orta Asya....................................................................................103
5.3.1.4 İran ve Orta Asya ...................................................................................104
5.3.1.5 Türkiye ve Orta Asya .............................................................................109
5.4 Sonuç ........................................................................................................132
ALTINCI BÖLÜM
6
SONUÇ…………………………………………………………………….140
KAYNAKÇA………………………………………………………………………147
v
Sayfa No
ŞEKİLLER VE ÇİZELGELER
Şekil 1: Armed Forces Journel’in Orta Doğu Öngörüsü.
26
Şekil 2: Nabucco Projesi ve Rusya’nın alternatifleri
53
Tablo 1: ABD Nüfüs Sayım Bürosu’na göre 60 yaş üzerindeki nüfusun ülke
nüfuslarına oranı
54
Tablo 2: DİE verilerine göre Türkiye’de nüfusun yaşlara göre dağılımı
54
Tablo 3: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılımı
61
Tablo 4: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılımı
62
Tablo 5: Türkiye gerekli reformları gerçekleştirse bile AB’ye katılımı fikrinin
ülkelere göre desteklenme oranı
63
Tablo 6 : Nitelikli Çoğunluk Oylamasına Göre Ülkelerin Oy Sayısı
68
Tablo 7:Orta Asya Cumhuriyetleri Genel Bilgiler
90
Tablo 8: Türkiye’nin İthalatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı
119
Tablo 9: Türkiye’nin İhracatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı
120
Tablo 10: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’ya Yapılan İhracat
121
Tablo 11: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’nın Nüfus ve Ekonomisine Ait Bilgiler 122
vi
KISALTMALAR
Kısaltma
AB
ABD
ABGS
AÇKT
AET
AP
AT
BYEGM
CARICOM
EİT
EUROSEC
GKRY
KEİT
MERCOSUR
NAFTA
NATO
OAD
PEW
SSCB
SCO
TDD
TİKA
TSK
Açıklama
Avrupa Birliği
Amerika Birleşik Devletleri
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
Avrupa Çelik ve Kömür Topluluğu
Avrupa Ekonomik Topluluğu
Avrupa Parlamentosu
Avrupa Topluluğu
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü
Karayip Ortak Pazarı
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
Avrasya Ekonomi Topluluğu
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
Karadeniz Ekonomik Teşkilatı
Güney Amerika Birliği
North America Free Trade Agrement - Kuzey Amerika Serbest
Ticaret Antlaşması
North Atlantic Treaty Organization - Kuzey Atlantik Antlaşması
Teşkilatı
Orta Asya Devletleri
The PEW Research Center for the People and the Press
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
Şanghay İşbirliği Örgütü
Türk Dilli Devletler
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığını
Türk Silahlı Kuvvetleri
vii
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
Türklerin batının bir parçası olma çabası bir anlamda Orta Asya’dan batıya
doğru göçlerinin başlangıcı kadar eskidir. Bu süreçte Osmanlı İmparatorluğu ile
doruk noktasına ulaşan Türk düşmanlığı da bir o kadar eskidir. Bu nedenle birçokları
için Avrupa Birliği bu düşmanlığı dostluğa, en azından bir tür işbirliğine dönüştürme
yoludur. Bazıları ise Avrupa Birliği içinde bir Türkiye’yi düşünmek dahi
istememektedirler. Her iki tarafta var olan bu grubun düşüncelerini haklı çıkaracak
yeterince destek ise Avrupa Birliğinden gelmektedir.
Yani çok bilindik bu hikâye, artık herkesin aklında aynı anlamlı sonuca
ulaşmamaktadır. Türkiye’deki AB desteği gün geçtikçe azalmaktadır. ABD için de
durum farklı değildir.
AB’nin bazı ülkelerinde ırkçılık artma eğiliminde, ABD’de ise Evangelizmin
etkiyle din yükseliştedir. Müslüman olmak, son zamanlarda ne Amerika’da ne de
Avrupa’da hoş karşılanan sosyal bir özellik değildir. Bu durumda Türkiye kendini,
parçası olmaya çalıştığı bu ortamda rahat hissedebilecek midir? Sorulması gereken
asıl soru bu ve cevabı eğer hayır ise; sorulması gereken müteakip soru, Türkiye’nin
ikinci bir planı var mıdır?
Sovyetler Birliğinin çöküşü ile başlayan süreçte, dünyada siyasi, idari ve
ideolojik olarak büyük değişiklikler olmuş, Türkçe konuşan devletler politik
arenanın merkezine yerleşmiştir. Aynı dönemde küreselleşme olgusu, önce
ekonomik sonra siyasi hayata damgasını vurmuştur. Küreselleşme nedeniyle
ülkelerin yaşadığı ekonomik, teknolojik ve güvenlik endişeleri bölgeselleşmeyi
beraberinde getirmiştir ki bu dünyanın yeniden oluşumu, yeniden kurulması
anlamını taşımaktadır. İşte bu nedenle bu çalışma özünde İsmet İnönü’nün “yeni bir
dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” sözünü irdelemektedir. Yani Türkiye
1
için kurulabilecek yeni bir dünya var mıdır, varsa bile Türkiye o dünyada yerini
alabilir mi?
1.1
ÇALIŞMANIN ÖNEMİ
Türklerin batıya doğru kesintisiz yürüyüşü, dünya tarihinin önemli bir kısmını
oluşturmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci Viyana Kuşatması ile sona eren,
bu kesintisiz ilerleme, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar olan o çileli geri
çekilmeden sonra, başka bir şekil alarak devam etmiştir. Önce Rus İmparatorluğu’na
sonra da Sovyetler Birliği’ne karşı başlayan batıya dönük işbirliğinde, hedef
başlangıçta NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girmek olarak belirlenmiş, daha
sonra bunu Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik takip etmiştir.
Türkiye’nin dış politikası günümüzde de AB’ye üye olmak ve NATO’nun
güvenlik şemsiyesi altında kalmak esaslarına demirli olsa bile; Batı dünyasındaki
dönüşüm ve kararsızlık, Türkiye’nin çıkarları ile çatışmaya başlamıştır. Türkiye,
Avrupa’nın gözünde Komünizm tehlikesine karşı birlikte savaşılacak değerli bir
müttefik rolünden; dini, nüfusu, ekonomik ve coğrafi durumu nedeniyle istenmeyen,
ya da kamuoyu gözünde çoğunlukla istenmeyen ülke durumuna düşmüştür. Halen
AB üyeliğine yönelik görüşmeler, uluslar arası ilişkilerdeki ahde vefa kuralı ile
Türkiye’nin tamamen kaybedilmemesi gerekliliği üzerinde oluşan bir dengede,
zorlukla yürütülmektedir.
Durum Amerika Birleşik Devletleri (ABD) açısından da pek farklı değildir.
Türkiye ABD’nin Irak’ı işgalini desteklememiş; TBMM, Türkiye Cumhuriyeti
topraklarının kullanımı için gerekli olan müsaadeyi ABD’ye ve koalisyon
ortaklarına vermemiştir. O aşamadan sonra başlayan ilişkilerdeki gerginlik, Irak’ın
Süleymaniye kentinde bulunan, Türk irtibat timine karşı yapılan operasyondan
sonra, doruk noktasına ulaşmış, iki müttefikin arasına giren güvensizlik, bir daha
giderilememiştir. Halen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Irak’ın kuzeyine müdahale
talebinde bulunurken; ABD bunun sorunları çözebilecek bir yaklaşım olmadığını
ifade etmekte ve Irak’ta konuşlu PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne karşı da,
2
herhangi bir girişimde bulunmamaktadır. ABD’nin doğrudan ve dolaylı olarak
sorumlu olduğu gelişmeler Irak’ta iç savaş ortamı yaratırken, ülke parçalanmaya
doğru sürüklenmekte, bunun muhtemel sonucu Türkiye tarafından tehdit olarak
algılanmaktadır.1
Günümüzdeki bu gelişmeler Türkiye’nin dış politikada tek yön olarak kabul
ettiği AB üyeliğinin hiçte kolay olmayacağını, hatta gerçekleşmeyebileceğini
göstermekte, ABD’nin son dönem dış politikaları ise Türkiye’nin güvenliğini
tehlikeye atmaktadır. Türkiye AB’den dışlanmak ve NATO’nun güvenlik
şemsiyesine güvenmemek ile yüz yüzedir.2
Diğer taraftan küreselleşmenin dünya ekonomisi üzerinde başlattığı, daha sonra
siyasi boyuta dönüşen bölgeselleşme gerçeği, Türkiye’yi, kendisine yeni stratejik
işbirliği alanları yaratmaya, var olanları daha gerçekçi değerlendirmeye ve ciddi dış
politika alternatifleri oluşturmaya zorlamaktadır. Bunun anlamı Türkiye’nin hiç
olmayacağını düşündüğüne hazır olması gerektiğidir.
Batı sonuçta, Türkiye’nin dış politikasında tek yön değil, sadece alternatiflerden
birisi haline gerilemekte, diğer alternatifler ise ön plana çıkmaktadır. ABD’de ve
AB’de görülen politik ve sosyal değişikliklerin, Türkiye’nin dış politikasına etkileri
ertesinde, Türkiye’nin dış politika alternatiflerinden ikisi olan Avrasyacılık ve Orta
Asya Türk Cumhuriyetleri ile işbirliğinin daha somut bir şekilde ortaya konulmasına
ihtiyaç vardır. Diğer ülkelere ve organizasyonlara karşı herhangi bir dışlama yoluna
gitmeden, Türk Cumhuriyetlerine karşı olan işbirliğinin daha doğal olması
sebebiyle, daha öncelikli olması gerektiği değerlendirilmektedir.
1
Cengiz Çandar, “Öncelikli Tehdit: Kuzey Irak mı? PKK mı?”, Hürriyet Gazetesi, 4.10.2007
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7415704&yazarid=215
2
Tülin Daloğlu, “PKK Tarafından Lekelendi”, Washington Times Gazetesi 2.10.2007 sayısı,
BYEGM.lüğü, 4.10.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/10/04x10x07.htm
3
1.2
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı; Batı dünyasının değişen konjonktürde ve küreselleşmenin
etkisi altında, Türkiye’ye olan güncel ihtiyacını ve değişen bakış açısını ortaya
koyarken, Türkiye ile Batı çıkarlarının başta Türkiye’nin güvenliği olmak üzere çok
önemli konularda artık çatışma sürecine girdiğini sebepleri ile göstermektir. Bu
nedenle, başta AB üyeliği gibi işbirliklerinin arzu edilen sonuca varamayabileceğini
değerlendirerek, Türkiye’nin ihtiyaç duyabileceği alternatif işbirliklerini incelemek
ve önerilerde bulunmak çalışmanın amaçları arasındadır.
1.3
KAPSAM
Soğuk savaş sonrasında dünyada dengeler değişirken ABD’nin ve Avrupa’nın
Türkiye’ye olan ihtiyacını değişmiştir. ABD’nin ve AB’nin son dönemdeki
politikaları, Türkiye’nin başta güvenlik olmak üzere bulunduğu bölgeye yönelik
çıkarları ile çatışmaktadır. Bu durum Türkiye’yi yeni stratejik işbirliklerine
yönlendirmektedir. Tez çalışması kapsamında bu hipotez AB’nin Türkiye karşısında
ortaya koyduğu politik yaklaşımlar ve ABD’nin Irak politikası nedeniyle
Türkiye’nin güvenliğinde meydana gelen hassasiyetler incelenerek desteklenecektir.
Tezde, AB üyeliğinin tek hedef olarak ortaya konulmasının sakıncaları ortaya
konularak Avrasya ve Orta Asya boyutunda bazı öneriler getirilmiştir. Çalışma
devam eden maddelerdeki varsayımlar doğrultusunda geliştirilmiştir.
Bu çalışmada Avrupa Birliğinin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeyeceği veya
Türkiye’nin üye olma isteğini ortadan kaldıracak gerekli şartları yaratacağı, AB’nin
Türkiye’ye yaklaşım yöntemleri ve değişen dünya koşulları nedeniyle Türkiye’nin
AB’ye üye olmayı istemeyebileceği varsayılmıştır.
Buna ek olarak, İkinci Körfez Savaşından sonra Irak’ta meydana gelen
gelişmeler ve bu bağlamda Türkiye’nin NATO müttefiki ABD ile arasında yaşanan
olumsuz gelişmeler, Türkiye’nin bu güvenlik şemsiyesinin ve müttefiklerinin
güvenilirliğini sorgulamasına neden olmuş, bu nedenle bu çalışmada bu güvenin
gelecekte de eski seviyesine geri gelmeyebileceği varsayılmıştır.
4
Ayrıca Irak’ta yaşanması öngörülen, hatta ABD tarafından şartları hazırlanan
parçalanmanın Türkiye’nin ulusal güvenliğine ve çıkarlarına tehdit eder mahiyette
sonuçlar doğurmasının, Türkiye’nin müdahalesine neden olabileceği,3 bununda
Türkiye’nin müttefikleri ile arasında bir kriz, bir husumet veya silahlı çatışma
tehlikesi yaratabileceği gibi gelecekte de karşı kamplarda yer alma sonucunu
yaratabileceği varsayılmıştır.
1.4
ARAŞTIRMA YÖNTEMİ
Tez, kütüphane çalışması yapılarak konuyla ilgili yerli ve yabancı kaynaklar
taranarak hazırlanmıştır. Buna ek olarak elektronik veri tabanlarından yapılan tarama
ile yayımlanmış makale, bildiri ve kitaplar incelenmiştir. Toplanan veri tasnif
edildikten sonra, elde edilen verilere göre Türkiye AB ve ABD ilişkileri,
küreselleşme ve güvenlik boyutunda güncel olarak değerlendirilmiştir. Karşılıklı
ilişkileri olumsuz etkileyen ve gelecekte de etkileyecek olgular ortaya konarak,
ilişkilerdeki değişim sebepleri açıklanmış ve bunların sonucunda Türkiye’nin
gelecekteki dış politikalarını şekillendirebilecek tahmin ve değerlendirmeler AB,
Avrasya ve Orta Asya temel alınarak yeniden yapılmıştır.
Tez çalışması,
altı bölüm halinde hazırlanmıştır. İlk bölüm olan Giriş
bölümünde genel hatlarıyla çalışma tanıtılarak çerçevesi verilmiştir. İkinci bölümde
uluslar arası ilişkilere günümüzde yön veren küreselleşme ve küreselleşmenin
sonucu olarak ortaya çıkan bölgeselleşme ile bunun Türkiye’nin dış politikasına
etkileri incelenmiştir. Avrupa Birliği’nin küreselleşme perspektifinde Türkiye’ye
bakışı da bu bölümde ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, Türkiye’nin dış politikası
1990 öncesi 1990 sonrası ve günümüzde olmak üzere üç ana bölümde incelenmiştir.
Özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında meydana gelen gelişmeler ve
Türkiye’nin tepkileri bu bölümde ele alınmıştır. Dördüncü bölümde, Avrupa Birliği
geçmişten günümüze ele alınmış, AB içindeki fikir ayrılıkları Türkiye açısından
değerlendirilmiştir.
3
Beşinci
bölümde,
Avrupa’ya
Daloğlu, “PKK Tarafından ….
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/10/04x10x07.htm
5
alternatif
olarak
değerlendirilebilecek, Avrasya ve Orta Asya ele alınmıştır. Bu bölümde Orta Asya
Türk Cumhuriyetlerinin durumu ele alınmış, bölgeye yönelik olarak Rusya, ABD,
Çin, İran ve Türkiye’nin faaliyetleri incelenmiştir. Son bölüm olan altıncı bölüm ise
Sonuç bölümüdür.
6
İKİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME
2.1
GİRİŞ
Bu
bölümde
küreselleşme
olgusu
incelenmiştir.
Küreselleşme
olgusu
anlaşılmadan, ülkelerin neden gruplar oluşturduğunu sağlıklı değerlendirmek
mümkün olmayacaktır. Bugün Türkiye’yi AB’ye katılmaya bu olgu zorlamaktadır
dersek, yanlış bir öneride bulunmuş sayılmayız. Türkiye’nin AB’ye katılma
isteğinde, küreselleşme tek etken olmasa da, en azından ekonomik boyutuyla önemli
bir etken olduğunu kabul etmek gerekir. Aynı şekilde küreselleşme, Türkiye’nin AB
haricinde diğer işbirliği seçeneklerine de hazırlıklı olması gerektiğinin sebebini
oluşturmaktadır.
Küreselleşme, bahsedilen önemine binaen, tarihsel sebepleri, SSCB’nin
yıkılışının etkileri, yarattığı ekonomik devlerin uluslar arası siyasete olan etkileri,
bölgeselleşme örnekleri ile siyasi ve güvenlik boyutu dikkate alınarak, müteakip
maddelerde incelenmiş ve tezin geri kalan bölümlerine zemin oluşturulmasına
çalışılmıştır.
2.2
KÜRESELLEŞMENİN TARİHSEL TEMELİ
Uluslar arası iktisadın dünyanın siyasi hayatına etkileri çok eskilere
dayanmaktadır. İpek yolunun önemli bir kısmına, uzun yıllar hâkim olan Osmanlı
İmparatorluğu bunun avantajlarını, Ümit Burnunun bulunması ile kaybetmeye
başlamış, ancak asıl kaybı yeni kıtaların keşfedilmesinde yarışa dâhil olmayarak
yaşamıştır.
Bu
dönemde
yaşanan
sömürgecilik
küreselleşmenin
önemli
basamaklarından birisidir. Yeni kıtaların (Amerika, Avustralya ile Okyanuslarda
keşfedilen topraklar), Afrika’nın ve Hindistan’ın zenginliği, Avrupa ülkelerine akmış
ve bu durum bahse konu ülkelerin günümüzdeki ekonomik durumlarına temel
oluşturmuştur. Ufacık Belçika’nın, Kongo gibi bir ülkeyi sömürmesi sayesinde elde
ettiği zenginlik, şüphesiz ki kendi nüfus ve toprak büyüklüğünün çok ötesindedir.
7
Bugün batı olarak tabir edilen Avrupa, ABD, Kanada ve bir anlamda da Yeni
Zelanda ile Avustralya; küreselleşmenin başlangıçtaki galipleridir. 1910 yılında
dünya üretiminin ve ticaretinin tamamına yakınını batı dünyası kontrol etmekteydi.
Dünya bu anlamda siyasal ve ekonomik olarak bir birlik halindeydi.1 Örneğin bu
dönemde Birleşik Krallık (İngiltere) 17,7 milyon km2 ve 390 milyon insandan
oluşmaktaydı. Yani bu birlik aslında bir anlamda fiili bir küreselleşmeydi. Batı
1928’de dünyadaki üretilen ürünlerin %84,2’sini üretirken, bu süreçte dünyanın geri
kalan bölgelerinde endüstrinin yok olmasına da neden olmuştur. Fakat bu durum
özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra hızla değişmeye başlamış ve 1991 yılına
gelindiğinde dünyadaki en büyük yedi ekonomiden dördünün (Japonya, Rusya, Çin
ve Hindistan) batılı olmadığı görülmüştür. Huntington, 2013 yılına gelindiğinde
batının dünya ekonomisindeki payının %30’a düşmesini ve 2020 yılına kadar ise en
üstte yer alacak on medeniyetin sadece üçünün batılı olmasını beklemektedir.2
Anlaşılacağı üzere bu düşüşün başlangıcı, fiili işgalin sömürgeler üzerinden kalkması
olmuş, gelecekteki kalıcılığını ise teknolojinin batıdan doğuya yayılması ve
sonrasında doğunun teknoloji üretimini gerçekleştirmesi sağlayacaktır.
Bu nedenle uluslar arası iktisat literatürde iktisadın bir alt dalı olarak görülse bile
İkinci Dünya Savaşından sonra uluslar arası ilişkiler için çok önem arz etmeye
başlamıştır. Yani uluslar arası ilişkiler disiplininin bir alt dalı haline gelmiş, “Gambot
Diplomasisi” yerini “Dolar Diplomasisi”ne bırakmaya başlamıştır. Uluslar Arası
Para
Fonu
(IMF)
ve
Dünya
Bankasının
kurulması
da
bu
kapsamda
değerlendirilebilecek oluşumlardır.
2.3
SSCB’NİN YIKILMASININ KÜRESELLEŞMEYE ETKİLERİ
Sovyetler Birliğinin dağılması ve doğu Bloğunu oluşturan ülkelerin Avrupa
Birliğine katılması, Avrupa’nın kendi entegrasyonu içinde önemli bir aşama olurken,
dünyanın küresel bir köy haline gelmesine de yardımcı olmuştur. Dünya sahnesinde
kara delik olan, eski Sovyetler Birliği ülkeleri yeniden politik ve ekonomik arenaya
1
Samuel P. Huntigton, The Clash of Civilizations and the Remarking of The World Order, (çev.
Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir) İstanbul, Okuyan Us Yayınları, 1996, s.63.
2
Huntington, The Clash of Civilizations …..s:116-118.
8
dönmüşlerdir. Böylelikle küreselleşmenin önündeki engellerden birisi olan Komünist
blok tarihe gömülürken, küreselleşme yeni alanlar, yeni ülkeler üzerinde etki eden bir
olgu haline gelirken, gücüde artmıştır. Bu kapsamda yavaş yavaş bölgeselleşme
söylemleri ortaya çıkmıştır.
2.4
KÜRESELLEŞMENİN YARATTIĞI EKONOMİK DEVLER VE
SİYASİ ETKİLERİ
Dünya üzerinde birçok devlet, günümüz ekonomisinde olağan üstü bir gerçeklik
haline gelmiş olan birçok uluslar arası şirketten, daha az ekonomik güce sahiptir.
Örneğin günümüzün en popüler internet arama motoru ve elektronik posta hizmeti
veren Google’ın değeri 110 milyar ABD dolarını aşmış durumdadır.3 General
Electric’in sadece finans bölümünü oluşturan GE Consumer Finance’in toplam
varlıkları 151 milyar dolardır.4 Dünyanın en zengin adamlarından birisi olan Bill
Gates’in serveti 51 yaşında 51 milyar ABD dolarıdır5 ve bu meblağ ile dünyadaki
bazı ülkelerden daha zengindir. Bu tür şirketler ve hatta şahıslar dünya ekonomisini
ve siyasetini etkileyecek boyuta gelmişlerdir. Bu bağlamda George Soros’u ve adının
sıklıkla karıştığı devrimleri hatırlamak mümkündür.6 Yani küreselleşme sadece
ekonomik değildir, siyasi boyuttadır. Çünkü ekonominin batıya uygun veya onun
çıkarlarına uygun olarak istenilen şekilde gelişmesi için, siyasetin de önceden
şekillendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu nedenle kapalı toplumlar açılmalı, ekonomiler
liberalleştirilmeli, güç odağı halinde olan devletler ve onların otoriteleri
zayıflatılmalıdır. Eğer bunlar sağlanabilirse yatırım ve ticaret için uygun ortam,
sermaye sağlayan taraf için arzu edilen şekilde sağlanmış olacaktır.
Bunun anlamı aslında şudur; devletler sınırlarındaki egemenliği sağlamakta
zorluk
çekerken,
aynı
zamanda
iktisadi
3
egemenliklerini
de
kaybetmeye
“Yeni Ekonominin Beyin Avcısı: Google”, Milliyet Gazetesi,4.01.2006,
http://www.milliyet.com.tr/content/teknoloji/tek015/tekno59.html
4
“Garanti GE ile 1,8 Milyar Dolara Evleniyor”, Hürriyet Gazetesi, 26.08.2005,
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/08/26/692349.asp
5
“Dünyanın en zengin adamı emekli oluyor”, CNN TÜRK, 16.06.2006,
http://www.cnnturk.com/EKONOMI/DUNYA/haber_detay.asp?PID=39&haberID=190689
6
Can Dündar, “George Soros”, Yazı Dizileri, 12.5.2005
http://candundar.com.tr/index.php?Did=2631
9
başlamışlardır. Sermaye ve teknoloji için artık devletlerin kendileri tek başına
yetmemekte, bunun için uluslar arası birliktelikler oluşturulmaktadır. Buna
Avrupa’nın uçağı olarak adlandırılan Airbus örnek verilebilir. Sonuç olarak Airbus
firması Fransa, Almanya İngiltere ve İspanya’nın ortaklığından oluşmaktadır. Bu
işbirliğinin tek amacı ise uluslar arası bir diğer şirket olan Amerikan Boeing
firmasına karşı güçlerini birleştirmekten başka bir şey değildir. Görüldüğü üzere
küreselleşme rekabeti artırırken aynı zamanda bağımlılığı da artırmaktadır. Bu
nedenle küreselleşme sürecinde bağlanılacak ortakların iyi seçilmesi son derece
önem arz etmektedir.
Küreselleşme sayesinde uluslar arası ticaret yaygınlaşmakta, emek ve sermaye
hareketleri artmakta, teknolojinin hızla gelişmesini sağladığı haberleşmedeki
imkanlar ülkeleri birbirlerine daha fazla yaklaşmakta ve ideolojik çatışmalar bir
kenara bırakılarak, çıkar çatışmaları ön plana çıkarılmaktadır. Ancak bu durum asla
ortaklıkları engellememektedir. Bugün Çin hala bir çeşit komünizm uygulamaktadır.
Ancak yeri geldiğinde en liberal kararları alarak ülkesine sermaye ve teknoloji
yatırımı çekmektedir ve komünist bir ülke olarak işçi ücretleri ile hakları dikkate
alındığında, pek de ideolojik bir yaklaşımda bulunduğunu söylemek mümkün
değildir. Çünkü ekonomik zorunluluklar sosyal ihtiyaçların önüne geçmektedir. İşte
bu küreselleşmenin ekonomik boyutudur. Herhangi bir ülke, yeteri kadar sermaye
birikimi yoksa ve bu nedenle insanlarına iş imkânı sağlayacak yatırımları
yapamıyorsa, çok uluslu firmaların getireceği teknolojiye ihtiyaç duyuyorsa, sermaye
getirecek olana, yatırım yapacak olana, ekonomik seviyesine göre gerekli kolaylıkları
sağlamak zorundadır. Bu çok kez ucuz iş gücü, vergi muafiyeti, arazi tahsisi, uygun
şartlarda kamu yatırımlarının satılması ve çevre duyarlılığının ön planda tutulmaması
olarak sayılabilir. Yani sermayesi olan, teknolojisi olan kuralı koymaktadır.
2.5
KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE BÖLGESELLEŞME: AB, NAFTA VE
DİĞERLERİ
Küreselleşme sürecinde gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere ucuz iş gücüne
yönelik yatırımlar yönelirken, gelişmiş ülkelerde ise katma değeri yüksek yatırım ve
10
üretimler yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse tekstil sektörünün Avrupa’dan
başlayan yatırım yolculuğu 1980–2000 döneminde Türkiye’de devam etmiş, ama
görülmüştür ki, Türkiye’den daha ucuz iş gücü sağlayan, Çin, Pakistan ve Hindistan
gibi ülkeler ortaya çıktığında, yatırım ve siparişler bu ülkeye kaymaya başlamıştır.
Bu sırada Avrupa ve ABD ileri teknoloji ürünler üretmek için gerekli yatırımları
kendi ülkesinde yapmaya devam etmiş, ekonomisini kuvvetlendirmek ve pazarı
düzenlemek için gerekli siyasi oluşumlardan da geri kalmamışlardır. Buna Avrupa
Birliği (AB) ve ABD, Kanada ve Meksika’nın oluşturduğu NAFTA iyi bir örnek
oluşturmaktadır.
AB’nin başlattığı ve NAFTA’nın takip ettiği bölgeselleşme-korumacılık
oluşumu, aslında ilk başta küreselleşmenin aksaklıklarından, küreselleşmenin
kurallarını koyan Batı dünyasını korumayı hedeflemiştir. Özellikle AB bu oluşumla,
dünya ticareti ve siyaseti üzerinde daha büyük ağırlık sahibi olmayı hedeflemektedir.
Benzer kuralları işleten 27 Avrupa Birliği üyesi ülke, kendi iç ticaretleri arasında
dinamizm yaratırken, dışarıdan gelecek tehlikelere karşıda piyasalarını korumaktadır.
Bu nedenle bugün AB’ye tarım ürünü satmak son derece zordur. Kendi çiftçisine
sağladığı sübvansiyonlarla dışarıdan tarımsal ürün ithalatını engellerken, rekabet
etmekte zorlanacağı diğer üretimlerin tasfiyesini de neredeyse tamamlamıştır. Yani
bugün Avrupa’da çorap üretimi söz konusu değildir. Tekstil sektöründe bile ileri
teknoloji ürünü ve/veya yaratıcılık (moda) gereken bölümler dışında diğer bölümler
az gelişmiş ülkelere taşınmıştır. Elektronik, otomotiv, yazılım, ilaç ve gıda gibi
birçok üretim dallarında da zaten Avrupa ithalatçı değil ihracatçıdır. Benzer durum
NAFTA için de geçerlidir. NAFTA üyesi ABD ve Kanada yüksek katma değer
gerektiren ürünleri üretirken, Meksika bu iki ülkeye ucuz iş gücünü sağlayarak
grubun rekabetçiliğini artırmaktadır.
Küreselleşme gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin politikalarında etkili
olmuştur. Bölgeselleşme yani korumacılık, bu ülkelere de yayılmaya başlamıştır.
Gelişmekte
olan
ülkeler
bölgeselleşme
yolunu
benimseyerek,
kendilerini
küreselleşmenin ekonomik ve siyasi olumsuz etkileri ile küreselleşmenin tek kültürü
11
haline gelmiş olan batı kültürünün olumsuz etkilerinden yerel kültürlerini (Batıya
dâhil olmayan ülkeler için söz konusu) korumayı amaçlamışlardır.
Bunlardan ilk etapta umut vadeden Güney Amerika Birliği (MERCOSUR)’dur.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİT)’de bu yönde bir denemedir.
Rusya’nın eski Sovyetler Birliği’nin devamını sağlamak maksadıyla oluşturduğu
Avrasya Ekonomi Topluluğu (EUROSEC)’dan da bu kapsamda bahsedilebilir.
Türkiye’nin bir başka denemesi olan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) da aynı
amacı güden yaklaşımdır. Ayrıca Karayip Ortak Pazarı (CARICOM) ile Şanghay
İşbirliği Örgütü (SCO) de bölgeselleşmeye verilebilecek diğer örnekledir.
2.6
KÜRESELLEŞMENİN GÜVENLİK VE SİYASİ BOYUTU
Ekonomik küreselleşmenin yanı sıra devletler günümüzdeki birçok uluslar arası
sorunun (siyasi, terör, uyuşturucu, organize suçlar) kendi güçlerini aştığını veya
işbirliği ile bu sorunların üstesinden daha kolay geldiklerini kabullenmişlerdir. Öte
yandan etnik milliyetçilik ve dine dayalı özerk bölge istekleri Rusya’da, Çeçenistan;
Kanada’da, Quebec ve Yugoslavya’da, Kosova örneklerinde görülebileceği gibi
yeniden canlanmıştır. Daha da önemlisi bu arzu, ekonomik refahı halkına sağlamış,
uluslar üstü bir çatı altında tek bir ülke olmaya çalışan, AB içinde de körelmiş
değildir. Bu gün İspanya’da Katalonya örneğinde görüldüğü gibi ölmemiştir. Bu
durum aslında siyasal küreselleşmenin etkilerinden başka bir şey olmayıp, ulusdevletin üstünlüğünü sarsmış ve onu yetkilerini başkalarıyla paylaşmaya mecbur
bırakmıştır. Ayrıca sadece refahın ülkeleri korumaya yeterli olmadığı görülmüş,
milliyetçilik gibi sosyal etkilerin ortaya çıkması engellenememiştir.
Uluslararası ilişkilerin artmasına paralel olarak sorunların uluslararası arenaya
taşınması da artış göstermiş ve bunların çözümü uluslararası işbirliğini zorunlu hale
getirmiştir. Yani uluslararası siyasal ve ekonomik aktörler devlet egemenliğine ortak
olmuştur. Artık ülkeler, ulusal ve uluslararası politikalarını dış dünyayı dikkate
alarak oluşturmak zorundadırlar.
12
2.7
SONUÇ
Küreselleşme tarihsel bir olgudur. Sömürgecilik döneminde batı dünyası
küreselleşmenin kazanan tarafındadır. Bu durum yavaş yavaş değişiklik gösterse bile
gelişmiş ülkeler küreselleşmeden en çok yararlanan ülkelerdir. Bu durum gelişmekte
olan veya az gelişmiş ülkeler için ne yazık ki aynı şekilde söz konusu değildir.
Sovyetler Birliğinin yıkılması gri bölgeleri ortaya çıkarmış ve birçok ülkenin dünya
ile yeniden entegre olmasını sağlamıştır. Bu durum küreselleşmenin etkilerinin
dünya üzerinde daha da yayılmasını sağlamıştır. Küreselleşme, diğer taraftan yeni
güçler ortaya çıkarmıştır. Bunlar uluslar arası arenada teoride söz sahibi olmayan,
uluslar arası ilişkilerin asıl üyesi sayılamayan uluslar arası şirketlerdir. Ancak bazı
şirketlerin ciroları dünyadaki birçok ülkenin GSMH’sından daha yüksektir.
Dolayısıyla bu şirketlerin etkileri uluslar arası politikada dikkate alınması gereken bir
husus olarak ortaya çıkmıştır. En azından böyle şirketlerin ülkelere yaptığı yatırımlar
istihdam yani zenginlik getirirken, bu yatırımları kendine çekemeyen ülkeler diğer
ülkeler arasında gelişme yarışında geride kalmaktadırlar.
Küreselleşme gelişmiş ülkelerin sanayilerini ve şirketlerini desteklerken,
gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin sanayisi ve şirketleri için negatif rekabet
ortamı yaratabilmektedir. Aynı durum işgücüne dayanan üretimlerde veya tarımsal
üretimlerde gelişmiş ülkeler içinde geçerlidir. Bu nedenle ülkeler yeterince pazar
elde ederken, kendi piyasalarını ve şirketlerini dış etkilerden korumak maksadıyla
gruplaşma yoluna gitmektedir.
MERCOSUR NAFTA ve AB bu duruma örnek
olarak verilebilir. Bu tür oluşumlar küresel güvenliğe ve istikrara katkı sağlayacak
şekilde yeniden şekillenmekte ve küreselleşmenin güvenlik boyutuna da uyum
sağlamaktadırlar.
Geleceğin belirsizliğinde ülkeler tarihte de sık olarak görüldüğü gibi kendilerine
uygun müttefikler aramaktadırlar. Küreselleşme bu ilişkilerin daha organik hale
gelmesini teşvik etmektedir. Ülkeler çok uluslu şirketler vasıtasıyla birbirlerine daha
sıkı bağlanmakta veya birbirlerine karşı olan üstünlük mücadelelerini bu şirketler
aracılığıyla yürütmektedirler.
13
Sonuç olarak, “Devletlerin sınırlarının gittikçe geçirgen bir duruma geldiği ve
orta çağınkine benzer karmaşık bir uluslar arası düzenin ortaya çıktığı”7 bu dönemde;
bahsedilen örnekler içinde hiç şüphesiz en başarılısı Avrupa Birliği’dir. AB
küreselleşmenin şartlarına en uygun yapıda, yavaşta olsa ilerleyen bir sürece ve
hedefe sahip olan, bünyesindeki devletleri, yeni koşullara uygun yapılandıran, uluslar
arası topluluktan uluslar üstü topluluk aşamasına geçmekte olan iyi bir örnektir.8
Türkiye için AB’ye üye olmak küreselleşmenin özellikle ekonomik boyutunda
realist bir yaklaşımdır. Ancak Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinin belirsizliklerle
dolu olması, siyasi boyutunu sorgulanır hale getirmektedir. Türkiye’nin AB üyeliği
için vereceği kararı, ekonomik sorunlardan çok siyasi sorunlar şekillendirecektir.
7
8
Huntigton, The Clash of Civilizations …..s.38.
Efe Çaman, “Entegrasyon Teorileri”, Haydar Çakmak (ed.), “Uluslar arası İlişkiler; Giriş,
Kavram ve Teoriler”, Ankara, Barış Kitapevi, 2007, s.167.
14
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞEN TÜRKİYE
3.1
GİRİŞ
Dünya küreselleşme fırtınası içinde hızla değişirken, Türkiye’de benzer değişim
sürecinden etkilerini bütünüyle hissederek geçmektedir. Türkiye aslında dünyada
yaşanan değişimle “baş etmeye çalışmaktadır”.1 Bu değişimi iyi değerlendirebilmek
maksadıyla, Türkiye Cumhuriyetinin kısa tarihini bu bölümde üç alt başlık altında
ele almak uygun olacaktır. Bunlar Komünizm tehlikesi karşısında geliştirdiği
refleksleri dış politika olarak uygulayan Türkiye, bu tehlikenin apansızın ortadan
kalkması sonrasında oluşan kaos ortamında Türkiye ve son olarak tek süper güç
dünyasında, Avrupa Birliği yolunda Türkiye.
3.2
1990 ÖNCESİ TÜRKİYE
Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar olan
dönemde, Türkiye’nin dış politikasına statükocu bir yaklaşım egemen olmuştur.
Topraklarının büyük kısmını kaybeden bir ülke için aslında normal kabul
edilemeyecek bu politikanın şekillenmesinde; büyük yoksulluk ve insan kaybı etken
olsa bile; asıl önemli etken, Birinci Dünya Savaşı yangınından büyük fedakârlıklarla
kurtarılan Anadolu’nun, yeniden büyük Roma İmparatorluğunu kurmayı hedefleyen
İkinci Dünya Savaşı döneminin faşist İtalya’sı ile İkinci Dünya Savaşından galipler
saffında, güçlenerek çıkan komünist Sovyetler Birliğinin tehdidine maruz kalmasıdır.
Özellikle SSCB’nin boğazlar statüsünde değişiklik yapılması ile Kars ve
Ardahan’ın kendisine verilemesi isteği yeni Cumhuriyet için ağır bir baskı
oluşturmuştur. Cesaret ve kararlılıkla bu istekler reddedilse bile, Türkiye Sovyet
tehdidine karşı kendisine yeni müttefikler arama ihtiyacı duymuştur. Büyük savaştan
1
Morthon Abromowitz, “Türkiye Değerlendirmesi”, E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.),
Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa
Yayınları, İstanbul, 2000, s.IX.
15
güçlenerek çıkan diğer ülke ABD bunun için uygundur ve ABD de bilindiği üzere
Sovyetler Birliği’nin yayılmacı emellerinden rahatsızlık duymaktadır. Bu sebeple
Türkiye’ye verdiği desteği göstermek için, Amerika’da vefat eden Türkiye’nin
Washington büyük elçisi Münir Ertegün’ün (19945–48 döneminde görev yaptı)
naşını, İstanbul’a ünlü Missouri zırhlısı ile göndermiş ve 1947 yılında ortaya
konulan, SSCB’nin yayılmasının durdurulmasını hedefleyen, Truman Doktrini
kapsamında Türkiye’yi Marshall yardım planlarına dâhil etmiştir.
Türkiye için asıl etkin güvence o dönemde (4 Nisan 1949) yeni kurulan Kuzey
Atlantik Antlaşması Teşkilatı ya da çok daha çok bilinen söylemiyle NATO’ya dâhil
olmaktır. Ancak Sovyetler Birliği tehdidini kendi üzerlerinde artıracağı gerekçesiyle
Avrupa’daki üye küçük ülkeler ile Süveyş Kanalı konusunda Türkiye ile başka bir
ittifak kurmak isteyen İngiltere ilk başvuruyu veto etmişlerdir. Türkiye’nin NATO
üyeliğinde mutabakat o dönemde söz konusu değildir. Türkiye NATO’ya üye
olduğunda fayda sağlayacağını ispatlamak durumunda kalmış, belki de sadece bu
nedenle 1950 yılında Kore Savaşına katılmıştır.
“Kore’de savaşmış bir Amerikalı: Ne zaman gerçekten zor ve tehlikeli bir görev
verilirse Türkleri çağırırdık. İster dondurucu soğuk olsun, ister havalarda kurşunlar
uçuşsun, hiç fark etmezdi. Onlar her yere giderdi”2 söyleminde yaşananlar etkisini
göstermiş ve Türkiye askeri değerini bir anlamda ispat etmiş olması sebebiyle,
NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturmak için 15 Şubat 1952 yılında üye olarak
kabul edilmiştir.
Çok uzun yıllar Türkiye’nin değerinin ölçütü; NATO savunmasına olan askeri
katkısı ve jeostratejik konumu olmuştur. Yakın zamana kadar da bu alışılmış ancak
Türkiye için artık yeterli olmayan bu değerlendirme, uluslar arası yatırımcı George
Soros tarafından dile getirildiği şekliyle, “Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü Silahlı
Kuvvetleridir”3 örneğinde olduğu gibi, günümüze kadar zaman zaman gündeme
2
Stephen Kinzer, Crescent and Star: Turkey Between Two Worlds, (çev. Funda Keskin) New
York, Farrar, Straus and Giroux, LLC, 2001, s.204
3
Attila İlhan, “Silahlı Kuvvetler Neden Pasif?”, Cumhuriyet Gazetesi, 30.04.2004,
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=77&hnd=1&ord=76&dbId=682
16
gelmiş, Türkiye’den Kosova, Bosna, Afganistan, Somali ve Lübnan gibi ülkeler için
asker yardımı da aynı düşünceyle istenmiştir.
Soğuk Savaş dönemi boyunca Türk dış politikasının temelini, Sovyet tehdidinin
savuşturulması, Yunanistan ve Kıbrıs konusunda Türkiye nin çıkarlarının korunması
ile ABD ve NATO ile ilişkilerin güçlendirilmesi oluşturmuştur.4 1970’lerin sonunda
SSCB’nin Türkiye’yi istikrarsızlaştırma hedefi5 ile başlayan siyasi şiddet ve terör
ortamında, binlerce insan hayatını kaybetmiş olsa da; Türkiye bu dönemde Sovyetler
Birliği tehlikesini belki de olması gerekenden daha fazla olarak değerlendirmiştir.
Hatta bu aşırı tedirginlik nedeniyle, belirli bir dönem, İsrail’i Sovyetler Birliği
tarafından desteklenen ülke olarak görmüş, buna benzer maksadını aşan
değerlendirmeler sayesinde Orta Doğu coğrafyasından dışlanmıştır. Türkiye, içerde
ve Orta Doğu ülkelerinin kamuoylarında Amerika Birleşik Devletlerinin ve Batı
dünyasının Jandarması olarak görülmüş, bu görüş Türkiye’nin NATO’ya üye olması
ile kesinleşirken, Türkiye’nin Orta Doğuyla bağlantısını tamamen koparmıştır. 6
Kıbrıs krizinde kendisini açıkça haklı gördüğü davasında Batı’dan yeterli desteği
göremeyen Türkiye, yaşadığı hayal kırıklığı ve petrol krizi sonrasında Orta Doğu
ülkeleri ile ilişkilerini daha dengeli hale getirmeye çalışmış, özellikle Filistin
davasında önemli adımlar atmış olsa bile, bu Arap ülkeleri tarafından yeterince takdir
görmemiştir. Bunda o dönemde Orta Doğu’da yaşanan başını Mısır’ın çektiği liderlik
yarışı da etken olmuştur. Bu yarış içinde Türkiye Osmanlı İmparatorluğu geçmişi ve
laik yapısı nedeniyle hoş görülmemiştir.
Yaşanan tüm ideolojik ve nükleer gerginliklere rağmen, Türkiye’nin jeopolitik
çevresi tamamen SSCB’nin kontrolü altında (Kafkaslar ve Karadeniz’e kıyısı olan
4
5
6
Alan Makovsky ve Sabri Sayarı, Turkey’s New World, (çev. Hür Güldü) The Washinghton
Institute for New East Policy, 2000, s.1.
Paul B.Henze, “Türkiye:21nci Yüzyıla Doğru”, Graham E. Fuller ve Ian O. Lesser (der.),
Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa
Yayınları, İstanbul, 2000, ss.32-33.
Tayyar Arı, “Geçmişten günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve İlişkileri
Belirleyen Dinamikler”, İdris Bal (der), 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara Global
Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, Ankara,2006, ss:701–702.
17
ülkeler ile Orta Asya) veya dengesine bağlı (Orta Doğu) olduğundan, şüphesiz bu
günkünden daha istikrarlı bir ortam söz konusudur.7
Türkiye için bu dönem damgasını vuran bir başka konu terördür. Türkiye geniş
kapsamlı bir tedhiş dalgasına maruz kalmış olup bu terör ortamı ancak 1980 askeri
müdahalesi ile ortadan kaldırılabilmiştir. Askeri müdahale döneminin belki de
beklenmeyen sonucu ise; liberal ekonomiye geçişin başlatılması için gerekli olan
adımların atılmış olmasıdır. Dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından Türk
ekonomik hayatında daha önce hayal bile edilemeyen geniş kapsamlı ekonomik
değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. Bu dönemde alınan tedbirler kısmen de olsa
terör döneminin ekonomik hasarlarını onarmış, Türkiye’yi ihracata yönelik
ekonomiye yönlendirmiştir. Fakat bunun ne o dönemde ne de hemen sonrasında
sürekli bir istikrar ve gelişim sağladığını söylemek mümkün olmayacaktır. Yani
Türkiye 1990 sonrası döneme ekonomik hazırlığını tamamlamamış olarak girecektir.
3.3
1990 SONRASI TÜRKİYE
Berlin Duvarı’nın bir gecede yıkılması ile başlayan stratejik kırılma, o dönemde
kimse tarafından düşünülemeyen, Sovyetler Birliğinin çökmesi ile tarihi bir dönüm
noktası haline gelmiş, Türkiye’de pek çok ülke gibi, kendisini çok derinden
etkileyecek bu değişime hazırlıksız olarak yakalanmıştır.
Sovyetler Birliğinin yıkılması Türkiye’yi bir askeri kanat ülkesi olmaktan, bir
mihver ülkesi durumuna taşırken; Avrupa’nın gücünü, güvenilirliğini ve vicdanını
sorgulanır hale getiren Yugoslavya iç savaşı ile başlayan tüm Balkanların kanlı
yeniden şekillenmesi ve Kafkaslardaki kargaşa ortamı, onu çepeçevre ateş
çemberinin içinde bırakmış, o zamana kadar SSCB tehlikesi nedeniyle ilgilenmeyi
kendine yasakladığı8 Türk dünyasını ise birden bire karşısında bulmuştur. Türkiye
yeniden Balkanlaşma ve Kafkaslaşma sorunlarıyla komşu olurken, dünyanın bu hızlı
değişimine ayak uyduracak veya fırsatlarını değerlendirecek, ne ekonomik güce ne
7
8
Makovksy ve Sayarı, Turkey’s New …, s2.
Henze, “Türkiye:21nci Yüzyıla.., s.37.
18
de siyasi istikrara sahiptir. Buna rağmen sınırsız hedefleri vardır. Tahmin
edilebileceği gibi, Türkiye kendini ne kadar güçlü hissetmişse Rusya kendini o kadar
güçsüz hissetmiştir.9
Türkiye Kurtuluş Savaşının zor günlerinde kendisi için değerli olan Sovyetler
Birliğinin işbirliğini sağlamak için, Sovyetlerle 1921 yılında Dostluk ve Kardeşlik
anlaşması imzalamıştır. Türkiye bu anlaşma ile Sovyetlerin Türkiye’de komünizmi
yaymama garantisine karşı, Turancı akımları desteklememe sözü vermiş ve “Dış
Türkler” konusunu 1990’lı yıllara kadar rafa kaldırmıştır.10 O yıllar geldiğinde ise
Türkiye, Sovyetler Birliğinin resmen yıkılmasını beklemeden, Azerbaycan,
Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ı tanıyan ilk devlet olmuştur.
Türk çağının başladığına inan yönetici Türk elitleri, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne
kadar Türk dünyası rüyasını artık söylemlerinde çekinmeden kullanmaktadırlar.11
Radikal İslami tehdit ve ağır iç sorunları nedeniyle Türkiye’nin faaliyetlerine göz
yummak12 zorunda olan Rusya dâhil, birçok devlet tarafından rahatsız edici bulunan,
bu söylemin ardında yatan umulan için, Türkiye’nin hazır olmadığı, Türkçe konuşan
yeni Cumhuriyetlerin (TYC) de, bağımsızlıklarını sağlamlaştırmanın ötesinde çok
yakın bir işbirliğine taraftar olmadıkları kısa sürede ortaya çıkacaktır
Yıllar süren yalnızlık duygusu aniden sona eren Türkiye13, başlangıçta
öngörülenin aksine, eski Sovyetler Birliği’nden ayrılan Türkî devletler bölgesinde bir
“nüfuz alanı” oluşturamamıştır.14 Hatta Orta Asya Cumhuriyetleri kendilerinin “Türk
Cumhuriyeti” olarak adlandırılmasından, Türkiye’nin soy temeline dayanan bir
yayılmacılık peşinde olduğu düşüncesiyle, rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle
tanımlama Türk kelimesine Arapça son ek takılarak Türkî veya İngilizceden
9
Duygu Bazoğlu Sezer, “Türk-Rus İlişkileri: Düşmanlıktan Fiili Yakınlaşmaya” Makovsky ve Sayarı
(der.), Turkey’s New World, (çev. Hür Güldü) The Washinghton Institute for New East Policy,
2000, s.133.
10
Mustafa Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya-Kafkaslar Politikası” Mustafa Aydın (der) ve diğerleri,
Küresel Politikada Orta Asya (Avrasya Üçlemesi I), Ankara, 2005, s.101.
11
Graham E. Fuller, “Türkiye’nin Yeni Doğu Politikası”, Graham E. Fuller ve Ian O. Lesser,
Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Göneç) İstanbul,
Alfa Yayınları, 2000, s.87.
12
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.102.
13
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s102.
14
Makovksy ve Sayarı, Turkey’s New World…, s4.
19
esinlenme Türkik olarak değiştirilmiştir.15 Esinlenmeden de anlaşılacağı gibi, Türk
dillerinin hiç birinde böyle bir ayırım olmadığı gibi, ayrıca bu son derece yapay bir
ayırım olup halk dilinde de yeri yoktur.16 Son dönemde ise Türkçe konuşan devletler
isimlendirmesi daha yaygın olarak kullanılmaktadır.
