tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslarası ilişkiler

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİĞİNİN YENİDEN
OLUŞUMU VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ayfer ALPTEKİN
Tez Danışmanı
Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK
Ankara-2010
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI
SOĞUK SAVAŞ SONRASI AVRUPA GÜVENLİĞİNİN YENİDEN
OLUŞUMU VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ayfer ALPTEKİN
Tez Danışmanı
Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK
Ankara-2010
ÖNSÖZ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın ekonomik, siyasi ve askeri
açıdan bütünleşme çabaları, ekonomik açıdan beklenenden çok daha fazla
başarıya
ulaşmış
olmasına
rağmen,
siyasi
ve
askeri
alanlardaki
bütünleşmesi, ancak Soğuk Savaş sonrasında ivme kazanabilmiştir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, ABD’nin, dünya düzenini
tek başına belirleyen güç konumuna gelmesi, Avrupa Birliği’nin de
çok
kutuplu bir dünya düzeni oluşturma yanlısı politikalar üretmesine neden
olmuştur. Avrupa Birliği bu amaç doğrultusunda önce siyasi birliğin
sağlanmasına çalışmış, ikinci adım olarak siyasi iradesini askeri alanda
destekleyebilecek bir güce sahip olması gerekliliğinden hareketle, Avrupa
Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) adı altında AB’nin siyasi kararlarını
destekleyebilecek bir askeri gücün oluşturulması çabalarına hız vermiştir.
Kuruluşundan bu yana Batı’ya yönelik bir politika izlemiş olan Türkiye
Cumhuriyeti, güvenlik alanında da aynı yönelimi göstermiş ve Soğuk Savaş
süresince belli başlı güvenlik kuruluşlarının üyesi olarak karar alıcı
mekanizmalarında yer almıştır. Türkiye Soğuk Savaş sonrasında da, batıya
doğru olan çizgisinden ayrılmamak ilkesi çerçevesinde, NATO’nun yanısıra
AB bünyesindeki AGSP’ye katılarak, 21. yüzyıl güvenlik sistemi içinde yer
almak istemektedir.
Maastricht Antlaşması ile oluşturulan Ortak Dış ve
Güvenlik Politikasının (ODGP) uzantısı olan AGSP, Avrupa’nın siyasi ve
güvenlik
alanındaki
politikaları
açısından
önemli
bir
oluşumdur.
Çalışmamızda, Avrupa güvenliğinin gelişimi, tarihsel ve kronolojik süreç
içinde ele alınarak, Türkiye’nin güvenliğinde önemli bir rolü olacak olan
AGSP’nin oluşum süreci ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Bu çalışmanın hazırlanma aşamasında yapıcı katkılarını esirgemeyen
değerli Hocam ve Tez Danışmanım Sayın Prof. Dr. Haydar Çakmak’a
teşekkürlerimi sunarım.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................ i
İÇİNDEKİLER .................................................................................................. ii
SİMGELER VE KISALTMALAR ...................................................................... v
GİRİŞ ................................................................................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1. KAVRAMSAL VE TARİHSEL OLARAK GÜVENLİK ................................ 3
1.1.1. Güvenlik Kavramının Analizi ........................................................ 3
1.1.1.1. Realist Kuram ................................................................... 3
1.1.1.2. İdealist Kuram .................................................................. 4
1.1.1.3. Neorealist Kuram ............................................................. 5
1.1.2. Güvenlik İkilemi ............................................................................. 9
1.1.3. Güvenlik Kompleksi ...................................................................... 11
1.2. AVRUPA GÜVENLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ .................................... 13
1.2.1.Avrupa Güvenliğinde Ortaçağ’dan 1. Dünya
Savaşı Ertesine Kadar Olan Dönem ............................................. 13
1.2.2. Avrupa Güvenliğinde Birinci Dünya Savaşı
Sonrası Dönem .............................................................................. 16
1.2.3. Avrupa Güvenliğinde İkinci Dünya Savaşı
Sonrası Dönem .............................................................................. 16
1.3. SOĞUK SAVAŞ ........................................................................................ 18
1.3.1. Soğuk Savaş’ın Tanımı ................................................................. 18
1.3.2. Soğuk Savaş’ın Nedenleri ............................................................. 19
1.3.3. Doğu ve Batı Bloklarının Ortaya Çıkışı ......................................... 19
1.3.4. ABD’nin Sovyetler Birliğini Çevreleme Politikası........................ 20
1.3.5. Yumuşama Dönemi (Detant) ........................................................ 20
1.3.6. 1980’li yıllar-Düzenli Durum ......................................................... 21
iii
İKİNCİ BÖLÜM
2.1. AVRUPA BİRLİĞİ’NDE ORTAK DIŞ ve GÜVENLİK
POLİTİKASININ GELİŞİMİ ...................................................................... 22
2.1.1. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının
Gelişimi ve Batı Avrupa Birliği’nin Kuruluşu ............................. 22
2.1.2. Avrupa Ordusu Düşüncesi –“Pleven” Planı:Avrupa Savunma
Topluluğu ve Avrupa Politik (Siyasi) Topluluğu Girişimi ........... 26
2.1.3. Avrupa’da Siyasal İşbirliği: Davignon (Lüksemburg) Raporu.... 30
2.1.4. Avrupa Tek Senedi ........................................................................ 32
2.1.5. Maastricht Antlaşması .................................................................. 34
2.1.6. Petersberg Bildirisi ....................................................................... 38
2.1.7. Amsterdam Antlaşması ................................................................ 41
2.2. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA KİMLİĞİ ........................................ 44
2.3. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI .................................. 50
2.3.1. St. Malo Zirvesi............................................................................... 50
2.3.2. Köln Zirvesi ................................................................................... 52
2.3.3. Helsinki Zirvesi .............................................................................. 53
2.3.4. Feira Zirvesi ................................................................................... 54
2.3.5. Nice Zirvesi .................................................................................... 56
2.3.6. Laeken Zirvesi ............................................................................... 61
2.3.7. Sevilla Zirvesi ................................................................................ 62
2.3.8. Brüksel Zirvesi .............................................................................. 63
2.3.9. Kopenhag Zirvesi .......................................................................... 63
2.3.10. AGSP’nin Faaliyete Geçişi ......................................................... 64
2.3.11. Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması ..... 81
iv
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3.1. Türkiye’nin Güvenlik Algısı ve Stratejisi ............................................... 95
3.2. AGSP Bağlamında Türkiye-AB İlişkileri ............................................... 101
3.3. Türkiye’nin AGSP’ye Girme İsteği ve NATO Üyeliği Kozu ................... 104
3.4. AB’nin Türkiye’nin AGSP’ye Girmesi Karşısındaki Tutumu................. 105
3.5. Lizbon Antlaşması Sonrası Türkiye’nin Konumu ................................. 107
3.6. Avrupa Ordusu ve Türkiye’nin Rolü ...................................................... 112
3.7. Türkiye’nin AGSP’ye İlişkin Endişe ve Beklentileri .............................. 118
SONUÇ ............................................................................................................ 121
KAYNAKÇA .................................................................................................... 125
TÜRKÇE ÖZET SAYFASI ................................................................................ 134
İNGİLİZCE ÖZET SAYFASI ............................................................................. 136
v
KISALTMALAR
AAET
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
ABKA
Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması
ACS
Karayip Ülkeleri Birliği
(Association of Caribbean States)
AET
Avrupa Ekonomik Topluluğu
AGİT
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
AGSK
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği
AGSP
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
AKÇT
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
AMM
AB Aceh Gözlem Misyonu (Aceh Monitoring Mission)
AP
Avrupa Parlamentosu
APT
Avrupa Politik Topluluğu
AST
Avrupa Savunma Topluluğu
ATS
Avrupa Tek Senedi
BAB
Batı Avrupa Birliği
BIO
Barış İçin Ortaklık Antlaşması
BM
Birleşmiş Milletler
BMGG
Birleşik Müşterek Görev Gücü
CICA
Asya’da Güven Arttırıcı Önlemler ve Etkileşim
Konferansı
(Conference on Interaction and Confidence-Building
Measures in Asia)
EFC
Avrupa Ormancılık Komisyonu
EU COPPS
European Coordinating Office for Palestinian Police
Support
EUFOR
Avrupa Birlikleri (European Forces)
EUJUST LEX
AB’nin Irak Hukukun Üstünlüğü Misyonu
vi
(EU Rule of Law Mission for Iraq)
EUJUST THEMIS Gürcistan’da Hukukun Üstünlüğü Misyonu
(EU Rule of Law Mission in Georgia)
EUMM
Batı Balkanlar AB Denetim Misyonu
(EU Monitoring Mission in the Western Balkans)
EUPM
Avrupa Birliği Polis Misyonu
(European Union Police Mission)
EUPAT
AB Polis Danışma Ekibi (EU Police Advisory Team)
EUPOL COPPS
Filistin Polisine Destek için Avrupa Birliği Polisi
Eşgüdüm Bürosu
(European Union Co-ordinating Office for Palestinian
Police Support)
EUPOL Kinshasa Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde AB Polis
Misyonu
EUROCORPS
Avrupa Birliği Kolordusu
EUSEC DR Congo Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki Misyon
(Mission in the Democratic Republic of Congo)
EURATOM
European Atomic Energy Community
EUROGENDFOR Avrupa Jandarma Gücü
FAO
Gıda ve Tarım Organizasyonu
FAWEU
Batı Avrupa Birliği’ne Karşı Sorumlu Kuvvetler
(Forces Answerable to the Western European Union)
FIR
Flight Information Region
GAM
Gam-Free Aceh Movement
(Ganekan Aceh Mendeka)
GKRY
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
HAK
Hükümetlerarası Konferans
ILO
Uluslararası Çalışma Örgütü
IPU
Entegre Polis Birimi
(Integrated Police Unit)
KKTC
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
vii
MOU
Memorandum of Understanding
NATO
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
OAS
Amerika Ülkeleri Organizasyonu
(Organisation of the American States
ODGP
Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
OGSP
Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası
OECD
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu
(Organisation for Economic Cooperation and
Development)
OEEC
Avrupa Ekonomik İşbirliği Organizasyonu
(Organisation for European Economic Co-operation)
s
Sayfa
SEECP
Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi
(Southeast European Cooperative Initiative)
SSCB
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
GİRİŞ
Tarihsel süreç içinde bakıldığında, uluslararası güvenlik sorunu kendi
ulusal gücünü korumak ve/veya arttırmak yarışındaki güçlerin savaşımından
kaynaklanmıştır.
Benzer biçimde 20. yüzyıl başlarından bu yana ortaya
çıkan savaşların da temel nedeninin güç mücadelesi olduğunu görmekteyiz.
Temelini paylaşım sorunu kaynaklı güç mücadelesini oluşturan Birinci ve
İkinci Dünya Savaşları ardından gelen Soğuk Savaş dönemindeki güç
mücadelesinin bu kez “savaş”la değil, fakat propaganda, silahlanma yarışı
gibi araçlarla sürdürüldüğü görülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası ilişkiler literatüründe etkili
olan “Realist Kuram”a göre, devlet uluslararası ilişkilerin temel aktörüdür.
Dolayısıyla uluslararası ilişkiler ve uluslararası politikayı da
arasındaki mücadele belirler.1
devletler
Tarihsel süreçte güvenliğin bozulmasının
temel nedeninin paylaşım sorunu kaynaklı olmasından yola çıkılarak, güçbağdaşma-güç dengesi gibi kavramsal araçlarla uluslararası güvenliği
irdeleyen realist yaklaşıma tezimizde öncelik verilecektir.
Güvenlik
politikalarını
algısı
ve
belirlemekte
stratejileri
kaynak
uluslararası
aldığı
önemli
sistemde
kriterlerin
ulusların
toplamıdır.
Dolayısıyla, küresel rekabet ve bulunduğu coğrafya açısından Türkiye’nin
hem tarihsel, hem de politik süreçte birlikte ve karşılıklı etkileşim içinde
olduğu Avrupa kıtasının güvenlik kavramından soyutlanamayacağı açıktır.
Soğuk
Savaş sonrası geleneksel güvenlik kavramında ortaya çıkan yeni
değişimler Avrupa güvenlik stratejisinin de yeniden gözden geçirilmesi
gereğini ortaya çıkarmıştır.
Uluslararası
ilişkilerin değişen dinamikleri
çerçevesinde ortaya çıkan ekonomik ve siyasi gelişmelere paralel olarak
güvenlik politikalarının da yeniden planlanması kaçınılmaz olmuştur.
Çalışmamızın konusu “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenliğinin
Yeniden Oluşumu ve Türkiye’nin Rolü” olduğuna göre, birinci bölümde
“Soğuk Savaş”ın tanımı, kaynakları, kökenleri ve süresine kısaca değinmenin
1
Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa Yayınları, 2002, s.122.
2
yararlı olacağı düşünülmektedir. Birinci bölümde ayrıca, Güvenlik Kavramının
Tarihsel Gelişimi, Güvenlik Kavramının Analizi, Avrupa Güvenliğinin Tarihsel
Gelişimi: Soğuk Savaş Dönemi ve Sonrası,
İkinci bölümünde: Avrupa Birliğinde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının
Gelişimi, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği,
Avrupa Güvenlik ve
Savunma Politikası,
Üçüncü bölümünde: Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasında
Türkiye’nin Yeri ana başlığı altında, Türkiye’nin Güvenlik Algısı ve Stratejisi,
AGSP Bağlamında Türkiye-AB İlişkileri,
Türkiye’nin AGSP’ye Girme İsteği
ve NATO Üyeliği Kozu, AB’nin Türkiye’nin AGSP’ye Girmesi Karşısındaki
Tutumu, Lizbon Antlaşması Sonrası Türkiye’nin Konumu, Avrupa Ordusu ve
Türkiye’nin Rolü, Türkiye’nin AGSP’ye İlişkin Endişe ve Beklentileri
incelenecek,
Sonuç bölümünde de Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolünün
Soğuk Savaş sonrası dönemde farklılaşmış olsa dahi, önemini ve değerini
korumaya devam etmekte olduğu vurgulanacaktır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1.
KAVRAMSAL VE TARİHSEL OLARAK GÜVENLİK
1.1.1. Güvenlik Kavramının Analizi
Güvenlik sözcük olarak tehdit, tehlike ve korku durumunun ve hissinin
olmadığı
anlamına
gelir.2
Güvenliğin
tehlike
ve
korku
ortamını
çağrıştırmasının temelinde, insan doğasında mevcut olan yaratıcı ve yok
edici durağan güçten kaynaklanan çelişki yatmaktadır. Bu çelişkiden korku
ortaya çıkmakta, korku ise güvenlik içgüdüsünü beraberinde getirmektedir.
Güvenliği sağlamak ise ancak güçlü olmakla mümkündür.
doğa yasası geçerli olmaktadır.
Bu bağlamda,
Sabaha sağ çıkacak olan karaca değil,
gücün temsilcisi aslandır. Güç olgusu uluslararası ilişkiler biliminde merkezi
bir kavramdır.
Uluslararası ilişkiler kuramlarından klasik öğretiye göre,
güvenlik gücün bir uzantısıdır. Güvenliğin temelinde güç vardır. Güçlü bir
ülke kendi güvenliğini sağlamak amacıyla gerekli önlemleri alır ve saldırgan
davranışlara karşı caydırıcı olur.3
1.1.1.1.
Realist Kuram
Realist kuramın kurucusu Hans Joachim Morgenthau’nun temel aldığı
nokta insan doğasıdır. Realistlere göre insan doğası bencildir ve diğerlerinin
zararına da olsa kendi çıkarını gözetir.
Devletler de insanlar gibi kendi
çıkarlarını gözetirler, bu da uluslararası ilişkilerin çatışmacı niteliğine katkıda
bulunur.4
Klasik realizmde uluslararası ilişkiler, devletlerarası ilişkiler olarak
görülmekte ve güvenlik gücün bir uzantısı olarak algılandığından askeri
düzlemde ele alınmıştır.
2
Güvenliğin sağlanması bireyin de güvenliğinin
Haydar Çakmak, Avrupa Güvenliği, Ankara, Platin Yayınları, 2007, s. 25.
Çakmak, a.g.e., s.25.
4
Yücel Bozdağlıoğlu, “Realizm”, Derleyen: Haydar Çakmak, Uluslar arası İlişkiler: Giriş,
Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti., 2007, s. 138-141
3
4
sağlanması olarak algılanmıştır. Klasik realizm, devletlerarası ilişkileri güce
dayandırdığından güvenlik kavramına yüklediği önem kaçınılmaz olmakta ve
bireyin, kurumların, kısaca ülkelerin güvenliğinin askeri güç desteğiyle
sağlanabileceğine dayandırmaktadır.5
1.1.1.2.
İdealist Kuram
Öğretisini güç, çıkar ve insan doğası üzerine kuran realistlere karşın
insan doğasına farklı yaklaşım sergileyen 19. yüzyılın liberalizminden
etkilenen idealistler
uluslararası ilişkileri
etkileyen tek faktörün güç
olmadığını, uluslararası örgütler, uluslararası hukuk ve etik değerlerin ön
plana çıkarılmasını savunmuşlardır.
Devletlerin egemenliğine ve eşitliğine
dayalı realizm anlayışında devletler üstü bir güç merkezi veya merkezi bir
otorite olmamasından kaynaklanan anarşik ortamın uluslararası ilişkileri
istikrarsızlaştırdığı görüşünde olan idealistler insan doğasının iyi, barışçı ve
işbirliğine hazır niteliklerine değinerek problemlerin hukuk çerçevesinde ve
işbirliğine dayalı olarak çözümlenmesinden yanadırlar. Ancak, Buzan barış
yanlısı tutum içinde olanları, İdealist Okul’la bağlantılandırmanın gevşek
(anlamı zayıflatan) bir yaklaşım olacağı düşüncesindedir.
İdealistler
Realistlere karşı olmaktan çok savaş olgusuna odaklanırlar. Savaş ulusal
güvenlikten kaynaklanan bir tehlike olduğuna göre bu sorunun çözümünün,
savaşın
uluslararası
gündemden
kaldırılması
ile
mümkün
olacağını
savunurlar. İdealistler güvenliği barışın bir sonucu olarak görürler: devamlı
barış herkes için güvenlik sağlar.6
İşte bu nedenledir ki, devletler
güvenliklerini sağlamak amacıyla barışı bozabilecek tehlikelere karşı güçlerini
birleştirmek istemişlerdir.
Ancak, 1980’lere gelene kadar ortak güvenlik
alanında çok az yol alınmıştır. Birinci Dünya Savaşı ertesinde ABD Başkanı
Woodrow Wilson önderliğinde toplanan İdealistler ortak güvenliğe dayalı yeni
bir kurumsallaşmanın sağlanmasına çalışmışlardır. Ortak güvenlik kavramı
Milletler Cemiyeti’nin ve Birleşmiş Milletlerin kuruluşunda temel girdidir.
5
Özlem Çelebi, “Güvenlik”, Derleyen: Çakmak, a.g.e., s, 71.
Barry Buzan, People, States and Fear: an agenda for international security studies in the postCold War era, 2. baskı, Harvester Wheatsheaf, Great Britain, 1990, s.2.
6
5
1.1.1.3.
Neorealist Kuram
Birinci Dünya Savaşından sonra ortak güvenliğe yönelik arzu ve istek
bu yönde bazı başarılar göstermişse de, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş
Milletlerin başarısızlığa uğraması bu yöndeki yaklaşım ve çalışmaların güdük
kalmasına neden olmuştur.7 Yukarıda da değinildiği üzere, devletler üstü bir
karar merkezi bulunmamasının (bu yöndeki çalışmaların başarısızlığa
uğradığı da görülmüştür) sonucu uluslararası sistemdeki anarşik yapı
devletler arasındaki işbirliğini önlemekte, bunun nedenini de klasik realizmi
eleştiren neorealizm akımının önde gelen temsilcisi Kenneth Waltz, bu
durumu “kazanım” kavramıyla ilişkilendirmektedir.8
kazanım
konusunun,
eski
geçmişe
açıklanabileceğini düşünüyorum.
atıf
Yakın geçmişteki
yaparak
daha
açık
olarak
Şöyle ki, yine insan doğasından yola
çıkarak, insanda var olan kazanma hırsı (kazanma duygusunun arka
planındaki temel dürtünün yine güvenlikle ilgili olduğuna daha sonra
değinilecektir) Romalıların bir olayı daha iyi anlamak için Latince “Cui
prodest” = “Kim kazanıyor” sorusu Avrupalıların yaşam felsefesinin özünü
oluşturmuş ve kazanma duygusu sadece günlük yaşamlarının değil,
uluslararası ilişkilerini de etkilemiştir. Çakmak’ın konuya yaklaşımı şöyledir:
“Batılı ülkelerin hırsı ve kazanma isteği onları deniz aşırı
bölgelerde ve kıtalarda sömürge ülkeleri bulmaya itmiştir.
Kazandıkça daha fazla kazanma, büyüdükçe daha fazla
büyüme hırsları oluşmuştur. İngiltere, Fransa, İspanya,
Portekiz ve Belçika gibi ülkeler başta olmak üzere diğer birçok
Avrupalı ülke, Afrika, Asya, Avustralya, Amerika gibi kıtalarda
sömürgelere sahipti. 18. yüzyılda uluslararası ticarette önemli
gelişmeler kaydedildi. 19. yüzyılda ticaretin yanı sıra, sınırlı da
olsa,
sanayinin
başlamasıyla
hammadde
ticareti
önem
kazandı. Özellikle kömür, demir madenleri, pamuk gibi ürünler
sanayinin önemli girdileri oldu ve bu maddelerin bulunduğu
7
8
Buzan, a.g.e., s.14.
Yücel Bozdağlıoğlu, “Neorealizm”, Derleyen: Çakmak, a.g.e., s, 143-147.
6
topraklar önem kazandı.
Buharlı gemilerin icadı, demir
yollarının yapılması, dinamonun keşfi gibi yenilikler ise, hem
uluslararası ticareti hem de uluslararası ilişkileri önemli
derecede etkilemiştir.
Üretime makinenin girmesiyle üretim
fazlası oluşmuştur.
Ülkeler ihtiyaç fazlası üretimlerine
hammadde ve Pazar bulmak için yeni sömürgeler bulma
yoluna gitmişlerdir.
İhtiyaç duydukları hammaddelere ve
üretimlerini pazarlayacakları sömürge ülkelerine giden su ve
karayollarını güven altına almak için ortaya çıkan ihtiyaç, sahip
olunan askeri gücün sürekli arttırılması olmuştur. Bu ihtiyaç
daha sonra bir geleneğe dönüşmüş ve büyüyerek 20. yüzyılda
tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.”9
Waltz, devletlerarası işbirliğinin olmamasının nedenini, devletlerin
işbirliğine girişmeden önce kendilerinin ne kadar kazanacağını değil, karşı
tarafın ne kadar kazanacağını düşünmeleridir diye açıklar. Waltz’a göre,
eğer bir devlet işbirliğinden diğerinden daha az kanacaksa bu işbirliğine
girişmemelidir. Çünkü işbirliğinden göreceli olarak daha kazançlı çıkacak
devletin artan kapasitesini gelecekte karşı tarafa nasıl kullanacağı
bilinmediğinden devletler kendilerine güvenmek zorundadırlar. Devletlerin
kendi güvenliğini korumak için, bir başka deyişle hayatta kalabilmesi için
aldığı önlemler (self-help attempts) niyeti ne olursa olsun diğer devletleri
giderek artan güvensizlik ortamına sürüklemekte ve her bir devlet de karşı
tarafı gizil tehlike olarak gördüğü için aynı güvenlik tedbirlerini, kendini
savunma amaçlı olarak belki daha fazlasıyla almak olgusuyla karşı karşıya
kalmaktadır.
Neorealizm, güvenliği klasik realizmin tersine sistemin
yapısına bağlar.
Ancak, devletlerin kendi güvenliğini koruma algısını
hayatta kalabilme dürtüsü olarak yorumluyorum.
olmasaydı tarih boyunca savaşlar olur muydu?
9
Çakmak, a.g.e., s.1-15.
Çünkü böyle bir dürtü
7
Arı’ya göre, “realist” ve “neorealist” kuramlarda güvenlik gücün bir
uzantısı biçiminde değerlendirilmektedir. 10
Buzan’a göre realistler, güvenlik kavramını kendi tercih ettikleri güç
fikri altında araştırmışlar, idealistler ise, güvenliği barış kavramı altında
değerlendirme yolunu seçmişlerdir.11
Güvenliğin dar tanımlanması, maddi güç ve devletlerin askeri
güçlerini
kullanma
isteğiyle
bağlantılıdır.
Oysa,
güvenliğin
geniş
tanımlanmasında askeri güvenlik yanı sıra, siyasal, ekonomik, toplumsal ve
çevresel güvenlik sorunlarının değişen güvenlik algılamalarıyla sıkı bağlantı
halinde olduğu görülmektedir.
Savunmaya yönelik askeri seçenekli güvenlik (hard security)
sorunları ile çatışma önlenmesine odaklı askeri olmayan yumuşak (soft
security) güvenlik sorunları birbiriyle iç içe olmakla birlikte, yumuşak
güvenlik kavramı Soğuk Savaş’ın sona ermesini müteakip gündeme
gelmiştir.
“Sert güvenlik”, bir devletin askeri savunmasını ve güvenlik
konularını askeri strateji kadar askeri denge açısından incelemekte,
“yumuşak
güvenlik”
içermektedir.12
ise,
güvenliğin
askeri
olmayan
boyutlarını
1996 yılında Danimarka Dışişleri Bakanı Niels Helvey
Petersen, Avrupa güvenliğini de içeren “yumuşak güvenlik” tanımında,
“ulusal toprakların savunmasını da içerecek şekilde askeri müdahale
operasyonlarının dışında kalan tüm güvenlik boyutları”na değinmiştir.
