Başbakan Davutoğlu`nun, 4 Kasım tarihli TBMM Grup

advertisement
Başbakan Davutoğlu’nun, 4 Kasım tarihli
TBMM Grup Toplantısı konuşmasının tam
metni
Kasım 05, 2014 - 4:34:00
Bir kez daha saygıyla, muhabbetle selamlıyorum, toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Konuşmamın hemen başında Ermenek’teki maden kazası dolayısıyla bir kez daha şahsım ve
Grubumuz adına üzüntülerimi ifade ediyor, kazazedelerimizin, kazada madende bulunan canlarımızın
yakınlarına, ailelerine sabır diliyorum. İnşallah en kısa zamanda hayırlı haberler alma duasıyla, bir kez
daha bu tür kazaların tekrar olmaması için niyazda bulunuyorum.
Bakan arkadaşlarımız Ermenek’teler, bütün devlet birimlerimiz, gücümüz Ermenek’te gece-gündüz
büyük bir çaba içindeler. Sayın Cumhurbaşkanımız ve ben de bizzat giderek, madenin içine de girerek
durumu alanda gözledik ve alınması gereken tedbirler konusunda da dün bir kez daha Bakanlar
Kurulumuzda kapsamlı bir değerlendirme yaptık ve daha önce hazırlamış olduğumuz iş kazalarıyla
ilgili yasal düzenlemeye yeni unsurlar katarak bunun inşallah kısa zamanda Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne sunulması konusunda da nihai noktaya gelmiş bulunuyoruz.
Ayrıca, Yalvaç’ta ve İstanbul’da tekne kazasında vefat edenlere de taziyelerimi buradan ifade etmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz hafta içinde 3 önemli yıldönümünü idrak ettik.
Birincisi; 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimizin kurulmasının yıldönümü, 91’inci yılını idrak ettik
Cumhuriyetimizin ve çok güzel tevafukla diyeyim Afyon İstişare Toplantımızı da Afyon’da yaparak,
aslında İstiklal Ordusunun Cumhuriyetimizin önünü açan o kutlu yürüyüşünü bir kez daha orada andık.
Cumhuriyetimiz her gün güçlenerek, demokrasiyle taçlanarak ve millet-devlet bütünlüğü içinde
tarihteki özgün ve onurlu yerini alacaktır, alma yolundaki gayretlerimiz sürecektir.
İkinci yıldönümü; aşure, 10 Muharrem, bu da aslında evrensel bilincimizin, merhametimizin,
vicdanımızın timsali olan Hazreti Hüseyin’in ve Ehli Beyt’in şehit edilmesinin yıldönümü. Onu da
rahmetle anıyor ve bize bıraktığı mirasa, yani mazlumlara sahip çıkma ve zalimlere karşı mücadele
verme mirasına sahip çıkacağımızı AK Parti Grubundan bir kez daha haykırıyorum.
Üçüncü yıldönümü ise dün, 3 Kasım 2002’nin yıldönümü. 3 Kasım 2002’de eski Türkiye tarihi
geçmişteki yerini aldı, yeni bir Türkiye’nin ufkunda yeni bir güneş doğdu, AK Parti güneşi doğdu. 3
Kasım 2002’de bu güneşin gece karanlığı içinden çıkarak ülkemizi, çevre bölgeleri, dost ve komşu
halkları ve bütün dünyayı aydınlatmaya başladığına şahitlik ettik, 12 yıldır bu güneş yükselmeye
devam ediyor. 4 Kasım 2002 sabahı Türkiye’de aziz milletimiz yeni bir güne büyük umutlarla başladı.
Aslında tam da bugün 4 Kasım 2014’te 12 yıl sonra bu güneşin aldığı mesafenin idrakini ve
muhasebesini yapmak durumundayız.
Tarihte 12 yıl kısa bir süre, bizim için zor, çetin engellerle uzun bir süre gibi gelebilir, ama devletlerin
yükselişinde 12 yıl aslında çok uzun olmayan bir süre. Bu 12 yıl içinde kat ettiğimiz mesafeye
baktığımızda, güneşin doğduğunu ve işrak vaktinin yaşanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi yeni
Türkiye ideali, vizyonuyla aslında bu güneşin gittikçe daha da yükselmesini, ülke insanının yüreklerini
ısıtmasını, dünyaya ışıltı saçmasını hedefliyoruz.
Şöyle kısa bir mukayese yapalım: Eski Türkiye’de 3 Kasım 2002’den önce milli irade vesayet tehdidi
altındaydı. 28 Şubat’ın, ki gerisinde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül müdahalelerini barındıran bir darbe
geleneğinin son halkasını teşkil eden 28 Şubat’ın gölgesi eski Türkiye’nin üzerindeydi. Yeni Türkiye
gür bir sesle, yeter, söz de, karar da sadece milletindir diyen bir kadronun iş başına gelmesiyle milli
irade egemen kılındı.
Eski Türkiye’de insanlar düşünceleri, inançları, giydikleri kıyafetler, konuştukları diller itibarıyla tahrik
ediliyordu, sorgulanıyordu, dışlanıyordu, tehdit olarak tanımlanıyordu. Yeni Türkiye’de son 12 yılda
aldığımız mesafelerle artık herkes tam bir düşünce ve inanç özgürlüğüne, fikir özgürlüğüne sahip oldu,
kimse artık bu özgür ülkede düşüncesi, inancı, kıyafeti, dili dolayısıyla tahkir edilmeyecek,
ezilmeyecek, aşağılanmayacak, artık eşit vatandaşların yeni Türkiye’si doğdu.
Eski Türkiye’de 16 ayda bir hükümet değişiyordu. Bu ne demektir biliyor musunuz? Düşününüz,
iktidara geldiniz ve geçmiş dönemlerde 15-16 ayda hükümetlerin gittiğini biliyorsunuz, yapacağınız ilk
şey ayakta kalmaya çalışmak. Eski Türkiye’nin hükümetleri ayakta kalmaya çalışıyordu, vizyon
üretmeye, yürümeye, bırakın koşmayı, yürümeye bile ayarlı değildi, ayakta kalmaya çalışıyordu ve
bunun için de popülist ekonomik politikalar takip ediyordu vesayet sisteminin özüne müdahaleden
kaçınıyordu ve bir şekilde iktidar dönemini tamamlayayım ya da bu iktidar dönemi içinde yandaşlara,
yakınlara şu veya bu rantı sağlayayım telaşı içinde, özellikle 28 Şubat döneminde nasıl bir
hortumculuğun yaşandığını ve nasıl bir ekonomik felaketin milleti tarumar ettiğine herkes şahittir.
Yeni Türkiye’de 12 yıldır süreklilik içinde vizyon üreten bir Hükümet, tek bir partinin iktidarında bir
Hükümet var ve siyasi istikrar var. Eski Türkiye istikrarsızlık demektir, yeni Türkiye istikrar ve
kalkınma demektir.