Ayrıntısı ilerideki bölümlerde açıklanacak olan Türkiye’nin hayal kırıklığı,
model olarak yarattığı hayal kırıklığından doğacaktır. Batının gözünde birden
popüler olan Türk modeli Sovyetlerin eski Müslüman cumhuriyetlerine ideal bir
model olarak sunulmuştur. Ancak modelin olumlu yanları kadar bazı önemli sorunlu
yanları vardır. Örneğin demokrasisi üç defa darbe nedeniyle kesintiye uğramış,
ekonomisi ise Avrupalı güçlerden geride kalmıştır. Ayrıca etnik problemler
yaşamaktadır. Bununla birlikte laiklik, demokrasi, ortak kültür ve ekonomik
dönüşümdeki Türk tecrübesi de modelin güçlü yanlarını oluşturmaktadır.17
Türkiye Batıyı kendine örnek almışken, Batıyı yakalamaya çalışırken, Batı neden
Türkiye’yi model olarak göstermektedir. Bu sürpriz kararın sebebi Türkiye ve Türkî
Cumhuriyetler arasındaki ortak kültürdür ve Türkî Cumhuriyetlerin halkının
Türkiye’ye olan olumlu bakışıdır.18 Ancak asıl problem Türkiye modelinin Batı
tarafından aşırı yüceltilmesi ve Türkiye’nin de bu durumu kendisini kaptırmasıdır.
Belki de bu nedenle Türkiye hayal ettiği liderliğini yapacağı Türk çağını, bir anlamda
ıskalayacaktır. Ancak bu durum tezin asıl konusu ve ileri de ele alınacak olan daha
olgun, eşitlikçi, gerçekçi, dolayısıyla yaşama geçirilebilir bir iş birliğinin temellerinin
atılmasına da engel olamamıştır. Çünkü Türkiye kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkiler
ile başta eğitim dalında yapılan işbirliği sayesinde, halkların yakınlaşmasını
sağlamış, Türk zirveleri aracılığıyla da daha etkili bir ilişkinin temeli atılmıştır.
15
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s103.
Graham E. Fuller, “Türkiye’nin …, s.123.
17
İdris Bal, “Türk Modeli ve Türkî Cumhuriyetler”, Journal of International Affairs, Volume III,
Number 3, Ekim-Kasım 1998
http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF
18
Bal, “Türk Modeli…
http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF
16
20
1990’larda doğal olarak Türk-Rus ilişkileri birçok gerilim ve bunalım yaşamıştır.
Ermenistan-Azerbaycan arasında 1993–1994 yıllarında Dağlık Karabağ yüzünden
çıkan savaşta karşı cephelerde olan iki devlet, Boğazlar rejimi nedeniyle de karşı
karşıya gelmiştir. Türkiye 11 Ocak 1994 yılında Boğazlardaki trafik tüzüğünü tek
taraflı olarak yürürlüğe koymuş (Uluslar arası Denizcilik Örgütü bu düzenlemeleri
1995’in sonunda onaylamıştır.), bu nedenle Rus petrol ihracatına olumsuz etkilerde
bulunmuştur. Bir başka gerilim noktası ise 1993–1996 yıllarındaki Çeçen
ayaklanmasıdır. Rusya o dönemde Türkiye’yi Çeçenleri desteklemekle suçlamıştır.
1996 yılında Çeçen direnişine yakınlık duyan bir grup Türk vatandaşı tarafından
kaçırılan Avrasya Feribotu, Rusya’nın eline yeterince koz vermiş ve zamanın Rus
Dışişleri Bakanı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin politikası olmasa bile Çeçenlerin
Türkiye’deki desteğine yönelik olarak “kendisi camdan evde oturanlar, başkalarının
evine taş atmamalı” diyerek, Türkiye’nin güneydoğusunda yaşadığı terör sorunun
kastetmiş, Türkiye’yi üstü kapalı olarak tehdit etmiştir.
Bu sözleri, Rusya Federal Meclisi Duma’nın Kasım 1998’de PKK terör örgütü
lideri Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı vermesi için zamanın Rusya
Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin’e başvurması, destekler nitelikte olmuştur. Hatta
Rusya’daki bazı politik grupların bir emri vaki yapmak için, Öcalan’ı Rusya
topraklarına sokarak kısa bir süre saklaması, Rusya ile Türkiye arasında ayrı bir
gerilim yaratmış, ancak Rusya kısa sürede geri adım atarak, Terör örgütü başını
topraklarından çıkarması ile gerilimin krize dönüşmesine engel olmuştur.
Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin krize sürüklenmemesinin, hatta sonraki
yıllarda umulanın ötesinde gelişmesinin en büyük sebebi Türkiye’nin suskunluğu ve
aşırı ihtiyatı davranmasıdır.19 Türkiye şüphesiz Sovyet İmparatorluğunun yıkıldığının
farkındaydı. Ancak küllerinden doğan Rusya nükleer güce sahip, son derece büyük
kaynakları olan ve biraz geri kalmış olsa da teknolojik birikimi yüksek bir ülkedir ve
doğru ellerde kendisini kısa sürede toparlaması da kesindir. Türkiye’nin yönetici
elitlerinin yaptığı bu tutarlı değerlendirme, aşırı ihtiyatla birleşince Rusya’nın
19
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.128.
21
Türkiye’ye karşı manevra kabiliyeti de, olması gerekenin üstünde artmıştır. Bu
durum Azerbaycan Ermenistan savaşında, Ermenilere en azından moral üstünlük
sağlamış, bir anlamda savaşı Türkiye’yi hesaba katmadan yönlendirebilmişlerdir.
Çünkü Ermeniler Nahçıvan’a yönelik saldırılara giriştiklerinde 1921 Kars
Antlaşması sayesinde Nahçıvan üzerinde garantörlük hakkı olan Türkiye, bu
anlaşmanın dikkate alınması çağrısında bulunduğunda, yanıt Bağımsız Devlet
Topluluğu Komutanı Mareşal Yevgeni Shaposhnikov’dan gelmiştir. Aslında bu bir
yanıttan çok Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkabileceğini ima eden bir tehdittir. Ancak
1992 yılında, Rusya’nın bu tehdidin arkasında duracak yeterli iradesinin ve gücünün
olduğu son derece şüphelidir. Buna rağmen Türkiye, Dağlık Karabağ anlaşmazlığının
da ötesinde, güney Kafkasya ve Orta Asya devletleriyle oluşturduğu ilişkilerde,
Rusya’nın bu bölgedeki nüfuzunu hedeflemediğinin de güvencesini vermiştir. Bu
süreçte Türkiye-Rusya Dostluk Antlaşması imzalanmış ve taraflar karşılıklı olarak
ikili ilişkilerde kuvvet kullanımı ve tehditten kaçınacakları, bir diğerinin ülkesine
yönelik
saldırı,
isyan
ve
bölücü
hareketler
için
kendi
topraklarını
kullandırmayacaklarını, taahhüt etmişlerdir.
1992 anlaşması Sovyetler Birliği sonrasındaki dönemde Türk Rus ilişkilerinin
temelini oluştururken, şüphesiz Rusların elini Çeçen ayaklanmasına karşı,
Türkiye’nin elini de PKK/KONGRA-GEL’e karşı rahatlatmaktaydı. Çünkü tüm
bunlar olurken Türkiye PKK terör örgütü ile kanlı ve pahalı bir mücadele
yürütmektedir. Bu durum doğal olarak Türkiye’nin Türkî Cumhuriyetler tarafında
arzu edilen model rolüne olumsuz etki etmektedir. PKK terör örgütüne verdiği destek
nedeniyle Suriye ile ortaya çıkan kuvvetli savaş ihtimali her şeyin üzerine tuz biber
ekmekteyken, kararlılığıyla terör örgütü başı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den
çıkarılmasını sağlayan Türkiye, asıl şaşkınlığını İtalya gibi NATO üyesi ülkelerin
Abdullah Öcalan’a gösterdiği yakınlık, bir anlamda destekle yaşamıştır. Aynı süreçte
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminin benzer davranışlarda bulunması, Türk
halkının bilinçaltında, özellikle teröre karşı Avrupa Birliği’nin güvenilirliğinin daha
sonra sorgulanmasına neden olacak, derin bir iz bırakmıştır.
22
Rusya ile Türkiye arasındaki gerilim, 1993–1996 yılları arasında, Rusya’nın
Azerbaycan’a müdahale ettiği ve Türkiye yanlısı devlet başkanı Ebulfeyz Elçibey’in
iktidardan düşmesini sağladığı dönemde zirveye çıkmıştır.20
Türkiye’de Türkçü-Turancı ve İslamcı söylemlerin önem kazandığı 1991–1993
döneminde, Türkiye Rusya ve İran ile rekabete girişmeye çalışsada, sadece birkaç yıl
sonra, 1993–1995 döneminde, Türkiye’nin heyecanla ancak plansız, programsız
yürüttüğü etki mücadelesinin yeterli olamayacağı görülmüş, SSCB’den doğan
boşluğu varisi Rusya’nın dolduracağı anlaşılmaya başlanmıştır. Türkiye bölgeye
yönelik olarak, hesaplarına Rusya’yı da katmak zorunda kalmış, 1995 yılından sonra
politikasını Rusya Federasyonunu dışlamayacak ve denge kuracak şekilde revize
etmiştir.21 Ancak Türkiye’nin bölgeye yönelik olarak kuramaya çalıştığı karşılıklı
işbirliği düşüncesinin Türkiye’nin yararına çalıştığını da, yıllar sonra söylemek pek
mümkün değildir.
Türkiye hedefi olduğu terör ve çevresinde meydana gelen tehlikeli ortam
nedeniyle Silahlı Kuvvetlerine önemli ölçüde yatırım yapmış, bu kapsamda F–16
parçalarının montajı için fabrika kurarak iki yüzden fazla modern savaş uçağını ve
bin kadar M–60 tankını servise koymuştur. Bu sayede etkili ve modern bir savaş
gücünün temellerini atarken komşularının gücünde de düşüşler yaşanmıştır.22 Bu
durum etkisini Suriye’ye karşı göstermiş, Suriye PKK terör örgütü başı Abdullah
Öcalan’ı topraklarında çıkarmak zorunda kalmış, Yunanistan ise devam eden süreçte
Öcalan’ı barındırmayı göze alamamıştır.
3.4
GÜNÜMÜZDE TÜRKİYE 23
Türkiye; Batı Avrupa, Balkanlar, Ege ve Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar-Hazar
Bölgesi, Orta Asya ve Kara Deniz bölgelerinde doğrudan rol oynamaktadır.24 Bu
20
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.163.
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, ss103-104.
22
Makovsky ve Sayarı, Turkey’s New World…, s3,4.
23
Türk dış politikası konusunda daha detaylı bilgi için Bknz: Bal, İdris ve diğerleri. 21. Yüzyılda
Türk Dış…; Bal, İdris. (ed.), Turkish Foreign Policy…
24
Makovsky ve Sayarı, Turkey’s New World…, s3.
21
23
bölge, içine düştüğü karmaşa nedeniyle Türkiye için Sovyet döneminden belki daha
fazla tehlike içermektedir, ancak sunduğu fırsatlar da aynı şekilde daha fazladır.
Sovyetler Birliği sonrasında Türkiye ile Rusya’nın ilişkileri çelişkili bir ortaklığa
sürüklenmektedir. Ekonomik ilişkilerde benzeri görülmemiş artış Türkiye ile Rusya
arasındaki bağımlılığı artırmıştır. Bu durumda karşılıklı güven yaratılması için fırsat
ortaya çıkarmıştır. Türk-Rus ilişkileri karşılıklı paranoya durumundan “fiili
yakınlaşma”
25
yani “ne düşmanlık, ne dostluk” durumuna gelmiş olup, yeniden
süper devlet durumuna dönmeye çalışan Rusya’nın gelecekteki politikaları, ilişkinin
gerçek konumunu belirleme de ana etken olabilecektir. Rusya’nın kendisini Sovyet
İmparatorluğu’nun yerine koymaya çalışması ve bu bağlamda Orta Asya, Kafkasya
ile özellikle Azerbaycan üzerinde zorlayıcı ve baskıcı politikalar ortaya koyması,
ilişkileri yeniden olumsuz yöne kaydırabilecektir.
Rusya ile olan ilişkiler ne kadar iyiye gittiyse, Amerika Birleşik Devletleri ile de
o kadar kötüye gitmiştir. Halk tarafından eski düşmanın daha dost, eski dostun
neredeyse düşman26 olarak algılanması ilişkilerdeki ironiyi sergilemektedir.
Amerikan araştırma kuruluşu PEW’in 31 Mart–14 Mayıs 2007 tarihleri arasında 15
ülkede yaptığı araştırmaya göre Türklerin ABD’ye olan desteği %54’den (2000
yılında yapılan araştırma), %12 ye gerilemiş durumdadır. Aynı araştırma kapsamında
Türkiye’de ABD Başkanı Bush sadece %3 oranında destek görürken, İran
Cumhurbaşkanı Ahmedinecad %25 oranında desteklenmektedir. Birbirleri arasında
son derece derin sorunlar olan İran ve ABD arasında normal şartlarda bir NATO
müttefikini desteklemesi normal sayılabilecekken, Türk halkı tam aksine düşünceye
sahiptir. Şüphesiz bunun sepeleri uzun yıllara dayanmaktadır. Ancak güncel olan
Irak’tır.
Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasındaki politik ayrılıklar II. Körfez
Harekâtı ile birlikte gün yüzüne çıkmıştır. Birinci Körfez savaşında gerek ekonomik
ve gerekse güvenlik olarak fedakârlıkta bulunan Türkiye, bunun karşılığını
25
26
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.125.
“Türkiye'de ABD'ye destek yüzde 12'ye geriledi”, Hürriyet USA, 31.08.2007
http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9047
24
görememiş, bölgesinde bir kaos ortamı yaratma tehlikesini taşıyan, birincisinden
büyük etik farklılıklarla ayrılan ikinci savaşı desteklememiştir. Türkiye topraklarına
ABD birliklerinin konuşlandırılması ile Irak’a geçişine müsaade edilmesini öngören
yasanın TBMM’nin tarafından kabul edilmemesi, Türkiye’nin savaşı önlemek
maksadıyla bölge ülkeleri ile düzenlediği toplantılar ABD tarafında hoş
karşılanmamıştır. ABD’nin Irak’ı işgal etme sebebi ile işgal öncesinde olanlar Türk
kamuoyu tarafından tasvip edilmezken; işgal sonrasında ortaya çıkanlar yani
ABD’nin Irak’ta izlediği politikanın ülkeyi bölünme aşamasına getirmiş olması,
nihayetinde Türkiye tarafından hayati öneme haiz tehdit olarak değerlendirilmiştir. 27
Ayrıca ülkedeki hâkim güç olarak ABD’nin, Irak’ın kuzeyinde yerleşmiş olan
terör örgütü PKK/KONGRA-GEL’e karşı, bahse konu örgüt Türkiye’de terör
eylemlerine devam etmesine rağmen, her hangi bir tedbir almaması Türkiye
tarafından işgal öncesine yönelik olarak anlam yüklü ancak bir o kadar da olumsuz
olarak değerlendirilmiştir. Mevcut şartlar altında ABD’nin Türkiye’nin çıkarlarını bir
müttefikin yapmayacağı şekilde tehlikeye attığı söylemek mümkündür. Bundan daha
çok dikkate değer olan ise ABD’nin Türkiye’nin uluslar arası hukuktan doğan sınır
ötesi hakkını kullanmasını engellemesi olmuştur. ABD bu davranışı ile bölgesel Kürt
hükümetinin dolaylı olarak ta terör örgütünü muhatap alınmasına çalışmaktadır.
Irak’ın öngörülen şekilde üçe bölünmesi (Kuzeyde Kürt Bölgesi, Merkezde
Sünni Bölgesi ve Güneyde Şii Bölgesi) Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerine
uymamakta, ABD bir anlamda kasıtlı olarak bunu dikkate almadığı28 düşünülürken,
Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir oluşumun meydana gelmesi için gereken zamanı
kazanmaya çalıştığı kuvvetle bir ihtimal olarak öngörülmektedir. Türkiye’nin Irak’ın
kuzeyindeki terör örgütüne karşı harekât düzenleme isteğini de bu bahse konu
oluşumun tehlikeye düşmesi ihtimaline karşı istememektedir. Halen olay Türk irtibat
timine karşı yapılan hareketin duygusal boyutunu geçmiş bulunmaktadır. Kamuoyu
yoklamalarında Türk halkı ABD’yi bir müttefikin aksine, ülkesi için bir tehlike
27
Türk-Amerikan ilişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın önemi ile ilgili olarak Bknz: Bal, İdris ve
diğerleri. “21. Yüzyılda Türk Dış…”, Türkiye ABD ilişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın önemi bölümü.
28
Güneri Cıvaoğlu, “Avuç Yalamak”, Milliyet Gazetesi, 22.07.2006
http://www.milliyet.com/2006/07/22/yazar/civaoglu.html
25
olarak görmektedir.29 Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin dergisi, Armed Forces Journal
(AFJ)’da yayınlanan Orta doğunun yeni haritası (Şekil.1) gibi politik öngörülerin30,
Türkiye’nin de katıldığı resmi çalışmalarda da gündeme getirilmesi31 Türk kamuoyu
tarafından düşmanca algılanmıştır.
Şekil 1: Armed Forces Journel’in Orta Doğu Öngörüsü.
Kaynak; Armed Forces Journel (2006)
Ayrıca; Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni ayaklanmalarında doğrudan ilgisi
bulduğunu tespit ettiği Ermeni komitelerini 24 Nisan 1915 tarihinde kapatarak,
devlet aleyhine suç işlediği tespit edilen yöneticilerini tutuklanması olaylarının, her
sene ABD Kongresinde gündeme getirilerek, sözde Ermeni Soykırımı olarak kabul
edilmesi girişimi ilişkiler üzerindeki bir başka ambargoyu oluşturmaktadır. Türk
kamuoyu bu durumu ABD tarafından her yıl Türkiye’nin tehdit edilmesi olarak
görmektedir.32 Böyle bir yasanın ABD Kongresinden yakın tarihte geçme ihtimali
29
“Türkler ABD’yi tehdit olarak görüyor”, Sabah Gazetesi, 25.07. 2007
http://www.sabah.com.tr/2007/07/25/haber,E4B4ABF3D8DE42F8A9E00B3AB8B10FBC.html
30
Ralp Peters, “Boold Borders: How a beter Middle East would look”, Armed Forces Journal 06,
Army Times Publishing Company, Springfield, 2006.
http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899
31
“Armed Forces Journel’ın skandal haritası yine gündemde”, Hürriyet USA, 28.09.2006
http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9822
32
“ABD Kongresi Ermeni Tasarısı’na Türklerin Bakışı”, Arı Hareketi, 2007, s.1
http://www.arifoundation.org/Terror%20Free%20Tomorrow%20-%20ARI%20Movement%20%20ARI%20Foundation%20Report%20-%20Turkce.pdf
26
her geçen gün artarken, bu durumun Türkiye ABD ilişkilerindeki tahribatı uzun
vadeli ve büyük olacağı şüphesizdir.
Irak’ın kuzeyinde sözde bağımsız bir oluşum yaratmak Türkiye’nin geleceğine,
davranışlarına, politik yönüne ipotek koyma amacını taşımaktadır. Ermeni
tasarısından sonra bu ABD’nin elinde ikinci bir “Demokles’in Kılıcı” olacaktır.
Türkiye’nin önünde çözüme kavuşturması gereken sorunlar vardır. Bunlar iç ve
dış olarak iki ana bölüme ayrılabilir. İç sorunlar; Türk toplumunun derinliklerindeki
üç fay hattını.33 oluşturan sosyal sorunlar ve asla istikrarlı olamayan popülist
ekonomisidir. Dış sorunlar ise Kıbrıs, sözde Ermeni soykırımı, Azerbaycan-Ermeni
çatışması ve Irak’ta meydana gelen gelişmelerin Türkiye’ye etkileridir.
Türkiye Sovyetler Birliği ile Yugoslavya’yı kendine örnek olarak almaktadır.
Ancak bu daha çok duygusal ve hatta karamsar bir yaklaşımdır. Türkiye’nin eli bu
ülkelerle kıyaslanmayacak kadar daha güçlüdür. Her şeyden önce bu ülkeleri
parçalayan ana olgu suni ve zoraki bir birliktelikleri olmasıydı. Farklı dini grupların
yanı sıra ve çokta uzak olmayan geçmişte savaş ile birleştirilmiş etnisite mevcut idi.
Türkiye’de aynı din grubu toplulukları ile ayrılması son derece zor bir şekilde
karışmış bir etnik yapı söz konusu olduğu gibi bu birliktelik bin yıl öncesine
dayanmaktadır ve geçmişlerinde bir birlerine karşı düşmanlık yoktur. Buna son örnek
PKK terör örgütünün faaliyetlerine karşı Türkler arasında Kürtlere karşı toplumsal
bir hareket veya kin duygusu gelişmemiştir. Ama bu hiçbir zaman gelişmeyeceği
anlamına gelmediği için gerekli tedbirlerin süratle alınması gerekmektedir. Ancak bu
konuda müttefiklerden gerekli yardımın alınması bir kenara, ABD’nin Irak’ta
uyguladığı politikalar veya Belçika’nın teröristleri iade etmeyişi gibi durumlar
Türkiye’nin işini daha da zorlaştırdığı gibi müttefiklerine karşı olan inancını da
zedelemektedir. Türkiye aslında NATO’ya savunma ihtiyacından ziyade, Batı ile
33
Kinzer, Crescent and Star..,s.282
27
sorunsuz işleyen tek kurumsal bağın psikolojik etkisi nedeniyle ihtiyaç
duymaktadır.34
Orta Asya’nın Türklerin anavatanı olduğu 1920’lerden beri kendisine
vurgulanmış, bu uğurda Enver Paşa’nın giriştiği mücadele bir macera olarak
nitelense bile hiç unutmamış, “düşmanlarla çevrili dünyada tek başına direnen son
Türk devleti” olma sendromuyla yaşayan Türkler, uluslar arası arenada yeni Türk
Cumhuriyetlerinin belirmesiyle birlikte, yeniden kimlik tartışması ile karşı karşıya
kalmışlardır.35
Avrupa’nın en uzak köşesinde, Asya’nın dış kenarında olan Türkiye
kurulduğundan beri bir çevre ülke konumunda kalmıştır. Ancak Sovyetler Birliğinin
dağılmasından sonra kendini dünyanın ortasında bulmuştur.36 Avrasya kara kütlesi
artık tek bir olarak kabul edilmektedir ve bu Türkiye için ulusların yoluna pek
çıkmayan bir fırsattır.
3.5
SONUÇ
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren Türkiye’nin gündemine Sovyetler
Birliği kaynaklı güvenlik sorunu iyice ağırlık koymuştur. Stalin’in Boğazlar üzerinde
kontrol ile Doğu Anadolu Bölgesindeki toprak talepleri, Türkiye ile Sovyetler Birliği
arasındaki ilişkiyi, Kurtuluş Savaşı dönemindeki ilişkilerden hızla ve uzun süre
uzaklaştırmıştır. Türkiye bu tehdit karşısında NATO’ya üye olmuş ve SSCB yıkılana
kadar, Batı savunmasının güney doğu kanadını oluşturmuştur. Batı tarafından,
Türkiye’nin o dönemdeki değeri askeri yeteneklerine bağlı olarak ölçülmüştür. Bu
durumun değiştiğini söylemek hala mümkün değildir.
Türkiye 1990 öncesini ideolojik terörle, 1990 sonrasını da etnik terörle mücadele
ederek geçirmiş, bahse konu dönemlerde ekonomisi göreceli olarak iyileşse bile;
gelinebilecek noktadan son derece uzakta kalınmıştır.
34
Abramowitz, “Türkiye …..”, s.X
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s103.
36
Kinzer, Crescent and Star: …s.280
35
28
Türkiye Batı ile ilişkilerinde ilk hayal kırıklığını, Küba krizi sırasında pazarlığın
kendi üzerinden yürütülmesi sırasında yaşamış olsa bile, şüphesiz Kıbrıs sorununun
yanında bu daha önemsiz kalmıştır. Türkiye Kıbrıs müdahale sonrasında
müttefiklerinin ambargosu ile karşılaşmıştır. Benzer şekilde, birinci Körfez Savaşı
sırasında Almanya’nın bazı hava savunma sistemlerini Türkiye’ye göndermek
istememesi ve Acil müdahale birliklerinin Türkiye’de konuşlanmasını engellemesi,
Türkiye’nin NATO’nun güvenliğini sorgulamaya başlamasına neden olmuştur. Aynı
durum Azerbaycan Ermeni Savaşı’nda da söz konusu olmuş, NATO’nun bu savaşa
her hangi bir şekilde karıştırılamayacağı ifade edilirken, aslında bir anlamda
Türkiye’nin yalnızlığı da vurgulanmış olmaktadır. Bu durum, günümüzde terörle
mücadele kapsamında ele alındığında da pek farklı değildir. Irak’taki son gelişmeler
ve bazı NATO üyesi Avrupa ülkelerinde terör örgütlerinin rahatça faaliyetlerine
devam edebiliyor olması, NATO’nun Türkiye tarafından sorgulanır duruma
düşmesini sağlamıştır.
Türkiye başlangıçta İtalya ve Almanya, daha sonra SSCB’nin politikaları
nedeniyle statükocu bir politika izlemeyi daha uygun bulmuştur. Ancak bu politika
daha sonraları da Türk dış politikasına damgasını vurmuştur. Bu nedenle Türkiye
SSCB’nin yıkılmasını müteakip ortaya çıkan duruma hazırlıksız yakalanmıştır.
Çünkü bahsedilen prensip nedeniyle akraba topluluklarla ilgili herhangi bir hazırlık,
herhangi bir boyutta yapılmamıştır. Hatta Türkiye bu ülkeleri, bu toplulukları
yokmuş gibi davranmayı tercih etmiştir. Bunun çok da doğru bir politika olmadığı
1990’larda açığa çıktığı gibi günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye gerek
ekonomik durumu ve gerekse siyasi durumu nedeniyle, Türkî Cumhuriyetlerle arzu
ettiği ve dış dünyada da beklenen gelişmeyi yakalayamamış, liderlik rolünü elde
edememiştir. Rusya ise kendini toparlayarak bölge de ağırlığını hissettirmeye
başlamıştır.
Günümüze damgasını vuran gelişme ise Irak Savaşı olmuştur. İkinci Irak
Savaşının ardından Irak kaos ortamına geçerken, Türkiye’nin güvenliğini de
tehlikeye düşüren bir durum yaratmıştır. Irak Savaşı süreç olarak Türkiye ile ABD
ilişkilerine önemli hasarlar oluştururken, ülkede meydana gelen fiili bölünmenin
29
gelecekte meydana getireceği sonuçlar, ilişkinin daha da kötüye gidebileceğinin
ipuçlarını taşımaktadır. Türkiye Irak’ın kuzeyinden kaynaklanan terör faaliyetlerine
ve daha geniş kapsamda, üniter yapısına yönelik tehditlere karşı, gerekli tedbirleri
almak zorunda kaldığında, ABD ve AB ile olan ilişkileri daha da kötüye
gidebilecektir. Bu ihtimal kamuoyu tarafından algılanmış ve ABD’ye olan destek
hızla düşmüştür. Kamuoyunda oluşan bu bilincin kalıcı olması, ilişkilerin ilerde
onarılması yönünde bir engel teşkil edebilecektir. Halen Türkiye’de meydana gelen
her terör saldırısı veya ABD’de her yıl gündeme gelen Ermeni tasarısı ile ABD
düşünce kuruluşlarında ortaya atılan bölünmüş Türkiye senaryoları gibi olaylar, bu
düşünsel yöne gidişi kuvvetlendirmektedir.
Sonuç olarak ABD’nin bahsedilen politikaları, Türkiye’yi yeni politik seçenekleri
devreye sokmaya zorlamaktadır.37 Türkiye’nin AB’nden aldığı olumsuz sinyaller de
dikkate alınırsa, Türkiye’nin başka alternatiflere ihtiyacı vardır ve böyle alternatiflere
de sahiptir. Bunlar Avrasya Birliğine yönelmek, Türkçe konuşan devletlerle ortaklık,
Merkezi Devletler Birliği fikri kapsamında Orta Doğuya yönelmek veya tüm bu
oluşumların ortasında İsviçre örneğinde olduğu gibi tek başınalığı tercih etmektir.
Avrasya Birliği, Türkçe konuşan devletlerle işbirliği bu tezin konusudur. Ancak
Merkezi Devletler topluluğu (Orta Doğuya yönelim) konusu, ele alınacak
alternatiflerden çok daha farklı bir yönü ifade etmektedir ki; bu nedenle daha geniş
kapsamlı olarak ayrıca incelenmesi daha uygun olacaktır. O yüzden bu tezde ele
alınmayacaktır. Tek başınalık küreselleşme ortamında İsviçre gibi ülkelerin hala
işine yarayabilir. Ancak gelecekte artarak devam edecek olan bölgeselleşme
kapsamında
Türkiye’nin
İsviçre
modeline
uygun
bir
ülke
olmadığı
değerlendirilebilir. Türkiye bulunduğu bölge ve dünyadaki iddiası üzerine bu şekilde
sınıflandırılamayacaktır.
Bu
alternatifin
kötülüğünden
kaynaklanmamaktadır.
Türkiye istese bile şartlar ona bu imkânı sunmayacak ve daha etkili politika
yürütmesi için zorlayacaktır. Çünkü yaşanan dönem toplanmaların ve dağılmaların
aynı anda yaşandığı bir dönemdir. Fransız devriminden sonra görülen milliyetçilik
dalgası İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde etkisini
37
Arı, “Geçmişten günümüze…, s.722
30
yitirilmiş olsa bile anlaşılmıştır ki; bu sadece uzun süren bir ara vermeden başka bir
şey değildir. Görülen o ki; Komünist bloğun çökmesi ile küreselleşme bu
duraklamayı sona erdirmiştir. SSCB ve Yugoslavya, imparatorlukların zamanının
çoktan geçmesi (SSCB için) ve suni oluşum olması nedeniyle (Yugoslavya için) bu
akıma ilk teslim olanlardır. Bununla birlikte Belçika’nın durumu da AB’nin bu
konuda yeterli olduğu hakkında şüpheler yaratmaktadır. AB’nin kurucu üyelerinden
olan ve başkenti Brüksel’i barındıran Belçika, toplanmanın olumlu etkisini
yaşayamamaktadır. Bu günlerde Belçika’nın Brüksel, Valon ve Flaman bölgesi
olarak üçe bölünmesi gündemdedir38. Fransa ile Almanya arasında tampon devlet
olarak kurulan ve bir İngiliz soylusunun Kraliyetine teslim edilen Belçika,
oluşumundaki bu suniliğin etkisini üzerinden AB’ye rağmen atamamıştır. Bu belki
de Belçika’nın denildiği gibi “tarihin bir kazası” olmasından kaynaklanmaktadır.
Şüphesiz bu örneklerin hiç birisi Türkiye için öngörülemez. Ancak Türkiye
tarafından değerlendirilmesi gereken husus, yeni milliyetçilik akımının etkisi,
küreselleşme kapsamında bölgeselleşme ve bunların karşısında kendisini güçlü
kılacak dış politika alternatifleridir. Türkiye “Dünyanın ya medeniyetler temelinde
bir düzene kavuşacağını ya da düzensizlikle devam edeceğini”39 dikkate almalıdır.
Bu soruna en doğru yaklaşımı sağlamak için yukarıda açıklanan dış politika
alternatifleri devam eden bölümlerde ayrıntılı olarak incelenecektir.
38
“Belçika Bölünmeyi Tartışıyor”, NTVNSNBC, 22.08. 2007
http://www.ntvmsnbc.com/news/417840.asp
39
Huntigton, The Clash of ……., s.226
31
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ
4.1
GİRİŞ
Küreselleşmenin olumsuz etkilerinden korunmaya yarayacak kalelerden birisi
AB olarak görülmektedir. AB aynı zamanda yarattığı zenginlik ve farklılıkların bir
zenginlik olarak kabul edilmesinden dolayı Türkiye’de mikro milliyetçilik panzehiri
olarak da görülmektedir. Mikro milliyetçiliğe karşı pozisyonu tartışma götürse bile
üye olan ülkelere getirdiği istikrar ve zenginlik bir realitedir. Getirdiği kurallar ile
birlikte güvenli yatırım ortamını oluşturması bunun anahtarıdır. Bunlara ek olarak
insan hayatına da bir kalite getirdiği de bir gerçektir. Bu açılardan bakıldığında
Türkiye’nin AB üyeliğini hedeflemesi makuldür. Ancak AB açısından bakıldığında
işler aynı şekilde görülmemektedir. Bu çalışma kapsamında Türkiye’nin üyeliğine
karşı Avrupa Birliği’ndeki düşünsel bölünme ele alınacaktır. Fikri üstünlük sağlayan
taraf Türkiye’nin üyeliği hususuna doğrudan etki edecektir. Bu konuyu anlaşılabilir
kılmak maksadıyla AB’nin gelişimi de aynı zamanda ele alınmış, ayrıca Türkiye’nin
gelecekteki durumu hakkında fikir verebilmek için güncel durumda olan ana sorunlar
değerlendirilerek bir yaklaşım ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Şüphesiz bu çıkarım,
Türkiye’nin alternatif dış politikalarının değerini ve anlamını ortaya koyacaktır.
4.2
NEREDEN NEREYE
Avrupa Birliği eski düşman kardeşlerin bir anlamda mucizevî ortaklığıdır.
Geçmişi savaşlarla dolu olan yaşlı kıtada, Fransa’nın Almanya ile olan ezeli
düşmanlığı çok iyi bilinmektedir. Ancak bu mücadele tarihinin önemli bir kısmını da,
sömürgecilik döneminde, İngiltere’nin Fransa ve İspanya ile olan rekabeti
oluşturmaktadır. Ayrıca Portekiz ile İspanya’nın ve İspanya ile Fransa’nın karşılıklı
ilişkilerinin tarihi de pek barışçıl sayılamaz. Bunlara mezhep savaşlarını da eklemek
suretiyle dini boyutunu da değerlendirmeye katmak uygun olacaktır. Yani AB’ni
teşkil eden ülkelerin ortak noktaları tarihlerindeki birbirlerine karşı olan husumetleri
32
ile Hıristiyanlıktır. Protestanlık ve Katoliklik nedeniyle, mezhep savaşlarına sebep
olmuş olan Hıristiyanlık dünyasında ateşkes, laiklik sayesinde sağlamış durumdadır.
Ancak günümüzde Vatikan’ın Avrupa kamuoyuna etkisinin olmadığı söylemek son
derece iyimser bir yaklaşım olacaktır.
İkinci Dünya Savaşından tamamen enkaz halinde ve bölünmüş olarak çıkan
Avrupa, gerek askeri ve gerekse de ekonomik güç olarak ne yeni tehlike SSCB
karşısında kendini koruyabilecek durumdadır, ne de savaş öncesindeki dünyanın
etkin gücüdür. Avrupa artık Batısı ABD’ne, doğusu SSCB’ne bağımlı bir kıtadır.
“Avrupa devletleri arasında barış kural değil istisnadır.”1 Bu nedenle Avrupa’da
savaşları engellemek maksadıyla, savaşın en önemli girdisi olan kömür ve çelik
üretimini kontrol altına alınmasını hedefleyen, 6 üyenin (Belçika, Federal Almanya
Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda) katılımıyla 1951 tarihli Paris
Anlaşmasıyla kurulan Avrupa Çelik ve Kömür Topluluğu (AÇKT), Avrupa
Birliği’nin temelini oluşturmaktadır. Bu oluşum daha sonra 1957 tarihli Roma
Antlaşmasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) dönüşmüştür. AET daha sonra
Avrupa Topluluğuna (AT) dönmüştür. Avrupa Topluluğu ile ekonomik boyuttan
siyasi boyuta geçiş başlangıcı Avrupa Birliği ile sondan bir önceki aşamaya gelmiştir
denilebilir.
4.2.1 ESKİ DOĞU BLOKU ÜLKELERİNİN AB ÜYELİĞİ VE İKİ VİTESLİ
AVRUPA
Siyasal Avrupa’nın kaderini 1991 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması
değiştirmiştir. 1993 yılında yürürlüğe giren anlaşma ile AT, Avrupa Birliği (AB)
ismini almıştır. Bu anlaşma ile Alman, Fransız, İtalyan, İngiliz ve İspanyol liderler,
Avrupa’yı Avrupa Birliğine dönüştürürken, kendileri için tehdit oluşturan
zayıflıklarını bertaraf edecek iki aşamalı plan hazırlamışlardır. 2
1
2
Huntington, The Clash of ……., s.64.
Birsel, Arka Bahçe…, s.59.
33
Bu planın birinci aşamasında Avrupa Birliği, SSCB’nin Doğu Avrupa’da
kurduğu egemenliği, yıkılışının ardından tamamen ortadan kaldırmak ve Rusya’nın
Avrupa Kıtasından çıkarılmasını sağlamak için gerekli adımlar atılacaktır. İkinci
aşamada ise 2004 yılından itibaren, Hazar Denizinin enerji kaynaklarının Avrupa’ya
ulaştırılması hedeflenmiş; bu kapsamda üç arka bahçe bölgesi hedeflenmiştir.
Bunlar; Doğu Avrupa, Balkanlar ve Karadeniz Havzasıdır. Nitekim komünist
bloktaki ülkeler üyelik ölçütlerinde yeterli tolerans sağlanarak süratle AB’ne üye
yapılmış, böylelikle hedeflenen arka bahçelere aynı anda el atılarak jeopolitik bir güç
haline gelinmiştir.
Avrupa Birliğinin 15 üyesi 25 üyeli bir AB’nin verimli bir şekilde çalışması için
AB kurumlarına yönelik yaptıkları düzenlemeyi içeren, 26 Şubat 2001 tarihli Nice
Antlaşması 1 Şubat 2003 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma ile 15’ler diğer
üyeler Birliğe katılmadan ihtiyaç duydukları düzenlemeleri yapmışlardır. Bunlardan
en önemlileri; Nitelikli Çoğunluk Oylama Sistemi ve Güçlendirilmiş İşbirliği
konularıdır. Nice Antlaşması ile oybirliği ilkesinin uygulandığı yaklaşık 70 antlaşma
maddesinden 29’unda nitelikli çoğunluk sistemine geçilmesi kararlaştırılmıştır.
Bunlar arasında vatandaşların serbest dolaşımı, sanayi politikası ve üçüncü ülkelerle
ekonomik, mali ve teknik işbirliği yer almaktadır. Güçlendirilmiş işbirliği ilkesi ile
de; bazı ülkelerin ilerlemek istedikleri konularda sakıncası olan ülkelerin geride
kalmasına müsaade edilmiştir. Bu çekinceler başlıca ekonomik ve parasal birlik ile
sınır kontrolleri (Schengen Konvansiyonu) konularında uygulanabilecektir. Ayrıca
ortak savunma ve dış ilişkiler politikalarının ortak bir tutuma dayandırılması
hedeflenmiş bu kapsamda tutumun en az 8 devletin onayı ile tespit edilmesine imkân
sağlanmıştır. Bu politikadan ulusal çıkarı etkilenen ülke, Avrupa Konseyi tarafından
alınacak karar sonrasında uygulamayı askıya aldırabilecektir. Görüldüğü gibi Nice
Antlaşması ile AB iki vitesli bir oluşumun işaretlerini vermiştir. Bu oluşumun kısaca
merkezde ağırlığı olan, muhtemelen tüm kurucu ülkeler, bulunacak ve bunlar
oluşumun çekirdeğini oluşturacak, diğer ülkeler ise çevre ülkesi olacak, büyük
çoğunlukla merkez ülkelerin aldıkları kararlara uymak durumunda kalacaklardır.
34
Eğer Türkiye’nin katılımı mümkün olursa, Türkiye’ye teklif edilecek pozisyonun
çevre ülkesi olacağı değerlendirilebilir.
4.2.2 AB: ANAYASASI ÜYELERİ TARAFINDAN REDDEDİLEN SÜPER
GÜÇ
1 Mayıs 2004 tarihinde beşinci genişleme ile üye sayısı 15’den 25’e yükselen
Avrupa Birliğinin çok önemli bir aşama kaydettiğini vurgulamak gerekir. Üye aldığı
10 Doğu Avrupa ülkesiyle ABD’yi geride bırakan AB dünyanın en büyük ekonomik
gücü haline gelmiştir. AB’nin milli geliri 11 trilyon 30 milyar ABD Doları
seviyesine yükselirken, milli geliri 10 trilyon 914 ABD Doları olan ABD’yi yeni
üyelerle birlikte 116 milyar Dolar geçmiştir (Daha sonra Romanya ve Bulgaristan’ın
katılımıyla bu fark 254,6 milyar ABD Doları daha büyüyerek 370,6 milyar Dolara
çıkmıştır). Aynı şekilde AB’nin yüzölçümü 3 milyon 243 bin km2’den, 3 milyon 987
bin km2’ye yükselirken, nüfusu da 379,8 milyondan 454 milyona yükselmiştir. Kişi
başına milli geliri yeni üyeler ekonomik olarak daha fakir oldukları için 26 bin 552
ABD Dolarından 2bin 258 ABD Doları azalışla 24 bin 294 ABD Dolarına
gerilemiştir.3
Avrupa Birliği halen 27 üyeden oluşmaktadır. Bir devlet haline gelmenin
gereklerinden birini oluşturan Avrupa Anayasası Fransa ve Hollanda halk
oylamalarında reddedilmiş, bu durum Avrupa’nın siyasi gelişimini yeniden gözden
geçirilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Avrupalı devletler bir düşünme sürecine
girmişlerdir ve bu durumu aşmanın çarelerini aramaktadırlar.
4.3
HANGİ AVRUPA?
Avrupa kamuoyu ve siyasi eliti tamamen Türkiye’ye karşımıdır? Buna verilecek
cevap “hayır” olacaktır. Ancak sebep pek çok yönden Türkiye’nin kendisi ile de ilgili
değil çoğu yönden Avrupa ile ilgilidir. Avrupa Türkiye’nin üyeliği veya daha doğru
bir yaklaşımla, genişlemek veya derinleşmek arasında ikiye bölünmüş durumdadır.
3
“AB Süper Güç Oluyor”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/eko100.html
35
Halen Avrupa Türkiye üzerinden kendisini tartışmaktadır. Dolayısıyla doğru hükme
varabilmek için bu iki Avrupa’yı da incelemek uygun olacaktır.
Türkiye ile müzakerelere başlamak için Avrupa Birliğinin içinde ve Türkiye ile
Avrupa Birliği arasında son derece çetin tartışmalar söz konusu olmuş, 14 Aralık
2004 tarihinde müzakerelerin tabiri caizse bin bir güçlükle başlatılması ile dönüm
noktasına ulaşılmış, ancak son ana kadar tartışmalar devam etmiştir. Kırk yıllık bir
konunun hemen tartışılmaktan vazgeçilmesi beklenemezdi şüphesiz, ancak azalması
daha uygun olabilirdi. Fakat gelişmeler tam tersine seyretmiştir. Avrupa’nın
genişlemesine ve/veya Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine karşı olanlar seslerini
gittikçe daha çok yükseltmişler, hatta bu durumu AB anayasası referandumlarında ve
başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerin genel seçimlerinde iç politikaya yönelik
malzeme olarak kullanmışlardır.
Nitekim AB anayasası Fransa ve Hollanda’da reddedilirken Fransa ve
Almanya’da Türkiye’nin tam üyeliğine muhalif görüşler iktidara gelmişlerdir. Bu
gelişmelere Türkiye’nin sebep olduğunu söylemek mümkün olmasa bile, etkisinin
olmadığını söylemekte son derece iyimser bir yaklaşım olacaktır. Bilindiği üzere
Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy seçim kampanyası boyunca
Türkiye’nin üyeliğine muhalefet etmiş ve bu nedenle de kamuoyundan destek
görmüştür.
Aslında Avrupa’da çoğunluk Türkiye’nin AB’ye üye olmasına şöyle ya da böyle
olumsuz bakmaktadır (Tablo 3,4 ve 5). Problem; üyeliğinin reddinden sonra
Türkiye’nin ne yapacağı hususu ile Avrupa’nın kendine ve dünyaya, özellikle İslam
dünyasına, bu reddi etik olarak açıklayabilmesidir.
Tartışma iki eksende geçmektedir. Fransa’nın başını çektiği bir grup; Türkiye’nin
tam üyeliğine karşı çıkarken, yeni Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin
ortaya attığı “Akdeniz Birliği” fikrini veya Almanya Başbakanı Angelina Merkel’in
gündeme taşıdığı “imtiyazlı ortaklığı” desteklemekte, diğer taraftan İngiltere ve
36
İskandinav ülkeleri ise şartları yerine getiren Türkiye’nin tam üye olarak AB’ye
katılmasını desteklemektedir.
Aslında bir anlamda burada tartışılan sadece Türkiye değil aynı zamanda
Avrupa’nın kendisidir. Avrupalılar halen nasıl bir Avrupa Birliği istediklerine karar
vermeye çalışmakta, kendi kendilerini, yani “Avrupa kimliği” ve ona bağlı olarak ta
“Evrensel
Avrupa”
veya
“Homojen
(Muhafazakâr)
Avrupa”
görüşlerini
sorgulamaktadırlar.
4.3.1 MUHAFAZAKÂR AVRUPA
Muhafazakâr Avrupa taraftarları Avrupa’nın genişleme hızından rahatsızlardır.
Avrupa Birliğinin başarılı bir proje olabilmesi için bir derinliğinin ve belirli
sınırlarının olması gerektiğine inanan bu grup için, Hıristiyanlık Avrupa kimliğini ve
kültürünü oluşturan ana unsurlardan birisidir. Bu kültürel ve dini yaklaşım nedeniyle
de Türkiye’nin Avrupa kimliğini taşımadığı, Avrupa kıtasında bulunan küçük bir
toprak parçasının da Avrupa’nın siyasi sınırları içine Türkiye’yi taşıyamayacağını
düşünmektedirler. Ayrıca bu görüşe göre, Türkiye fazla büyük ve kalabalık, çok fakir
ve dünyanın en sorunlu bölgelerine sınır olup; bu Avrupa için uzak durulması
gereken bir sorundur. Yani “Türkiye Avrupalıların itiraf etmedikleri kâbusudur.”4
Türkiye’nin üye olması durumunda AB’nin fonlarından en çok yararlanacak
ülkelerin başında geleceğini düşünerek, kendisine ayrılan payın düşeceğini düşünen
ülkelerle, Türkiye’nin AB’nin tarım politikalarında yapacağı etki nedeniyle kendi
çiftçilerinin kötü etkileneceğini düşünen ülkeler, serbest dolaşım ilkesi nedeniyle
Türklerin ülkelerine akın edeceği korkusunu duyan ülkeler ve Türkiye’nin nüfusu
nedeniyle AB’nin yönetim kademelerinde aşırı etkili olacağını düşünen ülkeler
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Halen bu grubun başını Fransa
çekmektedir. Fransa bu maksada hizmet edecek şekilde Türkiye’nin AB ile arasında
açılması planlanan parasal konuları içerek bölümün müzakere edilemeye
4
Huntington, The Clash of ……., s.209.
37
başlanmasını engellemiştir.5 Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy beklenenin aksine
seçildikten sonra da Türkiye’ye karşı olan muhalefetini devam ettirmektedir. Bu
kapsamda akil adamlardan oluşan bir çalışma grubunun oluşturularak, Türkiye’nin
AB’ye üyeliği hususunun çalışılmasını teklif etmiştir. Ayrıca Türkiye’nin AB yerine
Akdeniz Birliğine dâhil olmasının daha uygun olduğunu ifade etmiştir6. Ayrıca her
fırsatta Türkiye ile AB ilişkilerinin ayrıcalıklı ortaklık doğrultusunda yürütülmesinin
daha akıllıca olduğunu zamanı geldiğinde herkesin anlayacağına inandığını
belirtmiştir. Almanya Şansölyesi Angelika Merkel’in bu görüşleri paylaşıyor olması
Türkiye’nin pozisyonunu daha da zorlaştırmaktadır.
Türkiye bu bakış açısında öteki rolüne layık görülen ülke konumunu
sürdürmektedir. Sonuç olarak bir sistemin varlığı birçok defa öteki sayesinde
tanımlanabilmektedir. Öteki, varlığı meşrulaştırmanın en etkili yollarından birisidir.
Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın yüzyıllar boyunca düşmanı ve varlığına karşı
öteki idi. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar öteki olarak, bir anlamda da hedef
olarak görülmüştür. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte bu rolü kısa süreliğine Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği yani Komünizm tehlikesi almış olsa bile, 11 Eylül
2002’den sonra bu rolü İslam fanatizmi devralmış, bu arada da Türkiye’de ötekiler
saffına otomatik olarak dâhil edilmiştir. Artık Türkiye Komünizm tehlikesine karşı
aynı cephede mücadele eden müttefik değil, İslam’ın laik görünen temsilcisidir.
Homojen Avrupa perspektifi “Avrupa vatanı” olgusunu temel ihtiyaç olarak
görmekte, sürekli gelişmenin bu olgunun yerleştirilmesine engel olduğuna
inanmakta, doğu Avrupa devletleri daha hazmedilememişken, Türkiye gibi
Müslüman bir ülkenin alınmasının Avrupa halklarının bütünleşmesine engel olacağı,
Avrupa Projesinin yıkılacağı görüşünü savunmaktadır.
5
"Steinmeier: Türkiye ile AB”, Frankfurter Allgemeıne Zeıtung, Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğü Dış Basında Türkiye Bülteni, 28.6.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/28x06x07.htm
6
“Sarkozy’den Türkiye’ye Öneri”, BBC, 8.2.2007
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2007/02/070208_sarkozyturkey.shtml
“Sarkozy, Akdeniz Birliğinde Israrlı”, NTVMSBC, 1.6.2007
http://www.ntvmsnbc.com/news/409670.asp
38
Ayrıca AB’yi homojen bir birliktelik olarak görmek isteyenler, Türkiye’nin
üyeliği ile AB içinde Anglo-Sakson vizyonunun yani ABD-İngiltere etkisinin
güçlenmesinde de endişe etmektedirler. Özellikle Fransa’da Cumhurbaşkanı Nikolas
Sarkozy’nin başına çektiği grup, Türkiye’nin üye olması durumunda AB’nin kurucu
hedeflerinden, yani siyasi hedeflerinden uzaklaşacağı ve Anglo-Sakson vizyonuna
uygun olarak büyük bir piyasaya (AET) dönüşeceğini belirterek, bu durumda
İngiltere’nin amaçladığı gevşek entegrasyonun ortaya çıkacağını eleştirmektedirler.
Son dönemlerde ortaya atılan “Medeniyetler Buluşması” söyleminin de homojen
Avrupa’yı savunanlara karşı etkili olmayacağı açıktır. Çünkü bu gruba göre
Avrupa’nın medeniyetler buluşmasını sağlayamayacağı, aksine medeniyetler
kavşağına dönüşerek hükümetler arası bir Birleşmiş Devletlere yani sınırları ve
kimliği olmayan uluslar arası bir örgüte dönüşebileceği yönünde uyarılarda
bulunmaktadır. Bu bakış açısı aslında Avrupa’nın materyalist, faydacı (pragmatik)
bakış açısına da uygundur.
