SKB BÜLTENİ Sayı 7 Sa Ş , a ş va Kasım 2013 , e t e idd 2 Euro e ğ i l e l Kö BAŞKALDIRIYORUZ! İÇİNDEKİLER Savaşa ve şiddete başkaldıralım! Analiz Çalışmalar Sf 3-4 “Kadın işi”, “Erkek işi” Erkeklik halleri Sf 11 Sf 12-13 Sf 14-17 Cadıların isyanı Sf 21-22 - Cadılardan Elisa (Röportaj) Sf 19-20 Sf 18 - Bir Kadın İşçinin Gençliği (Kitap) - Tiyatro çalışması deneyiminden... - Cadılar, Haziran Ayaklanmasındaydı Dolares İbaruri Bizim kadınlar Dosya Ev yaşamında ‘dayanışan’ paylaşım halleri Zevahir: Görünüş Rojava ve Kadın devrimi Çocukların dünyasından Kendi dilinden Sf 23 İrtibat Bilgileri 2 Sf 8 Kadınlık halleri Sf 9-10 Kültür Sanat Mercek Sf 5-7 Eşek arısı Suriye Gerçekleri ve Taraf Olmak Çalışmalarımızdan SKB Büro Adres: Bürgerhaus Neckarstadt West e.V Lutherstrasse 15-17 68169 Mannheim/Deutsland AvEG-Kon/SKB: [email protected] Londra SKB: [email protected] Paris SKB: [email protected] Almanya SKB: [email protected] İsviçre SKB: [email protected] Hollanda SKB: [email protected] Belçika SKB: [email protected] Savaşa ve şiddete başkaldıralım! Analiz Kemer sıkma politikaları, kesinti programları, sosyal hak gaspları, ucuz ve uzun iş saatleri, işsizleştirme saldırıları ile dünyayı talan etmeye doymayan küçük azınlık, işgal ve savaş silahlarını da kullanarak zenginliklerine zenginlik katmaya çalışıyorlar. Aylardır Suriye’de kışkırtılan iç savaş ve Rojava’da gerçekleşen devrimsel sürecin haberlerini izliyoruz. ABD ve Avrupalı emperyalistler ve bölge gerici güçlerinin savaş hazırlıkları şimdilik ertelenmiş olsa da aynı güçler tarafından �inanse edilen ÖSO ve El Nusra çetelerinin sokak ortasında gerçekleştirdikleri insan kıyımları tarihin kara lekeleri olarak yerlerini almaya devam ediyor. Rojava’da ise aynı çeteler, devrimi boğmak için var güçleri ile saldırıyorlar. Kürt halkının kendi yönetim aygıtlarını kurma mücadelesini engellemeye çalışıyorlar. Savaş ve yoksulluktan en fazla etkilenenler ise kadınlar. Ve gerçekleştirdikleri tüm eylemlerde, savaş halinde iken bile savaş karşıtı olduklarını ifade etmeyi sürdürüyorlar. Çünkü onlar, savaşı tercih ettikleri için değil, savaşı durdurmak için savaşıyorlar... Savaş kadın katliamı ve tecavüzdür Emperyalist amaçlarla gerçekleşen savaşların hiçbir zaman emekçi halkları korumadığını yaşanmış tüm deneylerden biliyoruz. Tecavüz ise bir savaş silahı olarak kadın bedenlerini hede�lemiş, işgal edilmiş topraklarla birlikte kadın bedenleri de işgal altına alınmıştır. Savaşta, yönetenlerin politikalarına dair söz hakkı bulunmayan kadınlar ve çocukların -ve erkeklerin de- ölümle, sakatlanmayla, yaralanmayla, evlerini ve sevdiklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları tüm tarihsel deneyimlerden bilinmektedir. 20. yüzyıl boyunca yaşanan emperyalist savaşlarda öldürülenlerin büyük bir oranının sivillerden oluştuğu burjuva istatistik kurumlarının da kabul ettiği bir gerçek. Kadınların ve çocukların ölüm oranındaki dikkate değer artış ise bir başka gerçek. Savaş teknolojisindeki artış, toplu kitle kıyım silahlarının kullanılması, havadan yapılan bombardımanlar ve kimyasal silahlar ölüm oranını yükselttiği gibi emperyalist saldırganlığın barbarlık dönemlerini aratmayacak düzeylere ulaştığını da göstermektedir. 3 Emperyalist, gerici savaşlarda, erkekler, kadınlar ve çocuklar hemen hemen eşit oranda katliamın kurbanları olmaktadırlar. Orta Afrika’nın bir ülkesi olan Ruanda’da, 1994’te 3 aylık bir süre içerisinde yaklaşık 1 milyon insan öldürülmüş ve bunların %40-45’i kadınlar olmuştu. Yine 500,000 civarında kadın ve genç kadın tecavüze uğramıştı. Yine Kürdistan’da 30 yılı aşkın bir süredir devam eden kirli savaşta yaşamını kaybedenlerin ötesinde Kürt kadınlarının maruz kaldığı tecavüz ve saldırılar hala hafızalarımızdadır. Savaşın, kadınlara kadınlıklarından dolayı verdiği acı, tecavüz sonucu geçirdikleri travmalarla üst boyuta çıkmaktadır. Tecavüz sonucu doğan çocuklarla bu travmalar, ömür boyu sürer hale gelmektedir. Askeri genelevler, tecavüz kampları ve gitgide büyüyen fuhuş sektörü, erkek saldırganlığına dayanan, ona izin veren savaş kültürüyle artmaktadır. Ve bugün, savaş tamtamlarının çalmaya devam ettiği, silahlanmanın hızla arttığı bir süreçten geçiyoruz. Kapitalist savaş göç ve mülteciliktir Dünyadaki mültecilerin ve ülkesinden sürülenlerin %80’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Yirminci yüzyılın sonlarında savaş ve açlık nedeniyle, benzeri görülmemiş sayıda insan yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldı. Cinsiyete dayanan verilerin yokluğuna rağmen, mülteci kamplarındaki kadınların ve kız çocuklarının erkeklerden daha fazla tecavüz ve göç sırasında yaşanan mayın patlamaları nedeniyle kötürüm kalma riski altında olduğu ve kirletilmiş su kaynaklarına ve insani atıklara daha fazla maruz kaldığı bilinen bir gerçek. Göç etmek zorunda kalan kadınların insan tacirleri tarafından pasaportlarına el konularak yıllarca batakhanelerde satıldıkları, kölece kullanıldıkları ise bir başka gerçek. Yine göç yolunda yaşanan (En son İtalya’nın Lampedusa adası kıyılarında yaşandı) göçmen katliamlarında önemli oranda kadın ve çocukların yaşamlarını kaybettiği verilen istatistiklerle sabittir. Lampedusa’da hamile bir kadının doğum yaparken çocuğuyla birlikte boğulduğunu görenlerin anlatımları ise hala hafızalardadır. Kapitalizm acımasız sömürü ve şiddettir Kadın bedenine yönelik saldırılar, emperyalist-gerici savaşlarda karşı tarafı teslim almak, psikolojik olarak yıkıma uğratmak amacıyla sürdürdüğü kirli savaş silahı değildir sadece. Aynı zamanda kadın bedeni, kapitalizmin en önemli gelir kaynaklarından biridir. Kapitalizm, her zaman olduğu gibi son yaşadığı ekonomik krizi de yaptığı “kemer sıkma”, “kesinti programları”, sosyal hak gaspları, işten çıkarma saldırıları ile başta işçi ve emekçi kadınlar olmak üzere emek cephesinin ve gençliğin omuzlarına bindirirken, öte yandan açtığı fuhuş sektörleri ile kadın bedenini hiç olmadığı kadar pazara sürmektedir. Bugün Avrupa ülkelerinde, çoğunluğu çocuk yüz binlerce göçmen genç kadın, fuhuş sektörlerinin elinde pasaportlarına el konularak pazarlanmaktadır. Yine, aile içi şiddet ve sokak şiddeti hızla tırmanmaktadır. Şiddet rakamları, AB burjuvazisini bile sözde önlemler almaya zorlamaktadır. Kapitalist dünyada kadınlar için şiddet, baskı ve yoksulluk savaş tehditleri eşliğinde devam etmektedir. Başkaldırıyoruz!... Tırmanan şiddete, kadın bedeninin talan edilmesine, emperyalist-gerici savaşlara, dünya halklarını ve kadınlarını küçük bir azınlığın sefahati için açlık, yoksulluk ve kölelik zincirlerine bağlayan kapitalizme BAŞKALDIRIYORUZ!.. Cinsiyetçiliği içselleştirerek varlığını sürdüren savaş güçlerine karşı mücadele, kadın kurtuluş mücadelesinin en önemli parçasıdır. Emperyalist savaşlara karşı verilecek mücadele kadınların ortak mücadele gerekçesidir. Çünkü nerede olursak olalım, savaş bir biçimde hepimizin kapısına dayanmaktadır. Ezilen sömürülen halklar ve kadınlar için katliam, tecavüz, yeraltı yerüstü kaynakların talan edilmesi, açlık, yoksulluk ve geleceksizlik olan emperyalist, gerici savaşlara BAŞKALDIRIYORUZ!.. 4 Kapitalizmin doymak bilmez kar hırsı için uyguladığı politikalar nedeniyle yaşadığı ekonomik kriz, bizim değil kapitalizmin krizidir. İşsizlik, sosyal hak kaybı, geleceksizlik ve yıkım politikaları nedeniyle artan kadına yönelik şiddete ve kadın bedeninin kapitalizmin yüksek çıkarları için talan edilmesine BAŞKALDIRIYORUZ!.. Şimdi, Clara Zetkin’in yol gösterdiği sosyalizm idealine sarılarak, Mirabel kardeşlerin isyan bayraklarını, Dolares İbaruri’nin militan savaşkanlığını kuşanma zamanı!.. Şimdi, Aleksandra Kollontay’ın cins bilincini, Rosa Luxsemburg’un sınıf eksenli kavgasını, Kutsiye’lerin, Sakine’lerin, Sabahat’lerin, Anna Barbara’ların adını sayamayacağımız binlerce direngen, mücadeleci kadının ö�kesi ve umudu ile yola çıkma zamanı!.. Kadınların harekete geçtiği, aktif özne olduğu her hareket başarıya mahkumdur!.. Biz gücüz. Yeter ki isteyelim!... Çalışmalarımızdan... Çalışmalar Londra’da kadınlardan “Güneş Eylemi” Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB)’miz, örgütlü bulunduğu Almanya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Fransa ve İngiltere de yaz süreci boyunca birçok eylem ve etkinlik örgütledi. Güncel, siyasal gelişmelere müdahale etti. Sayfamızda, yapmış olduğumuz faaliyetlerden bazı kesitler bulacaksınız... Taksim Tutsaklarına Özgürlük Kampanyası Taksim Gezi direnişçilerine yönelik gözaltı ve tutuklama saldırılarına karşı, Avrupa’da 27 Temmuz’da startı verilen “Taksim Tutsaklarına Özgürlük” kampanyası çerçevesinde yapılan eylem ve etkinliklerde SKB’miz de aktif olarak yer aldı. Bir çok ülkede kampanyanın aktif örgütleyicisi oldu. Almanya’nın birçok şehri başta olmak