Eski Türkiye’de, Allah muhafaza, bir felaket olduğunda felaket mahalline ulaşamayan bir devlet vardı,
aciz bir devlet görüntüsü vardı, 1999 depremi, Kocaeli, Adapazarı depremlerinde, Düzce depreminde
hepimiz gördük, nasıl bir büyük ıstırap yaşadık hep beraber, devlet oraya ulaşamamıştı. Yeni
Türkiye’de Van depreminde görüldüğü gibi bir şehri 1 yıl içinde yeniden inşa edebilen kudrette bir
devlet ortaya çıktı. Bunu bugün sabah Sayın Bahçeli’yi dinlediğim için ısrarla vurguluyorum. Bahçeli
Ermenek kazasında yaşanan acıları, maalesef o acıları bizlerle paylaşmak yerine istismar etmeyi
tercih ediyor. Ermenek kazasıyla ilgili bütün araştırmalar yapılacak, ihmal varsa, kim ihmal yapmışsa
gerekli cezayı bulacak, sadece denetim elemanları değil, işveren ve oradaki herhangi bir eksiklik söz
konusu olmuşsa eksikliğin müsebbibi kimse onunla ilgili takibat yapılacak.
Ama buradan Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum; onun iktidarında bu ülkenin Başbakanı Ankara’dan
Sakarya’ya gitmek için günlerce beklemişti deprem esnasında. Bizim iktidarımızda haber bize ulaşır
ulamaz en süratli bir şekilde, birkaç saat içinde bakanlarımız, 3 bakanımız alana intikal etti, AFAD
bütün birimleriyle alana ulaştı, 500 kişilik kurtarma ekibiyle, her türlü imkanla oraya ulaşıldı ve hemen
ertesi gün ben ve Sayın Cumhurbaşkanımız maden kazasında oradaki vatandaşlarımızla acıyı paylaştı,
neler yapılabileceğinin planlamasını gerçekleştirdi ve bizzat kazanın yaşandığı madene doğru indim ve
orada gözlemde bulundum. Sayın Bahçeli acaba deprem sonrasında, o büyük deprem sonrasında
Kocaeli’ne, Sakarya’ya ne zaman gitmişti, Başbakan Yardımcısı olarak ne zaman ulaşabilmişti; onun
hesabını versin. Şimdi bu maden kazaları üzerinden istismar edenler, Kocaeli ve Adapazarı
depremlerinden sonra kaç senede o şehirlerin ayağa kalkabildiğini ve oralarda nasıl bir istismar
çarkının işlediğinin hesabını vermek durumdalar.
Bunu buradan bir kez daha zikrediyorum; kimse bu tür yaşanan acıları istismar etmek üzerine dayalı
bir siyaset izlememelidir. Eleştirmeliyiz, tamam, ki gerektiğinde biz de özeleştiri yapıyoruz, onun için
bizzat gözlüyoruz ve eksiklikleri hiç tereddütsüz bir şekilde tanımlıyoruz, üzerine gidiyoruz. Ama acılar
üzerinden bir kez siyaset yapma alışkanlığı devreye girerse, bunun sonu maalesef Türkiye’de kısır
siyaset demektir ve karşılıklı suçlamaların içinde haksız ithamlarla ülkeyi zayıflatmak demektir.
Herkesi özellikle bugünlerde, acı yaşanan günlerde bir kez daha bu acıyı paylaşmaya ve bu acı ile
birlikte halkımızın yaralarını sarmaya çalışmaya davet ediyorum.
Eski Türkiye OHAL Türkiye’siydi, eski Türkiye ülkenin bir bölgesinin olağanüstü hal ile neredeyse
herhangi bir kamu düzenini ihdas etmeyi bir kenara bırakın, sürekli bir tehdit altında şehirlerin,
kasabaların, meraların ve halkın özgür bir ülkede yaşadığı hissiyatını vermeyecek ölçüde bir OHAL
uygulamasının ülkesiydi. 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AK Parti kadroları attıkları ilk adım OHAL’i
kaldırmak oldu. Kim ne yaparsa yapsın, kim hangi provokasyonu yaparsa yapsın, bu özgür ve
demokratik ülke bir daha OHAL benzeri uygulamalarla karşı karşıya kalmayacaktır. Kamu düzeni tesis
edilecektir, ama özgürlükler hiçbir zaman kısıtlanmayacaktır.
Eski Türkiye IMF kapısında sıradan IMF memurlarıyla müzakere ederek faizleri ödemeye çalışan bir
Türkiye’ydi. Yine Sayın Bahçeli, o günün kadrolarını bugün bünyesinde barından CHP bir özeleştiri
yapmak durumunda. Yeni Türkiye’den kastettiğiniz ne diye bize soruyorlar. Çok açık söylüyorum
burada, yeni Türkiye’den kastettiğimiz, bir daha değil namerde, merde dahi muhtaç olmayan bir
Türkiye’dir. Ama onların zihinleri, gönülleri, yürekleri bunu almaz, çünkü onlar kısa dönemli iktidara
ayarlıydılar, onlar iktidar olmayı hedef ediniyorlardı, biz ise iktidar olmayı bir araç olarak görüyoruz,
milletin yükselmesine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100’üncü yılında küresel bir güç olmasına
dönük faaliyetlerin bir aracı olarak görüyoruz. Biz sadece bu yolda hizmetkarlarız, bu yolda yürüyen
neferleriz. Milletin hakimleri değil, milletin hadimleriyiz, onun için zihnimizden ve gönlümüzden hiçbir
zaman tek bir vatandaşımızı dahi dışlamak, onun aidiyetine helal getirecek bir söylemde bulunmak
geçmez.
Eski Türkiye ekonomide faiz ödemelerini bile yapmaktan aciz bir Türkiye’ydi, bütçesinin yüzde 85’ini
faize ödemek durumunda olan bir Türkiye’ydi. Yeni Türkiye gayrisafi milli hasılasını 3,5 misli büyütmüş,
OECD’nin bütün hesaplarına göre de 2023’e kadar en yüksek kalkınma hızı gerçekleştirecek olan 2
ülkeden biri olarak ilan ettikleri yükselen Türkiye’dir.
Eski Türkiye dünya gündemine sadece terörle, sadece depremle gelen bir Türkiye’ydi. Bakın 90’lı
yılların arşivlerine, 3 Kasım 2002 öncesi arşivlere. Dünya basınını tarayın 10 yıl içinde Türkiye kaç kez
gündeme gelmiş, niçin gündeme gelmiş? Ekonomik krizler 94, 99, 2001, depremler, acılar, terörde
kaybedilenler üzerinden gündeme geliyordu. Yeni Türkiye, evet, birileri eleştiriyor, birileri üzerimize
geliyor ama, yaptıklarıyla, vizyonuyla, insanlık rahmetine sahip çıkmasıyla her gün uluslararası
gündemin en önemli aktörlerinden biridir ve böyle olmaya da devam edecektir. Bu coğrafya, pasiflerin,
korkakların, ürkeklerin coğrafyası olamaz. Bu coğrafya, azimle, kararlılıkla, cesaretle tarihin içinde
özne olma iradesini gösterenlerin coğrafyasıdır, aksi takdirde ayakta duramayız.