Sonuçta; Avrupa’yı İslam tehlikesinden, kültürel dönüşümden ve siyasi
karmaşadan uzak tutabilmek için coğrafi sınırları belli, mümkün olduğu kadar
homojen ve temeli Hıristiyanlığa dayanan benzer kültürel öğelerden oluşan bir yapı
haline getirebilirlerse, siyasi bir AB’den, yani Avrupa Birleşik Devletlerinden
bahsetmenin
mümkün
olduğunu
düşünenler,
AB’nin
yürürlüğe
girememiş
Anayasasını hazırlayan grubun başında olan, eski Fransa Cumhurbaşkanı Valeri
Cisgard D’estain gibiler, ABD’nin Truva Atı olan Müslüman Türkiye’nin AB’ye
girmesinin “AB’nin mahvı” anlamına geleceğine inanmaktadırlar.7
Bu siyasetçilere önemli bir örnekte Almanya Hristiyan Sosyal Birlik Partisi
(CSU) lideri ve Bavyera Eyaleti Başbakanı Edmund Stobier’dir. Stobier
Almanya’nın AB Anayasası’nı onayladığı sırada “Avrupa’yı ve Avrupalıları
zorlayanlar Avrupa’ya faydalı olamaz” diyerek, Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki
7
“Cox: D’estaing sınırını aşıyor”, NTVMSNBC, 27.11.2002
http://www.ntvmsnbc.com/news/190009.asp
39
görüşlerini açıklamıştır.8 Yine Stobier, GKRY’ne Türkiye’nin hava ve deniz
limanlarını açmaması nedeniyle 2006 yılının sonuna doğru krize sürüklenen ilişkiler
sırasında, istediği bu olacak ki, “Görüşmeler derhal dondurulmalıdır. AB kesinlikle
başka müzakere başlıkları görüşmeye açmamalıdır. Türkiye zaten Avrupa ülkesi
olmadığı için AB üyesi olamaz.” şeklinde bir devlet görevlisinden, bir politikacıdan
pek beklenmeyecek şekilde, fazla açık sözlülükle görüşlerini açılamakta bir mahsur
görmemiştir.9
Görüldüğü üzere bu görüş Avrupa’da hâkim olduğu sürece Türkiye’nin AB
üyeliği sonu belli olmayan bir müzakere süreci olarak kalabilecektir. Sürecin Türkiye
tarafından sonlandırılması muhafazakâr AB taraftarlarınca tercih edileceğinden, bu
kapsamda Türkiye’nin kabul edemeyeceği, bu nedenle müzakerelerden çekilmek
isteyebileceği şartların öne sürülmesi gelecekte beklenebilir.
Tüm bunlara rağmen, Muhafazakârlar tıpkı Evrenselciler gibi Türkiye’yi üyelik
haricinde mümkün olduğu kadar AB’ye yakın tutmak istemektedirler. Türkiye’nin
AB’nin sistemi içinde ama karar mekanizmalarının dışında, dünyanın sorunlu
bölgelerine tampon ülke olarak, ancak gerektiğinde AB ile birlikte hareket edecek
şekilde, AB’ye bağlı olmasını arzu etmektedirler. Yani Türkiye AB’ye en sıkı şekilde
bağlı olmalıdır ancak AB’de olmamalıdır.10 Türkiye’nin yaşayacağı büyük hayal
kırıklığı sonrasında Avrupa ile ilişkilerini eskisinden daha düşük seviyeye indirip,
başka alternatiflere yönlenmesi, örneğin Orta Doğuya veya Rusya’ya yakınlaşması,
arzu edilen politika değildir. Avrupa iki arzu edilemeyen politika arasında denge
aramaktadır.
8
“Almanlar Anayasayı Onayladı”, Radikal Gazetesi, 28.05.2005
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=154050
9
Thorsten Knuf, “AB, Üyeliğe Aday Türkiye’ye Bundan Sonra Nasıl Davranacağını Bilmiyor”,
Berliener Zeitung 9 Kasım 2006 sayısı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği,
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1
10
“Merkel’in AB’ye Türkiye Tavsiyesi”, TRT, 10.5.2007.
http://www.trt.gov.tr/wwwtrt/hdevam.aspx?hid=175991
40
4.3.2 EVRENSEL AVRUPA
Kant’ın
“ebedi
barış
projesine”
dayandırılan
evrensel
Avrupa
fikrini
destekleyenler; ben ve öteki ayrımını reddetmektedirler. Bu görüş ile dinsel ve
kültürel değerlerden ziyade, temel hak ve hürriyetler ile serbest ticaret gibi
bütünleştirici işlevi olan, liberal değerler ön plana çıkarılmaktadır. Evrensel
Avrupa’nın sınırları bahsedilen görüş nedeniyle ön yargı ile çizilmemekte, genişleme
süreci doğal olarak nitelenmektedir. Yani AB şartlarını karşılayan her ülkenin
üyeliğe alınması ihtimali söz konusudur.
Eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fisher AB’nin krizleri ancak
genişlemeyle aşabileceğine11 inanmakta olup ulusal egoizmlerin Avrupa fikri
karşısında üstünlük kazanmasına izin verilmemesi gerektiğini, 11 Eylül’den sonra
ortaya çıkan medeniyetler çatışmasını önleyebilmek için demokrasi ile İslamiyet’in
bir arada olabileceğinin kanıtı olan Türkiye’nin AB’ne alınması gerektiğini
düşünmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin üyeliği Avrupa’da barış kurmanın
vazgeçilmez bir unsuru olarak değerlendirilmektedir.
Avrupa’yı din eksenli kültür, tarih ve gelenek içine hapsetmektense laik (seküler)
bir değerler bütünü olarak görenler, Türkiye’nin üyeliğini Avrupa’nın farklı
kültürlerle buluşması için fırsat olarak kabul etmektedirler. Türkiye’nin katılımının
Birliğe ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda önemli katkılar sağlayacağı, liberaldemokratik değerlerin küresel anlamda güçleneceği düşünülmektedir.
Türkiye’nin stratejik konumu ile NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olması
ve laik demokrasisi, 70 milyonluk bir pazar olması bu görüşü desteklemektedir.
AB’nin küresel bir güç olması gerektiğine inananlar bunun Türkiye olmadan
olmayacağını
11
düşünmektedirler.
Ancak
bu
üyeliğin
yakın
Joschka Fisher, “AB Taahhütlerine Sadık Kalmalı”, Amerikanın Sesi, 12.7.2005
http://www.voanews.com/turkish/archive/2005-07/2005-07-12-voa1.cfm
41
bir
gelecekte
gerçekleşmeyeceğini de diğer taraftan ifade etmektedirler. Bu bahiste geçen süre
2022’dir.12
Evrensel
Avrupa
fikrini
destekleyenler,
yani
liberal
kanat,
AB’nin
inandırıcılığının verdiği sözlerin arkasında durması gerektiğini bilmektedir.
Türkiye’ye bu söz çok uzun zaman önce verilmiştir. Avrupa bir değerler bütünü ise
sınırı Boğazdan geçemez. Coğrafi bir sınırı kendisine koyamaz. Bu ilan ettiği
ideallerine kendisinin inanmadığının göstergesi olacaktır. Diğer taraftan Avrupa’nın
geleceğin rekabet ortamında rekabet gücünü artıracak işbirliklerini reddedecek lüksü
yoktur. Yakın gelecekte, Çin, ABD, Rusya, Hindistan ve Güney Amerika ülkelerinin
rekabetini daha fazla üstünde hissedecek olan AB’nin kendisini buna hazırlaması için
Türkiye gereklidir. Yaşlanan nüfusu yeterli iş gücünü sağlayamayacaktır. Sosyal
Sigortalar sisteminin gelecekte çökmemesi için genç ve eğitimli nüfusa ihtiyacı
vardır. Uzun yıllardan beri Avrupa’da yaşayan Türk işçiler yeterli uyumu
sağlayamamış olsalar bile, Fransa’dakine benzer bir soruna da neden olmamışlardır.
Ayrıca Türkiye’deki genç nüfusun eğitim seviyesi eski nesil Avrupa işçilerinin
durumu ile kıyaslanacak durumda değildir. Bununla birlikte özellikle Almanya’da
yerleşik olan Türkler ekonomiye oldukça iyi bütünleşmiş ve işçilikten işveren
seviyesine yükselmeye başlamışlardır. Bugün Almanya ekonomisine bu işverenlerin
önemli seviyede katkısı bulunmaktadır. Bu sayede Almanya’daki etkileri ve güçleri
de gün geçtikçe artmaktadır. Bu örnek uluslar arası rekabette şansını artırmak isteyen
Avrupa için önemlidir ve liberal kanadın güvenini artırmaktadır.
4.4
TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ
Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusunu 31 Temmuz 1959
yılında yapmış, Eylül 1959 tarihinde AET Konseyi Türkiye’nin ortaklık başvurusunu
kabul etmiştir. AET ile Türkiye arasında müzakereler 4 yıl sürmüş ve 12 Eylül 1963
yılında imzalanan ve 1 Aralık 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara Antlaşması ile
12
“Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, Hürriyet, 25.3.2007
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6196268&tarih=2007-03-25
““Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, ABHABER.COM, 1.09.2007
http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=16556
42
Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik serüveni başlamıştır. Ankara Antlaşması
Türkiye ile AET’nin Gümrük Birliği’ne gitmesini ve Türkiye’nin adım adım tam
üyeliğe hazırlanmasını öngörmüştür. Yani bugün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
gümrük birliğinin yerine getirilmesi iddiaları desteğini bu antlaşmadan almaktadır.
Ancak aynı antlaşma “Ayrıcalıklı Ortaklık” tezini de reddeden Türkiye’nin elini
kuvvetlendirmektedir.
AET-Türkiye ilişkileri, Ankara Antlaşmasından sonra inişli çıkışlı bir görünüm
sergilemiştir. Bu değişimlerin bazıları Türkiye’den kaynaklanmıştır. Ancak sonuç
olarak Ortaklık Antlaşmasında öngörülen Hazırlık Dönemi sorunsuz geçmiştir.
Bununla birlikte Geçiş dönemi’nin hemen başında yani 1973 yılından itibaren
Türkiye – AET (AB) ilişkileri değişken bir seyir izlemeye başlamıştır. 1974 Kıbrıs
Barış Harekâtı ilişkilerde önemli sorunlar yaratmış, Türkiye daha sonra 1978 yılında
Katma Protokol yükümlüklerini dondurma kararı almıştır. Bu iki olaylar başlıca
olumsuz gelişmeler olurken AB aynı dönemde 600 milyon ECU tutarındaki IV. Mali
Protokolü de askıya almıştır.
12 Eylül 1980 ihtilali, Türkiye Avrupa ilişkilerinde önemli sorunlar yaratmıştır.
Avrupa Topluluğu Ocak 1982 tarihinde Türkiye ile ilişkileri dondurma kararı
almıştır. 1986 yılına kadar süren bu durgunluk, 16 Eylül 1986 tarihinde Türkiye-AET
Ortaklık Konseyi’nin toplanmasıyla yeniden canlanma sürecine girmiştir. Süreci
hızlandırmak isteyen Başbakan Turgut Özal’ın girişimleriyle, Türkiye 14 Nisan 1987
tarihinde tam üyelik başvurusu yapmıştır.
AB Komisyonu başvurudan iki yıl sonra Türkiye raporunu tamamlamıştır. Rapor
Türkiye AB arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıkları ortaya koyarken, AB’nin
1993 yılında tamamlamayı hedeflediği İç Pazar Projesi’nden önce genişlemeyi
gündeme almayacağı anons edilmiştir. Öte yandan Türkiye ile ilişkilerin Gümrük
Birliği, mali yardımın artırılması, sanayi işbirliği ve güçlü siyasi diyalogun
geliştirilmesi yönünde alınan konsey kararına uygun olarak, 1 Ocak 1996 tarihinde
Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir.
43
4.4.1 LÜKSEMBURG ZİRVESİ VE SONUÇLARI
Gümrük Birliğinin gerçekleşmesi önemli bir gelişme olarak kabul edilirken,
hemen yaklaşık 2 yıl sonra, Aralık 1997’de yapılan Lüksemburg Zirvesi, Türkiye’de
büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu zirvede Çek Cumhuriyeti, Slovakya,
Macaristan, Polonya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya
ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üyelikleri için aday olarak belirleniş ancak Türkiye
aday olarak belirlenmemiştir. Birçoğunun sanayi ve ekonomik durumu Türkiye’nin
gerisinde olan, piyasa ekonomisine henüz geçmiş olan, insan haklarına saygı
konusunda sicillerinde önemli lekeler bulunan bazı ülkelerinde (Örn. Bulgaristan)
dâhil olduğu ve çoğunluğu eski Varşova Paktı üyesi ülkelerden oluşan ülkelere
verilen bu öncelik, Türk kamuoyunda tepki ile karşılanmıştır. Bu bir anlamda Avrupa
tarafından Türkiye’nin oyalandığının, AB’nin ikiyüzlü bir politika izlediğinin ilk
somut kanıtı olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Kıbrıs Rum Yönetiminin Türkiye’den
önce AB’ne aday olarak gösterilmesi, sonraki zor pazarlıkların bir anlamda siyasi
şantajın veya başarısızlıkların gerekçesinin hazırlandığının habercisi olmuştur. İnsan
hakları ihlalleri, Kıbrıs sorunu ve Türk-Yunan anlaşmazlığı gibi konuları gerekçe
gösteren AB’ne, Türkiye belirli alandaki siyasi ilişkilerin askıya alındığını
açıklayarak cevap vermiştir.
AB’nin Cardiff, Viyana ve Köln zirvelerinde attığı bazı olumlu adımlara rağmen,
Türkiye’nin adaylığı Helsinki Zirvesinde teyit edilmiştir. Ancak bundan sonraki
dönemde de Türkiye-AB müzakerelerin başlama tarihi belirsizliğini devam
ettirmiştir. Türkiye’nin bu dönemde yaptığı reformlar AB tarafından memnuniyetle
karşılansa bile, 21–22 Haziran 2002’de icra edilen devlet ve hükümet başkanları
Seville Zirvesi’nde de Türkiye ile müzakereler başlanması konusunda karar
alınmamıştır. Brüksel’de 24–25 Ekim 2002 tarihinde yapılan olağanüstü zirvede,
Türkiye’nin katılım müzakerelerine yaklaştığı kaydedilmiştir.
12–13 Aralık 2002 tarihinde Kopenhag’daki icra edilen Avrupa Konseyi
zirvesinde, 10 aday ülkenin 1 Mayıs 2004 tarihi itibariyle üye olmaları kararı
verilmiştir. Görüldüğü gibi Aralık 1997 yılındaki Lüksemburg zirvesinden sadece 7
44
yıl geçmiş olmasına rağmen adaylığa kabul edilen ülkeler aday kabul edilmeleri
kadar hızlı bir şekilde üye olarak kabul edilmektedirler. Dünün komünistleri en
liberal ekonomi dünyasının bir parçası olmaktadırlar, üstelik önce gümrük birliğine
katılmaları gerekmeden. Aynı zirvede Türkiye için; 2004 yılı ilerleme raporu ve
Komisyon’un görüşleri ışığında, Konsey’in Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini
karşıladığı kararını alması durumunda, Aralık 2004 tarihli zirvede müzakerelerin
gecikmeden başlatılabileceği belirtilmiştir.
Alınan zirve kararıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de diğer 9 üye gibi
1 Mayıs 2004 tarihinde üyeliğe kabul edileceği kesinleştirilmiş, bu nedenle
GKRY’nin eli pazarlık masasında tüm taraflara karşı kasıtlı olarak güçlendirilmiştir.
Her ne kadar Avrupa Konseyi bütünleşmiş bir Kıbrıs’ın AB’ye girmesi yönündeki
tercihi vurgulanmış olsa da ve bu kapsamda Kıbrıs Rum ve Türk kesimlerinin 28
Şubat 2003 tarihine kadar BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın müzakerelere devam
etme taahhütlerini desteklese de görülecektir ki bu sadece bir temennidir.
Türkiye devam eden süreçte reformlara devam etmiştir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 13. protokolünü imzalayarak idam cezasını kaldırmıştır. Bu şüphesiz
Türkiye için, içinde bulunduğu terör tehdidi altında alınmış cesur bir karardır. Aynı
dönemde Türkiye Kıbrıs’ta müzakerelerin başlaması için gerekli girişimlerde
bulunarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni teşvik etmiştir. Bu sayede 19
Şubat 2004 tarihinde Annan Planı çerçevesinde görüşme konusunda uzlaşmaya varan
taraflar, Kıbrıs’ta müzakerelere başlamıştır. Bu süreç sonrasında adada referandum
yapılmış, Kıbrıs Türk halkının %64,9’u Annan Planını onaylarken, Kıbrıs Rum
halkının % 75,83’ü planı reddetmiştir. Bunda sonuçlarda şüphesiz Rum halkının
AB’ye giriş için zaten aldığı vizenin rahatlığı ile GKRY Devlet Başkanı Tasos
Papadopulos’un etkisi büyük olmuştur. Aynı şekilde Türk halkı da AB’ye katılım
isteği ile olumlu yönde oy kullanmıştır. Bu sonuç en azından görüntü de AB için şok
olurken, Türkiye’nin elini rahatlatmış ve Kıbrıs’ta uzlaşmayan taraf olarak Türkleri
hak etmedikleri hedef tahtasından indirerek, Rumları yerleştirmiştir. Sonuçta
gerçekten uzlaşmayı istemeyen taraf, çözümün en yakın olduğu bu anda ortaya
45
çıkmıştır. Ancak bu sonuçların hiç birisi GKRY’nin diğer 9 aday ile birlikte 1 Mayıs
2004’te gerçekleşen beşinci genişlemeyle AB’ye katılımını engellememiştir.
AB Komisyonu 6 Ekim 2004 tarihinde yayınladığı rapor ile Türkiye’nin önemli
yasal değişiklikleri gerçekleştirerek, AB için gerekli olan siyasi kriterleri yeterince
karşıladığını bildirerek, Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasını tavsiye etmiştir.
Ancak aynı belgede diğer adaylarda bahsedilmeyen “Bu sonu açık bir süreçtir, sonu
baştan garanti edilemez”13 ifadesi kullanılarak, çifte standart bir anlamda
belgelenmiştir.
17 Aralık 2004 tarihli zirvede, Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkennende’nin
ifade ettiği şekliyle “kolay olmayan bir süreç sonrası sağlanan oy birliği sayesinde”14
Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlanmasına karar verilmiştir. Bu
zirvede GKRY’nin durumu nedeniyle son derece çetin geçen görüşmeler
yaşanmıştır. Türkiye, yazılı yapılması istenen GKRY’ni Ankara Antlaşması
kapsamında değerlendirerek gümrük birliğine dâhil edeceğine dair taahhüdü kabul
etmeyerek, sözlü bir taahhütte bulunmuş, bu sonuç olarak AB tarafından kabul
edilmiştir. Şüphesiz bu sonuç GKRY’ni tatmin etmekten çok uzak kalmıştır. AB
üyeliğini Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmayı planlayan ve bu sayede adanın geri
kalanında egemenliğini sağlamayı planlayan Rum yönetimi, bunun istediği gibi
olmayabileceğinin sinyallerini almıştır. Türkiye’nin davranışları referandumda ret
oyu veren GKRY’ni ödüllendirmekten çok uzakta olduğu gibi AB’de bu davranışa
bir anlamda katılmaktadır. Türkiye GKRY’ni tanımadığını bir bildirge yayınlayarak
yeniden ilan etmiştir.
Türkiye’nin uzun süredir beklediği “müzakere başlama tarihi” Brüksel’de
meydana gelen AB devlet ve hükümet başkanları tarafından 3 Ekim 2005’te
müzakerelerin başlatılması için karar alınmıştır. Ancak bu aşamaya gelene kadar
Lüksemburg ve Ankara’da son derece çetin pazarlıklar yaşanmıştır. Avusturya
13
“AB Komisyonu Türkiye Raporu (6 Ekim 2004)”, Belgenet, 8.07.2007
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/rapor2004-01.html
14
“Tarih Yazdık”, Sabah Gazetesi, 17.12. 2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/siy95.html
46
Türkiye’ye tam üyeliğe alternatif olarak “imtiyazlı ortaklık” önerilmesi yönünde
talepte bulunmuş ve bunla ilgili hükümlerin belgelere girmesini istemiştir.
Avusturya’nın bu kararlı yaklaşımını değiştirmek son derece güç olmuştur. İngiltere
ve AB Komisyonu’nu ikna çalışmaları uzun süre başarılı olmamıştır. Hırvatistan’ın
askıya alınan üyeliğinin devamına karşılık, Avusturya gelen baskıların etkisiyle geri
adım atmıştır. Ancak metne “hazmetme kapasitesi” koşul olarak girmiştir.15
4.4.2 HAZMETME KAPASİTESİ VE TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİNE
ETKİLERİ
Hazmetme kapasitesi prensibi, Türkiye’nin üyeliğini, Türkiye tüm şartları yerine
getirse bile AB’nin hazır olmasına endekslenmektedir. AB bu belgeyle, yeni aldığı
10 ve o sırada aday olan 2 (Bulgaristan ve Romanya) ülkenin, kendisi için siyasi ve
ekonomik yükler getirdiğini, bu nedenle 6. genişlemeden sonraki genişlemelerin
kendisinin hazırlık durumuna bağlı olacağını ilan etmiştir. Bu şüphesiz son derece
göreceli bir kavramdır. AB örneğin gelecek 50 yılda hazır olmadığını iddia
edebilecektir. Kriter olarak ta, Romanya’nın ekonomik seviyesinin Almanya ile eşit
hale getirilmesi, yani bölgesel eşitliklerin sağlanması çalışmalarının devam ediyor
olması gibi bir mazerete dayandırabilecektir. Ayrıca AB bahse konu belge ile yeni
üyelerin katılımlarının, üye devletler tarafından halk oylamasına sunulabileceğini
kabul etmiştir. Bu konuda Türkiye’nin önünde önemli bir sorun olarak çıkacaktır.
Türkiye’nin üyeliğine siyaseten sıcak bakan ülkelerde bile halk oylamasının olumlu
sonuçlanma ihtimali zayıftır. Kaldı ki Fransa, Hollanda ve Avusturya’da halkın bu
üyeliğe sıcak bakması son derece zayıf bir ihtimalken, Yunanistan ve GKRY’nde bu
ihtimal sıfırdır. AB’nin bu durumu bilmediğini düşünmek son derece iyimser bir
değerlendirme olacak, planladığını öngörmek daha uygun olacaktır. Yani halk
oylamaları ile hazmetme kapasitesi, AB’nin Türkiye’nin başı üzerinde sallandırdığı
birer “Demokles’in Kılıcı” olacaktır.
15
“Türkiye AB Müzakereleri Başladı”, CNNTÜRK, 4.10.2005
http://www.cnnturk.com/OZEL_DOSYALAR/haber_detay.asp?PID=1145&HID=1&haberID=129
898
47
Türkiye ile birlikte Hırvatistan’ın üyeliği neticesinde; 29 üyeli AB’nin
yüzölçümü, 5 milyon 168 bin km2, nüfusu 559,2 milyon, satına alma gücü paritesine
göre gayri safi milli hâsılası (SGP-GSMH) 11 trilyon 770 milyar ABD dolarına
ulaşacak, ancak satına alma gücü paritesine göre kişi başına düşen milli geliri (SGPKBMG) 3 bin 247 ABD Doları azalışla 21 bin 47 ABD Dolarına gerileyecektir. 29
üyeli AB, dünya yüzölçümünün %3,86’sını, nüfusunun %8,92’sini, gelirinin %
22,94’ünü oluşturacaktır. Türkiye bugün üye olduğu takdirde AB nüfusunu %15,6
milli gelirini %4,3 yüzölçümünü %19,4 artıracak, ortalama gelirini ise %9,8
düşürecektir. 16
4.4.3 MÜZAKERE KONULARI VE GKRY
Türkiye AB müktesebatına uymak için 35 başlıkta müzakereye tabi olacaktır.
Bunlar:
16
•
Malların serbest dolaşımı,
•
İş gücünün serbest dolaşımı,
•
Yerleşme hakkı ve hizmet sağlama özgürlüğü,
•
Sermayenin serbest dolaşımı,
•
Kamu ihaleleri,
•
Şirketler hukuku,
•
Fikri haklar hukuku,
•
Rekabet politikası,
•
Mali hizmetler,
•
Bilgi toplumu ve medya,
“AB Süper Güç Oluyor”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/eko100.html
48
•
Tarım ve kırsal kesim kalkınması,
•
Gıda güvenliği ile hayvan ve bitki politikası,
•
Balıkçılık,
•
Ulaştırma politikası,
•
Enerji,
•
Vergilendirme,
•
Ekonomi ve para politikası,
•
İstatistik,
•
Sosyal politika ve istihdam,
•
Şirketler ve sanayi politikası,
•
Avrupa üzerinden giden ulaştırma ağları,
•
Bölgesel politika,
•
Hukuk ve temel haklar,
•
Adalet özgürlük ve güvenlik,
•
Bilim ve araştırma,
•
Eğitim ve kültür,
•
Çevre,
•
Tüketim ve sağlık koruması,
•
Gümrük birliği,
49
•
Dış ilişkiler,
•
Dış güvenlik ve savunma,
•
Mali kontrol,
•
Mali ve bütçe koşulları,
•
Kurumlar,
•
Diğer konular.
Müzakere başlıkların hiç şüphesiz en sorunlu olanlar; iş gücünün serbest
dolaşımı, yerleşme hakkı ve hizmet sağlama hakkı ile güncel bir konu olan enerji
başlıklarıdır. AB’nin Türkiye’nin serbest dolaşım ile yerleşme hakkı ve hizmet
sağlama haklarına mümkünse kalıcı, yoksa uzun süreli ancak geçici kısıtlama
getirmesi kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Aynı şekilde doğalgaz bağlantıları
nedeniyle Türkiye’den bazı önemli beklentileri söz konusudur ki; burada Türkiye’nin
eli daha güçlüdür. Türkiye gümrük birliğine dâhil olduğu için en sancılı konulardan
birisi, belki de olması gerekenden daha önce çözülmüştür.
Müzakere konularını zorlaştıran bir diğer etmen GKRY’nin hevesle oynayacağı
şantajcı rolüdür. GKRY bir AB üyesi olarak her başlığın açılmasında ve
kapanmasında doğrudan söz sahibidir. Bu durumu tanınma ve adadaki pozisyonunu
güçlendirme yönünde kullanacağı kesindir. Müzakerelerin başlangıcı esnasında
Türkiye’nin GKRY’ni Ankara Antlaşmasının hükümlerine uygun olarak gümrük
birliğine dâhil edeceği, yani GKRY’nin gemi uçaklarına limanlarını açacağına dair
verdiği şifahi söz, daha sonra sorun oluşturmakta gecikmemiştir. Türkiye, bu sözün
yerine gelebilmesi için, AB’nin Kıbrıs referandumunda söz verdiği gibi, KKTC’ye
uyguladığı kısıtlamaları kaldırması gerektiği hususunda ısrarlıdır. Ancak 2012
yılında AB dönem başkanlığını üstenecek konuma gelmiş GKRY ise, istediğini
almadan (tanınma) buna yanaşmamakta ve tüm girişimleri bloke etmektedir. Bu
beklenen olmaya başlamasından başka bir şey değildir. AB ise Türkiye’nin tezini
50
kabul etmeyerek 2006 yılının sonlarına doğru (15 Aralık 2006 Zirvesinde) Türkiye
ile olan müzakereleri durdurmuştur. Ayrıca AB, 50.yıldönümü kutlamalarına
Türkiye’yi de çağırmamış ve Türkiye’nin adaylığının gözünde değerini ortaya
koymuştur.
Türkiye halen otuz beş başlıktan dördünde müzakerelere başlamış ve bunlardan
sadece birinde (Bilim ve Araştırma) görüşmeleri tamamlayabilmiştir. Bilim ve
araştırma başlığı her aday ülkenin en hızlı sonuçlandırdığı neredeyse sembolik olarak
açılıp kapanan bir başlık olarak bilinmektedir. İşletmeler ve sanayi politikaları
konulu başlıklar üzerinde müzakerelere devam edilirken; Türkiye ile gümrük
birliğini ilgilendiren 8 fasılda (malların serbest dolaşımı, iş kurma hakkı ve hizmet
sunumu serbestîsi, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, taşımacılık
politikası, gümrük birliği ve dış ilişkiler) müzakereler durdurulmuştur. Ayrıca GKRY
kapsayacak şekilde ek protokol yükümlülükleri yerine getirilinceye kadar,
müzakerelerin devam edeceği diğer fasılların kapatılmasının da önüne geçilmiştir.
Kısaca GKRY Türkiye ve AB ilişkilerini rehin almıştır.
Aynı dönemde Türkiye ile müzakerelere başlayan Hırvatistan’ın müzakere ettiği
başlık sayısı ise 12’ye ulaşmıştır. Halen Hırvatistan sonradan dâhil olduğu bu süreçte
Türkiye’nin önüne geçmiştir. Aslında Hırvatistan’ın AB üyeliği bir zaman
sorunundan başka bir şey değildir.17Bu şartlar altında Fransa’nın müzakere
maddelerine yaklaşımı da eklenirse öngörülebilen bir tarihte müzakerelerin
sonlanması için umutlar tükenmektedir. Çünkü Fransa tam üyeliğin anahtarı
sayılabilecek fasıllar olan ekonomik ve parasal politika fasıllarının müzakerelere
açılmasını istememektedir.18
Müzakerelerdeki sorunların çözümü zordur ve birçok bileşene bağlıdır. Bu
nedenle 2014 yılı son derece iyimser bir tarih olarak değerlendirilebilir. Zaten
17
“Financial Times: Hırvatistan’ın AB yolu kısa”, Yeni Şafak Gazetesi, 30.10.2006
http://www.yenisafak.com/dunya/?t=30.10.2006&q=1&c=4&i=12467&FT/H%C4%B1rvatistan%C
4%B1n/AB/yolu/k%C4%B1sa/
18
Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFED), “Müzakere Süreci: Hükümetler Arası Konferans”,
1.8.2007
http://www.sedefed.org/default.aspx?pid=45996&nid=34549
51
Avrupa Birliği yetkilileri de 2014 yılından önce her hangi üyeliğin söz konusu
olmayacağını ifade ederken, bu tarihten sonrası içinde açık kapı bırakmaktadırlar.19
4.4.4 KÜRESELLEŞME BOYUTUNDA AB’NİN TÜRKİYE’YE OLAN
İHTİYACI
Avrupa Birliği küreselleşme nedeniyle ortaya çıkmakta olan bölgesel
kümeleşmeyle; yani Kuzey Amerika Birliği (NAFTA), Güney Amerika Birliği
(MERCICOR) ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkeleri ile rekabet
etmek zorundadır. Bunun için de küreselleşme çağının yeni mücadele yöntemlerine
ayak uydurmak zorundadır. Bu rekabette anahtar kelimeler ise; ucuz ve sürekli
enerji, rekabetçi fiyat, ucuz işgücü, büyüyen pazar ve güvenliktir. İşte bu kelimelerin
AB için anlam bulduğu ülke ise aslında Türkiye’dir.
4.4.4.1
ENERJİ
Türkiye bugün Avrupa Devletlerinin Rusya’ya enerji olarak göbekten bağlı
kalmasını engelleyebilecek yegâne ülke gibi görünmektedir. Bu kapsamda gündeme
gelen Nabucco boru hattı Türkiye’nin AB için önemini birçoklarına göre
artırmaktadır. Türkiye’den başlayarak 3.300 km.lik bir güzergâhtan geçecek olan
boru hattı, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçerek terminal ülke
Avusturya’ya
ulaşacaktır.
AB
projeyi
4,6
milyar
Avro’luk
bir
fonla
desteklemektedir.20 Bu önemli bir yatırımdır ve Türkiye’nin güvenilir ortaklığına
olumlu bir yaklaşımdır. ABD projenin Orta Asya ve Kafkasya’dan tedarik edilecek
doğalgaz ile yürütülmesini isterken; Rusya Avrupa’nın ve Türkiye’nin gaz tedarikçisi
konumunu terk etmemek için, Orta Asya ülkeleri üzerinde diplomatik girişimlerini
ve baskılarını artırmış, bunda da bazı başarılar elde etmiştir.21 Halen başrollerini
Türkiye ve Rusya’nın paylaştığı, AB, ABD ve İran dâhil olduğu ülkeler arasında,
19
“Enlargement-Turkey”, European Commission,
http://ec.europa.eu/enlargement/questions_and_answers/turkey_en.htm
20
“Nabucco Boru Hattı”, Wikipedi Ansiklopedisi,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nabucco_Boru_Hatt%C4%B1_Projesi
21
Necdet Pamir, “Putin’in son hamlesi Türkiye’yi vurdu”, Hürriyet Strateji, 17.5.2007
http://www.hurriyet.com.tr/strateji/6527905.asp?gid=202
52
Nabucco projesi adı altında, enerji savaşına dayanan stratejik bir oyun
oynanmaktadır (Şekil.2).
Şekil 2: Nabucco Projesi ve Rusya’nın alternatifleri.22
Kaynak; Doğalgazprojesi.com (29.06.2007)
Son zamanlarda AB bu oyuna daha aktif olarak katılmak ve oyunun kurallarını
esnetmek için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Yani ne Rusya’ya bağlı kalacak,
ne de Türkiye’nin elini güçlendirecek şekilde beklemeyeceğini, Berlin’e 5 Orta Asya
Cumhuriyetinin Dış işleri Bakanlarını davet ederek göstermiştir. Geliştirdiği yeni
fikirle AB, hem Türkiye’yi hem de Rusya’yı, Karadeniz’e Gürcistan ve Ukrayna
arasında döşenecek yeni bir boru hattıyla, devre dışı bırakmayı planlamaktadır.23
Anlaşılacağı üzere AB için güvenilir ortaklık özelliği, alternatif çözümler karşısında
değerini özellikle Türkiye’ye için son derece hızlı yitirmektedir. Tabii şunu da kabul
etmek gerekir ki hiçbir ülke stratejik bir konuda bir diğer ülkeye bağlı kalmak
istemez. Ancak müstakbel bir ortağa da mı?
4.4.4.2
NÜFUS VE İŞ GÜCÜ
22
“İki ülkenin boru hatları savaşları”, Doğalgazprojesi.com, 29.06.2007
http://www.dogalgazprojesi.com/forum/forum_posts.asp?TID=3383&get=last
23
Burak Bilgehan Özbek, “Yeni Dönemde AB Orta Asya İlişkileri ve Türkiye”, Global Strateji
Enstitüsü, 10.7.2007
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1092
53
Küreselleşen bir dünyada nüfusu hızla yaşlanan (Tablo.1), gelişen sanayisi için
yeni iş gücüne ve yeni pazarlara ihtiyaç duyan, Avrupa’nın seçenekleri kısıtlıdır.
Türkiye hem pazar ve hem de daha önce Almanya’da denenmiş yasal iş gücü
açısından ihtiyaç duyulan bir ülkedir. (Tablo.2)
Tablo 1: ABD Nüfus Sayım Bürosu’na göre 60 yaş üzerindeki nüfusun ülke
nüfuslarına oranı (%).24
Dönem
1980–1991
2000
2005
2010
2025
İngiltere
20,92
20,42
20,91
22,54
27,39
İtalya
21,42
23,89
24,88
26,58
32,54
Almanya
20,40
23,27
24,91
25,88
32,90
Fransa
19,14
20,53
20,84
23,00
28,49
İspanya
19,36
21,75
22,68
23,94
30,08
Ülke
Tablo 2: DİE verilerine göre Türkiye’de nüfusun yaşlara göre dağılımı.25
Yaş
0–14
15–64
65 ve üstü
1990
35
60,7
4,3
2003
26,3
64,2
8
2015
21
67,6
11,4
Dönem
24
Nükhet Hotar Göksel, “Türkiye’de Demografik Dönüşümün Sosyal Politikalara Etkisi”, İşveren
Dergisi Kasım 2005 sayısı, Ankara, 2005
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1276&id=70
25
Göksel, “Türkiye’de Demografik….”
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1276&id=70
54
Ayrıca Türkiye gelişen ekonomisiyle AB üyesi bazı devletlerden önce Maastricht
kıstaslarını karşılamıştır26. Yani Türkiye gelecekte AB’ye yük değil ekonomisine
destek olacak ülkelerden biri haline gelecektir.
“Avrupa’nın küreselleşen bir dünyada seçim yapma lüksü yoktur”
27
diyerek
Türkiye’nin AB üyeliğini açıkça destekleyen dönemin İngiltere Dış İşleri Bakanı
Jack Straw’un asıl amacı küresel rekabet ortamında AB’nin genişlemeye devam
etmesi gerektiğini ve Türkiye’ye bu kapsamda AB’nin ihtiyaç duyduğunu
vurgulamaktı. Tabi ki bu söylemi Avrupa içinde pek çok olumsuz tepkiyi de
beraberinde getirmiştir. Ancak AB zor olanı zaten mecbur olduğu için başarmaktadır.
Bu da yeni oluşumlar için yeterli bir örnektir.
4.4.4.3
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI VE GÜVENLİK
“Vaclav Havel’in , “kültürel anlaşmazlıklar tarihin hiçbir döneminde olmadığı
kadar çoğalmış ve tehlikeli hale gelmiştir gözlemini Jacques Delors da “gelecekteki
çatışmalar kültürel faktörlerden kaynaklanacaktır” diyerek desteklemiştir.”28 Bunun
örneği Bosna savaşında görülmüştür. Sanki Avrupa, içinde bulunduğu eylemsizliği
ile pis işini Sırplara havale ederek, Avrupa’nın ortasında Müslüman bir devlet
kurulmasını engellemeye çalışır gibidir.29 “Avrupa’nın güçlü devletleri Türkiye’den
sonra Avrupa kıtasında ikinci bir Müslüman devletin, Bosna’nın bulunmasından
hoşlanmadıklarını da gizlememektedir”30
Samuel P.Huntington’a göre “medeniyet yaklaşımı”31 şöyledir: Dünyadaki
bütünleşme güçleri gerçektir, Dünya bir anlamda iki dünyalıdır yani batı ve diğerleri
olarak ikiye bölünmüştür, ulus devletler önemli aktörlerdir ancak gelecekleri daha
çok kültür ve medeniyet faktörleri ile belirlenecektir ve dünya anarşik sayılabilecek
26
Yaşar Erdinç, “Unakıtan etkisi”, Akşam Gazetesi 11 Haziran 2004 sayısı.
“Tek Yol Türkiye” Milliyet Gazetesi, Dünyadan Haberler, 9.9.2005
http://www.milliyet.com.tr/2005/09/09/dunya/adun.html
28
Huntington, The Clash of ……., s.26.
29
J.F.Brown, “Türkiye: Yeniden Balkanlar’a mı?”, E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.),
Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa
Yayınları, İstanbul, 2000,s.198
30
Huntington, The Clash of ……., s.175.
31
Huntington, The Clash of ……., s.40.
27
55
bir durumdadır. Bu sava göre, Türkiye’nin AB’den uzaklaşması ve kendine daha
yakın kültür ve medeniyetlere yakınlaşması, kuvvetli bir ihtimal olarak
değerlendirilebilir.
Yugoslavya dağıldıktan sonra, Sırplar Katolik düşmanlarının alfabesini
almaktansa akrabalarının Kril alfabesini kullanmayı tercih ederken, Hırvatlar
dillerindeki Türkçe kelimeleri temizlemeye çalışmış, Bosna da Türkçe kelimeler
yeniden moda olmuştur. Benzer davranışı SSCB sonrasında Orta Asya’da ortaya
çıkan cumhuriyetlerde göstermişlerdir. Türkçe konuşanlar Türkiye’ye yakınlaşmak
için Latin alfabesini seçerken, Tacikistan Arap alfabesini tercih etmiştir.32
Yugoslavya’da Slav Irkta görüldüğü gibi; “Aynı ırkın halkı birbirinden medeniyet
bakımında ayrılabilir, farklı ırkların halkları ise aynı medeniyet sayesinde
birleşebilir.”33 Boşnakları Sırplardan ve Hırvatlardan uzaklaştıran, Türkiye’ye
yaklaştıran medeniyetleri arasındaki farklılık olmuştur. Şüphesiz burada medeniyet
derken asıl etmen onun bir alt kolu olan din faktörüdür. Orta Asya Cumhuriyetleri ile
Türkiye’yi yaklaştıran ise dilleridir.
“Bilim adamları Batı medeniyetinin Avrupa, Kuzey ve Latin Amerika olmak üç
kolu olduğunu kabul ederler.”34Bu medeniyetin içinde Türkiye’nin sayıldığı
görülmemiştir. Küçük Asya batı medeniyetinin beşiği olarak kabul edilmektedir ama
bu
Türklerin
ele
geçirmesinden
öncedir
şüphesiz
ve
Türkler
buradaki
medeniyetlerden etkilenmiş olsalar bile kendi medeniyetlerini, dillerini dinlerini bu
topraklar yerleştirerek aradaki bölgeyi Batı medeniyeti grubu içinden çıkarmışlardır.
Buna en basit yaklaşım “insanlar kimliklerini ne olmadıklarına göre tanımlarlar”35
yaklaşımıdır. Batı Avrupa ülkeleri yüzyıllar boyunca kendilerini Türklere karşı
tanımlamıştır hiç kuşku yok ki. Türklere karşı ittifaklar geliştirmişler, bu ittifaklar
birbirleri arasındaki ayrılıkları zayıflatmıştır. Türkler öteki olarak başarılı bir rol
oynamışlardır.
32
Huntington, The Clash of ……., s.83.
Huntington, The Clash of ……., s.49.
34
Huntington, The Clash of ……., s.55.
35
Huntington, The Clash of ……., s.88.
33
56
Bu gün Avrupa ben kimim, öteki kim diye kendini sorguladığında, öteki;
yükselen ticari ve politik gücü ile kendinin dünyadaki rolünü çalmak üzere olan Çin;
eski düşman, nükleer tehlike, enerji vanasını elinde tutan ve imparatorluk
alışkanlıklarını devam ettirmeye çalışan Rusya; her sene akın akın ülkelerine kaçak
insan ihraç eden Afrika ve 11 Eylül saldırılarından sonra İslam’dır. Birçok kişi
tarafından Türkiye laik yapısına rağmen hala İslam’ın temsilcisi olarak
görülmektedir.
Avrupa’nın bugün yapmaya çalıştığı; üçüncü şahıslara karşı ortak kimliği ortaya
koyabilecek hale gelmek36 olduğunu kabul edersek Türkiye’nin içeri alınması
Avrupa’nın bu amacını sorgulanır hale getirecektir. “Siyasal sınırlar gitgide kültürel
sınırlarla çakışacak şekilde, etnik, dinsel sınırlarla ve medeniyet sınırlarıyla
çakışacak şekilde yeniden çizilmektedir.”37 Bu durumda Türkiye, Avrupa’nın
oluşturmaya çalıştığı sınırın daha doğusunda kalmaktadır.
İşte bu ortamda Türkiye Avrupa için meşhur medeniyetler çatışmasının hava
yastığı gibidir. Bunun etkisinden şüphelenenler olsa bile yoksunluğundan
memnuniyetsizlik duyacakların sayısı şu anda oldukça fazladır. Türkiye İspanya ile
ortak bir girişim başlatarak kendine biçilen misyonu şimdiden üstlenmiş gibi
görünmektedir. Fakat bu girişimin olumlu etkileri henüz diğer tarafta, yani İslam
dünyasında görülmemiştir. Belki de taraflar kendi kendilerine gelin güveyi
olmaktadırlar.
Öte yandan NATO üyesi olan Türkiye dünyanın sekizinci, Avrupa’nın birinci ve
NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir38. İyi eğitimli ve iyi donanımlı bu
ordunun katkıları ile AB uluslar arası sahada etkinliği artırabilecektir. Çünkü AB
ekonomik olarak bir dev ancak askeri olarak bir cücedir. Ayrıca Türkiye sorunlu
ancak enerji kaynaklarına sahip olması nedeniyle bir o kadar önemli Orta Doğu
36
Huntington, The Clash of ……., s.88.
Huntington, The Clash of ……., s.173.
38
Selahattin İbaş, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Orta Doğu’daki Barış Operasyonlarına Katkıları”,
BYEGM.lüğü, 16.2.2007
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/DISBASIN/2007/02/19x02x07.HTM
37
57
bölgesi ile sınırdır. Diğer açılardan hoş görülmeyen bu durum AB’nin bölgedeki
etkinliğini artırmak ve güvenliğini bölgeye en yakın yerden itibaren sağlayacak
tedbirleri almak açısından önem arz etmektedir. Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile aynı
zamanda AB NATO uyumu da tam olarak sağlanmış olacaktır. AB üyesi Türkiye’nin
GKRY üzerindeki NATO vetosunu kaldırmasını beklemek doğru olacaktır.
Böylelikle AB neredeyse homojen bir güvenlik sistemi ile üyelik sistemine sahip
olurken, güvenliğini ağırlıklı olarak NATO’ya dayandırabilecek, böylelikle ABD’nin
desteğini de sağlarken, aynı zamanda ekonomik olarak da büyük tasarruf
sağlayabilecektir.
4.4.5 AYRICALIKLI ORTAKLIK VE AB’DE BAZI GÖRÜŞLER
“Ayrıcalıklı Ortaklık” Türkiye’nin AB’ye üye olmasını radikal bir şekilde
istemeyen ancak Türkiye’den AB’nin çıkarları nedeniyle vazgeçmek istemeyenlerin
ortaya attığı bir fikirdir.39 Bu fikrin en büyük destekçisi Almanya Şansölyesi
Angelina Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’dir. Sağ kanat politik
görüşü temsil eden Merkel ve Sarkozy, Muhafazakâr Avrupa taraftarıdırlar. Daha
önce incelendiği gibi bu görüş homojen Avrupa’yı savunmakta, ticaret alanı olan
Avrupa yerine, siyasi Avrupa’yı desteklemektedirler. Bu görüşe göre Türkiye’nin
yeri tam üyelik değil ayrıcalıklı ortaklıktır. Görüşlerini coğrafi, tarihsel, kurumsal ve
mali bazı argümanlarla desteklemektedirler. Ancak asıl sorun ayrıcalıklı ortaklığın
tanımında çıkmaktadır. Ortada belirlenmiş bir tanım yoktur. Yani ayrıcalıklı ortaklık
belirsizlik içinde bırakılmaktadır.
Öte yandan Türkiye aslında halen AB’nin ayrıcalıklı ortağı olarak sayılabilir.
Gümrük birliğinde olan Türkiye, AB’nin birçok yasasını kendi yasalarıyla uyumlu
hale getirmiştir. Avrupa’nın birçok kurumuna da halen üyedir. Aslında Avrupa’da
ayrıcalıklı ortaklığı savunanlarda, belki de Türkiye’ye halen bulunduğu bu
pozisyondan daha ötesini vermek istemektedirler. Ancak bunun bu şekilde ifadesinin
Türkiye’nin açıkça reddi anlamında algılanacağını bildikleri için, ayrıcalıklı ortaklık
39
Ahmet İnsel, “Türkiye’ye Olma Yarışı”, Radikal Gazetesi, 17.12.2006
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6533
58
konusunu yeni bir şeymiş gibi ortaya atmaktadırlar. Bu tabi aşağıda da belirtildiği
şekliyle en hafifinden samimiyetsizlikten başka bir şey değildir.
Taraflar arasında bir samimiyetsizlik olduğu bir gerçektir. Çok yeni bir tarihte
AP Başkanı Hans Gert Pöttering Türkiye ve Araplarla ayrıcalıklı ortaklık
kurulmasından söz etmiştir. Fransa eski Başbakanı Villepen, AFP’ye 19 Ocak
2006 tarihinde vermiş olduğu demeçte, “AB’ye üyelik için Türkiye’nin tarihten
gelen doğal bir hakkı yoktur” demiştir. Villepen’e bir hatırlatmada bulunmakta
yarar vardır. Ankara Anlaşması imzalandığı dönemde Fransa Cumhurbaşkanı olan
General Charles de Gaulle, Ankara Anlaşması için şunları söylemiştir:” Büyük
Atatürk’ün ölümünün 25nci yıldönümü sebebiyle Fransız ulusunun Türk ulusuna
karşı duyduğu sadık destek duygularını dile getirmek isterim. Türkiye tarihi bugün
her zamankinden çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir durumdadır.”
Villepen ve şimdiki Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türkiye’ye yönelik tavırları
Ankara Anlaşması'na tamamen aykırıdır. Ankara Anlaşması’nı GKRY ile gümrük
birliği kapsamında limanların açılması için hatırlayan AB, işine gelmediği zaman
bu Anlaşma’yı unutmakta ve Türkiye'ye ayrıcalıklı ortaklık önermektedir. Türkiye,
aslında 1996 yılından bu yana gümrük birliği kapsamında AB ile ayrıcalıklı
ortaklık ilişkisi içindedir. Ankara Anlaşması’nın hedefi, tıpkı Atina Anlaşması’nda
olduğu gibi tam üyeliktir. Bu hedeften sapma olmaz ve Türkiye bunu kabul
edemez.40
Türkiye’nin
bahsedilen
konuma
yakınlaşmayacağı
beklentisi
işi
zora
koşmaktadır. Uzun süren müzakereler sonunda yaşanacak hayal kırıklığının etkisinin
sadece Türkiye’de hissedilmeyeceği, Avrupa’nın da payına düşeni alacağını her kes
bilmektedir. Avrupa’nın hedeflediği, Türkiye’de bu hayal kırıklığı oluşmadan, yani
başka yönlere dönmeden, Türkiye’yi mümkün olduğu kadar rencide etmeyen bir B
planı geliştirilerek, uygulamaya konulmasıdır. Bu plan Türkiye’nin konumuna ve
vazgeçilmez değerine uygun olacak kadar esnek bir ilişkiyi içermelidir.41 Arzu edilen
bu olsa bile böyle bir sihirli plan henüz ortaya konulabilmiş değildir. Türkiye’nin
böyle sihirli planlara itibar edebileceği de kimseye inandırıcı gelmemektedir.