üzere, Brüksel, Paris, Basel, Lozan, Roterdam ve Londra kentlerinde, “Katiller bulunsun, tutsaklara özgürlük” şiarıyla eylemler yaptı. SKB den “Dayanışma Çadırı” Mannheim SKB’miz, Türk devletinin Taksim’le başlayarak tüm ülkede, demokratik hakları için ayağa kalkan halka karşı sürdürdüğü vahşi saldırıyı protesto etmek, ayaklanmanın sesini uluslararası kamuoyuna duyurmak amacıyla 16 Haziran’da “Dayanışma Çadırı” açtı. Mannheim’in Paradeplatz bölgesinde açılan çadırda, SKB’mizin konuya ilişkin çıkarmış olduğu bildiriler dağıtıldı. Young Strrugle’lı Genç Kadınların da yer alarak destekte bulunduğu eylemde, direnişten fotoğraf kareleri sergilendi. Dayanışma Çadırı, yerli halkın ilgi odağı oldu. 5 Stant açıldı, imza toplandı. İsviçre Göçmen İşçiler Federasyonu (İGİF) ve SKB üyeleri Lozan şehrinde, Brüksel’de ise BGK ve SKB açtıkları stantlarla tutsaklarla dayanışma içinde olduklarını vurguladılar. Kurulan dayanışma stantlarında imza toplayan emekçi göçmenler, hazırladıkları Fransızca bildiri ve afişlerle Türkiye’de sosyalistler üzerindeki devlet terörüne karşı kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdılar. SKB ve YS’den dayanışma gecesi İsviçre SKB’miz ve Young Struggle (YS), “Gezi’den Rojava’ya Direnen Halklar Kazanacak” şiarıyla gece düzenledi. Lozan kentinde yapılan gece, Gezi direnişinde ve Rojava’da yaşamını yitirenler anısına yapılan saygı duruşu ile başladı. Gece’de yapılan konuşmada, Haziran ayaklanması ve Rojava devriminin güncel önemi ve devrimin güncelliğine işaret edilerek Haziran ayaklanmasına ve Rojava devrimine ilişkin görevler hatırlatıldı. Gece, çello dinletisi ve sanatçı Azad’ın ezgileriyle devam etti. Kitle, Haziran direnişinde yaşamını yitirenler için “Bekle bizi İstanbul” şarkısını söyledi. Gece, halaylarla sona erdi. Londra’da Gezi tutsakları ve Rojava ile dayanışma eylemleri Londra’da bir ay süren Gezi dayanışma çadırında ve Çadır Kadın Komitesinde yer alan SKB’miz, Yeni Kadın, ADHK ve Kürt kadınları ile birlikte Gezi tutsaklarının sesi olmak ve Rojava’daki katliamları duyurmak için Londra’nın ünlü Trafalgar meydanında 17 Ağustos Cumartesi günü “güneş” eylemi gerçekleştirdi. Beyaz tişörtler üzerine yazdıkları (AB-ABD-Türkiye finanse ediyor, El-Nusra katlediyor!, Politik Tutsaklara Özgürlük!, Rojava’da Katliama Son!, Gezi Tutsakları Serbest Bırakılsın!, Mısır’ da Faşist Saldıralara Son!, Diren Rojava Londra Seninle!) yazılı tişörtler giyerek yerde yatarak bir daire oluşturan kadınlar sık sık attıkları sloganlarla ve dağıttıkları bildirilerle binlerce insanın ilgisini çektiler. Pek çok eylem gerçekleştiren kadınlar, Cumartesi anneleriyle dayanışma eylemine katılarak, kadın tutsaklara dayanışma kartları postalama eylemi gerçekleştirerek, çıplak aramayı protesto ederek kadınların bağımsız iradesi ve eylemini sürece taşıdılar. “Gezi Direnişi ve Kadınlar” konulu bir kadın formu da gerçekleştiren kadınlar, direnişteki kadınların duruşları, kadınları sokağa döken nedenleri ve sonuçları konuşarak görev çıkardılar. SKB Köln’den gözaltında tacize tepki Almanya’nın Köln kentinde her pazartesi yapılan Montags Demo 9 Temmuz eyleminde, Türkiye’de Gezi direnişi nedeniyle gözaltına alınan kadınlara yönelik cinsel taciz protesto edildi. SKB temsilcimiz eylemde yaptığı konuşmada, Türkiye’deki Gezi eylemlerinde gözaltına alınan kadınların cinsel taciz ve çıplak aramaya maruz kaldığını anlattı. Ayrıca Bingöl’de 16 yaşındaki E.A’ya tecavüz eden uzman çavuşların serbest bırakıldığını belirten temsilcimiz, AKP’nin cinsiyetçi, muhafazakar politikalarını teşhir etti. Almanya SKB’miz tarafından çıkarılan bildiriler dağıtıldı. Mannheim’de Rojava ile dayanışma eylemi 6 Almanya’nın Mannheim kentinde 28-29 Ağustos günleri arasında şehir merkezinde Rojava’daki Kürt katliamını lanetlemek için iki günlük çadır açıldı. SKB ve Kürt Derneği Kadın Kollarının ortaklaşa açtığı çadıra, ATİF’de destek verdi. İki gün açılan çadırda, El-Kaidenin ve El-Nusranın, Rojava’daki Kürtlere yönelik katliamı teşhir edildi SKB ve YEK-KOM’un yaptığı ortak açıklamada, Rojava ile maddi- manevi her türlü dayanışmanın yükseltilmesi çağrısı yapıldı. “Adalet istiyoruz” eylemi Fransa’nın başkenti Paris’te 9 Ocak günü Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katillerinin açığa çıkarılması için her Çarşamba günü düzenlenen “Adalet istiyoruz” eylemleri devam ediyor. Paris SKB’mizin aktif olarak her hafta yerini aldığı eylemler, Kürdistan Sanat Akademisi önünden başlayarak 9 Ocak katliamının gerçekleştiği Kürdistan Enformasyon Bürosuna kadar sloganlar ve zılgıtlar eşliğinde yapılan yürüyüşlerle devam ediyor. Basel’de Sakine’ler için nöbet eylemi “Adalet istiyoruz” eylemleri İsviçre’nin Basel kentinde de sürdürülüyor. Her hafta Çarşamba günü yapılan eylem, Claraplatz da gerçekleşiyor. Kürt kadınlarının düzenlediği ve SKB’li kadınların destek verdiği Nöbet eylemi iki saat sürüyor. Basel SKB’miz, “Sakinelerin mücadelesi mücadelemizdir, sahipleniyor ve failleri gerçek anlamada yargılanıp cezalandırılıncaya kadar mücadelemiz sürecektir” diyerek eyleme katılmaya devam ediyor. Paris SKB, 3. Geleneksel Kadın Pikniği’ni gerçekleştirdi Paris’te Türkiyeli ve Kürdistanlı göçmen kadınlar arasında başarılı çalışmalar sürdüren SKB’miz, 21 Temmuz günü La Courneuve Parkı’nda bir piknik gerçekleştirdi. Piknikte, 2009 yılında kaybettiğimiz sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar ve Taksim direnişinde şehit düşenler anıldı. Piknik boyunca çocuklar ve yetişkinler için çeşitli eğlenceli oyun ve yarışmaların yanı sıra, bilgi yarışması ve bir Kadın Forum’u gerçekleştirildi. Forumun ana konusu Gezi direnişi ve direnişin kadınlar cephesinden nedenleri ve sonuçları oldu. Humanite’de kadın eylemi Her yıl Paris’te yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı Fete de l’Humanite bu yıl 13-14-15 Eylül günlerinde yapıldı. Sendika, dernek, kitle örgütü stantları ve konferans salonları ile çevrelenmiş şenlik alanında çok sayıda konferans, panel, söyleşi ve gösteri gerçekleşti. SKB’mizin de son üç yıldır kadına yönelik şiddete karşı yürüyüş düzenlediği Humanite’de, bu yıl yürüyüşün ana teması Rojavalı kadınlar ve Haziran ayaklanması tutsakları oldu. SKB’li kadınlar, yoğun yağmura rağmen sloganları, pankart ve bayraklarıyla yürüyüşlerini gerçekleştirdiler. Yapılan yürüyüş saygı uyandı. Almanya seçimlerinde SKB “Kadınlar, politikanın merkezine” çağrılarını yapan SKB’miz, 22 Eylül günü Almanya’da yapılan seçimlere, kadın ve özgürlük eksenli politikası ile yerini aldı. Kadın adaylarla görüşmeler yapan ve desteklediği adayları açıklayan Almanya SKB’miz, Kiel’de Federal Parlamento milletvekili adayları Ayşe Fehimli ve Meryem Traşlı’yı desteklerken, Kuzey Ren Westfalya eyaletinde ise Ayten Kaplan’ı desteklediğini açıkladı. Çıkardığı seçimlere ilişkin bildiri ile kadın adayların, göçmen ve mülteci kadınların kamplarda yaşadıkları insanlık dışı uygulamalara; esnek çalışma koşullarına, Almanya’nın uluslararası sömürgeleştirme politikalarına, ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi politikalara karşı emekçi kadınlar adına parlamento kürsülerini kullanacaklarını belirterek seçim çalışmalarında, stantlarda yerini aldı. SKB, Zilan Kadın Festivalinde Kürt kadınları tarafından Almanya’da gerçekleştirilen festivale katılan Almanya SKB’miz açtığı çadır ile kadın kitleleri ile buluştuğu gibi panel ve etkinliklerde aldığı söz hakları ile de güncel gelişmelere ilişkin politikalarını kadınlara taşıdı. 