Petersen, Avrupa’da bölgesel işbirliği bağlamında yumuşak güvenlik riskleri
alarak siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa, etnik çatışmalara, azınlık
sorunlarına, sınır anlaşmazlıklarına, göç olgusuna, sınır ötesi çevresel
sorunlara ve organize suç kavramına işaret etmiştir. 13
“Yumuşak güvenlik” sorunlarının yanısıra “ortak güvenlik” sorunları
da, Soğuk Savaş’ı izleyen dönemde ön plana çıkmıştır. Batı kültüründe
Aristo’dan bu yana, doğadaki önde gelim sıralamasında insanın en üstün
10
Arı, a.g.e., s.123.
Buzan, a.g.e., s, 8-11.
12
Muharrem Gürkaynak, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Ankara, Asil Yayın Dağıtım Ltd. Şti.,
2004, s.4.
13
Gürkaynak, a.g.e., s.5.
11
8
varlık ve doğanın hakimi olduğu teması işlenmiştir. Dolayısıyla, doğanın tüm
kaynakları
ve
tüm
canlılar
İnsanoğlunun doğayı,
insanın
yararlanması
için
yaratılmıştır.
kendi geleceğini hiçe sayarak düşünmeden
tüketmeye devam etmesi ve 20. yüzyılda nüfus artışı ve buna bağlı olarak
üretim hızının daha önce görülmemiş boyutlara ulaşmış olması doğanın
tükenmesini de aynı ölçüde hızlandırmıştır. Yirminci yüzyılın sonlarına
doğru, hava, su, toprak, doğal kaynaklar, iklim, fauna ve flora çeşitliliği gibi
yaşam destek sistemlerinin bozulduğunun farkına varılması “ ortak güvenlik”
kavramının önemini ortaya çıkarmıştır.14 Hiçbir devletin, başka devletlerin
güvenliğini
artırmadan
kendi
güvenliğini
sağlayamadığı
bir
ortamın
sözkonusu olduğu böyle bir durumda, devletlerin ortaklaşa hareket ederek,
boyutları giderek artması kaçınılmaz olan tabii felaketlerin önüne geçilmesi
olası değildir. Örneğin fosil yakıtların sera etkisi, tehlikeli endüstriyel atıklar,
küresel ısınma, bulaşıcı hastalıklar, toprak kaybı, çölleşme gibi tehditler,
birçok ülkeyi aynı anda tehdit ettiğinden bölgesel ve/veya küresel işbirliği
oluşturulması fikrinin ortaya çıkmasında etkili olan nedenlerden biridir.
İşbirliği fikri aynı zamanda kolektif güvenliğin (collective security) mantığını
da oluşturan öğelerden biridir. Kolektif güvenlikte saldırgan taraflar
kendilerinden daha fazla güce sahip bir koalisyonla karşı karşıyadır. Güç
kullanımında karşı tarafın daha ezici bir güçle karşılık vermesinin olası
olduğu durumda, kolektif güvenlik örgütü içinde rekabetten çok işbirliği ön
plana çıkarak, herkesin kendi güvenliğini tek başına sağladığı bir dünya
düzeni ortadan kalkacaktır. 15
“Kolektif güvenlik” kavramı, güvenlik ikilemi (security dilemma)
kavramını da beraberinde getirmektedir.
14
Gülgün Tuna, Yeni Güvenlik – Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler, 2. Baskı,
Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti, 2003, s.180-188.
15
Gürkaynak, a.g.e., s.5.
9
1.1.2. Güvenlik İkilemi
John Herz’in 1950’li yılların başlarında, güvenlik ikilemi “security
dilemma” olarak adlandırdığı bu durum silahlanmaya yol açan nedenlerden
birini oluşturmaktadır.16
Aslında bu ikilemin, güvenlik sözcüğü etimolojik
olarak incelendiğinde bizzat sözcüğün kendi içinde barındığı görülmektedir.
Latince (secura) “se” (-siz, -sız) ve “cura” (dert) sözcüklerinden oluşan
güvenlik kavramı “dertsiz” anlamına gelmektedir.17 Ancak, dertsiz olmanın
veya güvende olmanın sınırları nedir? Nereye kadar güvende olunabilinir?
Güvenlik tehdit algılamamıza bağlıdır.
Eğer algıladığımız güvenliği
koruyabiliyorsak güvende oluruz. Tehdidin büyüklüğü veya küçüklüğüne
ilişkin algılamamız sahip olduğumuz caydırıcı güçle orantılıdır.
Tehdit
edilmiyorsak veya olası tehditi bertaraf edebilecek konumda isek güvende
olduğumuz anlamını çıkarabiliriz.
Bu güvenlik tanımını birey, toplum
ve/veya devlet temelinde ele alırsak başka bir birey, toplum ve/veya devlet
tarafından tehdit edilmeme durumu veya tehdit sözkonusu olduğunda
güçlülüğünden emin olmak durumu olarak tanımlanabilir.
Nasıl ki, birey
kendini güvende hissedebileceği tedbirleri alırken, karşısındaki birey de aynı
yolu izliyorsa, benzer biçimde Soğuk Savaş döneminde devletlerin ateşli ve
nükleer savunma sistemlerini geliştirmesi de “güvenlik ikilemi”nden
kaynaklanmaktır.
“Güvenlik İkilemi” kavramına göre, bir devletin başka bir devleti tehdit
yoluyla güvenliğini artırma çabası, karşı tarafın kendi güvenliğini artırma
tepkisi ile karşılaşacak ve bu da ilk devletin güvenliğini tehdit edecektir.18
NATO’nun kurulmasından sonra Varşova Paktı’nın kurulması ve ABD ile
SSCB arasında yaşanan silahlanma yarışı “güvenlik ikilemi”ne güzel bir
örnektir.
Soğuk Savaş döneminin iki kutup arasında doruğa ulaşan tehdit
algılaması sonucu ortaya çıkan silahlanma yarışı aynı zamanda bir denge
16
Buzan, a.g.e., s.4.
Muhittin Demiray, İsmail Hakkı İşcan, “Uluslar arası Sistemde Güvenlik Kavramının Değişimi
Ekonomik ve Jeopolitik Arka Planı”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 21,
Ağustos 2008, s.150.
18
Gürkaynak, a.g.e., s.6.
17
10
unsuru oluşturuyordu.
sözkonusu idi.
Burada tehdit ve hedefi arasında bir simetri
Buzan’ın deyimiyle “güvenlik ikilemi” mevcut durumu,
devletler arasında sıcak çatışmaya meydan vermeyecek bir yapıya
dönüştürdü.19 Güç güvenliğin temelini oluşturmakla birlikte “güvenlik ikilemi”
kavramı, devletlerin dış politikada kendi başına hareket edemeyeceği
yaklaşımını getirdi.
Soğuk Savaş sonrası oluşan ortam, uluslararası
ilişkilerde güvenlikten sorumlu tek aktörün devlet olamayacağı, devletin
dışında diğer aktörlerin de varlığını olanaklı kılmıştır.
Soğuk Savaş
döneminin askeri gücü, Soğuk Savaş sonrasında yüksek politikanın “high
politics” (birincil önemli politika) tartışılmaz merkezi olmaktan çıkmıştır.
20
Bu dönemde güvenlik alanına giren konular çeşitlenmiştir. Soğuk Savaş
döneminin alçak politikasını “low politics” (ikincil önemli politika) oluşturan
doğanın ve ekosistemin bozulması, doğal kaynakların kıtlaşması, ekonomik
belirsizlik, kökten dincilik, terörizm, insan ticareti, göç olgusu, salgın
hastalıklar gibi konular güvenliği tehdit eden unsurlar olarak ortaya çıkmıştır.
Bir başka deyişle, küreselleşmenin getirdiği “karşılıklı etkileşim” güvenlik
kavramını
çeşitlendirmiş
ve
güvenlik
boyutunu
sadece
devletlerin
güvenliğiyle sınırlamaktan öteye taşımıştır. Sonuçta güvenlik riskleri global
ölçekte birbirine bağımlı hale gelmiştir.
Uluslararası ilişkilerin geldiği bu
düzlemde, güvenlik kavramının sadece “sert güvenlik” sorunlarıyla bağlantılı
olarak tanımlanması mümkün görülmemektedir.
Günümüzde savaş ve
çatışmanın yokluğu güvenlik ve istikrarın mevcut olduğu anlamını
taşımamaktadır.
Artık, hiçbir ülke ister “yumuşak güvenlik” ister “sert
güvenlik” sorunları olsun, güvenlik risklerinden muaf değildir. Kısaca, klasik
bölgesel sınırlar küresel ekonomik, sosyal politik ve askeri sorunlar
tarafından eski keskin hatlarını koruyamamıştır.
Örneğin, Ortadoğu’nun
sınırları Orta Asya’ya kadar yayılmıştır veya tersi durum sözkonusudur.
Soğuk Savaş dönemindeki Avrupa’nın sınırları da Doğu’ya ve Güney’e
doğru genişlemiştir. İşte güvenliğin karşılıklı bağımlılığı sonucu “Atlantik
ötesi
19
20
bağlantılı
Buzan, a.g.e., s. 8.
Buzan, a.g.e., s.9.
Avrupa-Asya
güvenlik
etkileşimi”
olarak
da
11
adlandırabileceğimiz, Buzan’ın tanımlamasıyla Avrupa’da yeni “güvenlik
kompleksi” kavramı ortaya çıkmıştır.21
1.1.3.Güvenlik kompleksi (security complex)
Buzan ayrıca, güvenlik kompleksi “security complex” terimini karşılıklı
etkileşimin sonuçlarını etiketlendirmek (adlandırmak) amacıyla kullandığını
belirtir. Buzan’a göre, “security complex” devletlerin birincil (temel) güvenlik
endişelerinin birbirlerinin ulusal güvenlikleriyle bağlantılı olduğunu ve
birbirinden ayrı düşünülemeyeceği şeklinde yorumlar.
Buzan, “güvenlik
kompleksi” deyiminin hem güvenlik kavramını hem de komşu devletler
arasındaki iç içe geçen bağımlılığı içerdiğine işaret eder.
Buzan, buna
ilaveten, “security complex” terimini rekabetin ve menfaat paylaşımının
karşılıklı bağımlılığı olarak nitelendirir.22
Devletlerin güvenliğinin birbirlerine bağımlı olduğu, zaman içinde
anlaşılmış ve tarih boyunca devletler güçlerini birleştirerek ittifaklar
kurmuşlardır. Hayatta kalabilmek için ilkel insan kendine yönelik bir tehlike
durumunda ok, mızrak, sopa, balta gibi silahlarla düşmanla tek başına
savaşırdı. Toplumların gelişmesiyle birlikte, ilkel insan düşmana karşı
komşularıyla birlikte savaşmaya başlamış ve güçlerini birleştirdikleri takdirde
daha güvende olduklarını deneyimleri sonucu öğrenmişlerdir.
Yüzyıllar
boyunca ittifaklar, antlaşmalar, savaş ve müzakerelerle devletler de evrim
geçirerek barış ve istikrarın bağımsız devletlerin oluşturdukları birliktelikler
yoluyla korunabileceği kavramına ulaşmışlardı. 23
Benzer biçimde İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupalıların
bütünleşmesinde Sovyet tehdidinin önemli bir payı olmuştur.
ABD’nin
Monroe (İzolasyon Politikası) Doktrini’nden vazgeçerek Batı Avrupa’yı
21
Ramazan Gözen, “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP, March 2003,.
(Erişim) http://www.sam.gov.tr/perceptions/sampapers, 15 Ağustos 2009, s. 4.
22
Buzan, a.g.e., s.190-191
23
Muharrem Gürkaynak, a.g.e., s.10.
12
desteklemek
için
Avrupa’ya
yönelmesinde
Sovyetler
Birliği’nin
rolü
olmuştur.24
Tabii
Avrupa
bütünleşmesinde
ikinci
nedenin,
Batı
Avrupa
devletlerinin Avrupa’ya zarar veren “Almanya’yı bir uluslararası ya da üstü
bir yapıya entegre etmenin yollarını aramak, üçüncü nedenin de, “bir ortak
pazar içinde Batı Avrupa devletlerinin ekonomik güçlerini bir araya getirerek
ABD ekonomisine bağımlılığı giderek azaltma isteği” olduğu söylenebilir. 25
24
25
Çakmak, a.g.e., s.17.
Haluk Günuğur, Avrupa Birliği, Eko Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi, Ankara, 2007, s. 4-5.
13
1.2.
AVRUPA GÜVENLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
1.2.1. Avrupa Güvenliğinde Ortaçağ’dan 1. Dünya Savaşı Ertesine
Kadar Olan Dönem
Çalışmamızın konusu her ne kadar Soğuk Savaş sonrası Avrupa
güvenliği olmakla birlikte, bugüne gelinen noktada M.Ö. yıllardan başlayarak
oluşan “Avrupa Birliği” kavramına değinmekte yarar görülmektedir.
Avrupa’da siyasi ve askeri birliği sağlama çabaları M.Ö. 2. Yüzyıla
kadar dayanmaktadır.
Bu yüzyılda askerliğin meslek haline gelmesiyle,
asker sınıfı toplumlarda etkin bir yapıya sahip olmuştur.
M.S. 284’ten
itibaren Avrupa güvenliğinin sağlanması amacıyla Avrupa birçok yeni
bölgeye ayrılmıştı.
Ancak, bu yeni bölgeler arası iletişim gerekliliği,
gruplaşmalara yol açmaktaydı. Sözkonusu gruplaşmalar arttıkça ordularda
da reorganizasyona gidilmekteydi. Böylece o çağda da, bugünün BAB ve
NATO örneğinde olduğu gibi dağınık askeri güçler arasında bütünleşme
ihtiyacı ortaya çıkmıştı.
1815 Viyana Kongresi, Avrupa’nın uluslararası
ortak geleceğini oluşturduğu ve ortak kaderi paylaşmak durumunda
olduklarını ortaya koymuştur. Avrupa’da kimi zaman küçük çapta, kimi
zamansa daha geniş çapta askeri ittifaklar biçiminde ortaya çıkan güvenlik
girişimleri, fikir bazında da asırlardır tartışılan bir konu olmuştur.26
Asırlardır kanlı savaşlara sahne olmuş olan Avrupa’da çeyrek yüzyıl
gibi bir zaman diliminde yaşanan iki dünya savaşından sonra “kalıcı bir
barış” ortamının sağlanması fikrini ilk ortaya atan düşünürlerden bazıları ve
öngördükleri barış projeleri kısaca şöyledir:
Pierre Dubois: “Kutsal Toprakların Kurtarılışı (1306)” adlı yapıtında,
Papa önderliğinde hristiyan devletlerin oluşturduğu “Hristiyan Birliği”nin,
Dante: “De Monarchia-Monarşi Hakkında (1313)” adlı yapıtında eski
Roma İmparatorluğuna benzer bir örgütlenmenin,
kalıcı barışı sağlayacağını savunmuşlardır.
26
Mesut Hakkı Çaşın, Uğur Özgöker, Halil Çolak, Küreselleşmenin Avrupa Birliği Ortak
Güvenlik ve Savunma Politikasına Etkisi AVRUPA BİRLİĞİ, 1. Baskı, İstanbul, Nokta Kitap,
2007, s.153-154.
14
Emeric Crusé: “Yeni Cynée (1623)” adlı yapıtında, barışı sağlamak
için Avrupa’daki hükümdarların elçilerinin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu,
İran, Çin, Hindistan ve Afrika’dan temsilcilerin katılacağı ve tarafsız bir
kentte örneğin Venedik’te bir “meclis” kurulmasını önermiştir.
Crusé’nin
önerisinde, meclis merkezinin Avrupa olması, önde gelim düzeninde
Papa’nın ilk, Osmanlı padişahının temsilcisinin ise ikinci sırayı alması
belirtilmiştir. Bu öneri, Avrupa’nın dışında diğer belli başlı devlet
temsilcilerinin katılmasını da içerdiği için ilk evrensel örgütlenme olarak
kabul edilebilir.
Duc de Sully: “Anılar” ya da “IV. Henri’nin Büyük Özlemi (1638)” adlı
yapıtında, Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusya’sı gibi Avrupalı olmayan
devletlerin
yer
büyüklüklerine
almayacağı
göre
temsilci
bir
federasyon
gönderecekleri
önermiştir.
ve
üyeler
Devletlerin
arasındaki
anlaşmazlıkları çözmekle yükümlü olacak olan bu Avrupa Federasyonu aynı
zamanda bir orduya sahip olacaktı.
William Penn: “Avrupa’da Şimdiki ve Gelecekteki Barışa İlişkin
Deneme (1693)” adlı eserinde Osmanlı İmparatorluğu dahil bütün Avrupa
ülkelerinin temsilci göndereceği Avrupa Parlamentosu önermiştir. Üyeler
arasındaki anlaşmazlıkları çözmekle yükümlü Parlamento’nun alacağı
kararlara uymayanlara ortaklaşa girişimde bulunulacaktır.
Abbé de St. Pierre: “Avrupa’da Sürekli Barış İçin Muhtıra (1712)” adlı
yapıtında, hristiyan devletler arasında barışı sağlamak için Hollanda’nın
Utrecht kentinde uluslararası ve sürekli bir “Senato” kurulmasını önermiştir.
Senato’nun emri altında bir ordu kurulacak ve ordu senatonun aldığı
kararlara uymayan devletlere karşı kullanılacaktı.
Immanuel Kant: “Ebedi Barış (1795)” adlı eserinde savaşları
önlemek amacıyla “ebedi barış” için federasyon önermekteydi.
Pierre Dubois, Duc de Sully ve Abbé de St. Pierre uluslararası ordu
kurulmasını önerirlerken siyasal entegrasyonların, bugün olduğu gibi tarihte
15
de askeri entegrasyon olmadan eksik, işlevsiz ve etkisiz kaldıklarını açıkça
vurgulamaktadırlar.27
Victor Hugo, (1856) kalıcı barış için “Avrupa Birleşik Devletleri”
kurulmasını savunmuştur.
Tüm bu projelerin amacı “Ebedi Avrupa
Barışı”dır. Victor Hugo, Avrupa’da kalıcı barışı sağlamanın yolunun “Avrupa
Birleşik Devletleri”ni kurabilmekten geçtiğini ilk savunan kişi olmuştur.
Daha
sonra,
1946
yılında
Sir
Winston
Churchill,
Zürih
Üniversitesinde verdiği bir konferansta Fransa-Almanya yakınlaşmasının
Avrupa barışı için zorunlu olduğunu belirtmiş ve kalıcı bir barış için de
“Avrupa Birleşik Devletleri”nin kurulması gereği üzerinde durmuştur.28
Yukarıda isimleri belirtilen düşünürlerin yanı sıra John Beller,
Kardinal Alberoni, Jean Jacques Rousseau, Jeremy Bentham, Hofheim,
Krause, Saint Simon, Sineriz ve Bodin gibi düşünürler örgütlenmeye ilişkin
teoriler ve modeller üreterek teorik olarak 20. yüzyıl Avrupa örgütlenmesine
önemli katkılarda bulunmuşlardır. Adıgeçen düşünürlerin sağladığı katkının
ilk somut göstergesi, 18. ve 19. yüzyıl Avrupa’sında “Konferans Yöntemiyle”
yoğun işbirliği gerçekleştirilmesi sürecinin başlatılması, Avrupa’da barış ve
güvenliğin sağlanmasını teminen çok sayıda uluslararası toplantının
yapılmış olmasıdır. Bu uluslararası toplantıların en önemlilerinden:
- Kırım savaşından sonra 25 Şubat -16 Nisan 1856 tarihleri arasında
yapılan Paris Kongresini önemli kılan birkaç sonuçtan birincisi, Türklerin
hristiyan ülkelerden oluşan Avrupa siyasi sistemine dahil edilmesi, ikincisi
devletlerin egemenlik hak ve yetkilerinin sınırlandırılmasını veya bir kısım
yetkilerin devredilmesini dar boyutlarda da olsa gerektiren teknik ve idari
nitelikte
uluslararası
örgütler
veya
komisyonların
kurulmuş
olması,
üçüncüsü ise uluslararası deniz hukuku ilkelerinin kabul edilmesidir.29
- 1899 I. ve 1907 tarihli II. La Haye Barış Konferanslarının Avrupa
güvenliği ve savunmasında önemli bir yeri vardır. Birinci La Haye
Konferansı Rus Çarı II. Nicolas’ın daveti üzerine 18 Mayıs 1899’da La
27
Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.153-156.
Günuğur, a.g.e., s.3-4.
29
Barış Özdal, Mehmet Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Türkiye-AB
İlişkilerine Etkileri, Bursa, Alfa Akademisi Basın Yayın Dağıtım Ltd. Şti., 2005, s.54-57.
28
16
Haye’de 26 ülke temsilcisinin katılımıyla gerçekleşmiş ve Çar Avrupa’da
barış ve güvenlik için silahsızlanmaya gidilmesini önermiştir.
Ruslara
güvenmeyen diğer Avrupa ülkeleri bu teklifi kabul etmemişler, ancak Avrupa
güvenliği
için
önemli
bir
aşama
olan
uluslararası
uyuşmazlıkların
çözümünde tahkim sistemine gidilmesi kabul edilmiştir. 15 Haziran 1907’de
toplanan ikinci La Haye konferansı ise, daha önce Avrupa işlerine
karışmayan ABD’nin öncülüğünde gerçekleşmiştir.
Her iki konferansta da, örgütlenmeye yönelik benimsenen değerler
ve oluşturulan Devletler Hukuku normlarının yanı sıra, uyuşmazlıkların
barışçıl yöntemlerle çözümüne ilişkin düzenlemelerin Avrupa Topluluklarının
oluşumunda önemli katkıları olmuştur.30
1.2.2. Avrupa Güvenliğinde Birinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem:
Düşünsel temelleri Orta Çağ’a kadar uzanan Avrupa bütünleşme
sürecinin ilk somut adımları, Birinci Dünya Savaşı ertesinde atılmıştır.
Avrupa Devletleri arasında birlik oluşturulması yönünde ilk somut girişim,
1923 yılında Avusturyalı diplomat Kont Richard Coudenhove-Kalergi
tarafından kurulan, Avrupa’da ulusal bazda oluşturulmuş olan “Avrupa
Birliği” derneklerini birleştiren “Paneuropa-Union” adlı derneğin kuruluşudur.
Derneğin başına getirilen Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand 1929
yılında Milletler Cemiyeti içinde Avrupa Federal Birliği adıyla birim
kurulmasını önermiş; İngiltere Başbakanı Churchill ise Avrupa’da, “Avrupa
Birleşik Devletleri” adı altında bir devlet örgütlenmesine gidilmesini
savunmuştu.
1.2.3. Avrupa Güvenliğinde İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem
İkinci Dünya Savaşı sonunda “Birleşik Avrupa” fikrini savunan
örgütler tarafından düzenlenen toplantılarda geleceğin Avrupa’sının inşa
edileceği temeller tartışılmıştır.
Bu süreç içerisinde en önemli adım,
İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in 19 Eylül 1946 tarihinde Zürih
30
Çakmak, a.g.e., s.30-36.
17
Üniversitesinde yaptığı “Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmasını ve bunun
için Fransa ve Almanya arasında gerçek anlamda bir ortaklığın sağlanması
zorunluluğuna ilişkin ünlü konuşmasıdır. Churchill konuşmasında, Avrupa
entegrasyonunun gerekliliğini belirtirken, İngiltere’yi bu entegrasyonun
dışında tutmuş ve İngiltere’nin İngiliz Uluslar Topluluğu ile (Common
Wealth) olan bağlarının İngiltere’nin böyle bir entegrasyona dahil olmasına
engel teşkil ettiğini vurgulayarak İngiltere’nin Avrupa’nın içinde değil, dışında
olacağını, fakat Avrupa entegrasyonunu destekleyeceğini ifade etmiştir.
(İngiltere’nin ada devleti olduğu için kendisini kıta Avrupa’sından çok AngloSakson
zihniyetle
Amerika’ya
yakın
görmesi,
başlangıçta
Avrupa
entegrasyonunun dışında kalması bu zihniyetle açıklanabilir.) Churchill’in
İngiltere’yi dışarıda bırakmasına rağmen ileri sürdüğü “Avrupa Birleşik
Devletleri” fikri diğer devlet adamlarını da konuya eğilmeye sevk etmiş ve
Avrupa entegrasyonunun itici gücü bu şekilde oluşturulmuştur. Churchill’i ilk
tebrik eden ise savaş öncesi Avrupa hareketinin kurucusu Avusturyalı
diplomat Kont Coudenhove-Kalergi olmuştur.31
Fransa’nın Almanya’ya karşı tarihten gelen kaygıları ve Almanya’nın
II. Dünya Savaşı sonunda, statüsündeki belirsizlik Batı Avrupa’daki işbirliği
çalışmalarını olumlu yönde etkilemiştir.
Savaş sonrası 1946-1948 yılları
arasında ortaya çıkan ve entegrasyon eğilimlerini belirten bazı uluslararası
kuruluşlar şunlardır:
Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO), Avrupa Ormancılık Komisyonu
(EFC), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi daha önce sınırlı boyutlarda
işbirliği imkanı sunan örgütler, işbirliğini daha işlevsel hale dönüştüren
örgütlenmelere bırakmıştır. Bu tür örgütlenmelerin en önemlisi ise 1948
tarihinde kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Organizasyonu (Organisation for
European Economic Co-operation-OEEC) olmuştur. 1961 yılında Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu (Organisation for Economic Cooperation and Development-OECD) adını alan bu örgüt, Avrupa Toplulukları
dışındaki en etkin uluslararası örgütlerden biridir.