Bununla birlikte Avrupa’nın önde gelen politik kanaat önderlerinin, liderlerinin
karşı görüşleri gündemden hiçbir suretle düşmemektedir. Örneğin dönemin CSU
Partisi üyesi ve Avrupa Birliği Parlamento İkinci Başkanı İngo Friedrich verdiği
mülakatta görüşlerini aşağıdaki gibi açıklamıştır:
40
Rıdvan Karluk, “Kıbrıs Sorunu, Türkiye’nin AB üyeliği için bir koşul haline gelmiştir.”, AB
HABER, 27.8.2007.
http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=18631
41
Michael Stürmer, “Çoğu Zaman 'B Planı' Eksik”, Die Welt, 21.06. 2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/22x06x07.htm
59
Benim Türkiye'nin AB'ye tam üye olamayacağını düşünmem de, öncelikli
olarak Avrupa'nın finansal, organizasyon, dil ve muhtemelen kültür bakımından
altından kalkamayacağını düşünmemdendir. Bunun anlamı şu: Avrupa'nın
Türkiye'yi gerçekten bünyesine dâhil etme durumunda olup olmayacağı kararı
bambaşka bir karar. Sanırım 15–20 yıl sonra Fransa'da muhtemelen ‘Hayır’ ile
sonuçlanacak bir referandum düzenlenmesi gündemde. Bu sebeple, Türk politikası
bakımından da, 20 yıl sonra bile üyeliğin gerçekleşmeyeceğinin ihtimal dâhilinde
görülmesinin gerçekçi olacağı kanısındayım. Fakat yine de katılımcıların tamamı
için Avrupa ile Türkiye arasında bütün politik, askeri, ekonomik, finansal
sektörlerde sıkı ve yoğun işbirliğine gidilmesinin kaçınılmaz ve çok önemli olduğu
hiç şüphe götürmez. Buna imtiyazlı ortaklık mı denilmesi yoksa Türkiye'nin
Avrupa'ya farklı biçimde bağlanması şeklinde adlandırılması ikincil önemde.
Türkiye ile Türk temsilcilerin Avrupa Parlamentosunda ve Komisyonunda
bulunması haricinde, her türlü yoğun işbirliğinin sürdürülmesi gerek. Türkiye'deki
gelişmeler ve Avrupa'daki istikrar açısından bu çerçevedeki her şey gerekli olarak
düşünülebilir ve yardım sağlayıcıdır.42
Friedrich’in mülakattaki değerlendirmesinde özellikle dikkatle değerlendirilmesi
gereken husus, Türkiye’nin muhtemel üyeliğinin 15–20 yıl gibi uzun bir süreç
sonrasında yapılacak halk oylamasında reddedileceğidir. Demokrasinin bu gereğinin
daha önce hiçbir ülke için uygulanmamış olması tabiî ki adaletli değildir ama politik
cevap görüldüğü gibi daha şimdiden hazırlanmış durumdadır. Mülakatta ayrıca
ikincil derecede önemli bir başka husus da; Türkiye’ye Parlamentoda ve
komisyonlarda temsil hakkı vermeyecek şekilde işbirliği kurulması ve bu işbirliğinin
mümkün olduğu kadar sıkı tutulmasıdır. Bu politik düşünceye birçok yakışıksız
benzetme yapılabilir, ancak seviyeli olan her halde şudur ki; AB gemisi kendisine zor
durumlarda kullanabileceği bir filika aramaktadır. Arkasında çektiği, kendisini
sadakatle takip ederken yeterince uzakta olan, ancak ihtiyaç duyduğunda kolayca
ulaşabileceği kadar yakın. Peki, tüm bunlar gerçekleşince, 20 yıl sonra ret cevabı
alan Türkiye’nin kaybettiği zamanın, saygınlığın ve politik zeminin telafisi nasıl
sağlanacak?
4.4.6 AB KAMUOYUNUN TÜRKİYE HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİ
“Türkler
Avrupa
Birliği
üyeliği
ile
kendilerini
arıyorlar.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun kalbi sanılanın aksine Anadolu değil Balkanlardı.”43 Şimdi
42
Dirk Oliver Heckmann, “Avrupa Parlamentosu İkinci Başkanı İngo Friedrich (CSU) ile yapılan
mülakat” Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 29.08.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/avrupa.htm
43
Kinzer, Crescent and Star..,s.290
60
Türkiye belki de bu üyelik hedefiyle kaybettiği kalbini bulacağını zannediyor. Ancak
kalbi, yani Avrupa veya Avrupalılar kendisi hakkında benzer duyguları
beslemiyorlar. Aşağıda Türkiye’nin üyeliği hakkında kamuoyu yoklamaları
bulunmaktadır. İncelendiğinde Avrupa kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğini hiçbir
koşulda desteklemediği görülmektedir. Bu durumun göreceli olarak gelecek yıllarda
olumlu yönde değişebileceği düşünülse bile, bu düzelmenin mevcut fikri azınlık
haline getirecek ölçüde olacağı beklentisi, son derece iyimser bir yaklaşım olacaktır.
Görüldüğü gibi (Tablo.3) Avrupa’nın çekirdek ülkelerinde, yani eski üyelerinde
katılıma destek oranı daha düşüktür. Yeni üyeler Türkiye’nin yönünde dengeyi ancak
bir miktar değiştirebilmişlerdir. Onlarında, gelecekte Türkiye nedeniyle kendilerine
tahsis edilen fonlarda yaşanabilecek olan kesintilere nasıl tepkiler geliştirecekleri, bu
araştırmada hesaba katılmamıştır. Gelecekte bunun etkilerinin olumsuz yönde
olacağının hesaba katılması uygun olacaktır.
Tablo 3: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılım oranı
(%).44
Kaynak: Centre For European Reform
Türkiye’nin üyeliğine olan desteğin yıllara göre artacağına düşüyor (Tablo 4.)
olması iyi değerlendirilmesi gereken bir başka durumdur.
44
Katinka Barysch, “What Europeans Think About Turkey and Why?”, Centre For European Reform,
London, 2007, s.3.
61
Tablo 4: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılım oranı
(%).45
Taraftar
Karşı
Kaynak: Centre For European Reform
Bu araştırmada ilginç olan Türkiye AB için gerekli reformları yapsa bile gerekli
desteği yeterince alamadığının görülmesidir. (Tablo 5.) Hollanda, Danimarka,
Norveç, İsveç, İspanya, Birleşik Krallık ve Polonya bu durumda Türkiye’nin lehine
yaklaşım
gösterirken,
Almanya,
İtalya,
Fransa
ve
Avusturya
karşıdırlar.
Avusturya’nın yaklaşımındaki fanatiklik dikkat çekicidir. Buradan anlaşılacağı gibi,
bazı ülkeler için “AB’nin değerler bütünü olduğu” ilkesi sadece Avrupa’nın arzu
ettiği durumlarda geçeridir. Bu konu hakkında temel görüş bir kez de AB’nin
anayasasını hazırlayan komisyonun başkanı eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery
Giscard d'Estaing tarafından aşağı görüleceği şekliyle açıklanmıştır.
Türkiye bir Avrupa ülkesi değil. Avrupalı olmayan böylesine büyük bir ülkeyi
Birliğe almak, Avrupa projesinin tümünün değişmesine yol açar. Tüm yapının
dengesi bozulur. Türkiye ise kendine özgü güçlü bir kimliği olan bir Asya
ülkesidir. Türkiye Birliğe katılırsa, Birliğin en büyük nüfuslu ülkesi olacak. Bu
konuda gerektiği gibi bir görüş birliğine varmak mümkün değil. Gerçekçi
olmalıyız.46
45
Katinka Barysch, “What Europeans Think About Turkey and Why?”, Centre For European Reform,
London, 2007, s.2.
46
Thomas Mayer, “Valery Giscard d'Estaing ile AB üzerine” BYEGM Dış Basında Türkiye Haftalık
(23-28.12.2005) Bülteni , 1.09.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi-haftalik/2005/avrupa2005-19.htm
62
Tablo 5: Türkiye gerekli reformları gerçekleştirse bile AB’ye katılımı fikrinin
ülkelere göre desteklenme oranı (%).47
Taraftar
Karşı
Kaynak: Centre For European Reform (İsveç (SWE), Polonya (PL), Hollanda
(NL), Danimarka (DK), İspanya (ES),Fransa (FR), İtalya (IT), Almanya (DE) ve Avusturya (AT))
Türkiye yüzyıllar süren Avrupa tarihine rağmen bir Asyalı ülkedir ve bu kanıyı
taşıyan Valery Giscard d’Estaing gibiler, kamuoyu yoklamalarında görüleceği üzere
azınlıkta değildir. Belki de bu nedenle Türkiye’ye hep başka roller biçme çabaları
devam edecektir. Güncel bir öneride “Avrupa Komşuluk siyaseti kapsamında,
Avrupa
Commonwelth’i
oluşturmak”
ve
Türkiye’yi
bu
kapsamda
değerlendirmektir.48 Çünkü görülen o dur ki, Türkiye’nin üyeliği her geçen gün zora
girmektedir.“İnsanlar yeni ama çok eski kimliklerini keşfetmekte. Yeni ama çok kez
eski düşmanlarıyla savaşlara yol açan, yeni ama çok kez de eski bayraklar etrafında
toplanmaktadırlar.”49 Avrupa kendi bayrağı altında toplanmaktadır. Daha öncede
toplanmıştır ve bu çoğu kez Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olmuştur. Bu kez
hedefin Türkiye ve Türkler olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Ancak
47
Katinka Barysch, “What Europeans ….s.7.
İoannis M. Varvitsiotis, “Avrupa Devletler Birliği”, Frankfurter Allgemeine Zeitung 4.08.07 sayısı,
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Dış Basında Türkiye Haftalık Bülteni
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi-haftalik/avrupa-haftalik.htm
49
Huntington, The Clash of ……., s.22.
48
63
oluşumun dışında kalan Türkiye için, bu toparlanmadan olumlu şeyler beklemek de
uygun olmayacaktır.
“Yeniden keşfettiğimiz eski gerçeklerdir. Bunları inkâr edenler ailesini, mirasını,
kültürünü, doğuştan kazandığı haklarını ve hatta kendilerini inkâr etmektedirler.
Bunlar kolay affedilecek şeyler değildirler.”50 Yani yeni yüzyıl, bilgi çağı,
küreselleşme, toplumların kendi kendini yeniden keşfetmesini sağlamaktadır. Avrupa
ülkeleri bu yolda yavaş ama kararlı bir şekilde ilerlemektedirler. Türkiye’nin de
kendini yeniden keşfetme zamanı gelmiştir.
4.5
ÜYELİK SÜRECİNE ETKİ EDEN DİĞER SORUNLAR
Türkiye’nin büyüklüğü, nüfusunun kalabalık ve göreceli olarak yoksul olması,
bölgesel gelişmişlik seviyesinin düşük olması ve tüm bu nedenlerden dolayı diğer
aday ve üye ülkelere göre daha fazla AB fonlarına ihtiyaç duyacak olması AB için
bir sorun teşkil etmektedir. Para odaklı bu sorunlara eklenebilecek, siyasal ve
yönetimsel sorunlar daha önceki bölümlerde bahsedilmiştir. Bu sorunların çözümünü
uzun vadeye yaymak veya sorunun çözümü istemediği için süreci çıkmaza sokmak,
sonu belirli olmayan bir zamana kadar uzatmak veya dondurmak için AB Türkiye
üzerinde bazı araçlara ihtiyaç duymuş olabilir. Bu araçlar ilişkilerin kopmadan ama
fazla da ilerlemeden sürmesine yardımcı olacak şeylerdir.
4.5.1 KIBRIS
Kıbrıs konusunda en başta bilinmesi gereken şudur ki: KKTC Türkiye için bir
yük değildir. Türkiye’nin çoğu ilinden daha az nüfusa sahip olan KKTC’nin finansal
yükü Türkiye’nin sonuna kadar sürdüremeyeceği büyüklükte değildir.51 Dolayısıyla
Türkiye Kıbrıs adasında Annan planından daha fazla geri adım atması için her hangi
bir ekonomik sebep söz konusu değildir. Annan planın bile Türk kamuoyunu nasıl
böldüğü hatırlanırsa, Türkiye’de bu planın gerisinde bir çözümü kabul edecek siyasi
bir yaklaşımın yeşermesi veya cesaretlendirilmesi mümkün değildir. Zaten bu planın
50
51
Huntington, The Clash of ……., s.22.
Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.16
64
bir adım gerisi de yıllar boyunca Türkiye’nin sürdürdüğü mücadeleden hatalı
olduğunu kabul ederek vazgeçmesidir. Bu durum birçok kesim tarafından AB’ye
verilen bir rüşvet, bir idealin satılması olarak kabul edilecektir52 ki, bunun gelecekte
söz konusu olması mümkün görülmemektedir.
Bu nedenle Kıbrıs bahsedilen araçlardan en başta geleni olarak kabul edilebilir.
Bu konuyla ilgili olarak Türkiye AB ilişkileri Kıbrıs üzerinden şöyle tarif
edilmektedir:
Brüksel ile Ankara arasındaki ilişki krizi sonraki raunda sürüklenmektedir.
Türkiye, yaşlanan bir metres gibi hala günün birinde AB üyesi olarak meşruiyet
kazanmayı ümit ederken, Avrupa ise acilen ihtiyaç duyulan, ancak sevilmeyen
stratejik müttefikini, denenmiş, dozu iyi ayarlanmış, cesaretlendirmek ile soğuk
duş arası bir karışımla oyalıyor. Kıbrıs kavgası Türkiye karşıtlarının çoğu için, hor
görülen metresi mesafeli tutmak için beklenmedik fırsattır.53
Yukarıda ifade edilen mantıkla Türkiye’nin ne kadar sağlıklı bir AB hedefi
olabilir? AB’nin zaten bu politika dışında bir hedefi olsaydı, KKTC üzerindeki
kısıtlamaları halk oylaması öncesinde söz verdiği gibi kaldırır ve taraflar arasında bu
gün bulunduğu, bir anlamda organik pozisyonun kendine sağladığı kredi ile BM
kapsamında önerilen çözümün kabulü için gerekli girişimlerde kuvvetli ve kararlı bir
şekilde bulunurdu. Ancak GKRY üzerinde sağlayamadığını iddia ettiği bu gücün
etkisi ve güvenilirliği Türk tarafında da ne kadar olabilir ki? Peki, bu gelişmeler
ışığında Türkiye Kıbrıs’ta tek kanuni varlığın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak,
yani Kıbrıs Cumhuriyetine Rumların isteğine uygun olarak dönmeye, KKTC’nin
lağıv olmasına, Kıbrıs’taki çıkarlarından vazgeçmeye hazır mıdır? Türkiye böyle bir
yol seçerse bunun yaratacağı moral etkiyi karşılamaya ve kaybedeceği uluslar arası
saygınlığın etkilerine hazır mıdır? Yakın gelecekte göründüğü kadarıyla bu sorunun
cevabı hayırdır.
52
Rauf Denktaş, “Denktaş: Annan planı Türkiye'yi marjinalleştirir”, Radikal Gazetesi, 15.4.2004
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=113409
53
Daniela Weingaertner, “AB’nin Ankara Karşısında Yeni Bir Stratejiye İhtiyacı Var” Die
Tageszeitung 9 Kasım 2006 sayısı “ Avrupalılarla Türkler Arasındaki İlişki Krizi”, Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği,
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1
65
4.5.2 ERMENİ MESELESİ
Ermeni meselesi AB gündemine 1987 yılında girmiştir. Tam olarak Türkiye’nin
tam üyelik başvurusunda bulunmasından üç ay sonra Avrupa Parlamentosu “Ermeni
Sorununun Siyasi Çözümü” başlıklı bir tavsiye kararı almıştır.54 AB’ye üyelik için
sözde soykırım iddiasının tanınmasının gerekliliğini ifade eden, zamanca son derece
manidar olan bu tavsiye kararının ardından; 15 Aralık 2000 tarihinde Türkiye'nin
Ermeni soykırımı yaptığını ilan eden ve Türk hükümetinin bunu kabul etmesini
isteyen bir karar daha almıştır. Bu karar da Türkiye'nin bu olguyu reddetmesinin
Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu da açıklamıştır.55 Bunun ilerleyen
zamanlarda bir kriter olarak ortaya atılması beklenmelidir. Bu konunun bir de
Ermenistan boyutu vardır. AB Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi
taraftarıdır. Başlangıç olarak ta Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik uyguladığı
yaptırımları kaldırması ve sınır kapılarını açmasını istemektedir. Ancak bunun
Türkiye’nin Azerbaycan ile olan ilişkilerini bozacağı da açıktır.
Soykırım iddiaları Kopenhag kriterleri arasında yer almadığından Türkiye’nin
üyelik müzakerelerine başlamasının önünde bir engel olmamıştır. Ancak bu konu
daha sonra AB üyesi ülkelerden Türkiye’nin üyeliğine soğuk bakanlar tarafından
Türkiye’ye karşı kullanılacaktır. AB üyeleri arasında yaklaşık 400 bin Ermeni’nin
yaşadığı Fransa’nın özel bir konumu vardır. Fransa’da Ermeniler siyasi bir güçtür ve
bu güçlerini, Türkiye’nin üyeliği için Fransa’da yapılacak olan referandum sürecinde
kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.56
4.5.3 IRAK SORUNU VE ETNİK TERÖRE AB’NİN YAKLAŞIMI
Türkiye’nin Irak’a askeri müdahalesi AB’nin karşı olduğu bir konudur. Bu
konuda zaman zaman Türkiye uyarılmaktadır. Bu uyarılara göre Türkiye Irak’ın
54
Kamer Kasım, “Ermeni Sorunu ve Üyelik Süreci”, The Journal of Turkish Weekly, 14.3.2005
http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=72
55
“Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Aleyhine Aldığı Bazı Kararlar”, Ankara Ticaret Odası,
24.12.2003
http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=139&l=1
56
Kasım, “Ermeni Sorunu……..
http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=72
66
kuzeyine askeri bir müdahalede bulunursa AB üyeliği süreci bundan çok olumsuz
etkilenebilecektir.57 Türkiye Irak’ın parçalanmasını istememektedir ve Irak’taki terör
merkezlerini ortadan kaldırabilmek için gerekirse askeri müdahaleden yanadır.
Ancak bunun Irak’ın kuzeyinde suni olarak yaratılan barış ortamının bozulacağından
endişe eden ABD ve AB Türkiye’nin bu oluşumu ortadan kaldıracak veya olumsuz
etkileyecek davranışlarda bulunmasını istememektedirler.
Avrupa Birliği içinde Fransa kendisine Kuzey Irak, Suriye ve Türkiye’nin
güneydoğusunu yani bereketli hilali arka bahçe olarak seçmiştir.58 Bu bölgedeki
insanların koruyuculuğunu üstlenen Fransa, uluslar arası arenada Türkiye’nin üniter
yapısını tehdit edecek davranış içindedir. Ermeni meselesiyle birlikte, Kürtlerin
hamiliğini de üstlenen Fransa’nın, Türkiye ile olan ilişkilerinde gelecekte de kalıcı
bir iyileşme beklenmesi mantıklı olmayacaktır.
4.5.4 NİTELİKLİ ÇOĞUNLUK SİSTEMİ, KALICI KISTLAMALAR VE
TÜRKİYE
Bahsedilen temel sorunların ötesinde,
Türkiye
AB’ye
üye olduğunda
yaşanabilecek başka sorunlar vardır. Türkiye’nin AB’nin karar mekanizmalarında
elde edeceği rol ve bu rolün Türkiye’ye sağlayacağı avantajlar işin özüdür. AB’nin
gündeminde BM Güvenlik Konseyinde olduğu gibi daimi üyelere “veto hakkı”
vermek gibi değişiklikler vardır. Bu durumda üyeliğe sonradan katılan Türkiye’nin
bu gruba katılmasını beklemek pek mümkün görünmemektedir. Bu durumun ise
nüfusu ile etkili bir rol oynamayı bekleyen Türkiye’yi tatmin etmekten son derece
uzak olacağı aşikârdır59. AB’nde ikinci seviyede bir ülke olmayı kabul etmeyecek
olsa da görünen o ki, nüfus konusu dikkate alınsa bile, AB’nin geliştirdiği, nitelikli
oylama ve oy çokluğu yaklaşımları nedeniyle Türkiye, AB içinde her zaman
azınlıkta olabilecektir (Tablo 6). Bu oylamaya göre; “bir teklifin Konsey tarafından
57
“Kuzey Irak’a Dokunma”, BYEGM.lüğü, 21-23.03.2003
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/2003/03/24x03x03.htm
58
Birsel, Arka Bahçe…, s.60.
59
İdris Bal, “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye İçin Türk Cumhuriyetlerinin Önemi”, İdris Bal (ed.), 21.
Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi,
2006, ss.395–396
67
kabul edilebilmesi için o yönde bir
“nitelikli çoğunluk” olmak zorundadır. Bu
toplam 321 oyun en az 232’si anlamına gelir. Ayrıca ülkelerin de çoğunluğu (bazen
üçte iki) lehte olmalıdır (ve nüfusun %62’si)”60. Neden azınlıkta olacağının
demokratik nedenleri Tablo 6’da gösterildiği şekliyledir. Türkiye bu nüfus hesabına
göre ilk sıradaki ülkeler arasına girecektir. Ancak oyunun etkinliği kendisini
destekleyecek ülkelere bağlı kalacaktır. Bunun haricinde her hangi bir oylamada
neden azınlıkta kalacağının diğer mantıksal ve duygusal sebepleri, din, kültür ve
medeniyet başlıkları altında yatmaktadır.
Tablo 6 : Nitelikli Çoğunluk Oylamasına Göre Ülkelerin Oy Sayısı.61
Sıra
Ülke
Oy
1
Fransa, Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık
29
2
Polonya ve İspanya
27
3
Hollanda
13
4
Belçika, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Macaristan ve Portekiz
12
5
Avusturya ve İsveç
10
6
Danimarka, Finlandiya, İrlanda, Litvanya ve Slovakya
7
7
GKRY, Estonya, Letonya, Lüksemburg ve Slovenya
4
8
Malta
3
Toplam
105
Kaynak: Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Kitapçığı
60
Türkiye İçin AB Üyelik Müzakereleri Süreci, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Kitapçığı,
Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Ankara, 2006, s.22
www.avrupa.info.tr
61
Türkiye İçin …s.22
www.avrupa.info.tr
68
Türkiye’yi üyelik aşamasında bekleyebilecek olan diğer olumsuz gelişmelerden
en önemli olanı kalıcı kısıtlamalar hususudur.62 Bu kısıtlamalar özellikle Türkiye’nin
tarımına ve serbest dolaşım hakkına yönelik olabilecektir.63 Bu durum AB’nin
ruhuna, yani mal, hizmet, sermaye ve işgücünün serbest dolaşımı prensibine
aykırıdır. Üyeliğin niteliğini de tam üyelikten ayrıcalıklı ortaklığa doğru kaydırır
görünmektedir.
4.6
SONUÇ
Gelişmiş sanayisinin ihtiyaç duyduğu sürekli ve kaliteli enerji ihtiyacı, lokomotif
veya çekirdek ülkelerinin birlik merkezi olma gayretiyle oluşumu kendi politik
çıkarlarına uygun bir şekilde yönetme çabaları ve birleştirici gibi görünen etkisinin
aslında
homojen
olmayan
yapısındaki
azınlıkların
ayrılıkçılık
değiştirememiş olması, AB’nin zayıf taraflarını oluşturmaktadır.
fikirlerini
64
Alt kimlikleri güçlendirerek, ulus devlet sistemini zayıflatmak ve Avrupa’yı ulus
üstü bir yapıda buluşturmak veya her türlü etnik kimliği Avrupalılık kazanında
eritmek olarak ifade edilebilecek nihai Avrupa ve Avrupalılık hedefine ulaşmak,
günümüzde meydana gelen gelişmeler çerçevesinde, gittikçe zorlaşmaktadır. Bu
konuda verilebilecek ana örnek İspanya’dır. AB politikalarına uygun olarak verilen
haklar azınlık politikasını olumlu bir sonuca ulaştırdığı söylemek mümkün değildir.
Bu gün azınlıklara verilen büyük haklar sonrasında İspanya’nın üniter yapısı
bozulacak boyuta gelmiştir. Avrupa’nın alt kimlik politikalarına rağmen Katalan ve
Bask azınlığın hala İspanya’dan ayrılarak egemen devletlerini kurmak isteği
İspanya’nın yanı sıra AB’ni de zor duruma düşürmektedir. Çünkü Fransa ve İtalya
topraklarında yaşayan Baskların, İspanya’daki olaylara karışması son derece
mümkün olup, sorunun yayılması olayın boyutunu değiştirerek ve yerel seviyeden
uluslar arası seviyeye çekecektir. Benzer şekilde Belçika’da kamuoyu ülkeyi Valon,
62
“Kısıtlamalar İmdat Kolu Gibi”, Radikal Gazetesi, 15.12.2004
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=137373
63
Abdurrahman Yıldırım, “17 Aralık Sonrası 2005’in Gündemi, Kıbrıs ve İç Siyaset”, Sabah
Gazetesi, 20.12.2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/20/yaz07-30-125.html
64
Birsel, Arka Bahçe…, s.60.
69
Flaman ve Brüksel’den oluşan üç bölgeye bölmeyi tartışmaktadır. Böyle bir bölünme
gerçekleşirse Valonlar Fransa’ya katılmayı istemektedirler. Yani Avrupa hala
büyüme ve küçülme içeren toprak değişikliklerine gebedir. Yükselen mikro
milliyetçilik AB’nin günümüzdeki yumuşak karnını oluştururken, bu durumda
AB’nin Türkiye’deki etnik duruma nasıl olumlu bir katkıda bulunacağı
anlaşılamamaktadır. Bu nedenle Türkiye üniter yapısını hedef alan terör eylemlerine
ve organizasyonlara karşı gerekli tedbirleri bulunduğu konumu da göz önünde
tutarak almalıdır.
Türkiye’nin güvenliği söz konusu olduğunda geliştireceği dış politikanın AB ile
tam uyumlu olması beklenmemelidir. Tarihi bir sorun olan Musul ve Kerkük
meselesi ile PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün, Irak kaynaklı eylemleri Türkiye
tarafından hiçbir suretle hoş görülmeyecektir. Türkiye ayrıca Irak’ta yaşayan
Türkmenlerin güvenliği ile de son derece ilgilidir. Onlara karşı gerçekleştirilecek bir
oldubittiye karşı Türkiye’nin sesiz kalması son derece zayıf bir ihtimaldir. Türkiye
sınırlarından uzakta olan Bosna sorununa nasıl taraf olduysa, sınırlarının yanı
başında gerçekleşecek üzücü olaylara karşı da doğal olarak taraf olacaktır. Bunlar ek
olarak Türkiye’nin dış politikasının AB’nin merkezileştirilmeye çalışılan dış
politikası ile uyumlu olacağı da son derece muğlâktır. Türkiye kendi bölgesinde ve
yakın çevresinde farklı çıkarlara sahiptir. Türkiye kamuoyunda karşılık bulmaya
başlayan milliyetçi duygulara mantıklı yaklaşımlar geliştirmek durumdadır.
Almanların 1994 yılında hazırladığı plana göre AB’nin yapısı halkalardan
oluşacak şekilde yeniden şekillendirilecektir. Bu kapsamda “çekirdek kadroyu İtalya
hariç orijinal devletler oluştururken, Almanya ve Fransa çekirdeğin de çekirdeğini
oluşturacaklardır. Fransa da benzer şekilde üç katlı bir yapıyı ortaya atmıştır.” 65 Yani
Türkiye’nin bir an AB’ye üye olarak katıldığını kabul etsek bile; Türkiye’nin merkez
ülkelerden biri olması, nüfusuna rağmen mümkün olamayabilecektir. Her şeyden
önce bunun için, merkez gruba girememiş, birçok ülkeden muhalefetle karşılaşacağı,
dolayısıyla uydu devletlerden biri halinde kalması için gerekli şartların hazırlanacağı
65
Huntington, The Clash of ……., s.229.
70
önceden kabul edilmelidir. Türkiye iki vitesli Avrupa Birliğinde küçük devletlerle
birlikte ikinci sınıf ülke olarak kalmaya hazır mıdır? Bu sorunun cevabı hayır
olmalıdır. Türkiye Avrupa’nın yönetiminde asıl söz sahibi olacak olan merkez grup
ülkeler arasında yani, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin arasında olmalıdır. Bunun
dışındaki bir yer Türkiye’nin AB üyeliğini anlamsızlaştıracağı gibi, ileride ödemesi
gereken bir bedel haline sokabilecektir.
Türkiye stratejik sebeplerden ötürü AB’ye girse bile onlardan biri olacağı son
derece zayıf bir yaklaşımdır. Peki, Türkiye ikinci sınıf kabul edileceği, karar
mekanizmalarında etkisinin olamayacağı, azınlık durumunda olacağı böyle bir
organizasyona tüm bedellerine rağmen girmeli midir? Yani Türkiye Avrupa Birleşik
Devletlerinin bir eyaleti olmalı mıdır? Evet, cevabının ilk etapta ekonomik yaklaşımı
olabilir, ancak ilk andaki duygusal ve moral yaklaşımı ile son tahlildeki stratejik ve
ekonomik yaklaşımı zayıftır. Bu politik yaklaşımın, Türkiye konumundaki, stratejik
vizyon geliştirme ve uygulama kapasitesine haiz bir ülke için, yeteri kadar iyi
olmadığını söylemek mümkündür. AB üyeliği ancak daha zor girişimlerden
kaçınmak için, göz kamaştıran ve genel kabul görmüş bir mazeret olarak
değerlendirilebilir.
Kıbrıs üyelik için ödenmesi gereken bir bedel değildir. Türkiye’den Kıbrıs’ın tek
temsilcisinin Rum tarafı olduğu hususunda baskıların gelmesi kaçınılmazdır.
GKRY’nin temel hedefi budur. Yunanistan’ın da hedefinin bu olduğunun ilk baştan
kabul edilmesi mantıklı olacaktır. Fransa’nın bu başlık üzerinden Türkiye ile
mücadeleye girişeceği, Annan oylamasından önce yapılan açıklamalarda ortaya
konulmuştur. Türk tarafının oylamaya olumlu yaklaşımının Fransa’nın politikalarına
o zaman olumlu bir etkisi olmadığı gibi günümüzde de yoktur. Fransa’daki
muhafazakâr
grup
referandum
sırasında
bu
hususu
Türkiye
aleyhine
kullanabilecektir. Buna istinaden Türkiye uzun vadeli stratejik çıkarlarını riske
sokacak politikalar geliştiremez.
Fransa ve Hollanda’da AB Anayasasının halk tarafından oylanması sırasında
birinci
gündem
maddesini
Türkiye
oluşturmuştur.
71
Türkiye’nin
üyeliğinin
engellenmesi için Anayasanın reddedilmesi gerektiği yönünde yürütülen politika bu
reddin sebeplerinden birini oluşturmuştur. Bunu doğrulayan mantık ise Nice
Antlaşmasının topluluk üye sayısını 27 ile sınırlandırmasıdır. Yani Türkiye’nin
AB’ne üye olması sağlayacak şartlardan birisi Anayasanın kabulüdür66. Aksi
takdirde meydana gelecek olan çekişme ortamında Türkiye’nin üyeliği sonu belirsiz
bir sürece terk edilecektir. Türkiye’nin bu oylamaya doğrudan etki etmesi
beklenemez ancak Anayasanın daha sonra gündeme gelecek canlandırma
faaliyetlerinde Türkiye yeniden kullanılarak, Türkiye’nin üyeliği olumuz bir
pozisyona getirilebilir.
Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile birlikte, Güneydoğu Avrupa’nın kısa
sürede değişen ortamında, İslam’ın tecavüzüne karşı koyabilmek için Yunanistan,
Bulgaristan ve Sırbistan’ın yeni bir Balkan ittifakı oluşturması gerektiğini ortaya
atanlar, Türk Yunan “doğaya aykırı” ittifakının anlamsızlığını da ilan ediyorlardı.67
Bunu bir anlamda doğrulayan olan Körfez Savaşında yaşanmıştır. Körfez krizi
esnasında Almanya’nın Irak’tan Türkiye’ye yapılacak bir füze saldırısını NATO’ya
karşı yapılmış bir saldırı olarak görmemesi, Türkiye’ye Batıların desteğine
güvenemeyeceğini açıkça göstermiştir.68 Türkiye’nin Batı ittifakında olmasının
anlamı Batı için pek bir şey ifade etmemeye başlamıştır. Her ne kadar Türkiye Orta
Doğu problemleri nedeniyle önemini korusa da, Avrupa için Türkiye’nin önemi bu
bölgeye daha rahat el atmasını sağlamaktan ve kültüre daha yakın olan birisini
soruna ve çözümüne ortak etmekten, yani kullanmaktan öteye gitmemektedir. Peki,
Avrupa’nın veya Amerika’nın sorun olarak gördüğü şeyler Türkiye kamuoyu için
sorun mudur? Bunun cevabı ABD’nin en büyük tehlikelerden biri olarak gördüğü
İran ile Türkiye’nin doğalgaz boru hattı inşası ve doğalgaz alanı geliştirme anlaşması
imzalanmasında açıkça ortaya konulmaktadır.69 Anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin
66
“14 Haziran 2005 tarihli Basın Özeti”, BBC, 5.3.2007
http://www.bbc.co.uk/turkish/pressreview/story/2005/06/050614_pressreview.shtml
67
Huntington, The Clash of ……., ss.175-176.
68
Huntington, The Clash of ……., s.208.
69
Burak B. Özpek, Türkiye-İran Doğal Gaz Anlaşması Ve Muhtemel Sonuçları, 27.7.2007, Global
Strateji Enstitüsü,
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1113
72
doğal müttefiklere ve ortaklara ihtiyacı vardır. Batı dünyası dolayısıyla AB
güvenilirliği kaybederken müttefik olma özelliğini de kaybetmektedir.
Milliyetçilik tüm dünyada yükseldiği gibi Türkiye’de de yükselişe geçmiştir. Bu
durum
AB’nin
Türkiye
karşısındaki
pozisyonunu
kamuoyu
nezdinde
zayıflatmaktadır. “Türklerin çoğu daha şimdiden AB devletlerinin onları hiçbir zaman
seçkin çevrelerine almayacaklarından eminler. Avrupa, kısa bir süre sonra yarı
gönüllü bir ültimatoma dönüşen her yeni tehditle inandırıcılığını daha da
yitirmektedir.”.70 Peki, bu durumda Türkiye’de siyasi elitler kamuoyuna rağmen AB
yolunda ilerleyebilecekler midir? Kamuoyu iradesine karşı üyelik politikası yürütmek
mümkün olamayabilecektir. Bu durum ise Türkiye ve AB’yi karşılıklı olarak daha
fazla güvesizlik duygusuna sürükleyebilecektir. Karşılıklı zaman ve odak kaybı da
buna eklenebilecek diğer olumsuzluklardır.
Türkiye AB’ye üye olabilmek için, Avrupa ülkelerinde gündemden düşmeyen
1915 olaylarını (sözde Ermeni Soykırımı) soykırım olarak kabullenemez. Türkiye bu
konunun AB üyeliğinin bir koşulu haline getirilmesi durumda, AB üyeliğini kabul
etmeyecektir. Bu konuda AP’nin aldığı tavsiye kararına AB’nin uyup uymayacağı
Türkiye için değil, AB için bir sınav olacaktır. Ancak AB’nin bu sınavı Türkiye’nin
bakış açısına uygun bir şekilde başarıyla verememesi kuvvetle muhtemeldir. Bu
durumda Türkiye AB ilişkilerinin daha da çıkmaza girmesi söz konusu olabilecektir.
Başka bir açıdan Türkiye’nin üyelik durumu ele alındığında ise; NATO’ya
katılımın Türkiye’yi Orta Doğu’dan koparması gibi AB’ye katılım Türkiye’yi Orta
Asya’dan koparabilecektir. Bu durum Türkiye’yi Orta Asya ve Avrasya’da çıkarlarını
doğrudan etkileyebilecek gelişmelerden uzak tutabilecektir. Bağımlı politikalar takip
etme durumu veya dışarıdan bu şekilde algılanması, Türkiye’nin gelişimleri
yönlendiren değil gelişmeler uyan bir ülke olmasına neden olabilecektir. Bu üstünde
ciddiyetle durulması gereken bir konudur.
70
Daniela Weingaertner, “AB’nin ….
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1
73
Ayrıca günümüzün ekonomisinde rekabetçi koşullar uluslar arası alanda rakip
sayısını artırma eğilimindeyken, müstakbel rakipler (Çin, Hindistan, Brezilya ve
Rusya gibi) AB’nin dünya ekonomisi üzerindeki etkisini kısıtlayıcı bir rol
oynayabilecektir. Bu durum Türkiye’nin rekabetçi bir sanayi geliştirmesini de
engelleyebilecektir. Topluluk kurallarına uyum Türkiye’nin üretim maliyetlerini
artırmaktadır. Bu Türkiye gibi henüz katma değeri yüksek üretime geçişi
tamamlamamış bir ülke için maliyeti yüksek sonuçlara yol açabilecektir. Yani
Türkiye AB ile ekonomik bir avantajı dünya üzerinde yakalayamayabilecektir. Bu
nedenle Türkiye çevre ülkelerle daha entegre ve daha bağımsız bir işbirliği ilişkisine
ihtiyaç duymaktadır. Aynı şey vize şartları için özellikle geçerlidir. AB kuralları
doğrultusunda vize işlemleri zorlaşacağı için Türkiye’nin turizm ekonomisi özellikle
Rusya ve İran yönünden zora girebilecek ve Türkiye gelir kaybına uğrayabilecektir.
Sonuç olarak; Türkiye’nin müttefiklik ilişkileri başta ABD dolayısıyla onun
etkisindeki AB ile uzun vadede iyiye gitmeyebilecektir. Özellikle Irak’ta meydana
gelebilecek gelişmeler Türkiye-AB-ABD üçgenindeki ilişkilerde önemli olumsuz
sonuçlar doğurabilecek bunun etkileri uzun yıllar boyunca devam edebilecektir. AB
üyesi devletlerde ve ABD’de sözde Ermeni Soykırımının kabulüne yönelik
gelişmeler ilişkilerin bozulması yönündeki gidişatı güçlendirebilecektir. Kıbrıs
sorununda GKRY ve Yunanistan’ın beklentisi, Türkiye tarafından umdukları şekilde
karşılanmayacağı için, önünde sonunda bu konu nedeniyle ilişkilerde kilitlenme
yaşanması gündeme gelebilecektir. Türkiye’nin terörle olan mücadelesinin
desteklenmemesi ve hatta bu konunun başka yönlere çekilerek suiistimal edilmesi
Türkiye AB ilişkilerinde kırılma yaratabilecektir. Ekonomik ve idari kısıtlamalar
Türkiye’yi AB üyeliğinden uzaklaştırabilecektir. Unutmamak gerekir ki; “bundan
sadece birkaç yüzyıl önce, Türkler bütün standartlara göre Avrupalılardan çok daha
ileriydiler.”71 Bunu yenilememek için hiçbir neden yoktur. Bu nedenle Türkiye’nin
AB dışında başka alternatifleri gündemine alıp, bu alternatifleri ciddi şekilde
değerlendirme zamanı gelmiştir. Bu kapsamda alternatiflerden ikisi olan Avrasya ve
Orta Asya tezin bundan sonraki bölümünde incelenmiştir.
71
Kinzer, Crescent and Star..,s.290
74
BEŞİNCİ BÖLÜM
DIŞ POLİTİKADA YENİ YÖNLER, ALTERNATİFLER
5.1
GİRİŞ
“Türkiye’nin jeopolitik ortamı pusulanın üç veya dört yönde değişmeye
başlamıştır.”1 Bunda konjonktürün etkisinin yanı sıra AB’nin de etkileri olmuştur.
Türkiye 2014–2024 yılları arasında AB ülkelerinin kamuoylarından ret cevabı olması
kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda bu cevabı beklemektense kendi politik
vizyonunu geliştirerek uygulamaya geçirmesi daha makul bir yaklaşım olacaktır.
Başlangıcın büyüklüğü veya etkileyiciliği birincil önceliği oluşturmamaktadır. Atılan
adımın küçük olması da önemli değildir. Önemli olan bu adımların sürekli olmasıdır.
AB küçük adımlar atmaya devam ederken bir çekim merkezi olmayı başarmıştır.
Bugün ülkeler bu birliğe katılabilmek için çabalamakta ve bazı bedelleri ödemeye
gönüllü olmaktadırlar.
“Tarihte ilk kez küresel politika çok kutuplu ve çok merkezli olmuştur.
Modernleşme
Batılılaşmadan
farklıdır.”2Türkiye
de
modernleşme
hedefini
kaybetmeden, bir çekim merkezi, çok kutuplu küresel politikada bir kutup olabilir.
Bunun için çok büyük ekonomik güce değil, yeterli bir irade ve kararlılık ile hassas
planlamaya ihtiyaç vardır. Türkiye’nin geliştireceği bağımsız girişimler değerini her
kes için artıracak ve elini her platformda güçlendirecektir. Türkiye’nin girişimlerinin
Avrasya ve Orta Asya yönünde olabileceği daha önceki bölümlerde ifade edilmişti.
Bu bölümde Türkiye’nin Avrasya ve Orta Asya politikalarını etkileyecek konular ele
alınacaktır. Özellikle Orta Asya’ya yönelik olarak diğer ülkelerin faaliyetleri de bu
bölümde incelenecektir. Bunun haricinde Türkiye’nin başka işbirliği alternatifleri de
söz konusudur. Son dönemlerde zaman zaman gündeme gelen İran ile Suriye’yi de
1
Graham E. Fuller, “Türkiye:21nci Yüzyıla Doğru”, E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.),
Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa
Yayınları, İstanbul, 2000, s.47.
2
Huntington, The Clash of ……., s.23.
75
kapsayacak
şekilde
bir
yakınlaşmaya
gidilmesidir
ki;
bu
değerlendirilmesi gereken bir konu olup buz tezin kapsamında değildir.
5.2
konu
ayrıca
3
AVRASYA VE AVRASYACILIK
SSCB dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin ve Başbakan
Korizev, Atlantikçilik anlayışını benimsediler.4 ABD ile daha yakın ilişkileri
amaçlayan bu strateji onları arka bahçeleri olan Orta Asya’dan uzaklaştırmıştır. Bu
şüphesiz ki Rusya için yanlış bir strateji olmuştur. Primakov ve Dugin gibi eski
imparatorluk taraftarlarının harekete geçmesi fazla gecikmemiş ve Avrasyacılık
akımı yeniden gündeme taşınmıştır. 1993 yılının ikinci yarısında Rus Yakın Çevre
Doktrini açıklanmış ve Rusya oyun sahasına kısa sürede dönme çabasında olduğunu
göstermiştir.
11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrasında ABD geleceği kendi çıkarlarına göre
yeniden şekillendirmek istemiş, bununu için saldırıdan önce saldırma (Preventive) ve
ülkesini korumak için önce davranma (Preempitive) stratejilerini benimsemiş ve
derhal uygulamaya geçmiştir.5 Sansasyonel saldırının halen süren etkileri nedeniyle
başlangıçta bu uygulamalar kapsamında, El Kaide’ye karşı yürütülen savaş Rusya
başta olmak üzere kimse de rahatsızlık yaratmamış veya bu ifade edilmemiştir.
Bununla birlikte, Afganistan operasyonunun, çok daha büyük bir mücadele olan
“Yeni Büyük Oyun”un sadece bir parçası olduğu, kısa zamanda gün ışığına
çıkmıştır.6 (Büyük Oyun terimi 1900’larda türemiştir. Rudyard Kipling’in “Kim”
adlı romanında Büyük Britanya İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında Orta
Asya’da üstünlük kurma savaşı olarak konu edilir.)
ABD’nin Orta Asya’daki varlığı kısa sürede Rusya ve Çin’i işbirliğine itmiş, bu
ikili Şanghay İşbirliği Örgütü vasıtasıyla ABD’nin Avrasya arka bahçesi stratejisini
3
Anıl Çeçen, “Türkiye’nin B Planı, Merkezi Devletler Topluluğu-MEBED”, Ankara, fark yayınları,
2007, ss.464–465
4
Haktan Birsel, “Arka Bahçe Stratejileri”, 2023 Aylık Strateji Dergisi,74, 2007, s.58.
5
Birsel, “Arka Bahçe…, s.58
6
Lutz Kleveman The New Great Game Blood and Oil in Central Asia, (çev. Hür Güldü) Atlantic
Monthly Press, New York, 2003, s. 2
76
yıpratacak noktaya gelmişlerdir.7100 yıldan uzun bir süre sonra, şimdi büyük
imparatorluklar, Sovyetler sonrası ortaya çıkan güç boşluğundaki Avrasya’nın
merkezini denetimleri altına almak için pozisyon almaktadır. Bugün farklı aktörleri
100 yıl öncesine göre daha karmaşık kurallarıyla yeni büyük oyunu oynamaktadırlar.
ABD, İngiltere’nin öncü rolünü devralmıştır. Rusya’nın yanı sıra Çin, İran, Türkiye
ve Pakistan gibi bölgesel güçler de güç arenasına dâhil olmuşlardır. Bölgede ayrıca
uluslar arası şirketler de (bazılarının bütçesi birçok Asya ülkesinin bütçesinden daha
büyüktür.)
kendi
çıkarları
doğrultusunda
strateji
izlemektedirler.8
Sonuçta
günümüzün etkin olgusu küreselleşme ve onun getirdiği kurallar da yeni büyük
oyunda etkisini göstermektedir.
Bugünün Büyük Oyunu’nun en büyük farkı ganimetlerdir. Victoria dönemi
mücadelesinde Londra ve St. Petersburg, Hindistan’ın zenginliklerini ele geçirmek
için mücadele ederken, Yeni Büyük Oyun Hazar Denizi’nin petrol ve doğalgaz
rezervlerine odaklanmaktadır.9
Yeni büyük oyunda Avrasyacılık, Rusya’nın kozlarından birini oluşturmaktadır.
Bu fikri açmadan önce Avrasya ve Avrasyacılığın gelişimi hakkında bazı bilgilerin
verilmesi yerinde olacaktır.
5.2.1 AVRASYA’NIN ÖNEMİ
Avrasya kelime olarak Avrupa ile Asya kelimelerinin birleşiminden, yani “avr” ile
“asya” sözcüklerinin birleşmesinden oluşur ve Avrupa kıtası ile Asya kıtasını kapsayan
coğrafi bölgeye verilen isimidir.10 “Avrasya yerkürenin en büyük kıtasıdır ve
jeopolitik olarak bir eksendir. Avrasya’ya hükmeden bir güç, dünyanın en ileri ve
ekonomik olarak en verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edecektir.”11”Avrasya,
7
Birsel, Arka Bahçe…, s.59.
Kleveman, The New Great ….s. 3
9
Kleveman, The New Great ….s. 4
10
“Avrasya”, Wikipedia Online, 5.05.2007
http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrasya
11
Zbigniew Brzezinski, The Grand Cheessboard, (çev. Yelda Türedi) Perseus Boks L.L.C., 1997,
s.52
8
77
dünya GSMH’ sinin % 60’ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne
sahiptir.”12
Dünyanın kontrolü ile ilgili olarak üç teori ortaya atılmıştır. Bunlar: denizlere
hükmeden olan dünyaya hükmeder; hava hâkimiyetini sağlayan dünyaya hükmeder ve
son olarak, kara hâkimiyetini sağlayan dünyaya hükmeder teoremleridir. Kara ile ilgili
olan teorem Avrasya’yı temel almıştır. Teoremin sahibi Sir Halford Mackinder (1861–
1947), teknolojik ilerlemeler sayesinde ortaya çıkan kara taşıtlarının, otomobiller ve
trenler sayesinde, karalarda daha önce gemiler sayesinde denizlerde yaşanan etkinin
ortaya çıkacağını ifade ederek; kara taşımacılığının kontrol ve güce giden yolun
anahtarı olduğunu ifade etmiştir. Tabi bu teorem ortaya atıldığında Mackinder’in kara
temelli gücünün temelinde Rusya’nın, daha sonra SSCB’nin Avrasya ‘merkez kara’sı
yatmaktaydı. Avrasya ve Afrika’nın birlikte oluşturduğu “Dünya Adası”’nda, merkez
karayı kontrol eden güç, baskın güç yani süper güç olacaktır. Sovyetler Birliği bu
nedenle süper güçlerden birisiydi.
Mackinder “merkez kara”yı coğrafi olarak; kuzey kutbu kıyılarından orta
kısımlardaki çöllere genişleyen ve batıya Baltık ve Karadeniz arasındaki kıstağa
uzanan, “Avrasya’nın kuzey ve iç kesimleri” olarak tanımlamıştır.13 Mackinder’in
tanımı da görüşleri de bugün hala güncelliğini, geçerliliğini korumaktadır.
Aslında Avrasya Avrupa ve Asya’nın birleşimi olan ana kıta olarak ifade edilse
bile; can alıcı gelişmeler Asya tarafında yaşanmaktadır ve beklentilerde devam edeceği
yönündedir. Zaten bu yüzden buraya “Avrasya Balkanları” denmiştir14.
Avrasya
Balkanlarını;
Kazakistan,
Kırgızistan,
Tacikistan,
Özbekistan,
Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Afganistan oluşturur.
Potansiyel adaylar ise bölgedeki stratejik oyuncular olan Türkiye ve İran’dır.
15
Balkanlaşma deyiminden hatırlanacağı üzere Türkiye artık bu oyuna istese de
12
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.52
Christopher J. Fettweis, Sir Halford Mackinder, Geopolitics and Policymaking in the 21st
Century, Parameters, 2000, ss. 58–71.
14
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.178
15
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.178
13
78
girmiştir, istemese de girmiştir, istese de bu oyunu oynayacaktır, istemese de bu
oyunu oynayacaktır.
Avrasya’da büyük oyuncular da bölgesel oyuncuların yanı sıra etkindirler.
Brzezinski bunu aşağıdaki gibi açıklamıştır:
Avrasya’nın yeni jeopolitik haritasında en az beş jeostratejik oyuncu ile beş
jeopolitik eksen belirlenebilir. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan büyük
ve etkin oyunculardır. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran
jeopolitik eksen rolünü oynarlarken, Türkiye ve İran’ın aynı zamanda jeostratejik
olarak da etkindirler.16
Avrasya’da herkes kendine düşen rolü oynayacaktır. Rusya’nın ki ise
Avrasyacılıktır.
5.2.2 AVRASYACILIK
Avrasyacılık İlk olarak XIX. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 1920’lerin ortalarında bu
tez, Avrasyacılığın önde gelen temsilcisi Prens N.S. Trubetskoy tarafından şöyle
ortaya konuluyordu:17
Görevimiz.. Rusya, Avrupa uygarlığının çarpık bir yansıması olmaktan
çıkınca… tekrar kendisi, Cengiz Han’ın bilinçli mirasçısı ve büyük mirasının
taşıyıcısı, Rusya-Avrasya olduğunda…. tamamen yeni bir kültürü, Avrupa
kültürüne benzemeyen kendi kültürümüzü yaratmaktır.18
Trubetzkoy’un Slav ırkından olmayan birini Rusya için lider benimseyerek, onu
kendi kültürüne veya kendini onun kültürüne entegre etmeye çalışması ve bu
bağlamda Deli Petro’dan beri yakınlaşılmaya çalışılan Avrupa’dan, kendini farklı
göstererek uzaklaşmaya çalışılması şüphesiz dikkate değer bir husustur. Rusya’nın
kimliğini Batı’dan farklı bir şekilde oluşturmanın yollarını aramakta olan Avrasyacılık,
bütün Slavların ortak kültürel birleşimini vurgulamak yerine, güneye ve doğuya
16
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.65
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.156
18
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.157
17
79
bakarak, Avrasya’nın Ortodoks ve Müslüman topluluklarını bir potada birleştirmenin
hayalini kurmaktadır.19
“Avrasyacılık birbirini iten iki gücün oluşturduğu bir itme gücü olarak doğmuştur:
geçmişten ve düşmandan. Geçmiş Rus İmparatorluğu’dur; düşman ise Batı.”20
Komünizm dönemi bu akımı ortadan kaldıramamıştır. Aksine Komünizm öldüğünde,
o yeniden doğmuştur. Avrasyacılık fikri komünizme alternatif olarak düşünülürken,
propaganda dönemi boyunca bellendiği şekliyle, Batı’nın çürümüşlüğünden de uzak
kalınabilecektir. Tabiî ki burada ortaya konulmak istenen, Sovyetler Birliğinin yerine
Rusya’nın geçirilmeye çalışılmasından başka bir şey değildir. Sonuçta; SSCB’nin ve
hatta Rusya’nın içinde yaşayan halkları kucaklayacak, onların ulusal uyanışlarını
bastıracak, uluslar üstü bir doktrine ihtiyaç vardır. Avrasyacılık buradan aldığı
düşünsel destekle XX. Yüzyılda daha da yaygınlaşacaktır.