7 Suriye Gerçekleri ve Taraf Olmak Mercek 8 Asmin Toprak Suriye’de kanlı bir iç savaş yaşanıyor. Bir yandan Esad diktatörlüğü ile muhalif güçler arasında bir iç savaş yaşanırken diğer yandan da emperyalist-kapitalist güçler arasında, içerisinde savaş planlarıda olan bir paylaşım tra�iği. Dünya tarihine baktığımızda ülkelerde yaşanan iç savaşlarda emperyalist güçlerin kendi stratijeleri çerçevesinde hep planları olmuştur ve bu gerçeklik Suriye için de geçerlidir. Bu gerçekten hareketle, emperyalistlerin savaş çığırtkanlığı yaptığı Suriye’yi işgal planında asıl neden, Esad diktatörlüğü altında inleyen, demokratik haklarından yoksun olan Suriye halkı değildir. Aslolan rakip emperyalist-kapitalist güçlerin, Suriye üzerinden kıran kırana bir savaş yürüterek, Ortadoğu’da kendi borularını öttürmeye ve planlarını hayata geçirmeye çalışmalarıdır. Sözde demokrasi havarisi kesilen emperyalistlerin yakın tarihine bakıp hatırlayalım: Tunus ve Mısır’da başlayan halk isyanları sonucunda bu iki ülkede diktatörler devrildi, fakat emperyalistler kendi temsilcilerini yönetimlere getirmek için kirli savaş yöntemlerinde yarıştılar. İsyan dalgası hızla Ortadoğu’ya sıçradı. Suriye’de de halklar demokratik hakları için harekete geçti. Esad diktatörlüğü, diğer diktatörler gibi halkın haklı taleplerini kanla bastırdı. Bu durumu kendi çıkarları için fırsat olarak gören emperyalist güçler ise hemen Suriye’ye dönük bir müdahaleyi tartışmaya başladılar. Çünkü, emperyalist güçler için Suriye, tüm Ortadoğu’yu tutuşturacak bir savaşın kapısı niteliğindeydi. Çok iyi biliniyor ki Suriye’den sonra hedef İran olacaktı. Fakat emperyalist ülkelerin çıkar savaşlarında Esad ve yönetiminin gitmesine verilen karar, Rusya’nın vetosuna takıldı. G-20 zirvesinde Doğu ülkelerinden yarısı ve Çin Rusya’nın yanında yer alarak Suriye’ye askeri müdahaleye karşı çıktılar. Bu karşı çıkış sonrasında da ABD ile Rusya Esad’ın kimyasal silahları teslim etmesi karşılığında anlaşarak askeri müdahaleyi gerektirmeyecek bir süreç başlattılar. Emperyalist Müdahale bir süreliğine rafa kaldırılmış olsa bile Suriye’de iç savaş tüm acımasızlığıyla ve eşitsizliğiyle devam ediyor. Başta Türk sömürgeciliği olmak üzere emperyalist güçler Esad’ı devirmek için devşirdikleri çeteleri (Liva el Tevhid, El-Kaide ye bağlı El-Nusra, ÖSO gibi) askeri ve ekonomik �inansını sağlıyarak mazlum Suriye halkının, Kürtlerin ve tüm azınlıkların üzerine sürüyor. Kitlesel katliamlar yapılıyor, tecavüzler yaşanıyor ve kitlesel göçler yaşatılıyor. Batı Kürdistan Rojava’yı da hede�leyen Suriye’ye yönelik devam eden emperyalist, burjuva-gerici savaşta Esad rejimi ve şeriat nidaları etrafında birleşen çeteler dışında üçüncü bir taraf bulunuyor. Suriye halkının Esad diktatörlüğü altında zulüm görmesine karşı çıkan, emperyalist müdahaleye hayır diyen bu taraf, aynı zamanda bir kadın devrimi olan Rojava Devriminden başkası değildir. Avrupa’da yaşayan Türkiyeli göçmen işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin seçimi bu Emperyalist, burjuva gerici savaşta birinin yada diğerinin yanında olmak değil, ezilenlerin, sömürülenlerin, yani üçüncü tarafın yanında olmaktır. Ulusal, sınıfsal, cinsel özgürlük için yapılan haklı savaşımın yanında yer alarak bulunduğumuz cografyada emperyalist, gerici, sömürgeci savaşa karşı, devrimci bir duruş göstermek ve mücadele arenasında yer almak tarihsel bir görev olarak Rojava Devrimini, kadın devrimini sahiplenerek dayanışmayı büyütmektir. “Kadın işi”, “Erkek işi” Eda Aslan Eşek arısı Toplumsal cinsiyet ayrımının birçok örneğini bu köşede irdelemeye çalışmıştık. Bu sayımızda da cinsiyet ayırımının “iş” üzerindeki etkisini ele alalım istedik. Bir çocuğun doğumdan itibaren başlayan pembe/mavi renk ayırımı, araba/bebek oyuncak ayırımına zamanla akıllı erkek/duygusal kadın, güçlü erkek/korunması gereken kadın, mühendis erkek/ hemşire kadın, bilim insanı erkek/ev kadını kadın, başarılı erkek/başarılı erkeğin arkasındaki kadın... (örnekleri çoğaltabiliriz) ayrımına dönüşür. Kadının kamusal alanda olmaması gerektiği düşüncesi Antik Yunan’dan günümüze kadar gelmiştir. Kadın özgür bir birey olarak değil, özel alandaki rol ve sorumlulukları üzerinden tanımlanmıştır. Gerek devlet tarafından gerekse toplum tarafından kadınlara dayatılan bu rol ve sorumluluklar, iş gücü piyasasında da cinsiyete dayalı ayrımcılığı getirmiştir. ‘Kadın işi’ ayrımı ile yaratılan düşük statülü ve az ücretli işlerde istihdam edilen biz kadınlar, ‘Erkek işi’ olarak nitelenen yönetim, mühendislik ve teknik alanlar gibi ücreti ve statüsü yüksek işlerden dışlanıyoruz. Kuşkusuz bu ayrımın arka planında, kadını geleneksel rollerinden uzaklaştırmamak yatmaktadır. Kadının tarihten gelen iş ve bilim dünyasındaki etkinliğini sınırlamak, “kadın işi”,”erkek işi” ayrımı yapmak, ataerkil ideolojinin kendini yeniden üretme ve egemenliğini sürdürme alanlarından biridir. Bu yüzden işçinin, kendine yatırım yapması gereklidir. Bir başka deyişle kişinin, niteliğini ve verimliliğini artırmak için okumuş olması, iş tecrübesine sahip olması gerekir. Fakat bu faktörlerin oluşturulması bakımından ekonomik, toplumsal ve kültürel etkenler büyük rol oynar. Örneğin; bireysel olarak tercihlerimiz farklı olsa da özellikle zorunlu eğitim sonrası meslek seçerken ailemiz tarafından yönlendiriliriz. Kadınlar büyük çoğunlukla öğretmenlik, hemşirelik, kuaförlük gibi mesleklere yönlendirilir. Bu doğrultuda meslek okullarına gitmemiz istenir. Bu tür meslekler, ailedeki geleneksel iş bölümüne uygundur. Birçoğumuzun ailesi öğretmen olmanın kadınlar için en uygun meslek olduğunu, iş dışında kalan zamanlarda rahatça ev içi sorumluluklarını ve çocukların bakımını yapabileceğimizi söyler. Yani her durumda toplumsal üreti- 9 10 me katılacaksak bile ev içi sorumlulukların esas olduğu, diğerinin ise ek olarak yapılan ve ‘esas işe’ uygun olması beklenen bir iş olduğu algısı yaygındır. Fakat aynı durum erkeklerde görülmez. Örneğin; hangi anne-babanın ağzından erkek çocuklarına “Oğlum öğretmen ol ki, kalan vakitlerinde ev işlerini yapabilesin, çocuklarına bakabilesin” gibi bir cümle duydunuz?.. Keza, çalıştığımız meslekte üst mevkilere doğru ilerleyemememizin nedeni de cinsiyete dayanmaktadır. Kadınlar ev içi ya da özel alandaki sorumlulukları nedeniyle erkekler kadar kolay yükselemezler. Örneğin, iş yerinde verilen eğitimler genellikle erkek çalışanlara yöneliktir. Çünkü işveren yatırım yapacağı çalışanının uzun süreli, kesintisiz çalışmasını beklemektedir. Kadınların çoğu yine geleneksel rolleri ve sorumluluklarına bağlı olarak iş hayatlarına ara vermek ya da ayrılmak zorunda kalabiliyorlar. Bu da gerek işe alınmada gerekse iş alanında pozisyonun yükselmesinde kadınları negatif olarak etkilemektedir. İşe alımlarda kadınlar tercih edilmemektedir. Bunların yanı sıra belirli iş yerlerinde erkek işçiler, kadınların emri altında çalışmayı istemedikleri için yönetici kademelerde çoğunlukla kadınlar bulundurulmaz. Mesleki gruplandırma Ataerkil sistemle birlikte başlayan kadının köleliği, sosyal yaşamdaki iş bölümü ile de süreklileştirilmiştir. İlkel komünal dönemde yerleşik yaşama geçilmesi ile birlikte güç gerektiren işlerde (avcılık ve kabileler arası savaşlar) erkekler yer almış ve ailenin geçimini, güvenliğini onlar sağlamıştı. Kadınlar ise doğurganlığı ve insan neslinin çoğalması için yerleşim yerinde kalarak yaşam alanının organizasyonu, bitki yetiştirme, çocuk, hasta ve yaşlı bakımını üstlenmişti. Bu durum, giderek erkeği toplumsal yaşamın etkin kimliği haline getirmiş ve ataerkil yaşam hukukunun belirmesine neden olmuştu. Yüzyıllar sonra bugün de aynı mantalite devam etmiş, kadın-erkek iş ayırımı, kadın cinsinin toplumsal yaşamda etkin bir kimlik olmasını sakatlamıştır. Meslekler çeşitlenmiş ama toplumsal rol ve görevlere göre kadın ve erkek işi olarak gruplanmaya devam etmiştir. Örneğin, kadınların bakım ve yetiştirme konusunda “doğal yeteneğe” sahip olduğu iddia edilerek ev işlerinde daha yetenekli ve becerikli oldukları, sabırlı ve sebatkâr oldukları, �iziksel çekicilik gibi ‘dişil’ özellikler taşıdıkları gibi bazı vası�lar kadınlara yapıştırılmış ve hemşire, hizmetli, bakıcı, temizlikçi, aşçı, hizmetçilik, öğretmen, kuaför, terzi, kasiyer gibi meslekler “kadın işi” olarak kabul edilmiştir. Öte yandan, toplum tarafından kadınlara atfedilen negatif özellikler ve ön yargılar ise kadınların etkin ve yönetici işlerde yer almasının önündeki barikatlar olarak çıkarılmıştır. Örneğin, başkasının yönlendirilmesine açık olma, duygusal olma, daha az �iziksel güce sahip olma, bilim ve matematikte yeteneksiz olma gibi önyargılar kadınların aşağıdaki mesleklere girmesini zorlaştırmaktadır: Yönetici/müdür, inşaat işçiliği, mimar, mühendis, bilim insanı, polis, pilot, gemi kaptanı vb. Bu tür mesleklerin ‘eril’ karakterlere sahip olmayı gerektirdiği �ikrinden hareketle kadınların bu işleri yapması beklenmez. Bu yüzden, bir meslek grubunu sadece erilleştiren “bilim adamı” gibi kavramlar türetilmiş, ya da “elinin hamuruyla erkek işine karışma” gibi deyimler üretilmiştir. Keza, kadının doğurganlık özelliği, iş yaşamını kesintiye uğratıyor olması ve bu durumun kapitalist rekabet ilkesiyle çelişiyor olması nedeniyle işe başlayacak bir kadına ilk sorulan sorular şunlar olmaktadır. “Evlimisiniz?”, “Evlenecek misiniz?”, “Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?” vb. Bu sorular, bir taraftan kadın bedenine ve özel yaşamına müdahale anlamına gelmekte, diğer taraftan da kadını ya geleneksel toplumsal rollere göre yaşaması ya da erkekleşmesini öğütlemektedir. Kuşkusuz kapitalist iş piyasasının rekabetçi yapısı, kar oranlarını yüksek tutmaya endekslidir. Harcamaları ise düşük tutmaya. Bu nedenle, iş yerlerinde kreş açmak yerine hamile olan, doğurma potansiyeli olan kadına iş vermemeyi tercih etmektedir. Toplumun yeniden üretilmesi anlamına gelen, insan neslinin üremesi anaerkil toplumda kadının en önemli yeteneği ve özelliği iken kapitalist sistemde negatif bir özelliğe dönüşmektedir. Ellerimizi hamurdan çıkaralım Kuşkusuz kadın hareketinin ve kadın bilincinin