Bütün bu dönemlere baktığımızda, aslında şu anda 12 yıl sonra diyebiliriz ki, Türkiye’de birçok siyasi
parti var görünüyor ama, temelde 2 yaklaşım var. Bir; 4 Kasım sabahı yeni bir iktidara doğmuş
Türkiye’de karanlıktan çıkıp güneşin yükselmesiyle birlikte özgür, demokratik bir ülkede aidiyet
bağlarının güçlendiği, millet-devlet beraberliğinin tahkim edildiği, ekonominin istikrarla büyüdüğü,
dünyada etkili ve sözü dinlenen bir Türkiye yolunda yürüyenler, bir de her gün felaket tellallığı içinde
tekrar acaba karanlık günlere dönmemiz mümkün mü diye hesap edenler.
Dikkat ediniz, CHP’nin, MHP’nin, HDP’nin, belki siyasi geçmişleri farklı, belki sloganları farklı görünüyor,
ama mantık ve mantalite aynı. Her 3’ü de Türkiye’yle ilgili herhangi bir vizyon üretemiyor, bütün
yaptıkları AK Parti’nin eleştirisi üzerinden bir tür kısa dönemli siyasi rant elde etme çabası. Bunların
hepsine birden buradan soruyorum; Türkiye’nin temel meseleleriyle ilgili kanaatleriniz, görüşleriniz
nedir? Grup toplantınızda bir kez de, eğer AK Parti’nin politikaları, ekonomi politikaları yanlışsa doğru
olan ekonomik politikaları zikredin. Eğer AK Parti’nin takip ettiği demokratikleşme siyaseti yanlış
diyorsanız, sizin siyasetiniz nedir, onu söyleyin. Eğer AK Parti’nin dünya politikasında takip ettiği
merhamet ve vicdan odaklı yaklaşım yanlış ise, sizin siyasetiniz nedir, onu söyleyin. Onlar ve onu
perde gerisinde destekleyen paralelci vesayet sahiplerinin tek rüyaları, Türkiye’nin kaosa girmesi,
ekonominin tekrar onların iktidar oldukları dönemdeki gibi felç olması. Ama o beddualar, o
karamsarlıklar hiçbir zaman bu güneşin yükselmesini engellemeyecek. Güneş bir kez daha
yükselmiştir, yükselmeye devam etmektedir. Onun için de bu genişin yükselişini izleyen milletimiz
2002’den bu yana AK Parti’ye verdiği desteği her seçimde arttırdı.
Bakın, bazen hafızalarımızda unutulmuş olabilir bazı rakamlar, ama 3 Kasım 2002’de AK Parti iktidara
geldiğinde 10 milyon 800 bin vatandaşımızdan oy almıştık, 28 Mart 2004’te 13 milyon 400 bin, 22
Temmuz 2007’de 16 milyon 320 bin, 21 Ekim 2007 halk oylamasında 19 milyon, 29 Mart 2009’da 15
milyon, 12 Eylül 2010 halk oylamasında 21 milyon, 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde 21,5 milyon,
30 Mart yerel seçimlerinde 20,5 milyon, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde 21 milyon oy aldık,
yani 10 milyondan 21 milyona düzenli ve istikrarlı bir yürüyüş. İşte esas itibarıyla güneşin
yükselmesinin işaretidir bu. Güneş doğudan yükseldi ve güneş bir kez doğdu mu yükselmesi onun
kaderidir, bu güneş doğmuştur ve yükselmesini kimse engellemeyecek.
Bu felaket tellallarının Türk ekonomisi üzerinde zikrettikleri birtakım felaket senaryolarına rağmen son
1 hafta içinde elimize ulaşan veriler, Türk ekonomisinin canlılığın, dinamizmin dünya ekonomisine
göre nasıl olumlu yönde seyrettiğini bir kez daha ortaya koydu.
90’lı yıllar dünya ekonomisinin genişlediği, büyüdüğü yıllardı, dolayısıyla 90’lı yıllarda sağlanan
ekonomik gelişme doğaldı, ama buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti 90 yıllarda gayrisafi milli
hasılasını artıramadı, yerinde saydı, geriledi, 94 krizi, 99 krizi, 2001 krizleriyle büyüyen dünya
ekonomisinde küçülen bir Türk ekonomisi vardı. 2000 yıllarda, özellikle de 2008 küresel ekonomik
krizden sonra dünya ekonomisi daralmaya başladı, bütün ekonomiler, gelişmiş ekonomiler, Avrupa
başta olmak üzere küçülme trendine girdi, gelişmekte olan ekonomiler, Brezilya’da olduğu gibi, son
birkaç yıla kadar olumlu yönde seyreden ekonomiler dahi büyük sıkıntılar yaşadı, ama Türk ekonomisi
büyümeye devam etti, son 12 yıl içinde her yıl ortalama yüzde 5-5,5 civarında büyüdük ve büyümeye
de devam ediyoruz.
Bakınız, dünya piyasaları darıldığı halde geçtiğimiz hafta açıklanan rakamlarla Ekim ayı ihracatımız 12
milyar 598 milyon dolar oldu, Cumhuriyet tarihinin en yüksek Ekim ayı ihracatını gerçekleştirdik.
İhracatçılarımızı bir kez daha buradan tebrik ediyorum, her birine teşekkür ediyorum, onları
kucaklıyorum bu felaket senaryolarına izin vermedikleri için.
TÜİK rakamlarına göre Ocak-Eylül 2013 ihracat rakamı 112 milyar 373 milyon, Ocak-Eylül 2014 ihracat
rakamı 118 milyar 542 milyon, artış yüzde 5,5. TÜİK rakamlarına göre de bu artış ithalatta ise 187
milyar 625 milyondan 179 milyara bir gerileme var ki yüzde 4,2 düşüş var.
Bunun işareti şudur: Dünya piyasaları daralıyor, Türk ekonomisi ve Türk ihracatı nasıl büyüyor diye
sorulursa, çok akıllı, önceden planlanmış doru bir stratejiyle büyüyor. Çünkü daha bundan 6-7 sene
önce küresel ekonomik krizi gördüğümüz andan itibaren, biz sağlam bir ekonomi politik yaklaşımla
muhtemel piyasa daralmalarının alternatif piyasaları nedir diye araştırmaya başladık. O yılları
hatırlayın, Avrupa’ya ticaretimiz çok yüksek oranlardayken, oralarda tıkanma olacağı düşüncesi
egemen olmaya başladığında biz çevre bölgelere açıldık, Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya, Balkanlar’a ve
yüksek düzeyli stratejik işbirliği mekanizmalarıyla bu ülkelerle yoğun ticari ilişkiler içine girdik ve
Avrupa’daki piyasa daralmasının etkisini neredeyse hissetmedik. Ortadoğu’da özellikle dış
provokasyonlarla Arap baharı katliamlara ve istikrarsızlıklara yöneldiği zaman bu sefer yeni piyasalara
açıldık, Afrika’ya, Latin Amerika’ya, Uzak Doğu’ya açıldık.