31
Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.180-182
18
1.3.
SOĞUK SAVAŞ
1.3.1. Soğuk Savaşın Tanımı
“Soğuk Savaş” terim olarak ilk defa XIV. Yüzyılda İspanya Prensi Juan
Manuel tarafından kullanılmıştır.32
Daha sonra 1947’de ABD Başkanı
Roosevelt’in danışmanı Bernard Baruch basına verdiği bir demeçte
kullanmıştır.33 Maliye Uzmanı Baruch’un, bu tarihte Türkiye ve Yunanistan’a
yapılması öngörülen yardım çerçevesinde Truman Doktrinine ilişkin bir
tartışmada kullandığı bu terim daha sonra Amerikalı Gazeteci Walter
Lippmann’ın
makale
ve
kitaplarında
sözetmesiyle
yaygın
anlamda
kullanılmaya başlanmıştır.34
Soğuk Savaş’ın birbirine benzer çeşitli tanımlarında ortak fikir aynıdır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komünizmin ve kapitalizmin önderi iki güç
etrafında toplanan küçük devletlerin aralarındaki sorun ve çatışmaları silah
kullanmaksızın sürdürmeleri “Soğuk Savaş” olarak adlandırılmıştır. Soğuk
Savaş’ın dönemi konusunda da bilim adamları arasında tam bir uzlaşı yoktur.
Genel olarak kabul edilen tarihler II. Dünya Savaşı’nın sonu (1946) ile Küba
Krizinin sonu (1962) arası dönem ve 1946-1990 yılları arasıdır.35
Sander, Soğuk Savaş’ı en basit anlamıyla “İkinci Dünya Savaşından
sonra savaştan galip çıkmış iki büyük devlet ve bu devletlerin çevresinde
kümelenmiş küçük devletler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmanın doğrudan
birbirlerine karşı silah kullanmadan sürdürüldüğü belirli bir tarihsel döneme
verilen addır” olarak tanımlamış ve uluslarararası ilişkiler uzmanlarının
“Soğuk Savaş”, iki blok arasındaki ilişkilerde, blokların ve üyelerin
davranışlarını denetlemeye yönelik, taraflarca benimsenmiş kuralların
32
Mehmet Seyfettin Erol, “İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş”, Derleyen: Haydar Çakmak,
Uluslar arası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti., 2007, s.286
33
Çakmak, a.g.e., s.96.
34
André Fontaine, History of the Cold War: From the October Revolution to the Korean War,
1917-1950, Çeviren: D.D.Paige, NY. Pantheon Boks, 1968, s.4.
35
Çakmak, a.g.e., s.96.
19
bulunmadığı ve ilişkilerde tamamen güce dayanan davranışların egemen
olduğu bir dönemdir.” açıklamasına da değinmiştir.36
1.3.2. Soğuk Savaş’ın nedenleri:
Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin, haklı ve herkesin kabul
edebileceği bir düzeni kurmak yerine, paylaşım kökenli kendi çıkarlarını tercih
etmeleri sonucu ortaya çıkan “Versailles Düzeni”nin İkinci Dünya Savaşı’nı
hazırlayan nedenlerin önemli bölümünü oluşturması gibi İkinci Dünya Savaşı
sonrası yapılan Yalta Konferansında (4-11 Şubat 1945) Almanya’nın ABD,
İngiltere, Rusya ve Fransa arasında dörde bölünmesi de geçmişten ders
alınmadığını veya paylaşım hırsının,
dünyayı nerelere götürebileceği
konusunda karar vericilerin düşünme yeteneklerinin önüne geçebildiğini
göstermektedir.
İnsanlık tarihinin en kanlı ve yıkıcı savaşı olarak kabul edilen İkinci
Dünya Savaşı sonrası Potsdam Konferansında (17 Temmuz-02 Ağustos
1945) bir araya gelen galip devletler arasında savaş ittifakı bitmiş ve çıkar
çatışması başlamıştı.
ABD, İngiltere ve Rusya, savaş sonrası Avrupa’da
barışı ve güvenliği sağlamak üzere toplanmalarına karşın, barışın elde
edilmesinden çok kendi lehlerine çıkar elde etme yarışına girdiler. Galiplerin
Potsdam Konferansındaki
tutumları Yalta Konferansındakinden pek farklı
değildi.
1.3.3. Doğu ve Batı Bloklarının Ortaya Çıkışı
10 Şubat 1947’de imzalanan Paris Barış Anlaşmasıyla Avrupa ülkeleri
ikiye bölünerek Doğu ve Batı Blokları ortaya çıktı. Beyaz Rusya, Ukrayna,
Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Bulgaristan Doğu
Bloku’nu, Avrupa’nın diğer ülkeleri ise Batı Bloku’nu oluşturdu. Bu dönemde
yapılan sınır değişiklikleri, günümüzde hala varlığını sürdürmekte olan sınır
36
Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 6.baskı, Ankara, İmge Kitapevi Yayıncılık Paz. San. Ve
Ticaret Ltd .Şti., 1994, s.201.
20
sorunlarına yol açarak Avrupa Barışını ve güvenliğini bozmaktadır. Balkanlar
buna örnektir.37
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa devletleri yakın tarihinde ilk
kez uluslararası ilişkilerde “belirleyici aktör” konumlarını kaybetmişler ve
savaş öncesi dönemde uluslararası ilişkilerde belirleyici güç olmayan ABD ve
SSCB’nin “Süper Güçler” olarak ortaya çıkması iki kutuplu dünya düzeninin
başlangıcı olmuştur. 38
1.3.4. ABD’nin Sovyetler Birliği’ni Çevreleme Politikası
İki süper güç arasındaki rekabetin sonucunda Sovyetlerin Doğu
Avrupa ve Uzakdoğu’da yayılmaya başlaması üzerine ABD Başkanı Truman,
Mart 1947’de SSCB tehdidine maruz kalan ülkelere destek verme kararını
açıklamıştır.
Bundan iki ay sonra ABD Dışişleri Bakanı Marshall Avrupa
ülkelerini ekonomik olarak kalkındırma planını açıklamıştır. ABD’nin bu iki
planla Sovyetler Birliğini “çevreleme politikası” karşısında, Sovyetler de,
Sovyet
Rusya,
İtalya,
Fransa,
Polonya,
Macaristan,
Çekoslovakya,
Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan Komünist Partilerini 5 Ekim 1947’de
bir araya getirerek Kominform’u (Communist Information Bureau) ilan
etmişlerdir.39
Truman Doktrini ardından Kominform’un kurulması dünya politikasında
bir dönem noktası olmuştur.
Kominform ile birlikte Doğu Bloku resmen
ortaya çıkmış ve dünya iki bloğa ayrılmıştır. Soğuk Savaş Dönemi boyunca
iki blok arasındaki ilişkiler “gerginlik” ve “güç dengesi” üzerine kurulmuştur.
1.3.5. Yumuşama Dönemi (Detant)
Soğuk Savaş’ın en gergin yılları 1950’ler ve 1960’larda yaşanmıştır.
1962-1979 yılları yumuşama dönemidir.
Yumuşama (Detant) kavramını
Çakmak şöyle açıklar.
“Detant, Doğu ve Batı Blokları’nın aralarındaki ilişki ve rekabetin
37
Çakmak, a.g.e., s.94-96.
Erol, a.g.e., s.283.
39
Çakmak, a.g.e., s.90-100.
38
21
gerginliği sonucu yüksek tahribat gücüne sahip olmaları
nedeniyle kurdukları dengenin kendilerine büyük zararlar
vereceği
konusunda
ikna
olmaları
sonucunda
ilişkilerini
yumuşatma kararıdır.”40
1.3.6. 1980’li Yıllar-Düzenli Durum
1980’li yıllarda da iki blok arasındaki rekabet ve gergin ilişkiler
sürmüştür.
1980’lerden sonra, İkinci Dünya Savaşını izleyen 20-30 yıl
boyunca devam eden iki kutuplu bu düzenli durumun (kutupların güvenlik
şemsiyesi altında küçük devletlerin kendilerini güvende hissettiği ortam)
yavaş yavaş değiştiği ve dünyanın “çok merkezli” bir yapı kazandığı
görülmektedir.
1980’lerden sonra iki süper güç arasında silahsızlanma
anlaşmalarının, Soğuk Savaş’ın gerginlik politikasını bir nevi işbirliğine
dönüştürdüğüne tanık olunacaktır. “Bilişim Devrimi” sürecinin başlaması ve
Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov reformları sonucu, “Soğuk Savaş” adeta
yönetici
ve
yönetenler
sonlandırılacaktır.
arasındaki
anlaşmalar
ve
görüşmelerle
1989 yılındaki ayaklanmalar ve “Kadife Devrimler” diye
adlandırılan savaşsız geçiş süreci ertesinde, 1991’de SSCB’nin dağılması
“Soğuk Savaş”ın bitişini hazırlamıştır.41 Soğuk Savaş sonrası uluslararası
alanda “küreselleşme” tartışmaları ve “yeni güvenlik anlayışı” ortaya çıkmıştır.
40
41
Çakmak, “a.g.e.”, s.108.
Erol, a.g.e., s.285-288.
22
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI
2.1. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Gelişimi
2.1.1. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Gelişimi
ve Batı Avrupa Birliği’nin kuruluşu:
Batı Avrupa’daki ekonomik işbirliği alanında örgütlenmelerin askeri
ve siyasi alana doğru genişlemesine, Şubat 1948’de SSCB’nin desteği ile
Çekoslovakya’da gerçekleştirilen darbe yol açmıştır.42
Şubat 1948 Prag darbesini müteakip Haziran 1948’de Berlin’in SSCB
tarafından ablukaya alınması tüm Avrupa’da endişe yaratmıştır. Daha önce
04 Mart 1947’de Dunkerk Antlaşması’yla SSCB’ne karşı ortak savunmaya
geçen İngiltere ve Fransa’ya, Hollanda, Lüksemburg ve Belçika’nın da
katılmasıyla Batı Avrupa Savunma Topluluğu kurulmuş ve 17 Mart 1948’de
bu beş Batı Avrupa ülkesi Brüksel Antlaşması olarak adlandırılan “Ortak
Savunma, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşbirliği Antlaşması”nı imzalayarak
Batı Avrupa Birliği’nin temelini atmışlardır. Daha sonra bu oluşuma Federal
Almanya ve İtalya da katılmış ve 23 Ekim 1954’de imzalanan Paris
Antlaşması’yla, Brüksel Antlaşması “Batı Avrupa Birliği” adını almıştır.
Brüksel Antlaşması, tarafların hava güçlerinin tek bir çatı altında
toplanmasını, askeri araçların ortak üretimini, Ruhr bölgesinin kolektif
savunulmasını düzenlemiş olmakla birlikte İngiltere ve Fransa’nın Avrupa
savunması için ABD’nin desteğini zorunlu görmeleri dolayısıyla başarılı
olamamıştır.
Öte yandan, Şubat 1948’deki SSCB destekli Prag darbesi ardından
Haziran 1948’de Berlin’in SSCB tarafından ablukaya alınması, ABD’nin
42
İrfan Kaya Ülger, Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme – Ortak Dış Politika ve Güvenlik
Politikasının Oluşumu, Ankara , Gündoğan Yayınları, 2000, s. 54.
23
Avrupa güvenliğine ilişkin endişelerini su yüzüne çıkarmış ve Avrupa
güvenliğine
ilişkin
politikasının
değişmesine
yol
açarak
(ABD
Senato’sundaki ABD’nin Avrupa güvenliğinde rol almasını istemeyen
izolasyon (yalnızcılık) yanlılarının fikirlerindeki değişiklik) NATO’nun kurulma
aşamasına gelinmiştir.
11 Haziran 1948’de ABD Senatosu tarafından kabul edilen
Vandenberg kararı ile hükümete barış zamanında Amerika kıtası dışında
askeri ittifak antlaşmaları imzalama yetkisi verilmiştir. Müteakiben, 2 Kasım
1948 tarihinde Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere (Brüksel
Antlaşması’na taraf olan devletler) ile ABD ve Kanada arasında, SSCB’ne
karşı oluşturulacak askeri bir örgütün kurulması hakkında görüşmeler
başlamıştır.
24 Nisan 1949 tarihinde NATO’yu kuran Washington
Antlaşması imzalanmıştır.43
Bu nedenle Batı Avrupa Birliği umulan ilgi ve rolü oynayamamıştır.
NATO’nun kurulması ile önemini yitirmiş olan BAB güvenlik alanında etkili
olmaksızın varlığını sürdürmeye devam etmiştir. BAB Antlaşması’nın 4.
Maddesinde NATO ile sıkı işbirliğine gidileceği belirtilmiş, görev çakışmasını
önlemek amacıyla BAB Konseyi ve Ajansı’nın sahip oldukları tüm bilgi ve
görüşleri NATO askeri birimlerine iletmeleri öngörülmüştür. Bu karmaşık
yapının nedeni ise o dönemde, ABD’nin askeri güvencesinin Batı Avrupa
Devletleri bakımından öncelik taşımasıdır.
Soğuk Savaş dönemi boyunca BAB ile ilgili önemli bir gelişme
olmamıştır. Avrupa savunması, temelde NATO çerçevesinde şekillenmiştir.
BAB’ın
yeniden
ön
plana
çıkması
Varşova
Paktı
ve
SSCB’nin
dağılmasından sonra gerçekleşmiş, 1992 yılında imzalanan Maastricht
Antlaşması ile AB ile BAB arasında organik bağ kurulmuştur.44
1999 Köln Zirvesi’nde dönemin koşulları ve BAB’ın etkisizliği dikkate
alınarak AB ile bütünleşme kararı alınmıştır. BAB’ın yürüttüğü görevleri,
çalışanlarıyla birlikte AB’ye devredilmiş ve tarihi bir örgüt işlevini yitirmiştir.45
43
Özdal, Genç, a.g.e., s.64.
Ülger, a.g.e., s. 56.
45
Çakmak, a.g.e., s. 168.
44
24
Batı Avrupa’da siyasal işbirliğine ve dolayısıyla savunma ve güvenlik
konularında daha özgün bir yapıya kavuşabilmenin, bozuk ekonomilerinin
düzeltilmesi sonucu mümkün olabileceğinin farkına varan
ülkeleri öncelikle ekonomik entegrasyonu amaçlamışlardır.
batı Avrupa
Ekonomik
bütünleşmenin giderek siyasal bütünleşmeyi sağlayabileceğini ve daha
sonra Avrupa güvenlik mimarisinde kalıcı bir yapılanma sağlanabileceği
düşüncesi Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun (AKÇT) kurulmasına yol
açmıştır.46
Savaş öncesi Almanya’nın denetiminde olan Ruhr ve Saarland
havzalarının statüsünden rahatsız olan Fransa, bu bölgelerin o zamanki
sanayi için hayati önem taşıyan kömür ve çelik zenginliği nedeniyle,
uluslararası yönetim altına alınmasını ve Almanya’nın Avrupa sistemi içine
alınarak kontrol altında bulundurulmasını istiyordu.
Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950’de
bir bildiri yayınlayarak, kömür ve çelik üretiminin ulusüstü bir örgütün
denetimine girmesini önermiştir.
“Schuman Planı” olarak bilinen tarihsel
uzlaşmayla, 18 Nisan 1951’de Paris’te Almanya, Fransa, İtalya, Belçika,
Hollanda ve Lüksemburg’un katılımı ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu
(AKÇT) kuran antlaşma imzalanmıştır.47
Ekonomik
amaçlara
yönelerek
sınırlı
ekonomik
bütünleşmeyi
öngören AKÇT, kömür ve çelik sektöründe başarılı olmuştur. Böylece,
kazandığı ekonomik başarı sayesinde, dayandığı siyasal amacı da yerine
getirerek
Fransa
sağlamıştır.
bütünleşmeye
ve
Batı
Almanya’nın
birbirlerine
yakınlaşmalarını
AKÇT örneği, Batı Avrupa’da barışa, refaha ve siyasal
giden
yolun,
uzun
vadeli
bir
ekonomik
bütünleşme
hareketinden geçeceğini, başlangıçtaki kuruluş düşüncesine paralel olarak
ortaya koymuştur.48
Bu doğrultuda, AKÇT’nin kurucu üyeleri olan Almanya, Fransa,
Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, 1957’de Roma’da, üye ülkeler arasında
atom enerjisi alanında işbirliğine gidilmesini öngören Avrupa Atom Enerjisi
46
Gürkaynak, a.g.e., s. 162.
Ülger, a.g.e., s.57.
48
B.Esra Çayhan, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”, Akdeniz İ.İ.B.F.Dergisi,
Sayı 3, 2002, s.44.
47
25
Topluluğu (AAET)’nu (European Atomic Energy Community-EURATOM) ve
yine üye ülkeler arasında ekonomik bütünleşmeyi öngören Avrupa
Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmuşlardır. Roma Antlaşması ile kurulan
AAET ve AET, Paris Antlaşması ile kurulan AKÇT gibi ulusüstü yapıda
örgütlenmiştir.
Roma Antlaşması ile, AKÇT’nin
organlarından Adalet
Divanı ve Parlamentosu’nun aynı zamanda AET ve AAET için de faaliyette
bulunması kararlaştırılmıştır. Avrupa Toplulukları olarak adlandırılan bu üç
örgütün tüm organlarının birleşmesinde ikinci aşama, 1965 yılında
imzalanarak 1 Temmuz 1967 yılında yürürlüğe giren Füzyon Antlaşması ile
tamamlanmıştır. Füzyon Antlaşmasına göre her üç Topluluk için tek Konsey
ve tek Komisyon kurulması kabul edilmiştir.
AKÇT, EURATOM ve AET
zaman içinde “Ortak Pazar”, “Avrupa Toplulukları” ve “Avrupa Topluluğu”
olarak adlandırılmıştır. Maastricht Antlaşmasının yürürlüğe girdiği 1 Kasım
1993 tarihinden itibaren de bu üç örgütün yerine Avrupa Birliği denilmiştir.
Ancak, 1993 sonrasında ortaya çıkan üç sütunlu yapı içerisinde ulusüstü
nitelik taşıyan birinci sütunu ifade etmek üzere Avrupa Toplulukları kavramı
kullanılmaktadır.49
Avrupa Topluluklarını kuran her üç antlaşmanın önsözlerinde, Batı
Avrupa ülkelerinin ekonomik ve sosyal gelişmelerine öncelik verilmiş, ortak
dış politika ve savunma politikalarına değinilmemiş olmakla birlikte dolaylı
olarak atıfta bulunulmuştur.
Örneğin, AKÇT’yi kuran 1951 Paris
Antlaşmasının önsözünde “dünya barışının ancak onu tehdit eden
tehlikelere karşı harcanacak yaratıcı çabalarla sağlanabileceği”, “barışçı
ilişkiler ve beynelmilel medeniyetin korunması için uyumlu bir Avrupa’nın
zorunlu olduğu” ifadeleri yer almıştır.50 AET’yi kuran 1957 Roma
Antlaşmasında da benzer ifadeler dikkati çekmektedir. Şöyle ki:
-
Avrupa halkları arasında giderek daha güçlü biçimde kurulacak
bir birliğin temellerini atmak,
-
Avrupa’yı bölen engelleri kaldırarak ülkelerin ekonomik ve sosyal
gelişimini ortak eylemlerle sağlamak,
49
50
Ülger, a.g.e., s.58.
Güngüğur, a.g.e., s.6-7.
26
-
Bölgeler arasındaki ekonomik dengesizlikleri en aza indirmek
suretiyle uyumlu kalkınma sağlamak ve ekonomik bütünlüğü
güçlendirmek, ortak dış ticaret politikası sayesinde uluslararası
ticaretteki kısıtlamaları kademeli bir şekilde kaldırmak,
-
Halkların çalışma koşullarını ve hayat standartlarını iyileştirmek
için sürekli çaba harcamak,
-
Dengeli ticari ilişki ve adil rekabetin önündeki engelleri kaldırmak,
-
Ortak dış ticaret politikası izlemek suretiyle uluslararası ticarette
yaşanan kısıtlamaların kaldırılmasına katkı sağlamak,
-
Avrupa ile denizaşırı ülkeler arasında dayanışmayı artırmak ve
denizaşırı yerlerin BM Ana Sözleşmesindeki ilkeler gereğince
yaşam düzeyini yükseltmek,
-
Barış ve özgürlüğün korunmasını sağlamak ve kendi amaçlarını
benimseyen öteki Avrupa halklarını da ortak olmaya çağırmak.
Kurucu antlaşmalarda, temel amacın ekonomik bütünleşme olduğu
açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, siyasal bütünleşmeye de “giderek daha
güçlü biçimde kurulacak birlik” kavramıyla dolaylı olarak değinilmiştir.
Sözkonusu kurucu antlaşmalarla İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde Batı Avrupa’da gerçekleştirilmesi planlanan işbirliğinin, temelde
ekonomik güçlenmeye dayanması gerektiği benimsenmiştir.
Ekonomik
bütünleşmeye ulaşılmasını müteakip, aşama aşama siyasal bütünleşmeye
geçilebileceği ve böylece ortak güvenlik ve savunma politikalarının
başlatılabileceği gerçeği kabul edilmiştir.51
2.1.2. “Avrupa Ordusu” düşüncesi – “Pleven” Planı:
Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Politik (Siyasi) Topluluğu
Girişimi.
AKÇT Antlaşması mimarlarından Jean Monnet’in de katkılarıyla
hazırlanan ve dönemin Fransa Başbakanı René Pleven’in adıyla anılan
Pleven Planı’nın temel amacı, ulusüstü yapıda Avrupa Savunma Topluluğu
51
Gürkaynak, a.g.e., s.165-166.
27
(AST) oluşturulmasıdır.52
Pleven Planı’na göre Almanya yeniden
silahlanacak ancak, kendi başına bırakılmayarak AKÇT modeline benzer bir
oluşum içinde Doğu Bloku’na karşı Avrupa savunmasına katılacaktı.
NATO’nun 1949 yılında kurulmuş olmasına karşın ABD’nin de desteklediği
Pleven Planı, eşgüdüm için ortak bir Genelkurmay kurulması ve Bir Avrupa
Savunma Bakanı atanması fikrini öngörmüştür. 53
Pleven Planı’nın ayrıntıları 15 Şubat 1951’de, Paris’te NATO ülkeleri
ile Almanya’nın katıldığı konferansta ele alınmış ve 1 Şubat 1952’de
anlaşma taslağı hazırlanmıştır.
Bu taslakta, bir saldırı anında tarafların
birbirlerine yardım garantisi, anlaşmaya taraf devletler arasında ayırım
yapılmaması ve ortak komutanlık altında bir ordu kurulması konularına yer
verilmiştir. Ayrıca, katılan tarafların deniz ötesi birliklerini dışında kalan tüm
kara, hava ve deniz kuvvetlerinin, oluşturulacak Avrupa Savunma
Topluluğu’na (AST) bağlı olması öngörülmüştür.
Önemli konulardaki kararların oybirliğiyle, diğerlerinin ise 2/3
çoğunlukla alınması kuralının benimsendiği AST’da üye devletlerin topluluğa
sağladıkları mali katkıyla oy ağırlıkları arasında bağlantı kurulmuş ve
denetim görevi Parlamento’ya verilmiştir.
AST Antlaşması 20-25 Şubat
1952’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısında üye ülkeler tarafından
onaylanmış ve 27 Mayıs 1952’de Paris’te imzalanmıştır.
Ancak, taraf
ülkeler arasındaki görüş ayrılıkları Antlaşma imzalandıktan sonra da devam
etmiştir.
İngiltere, antlaşmanın ulusüstü yapıda olmasına karşı çıkmış;
Fransa,
üye ülkeler arasında önce dış politikada birlik sağlanması
gerektiğini öne sürmüş; Almanya ise, egemenlik haklarını kazanmasıyla
antlaşma arasında doğrudan bağlantı kurulduğu için itiraz etmemiştir.54
Avrupa, Avrupa Savunma Topluluğu ile birlikte kısa sürede yepyeni
bir sürece girmeyi planlamaktaydı. Avrupa Savunma Topluluğu projesinin
onay aşamasına geldiğinde Fransa’nın ortaya attığı, savunma alanındaki
yeni yapılanmanın ön şartı olarak Avrupa Politik Topluluğu-APT (veya
52
Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.207.
Günuğur, a.g.e., s. 14.
54
Çaşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.208.
53
28
Avrupa Siyasi Topluluğu) kurulması görüşü diğer 5 devlet (Almanya,
Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya) tarafından uygun bulunmuştur.
Avrupa Politik Topluluğu kurucu antlaşma taslağı büyük ölçüde AKÇT
modeline benzer biçimde idi. Bir nevi kurucu meclis niteliği taşıyan APT
Parlamentosunun 1953-1954 yıllarındaki toplantısında, parlamentoya “Ad
Hoc Meclis” adı verilmişti. Sözkonusu meclisin hazırladığı antlaşma projesi
taslağı “Avrupa Federal Devleti” modeline yakın bir hukuksal yapının
temellerini atmıştı.
Antlaşma taslağında, ayrıntıya girilmeksizin aceleyle
hazırlanan Federal Devlet benzeri kurum, dış ve savunma politikalarında
karar almada yetki sahibi olacak, ekonomi ise tüm sektörleri içine alacak
şekilde kurulacak bir “ortak pazar”la işletilecekti. Yürütme erki, bağımsız
nitelikteki “Avrupa Hükümeti” ile üye devletlerin ulusal hükümetleri
tarafından ortaklaşa yürütülecekti. Parlamento, halk tarafından seçilecek
“Temsilciler Meclisi” ve üye devletlerin parlamentolarının temsilcilerinden
oluşacak “Meclis”ten olmak üzere ikili yapılı olacaktı.