gelişmesiyle birlikte daha fazla sorgulanır hale gelen iş yaşamındaki toplumsal bölünme de tartışılır hale gelmeye başlamıştır. Çok açık ki erkek dünyasında kadınların kendilerini var etmeleri çok da kolay olmamıştır ve bu zorluk devam etmektedir. Biz kadınlar, artık ellerimizi hamurdan çıkararak bize dayatılan rolleri reddetmeliyiz. Haydi kadınlar; ELLERİMİZİ HAMURDAN ÇIKARMAYA!.. Zevahir: Görünüş Sarya Eylül Kadınlık halleri “AYNA: Haremdeki cariyeleri, Venedik’ten gelen aynalarda emsalsiz güzelliklerini seyretmeye doyamazlarmış. Aynanın gösterdiklerini padişahın da görmesiymiş en büyük arzuları.” (Mahrem, Elif Şafak) Elif Şafak Mahrem kitabında çok farklı tarihlerde ve mekanlarda yaşamış kadın karakterlerini anlatırken yer yer kitap içinde oluşturduğu sözlükle, tanımlamalar da yapıyor. Ayna tanımını ve buna benzer tanımları okurken, biz kadınların aynadaki yansımızla yani kendimizle ne kadar barışık olduğumuz ve barışıklığın bedenimizi sevmekle başladığı gerçeği ile bir kez daha yüzleştim. Yüzleşirken daha çok şu soruyu sordum görünüşümüze takıntılı olmak kadınlık hali değilmidir?.. Neden kadınlar kendilerini beğendirmek zorunda?.. Neden hep beğenen taraf erkekler, beğenilenler ise kadınlar oluyor?.. Neden erkeklerin beğenisine sunduğumuz görüntümüzü hemcinslerimizi kıskandırmanın, onlara üstünlüğümüzü ispatlamanın bir aracı olarak kullanıyoruz?.. Beğenilmek dürtüsünden hareketle, ayna ile teması en yoğun olan cins biz kadınlarız. Peki aynaya bakınca ne görüyoruz yada kimin gözüyle bakıyoruz?.. Biz kadınların, erkekler tarafından beğenilme dürtüsü öyle gelişkindir ki aynada kendimize bakarken bile onların, yani eril cinsin gözüyle baktığımızın farkına varmayız. Toplumca belirlenen “güzel” ve “çirkin” kriterine göre bedenimizle çatışırız. Toplumca belirlenmiş erkek egemen anlayışın temel yargılarını taşıyan “albenili kadın” olmak için kendi bedenimizi yağmalarız. Eğer kilolu bir kadın isek ardı arkası gelmez rejimler yaprak erkek gözündeki ideal kiloya ulaşmaya çalışır, kilo vermiyorsak bir ömür boyu kompleksli bir yaşam süreriz. Yüzümüzde yada bedenimizin her hangi bir yerinde beğenmediğimiz yerleri değiştirmek için defalarca estetik operasyonlara başvurarak suni güzellikler yaratmaya çabalarız. Yada “hamilelik sonrası fazla kilo alırım”, “bedenimde değişiklikler olur” korkusu ile çoğumuz çocuk yapmaktan kaçınırız. Beğenilme dürtüsüyle kendi bedenimize yaptığımız saldırıların kaçta kaçını yalnız kendimiz için yapıyoruz?.. Erkeklerin, bir kadına kendini beğendirme dürtüsü ile görüntüsüyle uğraşma oranı neden daha düşük?.. Çünkü onlar, asırlardır egemenliğin verdiği o sinir bozucu rahatlıkla beğenen taraf olduklarını her hareketleri ile bize yansıtırlar. Onlardaki bu dürtükleyici tutum, bilincimize hükmeder. Biz bu hükmü, ezici sorunu günlük yaşamımızda farkına varmadan yaşar ve her defasında bedenimizle uğraşır yada onu teşhire yöneliriz. Bu yönelimle de daha çok kişiliğimizden ve kadınlığımızdan ödün vermiş oluruz. Sonuç olarak; aslolan Zevahiri kurtarmak yerine zevahire bakarken mutlu olmaktır. Eğer bu mutluluğu kendimiz ve kız kardeşlerimiz için hissediyorsak, erkekler için değil de kız kardeşlerimizin gözüyle kendimize bakıyorsak kadın özgürleşmesi yolunda önemli bir adım atmışız demektir. Eğer aynadaki yansımıza yalnızca kendimiz için bakıyor ve yalnız kendi gözümüzle kendimizi görüyorsak kendi bedenimiz ve ruhumuzla barışığız demektir. Kadının kendine uyguladığı bakım veya makyajın tarihçesi asırlar öncesine dayanır. Bu, biz kadınların doğasına denk düşen güzelliği estetize etme biçimimizdir. Kadının kendi için, kendini estetize etmesi doğal ve anlaşılır. En zor koşullarda yaşayan kadın gerillaların kendine gösterdiği özendir bu doğallığın yansısı. Birkaç saat sonra ölüme koşacağını bilse bile kırık bir aynaya bakıp görünüşünü güzelleyen, baktıkça gerçekten kendini gören kadınlardır estetiğin doruğundakiler. 11 Erkeklik halleri 12 Ev yaşamında ‘dayanışan’ paylaşım halleri Yaşamımda değişik koşul ve olanaklarla defalarca, kadın arkadaşlarla ev ortamını paylaştım. Yaşam koşullarım ve aileden edindiğim kültürle kimi erkek yoldaşlara göre ciddi avantajlarım vardı. İlk mücadele yıllarımızda devrimci romantizmin etkisi çok yüksekti. Kadın erkek ilişkisinde ilk görünen; kendisini ortaya koyma yada mücadelede militanca kendisini ne kadar adadığı idi. Kadını meşgul eden, sınırlayan etkileri hatta toplumsal koşulların onların pratiklerini sınırlama durumu dikkatimizi fazla çeken bir gerçeklik değildi. O günlerin adanmışlığı koşullarında kadın arkadaşları kendimizden “biri”- kendimizle eşit- gibi görerek güvenimizi ifade ediyorduk. Onların devrimci pratiklerini sınırlayan koşullara karşı mücadele (bu mücadelenin örgütlü devrimci yaşamımızda genelleşmesi) uzun yıllar sonrasının duyarlılığıdır. Benim bu dönemde gösterdiğim “duyarlılık”, kadın arkadaşların kendilerini geliştirmesi için teşvik etmek, ev işleriyle gereğinden çok meşgul olmaları ve toplumsal değer yargılarına “bükülme”lerini eleştirmek; (bunu yaparken kabalıklarımı yine kadın yoldaşların eleştirilerinden öğrendim) ev işlerini buyur etmemek, kendi ihtiyaçlarımı bütünüyle kendim yapmamdı. Bu dönemde, ev işlerinin bütününü kendi işi görmeme, bunların nasıl çözülmesi gerektiğini birlikte değerlendirememe eksikliğimi görmem, mücadele içinde kadın arkadaşların gelişmesi ve nicelik durumlarının artmasıyla olmuştur. Sosyalist kadınların mücadelede nicel farklılıklarının artması ve özellikle örgütlü yaşama katılan genç kadın yoldaşların mücadelede özverili, yaratıcı emekçilikleri, tarihten... günümüze kendime görev çıkarma; kadın özgünlüğü ve “özel” durumunu kavrama bilincimin güne cevap olması yine kadın yoldaşlarla yaşadığımız pratiklerin sonucunda olmuştur. Burada, en başta bana ilk öğretmen olan bir kadın yoldaşa, mücadeleci duyarlılıklarıyla rol oynayan ilgili tüm kadın arkadaşlara saygı ve teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Bu aşamadan sonra kadın arkadaşların yaşamlarını verimli ve beklenen şekilde örgütlemeleri noktasında -özel mücadele konusu olduğu ölçü ve sınırlarda- sadece eleştiri ve öneri ile yetinmemek, �iilen yapılması gerekenleri yapmak, erkek arkadaşların duyarsızlık ve kabalılıklarını, kolaycılıklarını, toplumsal alışkanlık ve erkekçi kültürle uzlaşan... bireyciliklerini eleştiri konusu yapmak benim için ayrı bir görev olmuştur. Bundan dolayı şaka yollu (ki bu, kadın sorununu küçümsemenin bir biçimidir) ithamlarına da mazhar oldum. Ev yaşamı ve çocuk sorumluluğunun yalnız kadının olmadığı bilinciyle hareket ettiğimi düşünüyorum. (Tabii ki kendi verili ilişkilerim içinde bu somutluk kazanmakta ve kazanacaktır.) Kendi yaşam ilişkilerim içinde toplumsal, sosyal ve siyasal ilişkiler içinde çok değişik sorumluluk ve yaşam biçimleriyle karşı karşıya gelmekteyim. En ileri durumda ve iddialarda olan erkek arkadaşlar da bile hala ev yaşamında geleneksel rollerle davranma ve bu duruma karşı mücadeleyi kendi sorunu olarak görmeme durumları yaygındır. Ev ilişkilerimizde var olan geleneksel kültür ve alışkanlıklar, erkek yoldaşların gündemi olması bir yana dikkatlerini bile çekmemekte, bunu “insanların özel yaşam ve ilişkilerine karışmamak” olarak tanımlamaktadırlar. Bu durumun, bizim bu konuda ne kadar politik baktığımız, politik olduğumuzla ilgili olduğu açıktır. Çarpıcı olduğunu düşündüğüm bazı örneklerle ilerleyeceğim. Demokratik bir mevzide mücadele eden kadın arkadaşlar defalarca erkek arkadaşlardan (erkekliği masaya yatıran) yazılar istediler. Söz konusu arkadaşların yazı yazmaktan “sıtmadan kaçar gibi” kaçmaları bile, bu sorunda hala nerede olduğumuzu -muhatap olan en duyarlı erkeklerin bile- hala kadın sorununda bilincimizin ne denli dar ve yüzeysel olduğunu göstermektedir. Olması gereken duyarlılığın tebessümlere konu olması ise erkek egemen kültürün ve alışkanlıkların hala ne kadar küçümsendiğinin bir verisidir. Erkek ve kadınların birlikte mücadelelerinde geri/gerici alışkanlıkların en çok yaşandığı alanlardan biri ev yaşamıdır. Hele hele çocuklu olanlarımızda, çocuğun bakımı ve sorumluluğu kişilerin mücadeledeki görevleri ve sorumluluk paylaşımları yada üretimde olma durumlarına göre değişik düzeyde olmak üzere hala önemli bir handikap olarak yaşanmaktadır. Bu, başlı başına ayrı bir mücadele ve yazı konusudur. Kadınların “duygusallık” ve “çocuğa aşırı bağlılık”la ifade edilen sözüm ona “geri” yaklaşımları çok bariz bir şekilde erkeklerin kendi geriliklerini korumaya kalkan edilmesidir. Mesela sık rastlanan örneklerden biri; bazı kadınların, toplantılara çocuklarla gelmek zorunda kalmasıdır. Düşünelimki bu arkadaşlar, olması gerekeni örgütleyemiyorlar. Bundan şunu mu anlamalıyız? Erkekler bu sorunu giderecek bir örgütleme yaptıkları için mi toplantılara