T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİĞİNİN YENİDEN OLUŞUMU VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ayfer ALPTEKİN Tez Danışmanı Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK Ankara-2010 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİĞİNİN YENİDEN OLUŞUMU VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ayfer ALPTEKİN Tez Danışmanı Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK Ankara-2010 ÖNSÖZ İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın ekonomik, siyasi ve askeri açıdan bütünleşme çabaları, ekonomik açıdan beklenenden çok daha fazla başarıya ulaşmış olmasına rağmen, siyasi ve askeri alanlardaki bütünleşmesi, ancak Soğuk Savaş sonrasında ivme kazanabilmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, ABD’nin, dünya düzenini tek başına belirleyen güç konumuna gelmesi, Avrupa Birliği’nin de çok kutuplu bir dünya düzeni oluşturma yanlısı politikalar üretmesine neden olmuştur. Avrupa Birliği bu amaç doğrultusunda önce siyasi birliğin sağlanmasına çalışmış, ikinci adım olarak siyasi iradesini askeri alanda destekleyebilecek bir güce sahip olması gerekliliğinden hareketle, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) adı altında AB’nin siyasi kararlarını destekleyebilecek bir askeri gücün oluşturulması çabalarına hız vermiştir. Kuruluşundan bu yana Batı’ya yönelik bir politika izlemiş olan Türkiye Cumhuriyeti, güvenlik alanında da aynı yönelimi göstermiş ve Soğuk Savaş süresince belli başlı güvenlik kuruluşlarının üyesi olarak karar alıcı mekanizmalarında yer almıştır. Türkiye Soğuk Savaş sonrasında da, batıya doğru olan çizgisinden ayrılmamak ilkesi çerçevesinde, NATO’nun yanısıra AB bünyesindeki AGSP’ye katılarak, 21. yüzyıl güvenlik sistemi içinde yer almak istemektedir. Maastricht Antlaşması ile oluşturulan Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının (ODGP) uzantısı olan AGSP, Avrupa’nın siyasi ve güvenlik alanındaki politikaları açısından önemli bir oluşumdur. Çalışmamızda, Avrupa güvenliğinin gelişimi, tarihsel ve kronolojik süreç içinde ele alınarak, Türkiye’nin güvenliğinde önemli bir rolü olacak olan AGSP’nin oluşum süreci ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu çalışmanın hazırlanma aşamasında yapıcı katkılarını esirgemeyen değerli Hocam ve Tez Danışmanım Sayın Prof. Dr. Haydar Çakmak’a teşekkürlerimi sunarım. ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ............................................................................................................ i İÇİNDEKİLER .................................................................................................. ii SİMGELER VE KISALTMALAR ...................................................................... v GİRİŞ ................................................................................................................ 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1.1. KAVRAMSAL VE TARİHSEL OLARAK GÜVENLİK ................................ 3 1.1.1. Güvenlik Kavramının Analizi ........................................................ 3 1.1.1.1. Realist Kuram ................................................................... 3 1.1.1.2. İdealist Kuram .................................................................. 4 1.1.1.3. Neorealist Kuram ............................................................. 5 1.1.2. Güvenlik İkilemi ............................................................................. 9 1.1.3. Güvenlik Kompleksi ...................................................................... 11 1.2. AVRUPA GÜVENLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ .................................... 13 1.2.1.Avrupa Güvenliğinde Ortaçağ’dan 1. Dünya Savaşı Ertesine Kadar Olan Dönem ............................................. 13 1.2.2. Avrupa Güvenliğinde Birinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem .............................................................................. 16 1.2.3. Avrupa Güvenliğinde İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem .............................................................................. 16 1.3. SOĞUK SAVAŞ ........................................................................................ 18 1.3.1. Soğuk Savaş’ın Tanımı ................................................................. 18 1.3.2. Soğuk Savaş’ın Nedenleri ............................................................. 19 1.3.3. Doğu ve Batı Bloklarının Ortaya Çıkışı ......................................... 19 1.3.4. ABD’nin Sovyetler Birliğini Çevreleme Politikası........................ 20 1.3.5. Yumuşama Dönemi (Detant) ........................................................ 20 1.3.6. 1980’li yıllar-Düzenli Durum ......................................................... 21 iii İKİNCİ BÖLÜM 2.1. AVRUPA BİRLİĞİ’NDE ORTAK DIŞ ve GÜVENLİK POLİTİKASININ GELİŞİMİ ...................................................................... 22 2.1.1. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Gelişimi ve Batı Avrupa Birliği’nin Kuruluşu ............................. 22 2.1.2. Avrupa Ordusu Düşüncesi –“Pleven” Planı:Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Politik (Siyasi) Topluluğu Girişimi ........... 26 2.1.3. Avrupa’da Siyasal İşbirliği: Davignon (Lüksemburg) Raporu.... 30 2.1.4. Avrupa Tek Senedi ........................................................................ 32 2.1.5. Maastricht Antlaşması .................................................................. 34 2.1.6. Petersberg Bildirisi ....................................................................... 38 2.1.7. Amsterdam Antlaşması ................................................................ 41 2.2. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA KİMLİĞİ ........................................ 44 2.3. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI .................................. 50 2.3.1. St. Malo Zirvesi............................................................................... 50 2.3.2. Köln Zirvesi ................................................................................... 52 2.3.3. Helsinki Zirvesi .............................................................................. 53 2.3.4. Feira Zirvesi ................................................................................... 54 2.3.5. Nice Zirvesi .................................................................................... 56 2.3.6. Laeken Zirvesi ............................................................................... 61 2.3.7. Sevilla Zirvesi ................................................................................ 62 2.3.8. Brüksel Zirvesi .............................................................................. 63 2.3.9. Kopenhag Zirvesi .......................................................................... 63 2.3.10. AGSP’nin Faaliyete Geçişi ......................................................... 64 2.3.11. Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması ..... 81 iv ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.1. Türkiye’nin Güvenlik Algısı ve Stratejisi ............................................... 95 3.2. AGSP Bağlamında Türkiye-AB İlişkileri ............................................... 101 3.3. Türkiye’nin AGSP’ye Girme İsteği ve NATO Üyeliği Kozu ................... 104 3.4. AB’nin Türkiye’nin AGSP’ye Girmesi Karşısındaki Tutumu................. 105 3.5. Lizbon Antlaşması Sonrası Türkiye’nin Konumu ................................. 107 3.6. Avrupa Ordusu ve Türkiye’nin Rolü ...................................................... 112 3.7. Türkiye’nin AGSP’ye İlişkin Endişe ve Beklentileri .............................. 118 SONUÇ ............................................................................................................ 121 KAYNAKÇA .................................................................................................... 125 TÜRKÇE ÖZET SAYFASI ................................................................................ 134 İNGİLİZCE ÖZET SAYFASI ............................................................................. 136 v KISALTMALAR AAET Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri ABKA Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması ACS Karayip Ülkeleri Birliği (Association of Caribbean States) AET Avrupa Ekonomik Topluluğu AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGSK Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği AGSP Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AMM AB Aceh Gözlem Misyonu (Aceh Monitoring Mission) AP Avrupa Parlamentosu APT Avrupa Politik Topluluğu AST Avrupa Savunma Topluluğu ATS Avrupa Tek Senedi BAB Batı Avrupa Birliği BIO Barış İçin Ortaklık Antlaşması BM Birleşmiş Milletler BMGG Birleşik Müşterek Görev Gücü CICA Asya’da Güven Arttırıcı Önlemler ve Etkileşim Konferansı (Conference on Interaction and Confidence-Building Measures in Asia) EFC Avrupa Ormancılık Komisyonu EU COPPS European Coordinating Office for Palestinian Police Support EUFOR Avrupa Birlikleri (European Forces) EUJUST LEX AB’nin Irak Hukukun Üstünlüğü Misyonu vi (EU Rule of Law Mission for Iraq) EUJUST THEMIS Gürcistan’da Hukukun Üstünlüğü Misyonu (EU Rule of Law Mission in Georgia) EUMM Batı Balkanlar AB Denetim Misyonu (EU Monitoring Mission in the Western Balkans) EUPM Avrupa Birliği Polis Misyonu (European Union Police Mission) EUPAT AB Polis Danışma Ekibi (EU Police Advisory Team) EUPOL COPPS Filistin Polisine Destek için Avrupa Birliği Polisi Eşgüdüm Bürosu (European Union Co-ordinating Office for Palestinian Police Support) EUPOL Kinshasa Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde AB Polis Misyonu EUROCORPS Avrupa Birliği Kolordusu EUSEC DR Congo Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki Misyon (Mission in the Democratic Republic of Congo) EURATOM European Atomic Energy Community EUROGENDFOR Avrupa Jandarma Gücü FAO Gıda ve Tarım Organizasyonu FAWEU Batı Avrupa Birliği’ne Karşı Sorumlu Kuvvetler (Forces Answerable to the Western European Union) FIR Flight Information Region GAM Gam-Free Aceh Movement (Ganekan Aceh Mendeka) GKRY Güney Kıbrıs Rum Yönetimi HAK Hükümetlerarası Konferans ILO Uluslararası Çalışma Örgütü IPU Entegre Polis Birimi (Integrated Police Unit) KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vii MOU Memorandum of Understanding NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü OAS Amerika Ülkeleri Organizasyonu (Organisation of the American States ODGP Ortak Dış ve Güvenlik Politikası OGSP Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası OECD Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu (Organisation for Economic Cooperation and Development) OEEC Avrupa Ekonomik İşbirliği Organizasyonu (Organisation for European Economic Co-operation) s Sayfa SEECP Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi (Southeast European Cooperative Initiative) SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği GİRİŞ Tarihsel süreç içinde bakıldığında, uluslararası güvenlik sorunu kendi ulusal gücünü korumak ve/veya arttırmak yarışındaki güçlerin savaşımından kaynaklanmıştır. Benzer biçimde 20. yüzyıl başlarından bu yana ortaya çıkan savaşların da temel nedeninin güç mücadelesi olduğunu görmekteyiz. Temelini paylaşım sorunu kaynaklı güç mücadelesini oluşturan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ardından gelen Soğuk Savaş dönemindeki güç mücadelesinin bu kez “savaş”la değil, fakat propaganda, silahlanma yarışı gibi araçlarla sürdürüldüğü görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası ilişkiler literatüründe etkili olan “Realist Kuram”a göre, devlet uluslararası ilişkilerin temel aktörüdür. Dolayısıyla uluslararası ilişkiler ve uluslararası politikayı da arasındaki mücadele belirler.1 devletler Tarihsel süreçte güvenliğin bozulmasının temel nedeninin paylaşım sorunu kaynaklı olmasından yola çıkılarak, güçbağdaşma-güç dengesi gibi kavramsal araçlarla uluslararası güvenliği irdeleyen realist yaklaşıma tezimizde öncelik verilecektir. Güvenlik politikalarını algısı ve belirlemekte stratejileri kaynak uluslararası aldığı önemli sistemde kriterlerin ulusların toplamıdır. Dolayısıyla, küresel rekabet ve bulunduğu coğrafya açısından Türkiye’nin hem tarihsel, hem de politik süreçte birlikte ve karşılıklı etkileşim içinde olduğu Avrupa kıtasının güvenlik kavramından soyutlanamayacağı açıktır. Soğuk Savaş sonrası geleneksel güvenlik kavramında ortaya çıkan yeni değişimler Avrupa güvenlik stratejisinin de yeniden gözden geçirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Uluslararası ilişkilerin değişen dinamikleri çerçevesinde ortaya çıkan ekonomik ve siyasi gelişmelere paralel olarak güvenlik politikalarının da yeniden planlanması kaçınılmaz olmuştur. Çalışmamızın konusu “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenliğinin Yeniden Oluşumu ve Türkiye’nin Rolü” olduğuna göre, birinci bölümde “Soğuk Savaş”ın tanımı, kaynakları, kökenleri ve süresine kısaca değinmenin 1 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa Yayınları, 2002, s.122. 2 yararlı olacağı düşünülmektedir. Birinci bölümde ayrıca, Güvenlik Kavramının Tarihsel Gelişimi, Güvenlik Kavramının Analizi, Avrupa Güvenliğinin Tarihsel Gelişimi: Soğuk Savaş Dönemi ve Sonrası, İkinci bölümünde: Avrupa Birliğinde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Gelişimi, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, Üçüncü bölümünde: Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasında Türkiye’nin Yeri ana başlığı altında, Türkiye’nin Güvenlik Algısı ve Stratejisi, AGSP Bağlamında Türkiye-AB İlişkileri, Türkiye’nin AGSP’ye Girme İsteği ve NATO Üyeliği Kozu, AB’nin Türkiye’nin AGSP’ye Girmesi Karşısındaki Tutumu, Lizbon Antlaşması Sonrası Türkiye’nin Konumu, Avrupa Ordusu ve Türkiye’nin Rolü, Türkiye’nin AGSP’ye İlişkin Endişe ve Beklentileri incelenecek, Sonuç bölümünde de Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolünün Soğuk Savaş sonrası dönemde farklılaşmış olsa dahi, önemini ve değerini korumaya devam etmekte olduğu vurgulanacaktır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM 1.1. KAVRAMSAL VE TARİHSEL OLARAK GÜVENLİK 1.1.1. Güvenlik Kavramının Analizi Güvenlik sözcük olarak tehdit, tehlike ve korku durumunun ve hissinin olmadığı anlamına gelir.2 Güvenliğin tehlike ve korku ortamını çağrıştırmasının temelinde, insan doğasında mevcut olan yaratıcı ve yok edici durağan güçten kaynaklanan çelişki yatmaktadır. Bu çelişkiden korku ortaya çıkmakta, korku ise güvenlik içgüdüsünü beraberinde getirmektedir. Güvenliği sağlamak ise ancak güçlü olmakla mümkündür. doğa yasası geçerli olmaktadır. Bu bağlamda, Sabaha sağ çıkacak olan karaca değil, gücün temsilcisi aslandır. Güç olgusu uluslararası ilişkiler biliminde merkezi bir kavramdır. Uluslararası ilişkiler kuramlarından klasik öğretiye göre, güvenlik gücün bir uzantısıdır. Güvenliğin temelinde güç vardır. Güçlü bir ülke kendi güvenliğini sağlamak amacıyla gerekli önlemleri alır ve saldırgan davranışlara karşı caydırıcı olur.3 1.1.1.1. Realist Kuram Realist kuramın kurucusu Hans Joachim Morgenthau’nun temel aldığı nokta insan doğasıdır. Realistlere göre insan doğası bencildir ve diğerlerinin zararına da olsa kendi çıkarını gözetir. Devletler de insanlar gibi kendi çıkarlarını gözetirler, bu da uluslararası ilişkilerin çatışmacı niteliğine katkıda bulunur.4 Klasik realizmde uluslararası ilişkiler, devletlerarası ilişkiler olarak görülmekte ve güvenlik gücün bir uzantısı olarak algılandığından askeri düzlemde ele alınmıştır. 2 Güvenliğin sağlanması bireyin de güvenliğinin Haydar Çakmak, Avrupa Güvenliği, Ankara, Platin Yayınları, 2007, s. 25. Çakmak, a.g.e., s.25. 4 Yücel Bozdağlıoğlu, “Realizm”, Derleyen: Haydar Çakmak, Uluslar arası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti., 2007, s. 138-141 3 4 sağlanması olarak algılanmıştır. Klasik realizm, devletlerarası ilişkileri güce dayandırdığından güvenlik kavramına yüklediği önem kaçınılmaz olmakta ve bireyin, kurumların, kısaca ülkelerin güvenliğinin askeri güç desteğiyle sağlanabileceğine dayandırmaktadır.5 1.1.1.2. İdealist Kuram Öğretisini güç, çıkar ve insan doğası üzerine kuran realistlere karşın insan doğasına farklı yaklaşım sergileyen 19. yüzyılın liberalizminden etkilenen idealistler uluslararası ilişkileri etkileyen tek faktörün güç olmadığını, uluslararası örgütler, uluslararası hukuk ve etik değerlerin ön plana çıkarılmasını savunmuşlardır. Devletlerin egemenliğine ve eşitliğine dayalı realizm anlayışında devletler üstü bir güç merkezi veya merkezi bir otorite olmamasından kaynaklanan anarşik ortamın uluslararası ilişkileri istikrarsızlaştırdığı görüşünde olan idealistler insan doğasının iyi, barışçı ve işbirliğine hazır niteliklerine değinerek problemlerin hukuk çerçevesinde ve işbirliğine dayalı olarak çözümlenmesinden yanadırlar. Ancak, Buzan barış yanlısı tutum içinde olanları, İdealist Okul’la bağlantılandırmanın gevşek (anlamı zayıflatan) bir yaklaşım olacağı düşüncesindedir. İdealistler Realistlere karşı olmaktan çok savaş olgusuna odaklanırlar. Savaş ulusal güvenlikten kaynaklanan bir tehlike olduğuna göre bu sorunun çözümünün, savaşın uluslararası gündemden kaldırılması ile mümkün olacağını savunurlar. İdealistler güvenliği barışın bir sonucu olarak görürler: devamlı barış herkes için güvenlik sağlar.6 İşte bu nedenledir ki, devletler güvenliklerini sağlamak amacıyla barışı bozabilecek tehlikelere karşı güçlerini birleştirmek istemişlerdir. Ancak, 1980’lere gelene kadar ortak güvenlik alanında çok az yol alınmıştır. Birinci Dünya Savaşı ertesinde ABD Başkanı Woodrow Wilson önderliğinde toplanan İdealistler ortak güvenliğe dayalı yeni bir kurumsallaşmanın sağlanmasına çalışmışlardır. Ortak güvenlik kavramı Milletler Cemiyeti’nin ve Birleşmiş Milletlerin kuruluşunda temel girdidir. 5 Özlem Çelebi, “Güvenlik”, Derleyen: Çakmak, a.g.e., s, 71. Barry Buzan, People, States and Fear: an agenda for international security studies in the postCold War era, 2. baskı, Harvester Wheatsheaf, Great Britain, 1990, s.2. 6 5 1.1.1.3. Neorealist Kuram Birinci Dünya Savaşından sonra ortak güvenliğe yönelik arzu ve istek bu yönde bazı başarılar göstermişse de, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletlerin başarısızlığa uğraması bu yöndeki yaklaşım ve çalışmaların güdük kalmasına neden olmuştur.7 Yukarıda da değinildiği üzere, devletler üstü bir karar merkezi bulunmamasının (bu yöndeki çalışmaların başarısızlığa uğradığı da görülmüştür) sonucu uluslararası sistemdeki anarşik yapı devletler arasındaki işbirliğini önlemekte, bunun nedenini de klasik realizmi eleştiren neorealizm akımının önde gelen temsilcisi Kenneth Waltz, bu durumu “kazanım” kavramıyla ilişkilendirmektedir.8 kazanım konusunun, eski geçmişe açıklanabileceğini düşünüyorum. atıf Yakın geçmişteki yaparak daha açık olarak Şöyle ki, yine insan doğasından yola çıkarak, insanda var olan kazanma hırsı (kazanma duygusunun arka planındaki temel dürtünün yine güvenlikle ilgili olduğuna daha sonra değinilecektir) Romalıların bir olayı daha iyi anlamak için Latince “Cui prodest” = “Kim kazanıyor” sorusu Avrupalıların yaşam felsefesinin özünü oluşturmuş ve kazanma duygusu sadece günlük yaşamlarının değil, uluslararası ilişkilerini de etkilemiştir. Çakmak’ın konuya yaklaşımı şöyledir: “Batılı ülkelerin hırsı ve kazanma isteği onları deniz aşırı bölgelerde ve kıtalarda sömürge ülkeleri bulmaya itmiştir. Kazandıkça daha fazla kazanma, büyüdükçe daha fazla büyüme hırsları oluşmuştur. İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz ve Belçika gibi ülkeler başta olmak üzere diğer birçok Avrupalı ülke, Afrika, Asya, Avustralya, Amerika gibi kıtalarda sömürgelere sahipti. 18. yüzyılda uluslararası ticarette önemli gelişmeler kaydedildi. 19. yüzyılda ticaretin yanı sıra, sınırlı da olsa, sanayinin başlamasıyla hammadde ticareti önem kazandı. Özellikle kömür, demir madenleri, pamuk gibi ürünler sanayinin önemli girdileri oldu ve bu maddelerin bulunduğu 7 8 Buzan, a.g.e., s.14. Yücel Bozdağlıoğlu, “Neorealizm”, Derleyen: Çakmak, a.g.e., s, 143-147. 6 topraklar önem kazandı. Buharlı gemilerin icadı, demir yollarının yapılması, dinamonun keşfi gibi yenilikler ise, hem uluslararası ticareti hem de uluslararası ilişkileri önemli derecede etkilemiştir. Üretime makinenin girmesiyle üretim fazlası oluşmuştur. Ülkeler ihtiyaç fazlası üretimlerine hammadde ve Pazar bulmak için yeni sömürgeler bulma yoluna gitmişlerdir. İhtiyaç duydukları hammaddelere ve üretimlerini pazarlayacakları sömürge ülkelerine giden su ve karayollarını güven altına almak için ortaya çıkan ihtiyaç, sahip olunan askeri gücün sürekli arttırılması olmuştur. Bu ihtiyaç daha sonra bir geleneğe dönüşmüş ve büyüyerek 20. yüzyılda tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.”9 Waltz, devletlerarası işbirliğinin olmamasının nedenini, devletlerin işbirliğine girişmeden önce kendilerinin ne kadar kazanacağını değil, karşı tarafın ne kadar kazanacağını düşünmeleridir diye açıklar. Waltz’a göre, eğer bir devlet işbirliğinden diğerinden daha az kanacaksa bu işbirliğine girişmemelidir. Çünkü işbirliğinden göreceli olarak daha kazançlı çıkacak devletin artan kapasitesini gelecekte karşı tarafa nasıl kullanacağı bilinmediğinden devletler kendilerine güvenmek zorundadırlar. Devletlerin kendi güvenliğini korumak için, bir başka deyişle hayatta kalabilmesi için aldığı önlemler (self-help attempts) niyeti ne olursa olsun diğer devletleri giderek artan güvensizlik ortamına sürüklemekte ve her bir devlet de karşı tarafı gizil tehlike olarak gördüğü için aynı güvenlik tedbirlerini, kendini savunma amaçlı olarak belki daha fazlasıyla almak olgusuyla karşı karşıya kalmaktadır. Neorealizm, güvenliği klasik realizmin tersine sistemin yapısına bağlar. Ancak, devletlerin kendi güvenliğini koruma algısını hayatta kalabilme dürtüsü olarak yorumluyorum. olmasaydı tarih boyunca savaşlar olur muydu? 9 Çakmak, a.g.e., s.1-15. Çünkü böyle bir dürtü 7 Arı’ya göre, “realist” ve “neorealist” kuramlarda güvenlik gücün bir uzantısı biçiminde değerlendirilmektedir. 10 Buzan’a göre realistler, güvenlik kavramını kendi tercih ettikleri güç fikri altında araştırmışlar, idealistler ise, güvenliği barış kavramı altında değerlendirme yolunu seçmişlerdir.11 Güvenliğin dar tanımlanması, maddi güç ve devletlerin askeri güçlerini kullanma isteğiyle bağlantılıdır. Oysa, güvenliğin geniş tanımlanmasında askeri güvenlik yanı sıra, siyasal, ekonomik, toplumsal ve çevresel güvenlik sorunlarının değişen güvenlik algılamalarıyla sıkı bağlantı halinde olduğu görülmektedir. Savunmaya yönelik askeri seçenekli güvenlik (hard security) sorunları ile çatışma önlenmesine odaklı askeri olmayan yumuşak (soft security) güvenlik sorunları birbiriyle iç içe olmakla birlikte, yumuşak güvenlik kavramı Soğuk Savaş’ın sona ermesini müteakip gündeme gelmiştir. “Sert güvenlik”, bir devletin askeri savunmasını ve güvenlik konularını askeri strateji kadar askeri denge açısından incelemekte, “yumuşak güvenlik” içermektedir.12 ise, güvenliğin askeri olmayan boyutlarını 1996 yılında Danimarka Dışişleri Bakanı Niels Helvey Petersen, Avrupa güvenliğini de içeren “yumuşak güvenlik” tanımında, “ulusal toprakların savunmasını da içerecek şekilde askeri müdahale operasyonlarının dışında kalan tüm güvenlik boyutları”na değinmiştir. Petersen, Avrupa’da bölgesel işbirliği bağlamında yumuşak güvenlik riskleri alarak siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa, etnik çatışmalara, azınlık sorunlarına, sınır anlaşmazlıklarına, göç olgusuna, sınır ötesi çevresel sorunlara ve organize suç kavramına işaret etmiştir. 13 “Yumuşak güvenlik” sorunlarının yanısıra “ortak güvenlik” sorunları da, Soğuk Savaş’ı izleyen dönemde ön plana çıkmıştır. Batı kültüründe Aristo’dan bu yana, doğadaki önde gelim sıralamasında insanın en üstün 10 Arı, a.g.e., s.123. Buzan, a.g.e., s, 8-11. 12 Muharrem Gürkaynak, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Ankara, Asil Yayın Dağıtım Ltd. Şti., 2004, s.4. 13 Gürkaynak, a.g.e., s.5. 11 8 varlık ve doğanın hakimi olduğu teması işlenmiştir. Dolayısıyla, doğanın tüm kaynakları ve tüm canlılar İnsanoğlunun doğayı, insanın yararlanması için yaratılmıştır. kendi geleceğini hiçe sayarak düşünmeden tüketmeye devam etmesi ve 20. yüzyılda nüfus artışı ve buna bağlı olarak üretim hızının daha önce görülmemiş boyutlara ulaşmış olması doğanın tükenmesini de aynı ölçüde hızlandırmıştır. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru, hava, su, toprak, doğal kaynaklar, iklim, fauna ve flora çeşitliliği gibi yaşam destek sistemlerinin bozulduğunun farkına varılması “ ortak güvenlik” kavramının önemini ortaya çıkarmıştır.14 Hiçbir devletin, başka devletlerin güvenliğini artırmadan kendi güvenliğini sağlayamadığı bir ortamın sözkonusu olduğu böyle bir durumda, devletlerin ortaklaşa hareket ederek, boyutları giderek artması kaçınılmaz olan tabii felaketlerin önüne geçilmesi olası değildir. Örneğin fosil yakıtların sera etkisi, tehlikeli endüstriyel atıklar, küresel ısınma, bulaşıcı hastalıklar, toprak kaybı, çölleşme gibi tehditler, birçok ülkeyi aynı anda tehdit ettiğinden bölgesel ve/veya küresel işbirliği oluşturulması fikrinin ortaya çıkmasında etkili olan nedenlerden biridir. İşbirliği fikri aynı zamanda kolektif güvenliğin (collective security) mantığını da oluşturan öğelerden biridir. Kolektif güvenlikte saldırgan taraflar kendilerinden daha fazla güce sahip bir koalisyonla karşı karşıyadır. Güç kullanımında karşı tarafın daha ezici bir güçle karşılık vermesinin olası olduğu durumda, kolektif güvenlik örgütü içinde rekabetten çok işbirliği ön plana çıkarak, herkesin kendi güvenliğini tek başına sağladığı bir dünya düzeni ortadan kalkacaktır. 15 “Kolektif güvenlik” kavramı, güvenlik ikilemi (security dilemma) kavramını da beraberinde getirmektedir. 14 Gülgün Tuna, Yeni Güvenlik – Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler, 2. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti, 2003, s.180-188. 15 Gürkaynak, a.g.e., s.5. 9 1.1.2. Güvenlik İkilemi John Herz’in 1950’li yılların başlarında, güvenlik ikilemi “security dilemma” olarak adlandırdığı bu durum silahlanmaya yol açan nedenlerden birini oluşturmaktadır.16 Aslında bu ikilemin, güvenlik sözcüğü etimolojik olarak incelendiğinde bizzat sözcüğün kendi içinde barındığı görülmektedir. Latince (secura) “se” (-siz, -sız) ve “cura” (dert) sözcüklerinden oluşan güvenlik kavramı “dertsiz” anlamına gelmektedir.17 Ancak, dertsiz olmanın veya güvende olmanın sınırları nedir? Nereye kadar güvende olunabilinir? Güvenlik tehdit algılamamıza bağlıdır. Eğer algıladığımız güvenliği koruyabiliyorsak güvende oluruz. Tehdidin büyüklüğü veya küçüklüğüne ilişkin algılamamız sahip olduğumuz caydırıcı güçle orantılıdır. Tehdit edilmiyorsak veya olası tehditi bertaraf edebilecek konumda isek güvende olduğumuz anlamını çıkarabiliriz. Bu güvenlik tanımını birey, toplum ve/veya devlet temelinde ele alırsak başka bir birey, toplum ve/veya devlet tarafından tehdit edilmeme durumu veya tehdit sözkonusu olduğunda güçlülüğünden emin olmak durumu olarak tanımlanabilir. Nasıl ki, birey kendini güvende hissedebileceği tedbirleri alırken, karşısındaki birey de aynı yolu izliyorsa, benzer biçimde Soğuk Savaş döneminde devletlerin ateşli ve nükleer savunma sistemlerini geliştirmesi de “güvenlik ikilemi”nden kaynaklanmaktır. “Güvenlik İkilemi” kavramına göre, bir devletin başka bir devleti tehdit yoluyla güvenliğini artırma çabası, karşı tarafın kendi güvenliğini artırma tepkisi ile karşılaşacak ve bu da ilk devletin güvenliğini tehdit edecektir.18 NATO’nun kurulmasından sonra Varşova Paktı’nın kurulması ve ABD ile SSCB arasında yaşanan silahlanma yarışı “güvenlik ikilemi”ne güzel bir örnektir. Soğuk Savaş döneminin iki kutup arasında doruğa ulaşan tehdit algılaması sonucu ortaya çıkan silahlanma yarışı aynı zamanda bir denge 16 Buzan, a.g.e., s.4. Muhittin Demiray, İsmail Hakkı İşcan, “Uluslar arası Sistemde Güvenlik Kavramının Değişimi Ekonomik ve Jeopolitik Arka Planı”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 21, Ağustos 2008, s.150. 18 Gürkaynak, a.g.e., s.6. 17 10 unsuru oluşturuyordu. sözkonusu idi. Burada tehdit ve hedefi arasında bir simetri Buzan’ın deyimiyle “güvenlik ikilemi” mevcut durumu, devletler arasında sıcak çatışmaya meydan vermeyecek bir yapıya dönüştürdü.19 Güç güvenliğin temelini oluşturmakla birlikte “güvenlik ikilemi” kavramı, devletlerin dış politikada kendi başına hareket edemeyeceği yaklaşımını getirdi. Soğuk Savaş sonrası oluşan ortam, uluslararası ilişkilerde güvenlikten sorumlu tek aktörün devlet olamayacağı, devletin dışında diğer aktörlerin de varlığını olanaklı kılmıştır. Soğuk Savaş döneminin askeri gücü, Soğuk Savaş sonrasında yüksek politikanın “high politics” (birincil önemli politika) tartışılmaz merkezi olmaktan çıkmıştır. 20 Bu dönemde güvenlik alanına giren konular çeşitlenmiştir. Soğuk Savaş döneminin alçak politikasını “low politics” (ikincil önemli politika) oluşturan doğanın ve ekosistemin bozulması, doğal kaynakların kıtlaşması, ekonomik belirsizlik, kökten dincilik, terörizm, insan ticareti, göç olgusu, salgın hastalıklar gibi konular güvenliği tehdit eden unsurlar olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka deyişle, küreselleşmenin getirdiği “karşılıklı etkileşim” güvenlik kavramını çeşitlendirmiş ve güvenlik boyutunu sadece devletlerin güvenliğiyle sınırlamaktan öteye taşımıştır. Sonuçta güvenlik riskleri global ölçekte birbirine bağımlı hale gelmiştir. Uluslararası ilişkilerin geldiği bu düzlemde, güvenlik kavramının sadece “sert güvenlik” sorunlarıyla bağlantılı olarak tanımlanması mümkün görülmemektedir. Günümüzde savaş ve çatışmanın yokluğu güvenlik ve istikrarın mevcut olduğu anlamını taşımamaktadır. Artık, hiçbir ülke ister “yumuşak güvenlik” ister “sert güvenlik” sorunları olsun, güvenlik risklerinden muaf değildir. Kısaca, klasik bölgesel sınırlar küresel ekonomik, sosyal politik ve askeri sorunlar tarafından eski keskin hatlarını koruyamamıştır. Örneğin, Ortadoğu’nun sınırları Orta Asya’ya kadar yayılmıştır veya tersi durum sözkonusudur. Soğuk Savaş dönemindeki Avrupa’nın sınırları da Doğu’ya ve Güney’e doğru genişlemiştir. İşte güvenliğin karşılıklı bağımlılığı sonucu “Atlantik ötesi 19 20 bağlantılı Buzan, a.g.e., s. 8. Buzan, a.g.e., s.9. Avrupa-Asya güvenlik etkileşimi” olarak da 11 adlandırabileceğimiz, Buzan’ın tanımlamasıyla Avrupa’da yeni “güvenlik kompleksi” kavramı ortaya çıkmıştır.21 1.1.3.Güvenlik kompleksi (security complex) Buzan ayrıca, güvenlik kompleksi “security complex” terimini karşılıklı etkileşimin sonuçlarını etiketlendirmek (adlandırmak) amacıyla kullandığını belirtir. Buzan’a göre, “security complex” devletlerin birincil (temel) güvenlik endişelerinin birbirlerinin ulusal güvenlikleriyle bağlantılı olduğunu ve birbirinden ayrı düşünülemeyeceği şeklinde yorumlar. Buzan, “güvenlik kompleksi” deyiminin hem güvenlik kavramını hem de komşu devletler arasındaki iç içe geçen bağımlılığı içerdiğine işaret eder. Buzan, buna ilaveten, “security complex” terimini rekabetin ve menfaat paylaşımının karşılıklı bağımlılığı olarak nitelendirir.22 Devletlerin güvenliğinin birbirlerine bağımlı olduğu, zaman içinde anlaşılmış ve tarih boyunca devletler güçlerini birleştirerek ittifaklar kurmuşlardır. Hayatta kalabilmek için ilkel insan kendine yönelik bir tehlike durumunda ok, mızrak, sopa, balta gibi silahlarla düşmanla tek başına savaşırdı. Toplumların gelişmesiyle birlikte, ilkel insan düşmana karşı komşularıyla birlikte savaşmaya başlamış ve güçlerini birleştirdikleri takdirde daha güvende olduklarını deneyimleri sonucu öğrenmişlerdir. Yüzyıllar boyunca ittifaklar, antlaşmalar, savaş ve müzakerelerle devletler de evrim geçirerek barış ve istikrarın bağımsız devletlerin oluşturdukları birliktelikler yoluyla korunabileceği kavramına ulaşmışlardı. 23 Benzer biçimde İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupalıların bütünleşmesinde Sovyet tehdidinin önemli bir payı olmuştur. ABD’nin Monroe (İzolasyon Politikası) Doktrini’nden vazgeçerek Batı Avrupa’yı 21 Ramazan Gözen, “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP, March 2003,. (Erişim) http://www.sam.gov.tr/perceptions/sampapers, 15 Ağustos 2009, s. 4. 22 Buzan, a.g.e., s.190-191 23 Muharrem Gürkaynak, a.g.e., s.10. 12 desteklemek için Avrupa’ya yönelmesinde Sovyetler Birliği’nin rolü olmuştur.24 Tabii Avrupa bütünleşmesinde ikinci nedenin, Batı Avrupa devletlerinin Avrupa’ya zarar veren “Almanya’yı bir uluslararası ya da üstü bir yapıya entegre etmenin yollarını aramak, üçüncü nedenin de, “bir ortak pazar içinde Batı Avrupa devletlerinin ekonomik güçlerini bir araya getirerek ABD ekonomisine bağımlılığı giderek azaltma isteği” olduğu söylenebilir. 25 24 25 Çakmak, a.g.e., s.17. Haluk Günuğur, Avrupa Birliği, Eko Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi, Ankara, 2007, s. 4-5. 13 1.2. AVRUPA GÜVENLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ 1.2.1. Avrupa Güvenliğinde Ortaçağ’dan 1. Dünya Savaşı Ertesine Kadar Olan Dönem Çalışmamızın konusu her ne kadar Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliği olmakla birlikte, bugüne gelinen noktada M.Ö. yıllardan başlayarak oluşan “Avrupa Birliği” kavramına değinmekte yarar görülmektedir. Avrupa’da siyasi ve askeri birliği sağlama çabaları M.Ö. 2. Yüzyıla kadar dayanmaktadır. Bu yüzyılda askerliğin meslek haline gelmesiyle, asker sınıfı toplumlarda etkin bir yapıya sahip olmuştur. M.S. 284’ten itibaren Avrupa güvenliğinin sağlanması amacıyla Avrupa birçok yeni bölgeye ayrılmıştı. Ancak, bu yeni bölgeler arası iletişim gerekliliği, gruplaşmalara yol açmaktaydı. Sözkonusu gruplaşmalar arttıkça ordularda da reorganizasyona gidilmekteydi. Böylece o çağda da, bugünün BAB ve NATO örneğinde olduğu gibi dağınık askeri güçler arasında bütünleşme ihtiyacı ortaya çıkmıştı. 