Örneğin Kazakistan Cumhurbaşkanı bir dönem bu söylemin taraftarlığını daha
ılımlı şekliyle yapmıştır. Tabi bunda ülkesinde Kazaklarla göçmen Rusların nüfusu
hemen hemen eşit olması önemli bir rol oynamıştır. Nazarbayev’in bu desteğini
Moskova’nın siyasi bütünleşme yönündeki baskılarını azaltacak bir formül aramak
olarak ta değerlendirilebilir. Yani belirsiz ve sonuçsuz BDT’ye karşı seçenek olarak
“Avrasya
Birliğinin”
propagandasını
yapmıştır.21
Ancak
Atatürk
ile
kıyaslanmasından hoşlanan Nazarbayev’in asıl amacı Kazakistan’ı bölgenin merkezi
haline getirmektir.22
1920 ve 1930’larda Sovyetler Birliğinde Petr Nikolaevich Savitskii ve Nikolai
Sergeevic Trubetskoi’nin ortaya attığı Avrasyacılık söylemi Türkiye’de de, akademik
çevrelerde, gündeme getirilmeye başlanmıştır. Günümüzde bu akımın öncülüğünü
19
Charles Clover, "Dreams of the Eurasian Heartland, the Reemergence of Geopolitics", Foreign
Affairs, 78 (2), March/April 1999, ss.9-13.
20
Ilya Vinkovetsky, Classical Eurasianism and Its Legacy, Canadian-American Slavic Review, 34
(2), 2000, s. 129.
21
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.158
22
Ilya Vinkovetsky, Eurasia and Its Uses: The History of an Idea and the Mental Geography of
Post-Soviet Space, Princeton University, 2007, s. 10.
http://www.princeton.edu/~restudy/soyuz_papers/Vinkovetsky.pdf
80
Rus düşünürler; Alexander Gel'evich Dugin, Gennaii Zyuganov ve Lev Nikoaevich
Gumilev yapmaktadır.
Sovyet düşünürlerinden Tatar kökenli Lev Nikoaevich Gumilev “süper ethos”
olarak tanımladığı Slav, Türk ve Moğol halklarının birleşmesinden oluşan Avrasya’da,
Türk ve Moğol hakların Rusya’ya, İngiliz ve Fransızlara göre daha dost olduklarını
savunmuştur.23 Çünkü Avrupa merkeziyetçiliği, Avrupalıların kendi kültürlerini diğer
halklara benimsetmeye çalışmaları yani kendi kültürlerini evrensel hale getirmeye
çalışmaları başta Gumilev olmak üzere, Avrasyacı düşünürlerin tepkisini çekmiştir.
Hatta Avrasyalılar Pan-Slavistlerin aksine, “etnik, kültürel ve dilsel karışımın” Doğu
Slavlarını (Rus, Ukraynalı ve Beyaz Rus) batıdaki ve güneydeki diğer Slavlardan
ayırdığını ve onları ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağladığını iddia etmiştir
Günümüzdeki yeni Avrasyacılık akımı güç unsurunu öne çıkarırken, Fransız ve
Belçikalı yeni sağcılar ile Alman Jeopolitik okulundan etkilenmiştir. Geleneğe sadık
kalsa bile Rusya’nın özgün bir kimliğe sahip olduğunu kabul etmektedir.24
Rus entelektüellerden Berdyayev Nikolay Aleksandroviç, Avrasyacıları Rus
ideallerine sadık olmamakla hatta Asyalılığı, Doğululuğu, Moğolluğu ve Tatarlığı,
Rusluğa, Cengiz Hanı Aziz Vladimir’e tercih etmekle itham etmiştir. Yine
Berdyayev Avrasyacıları gizli Müslümanlar olarak tanımlamıştır. Rusya merkezli bir
birleşme öneren Rus Avrasyacıları ile Türkiye merkezli bir Avrasya birliğini
tahayyül edenlerin varlığı, Avrasya projesini kökten etkileme potansiyeli
taşımaktadır.25Berdyayev gibi düşünenler ile kendi ülkelerinin merkezinde Avrasya
İşbirliğini planlayanlar bu projenin yürümemesine yetebilecektir. Öte yandan
Türkiye AB’de olduğu gibi burada da ikinci seviyede bir rol üstlenmek durumunda
kalacaktır. Rusya’nın yaklaşımının eşitlikçi olması beklenemez. Ayrıca Türkiye’nin
23
Nazım Cafersoy, “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, Türkiye Uluslar arası İlişkiler ve Stratejik
Analizler Merkezi (TÜRKSAM), 28.12.2005
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
24
Cafersoy, “Rusya’da …..”.
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
25
Orhan Gazigil, “Rusya’da Avrasyacılık Düşüncesi ve Yeni Alternatif Arayışları”, USAK Stratejik
Gündem, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007.
http://www.usakgundem.com/makale.php?id=26
81
bölgesel güç olarak ortaya çıkması, Rusya’nın ise bölgesel güçlüğe gerilemesi
Türkiye’ye bakış açısının olumsuz hale getirmiştir.26 Buna paralel bir şekilde, “RusErmeni stratejik ilişkilerinin ana hedefinin Azerbaycan değil Türkiye olduğunu ifade
eden, Aliyev’in dış politika danışmanı Vefa Guluzade, Ermeni-Azeri çatışmasının
eski Rus-Türk uyuşmazlığının son halkalarından bir olduğunu iddia etmiştir.”27
Bugün Rusya’da Avrasyacılık akımını destekleyenler doğal olarak ABD’nin
politikalarını onaylamamakta ve Rusya’nın yeniden uluslar arası arenaya dönmesini
arzu etmektedirler. Çok kutuplu bir uluslar arası sistemi destekleyen bu kişiler, aynı
zamanda Rusya’nın yakın çevresine birincil derecede önem vermesini, ABD’nin
Rusya’nın doğal ilgi alanlarından yani yakın çevresinden uzak tutulmasını
istemektedirler.
İşte bu amaca hizmet etmesi için filozof Dugin tarafından, “BDT ekseninde AB
benzeri bir stratejik entegrasyona gidilmesini ve bu entegrasyonun Moskova-TahraY.Delhi-Pekin ekseninde geliştirilmesi gerektiğini ortaya atmıştır. Rusya sıcak
denizlere barış yolu ile ulaşmalıdır”.28 Kolayca anlaşılacağı üzere eski veya yeni
Avrasyacılığın Rus politik düşüncesinde yeri rastlantısal değildir. Avrupa’dan uzaklaşır
şekilde, yeni bir kimlik tanımlamaya çalışmasından, bunu yaparken Müslüman halkı da
dâhil etmesinden anlaşılacağı üzere, 21.yüzyılda da fikrin geçerli dayanağı ve aslında
hedefi Orta Asya’dır. Eskiden boş ve kıraç topraklar, denizden uzak olmanın
getirdiği unutulmuşluk ve kaderine terkedilmişlikle yaşarken, Rus işgali dünya
gündeminde hiçbir zaman önemli bir yer edinmemişken, günümüzde bu artık
değişmiştir. Çünkü oyun tahtasında Şah artık, petrol ve gaz denizinin üzerinde
oturmaktadır. Rusya enerji üzerinden eski günlerine dönmek istemektedir.
26
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, ss.138-139
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.136
28
Cafersoy, “Rusya’da …..”.
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
27
82
5.2.3 AVRASYA’DA GÜÇ DENGELERİ
Enerji ihtiyacı modern zamanda, yani günümüzde bile, savaşların ve işgallerin
sebebidir. Avrasya’da da, Orta Asya’da da oynanan oyun artık enerji temelindedir.
Avrasya’nın kalbi, enerji merkezi Orta Asya’da atmaktadır. Avrasya’yı kontrol
etmek isteyen, dünyanın gelecekteki politikalarında söz sahibi olmak isteyen, Orta
Asya’yı kontrol etmek durumundadır. Bölge enerji oyununun büyük ödülü haline
geldiği için, bu kontrolün önemi Avrasya’yı aşmıştır. Ölçek artık dünyadır.
Avrasya’yı kontrol eden dünyayı kontrol edebilecektir. Bunun anlamı “yeni büyük
oyun” da SSCB’nin Orta Asya’da yerini alan, oyuna süper güç adayları grubunda
katılacaktır.
İşte bu nedenle ABD’nin temel amacı, Avrasya topraklarının düşman bir gücün
kontrolü altına geçmesini engellemektir. ABD’nin Batı Avrupa ve Japonya ile
müttefikliğindeki ve Avrasya’nın çevre topraklarındaki güvenlik taahhütlerinin kaynağı
bu kaygıdır.29 Aynı kaygıyla ABD Orta Asya ülkeleri ile güvenlik anlaşmaları yapmaya
çalışmış ve bazılarında askeri üs kurmaya gelecekleri belirsiz olsa bile muvaffak
olmuştur. Sonuç olarak “Amerika için en önemli jeopolitik ödül Avrasya’dır”.30
“Amerika’nın
küresel
hâkimiyetinin
ne
üstünlüğü
kadar
süre
doğrudan
doğruya
ve
kadar
ne
Avrasya
etkili
kıtasındaki
sürdürüldüğüne
bağlıdır.”31Avrasya’daki üstünlüğünün formülünü ise “Büyük Satranç Tahtası” adlı
kitabında Zbigniew Brezezinski aşağıdaki gibi açıklamaktadır.
Eğer orta alan giderek genişleyen yörüngesine çekilebilir, güney bölgesi tek
bir oyuncunun hâkimiyetine tabi olmaz ve doğu, Amerika’yı üslerinden çıkartacak
şekilde birleşmezse, Amerika’nın egemen olduğu söylenebilir. Fakat orta alan
batıyı reddeder ve iddialı, tek ve bağımsız bir mevcudiyet olursa ve güneyi kontrol
eder ya da doğulu esas oyuncularla bir ittifak kurarsa, o zaman Amerika’nın
Avrasya’daki üstünlüğü bariz biçimde azalır. Aynı durum iki büyük doğulu
oyuncunun bir şekilde birleşmelerinde de söz konusudur.32
29
Gerald Robins, "The Post-Soviet Heartland: Reconsidering Mackinder", Global Affairs, 8, 1993, ss.
95-108.
30
Brzezinski, The Grand Cheessboard, .., s.51.
31
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.51
32
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…ss.56-57
83
Avrasya kontrolü zor bir hale SSCB döneminde kasıtlı olarak getirilmiştir.
Özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da bunun etkileri derhal göze çarpmaktadır.
Türkistan olan topraklar sınırlar ile bölünerek uluslar ve devletler yaratılmış, burada
ve Kafkaslarda birbiri içine girmiş azınlıklar yaratılmıştır. Yani “Avrasya Balkanları
etnik bir mozaiktir. Devletlerin sınırları 20’ler ve 30’larda, Sovyet Cumhuriyetleri
resmi olarak kurulurken Sovyet haritacıların arzusuna göre çizilmiştir.”33 Bunun
getireceği sorunların orta vadede çözülmesi beklenmemelidir. Ancak sorunu yaratan
tarafından bile artık kontrolü söz konusu değildir. Bu bağlamda Amerika’nın bu
durumdan yararlanmaya çalışması beklenebilir. Ancak “Amerika’nın küresel
hegemonyasının etkinlik alanı kuşkusuz büyüktür; ama iç ve dış sınırlamalar
nedeniyle derinliği azdır.”34
5.2.4 AVRASYACILIK VE TÜRKİYE
“Tarihî Avrasyacılık, Rusya’nın Avrasya olmasında Moğol-Türk işgalinin esas
rolü oynadığını ideologu Savitskiy tarafından dile getirilecek kadar “Türk
sempatizanı” iken, Yeni Avrasyacılıkta bunun tersi bir yaklaşım tarzı egemendir.”35
Rusya’nın güçten düşmesinde ABD’yi sorumlu görenler, ABD’nin dostu ve tarihi
rakipleri Türkiye’yi de hoş görmemektedirler. Bu nedenle son zamanlarda Türkiye
lehine bazı görüşleri değişse bile, Dugin 1990’lara kadar Avrasyacılığın İslam
ayağında İran’ı görmüştür.
Avrasyacılık fikrinin karşında olan ilk önce eski SSCB üyeleridir. Bugün
Rusya’dan sonra en büyük Slav devlet olan Ukrayna’nın böyle bir oluşum içine
gireceği son derece şüphelidir. En azından bir bütün halinde gireceği konusu
şüphelidir denilebilir. Ukrayna Rusya taraftarları ile Batı taraftarları arasında ikiye
bölünmüş durumdadır ve bunun fiiliyatta da gerçekleşme tehlikesi her geçen gün
daha fazla konuşulmaktadır. Polonya tarafından Ukrayna’nın adı sık sık AB üyeliği
ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca “Rusların BDT’yi siyasi bütünleşmeye giden araç
33
Bal, İdris. “Instruments of …”; Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.178
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.57
35
Cafersoy, “Rusya’da …..”.
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
34
84
olarak kullanma çabalarını engellemek için, Ukrayna tarafından sessiz sedasızca
yönetilen, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve bazen de Kazakistan, Gürcistan
ve Moldova’dan oluşan gayri resmi bir blok”36 ortaya çıktığını da unutmamak
gereklidir. Anlaşılacağı üzere, “Avrasyacılık pek azı Moskova ile yeni bir birlikteliğe
istekli olan, bağımsızlığını yeni kazanmış Orta Asyalılara da cazip gelmiyordu.
Özbekistan, BDT’nin gücünü artırmasına yönelik Rus girişimlerine muhalefet
ediyordu.”37 Bu durum Orta Asya Cumhuriyetlerinin de artık bir ağabeye ihtiyaç
duymadıklarının ve her geçen gün bağımsızlıklarının kemikleştiğinin adeta bir
göstergesidir. Kendi kendini yönetmenin idrakine iyice varan bu devletlerin yeniden
bir hegemonya altına girmek istemeleri beklenmemelidir. Rusya’nın da eşit seviyede
bir ilişki istemesi tarihi ve ahlaki değerler bakımından pek ihtimal dâhilinde değildir.
Bunları gören Avrasyacı aydınların özellikle Türk Cumhuriyetlerini sistem içine
almak için Türkiye’ye ihtiyaç duyduklarını düşünebiliriz. Gerçekten de Türkiye’nin
sisteme dâhil olması bu devletler üzerinde en azından Türkiye ile ayrı bir şekilde
ilişkiye girme ihtimalinin azaltabilecektir. Yani Rusya bu durumda merkez ülke olma
konumunu kaybetmeyebilecektir.
Avrasyacılık fikri Batı’ya tepki olarak Türkiye’de de kendine bir yer bulmuştur.
Bu fikrin Türkiye’deki yandaşlarından belki de en popüler olan, Avrasyacılığı “Ortak
Umut” gören Attila İlhan’dır.38 Attila İlhan Türkiye’de Atatürk ile Sultan Galiyev’i
ortak platforma taşırken, ortaya attığı “Sultan Galiyev Bileşkesi” çok tartışılıp, çok
da eleştirilmiştir.39 Ancak Attila İlhan’ın Avrasyacılığının Rusya teslimiyetçiliği
anlamına geldiği söylenemez. Bugün Türkiye’de Avrasyacılık fikrini savunanların
önemli bir kısmı Rusya’yı odak değil Orta Asya’yı odak olarak görmektedirler. Yani
Rusya Avrasyacılığı ile Türkiye Avrasyacılığı arasında bariz bir fark söz konusudur.
Türkiye’de bir kesim bunu Osmanlı’nın son dönemlerinden, Turancılık akımından
36
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.161
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.161
38
Attila İlhan, “Ortaklaşa Umut Avrasya”, Cumhuriyet, 5.07.2005
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=58&hnd=1&ord=57&dbId=663
39
İrfan Ülkü, “Fena Halde Attila İlhan”,Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı, 7.07.2007
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=1&prnId=45&hnd=1&docId=424&ord=44
&fop=0&s=1
37
85
kalma anlamıyla kullanmaktadır. “Avrasyacılık Avrasya ülkelerinde de farklı
anlamlara gelmektedir. Mesela Kırgızlar ve Kazaklar Avrasyacılığın ekonomik bir
entegrasyon olduğunu düşünürken, Azeriler Avrupalaşma anlamına geldiğini
düşünüyorlar.”40
Rus tarafınca düşünülen Avrasya yapılanması içinde Orta Asya Cumhuriyetleri,
Rusya, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Ukrayna ve Türkiye
ve/veya İran düşünülürken, böyle bir oluşumun nasıl uyum içinde olacağı, Rusların
bu oluşumun kontrolünü yeterince ellerinde tutup tutamayacakları muğlaktır.
Rusya’da 145 milyon kişi yaşarken bunların sadece % 80’i Slav’dır (2004 yılı
sayımına göre).41. Geri kalan kısmın çoğunluğu ise Türk kökenli ve Müslüman’dır
Bu denge Rusların aleyhine gelişmeye devam etmektedir. Böylelikle kurulabilecek
her çeşit ortaklık seviyesinde, neredeyse nüfusuna yakın bir Müslüman grup ile
birlikte yaşamaya çalışacaktır. Bu nüfus dengesinin kısa sürede aleyhine değişeceği
de düşünülürse, Rusya’nın Avrasya ortaklığında orta vadede azınlıkta kalma ihtimali,
söz konusudur. Bunun yaratacağı tepkinin işe yarar bir ortaklık sağlayacağı son
derece şüphelidir. Rusya’da yaşayan 60 etnik topluluğun önemli kısmı Türk ve Türk
soyludur. Bu durumun getireceği her hangi bir etnik sorunun faturası Türkiye’ye
çıkarılabilecektir. Bu şüpheli bir evlilik olacaktır ve tarafların birbirine faydasından
çok zararının dokunma tehlikesi açıktır.
Ayrıca Türkiye AB’nin içinde düşeceği durumun benzerine, yani azınlık
durumuna, burada da düşebilecektir. Her şeyden önce Türkiye çok uzun zamandan
beri batılı çalışma ve düşünme yöntemlerini uygulamaktadır. Bunca yıldan bu yana
Batı ile aşamadığımız farklılıkları Rusya ile bir anda aşmamız için bir sebep yoktur.
40
İlhan Çomak, “Türkiye’de Avrasyacılık Üzerine”, USAK Stratejik Gündem, Uluslar arası Stratejik
Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007.
http://www.usakgundem.com/haber.php?id=102
41
“Gerçekler ve Rakamlarla Rusya”, Rusya Federasyonu Türkiye Büyük Elçiliği, 28.05.2997
http://www.turkey.mid.ru/hakk_t02.html
86
“Ruslar tarafında, Türklere olan düşmanlık takıntı sınırındadır.”42 Hal böyleyken,
“Profesör Dugin'in temsil ettiği Rus Avrasyacılığı ile Sultan Galiyev'in Turan
vizyonu kolay kolay bir araya gelemezler. Üstelik doğaları gereğidir bu.”43
Bugün Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin “ Avrupa Birliğinden
beklentilerinizi bulamadığınızda, bizden başka dönecek nereniz var? Müslüman
ülkeleri mi? Orta Doğu mu? Onların size verecekleri bir şey yok ki…”44 dese de
Türkiye’nin bir başka alternatifi daha vardır. Ancak ona geçmeden önce eklemek
gerekir ki; Rusya Türkiye için geçmişte olduğu gibi gelecekte de son derece önemli
bir ülke olacaktır. Ekonomisi düzelmeye başlayan Rusya, okyanus üstü uzun
mesafeli uçuşlar gibi askeri yeterliliğini gösterecek davranışlar geliştirmeye
başlamış, ABD’nin politikalarından uzaklaşmış, Doğu Avrupa’ya yerleştirilecek olan
füze kalkanlarının kendisini hedef aldığını söyleyerek bunun için gerekli tedbirleri
alacağını söylemiştir. Avrupa ve Türk güvenliğinin mihenk taşı olan Avrupa
Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması (AKKA)’nın Rusya tarafından 15 Temmuz
2007 tarihinde askıya alınması yeni bir güvenlik sorununu iyice ortaya çıkarmıştır.
Ayrıca Rusya iyi bir ticari ortaktır. Rus turistler Türkiye’ye önemli miktarda döviz
bırakmaktadır. Rusya ile ilişkiler tavizlere bağlı kalmadan, kararlılıkla ancak
dikkatle, özenle ve gereksiz gerilimlerden kaçınılarak yürütülmelidir. Ancak bu
dikkat ve özenin Rusya’ya enerji konusunda göbekten bağlanmayı kesinlikle
gerektirmediği bilinmelidir.
5.3
ORTA ASYA
“Orta Asya; Karadeniz’in doğu kıyılarıyla Pamir Dağları’nın zirvelerine uzanan
bu geniş topraklar, uzun bir dönem “dünyanın kara deliği” olarak bilindi.”45 Sonra bu
42
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.190
Ülkü, “Fena Halde …”, 7.07.2007
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=1&prnId=45&hnd=1&docId=424&ord=44
&fop=0&s=1
44
Mehmet Ali Birand, “Türkiye Putin’i Çok Arayacak”, Hürriyet, 26.06.2007
45
Kleveman The New Great… s. 2
43
87
kara delikten, SSCB çöküşü ile birlikte, yeni ülkeler birer birer kendini göstermeye
başladılar ve “Avrasya Balkanları”46 olarak adlandırıldılar.
Orta Asya denildiği zaman akla ilk önce Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan,
Kırgızistan, Tacikistan ve Rusya’nın bölgedeki toprakları ile Çin’in Sincan-Uygur
bölgesi ve Moğolistan gelir. Ama bu tez kapsamında Orta Asya denildiğinde sadelik
açısından Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan ile
bölgenin kapısı Azerbaycan kastedilecektir. Türk Cumhuriyetleri veya Türkçe
konuşan ülkeler kapsamında da Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan
ve Azerbaycan kastedilecektir.
Sovyet sonrası dönemde halen ulusal kimliklerini arayan bu ülkeler; üzerindeki
denetimlerini
kaybetmemek
için,
istemeyerekte
olsa
milliyetçi
söylemleri
benimseyen eski komünistler veya KGB generalleri tarafından yönetilmektedir.
47
Zaten olayın düğüm noktası da bu kimlik meselesidir. Kendilerini tanımlamayı
tamamları sürecinde yani neyi benimseyecekleri hususu tüm dünyayı yakinen
ilgilendirmektedir.
“Bahse konu cumhuriyetlerin çoğu, bölge nüfusuna hiç önem vermeyen Joseph
Stalin tarafından kurulmuştur. Bölgesel nüfus yapısıyla oynayarak bölgedeki etnik
gruplar arasında çatışmaları körüklemek, eskiden beri kullanılan bir yöntemdi.”48
Bölgenin
dünya
için
önemi
toprakların
altında
yatan
servetten
kaynaklanmaktadır. Burası dünyanın önemli petrol ve doğalgaz kaynakları
arasındadır. Petrol rezervlerinin toplam 243 milyar varil, doğal gaz rezervlerinin ise
57 ila 155 trilyon metreküp arasında olduğu tahmin edilmektedir ki; bu da
Amerika’nın kendi rezervlerinin üç katından fazlasına tekabül etmektedir. Dünyanın
en büyük 5 petrol sahasından biri Kazak kıyıların da (Kaşagan) daha 2000 yılında
keşfedilmiştir.
49
Bu bölgede daha keşfedilecek birçok doğalgaz ve petrol alanının
46
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.175
Kleveman, The New Great ….s. 2
48
Kleveman, The New Great ….s. 2
49
Kleveman, The New Great ….s. 4
47
88
olduğunun adeta delilidir.50 Kazakistan’ın şu ana kadar tespit edilen yeraltı
zenginliklerinin değeri 2 trilyon ABD dolarından fazladır. 51 (Dünya petrol rezervleri
1,4 trilyon varildir. Ancak, bunun 550 milyar varili tüketilmiştir. Bundan dolayı
bilinen kalan rezerv 850 milyar varildir. Bugünkü dünya yıllık tüketimi 30 milyar
varil civarındadır.52)
“Petrol tedarik şirketi Halliburton’un Yönetim Kurulu Başkanı iken petrol
üreticilerine hitaben yaptığı bir konuşmada Dick Cheney, “Hazar kadar stratejik
öneme sahip bir bölgenin birden ortaya çıktığına inanamıyorum” demiştir.53 Ayrıca
bölgenin“Sanayileşmiş batı ile hammadde kaynaklarına sahip doğu arasında olan
ulaşım ağının üzerinde olması jeopolitik önemini artırmaktadır.”54 Sanayileşmekte
hızlı adımlarla ilerleyen ve dünyanın fabrikası konumundaki Çin ile teknolojinin ve
tüketimin merkezi Avrupa arasında bulunan bölge, demiryolları vasıtasıyla kurulan
yeni İpek Yolu’nun üzerindedir. Bölgede bulunan ülkelerinin genel yapısı ise
aşağıdaki gibidir:
50
Bakınız; Enerji üzerine en güvenilir istatistik bilgiler Paris’te bulunan Uluslar Arası Enerji Kurumu
(www.iea.org) ile ABD Enerji Bakanlığı (www.eia.doe.gov) adreslerinden temin edilebilir.
51
“Kazakistan”, Vikipedi Online Ansiklopedi, 9.05.2007
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kazakistan
52
Çağrı Kürşat Yüce, “SSCB Sonrasında Hazar Bölgesinde Enerji Mücadelesi ve Türkiye”,
TÜRKSAM, 30.03.2005
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=307
53
Kleveman, The New Great ….s. 5
54
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.177
89
Tablo 7:
Orta Asya Cumhuriyetleri Genel Bilgiler55
Ülke
Nüfus (1000)
Azınlık (%)
Yüzölçümü (Km2)
Azerbaycan
8.424
2*
86.600
Kazakistan
15.016
46.6 (% 30 Rus)
2.717.300
Kırgızistan
5.401
33.7 (% 11.2 Rus)
198.500
Özbekistan
26.159
24.2 (% 6 Rus)
448.900
Türkmenistan
6.219
5.3 (1.8 Rus)
488.100
Tacikistan
7.012*
40 (Türk)
143.100
Toplam
68.321
3.959.681
Kaynak: Vikipedi Online Ansiklopedi*
Orta Asya ülkelerindeki Rus nüfus hızla azalmaktadır. Örneğin Azerbaycan’da
Ocak 1990 öncesinde 392.300 ile %5,5’i oluşturan Rus nüfus, 2007 itibariyle
tamamen Rusya’ya dönmüştür56. Azerbaycan’ın etnik yapısı neredeyse homojen
(%98 Azeri) hale gelmiştir. Bu dönüşümün önümüzdeki yıllarda da devam etmesi
beklenmektedir.
Azerbaycan ile Orta Asya 1928–1930 döneminde Latin alfabesini kendilerine
uyarlayarak kabul ettiler ancak Sovyetler Türkiye ile Orta Asya arasında ortak bir
alfabenin Pantürkçü edebiyatı geliştireceği korkusuyla Türk fonetiğine uygun
olmayan Kiril alfabesinin kullanımını 1940 yılında zorunlu tuttular.57 Ancak bu konu
sonsuza kadar kapanmış bir konu olmadı ve 1989 yılında Türkiye ve Orta Asya’da
aydınlar tarafından eş zamanlı olarak yeniden dile getirilmiştir. Ardı ardına
düzenlenen konferansların ana tartışma konusu dilin ne olduğudur. Türkiye Orta
Asya’da kullanılan Türkçenin lehçesi olduğunu ifade ederken, diğer ülkeler dil
olduğu konusunda ısrar etmişlerdir. Sonuçta 34 harflik, her dile uygun ek harflerle
birlikte, Türkiye’de kullanılan, alfabe ortak alfabe olarak, kabul edilmiştir. Bu alfabe
55
Fuat Uçar, “Dış Türkler. Türk Dünyasının Parlayan Beş Yıldızı”, Fark Yayınları, Ankara 2007,
ss.78–194.
56
“Azerbaycan”, Vikipedi Online Ansiklopedi, 9.05.2007
http://tr.wikipedia.org/wiki/Azerbaycan
57
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 320
90
1992’de Azerbaycan’da, 1993 yılında Türkmenistan’da ve Özbekistan’da olmak
üzere 1995 yılına kadar Kazakistan ve Tacikistan hariç tüm Türkçe konuşan
ülkelerde kabul edilmiştir.58 Bazı farklı harfler olsa da ve değişim yavaş yürümese de
bu önemli bir gelişmedir.59 Kazakistan’da Türkiye’deki Latin alfabesine birkaç harf
ekleyerek en kısa zamanda alfabe değişikliği istediğini Devlet Başkanları ağzından
ilan etmiştir.60 Burada diğer ülkelerin konuştuğunun farklılıkları ile Türkçe olduğu
aslında kabul edilmektedir. Kril alfabesinden ülkelerin ayrılması Türkiye’nin etkisini
güçlendirirken, Rusya’nınkini kısıtlamaktadır. Aslında bu önemli bir başarı olarak
kabul edilmelidir. Ancak burada umut verici olan gönüllülük üzerine inşa edilen
ortak, stratejik bir girişimin olumlu olarak sonuçlandırılması olmuştur. Bu ülkelerde
Rusçanın ve Kril alfabesinin hâkimiyeti ve yaygınlığı kuruluşunun ilk döneminde
Türkiye’de Arap alfabesinin hüküm sürdüğü kadar hüküm sürmeye devam edecektir.
Ancak sonra doğal olan yavaş yavaş gerçekleşecek ve dönüşüm meydana gelecektir.
5.3.1 HERKESİN ARKA BAHÇESİ: ORTA ASYA
Osmanlı İmparatorluğu canlılığını kaybettikçe Rus İmparatorluğu güneye doğru
yayılmaya başlamış, 1556 yılında Karadeniz kıyısında Azak kalesini ele geçirerek
denize ulaşan Ruslar 1878’de Ermenistan’ı ele geçirerek Kafkasya’daki işgali
tamamlamış ancak bu süreç zorlu olmuştur. Orta Asya’da rakip bir imparatorluk
olmadığı için benzer direnişle karşılaşılmamış, dağınık ve diğerlerinden kopuk bir
şekilde direniş gösteren, yalıtılmış yerel emirlere ve Kaanlara boyun eğdirmek
nispeten kolay olmuştur. 1801–1881 yılları arasında bir dizi askeri seferle Kazakistan
ve Özbekistan ele geçirilmiş, 1873–1886 döneminde Türkmenistan ele geçirilmiştir.
Rus Çarlığının Kafkaslara ve Orta Asya’ya yayılması üç yüz yıllık bir zaman
dilimini kapsamaktadır. Ama sonu ani olmuştur.
Sovyet ordusu Afganistan’dan Şubat 1989’da çekilir. Rusya perestroyka
dönemine girmiştir (1987–1989). 8 Aralık 1991’de Sovyetler Birliğinin dağıldığı
58
Kemal H. Karpat, “Türkiye ve Orta Asya”, Ankara, İmge Kitabevi, 2003, ss. 320–321
Taha Akyol, “Türklerin Alfabeleri”, Milliyet, 12.12.2001
http://www.milliyet.com/2001/12/12/yazar/akyol.html
60
Almagül İsina, “Dünya Kazak Türkleri Kurultayı”, 17.11.2005
http://f27.parsimony.net/forum67368/messages/10610.htm
59
91
resmen açıklanır. 21 Aralık’ta BDT on bağımsız devlet tarafından kurulur. Dört gün
sonra Gorbaçov istifa eder. Bu son olaylar aslında çok uzun süredir devam eden
olayların resmileşmesinden başka bir şey değildir. Rejim aslında Ağustos 1990’da
başarısızlıkla sonuçlanan devlet darbesinden sonra çökmüştür ve 1991 yılında birliği
oluşturan cumhuriyetler birer birer ayrılmıştır.611991 Aralığında sadece birkaç hafta
içinde, Rusya’nın Asya’daki toprakları yaklaşık %20 azalmış, Rusya’nın Asya’da
kontrol ettiği nüfus 75 milyondan 30 milyona inmiştir. Bütün bunlara ek olarak
Kafkaslardaki 18 milyon nüfus da Rusya’dan ayrılmıştır.62 Bu geri çekilmeyi Ruslara
için daha zor hale getiren, bu bölgelerin ekonomik potansiyellerinin yabancılar
tarafından hedef alınması ve askeri olarak buralarda Rusya’ya tehdit oluşturacak
üsler kurulabilmesi imkânıdır.
Orta Asya’nın yabancı güçlerin etki alanına girmesi, Hindistan üzerine oynanan
oyunda Rusya ve İngiltere arasında mücadele ile başlamıştır. Birinci ve İkinci Dünya
Savaşı sırasında Orta Asya’nın kapısı Azerbaycan, petrol nedeniyle önce İngilizlerin
sonra Almanların hedefidir. Günümüzde de bu konum değişmemiş, Orta Asya
ülkelerinde keşfedilen doğal gaz ve petrol rezervlerinden sonra bölge yeniden ilgi
odağı haline gelmiştir. “Bugün Avrasya Balkanları’nda süren mücadele de üç komşu
güç arasındadır: Rusya, Türkiye ve İran. Çin’de ileride bunlarına arasına katılabilir.
Bu mücadelede olan, Hindistan ve Amerika da göz önüne alınmalıdır.”63 Rusya
bağımsızlığını
yeni
kazanmış
ülkeler
üzerindeki
kontrolünü
bırakmak
istememektedir. Artan petrol fiyatları nedeniyle gün geçtikçe ekonomisi güçlenen
Rusya bahsedilen grup içinde avantajlı duruma gelmektedir.
5.3.1.1
RUSYA VE ORTA ASYA
Rusya BDT dâhilinde bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeleri yeniden kendine
bağımlı hale getirmeyi amaçlamaktadır. Rusya bu hedefi gerçekleştirmek için yeni
devletleri kendilerine ait yeni ordular kurmalarına, kendi ana dillerini kullanmalarına,
doğrudan Arabistan veya Akdeniz’e çıkışları olan boru hatlarını kurdurmaya engel
61
Jean Paul Roux, L’Asie Centrale-Histoire et Civilisations, Fayard, 1997, s.416
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.197
63
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.190
62
92
olmaya çalışmıştır. Buna rağmen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattına engel olamamış,
fakat Kazakistan ve Türkmenistan ile imzaladığı yeni doğalgaz anlaşması ile mevzi
kazanmıştır.
Bölgede siyasi ve ekonomik nüfusunun yeniden sağlanması hedefinde olan
Rusya’nın
boyun
eğdirmek
istediği
öncelikli
ülkeler
ise
Kazakistan
ve
Azerbaycan’dır. Azerbaycan, Orta Asya’yı batıya, özellikle Türkiye’ye kapatmayı
sağlayacak bir kapı64 olması nedeniyle öncelikli hedef konumundadır. Rusya
Azerbaycan’ın denetimini yeniden sağlayabilirse Özbekistan ve Türkmenistan
üzerindeki gücü de otomatikman artacaktır. Bu nedenle Rusya Hazar Denizinin
paylaşılması konusunda İran’la stratejik işbirliği yapmakta, diğer yandan Ermenistan
ile Azerbaycan arasındaki çatışmalarda Ermenistan’ı desteklemekte bu sayede
Azerbaycan’a boyun eğdirmek istemektedir. Ancak gelinen noktada Azerbaycan
topraklarının %20’si Ermeni işgali altında olsa bile Moskova’nın istediği şekilde bir
işbirliğine yanaşmamıştır. Şüphesiz bunda Türkiye’nin desteğinin de önemli bir
katkısı olmuştur. Ekonomisi süratle düzelen ve savunmaya ayırdığı kaynakları artıran
Azerbaycan göreceli olarak, yıllara bağlı olarak zayıf düşen Ermenistan’a karşı
üstünlük sağlamaktayken bağımsızlığını da güçlendirmektedir. 65
“Eğer Azerbaycan tamamen Moskova’nın hâkimiyeti altına girerse, Orta Asya
devletlerinin bağımsızlığı, neredeyse anlamsız hale gelebilir.”66 Orta Asya devletleri
için olduğu kadar Azerbaycan’ın bağımsızlığı Türkiye ve Batı içinde önemlidir.
Hazar Denizi havzasındaki ve Orta Asya’daki enerji bölgesine geçiş noktası veya
tüm Azerbaycan doğudan batıya bir enerji yoludur. “Bağımlı Azerbaycan, Orta
Asya’nın dış dünyaya kapanması, böylece de siyasi bakımdan Rusya’nın yeniden
bütünleşme için yaptığı baskılara savunmasız kalması demektir.”67 “Bu ülke konumu
itibariyle jeopolitik bir eksendir. Azerbaycan, Hazar Denizi havzası ve Orta Asya’nın
64
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.199
Türkiye’nin Elçibey döneminde Azerbaycan’a yönelik politikası için Bknz: Bal, İdris ve Cengiz
Başak, “Rise and Fall of the Elchibey’s Administration and Turkey’s Central Asian Policy”, Foreign
Policy, Vol.22, No.3-4/1998, s.42-56.
66
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72
67
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.170
65
93
zenginliklerini barındıran şişenin denetimini sağladığı için çok önemli olan mantar68
olarak tanımlanabilir.” Brzezinski’ye göre;
Bağımsız Türkçe konuşan, etnik olarak bağlı olduğu, politik destekçisi
Türkiye’den boru hattı geçen Azerbaycan, Rusya’nın bölgeye girişi tekelinde
tutmasına izin vermeyecektir. Böylece Rusya’yı, yeni Orta Asya devletlerinin
politikaları üzerinde varlığı kesin olan siyasi manevralarından da mahrum
bırakacaktır. Ancak Azerbaycan kuzeyden Rusya’nın güneyden de İran’ın
baskılarına karşı savunmasızdır.69
Bu durumda Türkiye yukarıda açıklanan riskleri ortadan kaldırmak, Orta Asya
kapısını kendisi ve gerektiğinde müttefikleri için açık tutmak ve enerji ulaşım
hatlarını güvenlik altına alabilmek için Azerbaycan’ın istikrarı ve güvenliği ile
yakından ilgilenmeli, gerekli tedbirleri almalıdır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri teknokratlarca gerçeklerden uzak olarak yapay
ve tepeden inme bir şekilde oluşturmuşlardır. Hiç birinde adını taşıdığı halkın
tamamı yaşamazken, her biri komşu ülkelerden gelen azınlıkların yoğun göç
dalgalarına maruz kalmaktadır. Böylelikle bölge ülkelerinde oluşan etnik yapının en
hassas olduğu ülke Kazakistan’dır. Bu nedenle de Moskova’nın listesinde öncelikli
bir hedeftir. Kazakistan etnik hassasiyetinden dolayı Rusya’ya açıkça karşı
çıkamamaktadır. “Kazakistan’ın kuzeybatısı ve kuzeydoğusu yoğun olarak Rus
kolonistleri barındırır. Eğer Kazak-Rus ilişkileri ciddi olarak bozulursa, Kazakistan
bölgesel ayrılma ile yüz yüze kalacaktır.”70 Bununla birlikte bazı tedbirleri de
devreye sokmaktan çekinmemişler ve ilk olarak başkentlerinin daha kuzeye taşıyarak
Rusya’nın azınlıklar nedeniyle ülkenin kuzeyinde hak iddia etmesine engel olmaya
çalışmışlarıdır. Azerbaycan nasıl Orta Asya’nın kapısıysa Kazakistan ise Rusya için
o kapının duvarı, bölgenin kalkanıdır.71 Bu kalkan delindiğinde arkasında bulunan
Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve hatta Tacikistan’a boyun eğdirmek, Rusya
için daha kolay olacaktır. Rusya bunu sağlamak için etnik koz yanında Kazakların
Çin’in artan dinamizminden duydukları, Sincan Eyaletinin Çinlileştirilmesi
örneğinden doğan korkuyu kullanmaktadırlar. Ancak Rus stratejisi Avrasya
68
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.179
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.182
70
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.184
71
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.199
69
94
Balkanları’ndaki hemen hemen bütün devletlerin isteklerine ters düşmekte, bu
ülkelerde milliyetçi ve İslami kimlikler hızla güçlenmektedir.
Özbekistan ve Ukrayna Rusya’dan ayrılan diğer iki jeopolitik önemdeki
devlettir.72 Kazakistan nasıl kalkan ise Özbekistan’da bölgedeki farklı pek çok ulusal
uyanışın temel direğidir.73 “Orta Asya devletlerinin ulusal olarak en canlı ve en
kalabalık nüfuslu devleti olan Özbekistan, Rusya’nın bölgeyi bir şekilde yeniden
denetlemesine en büyük engeldir. Bağımsızlığı diğer Orta Asya devletlerinin ayakta
kalmaları için hayatidir.”74 Kapalı toplum yapısı ve coğrafi olarak Rusya’ya sınırı
olmaması, daha iç bölgelerde olması nedeniyle Rusya bölgeye diğerlerine göre daha
az sirayet edebilmiştir. Özbekler adetlerini, yaşam biçimlerini diğer ülkelere göre en
iyi muhafaza eden halktır. Tabi bunda bölgenin bir zamanlar kültürel ve idari merkez
olmasının da katkısı büyüktür.
“Özbekistan Orta Asya’daki bölgesel liderlik için en önemli adaydır. Her ne
kadar Kazakistan kadar büyük ve doğal kaynaklara sahip değilse de, daha yoğun ve
homojen bir nüfusu vardır. Doğum oranı da daha yüksektir.” “Bazı Özbek liderleri
Özbekistan’ı, başkenti muhtemelen Taşkent olan tek Orta Asya mevcudiyetinin
çekirdeği olarak görmektedir ve iç zorluklara rağmen, sömürge durumuna
dönmemeye
kararlıdırlar.”
“Bu
durum
Özbekistan’ı,
post-etnik
modern
milliyetçiliğin gelişiminde lider yapmakta ve komşuları için tedirginlik yaratır hale
gelmektedir.75
Ermenistan ve Gürcistan’ın Rusya’ya bakış açısı yeni bağımsızlığını kazanmış
diğer ülkelerden farklı değildir. Bununla birlikte Ermenistan’ın durumu diğerlerinden
Azerbaycan ile olan Karabağ anlaşmazlığı nedeniyle mecburen farklıdır. Ermenistan
Azerbaycan ve Türkiye karşısında Rusya’nın desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu
nedenle topraklarında Rus askeri üslerinin varlığına da müsaade etmiştir. Ancak
72
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.170
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.183
74
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.171
75
Bal, Idris. “Turkey’s Relations with…”, Türk cumhuriyetlerinin Türkiye’ye reaksiyonları bölümü;
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.184
73
95
Ermenistan’ın asıl tercihinin Avrupa Birliği ile daha yakın ilişkiler geliştirmek
olduğu da bilinmektedir.76 Gürcistan ise Rusların varlığına tahammül bile
edememektedir. Rus askeri üsleri sorun yaratmış ve Rusların Osetya problemini
bahane ederek topraklarına müdahale etmesini hoş karşılamamıştır. Aradaki
problemin en büyük kaynağı ise Abhazya (Abazya) olmuştur. Rusya Gürcistan’ı
kontrol altında tutmak için Abhazya’nın bağımsızlık isteklerini desteklemiştir.
Bununla birlikte ABD’nin bölgedeki etkinliğini artırması sonucunda bölgede son
dönemlerde yaşanmış kadife devrimlerden birisi olan Gül Devrimi gerçekleşmiş,
Gürcistan Cumhurbaşkanlığına 2004 yılında batı (ABD) yanlısı Miheil Saakaşvili
gelmiştir. Bu durum ABD’nin Kafkaslardaki etkinliğini artırırken Rusya’nınkini
kısıtlamıştır. Rusya’nın bölgedeki etkinliğinin sınırlanmasına Türkiye’nin de önemli
katkıları olmuştur. Türkiye Gürcistan’a bağımsızlığını kazandığı 9 Nisan 1991
tarihinde bu yana ekonomik ve askeri yardımlarda bulunmuştur. 1995 yılında
Türkiye tarafından başlatılan ekonomik istikrar programının başarıyla uygulanması
sayesinde Gürcistan ekonomisinde gözle görülür bir düzelme kaydedilmiştir.77
“Bölgedeki ülkelerin her birinin iç sorunları vardır, her birinin komşularının
üzerinde hak iddia ettiği ya da etnik karışıkların bulunduğu sınırları vardır.78 Fakat en
büyük azınlık sorunu olan Ruslar Rusya’ya geri dönmektedirler. Orta Asya
ülkelerinde bulunan azınlıklar ise diğer Türk soylu gruplardan oluşmaktadır (Tablo
7). Ülkeler arzında azınlık sorunu çıkıp çıkmaması gelecekte izleyecekleri
bütünleşme (entegrasyon) veya karşılıklı komşuluk ilişkisine bağlı olarak
değişecektir. Ancak bu konu bölgede çözüme kavuşturulması gereken ana
konulardan biridir. Bu konuyla ilintili diğer bir önemli konu ise Azerbaycan
topraklarının işgali ve Karabağ’ın Ermenilerce ilhak edilmek istenmesidir.
Rusya’nın Orta Asya bölgesinde ve tabiî ki Avrasya bölgesinde, eskiye
dönmesini sağlayabilecek ülkelerin başında Ukrayna gelmektedir. Ukrayna’nın
konumu, nüfusu ve doğal kaynakları Rusya’ya güçlü yayılmacı devlet olması için
76
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.200
“Gürcistan”, Vikipedi Elektronik Ansiklopedi, 13.03.2007
http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCrcistan
78
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.177
77
96
gerekli maddi kaynakları sağlayacaktır.79 Zengin sanayisi, tarımı ve kalifiye iş
gücüyle Rusya için, Karadeniz’in kapısındaki bu ülke jeopolitik bir kayıp olmuştur.
Bu kayıp, Rusları siyasi ve etnik kimliklerinin karakterini yeniden düşünmeye
iterken, Rusya’yı Karadeniz’deki hâkim konumundan ve Akdeniz ile onun ötesindeki
dünya ile ticaretinin geçiş kapısı olan Odessa’dan yoksun bıraktı.80 Bütün bunlara ek
olarak; Rusya’nın kayıplarını sınırlandırmak için ortaya attığı Slavik Birlik fikri,
Ukrayna’dan yeterli desteği görmüyordu. “Ukrayna’nın yalnızca sınırlı ve büyük
ölçüde ekonomik bütünleşmedeki ısrarı “Slavik Birlik” kavramının gerçekleşebilir
her türlü anlamını geçersiz kılıyordu.”81 Ukrayna kendi bağımsızlığını garantiye
almak için, Rusya’yı sınırlayacak, onun çıkarlarına aykırı politika izlemekten
çekinmemektedir. Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın bağımsızlığını
kuvvetlendirecek girişimler ile Türkiye’nin petrolün Orta Asya’dan doğrudan Türk
terminallerine akması yönündeki çabalarını desteklemiştir.82
Ukrayna Slav ırkından ve tarihi olarak bir devlet oluşumu yaşamamış, sınırları
SSCB tarafından oluşturulmuş, hatta daha sonra Kırım bu ülkeye onun tarafından
bağlanmış bir ülke olarak, Ruslar tarafından asla hazmedilememektedirler.
“Rusya’nın Ukrayna’nın bağımsız statüsünü jeopolitik ve tarihi olarak sorgulaması
Amerika’nın emperyalist Rusya’nın demokratik bir Rusya olamayacağı görüşünü
güçlendirmiştir.83 Ukrayna’nın, Azerbaycan’ın ve Orta Asya’nın geleceği Rusya’nın
ne olacağını tanımlamakta önemli olacaktır.84 Buna ek olarak, Avrupa’nın tümünün
güvenliği ve istikrarı için Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olmasının önemi
küçümsenemez.85
Rusya yeni devletlerin rakiplerine kayışlarını önlemeye ve Orta Asya işbirliğinin
oluşumunu engellemeye; bölgesinde Amerika’nın jeopolitik nüfuzu ile Türkiye ve
İran’ın mevcudiyetini sınırlandırmaya çalışmaktadır. Rusya bu aşamada bir
79
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.133
81
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.161
82
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.194
83
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.149
84
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72
85
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.160
80
97
ikilemle86 karşı karşıyadır. Bölgeyi dışarıya kapamak için ilk başta olduğu kadar
olmasa bile hala siyasi olarak zayıf, kendi başına işleyebilmek için mali olarak
güçsüzdür. Mesele klasik anlamıyla emperyalizmi yeniden inşa etmek değildir. Bu
hem çok pahalıya mal olacaktır hem de aşırı bir direnişle karşılaşılacaktır. Mesele
yeni devletleri bağımlı kılan ve Rusya’nın egemen jeopolitik ve ekonomik
konumunu koruyan yeni ilişkiler ağı yaratmaktır. Bunun için seçilmiş araç
BDT’dir.87 Bu nedenlerle, “Özbekistan BDT’yi merkezi kontrol aracı olarak
gördüğünü açıkça ilan etmiş ve gümrük birliğine katılmayı bile reddetmiştir.88 Bu
amaca hizmet için Şanghay İşbirliği Teşkilatını da eklememiz uygun olacaktır.
Ancak Rusya’nın bölgeye yönelik en büyük kozu enerjidir. Rusya, bölge ülkelerinin
kaynakları ile sevkıyatını kontrol altında tutabilmek için, sonuç alıcı girişimlerde
bulunmaya devam etmektedir.
Orta Asya petrollerini Türkiye’nin Ceyhan limanına Bakü-Tiflis güzergâhından
ulaştıran boru hattı hizmete açılmış olsa bile, nitekim Rusya’nın Kazakistan ve
Türkmenistan ile yaptığı yıllık 90 milyar m3’lük doğalgaz alım antlaşması ve bu
gazın Rus boru hatları kullanarak Avrupa pazarlarına ulaştırılması planı, Rusya
tarafından
başarıyla
uygulamaya
konulmuştur.