Yürütme erki ile
parlamento
rejimlerdeki
arasındaki
yürütülmesi yönündeydi.
ilişkiler,
diğer
parlamenter
Ad Hoc Meclis’in,
gibi
federal devlet yapısındaki
antlaşma taslağını hazırlarken üye devletlerin ulusal parlamentolarının
temsilcilerinin düşüncesini hiç dikkate almamış olduğu, sözkonusu projenin
sadece hükümetler tarafından değil, üye ülke halkları tarafından da
tartışılma sürecinde
çok belirgin biçimde ortaya çıkmıştır.
Özellikle
Fransa’da doruğa çıkan APT Kurucu Antlaşma Taslağı karşıtı görüşler,
Avrupa’ya bir çeyrek yüzyılda iki dünya savaşı yaşatan Almanya’nın yeniden
silahlandırılmasını kabullenemiyor ve egemenlik yetkilerinin Avrupa Politik
Topluluğuna
görüyorlardı.
devredilmesini
ulusal
egemenliklerinin
kaybı
niteliğinde
Kamuoyu desteğini arkasına alan “Avrupa karşıtları”,
“Avrupacılar”a karşı güçleniyordu.
Fransa’da “De Gaulle’cü Hareket
Kuşağı” ile Komünistler, farklı gerekçelerle de olsa Avrupa Savunma
Topluluğu ve Avrupa Politik Topluluğu’na karşı birleşmişlerdi. De Gaulle’cü
Hareket Kuşağı, Fransa’nın ulusal egemenliğini yitireceği, Komünistler ise
ABD ve Almanya’nın “Avrupa’yı ele geçireceği” düşüncesiyle APT’ye karşı
idiler.
29
Fransa’da bu tartışmalar yaşanırken, Almanya, Belçika, Hollanda ve
Lüksemburg parlamentoları Avrupa Savunma Topluluğu Antlaşmasını
onaylamışlardı. İtalya’da ise, ulusal istikrarsızlıktan kaynaklanan gecikme
dolayısıyla AST Antlaşması İtalyan parlamentosu tarafından henüz
onaylanmamıştı. 55
Fransa, antlaşmayı onaylama sürecinde “yorumlayıcı protokoller”
hazırlayarak
değişiklik çabasına girmiş, Fransa’nın bu tutumu diğer
ülkelerin tepkisini çekmiş ve Fransız hükümetinin istediği ek güvenceler
abartılı bulunmuştu. Bu arada Hindi-Çin’de patlak veren olayların etkisiyle,
Fransa Parlamentosu, AST Antlaşmasını 30 Ağustos 1954 tarihinde De
Gaulle’cü milletvekillerinin oylarıyla veto etmiştir. Böylece Avrupa Savunma
Topluluğu Antlaşması’nın yanı sıra Avrupa Politik Topluluğu projesi de rafa
kaldırılmış oluyordu.
Kendi ülkesi olan Fransa’da Avrupa bütünleşmesi yolunda son
derece önemli bir aşamanın bu şekilde geri çevrilmesi, “Avrupa’nın babası”
olarak bilinen Jean Monnet’in AKÇT Yüksek Otorite başkanlığından istifa
etmesine yol açmıştır.
Avrupa Savunma Antlaşması’nın veto edilmesi ve dolayısıyla Avrupa
Politik Topluluğu’nun hayata geçirilmemiş olması yukarıda AAET ve AET’nin
kuruluşunda da açıklandığı üzere “siyasi ve askeri bütünleşme” gibi daha
çok egemenlik devrini gerektiren “üst yapı” entegrasyonu yerine, daha az
egemenlik devrinin sözkonusu olduğu “ekonomik bütünleşme”, yani “alt
yapı” entegrasyonuna öncelik verilerek sonraki aşamalarda ortak güvenlik
ve savunma politikalarına geçilebileceği fikri, Altılar’ın 1-3 Haziran 1955
tarihinde
İtalya’nın
Messina
kentinde
gerçekleştirdikleri
“Messina
Konferansı”na da egemen olan gerçekçi bir yaklaşım olmuştur.
İşte bu gerçekçi yaklaşım doğrultusunda Belçika Başbakanı Paul
Henri Spaak başkanlığında kurulan “Spaak Komisyonu”, ekonominin
tümünü kapsayan ve gümrük birliğine dayanan AET antlaşması ile nükleer
55
Günuğur, a.g.e., s.14-16.
30
enerji gibi rekabetten çok işbirliğinin ön plana çıktığı AAET antlaşmasını
hazırlamışlardır.
25 Mart 1957 tarihinde Roma’da imzalanarak 1 Ocak 1958 tarihinde
yürürlüğe giren Roma Antlaşmasıyla kurulan AAET sektörel bazda
bütünleşme modeliyle, üye devletler arasında “işbirliğini” ön plana
çıkarmaktadır.
AET Antlaşması, siyasal konulardan çok ekonomik bütünleşme
olgusuna önem vermiş ve bu amaçla gerekli düzenlemeleri ortaya
koymuştur.
Önce, kurucu ülkeler arasında “Gümrük Birliği”, “Miktar
Kısıtlamaları”nın kaldırılması, “Malların, Kişilerin, Hizmetlerin ve Sermayenin
(dört özgürlük)” serbest dolaşımı, “Ortak Politikalar”ın uygulanması ile
“Ekonomik Entegrasyon”dan “Ekonomik Birlik”e geçiş, “Avrupa Merkez
Bankası” ve “Ortak Para Birimi-Euro” uygulamaları gerçekleştirilmiştir.
Sosyo kültürel boyut olarak “Avrupa Vatandaşlığı”, siyasal ve askeri boyut
olarak “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası-ODGP”, yönetimsel ve yargısal
boyut olarak “İdari ve Adli İşbirliği” Maastricht Antlaşması ile Avrupa
Birliği’ne dahil edilmiştir.56
Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na geçmeden önce
Avrupa Toplulukları bünyesinde siyasal birlik düşüncesinin gelişimine
değinilmekte yarar görülmektedir.
2.1.3. Avrupa’da Siyasal İşbirliği: Davignon (Lüksemburg) Raporu
1-2 Aralık 1969 tarihlerinde Fransa Cumhurbaşkanı G. Pompidou’nun
girişimleriyle Lahey’de bir araya gelen AT Devlet ve Hükümet Başkanları
konferansında, Pompidou’nun, İngiltere’nin tam üyelik başvurusunun Fransa
tarafından destekleneceğini belirtmesi üzerine konferansta oluşan olumlu
hava, siyasi birlik çalışmalarını da bu yönde etkilemiş ve savunma dışında
kalan konularda, Topluluk üyesi ülkeler arasında siyasi işbirliğinin gerekliliği
üzerinde durulmuştur.
56
Günuğur, a.g.e., s.18-21.
31
27 Ekim 1970 tarihinde, başkanlığını Belçikalı Büyükelçi, Siyasi
Direktör Vicomte Etienne Davignon’un yaptığı bir seri
görüşmeler
sonucunda “Lüksemburg Raporu” olarak da bilinen “Davignon Raporu”,
Avrupa Toplulukları üyesi Devletlerin Devlet veya Hükümet Başkanlarına
sunulmuştur. Davignon Raporu’nda dış politika alanında işbirliği hedefine
ulaşmak icin, Dışişleri Bakanlıkları arasında düzenli bilgi alış verişi ve
görüşmelerle uluslararası sorunlara ortak tepki vermek, ortak tutum
benimsenmesi ve gerektiği takdirde ortak eylemler gerçekleştirilmesi
belirlenmiş ve siyasi işbirliği düşüncesinin önemi, “Paris ve Roma
Antlaşmaları”nın dibaçelerindeki ruha uygun olarak belirtilmesi gereken ilk
gerçek şudur ki; siyasi birlik iradesi Avrupa Topluluklarının ilerlemesinde her
zaman itici güç olmuştur” ifadesiyle vurgulanmıştır. 57
Davignon raporunda
yukarıda belirtilen işbirliği hedeflerinin gerçekleştirilmesi için,
· Üye devletlerin Dışişleri Bakanlarının her altı ayda bir dış
politika sorunlarını görüşmek üzere bir araya gelmeleri.
· Üye devletlerin Dışişleri Bakanlıkları Siyasi İşler Müdürlerinden
oluşacak Siyasal Komitenin yılda en az dört kez toplanarak
Dışişleri Bakanları tarafından alınan kararları hazırlamaları ve
alınan kararları ifa etmeleri,
· Siyasal
Komite
toplantıları
ve
üye
devletlerin
Dışişleri
Bakanları düzeyinde yapılacak işbirliği çalışmalarında uluslar
arası sorunlar ve dış politika alanına giren tüm önemli
hususların ele alınacağı,
belirtilmiştir.
Sözkonusu hedeflerden de görüleceği üzere ortak savunma ve kültür
alanlarına değinmeksizin Toplulukların ortak dış politika izlemesi gereği
üzerinde durulmuştur. 1970 ve 1980’lerde topluluğun sürdürdüğü siyasi
işbirliği, “ortak dış politika” ile kısıtlıdır. Topluluk adına ortak tavır alınması,
ortak bildiriler yayınlanması gibi ortak kavramlar, ekonomik bütünleşme ile
57
Özdal, Genç, a.g.e.,s. 92-93.
32
kıyaslandığında önemsiz kalmıştır.58 Ancak, Davignon Raporunun önemi
ise şudur:
Avrupa Siyasi İşbirliğinin oluşturulduğu bu raporla tüm üye
devletler, bağlayıcı bir taahhüt altına girmeden dış politika ile ilgili tüm
konularda birbirleriyle danışmalarda bulunmayı kabul etmişlerdir.59
Davignon Raporu ile, bağlayıcı taahhüt altına girmeksizin “Avrupa
Dış Politika”sı oluşturma çabasını yürüten üye ülkelerin “Ortak Dış Politika”
uygulama sorumluluğunu üstlenmeleri, 1987 yılında yürürlüğe giren “Avrupa
Tek Senedi” ile sağlanmıştır.
2.1.4. Avrupa Tek Senedi:
1986 yılında imzalanarak 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek
Senedi (ATS) ile Avrupa Siyasi İşbirliği’nin hükümetlerarası yapıya dayanan
oluşumu ilk kez yazılı metinlere girmiştir. Avrupa Tek Senedi, üye devletler
arasındaki siyasal işbirliğini, ekonomik bütünleşme ile aynı düzeyde ve
önemde kabul etmesinden dolayı bir “ilk” nitelik taşımaktadır. Avrupa Tek
Senedi’ne “tek” denmesinin nedeni bu niteliğinden kaynaklanmaktadır. 60
Dış politika alanında Avrupa işbirliği, ATS’nin Bölüm III. Madde :
30/1’de belirtilmiştir: Avrupa Toplulukları üyesi Yüksek Akit Taraflar, birlikte
bir Avrupa dış politikası belirlemeye ve bunu uygulamaya çalışırlar.
Buradaki yüksek akit taraflar deyimi, Avrupa Savunma İşbirliğinin
hükümetlerarası niteliğini belirtmektedir. ATS metninde “üye ülkeler” terimi
yerine “yüksek akit taraflar” terimi kullanılması, Avrupa Tek Senedinin
uluslarüstü bir yapıda olmadığını vurgulaması açısından önemlidir.
Avrupa güvenliği konusu ise, ATS’nin Bölüm III. Madde 30/6’nın (a),
(b), (c) fıkralarında belirtilmiştir:
a) Yüksek Akit Taraflar, Avrupa güvenliğini ilgilendiren konularda
daha yakın bir işbirliğinin dış politika konusunda bir Avrupa
kimliğinin
gelişmesine
çok
önemli
katkıda
bulunacağı
kanısındadırlar. Yüksek Akit Taraflar, güvenliğin ekonomik ve
58
Çayhan, a.g.m. , s.45.
Ülger, a.g.e., s.65.
60
Özdal, Genç, a.g.e., s. 106.
59
33
politik yönleri üstüne tavırlarını daha yakın biçimde koordine
etmeye hazırdırlar.
b) Yüksek Akit Taraflar, güvenlikleri için gerekli olan teknolojik ve
sınai koşulları muhafaza etmeye azmederler. Bu amaçla ulusal
düzeyde olduğu kadar, belirtilen durumlarda yetkili kurumlar ve
organlar içinde de çalışırlar.
c) Bu başlıkta yer alan hükümler, Yüksek Akit Taraflardan bazıları
arasında Batı Avrupa Birliği ya da Atlantik İttifakı çerçevesinde
güvenlik konusunda daha yakın bir işbirliğinin varolmasına engel
teşkil etmezler.61
Yukarıdaki maddelerin incelenmesinden görüleceği üzere Avrupa
güvenliği konusu, Avrupa Birliği kayıtlarına hukuken ilk kez Avrupa Tek
Senedi
ile
girmiş
olmakla
birlikte,
güvenliğin
askeri
boyutlarına
değinilmemiştir.
Avrupa Tek Senedi sürecinde de, ATS üyesi olan bir çok devletin
güvenlik alanındaki temel kaynaklarını,
taraf oldukları askeri ittifakların
oluşturduğu görülmektedir.
ATS’nin Bölüm III, 30.madde, 6.paragrafın (a) ve (b) maddelerinde
belirtilen güvenlik konusundaki ekonomik, siyasi ve teknolojik unsurlar üye
devletlerin ulusal egemenliklerinden feragat ederek, Avrupa Siyasi İşbirliği
sürecinde bir Askeri Güvenlik İttifakı oluşturmaya Avrupa Tek Senedi
çerçevesinde de rıza göstermediklerini, ulusal güvenliklerini üyesi oldukları
askeri örgütlere dayanarak sağladıklarını ortaya koymaktadır.
1986 yılında imzalanarak 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek
Senedi’nin, Avrupa Toplulukları üyesi devletler arasında siyasi işbirliğine
önemli katkıları olmuştur.
61
SINGLE EUROPEAN ACT, Official Journal of the European Communities, No L 169/1, June 29,
1987, (Erişim) http:/docs.google.com, www.jarosz.edu.pl/LSC_materialy/Single European Act, pdf,
04 Mart 2010, s .20-21.
AVRUPA TEK SENEDİ, İKV: 43 İstanbul, Eylül 1987, (Erişim)
http://www.bumko.gov.tr./DENETİM/Genel 05 Mart.2010, s.25-27.
34
Ancak, ATS’nin yürürlüğe girmesinden iki yıl sonra,
1989 yılında
Berlin Duvarı’nın yıkılması, Doğu Bloku’nda yaşanan devrimler sonrası
Varşova Paktı’nın lağvedilmesi ve
1991 yılında SSCB’nin dağılmasını
müteakip Batı dünyasında ortak düşman korkusu kalmamış, SSCB’nin Batı
Avrupa’ya yönelik tehdit konumu sona ermiştir. Soğuk Savaş döneminde
güvenliği ABD liderliğindeki NATO tarafından karşılanmış olan Batı Avrupa
ülkeleri eski Doğu Bloku’na mensup komşularıyla, özellikle Almanya’nın eski
Doğu Bloku komşularıyla yakın siyasi ve ekonomik işbirliği içine girmesi Batı
Avrupa’da endişe yaratmıştır. Avrupa Topluluğu çevrelerinde, topluluğun
siyasal yapısında reform yapılması, ortak dış politikanın kapsamının
geliştirilmesi,
Almanya’nın
“Avrupa”sı
yerine,
“Avrupa’lı
Almanya”
oluşturulmasının önemi başta Fransa olmak üzere AT ülkeleri tarafından
genel olarak kabul edilmiştir.62
Bu arada 2 Temmuz 1990’da Kuveyt’in Irak tarafından işgali ardından
patlak veren Körfez Savaşı sırasında AT ülkelerinin tutumları, AT dış
politikasındaki karmaşayı ortaya çıkarmıştır. Eski Yugoslavya’da yaşanan
silahlı çatışmalar, dönemin AT’yi oluşturan 12 ülkesini çözümler üretmeye
ve adım adım Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) oluşturmaya
zorlamıştır. İki Almanya’nın birleşmesi sonucu, daha çok nüfuslu bir
Almanya’nın
Topluluğa
daha
çok
hakim
olması
durumunu
ortaya
çıkaracaktı. Batı Avrupa bütünleşmesinin amacı Almanya’nın kontrol altına
alınması iken birleşen Almanya sonrası, Topluluk Almanya’nın kontrolü
altına girme tehlikesi ile karşılaşmış ve böyle bir olasılığı engellemek için
Belçika’nın önerisiyle, ODGP Maastricht Antlaşması ile kabul edilmiştir.63
2.1.5. Maastricht Antlaşması:
Doğu Bloku’nun yıkılışından hemen sonra 27 Şubat 1990’da
Brüksel’de AB ve ABD yönetimi uluslararası yeni durumu görüşmek üzere
bir araya gelerek yılda iki kez zirve toplantıları yapılması, işbirliğinin
güçlendirilmesi ve soğuk savaş sonrası ortaya çıkan olayların birlikte
62
63
Ülger, a.g.e., s. 85.
Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.346.
35
değerlendirilmesi kararını almışlardır. Temmuz 1990’da Londra’da yapılan
NATO Zirve’sinde, Varşova Paktı üyelerinin artık düşman olmadıkları beyan
edilmiştir. Kasım 1990’da Paris’te Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinin
katılımıyla gerçekleştirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK)
zirvesinde ABD ve Avrupa Toplulukları üyesi ülkeler, aralarındaki öncelikler
ve işbirliğini belirleyen Transatlantik bildirisini imzalamışlardır. Ancak,
Avrupa güvenliğinin Avrupalılar tarafından yapılması gerektiğini her fırsatta
dile getiren Fransa ve Almanya önderliğinde, 10 Aralık 1991 tarihinde
Hollanda’nın Maastricht kentinde yapılan AB Zirvesi’nde Avrupa Birliği ve
Avrupa güvenliği konusunda önemli kararlar alınmıştır.64
7 Şubat 1992 tarihinde Avrupa Toplulukları üyesi Devletlerin
temsilcileri tarafından imzalanan ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren
Maastricht Antlaşması (Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması – ABKA) ile
Avrupa Birliği kurulmuştur.
Avrupa Birliği, üye devletler arasında dayanışmayı sağlayarak
ilişkileri
bütünleştirme görevi bağlamında,
Birlik Kurucu
Antlaşması
düzenlemeleri itibariyle
a) Avrupa Toplulukları (Ekonomik ve Parasal Birlik),
b) Ortak Dış Politika, Ortak Güvenlik ve Savunma,
c) Adalet ve İçişleri Alanında İşbirliği (Hukuki Yapı),
üç sütun üzerine kurulmuştur.
Maastricht Antlaşması’nın Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına getirdiği
temel yenilik Avrupa Toplulukları için yaşamsal önem taşıyan konularda
ortak eylem mekanizması oluşturulması ve en önemlisi, Soğuk Savaş
döneminde iki kutuplu sistemin yapısından dolayı NATO’nun gölgesinde
etkinlik gösterememiş olan Batı Avrupa Birliği (BAB)’nin yeniden faaliyete
geçirilmesinde Avrupa Toplulukları içinde Fransa, Almanya, Belçika ve
Lüksemburg’un dahil olduğu Avrupacı kanat ile İngiltere, İtalya, Danimarka
ve Hollanda’nın desteklediği Atlantikçi kanat arasında zorlu görüşmeler
cereyan etmiştir. Fransa ve Almanya, Avrupa Topluluğu’nun savunma
64
Çakmak, a.g.e., s. 71-73.
36
konusunda
gerçek
bir
özerkliğe
kavuşturulması
tezini
ısrarla
savunmuşlardır. Ancak bu teze, NATO’nun Avrupa güvenliğindeki ağırlıklı
rolüne dokunulmaması ve Avrupa güvenliğinde hali hazırdaki yapının
korunacak şekilde bir yaklaşım benimsenmesi gerektiği görüşünde olan
İngiltere, İtalya, Hollanda, Danimarka ve İrlanda karşı çıkmışlardır.65
Avrupa Birliği’nin güvenliğinin sağlanmasında BAB’ın rolü konusunda
da her iki taraf arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte BAB’ın
güvenlik ve savunma konularında gerekliliği tüm üyeler tarafından kabul
edilmekte idi.
BAB konusundaki görüş ayrılıkları, BAB’a biçilecek rolün
niteliği konusunda idi.
Fransa ve Almanya, BAB’ın siyasal birliğin
araçlarından biri olması, dolayısıyla AB ile BAB arasında ast-üst ilişkisi
olması, BAB’ın AB tarafından belirlenen amaçlara uygun hareket etmesini
öngörüyorlardı. İngiltere ve İtalya tarafından ileri sürülen görüşe göre ise,
BAB’ın AB’nin savunma boyutunu temsilinin yanı sıra NATO’nun Avrupa
ayağını güçlendirme faaliyetinde bulunması öneriliyordu. Bu durumda AB
ile BAB arasında alt-üst ilişkisi sözkonusu olmayacak ve BAB, NATO
kararlarına karşı gösterdiği hassasiyeti Devlet ve Hükümet Başkanlarından
oluşan Avrupa Konseyi kararlarına karşı da gösterecekti. Atlantikçi kanadın
görüşü, Avrupa savunma politikasının
NATO savunma politikasıyla
bağdaşması ve henüz AB’ye üye olmayan, NATO üyeleri Türkiye, Norveç
ve İzlanda’nın da BAB’ın çalışmalarına katılması yönünde idi .
Uzun ve çekişmeli görüşmeler sonunda, Maastricht Antlaşması ile,
BAB Avrupa Birliği’nin savunma boyutu taşıyan karar ve eylemlerini ifa
edecek kurum olarak kabul edilmiştir.66 İki kanat arasında, dış politikanın
askeri olarak desteklenmeksizin başarıya ulaşamayacağı tezi üzerine
ABKA’da güvenlik ve savunma politikasına yer verilmiştir. Topluluğun ortak
dış ve güvenlik politikasına sahip olmasına, ortak savunmanın da eklenerek
bu görevin BAB’a verilmesi Topluluk üyesi ülkeler arasında işbirliğine yol
açmıştır.
65
Ercüment Tezcan, “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı
Avrupa İlişkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 54-1, s.146.
66
Özdal, Genç, a.g.e., s.126-127.
37
Maastricht Antlaşmasında (V. Başlık, Madde: J1-J11) ortak güvenlik
ve dış politikanın amaçları:
-
Avrupa Birliği’nin ortak değerlerinin, temel çıkarlarının ve
bağımsızlığının korunması,
-
Toplulukların ve üye Devletlerin her yönüyle güçlendirilmesi,
-
AGİT’in ilke ve amaçlarına ek olarak BM Şartı’nın ve Helsinki
Nihai Senedi’nin ilkelerine ve 1990 Paris Şartı’nın amaçlarına
uygun olarak barışın korunması ve uluslararası güvenliğin ve
işbirliğinin güçlendirilmesi, demokrasi, insan hakları ve temel
özgürlüklere
saygı
ile
hukuk
kurallarının
geliştirilmesi
ve
güçlendirilmesi,
olarak belirtilmiştir.
“Uluslararası barış ve güvenliğin güçlendirilmesi” kavramıyla uzun
vadeli politikalar öngörülmüş olmakla birlikte savunma ve güvenliğe ilişkin
kararlarda oy çokluğu yerine oy birliğinin (savunma ve güvenlik dışındaki
kararlarda oy çokluğu esası mevcuttur) esas alınması AB üyesi devletlerin
egemenlik
yetkilerinden
ODGP
kapsamında
feragat
etmediklerini
göstermektedir.67
ODGP’nin savunma basamağı konusunda Günuğur da benzer
biçimde düşünmektedir. Maastricht Antlaşmasının getirdiği sütün sisteminin
ikinci sütununu oluşturan ortak dış ve güvenlik politikasının uzun dönemli
amacı Avrupa’nın savunma çatısı olmakla birlikte, güvenlik konusunda
örgüte verilen yetkiler beklentileri karşılamaktan çok uzaktır. Bunun nedeni
ise, ODGP konularında alınacak kararlarda “oybirliği” şartının aranmasıdır.68
Ayrıca, ABKA’nın J4 maddesinde yer alan ortak dış ve güvenlik
politikasının anahtar cümlesi, “… ortak bir savunma politikasının nihai
sonucu, ortak savunmaya yol açtığında gerçekleşebilir” ifadesi üye ülkeler
arasında yoğun tartışmalara yol açmıştır.
Zorlu ve uzun müzakereler
sonunda NATO ile uyumlu politikalar izlenmesine karar verilerek NATO’yu
67
68
Özdal, Genç, a.g.e., s.128.
Günuğur, a.g.e., s.28.
38
tedirgin etmeden yeni bir Avrupa güvenlik anlayışı oluşturma sürecine
geçilmiştir.
Maastricht Antlaşmasını müteakiben, 19 Haziran 1992 tarihinde
Bonn’da, Petersberg Otelinde yapılan BAB Bakanlar Konseyi toplantısında
“Petersberg Bildirisi” yayımlanmıştır.69
2.1.6. Petersberg Bildirisi:
Petersberg Kararları olarak da bilinen Petersberg Bildirisi, AB’nin kriz
yönetimi konusunda üstleneceği görevlerin kapsamını belirlemektedir. Üç
bölümden oluşan Petersberg Bildirisi’nin:
-
Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenliği başlıklı 1. Bölümünde:
BAB üyesi ülkelerin, BAB otoritesi altında Avrupa güvenliğinde
alacakları askeri görevlerde konvansiyonel silahlı güçlerini
kullanılabilir halde bulundurmalarına,
-
Batı Avrupa Birliği’nin askeri rolünün güçlendirilmesi başlıklı 2.