1815 Viyana Kongresi, Avrupa’nın uluslararası ortak geleceğini oluşturduğu ve ortak kaderi paylaşmak durumunda olduklarını ortaya koymuştur. Avrupa’da kimi zaman küçük çapta, kimi zamansa daha geniş çapta askeri ittifaklar biçiminde ortaya çıkan güvenlik girişimleri, fikir bazında da asırlardır tartışılan bir konu olmuştur.26 Asırlardır kanlı savaşlara sahne olmuş olan Avrupa’da çeyrek yüzyıl gibi bir zaman diliminde yaşanan iki dünya savaşından sonra “kalıcı bir barış” ortamının sağlanması fikrini ilk ortaya atan düşünürlerden bazıları ve öngördükleri barış projeleri kısaca şöyledir: Pierre Dubois: “Kutsal Toprakların Kurtarılışı (1306)” adlı yapıtında, Papa önderliğinde hristiyan devletlerin oluşturduğu “Hristiyan Birliği”nin, Dante: “De Monarchia-Monarşi Hakkında (1313)” adlı yapıtında eski Roma İmparatorluğuna benzer bir örgütlenmenin, kalıcı barışı sağlayacağını savunmuşlardır. 26 Mesut Hakkı Çaşın, Uğur Özgöker, Halil Çolak, Küreselleşmenin Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasına Etkisi AVRUPA BİRLİĞİ, 1. Baskı, İstanbul, Nokta Kitap, 2007, s.153-154. 14 Emeric Crusé: “Yeni Cynée (1623)” adlı yapıtında, barışı sağlamak için Avrupa’daki hükümdarların elçilerinin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu, İran, Çin, Hindistan ve Afrika’dan temsilcilerin katılacağı ve tarafsız bir kentte örneğin Venedik’te bir “meclis” kurulmasını önermiştir. Crusé’nin önerisinde, meclis merkezinin Avrupa olması, önde gelim düzeninde Papa’nın ilk, Osmanlı padişahının temsilcisinin ise ikinci sırayı alması belirtilmiştir. Bu öneri, Avrupa’nın dışında diğer belli başlı devlet temsilcilerinin katılmasını da içerdiği için ilk evrensel örgütlenme olarak kabul edilebilir. Duc de Sully: “Anılar” ya da “IV. Henri’nin Büyük Özlemi (1638)” adlı yapıtında, Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusya’sı gibi Avrupalı olmayan devletlerin yer büyüklüklerine almayacağı göre temsilci bir federasyon gönderecekleri önermiştir. ve üyeler Devletlerin arasındaki anlaşmazlıkları çözmekle yükümlü olacak olan bu Avrupa Federasyonu aynı zamanda bir orduya sahip olacaktı. William Penn: “Avrupa’da Şimdiki ve Gelecekteki Barışa İlişkin Deneme (1693)” adlı eserinde Osmanlı İmparatorluğu dahil bütün Avrupa ülkelerinin temsilci göndereceği Avrupa Parlamentosu önermiştir. Üyeler arasındaki anlaşmazlıkları çözmekle yükümlü Parlamento’nun alacağı kararlara uymayanlara ortaklaşa girişimde bulunulacaktır. Abbé de St. Pierre: “Avrupa’da Sürekli Barış İçin Muhtıra (1712)” adlı yapıtında, hristiyan devletler arasında barışı sağlamak için Hollanda’nın Utrecht kentinde uluslararası ve sürekli bir “Senato” kurulmasını önermiştir. Senato’nun emri altında bir ordu kurulacak ve ordu senatonun aldığı kararlara uymayan devletlere karşı kullanılacaktı. Immanuel Kant: “Ebedi Barış (1795)” adlı eserinde savaşları önlemek amacıyla “ebedi barış” için federasyon önermekteydi. Pierre Dubois, Duc de Sully ve Abbé de St. Pierre uluslararası ordu kurulmasını önerirlerken siyasal entegrasyonların, bugün olduğu gibi tarihte 15 de askeri entegrasyon olmadan eksik, işlevsiz ve etkisiz kaldıklarını açıkça vurgulamaktadırlar.27 Victor Hugo, (1856) kalıcı barış için “Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmasını savunmuştur. Tüm bu projelerin amacı “Ebedi Avrupa Barışı”dır. Victor Hugo, Avrupa’da kalıcı barışı sağlamanın yolunun “Avrupa Birleşik Devletleri”ni kurabilmekten geçtiğini ilk savunan kişi olmuştur. Daha sonra, 1946 yılında Sir Winston Churchill, Zürih Üniversitesinde verdiği bir konferansta Fransa-Almanya yakınlaşmasının Avrupa barışı için zorunlu olduğunu belirtmiş ve kalıcı bir barış için de “Avrupa Birleşik Devletleri”nin kurulması gereği üzerinde durmuştur.28 Yukarıda isimleri belirtilen düşünürlerin yanı sıra John Beller, Kardinal Alberoni, Jean Jacques Rousseau, Jeremy Bentham, Hofheim, Krause, Saint Simon, Sineriz ve Bodin gibi düşünürler örgütlenmeye ilişkin teoriler ve modeller üreterek teorik olarak 20. yüzyıl Avrupa örgütlenmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Adıgeçen düşünürlerin sağladığı katkının ilk somut göstergesi, 18. ve 19. yüzyıl Avrupa’sında “Konferans Yöntemiyle” yoğun işbirliği gerçekleştirilmesi sürecinin başlatılması, Avrupa’da barış ve güvenliğin sağlanmasını teminen çok sayıda uluslararası toplantının yapılmış olmasıdır. Bu uluslararası toplantıların en önemlilerinden: - Kırım savaşından sonra 25 Şubat -16 Nisan 1856 tarihleri arasında yapılan Paris Kongresini önemli kılan birkaç sonuçtan birincisi, Türklerin hristiyan ülkelerden oluşan Avrupa siyasi sistemine dahil edilmesi, ikincisi devletlerin egemenlik hak ve yetkilerinin sınırlandırılmasını veya bir kısım yetkilerin devredilmesini dar boyutlarda da olsa gerektiren teknik ve idari nitelikte uluslararası örgütler veya komisyonların kurulmuş olması, üçüncüsü ise uluslararası deniz hukuku ilkelerinin kabul edilmesidir.29 - 1899 I. ve 1907 tarihli II. La Haye Barış Konferanslarının Avrupa güvenliği ve savunmasında önemli bir yeri vardır. Birinci La Haye Konferansı Rus Çarı II. Nicolas’ın daveti üzerine 18 Mayıs 1899’da La 27 Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.153-156. Günuğur, a.g.e., s.3-4. 29 Barış Özdal, Mehmet Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri, Bursa, Alfa Akademisi Basın Yayın Dağıtım Ltd. Şti., 2005, s.54-57. 28 16 Haye’de 26 ülke temsilcisinin katılımıyla gerçekleşmiş ve Çar Avrupa’da barış ve güvenlik için silahsızlanmaya gidilmesini önermiştir. Ruslara güvenmeyen diğer Avrupa ülkeleri bu teklifi kabul etmemişler, ancak Avrupa güvenliği için önemli bir aşama olan uluslararası uyuşmazlıkların çözümünde tahkim sistemine gidilmesi kabul edilmiştir. 15 Haziran 1907’de toplanan ikinci La Haye konferansı ise, daha önce Avrupa işlerine karışmayan ABD’nin öncülüğünde gerçekleşmiştir. Her iki konferansta da, örgütlenmeye yönelik benimsenen değerler ve oluşturulan Devletler Hukuku normlarının yanı sıra, uyuşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözümüne ilişkin düzenlemelerin Avrupa Topluluklarının oluşumunda önemli katkıları olmuştur.30 1.2.2. Avrupa Güvenliğinde Birinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem: Düşünsel temelleri Orta Çağ’a kadar uzanan Avrupa bütünleşme sürecinin ilk somut adımları, Birinci Dünya Savaşı ertesinde atılmıştır. Avrupa Devletleri arasında birlik oluşturulması yönünde ilk somut girişim, 1923 yılında Avusturyalı diplomat Kont Richard Coudenhove-Kalergi tarafından kurulan, Avrupa’da ulusal bazda oluşturulmuş olan “Avrupa Birliği” derneklerini birleştiren “Paneuropa-Union” adlı derneğin kuruluşudur. Derneğin başına getirilen Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand 1929 yılında Milletler Cemiyeti içinde Avrupa Federal Birliği adıyla birim kurulmasını önermiş; İngiltere Başbakanı Churchill ise Avrupa’da, “Avrupa Birleşik Devletleri” adı altında bir devlet örgütlenmesine gidilmesini savunmuştu. 1.2.3. Avrupa Güvenliğinde İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem İkinci Dünya Savaşı sonunda “Birleşik Avrupa” fikrini savunan örgütler tarafından düzenlenen toplantılarda geleceğin Avrupa’sının inşa edileceği temeller tartışılmıştır. Bu süreç içerisinde en önemli adım, İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in 19 Eylül 1946 tarihinde Zürih 30 Çakmak, a.g.e., s.30-36. 17 Üniversitesinde yaptığı “Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmasını ve bunun için Fransa ve Almanya arasında gerçek anlamda bir ortaklığın sağlanması zorunluluğuna ilişkin ünlü konuşmasıdır. Churchill konuşmasında, Avrupa entegrasyonunun gerekliliğini belirtirken, İngiltere’yi bu entegrasyonun dışında tutmuş ve İngiltere’nin İngiliz Uluslar Topluluğu ile (Common Wealth) olan bağlarının İngiltere’nin böyle bir entegrasyona dahil olmasına engel teşkil ettiğini vurgulayarak İngiltere’nin Avrupa’nın içinde değil, dışında olacağını, fakat Avrupa entegrasyonunu destekleyeceğini ifade etmiştir. (İngiltere’nin ada devleti olduğu için kendisini kıta Avrupa’sından çok AngloSakson zihniyetle Amerika’ya yakın görmesi, başlangıçta Avrupa entegrasyonunun dışında kalması bu zihniyetle açıklanabilir.) Churchill’in İngiltere’yi dışarıda bırakmasına rağmen ileri sürdüğü “Avrupa Birleşik Devletleri” fikri diğer devlet adamlarını da konuya eğilmeye sevk etmiş ve Avrupa entegrasyonunun itici gücü bu şekilde oluşturulmuştur. Churchill’i ilk tebrik eden ise savaş öncesi Avrupa hareketinin kurucusu Avusturyalı diplomat Kont Coudenhove-Kalergi olmuştur.31 Fransa’nın Almanya’ya karşı tarihten gelen kaygıları ve Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonunda, statüsündeki belirsizlik Batı Avrupa’daki işbirliği çalışmalarını olumlu yönde etkilemiştir. Savaş sonrası 1946-1948 yılları arasında ortaya çıkan ve entegrasyon eğilimlerini belirten bazı uluslararası kuruluşlar şunlardır: Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO), Avrupa Ormancılık Komisyonu (EFC), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi daha önce sınırlı boyutlarda işbirliği imkanı sunan örgütler, işbirliğini daha işlevsel hale dönüştüren örgütlenmelere bırakmıştır. Bu tür örgütlenmelerin en önemlisi ise 1948 tarihinde kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Organizasyonu (Organisation for European Economic Co-operation-OEEC) olmuştur. 1961 yılında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu (Organisation for Economic Cooperation and Development-OECD) adını alan bu örgüt, Avrupa Toplulukları dışındaki en etkin uluslararası örgütlerden biridir. 31 Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.180-182 18 1.3. SOĞUK SAVAŞ 1.3.1. Soğuk Savaşın Tanımı “Soğuk Savaş” terim olarak ilk defa XIV. Yüzyılda İspanya Prensi Juan Manuel tarafından kullanılmıştır.32 Daha sonra 1947’de ABD Başkanı Roosevelt’in danışmanı Bernard Baruch basına verdiği bir demeçte kullanmıştır.33 Maliye Uzmanı Baruch’un, bu tarihte Türkiye ve Yunanistan’a yapılması öngörülen yardım çerçevesinde Truman Doktrinine ilişkin bir tartışmada kullandığı bu terim daha sonra Amerikalı Gazeteci Walter Lippmann’ın makale ve kitaplarında sözetmesiyle yaygın anlamda kullanılmaya başlanmıştır.34 Soğuk Savaş’ın birbirine benzer çeşitli tanımlarında ortak fikir aynıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komünizmin ve kapitalizmin önderi iki güç etrafında toplanan küçük devletlerin aralarındaki sorun ve çatışmaları silah kullanmaksızın sürdürmeleri “Soğuk Savaş” olarak adlandırılmıştır. Soğuk Savaş’ın dönemi konusunda da bilim adamları arasında tam bir uzlaşı yoktur. Genel olarak kabul edilen tarihler II. Dünya Savaşı’nın sonu (1946) ile Küba Krizinin sonu (1962) arası dönem ve 1946-1990 yılları arasıdır.35 Sander, Soğuk Savaş’ı en basit anlamıyla “İkinci Dünya Savaşından sonra savaştan galip çıkmış iki büyük devlet ve bu devletlerin çevresinde kümelenmiş küçük devletler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmanın doğrudan birbirlerine karşı silah kullanmadan sürdürüldüğü belirli bir tarihsel döneme verilen addır” olarak tanımlamış ve uluslarararası ilişkiler uzmanlarının “Soğuk Savaş”, iki blok arasındaki ilişkilerde, blokların ve üyelerin davranışlarını denetlemeye yönelik, taraflarca benimsenmiş kuralların 32 Mehmet Seyfettin Erol, “İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş”, Derleyen: Haydar Çakmak, Uluslar arası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti., 2007, s.286 33 Çakmak, a.g.e., s.96. 34 André Fontaine, History of the Cold War: From the October Revolution to the Korean War, 1917-1950, Çeviren: D.D.Paige, NY. Pantheon Boks, 1968, s.4. 35 Çakmak, a.g.e., s.96. 19 bulunmadığı ve ilişkilerde tamamen güce dayanan davranışların egemen olduğu bir dönemdir.” açıklamasına da değinmiştir.36 1.3.2. Soğuk Savaş’ın nedenleri: Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin, haklı ve herkesin kabul edebileceği bir düzeni kurmak yerine, paylaşım kökenli kendi çıkarlarını tercih etmeleri sonucu ortaya çıkan “Versailles Düzeni”nin İkinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerin önemli bölümünü oluşturması gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan Yalta Konferansında (4-11 Şubat 1945) Almanya’nın ABD, İngiltere, Rusya ve Fransa arasında dörde bölünmesi de geçmişten ders alınmadığını veya paylaşım hırsının, dünyayı nerelere götürebileceği konusunda karar vericilerin düşünme yeteneklerinin önüne geçebildiğini göstermektedir. İnsanlık tarihinin en kanlı ve yıkıcı savaşı olarak kabul edilen İkinci Dünya Savaşı sonrası Potsdam Konferansında (17 Temmuz-02 Ağustos 1945) bir araya gelen galip devletler arasında savaş ittifakı bitmiş ve çıkar çatışması başlamıştı. ABD, İngiltere ve Rusya, savaş sonrası Avrupa’da barışı ve güvenliği sağlamak üzere toplanmalarına karşın, barışın elde edilmesinden çok kendi lehlerine çıkar elde etme yarışına girdiler. Galiplerin Potsdam Konferansındaki tutumları Yalta Konferansındakinden pek farklı değildi. 1.3.3. Doğu ve Batı Bloklarının Ortaya Çıkışı 10 Şubat 1947’de imzalanan Paris Barış Anlaşmasıyla Avrupa ülkeleri ikiye bölünerek Doğu ve Batı Blokları ortaya çıktı. Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Bulgaristan Doğu Bloku’nu, Avrupa’nın diğer ülkeleri ise Batı Bloku’nu oluşturdu. Bu dönemde yapılan sınır değişiklikleri, günümüzde hala varlığını sürdürmekte olan sınır 36 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 6.baskı, Ankara, İmge Kitapevi Yayıncılık Paz. San. Ve Ticaret Ltd .Şti., 1994, s.201. 20 sorunlarına yol açarak Avrupa Barışını ve güvenliğini bozmaktadır. Balkanlar buna örnektir.37 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa devletleri yakın tarihinde ilk kez uluslararası ilişkilerde “belirleyici aktör” konumlarını kaybetmişler ve savaş öncesi dönemde uluslararası ilişkilerde belirleyici güç olmayan ABD ve SSCB’nin “Süper Güçler” olarak ortaya çıkması iki kutuplu dünya düzeninin başlangıcı olmuştur. 38 1.3.4. ABD’nin Sovyetler Birliği’ni Çevreleme Politikası İki süper güç arasındaki rekabetin sonucunda Sovyetlerin Doğu Avrupa ve Uzakdoğu’da yayılmaya başlaması üzerine ABD Başkanı Truman, Mart 1947’de SSCB tehdidine maruz kalan ülkelere destek verme kararını açıklamıştır. Bundan iki ay sonra ABD Dışişleri Bakanı Marshall Avrupa ülkelerini ekonomik olarak kalkındırma planını açıklamıştır. ABD’nin bu iki planla Sovyetler Birliğini “çevreleme politikası” karşısında, Sovyetler de, Sovyet Rusya, İtalya, Fransa, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan Komünist Partilerini 5 Ekim 1947’de bir araya getirerek Kominform’u (Communist Information Bureau) ilan etmişlerdir.39 Truman Doktrini ardından Kominform’un kurulması dünya politikasında bir dönem noktası olmuştur. Kominform ile birlikte Doğu Bloku resmen ortaya çıkmış ve dünya iki bloğa ayrılmıştır. Soğuk Savaş Dönemi boyunca iki blok arasındaki ilişkiler “gerginlik” ve “güç dengesi” üzerine kurulmuştur. 1.3.5. Yumuşama Dönemi (Detant) Soğuk Savaş’ın en gergin yılları 1950’ler ve 1960’larda yaşanmıştır. 1962-1979 yılları yumuşama dönemidir. Yumuşama (Detant) kavramını Çakmak şöyle açıklar. “Detant, Doğu ve Batı Blokları’nın aralarındaki ilişki ve rekabetin 37 Çakmak, a.g.e., s.94-96. Erol, a.g.e., s.283. 39 Çakmak, a.g.e., s.90-100. 38 21 gerginliği sonucu yüksek tahribat gücüne sahip olmaları nedeniyle kurdukları dengenin kendilerine büyük zararlar vereceği konusunda ikna olmaları sonucunda ilişkilerini yumuşatma kararıdır.”40 1.3.6. 1980’li Yıllar-Düzenli Durum 1980’li yıllarda da iki blok arasındaki rekabet ve gergin ilişkiler sürmüştür. 1980’lerden sonra, İkinci Dünya Savaşını izleyen 20-30 yıl boyunca devam eden iki kutuplu bu düzenli durumun (kutupların güvenlik şemsiyesi altında küçük devletlerin kendilerini güvende hissettiği ortam) yavaş yavaş değiştiği ve dünyanın “çok merkezli” bir yapı kazandığı görülmektedir. 1980’lerden sonra iki süper güç arasında silahsızlanma anlaşmalarının, Soğuk Savaş’ın gerginlik politikasını bir nevi işbirliğine dönüştürdüğüne tanık olunacaktır. “Bilişim Devrimi” sürecinin başlaması ve Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov reformları sonucu, “Soğuk Savaş” adeta yönetici ve yönetenler sonlandırılacaktır. arasındaki anlaşmalar ve görüşmelerle 1989 yılındaki ayaklanmalar ve “Kadife Devrimler” diye adlandırılan savaşsız geçiş süreci ertesinde, 1991’de SSCB’nin dağılması “Soğuk Savaş”ın bitişini hazırlamıştır.41 Soğuk Savaş sonrası uluslararası alanda “küreselleşme” tartışmaları ve “yeni güvenlik anlayışı” ortaya çıkmıştır. 40 41 Çakmak, “a.g.e.”, s.108. Erol, a.g.e., s.285-288. 22 İKİNCİ BÖLÜM AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI 2.1. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Gelişimi 2.1.1. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Gelişimi ve Batı Avrupa Birliği’nin kuruluşu: Batı Avrupa’daki ekonomik işbirliği alanında örgütlenmelerin askeri ve siyasi alana doğru genişlemesine, Şubat 1948’de SSCB’nin desteği ile Çekoslovakya’da gerçekleştirilen darbe yol açmıştır.42 Şubat 1948 Prag darbesini müteakip Haziran 1948’de Berlin’in SSCB tarafından ablukaya alınması tüm Avrupa’da endişe yaratmıştır. Daha önce 04 Mart 1947’de Dunkerk Antlaşması’yla SSCB’ne karşı ortak savunmaya geçen İngiltere ve Fransa’ya, Hollanda, Lüksemburg ve Belçika’nın da katılmasıyla Batı Avrupa Savunma Topluluğu kurulmuş ve 17 Mart 1948’de bu beş Batı Avrupa ülkesi Brüksel Antlaşması olarak adlandırılan “Ortak Savunma, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşbirliği Antlaşması”nı imzalayarak Batı Avrupa Birliği’nin temelini atmışlardır. Daha sonra bu oluşuma Federal Almanya ve İtalya da katılmış ve 23 Ekim 1954’de imzalanan Paris Antlaşması’yla, Brüksel Antlaşması “Batı Avrupa Birliği” adını almıştır. Brüksel Antlaşması, tarafların hava güçlerinin tek bir çatı altında toplanmasını, askeri araçların ortak üretimini, Ruhr bölgesinin kolektif savunulmasını düzenlemiş olmakla birlikte İngiltere ve Fransa’nın Avrupa savunması için ABD’nin desteğini zorunlu görmeleri dolayısıyla başarılı olamamıştır. Öte yandan, Şubat 1948’deki SSCB destekli Prag darbesi ardından Haziran 1948’de Berlin’in SSCB tarafından ablukaya alınması, ABD’nin 42 İrfan Kaya Ülger, Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme – Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Oluşumu, Ankara , Gündoğan Yayınları, 2000, s. 54. 23 Avrupa güvenliğine ilişkin endişelerini su yüzüne çıkarmış ve Avrupa güvenliğine ilişkin politikasının değişmesine yol açarak (ABD Senato’sundaki ABD’nin Avrupa güvenliğinde rol almasını istemeyen izolasyon (yalnızcılık) yanlılarının fikirlerindeki değişiklik) NATO’nun kurulma aşamasına gelinmiştir. 11 Haziran 1948’de ABD Senatosu tarafından kabul edilen Vandenberg kararı ile hükümete barış zamanında Amerika kıtası dışında askeri ittifak antlaşmaları imzalama yetkisi verilmiştir. Müteakiben, 2 Kasım 1948 tarihinde Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere (Brüksel Antlaşması’na taraf olan devletler) ile ABD ve Kanada arasında, SSCB’ne karşı oluşturulacak askeri bir örgütün kurulması hakkında görüşmeler başlamıştır. 24 Nisan 1949 tarihinde NATO’yu kuran Washington Antlaşması imzalanmıştır.43 Bu nedenle Batı Avrupa Birliği umulan ilgi ve rolü oynayamamıştır. NATO’nun kurulması ile önemini yitirmiş olan BAB güvenlik alanında etkili olmaksızın varlığını sürdürmeye devam etmiştir. BAB Antlaşması’nın 4. Maddesinde NATO ile sıkı işbirliğine gidileceği belirtilmiş, görev çakışmasını önlemek amacıyla BAB Konseyi ve Ajansı’nın sahip oldukları tüm bilgi ve görüşleri NATO askeri birimlerine iletmeleri öngörülmüştür. Bu karmaşık yapının nedeni ise o dönemde, ABD’nin askeri güvencesinin Batı Avrupa Devletleri bakımından öncelik taşımasıdır. Soğuk Savaş dönemi boyunca BAB ile ilgili önemli bir gelişme olmamıştır. Avrupa savunması, temelde NATO çerçevesinde şekillenmiştir. BAB’ın yeniden ön plana çıkması Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılmasından sonra gerçekleşmiş, 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması ile AB ile BAB arasında organik bağ kurulmuştur.44 1999 Köln Zirvesi’nde dönemin koşulları ve BAB’ın etkisizliği dikkate alınarak AB ile bütünleşme kararı alınmıştır. BAB’ın yürüttüğü görevleri, çalışanlarıyla birlikte AB’ye devredilmiş ve tarihi bir örgüt işlevini yitirmiştir.45 43 Özdal, Genç, a.g.e., s.64. Ülger, a.g.e., s. 56. 45 Çakmak, a.g.e., s. 168. 44 24 Batı Avrupa’da siyasal işbirliğine ve dolayısıyla savunma ve güvenlik konularında daha özgün bir yapıya kavuşabilmenin, bozuk ekonomilerinin düzeltilmesi sonucu mümkün olabileceğinin farkına varan ülkeleri öncelikle ekonomik entegrasyonu amaçlamışlardır. batı Avrupa Ekonomik bütünleşmenin giderek siyasal bütünleşmeyi sağlayabileceğini ve daha sonra Avrupa güvenlik mimarisinde kalıcı bir yapılanma sağlanabileceği düşüncesi Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun (AKÇT) kurulmasına yol açmıştır.46 Savaş öncesi Almanya’nın denetiminde olan Ruhr ve Saarland havzalarının statüsünden rahatsız olan Fransa, bu bölgelerin o zamanki sanayi için hayati önem taşıyan kömür ve çelik zenginliği nedeniyle, uluslararası yönetim altına alınmasını ve Almanya’nın Avrupa sistemi içine alınarak kontrol altında bulundurulmasını istiyordu. Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950’de bir bildiri yayınlayarak, kömür ve çelik üretiminin ulusüstü bir örgütün denetimine girmesini önermiştir. “Schuman Planı” olarak bilinen tarihsel uzlaşmayla, 18 Nisan 1951’de Paris’te Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un katılımı ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran antlaşma imzalanmıştır.47 Ekonomik amaçlara yönelerek sınırlı ekonomik bütünleşmeyi öngören AKÇT, kömür ve çelik sektöründe başarılı olmuştur. Böylece, kazandığı ekonomik başarı sayesinde, dayandığı siyasal amacı da yerine getirerek Fransa sağlamıştır. bütünleşmeye ve Batı Almanya’nın birbirlerine yakınlaşmalarını AKÇT örneği, Batı Avrupa’da barışa, refaha ve siyasal giden yolun, uzun vadeli bir ekonomik bütünleşme hareketinden geçeceğini, başlangıçtaki kuruluş düşüncesine paralel olarak ortaya koymuştur.48 Bu doğrultuda, AKÇT’nin kurucu üyeleri olan Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, 1957’de Roma’da, üye ülkeler arasında atom enerjisi alanında işbirliğine gidilmesini öngören Avrupa Atom Enerjisi 46 Gürkaynak, a.g.e., s. 162. Ülger, a.g.e., s.57. 48 B.Esra Çayhan, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”, Akdeniz İ.İ.B.F.Dergisi, Sayı 3, 2002, s.44. 47 25 Topluluğu (AAET)’nu (European Atomic Energy Community-EURATOM) ve yine üye ülkeler arasında ekonomik bütünleşmeyi öngören Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmuşlardır. Roma Antlaşması ile kurulan AAET ve AET, Paris Antlaşması ile kurulan AKÇT gibi ulusüstü yapıda örgütlenmiştir. Roma Antlaşması ile, AKÇT’nin organlarından Adalet Divanı ve Parlamentosu’nun aynı zamanda AET ve AAET için de faaliyette bulunması kararlaştırılmıştır. Avrupa Toplulukları olarak adlandırılan bu üç örgütün tüm organlarının birleşmesinde ikinci aşama, 1965 yılında imzalanarak 1 Temmuz 1967 yılında yürürlüğe giren Füzyon Antlaşması ile tamamlanmıştır. Füzyon Antlaşmasına göre her üç Topluluk için tek Konsey ve tek Komisyon kurulması kabul edilmiştir. AKÇT, EURATOM ve AET zaman içinde “Ortak Pazar”, “Avrupa Toplulukları” ve “Avrupa Topluluğu” olarak adlandırılmıştır. Maastricht Antlaşmasının yürürlüğe girdiği 1 Kasım 1993 tarihinden itibaren de bu üç örgütün yerine Avrupa Birliği denilmiştir. Ancak, 1993 sonrasında ortaya çıkan üç sütunlu yapı içerisinde ulusüstü nitelik taşıyan birinci sütunu ifade etmek üzere Avrupa Toplulukları kavramı kullanılmaktadır.49 Avrupa Topluluklarını kuran her üç antlaşmanın önsözlerinde, Batı Avrupa ülkelerinin ekonomik ve sosyal gelişmelerine öncelik verilmiş, ortak dış politika ve savunma politikalarına değinilmemiş olmakla birlikte dolaylı olarak atıfta bulunulmuştur. Örneğin, AKÇT’yi kuran 1951 Paris Antlaşmasının önsözünde “dünya barışının ancak onu tehdit eden tehlikelere karşı harcanacak yaratıcı çabalarla sağlanabileceği”, “barışçı ilişkiler ve beynelmilel medeniyetin korunması için uyumlu bir Avrupa’nın zorunlu olduğu” ifadeleri yer almıştır.50 AET’yi kuran 1957 Roma Antlaşmasında da benzer ifadeler dikkati çekmektedir. Şöyle ki: - Avrupa halkları arasında giderek daha güçlü biçimde kurulacak bir birliğin temellerini atmak, - Avrupa’yı bölen engelleri kaldırarak ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişimini ortak eylemlerle sağlamak, 49 50 Ülger, a.g.e., s.58. Güngüğur, a.g.e., s.6-7. 26 - Bölgeler arasındaki ekonomik dengesizlikleri en aza indirmek suretiyle uyumlu kalkınma sağlamak ve ekonomik bütünlüğü güçlendirmek, ortak dış ticaret politikası sayesinde uluslararası ticaretteki kısıtlamaları kademeli bir şekilde kaldırmak, - Halkların çalışma koşullarını ve hayat standartlarını iyileştirmek için sürekli çaba harcamak, - Dengeli ticari ilişki ve adil rekabetin önündeki engelleri kaldırmak, - Ortak dış ticaret politikası izlemek suretiyle uluslararası ticarette yaşanan kısıtlamaların kaldırılmasına katkı sağlamak, - Avrupa ile denizaşırı ülkeler arasında dayanışmayı artırmak ve denizaşırı yerlerin BM Ana Sözleşmesindeki ilkeler gereğince yaşam düzeyini yükseltmek, - Barış ve özgürlüğün korunmasını sağlamak ve kendi amaçlarını benimseyen öteki Avrupa halklarını da ortak olmaya çağırmak. Kurucu antlaşmalarda, temel amacın ekonomik bütünleşme olduğu açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, siyasal bütünleşmeye de “giderek daha güçlü biçimde kurulacak birlik” kavramıyla dolaylı olarak değinilmiştir. Sözkonusu kurucu antlaşmalarla İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Batı Avrupa’da gerçekleştirilmesi planlanan işbirliğinin, temelde ekonomik güçlenmeye dayanması gerektiği benimsenmiştir. Ekonomik bütünleşmeye ulaşılmasını müteakip, aşama aşama siyasal bütünleşmeye geçilebileceği ve böylece ortak güvenlik ve savunma politikalarının başlatılabileceği gerçeği kabul edilmiştir.51 2.1.2. “Avrupa Ordusu” düşüncesi – “Pleven” Planı: Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Politik (Siyasi) Topluluğu Girişimi. AKÇT Antlaşması mimarlarından Jean Monnet’in de katkılarıyla hazırlanan ve dönemin Fransa Başbakanı René Pleven’in adıyla anılan Pleven Planı’nın temel amacı, ulusüstü yapıda Avrupa Savunma Topluluğu 51 Gürkaynak, a.g.e., s.165-166. 27 (AST) oluşturulmasıdır.52 Pleven Planı’na göre Almanya yeniden silahlanacak ancak, kendi başına bırakılmayarak AKÇT modeline benzer bir oluşum içinde Doğu Bloku’na karşı Avrupa savunmasına katılacaktı. NATO’nun 1949 yılında kurulmuş olmasına karşın ABD’nin de desteklediği Pleven Planı, eşgüdüm için ortak bir Genelkurmay kurulması ve Bir Avrupa Savunma Bakanı atanması fikrini öngörmüştür. 53 Pleven Planı’nın ayrıntıları 15 Şubat 1951’de, Paris’te NATO ülkeleri ile Almanya’nın katıldığı konferansta ele alınmış ve 1 Şubat 1952’de anlaşma taslağı hazırlanmıştır. Bu taslakta, bir saldırı anında tarafların birbirlerine yardım garantisi, anlaşmaya taraf devletler arasında ayırım yapılmaması ve ortak komutanlık altında bir ordu kurulması konularına yer verilmiştir. Ayrıca, katılan tarafların deniz ötesi birliklerini dışında kalan tüm kara, hava ve deniz kuvvetlerinin, oluşturulacak Avrupa Savunma Topluluğu’na (AST) bağlı olması öngörülmüştür. Önemli konulardaki kararların oybirliğiyle, diğerlerinin ise 2/3 çoğunlukla alınması kuralının benimsendiği AST’da üye devletlerin topluluğa sağladıkları mali katkıyla oy ağırlıkları arasında bağlantı kurulmuş ve denetim görevi Parlamento’ya verilmiştir. AST Antlaşması 20-25 Şubat 1952’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısında üye ülkeler tarafından onaylanmış ve 27 Mayıs 1952’de Paris’te imzalanmıştır. Ancak, taraf ülkeler arasındaki görüş ayrılıkları Antlaşma imzalandıktan sonra da devam etmiştir. İngiltere, antlaşmanın ulusüstü yapıda olmasına karşı çıkmış; Fransa, üye ülkeler arasında önce dış politikada birlik sağlanması gerektiğini öne sürmüş; Almanya ise, egemenlik haklarını kazanmasıyla antlaşma arasında doğrudan bağlantı kurulduğu için itiraz etmemiştir.54 Avrupa, Avrupa Savunma Topluluğu ile birlikte kısa sürede yepyeni bir sürece girmeyi planlamaktaydı. Avrupa Savunma Topluluğu projesinin onay aşamasına geldiğinde Fransa’nın ortaya attığı, savunma alanındaki yeni yapılanmanın ön şartı olarak Avrupa Politik Topluluğu-APT (veya 52 Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.207. Günuğur, a.g.e., s. 14. 54 Çaşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.208. 53 28 Avrupa Siyasi Topluluğu) kurulması görüşü diğer 5 devlet (Almanya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya) tarafından uygun bulunmuştur. Avrupa Politik Topluluğu kurucu antlaşma taslağı büyük ölçüde AKÇT modeline benzer biçimde idi. Bir nevi kurucu meclis niteliği taşıyan APT Parlamentosunun 1953-1954 yıllarındaki toplantısında, parlamentoya “Ad Hoc Meclis” adı verilmişti. Sözkonusu meclisin hazırladığı antlaşma projesi taslağı “Avrupa Federal Devleti” modeline yakın bir hukuksal yapının temellerini atmıştı. Antlaşma taslağında, ayrıntıya girilmeksizin aceleyle hazırlanan Federal Devlet benzeri kurum, dış ve savunma politikalarında karar almada yetki sahibi olacak, ekonomi ise tüm sektörleri içine alacak şekilde kurulacak bir “ortak pazar”la işletilecekti. Yürütme erki, bağımsız nitelikteki “Avrupa Hükümeti” ile üye devletlerin ulusal hükümetleri tarafından ortaklaşa yürütülecekti. Parlamento, halk tarafından seçilecek “Temsilciler Meclisi” ve üye devletlerin parlamentolarının temsilcilerinden oluşacak “Meclis”ten olmak üzere ikili yapılı olacaktı. Yürütme erki ile parlamento rejimlerdeki arasındaki yürütülmesi yönündeydi. ilişkiler, diğer parlamenter Ad Hoc Meclis’in, gibi federal devlet yapısındaki antlaşma taslağını hazırlarken üye devletlerin ulusal parlamentolarının temsilcilerinin düşüncesini hiç dikkate almamış olduğu, sözkonusu projenin sadece hükümetler tarafından değil, üye ülke halkları tarafından da tartışılma sürecinde çok belirgin biçimde ortaya çıkmıştır. Özellikle Fransa’da doruğa çıkan APT Kurucu Antlaşma Taslağı karşıtı görüşler, Avrupa’ya bir çeyrek yüzyılda iki dünya savaşı yaşatan Almanya’nın yeniden silahlandırılmasını kabullenemiyor ve egemenlik yetkilerinin Avrupa Politik Topluluğuna görüyorlardı. devredilmesini ulusal egemenliklerinin kaybı niteliğinde Kamuoyu desteğini arkasına alan “Avrupa karşıtları”, “Avrupacılar”a karşı güçleniyordu. Fransa’da “De Gaulle’cü Hareket Kuşağı” ile Komünistler, farklı gerekçelerle de olsa Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Politik Topluluğu’na karşı birleşmişlerdi. De Gaulle’cü Hareket Kuşağı, Fransa’nın ulusal egemenliğini yitireceği, Komünistler ise ABD ve Almanya’nın “Avrupa’yı ele geçireceği” düşüncesiyle APT’ye karşı idiler. 29 Fransa’da bu tartışmalar yaşanırken, Almanya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg parlamentoları Avrupa Savunma Topluluğu Antlaşmasını onaylamışlardı. İtalya’da ise, ulusal istikrarsızlıktan kaynaklanan gecikme dolayısıyla AST Antlaşması İtalyan parlamentosu tarafından henüz onaylanmamıştı. 55 Fransa, antlaşmayı onaylama sürecinde “yorumlayıcı protokoller” hazırlayarak değişiklik çabasına girmiş, Fransa’nın bu tutumu diğer ülkelerin tepkisini çekmiş ve Fransız hükümetinin istediği ek güvenceler abartılı bulunmuştu. Bu arada Hindi-Çin’de patlak veren olayların etkisiyle, Fransa Parlamentosu, AST Antlaşmasını 30 Ağustos 1954 tarihinde De Gaulle’cü milletvekillerinin oylarıyla veto etmiştir. Böylece Avrupa Savunma Topluluğu Antlaşması’nın yanı sıra Avrupa Politik Topluluğu projesi de rafa kaldırılmış oluyordu. Kendi ülkesi olan Fransa’da Avrupa bütünleşmesi yolunda son derece önemli bir aşamanın bu şekilde geri çevrilmesi, “Avrupa’nın babası” olarak bilinen Jean Monnet’in AKÇT Yüksek Otorite başkanlığından istifa etmesine yol açmıştır. Avrupa Savunma Antlaşması’nın veto edilmesi ve dolayısıyla Avrupa Politik Topluluğu’nun hayata geçirilmemiş olması yukarıda AAET ve AET’nin kuruluşunda da açıklandığı üzere “siyasi ve askeri bütünleşme” gibi daha çok egemenlik devrini gerektiren “üst yapı” entegrasyonu yerine, daha az egemenlik devrinin sözkonusu olduğu “ekonomik bütünleşme”, yani “alt yapı” entegrasyonuna öncelik verilerek sonraki aşamalarda ortak güvenlik ve savunma politikalarına geçilebileceği fikri, Altılar’ın 1-3 Haziran 1955 tarihinde İtalya’nın Messina kentinde gerçekleştirdikleri “Messina Konferansı”na da egemen olan gerçekçi bir yaklaşım olmuştur. İşte bu gerçekçi yaklaşım doğrultusunda Belçika Başbakanı Paul Henri Spaak başkanlığında kurulan “Spaak Komisyonu”, ekonominin tümünü kapsayan ve gümrük birliğine dayanan AET antlaşması ile nükleer 55 Günuğur, a.g.e., s.14-16. 30 enerji gibi rekabetten çok işbirliğinin ön plana çıktığı AAET antlaşmasını hazırlamışlardır. 25 Mart 1957 tarihinde Roma’da imzalanarak 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşmasıyla kurulan AAET sektörel bazda bütünleşme modeliyle, üye devletler arasında “işbirliğini” ön plana çıkarmaktadır. AET Antlaşması, siyasal konulardan çok ekonomik bütünleşme olgusuna önem vermiş ve bu amaçla gerekli düzenlemeleri ortaya koymuştur. Önce, kurucu ülkeler arasında “Gümrük Birliği”, “Miktar Kısıtlamaları”nın kaldırılması, “Malların, Kişilerin, Hizmetlerin ve Sermayenin (dört özgürlük)” serbest dolaşımı, “Ortak Politikalar”ın uygulanması ile “Ekonomik Entegrasyon”dan “Ekonomik Birlik”e geçiş, “Avrupa Merkez Bankası” ve “Ortak Para Birimi-Euro” uygulamaları gerçekleştirilmiştir. Sosyo kültürel boyut olarak “Avrupa Vatandaşlığı”, siyasal ve askeri boyut olarak “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası-ODGP”, yönetimsel ve yargısal boyut olarak “İdari ve Adli İşbirliği” Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği’ne dahil edilmiştir.56 Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na geçmeden önce Avrupa Toplulukları bünyesinde siyasal birlik düşüncesinin gelişimine değinilmekte yarar görülmektedir. 