Aynı
plan
kapsamında
değerlendirilebilecek bir başka gelişmede Trans Karadeniz boru hattı planı olup bu
plana yönelik Antlaşma, son Karadeniz Ekonomik İşbirliği Toplantısında Rusya
tarafından duyurulmuş ve Yunanistan projeye katılacağını ilan etmiştir. Bu toplantı
aynı zamanda Türkiye’nin fikir babası ve kurucu üyesi olduğu KEİT’ nda ne kadar
etkisiz olduğunu da ispat etmiştir.
Bunlara rağmen; Rusya yeni devletlerde başlamış olan nüfus patlamasını ve
ekonomik büyümeye karşı, bu alanlarda kendi ağırlığını ortaya koyamaz. Hatta bu
ekonomik gelişimi özellikle enerji boyutunda kendi sistemine bağımlı olarak kontrol
altında tutamazsa, özellikle Çeçenistan’da örneği yaşanan milli ve dini diriliş
karşında, tüm güney sınırları boyunca sorun yaşayacaktır. “İslamlaşma sürecinin
86
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.197
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.198
88
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.201
87
98
Rusya’da kalan Müslümanlara da bulaşması olasıdır. Sayıları 20 milyonu
bulmaktadır. Yani Rus Müslümanlar Rus nüfusunun %13’ünü oluşturmaktadır.”89
Ayrıca, Orta Asya cumhuriyetlerinin Kril alfabesinden ayrılmasını istemeyen
Rusya’nın en büyük korkusu olan Arap alfabesi, kabul edilmese bile Latin alfabesi
seçilmiş, böylelikle Rusya ile olan bir bağ daha ortadan kalkmıştır. Fakat
“Moskova’nın hırsları çok daha geniş bir alanı istemektedir. Çünkü emperyalist
hatıraları diğerlerine göre halen canlıdır.90
5.3.1.2
ABD VE ORTA ASYA 91
Amerika Birleşik Devletleri Rimland kuşağı ile SSCB’yi kıta içine hapse etme
amacını güderken, bir anlamda 1945 yılından itibaren Avrasya’nın kendi tarafından
kontrolünü sağlayacak gerekli hazırlık adımlarını da atmaya başlamıştır. Bu
kapsamda ülkesinde meydana gelen 11 Eylül 2001 terör saldırısını bir anlamda fırsat
olarak değerlendirmiş, bu sayede Afganistan’a müdahale aracı gibi göstererek
Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan askeri üs imtiyazları elde etmiş92,
böylelikle Avrasya’daki etkisini pekiştirmiştir. Aynı strateji kapsamında, ikinci
Körfez krizini bahane ederek Orta Doğu’yu kontrolü altına almış, sınırları Çin,
Rusya ve Kuzey Afrika’dan geçen Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesini ortaya
atmıştır.
Genişletilmiş Orta Doğu Projesi bölge ülkelerin tarafından hoş karşılanmazken,
Irak işgali arzu edilen şekilde gelişmemiş, 2003 yılından itibaren önce Özbekistan
sonra Kırgızistan Rusya’nın da etkisiyle Amerika’nın üs imtiyazlarını iptal etmişler
ve bölgedeki askerlerini geri çekmesini istemişlerdir. Bunlara ek olarak, 2004 yılında
Şanghay İşbirliği Örgütünün Astana Zirvesi’ne, Hindistan’ı, Pakistan’ı ve İran’ı
gözlemci olarak çağırması, ABD’nin bölgedeki hareket kabiliyetini iyice
kısıtlamıştır.
89
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.187
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.191
91
ABD’nin Orta Asya politikası konusunda daha detaylı bilgi için Bknz: Bal, İdris. “ABD’nin Orta
Asya…”.
92
Birsel, Arka Bahçe …., s.57.
90
99
ABD, dünya nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturmasına karşın dünya enerjisinin
dörtte birinden fazlasını tüketmektedir. 2001 yılı Mayıs ayında Dick Cheney, gelecek
25 yılda Amerika’nın enerji talebinin nasıl garanti altına alınacağını gösteren Ulusal
Enerji Politikası raporunu açıklamıştır. Dış İşleri Bakanı Colin Powell’in da
aralarında olduğu raporu yazanlar, “enerji güvenliği politikasını Amerikan ticaret ve
dış politikasının bir önceliği haline getirmesini” ABD Başkanı’na tavsiye etmiştir.93
Bahse konu raporda; Orta Doğunun dünya petrol güvenliği ve ABD’nin uluslar
arası enerji politikası açısından merkezi önemini koruyacağı kabul edilirken,
“Politikamız küresel ve aydınlatıcı olacak ve küresel enerji dengesi üzerinde büyük
etki yaratacak yeni bölgelerin ortaya çıkmasını sağlayacak” denilmiştir. Raporda,
Hazar Havzası’nın “hızla büyüyen yeni enerji sahası” olarak öne çıktığı
vurgulanırken, “güçlü, şeffaf ve istikrarlı bir ticaret ortamı ve altyapı projeleri için
Kazakistan, Azerbaycan ve diğer Hazar devletleriyle ticari diyalogun daha da
geliştirilmesi önerilmekteydi.94
Körfez’e olan bağımlılığın ne kadar tehlikeli olduğu, 1990 yılı Ağustos ayında
Irak Diktatörü Saddam Hüsseyin’in Kuveyt’i işgal edip dünya petrol rezervlerinin
beşte birine hükmetmeye başladığında ortaya çıkmıştı. Irak’a müdahaleden bu yana
ABD Donanmasına ait Beşinci Filo, dünya ekonomisinin yumuşak karnı Hürmüz
Boğazında devriye gezmektedir ve Minik Arap Devletlerini Amerikan kuklasına
dönüştüren bu daimi askeri varlığın maliyeti, yıllık tahmini 50 milyar ABD
Dolarıdır. 2003 Irak İşgali ise, ABD vergi mükelleflerine 80 milyar ABD Dolarına
mal olmuştur.95Bu rakam her gün artmaktadır.
Körfez bölgesi, ABD’nin her gün ithal ettiği ve tüm enerji ihtiyacının yarısını
oluşturan 11 milyon varil ham petrolün beşte birini karşılıyor. Orta Doğu dışındaki
petrol kuyuları tükenmek üzere olduğundan, OPEC’in dünya pazarındaki payı yüzde
60’ı aşacaktır. Bu dünya petrol rezervlerinin dörtte birini elinde tutan ve dolayısıyla
Batı’ya fiyat dikte ettirebilen Suudi petrol şeyhlerinin siyasi nüfusu daha da
93
Kleveman, The New Great ….s. 5
Kleveman, The New Great ….s. 6
95
Kleveman, The New Great ….s. 6
94
100
arttıracaktır. Bununla birlikte Washington’daki birçok kişi Suudi gücünden
rahatsızdır. Özellikle 11 Eylül 2001’de hemen hemen tüm uçak korsanlarının Suudi
olduğu ortaya çıktıktan sonra, çöl krallığı giderek daha fazla can sıkıcı ve tehlikeli
bir müttefik olarak görülmeye başlanmıştır.96
Bununla birlikte radikal İslami grupların yozlaşmış Suudi hanedanlığını
yıkabileceğinden, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana Suudi topraklarında bulunan
Amerikan ordusunu petrol fiyatlarını düşük tutarak “tarihteki en büyük hırsızlığı”
yapmakla suçlayan Usame Bin Ladin’den ilham alan bu radikal grupların, Batılı
“kâfir”lere akan petrol akışını durdurabileceğinden endişe edilmektedir.97
Suudi petrol şeyhlerine olan bağımlılığı azaltmayı hedefleyen ABD, yıllardır
“enerji kaynaklarını çeşitlendirme” politikası izlemektedir. Bu strateji, istikrarsız
Orta Doğu dışında kalan petrol kaynaklarının güvenliğini ve denetim altında
olmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Başkan Clinton döneminin Enerji Bakanı Bill
Richardson, Hazar bölgesinin bu stratejiye nasıl uygun olduğunu açıklamıştı: “Bu
politika
Amerika’nın
dünya
çapında
petrol
ve
doğalgaz
kaynaklarını
çeşitlendirmesini öngören enerji güvenliğiyle ilgilidir. Bu politika, aynı zamanda,
bizim değerlerimizi paylaşmayan kimselerin stratejik saldırılarını önlemeyi öngörür.
Biz yeni bağımsız ülkeleri Batı’ya yönlendirmeye çalışıyoruz. Diğer yönlere
sapmalarını istemiyoruz. Boru hattı haritamızın ve izlediğimiz politikanın doğru
olduğunu görmek bizim için son derece önemlidir.” 98
Richardson’ın sözünü ettiği “boru hattı haritası” Yeni Büyük Oyun’un en
tartışmalı unsurlarından birisidir ve son 10 yılda Kafkaslarda ve Orta Asya’da sonu
belli olmayan çatışmalara ve savaşlara yol açmıştır. Bugün Rusya, yeni petrol boru
hatlarının eskiden olduğu gibi Rusya’nın kuzeyindeki yolu izlemesi gerektiğini
savunuyor. Bununla birlikte ABD, petrolü Rusya’nın pençesinden uzak tutmaya ve
güneyde İran üzerinden geçecek boru hattı planlarını engellemeye çalışmaktadır.
96
Kleveman, The New Great ….s. 7
Kleveman, The New Great ….s. 7
98
Kleveman, The New Great ….s. 8
97
101
Amerika önderliğindeki Afganistan harekâtı, Orta Asya’daki jeostratejik güç
dengelerini kökten değiştirmiştir. Bu önemli bir soruyu beraberinde getiriyor: Hazar
Denizi’ndeki petrol arama çalışmalarıyla, Orta Asya’da sürdürülen teröre karşı savaş
arasında bir ilişki var mıdır? Washington’un Afganistan’daki Askeri varlığı öncelikle
uluslar arası terörizmi hedef alıyor görünmesine karşın, Amerikan karar alıcıların
Orta Asya’da diğer çıkarlarının da peşinde olmadığını varsaymak aptalca olacaktır.99
Hazar enerji kaynakları savaş nedeni olmayabilir ama bu kaynaklar, Bush
yönetiminin Orta Asya’daki Amerikan nüfuzunu artırmak için kullandığı terörle
savaşın karşılığı olacaktır.100 En azından girişimlerin bu yönde olduğu söylenebilir.
“Amerika’nın temel çıkarı, Orta Asya jeopolitik alanını hiçbir gücün tek başına
yönetmemesini garantiye almak ve küresel topluluğun buraya mali ve ekonomik
ulaşımının engellenmemesini sağlamaktır.”101 Bunun için bölgenin öncelikle
istikrarını koruması ve taşların yerine oturtulması gerekmektedir. “Amerika Birleşik
Devletleri’nin
Avrasya
jeostratejisinde
bölgesel
dengenin
kurulması
ve
güçlendirilmesi temel hedef olmalıdır.”102 Amerika Birleşik Devletleri için en
tehlikeli senaryo Çin’in önderliğinde Çin, Rusya ve belki de İran’ın büyük
koalisyonudur.103 Bu senaryonun gerçekleşmesini engelleyecek adımlar ise bölge
ülkelerinin güçlendirilmesi ile atılmaya çalışılmaktadır.“ABD’nin güçlü ekonomik
desteğini hak eden devletler, Azerbaycan, Özbekistan ve Ukrayna’dır. Her üçü de
jeopolitik eksendir.”104 Ancak Ukrayna’da politik istikrarsızlık söz konusu
olabilecektir. Ülkenin Doğu kısmında yaşayan halk Rusya taraftarıdır ve bu grubu
halen görevde bulunan başbakan temsil etmektedir. Azerbaycan Ermenistan
çatışması devam etmektedir. Özbekistan’da ise siyasi sorunlar görülmekte ve bunlar
sert önlemler ile bastırılmaktadır.
ABD Irak’ta nedeniyle iç ve dış politik arenada düştüğü bu zor durumda
kurtulmaya çabalamaktadır. Ancak bu son derece hassas bir şekilde çözülmesi
99
Kleveman, The New Great ….s. 9
Kleveman, The New Great ….s. 9
101
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.206
102
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.209
103
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.83
104
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.207
100
102
gereken bir problemdir. Görülen o ki henüz çözümü bulamayan ABD zararı azaltma
tedbirlerine başvuracaktır. Eğer ABD Irak’tan çok daha büyük yangınlara sebep
olmadan sıyrılabilirse, Orta Asya ve Kafkaslara daha fazla odaklanabilecektir.
Bilindiği üzere ABD bu amaca hizmet etmek için, Rusya’nın elini zayıflatacak ve
Türkiye’ye olan bağımlılığı azaltacak Romanya ve Bulgaristan’daki askeri üs kurma
çalışmalarına devam etmektedir. 2007 yılında başlatıldığı kabul edilebilecek bu
sürecin 2010 yılına kadar tamamlanması umulabilir.105
ABD’nin Orta Asya’ya yönelik politikaları önümüzdeki yıllarda daha ciddiyetle
ele alması kuvvetle muhtemeldir. Bölgedeki enerji merkezlerini kontrol eden Çin’i,
Rusya’yı, Hindistan’ı dolaylı olarak AB ülkelerini ve Türkiye’yi enerjiye
bağımlılıkları nedeniyle kontrol edebilecektir. Hiçbir büyük oyuncunun bu stratejik
avantajı göz ardı edecek lüksü yoktur. Bu nedenle geliştireceği, belki de geliştirmek
zorunda kalacağı politikaların etkisinden tüm bölge etkilenecektir. Bunun olumlu
olup olmayacağını söylemek için son derece erken olsa bile, günümüz koşullarında
ABD’nin bölgeye yönelik olarak geliştirebileceği bu politikaların Türkiye tarafından
yeterince desteklenmesi beklenmemelidir. Bununda ötesinde politik uyuşmazlıkların
olabileceği de göz ardı edilmemelidir.
5.3.1.3
ÇİN VE ORTA ASYA
“Bölgedeki enerji kaynakları ile ilgilenen Çin’in genel jeopolitik çıkarları
Rusya’nın egemen rol meselesiyle çatışmakta, Türkiye’nin ve İran’ın arzularını
tamamlamaktadır.”106 Çin doğal olarak bölgedeki devletleri Rusya’ya karşı tampon
olarak düşünmekte, Rusya’nın kontrolüne tabi olmadan bölgenin kaynaklarına
ulaşmayı hedeflemektedir. Gün geçtikçe enerjiye olan ihtiyacı artan Çin, bu maksatla
Türkmenistan ve Kazakistan ile işbirliği yolları aramakta ve bu ülkelerden ülkesine
doğru doğalgaz ve petrol boru hattı inşası planlamaktadır.
Ruslar Orta Asya’da Kazakistan ve Türkmenistan ile yaptığı doğalgaz alımı ve
transferi (Prikaspiiky boru hattı düzenlenerek) anlaşması ile önemli bir aşama
105
106
Birsel, Arka Bahçe …., s.60.
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.194
103
kaydederken; dünyanın on üçüncü, bölgenin Rusya ve Türkmenistan’dan sonra
üçüncü doğalgaz üreticisi olan Özbekistan, Çin ile yılda otuz milyar metreküp
doğalgaz ihracatını içeren doğrudan satış anlaşması imzalamıştır. 530 kilometrelik
boru hattı yapımını içeren anlaşma Rusya’nın bölgedeki manevralarına ciddi bir
darbe oluşturmuştur.107
Enerji ve geri bölge güvenliğini sağlamak maksadıyla “Çin Rusya’nın Orta
Asya’daki egemenliğinin yeniden kurulmasına karşı çıkacaktır.”108 Çin bölge
ülkelerine yönelik ABD etkisine de olumlu bakmayacaktır. Ayrıca Türkiye’nin
yaklaşımlarını şüpheyle değerlendirecektir. Çin için ideal durum halen mevcut olan
durumdur. Zayıf komşular Rusya ile arasında tampon oluşturmuşken, bölgeye Rusya
geri dönememiş ve ABD etkisi sınırlı kalmış. Bu nedenle Çin’in dışında kalacağı her
hangi bir işbirliğini desteklemesi veya hoş görmesi, en azından şüpheyle
karşılamaması beklenmemelidir.
“Çin Sincan (Xinjiang) Eyaletindeki Türkî azınlıkların, bağımsızlığını yeni
kazanmış Orta Asya devletlerini kendileri için cazip bir örnek olarak görmelerinden
de tedirginlik duymaktadır.109 Bu duruma tedbir olarak Çin’in bölge ülkelerine
yönelik politikalar geliştirmesi beklenmelidir. Buna bölge ülkelerine yönelik toprak
ihtilafı söylemleri ile Çin nüfusunun bölgede yıllara bağlı olarak artırılması ve bunun
daha sonra politik güç olarak kullanılması da dâhil edilebilir. Çin halen çok aktif
olmasa bile bölge üzerinde en büyük oyuncu olmaya adaydır.
5.3.1.4
İRAN VE ORTA ASYA
“Siyasal ve kültürel açıdan Orta Asya’da 15. yüzyıla kadar İran’ın başat etkisi
söz konusuydu; bu andan itibaren Türkî nüfus ezici dilsel, kültürel ve siyasal
üstünlük sağladı.”110 Osmanlı İmparatorluğunda 1839 yılında başlayan reformlar
bölge halkının yönünü diğer tüm modernleşme taraftarı olan Müslüman halklar gibi
107
“Rusya’nın Yükselen Homurtusu”, Ankara, Military Science & Intelligence (MSI) Stratejik Haber
Dergisi, sayı 22, UMSA Ltd., 2007, s.66.
108
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72
109
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.194
110
Karpat, “Türkiye ve….. s.313.
104
İstanbul’a çevirmiştir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Türkleri
arasındaki ilişkiler o kadar ileri gitti ki; Rusya Türkleri Osmanlı’daki Pan-Türkçülük
akımlarının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Fakat bu etkileşim
SSCB’nin kurulmasını müteakip 1920 yılına kadar hızla ortadan kalmıştır.111
Sovyetler Birliği yıkılana kadar da böyle kalmıştır.
Sovyetler Birliğinin yıkılışını müteakip ortaya çıkan ortamda Orta Asya
ülkelerine yönelik politika geliştirmede İran’ın başlangıçta önemli bir dezavantajı
vardır. Batı ülkeleri, başta ABD, İran’ın bölgede ne aktif rol almasını ne de bu
ülkelere rol model olmasını istemektedirler. Aynı durum Rusya içinde geçerlidir.
Rusya İslam yayılmacılığından son derece çekinmektedir ve bu nedenle İran’ı radikal
rejimi ile en yakın tehdit olarak görmektedir. Her iki tarafta, yani Rusya ve Batı
ülkeleri, İran’ın karşısına denge unsuru olarak Türkiye’yi sürmüşler ve Türkiye
soğuk savaş sonrasında azalan önemini yeniden ihya edecek olan bu çözüme oldukça
olumlu yaklaşmıştır. İran’ın Türkiye karşısında rakip olarak bazı zayıflıkları söz
konusudur. Her şeyden önce Türkiye yüksek enflasyonuna rağmen dışardan bakan
bölge ülkeleri için daha zengin ve batılı görünmektedir. Yani bu anlamda en azından
ekonomik açıdan görmek istedikleri geleceklerini temsil etmektedir. İran diğer pek
çok açıdan da zamanın gerisinde görülmektedir. Türkiye ulus devlet olarak da İran’a
göre daha başarılı görülmektedir. Tabi bu görüşlerinde başta ABD olmak üzere diğer
Batılı ülkelerin Türkiye’ye verdikleri açık desteğin, mesaj olarak bölge ülkeleri
tarafından yeterince iyi anlaşılmış olmasının da etkisi yok değildir.112
Azerbaycan’da 1992 yılında gelişmeye başlayan olaylar İran’da alarm zillerinin
çalmasına sebep olmuştur. Dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey
ülkenin dilinin adını “Azeri”den, “Türkçe”ye değiştirmiş, İran’da yaşayan Azerilerin
bulunduğu bölgeyi “Güney Azerbaycan” olarak adlandırmış ve İran’ın yakın bir
gelecekte dağılarak iki Azerbaycan’ın birleşeceğini iddia etmiştir. Bu durum İran’ı
Rusya ile ittifaka iterken, Ermenistan’a destek vermesine neden olmuştur. Sonuçta
111
112
Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 313–314.
Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 315–319.
105
Ermenistan ile Azerbaycan arasında ateşkes antlaşması imzalanırken masada Rusya
ve İran yer alabilmiş ancak Türkiye dışlanmıştır.113
Türkiye’nin Azerbaycan – Ermenistan savaşında kaybettiği saygınlık İran’a arzu
ettiği kazancı getirmemiştir. Başta Müslüman Azerilere karşı Hıristiyan Ermenileri
desteklemesi vatandaşları tarafından hoş karşılanmamış ve olay Azeri azınlık
tarafından protesto edilmiştir. Örneğin İran’ın ortaya attığı, Azerbaycan ve Orta
Asya’da yaşayan halkın gerçekte Türkleştirilmiş Acemler olduğu tezi, Özbekler
tarafından Tacikistan’da yaşayan halkın aslında Farsça konuşan Özbekler olduğu tezi
ile karşılık görmüştür. İran, bölge ülkelerinde yürüttüğü kampanyasını desteklemek
için, her yıl elde ettiği petrol gelirlerinden ayırdığı % 10 fona rağmen arzu ettiği
sonucu elde edememiştir.114 Faaliyetlerini odakladığı Türkmenistan’ın eski
Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı) ülkesinin Türkî adet ve
göreneklerinin Farsi etkilerden daha ağır bastığını söyleyerek bir anlamda bu durumu
izah etmiştir.115
Zaten bu durum İran’ı huzursuz etmektedir. Çünkü Türkî geleneklerin
Türkmenistan’da ağır basması demek, kendi sınırları içinde yaşayan Azeriler
üzerinde aynı etkiyi göstermesi demektir. “İran’da Azerbaycan topraklarındakinin iki
katı Azeri bulunmaktadır. Bazı tahminlere göre bu sayı yirmi milyona
ulaşmaktadır.116 Bu gerçek, İran’ın içindeki Azerilerin potansiyelinden korkmasına,
her iki millet de Müslüman olmasına rağmen Azerbaycan’ın bağımsız durumuna
şüpheyle yaklaşmasına sebep olmaktadır.
Azeriler İran’ın ulusal birliğini tehdit edecek durumdadır. Eğer Azerbaycan
istikrarlı bir siyasi ve ekonomik gelişme sağlarsa, İran Azerileri daha büyük
Azerbaycan düşüncesini gittikçe daha çok benimseyecektir.117 Böyle bir durum
Azerbaycan ile İran arasında sıcak bir çatışma yaratabileceği gibi bir çeşit soğuk
113
Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 329–330.
Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 334–337.
115
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 338
116
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.182
117
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.189
114
106
savaş hali de yaratabilir. Bu durumda Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesi
beklenmelidir. “Türkler kendilerini uzun zamandır Rus baskısı altında olan
kardeşlerinin
özgürleşmesinde
sorumlu
görmekte
ve
kendilerine
bu
rolü
biçmektedirler. Türkler ve Farisiler bölgede tarihi rakiplerdir. Bu rekabet son
zamanda yeniden canlanmıştır”118 ve İran, Türkiye ve Azerbaycan ilişkileri üzerinde
potansiyel tehlikedir. İran azınlık hassasiyeti nedeniyle Türkiye’nin politikalarını
önlemeye çalışırken, Rusya’ya destek olur yönde politika yürütmektedir. 119
Tacikistan bölgede İran’a etnik olarak yakındır. Kril alfabesinden vazgeçerken
tercihini Arap alfabesi yönünde kullanmıştır. İran’ın bu ülke üzerinde etkilerinin
sürmesi beklenebilir. Bununla birlikte Tacikistan’da bulunan büyük orandaki (% 40)
Türk soylu azınlık, Türk – İran ve diğer Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerde
bir başka boyutta sorun yaratma potansiyeli taşımaktadır.
İran bölgede önemli bir jeostratejik oyuncu, bir “jeopolitik eksen” olsa da,
mevcut hassasiyetleri bölgeye istikrardan çok istikrarsızlık getirme olasılığını
artırmaktadır. Bu durum Avrasya Balkanlarını daha patlayıcı hale getirmektedir.120
“İran’ın gelecekteki yönelimi daha da sorunludur. 70’lerin sonlarında zafer kazanan
kökten dinci Şii devrimi, “Thermidorion” evresine giriyor olabilir. Bu da İran’ın
jeostratejik rolündeki belirsizliği artırmaktadır.”121 “İran’ın Amerika Birleşik
Devletleri düşmanlığı, Azerbaycan’ın yeni kazandığı bağımsızlığın kendi içinde
yarattığı endişelerle desteklenerek, Tahran’ın en azından taktiksel olarak Moskova’yı
öncelemeye meylettirmiştir.122Bu gerçek İran’ın Orta Asya ülkelerine yönelik
geliştireceği politikaları da sınırlamaktadır.
“Türkiye’yi Tatarlar, Azeriler ve Özbekler için cazip kılan çeşitli faktörler
arasında İslam pragmatik (faydacı) açıdan en az önemi taşımaktadır.”123 Bu nedenle
de İran bölgeye yönelik olan en büyük kozunu kaybetmektedir: din üzerinden
118
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.191
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.73
120
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.187
121
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.189
122
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.189
123
Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.9
119
107
politika geliştirmek. Sovyetlerden kalan seküler etkinin altında olan Orta Asya
ülkeleri için din günümüzde iyi bir anahtar değildir. Aslında İran’ın dini durumunun
Orta Asya’da önceden de kabul gördüğünü söylemek mümkün değildir. İran’ın
Şiiliği Azerbaycan hariç Sünni olan diğer Orta Asya ülkelerine tarihteki siyasal
düşmanlıkları hatırlatmaktadır.124
Tüm bu karşılıklı hassasiyetlere rağmen Orta Asya ülkeleri de, Türkiye de İran
ile olan ilişkilerini mümkün olduğu kadar kontrollü ve yapıcı geliştirmeyi tercih etme
durumdadırlar. Örneğin, Türkmenistan İran’dan vazgeçememektedir. Denizlere
kapalı bir kıta ülkesi olması nedeniyle doğal kaynaklarını ve diğer ticaretini çevre
ülkelere bağlı olarak yürütmektedir. Türkmenistan’ın en büyük gelir kaynağı olan
doğal gazın dış piyasalara Rusya olmadan ulaştırılabilmesi için İran’a ihtiyaç vardır.
Çünkü Hazar Denizinin ihtilaflı durumu Azerbaycan-Türkmenistan boru hattı
üzerindeki çalışmaları engellemektedir. İran batıya
gidecek boru hattının
güzergâhında olduğu gibi Basra körfezi üzerinden de gerek Türkmenistan’a ve
gerekse de diğer Orta Asya ülkelerine dünyaya açılma imkânı sunabilecektir.
Aslında halen Türkmenistan ile İran arasında 1994 yılında imzalanmış,
Türkmenistan’ın gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak 4.000 km.lik boru
hattı inşası anlaşması mevcuttur.125 13 yaşındaki bu ölü anlaşmanın, Türkiye
tarafından günümüzde desteklenmesi beklenebilir. Ayrıca Türkiye İran’ın güney
batısında bulunan Güney Pars doğalgaz yataklarından bir kısmının işletebilmesine
yönelik çalışmalar yürütmektedir. Bu kapsamda bir de İran’ın bahse konu
bölgesinden Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya ulaştırılacak bir doğalgaz boru hattı
üzerinde Türk ve İran tarafları çalışmaktadır.
Öte yandan İran nükleer silah geliştirdiği düşüncesiyle başta ABD olmak üzere
Batı
dünyası
tarafından
alenen
suçlanmaktadır.
İran’ın
politik
yalnızlığı
derinleşmektedir. ABD’nin İran’a askeri müdahalede bulunabileceği ihtimali dünya
kamuoyunda tartışılmaktadır. Ayrıca İran’ın ekonomik durumu yeterince güçlü
124
125
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 346
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 370
108
değildir. Tüm bunlar İran’ın dünyada olduğu gibi Orta Asya’da etkin bir politika
geliştirmesine engel olmaktadır. “İran’daki iç gerginliklerin daha kötüye gitmesi
büyük bir olasılıktır, böyle bir durum bu volkanik bölgede oynadıkları dengeleyici
rolü de zayıflatacaktır.”126 Sonuç olarak İran’ın bölgede Türkiye’ye yönelik bir
etkinlik yürütmesi son derece zor görülmektedir.
Öte yandan gelecekte, İran’da yaşayan Azeri Türkleri her zaman için İran ile
Azerbaycan ve Türkiye ile İran arasında sorun teşkil edebilecektir. Türkiye ile
Azerbaycan her hangi bir girişimde bulunmasalar bile her zaman potansiyel şüpheli
durumunda olacak127 ve İran benimsediği bu görüşe göre davranacaktır. Öte yandan
milliyetçiliğin yükseldiği günümüzde, düşükte olsa böyle bir ihtimal söz konusudur.
Yani Azerbaycan ile İran arasında İran’da bulunan Azeriler yüzünden sorun
yaşanması ihtimali söz konusudur. Bununla birlikte Türkiye başta enerji olmak üzere
bu ülkeyle işbirliğini zor şartlar altında dahi geliştirmeye devam etmeli, kendi
bağımsız politikasını uygulamalıdır. Özellikle doğalgaz konusunda yapılacak
yatırımlar ile Orta Asya ülkelerinin doğal gaz kaynaklarının Türkiye ulaştırılması
ikinci tercih olsa bile değerlendirilmelidir. Bu konuda gelebilecek siyasi baskılar
Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını olumsuz etkileyebilecektir. İran ile söz konusu
olan azınlık Türkler sorunu, Avrasya işbirliğini de zehirleyen unsurlardan birisidir.
5.3.1.5
TÜRKİYE VE ORTA ASYA 128
SSCB’de 19 Ağustos 1991 darbe girişiminden sonra, Rusya Devlet Başkanı Boris
Yeltsin, Cumhuriyet ve Bölgelere “alabildiğiniz kadar özgürlük havası alın”129
derken kuvvetle muhtemel ülkenin param parça olabileceğini tahmin etmemiştir. Bu
irade serbestîsini kullanan ülkeler de bir süre bunun gerçekliğinden şüphe edecek
126
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.80
Graham E. Fuller, “Türkiye’nin Yeni Doğu Politikası” E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.),
Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa
Yayınları, İstanbul, 2000, s.108.
128
Türkiye’nin Orta Asya politikası ve Türk Modeli ile ilgili daha detaylı bir çalışma için Bknz: Bal,
İdris. Turkey’s Relations with….
129
İlyas Kamalov, “Stratejik Öngörü 2006: Rusya Federasyonu; Gelişmeler, Temel Sorunlar,
Muhtemel Senaryolar ve Ana Aktörler”, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2006,
s.23.
http://www.asam.org.tr/temp/kitap118.pdf
127
109
şekilde davranmışlardır. Özellikle Orta Asya ülkeleri mevcut Rus azınlığın
tedirginliği ile bağımsızlıklarını hemen derhal ilan etmekten çekinmişlerdir. SSCB
devletleri içinde ve dışında kimse ne yapacağını tam olarak kestiremez, Türkiye
Moskova karşı temkinli davranmaya çalışırken, Kazakistan Cumhurbaşkanı (o
dönem ki Kazak lider) Nursultan Nazarbayev Eylül 1991’de Türkiye’yi ziyaret
etmekte ve o zamana kadar gündeme gelmeyen görüşmeler yapılmakta, “21. yüzyılın
Türk yüzyılı olacağı” 130 konuşulmaktadır. Hemen akabinde Türkiye Azerbaycan’ın
30 Ağustos 1991’de, Özbekistan ve Kırgızistan’ın 31 Ağustos 1991’de bağımsızlık
ilan etmeleriyle, kendi içinde zor durumda kalmıştır.131 Çünkü Türk Dış politikasına
göre radikal sayılabilecek, tedbiri elden bırakan politik manevralara girişmesi
gerekmektedir ve Türkiye bunu alışılmadık bir cesaretle, hızlı bir şekilde icra etmeye
başlayacaktır. Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya 8 Aralık 1991’de
Minsk’te BDT’yi kuran anlaşmayı imzalayarak fiilen SSCB’yi sona erdirirken,
Türkiye, henüz SSCB’nin dağılışı resmen ilan edilmeden, hatta bağımsızlığının
tanınması için de ilgili ülkelerden talep gelmeden, SSCB’den ayrılacak devletleri
tanımış (15 devlet) ve kendileriyle diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu ilan
etmiştir. Türkiye böylelikle, tüm Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetlerini tanıyan ilk
ülke olmuştur. 132
Üye devletler tarafından 21 Aralık 1991 Almatı toplantısında SSCB resmen sona
erdirilirken, sadece Bir gün sonra Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev,
Türkiye’ye gelerek Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalamıştır. Benzer anlaşma
Ocak 1992’de yine Ankara’da Azerbaycan ile de imzalamıştır. Akabinde 28 Şubat–6
Mart 1992’de Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin tüm Türk cumhuriyetlerini, ardından iki
ay sonra Başbakan Demirel Orta Asya ülkelerini ziyaret etmiştir. Türkiye hızla
Moskova merkezli politikasını terk ederken, bahse konu ülkelerle 1993 yılına kadar
140’dan fazla ikili anlaşma imzalanmıştır.133 Bağımsızlıklarının birinci yılında
130
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.107.
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., ss.104-105.
132
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.106.
133
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.106.
131
110
1200’den fazla Türk delegasyonu bu devletleri ziyaret etmiştir.134 1991–1993
döneminde “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türkçe konuşan halklar” söylemi giderek
yaygınlaşmıştır.135 Bu süreçte Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’daki etnik Türkler
arasındaki ayırım pratikte muğlâklaşmış ve Nazarbayev’in Eylül 1991 ziyareti
sırasında ifade ettiği gibi, 21. yüzyıl “Türk Yüzyılı” olarak hayal edilmeye
başlanmıştır.136 Türkiye heyecanlıdır. Çünkü derinden hissettiği yalnızlığı sona
ermiştir ve kendine doğal müttefikler bulmuştur.
Daha önce de bahsedildiği gibi bu heyecan, İran korkusundan doğan Batı
dünyasının desteği ve Rusya’nın sessiz kalmasından kuvvet almıştır. Ardından 16–19
Aralık 1991’de Ankara’yı ziyaret eden Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov
ve 22–26 Aralıkta gelen Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev Türkiye’den
bekledikleri desteği açıkça ilan etmişleri Türkiye’yi karşı konulması zor bir konuma
oturtmuştur. Kerimov Türkiye’den örnek alınacak “ağabey” olarak bahsederken,
acilen ekonomik, siyasi ve kültürel yardım istemekte, Akayev ise Türkiye’yi
“sabahyıldızı”na benzetmektedir. Bu gün geriye dönüp baktığımızda Orta Asya
Kafkas Cumhuriyetlerinin yeni bir “ağabey” istemediklerini ve Türkiye’nin bu role
soyunarak bu cumhuriyetleri ürkütmüş olduğunu söylemek kolaydır. Fakat
unutulmaması gereken, 1991’de bu devletlerin bağımsızlıklarının desteklenmesi ve
dünyada tanınmalarının sağlanması konusunda Türkiye’nin desteğine şiddetle ihtiyaç
duydukları; Orta Asyalı liderlerin de belli ölçüde uzun zamandandır unutulmuş
“Türklük hissinden en azından bu ilk dönemde etkilendikleri ve bunu da Türkiye’ye
yansıttıkları söylenebilir.137
Türkiye, bu moral şartlar altında, İsmail Gaspirali’nin “Dilde, fikirde, işte birlik”
sloganını gündeme getirerek, işbirliği için alanlar arayışına girmiştir.138 Bu ülkelerin
Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan Ekonomik İşbirliği Teşkilatına üye
olmalarını sağlamıştır. Ancak; Türkiye, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan,
134
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.108.
Fuller, “Türkiye’nin Yeni ….. s.87.
136
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.107.
137
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.108
138
Winrow, Turkey in Post-Soviet…, s. 14.
135
111
Kazakistan ve Azerbaycan devlet başkanlarının katılımıyla 1992 yılında yapılan ilk
Devlet Başkanları zirvesi tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Dönemin Başbakanı
Turgut Özal; açılış konuşmasında 21. yüzyılın Türklerin çağı olacağını vurgulamış,
bunun için ortak Türkî pazarın ve Türkî Geliştirme ve Yatırım Bankasının
kurulmasını istemiştir. Ancak Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov’un uluslar üstü
bir enstitünün kurulmasını reddetmesi, Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev’in
ülkesindeki hassas etnik yapı yüzünden, etnik ve din temelli her hangi bir şeyi
imzalamak istememesi nedeniyle; zirve, kültür, eğitim, dil, güvenlik, parlamenter ve
adalet işleri ile ekonomi konularında işbirliği geliştirilmesi ihtiyacının açıklanması
ile sonlanmıştır. Bahse konu zirvede KKTC’nin desteklenmesi hususunda da Türkiye
herhangi bir başarı elde edememiştir. KKTC konusunda atılacak her hangi bir adımın
kendilerine karşı kullanılabileceği düşüncesi ülkeleri bu konudan uzak durmaya
zorlamıştır. Öte yandan 1992 Taşkent Güvenlik Anlaşmasından sonra Moskova ile
ilişkileri zedelememek isteyen bölge ülkeleri Karabağ konusunda da gerekli desteği
sağlamamışlardır. Zirvedeki sonuçların temel nedeni Türk politikacıların yanlış
hesaplarıdır. Kısa bir uykudan sonra Rusya Orta Asya’ya yeniden odaklanmıştır.
Orta Asya ülkeleri bölgelerindeki karışıklıklar nedeniyle, hala Rusya’nın güvenliğine
(en azından tehditlerine değil) ihtiyaç duymaktadırlar, ekonomileri için Ruble
bölgesinde kalmak ve Moskova’nın bazı sübvansiyonlarından yararlanmak
istemektedirler, Rusya’nın Pan-Türkizm korkusunu tahrik etmek istememektedirler,
Türkiye’nin sınırlı olanaklarına bağımlı kalmak istemezken diğer ülkelerden ek
finansal ve politik destek almak istemektedirler.139 O dönemin şartlarında anlaşılır
olan bu durum doğal olarak yıllara bağlı olarak değişecektir. İlk şaşkınlıklar
üzerlerden atıldıkça, bağımsızlık güçlenip, doğallaşıp, sorgusuz hale gelince
ülkelerin politik yaklaşımlarında da bazı değişikler beklemek son derece normal
olacaktır. Zirvenin başarısız olmasının en büyük sebebi, gündeminin son derece
büyük başlıklar içermesidir. Onlarca yılda atılması gereken adımların bir anda
atılmasının
istenmesinin,
tepki
veya
en
azından
çekingenlik
yaratması
beklenmemiştir. En sıcak örnek Avrupa Birliği Anayasasıdır. Bunca yıllık çalışma ve
aşılan mesafelerden sonra, tedirginlik, şüphe ve/veya çekingenlik yaratan AB
139
Winrow, Turkey in Post-Soviet…, ss.20-21
112
Anayasası, Fransa ve Hollanda’da reddedilerek, süreç durdurulmuştur. Avrupa
Demir Çelik Topluluğunun Avrupa Ekonomik Topluluğuna dönüşmesi sürecinin
incelenmesi durumunda, Türkiye tarafından ortaya atılan tekliflerin diğer ülkeler için
ne kadar fazla ve hızlı olduğu anlaşılacaktır. Aslında bu gelişmeler sonucunda
yapılabilecek tespit; “Türkiye’nin soğukkanlı bir diplomasinin ilk şartı olan rasyonel
değerlendirme yapabilmek için gereken psikolojik teenniyi devreye sokamamış
olduğudur.”140
SSCB sonrasında birden bire ortaya çıkan Türk devletleri Türkiye’yi şaşkınlığa
itse bile, aslında Atatürk buna hazırlıklı olunmasını aşağıdaki şekliyle söylemiştir.
Bugün, Sovyetler Birliği bizim dostumuzdur, komşumuzdur ve müttefikimizdir.
Bu dostluğa ihtiyacımız var. Faka gelecekte ne olacağını kimse bilemez. Osmanlı
İmparatorluğu gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi o da dağılıp çökebilir.
Ellerinde tuttukları toplumlar onlardan ayrılabilir. Yeni bir dünya düzeni kurulabilir.
Türkiye o zaman ne yapacağını bilmelidir. Dostumuzun himayesi altında, aynı orijine
sahip olduğumuz, aynı dili ve dini paylaştığımız kardeşlerimiz bulunmaktadır. Onları
korumaya hazırlıklı olmalıyız. Hazır olmak öylece oturup o günü beklemek değildir.
Hazırlık yapmalıyız. Uluslar nasıl hazırlık yaparlar? Bağlarını sıkı tutarak. Dil bir
köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…Geriye dönüp köklerimize
bakarak olayların böldüğü tarihsel birliğimizi yeniden yaratmalıyız. Onların daha
yakına gelmesini bekleyemeyiz. Bizlerin, ‘Dışarıdaki Türklerin’ onlara daha
yakınlaşması gerekir.141.
Ancak bu uyarının arzu edilen sonucu doğurmadığı bahsedilen zirve sonucunda
açıkça görülmüştür.
1994 yılında düzenlenen ikinci zirve ilkine göre daha olumluydu ancak yine de
eylem boyutunda herhangi bir şey ortaya çıkaramamıştır. Sonuç bildirinde
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı duyulması, “en ekonomik yoldan” ve “”en
kısa zamanda” petrol ve doğalgaz boru hatlarının kurulması ile kültür, eğitim ve dış
ilişkiler bakanları arasında düzenli toplantılar yapılmasına karar verilmiştir. Burada
dikkat edilecek en önemli husus olan petrol ve doğalgaz hatlarında Türkiye’nin
adının geçmemesi ve muğlâk ifadeler kullanılmasıdır.
140
141
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslar Arası Konumu, İstanbul, Küre
Yayınları, 2001. s.487
Gönlübol ve Sar, Atatürk ve…, s.90.
113
2000 yılına kadar toplanan 6 Türk Zirvesi benzer şekilde sonuçlanmıştır. Orta
Asya devletleri ilişkilerin ekonomik ve kültürel boyutta devamında yana oldukları
için zirvelerde bu ruha uygun olarak ele alınmak durumunda kalınmıştır. Aslında
Orta Asya devletleri kendi ulusal kimliklerini ve bağımsızlıklarını güçlendirmek
isterken, tepki alacak veya yeni bağımlılık yaratacak bir siyasi yapılanmaya sıcak
bakmıyorlar, dolayısıyla Türkiye’nin Türkî devletler topluluğuna “aşırı vurgu”
yapmasına karşı çıkmaktadırlar. Bu şartlar altında toplanan Bakü Zirvesine (2000)
Özbekistan ve Türkmenistan devlet başkanları katılmamış, yerlerine meclis
başkanları katılmıştır. 142
Siyaseten Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetleri aynı zeminde buluşamamaktadır.
Bu hem iç hem de dış siyaset için geçerlidir. Örneğin, “Avrupa tarafından yeterince
liberal kabul edilemese bile, Orta Asya Cumhuriyetlerinin eski komünist ve totaliter
yöneticileri, Türkiye modelini fazla liberal bulduklar için kabul etmediler.”143 Bunun
yanında Özbekistan Kerimov yönetiminin muhalefeti sert şekilde ezilmesine yönelik
politikasından Türkiye’de nasibini almış, Özbek muhalefet partisi Erk’in başkanı
Süleyman Salih Türkiye’nin sığınma hakkı tanıması ve Taşkent’te düzenlenen
bombalama eyleminden bir Türk vatandaşının sorumlu tutularak, bu kişinin iadesinin
Türkiye tarafından reddedilmesi, Türkiye Özbekistan ilişkilerini çıkmaza sokmuştur.
Doğal olarak bu durum işbirliği alanlarını kısıtlamıştır. Yine Özbekistan Devlet
Başkanı Kerimov İran’ın ve Tacikistan’ın bulunmadığı ortamlarda siyaset ve
güvenlik konularının ele alınmasını istememiş,
144
böylelikle Türk zirvelerinin
ruhunu kabullenmediğini açıkça göstermiştir. Sonuç olarak Tacikistan’ın durumu
eski SSCB üyesi ve Orta Asya devleti olması, % 40 varan Türk azınlığa sahip olup
Sünni devlet olması nedenleri ile özel olarak kabul edilse bile, Türkiye’nin rakibi
olan İran’ı bu girişime dâhil etmesi beklenebilecek bir şey değildir. Aslında
Kerimov’da bunu bilecek kadar tecrübeli bir siyasi yaşama sahiptir.
142
Gareth M. Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya ve Trans-Kafkasya Politikası” Makovsky ve Sayarı
(der.), Turkey’s New World, (çev. Hür Güldü) The Washington Institute for New East Policy,
2000, s.159.
143
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.160.
144
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…….”, s.159.
114
Türkiye Orta Asya Cumhuriyetlerinin ekonomik anlamda bağımsızlığı için
ekonomik durumuna kıyasla önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Türkiye özel
sektörünü bölgeye yatırım yapması için cesaretlendirmiş, bunda da önemli başarılar
elde etmiştir.145 Fakat Orta Asya devletleri, Türkiye’nin göreli serbest piyasa
ekonomisini de benimsememişlerdir. Çünkü Türkiye o dönemde devasa bütçe
açıkları ve dünyanın en yüksek enflasyonu ile örnek teşkil edecek durumda
değildir.146
Türkiye’nin model olarak düşüşe geçmesinin sebeplerinin bazıları yukarıda
açıklanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte asıl sebep Türkî Devletlerin zaman içinde
Batıyı ve Dünya’yı tanımları ve Batının desteğini Türkiye’den zaman içinde
çekmesidir. Batı dünyasının Türkiye’ye desteğini çekmesindeki nedenler ise şöyle
açıklanabilir: Batı İran’ın bölgede korktukları ölçüde aktif olamayacağını anlamıştır.
Mezhepsel sebepler ve bölge ülkelerinin laik yapısı buna engeldir. Nurmemedov,
Ankara’daki Türkmen büyükelçisi sekreteri bu konu hakkında şöyle belirtmiştir:
“İran köktendinciliği bize gelemez, onların insanları Şii, bizim insanlarımız Sünni.
Bizim
nüfusumuz
onların
Molla’larına
güvenmez.”
147
diyerek
açıklığa
kavuşturmuştur. Ayrıca İran’ın politikası maceracılıktan ve gerçekçidir. Bu batı için
bir sürpriz yaklaşım İran modeli’ne karşı Türk modeli’nin bir karşıt model olarak
desteklenmesini sağlayan en temeli ortada kaldırmıştır. Türkiye’nin Batı desteğini
kaybetmesine sebep olan ikinci gelişme Rusya’dır. SSCB’nin çöküşü sonrası,
Rusya’nın eski Sovyet topraklarında söz sahibi olmak istemediği varsayılmıştır.
Fakat, özellikle 1993’ten sonra, Rusya açık bir şekilde eski Sovyet topraklarında,
‘yakın çevre (near abroad)’, kontrolü yeniden kazanma niyetini açıklarken, pek çok
insan tarafından bahsedilen SSCB sonrası doğan güç boşluğu otomatik olarak
anlamını yitirmeye başlamıştır. Bu Rusya’nın bölgede sağlayabileceği kararlılığı
arayan Batı için çok kötü bir gelişme değildir. Üçüncü gelişme ise, bazı Türk
145
Şelale Kadak, “Türkmenbaşı’nın Ölümü Çalık’ı ve Diğer Türk İşadamlarını Etkiler mi?”,Sabah
Gazetesi, 22.12.2006.
http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/22/yaz10-30-118.html
146
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., ss.160-161.
147
Bu mülakat detayları ve Türkmenistan’ın tepkisi için Bknz: Bal, İdris. “Turkey’s Relations
with…”, Türkmenistan bölümü.
115
politikaları ve Türk yetkililer tarafından yapılan açıklamalardır. Bu açıklamalar Batı
tarafından pan-Türkizm’in yeniden canlanması olarak değerlendirilmiştir. Türk
Modeli’ne verilecek daha fazla desteğin bu trendi cesaretlendirmesi ihtimaline karşı
Türk Model’ine olan destek azalmıştır. Dördüncü neden ise, Türkiye güneydoğu
Anadolu’da ilan edilmemiş bir savaş içinde olmasıdır. Bunlara, Türkiye’nin aynı
zamanda karşılaştığı, Alevi memnuniyetsizliğini de eklemek mümkündür. Bu
problemlerin Batı desteğini olumsuz etkimektedir. Son olarak, Türki cumhuriyetlerin
başkanları açık bir şekilde Türk modelini izleyebileceklerini söyleseler de,
Türkiye’nin problemlerini fark ettikten sonra, ekonomik, politik, etnik ve dini
konularda sadece modelin iyi yanlarını istediklerini belirtmişlerdir. Bu gelişmeler
ışığında, Çin ve Malezya örneklerinin de yanında Türk Modeli’nin 1998’deki
popülaritesi hiç olmadığı kadar zayıftır. Türk Modeli SSCB çöküşünün hemen
sonrasında yani 1991-1993 döneminde popüler olmuş, fakat bölgenin gerçek
durumunu zaman içinde ortaya çıktıktan sonra Batı politikalarını yeniden gözden
geçirmiş ve Türk Modeli’ne verdiği desteği azaltmıştır. 148
Ancak Türkiye’nin sorunlu modelinin ekonomik boyutu bölgede bazı başarılar
elde etmeye devam etmiştir. Türk işadamlarının altyapı, ulaştırma, konut, tekstil,
iletişim ve perakende sektöründeki yatırımları devam etmektedir. Türkiye Orta Asya
Cumhuriyetleri ile ilişkilerini, yatırımlarını koordinasyon içinde yürütebilmek
maksadıyla 24 Ocak 1992 tarihinde Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığını
yani TİKA’yı kurmuştur. Başlangıçta “ticari anlamda bir Avrasya Birliği yaratma ve
haber acentelerinin, yazarlarının ve üniversite rektörlerinin oluşturduğu Türkî
birliklere fon sağlama”149 ile faaliyetler arasında eş güdüm sağlamak ve bölgede
yardım akışını düzenlemek150 amacıyla Türk Cumhuriyetlerine ve akraba
topluluklarına yönelik olarak kurulan TİKA’nın dünyanın diğer bölgelerine yönelik
faaliyetlerde de bulunmaya başlaması ile odağını kaybetme riskiyle karşı karşıya
olduğunu söylemek mümkündür.
148
Bal, “Türk Modeli…
http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF
149
Winrow, Turkey in Post-Soviet…, ss.25
150
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya...,” s.108
116
Türkiye uydu yatırımları sırasında Orta Asya’yı da dikkate almış ve uydunun
kaplama alanında bölge ülkelerinin olmasına özen göstermiştir. Bu kapsamda
televizyon yayınlarını bölgeye ulaştırmak için TURKSAT II’ yi devreye almıştır.