Bölümünde:
Vaşington
Antlaşması’nın
5.
ve
Değiştirilmiş
Brüksel
Antlaşması’nın V. maddeleriyle uyum içinde ortak savunmaya
katkıda
bulunmanın
dışında
BAB
üyesi
ülkelerin
askeri
birimlerinin
·
insani yardım ve kurtarma görevlerinde,
·
barışı koruma görevlerinde,
·
silahlı kuvvetler aracılığıyla barışın tesisi dahil kriz yönetim
vazifelerinde görevlendirilmelerine,
-
Batı Avrupa Birliğine üye ülkelerle, NATO ve/veya AB üyesi diğer
ülkelerle ilişkiler başlıklı 3. Bölümünde:
BAB komutası altında BAB’ın üstleneceği görevlerde üye
ülkelerin tahsis edebilecekleri askeri güçlerinin belirlenmesi ile
69
Gürkaynak, a.g.e., s.174.
39
kontrol ve haberleşme mekanizmalarını hazırlayacak olan
“Planlama Birimi/Hücresi”nin Brüksel’de kurulmasına ve ilk
başkan
olarak
İtalyan
Hava
Kuvvetlerinden
General
Caltabiano’nun atanmasına,
karar verilmiştir.70
Petersberg Bildirisi’nde ayrıca, BAB’a tam ve ortak üye sıfatıyla davet
edilen devletlerin statüsü belirtilerek BAB’a tam üye olabilmek için AB üyeliği
koşulu getirilmiştir. Şöyle ki, NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkeler
“ortak üye” statüsü kazanmış, AB üyesi olup BAB üyesi olmayan ülkeler de
“tam üye” veya “gözlemci” olmuşlardır. Norveç, İzlanda ve Türkiye “ortak
üye”, AB üyesi olan Danimarka, İrlanda, Avusturya, İsveç ve Finlandiya
“gözlemci” olmuşlardır. AB üyesi olan Yunanistan, Petersberg Bildirisi ile 06
Mart 1995 tarihinde BAB’a tam üye olmuştur. 1988 yılında Yunanistan ile
birlikte BAB’a tam üyelik başvurusunda bulunan Türkiye, Petersberg Bildirisi
ile AB üyeliği koşulu getirilmesi sonucu BAB’a tam üye olamamıştır. Ancak,
20 Kasım 1992 tarihli Roma Bakanlar Konseyi toplantısında BAB’ın
genişlemesi kabul edilerek AB üyesi olmayan Avrupalı NATO müttefiklerine
BAB tarafından “ortak üye statüsü” verilmesi kararını müteakip Türkiye, AB
üyesi olmayan diğer iki NATO üyesi İzlanda ve Norveç ile birlikte 20 Kasım
1992 tarihinde Roma’da Ortak Üyelik Belgesini imzalayarak 6 Mart 1995
tarihinden itibaren BAB’da ortak üye sıfatıyla yer almıştır.71
BAB Ortak Üyeleri konsey toplantılarına katılma ve burada söz alma
hakkına sahiptirler, ancak asıl üyelerin oybirliği ile almış olduğu kararları
veto etme hakları yoktur. 72
Roma Bakanlar Konseyi’nde alınan bu karara göre, “ortak üyeler,
askeri operasyonlara güç sağlama yükümlülüğüne girmeleri halinde tam üye
70
Petersberg Declaration-Bonn, European Security and Defence Assembly Documents, June 19,
1992 (Erişim) http://www.assembly-weu.org/en/documents/sessions_odinaires/key/declaration pete,
8 Mart 2010, s.1-7.
71
Ercüment Tezcan, a.g.m., s. 150.
72
Çakmak, a.g.e., s.184.
40
gibi BAB’da görev alacaklardır.”73 Bu madde çerçevesinde Türkiye, “ortak
üye” statüsünde BAB’a katılarak BAB Konseyi toplantılarına, çalışma
gruplarına ve BAB’ın planlama birimine katılma hakkına sahip olmuştur.
Türkiye, 1995 yılından itibaren BAB Askeri Karargahı’na subay göndermiş
ve askeri karargahın faaliyetlerine eşit olarak katılmıştır. Ayrıca, Avrupalı
devletlerin savunma harcamalarını koordine etmek amacıyla 1993’de
oluşturulan Batı Avrupa Silahlanma Grubu ve 1996’da oluşturulan Batı
Avrupa Silahlanma Organizasyonuna kuruluşundan itibaren üye olmuştur.
Türkiye’nin BAB içinde elde ettiği en önemli kazanım ise, 15 Nisan
1997 tarihinde NATO destekli BAB operasyonlarına tam üye hakları ile
katılma hakkına sahip olmasıdır. Bu statü, 18 Kasım 1997’de yapılan Ertfurt
BAB Bakanlar toplantısında daha ileri götürülmüş ve Türkiye, BAB’ın kriz
yönetimi fonksiyonlarının sona erdirildiği 30 Temmuz 2001’e kadar düzenli
bir şekilde BAB içerisindeki pozisyonunu güçlendirerek, BAB’ın görev alanı
kapsamındaki tüm kriz yönetimi faaliyetlerine tam üyelere yakın haklarla
katılma olanağına sahip olmuştur.
Türkiye, BAB içindeki faaliyetlerinde
NATO üyeliğinden yararlanmış, her türlü BAB faaliyetlerine aktif olarak
katılmıştır. Onay vermediği konularda veto hakkını kullanmıştır. 74 Ancak,
Nice Antlaşmasıyla, BAB AB’ye devredilince, ortak üyelikten doğan haklar
da ortadan kalkmıştır.
Daha sonra ayrıntılı olarak değinileceği üzere,
Türkiye BAB ortak üyeliğinden doğan haklarını yitirince sınırlı bazı
kazanımlar karşılığında Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)
operasyonları çerçevesinde AB karar mekanizmasının dışında bırakılmayı
kabul etmek zorunda kalmıştır.
Maastricht Antlaşması, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın ileride bir
savunma politikasıyla tamamlanmasını öngörmektedir.
Savunma boyutu
için BAB’ın güçlendirilip etkin hale getirilmesi öngörülmüştür.
Ayrıca,
Maastricht Antlaşmasının J4 ve 8. Maddelerine, “Avrupa güvenliği
konusundaki düzenlemelerin ne kadarının gerçekleştirildiği konusunun 1996
73
Öner Akgül, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde NATO-AB ilişkilerinde Rekabet-İşbirliği Analizi ve
Türkiye Faktörü”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 2008, Sayı.7, s.91-124.
74
Haydar Efe, AB’nin Gelişen “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” ve Türkiye”, Gazi
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9/3, 2007, s. 130-131.
41
yılında incelemeye tabi tutulacağı ve inceleme sonucu değiştirilmesi veya
antlaşmaya konulması gereken yeni hükümlerin 1996 yılında yapılacak
Hükümetlerarası
Sözkonusu
Konferans’ta
süreç,
ele
antlaşmada
alınması”
hükmü
öngörüldüğü
üzere
Hükümetlerarası Konferans’ta gerçekleştirilmiştir.
Politikasındaki
işbirliği
Antlaşması ile atılmıştır.
düzenlemelerinde
en
konulmuştur.
1996
yılındaki
Ortak Dış ve Güvenlik
son
adım
Amsterdam
75
2.1.7 Amsterdam Antlaşması
16-18 Haziran 1997 tarihinde Amsterdam’da Avrupa Konseyi
toplantısında kabul edilerek 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanan ve tüm üye
ülkeler tarafından onaylanmasını müteakip 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe
giren Amsterdam Antlaşmasıyla, Maastricht Antlaşmasının ikinci sütununda
(ODGP)
derinleşmeye
gidilmiş,
BAB’ın
AB’ye
entegre
edilmesi
amaçlanmıştır.76
Maastricht Antlaşması ile ilk kez AB üyesi devletler arasında bir
ODGP oluşturulmaya çalışılmasına rağmen, özellikle eski Yugoslavya
krizinde üye devletlerin ortak ve kararlı bir tutum izleyememesi, AB üyesi
devletlerin
Yugoslavya’daki
duruma
müdahale
edecek
ortak
irade
gösterememeleri sonucu üye devletler 29 Mart 1996 tarihinde Torino’da
yapılan Hükümetlerarası Konferansta, AB Kurucu Antlaşmasının gözden
geçirilmesini kararlaştırmışlardır. Hükümetlerarası Konferansın Haziran
1997’de tamamladığı Amsterdam Antlaşması metni 2 Ekim 1997 tarihinde
imzalanmış, ancak en son onay belgesinin Fransa tarafından 30 Mart 1999
tarihinde tevdi mercii İtalya’ya iletilmesini müteakip 1 Mayıs 1999 tarihinde
ABKA değişik haliyle yürürlüğe girmiştir.
Amsterdam Antlaşması, savunma ve güvenlik konularını, Maastricht
Antlaşması ile kıyaslandığında, daha ileri boyutlara taşımamıştır.
75
Fakat,
Gürkaynak, a.g.e., s. 175.
Meltem Müftüler Baç, “Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan bir Bakış”, Tesev
Yayınları Dış Politika Analiz Serisi – 4, Kasım 2006, s.12.
76
42
ortak savunma konusunda ilk kez Avrupa Konseyi’ne yetki verilmiştir.
Antlaşma’nın
J3
maddesinin
1.
Paragrafı,
Devlet
ve
Hükümet
Başkanlarından oluşan Avrupa Konseyi’ne savunmayı içeren Ortak
Güvenlik ve Dış Politika konularında yetki vererek, bu yöndeki politikaların
hazırlanması ve uygulanmasının Siyasal Komite tarafından değil Konsey
Genel Sekreterliğinin görev çerçevesi içinde mütalaa edilmesini sağlamıştır.
Amsterdam Antlaşması’nın 17. Maddesine, AB Konseyi kararı ile AB
operasyonlarının BAB tarafından yerine getirileceği hükmü konmuştur.
BAB’ın 1992 yılında kabul ettiği Petersberg görevleri ODGP kapsamına
alınmıştır. Böylece BAB’ın operasyonel askeri güç haline getirilerek, askeri
ihtiyaçların öncelikle üye devletlerin askeri ve diğer imkanlarından
karşılanması, gerekirse NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanılması,
fakat yapacağı operasyonlarda NATO’ya bilgi vermesi amaçlanmıştır.77
Ancak, Avrupa savunma ve güvenlik sisteminde AB üyesi devletler arasında
yapıcı bir uyum sözkonusu olmaması nedeniyle, BAB’ın etkin bir örgüt
olarak faaliyette bulunması tam olarak gerçekleşememiştir. Çünkü özellikle
Atlantikçi kanat (İngiltere, İtalya, Danimarka ve Hollanda) NATO’nun
Avrupa’daki konumunu zayıflatabilecek BAB faaliyetlerine karşı olumsuz
tutum göstermektedirler. Üye devletler arasındaki bu uyuşmazlık nedeniyle
daha
sonra
Nice
Antlaşması’nda
görüleceği
üzere
BAB’ın
AB’ye
entegrasyon konusu hukuken de ortadan kalkmıştır.78
Amsterdam Antlaşma’sının 12. Maddesi ile Avrupa güvenliğine “ortak
strateji” ve “ortak eylem” kavramları getirilmiştir. Çayhan, “ortak strateji” ve
“ortak eylem” konusunda,
ODGP kapsamında üye devletlerin ulusal
politikalarında, Konsey tarafından belirlenen “ortak stratejiler”e uyum
sağlamalarının gerekliliği üzerinde durulduğunu ve ortak stratejilerin,
uluslararası alandaki çeşitli sorunlarda AB’nin yaklaşımını gösterdiğini ve
Konsey’in belirlediği “ortak eylemler”in bağlayıcı özelliği dolayısıyla
77
üye
Tarık Söylemiş, “ Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Üç Kritik Sınavı: Makedonya, Kongo
ve Bosna Hersek Misyonları”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, Sayı: 12, s.43.
78
Özdal, Genç, a.g.e., s. 140.
43
devletlerin, tutumlarını alınan karara göre saptamak zorunda olduklarını
belirtmiştir.79
Sözkonusu ortak eylemler, Birliğin somut bir girişimde bulunmasını
gerektiren durumlar sözkonusu olduğunda, Maastricht ve Amsterdam
Antlaşmalarında ODGP kapsamında belirlenmiş olan Avrupa Birliğinin ortak
değerlerinin, temel çıkarlarının, bağımsızlığının, bütünlüğünün, barışın
korunması, Birliğin ve uluslararası güvenliğin güçlendirilmesi, uluslararası
işbirliğinin arttırılması, demokrasi ile hukukun üstünlüğünün yanısıra ve
insan hakları ile temel özgürlüklere saygının sağlanması doğrultusunda
gerçekleştirilirler.
Konsey ODGP ile ilgili kararları oybirliği ile alabilir. Bu durumda, üye
devletlerden herhangi birinin yaşamsal önemi olan ve ulusal çıkarlarına ters
düşen önerilerin kabul edilmesi olanaklı değildir. Çekimser oylar ise kararları
etkilememektedir.
Ortak tavırlar ve ortak eylemlerde nitelikli çoğunluk ilkesi geçerlidir.
Bu tür kararlar, üye devletlerin dış politikalarını ve ulusal çıkarlarını ciddi
boyutlarda etkileyecek kararlarda değil, ikincil önemli konularda söz
konusudur. Ancak, yine de üye devletlerden herhangi birisi, önemli ulusal
çıkarları açısından nitelikli çoğunlukla alınacak bir karara karşı çıkacağını
belirtirse oylama yapılmamaktadır.
Böyle durumlarda Konsey, nitelikli
çoğunluk esasıyla karar alınması gerektiğinde Avrupa Birliği Konseyine
başvurabilir. Üye devletlerin ulusal çıkarları açısından büyük önem taşıyan
askeri
ve
savunma
konularında
nitelikli
çoğunluk
ilkesi
uygulanmamaktadır.80
Üye ülkeler arasında belirlenen ortak stratejiler, ortak eylemler ve
ortak tutum ilkeleri daha sonraki AB zirvelerinde Avrupa Savunma ve
Güvenlik Kimliği’nin oluşmasına neden olmuştur.
79
80
Çayhan, a.g.m., s.44-45.
Çayhan, a.g.m., s. 46.
44
2.2. AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA KİMLİĞİ
Soğuk
Savaş
sonrasında
tehdit
algılamalarındaki
değişimler
nedeniyle Avrupa’da savunma ve güvenlik alanındaki tartışmalar iki
aşamada gerçekleşmiştir.
1990’lı yılların başlarındaki birinci tartışma Soğuk Savaş’ın sona
ermesiyle ortaya çıkmış, savunma ve güvenlik alanında dört karşıt düşünce
ileri sürülmüştür.
1. Fransa ve Belçika, AB’nin savunma kimliğinin NATO’dan ayrı ve
ayrılabilmesi,
2. Almanya ve Çek Cumhuriyeti, Avrupa için genişletilmiş Avrupa
Güvenlik
ve
İşbirliği
Konferansı
temelinde
kolektif
güvenlik
düzenlemesi geliştirilmesi,
3. Rusya Federasyonu, güçlerin uyuşumundan oluşan bir “Avrupa
Güvenlik Konseyi” oluşturulması,
4. ABD ve İngiltere NATO’nun vazgeçilmezliğini ileri sürerek NATO
merkezli düzenin değişmemesi,
görüşünde olmuşlardır.
1990’lı yılların başlarından 1990’lı yılların sonuna kadar 10 yıl
süresince sözkonusu dört görüş olgunlaşıp değişerek “NATO” ve “Avrupa
Kimliği” biçiminde ikiye indirgenmiştir.
2000’li yılların başlarında “Avrupalılaştırılmış NATO” ve “Avrupa
Güvenlik ve Savunma Politikası”, 1990’lı yıllarla kıyaslandığında görüş
ayrılıklarının açık ve net olarak birbirine yakınlaştığı görülmektedir. Bu iki
görüş arasındaki temel sorun, gelişmenin NATO veya AB bünyesinde
oluşturulup oluşturulmayacağı noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda
AGSK tartışmaları NATO’da, AGSP tartışmaları da AB’de yapılmaktadır. 81
NATO bünyesinde bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği
geliştirilmesi, NATO’nun siyasal ve askeri yapılarındaki uyarlamalarla
paralel niteliktedir. Bu durum, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin gelişiminde
81
Gürkaynak, a.g.e., s.180
45
de önemli bir adım olmuştur. Bu gelişim sürecindeki toplantıların AGSK’ya
yönelik olanları,
AB’nin, 1991 Maastricht,1997 Amsterdam
NATO’nun, 1990 Londra, 1994 Brüksel, 1997 Madrid, 1999
Washington Zirve Kararlarıdır.82
10-11 Ocak 1994 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen NATO Zirve
Toplantısının gündemi Ortak Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) olarak
saptanmış ve böylece AGSK oluşumu başlatılmıştır.
AGSK,
AB’nin
güvenlik
politikasında,
sürekli
olarak
ABD’yi
dışlamayan tutum izleyen İngiltere ve Hollanda tarafından, AB’nin kendine
özgü bir güvenlik politikasının oluşumunu önlemek için “kimlik” sözcüğünü
ön plana çıkararak yaratılan bir deyimdir.
Ancak, AB içinde Avrupacı
kanadın liderliğini üstlenen Fransa ve Almanya’nın ısrarlı tutumunun yanı
sıra uluslararası olayların gelişimi de Avrupa’nın güvenlik politikasına sahip
olmasını zorunlu hale getirmiştir.83
Ocak 1994 NATO Brüksel Zirve’sinde BAB’ın NATO varlık ve
yeteneklerine güvenceli erişimi sağlanmıştır. NATO içinde Avrupa Güvenlik
ve Savunma Kimliği (AGSK) ile NATO ve BAB’ın birlikte oluşturdukları
Birleşik Müşterek Görev Gücü (BMGG) kavramı geliştirilmiştir.
Avrupa
ülkelerinin, güvenlik ve savunma politikalarında daha fazla sorumluluk
almak istemeleri sonucunda ABD, Avrupalı müttefiklerin savunma ve
güvenlik alanındaki yükün ABD ile eşit paylaşımını teşvik etmek ve AB’nin
savunma ve güvenlik alanındaki faaliyetlerini kontrol edebilmek için AGSK
kavramını, BAB’ın benzer karargahlar ve kadroları oluşturmasına gerek
kalmadan hızlı bir şekilde operasyonel hale gelmesini sağlamak konusunda
destek olmuştur.
84
NATO ile BAB arasında sağlanması öngörülen işbirliği
NATO üyeleri tarafından desteklenmekle birlikte, Avrupa güvenlinin NATO
şemsiyesi altında sağlanmaya devam edileceği Ocak 1994 NATO Zirve
Bildirisinde vurgulanmıştır.
82
Gürkaynak, a.g.e., s.181.
Çakmak, a.g.e., s. 184.
84
Efe, a.g.m., s. 131.
83
Şöyle ki, bu bildiride AB’nin güvenlik ve
46
savunma alanındaki yeni girişimi NATO Dergisinin Mart 1994 sayısında,
“Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girişi ve İttifak’ın Avrupa ayağının güçlendirilmesi
suretiyle bütün Müttefiklerin güvenliğine daha tutarlı bir katkı yapmasını sağlayacak olan
Avrupa Birliği’nin kuruluşunu memnuniyetle karşılıyoruz.
İttifak üyeleri arasındaki
danışmalarda temel forumun ve Müttefiklerin Washington Antlaşması’ndan kaynaklanın
güvenlik ve savunma taahhütlerine ilişkin politikalarda anlaşmaya varılacak yerin İttifak
olduğunu teyit ederiz” şeklinde yorumlanmıştır.
Yukarıdaki paragrafta NATO üyeleri, ABD’nin Avrupa’nın dış politika
ve güvenlik alanında daha fazla sorumluluk yüklenmesini desteklemekle
birlikte, üyeler arasındaki temel danışma forumunun NATO olduğunu ve
Avrupa’nın güvenliğinde NATO’nun üstünlüğünün sürdürüleceğini açıkça
belirtmişlerdir.
NATO içinde oluşturulan ve AGSP ile karıştırılmaması gereken
AGSK’nın çıkış noktası, ABD’nin Avrupa ülkelerinin güvenlik ve savunma
politikalarında daha fazla sorumluluk almalarını ve faaliyetlerini NATO İttifakı
içinde geliştirmelerini sağlamak amaçlıdır.85
Ocak 1994 Brüksel Zirvesi’nde, Devlet ve Hükümet Başkanları,
Kuzey Atlantik Konseyi’ni,
- Barışı koruma da dahil, tüm NATO misyonlarının daha etkin ve
esnek olarak gerçekleştirilmesi,
- BAB ile işbirliğinin arttırılması,
- Gelişmekte olan AGSK konusunun incelenmesi,
konularının nasıl geliştirilip uyarlanabileceğini incelemekle görevlendirmiştir.
Bu meyanda,
Birleşik Müşterek Görev Gücü (BMGG) kavramı da bu
sürecin bir parçası olarak geliştirilmiştir.
BMGG kavramı operasyonel
esnekliği arttırmayı ve tüm NATO misyonlarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek
için kuvvetlerin daha esnek ve hareketli biçimde konuşlandırılmasını
amaçlamıştır. Ayrıca, NATO veya BAB tarafından kullanılabilecek, “ayrılabilir
fakat ayrı olmayan (separable but not separate)
biçiminde ifade edilen askeri
yetenekler sağlanması da amaçlanmıştır.
85
Haydar Efe, “Avrupa Birliği’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”, Gaziantep Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1):66-78, 2008, s.73.
47
Haziran 1996 tarihindeki Kuzey Atlantik Konseyi’nin Berlin’deki
Bakanlar Toplantısı’nda, AGSK’nın NATO içerisinde kurulması düşüncesi
kabul edilmiştir. AGSK’nın NATO içinde kurulması düşüncesi, NATO ve
BAB’ın Kuzey Atlantik Konseyi ile bağlantılı biçimde çalışacaklarının bir
göstergesi olmuştur. Berlin Bakanlar Toplantısında, Soğuk Savaş sonrası
Avrupa güvenlik yapılanmasında NATO’nun önceliği, ABD’nin NATO’daki
liderliği, Avrupalı üyelerin NATO’ya katkıları ve Avrupa güvenliği ve
savunma kimliğinin kısa ve orta vadeli başarısı gibi konular üzerine
Atlantik’in her iki yakasındaki üyeler arasında uzun görüşmeler cereyan
etmiş ve Berlin Sonuç Bildirgesi, Avrupa güvenlik yapılanması açısından bir
dönüm noktası olmuştur.
8 Temmuz 1997 Madrid Zirve’sinde de NATO bünyesinde AGSK
oluşturulması memnuniyetle karşılanmış ve Kuzey Atlantik Konseyi Daimi
Oturumu’ndan BAB ile işbirliği içinde bu alandaki çalışmaları hızlandırması
talep edilmiştir. Müteakiben, NATO’nun BAB liderliğindeki operasyonlara
vereceği desteğin her boyutunu karşılayabilecek düzenlemeler konusunda
aşağıda belirtilen uygulamalar tanımlanmıştır.
“NATO’nun kuvvet ve yetenek geliştirmesi ile ilgili yeni savunma planlama yöntemleri
içinde BAB gereklerinin göz önünde bulundurulması…;
BAB’ınKuzey Atlantik Konseyi’nin onayıyla kullanmak isteyebileceği NATO varlık ve
yeteneklerini belirleyecek yöntemler oluşturulması;
NATO içinde BAB’ın politik kontrolü ve stratejik yönetimi altındaki bir operasyonu
hazırlamak, desteklemek, komuta etmek ve yürütmekte kullanılabilecek çokuluslu Avrupa
komuta düzenlemeleri yapmak…;
NATO desteği ile yürütülen bir BAB operasyonu sırasında gerek duyulan eşgüdümü
sağlayacak danışma ve enformasyon paylaşma düzenlemelerini yapmak;
BAB misyonları için askeri planlama ve tatbikatlar geliştirmek.”
Yukarıda belirtilen bu düzenlemeler, BAB’ın müdahale etmeye karar
verdiği, ancak NATO’nun müdahaleden kaçındığı kriz durumunda, BAB’ın
kendi denetimi ve yönetimi kapsamında bir operasyon gerçekleştirmek için
BMGG Karargahı da dahil olmak üzere NATO varlık ve yeteneklerini
kullanmak isteyebileceği anlamına gelmektedir.
BAB tarafından talep
48
edilecek NATO varlık ve yetenekleri her bir durum için ayrı ayrı
değerlendirilerek, iki örgüt arasında yapılacak özel bir anlaşma ile BAB’ın
kullanımına verilebilmektedir.
kullanımını
izleyerek
NATO, operasyon sırasında varlıklarının
BAB
ile
siyasal
bağlantısını
düzenli
olarak
sürdürecektir.86
Sözkonusu Zirve’de, yukarıda değinildiği üzere BAB’ın NATO
olanaklarını kullanması konusu çerçevesinde uzun görüşmeler yapılmış
olmakla
birlikte
elle
tutulur
bir
karar
alınamamıştır.
Kesin
karar
alınamamasının nedeninin, ABD ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin bağımsız
bir güvenlik birimine sahip olmasına politik yönden karşı çıkmalarından
kaynaklanmış olduğu söylenebilir.