2.1.3. Avrupa’da Siyasal İşbirliği: Davignon (Lüksemburg) Raporu 1-2 Aralık 1969 tarihlerinde Fransa Cumhurbaşkanı G. Pompidou’nun girişimleriyle Lahey’de bir araya gelen AT Devlet ve Hükümet Başkanları konferansında, Pompidou’nun, İngiltere’nin tam üyelik başvurusunun Fransa tarafından destekleneceğini belirtmesi üzerine konferansta oluşan olumlu hava, siyasi birlik çalışmalarını da bu yönde etkilemiş ve savunma dışında kalan konularda, Topluluk üyesi ülkeler arasında siyasi işbirliğinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. 56 Günuğur, a.g.e., s.18-21. 31 27 Ekim 1970 tarihinde, başkanlığını Belçikalı Büyükelçi, Siyasi Direktör Vicomte Etienne Davignon’un yaptığı bir seri görüşmeler sonucunda “Lüksemburg Raporu” olarak da bilinen “Davignon Raporu”, Avrupa Toplulukları üyesi Devletlerin Devlet veya Hükümet Başkanlarına sunulmuştur. Davignon Raporu’nda dış politika alanında işbirliği hedefine ulaşmak icin, Dışişleri Bakanlıkları arasında düzenli bilgi alış verişi ve görüşmelerle uluslararası sorunlara ortak tepki vermek, ortak tutum benimsenmesi ve gerektiği takdirde ortak eylemler gerçekleştirilmesi belirlenmiş ve siyasi işbirliği düşüncesinin önemi, “Paris ve Roma Antlaşmaları”nın dibaçelerindeki ruha uygun olarak belirtilmesi gereken ilk gerçek şudur ki; siyasi birlik iradesi Avrupa Topluluklarının ilerlemesinde her zaman itici güç olmuştur” ifadesiyle vurgulanmıştır. 57 Davignon raporunda yukarıda belirtilen işbirliği hedeflerinin gerçekleştirilmesi için, · Üye devletlerin Dışişleri Bakanlarının her altı ayda bir dış politika sorunlarını görüşmek üzere bir araya gelmeleri. · Üye devletlerin Dışişleri Bakanlıkları Siyasi İşler Müdürlerinden oluşacak Siyasal Komitenin yılda en az dört kez toplanarak Dışişleri Bakanları tarafından alınan kararları hazırlamaları ve alınan kararları ifa etmeleri, · Siyasal Komite toplantıları ve üye devletlerin Dışişleri Bakanları düzeyinde yapılacak işbirliği çalışmalarında uluslar arası sorunlar ve dış politika alanına giren tüm önemli hususların ele alınacağı, belirtilmiştir. Sözkonusu hedeflerden de görüleceği üzere ortak savunma ve kültür alanlarına değinmeksizin Toplulukların ortak dış politika izlemesi gereği üzerinde durulmuştur. 1970 ve 1980’lerde topluluğun sürdürdüğü siyasi işbirliği, “ortak dış politika” ile kısıtlıdır. Topluluk adına ortak tavır alınması, ortak bildiriler yayınlanması gibi ortak kavramlar, ekonomik bütünleşme ile 57 Özdal, Genç, a.g.e.,s. 92-93. 32 kıyaslandığında önemsiz kalmıştır.58 Ancak, Davignon Raporunun önemi ise şudur: Avrupa Siyasi İşbirliğinin oluşturulduğu bu raporla tüm üye devletler, bağlayıcı bir taahhüt altına girmeden dış politika ile ilgili tüm konularda birbirleriyle danışmalarda bulunmayı kabul etmişlerdir.59 Davignon Raporu ile, bağlayıcı taahhüt altına girmeksizin “Avrupa Dış Politika”sı oluşturma çabasını yürüten üye ülkelerin “Ortak Dış Politika” uygulama sorumluluğunu üstlenmeleri, 1987 yılında yürürlüğe giren “Avrupa Tek Senedi” ile sağlanmıştır. 2.1.4. Avrupa Tek Senedi: 1986 yılında imzalanarak 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi (ATS) ile Avrupa Siyasi İşbirliği’nin hükümetlerarası yapıya dayanan oluşumu ilk kez yazılı metinlere girmiştir. Avrupa Tek Senedi, üye devletler arasındaki siyasal işbirliğini, ekonomik bütünleşme ile aynı düzeyde ve önemde kabul etmesinden dolayı bir “ilk” nitelik taşımaktadır. Avrupa Tek Senedi’ne “tek” denmesinin nedeni bu niteliğinden kaynaklanmaktadır. 60 Dış politika alanında Avrupa işbirliği, ATS’nin Bölüm III. Madde : 30/1’de belirtilmiştir: Avrupa Toplulukları üyesi Yüksek Akit Taraflar, birlikte bir Avrupa dış politikası belirlemeye ve bunu uygulamaya çalışırlar. Buradaki yüksek akit taraflar deyimi, Avrupa Savunma İşbirliğinin hükümetlerarası niteliğini belirtmektedir. ATS metninde “üye ülkeler” terimi yerine “yüksek akit taraflar” terimi kullanılması, Avrupa Tek Senedinin uluslarüstü bir yapıda olmadığını vurgulaması açısından önemlidir. Avrupa güvenliği konusu ise, ATS’nin Bölüm III. Madde 30/6’nın (a), (b), (c) fıkralarında belirtilmiştir: a) Yüksek Akit Taraflar, Avrupa güvenliğini ilgilendiren konularda daha yakın bir işbirliğinin dış politika konusunda bir Avrupa kimliğinin gelişmesine çok önemli katkıda bulunacağı kanısındadırlar. Yüksek Akit Taraflar, güvenliğin ekonomik ve 58 Çayhan, a.g.m. , s.45. Ülger, a.g.e., s.65. 60 Özdal, Genç, a.g.e., s. 106. 59 33 politik yönleri üstüne tavırlarını daha yakın biçimde koordine etmeye hazırdırlar. b) Yüksek Akit Taraflar, güvenlikleri için gerekli olan teknolojik ve sınai koşulları muhafaza etmeye azmederler. Bu amaçla ulusal düzeyde olduğu kadar, belirtilen durumlarda yetkili kurumlar ve organlar içinde de çalışırlar. c) Bu başlıkta yer alan hükümler, Yüksek Akit Taraflardan bazıları arasında Batı Avrupa Birliği ya da Atlantik İttifakı çerçevesinde güvenlik konusunda daha yakın bir işbirliğinin varolmasına engel teşkil etmezler.61 Yukarıdaki maddelerin incelenmesinden görüleceği üzere Avrupa güvenliği konusu, Avrupa Birliği kayıtlarına hukuken ilk kez Avrupa Tek Senedi ile girmiş olmakla birlikte, güvenliğin askeri boyutlarına değinilmemiştir. Avrupa Tek Senedi sürecinde de, ATS üyesi olan bir çok devletin güvenlik alanındaki temel kaynaklarını, taraf oldukları askeri ittifakların oluşturduğu görülmektedir. ATS’nin Bölüm III, 30.madde, 6.paragrafın (a) ve (b) maddelerinde belirtilen güvenlik konusundaki ekonomik, siyasi ve teknolojik unsurlar üye devletlerin ulusal egemenliklerinden feragat ederek, Avrupa Siyasi İşbirliği sürecinde bir Askeri Güvenlik İttifakı oluşturmaya Avrupa Tek Senedi çerçevesinde de rıza göstermediklerini, ulusal güvenliklerini üyesi oldukları askeri örgütlere dayanarak sağladıklarını ortaya koymaktadır. 1986 yılında imzalanarak 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi’nin, Avrupa Toplulukları üyesi devletler arasında siyasi işbirliğine önemli katkıları olmuştur. 61 SINGLE EUROPEAN ACT, Official Journal of the European Communities, No L 169/1, June 29, 1987, (Erişim) http:/docs.google.com, www.jarosz.edu.pl/LSC_materialy/Single European Act, pdf, 04 Mart 2010, s .20-21. AVRUPA TEK SENEDİ, İKV: 43 İstanbul, Eylül 1987, (Erişim) http://www.bumko.gov.tr./DENETİM/Genel 05 Mart.2010, s.25-27. 34 Ancak, ATS’nin yürürlüğe girmesinden iki yıl sonra, 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması, Doğu Bloku’nda yaşanan devrimler sonrası Varşova Paktı’nın lağvedilmesi ve 1991 yılında SSCB’nin dağılmasını müteakip Batı dünyasında ortak düşman korkusu kalmamış, SSCB’nin Batı Avrupa’ya yönelik tehdit konumu sona ermiştir. Soğuk Savaş döneminde güvenliği ABD liderliğindeki NATO tarafından karşılanmış olan Batı Avrupa ülkeleri eski Doğu Bloku’na mensup komşularıyla, özellikle Almanya’nın eski Doğu Bloku komşularıyla yakın siyasi ve ekonomik işbirliği içine girmesi Batı Avrupa’da endişe yaratmıştır. Avrupa Topluluğu çevrelerinde, topluluğun siyasal yapısında reform yapılması, ortak dış politikanın kapsamının geliştirilmesi, Almanya’nın “Avrupa”sı yerine, “Avrupa’lı Almanya” oluşturulmasının önemi başta Fransa olmak üzere AT ülkeleri tarafından genel olarak kabul edilmiştir.62 Bu arada 2 Temmuz 1990’da Kuveyt’in Irak tarafından işgali ardından patlak veren Körfez Savaşı sırasında AT ülkelerinin tutumları, AT dış politikasındaki karmaşayı ortaya çıkarmıştır. Eski Yugoslavya’da yaşanan silahlı çatışmalar, dönemin AT’yi oluşturan 12 ülkesini çözümler üretmeye ve adım adım Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) oluşturmaya zorlamıştır. İki Almanya’nın birleşmesi sonucu, daha çok nüfuslu bir Almanya’nın Topluluğa daha çok hakim olması durumunu ortaya çıkaracaktı. Batı Avrupa bütünleşmesinin amacı Almanya’nın kontrol altına alınması iken birleşen Almanya sonrası, Topluluk Almanya’nın kontrolü altına girme tehlikesi ile karşılaşmış ve böyle bir olasılığı engellemek için Belçika’nın önerisiyle, ODGP Maastricht Antlaşması ile kabul edilmiştir.63 2.1.5. Maastricht Antlaşması: Doğu Bloku’nun yıkılışından hemen sonra 27 Şubat 1990’da Brüksel’de AB ve ABD yönetimi uluslararası yeni durumu görüşmek üzere bir araya gelerek yılda iki kez zirve toplantıları yapılması, işbirliğinin güçlendirilmesi ve soğuk savaş sonrası ortaya çıkan olayların birlikte 62 63 Ülger, a.g.e., s. 85. Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.346. 35 değerlendirilmesi kararını almışlardır. Temmuz 1990’da Londra’da yapılan NATO Zirve’sinde, Varşova Paktı üyelerinin artık düşman olmadıkları beyan edilmiştir. Kasım 1990’da Paris’te Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) zirvesinde ABD ve Avrupa Toplulukları üyesi ülkeler, aralarındaki öncelikler ve işbirliğini belirleyen Transatlantik bildirisini imzalamışlardır. Ancak, Avrupa güvenliğinin Avrupalılar tarafından yapılması gerektiğini her fırsatta dile getiren Fransa ve Almanya önderliğinde, 10 Aralık 1991 tarihinde Hollanda’nın Maastricht kentinde yapılan AB Zirvesi’nde Avrupa Birliği ve Avrupa güvenliği konusunda önemli kararlar alınmıştır.64 7 Şubat 1992 tarihinde Avrupa Toplulukları üyesi Devletlerin temsilcileri tarafından imzalanan ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması (Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması – ABKA) ile Avrupa Birliği kurulmuştur. Avrupa Birliği, üye devletler arasında dayanışmayı sağlayarak ilişkileri bütünleştirme görevi bağlamında, Birlik Kurucu Antlaşması düzenlemeleri itibariyle a) Avrupa Toplulukları (Ekonomik ve Parasal Birlik), b) Ortak Dış Politika, Ortak Güvenlik ve Savunma, c) Adalet ve İçişleri Alanında İşbirliği (Hukuki Yapı), üç sütun üzerine kurulmuştur. Maastricht Antlaşması’nın Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına getirdiği temel yenilik Avrupa Toplulukları için yaşamsal önem taşıyan konularda ortak eylem mekanizması oluşturulması ve en önemlisi, Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu sistemin yapısından dolayı NATO’nun gölgesinde etkinlik gösterememiş olan Batı Avrupa Birliği (BAB)’nin yeniden faaliyete geçirilmesinde Avrupa Toplulukları içinde Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksemburg’un dahil olduğu Avrupacı kanat ile İngiltere, İtalya, Danimarka ve Hollanda’nın desteklediği Atlantikçi kanat arasında zorlu görüşmeler cereyan etmiştir. Fransa ve Almanya, Avrupa Topluluğu’nun savunma 64 Çakmak, a.g.e., s. 71-73. 36 konusunda gerçek bir özerkliğe kavuşturulması tezini ısrarla savunmuşlardır. Ancak bu teze, NATO’nun Avrupa güvenliğindeki ağırlıklı rolüne dokunulmaması ve Avrupa güvenliğinde hali hazırdaki yapının korunacak şekilde bir yaklaşım benimsenmesi gerektiği görüşünde olan İngiltere, İtalya, Hollanda, Danimarka ve İrlanda karşı çıkmışlardır.65 Avrupa Birliği’nin güvenliğinin sağlanmasında BAB’ın rolü konusunda da her iki taraf arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte BAB’ın güvenlik ve savunma konularında gerekliliği tüm üyeler tarafından kabul edilmekte idi. BAB konusundaki görüş ayrılıkları, BAB’a biçilecek rolün niteliği konusunda idi. Fransa ve Almanya, BAB’ın siyasal birliğin araçlarından biri olması, dolayısıyla AB ile BAB arasında ast-üst ilişkisi olması, BAB’ın AB tarafından belirlenen amaçlara uygun hareket etmesini öngörüyorlardı. İngiltere ve İtalya tarafından ileri sürülen görüşe göre ise, BAB’ın AB’nin savunma boyutunu temsilinin yanı sıra NATO’nun Avrupa ayağını güçlendirme faaliyetinde bulunması öneriliyordu. Bu durumda AB ile BAB arasında alt-üst ilişkisi sözkonusu olmayacak ve BAB, NATO kararlarına karşı gösterdiği hassasiyeti Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan Avrupa Konseyi kararlarına karşı da gösterecekti. Atlantikçi kanadın görüşü, Avrupa savunma politikasının NATO savunma politikasıyla bağdaşması ve henüz AB’ye üye olmayan, NATO üyeleri Türkiye, Norveç ve İzlanda’nın da BAB’ın çalışmalarına katılması yönünde idi . Uzun ve çekişmeli görüşmeler sonunda, Maastricht Antlaşması ile, BAB Avrupa Birliği’nin savunma boyutu taşıyan karar ve eylemlerini ifa edecek kurum olarak kabul edilmiştir.66 İki kanat arasında, dış politikanın askeri olarak desteklenmeksizin başarıya ulaşamayacağı tezi üzerine ABKA’da güvenlik ve savunma politikasına yer verilmiştir. Topluluğun ortak dış ve güvenlik politikasına sahip olmasına, ortak savunmanın da eklenerek bu görevin BAB’a verilmesi Topluluk üyesi ülkeler arasında işbirliğine yol açmıştır. 65 Ercüment Tezcan, “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı Avrupa İlişkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 54-1, s.146. 66 Özdal, Genç, a.g.e., s.126-127. 37 Maastricht Antlaşmasında (V. Başlık, Madde: J1-J11) ortak güvenlik ve dış politikanın amaçları: - Avrupa Birliği’nin ortak değerlerinin, temel çıkarlarının ve bağımsızlığının korunması, - Toplulukların ve üye Devletlerin her yönüyle güçlendirilmesi, - AGİT’in ilke ve amaçlarına ek olarak BM Şartı’nın ve Helsinki Nihai Senedi’nin ilkelerine ve 1990 Paris Şartı’nın amaçlarına uygun olarak barışın korunması ve uluslararası güvenliğin ve işbirliğinin güçlendirilmesi, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ile hukuk kurallarının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, olarak belirtilmiştir. “Uluslararası barış ve güvenliğin güçlendirilmesi” kavramıyla uzun vadeli politikalar öngörülmüş olmakla birlikte savunma ve güvenliğe ilişkin kararlarda oy çokluğu yerine oy birliğinin (savunma ve güvenlik dışındaki kararlarda oy çokluğu esası mevcuttur) esas alınması AB üyesi devletlerin egemenlik yetkilerinden ODGP kapsamında feragat etmediklerini göstermektedir.67 ODGP’nin savunma basamağı konusunda Günuğur da benzer biçimde düşünmektedir. Maastricht Antlaşmasının getirdiği sütün sisteminin ikinci sütununu oluşturan ortak dış ve güvenlik politikasının uzun dönemli amacı Avrupa’nın savunma çatısı olmakla birlikte, güvenlik konusunda örgüte verilen yetkiler beklentileri karşılamaktan çok uzaktır. Bunun nedeni ise, ODGP konularında alınacak kararlarda “oybirliği” şartının aranmasıdır.68 Ayrıca, ABKA’nın J4 maddesinde yer alan ortak dış ve güvenlik politikasının anahtar cümlesi, “… ortak bir savunma politikasının nihai sonucu, ortak savunmaya yol açtığında gerçekleşebilir” ifadesi üye ülkeler arasında yoğun tartışmalara yol açmıştır. Zorlu ve uzun müzakereler sonunda NATO ile uyumlu politikalar izlenmesine karar verilerek NATO’yu 67 68 Özdal, Genç, a.g.e., s.128. Günuğur, a.g.e., s.28. 38 tedirgin etmeden yeni bir Avrupa güvenlik anlayışı oluşturma sürecine geçilmiştir. Maastricht Antlaşmasını müteakiben, 19 Haziran 1992 tarihinde Bonn’da, Petersberg Otelinde yapılan BAB Bakanlar Konseyi toplantısında “Petersberg Bildirisi” yayımlanmıştır.69 2.1.6. Petersberg Bildirisi: Petersberg Kararları olarak da bilinen Petersberg Bildirisi, AB’nin kriz yönetimi konusunda üstleneceği görevlerin kapsamını belirlemektedir. Üç bölümden oluşan Petersberg Bildirisi’nin: - Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenliği başlıklı 1. Bölümünde: BAB üyesi ülkelerin, BAB otoritesi altında Avrupa güvenliğinde alacakları askeri görevlerde konvansiyonel silahlı güçlerini kullanılabilir halde bulundurmalarına, - Batı Avrupa Birliği’nin askeri rolünün güçlendirilmesi başlıklı 2. Bölümünde: Vaşington Antlaşması’nın 5. ve Değiştirilmiş Brüksel Antlaşması’nın V. maddeleriyle uyum içinde ortak savunmaya katkıda bulunmanın dışında BAB üyesi ülkelerin askeri birimlerinin · insani yardım ve kurtarma görevlerinde, · barışı koruma görevlerinde, · silahlı kuvvetler aracılığıyla barışın tesisi dahil kriz yönetim vazifelerinde görevlendirilmelerine, - Batı Avrupa Birliğine üye ülkelerle, NATO ve/veya AB üyesi diğer ülkelerle ilişkiler başlıklı 3. Bölümünde: BAB komutası altında BAB’ın üstleneceği görevlerde üye ülkelerin tahsis edebilecekleri askeri güçlerinin belirlenmesi ile 69 Gürkaynak, a.g.e., s.174. 39 kontrol ve haberleşme mekanizmalarını hazırlayacak olan “Planlama Birimi/Hücresi”nin Brüksel’de kurulmasına ve ilk başkan olarak İtalyan Hava Kuvvetlerinden General Caltabiano’nun atanmasına, karar verilmiştir.70 Petersberg Bildirisi’nde ayrıca, BAB’a tam ve ortak üye sıfatıyla davet edilen devletlerin statüsü belirtilerek BAB’a tam üye olabilmek için AB üyeliği koşulu getirilmiştir. Şöyle ki, NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkeler “ortak üye” statüsü kazanmış, AB üyesi olup BAB üyesi olmayan ülkeler de “tam üye” veya “gözlemci” olmuşlardır. Norveç, İzlanda ve Türkiye “ortak üye”, AB üyesi olan Danimarka, İrlanda, Avusturya, İsveç ve Finlandiya “gözlemci” olmuşlardır. AB üyesi olan Yunanistan, Petersberg Bildirisi ile 06 Mart 1995 tarihinde BAB’a tam üye olmuştur. 1988 yılında Yunanistan ile birlikte BAB’a tam üyelik başvurusunda bulunan Türkiye, Petersberg Bildirisi ile AB üyeliği koşulu getirilmesi sonucu BAB’a tam üye olamamıştır. Ancak, 20 Kasım 1992 tarihli Roma Bakanlar Konseyi toplantısında BAB’ın genişlemesi kabul edilerek AB üyesi olmayan Avrupalı NATO müttefiklerine BAB tarafından “ortak üye statüsü” verilmesi kararını müteakip Türkiye, AB üyesi olmayan diğer iki NATO üyesi İzlanda ve Norveç ile birlikte 20 Kasım 1992 tarihinde Roma’da Ortak Üyelik Belgesini imzalayarak 6 Mart 1995 tarihinden itibaren BAB’da ortak üye sıfatıyla yer almıştır.71 BAB Ortak Üyeleri konsey toplantılarına katılma ve burada söz alma hakkına sahiptirler, ancak asıl üyelerin oybirliği ile almış olduğu kararları veto etme hakları yoktur. 72 Roma Bakanlar Konseyi’nde alınan bu karara göre, “ortak üyeler, askeri operasyonlara güç sağlama yükümlülüğüne girmeleri halinde tam üye 70 Petersberg Declaration-Bonn, European Security and Defence Assembly Documents, June 19, 1992 (Erişim) http://www.assembly-weu.org/en/documents/sessions_odinaires/key/declaration pete, 8 Mart 2010, s.1-7. 71 Ercüment Tezcan, a.g.m., s. 150. 72 Çakmak, a.g.e., s.184. 40 gibi BAB’da görev alacaklardır.”73 Bu madde çerçevesinde Türkiye, “ortak üye” statüsünde BAB’a katılarak BAB Konseyi toplantılarına, çalışma gruplarına ve BAB’ın planlama birimine katılma hakkına sahip olmuştur. Türkiye, 1995 yılından itibaren BAB Askeri Karargahı’na subay göndermiş ve askeri karargahın faaliyetlerine eşit olarak katılmıştır. Ayrıca, Avrupalı devletlerin savunma harcamalarını koordine etmek amacıyla 1993’de oluşturulan Batı Avrupa Silahlanma Grubu ve 1996’da oluşturulan Batı Avrupa Silahlanma Organizasyonuna kuruluşundan itibaren üye olmuştur. Türkiye’nin BAB içinde elde ettiği en önemli kazanım ise, 15 Nisan 1997 tarihinde NATO destekli BAB operasyonlarına tam üye hakları ile katılma hakkına sahip olmasıdır. Bu statü, 18 Kasım 1997’de yapılan Ertfurt BAB Bakanlar toplantısında daha ileri götürülmüş ve Türkiye, BAB’ın kriz yönetimi fonksiyonlarının sona erdirildiği 30 Temmuz 2001’e kadar düzenli bir şekilde BAB içerisindeki pozisyonunu güçlendirerek, BAB’ın görev alanı kapsamındaki tüm kriz yönetimi faaliyetlerine tam üyelere yakın haklarla katılma olanağına sahip olmuştur. Türkiye, BAB içindeki faaliyetlerinde NATO üyeliğinden yararlanmış, her türlü BAB faaliyetlerine aktif olarak katılmıştır. Onay vermediği konularda veto hakkını kullanmıştır. 74 Ancak, Nice Antlaşmasıyla, BAB AB’ye devredilince, ortak üyelikten doğan haklar da ortadan kalkmıştır. Daha sonra ayrıntılı olarak değinileceği üzere, Türkiye BAB ortak üyeliğinden doğan haklarını yitirince sınırlı bazı kazanımlar karşılığında Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) operasyonları çerçevesinde AB karar mekanizmasının dışında bırakılmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Maastricht Antlaşması, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın ileride bir savunma politikasıyla tamamlanmasını öngörmektedir. Savunma boyutu için BAB’ın güçlendirilip etkin hale getirilmesi öngörülmüştür. Ayrıca, Maastricht Antlaşmasının J4 ve 8. Maddelerine, “Avrupa güvenliği konusundaki düzenlemelerin ne kadarının gerçekleştirildiği konusunun 1996 73 Öner Akgül, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde NATO-AB ilişkilerinde Rekabet-İşbirliği Analizi ve Türkiye Faktörü”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 2008, Sayı.7, s.91-124. 74 Haydar Efe, AB’nin Gelişen “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9/3, 2007, s. 130-131. 41 yılında incelemeye tabi tutulacağı ve inceleme sonucu değiştirilmesi veya antlaşmaya konulması gereken yeni hükümlerin 1996 yılında yapılacak Hükümetlerarası Sözkonusu Konferans’ta süreç, ele antlaşmada alınması” hükmü öngörüldüğü üzere Hükümetlerarası Konferans’ta gerçekleştirilmiştir. Politikasındaki işbirliği Antlaşması ile atılmıştır. düzenlemelerinde en konulmuştur. 1996 yılındaki Ortak Dış ve Güvenlik son adım Amsterdam 75 2.1.7 Amsterdam Antlaşması 16-18 Haziran 1997 tarihinde Amsterdam’da Avrupa Konseyi toplantısında kabul edilerek 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanan ve tüm üye ülkeler tarafından onaylanmasını müteakip 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşmasıyla, Maastricht Antlaşmasının ikinci sütununda (ODGP) derinleşmeye gidilmiş, BAB’ın AB’ye entegre edilmesi amaçlanmıştır.76 Maastricht Antlaşması ile ilk kez AB üyesi devletler arasında bir ODGP oluşturulmaya çalışılmasına rağmen, özellikle eski Yugoslavya krizinde üye devletlerin ortak ve kararlı bir tutum izleyememesi, AB üyesi devletlerin Yugoslavya’daki duruma müdahale edecek ortak irade gösterememeleri sonucu üye devletler 29 Mart 1996 tarihinde Torino’da yapılan Hükümetlerarası Konferansta, AB Kurucu Antlaşmasının gözden geçirilmesini kararlaştırmışlardır. Hükümetlerarası Konferansın Haziran 1997’de tamamladığı Amsterdam Antlaşması metni 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanmış, ancak en son onay belgesinin Fransa tarafından 30 Mart 1999 tarihinde tevdi mercii İtalya’ya iletilmesini müteakip 1 Mayıs 1999 tarihinde ABKA değişik haliyle yürürlüğe girmiştir. Amsterdam Antlaşması, savunma ve güvenlik konularını, Maastricht Antlaşması ile kıyaslandığında, daha ileri boyutlara taşımamıştır. 75 Fakat, Gürkaynak, a.g.e., s. 175. Meltem Müftüler Baç, “Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan bir Bakış”, Tesev Yayınları Dış Politika Analiz Serisi – 4, Kasım 2006, s.12. 76 42 ortak savunma konusunda ilk kez Avrupa Konseyi’ne yetki verilmiştir. Antlaşma’nın J3 maddesinin 1. Paragrafı, Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan Avrupa Konseyi’ne savunmayı içeren Ortak Güvenlik ve Dış Politika konularında yetki vererek, bu yöndeki politikaların hazırlanması ve uygulanmasının Siyasal Komite tarafından değil Konsey Genel Sekreterliğinin görev çerçevesi içinde mütalaa edilmesini sağlamıştır. Amsterdam Antlaşması’nın 17. Maddesine, AB Konseyi kararı ile AB operasyonlarının BAB tarafından yerine getirileceği hükmü konmuştur. BAB’ın 1992 yılında kabul ettiği Petersberg görevleri ODGP kapsamına alınmıştır. Böylece BAB’ın operasyonel askeri güç haline getirilerek, askeri ihtiyaçların öncelikle üye devletlerin askeri ve diğer imkanlarından karşılanması, gerekirse NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanılması, fakat yapacağı operasyonlarda NATO’ya bilgi vermesi amaçlanmıştır.77 Ancak, Avrupa savunma ve güvenlik sisteminde AB üyesi devletler arasında yapıcı bir uyum sözkonusu olmaması nedeniyle, BAB’ın etkin bir örgüt olarak faaliyette bulunması tam olarak gerçekleşememiştir. Çünkü özellikle Atlantikçi kanat (İngiltere, İtalya, Danimarka ve Hollanda) NATO’nun Avrupa’daki konumunu zayıflatabilecek BAB faaliyetlerine karşı olumsuz tutum göstermektedirler. Üye devletler arasındaki bu uyuşmazlık nedeniyle daha sonra Nice Antlaşması’nda görüleceği üzere BAB’ın AB’ye entegrasyon konusu hukuken de ortadan kalkmıştır.78 Amsterdam Antlaşma’sının 12. Maddesi ile Avrupa güvenliğine “ortak strateji” ve “ortak eylem” kavramları getirilmiştir. Çayhan, “ortak strateji” ve “ortak eylem” konusunda, ODGP kapsamında üye devletlerin ulusal politikalarında, Konsey tarafından belirlenen “ortak stratejiler”e uyum sağlamalarının gerekliliği üzerinde durulduğunu ve ortak stratejilerin, uluslararası alandaki çeşitli sorunlarda AB’nin yaklaşımını gösterdiğini ve Konsey’in belirlediği “ortak eylemler”in bağlayıcı özelliği dolayısıyla 77 üye Tarık Söylemiş, “ Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Üç Kritik Sınavı: Makedonya, Kongo ve Bosna Hersek Misyonları”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, Sayı: 12, s.43. 78 Özdal, Genç, a.g.e., s. 140. 43 devletlerin, tutumlarını alınan karara göre saptamak zorunda olduklarını belirtmiştir.79 Sözkonusu ortak eylemler, Birliğin somut bir girişimde bulunmasını gerektiren durumlar sözkonusu olduğunda, Maastricht ve Amsterdam Antlaşmalarında ODGP kapsamında belirlenmiş olan Avrupa Birliğinin ortak değerlerinin, temel çıkarlarının, bağımsızlığının, bütünlüğünün, barışın korunması, Birliğin ve uluslararası güvenliğin güçlendirilmesi, uluslararası işbirliğinin arttırılması, demokrasi ile hukukun üstünlüğünün yanısıra ve insan hakları ile temel özgürlüklere saygının sağlanması doğrultusunda gerçekleştirilirler. Konsey ODGP ile ilgili kararları oybirliği ile alabilir. Bu durumda, üye devletlerden herhangi birinin yaşamsal önemi olan ve ulusal çıkarlarına ters düşen önerilerin kabul edilmesi olanaklı değildir. Çekimser oylar ise kararları etkilememektedir. Ortak tavırlar ve ortak eylemlerde nitelikli çoğunluk ilkesi geçerlidir. Bu tür kararlar, üye devletlerin dış politikalarını ve ulusal çıkarlarını ciddi boyutlarda etkileyecek kararlarda değil, ikincil önemli konularda söz konusudur. Ancak, yine de üye devletlerden herhangi birisi, önemli ulusal çıkarları açısından nitelikli çoğunlukla alınacak bir karara karşı çıkacağını belirtirse oylama yapılmamaktadır. Böyle durumlarda Konsey, nitelikli çoğunluk esasıyla karar alınması gerektiğinde Avrupa Birliği Konseyine başvurabilir. Üye devletlerin ulusal çıkarları açısından büyük önem taşıyan askeri ve savunma konularında nitelikli çoğunluk ilkesi uygulanmamaktadır.80 Üye ülkeler arasında belirlenen ortak stratejiler, ortak eylemler ve ortak tutum ilkeleri daha sonraki AB zirvelerinde Avrupa Savunma ve Güvenlik Kimliği’nin oluşmasına neden olmuştur. 79 80 Çayhan, a.g.m., s.44-45. Çayhan, a.g.m., s. 46. 44 2.2. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA KİMLİĞİ Soğuk Savaş sonrasında tehdit algılamalarındaki değişimler nedeniyle Avrupa’da savunma ve güvenlik alanındaki tartışmalar iki aşamada gerçekleşmiştir. 1990’lı yılların başlarındaki birinci tartışma Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkmış, savunma ve güvenlik alanında dört karşıt düşünce ileri sürülmüştür. 1. Fransa ve Belçika, AB’nin savunma kimliğinin NATO’dan ayrı ve ayrılabilmesi, 2. Almanya ve Çek Cumhuriyeti, Avrupa için genişletilmiş Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı temelinde kolektif güvenlik düzenlemesi geliştirilmesi, 3. Rusya Federasyonu, güçlerin uyuşumundan oluşan bir “Avrupa Güvenlik Konseyi” oluşturulması, 4. ABD ve İngiltere NATO’nun vazgeçilmezliğini ileri sürerek NATO merkezli düzenin değişmemesi, görüşünde olmuşlardır. 1990’lı yılların başlarından 1990’lı yılların sonuna kadar 10 yıl süresince sözkonusu dört görüş olgunlaşıp değişerek “NATO” ve “Avrupa Kimliği” biçiminde ikiye indirgenmiştir. 2000’li yılların başlarında “Avrupalılaştırılmış NATO” ve “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası”, 1990’lı yıllarla kıyaslandığında görüş ayrılıklarının açık ve net olarak birbirine yakınlaştığı görülmektedir. Bu iki görüş arasındaki temel sorun, gelişmenin NATO veya AB bünyesinde oluşturulup oluşturulmayacağı noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda AGSK tartışmaları NATO’da, AGSP tartışmaları da AB’de yapılmaktadır. 81 NATO bünyesinde bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği geliştirilmesi, NATO’nun siyasal ve askeri yapılarındaki uyarlamalarla paralel niteliktedir. Bu durum, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin gelişiminde 81 Gürkaynak, a.g.e., s.180 45 de önemli bir adım olmuştur. Bu gelişim sürecindeki toplantıların AGSK’ya yönelik olanları, AB’nin, 1991 Maastricht,1997 Amsterdam NATO’nun, 1990 Londra, 1994 Brüksel, 1997 Madrid, 1999 Washington Zirve Kararlarıdır.82 10-11 Ocak 1994 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen NATO Zirve Toplantısının gündemi Ortak Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) olarak saptanmış ve böylece AGSK oluşumu başlatılmıştır. AGSK, AB’nin güvenlik politikasında, sürekli olarak ABD’yi dışlamayan tutum izleyen İngiltere ve Hollanda tarafından, AB’nin kendine özgü bir güvenlik politikasının oluşumunu önlemek için “kimlik” sözcüğünü ön plana çıkararak yaratılan bir deyimdir. Ancak, AB içinde Avrupacı kanadın liderliğini üstlenen Fransa ve Almanya’nın ısrarlı tutumunun yanı sıra uluslararası olayların gelişimi de Avrupa’nın güvenlik politikasına sahip olmasını zorunlu hale getirmiştir.83 Ocak 1994 NATO Brüksel Zirve’sinde BAB’ın NATO varlık ve yeteneklerine güvenceli erişimi sağlanmıştır. NATO içinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) ile NATO ve BAB’ın birlikte oluşturdukları Birleşik Müşterek Görev Gücü (BMGG) kavramı geliştirilmiştir. Avrupa ülkelerinin, güvenlik ve savunma politikalarında daha fazla sorumluluk almak istemeleri sonucunda ABD, Avrupalı müttefiklerin savunma ve güvenlik alanındaki yükün ABD ile eşit paylaşımını teşvik etmek ve AB’nin savunma ve güvenlik alanındaki faaliyetlerini kontrol edebilmek için AGSK kavramını, BAB’ın benzer karargahlar ve kadroları oluşturmasına gerek kalmadan hızlı bir şekilde operasyonel hale gelmesini sağlamak konusunda destek olmuştur. 84 NATO ile BAB arasında sağlanması öngörülen işbirliği NATO üyeleri tarafından desteklenmekle birlikte, Avrupa güvenlinin NATO şemsiyesi altında sağlanmaya devam edileceği Ocak 1994 NATO Zirve Bildirisinde vurgulanmıştır. 82 Gürkaynak, a.g.e., s.181. Çakmak, a.g.e., s. 184. 84 Efe, a.g.m., s. 131. 83 Şöyle ki, bu bildiride AB’nin güvenlik ve 46 savunma alanındaki yeni girişimi NATO Dergisinin Mart 1994 sayısında, “Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girişi ve İttifak’ın Avrupa ayağının güçlendirilmesi suretiyle bütün Müttefiklerin güvenliğine daha tutarlı bir katkı yapmasını sağlayacak olan Avrupa Birliği’nin kuruluşunu memnuniyetle karşılıyoruz. İttifak üyeleri arasındaki danışmalarda temel forumun ve Müttefiklerin Washington Antlaşması’ndan kaynaklanın güvenlik ve savunma taahhütlerine ilişkin politikalarda anlaşmaya varılacak yerin İttifak olduğunu teyit ederiz” şeklinde yorumlanmıştır. Yukarıdaki paragrafta NATO üyeleri, ABD’nin Avrupa’nın dış politika ve güvenlik alanında daha fazla sorumluluk yüklenmesini desteklemekle birlikte, üyeler arasındaki temel danışma forumunun NATO olduğunu ve Avrupa’nın güvenliğinde NATO’nun üstünlüğünün sürdürüleceğini açıkça belirtmişlerdir. NATO içinde oluşturulan ve AGSP ile karıştırılmaması gereken AGSK’nın çıkış noktası, ABD’nin Avrupa ülkelerinin güvenlik ve savunma politikalarında daha fazla sorumluluk almalarını ve faaliyetlerini NATO İttifakı içinde geliştirmelerini sağlamak amaçlıdır.85 Ocak 1994 Brüksel Zirvesi’nde, Devlet ve Hükümet Başkanları, Kuzey Atlantik Konseyi’ni, - Barışı koruma da dahil, tüm NATO misyonlarının daha etkin ve esnek olarak gerçekleştirilmesi, - BAB ile işbirliğinin arttırılması, - Gelişmekte olan AGSK konusunun incelenmesi, konularının nasıl geliştirilip uyarlanabileceğini incelemekle görevlendirmiştir. Bu meyanda, Birleşik Müşterek Görev Gücü (BMGG) kavramı da bu sürecin bir parçası olarak geliştirilmiştir. BMGG kavramı operasyonel esnekliği arttırmayı ve tüm NATO misyonlarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kuvvetlerin daha esnek ve hareketli biçimde konuşlandırılmasını amaçlamıştır. Ayrıca, NATO veya BAB tarafından kullanılabilecek, “ayrılabilir fakat ayrı olmayan (separable but not separate) biçiminde ifade edilen askeri yetenekler sağlanması da amaçlanmıştır. 85 Haydar Efe, “Avrupa Birliği’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1):66-78, 2008, s.73. 47 Haziran 1996 tarihindeki Kuzey Atlantik Konseyi’nin Berlin’deki Bakanlar Toplantısı’nda, AGSK’nın NATO içerisinde kurulması düşüncesi kabul edilmiştir. AGSK’nın NATO içinde kurulması düşüncesi, NATO ve BAB’ın Kuzey Atlantik Konseyi ile bağlantılı biçimde çalışacaklarının bir göstergesi olmuştur. Berlin Bakanlar Toplantısında, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik yapılanmasında NATO’nun önceliği, ABD’nin NATO’daki liderliği, Avrupalı üyelerin NATO’ya katkıları ve Avrupa güvenliği ve savunma kimliğinin kısa ve orta vadeli başarısı gibi konular üzerine Atlantik’in her iki yakasındaki üyeler arasında uzun görüşmeler cereyan etmiş ve Berlin Sonuç Bildirgesi, Avrupa güvenlik yapılanması açısından bir dönüm noktası olmuştur. 