Türk Hava Yolları o dönemdeki kısıtlı imkânları ile bölge ülkelerine ve
Azerbaycan’a uçak seferlerini başlatmış, böylelikle Moskova aktarmalı seyahatlere
alternatif getirilmiş, Türkiye ile olan ulaşım imkânı artırılmıştır.
Türkiye üniversitelerinin her kademesinde Türkçe Konuşan Cumhuriyetlere
kontenjanlar ayırmış ve 1992–1993 yıllarında ilgili ülkelerle yapılan anlaşmalar
kapsamında “Büyük Öğrenci Projesi” başlatılmıştır. Bu proje kapsamında
başlangıçta 10 bin öğrencinin (7 bini üniversitede, 3 bini ortaöğretimde) Türkiye’ye
getirilmesi hedeflenmiştir. Aynı çalışmalar kapsamında Kazakistan’da Hoca Ahmet
Yesevi ve Kırgızistan’da Manas Üniversiteleri ortak olarak kurulmuştur.151 Harp
Okullarında subaylarını yetiştirmiş, başta bankacılık olmak üzere mesleki
eğitimlerine katkıda bulunmuştur. Günümüzde bahse konu proje kapsamında Türk
Cumhuriyetlerinde, Tacikistan, Kırım, Tataristan ve Moldova’da öğrenci seçme
sınavı (TCS) yapılmaya devam edilmekte olup; halen Türkiye’de 8.064 öğrenci
öğrenim görmektedir152. Bununla birlikte sayının artırılmaya çalışılması yerine, gelen
öğrencilerin seviyesinin yüksek tutularak, daha seçici ve etkin bir eğitim politikasının
hedeflenmesi uygun olacaktır.153
Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında en etkili ve somut işbirliği alanı hiç
şüphe yoktur ki, enerji alanındadır. Bu alanda yapılacakların etkileri diğer her
konuya olumlu veya olumsu olarak sirayet edecek, Türk dünyasının veya Türkçe
konuşan ülkelerin geleceğini şekillendirecektir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı
bu işbirliği için önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu boru hattı sayesinde
Türkiye’nin pozisyonu güçlenirken, Rusya mevzi kaybetmiş ve diğer rakip İran ise
151
Yüksel Kavak ve Gülsün Atanur Kavak, “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba
Topluluklarına Yönelik Eğitim Politika ve Uygulamaları”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi 20:92–103, 2001, ss.95–96.
http://www.egitimdergisi.hacettepe.edu.tr/200120Y%C3%9CKSEL%20KAVAK.pdf
152
“Eğitim ve Bilim”, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/kitaplar/isteturkiye/turkce/egitim369.htm
153
Kavak, “Türkiye’nin Türk Cumhuriytleri,….,ss.102-103
117
bir avantaj elde edememiştir. Bölgede etkisini artırmak isteyen ABD zaman zaman
bazı alternatif güzergâhlar gündeme getirse de, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru
hattını desteklemiştir. Böylelikle Kafkaslarda Rusya’nın durumunu zayıflatırken,
İran’ın
yalıtılmışlığının
devamlılığını
sağlayabilmiştir.154
ABD
halen
aynı
pozisyonunu Trans-Hazar petrol ve doğalgaz boru hattı için korumaktadır. Zaten bu
projede Türkiye ile Orta Asya arasında gerçek bağlantıyı ve işbirliğini sağlayacak
can alıcı düğüm noktasıdır. Çünkü “Türkiye’nin tahminlerine göre ülkenin doğalgaz
ihtiyacı 2010 yılına kadar 53 milyar m3 olacaktır.155 Burada kritik nokta şudur.
Türkiye bu gazı Rusya’dan alırsa enerji yönünden bağımlılığı o yönde olacağı gibi
ticaretten de bağımlılığı o yönde artacaktır. Türkiye Rusya’yı (belki de İran’ı)
ekonomik olarak güçlendirmeye devam ederken, doğalgazı Orta Asya ülkelerinden
alması vesilesiyle bu ülkeleri Rusya’ya da daha bağlı konuma itecektir. Hâlbuki Orta
Asya ülkeleri siyasetten olduğu kadar ekonomik olarak ta Rusya’dan ayrılmak
istemektedirler. Türkiye’nin de birinci hedefi bu olmalıdır. Burada anahtar şey
paradır. Ekonomiyi güçlendiren para, alış veriş aracı para, Türkiye ile Orta Asya
ülkelerinin ilişkilerini güçlendirecek olan yine paradır. Bu ülkeler para kazandıkça
satın alma güçleri artacak ve enerji hariç diğer pek çok alanda, tedarikçi
konumundaki Türkiye çeşitli fırsatlar elde edebilecektir. Bu sayede ortak bir
ekonomik zeminde buluşulabilecek ve bir görevdeşlik (sinerji) ortamı için fırsat
yakalanabilecektir. Türkiye Cumhuriyetinin 2006 yılında ihracat yaptığı ilk kırk ülke
içinde Kazakistan 20, Azerbaycan 36. sıradadır. Ancak Rusya Federasyonu 5.
sıradadır. Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan bu listeye girememiştir bile.
Yatırım bazında işler nispeten daha iyi olsa da (Türkiye Kazakistan’da 1,5 milyar
ABD doları yatırımla ABD’den sonra ikinci sırada yer almaktadır.) Tablo 8, 9, 10 ve
11’de görülen durumun gelecekte Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri için daha anlamlı
hale gelmesi gerekmektedir.
154
155
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.141
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.171.
118
Tablo 8:
Türkiye’nin İthalatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı (milyon $).
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
43,627
48,559
45,921
40,671
54,503
41,399
51,554
69,340
97,540
116,774
138,290
23,517
25,316
24,570
21,833
27,388
18,949
24,519
33,495
45,444
49,220
58,931
297
361
418
508
496
303
575
589
811
760
938
C-DİĞER
ÜLKELER
19,813
22,882
20,934
18,330
26,619
22,147
26,461
35,256
51,285
66,794
78,422
1-Diğer Avrupa
4,778
5,315
5,127
4,869
7,288
6,613
8,658
11,987
18,416
23,862
25,341
2-AFRİKA
1,994
2,197
1,758
1,687
2,714
2,819
2,696
3,338
4,820
6,047
7,342
Kuzey Afrika
1,618
1,813
1,493
1,404
2,257
2,115
2,138
2,519
3,231
4,212
4,832
Diğer Afrika
376
385
265
283
457
704
558
820
1,589
1,835
2,511
4,634
5,453
5,016
3,799
4,799
3,841
4,065
4,922
6,595
7,857
9,339
3,860
4,641
4,230
3,257
4,167
3,390
3,421
3,741
5,114
5,823
6,863
240
108
117
91
80
41
103
169
209
287
364
534
704
669
452
551
410
541
1,012
1,271
1,747
2,112
4-ASYA
7,951
8,791
8,286
7,197
10,306
7,901
9,716
14,099
21,085
28,548
35,896
Yakın ve
Orta Doğu
3,315
2,774
2,084
2,124
3,373
3,016
3,186
4,455
5,585
7,967
10,515
Diğer Asya
4,636
6,017
6,202
5,073
6,933
4,884
6,530
9,644
15,500
20,581
25,381
5-Avustralya ve
Y.Zelanda
428
547
439
157
305
232
313
247
302
321
398
6-Diğer Ülke ve
Bölgeler
29
579
307
621
1,208
741
1,013
662
67
158
105
OECD Ülkeleri
31,116
34,838
33,496
28,356
35,682
26,011
32,985
43,899
59,650
66,107
77,134
EFTA Ülkeleri
1,112
1,287
1,169
926
1,155
1,481
2,512
3,396
3,911
4,440
4,477
Karadeniz
Ekonomik
İşbirliği-KEİ
3,897
4,495
4,358
4,308
6,746
5,553
6,588
9,298
15,368
20,480
26,651
Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı-ECO
1,197
1,107
948
1,123
1,543
1,238
1,548
2,736
3,218
5,108
8,054
Bağımsız Devletler
Topluluğu-BDT
3,074
3,615
3,724
3,734
5,693
4,630
5,555
7,777
12,927
17,252
23,015
Türk Cumhuriyetleri
304
399
449
457
628
283
468
623
754
1,267
1,925
5,587
5,233
4,238
4,078
6,321
5,540
6,072
8,195
10,631
14,459
18,961
GENEL
İTHALAT
TOPLAMI
A- AB (25)
B-TÜRKİYE
SERBEST
BÖLGELERİ
3-AMERİKA
Kuzey Amerika
Orta Amerika ve
Karayipler
Güney Amerika
SEÇİLMİŞ ÜLKE
GRUPLARI
İslam Konferansı
Teşkilatı
Kaynak; Dış Ticaret Müsteşarlığı (12.06.2007)
119
Tablo 9:
Türkiye’nin İhracatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı (milyon $).
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
23,224
26,261
26,974
26,587
27,775
31,334
36,059
47,253
63,167
73,476
85,479
A- AB (25)
12,098
12,900
14,132
14,922
15,086
16,854
19,468
25,899
34,451
38,400
47,919
B-TÜRKİYE SERBEST
BÖLGELERİ
447
611
831
780
895
934
1,438
1,928
2,564
2,973
2,967
C-DİĞER ÜLKELER
10,680
12,750
12,011
10,884
11,794
13,546
15,152
19,426
26,152
32,102
34,593
1-Diğer Avrupa
3,020
3,830
3,170
2,242
2,433
2,787
3,554
4,857
6,637
8,820
7,927
2-AFRİKA
1,159
1,234
1,818
1,655
1,373
1,521
1,697
2,131
2,968
3,631
4,565
Kuzey Afrika
986
980
1,502
1,344
1,087
1,150
1,267
1,577
2,203
2,544
3,097
Diğer Afrika
174
253
316
311
285
371
430
554
765
1,087
1,468
1,898
2,376
2,657
2,869
3,596
3,685
3,914
4,269
5,733
5,960
6,328
Kuzey Amerika
1,740
2,149
2,389
2,586
3,309
3,297
3,596
3,973
5,207
5,276
5,439
Orta Amerika ve
Karayipler
72
103
146
163
167
201
197
166
334
411
548
Güney Amerika
86
124
122
120
120
186
121
131
193
274
341
4,520
4,783
3,984
3,817
3,871
4,592
5,230
7,813
10,465
13,213
15,254
Yakın ve Orta Doğu
2,595
2,821
2,681
2,566
2,573
3,261
3,440
5,465
7,921
10,184
11,312
Diğer Asya
1,925
1,962
1,304
1,250
1,298
1,331
1,790
2,348
2,544
3,029
3,941
5-Avustralya ve
Yeni Zelanda
65
80
76
87
135
98
122
158
264
271
327
6-Diğer Ülke ve
Bölgeler
18
447
306
215
385
864
637
197
84
208
192
OECD Ülkeleri
14,456
15,609
17,003
18,077
19,006
20,616
23,551
30,425
40,518
44,355
54,464
EFTA Ülkeleri
336
414
357
362
324
316
409
538
667
821
1,189
Karadeniz Ekonomik
İşbirliği
2,926
3,825
3,290
2,232
2,467
2,932
3,599
5,044
6,779
8,619
11,656
Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı
1,129
1,286
1,125
866
874
972
1,042
1,569
2,206
2,670
3,340
Bağımsız Devletler
Topluluğu
2,664
3,512
2,667
1,533
1,649
1,978
2,279
2,963
3,962
5,057
6,989
Türk Cumhuriyetleri
747
908
835
574
572
557
619
899
1,194
1,409
1,981
İslam Konferansı
Teşkilatı
4,143
4,218
4,391
3,961
3,573
4,197
4,725
7,205
10,214
13,061
15,003
GENEL İHRACAT
TOPLAMI
3-AMERİKA
4-ASYA
Seçilmiş ülke grupları
Kaynak; Dış Ticaret Müsteşarlığı (12.06.2007)
120
Tablo 10: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’ya Yapılan İhracat (bin $)
ÜLKE
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
Azerbaycan
102,798
68,206
132,130
161,342
239,903
319,702
327,166
248,056
Kazakistan
19,412
67,834
131,676
150,775
164,044
210,578
214,307
96,596
Kırgızistan
1,831
17,014
16,969
38,156
47,100
49,580
41,516
23,198
Özbekistan
54,439
213,518
64,550
138,542
230,492
210,588
156,181
99,139
Rusya
438,407
499,065
820,113
1,238,226
1,511,634
2,056,400
7,289
83,848
84,317
56,290
65,657
117,534
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
Azerbaycan
230,375
225,214
231,431
315,488
403,942
528,076
694,638
Kazakistan
118,701
119,795
160,153
233,994
355,590
459,946
696,760
Kırgızistan
20,572
17,350
24,005
40,862
74,702
89,529
132,130
Özbekistan
82,647
89,725
93,735
138,422
145,226
151,071
175,995
Rusya
643,903
924,107
1,859,187
2,377,050
3,236,001
Türkmenistan
120,155
105,278
214,848
180,635
281,325
Türkmenistan
ÜLKE
1,172,039 1,367,591
110,021
170,347
Kaynak; Dış Ticaret Müsteşarlığı (12.06.2007)
121
1,348,002 588,664
95,813
106,628
Tablo 11: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’nın Nüfus ve Ekonomisine Ait Bilgiler
Nüfus Artışı
Para Birimi
Petrol rezervi
(milyon ton)
Petrol Üretimi
(milyon ton)
Petrol ihracatı
(milyon ton)
Doğalgaz üretimi
(milyar m3)
Doğalgaz
ihracatı
(milyar m3)
İhracat
(milyon USD)
İthalat
(milyon USD)
Türkiye’ye
İhracatı
(bin USD)
Türkiye’den
İthalat
(bin USD)ı
Tarım
(Büyüme %)
Sanayi
(Büyüme %)
Hizmet
(Büyüme %)
Türkmen.
Kazakis.
Kırgızistan
Özbekistan
Azerbaycan
Rusya
%3
Manat
%1,1
Tenge
%0,9
Kırgız Somu
%1,3
Sum
%1,13
Manat
%-0,47
Ruble
400
5.000
Na
82
1.000
69.000
9,9
64,8
80
5,4
32,3
480
5,0
57,1
Na
Na
Na
227,5
68,2
14,42
Na
64,0
6,8
656
48
NA
Na
12,6
Na
182,0
5.421
38.200
796
6.390
6.372,1
304.500
3.936
23.600
1.931
4.396
5.264,5
163.900
187.148
348.200
27.386
576.900
281.194
558.400
132.130
150.400
19,8
-7.00
1,5
6,2
19,6
7.00
-10,2
6,2
23,7
28.60
8,4
-
388.100
385.000
0,9
36,6
42,1
14.337.000
2.670.000
2,8
3,9
8,1
Kaynak; www.müsavirlikler.org.tr (10.09.2007)
Ayrıca bahse konu boru hattı Azerbaycan ve Gürcistan’ı da güçlendirirken, aynı
zamanda Türkiye’ye daha da yaklaştıracak, öte yandan Rusya’yı bölgeden daha da
uzaklaştıracaktır. Türkiye bu boru hattı sayesinde enerji yönünden daha güvenilir
tedarikçiler kazanırken, tarihsel rakiplerine (Rusya ve İran) karşı pozisyonunu
güçlendirecektir. Bu gün Türkiye enerjisinin yarıdan fazlasını, konutlarda
ısınmasının
neredeyse
tamamını
doğalgaz
sayesinde
gerçekleştirmektedir.
Türkiye’nin doğalgaz bağımlılığı stratejik boyuta yükselmiştir. Türkiye’nin bu
konuda tedbir almayacak lüksü yoktur.
Ancak Hazarın hukuksal statüsü konusunda Azerbaycan-Türkmenistan, Rusya ile
Azerbaycan ve Azerbaycan ile İran arasındaki uyuşmazlık ile Türkmenistan devlet
122
başkanı Türkmenbaşı’nın zorluk çıkarıcı pazarlık tarzı gibi etmenler Trans-Hazar
projesinin hayata geçirilmesini engellemiştir.
156
Ölümünden kısa süre önce projeye
daha ılımlı yaklaşan Türkmenbaşı sağlığında Azerbaycan ile bir anlaşmaya
varamamış, ölümünden sonra da Türkmenistan gazının yıllık 30 milyar m3’ünün, 25
yıllığına Kazakistan üzerinden Rusya’ya satılması için sürpriz bir anlaşma
yapılmıştır. Anlaşma kapsamında Hazar denizinin kuzeyinden bir boru hattı inşa
edilerek Rus merkezi boru hattına yeni hattın bağlanması söz konusudur. Bu sayede
eski boru hatları da yenilenecektir. Bu anlaşma Trans-Hazar projesini zora
sokmuştur.157 Öte yandan 20 yıl sonra gerçekleşecek Trans-Hazar boru hattı
yeterince anlamlı da olmayacaktır. Bu durumda Türkiye bu güzergâha ve tedarik
şekline olan desteğini çekmeden alternatif arayışlarını da sürdürmelidir. Hazar
Denizinin hukuki sorunu çözülene kadar diğer güzergâhların ve tedarikçilerin
Türkiye’ye yaraları ve zararları incelenirse İran’ın Rusya’ya göre önceliği daha
yüksek olmalıdır.
Bu doğrultuda 14 Temmuz 2007 yılında Ankara’da Türk ve İran Dış İşleri
Bakanlarının imzaladığı mutabakat metniyle, Türkiye ve İran ABD’ye rağmen enerji
alanında işbirliği niyetini ortaya koymuşlardır. Proje kapsamında İran’ın güney batı
bölgesinde bulunan doğal gaz sahasında üç fazın işletmesi Türkiye’ye devredilecek,
bu bölgeden Türkiye’ye ortak bir doğalgaz boru hattı inşa edilecek, bunlara ek olarak
da, Türkmenistan’a Türkiye’ye İran’ın kuzeyinden (1994 yılında anlaşması
imzalanan) bir doğalgaz boru hattı daha inşa edilecektir. Böylelikle İran ve
Türkmenistan’ın doğalgaz kaynakları Nabucco Projesi kapsamında Avrupa’ya
ulaştırabilecektir. Bunun sonucunda Rusya’nın Karadeniz’in altında Bulgaristan’a
uzatmayı planladığı “Güney Akım” hattı nedeniyle kaybedilen mevzi geri kazanılmış
olacak, Türkiye’nin enerji terminali olma hedefi geçerliliğini yitirmeyecek, aksine
bölgedeki enerji oyununda önemli bir oyuncu durumuna gelecektir. Eğer proje
hayata geçirilebilirse Rusya’nın sorun çıkardığı Türkmenistan-Azerbaycan Hazar
156
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.172.
İlyas Kamalov, “Avrasya’daki Enerji Oyunları ve Türkiye”, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırma
Vakfı, 17.05.2007
http://www.asam.org.tr/tr/yyazdir.asp?ID=1616&kat1=50&kat2=
157
123
Denizi geçişli doğalgaz boru hattına acil ihtiyaç ortadan kalkmış olacak,
Türkmenistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığı azalacaktır. Ancak ABD İran ile
gerçekleştirilecek her türlü girişime karşı olduğunu açıkça ilan etmiştir. ABD “Mavi
Akım” projesini desteklememiş, o zamanda “Trans-Hazar” projesini desteklemiştir.
Türkiye’ye bu işbirliğinde hoşlanmadığı yönünde çeşitli imalarda veya dolaylı
tavsiyelerde bulunsa bile bugün Türkiye’nin yıllardan beri Mavi Akım sayesinde
doğalgaz ihtiyacını karşıladığı düşünülürse, Türkiye’nin girişimi doğrudur ve bu
pozisyon herkese karşı elini güçlendirmektedir. Yeni soğuk savaş enerji savaşıdır.
ABD, AB, Rusya ve Çin tarafken, İran ve Türkiye oyunun kurallarını etkileyebilecek
asıl oyuncu çapında olabilecek oyunculardır. Türkiye enerji oyununa taraftır ve taraf
olmak zorundadır.
Arka bahçeler dünyaya direkt olarak bütünleşemeyen ve bütünleşmesine
müsaade edilmeyen bölgelerdir.158 Orta Asya bölgesi arka bahçe olmanın olumsuz
özelliklerinin önemli bir kısmına sahiptir. İlk başta bu büyük coğrafi bölgenin açık
denize çıkışı ile yeterince nüfusu olmadığı gibi mevcut nüfusta homojen değildir.
Çarlık döneminde böl ve yönet prensibine göre çizilen sınırların arkasında diğer
ülkelerin etnik akrabaları mutlaka bırakılmıştır. Çarlık Rusya’sının sınırları çizerken
ortaya koyduğu yaklaşımı Sovyetler Birliği de Cumhuriyetleri oluştururken
benimsemiş, ayrıca bu Cumhuriyetlerin ekonomilerini Birliğin diğer üyelerine aşırı
bağımlı hale getirmiştir. Bu durum, arka bahçe olmanın gereğinin yani bölgenin
istismarını iyice mümkün hale getirmiştir. Çünkü arka bahçe olarak tanımlanabilecek
ülkelerin bağımsız ekonomik yapılarından söz etmek mümkün değildir. Bölge
devletlerinin devlet olmadaki tecrübesizlikleri ve yönetimin kademelerindeki
yetişmiş elaman eksiklikleri ile askeri güçlerinin olmayışı ayrıca eklenebilecek diğer
faktörlerdir. Türkiye’nin bu tanımdaki avantajı ise hedef ülkelerin kendilerine biçilen
rolü bilmeleri ve karşı tedbir iradelerini ortaya koymalarıdır. Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ise bu konuda başı çekmektedir.159
158
Birsel, Arka Bahçe …. s.55.
Zeynep Göğüş, “Sahipsiz Orta Asya”, Tempo, 13.4.2005
http://www.tempodergisi.com.tr/kose/zeynep_gogus/07884/
159
124
Nazarbayev ilk başta ekonomik boyutta Avrasyacı yaklaşımları ile bilinmektedir.
Orta Asya Devletlerinin Rusya’dan korkmalarını son derece iyi analiz eden
Nazarbayev Orta Asya Birliği fikrinin savunucusu olmuştur. Bu birlik kendi arasında
daha fazla askeri işbirliğini, enerji politikalarını ve Rusya ile İran’ın bölgedeki
girişimlerini dengeleyecek bir amaç içinde olacaktır160 Kazakistan Cumhurbaşkanı
Nursultan Nazarbayev, 18 Şubat 2005 günü, parlamentoda yaptığı ulusa sesleniş
konuşmasının Orta Asya Birliği ile ilgili kısmında da şunları söylemiştir:
“Orta Asya, 15. yüzyılın sonuna kadar dünya ekonomisinin önemli bir bölgesi
olarak geldi. Bölgemiz, Doğu ile Batıyı birleştirmektedir. Halklarımız toprağa ve
millete göre bölünmemiştir. İpek yolunun önemini kaybetmesiyle, Orta Asya
gerilemiştir. Son 500 yüzyılda ilk defa olarak bağımsızlığın elde edilmesiyle,
bölgemiz dünya ekonomisi için tekrar önemli bir bölge haline gelmiştir. Biz dünya
ekonomisine önemli ölçüde petrol, gaz, maden ve tarım hammaddeleri sağlayan bölge
olarak ulaşım imkânlarını güçlendiriyoruz. Daha şimdiden eski ipek yolu üzerinde,
21. yüzyılın oto ve demiryolu ile petrol boru hatlarının şekillenmeye başladığı
görülebilir.
Bizim önümüzde Asya Kaplanları ve Avrupa Birliği’nin başarılarının sebepleri
duruyor. Diğer taraftan, II. Dünya Savaşından sonra bağımsızlığına kavuşan ülkeler
arasındaki anlaşmazlıklar ve çekişmelere şahit oluyoruz. Küresel ekonomide, büyük
bir pazar mevcuttur. Bunun dışında, bölgede büyük devletlerin ekonomik üstünlük
için açık bir rekabete girdiğini de gözlemliyoruz. Bizim için bu küresel jet ekonomik
meseleye doğru bir biçimde yaklaşmak önemlidir.
Şimdi bizim önümüzdeki seçenek; dünya ekonomisine ebediyen hammadde
sağlayıcısı olarak kalarak ikinci bir sömürgeci devletin gelmesini beklemek veya Orta
Asya bölgesinin ciddi bir birliğini sağlamaya girişmektir.
Ben ikincisini teklif ediyorum.
Bizim böyle bir birlik kurmamız, bölgenin istikrar ve gelişmesi, ekonomik ve
askeri-siyasi bağımsızlığının bir yolu olacaktır. Ancak bu takdirde, bölgemiz dünyada
saygınlık kazanacaktır. Ancak biz bu şekilde, güvenliğimizi sağlayacak ve terörizm
ve ekstremizm ile etkili bir biçimde mücadele edebileceğiz. Böyle bir birlik,
nihayette, bölgemizde yaşayan halkın ihtiyaçlarına cevap verecektir.
Orta Asya Devletlerinin Birliğini kurmayı öneriyorum. Kazakistan, Özbekistan
ve Kırgızistan arasındaki ebedi dostluk anlaşması böyle bir birliğin temelini
oluşturmaya hizmet edebilir. Bölgenin diğer ülkelerini de bunun haricinde
tutmuyorum.
Hepimizin ortak ekonomik çıkarları, kültürel ve tarihi bağları, dili, dini, ekolojik
problemleri ve dış tehditleri var. Avrupa Birliği’ni kuranlar, belki de böylesine
önkoşulları ancak hayal edebilmişlerdi. Biz yakın ekonomik entegrasyonu
gerçekleştirmeli, ortak pazar ve ortak paraya geçmeliyiz.
160
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.203
125
Sadece bununla biz, devamlı birlik ve beraberlik için de bizi görmek isteyen
ortak atalarımıza layık olabileceğiz. Önce Çar imparatorluğu, daha sonra Stalin’in
milliyetler politikası böyle bir birlikten endişe etti ve bölgemizi idari-millî
yönetimlere böldüler. Bu, böl ve yönet politikasıydı. Şimdi bizim için bölgenin eşit
haklara sahip halklarının bundan sonraki nesillerine yeni ve olması gereken bir yolu
göstermemizin zamanı gelmiştir.
Orta Asya Birliği’ni gerçekleştirme yolunda ilk adımlar atılıyor. Ancak, bunun
kolay ve rahat bir yol olmadığı ortadadır. Bütün engel ve zorluklara rağmen
başarıldığı takdirde, dünya barışı ve ticaretinin pekişmesi ve özellikle bölgenin istikrar
ve gelişmesi yolunda, çok önemli bir aşamanın kaydedileceği kesindir.”
Kazakistan Devlet Başkanı sadece bunları söylemekle kalmamış icraata da
dökmeye başlamıştır. Kırgızistan’daki olaylar sırasında bu ülkeye giderek desteğini
göstermiştir. Nazarbayev 26 Nisan’da yaptığı Bişkek ziyareti sırasında Orta Asya
Birliği’nin başlangıcı olarak nitelenen Yüksek Devletlerarası kurulunun oluşumuna
ilişkin anlaşma imzalanmıştır. 161
“Mayıs 1992 tarihinde Orta Asya’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Demirel,
bağımsız Türkî devletlerinin bir “birlik” oluşturmasından bahsederek bir çeşit Türkî
devletler topluluğu önermişti.
162
Nursultan Nazarbayev usta manevralarla Rusya’yı
doğrudan karşısına almadan, bölgedeki liderlik rolünü pekiştirerek163, Demirel’in
bahsettiği girişimlerde bulunmaktadır. Yaptığı konuşmanın özüne, hatta içeriğine
katılmamak mümkün değildir. Bu konuşmada geleceği oluşturacak sihir ve saf
mantık “Avrupa Birliği’ni kuranlar, belki de böylesine önkoşulları ancak hayal
edebilmişlerdi” cümlesinde özetlenmektedir.
Bu konuşmadaki farkındalık ve Özbekistan ile Kırgızistan’ın ebedi dostluk
antlaşmasıyla, oluşumun ilk adımlarını oluşturmaları, Orta Asya’da işbirliklerinin
hayal olmadığını göstermektedir.
161
Ainur Nogayeva, “Orta Asya’da Entegrasyon”, Cumhuriyet Gazetesi Strateji Dergisi, sayı 151,
21.05.2007, s 6.
162
Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya …. s.159.
163
Namık Kemal Zeybek, “Nursultan Ağa Artık Türk Dünyasının Lideridir”, Jelmaya, Kasım,
2005 s.7.
http://www.yesevi.edu.tr/jelmaya/Sayilar/Jelmaya14.pdf
126
Türkiye’nin sınırlı siyasi ve askeri gücü göz önüne alındığında, büyük bir politik
etki alanına erişemeyeceği164 bir gerçek olsa da, Türkiye bu oluşuma siyasi,
ekonomik ve asker yönlerden önemli katkılarda bulunabilir. Türkiye bu kapasitesine
uygun davranmalı maceracı bir davranıştan çok etkin bir davranışa geçiş yapmalıdır.
Yani Türkiye’nin askeri gücü bölge ülkelerine göre Rusya’dan sonra ikinci sırada
gösterilebilir. Ancak Elçibey’in izlediği gibi bir politikanın izlenmesi bölge
ülkelerinin ve dışarıdan ülkelerin oluşuma ve Türkiye’ye karşı bir tepki
oluşturmalarını gerektirecektir. Burada müttefiklik oluşumu da çalışmayacaktır.
Türkiye bu oluşumu yakinen takip etmelidir.
Türkiye Orta Asya Birliğine katkılarda bulunabilir ve biçimlenmesine yardımcı
olabilir. Bunun için Türkiye yapılanmayı dikkatle analiz etmelidir. Kazakistan ve
Özbekistan bu oluşumda lider ülke konumunda doğru yükselirken, Nursultan
Nazarbayev oluşumun fikri liderliğini sürüklemeye çalışmaktadır. Buradaki ilk riski
Kazakistan ile Özbekistan arasında liderlik mücadelesine başlama ihtimali
oluşturmaktadır. “Özbekistan kendisini Orta Asya’da bölgesel, stratejik ve ideolojik
çıkarları olan bir büyük güç olarak görmekte ve çıkarlarının, İran’ın çıkarlarıyla
özellikle de nüfusunun dörtte biri Özbek olan Tacikistan konusunda çatışması
olası.”165 Türkiye bu liderlik mücadelesinin dengeleyicisi olarak işbirliğine üçüncü
ülke olarak dâhil olmalıdır (Fransa, Almanya ve İngiltere üçlüsünde olduğu gibi).
Her iki tarafından diğer tarafa üstünlük kurmalarını engellemek Türkiye’nin
çıkarlarınadır. Zaten Türkiye liderlik rolüne talipse, -kapasitesi diğer devletlere göre
daha uygun ama konumu uygun değildir- tek bir ülkenin lider olarak sivrilmesine ve
diğer tüm ülkeleri hegemonyası altına almasına müsaade etmemelidir. Bu, örnek
oluşum olarak kabul edilebilecek AB’nin yapılanmasına uygun olmadığı için, başarı
şansını da doğal olarak düşürmektedir.
Türkiye etnik çatışmaları önleyici girişimlerde bulunmalıdır. Bu güne kadar
bölgesel huzursuzluklar dışında, örneği görülmese de bu konu kışkırtmalara açıktır.
Örneğin “yüz binlerce Kazak, sınırın diğer tarafında ve Kazakların Orta Asya
164
165
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.192
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 338
127
liderliğinde temel rakipleri olarak gördükleri Özbekistan’ın kuzeydoğusunda ikamet
etmektedir.”166 Türkiye bu tür konular meydana geldiğinde bölgeden uzakta olmanın
verdiği doğal arabuluculuk rolünü dikkatli bir şekilde kullanmalı, bunu yaparken
gelecekte meydana gelebilecek her türlü yapılanma dikkate alınmalıdır.
Türkiye istese de istemese de “çekirdek devlettir”167. Yani kendisine benzer
kültürleri çekip, kendisinden farklı olan ülkeleri itecektir. Türkiye’ye Bakü-Ceyhan
boru hattını hediye etmiş, Haydar Aliyev "Ben Türkiye'yi bir Kâbe, bir masal ülkesi
gibi gören bir neslin çocuğuyum"
168
derken adeta Türkiye’nin çekirdek devlet
özelliğini vurgulamaktadır. Türkiye bu psikolojik üstünlüğünü ustaca kullanmalıdır.
Bunun için Türkiye’nin cazibe merkezi olmaya ihtiyaç vardır. Yani her kez
tarafından hissedilebilecek bir ruhsal oluşuma, bir itekleyici güce özetle bir sihre
ihtiyacı vardır. Gerekli araçlar da pozitif propaganda, kültürel girişim ve dürüst
politikadadır. Türkiye bu konuya yönelik olarak hem kendi halkının hem de bölge
halkının gönlünü çelmeli, desteğini kazanmalıdır. Zor bir iş olsa bile, AB’ye giriş
vizesi için gerekli olan, Fransız kamuoyunun fikrini değiştirmekten daha kolay
olacağı aşikârdır. Türkiye bir zamanlar Orta Asya ve Rusya Müslümanlarının hacca
giderken ve dönerken uğradığı gibi yeniden, eskiden Halife nedeniyle kutsal bir
merkez kabul edilen İstanbul’a,169 günümüzün ekonomi ve kültür merkezine
çekilmeli ve hatta mümkün olduğu kadar entegre edilmelidir. Hedef kitle
hissetmelidir ki; “Türkiye Avrupa’nın sonunda değildir. Dünyadaki gelişmekte olan
iyi ve kötü şeylerin merkezindedir.170
Bölge ülkeleri komünizmden kaynaklı alışkanlıklarını bırakmaya yönelik teşvik
edilmelidir. “Her şeyin bir devlet yapısı çerçevesinde işletilmesinin ve etnik bazda
yönetimin akıl dışı olduğunu ortaya koymaktadır.171 Bölge ülkelerinin AB yasalarına
mümkün olduğu kadar uyumlu hale getirilmesi uygun olabilir. Burada en önemli
166
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.184
Huntington, The Clash of ……., s.226..
168
İrfan Ülkü, “Boğazdaki Heykel ve An Gelir”, Yeni Avrasya, sayı 71,
http://www.yeniavrasya.net/yazi.asp?yazi=149
169
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 347
170
Fuller, “Türkiye’nin Yeni ….”, s.61.
171
Henze, “Türkiye: 21nci Yüzyıla…”, s.35
167
128
husus serbest dolaşım ve yerleşim gibi hassas konuların ele alınarak ileride
yaşanabilecek etnik ayırımcılığın baştan ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’nin buna
basit seviyede bir örnek teşkil edebilecek olan, Orta Asya ülkelerinin vatandaşlarına
vizeyi kaldırması, Türkiye’yi bir cazibe merkezi yapma açısından172, iyi bir
uygulamadır. Bu tür faaliyetlerin gelişmesine Türkiye AB tecrübeleri sayesinde katkı
da bulunabilir.
Türkiye teknolojiye odaklanmalıdır. Bu teknoloji Orta Asya Cumhuriyetleri ile
işbirliği yapabileceği yani kendisini ihtiyaç duyulan pozisyonuna getiren teknoloji
olabileceği gibi, ilaç ve tedavi yöntemleri gibi reddedilemeyecek-vazgeçilemeyecek
ürünleri içeren teknolojiler olmalıdır. Ortak geliştirme ve üretim faaliyetlerinin her
aşamada olabilirliği takip edilmelidir. “Ekonomik alandaki ustalık ve teknolojik
yeniliklere dönüştürülmesi de gücün temel ölçütlerinden biri olabilir. Japonya bunun
mükemmel bir örneğidir.173Türkçe konuşan ülkelerin oluşturacağı topluluğun büyük
sermayeye sahip olmaları gerekliliğinden çok, neyi nasıl yapacaklarını ve mevcut
durumlarının güvenliğini nasıl sağlayacaklarını bilmelerine ihtiyaçları vardır.
Türkiye’nin her iki boyutta da paylaşabileceği yeterli teknik bilgisi ve tecrübesi
vardır.
Birleştirici unsur olan dilin kullanımı ve edebiyat ön plana çıkarılmalıdır. Türkiye
bölge ülkelerine yaptığı TV yayınlarının kalite ve sayısını artırmaya devam ederken,
bu yayınların izlenebilirliğini teşvik edecek, gerekli teçhizatın halk tarafından
tedarikini teşvik edecek gerekli tedbirleri almalıdır. Bunu yaparken özel kaynakları
kullanmaya yönelmelidir. Türkiye sonuç olarak bir sanayi ülkesidir ve Orta Asya
ülkeleri doğal kaynakları ve düşük nüfusları nedeniyle hızla zenginleşecek,
dolayısıyla satın alma güçleri artacak pazarı oluşturmaktadır. Türk firmalarının TV
yoluyla yapacakları reklâmların giderlerinin, ilerde kendilerine ciro olarak döneceği
hususunda bilinçlendirilmesi bahse konu girişimin başarılı olmasına son derece
faydalı olabilecektir.
172
Ata Altun “Rumların AB Dağına Kar Yağıyor”, Kıbrıs Postası, 14.08.2007
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/21/col/88/art/2233/PageName/INGILTERE_LONDRA
_HABERLERI
173
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.61
129
Türkiye bir turizm ülkesi olarak potansiyellerini değerlendirmelidir. Bu konuda
bölge ülkelerine gerekli tanıtım ofislerini özel ve resmi seviyede açmalıdır.
Türkiye’ye gelecek olan her Türkçe konuşan misafir Türkiye’ye ekonomik faydanın
yanı sıra politik kazançta sağlayabilecektir.
Türkiye bölge ülkelerinde ne olup bittiğini en iyi şekilde takip edebilmelidir.
Dost ülkelere karşı bölgesel bazda yapılacak girişimler, Türkiye’nin bilgi paylaşımı
sayesinde önemli ölçüde kısıtlanabilir. Bölgede sağlanacak istikrar en önemli
gerekliliktir. Türkiye haber alma yapılanmasını gerekli seviyede dünya ölçeğinde
tamamlamamış bu ülkelere gerekli desteği sağlamayı değerlendirmelidir.
Türkiye
için
en
önemli
meselelerden
birisi
Azerbaycan
meselesidir.
Azerbaycan’ın Ermenilerle olan savaşı Türkiye’nin Orta Asya politikasında dönüm
noktasını oluşturmuştur. Elçibey’in açıkladığı hedefleri nedeniyle, Azerbaycan’ın,
İran ve Rusya tarafından, Ermeniler Karabağ’ı topraklarına katmak için başlattıkları
savaş sırasında, cezalandırılması kampanyasına dönüştürülmüştür. Azerbaycan’ın
kazanacağı bir zaferin ülkesindeki Azerileri kışkırtacağını düşünen İran Rusya’ya
yanaşmış ve Ermenistan’a “silah yardımı”174 dahi yapmıştır. Bu savaş boyunca
Azerilerin uğradığı bozguna müdahale etmek isteyen Türkiye Rusya tarafından tehdit
edilmiş ve Türkiye bu tehdide boyun eğmiştir. Bu boyun eğiş Türkiye’nin Orta Asya
politikalarını geçici bir iflasa sürüklemiş ve Orta Asya ülkeleri tarafından dikkatle
değerlendirilmiştir. Azerbaycan’daki rejim değişikliği ve kaybedilen topraklar diğer
cumhuriyetlerde kendilerini yeterince güvende hissetmemeleri gerçeğini yeniden
hatırlatmıştır. Azerbaycan’daki gelişim Türkiye’nin stratejik olarak zararına
olmuştur. Azerbaycan’a yardım edememiş olması Türkiye’nin eksikliklerini
sergilediği gibi, psikolojik etkileri de oldukça önemli olmuştur. Ağabey korkmuştur.
Bu nedenle herkes, Türkiye ile olan ilişkilerini daha gerçekçi boyuta indirmiştir.
Ancak yine aynı ülkeler İran ve Rusya’nın panzehirinin Türkiye olduğunun
bilincinde olmuşlardır. Türkiye aynı zamanda Batıyla olan bağlantı ve kalkınma
yolunda bir yardımcı olarak değerini korumuştur. Bu daha gerçekçi ve olgun ayrıca
174
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 368
130
sorumlulukları daha az olması açısından daha makul bir yaklaşım olarak kabul
edilmelidir. Ayrıca Azerbaycan’da Haydar Aliyev’in iktidara gelmesi de, BDT ile
bazı kolektif anlaşmalar yapmak zorunda kalmış olması da temeldeki bazı şeyleri
değiştirememiştir. Yani görülmüştür ki Türkiye’nin yeri başkadır. Aliyev süratle iki
ülke arasındaki ilişkileri onarmış, Şubat 1996 yılında Türkiye’yi 160 kişilik devasa
bir heyetle ziyaret ederek Türkiye’ye konumunu bir anlamda iade etmiştir. Ayrıca
Aliyev petrol boru hattının Türkiye’den geçmesi için tüm ağırlığını koymuş, hatta
Türkiye’nin konsorsiyumdaki payını artırmıştır.175 ABD’nin o dönemdeki güzergâh
(Azerbaycan-İran-Türkiye) muhalefetine rağmen “Cumhurbaşkanları Süleyman
Demirel ile Haydar Aliyev 1994 yılında boru hattının bölgesinden geçirme hakkının
tartışılmaz bir biçimde Türkiye’ye ait olduğunu ilan ettiler.”176 Tüm bahsedilenlerin
anlamı aslında Türkiye Azerbaycan için hala en büyük güvencedir ve Azerbaycan bu
güvenceyi kaybetmek istememektedir. Bu yönetim değişiklikleri ile de değişebilecek
bir konu değildir. İşte bu Türkiye’nin ikinci şansının göstergesidir.
Bu ikinci şans kapsamında, Türkiye Ermenistan sorununun Azerbaycan
tarafından silahlı kuvvetler kullanarak çözüleceğinin farkında olmalıdır. Türkiye
Azerbaycan’ı son derece sıkı bir şekilde takip edip, desteklemelidir. Son savaştaki
saygınlık kaybına bu sefer müsamaha gösterilmemelidir. Ancak bundan önce işin o
boyuta gelmesini engelleyecek tedbirlerin alınmasını, gerek kendi tarafında gerekse
Azerbaycan tarafında sağlamalıdır. Türkiye Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin
eğitimine ve modernizasyonuna yardımcı olmaya devam etmelidir. Yetiştirilen
subayların ordularında hizmetine devamlılık sağlayacak gerekli tavsiyelerde
bulunmalıdır. Türkiye şunu çok iyi bilmelidir; “Tüm mesele Bakü’dür. Bakü’yü
almazsak savaşı kaybettik demektir”177. Ermenilerin Karabağ’ı işgali nedeniyle
Azerilerin ve bu sayede Türkiye’nin etkisizleştirmesi, gelecekteki faaliyetlerine
pranga vurulması söz konusudur.
175
Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 330–333
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 365
177
Kleveman, The New Great ….s. 18
176
131
5.4
SONUÇ
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra uluslar arası sistem büyük bir
değişiklikle karşılaşmıştır. Daha önce kara delik olarak kabul edilen bölgeler birer
birer gün ışığına çıkmış ve ülke olarak uluslar arası sisteme dâhil olmuşlardır. Demir
Perde döneminde belirlenen kesin sınırlar ve hükümranlık alanları ortadan kalkmış
ve politik güç dengesi, ABD’nin tarafına bütün ağırlığı ile geçmiştir. Uluslar arası
toplum Komünizm ve nükleer tehlikenin ortadan kalkmasına sevine dursun,
ABD’nin oluşturduğu, tek kutuplu bu dünyanın, iki kutuplu dünyadan daha iyi
olmayacağı kısa zamanda anlaşılacaktır.
Türkiye sadece Avrupa ile Asya’nın kesiştiği noktada bulunan köprü bir ülke
değildir. Türkiye aynı zamanda Avrasya ana karasının en stratejik noktasında, yani
kalbindedir.
Dolayısıyla
bu
değişimden
son
derece
etkilenmesi
normal
karşılanmalıdır. Ancak etkilenmek ile hazırsız yakalanmak arasındaki fark çok
büyüktür. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin aşırı ihtiyata sürüklediği Türkiye’nin
önce bu değişikliğe kendini inandıramaması yeni Cumhuriyetlerle kurduğu
ilişkilerde hep Rusya’yı ilişkilendirmesinden anlaşılmaktadır. Sonradan ortaya
koyduğu kararlılık ve sürat de, arzu edildiği kadar etkileyici olmamıştır. Çünkü bu
tepkisel bir yaklaşım olmuştur. Hâlbuki bu kadar büyük bir değişiminden
faydalanmak için veya zarar görmemek için, ön alıcı, ideolojik ve bilimsel
yaklaşımların önceden ilgili erkân ve entelektüel çevre ile politik arenada ortaya
konulması gerekmektedir. Devlet kademesinde, özellikle dışişlerinde görevli olanlar,
kendilerine miras kalan aşırı ihtiyatlı yaklaşımı terk etmezken, partilerin biri hariç,
pek çoğu bu konuyla hiç ilgilenmemişler, hatta yok saymışlardır. Konuya ideolojik
yaklaşım gösteren bu parti ise, yaklaşımları kamuoyu tarafından aşırı uçta (marjinal)
bulunması nedeniyle, yeterli desteği alamamıştır. Akademik ve entelektüel çevrelerin
üretimi de ancak bu büyük dönüşüm meydana geldikten sonra başlamıştır. Türkiye
Avrupa’dan uzaklaşan politikaları temkinle karşılayan bir politika izlemiş ancak
beklediği karşılığı Avrupa’dan her zaman görmemiş ve bu durum geçmişte
Türkiye’yi zaman zaman başka arayışlarla dış politika portföyünü zenginleştirmeye
132
itmiştir.178 Bugün ki durum ise geçmişe göre daha kalıcı bir yaklaşımı ifade
etmektedir. Türkiye’nin bahsedilen portföyü içinde daha öncelikli görülenler
Avrasya ve Orta Asya başlıkları altında ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu incelemenin
sonuca etkileri ise müteakip paragraflarda açıklanmaya çalışılmıştır.
Rusya, Türkiye ve Orta Asya devletleri ile diğer bölge ülkelerinin katılımıyla
kurulması söz konusu olan Avrasya işbirliğini, Rusya Federasyonunda bulunan Türk
azınlıklar nedeniyle büyük sorunlara gebe olacağı aşikârdır. Bununla birlikte diğer
büyük sorun Rusya’da Avrasyacılık akımının kendi içinde de bölünmüş olmasıdır.
Avrasyacıların bir kısmı kendisini Slav-Turan sentezcisi görmekteyken, diğer yarısı
Avrasyacılık tezini SSCB’nin yerine Rusya’nın alması için sadece bir araç olarak
görmektedir. Rus entelektüellerden Berdyayev Nikolay Aleksandroviç, Avrasyacıları
Rus ideallerine sadık olmamakla hatta Asyalılığı, Doğululuğu, Moğolluğu ve
Tatarlığı, Rusluğa, Cengiz Hanı Aziz Vladimir’e tercih etmekle itham etmiştir. Yine
Berdyayev Avrasyacıları gizli Müslümanlar olarak tanımlamıştır. Rusya merkezli bir
birleşme öneren Rus Avrasyacıları ile Türkiye merkezli bir Avrasya birliğini
tahayyül edenlerin varlığı, Avrasya projesini kökten etkileme potansiyeli
taşımaktadır.179Berdyayev gibi düşünenler ile kendi ülkelerinin merkezinde Avrasya
İşbirliğini planlayanlar bu projenin yürümemesine yetebilecektir. Öte yandan
Türkiye AB’de olduğu gibi burada da ikinci seviyede bir rol üstlenmek durumunda
kalacaktır. Rusya’nın yaklaşımının eşitlikçi olması beklenemez. Ayrıca Türkiye’nin
bölgesel güç olarak ortaya çıkması, Rusya’nın ise bölgesel güçlüğe gerilemesi
Türkiye’ye bakış açısının olumsuz hale getirmiştir.180 Buna paralel bir şekilde, “RusErmeni stratejik ilişkilerinin ana hedefinin Azerbaycan değil Türkiye olduğunu ifade
eden, Aliyev’in dış politika danışmanı Vefa Guluzade, Ermeni-Azeri çatışmasının
eski Rus-Türk uyuşmazlığının son halkalarından bir olduğunu iddia etmiştir.”181
178
Arı, “Geçmişten günümüze…. s.707
Gazigil, “Rusya’da Avrasyacılık….
http://www.usakgundem.com/makale.php?id=26
180
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, ss.138-139
181
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.136
179
133
Türk-Rus tarihinin sorunlu mirası, ön yargı ve birbirine karşı şüphe içerir.
Moskova en güçlü zamanında bile ülke nüfusunun Slavlardan sonra en büyük etnik
grubunun Türk-Müslüman nüfus tarafından oluşturulduğunu bilmektedir ve
Türkiye’nin varlığını bütünlüğüne güneyden yönelmiş bir tehdit olarak görmektedir.
Enver Paşa’nın 1921-1922’de Türkistan’da ortaya çıkan Basmacı hareketi adına
gösterdiği gayretler, Ruslar tarafından Türklerin Pan-Türkizme bağlılığı olarak
nitelendirilmiş, aslında unutulmayan bu durum, 1991 yılından sonra yeniden
hatırlanmıştır.182 Bununla birlikte günümüzde Türkistan’da Basmacılar mirası pek de
belirgin değildir.183
Rusya eski Sovyetler Birliği toprakları üzerideki güvenliğin kendisi tarafından
sağlanacağını, “Monrovsky Doktrini” ile ilan edince, kendi kendine verdiği bu barışı
koruyucu görevine uluslar arası kamuoyundan karşı çıkan olmamıştır. Ancak bu
konuya Türkiye’nin bakış açısı farklıdır. Türkiye yeni bağımsızlığa kavuşan
ülkelerin uluslar arası topluma egemen ve eşit üyeler olduğunu düşünmektedir.184
Bunun anlamı bu ülkeler üzerinde barışı koruma adı altında bile olsa hiçbir ülkenin
vesayetini onaylamadığıdır. Bu kapsamda Türkiye ile Rusya’nın çıkarlarının bu
bölgede çakışması muhtemeldir. Bu şartlar altında Avrasya projesinin Türkiye
açısından yeterli uyumda çalışması mümkün olmayabilecektir.
Kendisine son derece yakın, etnisite olarak aynı sayılan ülkelerde yani Ukrayna
ve Beyaz Rusya ile arzu edilen ortaklığı veya daha doğru tabiriyle, kontrolü yeteri
kadar sağlayamayan Rusya dil, ırk ve din olarak tamamen farklı olan Orta Asya
devletleri üzerinde Birlik peşinde koşması hayali bir hedeftir. Türkiye neden bu
hayale Avrasyacılık adı atında destek vermelidir ki? Bu Türkiye için kiralık bir hayal
olmaz mı? Peki, eğer bu Türkiye için kiralık bir hayal ise Avrupa Birliğine üyelik de
aynı özellikleri taşımıyor mu? Farklı din, farklı ırk, farklı dil ve farklı kültür. AB
üyeleri bunların hepsinde ortak paydaya sahip ya biz? Bizim kiralık hayallere
ihtiyacımız var mı? Nasıl Avrasya Türkiye için yeteri kadar kendine dönük, kendine
182
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.132.