Devlet ile iş dünyası öylesine entegre bir strateji takip etti ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın vaktinde
söylediği tabirle, küresel kriz bizi teğet geçti. Şimdi de eğer Türk ihracatı hala bu ölçüde büyüyorsa
dikkat edilmesi gereken husus; bir, Türkiye’de ne yaptığını bilen bir siyasi iktidar vardır. İkincisi de, bu
siyasi iktidarın gösterdiği vizyonda yürüme kararlılığına ve girişim kapasitesine sahip bir ihracatçılar
kitlesi, bir iş dünyası vardır; bu birlik ve bütünlük devam edecek.
Bunun doğal sonucu olarak ekonomimizin en ciddi sıkıntısı olan cari işlemler açığında önemli ölçüde
azalma görüldü. Ocak-Ağustos döneminde geçen yılın aynı dönemine göre cari işlemler açığı 16 milyar
199 milyon azalmıştır. Buna göre, cari işlemlerin gayrisafi yurt içi hasıladaki oranı 2013’te yüzde 7,9
iken, şimdi yüzde 5.7’ye düştü; bu da ekonomideki sıhhat işaretinin ve reel sektördeki canlanmanın
doğrudan bir yansıması.
Bunun insani boyutu da var, nihayetinde ekonomi insani kalkınma kavramı içinde insana hizmet
etmek için vardır. İstihdam rakamlarına baktığımızda, son 1 yılda istihdam 1 milyon 187 bin kişi arttı;
bunu gerçekleştirebilen Avrupa’da herhangi bir ikinci ülke yok. Küresel krizden bu yana ise istihdam
yaklaşık 6 milyon arttı. Bütün Avrupa kentleri işsizlik dolayısıyla yerle bir olurken, büyük gösterilerle
siyasi istikrarsızlıklar yaşanırken, Türkiye’de eğer istihdam artışını sağlayabilecek bir ekonomik
kalkınma sağlanmışsa, aslında burada da ülke kaynaklarının en iyi şekilde kullanıldığının çok açık bir
göstergesi vardır.
Hani birtakım yolsuzluklarla veya 17-25 Aralık operasyonlarındaki ithamlarla bizi suçlamaya
kalkanlara şimdi soruyorum; eğer gerçekten dedikleri gibi ülke ekonomisinde bu ölçekte bir yolsuzluk
yaşanmış olsaydı, acaba bu kalkınma sağlanabilir miydi? Niye bu kalkınma 90’lı yıllarda sağlanmadı?
Çünkü onların iktidarında ülke kaynakları bir grup elitin elinde talan edildi, tarumar edildi. Ama bizim
dönemimizde ülkenin dar imkanlarından mucizeler gerçekleştirdik ve bütün bu imkanları halkımızın
hizmetine sunduk, sunmaya da devam edeceğiz.
Ve yine siyasi istikrarın çok açık göstergesi olan bir rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum, mali disiplin,
merkezi yönetim bütçe açığı 2014 için 1.9 olarak belirlenmişti hedef olarak, şimdi bu bütçe açığındaki
tahminimizi 1,4’e gerilettik, yani göstergeler bütçe açığında düşüşe işaret ediyor. 2017 hedefimiz ise
yüzde 0.3, yani binde 3. Bu neyin işareti biliyor musunuz? Bakınız, eski Türkiye olsaydı ve bir seçim
olsaydı, 3 değil, hemen popülist amaçlarla bütçe açıkları artardı, halka şirin görünebilmek için ülkenin
makroekonomik dengeleri ve bütçe dengeleri altüst edilirdi, bunu biz 1991’de gördük, daha sonraki
yıllarda gördük, hep böyle oldu. Ama bir tek AK Parti iktidarları döneminde bütçe disiplininden aynı
siyaset disiplinde olduğu gibi hiçbir taviz vermedik, nasıl siyasette disiplinimizi muhafaza etmişsek,
bütçede de muhafaza ettik.
Niye biliyor musunuz? Aradaki temel fark şu: Eski Türkiye’de iktidara gidenler tekrar iktidara gelecek
ümidi taşımazlardı, onun için ne kadar oy kazanırım hesabıyla bütçede ciddi açıklar verecek
uygulamalara girerlerdi, popülizme yönelirlerdi. Biz ise nasıl olsa şunu biliyoruz: Her seçimden sonra
tekrar iktidarız, popülizme gitmemizi gerektirecek hiçbir durum söz konusu değil. Üç seçim, bir mahalli
seçim, bir Cumhurbaşkanlığı seçimi geçirdik, şimdi de 2015 seçimlerine gidiyoruz ve bütçe açığı
düşüyor, çünkü biz biliyoruz ki 2015 Haziran’ından sonra da AK Parti iktidarları yola devam edecek.
Kısa ve orta vadede içerideki gözlemciler de, dışarıdaki gözlemciler de, siyasetçiler de, iş dünyası da
biliyor ki, AK Parti iktidarı bu ülkede söz sahibi ve güç sahibi olmaya devam edecek. Dolayısıyla, bizim
herhangi bir şekilde, zaten yapmazdık, hiçbir tarzda bu anlamda popülizmi doğru görmeyiz, ahlaki
görmeyiz ama, kendimizden o kadar eminiz ki iktidara devam edeceğimiz konusunda, 2015
seçimlerinden sonra da sağlam bir bütçeye sahip olabilmek ve bu sürekliliği temin edebilmek için
bütçe disiplinini sürdürdük, sürdürmeye devam edeceğiz. Kısa vade ve orta vade demem uzun vadede
başka bir beklenti olduğu intibaı doğurmasın, tevazuen söylüyorum, yoksa uzun vadede de AK Parti
iktidarları bu ülkenin geleceğini şekillendirmeye devam edecek.
Bunun o kadar öylesine işaretleri var ki, biraz sonra girecektim ama, yeri geldiği için şimdi zikredeyim.
Hükümeti kurduktan sonra 9-10 vilayetimize ziyaretler yaptık, her yerde büyük tesislere imza attık,
son olarak Kayseri ve Kahramanmaraş’ta geçen hafta. Kahramanmaraş’ta 455 milyon Türk Liralık
tesisi açtık, Kayser’de Talas raylı sistemi açtık. Bütün o gezdiğimiz vilayetlerde, bu 2 ay içinde bakınız
MHP lideri neredeydi, CHP lideri neredeydi, hiç meydanlara çıktılar mı, hiç halkla karşı karşıya geldiler
mi? Ankara’da kapalı salonlarda, kapalı kapılar ardında, basın önünde sadece ve sadece AK Parti’ye
saldırmakla meşgul oldular.
Onlara çağrım şu: Siyaset yapacaksınız gidin bu milletin insanlarıyla buluşun, sadece kendi kendinize
konuşan, kendi kendinize propaganda yapan ve sonra da kendi partiniz içindeki türbülanslarla
uğraşma siyasetinden vazgeçin ve alana inin.