AB’nin Atlantikçi kanat üyeleri,
NATO’nun var olduğu bir ortamda ikinci bir askeri örgüte gerek olmadığını
düşünmektedirler. Bu konuya Türkiye’nin tereddütle yaklaşımının nedeni
ise, 55 yıldır NATO içindeki görevini başarıyla sürdürmesine rağmen ortaya
çıkan bu yeni güvenlik yapılanmasında, AB ve BAB’ın tam üyesi olmadığı
için karar alma mekanizması içinde olamayacaktır. Oysa ki, NATO’nun her
kademesinde diğer üyelerle aynı hak ve görevlere sahip olmasına rağmen
yeni
güvenlik
karşılamaktadır.
oluşumunda
söz
sahibi
olamamasını
tereddütle
87
NATO bünyesinde AGSK geliştirilmesinde NATO varlıklarının ve
komuta yapısının kullanımı, bilgi paylaşımı, kriz yönetimi uygulamalarının
ortaklaşa denenmesi ve değerlendirilmesi gibi çalışmalar AB’nin Haziran
1999 Köln Zirve’sine kadar devam etmiştir. Bu zirvede, AB içinde ortak bir
Avrupa güvenlik ve savunma politikası uygulanmasına ilişkin yöntemler ve
BAB’ın feshedilerek AB’ye entegre edilmesi hakkında kararlar alınmıştır. 88
AB ve BAB üyesi devletler arasında savunma ve güvenliğe ilişkin
konularda, uluslararası politikada farklı çıkar anlayışına sahip olmaları
nedeniyle, etkin bir uyum olmadığı çeşitli zamanlarda ortaya çıkan
uluslararası
86
çatışmalardaki
Gürkaynak, a.g.e., s.183-185.
Çakmak, a.g.e., s. 186-188.
88
Gürkaynak, a.g.e., s. 185.
87
tutumlarında
da
sergilenmiştir.
Avrupa
49
güvenliğindeki yaklaşımlarında da, Avrupa güvenliğinin Avrupacı veya
Atlantikçi
yönde
olmuşlardır.89
gelişim
göstermesi
konusunda
farklı
anlayışlarda
Bu farklı tutum ve anlayışları dolayısıyla Balkanlar’daki
çatışmalarda da ortak bir politika izleyememişlerdir. İngiltere, Fransa ve
Yunanistan ulusal çıkarlarını düşünerek, Sırplara dolaylı olarak destek
vermişlerdir.
Bosna ve Kosova savaşlarında da, Avrupa’nın ortasındaki
krizlerde dahi ABD müdahalesi olmaksızın tek başlarına müdahale etme
yeteneğine sahip olmadıkları görülmüştür.
Bu durum, 1990’lı yılların Avrupa’sındaki siyasi olayların akışı,
İngiltere’nin geleneksel yaklaşımında değişikliğe gitmesine neden olmuştur.
AGSP’nin temellerinin atıldığı St. Malo Zirvesi öncesinde Ekim 1998’de,
Avusturya
Pörtschach’da
düzenlenen
gayrı
resmi
Avrupa
Konseyi
toplantısında, zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair “askeri açıdan
geçerli, siyasi açıdan hükümetlerarası ve NATO’nun uygun olması
durumunda Avrupa Birliği savunma politikasının geliştirilmesine itiraz
etmeyeceklerini belirtmiştir. 90
İngiltere’nin ABD savunma ve güvenliği konusundaki geleneksel
görüşünden uzaklaşarak AB’nin etkinliğinin attırılması yönündeki yeni
yaklaşımı Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)’nın oluşumunun
ve daha sonraki zirvelerde de şekillenmesinin yolunu açmıştır.91
89
Özdal, Genç, a.g.e., s.146.
Haydar Efe, “AB’nin ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’Oluşturma Çabaları”, Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2007, Cilt:3, Yıl:3, Sayı: 2,3 s.10.
91
Ülger, a.g.e., s.103.
90
50
2.3.
AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI
Bosna trajedisinden sonra Kosova’da ortaya çıkan çatışmanın
uzaması, NATO İttifakı içinde Avrupa’nın askeri eksikliği ve sahip olduğu
imkanların yetersizliği Avrupa’yı ABD’ye bağımlı hale getirdi. Hava
saldırılarının çok önemli bir bölümünün ABD tarafından yerine getirilmesi,
Avrupa’ya
kendi
askeri
yeteneklerini
geliştirmediği
takdirde
ABD
önderliğindeki stratejinin belirlenmesinde çok önemsiz bir role sahip
olacağını teyit etmişti.
Teknolojik olarak geride kalan Avrupa’nın İttifak
içindeki stratejik konumunun yükseltilmesi isteniyorsa, askeri yeteneklerinin
geliştirilmesi gerekli olmuştu. Ancak, daha özerk bir Avrupa’da siyasi kopuş
korkusuyla NATO içindeki ahengin devam ettirilmesi önemliydi. Kosova’da
başarıya gidilmesi NATO İttifakındaki bütünlüğe bağlı idi.
Bu nedenle,
Avrupa’nın özerkliği İttifak’tan ayrılma değil, ama İttifak içinde Avrupa’nın
operasyonel araçlarının geliştirilmesi yönünde idi. Kosova çatışmasından
çok önce dahi İngiltere, ABD ve Avrupa arasındaki dengesizliğin devam
etmesi halinde Atlantik ortaklığının tehlikeye atılacağını görmüş ve
Avrupa’nın kendi güvenliği için sorumluluk alması gerektiğinin farkına
vararak, geleneksel çizgisinden uzaklaşmıştı. Bu arada Fransa’nın da
Atlantik İttifakının meşruiyeti karşısında tavizkar tutumu ve İngiltere’nin
Avrupa’ya yaklaşımı, Avrupa’nın savunma ve güvenliğinde bir uzlaşma
ortamı yaratmıştır. İşte Avrupa’nın özerkliğinin İttifak içinde devam ettirilmesi
fikri, Fransa ve İngiltere’nin St. Malo girişiminin ana temelini oluşturmuştur.92
2.3.1. St. Malo Zirvesi
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve İngiltere Başbakanı Tony
Blair’in 3-4 Aralık 1998 tarihinde St. Malo’da bir araya geldikleri St.Malo
Zirvesi sonucunda, Avrupacı kanadın temsilcisi Fransa ile Atlantikçi kanadın
temsilcisi İngiltere’nin yayınladıkları bildiride:
92
Jean-Yves Hain, “Tarihsel bir Perspektif”, Çeviren: Nilhay Usta, Editör: Nicole Gnesotto, AB
Güvenlik ve Savunma Politikası-İlk Beş Yıl, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s.44-45.
51
-
Amsterdam Antlaşmasında yer alan Ortak Dış Politika ve
Güvenlik Politikası’nın süratle uygulamaya konulması,
-
AB’nin uluslararası krizlere müdahale edebilecek, kendi başına
askeri hareketlerde bulunabilecek kapasiteye sahip olması ve
bunun için gerekli güç ile desteklenmesi,
-
NATO’nun bir bütün olarak müdahil olmadığı yerlerde, AB’nin
karar alması için AB’nin uygun bir yapıya ve askeri kapasiteye
kavuşturulması,
-
Güçlü ve rekabetçi bir Avrupa savunma sanayi ve teknolojisiyle
desteklenen,
yeni
risklere
karşı
hızla
tepki
verebilecek,
güçlendirilmiş silahlı kuvvetlere gereksinim duyulduğu,
konularında görüş birliği sağlanmıştır.93
St. Malo Bildirisi ile ABD’nin isteksiz olduğu tüm alanlarda faal
olunması ve ortak savunma konularını da içerecek şekilde, BAB’ın sahip
olduğu gücün üstüne yeniden yapılanma gereği vurgulanarak ortak
savunma konuları da dahil olmak üzere Amsterdam Antlaşması’nın
ODGP’ye ilişkin hükümlerine en kısa zamanda işlerlik kazandırılması
çağrısında bulunulmuştur.
Bu çağrıya AB üyesi diğer devletlerin de
katılması sonucunda AGSP süreci başlatılmıştır.94
St. Malo Zirvesi sonunda yayınlanan “Avrupa Savunması Ortak
Deklarasyonu“ ile Birliğin otonom eylem kapasitesine sahip olması
kararlaştırılmıştır. Ancak, bununla birlikte AB ve NATO arasındaki organik
bağ vurgulanarak gereksiz ikilemelerden (duplications) kaçınılması gerektiği
belirtilmiştir.95
St.
Malo
Zirvesi’ni
takiben,
23-24
Nisan
1999
tarihlerinde
gerçekleştirilen NATO Washington Zirvesi’nde, ABD, Fransa ve İngiltere
arasındaki bu yakınlaşmaya verdiği desteği açıkça belirtmiştir.
Zirve
sonunda yayınlanan bildiride de, AGSP’nin oluşturulmasının Avrupa-Atlantik
93
Ülger, a.g.e., s.102-103.
Fehmi Ağca, “Avrupa-Akdeniz Ortaklığının Avrupa Birliğinin Güvenlik ve Savunma Politikasına
Etkileri,” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl:2, Sayı:4, Aralık 2006, s.160.
95
Bülent Sarper Ağır, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış” ,
Uluslar arası Güvenlik Sorunları, Der: Kamer Kasım, Zerrin A.Bakan, ASAM –Ankara.2004,
s.112.
94
52
ilişkilerinin istikrarı açısından önemli olduğuna değinilmiş ve Avrupalı
müttefik devletlerin herhangi bir kriz çıkmadan önce bir takım önlemleri
kendi başına alabilmesinin önemli olduğu vurgulanmıştır.96
1998 St. Malo ve 1999 NATO Washington Zirvelerinden kısa bir süre
sonra Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşanan krizlerde Avrupa Birliği’nin
katkılarının yetersizliği, AGSK ve AGSP çerçevesindeki tartışmaları
hızlandırmıştır. Avrupa savunmasının NATO, dolayısıyla ABD tarafından
ağırlıklı bir şekilde üstlenilmesi konusundaki eleştiriler karşısında, AB üyesi
devletler
AGSP
konusundaki
tutumlarına
netlik
kazandırmalarının
gerekliliğinin farkına vararak St. Malo’yu izleyen 1999 Köln ve Helsinki
Zirvelerinde
ODGP’nin
güvenlik
ve
savunma
boyutu
üzerinde
yoğunlaşmışlardır.97
2.3.2. Köln Zirvesi
Kosova’da yaşanan kriz, St. Malo Antlaşması’nın “Avrupa benliği”
kazanmasına yol açmıştır. 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Köln’de yapılan
Avrupa Birliği Konseyi toplantısında, üye devletler ODGP’ye ilişkin
sorumluluklarını yerine getirebilmek için AB’nin gereksinim duyduğu imkan
ve yetenekleri sağlamak konusunda uzlaşarak bir bakıma Ortak Güvenlik
ve Savunma Politikası’nın çerçevesi çizilmiştir. Konsey’de, “Birliğin NATO
faaliyetlerine zarar vermeden, uluslararası krizlere yanıt verebilmek için
inandırıcı askeri güçlerle desteklenen özerk eylem kapasitesine, bu güçleri
kullanmayı kararlaştırma olanaklarına ve bu olanakları kullanabilmek için
gerekli hazırlığa sahip olması gerektiği görüşünden hareketle istihbarat,
stratejik
ulaşım,
kumanda
ve
kontrol
alanlarındaki
yeteneklerini
sağlamlaştırma” amaçlarını benimseyerek AB’nin BM Şartı ilkeleriyle uyum
içinde uluslararası barış ve güvenliğe katkısının artacağı vurgulanmıştır. 98
Konsey’de ayrıca, NATO’nun “kendi üyelerinin toplu savunmasının
temeli” saklı kalması görüşü yinelenerek, AGSP’nin kapsadığı alan
96
Özdal, Genç, a.g.e., s, 186.
Özdal, Gençe, a.g.e., s.186-187.
98
Efe, a.g.m., s.11.
97
53
“Petersberg Görevleri”yle (insani amaçlı ve kurtarma misyonları, barışı
koruma görevleri ve barış sağlamak da dahil olmak üzere kriz yönetiminde
taarruz kuvvetlerinin alabileceği görevler) sınırlandırılmıştır. 99
Zirve’de, AB’nin stratejik planlama ve durum analizi yapabilecek
kadro ve istihbarat kaynakları konusunda:
“Siyasi ve askeri uzmanların bir arada çalışacağı Siyasi ve Güvenlik
Komitesi’nin Brüksel’de oluşturulması; Siyasi ve Güvenlik Komitesi’ne
tavsiyelerde bulunmak üzere askeri temsilcilerden oluşan bir AB Askeri
Komitesi oluşturulması; durum merkezine sahip olan ve askeri sevkiyat
gerektiren kriz yönetimi durumunda AGSP’ye danışmanlık yapacak askeri
personel istihdamı” gibi ODGP ile ilgili konular belirlenmiştir.
Ayrıca, Nisan 1999 Washington Zirve’sinde belirtilen “önceden
belirlenmiş NATO imkan ve yeteneklerinin AB’ye tahsisi ve AB’nin NATO
planlama
yeteneklerine
güvenceli
erişimi”
konularında
gerekli
düzenlemelerin yapılması kararlaştırılmıştır.100
2.3.3. Helsinki Zirvesi
10-11 Aralık 1999 tarihlerinde yapılan AB Helsinki Zirvesinde
savunma ve güvenlik konularında “Temel Hedefler” ve “Ortak Yetenek
Hedefleri”nin
oluşturulması
karara
bağlanarak
“Temel
Hedefler”
çerçevesinde, AGSP kapsamında yapılacak operasyonlarda kullanılmak
üzere 2003 yılına kadar üye devletlerin katkısıyla, 50-60.000 civarında
askerden oluşan kolordu kapasitesindeki bir kuvvetin 60 gün içinde kriz
ortamında konuşlandırılabilmesi ve bu kuvvetin en az bir yıl süreyle
desteklenmesi kararlaştırılmıştır. Sonuç bildirgesinde, bu gücün NATO’nun
tam olarak müdahil olmayacağı krizlerde Petersberg görevlerini yerine
99
Burkard Schmitt, “Avrupa’nın İmkanları: Kaç Tümen Sağlanabilir?” , Çev.: Hande Kolçak
Köstendil, Editör: Nicole Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası – İlk Beş Yıl, İstanbul,
Tasam Yayınları, 2005, s.90.
100
Presidency Conclusions Cologne European Council 3 and 4 June 1999. (Annex III)
(Erişim) www.consilium.europa.eu/ue.Docs/cms_Data/.../kolnen.htm 23 Mart 2010 .
54
getirmek için planlandığı ve dolayısıyla “Avrupa Ordusu” yaratmak anlamına
gelmediği vurgulanmıştır.101
Helsinki Zirvesi itibariyle, BAB’ın Petersberg Görevleri ile ilgili
işlevlerinin,
AB
gerçekleştireceği
bünyesine
askeri
dahil
edilmesi
operasyonları
ve
siyasal
ve
gelecekte
AB’nin
stratejik
açıdan
yönlendirecek kurumsal yapının oluşturulması için geçici olarak “Siyasi ve
Güvenlik Komitesi” ile “Askeri Komite” kurulmuştur. Fakat bu yeni kurumsal
yapı, BAB’da ortak üye sıfatındaki (Türkiye, Norveç ve İzlanda ile AB
üyeliğine aday Baltık devletleri ile Doğu Avrupa devletleri) devletler
açısından, Petersberg görevlerinin yerine getirilmesinde BAB’ın devre dışı
bırakılmasının, BAB aracılığıyla AB ile kurdukları bağın kopması sonucuna
götürerek ODGP ve dolayısıyla AGSP’nin karar alma mekanizmalarında yer
almama endişesini beraberinde getirmiştir.102
2.3.4. Feira Zirvesi
Köln ve Helsinki Zirvelerinde alınan kararlarla temeli atılan Avrupa
Güvenlik ve Savunma Politikasının, başkanlıklarının sırasıyla Portekiz ve
Fransa tarafından üstlenildiği Santa Maria da Feira ve Nice zirvelerinde,
AGSP’nin aynı zamanda kurumsal yapısının son şeklinin verilmesi de
kararlaştırılmıştır.
19-20 Haziran 2000 tarihlerinde Portekiz’in Santa Maria da Feria
kentinde yapılan Feira Zirvesinde, AB bünyesinde, işbirliği, dayanışma ve
diyalogun yürütülmesi çerçevesinde AB üyesi olmayan NATO üyesi
devletler ile AB üyeliğine aday devletlerin AGSP sürecine katılabilme
esasları kabul edilmiştir.
Bu esaslara göre, AB’nin katılacağı askeri operasyonlar sözkonusu
olduğunda, eğer NATO’nun imkanları kullanılacak ise AB üyesi olmayan
fakat NATO üyesi olan Devletler kendi isteklerine bağlı olarak bu
operasyonlarda
101
yer
alabilecekler,
fakat
AB’nin
NATO
imkanlarını
Helsinki European Council: Presidency Conclusions Chapter II. Common European Policy on
Security and Defence Article 28. http://presidency. finland.fi/frame.asp,
(Erişim) www.policy.hu/pidluska/summit.html, 23Mart 2010.
102
Özdal, Genç, a.g.e., s. 189.
55
kullanmaksızın, salt kendi askeri gücüyle başlatacağı operasyonlara katılım
ise AB Konseyi’nin davetiyle mümkün olabilecektir.
103
NATO imkanları kullanılmadan AB’nin kendi olanaklarıyla yapacağı
askeri operasyonlarda, NATO üyeleri karar alma mekanizmasının dışında
olacaklardır.
Ayrıca, AB üyesi olan veya olmayan ülkelerin AB gücüne
asker ve malzeme tedarikinin belirlenmesi de kararlaştırılmıştır. 104 Alınan
bu karar doğrultusunda, 20 Kasım 2000 tarihinde Brüksel’de, AB üyesi
devletlerin Savunma ve Dışişleri Bakanlarının yanı sıra AB üyesi olmayan
NATO
üyelerinin
toplantısında,
bakanlarının
da
katıldığı
“Genel
İşler
Konseyi”
askeri yeteneklere ilişkin kabul ettikleri bildiriye göre
100.000’den fazla asker, 400 savaş uçağı, 100 savaş gemisinden oluşan
“Acil Müdahale gücü” oluşturulması ve bu gücün, 4 bin kilometre uzaklıktaki
bir kriz bölgesine, 60 gün içinde, en az bir yıl görev yapabilecek şekilde
askeri yığınak yapabilme yeteneğine sahip olması planlanmıştır.
105
Ancak,
bu durum AB üyesi olmayan NATO üyesi devletlerin itirazlarına neden
olmuştur. Özellikle Türkiye’nin AGSP ile ilgili itirazları, ABD tarafından da
desteklenmiştir. ABD, NATO üyesi olan Türkiye’nin, AGSP’nin dışında
bırakılmasından duyduğu endişeden kaynaklanan itirazlarını daha sonraki
yıllarda da her türlü platformda belirtmiştir.106 AB üyesi olmayan ancak
NATO üyesi olan ülkelerin (Türkiye, Norveç, İzlanda ve 2004 yılında AB’ye
üye olmuş olan Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti) alınan bu karara
haklı itirazları, AB gücüne insan gücüyle katkıda bulunmaları ve savaşa
asker gönderilecek bir ortamda alınacak kararların başkaları tarafından
verilmesi dolayısıyladır.
Türkiye’nin AGSP bağlamında, Köln, Helsinki ve Feira Zirvelerinde
alınan kararlarla ilgili çekince ve itirazları devam etmiş ve AGSP konusunda
NATO eksenli tartışmalardaki temel sorun Türkiye’nin AGSP’deki konumu
olmuştur.
103
Özdal, Genç, a.g.e., s. 191 ve Conclusions of the Presidency, Santa Maria da Feira European
Council, Article (C- Common European Security and Defence Policy), (Erişim)
www.europol.europa.eu/summits/fei1_en.htm. , 23 Mart 2010 .
104
Çakmak, a.g.e., s. 192.
105
Özdal, Genç, a.g.e., s.190.
106
Özdal, Genç, a.g.e., s. 191.
56
Feira
Zirvesi’nde,
AGSP’deki sorunların
güçlendirilmiş işbirliği
çerçevesinde çözülmesine yönelik kararların etkinleştirilmesi amacıyla AB
üyesi devletlerin devlet veya hükümet başkanları 7-11 Aralık 2000
tarihlerinde Nice’de toplanmışlardır.107
2.3.5. Nice Zirvesi
26 Şubat 2001’de imzalanarak 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe giren
Nice Antlaşması’nda, Avrupa Birliğinin ODGP alanında BAB ve NATO ile
ilişkisi yeniden düzenlenmiştir. Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması’nın
17.madde 1.paragraf 2.bendinde BAB, Avrupa Birliği’nin geliştirilmesinin
ayrılmaz
bir
parçası
olarak
tanımlanmış
olmasına
rağmen
Nice
Antlaşması’nda yapılan düzenlemelerle BAB’ın AB içindeki rolüne ilişkin
maddeler ABKA’dan çıkartılmıştır.
Aslında BAB’ın statüsü konusunda, Nice Zirvesi’nden bir ay önce
Kasım 2000 tarihinde BAB Bakanlar Konseyi’nin Marsilya Zirvesi’nde
BAB’ın Avrupa Birliği’ne kısmi olarak entegrasyonu konusunda karar
alınmıştır.
Marsilya Zirvesi sonucunda yayınlanan Marsilya Bildirisi’nde
BAB Antlaşması’nın 5.
ve
9. maddeleri dışındaki tüm düzenlemelerin
sonlandırıldığı belirtilmiştir. Sözkonusu 5. Madde dolayısıyla BAB hukuki
olarak sonlandırılmamıştır. Çünkü NATO Antlaşması’nda olduğu gibi BAB
Antlaşması’nın 5.maddesi de üye ülkelerin sınırlarını garanti altına
almaktadır. 5.madde ile ilgili hukuki ve politik sorunların ortaya çıkmasının
önlenmesi amacıyla, BAB görevleri elinden alınmış ancak hukuki varlığını
sürdüren bir konuma indirgenmiştir.
BAB, böylece uluslararası hukuk
sujeliğini korumuştur.
AB’nin
Atlantikçi
kanat
üyeleri,
ABD’nin
BAB
faaliyetlerine
müdahaleleri dolayısıyla BAB’ın bağımsız bir örgüt olarak gelişemeyeceğini
görerek
107
BAB’ın
görevlerini
Özdal, Genç, a.g.e., s. 192.
AB’ye
devrederek
mevcut
ikilemin
57
karmaşıklığından
kurtulmuş
aynı
zamanda
ekonomik
tasarruf
da
sağlamışlardır.108
Antlaşmada AB üyesi olmayan NATO’nun Avrupalı müttefiklerinin
AGSP sürecine
katılmalarına olanak sağlanmamış ancak bu altı ülke
(Türkiye, Norveç, İzlanda ve 2004 yılında Avrupa Birliğine üye olmuş olan
Polonya, Macaristan Çek Cumhuriyeti) ile ilgili olarak danışma mekanizması
kurulması yeğlenmiştir.109 Danışma mekanizması görevini yürütmek için de
“Katılımcılar Komitesi” adı altında bir birim oluşturulmuştur.110 Karar alma
mekanizmasında yapılan düzenlemeler kısaca şöyledir.
-
AB’nin, NATO olanaklarını kullanması durumunda, AB’ne üye
olmayan altı NATO üyesi devletin katılımı, AB Konseyi tarafından
alınacak karara bağlıdır.
-
Eylem
amacıyla
harekata
yönelik
planlama
durumunda
NATO’nun araçları ve yeteneklerine ulaşım, İttifakın planlama
mekanizmaları çerçevesinde gerçekleştirilecektir.
-
AB’nin tek başına düzenleyeceği operasyonların planlanmasının
Avrupalı birimler tarafından gerçekleştirildiği durumlarda, AB
üyesi olmayan altı müttefik devlet, bu birimlerle temas halinde
bulunmak amacıyla memurlar atayabilecektir.
-
Harekata dahil olan Devletler, kuvvetlerin oluşturulması ile ilgili
konferansta ulusal katılımın düzey ve niteliğini belirleyecektir.
Konferans sonrasında, harekat resmi olarak başlayacak ve
Katılımcılar Komitesi oluşturulacaktır.
-
AB’nin Siyasi ve Güvenlik Komitesi, harekatın siyasi kontrolü ve
stratejik yönetiminden sorumlu olacaktır.
-
AB öncülüğünde yürütülecek olan bir harekata büyük ölçüde
katılımda bulunarak sözkonusu eylemlerde yer alacaklarını teyit
eden devletler, harekatın günlük yönetimine katılma hakkına
sahip olacaklardır.
108
Çakmak, a.g.e., s. 192-193
Efe, a.g.m., s.14.
110
Çakmak, a.g.e., s.192.
109
58
-
AB
Konseyi,
Katılımcılar
Komitesi
çerçevesinde,
katılan
devletlerle yapılacak görüş alışverişlerinden sonra, harekatın
sonuçlandırılmasına karar verebilecektir.111
Nice Zirvesi’nde yapılan bu düzenlemeler dolayısıyla, AGSP
yapılanmasında
güvenliğe
ilişkin
konuların
Avrupa
Birliği
içinde
geliştirilmesi isteği kesin bir dille açıklanmış olmaktadır. Ayrıca, NATO’nun
desteği olmaksızın yapılacak harekatlarda, daha önce Köln Zirvesi’nde de
belirtildiği üzere,
AB karar alma mekanizmasının özerkliğinden ödün
verilmek istenmediği anlaşılmaktadır.
Fakat, NATO’nun imkan ve
yeteneklerinin kullanılacağı eylemlerde AB üyesi olmayan NATO’nun 6
müttefikinin memnun edilebilmesi için danışma mekanizmasına getirilen
bazı iyileştirmeler, başta Türkiye olmak üzere karar mekanizmasında
bulunmak
isteyen
devletleri
tatmin
etmemiştir.