Roy, Olivier. La Nouvelle Asie Centrale Ou La Fabrication Des Nations, (çev. Mehmet Moralı),
Edutions du Seuil, 1997, s.83.
184
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.133.
183
134
ait bir hedefi ifade edemiyorsa temelde benzer özellikleri taşıyan Avrupa içinde aynı
şeyleri söylemek mümkündür. Bu durumda Türkiye kendi kültürünün değerini
yeniden olumlu bir şekilde ortaya koyabilir.185
Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’daki güç mücadelesinde ne ABD’ni, ne
AB’ni, ne Çin’i, ne de Rusya’yı maddesel olarak dengelemesi mümkün
görünmemektedir. Türkiye’nin elini güçlendirecek husus; eşit ortak olarak kabul
edeceği, bağımsızlığını yeni kazanan Türkçe konuşan devletlerin, bahse konu dört
büyük güç arasında ezilerek bağımsızlıklarını zayıflatmak korkusundan doğacak,
taraftarlıkları olacaktır. Buna ek olarak tüm dünyada artan milliyetçilik ve kimliğini
arama etkisi ile küreselleşmenin neden olduğu bölgeselleşme-kümeleşme eğilimi
Türkiye’nin kozunu uzun vadede güçlendirecektir.
Türkiye’nin Orta Asya’yı arka bahçesi olarak görerek yürüteceği her türlü
çalışmanın sonucu başarısızlıkla sonuçlanabilecektir. Çünkü Türkiye’nin bu bölgeyi
hâkimiyeti altına almaya veya bu bölgeden diğer büyük güçleri uzak tutmaya yetecek
kaynağı yoktur. Nitekim bu ihtimalin küçük ölçekli bir denemesi ilk başta yapılmış
ve Türkiye işin özünü kaçırarak zaman kaybetmiştir. Fakat bu oyun artık yeni bir
evreye ulaşmış, asimetrik bir boyut kazanmıştır.186 Türkiye’nin amacı Orta Asya ve
Kafkasya’da arka bahçe elde etmek olmamalıdır. Türkiye başkalarının bölgede arka
bahçe elde etmesine engel olacak adımları, bölge ülkeleri ile işbirliği içinde
atmalıdır.
Ermeni ve Rus azınlıklar sayesinde tüm akraba devletler kontrol altında
tutulmaya çalışılmaktadır. Türkiye içinse bu PKK için söylenebilir. Bu durum diğer
Türkçe konuşan ülkelere, kendi içlerinde bulunan azınlıklar korkusuyla tarafsız
kalmanın sorunu çözmeyeceği çok iyi anlatılmalıdır. Ortak tavrın caydırıcı etkisinin
çok önemli olduğu açıktır. Türkçe konuşan ülkeler ortak bir pozisyona zaman içinde
gelmeye çalışmalıdır. Bugün onun başına gelen yarın benim başıma gelebilir endişesi
kendi, ortak çıkarlar doğrultusunda kullanılması uygun değerlendirilmektedir.
185
186
Huntigton, The Clash of ……., s.23.
Birsel, Arka Bahçe …., s.55.
135
Türkiye’nin Orta Asya’da demokrasiyi güçlendirme gibi bir misyonu şimdilik
olmamalıdır. Çok küçük girişimler bile bu bölgede hoşnutsuzlukla karşılanmaktadır.
Komünist terbiyesi ve alışkınları yönetim anlayışlarına yerleşmiş yönetici elitler,
siyasal özgürlükleri ve muhalefet partilerini kendilerine karşı tehdit olarak
görmektedir. Bu tür girişimler Türkiye’nin etkinliğini azaltmaktadır.187 En azından
zamanlama sorunu olarak konu değerlendirilmelidir.
Türkçe konuşan ülkelerle kurulacak işbirliğinde AB iyi bir örnek süreçtir. Bu
işbirliği kapsamına Türkiye’ye daha yakın olarak değerlendirilebilecek Azerbaycan
ve Türkmenistan çok önemlidir. İşbirliğinin anlamını ve kontrol edilebilirliğini
bozacak diğer ülkeler, yani İran, Rusya, Çin, Pakistan politik etkileri ve yaşadığı
kaos nedeniyle Afganistan, kendini farklı tanımlaması nedeniyle Tacikistan mümkün
olduğu sürece faaliyetlerde sınırlı olarak yer almalıdır. Genişlemenin getireceği odak
bozulması sağlıklı bir yapılanmayı ve kökleşmeyi engelleyecektir. Böyle bir fikrin
derinliğe ihtiyacı vardır ve bunun sağlanması da zaman alacaktır. Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Teşkilatında yaşananlar ortadadır. Birbirleriyle sorunları olan
ülkelerin oluşturduğu bu teşkilat arzu edilen gelişmeyi sağlayamamıştır. Bu
kapsamda Türkiye KKTC konusunda da sabırlı olmalıdır. “Kıbrıs Türkiye’nin
illerinden birkaçı hariç tümünden daha az bir nüfusa sahip olduğu için, Türkiye’ye
sonsuza kadar sürdüremeyeceği ölçüde finansal bir yük oluşturmamaktadır.”188
Sonuç
olarak
KKTC’nin
tanınmasının
sadece
zaman
meselesi
olduğu
değerlendirilmelidir.
Sonuçta bu organizasyonun bir merkezinin olması doğaldır. Türkiye bu
kapsamda kurulabilecek bazı kurumların merkezinin İstanbul ve Bakü’de olmasını
desteklemelidir. Bu anlamda her hangi bir başkent desteklememeli, Avrupa’ya yakın
olması ve bir başkent olmaması, kültürel ve büyük bir şehir olması nedeniyle
İstanbul’u öne çıkarılmalıdır. Ayrıca tüm ülkelerin ortasında olan ve Türkiye’nin
bazı avantajlara sahip olabileceği Bakü diğer bir tercih olabilecektir. Böyle bir
187
188
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 326
Henze, “Türkiye: 21nci Yüzyıla…”, s.16.
136
durumun Azerbaycan’a yönelik bazı tehditlerin azaltılmasına da yardımcı olabileceği
değerlendirilmelidir.
Türkiye bölge ile İran, Rusya ve Çin gibi sınırı olmadığı için, coğrafi, siyasi ve
ekonomik avantajlarını yeterince kullanamasa da kültürel ve etnik bağlarını en iyi
şekilde kullanarak ilişkilerini her boyutta geliştirmeye çalışmalıdır.189 Türkiye
kurulmuş olan ve kurulması planlanan tüm kurum ve organizasyonların içinde aktif
olarak yer almalıdır. Oylama gereken durumlarda gelecekte nüfusa göre bir
yapılanması hususu daima dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda, Türkiye Orta Asya
ülkeleri ile ortak olarak uluslar arası organizasyonlar kurmayı değerlendirmelidir.
Avrupa Konseyi gibi bir konsey, AB komisyonu gibi bir idari yapı, Avrupa
Jandarması veya Interpol gibi güvenlik organizasyonları kurulması söz konusu
olabilir. Ayrıca Türkçe konuşan ülkeler ortak olarak BM Güvenlik Konseyinde daimi
temsilcilik elde edebilmeye yönelik etkinliklerde bulunabilirler.
Başta Kazakistan olmak üzere Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve
Kırgızistan’da iş yapacak iş adamlarına kredi kolaylıkları sağlanmalıdır. Bu
kapsamda Türk-Exim Bank daha aktif olarak kullanılmaya çalışılabilir. Ayrıca
bölgeye büyük ölçekli şirketlerin daha önem vermesi için gerekli teşvikler
sağlanabilir. Bu kapsamda Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın imkânlarından azami
derecede faydalanırken, daha homojen bir başka topluluk kurulması daha uygun
olabilecektir.
Türkiye Hazar’ın statüsündeki belirsizliğin bir an önce uygun bir şekilde
çözülmesi için gerekli girişimlerde bulunmalıdır. Doğalgaz ve petrol boru hatlarının
öncelikli olarak Hazar-Azerbaycan-Gürcistan hattından Türkiye’ye ulaştırılması
amaçlanmalı, bunun için Hazarın sınırlara göre taksimi yöntemi desteklenmelidir.
Türkmenistan ve Azerbaycan arasında çözülme aşamasına gelen görüş ayrılığının bu
çözüme katkı sağlaması teşvik edilmelidir.
189
İdris Bal , “Avrasya’da Şanghay İşbirliği Örgütünün Yükselişi”, İdris Bal (editör), 21. yüzyılda
Türk Dış Politikası, , Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, Ankara,2006,
s.637
137
Çifte vatandaşlık uygulamasında bölge ülkelerine ayrıcalıklar verilmeli, kalifiye
eleman ihtiyaçlarını ülkelerin kendi aralarında karşılaması teşvik edilmelidir.
Türkiye’nin
eğitimli
işgücü
avantajından
bölge
ülkelerinin
faydalanması
sağlanmalıdır. Bunun aynı zamanda toplumlar arası kaynaşma imkânı olduğu
değerlendirilmelidir.
En önemli öncelik ekonomik entegrasyonun olduğu bilinmelidir. “Farsça
konuşmalarına karşın Sünni Tacikler bile, Türk Devlet ve ekonomi modelini, İran’ın
zorla imana getirme çabalarına tercih etmiş görünmektedir.”190 Ekonomik olarak
sorunları olan ülkenin sadece Orta Asya oluşumunda değil Avrupa oluşumunda da
kendine uygun bir yer bulamayacağı açıktır. Ekonomik yardımlarda bulunan
ülkelerin ise etkilerinin o ülke de artması doğaldır. Türkiye bulunduğu konum
nedeniyle, önemli bir ülke olan Kırgızistan’a ekonomisini güçlendirmek için
mümkün olduğu kadar yardımlarda bulunmalıdır. Ama bu yardımları “ağabey”
yaklaşımıyla yapmamalıdır. Ağabeylik konusunda bu ülkelerin ve toplulukların
Rusya’dan kaynaklı olumsuz edinimleri vardır ve egemenliklerini kısıtladığı
gerekçesiyle kızgınlık hissi uyandırmaktadır.191 Yardımların belirli sistem ve prensip
dâhilinde, yatırım şeklinde olması sağlanmalıdır. Bu kapsamda Orta Asya ülkelerinin
kullanabileceği IMF benzeri bir ekonomik oluşumun destekçisi olmalıdır.
Türkiye tüm girişimlerini yumuşak bir kararlılıkla yürütmelidir. Sadece cazibe
merkezi olmanın avantajını kullanacak oluşumu hayata geçirmeli veya geçirilmesine
yardımcı olmalıdır. Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışı gerçeklik
boyutunda yaşatılmaya devam edilmeli, bölge ülkelerinin ve diğer ilgili ülkelerin
tehdit algılamasına neden olacak davranışlardan kaçınılmalıdır. “Tüm güney sınırları
boyunca uzanan İslami devletlerle potansiyel bir savaşın hayaleti Ruslar için ciddi
endişe kaynağı”192 olduğu düşünülerek kışkırtıcı eylemelerden kaçınılmalıdır.
190
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 357
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 325
192
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.137
191
138
Doğunun belirsizliği ve yüzyıllardan bu yana süren ataletsizliği, bir çeşit uyku
durumu korku çekince, korku yaratabilmektedir.
193
Ancak Türkiye bu durumu
avantaja döndürebilecek donanımlara sahiptir. Bunların başında kültür ve dil birliği
gelmektedir. Türkiye doğu ile batı arasında oynamanın avantajlarını kullanmalıdır.
Türkiye doğal müttefikliklerini kullanarak onlar ve kendisi için uluslar arası arenada
daha güçlü bir konuma geçmelidir. Türkiye’nin 1991 yılına kadar kendini yalnız
hissettiği tam anlamıyla doğru bir teşhistir.194 Fakat bu tarihten sonrada bunun
değiştiğini söylemek için de henüz çok erkendir.
Bununla birlikte Azeriler, Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar ve Türkmenler yani
Türki insanlar genellikle boylarını milletleri olarak kabul etseler de, Orta Asya
insanları’nın ve Türk insanları’nın aynı kökenden geldiğinin farkındadırlar. Bu
nedenle, etnisite her boyutta ve her konuda Orta Asya cumhuriyetlerinin Türkiye’ye
yönelik eğilimlerini olumlu olarak etkilemeye devam edecektir.195 Fırsatlar
Türkiye’nin önünde durmaya devam etmektedir.
193
İkram Çınar, “Avrasya’nın Gerçeği: Sultan Galiyev’i Anlamak”,
Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s102.
195
Bal, “Türk Modeli…
http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF
194
139
ALTINCI BÖLÜM
SONUÇ
Son on beş yılda dünyada çok şey değişmiştir. Komünist rejim iflas etmiş, SSCB
yıkılmış, Orta Asya enerji merkezi olarak dünya sahnesinde belirmiş, Almanya
birleşmiş, Yugoslavya dağılmış, Çekoslovakya bölünmüş, eski komünist ülkeler AB
ve NATO üyesi olmuş, Körfez bölgesinde iki defa batı güçlerinin karıştığı savaş
yaşanmış ve Irak yıkılma aşamasına getirirken, Türk-ABD müttefikliğini de kâğıt
üzerine kalacak hale getirmiş, Çin dünyanın ekonomik lokomotifi olma yolunda
kararlı adımlarla yürümüş ama liberal komünizm denilebilecek yeni bir çözüm
geliştirmiş, Kıbrıs’ta BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın planı KKTC’de kabul oyu
almasına rağmen GKRY’nde sert bir şekilde reddedilmiş, Rusya düştüğü kaostan
yavaş yavaş toparlanmaya başlamış ve Türkiye AB ile müzakerelere sonunda
başlarken, bunun ucu açık bir süreç olduğunu öğrenmiş, ekonomisini krizlerle
sıçramalar arasında geliştirmeye çalışmış, aynı zamanda teröre karşı amansız bir
mücadele vermiştir.
Bu dönem boyunca Türkiye’nin ortaklığının her halükarda mutlaka batı yönünde
olması gerektiği yönünde düşünsel bir pranga mevcut olmuştur. Türkçe konuşan
halklarla işbirliği yapılması istekliliği yönündeki çalışmalar ırkçı ön yargılarla
mahkûm edilmiştir. Türk Dış İşleri Bakanlığı Orta Asya bölümünü 1991 yılında
kurmuştur ve kurulmasına öncülük eden kişi, Türkiye’nin Şii olduğu için Azerbaycan
ile ilgilenmediğini söyleyen Turgut Özal’dan başkası değildir.1 Bu örnek bile Türkçe
konuşan ülkeler yönelik olarak, Türkiye’nin dış politika açısından, ne kadar etkisiz,
olayları akışına bırakan bir yaklaşımda göstermeye yeterlidir. Benzer şekilde
Türkiye’nin Orta Doğu’daki faaliyetleri de yakın zamana kadar “ne Şam’ın şekeri, ne
Arap’ın yüzü” atasözüne uygun yürütülmüştür.
“Türk diplomatları kuşaklar boyunca Moskova’ya karşı aşırı bir dürüstlük
politikası
1
geleneği
çerçevesinde
ve
Sovyet
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 316
140
İmparatorluğundaki
Türk
ve
Müslümanlarla kurulacak en hafif ve resmi kültürel ilişkiden fazlasının Sovyet
misillemesine yol açacağı endişesiyle hareket etmişlerdir.”2 “Bu diplomatlar arasında
bazıları Azeriler, Özbekler ve diğerlerinin Sovyet sistemin kendilerine sağladığı
ekonomik avantajlardan memnuniyetiyle iyi bir Sovyet vatandaşına dönüştüklerinde
ısrar etmiştir. Hatta gençlerin yavaş yavaş Ruslaştırılacaklarını da söylemiştir.”3
Bununla birlikte bunun tam tersi söz konusu olmuştur. “SSCB’nin tüm
bölümlerinden 19. yüzyıldan itibaren başlayan ve 1950’lerde yavaşlasa bile hiç
durmayan göç ile Türkiye’ye gelenlerin kökenleri ile ilgili hatıralarını canlı tuttukları
ancak son zamanlarda açığa çıkmıştır.”
4
Mecburiyettin getirdiği aşırı ihtiyattan
doğan bu yanılgı Türkiye’yi Türk dünyasından çok uzağa konumlandırmıştır.
“Türkiye’nin yeniden doğuya açılma politikasını genelde Batı ama özellikle ABD
teşvik etti. ABD yirminci yüzyılın sonunda Rusya ve İran’la oynanan “büyük oyun”
da genel olarak Türkiye’yi tutuyordu.”5 O dönemde, Türkiye’nin Orta Asyalıların
kültürüne, diline, dinine ve etnik kökenine yoğun ve ani ilgi duymasında, Batı ile
bütünleşme düşlerinden, AT’ ye 1987 yılında yaptığı başvurunun 1989’ta geri
çevrilerek sert bir şekilde uyandırılmasının etkisinin de olduğunu söylemek
mümkündür.6
AB ile bin bir zorlukla başlayan müzakerelerin kısa bir süre sonra GKRY
mazeret gösterilerek dondurulmuş olması, Fransa başta olmak üzere bazı AB
ülkelerinin Türkiye’nin AB üyeliğini halk oylamasına sunacak olmaları ve Avrupa
kamuoyu nezdinde Türkiye’nin desteklenmiyor olması, AB’nin Türkiye’yi
ayrıcalıklı ortaklık çözümüne yönlendirme isteği, genişleyen Avrupa’da Türkiye’nin
karar mekanizmalarına alınmama isteği, Türkiye’ye başta serbet dolaşım olmak
üzere
kalıcı
kıstlamalar
getirilmesi
ve
bölgesel
destekleme
fonlarından
yararlandırmamak istenmesi, AB yolunda umutları ve sabrı tüketmektedir.
Türkiye’nin AB’ye karşı olan kuşkuları Türkiye’yi destekleyen Yeşiller Partisinin eş
2
Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.37
Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.46
4
Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.39
5
Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.134
6
Karpat, “Türkiye ve…”, s. 318
3
141
başkanı ve dönemin Almanya Dış İşleri Bakanı Joschka Fischer’in “Türkleri
oyalayalım, sonra unutalım”7 sözlerindeki ruha tepki olarak günden güne
artmaktadır. AB’nin Türkiye hakkındaki düşünceleri Kopenhag Zirvesinde
Almanların davranışlarına yansımış gibidir. “Danimarka Dış İşleri Bakanı Möller:
Almanların içerde ve dışarıda söyledikleri birbirini tutmuyor. Ficsher ile görüştüm,
12 saatte üç defa fikir değiştirdi”8 derken aslında gerçek bir çelişkinin altını
çizmektedir. Türkiye AB’ye üye olarak alınmak istenmemektedir. Türkiye eğer
AB’ye
alınırsa
bu
mecburiyetten
kaynaklanacak
gibi
görünmektedir.
Bu
mevcudiyetin neler olduğu önceki bölümlerde açıklanmıştır. Bunlar güvenlik ve
ekonomik sebeplere dayanmaktadır. Türkiye’nin uzaklaşması en büyük çekincedir.
Türkiye kendi yoluna gidebilir ki bunlar; Rusya, İran, Orta Doğu ve Orta Asya’dır.
Başarılı olursa rakip olarak AB’nin karşısına çıkacak, başarısız olursa kaos kaynağı
olarak, AB ortamını tehlikeye atabilecektir. Medeniyetler arası gerilimin artması da
bunlara eklenebilecek olumsuz bir başka faktördür. İşte bu sebeple AB tabiri caizse
ne yapacağını şaşırmıştır. Ahde vefa kuralını da bu aşamada çok bağlayıcı olduğu
düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır.
AB’nin şart olarak öne sürdüğü veya sürmesi beklenen diğer konular ise son
derece önemlidir. Türkiye GKRY’ni Kıbrıs Adasının tek sahibi olarak tanıyarak,
kendi kurduğu ve 33 yıldan beri arkasında durduğu, soydaşlarının ve kendi halkının
güvenliği için son derece önemli olan KKTC’nin ortadan kalkmasına onay veremez.
Bu tıpkı Ermenistan Azerbaycan savaşında oluşan intibahı, yeniden Türkiye’nin
üzerine yapıştıracaktır. Türkiye haklı olduğu konularda taviz vermemelidir, hele ki
örnek teşkil edebilecek konularda bunu yapmamalı, ideallerini, saygınlığını ve
caydırıcılığını ekonomik kaygılar nedeniyle sorgulanabilir hale getirmemelidir.
Hiçbir büyük ülke, bölgesel güç haline gelmiş veya gelmek isteyen ülke bu tür
yaklaşımlardan fayda göremez. Peki, GKRY’ni tanımayan Türkiye’nin AB’ye girme
ihtimali var mıdır? Bu son derece zayıf bir ihtimaldir. Çünkü Kıbrıs bir kozdur.
Amaç burada Kıbrıs’ın bütünlüğü değil Türkiye’nin dizginlenmesi ve oyalanması
7
8
Taha Akyol, Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa, İstanbul, Truva Yayınları, 2006, s.249.
Akyol, İşte.., s.249
142
meselesidir. Aksi durum için GKRY ve Yunanistan’ın mevcut iddialarından
vazgeçmeleri, son derece şaşırtıcı ve hatta sürpriz olacaktır.
Türkiye’nin AB genelinde kabul edilmek üzere olan sözde Ermeni soykırımını
kabul etmesi mümkün değildir. Bu AB ile gelecekte kuvvetle muhtemel sorun olacak
hususlardan birisidir. Türkiye güvenlik hassasiyetleri olan bir ülkedir. Irak’ın son
durumu AB ile Türkiye arasına girmeye hazır bir mesele olarak beklemektedir.
Türkiye AB’ye girişinin sonuçlarını Avrupalılar kadar analiz etmelidir. Bu
konuyla ilgili olarak Türkiye’de Avrupa’da olduğu gibi bir tartışma ortamı
yaratılmalıdır. Türkiye’nin alternatifleri bilimsel olarak değerlendirilmelidir. Türkiye
hızla yol ayrımına giderken kararsız ve hazırlıksız görünmektedir. SSCB’nin bir gün
yıkılabileceği kendisine Atatürk tarafından söylenen9. Türkiye, tüm delillerine
rağmen AB’nin üyeliğini reddetme ihtimaline karşı yeterince hazırlık yapıp, tedbir
geliştirmemektedir.
Öte yandan AB Türkiye’yi kabul etse bile Türkiye bunu kabul etmeli midir?
Kamuoyunda ve bilim çevresinde tartışılması gereken ancak henüz yeterince
gündeme getirilmeyen bir diğer konu budur. Ekonomik mülahazalarla acaba bu
birliğe katılmak yeterince doğrumudur? Neden ABD ve İngiltere gibi ülkeler kayıtsız
şartsız Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediği, bunun Türkiye’nin mi yoksa bu
ülkelerin mi çıkarlarına daha uygun olduğu yeterince değerlendirilmemektedir. Bu
şüpheli sorulara kamuoyuna karşı verilen basmakalıp cevaplar yeterince tatmin edici
değildir. Örneğin Türkiye AB’ye üye olduğu takdirde, uzun vadede Batı dünyasına
alacağından daha çoğunu katacakken, bu dünyada yeterince etkin ve belirli
olamayabilecektir. AB üyeliği Türkiye’yi diğer alternatiflerden, tıpkı NATO
üyeliğinin Orta Doğu’dan uzaklaştırması gibi uzaklaştıracaktır.10
Türkiye’nin bu konuda yapması gereken şudur: AB’ye yakın bir gelecekte üye
olacakmış gibi gerekli hukuki ve ekonomik düzenlemeleri yapmak, ekonomik
9
Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, 1963, s.90.
10
Arı “Geçmişten Günümüze….. s.702
143
istikrar bölgesinden faydalanarak ekonomisini mümkün olduğu kadar süratli bir
şekilde geliştirmek ve dayanıklı hale getirmek, ancak bunları yaparken her vadedeki
güvenlik kaygılarını dikkate almak, hiç üye olmayacakmış gibi ekonomik güvenceler
oluşturmak ve yeni pazarlar bulmak, stratejik seviyede güvenlik ilişkileri tesis edecek
planlamalarda bulunmak, ihtiyaçları belirlemek ve yeni işbirliklerine hazırlıklı
olmaktır. AB’ye girememiş bir Türkiye sorun değildir, içine kapanmış hedefi
olmayan bir Türkiye sorundur. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel
Barroso’nun “Türkiye AB üyesi olmaya hazır değil, aynı zamanda AB Türkiye’yi ne
yarın ne de öbür kabul etmeye hazır değil” açıklamasının arkasındaki düşünce,
Türkiye’nin
AB
sürecini
öldürmeden
askıya
alması
seçeneğini
kuvvetlendirebilecektir.11
İmparatorluk geleneği olan Türkiye aradan geçen 84 yıla rağmen halen kimliğini
tanımlama sürecindedir. Modernistler batıya, İslamcılar Orta Doğu’ya yani güneye,
milliyetçiler Orta Asya’ya yani doğuya bakmaktadırlar. Aralarındaki uyuşmazlık
Türkiye’nin bölgedeki rolüne dair belirsizliği oluşturmaktadır.12“Dünyadaki birçok
halk açısından olduğu gibi, eğitim yaygınlaştıkça ve modern medya halkın büyük
kesimine ulaşacak şekilde geliştikçe, Türkler kökleriyle daha fazla ilgilenmeye
başlamaktadırlar.”13 “Türkler kendilerini daha ziyade dağınık haldeki Türkçe
konuşan topluluğun potansiyel lideri olarak görmektedirler.”14 Bu sadece Türkiye
için geçerli değildir. Dış dünyadaki gelişmelere karşı işbirliği ihtiyacı duyan Orta
Asya Cumhuriyetleri içinde geçerli olduğu görülmektedir. “Medeniyetler arasındaki
güç dengesi değişmektedir: Göreli etkililik bakımından Batı gerilemekte; Asya
medeniyetleri ekonomik, askeri ve siyasal güçlerini genişletip yaymaktadırlar.”15
Orta Asya bu iyimser önergede önemli bir yer tutacaktır. Türkiye bu önergenin
içinde olup olmayacağına yakın gelecekte karar vermek zorunda kalacaktır.
11
Altun “Rumların AB….
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/21/col/88/art/2233/PageName/INGILTERE_LONDRA
_HABERLERI
12
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.188
13
Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.7
14
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.193
15
Huntigton, The Clash of ……., s.23.
144
Küreselleşmenin çağımızın en büyük olgusu olduğu aşikârdır. Bu kavram
stratejik işbirliklerini gerektirmektedir. AB ve Avrasya dâhilinde geliştirilemeyecek
işbirliği ortamının alternatifi olan Türkçe konuşan ülkelerle işbirliğidir. Türkiye’nin
değişen şartları, yeniden daha etkin değerlendirmemesi için herhangi bir sebep
yoktur. Ama bunun anlamı bölgedeki ülkelere hegemonya kuracak davranışlarda
bulunmak değildir. Türkiye ve Türkçe konuşan ülkeler rollerini ve imkânlarını
yeniden değerlendirebilmelidirler. Bu sefer Türkiye 1990’lı yıllarda yapılandan daha
başarılı bir şekilde süreç yönetebilme deneyimine sahiptir. “Fakat Türkiye yeni
oluşan bu dünyada anahtar role sahip olmak istiyorsa her şeyden önce kendisinin
değişmesi gerekmektedir.”16
1962 Küba Krizi’nin çözümünün Türkiye üzerinden yapılması, Kıbrıs’taki 1963
olayları ile başlayan Rumların Türklere karşı giriştiği toplu yok etme politikasına
Batı’nın Yunanistan’ın gözüyle bakması ve ünlü “Johnson Mektubu” Türkiye’nin
Batı ile ilişkilerinde üst üste uğradığı ciddi hayal kırıklıkları olmuştu. 17 Bu örnekler
Irak’ta yaşananlar ve Türkiye’ye etkilerini de eklersek, Türkiye’yi dış politikasını
yeni baştan değerlendirmek zorunda bırakmıştır. SSCB’nin boşalttığı bölgede
“uluslar arası topluluk eski Yugoslavya’daki son krizi gölgede bırakacak bir durumla
karşı karşıya kalabilir18 ve geçmiş tecrübeler göstermiştir ki Türkiye Batıdan gelecek
yardıma veya çözüm şekline güvenmemelidir. Bunun anlamı her halükarda karşı
politikalar geliştirmesi değildir. Sadece çıkarlarını ön plana alarak, müttefiklik
ilişkisinin kendisine olan yararlarını daha dikkatli değerlendirmesidir.
ABD Türkiye’yi daima Orta Asya devletlerine model olarak gösterdi ama
Türkiye Irak savaşından sonra müttefik ilişkilerini resmi olmasa bile düşünsel
manada yeniden tanımlamıştır. Bu kapsamda Orta Asya’da geliştireceği politikalara
destek beklemeden gerekli planlamaları yapmak durumundadır.
Türkiye enerji politikasını sadece çıkarları doğrultusunda yönlendirmelidir. Bu
konuda önceliğin Orta Asya ülkelerine verilmesi uygun olacaktır. Rusya’ya olan
16
Kinzer, Crescent and Star..,s.280
Arı, “Geçmişten günümüze …, s.704
18
Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.81
17
145
bağımlığın gerek Türkiye gerekse de Orta Asya ülkeleri yönünden düzenli olarak
azaltılması yoluna gidilmesi en uygu seçenek olacaktır.
Gelecek yıllar küreselleşmenin etkilerinin her alanda daha fazla hissedileceği,
ancak enerji kaynakları üzerine yapılacak olan mücadelenin olaylara damgasını
vuracağı bir süreç olacaktır. Bu süreçte medeniyete dayalı bir dünya düzeni ortaya
çıkmaktadır. Kültürel yakınlıkları olan ülkeler birbirleriyle iş birliği yoluna giderken
bir medeniyetten diğerine geçi çabaları başarısız olacaktır. Sonuçta ülkeler kendi
medeniyetlerinin çekirdek devletleri etrafında kümelenecektir.
19
Türkiye Türkçe
konuşan devletler için çekirdek bir devlettir. Bundan kendi iradesiyle uzaklaştırmaya
çalışmadığı sürece bu böyle olacak, kendisini böyle değerlendirmese bile başkaları
tarafından bu yönde yapılacak değerlendirmelerin olumsuzluklarını yaşayabilecektir.
Çünkü doğal olanı geciktirmek mümkün, önlemek mümkün değildir. Türkiye
hazırlıklarını bu göre yapmalıdır, başkaları yapmaktadır.
19
Huntington, The Clash of ……., s.23.
146
KAYNAKÇA
Akyol, Taha. Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa, İstanbul, Truva Yayınları, 2006.
Akyol, Taha. “Türklerin Alfabeleri”, Milliyet, 12.12.2001
http://www.milliyet.com/2001/12/12/yazar/akyol.html
Arı, Tayyar. “Geçmişten günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve
İlişkileri Belirleyen Dinamikler”, İdris Bal (editör), 21. yüzyılda Türk Dış
Politikası, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, Ankara,
2006.
Altun, Ata. “Rumların AB Dağına Kar Yağıyor”, Kıbrıs Postası, 14.08.2007
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/21/col/88/art/2233/PageName/IN
GILTERE_LONDRA_HABERLERI
Avşar, B. Zakir. Yeni Bir Yüzyılın Eşiğinde Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri,
Ankara, Vadi Yayınları, 1994.
Aydın, Mustafa ve diğerleri, Küresel Politikada Orta Asya (Avrasya Üçlemesi I),
Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2005.
Aydın, Mustafa ve Çağrı Erhan ile diğerleri, Beş Deniz Havzasında Türkiye,
Ankara, Siyasal Kitapevi, 2006.
Bal, İdris ve diğerleri. Değişen Dünyada Uluslar Arası İlişkiler, Ankara, Lalezar
Kitapevi, 2006.
Bal, İdris ve diğerleri. 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Global
Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, 2006.
147
Bal, İdris ve Cengiz Başak, “Rise and Fall of the Elchibey’s Administration and
Turkey’s Central Asian Policy”, Foreign Policy, Vol.22, No.3-4/1998, s.4256.
Bal, İdris. Turkey’s Relations with the West and The Turkic Republics: Rise and
Fall of the Turkish Model, Aldershot: Ashgate Publications, 2000, 232
pages.
Bal, İdris ve M. Cufali, (ed.), Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri (Turkish
Armenian Relations from the Past to the Present), Ankara: Nobel
Publications, 2003.
Bal, İdris. (ed.), Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era, Boca Raton,
Florida: Brown Walker Pres, 2004.
Bal, İdris (ed.), Değişen Dünyada Uluslararası ilişkiler, Ankara: Lalezar Kitabevi,
2006.
Bal, İdris. “ABD’nin Orta Asya Politikası”, Halil Bal ve Muhammet Erat, (Ed.),
Mehmet Saraya Armağan, Türk Dünyasına Bakışlar, İstanbul: Da Yayıncılık,
2003, s.133-160.
Bal, İdris. “Büyük Orta Doğu Projesi: Türkiye, Bölge Ülkeleri, AB ve ABD”, İdris
Bal (Ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Lalezar
Kitapevi, 2006
Bal, İdris, Gül Turan ve İlter Turan. “Turkey’s Relations with the Turkic Republics”,
İdris Bal (Ed.), Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era, Boca
Raton, Florida: Brown Walker Pres, 2004.
Bal, İdris. “Turkish Model as a Foreign Policy Instrument in Post Cold War Era: The
Cases of Turkish Republics and the Post Sempember 11th Era”, İdris Bal,
(ed.), Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era, Boca Raton,
Florida: Brown Walker Pres, 2004.
148
Bal, İdris. “Instruments of Soviet Control in Central Asia”, Eurasian Studies, Bol.3,
No.2, Summer 1996, pp.97-113.
Bal, İdris. “Türk Modeli ve Türkî Cumhuriyetler”, Journal of International Affairs,
Volume III, Number 3, Ekim-Kasım 1998
http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/SeptemberNovember1998/bal.PDF
Bal, İdris. “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye İçin Türk Cumhuriyetlerinin Önemi”, İdris
Bal (ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Global
Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, 2006
Birand, Mehmet Ali. “Türkiye Putin’i Çok Arayacak”, Hürriyet, 26.06.2007
Birsel, Haktan. “Arka Bahçe Stratejileri”, 2023 Aylık Dergisi sayı 74, Ankara, Ay
Grup, 2007.
Brzezinski, Zbigniew. The Grand Chessboard, (çev. Yelda Türedi), Perseus Boks
L.L.C., 1997.
Cafersoy, Nazım. “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, Türkiye Uluslar arası
İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM), 28.12.2005
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
Cıvaoğlu,
Güneri.
“Avuç
Yalamak”,
Milliyet
Gazetesi,
22.07.2006
http://www.milliyet.com/2006/07/22/yazar/civaoglu.html
Clover, Charles. “Dreams of the Eurasian Heartland, the Reemergence of
Geopolitics”, Foreign Affairs, 78 (2), Mart-Nisan 1999.
Çaman, Efe. “Entegrasyon Teorileri”, Haydar Çakmak (ed.), “Uluslar arası
İlişkiler; Giriş, Kavram ve Teoriler”, Ankara, Barış Kitapevi, 2007.
149
Çandar, Cengiz. “Öncelikli Tehdit: Kuzey Irak mı? PKK mı?”, Hürriyet Gazetesi,
4.10.2007
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7415704&yazarid=215
Çeçen, Anıl. Türkiye’nin B Planı, Merkezi Devletler Birliği-MEDEB, Ankara,
Fark Yayınları, 2007.
Çomak, İlhan. “Türkiye’de Avrasyacılık Üzerine”, USAK Stratejik Gündem, Uluslar
arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007
http://www.usakgundem.com/haber.php?id=102
Daloğlu, Tülin. “PKK Tarafından Lekelendi”, Washington Times Gazetesi 2.10.2007
sayısı, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM), 4.10.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/10/04x10x07.htm
Davutoğlu, Ahmet. Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslar Arası Konumu,
İstanbul, Küre Yayınları, 2001.
Dündar, Can. “George Soros”, 12.05.2005 tarihli yazı dizisine, 20.7.2007
http://candundar.com.tr/index.php?Did=2631
Erdinç, Yaşar. “Unakıtan Etkisi”, Akşam Gazetesi 11 Haziran 2004 sayısı, 2004.
Fettweis, Christopher J., "Sir Halford Mackinder, Geopolitics and Policymaking
in the 21st Century", Parameters, 2000
Findley, Carter V. Dünya Tarihinde Türkler, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2006.
Fisher, Joschka. “AB Taahhütlerine Sadık Kalmalı”, Amerikanın Sesi, 12.7.2005
http://www.voanews.com/turkish/archive/2005-07/2005-07-12-voa1.cfm
Fuller, Graham E. ve Ian O. Lesser, Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni
Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç), Alfa Yayınları, İstanbul, 2000.
150
Gazigil, Orhan. “Rusya’da Avrasyacılık Düşüncesi ve Yeni Alternatif Arayışları”,
USAK Stratejik Gündem, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu,
28.05.2007.
http://www.usakgundem.com/makale.php?id=26
Göğüş, Zeynep. “Sahipsiz Orta Asya”, Tempo, 13.4.2005
http://www.tempodergisi.com.tr/kose/zeynep_gogus/07884/
Göksel, Nükhet Hotar. “Türkiye’de Demografik Dönüşümün Sosyal Politikalara
Etkisi”, İşveren Dergisi Kasım 2005 sayısı, Ankara, 2005.
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1276&id=70
Gönlübol, Mehmet ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, İstanbul,
Milli Eğitim Basımevi, 1963.
Gül, Atakan ve Ayfer Yazgan Gül. Avrasya Boru Hatları ve Türkiye, Ankara,
Bağlam Yayınları, 1995.
Günay, Bekir ve diğerleri. Avrupa’dan Asya’ya Sorunlu Türk Bölgeleri, İstanbul,
IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005.
Hasanlı, Cemil. Soğuk Savaşın İlk Çatışması İran Azerbaycan’ı, İstanbul, Bağlam
Yayınları, 2005.
Huntington, Samuel P. The Clash of Civilizations and The Remaking of World
Order, (Mehmet Turfan, Y.Z. Cem Soydemir), İstanbul, Okuyan Us
Yayınları, 1996.
İbaş, Selahattin. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Orta Doğu’daki Barış Operasyonlarına
Katkıları”, BYEGM.lüğü, 16.2.2007
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/DISBASIN/2007/02/19x02x07.
HTM
151
İlhan, Attila. “Ortaklaşa Umut Avrasya”, Cumhuriyet, 5.07.2005
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=58&hnd=1
&ord=57&dbId=663
İlhan, Attila. “Silahlı Kuvvetler Neden Pasif?”, Cumhuriyet, 30.04.2004
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=77&hnd=1
&ord=76&dbId=682
İnsel, Ahmet. “Türkiye’ye Olma Yarışı”, Radikal Gazetesi, 17.12.2006
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6533
İsina, Almagül. “Dünya Kazak Türkleri Kurultayı”, 17.11.2005
http://f27.parsimony.net/forum67368/messages/10610.htm
Kadak, Şelale. “Türkmenbaşı’nın Ölümü Çalık’ı ve Diğer Türk İşadamlarını Etkiler
mi?”, Sabah Gazetesi, 22.12.2006.
http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/22/yaz10-30-118.html
Kamalov, İlyas. “Avrasya’daki Enerji Oyunları ve Türkiye”, Ankara, Avrasya
Stratejik Araştırma Merkezi (AVSAM), 17.05.2007
http://www.asam.org.tr/tr/yyazdir.asp?ID=1616&kat1=50&kat2=
Kamalov, İlyas. “Stratejik Öngörü 2006: Rusya Federasyonu; Gelişmeler, Temel
Sorunlar, Muhtemel Senaryolar ve Ana Aktörler”, Ekim 2006 tarihli rapor,
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (AVSAM), 2.8.2007
http://www.asam.org.tr/temp/kitap118.pdf
Karluk, Rıdvan. “Kıbrıs Sorunu, Türkiye’nin AB üyeliği için bir koşul haline
gelmiştir.”, AB HABER, 27.8.2007
http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=18631
Karpat, Kemal H. Türkiye ve Orta Asya, Ankara, İmge Kitabevi, 2003
152
Kasım, Kamer. “Ermeni Sorunu ve Üyelik Süreci”, The Journal of Turkish Weekly,
14.3.2005
http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=72
Kavak, Yüksel ve Gülsün Atanur Kavak. “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk ve
Akraba Topluluklarına Yönelik Eğitim Politika ve Uygulamaları”, Hacettepe
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 20:92–103, 2001
http://www.egitimdergisi.hacettepe.edu.tr/200120Y%C3%9CKSEL%20KAV
AK.pdf
Kinzer, Stephen. Crescent and Star, Turkey Between Two Worlds, (çev. Funda
Keskin), New York, Farrar, Satraus and Giroux L.L.C., 2001.
Kleveman, Lutz. The New Great Game Blood and Oil in Central Asia, (hür
Güldü), New York, Atlantic Monthly Press, 2003.
Knuf, Thorsten. “AB, Üyeliğe Aday Türkiye’ye Bundan Sonra Nasıl Davranacağını
Bilmiyor”, Berliener Zeitung 9.11.2006 sayısı, AB Genel Sekreterliği,2006
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1
Makovsky, Alan ve Sabri Sayarı ile diğerleri, Turkey’s New World, (Hür Güldü),
The Washington Institute for Near East Policy, 2000.
Mayer, Thomas. “Valery Giscard d'Estaing ile AB üzerine” BYEGM.lüğü, Dış
Basında Türkiye, Haftalık (23–28.12.2005) Bülteni, 1.09.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligihaftalik/2005/avrupa2005-19.htm
Nogayeva, Ainur. “Orta Asya’da Entegrasyon”, Cumhuriyet Gazetesi Strateji
Dergisi, sayı 151, 21.05.2007
Özbek, Burak Bilgehan. “Yeni Dönemde AB Orta Asya İlişkileri ve Türkiye”,
Global Strateji Enstitüsü, 10.7.2007
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1092
153
Özkan, İ.Reşat. Küresel Çıkar Oyunları İçinde Türkiye’nin Dış Politika
Sorunları, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1999.
Özpek, Burak B., “Türkiye-İran Doğal Gaz Anlaşması Ve Muhtemel Sonuçları”,
Global Strateji Enstitüsü, 27.7.2007
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1113
Pamir, Necdet. “Putin’in son hamlesi Türkiye’yi vurdu”, Hürriyet Strateji, 17.5.2007
http://www.hurriyet.com.tr/strateji/6527905.asp?gid=202
Petters, Ralph. “Blood Borders: How A Beter Middle East Would Look”, Armed
Forces Journal 06/06, Springfield, Army Times Publishing Company,2006.
Robins, Gerald. "The Post-Soviet Heartland: Reconsidering Mackinder", Global
Affairs, 8, 1993.
Roy, Olivier. La Nouvelle Asie Centrale Ou La Fabrication Des Nations, (çev.
Mehmet Moralı), Edutions du Seuil, 1997.
Roux, Jean-Paul. L’Asie Centrale-Histoire et Civilisations, Fayard, 1997.
Stürmer, Michael. “Çoğu Zaman 'B Planı' Eksik”, Die Welt, 21.06. 2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/22x06x07.htm
Uçar, Fuat. Dış Türkler, Ankara, Fark Yayınları, 2007.
Ülkü, İrfan. “Fena Halde Attila İlhan”, Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı,
7.07.2007
http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=1&prnId=45&hnd=1
&docId=424&ord=44&fop=0&s=1
Varvitsiotis, İoannis M. “Avrupa Devletler Birliği”, Frankfurter Allgemeine Zeitung
4.08.07 sayısı, BYEGM.lüğü, Dış Basında Türkiye Haftalık Bülteni.
154
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi-haftalik/avrupahaftalik.htm
Vinkovetsky, Ilya. “Eurasia and Its Uses: The History of an Idea and the Mental
Geography of Post-Soviet Space”, Princeton University, 2007.
http://www.princeton.edu/~restudy/soyuz_papers/Vinkovetsky.pdf
Vinkovetsky, Ilya. “Classical Eurasianism and Its Legacy”, Canadian-American
Slavic Review, 34 (2), 2000.
Winrow, Gareth. Turkey in Post-Soviet Central Asia, London, Royal Institute of
International Affairs Press, 1995.
Yıldırım, Abdurrahman. “17 Aralık Sonrası 2005’in Gündemi, Kıbrıs ve İç Siyaset”,
Sabah Gazetesi, 20.12.2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/20/yaz07-30-125.html
Yüce, Çağrı Kürşat “SSCB Sonrasında Hazar Bölgesinde Enerji Mücadelesi ve
Türkiye”, TÜRKSAM, 30.03.2005
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=307
Zeybek, Namık Kemal. “Nursultan Ağa Artık Türk Dünyasının Lideridir”, Jelmaya,
Kasım, 2005
http://www.yesevi.edu.tr/jelmaya/Sayilar/Jelmaya14.pdf
Türkiye İçin AB Üyelik Müzakereleri Süreci, Avrupa Birliği Türkiye
Delegasyonu Kitapçığı, Ankara, 2006
“Rusya’nın Yükselen Homurtusu”, Military Science & Intelligence (MSI) Stratejik
Haber Dergisi sayı 22, Ankara, UMSA Ltd., 06.2007
“Cox: D’estaing sınırını aşıyor”, NTVMSNBC, 27.11.2002
http://www.ntvmsnbc.com/news/190009.asp
155
“Kuzey Irak’a Dokunma”, BYEGM.lüğü, 21–23.03.2003
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/2003/03/24x03x03.htm
“Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Aleyhine Aldığı Bazı Kararlar”, Ankara Ticaret
Odası, 24.12.2003
http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=139&l=1
“Kısıtlamalar İmdat Kolu Gibi”, Radikal Gazetesi, 15.12.2004
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=137373
“Tarih Yazdık”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/siy95.html
“AB Süper Güç Oluyor”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/eko100.html
“Garanti GE ile 1,8 Milyar Dolara Evleniyor”, Hürriyet Gazetesi, 26.08.2005
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/08/26/692349.asp
“Tek Yol Türkiye”, Milliyet Gazetesi, Dünyadan Haberler, 09.09.2005
http://www.milliyet.com.tr/2005/09/09/dunya/adun.html
“Türkiye AB Müzakereleri Başladı”, CNNTÜRK, 4.10.2005
http://www.cnnturk.com/OZEL_DOSYALAR/haber_detay.asp?PID=1145&
HID=1&haberID=129898
“Yeni Ekonominin Beyin Avcısı: Google”, Milliyet Gazetesi,4.01.2006
http://www.milliyet.com.tr/content/teknoloji/tek015/tekno59.html
“Dünyanın en zengin adamı emekli oluyor”, CNN TÜRK, 16.06.2006,
http://www.cnnturk.com/EKONOMI/DUNYA/haber_detay.asp?PID=39&ha
berID=190689
156
“Armed Forces Journel’ın skandal haritası yine gündemde”, Hürriyet USA,
28.09.2006
http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9822
“Financial Times: Hırvatistan’ın AB yolu kısa”, Yeni Şafak Gazetesi, 30.10.2006
http://www.yenisafak.com/dunya/?t=30.10.2006&q=1&c=4&i=12467&FT/H
%C4%B1rvatistan%C4%B1n/AB/yolu/k%C4%B1sa/
“Sarkozy’den Türkiye’ye Öneri”, BBC, 8.2.2007
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2007/02/070208_sarkozyturkey.sh
tml
“Enlargement-Turkey”, European Commission, 5.3.2007
http://ec.europa.eu/enlargement/questions_and_answers/turkey_en.htm
“Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, Hürriyet, 25.3.2007
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6196268&tarih=200703-25
“Merkel’in AB’ye Türkiye Tavsiyesi”, TRT, 10.05.2007
http://www.trt.gov.tr/wwwtrt/hdevam.aspx?hid=175991
“Sarkozy, Akdeniz Birliğinde Israrlı”, NTVMSBC, 1.6.2007
http://www.ntvmsnbc.com/news/409670.asp
"Steinmeier: Türkiye ile AB”, Frankfurter Allgemeıne Zeıtung, Basın Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü Dış Basında Türkiye Bülteni, 28.6.2007
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/28x06x07.htm
“İki ülkenin boru hatları savaşları”, Doğalgazprojesi.com, 29.06.2007
http://www.dogalgazprojesi.com/forum/forum_posts.asp?TID=3383&get=las
t
157
“AB Komisyonu Türkiye Raporu (6 Ekim 2004)”, Belgenet, 8.07.2007
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/rapor2004-01.html
“Türkler ABD’yi tehdit olarak görüyor”, Sabah Gazetesi, 25.07. 2007
http://www.sabah.com.tr/2007/07/25/haber,E4B4ABF3D8DE42F8A9E00B3
AB8B10FBC.html
“Müzakere Süreci: Hükümetler Arası Konferans”, Sektörel Dernekler Federasyonu
(SEDEFED), 1.8.2007
http://www.sedefed.org/default.aspx?pid=45996&nid=34549
“Belçika Bölünmeyi Tartışıyor”, NTVNSNBC, 22.08.2007
http://www.ntvmsnbc.com/news/417840.asp
“Türkiye'de ABD'ye destek yüzde 12'ye geriledi”, Hürriyet USA, 31.08.2007
http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9047
“Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, ABHABER.COM, 1.09.2007
http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=16556
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü. Dış Basında Türkiye Bülteni.
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü. Avrupa Birliği 9.11.2006 -16.11.2006
Haftalık Dış Basın Çevirileri, 1.08.2007 tarihinde kurumun web sayfasından
erişildi.
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligihaftalik/2006/avrupa2006-58.hTM
Centre for European Reform (CER-Avrupa Reform Merkezi). “Avrupalılar Türkiye
Hakkında Ne Düşünür ve Neden” Ağustos 2007 tarihli raporu, 2 Eylül 2007
tarihinde Centre for European Reform’un web sayfasından erişildi:
http://www.cer.org.uk/pdf/briefing_kb_turkey_24aug07.pdf
158
“ABD Kongresi Ermeni Tasarısı’na Türklerin Bakışı”, 2007 tarihli rapor, 1 Ekim
2007 tarihinde Arı Hareketi’nin web sayfasından erişildi.
http://www.arifoundation.org/Terror%20Free%20Tomorrow%20%20ARI%20Movement%20-%20ARI%20Foundation%20Report%20%20Turkce.pdf
BBC’nin 14 Haziran 2005 tarihli Basın Özeti, 5.3.2007
http://www.bbc.co.uk/turkish/pressreview/story/2005/06/050614_pressreview
.shtml
“Avrasya”. Wikipedia Online, 5.05.2007
http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrasya
“Nabucco Boru Hattı”, Wikipedi Online, 17.5.2007
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nabucco_Boru_Hatt%C4%B1_Projesi
“İki ülkenin boru hatları savaşları”, Doğalgazprojesi.com, 29.06.2007
http://www.dogalgazprojesi.com/forum/forum_posts.asp?TID=3383&get=las
t
159
Download