Biz alana indiğimizde gördüğümüz şudur: AK Parti milletin 12 yıl önce vermiş olduğu emanet millet
tarafından öylesine takdir görmüştür ki, 2015 seçimlerine doğru giderken inşallah 2023’e kadar
sürecek olan iktidarımızın da vizesini hiç tereddütsüz alacağız, bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Türkiye 2014 sonu itibarıyla AB tanımlı borç stokunda dünyada en iyi durumda olan ülkelerden biridir.
Bakın bu borç stoku oranında Japonya yüzde 245, Avro Bölgesi yüzde 96, ABD yüzde 105 iken,
Türkiye’deki AB tanımlı borç stokunun gayrisafi milli hasılaya oranı yüzde 33.1, en sağlıklı, yani borç
anlamında ve bunun ekonomiyle ilişkilendirilmesi anlamında en sağlıklı yapıya sahip olan ekonomi
Türk ekonomisidir.
Ve yine ekonomideki çarpıcı göstergelerden biri, Ocak-Ağustos döneminde toplam ülkeye gelen dış
yatırım 8,6 milyar dolar. Şimdi Kılıçdaroğlu geçen verdiği bir beyanatta, Avrupa’da, Asya’da kiminle
konuşsam Türkiye’yle ilgili endişe beyan ediyor diyor. Şimdi sormak lazım, bu Ocak-Ağustos ayında
ülkemizde 8,6 milyar dolar yatırım yapan uluslararası yatırımcılar neden endişe duydular acaba? Tabi
Kılıçdaroğlu’nun kiminle konuştuğunu bilmiyoruz, muhtemelen aynayla konuşuyor, ama biriyle
konuştuğunu zannediyor; çünkü çıkıp açıklasın. Bizim Asya’da kiminle konuştuğumuz belli, Avrupa’da
kiminle konuştuğumuz belli, her gün çıkıyor. Siz 2 ay içinde Kılıçdaroğlu’nun Asyalı ve Avrupalı ve
maruf herhangi bir liderle, herhangi bir siyasetçiyle, herhangi bir entelektüelle konuştuğunu gördünüz
mü Allah aşkına? Herhangi birinin merak edip, acaba Türkiye’de Ana Muhalefet Partisi ne düşünüyor
diye tenezzül edip Kılıçdaroğlu’nu arayıp fikir sorduğunu gördünüz mü? Ama bizim kimlerle
konuştuğumuz, dünyayla nasıl her yerde hitap ettiğimiz herkesçe malumdur; kim ne derse desin. Biz
Brüksel’de Avrupalı gibi konuşuruz, Ortadoğu’ya gittiğimizde, Bağdat’ta, Şam’da, Kudüs’e gittiğimizde
bir Ortadoğulu Müslüman olarak, bir Ortadoğulu olarak bu kadim kültürden konuşuruz. Taşkent’e,
Semerkant’a, Buhara’ya, Aşkabat’a, Bakü’ye gittiğimizde bir Türk olarak konuşuruz, Balkanlara
gittiğimizde Üsküp’te veya Saraybosna’da bir evladı fatihan olarak konuşuruz, herkesle gönül diliyle
konuşmayı biliriz biz.
Ama bizi buradan eleştirenler acaba kimlerle konuşuyorlar, kimlere ne mesajı veriyorlar? Dünyaya
verdikleri bir mesaj var mı? Ümidi bir kenara bırakalım, zaten kitaplarında yok da bir umut vermek,
herhangi bir mesaj var mı? CHP’nin, MHP’nin ya da HDP’nin siyaset felsefesi, yaklaşımı şudur diye
herhangi bir yazı okudunuz mu? Ama sadece akademik literatürde bile AK Parti’nin son 12 yılıyla ilgili
yazılanlara baksalar, son 12 yıl içinde başka hiçbir siyasi hareketle ilgili bu derece yoğun yazı, makale
kaleme alınmamıştır dünyada, bunu iddiayla söylüyorum. Başka hiçbir siyasi hareket 3 Kasım
2002’den bu yana Türk siyasetine, bölge siyasetine, dünya siyasetine ağırlığını koyan AK Parti
hakkında yazıldığı kadar hiçbir siyasi hareket hakkında yazı yazılmamıştır, görüş beyan edilmemiştir.
Bir kısmı bunu büyük bir övgüyle ve kadirşinaslıkla ifade ediyor, bir kısmı eleştiriyor. Biz eleştirenin
eleştirilmesinden de korkmayız, kınayanın kınamasından da korkmayız. Çünkü tarihe ağırlık koyan,
özne olanlar dostlar da kazanır, düşmanlar da kazanır. Hiçbir düşman kazanmayayım diye yola
çıkmışsanız, aslında hiçbir iş yapmayacağız anlamına gelir. Biz mazlumların yanındayız, zalimlerin
düşmanlıklarından, hasımlıklarından da korkmayız.
Şimdi dünya ekonomisinin 18 Mart 2014 tarihli çalışmasına göre Türkiye’deki orta sınıfın büyüklüğü
son 10 yıl içerisinde tam iki kat arttı. Bu da yine OECD rakamlarına göre dünyada gelir dağılımının en
doğru düzeldiği ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini gösteriyor. Dünyada 7 milyar nüfusun 1 milyarı
günlük 1 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor; bizde bu nüfus kalmadı. 2,15 doların altında
nüfusumuz da kalmadı. 4,3 doların altında olan nüfusumuz ise sadece 2.3, bu oran 2002’de yüzde 30
idi. Yani eski Türkiye’de nüfusun yüzde 30’u günde 4 doların altında yaşıyordu, şimdi ise sadece yüzde
2’si yaşıyor. İnşallah birkaç yıl içinde o yüzde 2’yi de bu standardın üzerine çıkartacağız.
Ülkede yoksulluğa, yolsuzluğa ve yasaklara karşı mücadele şiarıyla yola çıkmış olan AK Parti kadroları
kararlı bir şekilde bu yoluna devam edecek. Şimdi bu hafta içinde Perşembe günü çok daha geniş
kapsamlı bir yapısal ekonomik hamle planını açıklıyoruz. Ekonomide yapısal dönüşüm programı ki 25
programdan oluşuyor, 1200 eylem planından oluşuyor. 62. Hükümeti kurar kurmaz Hükümet
programımızı açıklarken dile getirdiğimiz, artık Türkiye’de sadece atıl kapasitenin kullanımının
ötesinde yapısal dönüşümlere ihtiyaç var ilkesinden hareketle arkadaşlarımız, ilgili bakanlıklarımız çok
yoğun bir çalışma içine girdiler ve bu 25 öncelikli yapısal dönüşüm programını büyük ölçüde
tamamladılar. Bunun ilk 9’unu inşallah Perşembe günü açıklayacağız, ondan sonra da her ay 9 ve
8’erli paketler halinde açıklamaya devam edeceğiz. Dün Başbakan Yardımcımız Sayın Babacan bunun
ilk 9 paketini Bakanlar Kurulumuza sundu ve Bakanlar Kurulumuzdan da onay aldık, inşallah Perşembe
günü bunları açıklayacağız.