8 Temmuz 1997 Madrid Zirve’sinde de NATO bünyesinde AGSK oluşturulması memnuniyetle karşılanmış ve Kuzey Atlantik Konseyi Daimi Oturumu’ndan BAB ile işbirliği içinde bu alandaki çalışmaları hızlandırması talep edilmiştir. Müteakiben, NATO’nun BAB liderliğindeki operasyonlara vereceği desteğin her boyutunu karşılayabilecek düzenlemeler konusunda aşağıda belirtilen uygulamalar tanımlanmıştır. “NATO’nun kuvvet ve yetenek geliştirmesi ile ilgili yeni savunma planlama yöntemleri içinde BAB gereklerinin göz önünde bulundurulması…; BAB’ınKuzey Atlantik Konseyi’nin onayıyla kullanmak isteyebileceği NATO varlık ve yeteneklerini belirleyecek yöntemler oluşturulması; NATO içinde BAB’ın politik kontrolü ve stratejik yönetimi altındaki bir operasyonu hazırlamak, desteklemek, komuta etmek ve yürütmekte kullanılabilecek çokuluslu Avrupa komuta düzenlemeleri yapmak…; NATO desteği ile yürütülen bir BAB operasyonu sırasında gerek duyulan eşgüdümü sağlayacak danışma ve enformasyon paylaşma düzenlemelerini yapmak; BAB misyonları için askeri planlama ve tatbikatlar geliştirmek.” Yukarıda belirtilen bu düzenlemeler, BAB’ın müdahale etmeye karar verdiği, ancak NATO’nun müdahaleden kaçındığı kriz durumunda, BAB’ın kendi denetimi ve yönetimi kapsamında bir operasyon gerçekleştirmek için BMGG Karargahı da dahil olmak üzere NATO varlık ve yeteneklerini kullanmak isteyebileceği anlamına gelmektedir. BAB tarafından talep 48 edilecek NATO varlık ve yetenekleri her bir durum için ayrı ayrı değerlendirilerek, iki örgüt arasında yapılacak özel bir anlaşma ile BAB’ın kullanımına verilebilmektedir. kullanımını izleyerek NATO, operasyon sırasında varlıklarının BAB ile siyasal bağlantısını düzenli olarak sürdürecektir.86 Sözkonusu Zirve’de, yukarıda değinildiği üzere BAB’ın NATO olanaklarını kullanması konusu çerçevesinde uzun görüşmeler yapılmış olmakla birlikte elle tutulur bir karar alınamamıştır. Kesin karar alınamamasının nedeninin, ABD ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin bağımsız bir güvenlik birimine sahip olmasına politik yönden karşı çıkmalarından kaynaklanmış olduğu söylenebilir. AB’nin Atlantikçi kanat üyeleri, NATO’nun var olduğu bir ortamda ikinci bir askeri örgüte gerek olmadığını düşünmektedirler. Bu konuya Türkiye’nin tereddütle yaklaşımının nedeni ise, 55 yıldır NATO içindeki görevini başarıyla sürdürmesine rağmen ortaya çıkan bu yeni güvenlik yapılanmasında, AB ve BAB’ın tam üyesi olmadığı için karar alma mekanizması içinde olamayacaktır. Oysa ki, NATO’nun her kademesinde diğer üyelerle aynı hak ve görevlere sahip olmasına rağmen yeni güvenlik karşılamaktadır. oluşumunda söz sahibi olamamasını tereddütle 87 NATO bünyesinde AGSK geliştirilmesinde NATO varlıklarının ve komuta yapısının kullanımı, bilgi paylaşımı, kriz yönetimi uygulamalarının ortaklaşa denenmesi ve değerlendirilmesi gibi çalışmalar AB’nin Haziran 1999 Köln Zirve’sine kadar devam etmiştir. Bu zirvede, AB içinde ortak bir Avrupa güvenlik ve savunma politikası uygulanmasına ilişkin yöntemler ve BAB’ın feshedilerek AB’ye entegre edilmesi hakkında kararlar alınmıştır. 88 AB ve BAB üyesi devletler arasında savunma ve güvenliğe ilişkin konularda, uluslararası politikada farklı çıkar anlayışına sahip olmaları nedeniyle, etkin bir uyum olmadığı çeşitli zamanlarda ortaya çıkan uluslararası 86 çatışmalardaki Gürkaynak, a.g.e., s.183-185. Çakmak, a.g.e., s. 186-188. 88 Gürkaynak, a.g.e., s. 185. 87 tutumlarında da sergilenmiştir. Avrupa 49 güvenliğindeki yaklaşımlarında da, Avrupa güvenliğinin Avrupacı veya Atlantikçi yönde olmuşlardır.89 gelişim göstermesi konusunda farklı anlayışlarda Bu farklı tutum ve anlayışları dolayısıyla Balkanlar’daki çatışmalarda da ortak bir politika izleyememişlerdir. İngiltere, Fransa ve Yunanistan ulusal çıkarlarını düşünerek, Sırplara dolaylı olarak destek vermişlerdir. Bosna ve Kosova savaşlarında da, Avrupa’nın ortasındaki krizlerde dahi ABD müdahalesi olmaksızın tek başlarına müdahale etme yeteneğine sahip olmadıkları görülmüştür. Bu durum, 1990’lı yılların Avrupa’sındaki siyasi olayların akışı, İngiltere’nin geleneksel yaklaşımında değişikliğe gitmesine neden olmuştur. AGSP’nin temellerinin atıldığı St. Malo Zirvesi öncesinde Ekim 1998’de, Avusturya Pörtschach’da düzenlenen gayrı resmi Avrupa Konseyi toplantısında, zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair “askeri açıdan geçerli, siyasi açıdan hükümetlerarası ve NATO’nun uygun olması durumunda Avrupa Birliği savunma politikasının geliştirilmesine itiraz etmeyeceklerini belirtmiştir. 90 İngiltere’nin ABD savunma ve güvenliği konusundaki geleneksel görüşünden uzaklaşarak AB’nin etkinliğinin attırılması yönündeki yeni yaklaşımı Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)’nın oluşumunun ve daha sonraki zirvelerde de şekillenmesinin yolunu açmıştır.91 89 Özdal, Genç, a.g.e., s.146. Haydar Efe, “AB’nin ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’Oluşturma Çabaları”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2007, Cilt:3, Yıl:3, Sayı: 2,3 s.10. 91 Ülger, a.g.e., s.103. 90 50 2.3. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI Bosna trajedisinden sonra Kosova’da ortaya çıkan çatışmanın uzaması, NATO İttifakı içinde Avrupa’nın askeri eksikliği ve sahip olduğu imkanların yetersizliği Avrupa’yı ABD’ye bağımlı hale getirdi. Hava saldırılarının çok önemli bir bölümünün ABD tarafından yerine getirilmesi, Avrupa’ya kendi askeri yeteneklerini geliştirmediği takdirde ABD önderliğindeki stratejinin belirlenmesinde çok önemsiz bir role sahip olacağını teyit etmişti. Teknolojik olarak geride kalan Avrupa’nın İttifak içindeki stratejik konumunun yükseltilmesi isteniyorsa, askeri yeteneklerinin geliştirilmesi gerekli olmuştu. Ancak, daha özerk bir Avrupa’da siyasi kopuş korkusuyla NATO içindeki ahengin devam ettirilmesi önemliydi. Kosova’da başarıya gidilmesi NATO İttifakındaki bütünlüğe bağlı idi. Bu nedenle, Avrupa’nın özerkliği İttifak’tan ayrılma değil, ama İttifak içinde Avrupa’nın operasyonel araçlarının geliştirilmesi yönünde idi. Kosova çatışmasından çok önce dahi İngiltere, ABD ve Avrupa arasındaki dengesizliğin devam etmesi halinde Atlantik ortaklığının tehlikeye atılacağını görmüş ve Avrupa’nın kendi güvenliği için sorumluluk alması gerektiğinin farkına vararak, geleneksel çizgisinden uzaklaşmıştı. Bu arada Fransa’nın da Atlantik İttifakının meşruiyeti karşısında tavizkar tutumu ve İngiltere’nin Avrupa’ya yaklaşımı, Avrupa’nın savunma ve güvenliğinde bir uzlaşma ortamı yaratmıştır. İşte Avrupa’nın özerkliğinin İttifak içinde devam ettirilmesi fikri, Fransa ve İngiltere’nin St. Malo girişiminin ana temelini oluşturmuştur.92 2.3.1. St. Malo Zirvesi Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 3-4 Aralık 1998 tarihinde St. Malo’da bir araya geldikleri St.Malo Zirvesi sonucunda, Avrupacı kanadın temsilcisi Fransa ile Atlantikçi kanadın temsilcisi İngiltere’nin yayınladıkları bildiride: 92 Jean-Yves Hain, “Tarihsel bir Perspektif”, Çeviren: Nilhay Usta, Editör: Nicole Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası-İlk Beş Yıl, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s.44-45. 51 - Amsterdam Antlaşmasında yer alan Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası’nın süratle uygulamaya konulması, - AB’nin uluslararası krizlere müdahale edebilecek, kendi başına askeri hareketlerde bulunabilecek kapasiteye sahip olması ve bunun için gerekli güç ile desteklenmesi, - NATO’nun bir bütün olarak müdahil olmadığı yerlerde, AB’nin karar alması için AB’nin uygun bir yapıya ve askeri kapasiteye kavuşturulması, - Güçlü ve rekabetçi bir Avrupa savunma sanayi ve teknolojisiyle desteklenen, yeni risklere karşı hızla tepki verebilecek, güçlendirilmiş silahlı kuvvetlere gereksinim duyulduğu, konularında görüş birliği sağlanmıştır.93 St. Malo Bildirisi ile ABD’nin isteksiz olduğu tüm alanlarda faal olunması ve ortak savunma konularını da içerecek şekilde, BAB’ın sahip olduğu gücün üstüne yeniden yapılanma gereği vurgulanarak ortak savunma konuları da dahil olmak üzere Amsterdam Antlaşması’nın ODGP’ye ilişkin hükümlerine en kısa zamanda işlerlik kazandırılması çağrısında bulunulmuştur. Bu çağrıya AB üyesi diğer devletlerin de katılması sonucunda AGSP süreci başlatılmıştır.94 St. Malo Zirvesi sonunda yayınlanan “Avrupa Savunması Ortak Deklarasyonu“ ile Birliğin otonom eylem kapasitesine sahip olması kararlaştırılmıştır. Ancak, bununla birlikte AB ve NATO arasındaki organik bağ vurgulanarak gereksiz ikilemelerden (duplications) kaçınılması gerektiği belirtilmiştir.95 St. Malo Zirvesi’ni takiben, 23-24 Nisan 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen NATO Washington Zirvesi’nde, ABD, Fransa ve İngiltere arasındaki bu yakınlaşmaya verdiği desteği açıkça belirtmiştir. Zirve sonunda yayınlanan bildiride de, AGSP’nin oluşturulmasının Avrupa-Atlantik 93 Ülger, a.g.e., s.102-103. Fehmi Ağca, “Avrupa-Akdeniz Ortaklığının Avrupa Birliğinin Güvenlik ve Savunma Politikasına Etkileri,” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl:2, Sayı:4, Aralık 2006, s.160. 95 Bülent Sarper Ağır, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış” , Uluslar arası Güvenlik Sorunları, Der: Kamer Kasım, Zerrin A.Bakan, ASAM –Ankara.2004, s.112. 94 52 ilişkilerinin istikrarı açısından önemli olduğuna değinilmiş ve Avrupalı müttefik devletlerin herhangi bir kriz çıkmadan önce bir takım önlemleri kendi başına alabilmesinin önemli olduğu vurgulanmıştır.96 1998 St. Malo ve 1999 NATO Washington Zirvelerinden kısa bir süre sonra Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşanan krizlerde Avrupa Birliği’nin katkılarının yetersizliği, AGSK ve AGSP çerçevesindeki tartışmaları hızlandırmıştır. Avrupa savunmasının NATO, dolayısıyla ABD tarafından ağırlıklı bir şekilde üstlenilmesi konusundaki eleştiriler karşısında, AB üyesi devletler AGSP konusundaki tutumlarına netlik kazandırmalarının gerekliliğinin farkına vararak St. Malo’yu izleyen 1999 Köln ve Helsinki Zirvelerinde ODGP’nin güvenlik ve savunma boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır.97 2.3.2. Köln Zirvesi Kosova’da yaşanan kriz, St. Malo Antlaşması’nın “Avrupa benliği” kazanmasına yol açmıştır. 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Köln’de yapılan Avrupa Birliği Konseyi toplantısında, üye devletler ODGP’ye ilişkin sorumluluklarını yerine getirebilmek için AB’nin gereksinim duyduğu imkan ve yetenekleri sağlamak konusunda uzlaşarak bir bakıma Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nın çerçevesi çizilmiştir. Konsey’de, “Birliğin NATO faaliyetlerine zarar vermeden, uluslararası krizlere yanıt verebilmek için inandırıcı askeri güçlerle desteklenen özerk eylem kapasitesine, bu güçleri kullanmayı kararlaştırma olanaklarına ve bu olanakları kullanabilmek için gerekli hazırlığa sahip olması gerektiği görüşünden hareketle istihbarat, stratejik ulaşım, kumanda ve kontrol alanlarındaki yeteneklerini sağlamlaştırma” amaçlarını benimseyerek AB’nin BM Şartı ilkeleriyle uyum içinde uluslararası barış ve güvenliğe katkısının artacağı vurgulanmıştır. 98 Konsey’de ayrıca, NATO’nun “kendi üyelerinin toplu savunmasının temeli” saklı kalması görüşü yinelenerek, AGSP’nin kapsadığı alan 96 Özdal, Genç, a.g.e., s, 186. Özdal, Gençe, a.g.e., s.186-187. 98 Efe, a.g.m., s.11. 97 53 “Petersberg Görevleri”yle (insani amaçlı ve kurtarma misyonları, barışı koruma görevleri ve barış sağlamak da dahil olmak üzere kriz yönetiminde taarruz kuvvetlerinin alabileceği görevler) sınırlandırılmıştır. 99 Zirve’de, AB’nin stratejik planlama ve durum analizi yapabilecek kadro ve istihbarat kaynakları konusunda: “Siyasi ve askeri uzmanların bir arada çalışacağı Siyasi ve Güvenlik Komitesi’nin Brüksel’de oluşturulması; Siyasi ve Güvenlik Komitesi’ne tavsiyelerde bulunmak üzere askeri temsilcilerden oluşan bir AB Askeri Komitesi oluşturulması; durum merkezine sahip olan ve askeri sevkiyat gerektiren kriz yönetimi durumunda AGSP’ye danışmanlık yapacak askeri personel istihdamı” gibi ODGP ile ilgili konular belirlenmiştir. Ayrıca, Nisan 1999 Washington Zirve’sinde belirtilen “önceden belirlenmiş NATO imkan ve yeteneklerinin AB’ye tahsisi ve AB’nin NATO planlama yeteneklerine güvenceli erişimi” konularında gerekli düzenlemelerin yapılması kararlaştırılmıştır.100 2.3.3. Helsinki Zirvesi 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde yapılan AB Helsinki Zirvesinde savunma ve güvenlik konularında “Temel Hedefler” ve “Ortak Yetenek Hedefleri”nin oluşturulması karara bağlanarak “Temel Hedefler” çerçevesinde, AGSP kapsamında yapılacak operasyonlarda kullanılmak üzere 2003 yılına kadar üye devletlerin katkısıyla, 50-60.000 civarında askerden oluşan kolordu kapasitesindeki bir kuvvetin 60 gün içinde kriz ortamında konuşlandırılabilmesi ve bu kuvvetin en az bir yıl süreyle desteklenmesi kararlaştırılmıştır. Sonuç bildirgesinde, bu gücün NATO’nun tam olarak müdahil olmayacağı krizlerde Petersberg görevlerini yerine 99 Burkard Schmitt, “Avrupa’nın İmkanları: Kaç Tümen Sağlanabilir?” , Çev.: Hande Kolçak Köstendil, Editör: Nicole Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası – İlk Beş Yıl, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s.90. 100 Presidency Conclusions Cologne European Council 3 and 4 June 1999. (Annex III) (Erişim) www.consilium.europa.eu/ue.Docs/cms_Data/.../kolnen.htm 23 Mart 2010 . 54 getirmek için planlandığı ve dolayısıyla “Avrupa Ordusu” yaratmak anlamına gelmediği vurgulanmıştır.101 Helsinki Zirvesi itibariyle, BAB’ın Petersberg Görevleri ile ilgili işlevlerinin, AB gerçekleştireceği bünyesine askeri dahil edilmesi operasyonları ve siyasal ve gelecekte AB’nin stratejik açıdan yönlendirecek kurumsal yapının oluşturulması için geçici olarak “Siyasi ve Güvenlik Komitesi” ile “Askeri Komite” kurulmuştur. Fakat bu yeni kurumsal yapı, BAB’da ortak üye sıfatındaki (Türkiye, Norveç ve İzlanda ile AB üyeliğine aday Baltık devletleri ile Doğu Avrupa devletleri) devletler açısından, Petersberg görevlerinin yerine getirilmesinde BAB’ın devre dışı bırakılmasının, BAB aracılığıyla AB ile kurdukları bağın kopması sonucuna götürerek ODGP ve dolayısıyla AGSP’nin karar alma mekanizmalarında yer almama endişesini beraberinde getirmiştir.102 2.3.4. Feira Zirvesi Köln ve Helsinki Zirvelerinde alınan kararlarla temeli atılan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının, başkanlıklarının sırasıyla Portekiz ve Fransa tarafından üstlenildiği Santa Maria da Feira ve Nice zirvelerinde, AGSP’nin aynı zamanda kurumsal yapısının son şeklinin verilmesi de kararlaştırılmıştır. 19-20 Haziran 2000 tarihlerinde Portekiz’in Santa Maria da Feria kentinde yapılan Feira Zirvesinde, AB bünyesinde, işbirliği, dayanışma ve diyalogun yürütülmesi çerçevesinde AB üyesi olmayan NATO üyesi devletler ile AB üyeliğine aday devletlerin AGSP sürecine katılabilme esasları kabul edilmiştir. Bu esaslara göre, AB’nin katılacağı askeri operasyonlar sözkonusu olduğunda, eğer NATO’nun imkanları kullanılacak ise AB üyesi olmayan fakat NATO üyesi olan Devletler kendi isteklerine bağlı olarak bu operasyonlarda 101 yer alabilecekler, fakat AB’nin NATO imkanlarını Helsinki European Council: Presidency Conclusions Chapter II. Common European Policy on Security and Defence Article 28. http://presidency. finland.fi/frame.asp, (Erişim) www.policy.hu/pidluska/summit.html, 23Mart 2010. 102 Özdal, Genç, a.g.e., s. 189. 55 kullanmaksızın, salt kendi askeri gücüyle başlatacağı operasyonlara katılım ise AB Konseyi’nin davetiyle mümkün olabilecektir. 103 NATO imkanları kullanılmadan AB’nin kendi olanaklarıyla yapacağı askeri operasyonlarda, NATO üyeleri karar alma mekanizmasının dışında olacaklardır. Ayrıca, AB üyesi olan veya olmayan ülkelerin AB gücüne asker ve malzeme tedarikinin belirlenmesi de kararlaştırılmıştır. 104 Alınan bu karar doğrultusunda, 20 Kasım 2000 tarihinde Brüksel’de, AB üyesi devletlerin Savunma ve Dışişleri Bakanlarının yanı sıra AB üyesi olmayan NATO üyelerinin toplantısında, bakanlarının da katıldığı “Genel İşler Konseyi” askeri yeteneklere ilişkin kabul ettikleri bildiriye göre 100.000’den fazla asker, 400 savaş uçağı, 100 savaş gemisinden oluşan “Acil Müdahale gücü” oluşturulması ve bu gücün, 4 bin kilometre uzaklıktaki bir kriz bölgesine, 60 gün içinde, en az bir yıl görev yapabilecek şekilde askeri yığınak yapabilme yeteneğine sahip olması planlanmıştır. 105 Ancak, bu durum AB üyesi olmayan NATO üyesi devletlerin itirazlarına neden olmuştur. Özellikle Türkiye’nin AGSP ile ilgili itirazları, ABD tarafından da desteklenmiştir. ABD, NATO üyesi olan Türkiye’nin, AGSP’nin dışında bırakılmasından duyduğu endişeden kaynaklanan itirazlarını daha sonraki yıllarda da her türlü platformda belirtmiştir.106 AB üyesi olmayan ancak NATO üyesi olan ülkelerin (Türkiye, Norveç, İzlanda ve 2004 yılında AB’ye üye olmuş olan Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti) alınan bu karara haklı itirazları, AB gücüne insan gücüyle katkıda bulunmaları ve savaşa asker gönderilecek bir ortamda alınacak kararların başkaları tarafından verilmesi dolayısıyladır. Türkiye’nin AGSP bağlamında, Köln, Helsinki ve Feira Zirvelerinde alınan kararlarla ilgili çekince ve itirazları devam etmiş ve AGSP konusunda NATO eksenli tartışmalardaki temel sorun Türkiye’nin AGSP’deki konumu olmuştur. 103 Özdal, Genç, a.g.e., s. 191 ve Conclusions of the Presidency, Santa Maria da Feira European Council, Article (C- Common European Security and Defence Policy), (Erişim) www.europol.europa.eu/summits/fei1_en.htm. , 23 Mart 2010 . 104 Çakmak, a.g.e., s. 192. 105 Özdal, Genç, a.g.e., s.190. 106 Özdal, Genç, a.g.e., s. 191. 56 Feira Zirvesi’nde, AGSP’deki sorunların güçlendirilmiş işbirliği çerçevesinde çözülmesine yönelik kararların etkinleştirilmesi amacıyla AB üyesi devletlerin devlet veya hükümet başkanları 7-11 Aralık 2000 tarihlerinde Nice’de toplanmışlardır.107 2.3.5. Nice Zirvesi 26 Şubat 2001’de imzalanarak 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe giren Nice Antlaşması’nda, Avrupa Birliğinin ODGP alanında BAB ve NATO ile ilişkisi yeniden düzenlenmiştir. Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması’nın 17.madde 1.paragraf 2.bendinde BAB, Avrupa Birliği’nin geliştirilmesinin ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanmış olmasına rağmen Nice Antlaşması’nda yapılan düzenlemelerle BAB’ın AB içindeki rolüne ilişkin maddeler ABKA’dan çıkartılmıştır. Aslında BAB’ın statüsü konusunda, Nice Zirvesi’nden bir ay önce Kasım 2000 tarihinde BAB Bakanlar Konseyi’nin Marsilya Zirvesi’nde BAB’ın Avrupa Birliği’ne kısmi olarak entegrasyonu konusunda karar alınmıştır. Marsilya Zirvesi sonucunda yayınlanan Marsilya Bildirisi’nde BAB Antlaşması’nın 5. ve 9. maddeleri dışındaki tüm düzenlemelerin sonlandırıldığı belirtilmiştir. Sözkonusu 5. Madde dolayısıyla BAB hukuki olarak sonlandırılmamıştır. Çünkü NATO Antlaşması’nda olduğu gibi BAB Antlaşması’nın 5.maddesi de üye ülkelerin sınırlarını garanti altına almaktadır. 5.madde ile ilgili hukuki ve politik sorunların ortaya çıkmasının önlenmesi amacıyla, BAB görevleri elinden alınmış ancak hukuki varlığını sürdüren bir konuma indirgenmiştir. BAB, böylece uluslararası hukuk sujeliğini korumuştur. AB’nin Atlantikçi kanat üyeleri, ABD’nin BAB faaliyetlerine müdahaleleri dolayısıyla BAB’ın bağımsız bir örgüt olarak gelişemeyeceğini görerek 107 BAB’ın görevlerini Özdal, Genç, a.g.e., s. 192. AB’ye devrederek mevcut ikilemin 57 karmaşıklığından kurtulmuş aynı zamanda ekonomik tasarruf da sağlamışlardır.108 Antlaşmada AB üyesi olmayan NATO’nun Avrupalı müttefiklerinin AGSP sürecine katılmalarına olanak sağlanmamış ancak bu altı ülke (Türkiye, Norveç, İzlanda ve 2004 yılında Avrupa Birliğine üye olmuş olan Polonya, Macaristan Çek Cumhuriyeti) ile ilgili olarak danışma mekanizması kurulması yeğlenmiştir.109 Danışma mekanizması görevini yürütmek için de “Katılımcılar Komitesi” adı altında bir birim oluşturulmuştur.110 Karar alma mekanizmasında yapılan düzenlemeler kısaca şöyledir. - AB’nin, NATO olanaklarını kullanması durumunda, AB’ne üye olmayan altı NATO üyesi devletin katılımı, AB Konseyi tarafından alınacak karara bağlıdır. - Eylem amacıyla harekata yönelik planlama durumunda NATO’nun araçları ve yeteneklerine ulaşım, İttifakın planlama mekanizmaları çerçevesinde gerçekleştirilecektir. - AB’nin tek başına düzenleyeceği operasyonların planlanmasının Avrupalı birimler tarafından gerçekleştirildiği durumlarda, AB üyesi olmayan altı müttefik devlet, bu birimlerle temas halinde bulunmak amacıyla memurlar atayabilecektir. - Harekata dahil olan Devletler, kuvvetlerin oluşturulması ile ilgili konferansta ulusal katılımın düzey ve niteliğini belirleyecektir. Konferans sonrasında, harekat resmi olarak başlayacak ve Katılımcılar Komitesi oluşturulacaktır. - AB’nin Siyasi ve Güvenlik Komitesi, harekatın siyasi kontrolü ve stratejik yönetiminden sorumlu olacaktır. - AB öncülüğünde yürütülecek olan bir harekata büyük ölçüde katılımda bulunarak sözkonusu eylemlerde yer alacaklarını teyit eden devletler, harekatın günlük yönetimine katılma hakkına sahip olacaklardır. 108 Çakmak, a.g.e., s. 192-193 Efe, a.g.m., s.14. 110 Çakmak, a.g.e., s.192. 109 58 - AB Konseyi, Katılımcılar Komitesi çerçevesinde, katılan devletlerle yapılacak görüş alışverişlerinden sonra, harekatın sonuçlandırılmasına karar verebilecektir.111 Nice Zirvesi’nde yapılan bu düzenlemeler dolayısıyla, AGSP yapılanmasında güvenliğe ilişkin konuların Avrupa Birliği içinde geliştirilmesi isteği kesin bir dille açıklanmış olmaktadır. Ayrıca, NATO’nun desteği olmaksızın yapılacak harekatlarda, daha önce Köln Zirvesi’nde de belirtildiği üzere, AB karar alma mekanizmasının özerkliğinden ödün verilmek istenmediği anlaşılmaktadır. Fakat, NATO’nun imkan ve yeteneklerinin kullanılacağı eylemlerde AB üyesi olmayan NATO’nun 6 müttefikinin memnun edilebilmesi için danışma mekanizmasına getirilen bazı iyileştirmeler, başta Türkiye olmak üzere karar mekanizmasında bulunmak isteyen devletleri tatmin etmemiştir. 1999 Washington Zirve’sinde, her ne kadar AB tarafından ifa edilecek askeri operasyonlarda, NATO’nun AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerinin de katılması öngörülmüş olmasına karşın Haziran 1999 Köln Zirvesi’nde olduğu gibi, Aralık 2000 Nice Zirvesi’nde de, tam tersi yönde olmak üzere “AB üyesi olmayan NATO üyesi 6 devletin, AB’nin askeri operasyonlarında planlama ve karar alma mekanizmalarında yer almaması” yönünde karar alınmıştır. AB, böylelikle AB’nin sadece kendi üyelerinin katılımıyla özerk bir güvenlik ve savunma politikası izlemeye devam edeceğini ve artık NATO’ya gereksinim duymadığının işaretlerini vermeye çalışsa da, AB’nin yeterli askeri altyapıya sahip olmadığı da görünen bir gerçektir. 15-16 Haziran 2001 tarihinde yapılan Göteborg Zirvesi’nde, AB kuvvetlerinin, çatışmaların önlenmesi, kriz yönetimi, erken uyarı, analiz ve harekete geçme yeteneklerinin geliştirilmesi için “Şiddetli Çatışmaları Önleme Programı” biriminin oluşturulması kararı alınmıştır. AGSP çerçevesinde AB’nin NATO olanaklarını kullanmak için düzenlemelerin ve antlaşmaların en kısa sürede yapılması için görüş birliğine varılmıştır. Ayrıca, AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle AGSP çerçevesinde işbirliği ve 111 Özdal, Genç, a.g.e., 196-197. 59 katılım koşullarının Laeken Zirvesi’nde sonuçlandırılması için çalışmaların başlanmasına karar verilmiştir.112 14-15 Aralık 2001 Laeken Zirvesi öncesinde, Türkiye AGSP mekanizmalarında söz sahibi olmadan AB’nin NATO’nun imkan ve yeteneklerinin kullanılmasına onay vermediğini ısrarla yinelemiştir. Türkiye’nin bu kararlı tutumu karşısında ABD, İngiltere ve Türkiye arasında “NATO olanaklarının kullanılacağı durumlarda Türkiye’nin AB karar mekanizmasında yer almaması ile kendisine yönelik tehditlerle ilgili kaygıları”na çözüm bulmak amacıyla üçlü görüşmeler başlatılmıştır. Türkiye, NATO imkan ve yeteneklerinin AB tarafından kullanılması durumunda, NATO’nun karar verme iradesinin temsilcisi olarak AB karar mekanizmasında söz sahibi olması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca, NATO’nun imkan ve yeteneklerinin kullanılmasına rağmen AB’nin NATO üyesi olmayan Avusturya ve Finlandiya gibi AB ülkelerine, harekatın yönetiminde karar alma hakkı verilmesine karşılık, Türkiye harekata katkı sağladığı halde kendisine bu hakkın tanınmamasının Washington Zirvesi kararlarına uygun olmadığını savunmuştur. Yukarıdaki gerekçelerin yanı sıra Türkiye, AB’nin özerk eylemlerinde AB kuvvetlerinin kendisine karşı kullanılması olasılığını, örneğin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’nin harekata kuvvet katkısını engellemesi ve AB Konseyi’nde alınacak bir kararla, AB kuvvetlerinin Ege ve/veya Kıbrıs’ta kullanılması sözkonusu olduğu takdirde, AB ile karşı karşıya kalmaktan duyduğu endişesini dile getirmiştir.113 ABD’nin arabuluculuğunda, İngiltere ve Türkiye arasında yapılan müzakereler sonucunda 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye ve AB arasında AGSP çerçevesindeki anlaşmazlıklar şu şekilde giderilmiştir. 112 Çakmak, a.g.e., s. 193. Efe, “AB’nin ‘Gelişen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 9/3 (2007), s.137. 113 60 - Yakın coğrafyasındaki güvenlik çıkarlarını doğrudan etkileyecek AB operasyonlarının karar alma sürecinde yer almayacak olan Türkiye’nin dezavantajını ortadan kaldırmak için “yoğunlaştırılmış danışma” olarak tanımlanan danışma mekanizmasının işletilmesi kabul edilmiştir. Böylece, Türkiye’nin AB kararlarından dışlanmayacağı ortaya konulmuştur. - AB ve NATO üyeleri arasında çıkan ve/veya çıkabilecek ihtilaflara, AB askeri gücünün müdahale etmemesi üzerinde anlaşılmıştır. Bu suretle de, Türkiye’nin, Yunanistan’la olası bir çatışmada AB’yi karşısına alma kaygısı giderilmeye çalışılmıştır.114 Türkiye, kendisine verilen bu garantilere karşılık, AGSP çerçevesindeki sözkonusu tıkanıklığın aşılması için karar mekanizmasının tüm sürecinde olmamakla birlikte sadece harekata ilişkin planlama ve uygulama boyutunda söz sahibi olmasının yeterli olduğunu belirtmiştir. Avrupa Ordusu’nun tüm karar mekanizmalarında yer alma ve veto hakkını kullanma talebi ile NATO imkan ve yeteneklerinin her biri için NATO’da oylama yapılması isteğinden vazgeçmiştir. Ayrıca, AB’nin NATO müttefikleri arasındaki sorunlara (Ege sorunu gibi) ve BM gözetimindeki konulara (Kıbrıs gibi) müdahil olmaması yönünde karar alınmıştır. Yine varılan uzlaşıya göre, bağımsız AB operasyonlarının bir NATO müttefikinin coğrafi bölgesi yakınında yapılması ya da ulusal güvenlik çıkarlarını etkilemesi sözkonusu olursa, AB Konseyi’nin bu müttefikle görüşmelerde bulunarak, görüşmelerin sonucunun verilecek kararlarda göz önüne alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu “yoğunlaştırılmış danışma” sistemiyle operasyon için mutlaka Türkiye’nin görüşü alınacak, ancak son kararı yine AB yetkili organları verecektir. 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye’nin AGSP kapsamında muhalefeti aşılırken, AB içinde Yunanistan’ın muhalefeti ile karşılaşılmıştır. Yunanistan, Türkiye ile olası bir çatışmada AB’nin Yunanistan’a destek 114 Çayhan, a.g.m., s.53. 61 vermesi konusunda güvence istemiştir. Ayrıca Kıbrıs Rum kesimi, AB üyesi olduktan sonra (Kıbrıs Rum Kesimi 1 Mayıs 2004’te AB’ye üye olmuştur), Türkiye’nin bölgesinde yapılacak bir operasyonda, Rum askerlerinin Türkiye’nin isteği üzerine devre dışı bırakılmasının da engellenmesini talep etmiştir. 115 14-15 Aralık 2001 Laeken Zirvesi’ne “11 Eylül 2001 saldırıları” şoku ve Yunanistan’ın yukarıda belirtilen itirazlarının hakim olduğu bir ortamda gidilmiştir. 2.3.6. Laeken Zirvesi 14-15 Aralık 2001 tarihlerinde Brüksel’in kuzeyindeki Laeken bölgesinde Laeken Kraliyet Şatosunda gerçekleştirilen Leaken Zirvesi’nde, AB üyesi devletler, ABD’ne yapılan “11 Eylül 2001” terörist saldırılarının etkisiyle, öncelikle kriz yönetimine ilişkin sivil ve askeri yeteneklerinin geliştirilmesi için çalışacaklarını belirtmişlerdir.116 11 Eylül 2001 saldırıları, terörizmle savaşta o tarihe kadar marjinal etkinlik göstermiş olan AB’nin güvenlik algılamasında önemli değişiklik meydana getirmiştir. Düşmanın sınırlar içinden de vurabileceği düşüncesinden hareketle, AB Devlet veya Hükümet Başkanları, AP Başkanı, Avrupa Komisyonu Başkanı, ODGP Yüksek Temsilcisinin ortak olarak hazırladıkları bildiride, Birliğin savunma alanında bütünlüğünü sağlayacak bir ODGP’nin geliştirilmesine devam edileceği ve AGSP’nin biran önce operasyonel hale getirileceği belirtilmiştir. Zirve sonrası yayınlanan “Ortak Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Operasyonel Yeteneği ile İlgili Bildiri”de, daha önce alınan zirve kararları doğrultusunda AGSP’nin geliştirilmesine yönelik çalışmalara devam edilmesi, sivil ve askeri yeteneklerin güçlendirilmesi, AB’nin kriz yönetim operasyonlarında imkan ve yeteneklerinin geliştirilmesinin mümkün olacağı belirtilerek, AB’nin resmi olarak bazı kriz yönetimi operasyonlarını gerçekleştirebilecek kapasitede olduğu vurgulanmıştır. 115 116 Çayhan, a.g.m., s. 53-54 Özdal, Genç, a.g.e., s. 198 62 Nice Zirvesi’nin kapanışında, AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle AGSP çerçevesinde işbirliği ve katılım koşullarının ve AB’nin NATO imkanlarının kullanılmasıyla ilgili sorunların çözümlenmesinin Leaken Zirvesi’nde sonuçlandırılması umuduyla gerekli çalışmaların başlanmasına karar verildiği yukarıda belirtilmişti. Ancak, Yunanistan’ın Ankara Mutabakatı’na itirazı dolayısıyla AB’de görüş birliği sağlanamadığı için AB askeri gücü ile NATO arasındaki işbirliğinin esasları belirlenememiştir. Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu, Laeken Zirvesi’nde AB-NATO kurumsal işbirliğinin yaşama engellemiştir.117 geçirilmesini Hatta, Ankara Mutabakatı’na Yunanistan’ın itirazı dolayısıyla, mutabakat, Zirve sonuçları arasında yer almamıştır. Yunanistan, Mutabakat’ta kayda geçirilen “AGSP’nin dolayısıyla müttefiklere Türkiye karşı ile kullanılamayacağı” olabilecek yolundaki anlaşmazlıklarında kullanamayacağı için uzlaşıyı reddetmiştir. ifade AGSP’yi Böylece Laeken zirvesinde AGSP ile ilgili kayda değer bir gelişme sağlanamamıştır. Hatta, Yunanistan’ın olumsuz tutumu Sevilla Zirvesi’ni de etkilemiştir. 2.3.7. Sevilla Zirvesi 21-22 Haziran 2002 tarihinde gerçekleşen Sevilla Zirvesi’nde de AGSP konusunda gelişme mümkün olamamıştır. Yunanistan’ın Ankara Mutabakatı ile itirazından kaynaklanan sorunun çözümü Brüksel Zirvesi’ne bırakılmıştır. Sevilla Zirvesi’inde, 2003 tarihinden itibaren AB güçlerinin Makedonya’daki NATO operasyonlarında ve Bosna Hersek’te BM Milis Gücü yerine görev alabilmesi için çalışmalar yapılması kararlaştırılmıştır.118 117 Ülkü Demirdöğen, “Nice Zirvesi sonrasında Avrupa Güvenlik Savunma Politikası ve Türkiye”, Journal of Istanbul Kültür University, 2002/2, (Erişim) www.iku.edu.tr/TR/iku_guncel/.../Sos.Bil.San.C1S2_69.pdf. 24 Şubat 2010, s.75. 118 Çakmak, a.g.e., s.194. 63 2.3.8. Brüksel Zirvesi 24-25 Ekim 2002 tarihlerinde Brüksel’de yapılan Avrupa Konseyi toplantısında, Yunanistan’ın itirazı çözüme kavuşturulmuştur. “Brüksel Belgesi” olarak adlandırılan metinde, AGSP’nin müttefiklerin aleyhine kullanılmaması; kullanılmaması, buna karşılık operasyonel NATO’nun da, planlamanın AB üyelerine NATO’da karşı yürütülmesi durumunda AB üyesi olmayan müttefiklerin tamamen bu operasyonların içinde yer alması; planlamanın AB’nin içinde yapılması durumunda, Avrupalı müttefiklerin katılımcı olarak subay göndermeleri ve AB’nin planlayacağı özerk operasyonlarda daha sıkı bir danışma mekanizması kurulması konularında anlaşmaya varılmıştır. Brüksel Belgesi’nde Yunanistan’ın talebiyle “AGSP’nin bir müttefike karşı kullanılamayacağı” taahhüdüne karşılık olarak “NATO’nun da AB’ye veya AB üyelerine karşı kullanılamayacağı” ibaresi eklenmiştir. Bunun yanı sıra, metne Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırı tutumlarda bulunulmayacağına dair bir ifade de eklenmiştir.119 Brüksel toplantısında alınan bu kararların onay işlemleri Kopenhag Zirvesi’nde gerçekleşmiştir. 2.3.9. Kopenhag Zirvesi 12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirve’sinde AGSP’nin hiçbir koşulda ve krizde herhangi bir NATO müttefikine karşı kullanılamayacağı, buna karşılık NATO askeri kriz yönetiminin de AB’ye ve üye ülkelerden herhangi birine karşı eyleme geçemeyeceği teyit edilerek, Yunanistan’ın itirazı bertaraf edilmiştir. Ayrıca, NATO ile Barış İçin Ortaklık Antlaşması’nı (BİO) imzalamamış olan GKRY’nin NATO imkanları kullanılarak yürütülecek AGSP operasyonlarına katılmaması ve NATO’nun gizli evrakına Kıbrıs Rum Kesimi ile Malta’nın erişimine izin verilmemesine karar verilmiştir. Böylece, Türkiye’nin AGSP’nin Kıbrıs’ta kullanılacak olmasına ilişkin kaygıları da giderilmiştir. 119 Efe, a.g.m., s.138 64 2.3.10. AGSP’nin faaliyete geçişi Güvenlik ve savunma ile ilgili bu krizin aşılmasını müteakip, NATOAB arasındaki işbirliğinin işler hale gelmesi ile AB, 1 Nisan 2003 tarihinde NATO’nun Makedonya’da yürüttüğü “Allied Harmony” isimli barışı koruma operasyonunu gerçekleştirmeyi “Concordia” adıyla oluşturulan 320 kişilik bir güçle yerine getirmiştir. Böylece AGSP bünyesinde ilk askeri operasyon gerçekleştirilmiştir. AB’nin Makedonya’daki bu deneyimi, 2004’te Bosna Hersek’te SFOR barış gücünü NATO’dan 7.000 kişilik bir güçle devralmasını da sağlamış ve EUFOR faaliyete geçmiştir. Daha sonra, AB, 1.300 kişilik bir güçle Kongo’da seçimler sırasında barış koruma görevini BM gözetiminde üstlenmiştir. Yukarıda belirtilen bu görevler, AB’nin ikinci sütununda, Petersberg Görevleri ile sınırlı bile olsa, bir askeri müdahale gücü oluşturduğunun göstergesi olmuştur.120 AB, 2003 yılının ilk zirvesini Yunanistan’ın başkanlığı döneminde 1920 Haziran 2003 tarihinde Selanik’te yapmıştır. Zirvede, AB’nin ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın öncülüğünde 2003 yılı Aralık ayındaki konsey toplantısında “Avrupa Güvenlik Stratejisi” ve 2004 yılında da “Avrupa Savunma Ajansı”nın oluşturulma çalışmalarına başlanması kararlaştırılmıştır.121 12 Aralık 2003 tarihinde AB üyesi devletlerin devlet ve hükümet başkanları, Roma’da Yüksek Temsilci Javier Solana tarafından hazırlanan ve Solana Paper olarak da bilinen Avrupa Güvenlik Stratejisi’ni kabul etmişlerdir. Avrupa Birliği’ni 2003 yılında yeni güvenlik stratejisi kabul etmeye götüren neden ABD’nin Irak’a müdahalesi sırasında AB’nin net bir politika uygulayamamış olmasından kaynaklanmıştır. 120 Barış Özdal, “Lizbon Reform Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na İlişkin Düzenlemelerin Analizi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, Haziran 2008, s.137-138. 121 Çakmak, a.g.e., s.195. 