çocuksuz katılabiliyorlar?.. Aslında bu, çocuk sorununu tek tek kadın yoldaşların omuzlarına bıraktığımız bir sorun olduğunu ele vermiyormu?.. Genel olarak erkekler, toplantı ve gündemlerin dinlenmesinde çok sorumludurlar! Hiç bir ihmalkarlık göstermezler! Peki, kim reddedebilir, kadının da daha ciddi ve ileri bir sorumlulukla dinlemek istediğini... Çocuk yapmasaydı diyebilir miyiz? Ya da getirmeseydi?..Oysa o an, başka şeyler buyuruyor: duyarlılık ve emekçilikle kendini sorumlu görmek.. Düşünemiyoruz bile. İddia ve değerlerimizin vicdanıyla ne kazanıp yada kaybettiğini düşünelim diyor, geçiyorum. Ev yaşamına yeniden dönersek; ev yaşamında görünen ve öne geçen, erkeklerin ortak yaşamdaki sorumluluklarının hala ‘dayanışmacı’ olmasıdır. Kadının kapasite ve yetenekleri gelişmeye ve daha ileri toplumsal sorumluluklara el verse bile erkek, eve gelir gelmez düşündüğü zamanını nasıl değerlendireceği, nasıl çalışacağıdır. Bu, çalışmaların ihtiyaçları gereği yerinde olsa bile kesinlikle erkeğin ev yaşamının sorumluluklarının kadından daha ileri düzeyde üstlenmesini dışlamaz. Aksine ev içi sorumluluk paylaşımında erkeğin daha fazla sorumluluk üstlenmesi, kadının gelişimini sağlayan, geri yada öğretilmiş alışkanlıklarını gerileten özel bir duyarlılık örgütlenmesini sağlar. Ev içi yaşamın kadından yana pozitif örgütlenmesi; giderek zihniyet değişimini bir kültür haline getirir. Erkekler, ortak yaşam alanında iddia ve değerlerinin dünyasını yaratmak da kendilerini sorumlu görmek, kadınlarda olabilecek geleneksel rolleri kullanmak yerine, tersine bükecek emekçiliği tutku ve sevgiyle göstermek durumundadırlar. Kadının değişim ve gelişiminde sözde kalmak, sorumluluğu tek başına yol arkadaşı, yaşam yoldaşı kadına bırakmak, kolaycı ve rahatçılığa devam etmek demektir. Yani özcesi erkekler olarak; yaratılmış özel durumun, bir cins aleyhine oluşmuş politik ortamın değişiminde, toplumsal-sosyal yaşam mücadelesinin öznelerinden kadının gelişim ve değişiminde, kendimizi sorumlu görmek, kendimize görevler çıkarmak zorundayız. Veli 13 Dosya Rojava ve Kadın Devrimi Figen Kaya Kadın Savunma Birliği YPJ 14 Rojava; dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın Suriye sınırları içerisinde bulunan Batı Kürdistan bölümüdür. Kürdistan’ın en küçük parçası olan ve 3 milyon nüfusa sahip Rojava’ya ve Rojava devrimine yönelik bölge gerici güçleri ve sömürgeciler tarafından (alanın küçüklüğüne insan sayısının azlığına rağmen) çok büyük, çok boyutlu saldırılar düzenleniyor. Ambargolar uygulanıyor. Sınır kapıları kapatılarak izole ediliyor. Çeteler aracılığıyla katliamlar yapılıtyor... Ağırlıklı olarak kadın ve çocukların katledildiği, tecavüzlerden geçirildiği, insanların kaçırıldığı Rojava’da neler oluyor?.. Sömürgeci güçlerin, bölge gericiliğinin beslediği çeteler, rejim ile çatışmaları durdurarak neden Rojava’ya saldırıyorlar?.. Sorularına yanıt arayacağımız dosyamızda, Rojava’nın kadın özgürlük mücadelesi, kadın devrimi bakımından taşıdığı değeri de tartışacağız. Tarihsel, coğra�ik bilgileri de bulacağınız dosyamızın, Rojava devrimi ile enternasyonal kadın hareketinin dayanışmasını sağlaması umuduyla... Suriye ve Kürtler 1920-1946 yılları arasında Fransız işgali altında olan Suriye, üç ayrı merkezden yönetiliyordu. Batıda Aleviler, Güneyde Dürziler, Sünnilerin ezici çoğunluğa sahip olduğu Halep ve Şam’da ise idari siyasal yapılar vardı. Fransızlar, Kürtleri ve Kürtlerin ulusal haklarını ise tanımamışlardı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), II: Dünya savaşının sonlarına doğru (1944) Fransa’ya Suriye’yi boşaltması çağrısında bulunmuş ve 1946’da Fransa’nın tüm birliklerini çekerek Suriye’yi boşaltmasını sağlamıştı. Fakat işgalden kurtulan Suriye’nin ilk hükümeti de Kürtleri tanımamıştı. 1962’de Cizire bölgesinde 70.000 Kürdü vatandaşlıktan çıkartmış ve bunları “ülkede yaşayan yabancılar” olarak kabul etmişti. Eğitim, yurtdışına çıkma, mülk edinme gibi hakları da gasp edilmişti. Baas partisinin bir darbeyle ülke yönetimini ele geçirdiği 1963 yılında ise Suriye bir “Arap ülkesi” olarak nitelendirilmiş, Kürtler ise “Türkiye’den gelen göçmenler” olarak tanımlanmıştı. Ardından, Kürt kimliği yasaklanmış, köy ve şehir isimleri değiştirilmişti. İlk Ayaklanma ve Devrim İlk kez 12 Mart 2004’te ayaklanan Kürtler, kanla bastırılmış, fa(PYD, Kadın kat örgütlülüklerini geliştirmeye devam etmişlerdi. Suriye’de emhareketi Yekitıya Star, gençlik peryalistlerce başlatılan iç savaşla birlikte ne Baas rejimi ve ne de emperyalistlerden yana tutum almayan Kürtler, üçüncü bir alterve öğrenci hareketleri, kültür natif olarak belirmiş, demokratik devrim yolunu izleyerek kendi kurumları, esnaf birlikleri vb. devrimlerine kilitlenmişlerdi. 19 Temmuz 2012 yılında PYD ve Rojava Demokratik Toplum tüm toplumsal oluşumların Hareketi (TEV-DEM) önderliğinde Kobane’de başlayan ayaklanma temsilcilerini bünyesinde ile 9 kent, onlarca ilçe, köy ve kasaba ele geçirilerek Derik’e kadar gelen Halk Savunma Birlikleri (YPG) özerkliklerini ilan ederek toptaşıyor) lumsal inşa sürecine girmişlerdi. Hızla örgütlenen Kürtler, kentlerde yaşayan Arap, Süryani ve Êzidî halklarla birlikte kendi savunma alanlarını oluşturmuş, kamu kurumlarının görevini yerine getirebilecek oluşumlara gitmişlerdi. Rojava ve Rojava Devrimi Rojava üç ana bölgeden oluşuyor. Birincisi; Dêrik, Tirbê Sipîye, Qamişlo, Amude, Dirbesêyê ve Serê Kanyê’nin bulunduğu Cizire Bölgesi. Diğerleri ise Kobanê ve Efrîn. Ayrıca bazı Arap illerinde de Kürtler bulunuyor. Bu iller: Hesekê, Şam, Raqa, Minbic, Halep ve Latkiye. Söz konusu şehirlerden Halep, Kürtlerin en yoğunlukta yaşadığı il ve en büyük katliamlar da bu kentte yaşandı. Halep’te, Kürt nüfusunun 500 binden fazla olduğu biliniyor. Arap Alevilerin oluşturduğu Latkiye’de ise 50 Kürt köyü bulunuyor. Şu anda Kürt halkının bütünüyle ya da kısmen denetiminde bulunan bölgeler ise Kobanê, Dêrik, Tirbê Sipîye, Qamişlo, Amûdê, Efrîn, Dirbesêyê ve Serê Kanyê. Rojava’nın her üç bölgesinde Yüksek Kürt Konseyi’ne bağlı komiteler çalışıyor. Ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal alanlara göre örgütlenmiş bir yönetim şekli var. Tabandan tavana doğru halkın doğrudan yönetime katıldığı bir yönetim modeliyle Ortadoğu bölgesine örnek olacak bir tablo ortaya çıkartmış bulunuyorlar. Savunma alanında örgütlenen YPG, bölgenin en büyük askeri gücü. Bu savaşçılar içerisinde kadınlar YPG’nin yarısından fazlasını oluşturuyor. Şehir içindeki asayişi ve tra�iği yöneten birimler ise YPG dışından örgütleniyor. Bunların eğitimi için akademiler kurulmuş. Halk meclislerine bağlı çalışıyorlar. Bölgelerde ise “Mala Gel”ler yani bir tür belediyeler var. Kendi içlerinde seçtikleri temsilcilerle yönetimleri oluşturuyorlar. O mahallenin eksikleri, sorunları vb Mala Gel’ler üzerinden çözülüyor. Halk Mahkemeleri ise toplumun tercih ettikleri en güvenilir mahkemeler olmuş. Onları da halk seçmiş ve çoğunluğu eski hukukçulardan oluşuyor. TEV-DEM tarafından çıkarılan kendi yasaları ile yargılama yapıyorlar. Gözaltı süresi ise 24 saat. Yani uluslararası standartların üzerinde. Gerek silahlı güçte, gerekse toplumsal örgütler içinde kadınlar oldukça aktif. Tüm kurumlarda yüzde 40 kota belirlenmiş. Yine Kürtler dışında yaşayan diğer halkların temsilcileri de tüm kurumlarda yer alıyor. Rojava, Kadın Devrimidir!.. Öncülüğünü Kürtlerin yaptığı Asurilerin birçok Arap, sosyalist ve demokratların destek verdiği Müslüman ve Hıristiyanların içinde yer aldığı Sünni-Alevi (Nusayri), diğer etnik ve inançtan değişik kesimlerin de destekleyip birlikte hareket ettiği Rojava Devrimi; tüm ezilen sını�ların, inançların, kültürlerin ve halkların devrimidir. Kadınların aktif katılımının önde olduğu, bir kadın devrimidir. Baas rejimi tarafından olduğu kadar kendi toplumu içerisinde de feodal değerlerin basıncı altında silikleştirilen, yok sayılan, öldürülmesi ve erkekler tarafından tahakküm altında tutulmaları hak sayılan kadının ayağa kalkma, değişme ve değiştirme, özgürleşme eylemidir Rojava... Kadınlar Eğitim Seferberliğinde Kadınlar, devrimin tüm aşamalarında bulunuyor. Mevzilerde devrimi savunan kadınlar, devri- TEV-DEM ve YPG içinde Kürtler dışında Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler ve Hıristiyanlar bulunuyor. 