Bu pakette neler var, ilk 9’da? İthalata olan bağımlılığın azaltılması programı. Biraz önce zikrettiğim
gibi şu anki trend zaten ithalatımızda bir düşüşü gösteriyor. Bu düşüşün iç yapısına baktığımızda
büyük ölçüde tüketim alanında gözleniyor ki sağlık işaretidir, ara mallarında ve yatırım mallarında
olmaması açısından. İthalata bağımlılığı azaltmak, hem içeride reel sektörün üretiminin artmasını
sağlar, hem de cari işlemler açığını minimize eder. Bu konuda eylem planlarımız hazır ve önümüzde
2018 yılına kadar ithalata olan bağımlılığın azaltılması için stratejik bir plan geliştiriyoruz.
İkincisi; öncelikli teknoloji alanlarında ticarileştirme programı. Bu da, inovasyon ve ar-ge alanında,
yani nitelikli kalkınma ve teknoloji yoğun kalkınma alanında yepyeni bir yapısal değişimin işaretini
sağlıyor.
Kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme ve üretim programı üçüncüsü.
Dördüncüsü; yerli kaynaklara dayalı enerji üretim programı. Bu da yine ekonomimizin en yapısal
sorunlarından birine işaret eden, parmak basan bir husus. Çünkü cari işlemler açığımız büyük ölçüde
enerjiye olan bağımlılığımızdan kaynaklanıyor. Yerli kaynaklara dayalı enerji üretimi, bir anlamda bu
bağımlılığı azaltacak ve ülkenin milli ekonominin milli enerjiyle tahkim edilmesini sağlayacak.
Enerji verimliliğinin geliştirilmesi programı.
Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi programı ki yine özellikle su kaynakları itibariyle iklim
değişiklikleriyle birlikte gelen meydan okumalara karşı şimdiden hazırlanmak için bu tarımda suyun
etkin şekilde kullanıldığı yönünde de kapsamlı ve yapısal değişim programını açıklayacağız.
Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm programı. Sağlık, Türkiye’de son 10 yıl içinde çok büyük
reformların gerçekleştirildiği bir alan. Şimdi sağlığı sadece içeride insanımızın sıhhati açısından değil
bir ekonomik sektör olarak da dünya standartlarının üzerinde bir cazibe merkezi haline getireceğiz.
Sağlık turizminin geliştirilmesi programı.
Taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm programı.
Bütün bunlar aslında Türkiye’nin geleceğiyle ilgili AK Parti vizyonunun nasıl titizlikle planlandığını açık
bir şekilde gösteriyor. Buradan iş dünyamıza, ekonomi dünyamıza sesleniyorum; siyasi istikrardan en
büyük faydayı ülke ekonomisi temin eder ve biz ki bu iki ay içinde iş dünyasıyla yoğun görüşmelerimiz
oldu, onların taleplerini de göz önüne alarak Türkiye’de ekonomik hayatı canlandırabilmek için yapısal
olarak hangi adımın atılması gerekiyorsa atmaya kararlıyız. Türkiye artık sadece gayrisafi milli
hasıladaki artışla değil gayrisafi milli hasılanın kaynağı olan faktörlerdeki değişimle de anılacak bir
ülke olacak. Önümüzdeki dönemde 2018’e kadar uygulayacağımız bu dönüşüm programlarıyla emek
yoğun alandan teknoloji yoğun alana, ihracatta özellikle daha nitelikli ve az hacimli, ama çok karlı
alanlara dönük çalışmalarımız sürecek. Bu çerçevede aslında G-20 perspektifi ki 1 Aralık’tan itibaren
Türkiye G-20’ye dönem başkanlığı yapmaya başlayacak ve gelecek hafta da inşallah heyetimizle
birlikte G-20 Zirvesine katılmak üzere Avustralya’ya gideceğim. Aslında bütün bu yapısal dönüşüm
programlarıyla da G-20’nin yükselen ülkesi olmaya karar vereceğiz. Ve bu yükselen ülkenin
yükselişindeki temel dinamikler de bütün dünya tarafından takdirle anılmaya devam edilecek.
Son bir rakam; Mayıs ayında 9,66 olan enflasyon, Ekim ayında 8,96’ya geriledi. Tabii daha fazla bir
düşüş için çok çaba sarf ettik. Ama özellikle Türkiye’deki iklim şartları ve bundan kaynaklanan gıda
fiyatları dolayısıyla istediğimiz ölçüye gerilemedi. Ama en azından şunu bugün söyleyebiliyoruz: Hani
ülkede enflasyon tekrar çift haneli rakamlara çıkar diye bir felaket tellallığı yapanlar ve böyle bir
karamsar tablo için neredeyse bütün enerjilerini sarf edenlere kötü bir haberimiz var. İnşallah bu ülke
bir daha onların döneminde olduğu gibi iki haneli, üç haneli enflasyonlarla yönetilmeyecek. Ve
enflasyon da önümüzdeki dönemde gittikçe artan bir hızla düşecek.
Şimdi bu ekonomik gelişmeler bağlamında bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu ekonomik
gelişmeler aslında siyasi istikrarla birlikte yürümekle yanında bütün Türkiye’ye yaygın ekonomik
gelişmelerdir. Yani ülkenin doğusu da-batısı da, kuzeyi de-güneyi de bu ekonomik gelişmeden payını,
hissesini almıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da son dönemde yatırımların artmasının arkasındaki
en önemli gerekçelerden, faktörlerden biri çözüm sürecidir. Biz çözüm süreciyle aslında sadece
konjonktürel bir meseleye bir şekilde çözüm üretme çabası içinde değildik. Terörü sonlandırmak
önemli bir hedef, ama terörü sonlandırmanın esas kaynağı ülkede aidiyet bilincini güçlendirmektir.
2002 3 Kasım’ına göre şimdi çok daha gururla söyleyebiliyoruz ki, ülkemizin her bir bireyiyle devlet
arasındaki, ülke arasındaki aidat bağı güçlenmiştir, güçlenmeye devam etmektedir. Biz çözüm
süreciyle bu aidiyet ve kardeşlik bağını güçlendirmeye çalışırken, birileri de aksine bu aidiyet bağını
zayıflatmaya çalıştılar. Kobani bahane edilerek yapılan eylemlerden sonra şimdi herkesin bir
muhasebe yapma vaktidir.