1999
Washington
Zirve’sinde, her ne kadar AB tarafından ifa edilecek askeri operasyonlarda,
NATO’nun AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerinin de katılması öngörülmüş
olmasına karşın Haziran 1999 Köln Zirvesi’nde olduğu gibi, Aralık 2000
Nice Zirvesi’nde de, tam tersi yönde olmak üzere “AB üyesi olmayan
NATO üyesi 6 devletin, AB’nin askeri operasyonlarında planlama ve karar
alma mekanizmalarında yer almaması” yönünde karar alınmıştır.
AB,
böylelikle AB’nin sadece kendi üyelerinin katılımıyla özerk bir güvenlik ve
savunma politikası izlemeye devam edeceğini ve artık NATO’ya
gereksinim duymadığının işaretlerini vermeye çalışsa da, AB’nin yeterli
askeri altyapıya sahip olmadığı da görünen bir gerçektir.
15-16
Haziran 2001 tarihinde yapılan Göteborg Zirvesi’nde, AB
kuvvetlerinin, çatışmaların önlenmesi, kriz yönetimi, erken uyarı, analiz ve
harekete geçme yeteneklerinin geliştirilmesi için “Şiddetli Çatışmaları
Önleme Programı” biriminin oluşturulması kararı alınmıştır.
AGSP
çerçevesinde AB’nin NATO olanaklarını kullanmak için düzenlemelerin ve
antlaşmaların en kısa sürede yapılması için görüş birliğine varılmıştır.
Ayrıca, AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle AGSP çerçevesinde işbirliği ve
111
Özdal, Genç, a.g.e., 196-197.
59
katılım koşullarının Laeken Zirvesi’nde sonuçlandırılması için çalışmaların
başlanmasına karar verilmiştir.112
14-15 Aralık 2001 Laeken Zirvesi öncesinde, Türkiye AGSP
mekanizmalarında söz sahibi olmadan AB’nin NATO’nun imkan ve
yeteneklerinin
kullanılmasına
onay
vermediğini
ısrarla
yinelemiştir.
Türkiye’nin bu kararlı tutumu karşısında ABD, İngiltere ve Türkiye arasında
“NATO olanaklarının kullanılacağı durumlarda Türkiye’nin AB karar
mekanizmasında yer almaması ile kendisine yönelik tehditlerle ilgili
kaygıları”na çözüm bulmak amacıyla üçlü görüşmeler başlatılmıştır.
Türkiye, NATO imkan ve yeteneklerinin AB tarafından kullanılması
durumunda, NATO’nun karar verme iradesinin temsilcisi olarak AB karar
mekanizmasında söz sahibi olması gerektiğini belirtmiştir.
Ayrıca,
NATO’nun imkan ve yeteneklerinin kullanılmasına rağmen AB’nin NATO
üyesi olmayan Avusturya ve Finlandiya gibi AB ülkelerine, harekatın
yönetiminde karar alma hakkı verilmesine karşılık, Türkiye harekata katkı
sağladığı halde kendisine bu hakkın tanınmamasının Washington Zirvesi
kararlarına uygun olmadığını savunmuştur.
Yukarıdaki gerekçelerin yanı sıra Türkiye, AB’nin özerk eylemlerinde
AB
kuvvetlerinin
kendisine
karşı
kullanılması
olasılığını,
örneğin
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’nin harekata kuvvet
katkısını engellemesi ve AB Konseyi’nde alınacak bir kararla, AB
kuvvetlerinin Ege ve/veya Kıbrıs’ta kullanılması sözkonusu olduğu
takdirde, AB ile karşı karşıya kalmaktan duyduğu endişesini dile
getirmiştir.113
ABD’nin arabuluculuğunda, İngiltere ve Türkiye arasında yapılan
müzakereler sonucunda 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye ve
AB arasında AGSP çerçevesindeki anlaşmazlıklar şu şekilde giderilmiştir.
112
Çakmak, a.g.e., s. 193.
Efe, “AB’nin ‘Gelişen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 9/3 (2007), s.137.
113
60
-
Yakın coğrafyasındaki güvenlik çıkarlarını doğrudan etkileyecek
AB operasyonlarının karar alma sürecinde yer almayacak olan
Türkiye’nin dezavantajını ortadan kaldırmak için “yoğunlaştırılmış
danışma” olarak tanımlanan danışma mekanizmasının işletilmesi
kabul
edilmiştir.
Böylece,
Türkiye’nin
AB
kararlarından
dışlanmayacağı ortaya konulmuştur.
-
AB ve NATO üyeleri arasında çıkan ve/veya çıkabilecek
ihtilaflara, AB askeri gücünün müdahale etmemesi üzerinde
anlaşılmıştır. Bu suretle de, Türkiye’nin, Yunanistan’la olası bir
çatışmada
AB’yi
karşısına
alma
kaygısı
giderilmeye
çalışılmıştır.114
Türkiye,
kendisine
verilen
bu
garantilere
karşılık,
AGSP
çerçevesindeki sözkonusu tıkanıklığın aşılması için karar mekanizmasının
tüm sürecinde olmamakla birlikte sadece harekata ilişkin planlama ve
uygulama boyutunda söz sahibi olmasının yeterli olduğunu belirtmiştir.
Avrupa Ordusu’nun tüm karar mekanizmalarında yer alma ve veto hakkını
kullanma talebi ile NATO imkan ve yeteneklerinin her biri için NATO’da
oylama yapılması isteğinden vazgeçmiştir. Ayrıca, AB’nin NATO müttefikleri
arasındaki sorunlara (Ege sorunu gibi) ve BM gözetimindeki konulara
(Kıbrıs gibi) müdahil olmaması yönünde karar alınmıştır.
Yine varılan uzlaşıya göre, bağımsız AB operasyonlarının bir NATO
müttefikinin coğrafi bölgesi yakınında yapılması ya da ulusal güvenlik
çıkarlarını etkilemesi sözkonusu olursa, AB Konseyi’nin bu müttefikle
görüşmelerde bulunarak, görüşmelerin sonucunun verilecek kararlarda göz
önüne alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu “yoğunlaştırılmış danışma”
sistemiyle operasyon için mutlaka Türkiye’nin görüşü alınacak, ancak son
kararı yine AB yetkili organları verecektir.
2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye’nin AGSP kapsamında
muhalefeti aşılırken, AB içinde Yunanistan’ın muhalefeti ile karşılaşılmıştır.
Yunanistan, Türkiye ile olası bir çatışmada AB’nin Yunanistan’a destek
114
Çayhan, a.g.m., s.53.
61
vermesi konusunda güvence istemiştir. Ayrıca Kıbrıs Rum kesimi, AB üyesi
olduktan sonra (Kıbrıs Rum Kesimi 1 Mayıs 2004’te AB’ye üye olmuştur),
Türkiye’nin bölgesinde yapılacak bir operasyonda, Rum askerlerinin
Türkiye’nin isteği üzerine devre dışı bırakılmasının da engellenmesini talep
etmiştir. 115
14-15 Aralık 2001 Laeken Zirvesi’ne “11 Eylül 2001 saldırıları” şoku
ve Yunanistan’ın yukarıda belirtilen itirazlarının hakim olduğu bir ortamda
gidilmiştir.
2.3.6. Laeken Zirvesi
14-15 Aralık 2001 tarihlerinde Brüksel’in kuzeyindeki Laeken
bölgesinde Laeken Kraliyet Şatosunda gerçekleştirilen Leaken Zirvesi’nde,
AB üyesi devletler, ABD’ne yapılan “11 Eylül 2001” terörist saldırılarının
etkisiyle, öncelikle kriz yönetimine ilişkin sivil ve askeri yeteneklerinin
geliştirilmesi için çalışacaklarını belirtmişlerdir.116
11 Eylül 2001 saldırıları, terörizmle savaşta o tarihe kadar marjinal
etkinlik göstermiş olan AB’nin güvenlik algılamasında önemli değişiklik
meydana
getirmiştir.
Düşmanın
sınırlar
içinden
de
vurabileceği
düşüncesinden hareketle, AB Devlet veya Hükümet Başkanları, AP
Başkanı, Avrupa Komisyonu Başkanı, ODGP Yüksek Temsilcisinin ortak
olarak hazırladıkları bildiride, Birliğin savunma alanında bütünlüğünü
sağlayacak bir ODGP’nin geliştirilmesine devam edileceği ve AGSP’nin
biran önce operasyonel hale getirileceği belirtilmiştir.
Zirve sonrası yayınlanan “Ortak Avrupa Güvenlik ve Savunma
Politikası’nın Operasyonel Yeteneği ile İlgili Bildiri”de, daha önce alınan
zirve kararları doğrultusunda AGSP’nin geliştirilmesine yönelik çalışmalara
devam edilmesi, sivil ve askeri yeteneklerin güçlendirilmesi, AB’nin kriz
yönetim
operasyonlarında
imkan
ve
yeteneklerinin
geliştirilmesinin
mümkün olacağı belirtilerek, AB’nin resmi olarak bazı kriz yönetimi
operasyonlarını gerçekleştirebilecek kapasitede olduğu vurgulanmıştır.
115
116
Çayhan, a.g.m., s. 53-54
Özdal, Genç, a.g.e., s. 198
62
Nice Zirvesi’nin kapanışında, AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle
AGSP çerçevesinde işbirliği ve katılım koşullarının ve AB’nin NATO
imkanlarının kullanılmasıyla ilgili sorunların çözümlenmesinin Leaken
Zirvesi’nde sonuçlandırılması umuduyla gerekli çalışmaların başlanmasına
karar
verildiği
yukarıda
belirtilmişti.
Ancak,
Yunanistan’ın
Ankara
Mutabakatı’na itirazı dolayısıyla AB’de görüş birliği sağlanamadığı için AB
askeri gücü ile NATO arasındaki işbirliğinin esasları belirlenememiştir.
Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu, Laeken Zirvesi’nde AB-NATO kurumsal
işbirliğinin
yaşama
engellemiştir.117
geçirilmesini
Hatta,
Ankara
Mutabakatı’na Yunanistan’ın itirazı dolayısıyla, mutabakat, Zirve sonuçları
arasında yer almamıştır. Yunanistan, Mutabakat’ta kayda geçirilen
“AGSP’nin
dolayısıyla
müttefiklere
Türkiye
karşı
ile
kullanılamayacağı”
olabilecek
yolundaki
anlaşmazlıklarında
kullanamayacağı için uzlaşıyı reddetmiştir.
ifade
AGSP’yi
Böylece Laeken zirvesinde
AGSP ile ilgili kayda değer bir gelişme sağlanamamıştır.
Hatta,
Yunanistan’ın olumsuz tutumu Sevilla Zirvesi’ni de etkilemiştir.
2.3.7. Sevilla Zirvesi
21-22 Haziran 2002 tarihinde gerçekleşen Sevilla Zirvesi’nde de
AGSP konusunda gelişme mümkün olamamıştır.
Yunanistan’ın Ankara
Mutabakatı ile itirazından kaynaklanan sorunun çözümü Brüksel Zirvesi’ne
bırakılmıştır.
Sevilla
Zirvesi’inde,
2003
tarihinden
itibaren
AB
güçlerinin
Makedonya’daki NATO operasyonlarında ve Bosna Hersek’te BM Milis
Gücü
yerine
görev
alabilmesi
için
çalışmalar
yapılması
kararlaştırılmıştır.118
117
Ülkü Demirdöğen, “Nice Zirvesi sonrasında Avrupa Güvenlik Savunma Politikası ve Türkiye”,
Journal of Istanbul Kültür University, 2002/2, (Erişim)
www.iku.edu.tr/TR/iku_guncel/.../Sos.Bil.San.C1S2_69.pdf. 24 Şubat 2010, s.75.
118
Çakmak, a.g.e., s.194.
63
2.3.8. Brüksel Zirvesi
24-25 Ekim 2002 tarihlerinde Brüksel’de yapılan Avrupa Konseyi
toplantısında, Yunanistan’ın itirazı çözüme kavuşturulmuştur. “Brüksel
Belgesi” olarak adlandırılan metinde, AGSP’nin müttefiklerin aleyhine
kullanılmaması;
kullanılmaması,
buna
karşılık
operasyonel
NATO’nun
da,
planlamanın
AB
üyelerine
NATO’da
karşı
yürütülmesi
durumunda AB üyesi olmayan müttefiklerin tamamen bu operasyonların
içinde yer alması;
planlamanın AB’nin içinde yapılması durumunda,
Avrupalı müttefiklerin katılımcı olarak subay göndermeleri ve AB’nin
planlayacağı özerk operasyonlarda daha sıkı bir danışma mekanizması
kurulması konularında anlaşmaya varılmıştır.
Brüksel Belgesi’nde
Yunanistan’ın talebiyle “AGSP’nin bir müttefike karşı kullanılamayacağı”
taahhüdüne karşılık olarak “NATO’nun da AB’ye veya AB üyelerine karşı
kullanılamayacağı” ibaresi eklenmiştir. Bunun yanı sıra, metne Birleşmiş
Milletler Şartı’na aykırı tutumlarda bulunulmayacağına dair bir ifade de
eklenmiştir.119 Brüksel toplantısında alınan bu kararların onay işlemleri
Kopenhag Zirvesi’nde gerçekleşmiştir.
2.3.9. Kopenhag Zirvesi
12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirve’sinde AGSP’nin hiçbir koşulda ve
krizde herhangi bir NATO müttefikine karşı kullanılamayacağı, buna
karşılık NATO askeri kriz yönetiminin de AB’ye ve üye ülkelerden herhangi
birine karşı eyleme geçemeyeceği teyit edilerek, Yunanistan’ın itirazı
bertaraf edilmiştir. Ayrıca, NATO ile Barış İçin Ortaklık Antlaşması’nı (BİO)
imzalamamış olan GKRY’nin NATO imkanları kullanılarak yürütülecek
AGSP operasyonlarına katılmaması ve NATO’nun gizli evrakına Kıbrıs
Rum Kesimi ile Malta’nın erişimine izin verilmemesine karar verilmiştir.
Böylece, Türkiye’nin AGSP’nin Kıbrıs’ta kullanılacak olmasına ilişkin
kaygıları da giderilmiştir.
119
Efe, a.g.m., s.138
64
2.3.10. AGSP’nin faaliyete geçişi
Güvenlik ve savunma ile ilgili bu krizin aşılmasını müteakip, NATOAB arasındaki işbirliğinin işler hale gelmesi ile AB, 1 Nisan 2003 tarihinde
NATO’nun Makedonya’da yürüttüğü “Allied Harmony” isimli barışı koruma
operasyonunu gerçekleştirmeyi “Concordia” adıyla oluşturulan 320 kişilik
bir güçle yerine getirmiştir.
Böylece AGSP bünyesinde ilk askeri
operasyon gerçekleştirilmiştir.
AB’nin Makedonya’daki bu deneyimi, 2004’te Bosna Hersek’te SFOR
barış gücünü NATO’dan 7.000 kişilik bir güçle devralmasını da sağlamış
ve EUFOR faaliyete geçmiştir.
Daha sonra, AB, 1.300 kişilik bir güçle Kongo’da seçimler sırasında
barış koruma görevini BM gözetiminde üstlenmiştir.
Yukarıda belirtilen bu görevler, AB’nin ikinci sütununda, Petersberg
Görevleri ile sınırlı bile olsa, bir askeri müdahale gücü oluşturduğunun
göstergesi olmuştur.120
AB, 2003 yılının ilk zirvesini Yunanistan’ın başkanlığı döneminde 1920 Haziran 2003 tarihinde Selanik’te yapmıştır.
Zirvede, AB’nin ODGP
Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın öncülüğünde 2003 yılı Aralık ayındaki
konsey toplantısında “Avrupa Güvenlik Stratejisi” ve 2004 yılında da
“Avrupa
Savunma
Ajansı”nın
oluşturulma
çalışmalarına
başlanması
kararlaştırılmıştır.121
12 Aralık 2003 tarihinde AB üyesi devletlerin devlet ve hükümet
başkanları, Roma’da Yüksek Temsilci Javier Solana tarafından hazırlanan
ve Solana Paper olarak da bilinen Avrupa Güvenlik Stratejisi’ni kabul
etmişlerdir.
Avrupa Birliği’ni 2003 yılında yeni güvenlik stratejisi kabul
etmeye götüren neden ABD’nin Irak’a müdahalesi sırasında AB’nin net bir
politika uygulayamamış olmasından kaynaklanmıştır.
120
Barış Özdal, “Lizbon Reform Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na İlişkin
Düzenlemelerin Analizi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, Haziran 2008, s.137-138.
121
Çakmak, a.g.e., s.195.
65
1992 Maastricht Antlaşması’ndan sonra çeşitli uluslararası krizlerde
AB’nin Ortak Dış Politika ve Güvenlik alanındaki girişimleri söylem
düzeyinden eylem düzeyine
geçememiş ve özellikle ABD’nin Irak’a tek
taraflı müdahalesi sırasında AB’de yaşanan fikir ayrılıkları AB’nin dış
politikasının Avrupa içinde ve dışında tartışılmasına neden olmuştur.
Avrupa Birliği’nin, ABD’nin kitle imha silahlarının yayılmasını
terörizmle bağlantılandırarak Irak’ta uyguladığı yeni Amerikan Ulusal
Güvenlik Stratejisi’ni (önleyici savaş yöntemi) onaylamamış olması Bush
Doktrini’nin Irak’ta uygulanması gerçeğini değiştirmemiştir. Sonuç olarak,
Irak Savaşı Birliğin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın başarısızlığını ortaya
koymuş ve üye devletler AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politika’sından
sorumlu Yüksek Komiseri Javier Solana’yı Avrupa Güvenlik Stratejisi
taslağını hazırlamakla görevlendirmişlerdir. 20 Haziran 2003 tarihinde
Avrupa Güvenlik Stratejisi’ni belirlemek üzere bir araya gelen Birlik üyeleri,
AB’nin karşı karşıya olduğu yeni tehditler dolayısıyla yaşamsal ilgi
alanlarının yakın coğrafyaları ile sınırlı kalmaması gerektiğine karar vererek
Solana Paper olarak da bilinen “Avrupa Güvenlik Stratejisi”ni kabul
etmişlerdir.122
AB’nin kabul ettiği ilk güvenlik stratejisi olan bu belgede,
Birliğe yönelik yeni küresel tehditler ve stratejik hedefler:
-
Terörizme karşı mücadele,
-
Kitle imha silahlarının yaygınlaştırılmasına karşı mücadele,
-
Örgütlü suçlara karşı mücadelenin bir aracı olarak “başarısız
devletlere” yardım,
olarak belirtilmiştir.
AB’nin yeni dış politika doktrini olarak bilinen Solana Belgesinde yer
alan yeni tehditler arasında en önemli sorun terörizm olmuştur.
Uluslar
arası terörizm AB tarafından stratejik bir tehdit olarak kabul edilerek
teröristlerin kitle imha silahlarını kullanma ihtimali Avrupa Güvenlik
Stratejisi’nde belirtilmiştir. Ayrıca, kitle imha silahlarının yayılması sorunu,
122
Nurşin Ateşoğlu Güney, Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri AB-NATO-ABD, 1.baskı, İstanbul,
Bağlam Yayıncılık, 2006, s. 13-16.
66
Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde AB’yi hedef alan öncelikli tehditlerden biri
olarak ilan edilmiştir.
AB’nin dış politika doktrininde yer alan diğer tehdit de çöken ve
çökmekte olan rejimler gösterilerek, gelecekte olası göç dalgası ve organize
suçların
bu
tür
rejimlerden
kaynaklanabileceği
Avrupa
Güvenlik
Stratejisi’nde yer almıştır.
Haziran 2003 tarihindeki AB Selanik Zirvesi’nde, Javier Solana
tarafından hazırlanan Avrupa’nın güvenliği için elle tutulur açılımların yer
aldığı “Daha iyi bir dünyada daha güvenli bir Avrupa” olarak da adlandırılan
“Avrupa Güvenlik Stratejisi” adlı belgede:
Küresel Sorunlar:
Soğuk Savaş sonrası, sınırları belirsizleşen güvenliğin iç ve dış
yönlerinin birbirine sıkıca bağlı olması dolayısıyla ticaret, yatırım akışı,
teknolojinin
gelişmesi
ve
demokrasinin
yayılmasının
dünyanın
bir
bölümünde bağımsızlık ve refah, bir bölümünde ise hüsran, adaletsizlik
olarak algılanarak devlet dışındaki grupların uluslararası ilişkilerdeki rolünü
arttırdığına, dünyanın büyük kısmında yoksulluk ve hastalıkların güvenlik
endişeleri yarattığı, salgın hastalıkların artmasının toplumların çökmesine
neden olduğu, ekonomik başarısızlığın siyasi sorunlar ve şiddete yönelimler
getirdiği, güvenlik olmayan bölgelerde yatırımın sekteye uğradığı, altyapının
yok edildiği ve dolayısıyla güvensizlik ve yoksulluk döngüsünün ön plana
çıktığı, önümüzdeki yıllarda küresel ısınmayla doğal kaynaklar özellikle su
konusundaki mücadelenin birçok yerde kargaşa ve göçe neden olacağı,
ayrıca dünyanın en büyük gaz ve petrol ithalatçısı olan Avrupa’nın enerji
bağımlılığının kaygı verici nitelikte olduğuna değinilerek Avrupa’ya yönelik
başlıca tehditler topyekun bir saldırı
ihtimalinden çok niteliği belirsiz ve
tahmin edilebilmesi daha zor olan yeni tehditlerle karşı karşıya olduğu
belirtilmiştir. Sözkonusu yeni tehditlerin başlıcaları:
Terörizm:
Nedenleri karmaşık olan terörizmin dini aşırılıklar, modernleşmenin
yarattığı baskı, kültürel-siyasi krizler ve yabancı toplumlarda yaşayan
gençlerin bulundukları topluma yabancılaşmasından kaynaklanan terör
67
hareketleri için Avrupa’nın hem hedef, hem de üs olduğu belirtilerek terör
tehdidine karşı Avrupa’nın ortak hareket etmesi gereği vurgulanmıştır.
Kitle imha silahlarının yayılması:
Ortadoğu’da kitle imha silahlarıyla silahlanma yarışının arttığı bir
ortamda, biyolojik silahlar, kimyasal ve radyolojik maddelerle saldırı
olasılığının artması, füze teknolojisinin yayılmasının Avrupa’yı tehlikeye
ittiğine değinilerek en ürkütücü senaryonun ise terörist grupların kitle imha
silahlarını elde etmesi durumunda küçük bir grubun daha önce ancak
devletler ve orduların yol açabileceği kadar hasara neden olabileceği
belirtilmiştir.
Bölgesel çatışmalar:
Avrupa’nın uzağındaki Keşmir, Kore Yarımadaları’ndaki ve/veya
yakın coğrafyasında Ortadoğu’daki sorunlar, Avrupa çıkarları üzerinde direk
veya dolaylı etkilere neden olabilmektedir. Avrupa’nın sınırlarındaki
çatışmalar sosyal ve fiziksel yapıya zarar vererek azınlıkları, temel
özgürlükleri ve insan haklarını tehdit ederek çatışmaya, aşırılığa, teröre
davetiye çıkartarak örgütlü suçlara uygun bir ortam yaratıp, kitle imha
silahlarına olan talebi arttırabileceği, dolayısıyla sözkonusu yeni belirsiz
tehditlerle mücadele etmenin yolunun bölgesel çatışmaların yarattığı eski
sorunlarla ilgilenmenin uygun olacağı belirtilmiştir.
Devlet yönetiminin çökmesi:
Yolsuzluk, gücün kötüye kullanılması, yakınların kayırılması, iç
çatışmalar gibi nedenler son yıllarda
Somali, Liberya ve Taliban
yönetimindeki Afganistan’da olduğu gibi devlet kurumlarının çöküşüne,
dolayısıyla
örgütlü
suçların
yayılmasına
ve
son
halkada
bölgesel
istikrarsızlığı arttırarak küresel istikrarsızlığa yol açabilen nedenlerin
başında geldiğine değinilerek,
Örgütlü suçlar’ın Avrupa’yı ana hedef olarak seçtiği belirtilmiştir.
Uyuşturucu trafiği, kadın ticareti, yasadışı göçmenler ve silah kaçakçılığı gibi
Avrupa’daki iç tehditlerin sınıraşan dış boyutları nedeniyle sözkonusu
suçlardan elde edilen gelir ve bu suçların kaynaklandığı ülkelerdeki
çatışmaları körüklemekte ve bazı durumlarda örgütlü suç, içinden yetiştiği
68
devlete hakim olabilmektedir.
Avrupa’daki eroinin %90’ı Afganistan’da
üretilen afyondan gelmekte, elde edilen geliri ise bu ülkedeki özel ordulara
aktarılmakta,
dünyadaki
Balkanlar’daki suç ağı,
seks
ticaretinin
%30’undan
sorumlu
Avrupa’daki uyuşturucu dağıtımının
olan
başlıca
sorumlusudur. Son yılların yeni bir örgütlü suç modeli ise yüzyıllardır var
olan deniz korsanlığındaki artış olarak gösterilebilir.