65 1992 Maastricht Antlaşması’ndan sonra çeşitli uluslararası krizlerde AB’nin Ortak Dış Politika ve Güvenlik alanındaki girişimleri söylem düzeyinden eylem düzeyine geçememiş ve özellikle ABD’nin Irak’a tek taraflı müdahalesi sırasında AB’de yaşanan fikir ayrılıkları AB’nin dış politikasının Avrupa içinde ve dışında tartışılmasına neden olmuştur. Avrupa Birliği’nin, ABD’nin kitle imha silahlarının yayılmasını terörizmle bağlantılandırarak Irak’ta uyguladığı yeni Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni (önleyici savaş yöntemi) onaylamamış olması Bush Doktrini’nin Irak’ta uygulanması gerçeğini değiştirmemiştir. Sonuç olarak, Irak Savaşı Birliğin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın başarısızlığını ortaya koymuş ve üye devletler AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politika’sından sorumlu Yüksek Komiseri Javier Solana’yı Avrupa Güvenlik Stratejisi taslağını hazırlamakla görevlendirmişlerdir. 20 Haziran 2003 tarihinde Avrupa Güvenlik Stratejisi’ni belirlemek üzere bir araya gelen Birlik üyeleri, AB’nin karşı karşıya olduğu yeni tehditler dolayısıyla yaşamsal ilgi alanlarının yakın coğrafyaları ile sınırlı kalmaması gerektiğine karar vererek Solana Paper olarak da bilinen “Avrupa Güvenlik Stratejisi”ni kabul etmişlerdir.122 AB’nin kabul ettiği ilk güvenlik stratejisi olan bu belgede, Birliğe yönelik yeni küresel tehditler ve stratejik hedefler: - Terörizme karşı mücadele, - Kitle imha silahlarının yaygınlaştırılmasına karşı mücadele, - Örgütlü suçlara karşı mücadelenin bir aracı olarak “başarısız devletlere” yardım, olarak belirtilmiştir. AB’nin yeni dış politika doktrini olarak bilinen Solana Belgesinde yer alan yeni tehditler arasında en önemli sorun terörizm olmuştur. Uluslar arası terörizm AB tarafından stratejik bir tehdit olarak kabul edilerek teröristlerin kitle imha silahlarını kullanma ihtimali Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde belirtilmiştir. Ayrıca, kitle imha silahlarının yayılması sorunu, 122 Nurşin Ateşoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri AB-NATO-ABD, 1.baskı, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2006, s. 13-16. 66 Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde AB’yi hedef alan öncelikli tehditlerden biri olarak ilan edilmiştir. AB’nin dış politika doktrininde yer alan diğer tehdit de çöken ve çökmekte olan rejimler gösterilerek, gelecekte olası göç dalgası ve organize suçların bu tür rejimlerden kaynaklanabileceği Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde yer almıştır. Haziran 2003 tarihindeki AB Selanik Zirvesi’nde, Javier Solana tarafından hazırlanan Avrupa’nın güvenliği için elle tutulur açılımların yer aldığı “Daha iyi bir dünyada daha güvenli bir Avrupa” olarak da adlandırılan “Avrupa Güvenlik Stratejisi” adlı belgede: Küresel Sorunlar: Soğuk Savaş sonrası, sınırları belirsizleşen güvenliğin iç ve dış yönlerinin birbirine sıkıca bağlı olması dolayısıyla ticaret, yatırım akışı, teknolojinin gelişmesi ve demokrasinin yayılmasının dünyanın bir bölümünde bağımsızlık ve refah, bir bölümünde ise hüsran, adaletsizlik olarak algılanarak devlet dışındaki grupların uluslararası ilişkilerdeki rolünü arttırdığına, dünyanın büyük kısmında yoksulluk ve hastalıkların güvenlik endişeleri yarattığı, salgın hastalıkların artmasının toplumların çökmesine neden olduğu, ekonomik başarısızlığın siyasi sorunlar ve şiddete yönelimler getirdiği, güvenlik olmayan bölgelerde yatırımın sekteye uğradığı, altyapının yok edildiği ve dolayısıyla güvensizlik ve yoksulluk döngüsünün ön plana çıktığı, önümüzdeki yıllarda küresel ısınmayla doğal kaynaklar özellikle su konusundaki mücadelenin birçok yerde kargaşa ve göçe neden olacağı, ayrıca dünyanın en büyük gaz ve petrol ithalatçısı olan Avrupa’nın enerji bağımlılığının kaygı verici nitelikte olduğuna değinilerek Avrupa’ya yönelik başlıca tehditler topyekun bir saldırı ihtimalinden çok niteliği belirsiz ve tahmin edilebilmesi daha zor olan yeni tehditlerle karşı karşıya olduğu belirtilmiştir. Sözkonusu yeni tehditlerin başlıcaları: Terörizm: Nedenleri karmaşık olan terörizmin dini aşırılıklar, modernleşmenin yarattığı baskı, kültürel-siyasi krizler ve yabancı toplumlarda yaşayan gençlerin bulundukları topluma yabancılaşmasından kaynaklanan terör 67 hareketleri için Avrupa’nın hem hedef, hem de üs olduğu belirtilerek terör tehdidine karşı Avrupa’nın ortak hareket etmesi gereği vurgulanmıştır. Kitle imha silahlarının yayılması: Ortadoğu’da kitle imha silahlarıyla silahlanma yarışının arttığı bir ortamda, biyolojik silahlar, kimyasal ve radyolojik maddelerle saldırı olasılığının artması, füze teknolojisinin yayılmasının Avrupa’yı tehlikeye ittiğine değinilerek en ürkütücü senaryonun ise terörist grupların kitle imha silahlarını elde etmesi durumunda küçük bir grubun daha önce ancak devletler ve orduların yol açabileceği kadar hasara neden olabileceği belirtilmiştir. Bölgesel çatışmalar: Avrupa’nın uzağındaki Keşmir, Kore Yarımadaları’ndaki ve/veya yakın coğrafyasında Ortadoğu’daki sorunlar, Avrupa çıkarları üzerinde direk veya dolaylı etkilere neden olabilmektedir. Avrupa’nın sınırlarındaki çatışmalar sosyal ve fiziksel yapıya zarar vererek azınlıkları, temel özgürlükleri ve insan haklarını tehdit ederek çatışmaya, aşırılığa, teröre davetiye çıkartarak örgütlü suçlara uygun bir ortam yaratıp, kitle imha silahlarına olan talebi arttırabileceği, dolayısıyla sözkonusu yeni belirsiz tehditlerle mücadele etmenin yolunun bölgesel çatışmaların yarattığı eski sorunlarla ilgilenmenin uygun olacağı belirtilmiştir. Devlet yönetiminin çökmesi: Yolsuzluk, gücün kötüye kullanılması, yakınların kayırılması, iç çatışmalar gibi nedenler son yıllarda Somali, Liberya ve Taliban yönetimindeki Afganistan’da olduğu gibi devlet kurumlarının çöküşüne, dolayısıyla örgütlü suçların yayılmasına ve son halkada bölgesel istikrarsızlığı arttırarak küresel istikrarsızlığa yol açabilen nedenlerin başında geldiğine değinilerek, Örgütlü suçlar’ın Avrupa’yı ana hedef olarak seçtiği belirtilmiştir. Uyuşturucu trafiği, kadın ticareti, yasadışı göçmenler ve silah kaçakçılığı gibi Avrupa’daki iç tehditlerin sınıraşan dış boyutları nedeniyle sözkonusu suçlardan elde edilen gelir ve bu suçların kaynaklandığı ülkelerdeki çatışmaları körüklemekte ve bazı durumlarda örgütlü suç, içinden yetiştiği 68 devlete hakim olabilmektedir. Avrupa’daki eroinin %90’ı Afganistan’da üretilen afyondan gelmekte, elde edilen geliri ise bu ülkedeki özel ordulara aktarılmakta, dünyadaki Balkanlar’daki suç ağı, seks ticaretinin %30’undan sorumlu Avrupa’daki uyuşturucu dağıtımının olan başlıca sorumlusudur. Son yılların yeni bir örgütlü suç modeli ise yüzyıllardır var olan deniz korsanlığındaki artış olarak gösterilebilir. 123 Sonuç olarak, maksimum şiddete başvuran terörizm, kitle imha silahlarının ele geçirilmesi, örgütlü suç, devlet sisteminin zayıflaması ve özel orduların özel amaçlarla kullanılması karşısında gerçekten önemli tehditlerle karşı karşıya kalan Avrupa, stratejik hedeflerini: 1. 11 Eylül 2001 sonrası teröristlerin finans kaynaklarının durdurulmasını teminen ABD ile karşılıklı yasal yardımlaşma anlaşması çerçevesinde işbirliğini geliştirmek, 2. Nükleer silahların yayılmasına karşı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı güçlendirerek ihracat kontrollerini ve yasal olmayan arz ve talebi engellemeye yönelik önlemleri içeren Eylem Planı üzerinde uzlaşarak anlaşmaların denetleme mekanizmalarının güçlendirilmesini sağlamak, 3. Balkanlar’da, Afganistan’da ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde olduğu gibi çöken devletleri güçlendirerek bölgesel çatışmalarla mücadele etmelerini, ayrıca Avrupa Birliği içinde örgütlü suçlarla başa çıkabilmek için Balkanlar’da demokrasinin teşvik edilerek iyi yönetimin tekrar kurulmasını ve örgütlü suçlarla mücadelenin bizzat ülke içinde yapılmasını sağlamaya çalışmak, · Küreselleşme döneminde uzak coğrafyadaki tehditler (Kuzey Kore’deki nükleer aktiviteler, Güney Asya’daki nükleer riskler ve Ortadoğu’daki nükleer silahların yayılması) yakın coğrafyadaki tehditler kadar Avrupa’yı endişelendirmekte, 123 Javier Solana, “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”, (Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s.2-5. 69 · Teröristler ve suçluların günümüzde evrensel boyutta eylem imkanına sahip olmaları Avrupa vatandaşları için de tehdit oluşturmakta, · Avrupa’nın Soğuk Savaş sırası ve öncesindeki geleneksel öz savunma anlayışının istila tehdidine dayanmakta olduğu, ancak yeni tehditlerle birlikte ilk savunma hattının Avrupa’nın sınırları dışında başlama ihtimali, · Yeni tehditlerin dinamikliği, nükleer silahların yayılması riskinin zaman içinde artması, çöken devletler ve örgütlü suçlar dolayısıyla yeni dinamik tehditlere karşı koyabilmek amacıyla aktif politikalar üretmek ve gerektiğinde kuvvetli müdahaleyi mümkün kılabilecek olan stratejik bir kültür oluşturulması, yönünde saptamıştır.124 Irak savaşı sırasında AGSP’nin güvenli çalışamaması ve AB’nin tek bir ses halinde birlikte hareket edememesi AB liderlerini ortak stratejinin belirlenmesinde birleştirmiştir. Javier Solana’nın hazırladığı belgede, savunma için 160 milyar Euro’dan fazla harcayan 25 ülkeli bir Birlik olarak bazı harekatları eşzamanlı olarak destekleyecek durumda olunması gerekliliği, uluslararası barış ve güvenliğe yöneltilen tehditlere karşı Birleşmiş Milletlerin desteklenmesi, BM ile olan işbirliğinin kuvvetlendirilmesi, nükleer silahlanmanın Avrupa’nın sınırlarını saran ve insani boyutu olan acil durumların oluşmasından önce AB’nin harekete geçebilmesinin sağlanması ve önleyici müdahalenin gelecekte daha ciddi problemlerin ortaya çıkmasını engelleyebileceği belirtilmiştir. Bu amaçla, stratejik hedefler: Daha yetkin (More Active) bir Avrupa yaratmak. Örneğin bir savunma örgütünün kurulması, 124 Javier Solana, “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”, (Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s. 5-9 70 Daha güçlü bir diplomatik yetkinlik (More Cabaple) Örneğin ortak tehditlerin belirlenmesi, üye ülkeler arasında istihbarat paylaşımı ve iletişim. AB-NATO işbirliği, Daha uyumlu (More Coherent) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın amacının birlikte hareket edildiğinde daha güçlü olunacağı ve kalkınma için güvenliğin ilk şart olduğu, Ortaklarla birlikte çalışma Trans-Atlantik işbirliğinin vazgeçilmezliğinin yanı sıra uluslararası örgütlerle işbirliğinin önemi üzerinde durularak dünyanın çeşitli coğrafyasındaki ülkelerle (Ortadoğu, Afrika, Latin Amerika, Asya, özellikle Rusya Federasyonu, Çin, Kanada ve Hindistan’la stratejik ortaklıkların güçlendirilmesinin daha adil, daha güvenli ve daha bütünleşmiş bir dünyanın oluşmasına katkı sağlayacağı yönünde, belirlenmiştir.125 8 Aralık 2003 tarihinde AB liderlerinin onayladığı ortak güvenlik stratejisinde ”daha iyi bir dünya oluşturmak ve küresel güvenlik için Avrupa’nın sorumluluk paylaşması gerektiği” düşüncesi ön planda olup “stratejik kültür”, “başarısız devletler”, “etkili çok taraflılık” ve “önleyici angajman” kavramları sözkonusu stratejinin belkemiğini oluşturmuştur. 126 Avrupa Güvenlik Stratejisi’nin kabul edilmesiyle, AB ‘önalıcı angajman’ (pre-emptive engagement) kavramı yerine, ‘önleyici angajman’ (pre-ventive engagement) kavramını uygulamaya başlamıştır. AB, askeri yeteneklerinin geliştirilmesini teminen Mayıs 2004’te, Acil Müdahale Gücü odaklı Temel Hedef 2010 (Head Line Goal 2010) adlı plan çerçevesinde 2010 yılına kadar AB’nin küresel boyuttaki askeri eylemlerde görevlendirilmek üzere silahlı bir güç oluşturulmasını öngörmüştür. Bu amaçla, AB Savunma Bakanları 22 Kasım 2004’te AB tarafından yürütülen operasyonlar için Avrupa Muharebe Gruplarını (European Battle Groups) kurmaya karar vermişlerdir. Acil Müdahale Gücü’nün daha etkin hale getirilmesini amaçlayan bu karar, AB’nin operasyon yapma yeteneğini arttırmak için alınmıştır. Avrupa 125 Javier Solana, “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”, (Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s .11-14. 126 Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.502. 71 Muharebe Grupları’nın sayısının, AB’nin yeni güvenlik yapılanması ve askeri yeteneklerinin geliştirilmesi için hedef yıl olarak seçilen 2010’a kadar, 13’e ulaşması öngörülmektedir.127 Temel Hedef 2010’un en iddialı amacı, AB’nin hızlı yanıt verme yeteneğini oluşturacak olan muharebe gruplarıdır. Şubat 2003’te İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından AB’nin gündemine getirilen bu kavramda, muharebe gruplarının, 2005 yılında ilk harekat yeteneğine kavuşması ve daha sonra operasyonel hale getirilmesi öngörülmektedir. Muharebe grupları, 1500 kişiden oluşan ve her türlü iklim ve coğrafyada “ilk giriş” kuvveti olarak görev yapabilecek ve kapsamlı kuvvetlere hazırlama araziyi ardından gelecek daha yeteneğine sahip güç yapısında planlanmaktadır. 128 AB askeri alanda bu adımları atmakla birlikte, 1949 yılında NATO’nun kurulmasından bu yana Avrupa devletlerinin, güvenlik işlerini NATO’ya ve büyük ölçüde sert güç (hard power) özellikleri taşıyan ABD’ye bırakmış oldukları düşünüldüğünde, AB’nin yumuşak güç (soft power) özellikleri ile uluslararası kurumların üstünlüğüne inanarak dünya politikasına yön verme eğiliminde olduğu görülmektedir. AB’de, 2003 yılından sonra yoğunlaşan askeri yeteneklerin geliştirilmesi çabaları, realist kuram ile açıklanmaya çalışılırsa birtakım belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. AB’nin bir devlet olmaması ve güvenlik alanındaki bütünleşmede Avrupa ulus-devletlerinin egemenlik paylaşımına hazır olmamaları dolayısıyla, AB’nin yumuşak güç nitelikleri ile uluslararası politikada söz sahibi aktör konumunda olduğu görülmektedir. AB, yumuşak güç özelliğinin jandarma ve polis gücü oluşturulması ile daha etkin hale gelebileceği amacı doğrultusunda, Hollanda ve Fransa’nın girişimleri ile 2004 yılında Fransa, İspanya, İtalya, Portekiz ve Hollanda tarafından 800 kişilik bir jandarma gücü kurulmuştur. 23 Ocak 2006’da Avrupa Jandarma Gücü (EUROGENDFOR) karargahı İtalya’da 127 Meltem Müftüler-Baç, a.g.e., s. 15 Efe, “AB’nin ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ Oluşturma Çabaları”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2007, Cilt 3, Yıl 3, Sayı 2, s. 24. 128 72 Vicenza’da açılmıştır. 2006’da kurulan bu ilk jandarma gücü, kriz bölgesinde yapılacak bir askeri operasyon konuşlanabilecek kapasitedir. sonrası istikrarın sağlanması için Avrupa Jandarma Gücü, NATO’ya rakip olarak değil, ama AB’nin uluslararası etkisini arttırmak için kurulmuştur. Sonuç olarak, AB askeri alanda, 2003’te operasyonel hale gelen Acil Müdahale Gücü’nü, Avrupa Muharebe Grupları’nı ve Avrupa Jandarma Grupları’nı aktif hale getirmiştir.129 Concordia Operasyonu (Makedonya Eski Yugoslav CumhuriyetiEUFOR-Concordia), AB’nin ilk askeri operasyonudur. Makedonya Cumhurbaşkanı’nın daveti üzerine AB kuvvetleri, Makedonya’da 2001 yılındaki çatışmaları çözen antlaşma olan Ohrid Çerçeve Antlaşması’nın uygulanmasını ve güvenli bir ortam sağlamak amacıyla NATO Operasyonu’nu (Allied Harmony) 18 Mart 2003 tarihinde devir almıştır. 130 Danimarka ve İrlanda hariç olmak üzere 13 AB üyesi devlet (Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere, Yunanistan, Portekiz, İspanya, Avusturya, Finlandiya, İsveç) ile bu tarihte NATO üyesi olup ancak henüz AB üyesi olmamış olan 6 devlet (Çek Cumhuriyeti, Macaristan, İzlanda, Norveç, Polonya ve Türkiye) ve yine bu tarihte AB ve NATO üyesi olmayan 7 ülke (Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan) olmak üzere toplam 26 devletin katkısıyla, komutasını Fransa’nın üstlendiği 400 kişilik hafif silahlı AB Barış Gücü, Makedonya’nın Arnavutluk, Sırbistan ve Kosova ile sınır bölgelerinde devriye görevine başlamıştır. 30 Eylül 2003’te komuta görevi Fransa’dan komutasını Portekiz’in (EUROFOR)’ne üstlendiği devredilmiştir. Avrupa Acil Müdahale Gücü Bu düzenleme 15 Aralık 2003 tarihinde görevin tamamlanmasına kadar sürdürülmüştür. Concordia operasyonu sadece AB üye devletlerinin imkanlarıyla değil, aynı zamanda ABD’nin de yeraldığı NATO’nun planlama ve lojistik desteği ile gerçekleştirilmiştir. EUFOR Concordia AB’nin ilk operasyonu olmakla birlikte, “Berlin +” olarak 129 Müftüler-Baç, a.g.m., s.15. , Özdal, a.g.m., s.141. Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 29. 130 73 adlandırılan AB-NATO stratejik düzenlemelerinin de ilk uygulamasını teşkil etmiştir. NATO ve AGSP arasındaki yapıcı ortaklık “Berlin+” düzenlemeleri çerçevesinde yerine getirilmiştir. Aslında “Berlin+” düzenlemeleri nerede uygulanırsa uygulansın iyi sonuçlar elde edilmektedir. Bu çerçevede, AGSP uygulamaları şimdiye kadar iki olayda gerçekleştirilmiştir. Birincisi Makedonya eski Yugoslav Cumhuriyeti’nde Mart-Aralık 2003 tarihleri arasında, ikincisi ise Bosna Hersek’teki Althea operasyonudur. 131 “Berlin+” düzenlemeleri çerçevesinde yapılan Bosna Hersek Althea Operasyonu, AB Barış Gücünün Dayton Antlaşması’nın yürürlüğe girmesini ve ayrıca çok kültürlü-kalıcı bir barışı tesis edebilmek gayesiyle 2 Aralık 2004 tarihinde, görevi NATO Barış Gücü’nden devir almasıyla başlatılmıştır. Bosna Hersek Althea operasyonu AB’nin 7.000 askerle katıldığı ve 2004 tarihi itibariyle gerçekleştirilen en büyük askeri operasyonu olup, NATO imkan ve kabiliyetlerinden yararlanılmıştır. AB Barış Gücü, bölgede güvenliği sağlama görevinin yanı sıra Birleşik Polis Biriminin (Integrated Police Units (IPUs) eğitimine de destek olmuştur.132 AGSP’nin NATO’dan bağımsız olarak gerçekleştirdiği Artemis Operasyonu, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin Ituri bölgesinde istikrarı sağlamak amacıyla, AB’nin 1.700’ü Fransızlardan oluşan 2.000 kişilik kuvvetle NATO’dan yardım almadan Avrupa dışında gerçekleştirdiği ilk askeri operasyonudur. Karargahı Uganda-Entebbe’de konuşlandırılan bu kuvvet, şehirde mülteci kampları, havaalanı, BM personeli ve insani yardım çalışanları ile sivillerin güvenliğini sağlamak amaçlı görevlendirilmiştir. Bu operasyonla, muharip gruplar, acil müdahale gücü, AB operasyon merkezi gibi AGSP terimleri gündeme gelmiştir. Artemis operasyonu zor koşullarda görevini sürdükten sonra, sorumluluğu Kongo Demokratik Cumhuriyeti BM Barışı Koruma gücüne (MONUC-Mission de l’Organisation des Nations 131 Jolyon Howorth, “NATO and ESDP: Institutional Complexities and Political Realities, Politique Etrangère 4:2009 English Edition, (Erişim) www.ifri.org/downloads/pe42009hovorth.pdf. 05 Temmuz 2010 s.96-97. 132 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafranceuk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP-3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 30. 74 Unies en Républiqe démocratique du Congo-United Nations Peacekeeping force in the Democratic Republic of the Congo) devretmiştir. 133 AB askeri operasyonların yanı sıra, 15-16 Haziran 2001 tarihinde yapılan Göteborg Zirvesi’nden bu yana çerçevesinde, sivil AGSP oluşturma çabaları sivil operasyonlar da yapmaktadır. AGSP kapsamında gerçekleştirilen sivil operasyonlardan: Bosna Hersek’teki AB Polis Misyonu (EU Police Mission in Bosnia-Herzogovina (EUPM), AB’nin ilk kriz yönetimi harekatı olup 1 Ocak 2003’te Bosna Hersek’te göreve başlamış ve bölgede görev yapan BM Uluslararası Polis Misyonu’nun yerini almıştır. AB Polis Misyonu 10 Ocak 2003-31 Aralık 2005 tarihleri arasında Dayton/Paris Antlaşmasının uygulamaya konulmasını teminen 30’dan fazla ülkeden katılan yaklaşık 500 Polis Memuru ve 38 milyon Euro yıllık bütçeyle aşağıdaki konularda görevini ifa etmiştir: - Bağımsız, politik olmayan ve saydam bir Bosna Polis Gücü’nün oluşturulmasını desteklemek, - Üst düzey polis memurlarının profesyonel mesleki becerilerini güçlendirmek, - Organize suçlarla mücadeleye yardımcı olmak ve bu konuda uzmanlaşmış devlet kurumlarını kurmak, - Mahalli ve bölgesel polis güçleri için kalıcı ve uygulanabilir mali plan hazırlamak, - Polis gücünün çoklu etnik kökenli yapısının sürdürülmesini temin etmek için polis memurlarının istihdam ve işe alım süreçleri ile eğitimlerine katılmak, 133 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance- k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 30-31 75 - Devlet Güvenlik Kurumlarının (Devlet Araştırma ve Koruma Ajansı ile Devlet Sınır kurumsal Hizmetleri) mesleki profesyonelliği ve yapılanmalarını sağlamlaştırmanın yanı sıra bütünleşmelerini sağlamak. Bünyesinde 180 polis memurunu görevlendiren Yeni Polis Misyonu (EUPM II), 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren görevi EUPM’den devir almıştır. Concordia harekatının 15 Aralık 2003’te bitmesini müteakip, amacı Makedonya’nın Avrupa ve uluslararası standartlarda bir polis gücü geliştirmesine katkı yapmak olan Makedonia Eski Yugoslav Cumhuriyeti AB Polis Misyonu (EU Police Mission in FYROM) EUPOL Proxima başlatılmıştır. Aralık 2003’te başlatılan ve Aralık 2005’e kadar görev süresi uzatılan EUPOL Proxima Polis Misyonu görevi süresince Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti’nde siyasal ortamın ve güvenliğin sağlanması amaçlı Ohrid Çerçeve Antlaşması’nın uygulanmasına ve kalıcılığının temin edilmesine yardımcı olmuştur. Üye ülkelerden ve üçüncü ülkelerden katılan 200 polis memuru, etnik çatışmalara sahne olan bölgelerde daha güçlü bir varlık göstererek Makedon Polis Teşkilatının bölgesel yönetimleriyle işbirliği halinde aşağıdaki konularda yardımcı olmuştur: - Hukuk ve düzeni sağlayarak hukukun üstünlüğü prensibini yerleştirmek, - Sınırlarda görevli personeli silahsızlandırmak suretiyle sivil personel aracılığıyla sınır yönetimini sağlamak, - Polis ve güvenlik güçleriyle bölgesel işbirliğini güçlendirmek, - Makedonya polisi ve halk arasındaki sosyal bağları geliştirmek. Proxima operasyonu, Makedonya Cumhuriyetini AB’ye yakınlaştırmak için AB’nin üstlendiği projelerin bir parçası olup, AGSP enstrümanlarından AB Komisyonu tarafından yürütülen toplumsal projelere doğru yumuşak geçişi sağlamak amacıyla 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren 76 AB Polis Danışma Ekibi (EU Police Advisory Team - EUPAT) tarafından tamamlanması garanti altına alınmıştır. 134 AGSP bağlamında AB’nin başlatmış olduğu ilk hukuk egemenliği görevi, Gürcistan’da 16 Temmuz 2004 – 14 Temmuz 2005 tarihleri arasında yetkili kurumların adalet sistemindeki sorunları çözmesine yardımcı olmayı amaçlayan EUJUST THEMIS adlı Gürcistan’da Hukukun Üstünlüğü Misyonu (EU Rule of Law Mission in Georgia - EUJUST Themis)’dur.135 Avrupa Konseyi, Temmuz 2004’te Fransız Yargıç Sylvie Pantz başkanlığındaki kurulu, Gürcistan’da hukuk kurullarının işlerliğini sağlamak amacıyla en az 20 yıllık mesleki tecrübesi olan yüksek rütbeli memurlara ve daha ziyade yargıçlara, Sovyet sisteminden kalan hukuk kurallarının daha demokratik, daha etkin ve adaletin vatandaşa hizmet eder duruma getirilmesine yardımcı olunması için görevlendirmiştir. Themis, özellikle - Gürcistan Ceza Yasası’nda reform, - Vatandaşları korumaya ve hizmet etmeye yönelik merkezi hukuk sisteminin geliştirilmesine, - Evsahibi ülke hukuk sisteminin bölgesel ve uluslararası hukuk sistemiyle işbirliği halinde olmasını sağlamaya, çalışmıştır.136 Afrika’daki kriz yönetimi faaliyetlerinde AGSP ve BM’nin yapıcı birlikteliğine Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde AB Polis Misyonu (EUPOL Kinshasa) örnek olarak gösterilebilir. AB Konseyi Aralık 2003’te, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde BM faaliyetlerine ve özellikle Birleşik 134 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 32-33. 135 Celalettin Yavuz, “Avrupa Birliği’nin Güvenliği ve Türkiye - Avrupa Birliği”, TÜRKSAMUluslar arası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, (Erişim) http://www.avsam..orgr/tr/a1880.html 24 Şubat 2010, s.4. 136 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 33 77 Polis Birimi (Integrated Police Unit) kurulmasına yardımcı olmak üzere hazırlanan üç aşamalı programı: - Eğitim merkezi oluşturulması ve basit teçhizatların tesisi, - Birleşik Polis Birimi’nde görev alacak olan mensupların eğitimini, - Yukarıda sayılan görevlerin bölgede konuşlandırılmasını, destekleme kararı almıştır. Komisyon ilk iki aşamadan sorumlu olmakla birlikte polis memurlarına gözlem ve tavsiyelerde yardımcı olmak amacıyla Ocak 2005’te BM ile bağlantıda olma kararı almıştır.137 Hukukun Üstünlüğü Misyonları birçok ülkede sürdürülmeye devam edilmekte olup AB Komisyonu, Irak Hukukun Üstünlüğü Misyonu (EU Rule of Law Mission for Iraq – EUJUST Lex) görevini başlatmayı 21 Şubat 2005 tarihinde karar vermiştir. Irak’ta Hukukun Üstünlüğü Misyonu, Irak polis gücü, hakim ve cezaevi görevlilerinin ortaklaşa çalışmalarında hukuk kurallarının güçlendirilmesini teminen çeşitli AB ülkelerinde sözkonusu yüksek dereceli Irak’lı memurlara eğitim imkanı sağlanmıştır. Toplam 700 Irak’lı kursiyere verilen bu eğitimde, Fransa 200 Irak’lı yüksek dereceli görevliye iki Polis Koleji ile bir Hukuk Hizmet Koleji’nde eğitim sağlamıştır.138 AB, Hukukun Üstünlüğü Misyonlarının yanı sıra Denetleme Misyonlarını da sürdürmeğe devam ettirmekte olup, AB Konseyi Aralık 2000’de Batı Balkan ülkelerine yönelik olmak üzere Batı Balkanlar AB Denetim Misyonu (EU Monitoring Mission in the Western Balkans – EUMM)’nu Saraybosna görevlendirmiştir. 137 ve Bosna Hersek’i kapsayacak şekilde AB’nin bölgedeki istikrar politikası çerçevesinde etnik Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 34. 138 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 34-35. 78 sorunlar ve mülteci geçiş-dönüşlerinin denetlenmesi 120 uluslararası gözlemci, 75 yerel personelle Hırvatistan, Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Sırbistan Karadağ’dan yönetilmiştir.139 Batı Balkanlar’daki denetim misyonunun başarısı, AB Konseyi’ni, Endonezya-Aceh Bölgesine de kriz yönetimi misyonu görevlendirmeye yöneltmiştir. AB Konseyi AB Aceh Gözlem Misyonu (Aceh Monitoring Mission-AMM)’nu 15 Ağustos 2005’te Endonezya Hükümeti ve Serbest ACEH Harekatı (Garekan Aceh Merdaka/GAM-Free Aceh Movement) arasında imzalanmış olan Uzlaşma Memorandumu (Memorandum of Understanding-MOU)’nun barışın tesisi çerçevesinde uygulanmasını gözlemlemek amacıyla düzenlemiştir. Gözlem Misyonu 93’ü beş ASEAN ülkesinden (Tayland, Malezya, Brunei, Filipinler ve Singapur), 125’i AB ülkeleri ile Norveç ve İsviçre’den olmak üzere toplam 215 gözlemci tarafından sivil güvenliği sağlamak için görevlendirilmiş olmakla birlikte daha sonra GAM’ın uygun olmayan askeri güçler yerleştirilmesi aşamasında operasyonel hale getirilmiştir. Aceh Gözlem Misyonu’nun görev süresi ilk aşamada 6 ay olmakla birlikte daha sonra 15 Aralık 2006 tarihine kadar uzatılmıştır. Gözlemci sayısı ise 15 Eylül 2006 tarihinden yıl sonuna dek 31 Aralık 2006 sonuna kadar 29’u AB, 7’si ASEAN ülkelerinden olmak üzere toplam 36 gözlemciye indirilmiştir.140 AB’nin Endonezya Aceh Gözlem Misyonu, Birliğin global oyuncu olduğunu göstermesi açısından önemli bir adım teşkil etmiştir. Endonezya hükümet kuvvetleri ile Serbest Aceh Harekatı kuvvetleri arasında 30 yıl süren çatışmalara, uluslararası gözlemcilerin de katılımıyla son verilen bu AGSP operasyonu AB’nin bölgesel operasyonlarda da söz sahibi olduğunu göstermesi açısından önemlidir. AGSP’nin daha zorlu görevlerde, örneğin Filistin 139 ve belki de Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 35. 140 Kirsten E. Schulze, “Mission Not So Impossible The Aceh Monitoring Mission and Lesson Learned for the EU”, International Policy Analysis, July 2007, (Erişim) http://library.fes.de/pdffiles/id/04786.pdf. 08 Ağustos 2010, s.1-5. 79 Kosova’da barışı koruma ve istikrarın sağlanması operasyonlarında Aceh Gözlem Misyonu’ndan çıkartılan dersleri kullanması önemli bir aşamadır. 141 AB Konseyi Ocak 2005’te, Filistin’in uluslararası bir polis gücüne sahip olması amacıyla “Ortadoğu Barış Projesi Aksiyon Planı” çerçevesinde Filistin Polisine destek için oluşturulan “Avrupa Koordinasyon Ofisi” (European Coordinating Office for Palestinian Police Support (EU COPPS) ve Filistin topraklarında AB Polis Misyonu (European Union Mission for the Palestinian Territorities (EUPOL COPPS)’nu kurarak İsrail’in çekilmesini müteakip Ocak 2006’dan başlamak üzere Filistin’in yardım talebini daha etkili karşılamak üzere Filistin’de bir AGSP Polis Misyonu oluşturmuştur. EUPOL COPPS kod adını taşıyan bu misyonun görevi: - Filistin Polisine “Polis Geliştirme Programı”nın uygulanmasında yardım etmek, - AB’ye üye devletlerin yardım koordinasyonunu yerine getirmek ve talep edilen yerlerde Filistin Polisine uluslararası yardım sağlamak, - Polisle bağlantılı ceza yasalarında Filistin Polisine tavsiyelerde bulunmak, olup ABD ve Mısır Arap Cumhuriyeti ile eşgüdüm halinde çalışmakta olan EUPOL COPPS, çoğunluğu AB ülkelerinden olmak üzere 33 silahsız personelden oluşmaktadır.142 2004 yılından itibaren Afrika Birliğinin Darfur Bölgesinde istikrar sağlama çabalarında bulunan AB ve AB’ye üye ülkeler, AB Darfur Afrika Birliği (AU), AB Sivil ve Askeri Destek Harekatı (EU civilian and military supporting action for the African Union (AU) in Darfur) misyonunu 141 Pierre-Antoine Brand, Giovanni Grevi, “The EU mission in Aceh: implementing peace”, Institute for Security Studies, Occasional Paper, No: 61, December 2005, (Erişim) http://ftp.infoeuropa.eurocid.pt/database/000035001-000036000/000035472.pdf , 08 Ağustos 2010, s.35-36 . 142 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010, s. 36-38. 80 oluşturarak AU’nun ek AB desteği talebini müteakip Haziran 2005 ayında AB Konseyi, Darfur Afrika Birliği’ne sivil ve askeri destek hareketini üstlenme kararını almıştır. Afrika Birliği’ne destek amaçlı sözkonusu misyon Birlik dahilinde polis birimi kurulması, malzeme temini, Afrika Birliklerinin eğitimi, nakliye gibi konularda yardımcı olmuştur. Yine Afrika Birliği’nin talebi üzerine NATO da stratejik nakliye konusunda AB ile birlikte hareket etmek üzere anlaşmışlardır.143 AB Konseyi Mayıs 2005’te Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde yetkili kurumlara güvenlik alanında reform çalışmalarında yardımcı olmak üzere Kongo Demokratik Cumhuriyeti Güvenlik Alanında İşbirliği Misyonu (Mission in the Democratic Republic of Congo/EUSEC DR Congo)’nu başlatmıştır. Ayrıca, Afganistan’a 2007 Mayıs ayında üç yıllığına görevlendirilen bir Polis Misyonu; 2008 yılı başında Sudan’ın Darfur bölgesindeki çatışmalardan Cumhuriyeti kaçan ve mültecileri Çad’ın sınır korumak amacıyla bölgelerinde üç bin Orta kişilik görevlendirilmesi, AB’nin yürüttüğü faaliyetler olarak sıralanabilir. Afrika birlik 144 Ayrıca, Haziran 2008’de EUSSR Guinea-Bisseau Mission, Ekim 2008’de EUMM-Georgia, Aralık 2008 EU NAVFON-Somalia (Atalanta) ve 4 Şubat 2010 tarihli AB Konseyi kararıyla kabul edilen Somali Güvenlik Güçlerinin eğitimine katkı amacıyla başlatılması öngörülen AB Misyonu EUTM-Somalia da AB’nin yürüttüğü ve yürütmeyi kararlaştırdığı faaliyetlerdir. 143 Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010, s. 38-39. 144 Celalettin Yavuz, a.g.m., s.3-4. 81 2.3.11. Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması Avrupa’da Ortak Dış Politika, Güvenlik ve Savunma İşbirliği oluşturma sürecine daha önceki bölümlerde değinildiği için bu bölümde ağırlıklı olarak AB Anayasa’sının hazırlanma ve reddedilme süreçlerine değinilerek 13 Aralık 2007 tarihinde imzalanan Lizbon Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasına ilişkin düzenlemelerine değinilecektir. Kuruluşundan bu yana ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşme yönünde önemli ilerlemeler kaydeden Avrupa Birliği, küreselleşmenin getirdiği yeni güvenlik tehditleri (iklim değişikliği, göçler, örgütlü suçlar, demografik dönüşümler, enerji güvenliği, terörizmle mücadele, nükleer silahların yayılması) karşısında, AB’nin derinleşme politikasında nasıl bir yol izlemesi gerektiğinin yanı sıra, AB’nin güvenlik ve savunma alanlarında nasıl bir politika oluşturması çalışmalarına da ivme kazandırmış ve AB için bir “Anayasal Antlaşma” yapma girişimi, Aralık/2001’de Leaken Zirvesi ile başlayan süreç sonucunda 17-18 Haziran 2004 tarihinde Nice’te Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde toplanan AB Konseyi tarafından AB Anayasası benimsenmiştir.145 2001 Leaken Zirvesi’yle gündeme gelen AB için Anayasal Antlaşma yapma girişimi AB kamuoyu tarafından benimsenerek Anayasal Kurultay’ın oluşturulması meşruiyetin ile birlikte arttırılması, Antlaşma karar taslağında alma özellikle süreçlerinin saydamlığın geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. parlamenter basitleştirilmesi ve Anayasal Antlaşma’ya Temel Haklar Şartı konularak kolektif güvenlik hükmünün vurgulanması gibi tartışmalı konular uzun bir müzakere sürecini gerektirmiş ve 29 Ekim 2004 tarihinde Anayasal Antlaşma Roma’da imzalanarak üye Devletlerin iç hukuklarının öngördüğü prosedüre göre onay işlemi başlatılmıştır. Sözkonusu Anayasal Antlaşma ile tasarlanan AB’de yeni bir yapılanmaya gidilmesi 2000 yılında düzenlenen Hükümetlerarası Konferans’ta gündeme getirilmiş, 26 Şubat 2001 Nice Zirve’sinde kurumsal 145 Özdal, a.g.m., s.125-126 82 reformlar konusunda kararlar alınmıştır. 14-15 Aralık 2001 Leaken Zirvesi Anayasa tartışmaları kapsamında önemli bir Zirve niteliğindedir. Leaken Zirvesi’nde çözüme kavuşturulamayan konular daha sonra ele alınmak üzere, 2004 yılında düzenlenmesi öngörülen Hükümetlerarası Konferansa hazırlık çerçevesinde AB’nin geleceğine ilişkin Konvansiyon’un toplanmasına karar verilmiştir. 