15 16 min kadrolarını oluşturmak için büyük bir siyasi eğitim seferberliği başlatmış bulunuyorlar. Kadın akademileri, kadın merkezleri kurulmuş. Bir yandan devrimi yönetecek kadrolar yetiştiriliyor, diğer yandan Latin alfabesiyle Kürtçe okuma yazma öğreniyorlar. Kadınlar hem eğitmen, hem de öğrenci. Kadın Meclisleri Rojava’da her kurumda oluşturulan kadın birliklerinin yanı sıra kentle ilgili alınan kararlara kadın bakış açısını, iradesini taşımak için kadın meclisleri oluşturulmuş. Halk Meclisi’nin bulunduğu her yerde bir de Kadın Meclisi oluşturuluyor. Kadın Savunma Birliği YPG bünyesinde oluşturulan Kadın Savunma Birliği (YPJ) ağırlıklı olarak genç kadınlardan oluşuyor. Henüz bir kadın ordusu değil. Tabur olarak örgütlenmişler. Fakat uzun vadede ordulaşma hede�leri var. İlk tabur 5 Mart 2013 tarihinde Efrin’de kurulmuş. Bugün değişik kentlerde kurulan taburlarla 6 tabura ulaşmış bulunuyorlar. Kadınlar YPJ’ye tam katılımdan önce 20 günlük YPG eğitimi görüyorlar. Fakat YPG ile YPJ arasında ast-üst ilişkisi yok. Birlikte çalışıyorlar. Hede�leri ve çalışma sistemleri aynı. Kadın Asayiş Birimleri Bu birimler öncelikle kadınları koruyor. Kadınların adli bir sorunu olduğu zaman bu birimlere başvuruyorlar. Kadın Merkezi Devrimle birlikte kurulan Kadın Merkezi, bölgelerde çözülememiş kadın sorunlarına müdahale eden bir başvuru merkezi. Aynı zamanda erken yaşta evlendirilmek istenen kadınların başvuracağı bir merkez. Genç yaşta evliliklerin sıklıkla yaşandığı Rojava’da TEV-DEM’in çıkardığı yeni kanunlara göre, kimse 18 yaşına gelmeden önce evlendirilemez. Fakat hala bu konularda yaşanan sıkıntılar var ve Kadın Merkezi duruma müdahale ediyor. Cins Bilinci Önemli Cins bilincini önemseyen devrimin kadınları, eril kültürün yarattığı bilinçlerdeki tüm tortulara karşı savaş açıyorlar. Ve bunun zorunluluğuna işaret ediyorlar. Kadının kendi ayakları üzerinde durabilmesi, özgüven sahibi olabilmesi ve egemenlerin cins kimliğine yönelik saldırıları püskürtebilmesi için cins bilincinin mutlak öneminin altını çiziyorlar. Kadınlar Her Yerde Rojava’da idari ve siyasi alanda, örgütsel alanda, eğitim ve sağlık alanında, basın ve kültürel alanlarda kısacası devrimin tüm alanlarında ve toplumun örgütlenmesinde kadınlar var. Tüm alanların yönetimlerinde yerlerini alıyorlar. Devrimin en zor cephesi olan savunma güçleri içinde de kadınların kahramanlık örnekleri öndedir. Tüm alanlarda örgütlü olan kadınlar, özerk örgütlenme modeli ile çalışmalarını sürdürüyorlar. Çalışmalarına dönük tüm kararları kendileri alıyorlar. Rojava, son dönemlerde artan kadın çalışan sayısıyla da dikkat çekiyor. Toplumsal kuruluşlardan, siyasi ve askeri kurumlara, çalışan kadınların sayısı hızla artıyor. Son bir araştırmaya göre Efrin kentindeki çalışanların yüzde 65’i kadın. Aynı araştırmada Kürtçe Dil Kurumu (SZK) ve Öğretmenler Birliği’nde çalışan kadınların oranı ise yüzde 70. Ayrıca kentte hizmet veren 44 kurumda kadın çalışanların sayısı yüzde 55. Devrimci Gençlik Hareketi’nde kadınların oranı ise yüzde 70. Meşru savunma direnişinde de kadınlar en önde. Rojava’da nüfus oranına göre kadının meşru savunmaya katılması Kuzey Kürdistan’ı da geçmiş bulunuyor. Bu gerçeklik bile Rojava devriminin bir kadın devrimi olduğunu göstermektedir. Rojava’ya Saldırıların Ardındaki Gerçek Yukarıda saydığımız, sayamadığımız devrimin ortaya çıkardığı portre, Ortadoğu diktatörlerini, gerici güçleri, erkek egemenlikli politikaları, en önemlisi de sermaye egemenliğini korkutuyor. Onlar için bir tehdit oluşturuyor. Çünkü Rojava halkı, gerçekleştirdiği devrimle tüm Ortadoğu halklarına umut olmuştur. Özelliklede Ortadoğu halklarının ayakta olduğu ve alternatifsizlik içinde bulunduğu bugün, bu modelin yayılması ihtimalleri egemenleri ürkütüyor. Kürt statüsünün ve coğrafyasının uluslarasınca tanınması ihtimali ise başta Türk devleti olmak üzere İran gericiliği için de bir tehlike olarak görülüyor. Kürt egemenleri de korkuyor. Bu devrimin kendilerini etkileyeceğinden, sermaye egemenliğine dayalı yönetimlerinin sarsılmasından korkuyorlar. Güney Kürdistan hükümetinin Rojava düşmanlığı da bundandır. Rojava’da Kadınları Bekleyen Tehlike Kadınlar, tüm emperyalist, gerici ve kirli savaşların ganimeti sayılırlar. Savaş ganimeti sayılan kadınların duyguları ise hep aynıdır. Savaş meydanlarında çocuğunu, kardeşini, sevdiğini kaybedenler onlardır. Her türlü tecavüze tabi tutulan ve benliği çalınan onlardır... Bugün Rojava’da da gericiler tarafından sürdürülen savaş taktiği aynıdır. Kadınlar kaçırılıyor, tecavüze uğruyor, kardeşlerinin başlarının kesilmesine tanık oluyor. Camilerde Kürt kadınlarına tecavüz edilmesinin helal olduğu anonsları yapılıyor. Egemenler, saldırıları ile Rojava’lı kadınlar üzerinden Ortadoğulu kadınlar başta olmak üzere tüm dünya kadınlarına mesaj vermeye çalışıyorlar. Rojava’lı kadınlar üzerinden yapılan tüm saldırıların, dünya halklarından kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelelerine olduğu gerçeği akıllardan çıkarılmamalıdır. Rojava’da yaşanacak her hangi bir başarısızlık, tüm Kürdistan’ın başarısızlığı olduğu gibi kadın özgürlük mücadelesinin başarısızlığı olacaktır. Rojava Devrimi Hepimizindir: SAHİPLENELİM! Rojava, Kürtler için bir ‘�inal’ sahnesidir. Suriye’de kazanan Kürtler, tüm bölgede kazanmış olacaklardır. Bu durum; Türkiye, Irak ve İran’daki Kürtlerin durumunu bir çok açıdan olumlu anlamda etkileyecek önemli bir yol açacaktır. Bu nedenle Rojava devrimi, tüm Kürdistan parçalarındaki Kürtlerin varlık mücadelesidir. Ortadoğu’daki demokrasi özleminin aydınlatıcı ışığıdır. Kadınların köleliğe başkaldırısı, kimliğine, bedenine ve özgürlüğüne sahip olma savaşıdır. İşçi ve emekçilerin insanca yaşam mücadelesidir. Rojava devrimi, hepimizindir!.. SAHİPLENELİM!.. ENTERNASYONAL DAYANIŞMAYI ÖRMEYE!.. Rojava halkı, Rojava’lı kadınlar direniyor. Fakat saldırıların kapsamı ve büyüklüğü, devrimi savunma görevini hepimizin omuzlarına yüklüyor. Rojava ile uluslararası kadın dayanışmasını örmek bugünün en temel görevlerinden biridir. Sınır kapılarını kapatan, ambargo uygulayan, çeteleri besleyen ve kollayan ülkeler başta olmak üzere buna gizli destek veren, görmezden gelen tüm ülkeleri protestolarımızın merkezine almalı, teşhir etmeli, kitlesel basınç uygulamalıyız. Ambargoyu boşa çıkarmak için ilaç, tıbbi araç ve maddi destek örgütlemeli, onların uluslararası sesi olmalıyız. 1930’larda Franko faşizmine karşı 53 ayrı ülkeden İspanya’ya akan uluslararası tugayların, İsrail siyonizmine karşı Filistin’e koşan devrimcilerin ruhuyla Rojava ile dayanışmaya!.. 17 Anti-Faşist Direnişlerin Bizim kadınlar Kahramanı; Dolores Ibárruri Figen Kaya Dolores Ibárruri (9 Aralık 1895 – 12 Kasım 1989) 18 Dolares Ibárruri, İspanya’nın Bask Bölgesi’ndeki Gallarta’nın bir kasabasında, Basklı bir yoksul maden işçisi baba ve İspanyol bir annenin kızı olarak dünyaya geldi. Juliana Gómez ve Antonio Ibárruri’nin 11 çocuğundan sekizincisiydi. Okumak istiyordu fakat ailesi onun eğitimi için para ayırabilecek durumda değildi. 1916 yılında, henüz 20 yaşındayken, politik aktivist olan maden işçisi Julián Ruiz ile evlendi. 6 çocuğu oldu. Fakat dördü yetişkinliğe eremeden, aşırı yoksulluk nedeniyle öldüler. 1917’de genel greve katıldıktan sonra Ruiz’in tutuklanması, ailenin ekonomik sıkıntısını daha çekilmez hale getirdi. Ibárruri, Karl Marks’ın yazılarını okumaya başladı ve Komünist Parti’ye katıldı. Madenci gazetesi El Minero Vizcaíno için “La Pasionaria” (tutku çiçeği) takma adıyla makaleler yazdı. 1920 yılında, Bask Komünist Partisinin taşra komitesine seçildi. Mücadeledeki kararlığı, çalışkanlığı ve yöneticilik özellikleri ile 1930 yılında İspanya Komünist Partisi’nin Merkez Komitesine seçildi. 1931 yılında İkinci Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber Madrid’e taşındı. Burada sol-kanat gazete Mundo Obrero’nun editörü oldu. Kadınların yaşam koşullarını düzeltmek için çaba harcadı. Daha sonra Parti’nin polit bürosuna atandı. Faaliyetlerinden ötürü birkaç kez yakalandı ve tutuklandı. Hitabet yeteneği, onu İspanya Komünist Partisi’nin önemli temsilcilerinden biri haline getirdi. 1933 yılında Moskova’da gerçekleştirilen Komintern’e (Komünist Enternasyonal) delege olarak katıldı. 1936 yılında İkinci Cumhuriyet sırasında İspanya Temsilciler Meclisine vekil olarak seçildi ve çalışma, barınma ve sağlık koşullarının iyileştirilmesi için mücadele etti. İspanya iç savaşında “No Pasaran!” (Geçit Vermeyeceğiz!) sloganı eşliğinde anti-faşist mücadelenin öncülerinden oldu. Konuşmaları, toplumun büyük bir kısmını, özellikle de kadınları, anti-faşist mücadele için bir araya getirdi. Madrid savunmasının başında yer alan Dolares Ibárruri, militanlığı, savaşkanlığı ile anti-faşist mücadelede sembol haline geldi. Ancak, büyük direnişlere sahne olan Madrid, 1939 yılında düştü. Faşistler, kanlı temizlik harekatına geçti. Bu nedenle, politik faaliyetlerine devam edeceği Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ye gitmek zorunda kaldı. Tek oğlu Rubén, Kızıl Ordu’ya katıldı ve 1942’de Stalingrad savunmasında öldü. 1944 yılı Mayıs’ında İspanya Komünist Partisi’nin genel sekreteri oldu. Ölene kadar devam edeceği başkanlık görevini 1960 yılında devralana kadar genel sekreterliğe devam etti. 1960’tan 1989’daki ölümüne kadar Parti’nin başkanlığı görevini sürdürdü. 