Biz 2005’te Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakan olarak Diyarbakır’da yaptığı konuşmadan sonraki
bütün o süreçte aslında insan haklarına ve özgürlüklerin yaygınlaşmasına dayalı olarak Türkiye’nin
evrensel standartlarda demokratik bir ülke olması ve vatandaşların her bir özelliğine saygı gösteren
bir siyaset anlayışını ilan ettik. O günden bugüne ne zaman Türkiye’de bütün vatandaşlar kenetlenmiş
ve yeni bir Türkiye idealiyle yola çıkmışsa engellenmeye çalışıldı, bu ilk defa olmuyor. Bakınız 2005’te
bu yaklaşım Diyarbakır’da ilan edildikten sonra 2006’da o zaman ki adından başka hiçbir özelliği
Cumhuriyetle bağdaşmayan ve darbe çağrıları yapan Cumhuriyet mitingleri yapıldı. Arkasından
e-muhtıra verildi. Biz yılmadık, bütün yolları-yöntemleri değerlendirerek bu terör belasından ve bu
sorundan ülkemizi kurtarmak için yoğun bir çaba içine girdik. Arkasından Oslo süreciyle ilgili
provokasyonlar yaşandı. Son olarak geçen sene, şimdi HDP sözcüleri sanki barış melekleri gibi çağrıda
bulunuyorlar, dün dinlediniz. Sanki onların Kobani bahanesiyle yapılan o talandan, o vandalizmden, o
baskıdan, o zulümden hiç hisseleri yokmuş gibi Hükümete çağrıda bulunuyorlar. Bu çağrıların karşılık
bulması için herkesin dürüst bir şekilde muhasebe yapması lazım.
Biz geçen sene çözüm sürecine ivme katma iradesi gösterdiğimizde, Mart-Nisan aylarında Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde çözüm komisyonu oluşturuldu.
Bütün tarafların beklentilerini karşılamak üzere Nisan-2013’te Akil İnsanlar Heyeti oluşturuldu. Bütün
Türkiye’yi dolaştılar, her birine tekrar teşekkür ediyorum. Beklenti neydi, mutabık kalınan husus neydi?
Mayıs ayında bu terör unsurlarının Türkiye’yi terk etmeleriydi. Terk ettiler mi? Mayıs ayında bunu ilan
etmelerine rağmen Türkiye’yi terk edip silahsızlanma yönünde herhangi bir adım attılar mı? Hayır.
Çünkü onlar bu zamanı kazanıp Türkiye’yi tekrar istikrarsızlaştırma çabası içine girdiler ve o günlerde
tam da çözüm ümitleri büyük bir ivme kazanmışken, Türkiye’de Gezi provokasyonları yaşandı. Ve bu
Gezi provokasyonları dolayısıyla hemen geri adım attılar. Arkasından Hükümetimiz kararlı bir şekilde
çözüm iradesini, demokratikleşme iradesini gösterdi, 30 Eylül demokratikleşme paketini açıkladı. Ve
12 yılın en kapsamlı demokratikleşme paketini devreye soktu. 16 Kasım’da Diyarbakır’da Sayın
Başbakanımızla birlikte Sayın Barzani’nin yaptıkları çağrılarla çözüm süreci tekrar ivme kazandı. Bu
sefer 17-25 Aralık provokasyonlarıyla yine darbe vurmak istediler ve o zaman bu darbe teşebbüslerine
karşı da HDP, o zamanki adıyla BDP kararlı bir tavır ve tutum sergilemedi. Buna rağmen biz kararlılıkla
çözüm süreci irademizi ortaya koyduk, hiç tereddüt etmedik. Çünkü biz birilerini memnun etmek için
değil ezelde kardeş olan bu milletin her bir ferdini ebediyete kadar kardeş kılmak için çözüm süreci
iradesini ortaya koyduk. Malazgirt’te Alparslan’ın ordusunda yan yana duranların, İstiklal Harbi’ne
kadar her bir meydan okuma karşısında yan yana duran bir tarihi kardeşliğin ebediyete kadar sürmesi
ve Cumhuriyet idealinde herkesin birleşmesi, eşit vatandaşlık idealinde birleşmesi için bu çözüm
iradesini ortaya koyduk. Haziran ayında bunun için yasa çıkardık. Biz o yasalarla uğraşırken, bu
yasalarla çözüm sürecine tam da bütün tarafların ve onların da isteği gibi bir hukuki çerçeve
oluştururken onlar Ankara’da siyaset yaparken ilişkide oldukları bazı gruplar şehirlerimizin etrafında
kendilerine has bir düzen kurma çabası içine girdiler, eşkıyalık yapmaya kalktılar, haraç almaya
kalktılar, tehditler-şantajlar yaptılar. Biz bunların hepsini takip ettik, hepsinin üzerine gitme kararlılığı
gösterdik. Ve bekledik ki HDP çıksın ve kendi çözüm süreci perspektifini açık bir şekilde ortaya koysun.
Bütün buna rağmen ve Türkiye çok zor şartlarda iki seçimi atlattıktan, Cumhurbaşkanlığı seçiminden
sonra da yeni Hükümet kurulduğunda yaptığımız ilk iş, daha güvenoyu almadan yaptığım ilk toplantı
çözüm süreci mekanizmasını oluşturma toplantısı oldu. 1 Ekim’de de Başbakanlık kararnamesiyle
çözüm sürecinin mekanizmasını ortaya koyduk. Peki cevap ne oldu? 6-7 Ekim’de eşkıyalıklarını zirveye
çıkardılar, biz bunlara sessiz mi kalacağız? Şunu mu bekliyorlar: Biz bu iradeyi sürdürelim ki
sürdüreceğiz, onlarla değil bizim bu irademiz, Türkiye’deki 77 milyon barış isteyen, bu ülkede hiçbir
ananın yüreğine acı düşmesine razı olmayan 77 milyon vatandaşımız adına bu süreci yürütüyoruz.
Ama beklentileri şuysa, bunu defaatle söyledik, tekrar vurguluyorum: Bir taraftan çözüm diyelim, ama
diğer taraftan kamu düzenini aşındıra aşındıra doğuda aynı Kobani’de, Haseke’de, başka yerlerde
olduğu gibi kendilerinden başka hiçbir siyasi gruba hak tanımayan, hayat alanı tanımayan bir defakto
durum oluşturalım diyorlarsa buna izin vermeyiz, buna izin vermeyiz. Bakın ben burada bu kürsüde iki
hafta önce; bunlar niye Esad’ı destekliyorlar biliyor musunuz CHP ve HDP? Birisi Türk BAAS’ı, diğeri
Kürt BAAS’ı demiştim. Hemen teyit edici hamle geldi, HDP’li bir milletvekili döndü AK Parti’ye karşı
seküler güçlerle işbirliği çağrısında bulundu. Aynen 2006’da Cumhuriyet mitingleri görüntüsü altında
“ordu göreve” diye çağrı yapanlar gibi. Şimdi HDP pozisyonunu tespit etsin. Eğer çağrısı CHP ise, daha
Dersim’den özür dileme erdemi bile göstermeyen bir partiyle bir arada olacaklarsa, beraberlikleri
hayırlı mübarek olsun. Zulümde beraberler, zalimlikte beraberler, IŞİD’i desteklemekte, Esad’ı
desteklemek eğer beraberlikse buyursunlar. Biz ise bu topraklardaki her bir kardeşimizle beraberiz
hiçbir ayrım gözetmeden. Etnik ve mezhebi fark gözetmeden her biriyle beraberiz.