28 Şubat 2002 tarihinde, açılış konuşması Fransa eski Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaign tarafından yapılan Avrupa’nın Geleceğine İlişkin Konvansiyon’da anayasal metin hazırlıklarında, Hükümetlerarası Konferans çalışmalarına esas olacak olan alternatif seçenekler üzerinde durulmuştur. Avrupa Anayasası Taslak Antlaşması, 20-21 Haziran 2003 Selanik Zirvesi’nde Konsey’e götürülmüş, Temmuz 2003’te AB’nin Geleceğine İlişkin Konvansiyon aşağıda belirtilen dört bölümden oluşan “Avrupa için Anayasa Kuran Antlaşma Taslağı”nı hazırlamıştır. · Birinci Bölüm: Birliğin Tanımı ve Hedefleri, Yetkileri ve Kurumsal Çerçevesi, · İkinci Bölüm: Temel Haklar Şartı, · Üçüncü Bölüm: Birliğin Politikaları ve İşleyişi, · Dördüncü Bölüm: Genel ve Nihai Hükümler, Avrupa Anayasası 16 ay süren müzakereler sonucunda 17-18 Haziran 2004 Brüksel Zirvesi’nde kabul edilmiş, 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da düzenlenen törende, AB’ye üye devletler ile Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’nin de katıldığı devletler tarafından imzalanmış ve 12 Ocak 2005 tarihinde, Avrupa Parlamento’su Anayasal Antlaşmayı kabul etmiştir. Anayasal Antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için öngörülen 1 Kasım 2006 tarihine kadar tüm üye ülkeler tarafından, her üye devletin kendi anayasası uyarınca parlamentoda veya referandum yoluyla onaylanması gerekmekteydi. Ancak, Antlaşma AB’ye üye ülkeler genelinde ulusal egemenliğin kaybedilmesi -ulus devletlerin işleyişinin azaltılması- endişesi, AB’ye karşı olunması ve bilgi eksikliği gibi nedenlerle üye ülke halklarının 83 itirazı ile karşılaşmıştır. Sözkonusu Anayasal Antlaşma 29 Mayıs 2006 tarihinde Fransa’da ve 1 Haziran 2006 tarihinde Hollanda’da yapılan referandumlarda çıkan olumsuz sonuçlar dolayısıyla AB Anayasası yürürlüğe girememiştir.146 Burada dikkat çekici bir unsur, Türkiye’nin AB üyeliğinin Fransa’da iç politika malzemesi yapılmış olmasıdır. Anayasa tartışmaları, Fransa’da Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili tartışmalarla iç içe geçmiş bir sarmal haline gelmiştir. Hatta, zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Anayasa konusundaki referandumun Türkiye’nin üyeliği ile ilgili referanduma dönüşmemesi için Türkiye’nin üyeliğinin daha sonraki yıllarda referanduma imkan verecek şekilde Fransa Anayasa’sının değiştirilmesi yönünde çaba harcamıştır. 147 AB Anayasası’nın reddedilmesi üzerine Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikaları ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, AB’nin kendi sınırları dışındaki ilişkiler, göç, mülteci sorunları gibi konular daha yoğun tartışılarak AB Anayasası’nın yürürlüğe girememesine çözüm üretmek üzere AB Konseyi Haziran 2007 tarihinde, AB’yi kuran antlaşmaları gözden geçirmek üzere Hükümetlerarası Konferans (HAK) toplanmasına karar vermiştir. HAK’ın AB Anayasası’nın yerini alması öngörülen Reform Antlaşması’na Polonya, İtalya ve Bulgaristan’ın itirazlarının giderilmesi sonucunda Reform Antlaşması, 13 Aralık 2007 tarihinde Lizbon’da AB üyesi Devletlerin Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından imzalanmış ve üye devletlerin iç hukuklarında belirtilen onaylama işlemi sonucunda 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Lizbon Antlaşması, parlamentoların ve vatandaşların katılımların arttırılması ile daha demokratik ve saydam bir Avrupa oluşturulmasını; AB’nin çalışma yöntemleri ve oylama kurallarının kolaylaştırılması ve etkinliğinin arttırılmasını; Avrupalı vatandaşlara daha fazla hak, özgürlük ve 146 Zeynep Özler, Can Mindek, “AB’de Anayasa Süreci ve Lizbon Antlaşması”, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, No: 218, İstanbul, Nisan 2008, s.10-32. 147 Özler, Mindek, a.g.e., s.37. 84 güvenlik sağlanmasını ve AB’nin küresel boyutta daha etkin bir aktör olabilmesini amaçlamaktadır.148 Lizbon Antlaşması’nın 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP), Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) olarak adlandırılmıştır. “2.3.10.-AGSP’nin Faaliyete Geçişi” bölümünde de değinildiği üzere, küresel boyutta bir güvenlik aktörü olabilmek amacıyla dünyanın birçok yerinde sivil ve askeri krizlerde görev almaya başlamış olan AB, Afganistan’daki AB Polis Misyonu’nda olduğu gibi Polis Misyonlarını, Kosova’da olduğu gibi Hukukun Üstünlüğü Misyonlarını, Guinea-Bissau’da olduğu gibi Güvenlik Sektörünün Yenilenmesini Destekleme Misyonlarını, Endonezya-Aceh Gözlem Misyonunda olduğu gibi Gözlem Misyonlarını, Çad’da olduğu gibi Askeri Misyonları, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nın bir parçası olarak AGSP çerçevesinde gerçekleştirmiştir. Lizbon Antlaşması’nın güvenlikle ilgili maddeleri incelendiğinde AB’nin, küresel boyutta sivil amaçlarını gerçekleştirebilmek üzere askeri yetenekleriyle daha işlevsel ve daha uyumlu bir güç haline gelmek istediği anlaşılmaktadır. Lizbon Antlaşması ilk bakışta, Birliğin “Petersberg Görevleri (insani yardım, tahliye ve kurtarma operasyonları, barışı koruma ve kriz yönetim faaliyetleri)”nin çerçevesini (Md. 28/1): · Barışı koruma ve çatışma sonrası istikrar dahil, ortak silahsızlanma operasyonları, 148 · İnsani görevler ve kurtarma görevleri, · Çatışmayı önleme ve barışı koruma görevleri, · Askeri danışma ve destek görevleri, · Çatışmayı önleme ve barışı koruma görevleri, · Kriz görevlerinde muharip güç kullanılmasını içeren görevler, Sumru Bilçen, “AB’de önemli bir adım: Lizbon Antlaşması”, TBBM Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğü, (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/docs/lizbonsumru24032010.pdf , 24 Nisan 2010, s.1. 85 şeklinde genişleterek küresel boyutta önemli bir güvenlik aktörü olma isteğini yansıtmaktadır.149 Bu görevlerin hedeflerini, içeriğini ve uygulanması sırasındaki koşullarını belirlemek Konsey’in yetkisindedir. Bu düzenlemeler ve Reform Antlaşması, AB’nin mevcut kısmi askeri rolünün pekiştirildiğini ve Petersberg görevleri ile sınırlı bile olsa “Acil Müdahale Gücü”nün kurulmasından itibaren oluşturulan askeri müdahale gücünün arttırıldığının bir göstergesidir.150 Lizbon Antlaşması’yla Petersberg Görevlerine ”Kriz görevlerinde muharip güç kullanılmasını içeren görevler” eklenmiş olmakla birlikte, AB güvenlik ve savunma politikasına ilişkin görevlerini yerine getirirken üye devletlerin askeri ve sivil yeteneklerine bağımlıdır. Şöyle ki, Lizbon Antlaşması’nın 3a2 maddesinde: Birliğin, üye devletlerin ulusal kimliklerine, toprak bütünlüğünün sağlanmasına, hukukun uygulanması, ulusal güvenliğin tesisi ve korunması dahil devletlerin temel işlevlerine saygı gösterdiği vurgulanarak, ulusal güvenliğin devletlerin kendi sorumluluğu altında olduğu belirtilerek (In particular, national security remains the sole responsibility of each Member State) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile AGSP’nin sınırları çizilmiştir. Ancak, Antlaşma’nın Md. 10C a1.’de de Ortak Dış ve Güvenlik Politikası alanında, Birliğin yetkisini ortak bir savunmaya götürebilecek olan ortak bir savunma politikasının tedrici tanımı da dahil olmak üzere, Birliğin güvenliği ile ilgili sorunların bütününü ve dış politikanın tüm alanlarını kapsadığı ve ayrıca ortak dış ve güvenlik politikasının özel kurallara ve uygulamalara bağlı olduğu belirtilmiştir.151 149 Julia Schmidt, “Common Foreign and Security Policy and European Security and Defence Policy After the Lisbon Treaty: Old Problems Solved?”, Croation Yearbook of European Law & Policy (1845-5662) , 12.01.2009, Vol.5, (Erişim) eubusinesslaw.wordpress.com. 29 Temmuz 2010, s. 239-259. 150 Özdal, a.g.m.,s.151 151 Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, “Md. 3a2 ve 10Ca1” Official Journal C306 of the EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/is-bin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-Bookshop-Site/en GB//EUR/ViewPublication-Start?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.9 ve 23 86 Sözkonusu iki madde birbiriyle çelişkili gözükse de, Antlaşma, ulusal güvenlik ve savunma konularını hem üye devletlerin münhasır egemenlik yetkileri olarak kabul etmekte, hem de ortak savunma sözkonusu olduğunda, Birliğin gelişim sürecine paralel olarak yetkilendirilmesinin düşünüldüğü anlaşılmaktadır.152 Benzer biçimde Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası ile ilgili düzenlemelere ilişkin Bölüm 2-Md. 28A1’de, Birliğin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasının, Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının tamamlayıcı bir parçası olduğu ve Birliğe sivil ve askeri varlıklardan oluşan operasyonel kapasite sağladığı belirtilmiştir. Bu madde, ODGP’yi belirleyen temel prensipleri, AGSP’nin uyması gereken “hukuksal çerçeve”yi belirlemektedir. Madde 28A2’de Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasının aşama aşama Birliğin ortak savunmasını da çizdiği; Madde 28A3. paragrafında, üye devletlerin Birliğin ortak güvenlik ve savunma politikasının uygulanması ile Konsey tarafından belirlenen amaçlara katkı sağlanması için sivil ve askeri yeteneklerini Birliğin kullanımına hazır halde bulundurmaları gerektiği belirtilmiştir.153 Böylece AB’nin kendine ait daimi askeri gücünün olmadığı da vurgulanmıştır. Üye devletler, “Helsinki Temel Hedef 2010” düzenlemeleri çerçevesinde kurularak 1500 kişiden oluşan ve beş gün içinde konuşlandırılma kapasitesine sahip Muharebe Gruplarına ve Avrupa Acil Müdahale Gücüne ne ölçüde askeri tahsisat yapacaklarını kendileri kararlaştıracaklar ve sözkonusu askeri güçlerin AGSP çerçevesinde düzenlenecek operasyonlara katılmaları da yine kendi ulusal hükümetlerinin vereceği karara göre şekillenecektir. Yani AB’ye üye her devlet AGSP için önceden tahsis edilmiş olan güçlerini AB operasyonlarında görevlendirip görevlendirmeyeceğine ve tahsis edecekleri gücün sayısı konusunda da aynı yetkiye sahip olarak yine kendisi karar verecektir. 152 Özdal, a.g.m., s.150 Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/isbin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-Bookshop-Site/en GB/-/EUR/ViewPublicationStart?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.31 153 87 AB’nin gerçekleştirmek istediği operasyonlarda görev alacak güçlerin görevlendirilmeleri üye ülkelerin inisiyatifine bırakılmış olması dolayısıyla, 1999 yılından beri AGSP çerçevesinde yapılan girişimler hiçbir şekilde dış politika ve savunma alanında üye devletlerin egemenliklerini birleştirmelerini sağlayamamıştır. Tam zıttı biçimde AB kuvvetlerine daha fazla askeri boyut eklenmesi, üye devletlerin ulusal egemenliklerine daha fazla bağlanmalarına neden olmuştur. Zira AGSP güçlendikçe üye ülkeler veto yetkilerine daha fazla başvurmakta, güçlenmektedir.* dolayısıyla AB’nin hükümetlerarası niteliği de AGSP alanında kullanılacak gerekli kaynakların (askeri teçhizat, asker sayısı, ulaşım v.b gibi) hemen hemen büyük çoğunluğu üye devletlerin ulusal denetimi altındadır.154 Kaynakların kullanımında üye devletlerin ulusal denetimi sözkonusu olduğunda ise, ODGP ve AGSP enstrümanlarının birliğin “ortak politikaları” dolayısıyla kullanılmasının mümkün olamayacağı, fakat üye devletlerin dışişleri ve güvenlik konularında eşgüdüm ve işbirliği çabaları olarak nitelendirilebilir. AB’nin uluslararası politikada nasıl bir aktör olacağı ile ilgili olarak süper güç, sivil güç, yumuşak güç, barışçıl güç, model güç, akıllı güç gibi birçok kavram dile getirilmiş olmakla birlikte AB’nin uzlaşma ve işbirliği temeline dayalı “kendine özgü” bir yapısı olan güç niteliğinde olduğu, kurulduğundan bu yana en başta ekonomik bütünleşme olmak üzere çeşitli alanlarda oluşturulan bütünleşmesinde ilerlemelerle gösterdiği göstermiştir. olağanüstü başarıyı AB’nin ekonomik güvenlik alanında gösterememesinin nedeni, üye devletlerin egemenliklerinden vazgeçmek istemedikleri Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile ODGP’nin bir parçası olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’dır. 1992 Maastricht Antlaşması ile * Hükümetlerarası yapı, üye devletlerin egemenliklerinin ön planda olduğu, ortak çıkarlar ve sorunlar sözkonusu olduğunda üyelerin kendi belirledikleri ölçüde işbirliği yaptıkları, karar verme mekanizmalarında oybirliğinin esas olduğu, Komisyon ve Parlamento’nun gücünün sınırlı olduğu , ancak Konsey’in yetkilerinin geniş tutulduğu bir yapıya işaret eder. Hükümetlerarası yapıda karar verme sürecinde üye devletler etkin rol oynamakta ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda AB politikalarını etkileme eğilimleri fazla olmaktadır. Hükümetlerarası yapıda AB, egemen devletlerin karşılıklı etkileşim biçimi olarak algılanır. 154 Gallym Zhussidapbek, “Supranasyonal bir Tasarruf Şekli Olarak 2007 Lizbon Antlaşması, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Tanımı ve Özellikleri, Güvenlik Aktörü Olarak AB’nin nitelikleri”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt 8, No:1, 2009, s.139-164 (Erişim) www.bilgesam.org/tr/images/documents, 11 Ağustos 2010, s.140-145. 88 hukuki zemine kavuşmuş olan ODGP’ye 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile önemli kazanımlar getirilmiş olmakla birlikte dış politika ve savunma konularındaki egemenliklerin bir üst otoriteye devredilmesini öngören ulusüstü bir yapının oluşturulması mümkün olamamıştır.155 Lizbon Reform Antlaşması’nda OGSP çerçevesinde yapılan kurumsal değişiklikler içinde dayanışma ilkesi de tartışmalı bir konu bırakmıştır. 28Ac7 maddesindeki “karşılıklı dayanışma” ilkesi uyarınca, BM Kurucu Andlaşması’nın 51. maddesine uygun olarak, bir üye Devletin kendi ülkesinde silahlı bir saldırıya uğraması halinde, diğer üye Devletlerin kendi güçleri dahilinde tüm araçlarla saldırıya uğrayan devlete yardımcı ve destek olacakları; bu yükümlülüğün bazı üye Devletlerin güvenlik ve savunma politikasının spesifik niteliğine halel getirmediğine değinilerek bu alanlardaki işbirliği ve yükümlülüklerin, NATO üyesi devletlerin İttifak bünyesinde kabul ettikleri yükümlülüklerle tutarlı olduğu belirtilmiştir.156 Daha önce AB Anayasası hazırlıkları sırasında da tartışmalara zemin hazırlamış olan bu tür düzenlemelerin gelecekte ortak savunmanın geliştirilmesi anlamında hukuki bir zemin yaratılmak istenmekle birlikte, AB üyeleri arasında Finlandiya, İsveç ve Avusturya gibi geleneksel olarak tarafsızlık çizgisinde bulunmaya özen gösteren ülkelerin bulunması ve ortak savunmanın sağlanmasında hala en kabul edilebilir bağlılığın NATO çerçevesinde olması, bugün için AB kanatları altında, NATO’nun 5. maddesinde öngürüldüğü şekilde bir ortak savunmanın gerçekleştirilmesinin uzak bir ihtimal dahilinde olduğunu göstermektedir. 157 Lizbon Antlaşması’nın 28A maddesinde belirtilen “Kalıcı Yapısal İşbirliği Protokolü” OGSP’ye getirilen yeniliklerin tartışmalı maddelerinden birisidir. Sözkonusu Protokol ile askeri olanaklara ilişkin kriterleri sağlayan taahhütleri yerine getiren ve kalıcı yapısal işbirliğine katılmak isteyen üye 155 Sinem Kocamaz, “Lizbon Antlaşması Çerçevesinde Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasının Geleceği”, Ege Akademik Bakış/Ege Academic Review, 10 (3) 2010, s.951-980, (Erişim) eab.ege.edu.tr/pdf /10_3/C10-S3-M12.pdf, 03 Ağustos 2010, s.959-964. 156 Özdal, a.g.m., s.150. 157 Kocamaz, a.g.m., s.963. 89 Devletler arasında yakınlaşmaya imkan vermesi öngörülmektedir. Kalıcı yapısal işbirliği kapsamında Konsey kararları oybirliği ile alınır. Ancak, OGSP çerçevesindeki bir görev, Konsey oy birliği ile karar almadığı takdirde katılan üye Devletleri bağlamamaktadır. Dolayısıyla, kalıcı yapısal işbirliğinin amacının AB’nin operasyonel vasıtasıyla arttırmak olarak düşünülebilir.158 yeteneklerini “ortak çaba” Kalıcı yapısal işbirliğinde projeler kesin olarak belirtilmemiş olduğundan üye devletler, bu işbirliğinin kuralları hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte kendi aralarında işbirliği içinde bulunmaları birbirlerini tanımalarında etkili olabilecektir. Kalıcı yapısal işbirliğine katılmak isteyen devletler Avrupa Savunma Ajansı’nın savunma programları çerçevesinde Ajansın kapasite geliştirme, araştırma ve geliştirmelere katılmak, askeri yetenek ve kapasitelerini arttırmak durumundadırlar. Üye ülkeler, ulaşım ve lojistik destek de dahil olmak üzere kapasitelerini muharebe gruplarını destekleyebilecek ölçüde geliştirmelidirler. Tabii bu durumda savunma harcamalarını da arttırarak savunma kapasitelerini birbirleriyle eş seviyeye getirmelidirler. 159 Ancak, kalıcı yapısal işbirliğinin sağlanması için yerine getirilmesi istenilen kriterlerden özellikle savunma harcamalarının arttırılması konusu üye ülkelerin kapasiteleri karşılaşılması olasıdır. düşünüldüğünde, uygulamada güçlüklerle Özellikle savunma harcamalarının üye ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılasının %2’si oranında oluşturulması kriteri pek çok ülkenin karşılayamayacağı bir durumdur. Avrupa Savunma Ajansı’nın 29.01.2010 tarihinde yayınlanan ve yıllık bazda hazırlanan istatistik verilerine göre üye ülkelerden Fransa, İngiltere, Bulgaristan ve Yunanistan dışındaki diğer üye ülkelerin savunma harcamaları %2’nin altındadır. 160 Fransa ve İngiltere 2008 yılında NATO’nun AB üyesi ülkelerinin yaptığı savunma harcamalarının %44’ünü karşılamışlardır. Avrupa’nın en geniş ekonomisine sahip Almanya ise gayrisafi milli hasılasının %1.3’ünü 158 Özdal, a.g.m., s.152. Kocamaz, a.g.m., s.965. 160 EDA, Defence DATA 2008, European Defence Agency Building Capabilities for a Secure Europe, 29 Ocak 2010 (Erişim) http://www.eda.europa.eu/defencedefacts, 14 Ağustos 2010. 159 90 savunma harcamalarına ayırmış ve ekonomik kriz dolayısıyla Fransa ve İngiltere gibi savunma harcamalarını azaltmak baskısı altındadır. Sadece, AB üyesi olan bazı Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri 2008 yılında Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesinden paniğe kapılarak savunma harcamalarını istemeyerek de olsa arttırmak durumundadırlar. AB sert güç özelliğini etkin hale getirmek istiyorsa savunma harcamalarını daha etkin biçimde kullanmak, savunma sanayinde araştırma, geliştirme ve üretim aşamalarında işbirliğine giderek, çoğu kez yerel savunma sanayilerin hayat desteği olan programlara boş yere para harcamak yerine üye ülkelerin kaynaklarını doğru zaman ve doğru yerde kullanabilmek amacıyla bir havuz oluşturmaları uygun olabilir. Lizbon Antlaşması da, bu yaklaşımı destekleyerek 2004 yılında kurulmuş olan Avrupa Savunma Ajansını aşağıdaki konularda görevlendirmiştir.161 Lizbon Antlaşması’nın 28D/1.maddesi Avrupa Savunma Ajansı’nın a) Üye devletlerin askeri kapasite hedeflerinin tamamlanmasına ve kabul ettikleri kapasite yükümlülüklerine uyumun hesaplanmasına katkı sağlamak, b) Operasyonel gerekliliklerin uyumlaştırılmasını ve uyum içinde rekabet edilebilir müktesebat yöntemlerinin kabulünü teşvik etmek, c) Spesifik işbirliği programlarının yönetimi ve üye Devletler tarafından yerine getirilen programların eşgüdümünü sağlamak, askeri olanaklar çerçevesinde tasarlanan amaçların yerine getirilmesi için çok taraflı projeler hazırlamak, d) Gelecekteki operasyonel ihtiyaçlar için teknik çözüm incelemelerinin yanı sıra ortak araştırma icraatlarını planlamak ve koordinasyonu sağlamak, ayrıca savunma teknolojisi alanlarındaki araştırmaları desteklemek, 161 Anthony Luzzatto Gardner, Stuart E. Eizenstat, “New Treaty, New Influence? Foreign Affairs, NewYork, March/April 2010 Cilt 89, Sayı: 2 (Erişim) http://www.foreignaffairs.com/articles/65996/anthony-luzzatto-gardner- and-stuart-e-eizenstat/newtreaty-new-influence, 14 Ağustos 2010, s. 6. 91 e) Askeri harcamaların etkinliğini arttırmak ve savunma sektörünün teknolojik ve sınai temellerini güçlendirmek için alınacak önlemleri belirlemek ve gerektiğinde uygulamaya koymak, olarak belirtilmiştir. 162 Antlaşma’nın 28D/2. maddesinde Savunma Ajansının, katılmak isteyen tüm üye devletlere açık olduğu belirtilmiştir.163 AB’nin küresel boyutta bir güvenlik aktörü olabilmesi amacıyla, 3-4 Aralık 1998 St.Malo Zirvesi’nde İngiltere ve Fransa’nın girişimiyle başlatılan ve 2007 Lizbon Antlaşması’na kadar olan süreçte gerçekleştirilen operasyonlarda: - Üye devletler arasındaki uyuşmazlıklar, - Savunma harcamalarının yetersizliği, - Üye ülkelerin dış politikalarındaki değişimlerin operasyonlara etkisi, - AB operasyonları için ayrılan bütçenin (örneğin AB 2005 yılında 60 milyon Euro ayırırken, BM aynı yıl 4.74 trilyon Euro ayırmıştır) yetersizliği, gibi konularda edinilen deneyimler, Lizbon Antlaşması’na bu eksikliklerin giderilmesi yönünde yenilikler getirmiştir. Örneğin kalıcı yapılandırılmış işbirliği mekanizması, dayanışma ilkesi gibi düzenlemeler ve Avrupa Savunma Ajansı, Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği gibi kurumlar AB’nin yukarıda kısaca değinilen eksikliklerinin giderilmesine yardımcı olması açısından önemlidir. Ayrıca, alınan önlemlerle gelecekte savunma alanında küresel ölçekte daha güçlü bir aktör olması muhtemel AB’nin NATO ile birlikte çalışması önemlidir.164 Lizbon Antlaşması’nın getirdiği yeni düzenlemeler AB’nin savunma alanında daha güçlü bir aktör haline gelmesine yardımcı olarak, NATO ile ilişkilerini masrafların hakça paylaşımı çerçevesinde yeniden düzenleyerek işbirliğini arttırması gerekmektedir. AB’nin savunma kapasitesini giderek arttırarak NATO ile işbirliği içinde olması askeri yetenekler açısından ABD 162 Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, “Md. 3a2 ve 10Ca1” Official Journal C306 of the EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/is-bin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-Bookshop-Site/en GB//EUR/ViewPublication-Start?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.33 163 Özdal, a.g.m., s.151 164 Kocamaz, a.g.e., s. 977 92 ile olan uçurumun kapatılarak AB-ABD yapıcı işbirliğinin geliştirilmesine yardımcı olacaktır. Bu işbirliğine Türkiye’nin de katılması yararlı olacaktır.165 Aslında Avrupa Birliği, Lizbon Antlaşması’ndan önce güvenlik konularındaki görevlerinin açısını genişleterek sivil misyonlarının yanı sıra, 2003 yılında Makedonya’da NATO Barış Gücü Kuvvetlerinin yerini alması, 2003 ve 2006’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde istikrar sağlama ve seçimleri denetleme misyonu, 2005 ve 2006’da Darfur’da kriz dolayısıyla Afrika Birliği’ne yardımcı olmak, 2008 ve 2009’da Darfur göçmenleri ve Çad’daki BM askeri personelini korumak, son zamanlarda da insani amaçlı yiyecek taşıyan gemileri Somalili korsanlara karşı korumak üzere BM’ye deniz gücüyle destek olmak gibi birçok askeri tatbikatta yer almıştır. AB, Makedonya ve Bosna Hersek’te “Berlin + düzenlemeleri” çerçevesinde NATO askeri yeteneklerini kullanmıştır. Diğer görevlerde ise NATO’yu haberdar etmek suretiyle tek başına hareket etmiştir. AB’nin tüm bu görevleri üstlenmesi AB ve NATO’nun giderek daha fazla birlikte hareket ettiklerini ve AB’nin güvenlik alanında sadece yumuşak güç özelliğine odaklanmadığını göstermektedir. Bundan sonra NATO ve AB’nin “Berlin + düzenlemeleri”nin de ötesine geçerek AB-NATO ortaklığını geliştirerek sivil ve askeri krizlerde birlikte hareket etmeleri yönündeki işbirliğinin her iki kuruluştan beklenmesi doğaldır. Avrupa liderleri Lizbon Antlaşmasını gereği gibi uygulamakta başarısızlık gösterirlerse, küresel ölçekte aktör olmak yerine yükselen yıldızlar olarak değerlendirilen BRIC ülkeleri ve ABD’nin gerisinde kalacakları kuşkusuzdur. Lizbon Antlaşması’nda öngörülen düzenlemelerin uygulanmasında üye ülkeler arasında çok değişik görüşler ve politik isteksizlik olduğu takdirde AB’nin güvenlik alanında küresel ölçekte aktör olabilmesi amacının gerçekleşebilmesinin mümkün olamayacağı da görünen bir vakıadır. Lizbon Antlaşması’nda öngörülen uygulamalar üye ülkeler arasında uzlaşı olduğu takdirde işlerlik kazanacaktır.166 165 166 Gardner, Eizenstat, a.g.m., s.6. Gardner, Eizenstat, a.g.m., s.7 93 AB, savunma-güvenlik-dış politika konularında tek sesli ve küresel ölçekte aktör olma amacını 1990’lı yıllardan bu yana uygulamaya çalışmış olsa dahi, üye ülkeler arasındaki farklı yaklaşımların uzlaştırılmasında zorluk çekilmektedir. Çözüm üretmek amacıyla AB içinde ortak yaklaşımların desteklenmesi için hayata geçirilen kurumsal yenilikler ise sistemin iç içe geçmesine ve karar alma süreçlerinde gecikmeler yaşanmasına sebep olmaktadır. Lizbon Antlaşması, üyeler ve kurumlar arasındaki işbirliği ile görev ve yetkilerin dağılımına netlik kazandırmış olmakla birlikte Antlaşmanın işlerliği ve AB’nin küresel ölçekte etkin ve aktif bir aktör olup olamayacağına üye ülkeler karar verecektir.167 Üye ülkelerin sadece kendi aralarında değil, ancak NATO ile de işbirliği içinde olmaları, günümüz ortamındaki terörist, korsan ve siber saldırılar dikkate alındığında kaçınılmaz olacaktır. 17 Mayıs 2010 tarihinde yapılan NATO toplantısında, “Yeni Dünyadaki terörist, korsan ve siber saldırılara karşı NATO’nun, üye ülkelerin çıkarlarını ve güvenliğini sınırlar ötesinden korumak için savaşlara ve operasyonlara cevap vermeleri ve üye ülkelerin bu saldırılara karşı koyma yeteneklerini arttırmaları gerektiği “NATO 2020 Strateji Belgesi”nde yer almış ve özellikle NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in “bugünkü dünyada sınırlar ötesinden sınırlarımızın korunması gerektiği” açıklaması168 AB-NATO işbirliğinin gerekliliğini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. NATO Genel Sekreteri Rasmussen, AB-NATO işbirliği gerekliliğini 25 Mayıs 2010 tarihinde Euronews’a verdiği röportajda, “AB ve NATO arasında ortaya çıkan kaygı verici durumun ABD ile AB arasında savunmaya harcanan yatırımların uzun vadedeki farkından kaynaklandığını ve bu durumun iki tarafın da çıkarlarından ödün vermesi gereken bir konu olduğunu, Lizbon Antlaşması’nın kabul edilmesini müteakip Avrupa güvenliğinin politik boyutu ve savunma alanındaki işbirliği konularının daha 167 Aslıhan, P.Turan, “AB’nin Güvenlik Yaklaşımları ve Sorunları”, BİLGESAM-Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 06.07.2010, (Erişim) www.bilgesam.org/tr-index.php?id.abnin..ab, 09 Temmuz 2010. 168 Akif Kocabaş, “NATO ve Yeni Güvenlik Algılamaları”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 21.05.2010 (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1057/nato-ve--yeni-güvenlik-algilamalari/aspx,. 18 Ağustos 2010. 94 da geliştirilmesini umduğunu” belirterek AB-NATO arasındaki işbirliğinin önemi üzerinde durmuştur. 169 Sonuç olarak günümüzün, siber tehditler, organize suçlar, enerji talebi, çevre kirliliği ve buna bağlı olarak ortaya çıkan güvenlik riskleri, doğal felaketler, kitle imha silahlarının yayılması, sınır tanımayan terörizm, başarısız devletler, korsanlık, insan kaçakçılığı ve seks ticareti gibi sürekli değişen ve gelişen yeni güvenlik tehditleri karşısında NATO ve AB arasında güçlü bir ortaklık kurulmasını gerekli kılmaktadır.170 Güvenlik alanında bu iki örgütün ayrı ayrı yapılanmaları, küresel tehditlerin önlenmesinde, yapıcı işbirliği yerine birbirine rakip olmalarına, her iki tarafın daha fazla askeri harcama yapmasına (halihazırdaki durum AB lehinedir) ve bunu iç kamuoylarına kabul ettirmek sorunuyla karşılaşmaları olasılığını beraberinde getirir. Dolayısıyla birbirine rakip olmak yerine, birbirini destekleyen iki örgütün işbirliği, her iki örgütün güvenlik sağlayıcı niteliklerini arttırmalarını sağlayabilecektir. 169 Anders Fogh Rasmussen: “NATO ve AB arasında gerçek ve kuvvetli Ortaklık İlişkileri Kurulmalı”, Euronews, 25 Mayıs 2010, (Erişim) http://tr.euronews.net/2010/05/25, 18 Ağustos 2010 170 Adrian Pop, “Nato ve Avrupa Birliği: İşbirliği ve Güvenlik”, NATO Dergisi, Yaz 2007, (Erişim) www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/art6.html 95 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASINDA TÜRKİYE’NİN YERİ 3.1. Türkiye’nin Güvenlik Algısı ve Stratejisi Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de gerçekleşen terörist saldırılar, beraberinde iki kutuplu dünya sistemine göre belirlenmiş güvenlik ve tehdit algılamasında ciddi değişimler meydana getirmiştir. Uluslararası düzen önemli değişime uğramış ve bu durum devletlerin tehdit ve güvenlik kavramlarının yeniden sorgulanmasına ve beraberinde değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Uluslararası sistemde ortaya çıkan değişimlerin yanısıra ülkelerin yakın çevresinde oluşan siyasi değişiklikler, savaşlar, gerilimler ve çatışmalar devletlerin stratejilerini yeniden düzenlemelerini gerekli kılmıştır. Uluslararası ortamda büyük güçler kapsamında strateji oluşumları incelendiğinde: ABD’nin, stratejisinin Amerikan vatandaşlarının hayatlarını, kişisel güvenliklerini, değerlerini, özgürlüklerini ve maddi varlıklarını garanti altına almak olduğu, Rusya Federasyonu’nun, varlığına ve bütünlüğüne kastedecek tehditleri bertaraf ederek kendisinin ve müttefiklerinin ulusal çıkarlarını korumayı hedeflediği, Çin’in ulusal hedefini, ekonomik, askeri, sosyal ve siyasal düzlemde “kendi kendine yeterli” düzeye ulaşmak ve otonom bir güç olarak uluslararası sistemde rol almak şeklinde belirlediği, AB’nin üçlü saç ayağı şeklindeki hedeflerini, Avrupa’nın yakın ve uzak çevresinde bir “barış halkası” yaratmak, uluslararası ilişkilerde “çok taraflılık” politikasını etkin kılmak ve kitle imha silahları ile terörizm konularında alternatif politikalar üretmek olduğu, 96 görülmektedir.171 Avrupa Birliği “sert güç” olma eğiliminin yanı sıra, “yumuşak güç” özelliği çerçevesinde: 1995’te kabul ettiği Euro-Med (Barselona Süreci) ile, üyelik perspektifi vermeden AB’nin sınır bölgesindeki ülkeler ile ticari ve iktisadi ilişkileri geliştirmeyi, 2010 yılında gerçekleşmesi planlanan Avrupa-Akdeniz Serbest Ticaret Bölgesi ile ticareti geliştirerek ülkelerarası refahı arttırmayı ve istikrarı sağlamayı, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin katıldığı 2004 genişlemesinden sonra kabul ettiği “Yeni Komşuluk Politikası” kavramı ile, doğu sınırındaki komşularıyla (Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya) iyi ilişkiler geliştirerek, dış sınırlarında güvenlik ve istikrarı sağlamayı, İstikrar ve Ortaklık Antlaşmaları ile Balkan ülkeleri (üyeliğe ehil ama üyelik yükümlülüklerini yerine getirmeye henüz hazır olmayanlar) ile iyi ilişkiler geliştirmeyi, amaçlamaktadır.172 Görüleceği üzere küresel güç olan ve olma yolunda aşama kaydeden devletlere bakıldığında, bu devletlerin tehditlere yönelik algıları ve bunlara yönelik olarak aldıkları tedbirler farklılık göstermektedir. Risk ve tehditler karşısında her devlet birbirinden farklı ve kendine özgü yaklaşımlar içindedir.173 Güvenlik stratejisi bağlamında, Türkiye’nin güvenlik stratejisi ile dış politikası arasında doğrudan bağ olduğu görülecektir. Konuyu, Türkiye’nin dış politika ilkeleri çerçevesinde biraz daha açarsak, Türkiye’nin dış politikada öncelikli amacının, komşularıyla barışçı, güvenli ve işbirliğine 171 Ahmet Küçükşahin, v.d., “Türkiye’nin Güvenlik Strateji Belgesi Nasıl Hazırlanmalıdır?”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 4, Sayı 7, Haziran 2008, s.11-18. 172 Müftüler-Baç, a.g.m., s.16. 173 Küçükşahin , v.d., a.g.m., s, 3.5. 97 dayalı bir tutumu sürdürmek istediği anlaşılacaktır. Bu hedeflerini gerçekleştirebilmek için ilke edindiği prensipleri ise şöyledir: Türkiye’nin birinci ilkesi: Özgürlük ve güvenlik dengesini sağlamak, İkinci ilkesi: Komşularıyla “sıfır sorun yaklaşımı” çerçevesinde daha etkili ve geniş alanda politika geliştirmeyi hedeflemektir. “Sıfır sorun yaklaşımı” ilkesi, Türkiye’nin bölgesinde ve daha uzak coğrafyada önemli bir aktör olması için anahtardır. Üçüncü ilkesi: Çevresindeki komşu ülkelerle etkin diplomatik girişimlerde bulunmak. Türkiye’nin amacı, komşularıyla en üst düzeyde işbirliğini “herkes için güvenlik”, “politik diyalog”, “karşılıklı ekonomik bağımlılık” ve “kültürel uyum ve karşılıklı saygı” kavramlarıyla gerçekleştirmektir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ve bölgesinde istikrar sağlayıcı başlıca güç olan Türkiye’nin dördüncü dış politika ilkesi ise, küresel aktörlerle çeşitli alanlarda işbirliğinde ve görüş alışverişinde bulunmaktır. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu, sözkonusu küresel aktörler arasında ilk sıralarda belirtilebilir. Beşinci ilkesi: Dış politikamızın itici gücü olarak uluslararası alanda etkin inisiyatifler almak. Türkiye, BM, NATO ve AGİT gibi uluslararası kuruluşların yanı sıra, diğer birçok uluslararası kuruluşlarla halindedir. Örneğin, da bağlantı Afrika Birliği, Arap Ligi, Karayip Ülkeleri Birliği (Association of Caribbean States-ACS) ve Amerika Ülkeleri Organizasyonu (Organisation of the American States-OAS) gibi kurumlarda gözlemci statüsünde görev yapmaktadır. Altıncı ve sonuncu ilkesi ise, kamu diplomasisi odaklı “yeni Türkiye algısı” geliştirmektir. Türkiye sözkonusu dış politika ilkeleri çerçevesinde, karşılıklı anlayış, kültürlerarası diyalog ve sorunların çözümünde yeni yaklaşımlar sergileyerek bölgesinde lider konumundadır. arasında gerçekleştirdiği dolaylı 2008’de İsrail ve Suriye görüşmelerin yanısıra, Irak’ın ülke bütünlüğü ve siyasi birliği için “Irak’ın Komşuları Süreci”ni başlatmıştır. 