1977’de İspanya’ya dönünce, ilk kez İkinci Cumhuriyet sırasında temsil ettiği bölgeden, Cortes’e (İspanya Parlamentosuna) yeniden vekil olarak seçildi. Dolares Ibárruri’nin yada diğer adıyla La Pasionaria’nın İskoçya’nın Glasgow kentinde Clyde caddesinde bir heykeli dikilmiştir. Heykel, İskoçya’dan İspanya’ya faşizme karşı savaşmaya gitmiş anti-faşist enternasyonal savaşçılar anısına ithaf edilmiştir. Cadılar, Haziran Ayaklanmasındaydı Cadıların isyanı Yasemin Güneş Tarihte “cadı” denilerek yakılan, öldürülen kadınlar, döneminin isyankar ve bilge kadınlarıydı. İsyankar ve bilge kadınlar, yani “cadılar”, 21. yüzyılda da dünyanın her yerinde kapitalizme ve gerici sistemlere karşı en önlerde yerlerini almaya devam ediyorlar. Türkiye’de yaşanan Haziran ayaklanmasında da bu tablo değişmedi. Kürdistan devrimine, isyanına alışık Kürt emekçi kadınlarına, Türkiye deki işçi, emekçi, genç kadınlarda eklendi. Geniş halk kitlelerinin sessizliğini bozduğu topraklarda emekçi kadınlar, adeta kır çiçekleri gibi yürüyüş kollarına, kentlerin meydanlarına yayıldılar. Yüz binlerin, milyonların yarısını cadı kadınlar oluşturuyordu. Zeynep Eryaşar, İstanbul Avcılar’da sokağın ö�keli ve ölümü göze alan yiğit kadın yüzüydü. O’nu Haziran ayaklanmasının kadın şehidi olarak sonsuzluğa uğurladık. Çocukları, Gezi parkında polisin saldırısına maruz kaldığında hesap sormak için soluğu sokak eylemlerinde almıştı. İsyankar yüreği polisin gaz silahına yenik düşmüştü. Kadın şehidimiz Zeynep Eryaşar’ın, tarihi ayaklanmanın şehit resimleri ve adları arasında yer alamamış olması ailesinin tercihiydi. Yüreğimiz ve özgürlük tutkumuz; Zeynep ablamızı, yoldaşımızı Büyük Çekmece’de yattığı yerde yalnız bırakmayacak!.. Gezi’nin mahpus kadınları ise onlarca gün sokakları terk etmemişlerdi. İstanbul Bakırköy hapishanesinde tutuklu bulunan Sosyalist Kadın Meclisleri’nin militan kadınlarından Çiçek Otlu’dan Goncagül Telek’e, Ankara Sincan’da tutsak Elif Kaya’ya kadar yüzlerce direnişçi kadın, dışarıda olduğu gibi gözaltında da saldırılara karşı sessiz kalmadılar. Tutsaklık koşullarında faşist devletin işkenceci, tacizci yüzünü haykırdılar. Elinde sapanını germiş, hede�ini almış, belinde içi taş dolu çantası, saçları beyazlamış savaşçı kadın, diğer adıyla “sapanlı teyze” hafızalarımızda yer eden karelerden biriydi. Moloto�lar atan, barikatlar kuran, tazyikli su saldırıları karşısında bedenlerini barikat eden kadınlar, “bizi durduramazsınız” diye haykırıyorlardı. Haziran ayaklanmasının cadıları, erkek egemen sisteme karşı demokratik talepleriyle ayaklandıkları gibi erkeklerin dilindeki ve sloganlarındaki erkek egemenliğine karşı da cins bilinçlerini tetikte tuttular. “Polissiz, tacizsiz, tayipsiz hava sahası” şeritleriyle, ellerinde boya ve fırçalarıyla, “Geceleri ve sokakları istiyoruz” pankartlarıyla kadın devrimini unutturmayan cadılar oldular. Devletin analara; “Çocuklarınızı alın, evinize dönün!” çağrısına, onlar evlatlarının önünde polise karşı kalkan olarak yanıt verdiler. Evlerine değil, sokaklara döndüler. 86 yaşındaki Sevim Uysal, ayaklanmanın tencere, tava hareketini canlandıranlardan olduğu için cezaya çarptırıldı fakat o eyleminden vazgeçmedi. Avustralya’lı öğrenci kadın Kate Mullen, diğer adıyla “Siyahlı kadın”, Haziran ayaklanmasının enternasyonal yüzü olmuştu. Avustralya’daki emperyalist işgale, savaş karşıtı gösterilere ve Sydney’deki occupy işgallerine katılmış, mücadelede sınır tanımayan enternasyonal kadınlardandı. İstanbul teknik üniversitesi akademisyenlerinden Ceyda Sungur, diğer adıyla “kırmızılı kadın” ise Haziran ayaklanmasının simgelerindendi. “Benim için ifade özgürlüğü ve insan, temel ilkedir. Özgürlük ne alınır, ne satılır. Bazen gerçek özgürlük bedelle ödenir.” diyen Ceyda, günlerce barikatları terk etmemişti. Ayaklanmacılar; işçi, emekçi, sağlıkçı, müzisyen, esnaf, öğretmen, öğrenci, ev emekçisi, ressam vb tüm meslek gruplarındandı. Şimdi onlar, büyük devrimlerin cadıları olmaya hazırlanıyorlar. 19 Cadılardan Elisa 20 Elisa’yı, Taksim’de yaşanan saldırılar sonrasında gerçekleşen gözaltı haberlerinde tanımıştık. Siyaset bilimi mezunu, İstanbul’da mastır yapan Elisa, 4 gün gözaltında, 10 gün yabancılar tutukevinde kaldıktan sonra “Fransız ajanı” olmakla suçlanmış ve sınır dışı edilmişti. Oturum izni olduğu ve suçsuz bulunduğu halde sınır dışı edilen Elisa, açtığı davalarla O’na Türkiye yollarını kapatan ‘Giremez’ kararını kaldırtmış. Elisa ile Paris’te buluştuk; SKB: Türkiye ile ilk tanışıklık nasıl başladı? Elisa: İki yıl önce Erasmus öğrencisi olarak İstanbul’a, Galatasaray Üniversitesi’ne gittim. Erkek arkadaşım İstanbul’lu. Ağustos ayında bir yıllık oturum izniyle gidip yerleştim. Siyaset Bilimi’ni bitirdim. Paris 8’de ‘Kürtçe’yi sonradan öğrenen Kürtler’ konulu mastır tezi hazırlıyorum. İnsan Hakları Derneği (İHD) için gönüllü staj yaptım. Gezi olayları, barışçıl bir halk hareketi idi. Bu gösteriler sırasında Gezi’ye gittim, oradaki birbirinden renkli insanlarla sohbet ettim. Parkı temizlemeleri, yüzlerce insan için hazırlanan ve bedava dağıtılan yemekler, gösteri organizasyonu. Çok güzel bir hareketti. Parkın korunması, dışarıdan insanların destekleri. Siyaset bilimi açısından çok renkli bir eylemdi. Ama sonra polisin müdahalesi başladı. SKB: Müdahale Fransa’dakilere benziyor muydu? Elisa: Fransa’da böyle bir şiddete tanık olmadım. İzinsiz eylemlere müdahale oluyor. Ama böyle bir baskıyı Fransa’da en azından ben şahsen görmedim. SKB: Nasıl tutuklandınız? Elisa: Taksim’e yakın bir yerde oturuyordum. 11 Haziran Salı sabahı şiddetli patlamalar duydum ve kendimi sokağa attım. Gezi’deki arkadaşlarım için endişelendim. Ama yol polis doluydu ve şiddetli müdahale vardı. İnsanlar gazdan ve şiddetten korunmak için binalara sığınıyordu. Ben de panikle, onları izleyerek kapısını açık bulduğum ilk binaya sığındım. Meğer SDP’nin binasına girmişim. Korkunçtu. Yaralılar vardı. Yoğun gaz kullanılıyordu. Kaçanlar kapının arkasına barikat kurarak kurtulmaya çalıştılar. Polis kapıyı zorlamaya başlayınca biz de pencereden yan binaya geçmeye başladık. Polis, camdan ateş etmeye başladı. Pencere üzerimize patladı. Yanımdaki bir kız kolundan yaralandı. Bizi bir otobüste topladılar. Kollarımız bilerek aşırı sıkılan plastik kelepçelerden morarmaya başladı. Bazıları otobüste korkunç dövüldü. SKB: Gözaltına alınmak nasıl bir duygu bıraktı? Elisa: Yasal bir siyasi partiye tesadüfen giren bizlere bile terörist muamelesi yapıldı. Parti üyelerine ne yapıyorlar düşünmek dahi istemiyorum. SKB: Yabancı olduğunuz için farklı ya da ayrıcalıklı muamele oldu mu? Elisa: Hayır. Ama ilk sorguya alınan ben oldum. İkinci günden itibaren de Konsolosluk ziyaret etmeye başladı. Dolayısıyla ‘kimsesiz’ değildim. En çok SDP ile ilişkimi sordular. Benim Fransız ajanı olduğumu söylediler. SKB: Misa�irhanede koşullar nasıldı? Elisa: Misa�irhane denilen ve hiç de misa�irperver olamayan göçmen tutukevindeki koşullar korkunçtu. Temizlik malzemesi, hijyen, hiçbir şey yoktu. Hastalara ilaç vermek için para topladılar, sonra hasta ilaç istediğinde kalmadı yanıtı verdiler. İnsanlar dil bilmiyor, hamile kadınlar var, çocuklar var, tercümanları yok, paraları yok. Dil bilmedikleri için kendilerini ifade edemeyenler, bayılanlar, sara krizi geçirenler… Koşullara inanamazsınız… Kendime olanlardan çok Gezi eylemcilerinin yaşadığı şiddet ve göçmenlerin yaşadıkları karşısında sarsıldım. Bir Kadın İşçinin Gençliği -Adelheid Popp Kültür sanat Herhangi bir kitabı okumadan önce soru işaretleri insanı hep meşgul eder. Acaba bu kitapta kadın mücadelesi sorunu nasıl ele alınmıştır diye sorular sorar, merak ederiz. İşte yukarıda adını verdiğimiz kitapta bir çok sorunun cevabını bulur ve önemli deneyimler edinebiliriz. Bu bir roman değil, yazarı da bir roman kahramanı hiç değil. Tam tersine yaşamın kendisidir. Eğitimsizliğine rağmen sürekli okuyan, kendisini teorik olarak bütün zor koşullara rağmen yetiştiren ve kendi çabasıyla iyi bir ajitatör ve konuşmacı olan bir kadın işçidir sözünü ettiğimiz. Kadın mücadele deneyimleri bakımdan da örnek teşkil ediyor. Büyük bir zevkle okursunuz. Okudukça heyecanlanır ve bir an önce bitirmek istersiniz. Kitap bir kadının çocuk yaşta, zor koşullarda ve düşük ücretle çalıştırılmasını çok net ve duru bir dille anlatır. Yoksulluk içerisinde geçen yaşamında, yalnızca ilkokul 3. sınıfa kadar okur ve çocuk yaşta çalışmaya başlar. Zor koşullarda çalışmanın getirdiği ciddi sağlık sorunlarına rağmen tek öğün yemekle çalışmaya devam eder. Çocuk işçiliğinden yetişkinliğe erdiğinde, artık sorunlarının farkına varır. Kendisi gibi bütün kadınların da aynı kaderi paylaştığını görür. Çocuk işçilerin ucuz ve kötü çalışma koşullarına dur diyecek