Şimdi onlara çağrımız açıktır. Dün ben siyasi parti olarak davranırlar ve yasal çerçeve içinde hareket
ederlerse, tabii ki çözüm sürecinde herkes bizim muhatabımızdır dediğim zaman alınmışlar. Ama
kusura bakmasınlar, yapmaları gereken şey barışçıl demokratik siyaseti kabul etmeleridir. Şiddeti
mazur gördükleri zaman bu siyasetin dışına çıkarlar ve muhatap olma niteliğini kaybederler. Çıksınlar
ve açık bir şekilde 6-7 Ekim’de yapılanlar demokrasiye de, çözüm sürecine de ihanettir desinler.
Sadece Türkiye’nin geneliyle ilgili değil bölgeye de gittiklerinde Diyarbakır’da, Van’da, Bitlis’te, Muş’ta,
Siirt’te, Batman’da, Şırnak’ta, Hakkari’de sıradan vatandaşlara gidip sorsunlar, bu olayları onaylayan
kimse yok. Çünkü bu vatandaşlarımız biliyorlar ki çözüm süreci demek barış ve istikrar demek. Çünkü
bu vatandaşlar biliyorlar ki çözüm süreci demek Türkiye’nin ekonomik kalkınmasından Türkiye’yle
birlikte bütün bölgenin pay alması demek. Onun için iş yerlerini yıkmaya kalkıştılar.
Şimdi bir kez daha buradan sesleniyorum; birçok kez vurguladığımız gibi Hükümetimizin çözüm süreci
konusundaki iradesi tam ve kesindir, kimse bundan şüphe etmesin. Ama çözüm sürecinin başarıya
ulaşması için de kamu düzenini koruma konusundaki irademiz de aynı ölçüde kesin ve kararlıdır. Eğer
bu hususlarda mutabık kalınırsa Türkiye’de herkes bütün aktörler elinden gelen çabayı gösterirse
bizim için de herkes muhataptır. Beraber nihayet bütün bu zor ve çetin yollar beraber yürünecek. Ama
beraber yürüme iradesi, birlikte yol yürürken bir taraftan da sağı-solu yakıp yıkmak haline dönüşürse,
bu yol yürüme iradesinin dışında bir yere yönelmiş demektir, bu kararlılığımızı sürdüreceğiz.
Bu vesileyle çözüm sürecimizdeki bu kararlılığımızı istismar etmek isteyen MHP, CHP’ye de buradan
bir kez daha sesleniyorum. Türkiye’nin birliğini, beraberliğini korumak, savunmak Ankara’da olmaz,
alana inin alana. Son AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında bir karar aldık. Bundan sonra AK
Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı Türkiye’nin her bir köşesinde yapılacak. Urfa’dan başlıyoruz
Peygamberler diyarından. Ve inşallah doğusunda-batısında, kuzeyinde-güneyinde seçimlere kadar
Türkiye’nin her bir santimetrekaresini dolaşacağız. Kongreler vesilesiyle, seçimler vesilesiyle adım
atmadığımız vatan toprağı kalmayacak inşallah.
Bugün sabah mangalda kül bırakmayan Sayın Bahçeli gelecek hafta grup toplantısında acaba benim
burada söylediğimi söyleyecek mi? Diyebilecek mi seçimlerde adım atmadığım vatan toprağı
kalmayacak diyebilecek mi, sorumuz budur.
Karşımıza kim çıkarsa çıksın, önümüze kim engel olmaya çalışırsa çalışsın AK Parti kadroları
Türkiye’nin her yerinde al bayrağı da dalgalandıracak, vatanın birliğini de savunacak, insanların hak
ve özgürlüğünü de savunacak. İşte vatanın birlik ve beraberliği böyle savunulur. Ülkedeki her bir
vatandaşın hak ve hukuku, demokratik özgürlükleri böyle savunur. Nasıl dünyada biz Brüksel’de
Avrupalı, Taşkent’te Asyalı, Ortadoğu’da Ortadoğulu gibi konuşuyorsak, -Taşkent derken Konya
Taşkent değil Özbekistan Taşkent’ini kastediyorum- Türkiye’de de Türkiye’de Edirneliyle konuşurken
Edirne’nin diliyle ruhuyla konuşuyoruz, Diyarbakırlıyla aynı dille konuşuruz, İzmirliyle konuşuruz,
Trabzonluyla konuşuruz, Hakkâriliyle, Kayseriliyle, Samsunluyla konuşuruz. Ve bu şehirlerimizin, bu
şehirlerdeki hemşerilerimizin hepsiyle konuşabilen tek parti AK Parti’dir. Bunu 2002 3 Kasım’ından bu
yana Genel Başkanımızı yasakladılar, bu tavrımız değişmedi. Darbe teşebbüsleri organize edenler oldu,
bu tavrımızı değiştirmedi. E-muhtıra verildi, tavrımız değişmedi. Parti kapatılma davası açıldı, tavrımız
değişmedi. Gezi provokasyonları yapıldı, tavrımız değişmedi. 17-25 Aralık provokasyonları yapıldı,
tavrımız değişmedi. Kobani provokasyonu yapıldı, tavrımız değişmedi. Çünkü bizim tavrımız milletin
ve tarihin tavrıdır, bir siyasi partinin tavrı değildir sadece. Zikzak çizmedik, Allah da şahit, millet de
şahit, zikzak yapmadık, vermediğimiz sözden geri durmadık. Zalimin tehdidinden geri adım atmadık.
Namerdin tuzağına hiçbir zaman boyun eğmedik. Sadece milleti dinledik, sadece vicdanımızı dinledik,
sadece tarihten gelen ecdadın sesini dinledik ve dinlemeye devam edeceğiz. Biz gönül kulağıyla duyar,
gönül diliyle konuşuruz. Ve gönül kulağıyla duyan, gönül diliyle konuşanlar milletle beraber aynı
hissiyatı yaşarlar.
2015 seçimlerine yürürken aziz kardeşlerim, hepinizden ricam; durmayacağız, Meclis çalışmaları biter
bitmez Anadolu’nun her bir köşesine dağılacağız. Her bir kardeşimizle gönül diliyle konuşmaya devam
edeceğiz. Ve 2015 seçimleri bir kez daha, bir kez daha milletin bundan sonra da emanet sadece AK
Parti’ye verilecektir sesini birlikte duyacağız inşallah. Nasıl 4 Kasım sabahı yeni bir Türkiye’ye, yeni bir
dünyaya doğmuşsa güneş, inşallah 2015 Haziran’ında yepyeni bir dünyaya, yepyeni bir Türkiye’ye
doğru yürüyüşümüz kararlı bir şekilde devam edecek.
Allah yolumuzu açık eylesin, bahtımızı ve kaderimizi milletimizle beraber eylesin. Allah’a emanet olun.
Download