98 Ayrıca, Ağustos 2008’de “Kafkasya’da İşbirliği ve Denge Platformu”nu başlatarak sorunların diyalogla çözümlenmesine katkıda bulunmuştur. Türkiye, yakın komşularının yanısıra, tarihi ve kültürel bağları olan ülkelerle de sorunların çözümünde yapıcı rol oynayabilecek kapasitedir. Örneğin, 2007 yılında Afganistan ve Pakistan Cumhurbaşkanlarını “Ankara Süreci” çerçevesinde dört zirve toplantısında buluşturmuştur. Türkiye, bölgesinde, istikrar ve refahın anahtarının “karşılıklı ekonomik bağımlılık” olduğu bilinciyle komşularıyla Serbest Ticaret Antlaşmaları geliştirip devam ettirmek kararlılığındadır. Daha büyük ölçekte ise, G-20 üyesi olarak, daha dengeli ekonomik gelişmenin sağlanabilmesi için uluslararası mali politikalardaki reform çalışmalarına katılarak, daha dengeli küresel ekonomik gelişmenin sağlanmasını teminen yeni küresel standartları uygulama isteğinde olduğunu göstermektedir. Türkiye, iki yıl önce 2009-2010 dönemi için BM. Güvenlik Konseyi Üyeliğine büyük bir çoğunlukla seçilmiştir. Bu üyelik, Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada barışa, istikrara ve refaha olan katkılarının uluslararası ölçekte kabul gördüğünün bir belirtisidir. En son olarak Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi (Southeast European Cooperative Initiative-SEECP) Başkanlık görevinin yanısıra Asya’da Güven Arttırıcı Önlemler ve Etkileşim Konferansı (Conference on Interaction and Confidence-Building Measures in AsiaCICA) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanlıkları, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki konumunu daha da güçlendirecektir. Türkiye ayrıca, kültürlerarası diyaloga büyük önem atfetmektedir. İstikrar ve barışın sağlanabilmesi, özellikle aşırılığın, yabancı düşmanlığının ve hoşgörüsüzlüğün küresel yükselişini önlemek için uygulamaya koyulan ekonomik ve politik düzeydeki çabaların, kültürel alanda atılacak adımlarla desteklenmediği sürece yarım kalacağını düşünmektedir. Ülkemizin İspanya ile birlikte başlattığı ve yürüttüğü Medeniyetler İttifakı girişimi, değişik kültürel geçmişe sahip ülkeler arasında diyalog kurulmasını ve aşırılıkların törpülenmesini amaçlamaktadır. Türkiye, bugün Afrika’dan Güney Amerika’ya, Asya’nın doğusundan Karayipler’e kadar çeşitli alanlardaki işbirliği çalışmalarıyla küresel çapta dış 99 politika izlemektedir. Türkiye, komşularıyla kurmaya çalıştığı işbirliği, barış ve istikrar çemberinin barışa olan katkısının, daha geniş bir bölgeye ve giderek küresel boyuta ulaşacağına inanmaktadır. Yukarıda belirtilen dış politika öncelikleri, aynı zamanda Türkiye’nin güvenlik politikasının da olmazsa olmazlarıdır. Türkiye, çeşitli sosyo-kültürel geçmişe, çeşitli gelişmişlik düzeyine sahip ve çeşitli politik sistemlerle idare olunan komşularıyla çevrili bir ortamda, üç kıtanın kesiştiği bölgedeki jeostratejik konumuyla, güvenlik alanındaki tüm değişikliklerden direkt olarak etkilenmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çeşitli anlaşmazlıklar, örneğin İranIrak savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Körfez savaşı, eski Yugoslavya ve Sovyetler Birliği’ndeki etnik çatışmalar, Irak savaşı, Gürcistan-Rusya arasındaki son silahlı çatışma ve İsrail-Filistin arasında süregelen çözümsüzlük, Azerbaycan’ın bir bölümünün Ermenistan tarafından işgali, Türkiye’nin güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Türkiye, devletlerarası anlaşmazlıkların yanısıra, terörizm başta olmak üzere, organize suçlar, uyuşturucu-silah-insan kaçakçılığı trafiği ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi Soğuk Savaş sonrası dönemin en zorlu asimetrik tehditleriyle karşı karşıyadır. Bütün bu öngörülemeyen güvensizlik ortamında, NATO Türkiye’nin güvenlik politikasının belkemiğini oluşturmaktadır. Türkiye, bulunduğu zor coğrafyada, BM, NATO ve AGİT gibi temel uluslararası güvenlik kuruluşları aracılığıyla daha büyük bir İttifakın parçası olduğunu göstermeye büyük önem atfetmektedir. Ayrıca, bölgesindeki istikrar sağlayıcı ülke rolünün, AGSP aracılığıyla daha da güçlendirileceğini değerlendirmektedir. Türkiye’nin, AB’ye aday ülke olarak AGSP’ye daha fazla katkıda bulunma isteği doğaldır. Ayrıca, AB üyesi olmamakla birlikte Avrupalı müttefik kimliğimiz, AB tarafından Avrupa’nın güvenliğinde daha güçlü bir rol üstlenilecek ise, bu tür görevlerde ülkemizin de yer almasını gerekli kılmaktadır. 100 Türkiye, AGSP alanındaki beklentilerinin hayata geçirilmesini talep ederken, AB’nin AGSP çerçevesinde gerçekleştirdiği askeri ve sivil nitelikli harekatlarda yer almaya özen göstermiştir. Bu kapsamda, Türkiye’nin AGSP çerçevesinde katıldığı ve katılmakta olduğu harekatlar kısaca aşağıda gösterilmiştir. - Concordia (Makedonya) 31 Mart – 15 Aralık 2003 (İki irtibat timi ve Üsküp’teki Kuvvet Karargahında 11 personel) - Proxima (Makedonya) 15 Aralık 2003 – 15 Aralık 2005 (10 personel) - AB Polis Misyonu (Bosna Hersek) EUPM-I 1 Ocak 2003 - 1 Ocak 2006 (European Union Police Mission) 12 personel - EUPM-II 1 Ocak 2006 - EUFOR ALTHEA 2 Aralık 2004 (Bosna-Hersek) Toplam uluslararası mevcut 1941, (European Forces in Bosnia 269 personel and Herzogovina) (Fransa ve Finlandiya gibi kuvvet çeken ülkelerden doğan boşluğun doldurulması amacıyla Türkiye ilave katkıda bulunmuştur) (Entegre Polis Birimi-IPU) - - 48 personel EUPOL Kinshasa Ocak 2005 – Haziran 2007 (European Union Police Mission) 1 EUFOR RD Congo 10 Haziran 2006 – 30 Kasım 2007 personel 2 personel 1 adet C-130 uçağı - EUPOL COPPS (EU Police Co-ordinating Office for Palestinian Police Support) (Filistin Polisine Destek) 20 Nisan 2005 101 - EULEX Kosovo 16 Şubat 2008 (European Union Role of Law (63 polis memurumuz ve Mission in Kosovo) 1 hakimimizle katılınmaktadır.) Yukarıda belirtilen harekatlara katkılarımızdan da görüleceği üzere Türkiye, Avrupalı müttefik kimliğiyle AB’nin AGSP çerçevesindeki eylemlerine başından beri katılmıştır. AGSP’nin geliştirilmesi yönündeki siyasamızın gelecekte de sürdürülmesi öngörülmektedir. 3.2. AGSP Bağlamında Türkiye-AB İlişkileri 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler ve Pentagon’a yapılan saldırı, NATO Antlaşması’nın 5.maddesi çerçevesinde Avrupa ve Kuzey Amerika’daki müttefikler arasında dayanışma oluşmasına önayak olmuştur.174 NATO ve AB farklı özelliklere sahip kuruluşlar olsa da kriz yönetim amaçları karşılıklı ortaklığı güçlendirmiştir. Etkili karşılıklı danışma, diyalog, işbirliği ve saydamlık, AB-NATO çıkarları ve BM Antlaşmalarına saygı çerçevesinde çalışma, uyum ve her iki kuruluş için ortak olan askeri yetenek ihtiyaçlarının geliştirilmesi karşılıklı olarak güçlendirilmiştir. Haziran 2002’de bir araya gelen AB liderleri, 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya çıkan terörizme karşı koyma girişimlerinin geliştirilmesine karar vermişlerdir. Javier Solana’nın ortaya koyduğu AGSP’nin geliştirilmesi ve Petersberg görevlerinin AB Anayasa’sında yer alması sağlanmıştır. 11 Mart 2004 arifesinde İspanya’daki terörist bombaların patlaması sonrası AB liderleri, AGSP’nin terörizme karşı savaşa katılım yönünde geliştirilmesi için hızlı bir çalışma başlatmıştır. Terörizmle mücadele AGSP’nin ana odağı olmasa dahi, üçüncü ülkelere yapılacak destek hukuki zorlama ve politik eylem şeklinde olacaktır.175 AB’nin askeri yeteneklerinin arttırılması çalışmalarına da ağırlık verilmiştir. 174 175 Caşın Özgöker, Çolak, a.g.e., s. 484. Çaşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s. 485-486. 102 Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak değinildiği üzere, Türkiye’nin dışlandığı bir Avrupa ordusu kurarak, NATO olanaklarından yararlanmak isteyen AB’nin hesapları terör eylemleri dolayısıyla değişikliğe uğramıştır. Birçok AB ülkesi, terörle daha geniş ölçekte mücadele edilmesi gerektiğini ve bu konuda Türkiye’nin kaygılarının dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Fransa, Almanya ve Yunanistan bu görüşe karşı çıkmışlardır. İngiltere ve Hollanda, terörle mücadelede dayanışma gerektiğini, Türkiye ile sorunların olumlu bir biçimde çözülerek Avrupa ordusunun kurulmasından yana tavır almışlardır. Almanya, Fransa ve Yunanistan, yeni ortamın bağımsız bir orduyu gerektirdiği, Türkiye’ye rağmen projeye hız verilmesi görüşünü yineleyerek sürdürmüşlerdir. AB Savunma Bakanları, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası Brüksel’de bir araya gelerek AGSK ve Türkiye konusunda üç görüş ileri sürmüşlerdir. 1. 11 Eylül sonrası ortaya çıkan durum Türkiye’nin elini güçlendirmiştir. AB’nin daha esnek davranması ve NATO yetenek ve olanaklarından yararlanabilmek için Türkiye’nin kaygılarının da dikkate alması gerekmektedir. 2. İngiltere ve Hollanda’nın liderliğinde kuzey ülkelerinin paylaştığı görüş ise, yeni oluşan ortak tehdidin terör olduğu ve mücadelenin teröre karşı yapılması ve buna bağlı olarak AGSK yapısının değişmesi gerektiği, terörle mücadelede AB’nin tek başına etkili olamayacağı, dayanışma gerektiren bu ortamda Türkiye ile olan pürüzlerin yapıcı olarak değerlendirilerek bir an önce Avrupa ordusunun kurulması gerektiği yönündedir. 3. Fransa, Almanya ve Yunanistan’ın üzerinde ısrarla durduğu seçenek ise, AB’nin NATO ve ABD’den bağımsız bir askeri oluşumun gerçekleştirilmesidir. Türkiye, ABD’ye vaki terör saldırısı sonrası oluşan ortamı dikkate alarak, Avrupa ordusuna yönelik taleplerini aşağıda belirtilen biçimde AB ülkelerinin dikkatine getirmiştir. 103 1. Kolordu seviyesinde oluşturulması planlanan 60 bin kişilik ordunun, müttefik ülkeler arasındaki anlaşmazlıklarda kullanılmayacağına dair güvence verilmesi, 2. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının sözkonusu olduğu ve bulunduğu coğrafyadaki operasyonlarda, AB’nin karar alma özerkliğini bozmayacak şekilde karar mekanizmalarına dahil edilmesi, 3. AB’nin kendi içindeki askeri tatbikatlara, AB üyesi olmayan NATO üyesi altı müttefikin mümkün olduğunca katılması, 4. NATO üyesi olmayan, ancak AB üyesi olan ülkelerin NATO’da sahip olduğu imkanlara, Türkiye’nin de AB ordusu içinde sahip olması, örneğin AB Askeri Karargahında Türk subaylarının da bürolarının bulunması, 5. Nice Antlaşması’nda oluşturulması karara bağlanan AGSK bünyesindeki “Katılımcılar Komitesi”nin rolünün güçlendirilmesi ve krizlerde bu komite erken devreye girerek karar öncesi çalışabilme imkanının yaratılmasıdır. Kurulacak AB ordusunda, Türkiye’nin yukarıdaki koşullarda yer alması AB’ye tam üye olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Türkiye, AB’ye tam üye olduğu takdirde Avrupa’nın ikinci büyük ülkesi durumuna geleceği için Fransa ve Almanya, AB’deki etkilerinin azalacağı hesabıyla, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmaktadırlar. Karar alma mekanizmasında etkili ve AB yardımlarından en çok pay alacak olan ve güçlü ordusu ile Avrupa ordusunda da güçlü konuma geçecek olan Türkiye, bu açılardan Fransa, Almanya ve Yunanistan’ı tedirgin etmektedir. Yunanistan, Türk-Yunan sorunlarını AB sorunları haline dönüştürerek Türkiye’yi politik olarak zayıflatmak düşüncesindedir. Öte yandan, Türkiye’nin NATO içindeki etkinliği Fransa, Almanya ve Yunanistan’ı endişelendirmektedir. 11 Eylül terör saldırıları sonrası Afganistan’a ve Körfez ülkelerine yapılacak saldırılar nedeniyle Türkiye’nin önemi çok artmıştır. Türkiye’nin ABD ve İngiltere yanında yer alması, terörle mücadeledeki deneyimi, 104 Avrupa’nın teröre verdiği destek dolayısıyla Türkiye’nin haklı çıkması ve nihayet Avrupa’nın teröre ve krizlere müdahalelerindeki başarısızlığı ve bütün bunlara ilaveten Türkiye’nin laik bir İslam ülkesi olarak model oluşturması, önem açısından kritik ülke durumuna getirmiştir. 27.11.2001’de ABD, İngiltere ve Türkiye arasında yapılan görüşmelerde Türkiye ve AGSP konusu gündeme gelmiştir. Türkiye, kendi coğrafyasında gerçekleşecek olan ve doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren konularda Avrupa ordusunun operasyonlarına katılması, ayrıca TürkiyeNATO-AB müttefikleri arasındaki problemlerde AB ordusunun taraf olmaması konularında güvence istemiştir. AB adına görüşmelere katılan İngiltere, NATO üyesi olan 11 AB ülkesi adına Türkiye’nin isteği doğrultusunda güvence vermiştir. 176 Böylece Türkiye’nin hayati önem verdiği Kıbrıs ve Ege Denizi’nde çıkabilecek krizlerde AGSP çerçevesinde çözüm üretilmesi sağlanabilmiştir. 3.3. Türkiye’nin AGSP’ye Girme İsteği ve NATO Üyeliği Kozu AGSP’nin oluşum sürecinde en temel sorun, AB üyesi olmayan Avrupalı NATO üyesi ülkeler ve AB’ye aday Avrupalı ülkelerin, AGSP içerisindeki konumu olmuştur. AB ülkelerinin birçoğunun askeri gücünün yeterli olmaması nedeniyle, AGSP’nin NATO imkan ve yeteneklerini kullanmak istemesi 2002 yılına kadar sürecek bir krizi başlatmıştır. AGSP’nin NATO imkanlarından yararlanma talebi NATO üyesi fakat AB üyesi olmayan İzlanda, Norveç ve Türkiye’nin etkilenmesine yol açmıştır. Bu süreçte, Norveç ve İzlanda’nın zaten AB üyesi olmak istememeleri, (Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin ise, daha sonra 2004 yılında AB üyesi olmaları) dolayısıyla sözkonusu ülkeler açısından da sorun ortadan kalkmış, fakat bu süreçten en etkilenen ülke Türkiye olmuştur. 176 Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.485-488. 105 NATO üyesi olan Türkiye, AB’nin kendi bünyesinde oluşturmaya çalıştığı AGSP dışında tutulmaktan duyduğu sıkıntıyı çeşitli platformda birçok kez dile getirmiştir. Türkiye’nin AGSP’ye ilişkin kaygılarını arttıran bir diğer konu, ortak üyelik statüsüne sahip olduğu BAB’ın varlığının ortadan kalkmasıyla, AGSP kapsamındaki konuların tamamen AB üyesi ülkelerin kararları doğrultusunda şekillenmesidir. Türkiye, AB’nin askeri imkanlarının kullanılacak olması halinde, kriz yönetiminde görüşmelerde bulunmak ve siyasi kararlara eşit statüde katılmak istemektedir. AB’nin NATO imkanlarından otomatik yararlanmak isteği karşısında, Türkiye de doğal olarak AB’nin NATO imkanlarını kullanacağı karar sürecinde söz sahibi olmak istemiş, aksi durumda antlaşmadan doğan veto hakkını sonuna kadar kullanacağını açıklamıştır. 177 Türkiye’nin elindeki NATO kozunu ileri sürmesi sonucu Helsinki zirvesinden sonra Türkiye ile ABD ve AB adına İngiltere arasında görüşmeler başlamış ve bu süreçte ABD desteğini hep Türkiye’den yana kullanmıştır. 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile sorunun çözümü konusunda yukarıda II. Bölüm, 2.3 Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası alt başlığı altında Nice Zirvesi’nde ayrıntılı açıklama verilmiştir. Dolayısıyla konunun çözümüne ilişkin basamaklar burada ayrıca tekrarlanmamıştır. 3.4. AB’nin Türkiye’nin AGSP’ye girmesi karşısındaki tutumu Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası sistem içinde ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye’yi, güvenliği ve savunması açısından, Soğuk Savaş öncesi döneme göre çok daha hassas bir yapıyla karşı karşıya getirmiştir. Türkiye, Soğuk Savaş sonrası ortamın başlangıçtaki belirsizliklerini, daha sonra NATO ve BAB gibi güvenlik ve savunma örgütlerinin kurumsal yapılanmalarında meydana gelen değişiklikleri, 177 Mutlu Sesli, “21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Tehditleri ve AGSP’nin geleceği”, E-Akademi Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık Internet Dergisi, Ekim 2007, Sayı 68, (Erişim) http://www.e-akademi.org/makaleler/msesli-1.htm , 17 Nisan 2010, s.6. 106 kendisinin güvenlik ve savunma stratejisine etkileri ekseninde çok yakından izlemiş, AB üyesi devletler arasında bir ortak güvenlik ve savunma politikası oluşturulması sürecinde AGSK ve AGSP içinde yer almak istemiştir. Ancak, daha önceki bölümlerde de ayrıntılı olarak değinildiği üzere, bu aşamada, AB ve Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda izledikleri politikalar çatışmıştır. Şöyle ki, Türkiye, kendi güvenlik ve savunma stratejileri bağlamında, AGSP’nin karar alma mekanizmasının içinde yer almak istemesine rağmen, AB, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmaması dolayısıyla mümkün olamayacağını ileri sürmüştür. AB’nin ileri sürdüğü bu gerekçe Türk kamuoyunda, AB’ye katılım konusunda neredeyse isteksizliğe varacak ölçüde hoşnutsuzluk yaratmıştır. AB’nin Fransa ve Almanya’nın liderliğini sürdürdüğü Avrupacı Kanat üyeleri, AGSP’nin karar alma mekanizmasında Türkiye’ye yer vermek istemezlerken, sadece AGSP kapsamında oluşturulan “Acil Müdahale Gücü” çerçevesinde Türkiye’ye “danışma görevi” verilmesini öne sürmeleri, Türk kamuoyunda, Türkiye’nin Avrupa’dan dışlanması girişimleri olarak algılanmıştır.178 Oysa ki, Türkiye AGSP içinde var olmayı uluslararası antlaşmalardan doğan hakkı olarak görmektedir. 60 yıla yakın bir süredir NATO üyesi olan ve AB bünyesinde de Helsinki Zirvesi’nden buyana, konumunda olan Türkiye’nin AGSP karar alma üye adaylığı mekanizmasından dışlanmayı reddetmesinin nedeni, Soğuk Savaş sonrası oluşan uluslararası sistemde, AB’nin ODGP ve AGSP mekanizmalarının, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor coğrafyada güvenlik ve savunmasını olumsuz yönde etkileyeceği endişesinden kaynaklanmaktadır. 178 Özdal, Genç, a.g.e., s. 182-183 107 3.5. Lizbon Antlaşması sonrası Türkiye’nin konumu Lizbon Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na getirdiği yenilikler, “2.3.11-Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması Bölümü”nde ayrıntılı olarak açıklandığı için bu bölümde Türkiye açısından risk taşıyan bölümlerine değinilecektir. Lizbon Reform Antlaşması’nda OGSP çerçevesinde yapılan kurumsal değişiklikler içinde dayanışma ilkesi tartışmalı bir konu bırakmıştır. 28Ac7 maddesindeki “karşılıklı dayanışma” ilkesi uyarınca, BM Kurucu Antlaşması’nın 51. maddesine uygun olarak, bir üye Devletin kendi ülkesinde silahlı bir saldırıya uğraması halinde, diğer üye Devletlerin kendi güçleri dahilinde tüm araçlarla saldırıya uğrayan devlete yardımcı ve destek olacakları; bu yükümlülüğün bazı üye Devletlerin güvenlik ve savunma politikasının spesifik niteliğine halel getirmediğine değinilerek bu alanlardaki işbirliği ve yükümlülüklerin, NATO üyesi devletlerin İttifak bünyesinde kabul ettikleri yükümlülüklerle tutarlı olduğu belirtilmesine rağmen, bu işbirliği ve yükümlülükleri içeren 2001 Ankara Mutabakatına atıfta bulunulmamaktadır. Dolayısıyla OGSP’nin Türkiye ile Yunanistan arasındaki olası kriz ve çatışmalarda oynayacağı rol Türkiye açısından düşünüldüğünde risk faktörü taşımaktadır. AB üyesi olan Yunanistan, AB üyeliği dolayısıyla Türkiye’ye karşı baştan elde etmiş olduğu “stratejik üstünlük” vasıtasıyla AB’nin güvenlik yapılanmasında kendi lehine kazanımlar için bu avantajını kullanmaktadır. “2.3.4. Nice Zirvesi bölümünde de belirtildiği üzere, Ankara mutabakatında bu konuya aşağıdaki çerçevede çözüm getirilmişti. “ABD’nin arabuluculuğunda, İngiltere ve Türkiye arasında yapılan müzakereler sonucunda 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye ve AB arasında AGSP çerçevesindeki anlaşmazlıklar şu şekilde giderilmiştir. - Yakın coğrafyasındaki güvenlik çıkarlarını doğrudan etkileyecek AB operasyonlarının karar alma sürecinde yer almayacak olan Türkiye’nin dezavantajını ortadan kaldırmak için “yoğunlaştırılmış danışma” olarak tanımlanan danışma mekanizmasının işletilmesi kabul edilmiştir. Böylece, Türkiye’nin dışlanmayacağı ortaya konulmuştur. AB kararlarından 108 - AB ve NATO üyeleri arasında çıkan ve/veya çıkabilecek ihtilaflara, AB askeri gücünün müdahale etmemesi üzerinde anlaşılmıştır. Bu suretle de, Türkiye’nin, Yunanistan’la olası bir çatışmada AB’yi karşısına alma kaygısı giderilmeye çalışılmıştır. Türkiye, kendisine verilen bu garantilere karşılık, AGSP çerçevesindeki sözkonusu tıkanıklığın aşılması için karar mekanizmasının tüm sürecinde olmamakla birlikte sadece harekata ilişkin planlama ve uygulama boyutunda söz sahibi olmasının yeterli olduğunu belirtmiştir. Avrupa Ordusu’nun tüm karar mekanizmalarında yer alma ve veto hakkını kullanma talebi ile NATO imkan ve yeteneklerinin her biri için NATO’da oylama yapılması isteğinden vazgeçmiştir. Ayrıca, AB’nin NATO müttefikleri arasındaki sorunlara (Ege sorunu gibi) ve BM gözetimindeki konulara (Kıbrıs gibi) müdahil olmaması yönünde karar alınmıştır. Yine varılan uzlaşıya göre, bağımsız AB operasyonlarının bir NATO müttefikinin coğrafi bölgesi yakınında yapılması ya da ulusal güvenlik çıkarlarını etkilemesi sözkonusu olursa, AB Konseyi’nin bu müttefikle görüşmelerde bulunmasını ve bu görüşmelerin sonucunu, kararlarında göz önüne almasını gerekli kılmaktadır. Bu “yoğunlaştırılmış danışma” sistemiyle operasyon için mutlaka Türkiye’nin görüşü alınacak, ancak son kararı yine AB yetkili organları verecektir. 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye’nin AGSP kapsamında muhalefeti aşılırken, AB içinde Yunanistan’ın muhalefeti ile karşılaşılmıştır. Yunanistan, Türkiye ile olası bir çatışmada AB’nin Yunanistan’a destek vermesi konusunda güvence istemiştir. Ayrıca Kıbrıs Rum kesimi, AB üyesi olduktan sonra (Kıbrıs Rum Kesimi 1 Mayıs 2004’te AB’ye üye olmuştur), Türkiye’nin bölgesinde yapılacak bir operasyonda, Rum askerlerinin Türkiye’nin isteği üzerine devre dışı bırakılmasının da engellenmesini talep etmiştir.” Reform Antlaşması’na getirilen bu “dayanışma maddesi”nin ileride Türkiye, Yunanistan ve/veya Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında olası silahlı bir çatışmaya nasıl bir çözüm getireceği belirsizdir. Yukarıda açıklandığı gibi Ankara Mutabakatı’nda, AGSP’nin kriz halinde bir NATO 109 üyesine karşı kullanılamayacağı öngörülmüş ve NATO (Ege sorunu gibi) ile BM (Kıbrıs sorunu gibi) denetimindeki konulara AB’nin taraf olmaması konusunda mutabakata varılmış fakat bu mutabakata Yunanistan ve GKRY taraf olmadıkları için Türkiye’nin Yunanistan ve GKRY ile olası bir silahlı çatışmada AB’nin nasıl bir tutum izleyeceği, geçmişteki zirvelerden edinilen deneyim ışığında bugünkü koşullar göz önüne alınarak bir öngörüde bulunmak gerekirse AB’nin Yunanistan’a askeri destek sağlaması olasılığı uzak bir ihtimal dahi olsa, Türkiye’nin dış siyasi baskıya muhatap olması kaçınılmaz gözükmektedir. Burada, Yunanistan’ın itirazı sonucu Aralık 2001 Leaken Zirvesi’nde “Ankara Mutabakatı”nın zirve sonuçları arasında yer almadığını anımsamakta yarar görülmektedir. Yunanistan, Mutabakat’ta kayda geçirilen “AGSP’nin müttefiklere karşı kullanılamayacağı” yolundaki ifade dolayısıyla Türkiye ile olabilecek anlaşmazlıklarında AGSP’yi kullanamayacağı için uzlaşıyı reddetmiştir. Sonuçta, Yunanistan’ın itirazı 2001 Leaken ve 2002 Sevilla Zirveleri’nde AGSP konusunda olumlu bir gelişme sağlanamamasına neden olabilmiştir. Yunanistan’ın itirazı ancak 24-25 Ekim 2002 Brüksel Zirve’sinde “Brüksel Belgesi” olarak adlandırılan metne “AGSP’nin bir müttefike karşı kullanılamayacağı” taahhüdüne karşılık, “NATO’nun da AB’ye veya AB üyelerine karşı kullanılamayacağı” ibaresi eklenerek çözüme kavuşturulmuştur. Yine Yunanistan’la olan bir başka sorunlu konu, Yunanistan’ın girişimleri sonucu AB’de Tek Hava Sahası Politikası benimsenerek AB Hava Sahasının ülkelerin FIR (Flight Information Region) hattı ile sınırlandırılmasına karar verilmiştir. Henüz uygulamaya geçilmemiş olan bu durum ileride Türkiye’nin Ege Denizi ve Akdeniz’de egemenlik haklarının kaybolmasına ve Türkiye’nin daha sonra Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) yerine AB ile bu sorunları çözmek zorunda kalması riskini ortaya çıkarmıştır. Yunanistan ve GKRY, salt AB üyelikleri dolayısıyla kazandıkları “stratejik üstünlükleri”ni kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanmaktadırlar. Tabii Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci uzadıkça bu riskle her zaman karşılaşması muhtemeldir. Lizbon Antlaşması’nın 110 28Ac7 numaralı dayanışma maddesi, Türkiye açısından belli bir risk taşımaktadır. Siyasi alanda oluşan bu tür olumsuz yapılanmalar, Türkiye’nin AGSP yapılanmasında söz sahibi olma çabasını gerçekleştirmesine engel olmaktadır. kavuştuğu AB, kendi kaynakları ile askeri güç kullanma kapasitesine takdirde ABD, NATO ve dolayısıyla Türkiye de karar mekanizmaları dışında kalacaktır. Lizbon Antlaşması’ndan sonra, Türkiye AGSP konusunda, NATO’nun Avrupa güvenliğindeki başat rolünün gölgelenmeyeceği bir uygulamayı kendi güvenliği ve çıkarı açısından tercih edeceği bir konuma gelmiştir.179 Türkiye, AGSP konusundaki endişelerini saklı tutarak, komşularıyla sıfır sorun politikası yaklaşımı uyarınca, Ekim 2010’da karara bağlanması öngörülen Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır “casus belli – savaş nedeni” olarak gösterilen 12 mil sorununu, iki ülke arasında öncelikli tehdit olarak tanımlamayarak, işbirliğine vurgu yapmaktadır. Yunanistan ile başlatılan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ile iki ülke arasında her alanda işbirliğinin genişletilmesinin hedeflendiği belirtilmektedir.180 Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorun yaklaşımı önümüzdeki dönemlerde oluşabilecek bu tür anlaşmazlık konularında elini güçlendirmesi açısından önemli ve sağduyulu bir davranıştır. Türkiye, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası karar mekanizmalarında yer alabilmek için başlangıçtan buyana gösterdiği istikrarlı tutumu, ulusal çıkarlarını korumaktaki kararlılığı kadar AB adayı bir ülke olarak iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeğe, güven arttırıcı politikalara ve işbirliğine ne denli önem verdiğini de göstermektedir. Lizbon Antlaşması’nın 28A maddesinde belirtilen “Kalıcı Yapısal İşbirliği Protokolü” tartışmalı konulardan biri olarak, “2.3.11. Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması” bölümünde de değinildiği 179 Sertif Demir, “Avrupa Güvenlik Mimarisinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin Bu Güvenlik Mimarisindeki Yeri”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 5, Sayı 9, Haziran 2009, s. 30-45. 180 Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi Dış Politikayı Değiştirecek: 12 mil Artık Savaş Nedeni Değil?, Turktime, 23 Ağustos 2010, (Erişim) http.//turktime.com/haber/Yeni-Milli-Güvenlik-Siyaset Belgesi-Dış-Politikayı-Değiştirecek-12-mil-Artık-Savaş-Nedeni-Değil/105310, 25 Ağustos 2010. 111 üzere AB’nin operasyonel yeteneklerini arttırmayı öngördüğü üye ülkelerin “ortak çaba”larıyla anlaşılmaktadır. Kalıcı yapısal işbirliğine katılmak isteyen üye devletler Avrupa Savunma Ajansı programları çerçevesinde askeri kapasite ve yeteneklerini arttırmak suretiyle savunma kapasitelerini birbirleriyle eş seviyeye getirmek durumundadırlar. Lizbon Antlaşmasının getirdiği yenilikler AB’nin savunma alanında güçlenmesini sadece üye ülkelerin kendi aralarındaki yapıcı işbirliğine değil, NATO ile ilişkilerinde masrafların hakça paylaştırılması, askeri yetenekler açısından ABD ile olan farkın kapatılması ve AB-ABD yapıcı işbirliğinin geliştirilmesiyle de bağlantılı bir durum ortaya çıkarmaktadır. Türkiye, AB-ABD yapıcı işbirliği konusundaki tavrını baştan beri bu yönde belirtmiş olup AGSP karar mekanizmaları içinde kalmak istemektedir. Soğuk savaş sonrası dönemde güvenliği doğrudan etkileyen küresel terör, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, kara para aklama, enerji güvenliği, seks ticareti gibi ortaya çıkan tehditler dolayısıyla Avrupa’nın güvenliğini küresel güvenlikten, Türkiye’nin güvenliğini de Avrupa’nın güvenliğinden ayrı düşünmenin mümkün olamayacağı açıktır. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya ve stratejik konumu, terör ve yasadışı örgütlenmelerle mücadele konusundaki deneyimi, güçlü ordusu, eğitimli genç nüfusu, komşularıyla ekonomik ve siyasi işbirliğine verdiği önem ve enerji akışındaki kavşak ülke konumuyla Avrupa’nın güvenliğine katkısı inkar edilemez bir gerçek olarak kendini göstermekte olup Türkiye’nin bu özellikleriyle AGSP karar mekanizmalarında söz sahibi olmak istemesi de algılanmalıdır. doğal bir hak olarak Türkiye, yukarıda belirtilen özellikleriyle, AGSP içinde etkin bir aktör konumunda olmayı doğal hak olarak görmekte ve bu özelliğini AB üyeleri ve yakın coğrafyasındaki komşularıyla güvene dayanan ilişkilerle pekiştirmeye çalışmaktadır. 112 3.6. Avrupa Ordusu ve Türkiye’nin Rolü Avrupa Birliği’nin güvenlik ve savunma alanında daha etkin olabilmesi için hem AB hem de Atlantik’in öte yanında giderek artan bir talep olduğu kuşkusuzdur. Birçok AB ülkesi ve uluslararası aktörler (BM ve ABD) Avrupa Birliği’nin küresel ölçekte güvenlik sağlayıcı kimliği olması gerektiği üzerinde durmaktadırlar. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın güçlendirilmesi için Avrupa Ordusu’nun durulmuştur. kurulması dahil birçok seçenek üzerinde Aslında “Avrupa Ordusu” fikri yeni bir kavram olmayıp Avrupa’nın bütünleşme çabalarının başına, 1950’li yıllara kadar gider. Avrupa Ordusu kavramına “2.1.2. Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Politik Topluluğu” ile “3.2. AGSP de bölümlerinde yer verildiği Bağlamında için burada Türkiye-AB Pleven Planına İlişkileri” kısaca 181 değinilecektir. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Doğu ve Batı bloklaşması sonucu, Batı Blokunu oluşturan devletler NATO’yu kurmuş, ancak NATO’nun kuruluşu güvenlik kaygılarını azaltmamıştır. Fransa Başbakanı René Pleven, Avrupalı ülkelerin askeri güçlerini uluslarüstü bir yapıda birleştirerek ortak bir Avrupa Ordusu kurulmasını öngören “Avrupa Savunma Topluluğu” fikrini gündeme getirmiştir. 1 Şubat 1952’de NATO ülkeleri ve Batı Almanya’nın (Almanya 6 Mayıs 1955’te NATO’ya katılmıştır) katılımıyla Antlaşma taslağı hazırlanmıştır. Bu Antlaşma taslağında saldırı anında tarafların birbirine yardım garantisi, antlaşmaya taraf devletler arasında ayırım yapılmaması ve ortak komutanlık adı altında bir ordu kurulması yer almıştır.182 AST Antlaşması’nda, kurulacak olan ordunun Avrupa Savunma Topluluğu’na bağlı olması öngörülmüştü. 27 Mayıs 1952’de AST Antlaşması ve ek protokolleri Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, Federal Almanya ve İtalya tarafından imzalanmasına rağmen Almanya’nın yapacağı askeri katkı konusunda Fransa’da oluşan muhalefet dolayısıyla (Fransa Başbakanı Pierre Mendes-France Alman askeri birliklerinin 181 Marcin Terlikowski, “European Army-an ultimate tool for ESDP?” Eurosian Intelligence & Strategics Critic. Ağustos 2008, (Erişim) www.eurasiacritc/articles/european-army-ultimate-toolesdp, 13 Ağustos 2010. 182 Ülger, a.g.e., s.51-54. 113 Fransa’nın komutasına verilmesi imtiyazı almasına rağmen) Fransız Parlamento’su, Avrupa Ordusu oluşturmak amacıyla Federal Almanya’nın tekrar silahlandırılması sözkonusu olacağı için antlaşmayı onaylamamıştır. Silahlanma konusundaki en önemli sorun Alman Birliklerinin statüsü, ulusal açıdan homojen birliklerin çapı ve AST ile NATO arasındaki bağlantı idi. Birliklerin kapasitesi sorunu küçük tümenler kurulmak suretiyle, AST ve NATO arasındaki bağlantı da karşılıklı garantiler verilerek çözümlendi. Bonn, Fransa’nın Almanya’nın tekrar silah sanayi kurmaktan vazgeçmesi yönündeki ısrarlarını kabul etmiyordu. Ayrıca, Fransa’nın Saar bölgesinin geleceğine ilişkin Almanya’dan istediği imtiyazları da kabul etmiyordu. Fransa’da ise, Federal Almanya’nın Avrupa Toplumu ile bütünleşmesi sözkonusu olmakla birlikte eski Almanya’nın canlanması korkusu dolayısıyla Fransız Parlamentosu AST Antlaşması’nı gündemden çıkartmıştır.183 Pleven Planının çökmesini müteakip “Avrupa Ordusu” fikri uzunca bir süre askıya alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşın karşıtları arasındaki görüş ayrılıkları dolayısıyla, savunma ve güvenlik konuları, ancak 1990’lı yıllarda tekrar gündeme gelmiştir. “Ortak dış politika” kavramı da 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’nda yer alır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tarihsel süreç içinde Avrupa güvenliğinde Batı Avrupa Birliği’nin rolü önemlidir. Tezimizin “İkinci Bölüm 2.1.1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” bölümünde Batı Avrupa Savunma Topluluğu ve Batı Avrupa Birliği’nin kuruluşu, AGSK oluşumu, Soğuk Savaş döneminde BAB’ın NATO’nun gölgesinde kalışı, BAB’ın Petersberg görevleri ile ilgili işlevlerinin AB’ye entegre edilmesi gibi konulara değinildiği için burada gelecekte Avrupa Ordusu’nun çekirdeğini oluşturması öngörülen Avrupa Kolordusu (Eurocorps)’nun oluşumuna değinilecektir. AB Ordusunun nüvesi Fransa ve Almanya’nın özel gayreti ile kurulmuştur.184 Avrupa Ordusu düşüncesi 21-22 Mayıs 1992 tarihlerinde La Rochelle’de düzenlenen 59. Fransız-Alman Zirvesi’nde kabul edildi. 183 Helga Haftenrndorm, “Almanya’nın NATO’ya katılım: Elli Yıl” , NATO Dergisi, Yaz 2005, Sayı:2 , (Erişim) www.nato.int/docu/review/2005/issue2/../history.html , 25.08.2010. 184 Çakmak, a.g.e., s.198. 114 Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand ile Alman Şansölyesi Kohl iki ülke arasındaki uzlaşma ve işbirliğini geliştirmek amacıyla ortak Avrupa savunma sistemi düşüncesi temelinde, Strasbourg’da Fransız-Alman askeri karargahının kurulmasına karar verdiler ve bir süre sonra her iki hükümet bu karargahın diğer Avrupa ülkelerine de açık olduğunu bildirdiler. 1993 yılında Belçika, 1994’de İspanya, 1996’da Lüksemburg’un katılımıyla Eurocorps ilk genişlemesini gerçekleştirmiştir. 30 Kasım 1995’te Pegasus-95 tatbikatı sonrasında faaliyete geçen Eurocorps, Batı Avrupa Birliği’ne karşı sorumlu kuvvetlerin (FAWEU-Forces Answerable to the Western European Union) parçasıdır. Bu çerçevede BAB ve/veya NATO içerisinde faaliyette bulunabilen Eurocorps, BM ve AGİT bünyesinde oluşturulan insani misyonlar ile üye devletlerin vatandaşlarının bir ülkeden çıkarılmasına ilişkin insani misyonlar, barışı sağlama ve barışı koruma operasyonlarına katkıda bulunabilir. Eurocorps’un BAB’ın siyasi kontrolü altında bulunma taahhüdü 24 Eylül 1993, NATO yetkisinde yer alma yükümlülüğü ise 21 Ocak 1993 tarihli antlaşmalarla düzenlenmiştir. 3 Eylül 2002 tarihinde, Türkiye, Yunanistan ve Polonya’nın Strasbourg’da bulunan Eurocorps çok uluslu karargahına personel atamasına karar verilmiştir.185 NATO’ya benzer bir yapılanmaya sahip olan Eurocorps’da komutanlık, bu kuvvete en büyük katkıyı yapan Almanya, Fransa, İspanya ve Belçika arasında paylaşılmakta ve iki yılda bir görev devri yapılmaktadır. Halen İspanyol General Pedro Pitarch Eurocorps komutanlığını yürütmektedir. Eurocorps’un operasyon amaçlı görevlendirilmesi kurucu 5 devletin (Fransa, Almanya, Belçika, İspanya, Lüksemburg) Genelkurmay ve Dışişleri Bakanlıkları ilgili memurunun katılımı ile toplanan Ortak Komite’nin alacağı karar uyarınca yapılır. Eurocorps hiçbir askeri örgüte bağlı değildir. BM, AB ve NATO gibi örgütlerden gelen askeri destek talepleri Ortak Komite tarafından değerlendirilip karara bağlanmaktadır. Hızlı reaksiyon gücüne sahip Eurocorps, ilk görevinde 1998 yılında Bosna-Hersek’e, 470 asker 185 Eurocorps, “Uiportal.net AB Kavramlar Sözlüğü, (Erişim) http://uiportal.net/ABsozluk/e.html 24 Ağustos 2010. 115 göndermiş ve 2000 yılında Kosova, 2004’te de Afganistan’da Barış Gücü komutanlığını üstlenmiştir.186 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’nın dış politika ve güvenlik alanında tüm ülkelerin onayını şart koşmaması dolayısıyla, savunma alanında işbirliğine ihtiyaç duyan Avrupa Birliği ülkeleri, Lizbon kaydedebilecektir. Antlaşması’ndan sonra daha kolayca ilerleme Bu süreçte Avrupa Kolordusu Eurocorps “Avrupa Ordusu”nun temelini teşkil edebilir. Ancak, Avrupa’nın genişlemesiyle birlikte, daha önceki bölümde de değinildiği üzere gayri safi milli hasılalarının yüzde 2’sinden fazlasını savunma payı olarak ayıramayan AB üyesi ülkelerin gelecekte NATO’dan bağımsız bir Avrupa Ordusu kurmaları ve Avrupa’nın kısa ve/veya orta vadede ABD önderliğindeki NATO’dan ayrılması ihtimali zayıf görülmektedir. Ayrıca, AB açısından yakın vadede ortak bir savunma politikası geliştirilmesinin zorluğunun yanı sıra, NATO’ya denk bir örgüt kurulmasının yüksek maliyeti, ABD açısından ise Irak operasyonu dolayısıyla kaybettiği prestiji kazanmak amacıyla eylemlerini meşrulaştırmak amacıyla AB’ye duyduğu ihtiyaç, AB ve ABD’yi birbirlerine bağımlı kılmaktadır.187 Avrupa Birliği’nin güçlü ülkeleri Fransa ve Almanya liderleri son zamanlarda Avrupa ordusu düşüncesini çeşitli platformlarda dile getirmişlerdir. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle 6 Şubat 2010 tarihinde yüksek düzeyde güvenlik ve savunma konularının görüşüldüğü Münih Güvenlik Konferansı’nda, Avrupa Birliği’nin küresel aktör olabilmesini destekleyebilecek Avrupa ordusunun kurulmasına Berlin’in sıcak baktığını, AB’nin kurumsal kurallarını belirleyen Lizbon Antlaşması’nın OGSP’nin sonu değil, ancak başlangıcı olduğunu belirtmiştir. Westerwelle ayrıca, ortak güvenlik ve savunmada gösterilecek ilerlemenin Avrupa bütünleşmesinin motoru niteliğinde olacağını belirterek kurulacak Avrupa ordusunun (NATO’ya gönderme yaparak) diğer güvenlik yapılanmalarının yerini 186 Emine Akçadağ, “Avrupa Kolordusu (Eurocorps)”, Bilgesam, 19 Ocak 2010, (Erişim) bilgesam.org/tr-index.php?..avrupa-kolordusu..ab.., 09 Temmuz 2010 187 Yavuz, a.g.m., s.6 116 almayacağını, Avrupa’nın hiç kimseye karşı hasmane tavrı olmayacağını, hiç kimsenin Avrupa’dan korkmasını gerektirecek bir neden olmadığını, ancak Avrupa’ya bağımlı olunması gerektiğini, mevcut Avrupa Birliği kuralları çerçevesinde yeterli askeri yetenek ve isteğe sahip olan AB ülkelerinin birlikte ortak savunmada ilerleme kaydedebileceklerini vurgulamıştır. 188 Son yıllarda Fransa, İngiltere ve Polonyalı diplomatlar arasında Avrupa ordusu fikri üzerinde tartışılmakla birlikte, AB üyeleri arasındaki Avrupa ordusu konusundaki politik isteksizlik, Fransa ve İngiltere dışındaki ülkelerin askeri kapasite yetersizliği, ortak savunma kasasına yatırım yapılmaması gibi konularda ortak hareket edilmediği açıktır. Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle, üye ülkelerin “parasal ortak havuz gerçekleştirmeleri, sorumlulukları paylaşmaları ve önceliklerini saptamaları” gerektiği üzerinde de durmuştur. 27 ülkeli Avrupa Birliği içinde askeri yetenekleri güçlü Fransa ve İngiltere’nin işbirliği önemlidir. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin NATO’nun 60. yılı kutlamalarında, Nisan 2009’da Strasbourg-Kehl Zirvesi’nde Fransa’yı yeniden NATO’nun askeri kanadına sokmasını Avrupa’nın NATO’dan bağımsız bir savunma stratejisine yönelmesi olarak değil, ancak NATO ile işbirliği içinde ve ortak çıkarlar sözkonusu olduğunda ABD ile eşgüdümde bulunabilecek bir Avrupa Birliği olarak düşünülmelidir. Türkiye, AB üyesi olmayan NATO müttefiki sıfatıyla, AGSP sürecinde AB’nin askeri ve sivil operasyonlarında başlangıçtan bu yana yer almaya çalışmış ve NATO ile AGSP arasındaki işbirliğinin tamamlayıcılığının bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesini savunmuştur. Türkiye, AB üyeliği sürecinde direniş ve engellemelerle karşılaşsa dahi NATO içinde ABD’den sonra en büyük kara ve beşinci en büyük deniz kuvvetine sahip AB adayı ülke sıfatıyla NATO ve AGSP içinde, desteğinden vazgeçilmesi zor ülke konumunu sürdürmektedir. Türkiye, komşularıyla sıfır sorun politikası çerçevesinde Ortadoğu, Karadeniz, Akdeniz, Kafkaslar ve 188 Honor Mahony, “Germany speaks out in favour of European army” Headline News, 08 Şubat 2010, (Erişim) http://euobserver.com/9/29426, 20 Ağustos 2010 117 Balkanları içine alan coğrafyada Avrupa Birliği ile örtüşen politikalar izlemektedir. Her iki taraf da bölgedeki barış ve istikrarın kendi güvenliklerini oluşturduğunun bilincindedir. 21. Yüzyılın getirdiği coğrafi olarak birbirinden uzak küresel ortaklıkların operasyonel alandaki işbirliği çerçevesinde Türkiye’nin, NATO ve AB arasında öneminin yadsınması mümkün görülmemektedir. yapıcı katkısının 118 3.7. Türkiye’nin AGSP’ye İlişkin Endişe ve Beklentileri Türkiye, kendisi açısından yaşamsal öneme sahip Kıbrıs ve Ermenistan’la olan anlaşmazlık konularındaki AB’nin sergilediği tutumdan duyduğu endişeleri şimdiye kadar çeşitli platformlarda açıkça dile getirmiştir. Türkiye’nin güvenlik alanında duyduğu zorlukların başında Kıbrıs sorunu yer almaktadır. Şöyle ki, Yunanistan AB’ye üye olduğu 1981 yılından bu yana, Türkiye ile olan ikili sorunlarını AB çatısı altına taşımıştır. Bu sorunların başında da, Kıbrıs gelmektedir. 1997’de AB genişleme süreci başladığında, 1990’da üyelik için başvurmuş olan Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti de adaylar arasında yer alarak, AB ile katılım müzakerelerine 1998’de başlamıştır.189 1999 Helsinki Zirvesi’ne kadar Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıs’ın üyeliği için bir ön koşul iken, bu koşul sözkonusu zirvede Yunanistan’ın Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin üyeliğini veto etme tehdidi sonucu kaldırılmıştır. müzakerelere katılma Böylece Güney Kıbrıs, BM nezdinde sürdürülen ve yapıcı yaklaşım eğilimini, 2002’de AB müzakerelerinin tamamlanıp AB üyeliği kesinleştikten sonra tamamen terk etmiştir. Bunun sonucunda da, Annan Planı, Kıbrıs’ın her iki bölgesinde referanduma götürüldüğü zaman Güney Kıbrıs çözümü reddetmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Annan Planı ezici bir çoğunlukla kabul edilmesine rağmen, 1 Mayıs 2004’te sadece Güney Kıbrıs AB’ye katılmıştır. Kıbrıs sorununun çözümlenmesinde AB’nin yürüttüğü yanlış politika, (Güney Kıbrıs’ın üyelik müzakereleri devam ederken BM planlarına uymasını beklemesi) doğal olarak Türkiye açısından endişe yaratmıştır. Türkiye’nin duyduğu endişelerinin haklılığını, Türkiye’nin AB ile olan üyelik müzakerelerinde her başlık açılıp kapanırken - AB Konseyi oybirliği ile karar verdiği için- Güney Kıbrıs’ın veto hakkı dolayısıyla karşılaştığı zorluklar kanıtlamaktadır. 2005’te kabul edilen Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi’nde, Türkiye’nin Kıbrıs ile ilişkilerini normalleştirmesi ve 189 Müftüler-Baç, a.g.m., s. 24 119 Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde kapsamlı bir çözüm bulunmasına destek verdiği belirtilmiştir. Buradaki ikilem Türkiye açısından hiç de hoş olmayan bir durum yaratmaktadır. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, BM ile olan müzakereleri desteklemiş ve Annan Planı’nı kabul etmiş iken, bu süreci reddeden taraf olan Güney Kıbrıs’ın ödüllendirilmiş olmasıdır. Türkiye, üyelik müzakerelerinde olduğu gibi, güvenliğini ilgilendiren konularda da, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği konumunun ortaya çıkardığı çözümsüzlüklere, AB’nin politikalar üretmesini beklemektedir. AB Konseyi toplantılarında, Güney Kıbrıs’ın vetosunun kontrol edilebilme koşulları AB tarafından yaratılabilmelidir. AB, Güney Kıbrıs’ın AB üyesi konumu dolayısıyla Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinde ve/veya güvenliğini ilgilendiren durumlarda, Kıbrıs konusunda Türkiye’den taviz talebini kısıtlayabilmelidir.190 Müzakere belgesinde belirtilen Türkiye’nin mevcut sınır anlaşmazlıklarını çözmesi paragrafı, Ermenistan ile kapalı olan sınırını ve Yunanistan ile süregelen Ege Denizi anlaşmazlıklarına üstü kapalı gönderme yapmaktadır. 12 Ekim 2006’da Fransız Ulusal Meclisi’nin aldığı karar, Ermeni sorununun da Türkiye’nin AB üyeliği üzerinden çözülmeye çalışılabileceğinin belirtisi olabilir. Ancak, burada da AB ve/veya AB üyesi devletler açısından ikilem ortaya çıkmaktadır. Güney Kıbrıs’ın, sınır anlaşmazlığını çözmeden Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilmesi AB’nin güvenilirliğine gölge düşüren bir durumdur.191 AB’nin, Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası sistem içinde ortaya çıkan çözümsüzlük olasılığı yüksek olaylarda dahi çözüm üretme yetenekleri dikkate alındığında, Türkiye’nin, Kıbrıs’la olan sorunda olası iyi niyetli çözüm yolu olarak bazı limanları sembolik biçimde Rum kesimi bandıralı gemilere açması durumunda, Avrupa Birliği’nden de Kuzey Kıbrıs’a uygulanan izolasyonları kaldırmasını ve KKTC’nin AB’ye tam üyeliğinin gerçekleşmesini bekleme hakkı doğacaktır.192 190 Müftüler-Baç, a.g.m., s. 25 Müftüler-Baç, a.g.m., s.25 192 Müftüler-Baç, a.g.m., s.26 191 120 Türkiye’nin Ermenistan’la olan ilişkilerinde AB’den beklentisi ise, tarihi gerçeklerin AB üyesi ülkelerin ulusal meclislerinde değil, ama tarihçilere bırakılarak gün ışığına çıkartılmasının uygun olacağını belirtmek herhalde yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin, sınır anlaşmazlıkları gibi doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren güvenlik konularında AGSP’den beklentisi, AB üyesi olan diğer ülkelerde mevcut benzer durumlarda çifte standartların uygulanmaması, Türkiye’nin haklılığının ve haklarının objektif ölçütler içinde değerlendirilmesidir. 121 SONUÇ Soğuk Savaş dönemi sonrası, tek kutuplu dünyanın sona ermesiyle günümüz küresel aktörleri arasındaki güç mücadelesi, artarak devam etmektedir. Soğuk Savaş döneminde birlikte hareket eden ABD ve NATO arasındaki ayrışma, giderek artan bir ivmeyle ortaya çıkmaktadır. Mevcut uluslararası ortamın belirleyici unsurları olan güç ve çıkar ilişkilerinin, geleceğin değişmesi kuvvetle muhtemel koşullarının farklı güvenlik oluşumlarını ortaya çıkarabileceği varsayımı, sadece bir öngörü değildir. Nitekim, Avrupa Birliği içinde oluşturulan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası bu gerçeği teyit eder niteliktedir.193 Çalışmamızın proje aşamasında olduğu gibi, giriş bölümünde de, Soğuk Savaş sonrası yeniden oluşan Avrupa güvenliğinin, realist kuram ve uluslararası kurumlar çerçevesinde inceleneceği belirtilmiştir. Bu bağlamda, AB bünyesinde oluşturulan ODGP yapısının realist kuram söylemleriyle uyumlu olduğu görülmektedir. Şöyle ki, içinde bulunduğumuz siyasi iklimin tüm işbirliği girişimlerine, uluslararası hukuka, sözleşmelere ve BM mekanizmalarına karşın büyük ölçüde güç unsuru ile biçimlendiği açıktır. Bunu teyit eden en son örnek, New York’ta İkiz Kulelere ve Pentagona yapılan terörist saldırıları müteakip ABD’nin Afganistan’a yaptığı müdahaledir. ABD, her ne kadar sözkonusu askeri harekat öncesi BM ve NATO çerçevesinde harekata meşruiyet kazandırmak amacıyla bazı girişimlerde bulunmuş olsa dahi, girişimleri gerçekleştirilen eylemin niteliğini değiştirmemiştir. 194 Uluslararası ilişkiler kuramlarından realist görüşe göre, uluslararası sistem anarşik bir yapıdadır, devletler ve hükümetler temel karar verici olup 193 Hüsamettin İnaç, Ümit Güner, “Avrupa ve Amerika Güvenlik Çatışmaları Bağlamında Türk Dış Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 6, No:1 (Güz:2006), 194 Ülger, a.g.e. , s.173-174 122 devletin güvenliği dış politikanın kalbinde yer alır, dış politikada en önemli amaç ise, güç dengesinin korunmasıdır. Bu söylemlerden anarşik yapı özelliği, AB’nin yapısında da görülmektedir. Kendi bünyesinde yasama, yürütme ve yargı mekanizmalarını barındıran AB’nin aldığı kararlar üye ülkeleri doğrudan bağlamakla birlikte, üye ülkelerin ulusal yasalarıyla çeliştiği takdirde, öncelikle ve ivedilikle uygulanmaktadır. Realist öğretinin ikinci söylemi, uluslararası sistemde temel aktör devlettir. Günümüzde, karar alma mekanizmalarında sivil toplum örgütleri, uluslararası kurumlar, uluslararası şirketler söz sahibi olsalar dahi, nihai kararlar yine devletler tarafından alınmaktadır. AB yapısında da, Avrupa Konseyi ve Bakanlar Konseyi üyeleri kendi devletlerinin çıkarlarını en üst düzeyde korumak eğilimdedirler doğal olarak. ODGP’nin hükümetlerarası yapısı ulusal çıkarlar sözkonusu olduğunda uzlaşı mekanizmasını da yansıtmaktadır, sözkonusu kurama uygun biçimde. çalışmaktadır. ODGP’nin bir açılımı olan AGSP de bu doğrultuda AB üyesi ülkeler, Petersberg görevleri (insani ve barışı koruma görevleri, kriz yönetimi ve barış gücü operasyonları) konusunda işbirliğini, kendi çıkarlarına uygun geldiği için kabul etmişlerdir. Realist kuramın üçüncü söylemine göre, güvenlik hükümetler açısından en önemli amaçtır. konusundaki kararların BAB Maastricht Antlaşması’nda savunma tarafından ifa edileceği belirtilmiştir. Amsterdam Antlaşması’nda ise, AB-BAB bütünleşmesinin, üye devletlerin Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan Avrupa Konseyi kararı ile gerçekleşebileceği belirtilmiştir. AB üyeleri arasında savunma alanındaki işbirliği sınırları çok kısıtlı tutulmuş, ancak 1999 yılında Acil Müdahale Gücü kurulması kararı alınmıştır. Yine realist öğretiye göre, dış politikada güç dengesinin sağlanması öncelikler arasındadır. AB içinde de, örneğin Almanya-Fransa düşmanlığının aşılması buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Kömür havzalarıyla başlayan işbirliği sınırları, Acil Müdahale Gücü oluşturulmasına kadar gidebilmiştir. AB, dış gelişmeler karşısında da güç dengesini 123 izlemeye özen göstermiştir. Örneğin, Soğuk Savaş dönemindeki NATOVarşova Paktı dengesi gibi.195 Türkiye ise, AB’nin bir yönüyle “sert güç” özelliğinde olduğunu kanıtlayan ODGP’nin bir açılımı olan AGSP içinde “sert güç” özellikleriyle yer almak istemiştir. Ancak, AB’nin güvenlik modeli olarak şekillenmesinde başından beri BAB’daki kazanımları dolayısıyla yer almış olan Türkiye’nin AGSP’den dışlanması durumunda, AB’nin, NATO’dan bağımsız olarak müdahalede bulunmak istediği alanlarda, zafiyetle karşılaşması kuvvetle muhtemeldir. AB’nin askeri güç alanında görünürlüğü, Türkiye’nin jeostratejik konumu ve askeri gücüne bağlıdır. AB’nin Türkiye’nin komşu olduğu coğrafyada yapacağı askeri operasyonların başarısının Türkiye’nin desteği ve lojistik yardımına bağlı olması, Türkiye’nin önemini belirtmektedir. Bu konudaki en son örnek 2006 yazında Lübnan’daki AB vatandaşı olan sivillerin tahliyesinde yaşanmış ve AB vatandaşları Türkiye’nin lojistik desteği ile savaş bölgesinden ayrılabilmişlerdir. Ayrıca, Türkiye’nin askeri olanaklarının genişliği ve ordusunun tecrübesi AB’ye olabilecek askeri katkılarının temelini oluşturmaktadır. Türkiye NATO’da ABD’den sonra ikinci en büyük kara kuvvetine ve beşinci en büyük deniz kuvvetine sahiptir. 196 Türkiye, sadece “sert güç” özellikleri ile değil, “yumuşak güç” özellikleri ile de, AB’nin sivil nitelikli harekatlarına katkıda bulunmaktadır. Örneğin, Concordia, Proxima, Bosna Hersek-AB Polis Misyonu, Kinshasa Polis Misyonu, Filistin Polisine Destek gibi sivil nitelikli harekatlarda yer almaya özen göstermiştir. AB’nin sivil nitelikli harekatlarına, AB’nin aynı zamanda “yumuşak güç” özelliğini de vurgulamak için değinilmiştir. Bütün bunların yanısıra, Türkiye’nin sadece coğrafi konumu dahi, Avrupa güvenliğindeki önemini gözler önüne sermektedir. Üç kıtanın birleşme noktası üzerinde, Balkanlar-Orta Doğu arasında yer alan Türkiye, Boğazlar aracılığıyla Karadeniz’i Akdeniz’e bağlamakta, NATO’nun güney kanadındaki konumuyla Balkanlar üzerinden Avrupa, 195 196 Ülger, a.g.e., s.175-180 Müftüler-Baç, a.g.m., s.17-18 Karadeniz ve 124 Kafkasya üzerinden Rusya, İran ve Orta Doğu üzerinden Asya ile Hint Okyanusu ve Akdeniz üzerinden Afrika ile bağı vardır. 197 Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik konumu, uluslararası arenada politik açıdan kendisine büyük fırsatlar yaratmakla birlikte, beraberinde güçlükleri de getirmesi kaçınılmaz bir olgudur. Türkiye, uzak ve yakın tarihinde bu güçlüklerin üstesinden, sahip olduğu güçlü ordusu, bölgesinde istikrar sağlayıcı aktör konumu ve yüzyılların süzgecinden damıtılmış diplomatik deneyimi sayesinde gelebilmiştir. Türkiye’nin NATO’nun kriz bölgesi olarak adlandırdığı 16 bölgesel sorunun 13’ü Türkiye’nin Türkiye’yi güvenlik değerlendirilmelidir. doğrudan yaklaşımı ilgilendirdiği AB dikkate bünyesindeki alındığında AGSP içinde Avrupa güvenliğinin Türkiye’nin güvenliğinden ayrı, Türkiye’nin güvenliğinin de Avrupa güvenliğinden soyutlanmış olması mümkün görülmemektedir. 198 Avrupa ve Türkiye’nin güvenliği açısından, AGSP içinde Türkiye’nin konumunun tam ve açık olarak belirlenmesi ve BAB’daki kazanımlarından geriye gitmemesinin sağlanması önemlidir. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni ortamda da, Avrupa güvenliğinde coğrafi-stratejik konumunun yanısıra sahip olduğu askeri alt yapısı ve NATO üyeliği konumuyla önemini korumaktadır. Avrupa Birliği, Türkiye’nin AGSP içinde yer almasında isteksiz davranmasının nedenini, Türkiye’nin henüz AB üyesi olmamasına bağlamakta ve AGSP’ye katılımı için AB üyeliğini ön koşul olarak ileri sürmektedir. Oysa ki, her iki taraf birbirlerinin “güvenlik sağlayıcı” kimliklerini ön plana çıkardıkları takdirde, Türkiye’nin AB’ye katılımı ve dolayısıyla Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğinin sağlam ve doğru temeller üzerine kurulmasının gerçekleşmesi mümkün olabilecektir. 197 Gamze Güngörmüş Kona, “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”, Uluslar arası Güvenlik Sorunları, Jeopolitik-Strateji-Terör Dizisi, Der: Kamer Kasım, Zerrin A.Bakan, ASAM Yayınları, Ankara, 2004, s.73 198 Hasret Çomak, “Avrupa Güvenlik Yapılanmasının Yeni Parametreleri ve Türkiye’nin Durumu”, s.12-13 (Erişim) http://www.bilgesam.com/tr/index.php?view=article&catid 125 KAYNAKÇA KİTAPLAR: AĞIR, Bülent Sarper; “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış”, Der: Kamer Kasım, Zerrin A. Bakan, Uluslararası Güvenlik Sorunları, Ankara, ASAM, 2004 ARI, Tayyar; Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa Yayınları, 2002 ATEŞOĞLU, Güney Nurşin; Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri AB-NATOABD, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2006 BOZDAĞLIOĞLU, Yücel; “Neorealizm”, Der: Haydar Çakmak, Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007 BOZDAĞLIOĞLU, Yücel; “Realizm”, Der: Haydar ÇAKMAK, Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007 BUZAN, Barry; “People, States and Fear: an agenda for international security studies in the post-Cold War era, Great Britain, Harvester Wheatsheaf, 2. Baskı, 1990 CAŞIN, Mesut Hakkı; ÖZGÖKER, Uğur; ÇOLAK Halil: Küreselleşmenin Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasına Etkisi AVRUPA BİRLİĞİ, İstanbul, Nokta Kitap, 1. Baskı, 2007 ÇAKMAK, Haydar; Avrupa Güvenliği, Ankara, Platin Yayınları, 2007 ÇELEBİ, Özlem; “Güvenlik”, Der: Haydar ÇAKMAK, Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007 126 EROL, Mehmet Seyfettin; “İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş”, Derleyen: Haydar ÇAKMAK, Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007 FONTAINE, André; History of the Cold War: From the October Revolution to the Korean War, 1917-1950, Çev: D.D.Paige, NY. Pantheon Books,1968 GÜNUĞUR, Haluk; Avrupa Birliği, Eko Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi, Ankara, 2007 GÜRKAYNAK, Muharrem; Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Ankara, Asil Yayın Dağıtım Ltd. Şti. 2004 HAIN, Jean-Yves; “Tarihsel bir Perspektif”, Çev: Nilhay Usta, Editör: Nicole Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası-İlk Beş Yıl”, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005 KONA, Gamze Güngörmüş, “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”, Uluslararası Güvenlik Sorunları, Jeopolitik-StratejiTerör Dizisi, Der: Kamer Kasım, Zerrin A. Bakan, ASAM Yayınları, Ankara, 2004 ÖZDAL, Barış; GENÇ Mehmet; Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri, Bursa, Alfa Akademi Basın Yayın Dağıtım Ltd. Şti., 2005 ÖZLER, Zeynep: MİNDEK, Can; “AB’de Anayasa Süreci ve Lizbon Antlaşması”, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, İstanbul, 2008 SANDER, Oral; Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitapevi Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti., 6.baskı, 1994 SCHMITT, Burkard; “Avrupa’nın İmkanları: Kaç Tümen Sağlanabilir?” Editör: Nicole Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası-İlk Beş Yıl”, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005 127 TUNA, Gülgün; Yeni Güvenlik-Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler, Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti. 2.Baskı, 2003 ÜLGER, İrfan Kaya; Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme-Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Oluşumu, Ankara, Gündoğan Yayınları, 2000 128 MAKALELER: AĞCA, Fehmi; “Avrupa-Akdeniz Ortaklığının Avrupa Birliğinin Güvenlik ve Savunma Politikasına Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 2, Sayı 4, 2006, s.157-172 AKGÜL, Öner; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde NATO-AB İlişkilerinde Rekabet İşbirliği Analizi ve Türkiye Faktörü, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı 7, 2008, s. 91-124 ÇAYHAN, B.Esra; “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”, Akdeniz İ.İ.B.F.Dergisi, (3), 2002, s. 43-55 DEMİR, Demir; “Avrupa Güvenlik Mimarisinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin Bu Güvenlik Mimarisindeki Yeri”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 5, Sayı 9, 2009, s. 30-45 DEMİRAY, Muhittin; İŞÇAN İsmail Hakkı; “Uluslararası Sistemde Güvenlik Kavramının Değişimi Ekonomik ve Jeopolitik Arka Planı”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 21, Ağustos 2008 s.141-170 EFE, Haydar; “AB’nin Gelişen “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9/3, 2007, s. 127-145 EFE, Haydar; “Avrupa Birliği’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7-1. 2008 s.66-78 EFE, Haydar: “AB’nin ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ Oluşturma Çabaları”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Yıl 3, Sayı 2,3 s.1-31 129 İNAÇ, Hüsamettin; GÜNER, Ümit; “Avrupa ve Amerika Güvenlik Çatışmaları Bağlamında Türk Dış Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 2006, s. KÜÇÜKŞAHİN, Ahmet; UYAR E.Önder; TAHMİNCİLER Erçin, DİNÇER Duygu; “Türkiye’nin Güvenlik Strateji Belgesi Nasıl Hazırlanmalıdır?, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 4, Sayı 7, 2008, s.7-38 MÜFTÜLER-BAÇ, Meltem; “Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan bir Bakış, Tesev Yayınları Dış Politika Analiz Serisi, 4, 2006, s.1-28 ÖZDAL, Barış; “Lizbon Reform Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na İlişkin Düzenlemelerin Analizi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, 2008, 125-161 SÖYLEMİŞ, Tarık; “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Üç Kritik Sınavı: Makedonya, Kongo ve Bosna Hersek Misyonları”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, Sayı: 12, s. 41-53 TEZCAN, Ercüment; “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı Avrupa İlişkileri,Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 541, s.143-158 AĞIR, Bülent Sarper; “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış”, Derleyenler: Kamer Kasım; Zerrin A. Bakan, Uluslar arası Güvenlik Sorunları, Jeopolitik Strateji-Terör Dizisi 19, ASAMAvrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 2004 130 ELEKTRONİK KAYNAKLAR: AKÇADAĞ, Emine; “Avrupa Kolordusu (Eurocorps)”, Bilgesam, 19 Ocak 2010, (Erişim) bilgesam.org/tr-index.php?..avrupa-kolordusu..ab.., 09 Temmuz 2010 AVRUPA TEK SENEDİ, İKV, 43, İstanbul, Eylül http://www.bumko.gov.tr./DENETİM/Genel 05 Mart 2010 1987 (Erişim) BİLÇEN, Sumru; “AB’de önemli bir adım: Lizbon Antlaşması”, TBBM Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğü, (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/docs/lizbonsumru24032010.pdf, 24 Nisan 2010, s.1. BRAND, Pierre-Antoine, GREVI Giovanni; “The EU mission in Aceh: implementing peace”, Institute for Security Studies, Occasional Paper, No:61,December2005, (Erişim) http://ftp.infoeuropa.eurocid.pt/database/000035001-0036000/000035472.pdf 08 Ağustos 2010, Conclusions of the Presidency, Santa Maria da Feira European Council, Article (C-Common European Security and Defence Policy). (Erişim) www.europol.europa.eu/summits/ei1_en.html. 23 Mart 2010 ÇOMAK, Hasret, “Avrupa Güvenlik Yapılanmasının Yeni Parametreleri ve Türkiye’nin Durumu”,s.12-13 (Erişim) http://www.bilgesam.com/tr/index.php?view=article&catid DEMİRDÖĞEN, Ülkü; “Nice Zirvesi Sonrasında Avrupa Güvenlik Savunma Politikası ve Türkiye”, Journal of İstanbul Kültür Universty, 2002/2, s.75 Erişim:http://www.iku.edu.tr/TR/iku_guncel/…/Sos.Bil.San.C1S2_69.pdf. 24 Şubat 2010 EDA, Defence DATA 2008, European Defence Agency Building Capabilities for a Secure Europe, 29 Ocak 2010 (Erişim) http://www.eda.europa.eu/defencedefacts, 14 Ağustos 2010. Eurocorps, “Uiportal.net AB Kavramlar Sözlüğü, http://uiportal.net/ABsozluk/e.html. 24 Ağustos 2010 (Erişim) 131 GARDNER, Anthony Luzzattor, EISENSTAT Stuart, “New Treaty, New Influence? Foreign Affairs, NewYork, March/April 2010 Cilt 89, Sayı: 2 http://www.foreignaffairs.com/articles/65996/anthony-luzzatto(Erişim) gardner- and-stuart-e-eizenstat/new-treaty-new-influence, 14 Ağustos 2010, s. 6. GÖZEN, Ramazan; “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP, 2003 (Erişim) http://www.sam.org.tr/perceptions/sampapers, 15 Ağustos 2009 Helsinki European Council: Presidency Conclusions Chapter II. Common European Policy on Security and Defence Article 28. http..//presidency.finland.fi/frame.asp, (Erişim) www.policy.hu/pidluska/summit.html, 23 Mart 2010 HAFTENRDORM. Helga; “Almanya’nın NATO’ya katılım: Elli Yıl” , NATO Dergisi, Yaz 2005, Sayı:2, (Erişim) www.nato.int/docu/review/2005/issue2/../history.html, 25.08.2010. HOWORTH, Jolyon; “NATO and ESDP: Institutional Complexities and Political Realities, Politique Etrangère 4:2009 English Edition, (Erişim) www.ifri.org/downloads/pe42009hovorth.pdf. 05 Temmuz 2010 s.96-97. KOCABAŞ, Akif; “NATO ve Yeni Güvenlik Algılamaları”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 21.05.2010 (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1057/natove--yeni-güvenlik-algilamalari/aspx, 18 Ağustos 2010. KOCAMAZ, Sinem; “Lizbon Antlaşması Çerçevesinde Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasının Geleceği”, Ege Akademik Bakış/Ege Academic Review, 10 (3) 2010, s.951-980, MAHONY, Honor; “Germany speaks out in favour of European army” Headline News, 08 Şubat 2010, (Erişim) http://euobserver.com/9/29426, 20 Ağustos 2010 POP Adrian, “Nato ve Avrupa Birliği: İşbirliği ve Güvenlik”, NATO Dergisi, Yaz 2007, (Erişim) www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/art6.html, 18 Ağustos 2010 RASMUSSEN, Anders Fogh; “NATO ve AB arasında gerçek ve kuvvetli Ortaklık İlişkileri Kurulmalı”, Euronews, 25 Mayıs 2010, (Erişim) http://tr.euronews.net/2010/05/25, 18 Ağustos 2010 132 SCHULZE E, Kirsten; “Mission Not So Impossible The Aceh Monitoring Mission and Lesson Learned for the EU”, International Policy Analysis, July 2007, (Erişim) http://library.fes.de/pdf-files/id/04786.pdf. 08 Ağustos 2010, s.1-5. SCHMITDT, Julia; “Common Foreign and Security Policy and European Security and Defence Policy After the Lisbon Treaty: Old Problems Solved?”, Croation Yearbook of European Law & Policy (1845-5662) , 12.01.2009, Vol.5, (Erişim) eubusinesslaw.wordpress.com. 29 Temmuz 2010, s. 239259. SINGLE EUROPEAN ACT, Official Journal of the European Communities, NoL169/1,29.6.1987,(Erişim)http://docs.google.com.www.jarozs.edu.pl/LSC Materialy/Single european Act, pdf, 04 Mart 2010 SOLANA, Javier; “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”, (Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s.2-5. Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP-3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 29. Petersberg Declaration-Bonn, 19 June1992, European Security and Defence http://www.assemblyAssembly Documents (Erişim) weu.org./eh/documents/sessions_ordinaires/key/declaration_pete 08 Mart 2010 Presidency Conclusions Cologne European Council 3-4 June 1999.Annex III (Erişim) www.consilium.europ.eu/ue.Docs/cms_Data/.../kolnen.htm 23.3.2010 SESLİ, Mutlu; “21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Tehditleri ve AGSP’nin geleceği”, E-Akademi Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık Internet Dergisi, Ekim 2007, Sayı:68, s.7 (Erişim) http://www.e-akademi.org/makaleler/msesli-1.htm YAVUZ, Celalettin; “Avrupa Birliği’nin Güvenliği ve Türkiye”, s4 TÜRKSAMUluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, (Erişim) http://www.avsam.org./tr/a1880.html 24.02.2010 TERLIKOWSKI, Marcin; “European Army - an ultimate tool for ESDP?” Eurosian Intelligence & Strategics Critic. Ağustos 2008, (Erişim) www.eurasiacritc/articles/european-army-ultimate-tool-esdp, 13 Ağustos 2010. 133 Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, “Md. 3a2 ve 10Ca1” Official Journal C306 of the EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/is-bin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-BookshopSite/en GB/-/EUR/ViewPublication-Start?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.9 ve 23 TURAN, P. Aslıhan; “AB’nin Güvenlik Yaklaşımları ve Sorunları”, BİLGESAM-Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 06.07.2010, (Erişim) www.bilgesam.org/tr-index.php?..id..abnin..ab, 09 Temmuz 2010 Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi Dış Politikayı Değiştirecek: 12 mil Artık Savaş Nedeni Değil?, “Turktime”, 23 Ağustos 2010, (Erişim) http.//turktime.com/haber/Yeni-Milli-Güvenlik-Siyaset Belgesi-Dış-PolitikayıDeğiştirecek-12-mil-Artık-Savaş-Nedeni-Değil/105310, 25 Ağustos 2010. ZHUSSIDAPBEK, Gallym; “Supranasyonal bir Tasarruf Şekli Olarak 2007 Lizbon Antlaşması, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Tanımı ve Özellikleri, Güvenlik Aktörü Olarak AB’nin nitelikleri”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt 8, No:1, 2009, s.139-164 (Erişim) www.bilgesam.org/tr/images/documents, 11 Ağustos 2010, s.140-145. 134 ÖZET ALPTEKİN Ayfer, Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenliğinin Yeniden Oluşumu ve Türkiye’nin Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010 1957 yılında altı Batı Avrupa ülkesi (Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg) “ortak bir pazar” tesisi amacıyla Avrupa Ekonomik Topluluğunu (AET) kurmuşlardır. Ekonomik bütünleşmesini çok iyi geliştirmesi dolayısıyla “ekonomik dev” sıfatını kazanmayı hak eden Avrupa Birliği (AB), siyasi ve askeri alanda aynı başarılı gelişmeyi gösteremediği için “politik cüce” pozisyonuna gerilemiştir. Avrupa Birliği, Soğuk Savaş sonrası koşulların yarattığı yeni güvenlik parametrelerine göre şekillenen yeni ortamda, ortak dış ve güvenlik politikasını düzenleme çalışmalarına girişmiştir. 1990’lı yılların ilk yarısı, NATO bünyesinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde geçmiştir. Ancak, NATO’nun Atlantik ötesi üyeleri olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Kanada’nın Avrupa savunmasıyla doğrudan ilişkisinin olması, AB üyelerini tedirgin etmiştir. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na ilişkin yeni yaklaşım ve görüşmeler 3-4 Aralık 1998 tarihinde İngiltere ve Fransa’nın katılımıyla St.Malo Zirvesi’nde başlatılmış ve bu konuda ortak bildiri yayınlanmıştır. NATO üyesi ve AB’ye aday ülke Türkiye, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içinde yer alarak AGSP’nin karar alma mekanizmalarına katılma isteğini belirtmiştir. Ancak, Avrupa Birliği, Türkiye’nin AGSP içinde yer almasında gösterdiği isteksizliğinin nedenini, Türkiye’nin henüz AB üyesi olmamasına bağlayarak, AGSP’ye katılım için AB üyeliğini ön koşul olarak ileri sürmektedir. Oysa ki, her iki taraf birbirlerini “güvenliklerine tehdit” olarak algılamak yerine, “güvenlik sağlayıcı” kimliklerini ön plana çıkardıkları takdirde 135 Türkiye’nin AB’ye katılımı ve Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğinin sağlam ve doğru temeller üzerine kurulmasının gerçekleşmesi mümkün olabilecektir. Anahtar Sözcükler: 1. Avrupa Güvenliği ve Savunma Kimliği (AGSK) 2. Avrupa Güvenliği ve Savunma Politikası (AGSP) 3. Avrupa Birliği (AB) 4. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 5. “Güvenlik Sağlayıcısı” ve “Güvenlik Tehditçisi” 136 ABSTRACT Ayfer Alptekin, Reshaping of the European security after the post-Cold War era and the role of Turkey, Master Thesis, Ankara, 2010 The European Economic Community (EEC) which was established by six Western European countries (Germany, France, Italy, Holland, Belgium and Luxembourg) in 1957, aiming to create a common market has successfully realised the European economic integration and deserved to be called an “economic giant”. On the other hand the European Union not being able to develop the same success in the political realm had an opposite title as a “political dwarf” in the political and security area. The European Union (EU) has undertaken the task of forming a common foreign and security policy due to the new security and defence parameters of the post-Cold War conditions in order to go beyond the economic integration. The first half of 1990s witnessed attempts to develop a European Security and Defence Identity (ESDI) within NATO. The European Union members were sensitive regarding the key role of NATO in European security and the direct involment of the United States (US) and Canada in the security of Europe. Therefore the ongoing processes continued and the joint declaration on European defence issued at the British-French summit in St.Malo on December 3-4, 1998 marked a new approach regarding the European security and defence policy (ESDP). Turkey, being a NATO member and an EU candidate country, has stated her willingness to take part in the ESDP and participating the decision making procedures related to it. The EU’s unwillingness to treat Turkey’s quest for membership positively started to change in 1990s as the EU began to define its security identity on the basis of deepening and widening processes. This attitude could be changed if the EU members would be co-exist with Turkey in such a way that both sides perceived each other as “security 137 providers” rather than “security threats”. And this approach would open the path for a better and well established security in Europe with the accession of Turkey in the EU. Key Words: 1. Euorepean Security and Defence Identity (ESDI) 2. European Security and Defence Policy (ESDP) 3. European Union (EU) 4. The European Economic Community (EEC) 5. “Security Providers” & “Security Threats”