birilerinin olmadığını da fark etmeye başlar. Çocuk işçi büyür ve giderek kadınların sorunlarına sahip çıkan işçi kadına dönüşür. Ve ilk işçi toplantısına gittiğinde tek kadın olduğunu fark eder ve boğazı düğümlenerek de olsa işçi kadınların sorunlarını dile getirir. Dindar bir aileden gelen bu genç işçi kadın, artık yalnızca roman ve öykü okumaz. Aynı zamanda klasikleri de okumaya başlar. Viyana’da olağanüstü hal ilan edildiğinde 15 yaşındadır. Küçük çalışma tezgahına çıkarak “kız kardeşler ve erkek kardeşler” diye başlayan ve olağanüstühal ilanını haber veren bir konuşma yapar. İş arkadaşlarına işçi hareketleri hakkında okuduğu herşeyi anlatır. Kadın sorunu hakkında henüz hiç bir �ikri olmadığı dönemlerde okuduğu sosyal demokrat bir yayında, “XIX. Yüzyılda kadın: çifte mülkiyet altındaki bir mal olarak, bir zevk nesnesi, bir sömürü nesnesi olarak pazarlanan köle kadın” başlığıyla yayınlanmış makale heyecanlandırır onu. Uyku uyumadan içindeki herşeyi harekete geçirmeye zorlar. Okuduklarını kendisine saklamaması gerektiğini düşünür. Evde bir sandelyenin üzerine çıkarak konuşma provası yapar ve kadınlara nasıl anlatacağını planlar. Aktif faaliyet yürüten erkeklere gıpta eder. “Keşke erkek olsaydım” diye iç geçirir. O dönemde bir kadının sosyalist harekette yada politik yaşamda bir etkinliği olabileceği bilgisine sahip değildir. Paris’teki Sosyalistler Kongresi, sekiz saatlik işgününün ilanı için bir günlük iş bırakma kararı aldığında hala tek başınadır ve “dava için hiçbir şey yapamadım” diye hayı�lanır. Artık büyümüş ve giderek işçi kadınların haklarını savunan ve kadınların örgütlülüğünün gerekli olduğuna inanan biri haline gelir. Gittiği her toplantıdaki konuşmaları polis tarafından not alınır, davalar açılır ve gözaltına alınır. Evlenip çocuk sahibi olduğunda eşi, yazım kuralları ve dilbilgisi konusunda kendisine özel ders verir. Çocukları olduğunda, sık sık çift yükümlülükler altında çökeceğini düşünür. Ama kendi söylemiyle ihmal ettiği ev işlerinin dışında yürüttüğü mücadeleyi hiç ertelemez ve yoğun bir şekilde mücadelesine ve çalışmalarına devam eder. Evliliğinin ve çocuklarının onun büyük bir sabırla ördüğü mücadelesine engel olmasına izin vermez. Kitap, öğretilmiş kadınlıktan kopuşmanın, kadın aklı ve yüreğinin yaşamda nasıl büyük bir dinamik oluşturduğunun güzel bir örneği. Bu ve benzeri kitapları okumanız dileğiyle. Elif Egeli 21 Kültür Sanat Tiyatro çalışması deneyiminden... Umut Gülebilen Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilenmesi amacıyla hazırlanmış gösteridir. Farklı bir şekilde duyguların ve olayların hareket (jest) ve konuşmalarla anlatılmasıdır. Tiyatro, olayları oluş yoluyla gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir. Tiyatronun genel olarak tanımını yapmakla başladık. Fakat yazı konumuzun esasını biz ka- 22 dınlar için tiyatronun ne ifade edebileceği. Bunu, kendi deneyimlerimizdeki bir örnekle açıklamaya çalışacağım. Bir kadın arkadaşımız, toplumsal olaylara kadın bakış açısını yansıtan amatör oyunlar yazıyor ve oynamaya çalışıyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü oynanmak üzere bir oyun hazırlayıp sahnelediler. Sahneye çıkan kadınlar, ilk defa sahne deneyi yaşıyorlardı. Öyle bir heyecan yaşıyorlardı ki oyuna sade ve içten bir güzellik katıyorlardı. İçlerindeki duyguları ifade edemeyen, hep “acaba”larla, kaygılarla hareket eden, kendine güvenmeyen kadınlar, tiyatro çalışmaları ve oyundaki rolleri ile kendi yaşamlarını sorguluyorlardı. Bütün bunlar, sanatın kadınlar için önemini ve gelişimlerindeki etkilerini görmemizi sağlıyordu. Oyunun sahnelenmesinden sonra bir kadın arkadaş, geri değerlere sahip bir aile çevresinde yetişmesine rağmen oynadığı oyunun kendinde yarattığı değişiklikleri şöyle tanımlamıştı; “Aslında her gün yaşadığım ama hiç sorgulamadığım ve değiştirmeyi düşünemediğim birçok şeyi oyunun içinde yaşadım. Kadın olarak kendime güvenmediğimi görerek aslında kadın isterse yapamayacağı, değiştiremeyeceği hiç bir şeyin olmadığını anladım” demişti. Bir başka kadın arkadaş ise; “Ben eğlenmeyi gülmeyi severim. İnsanları eğlendirmek güzel ama en önemlisi güldürürken ya da gülerken kendi gerçekliğimizi görebilmek, düşünmek ve sorgulamak. Bu oyun ile aslında, günlük hayatımızda kadın olarak ne kadar ezildiğimizin farkına varmamı sağladı. Ev içindeki paylaşımları, çocuk bakımını, kullandığımız dilde bile aslında belirleyici olanın daha çok erkekler olduğunu anlamamı ve bunun farkında olduğumu ama değiştirmek için yeterince çaba göstermediğimi fark etmemi sağladı.” demişti. Diğer bir kadın ise; “Kendi yaşadığım hayatı ve çocuklarımın yaşadığı hayat arasındaki farkı şimdi daha iyi görüyorum. Çocuklarımın bilinçli, farkına vararak yaşamalarını istiyorum.” Bir tiyatro oyununun, kadınlarda cins bilincini sorgulamalarını sağlayarak, farkına varmayı, kendine güven duymayı ve kadınlar isterse her şeyi başarabileceklerini gösterdi. Buradan baktığımızda kadınların sanatla özellikle de tiyatroyla daha çok ilişkilenmeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Çocukların Dünyasından... Elif Egeli Kendi dilinden Dünyada milyonlarca çocuk savaşlarda yaralanıyor, işkenceye maruz kalıyor, cinsel tacize uğruyor, idam ediliyor ve seks kölesi olarak kullanılıyor. Bu nedenle, çocuk sorununa sadece aile içi bir sorun olarak bakamayız. Toplumsal, ekonomik ve siyasal yönleri itibariyle kadın sorunu gibi özgün bir sorun olarak alabilmeliyiz. Bu soruna ilişkin özgün politikalarımız ve planlarımız olmalıdır. Aşağıya aktaracağım bilgiler bu bakımdan ilginçtir. Değişik ülkelerden savaşı yaşamış çocukların mektuplarından parçalar okuyarak bu sorunu dünyadaki bütün çocukların ortak sorunları olarak bakarsak sorunun yakıcılığını hep bera- ber hissedebiliriz. “Ben savaş kurbanı bir çocuğum. Şu anda 24 yaşındayım. Yaralarım hala kanıyor. Lütfen çocuklara yardım edin. Korku içinde ve tedirgin bir şekilde büyümelerine izin vermeyin. Onları sevin. Çocukların acı çekmelerine izin vermeyin” (Hırvatistan) “Sizler, zorba bir sisteme karşı özgürlük mücadelesi veriyorsunuz ve bu baskıyı başka bir şekilde uyguluyorsunuz. Çocuklara daha iyi bir yaşam verin.” (Ürdün) “Çocuklar Nepal’in geleceğinin dayanağıdır. Eğer onların rüyaları tahrip edilirse bütün bir ülke mahvolur… Çocuklar özgürlük ve neşe içinde bir yaşam ve düzgün bir eğitim görme hakkına sahiptir.” (Tayland) “Lütfen bütün çocukları serbest bırakın. Yetişkinlerin başlattığı bir savaş yüzünden acı çekmelerine izin vermeyin.” (Finlandiya) “Eğer konu sizin çocuğunuz olsaydı nasıl hissederdiniz? Çocuğunuz yakalanıp kaçırılsaydı... ve suça itilseydi, çocuklarınız sebeplerinden ve sonuçlarından bihaber oldukları bir savaşta yer almaya zorlansaydı, eğitim alamasaydı, psikolojisi yaşam boyu taşıyacağı bir zarar görseydi, çocuğunuz bir gün eve gelmeseydi--- lütfen bunu hemen durdurun ve çocuklara daha iyi bir gelecek sağlayın.” (Birleşik Krallık) Yukarıdaki sözler, çocukların yaşamlarına ne kadar çok şey sığdırdıklarını gösteriyor. UNICEF’in yaptığı araştırmaya göre, dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon 800 bin çocuk seks endüstrisine dahil ediliyor. Yaklaşık 5 milyon 700 bin çocuk ise köle olarak satılıyor. Raporda yer alan bir diğer önemli nokta ise, gelişmekte olan ülkelerde 143 milyon çocuk, anne ya da babasız büyüyor. Yine dünya çapında on milyonlarca çocuk yaşamlarını sokakta sürdürmek zorunda. Avrupa’da yaşayan her dört çocuktan biri ya yoksul ya da yoksulluk tehdidi altında. 1990 yılından bu yana yaşanan savaşlarda öldürülen 3,6 milyon insanın neredeyse yarısını çocuklar oluşturmakta. Yapılan bir araştırmaya göre, 640 milyon çocuk yeterli barınma olanaklarına sahip değil. 400 milyon çocuk temiz içme suyundan, 270 milyonu ise temel sağlık hizmetlerinden yoksun. Çoğunluğunu kızların oluşturduğu 140 milyon çocuk hiç bir şekilde okula gidemiyor. 90 milyon çocuk ise yeterli beslenemiyor. Raporda ayrıca 700 milyon çocuğun bu yoklukların en az ikisiyle hayatta kalmaya çalışıyor. Türkiye’de ise 2011 yılında, en az 815 çocuk önlenebilir sebeplerden dolayı yaşamını yitirdi. 2012 yılında Kürdistan’da, 41 çocuk öldürüldü, 71 çocuk yaralandı. Yüzlerce çocuk tutuklu bulunuyor. 181 bin çocuk gelin var. Çocuk işçi sayısı 900 bine ulaştı. 16 bin 577 çocuk sokaklarda çalışıyor. Sokaklarda yaşayan çocuk sayısı ise bin 641. Aile içi şiddet günümüzde neredeyse kanıksanmış durumda. Kadınlar içerisinde bir istatistik yapılsa (tabi herkesin doğruyu söylemesi kaydıyla) çocuğunu dövmediğini söyleyen bir kaç kişiyi geçmez. Ne yazık ki devrimci ailelerde de çokça rastlanılan bir olay. Neden dövdüğünü sorsan “ne yapayım çok yaramaz, söz dinlemiyor” olacaktır. Bir tokat veya bir kaç tokat neticede bu bir şiddettir, durdurun!.. 23 İSYAN - DİRENİŞ = YAŞAM!