123
Sonuç olarak, maksimum şiddete başvuran terörizm, kitle imha
silahlarının ele geçirilmesi, örgütlü suç, devlet sisteminin zayıflaması ve özel
orduların
özel
amaçlarla
kullanılması
karşısında
gerçekten
önemli
tehditlerle karşı karşıya kalan Avrupa, stratejik hedeflerini:
1. 11 Eylül 2001 sonrası teröristlerin finans kaynaklarının
durdurulmasını teminen ABD ile karşılıklı yasal yardımlaşma
anlaşması çerçevesinde işbirliğini geliştirmek,
2. Nükleer silahların yayılmasına karşı Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı’nı güçlendirerek ihracat kontrollerini ve yasal olmayan
arz ve talebi engellemeye yönelik önlemleri içeren Eylem Planı
üzerinde uzlaşarak anlaşmaların denetleme mekanizmalarının
güçlendirilmesini sağlamak,
3. Balkanlar’da,
Afganistan’da
ve
Kongo
Demokratik
Cumhuriyeti’nde olduğu gibi çöken devletleri güçlendirerek
bölgesel çatışmalarla mücadele etmelerini, ayrıca Avrupa
Birliği içinde örgütlü suçlarla başa çıkabilmek için Balkanlar’da
demokrasinin teşvik edilerek iyi yönetimin tekrar kurulmasını
ve örgütlü suçlarla mücadelenin bizzat ülke içinde yapılmasını
sağlamaya çalışmak,
·
Küreselleşme döneminde uzak coğrafyadaki tehditler (Kuzey
Kore’deki nükleer aktiviteler, Güney Asya’daki nükleer riskler
ve
Ortadoğu’daki
nükleer
silahların
yayılması)
yakın
coğrafyadaki tehditler kadar Avrupa’yı endişelendirmekte,
123
Javier Solana, “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”,
(Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s.2-5.
69
·
Teröristler ve suçluların günümüzde evrensel boyutta eylem
imkanına sahip olmaları Avrupa vatandaşları için de tehdit
oluşturmakta,
·
Avrupa’nın Soğuk Savaş sırası ve öncesindeki geleneksel öz
savunma anlayışının istila tehdidine dayanmakta olduğu,
ancak yeni tehditlerle birlikte ilk savunma hattının Avrupa’nın
sınırları dışında başlama ihtimali,
·
Yeni tehditlerin dinamikliği, nükleer silahların yayılması riskinin
zaman içinde artması,
çöken devletler ve örgütlü suçlar
dolayısıyla yeni dinamik tehditlere karşı koyabilmek amacıyla
aktif politikalar üretmek ve gerektiğinde kuvvetli müdahaleyi
mümkün kılabilecek olan stratejik bir kültür oluşturulması,
yönünde saptamıştır.124
Irak savaşı sırasında AGSP’nin güvenli çalışamaması ve AB’nin tek
bir ses halinde
birlikte hareket edememesi AB liderlerini ortak stratejinin
belirlenmesinde birleştirmiştir.
Javier Solana’nın hazırladığı belgede,
savunma için 160 milyar Euro’dan fazla harcayan 25 ülkeli bir Birlik olarak
bazı harekatları eşzamanlı olarak destekleyecek durumda olunması
gerekliliği, uluslararası barış ve güvenliğe yöneltilen tehditlere karşı
Birleşmiş
Milletlerin
desteklenmesi,
BM
ile
olan
işbirliğinin
kuvvetlendirilmesi, nükleer silahlanmanın Avrupa’nın sınırlarını saran ve
insani boyutu olan acil durumların oluşmasından önce AB’nin harekete
geçebilmesinin sağlanması ve önleyici müdahalenin gelecekte daha ciddi
problemlerin ortaya çıkmasını engelleyebileceği belirtilmiştir. Bu amaçla,
stratejik hedefler:
Daha yetkin (More Active) bir Avrupa yaratmak. Örneğin bir
savunma örgütünün kurulması,
124
Javier Solana, “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”,
(Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s. 5-9
70
Daha güçlü bir diplomatik yetkinlik (More Cabaple) Örneğin ortak
tehditlerin belirlenmesi, üye ülkeler arasında istihbarat paylaşımı ve iletişim.
AB-NATO işbirliği,
Daha uyumlu (More Coherent) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın amacının birlikte hareket
edildiğinde daha güçlü olunacağı ve kalkınma için güvenliğin ilk şart olduğu,
Ortaklarla
birlikte
çalışma
Trans-Atlantik
işbirliğinin
vazgeçilmezliğinin yanı sıra uluslararası örgütlerle işbirliğinin önemi
üzerinde durularak dünyanın çeşitli coğrafyasındaki ülkelerle (Ortadoğu,
Afrika, Latin Amerika, Asya, özellikle Rusya Federasyonu, Çin, Kanada ve
Hindistan’la stratejik ortaklıkların güçlendirilmesinin daha adil, daha güvenli
ve daha bütünleşmiş bir dünyanın oluşmasına katkı sağlayacağı yönünde,
belirlenmiştir.125
8 Aralık 2003 tarihinde AB liderlerinin onayladığı ortak güvenlik
stratejisinde ”daha iyi bir dünya oluşturmak ve küresel güvenlik için
Avrupa’nın sorumluluk paylaşması gerektiği” düşüncesi ön planda olup
“stratejik kültür”, “başarısız devletler”, “etkili çok taraflılık” ve “önleyici
angajman” kavramları sözkonusu stratejinin belkemiğini oluşturmuştur.
126
Avrupa Güvenlik Stratejisi’nin kabul edilmesiyle, AB ‘önalıcı angajman’
(pre-emptive engagement) kavramı yerine, ‘önleyici angajman’ (pre-ventive engagement)
kavramını uygulamaya başlamıştır. AB, askeri yeteneklerinin geliştirilmesini
teminen Mayıs 2004’te, Acil Müdahale Gücü odaklı Temel Hedef 2010 (Head
Line Goal 2010) adlı plan çerçevesinde 2010 yılına kadar AB’nin küresel
boyuttaki
askeri
eylemlerde
görevlendirilmek
üzere
silahlı
bir
güç
oluşturulmasını öngörmüştür. Bu amaçla, AB Savunma Bakanları 22 Kasım
2004’te AB tarafından yürütülen operasyonlar için Avrupa Muharebe
Gruplarını (European Battle Groups) kurmaya karar vermişlerdir. Acil
Müdahale Gücü’nün daha etkin hale getirilmesini amaçlayan bu karar,
AB’nin operasyon yapma yeteneğini arttırmak için alınmıştır. Avrupa
125
Javier Solana, “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”,
(Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf. 01 Ağustos 2010, s .11-14.
126
Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.502.
71
Muharebe Grupları’nın sayısının, AB’nin yeni güvenlik yapılanması ve askeri
yeteneklerinin geliştirilmesi için hedef yıl olarak seçilen 2010’a kadar, 13’e
ulaşması öngörülmektedir.127
Temel Hedef 2010’un en iddialı amacı, AB’nin hızlı yanıt verme
yeteneğini oluşturacak olan muharebe gruplarıdır. Şubat 2003’te İngiltere,
Fransa ve Almanya tarafından AB’nin gündemine getirilen bu kavramda,
muharebe gruplarının, 2005 yılında ilk harekat yeteneğine kavuşması ve
daha sonra operasyonel hale getirilmesi öngörülmektedir. Muharebe
grupları, 1500 kişiden oluşan ve her türlü iklim ve coğrafyada “ilk giriş”
kuvveti
olarak
görev
yapabilecek ve
kapsamlı kuvvetlere hazırlama
araziyi
ardından gelecek daha
yeteneğine sahip güç
yapısında
planlanmaktadır. 128
AB askeri alanda bu adımları atmakla birlikte, 1949 yılında NATO’nun
kurulmasından bu yana Avrupa devletlerinin, güvenlik işlerini NATO’ya ve
büyük ölçüde sert güç (hard power) özellikleri taşıyan ABD’ye bırakmış
oldukları düşünüldüğünde, AB’nin yumuşak güç (soft power) özellikleri ile
uluslararası kurumların üstünlüğüne inanarak dünya politikasına yön verme
eğiliminde olduğu görülmektedir. AB’de, 2003 yılından sonra yoğunlaşan
askeri yeteneklerin geliştirilmesi çabaları, realist kuram ile açıklanmaya
çalışılırsa birtakım belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. AB’nin bir devlet
olmaması ve güvenlik alanındaki bütünleşmede Avrupa ulus-devletlerinin
egemenlik paylaşımına hazır olmamaları dolayısıyla, AB’nin yumuşak güç
nitelikleri ile uluslararası politikada söz sahibi aktör konumunda olduğu
görülmektedir.
AB, yumuşak güç özelliğinin jandarma ve polis gücü oluşturulması
ile daha etkin hale gelebileceği amacı doğrultusunda, Hollanda ve
Fransa’nın girişimleri ile 2004 yılında Fransa, İspanya, İtalya, Portekiz ve
Hollanda tarafından 800 kişilik bir jandarma gücü kurulmuştur. 23 Ocak
2006’da Avrupa Jandarma Gücü (EUROGENDFOR) karargahı İtalya’da
127
Meltem Müftüler-Baç, a.g.e., s. 15
Efe, “AB’nin ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ Oluşturma Çabaları”, Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2007, Cilt 3, Yıl 3, Sayı 2, s. 24.
128
72
Vicenza’da açılmıştır. 2006’da kurulan bu ilk jandarma gücü, kriz bölgesinde
yapılacak
bir
askeri
operasyon
konuşlanabilecek kapasitedir.
sonrası
istikrarın
sağlanması
için
Avrupa Jandarma Gücü, NATO’ya rakip
olarak değil, ama AB’nin uluslararası etkisini arttırmak için kurulmuştur.
Sonuç olarak, AB askeri alanda, 2003’te operasyonel hale gelen
Acil Müdahale Gücü’nü, Avrupa Muharebe Grupları’nı ve Avrupa Jandarma
Grupları’nı aktif hale getirmiştir.129
Concordia Operasyonu (Makedonya Eski Yugoslav CumhuriyetiEUFOR-Concordia),
AB’nin
ilk
askeri
operasyonudur.
Makedonya
Cumhurbaşkanı’nın daveti üzerine AB kuvvetleri, Makedonya’da 2001
yılındaki çatışmaları çözen antlaşma olan Ohrid Çerçeve Antlaşması’nın
uygulanmasını
ve
güvenli
bir
ortam
sağlamak
amacıyla
NATO
Operasyonu’nu (Allied Harmony) 18 Mart 2003 tarihinde devir almıştır.
130
Danimarka ve İrlanda hariç olmak üzere 13 AB üyesi devlet (Belçika,
Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere, Yunanistan,
Portekiz, İspanya, Avusturya, Finlandiya, İsveç) ile bu tarihte NATO üyesi
olup ancak henüz AB üyesi olmamış olan 6 devlet (Çek Cumhuriyeti,
Macaristan, İzlanda, Norveç, Polonya ve Türkiye) ve yine bu tarihte AB ve
NATO üyesi olmayan 7 ülke (Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya,
Slovenya, Romanya, Bulgaristan) olmak üzere toplam 26 devletin katkısıyla,
komutasını Fransa’nın üstlendiği 400 kişilik hafif silahlı AB Barış Gücü,
Makedonya’nın Arnavutluk, Sırbistan ve Kosova ile sınır bölgelerinde
devriye görevine başlamıştır. 30 Eylül 2003’te komuta görevi Fransa’dan
komutasını
Portekiz’in
(EUROFOR)’ne
üstlendiği
devredilmiştir.
Avrupa
Acil
Müdahale
Gücü
Bu düzenleme 15 Aralık 2003 tarihinde
görevin tamamlanmasına kadar sürdürülmüştür.
Concordia operasyonu
sadece AB üye devletlerinin imkanlarıyla değil, aynı zamanda ABD’nin de
yeraldığı NATO’nun planlama ve lojistik desteği ile gerçekleştirilmiştir.
EUFOR Concordia AB’nin ilk operasyonu olmakla birlikte, “Berlin +” olarak
129
Müftüler-Baç, a.g.m., s.15. , Özdal, a.g.m., s.141.
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 29.
130
73
adlandırılan AB-NATO stratejik düzenlemelerinin de ilk uygulamasını teşkil
etmiştir. NATO ve AGSP arasındaki yapıcı ortaklık “Berlin+” düzenlemeleri
çerçevesinde yerine getirilmiştir. Aslında “Berlin+” düzenlemeleri nerede
uygulanırsa uygulansın iyi sonuçlar elde edilmektedir. Bu çerçevede, AGSP
uygulamaları şimdiye kadar iki olayda gerçekleştirilmiştir.
Birincisi
Makedonya eski Yugoslav Cumhuriyeti’nde Mart-Aralık 2003 tarihleri
arasında, ikincisi ise Bosna Hersek’teki Althea operasyonudur. 131
“Berlin+” düzenlemeleri çerçevesinde yapılan Bosna Hersek Althea
Operasyonu,
AB Barış Gücünün Dayton Antlaşması’nın yürürlüğe
girmesini ve ayrıca çok kültürlü-kalıcı bir barışı tesis edebilmek gayesiyle 2
Aralık 2004 tarihinde, görevi NATO Barış Gücü’nden devir almasıyla
başlatılmıştır.
Bosna Hersek Althea operasyonu AB’nin 7.000 askerle
katıldığı ve 2004 tarihi itibariyle
gerçekleştirilen en büyük askeri
operasyonu olup, NATO imkan ve kabiliyetlerinden yararlanılmıştır.
AB
Barış Gücü, bölgede güvenliği sağlama görevinin yanı sıra Birleşik Polis
Biriminin (Integrated Police Units (IPUs) eğitimine de destek olmuştur.132
AGSP’nin NATO’dan bağımsız olarak gerçekleştirdiği Artemis
Operasyonu, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin Ituri bölgesinde istikrarı
sağlamak amacıyla,
AB’nin 1.700’ü Fransızlardan oluşan 2.000 kişilik
kuvvetle NATO’dan yardım almadan Avrupa dışında gerçekleştirdiği ilk
askeri operasyonudur. Karargahı Uganda-Entebbe’de konuşlandırılan bu
kuvvet, şehirde mülteci kampları, havaalanı, BM personeli ve insani yardım
çalışanları ile sivillerin güvenliğini sağlamak amaçlı görevlendirilmiştir. Bu
operasyonla, muharip gruplar, acil müdahale gücü, AB operasyon merkezi
gibi AGSP terimleri gündeme gelmiştir. Artemis operasyonu zor koşullarda
görevini sürdükten sonra, sorumluluğu Kongo Demokratik Cumhuriyeti BM
Barışı Koruma gücüne (MONUC-Mission de l’Organisation des Nations
131
Jolyon Howorth, “NATO and ESDP: Institutional Complexities and Political Realities, Politique
Etrangère 4:2009 English Edition, (Erişim) www.ifri.org/downloads/pe42009hovorth.pdf. 05
Temmuz 2010 s.96-97.
132
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafranceuk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP-3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 30.
74
Unies en Républiqe démocratique du Congo-United Nations Peacekeeping
force in the Democratic Republic of the Congo) devretmiştir. 133
AB askeri operasyonların yanı sıra, 15-16 Haziran 2001 tarihinde
yapılan Göteborg Zirvesi’nden bu yana
çerçevesinde,
sivil AGSP oluşturma çabaları
sivil operasyonlar da yapmaktadır.
AGSP kapsamında
gerçekleştirilen sivil operasyonlardan:
Bosna Hersek’teki AB Polis Misyonu (EU Police Mission in
Bosnia-Herzogovina (EUPM),
AB’nin ilk kriz yönetimi harekatı olup 1 Ocak 2003’te Bosna
Hersek’te göreve başlamış ve bölgede görev yapan BM Uluslararası Polis
Misyonu’nun yerini almıştır.
AB Polis Misyonu 10 Ocak 2003-31 Aralık 2005 tarihleri arasında
Dayton/Paris Antlaşmasının uygulamaya konulmasını teminen 30’dan fazla
ülkeden katılan yaklaşık 500 Polis Memuru ve 38 milyon Euro yıllık bütçeyle
aşağıdaki konularda görevini ifa etmiştir:
-
Bağımsız, politik olmayan ve saydam bir Bosna Polis Gücü’nün
oluşturulmasını desteklemek,
-
Üst düzey polis memurlarının
profesyonel mesleki becerilerini
güçlendirmek,
-
Organize suçlarla mücadeleye yardımcı olmak ve bu konuda
uzmanlaşmış devlet kurumlarını kurmak,
-
Mahalli ve bölgesel polis güçleri için kalıcı ve uygulanabilir mali
plan hazırlamak,
-
Polis gücünün çoklu etnik kökenli yapısının sürdürülmesini temin
etmek için polis memurlarının istihdam ve işe alım süreçleri ile
eğitimlerine katılmak,
133
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance- k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 30-31
75
-
Devlet Güvenlik Kurumlarının (Devlet Araştırma ve Koruma
Ajansı ile Devlet Sınır
kurumsal
Hizmetleri) mesleki profesyonelliği ve
yapılanmalarını
sağlamlaştırmanın
yanı
sıra
bütünleşmelerini sağlamak.
Bünyesinde 180 polis memurunu görevlendiren Yeni Polis Misyonu
(EUPM II), 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren görevi EUPM’den devir almıştır.
Concordia harekatının 15 Aralık 2003’te bitmesini müteakip, amacı
Makedonya’nın Avrupa ve uluslararası standartlarda bir polis gücü
geliştirmesine katkı yapmak olan Makedonia Eski Yugoslav Cumhuriyeti
AB Polis Misyonu (EU Police Mission in FYROM) EUPOL Proxima
başlatılmıştır. Aralık 2003’te başlatılan ve Aralık 2005’e kadar görev süresi
uzatılan EUPOL Proxima Polis Misyonu görevi süresince Makedonya Eski
Yugoslav Cumhuriyeti’nde siyasal ortamın ve güvenliğin sağlanması amaçlı
Ohrid Çerçeve Antlaşması’nın uygulanmasına ve kalıcılığının temin
edilmesine yardımcı olmuştur. Üye ülkelerden ve üçüncü ülkelerden katılan
200 polis memuru, etnik çatışmalara sahne olan bölgelerde daha güçlü bir
varlık göstererek Makedon Polis Teşkilatının bölgesel yönetimleriyle işbirliği
halinde aşağıdaki konularda yardımcı olmuştur:
-
Hukuk ve düzeni sağlayarak hukukun üstünlüğü prensibini
yerleştirmek,
-
Sınırlarda görevli personeli silahsızlandırmak suretiyle sivil
personel aracılığıyla sınır yönetimini sağlamak,
-
Polis ve güvenlik güçleriyle bölgesel işbirliğini güçlendirmek,
-
Makedonya polisi ve halk arasındaki sosyal bağları geliştirmek.
Proxima
operasyonu,
Makedonya
Cumhuriyetini
AB’ye
yakınlaştırmak için AB’nin üstlendiği projelerin bir parçası olup, AGSP
enstrümanlarından AB Komisyonu tarafından yürütülen toplumsal projelere
doğru yumuşak geçişi sağlamak amacıyla 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren
76
AB Polis Danışma Ekibi (EU Police Advisory Team - EUPAT) tarafından
tamamlanması garanti altına alınmıştır. 134
AGSP bağlamında AB’nin başlatmış olduğu ilk hukuk egemenliği
görevi, Gürcistan’da 16 Temmuz 2004 – 14 Temmuz 2005 tarihleri arasında
yetkili kurumların adalet sistemindeki sorunları çözmesine yardımcı olmayı
amaçlayan EUJUST THEMIS adlı Gürcistan’da Hukukun Üstünlüğü
Misyonu (EU Rule of Law Mission in Georgia - EUJUST Themis)’dur.135
Avrupa
Konseyi,
Temmuz
2004’te
Fransız
Yargıç
Sylvie
Pantz
başkanlığındaki kurulu, Gürcistan’da hukuk kurullarının işlerliğini sağlamak
amacıyla en az 20 yıllık mesleki tecrübesi olan yüksek rütbeli memurlara ve
daha ziyade yargıçlara, Sovyet sisteminden kalan hukuk kurallarının daha
demokratik, daha etkin ve adaletin vatandaşa hizmet eder duruma
getirilmesine yardımcı olunması için görevlendirmiştir. Themis, özellikle
-
Gürcistan Ceza Yasası’nda reform,
-
Vatandaşları korumaya ve hizmet etmeye yönelik merkezi hukuk
sisteminin geliştirilmesine,
-
Evsahibi ülke hukuk sisteminin bölgesel ve uluslararası hukuk
sistemiyle işbirliği halinde olmasını sağlamaya,
çalışmıştır.136
Afrika’daki kriz yönetimi faaliyetlerinde AGSP ve BM’nin yapıcı
birlikteliğine
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde AB Polis Misyonu
(EUPOL Kinshasa) örnek olarak gösterilebilir. AB Konseyi Aralık 2003’te,
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde BM faaliyetlerine ve özellikle Birleşik
134
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 32-33.
135
Celalettin Yavuz, “Avrupa Birliği’nin Güvenliği ve Türkiye - Avrupa Birliği”, TÜRKSAMUluslar arası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, (Erişim)
http://www.avsam..orgr/tr/a1880.html 24 Şubat 2010, s.4.
136
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP), (Erişim) http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 33
77
Polis
Birimi (Integrated Police Unit) kurulmasına yardımcı olmak üzere
hazırlanan üç aşamalı programı:
-
Eğitim merkezi oluşturulması ve basit teçhizatların tesisi,
-
Birleşik Polis Birimi’nde görev alacak olan mensupların eğitimini,
-
Yukarıda sayılan görevlerin bölgede konuşlandırılmasını,
destekleme kararı almıştır.
Komisyon ilk iki aşamadan sorumlu olmakla birlikte polis memurlarına
gözlem ve tavsiyelerde yardımcı olmak amacıyla Ocak 2005’te BM ile
bağlantıda olma kararı almıştır.137
Hukukun Üstünlüğü Misyonları birçok ülkede sürdürülmeye devam
edilmekte olup AB Komisyonu, Irak Hukukun Üstünlüğü Misyonu (EU
Rule of Law Mission for Iraq – EUJUST Lex) görevini başlatmayı 21
Şubat 2005 tarihinde karar vermiştir. Irak’ta Hukukun Üstünlüğü Misyonu,
Irak polis gücü, hakim ve cezaevi görevlilerinin ortaklaşa çalışmalarında
hukuk
kurallarının
güçlendirilmesini
teminen
çeşitli
AB
ülkelerinde
sözkonusu yüksek dereceli Irak’lı memurlara eğitim imkanı sağlanmıştır.
Toplam 700 Irak’lı kursiyere verilen bu eğitimde, Fransa 200 Irak’lı yüksek
dereceli görevliye iki Polis Koleji ile bir Hukuk Hizmet Koleji’nde eğitim
sağlamıştır.138
AB,
Hukukun
Üstünlüğü
Misyonlarının
yanı
sıra
Denetleme
Misyonlarını da sürdürmeğe devam ettirmekte olup, AB Konseyi Aralık
2000’de Batı Balkan ülkelerine yönelik olmak üzere Batı Balkanlar AB
Denetim Misyonu (EU Monitoring Mission in the Western Balkans –
EUMM)’nu
Saraybosna
görevlendirmiştir.
137
ve
Bosna
Hersek’i
kapsayacak
şekilde
AB’nin bölgedeki istikrar politikası çerçevesinde etnik
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 34.
138
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 34-35.
78
sorunlar ve mülteci geçiş-dönüşlerinin denetlenmesi 120 uluslararası
gözlemci, 75 yerel personelle
Hırvatistan, Makedonya Eski Yugoslav
Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Sırbistan Karadağ’dan yönetilmiştir.139
Batı Balkanlar’daki denetim misyonunun başarısı, AB Konseyi’ni,
Endonezya-Aceh Bölgesine de kriz yönetimi misyonu görevlendirmeye
yöneltmiştir. AB Konseyi AB Aceh Gözlem Misyonu (Aceh Monitoring
Mission-AMM)’nu 15 Ağustos 2005’te Endonezya Hükümeti ve Serbest
ACEH Harekatı (Garekan Aceh Merdaka/GAM-Free Aceh Movement)
arasında imzalanmış olan Uzlaşma Memorandumu (Memorandum of
Understanding-MOU)’nun
barışın
tesisi
çerçevesinde
uygulanmasını
gözlemlemek amacıyla düzenlemiştir. Gözlem Misyonu 93’ü beş ASEAN
ülkesinden (Tayland, Malezya, Brunei, Filipinler ve Singapur), 125’i AB
ülkeleri ile
Norveç ve İsviçre’den olmak üzere toplam 215 gözlemci
tarafından sivil güvenliği sağlamak için görevlendirilmiş olmakla birlikte daha
sonra GAM’ın uygun olmayan askeri güçler yerleştirilmesi aşamasında
operasyonel hale getirilmiştir. Aceh Gözlem Misyonu’nun görev süresi ilk
aşamada 6 ay olmakla birlikte daha sonra 15 Aralık 2006 tarihine kadar
uzatılmıştır. Gözlemci sayısı ise 15 Eylül 2006 tarihinden yıl sonuna dek 31
Aralık 2006 sonuna kadar 29’u AB, 7’si ASEAN ülkelerinden olmak üzere
toplam 36 gözlemciye indirilmiştir.140
AB’nin Endonezya Aceh Gözlem
Misyonu, Birliğin global oyuncu olduğunu göstermesi açısından önemli bir
adım teşkil etmiştir.
Endonezya hükümet kuvvetleri ile Serbest Aceh
Harekatı kuvvetleri arasında
30 yıl süren çatışmalara, uluslararası
gözlemcilerin de katılımıyla son verilen
bu AGSP operasyonu AB’nin
bölgesel operasyonlarda da söz sahibi olduğunu göstermesi açısından
önemlidir. AGSP’nin daha zorlu görevlerde, örneğin Filistin
139
ve belki de
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010 s. 35.
140
Kirsten E. Schulze, “Mission Not So Impossible The Aceh Monitoring Mission and Lesson
Learned for the EU”, International Policy Analysis, July 2007, (Erişim) http://library.fes.de/pdffiles/id/04786.pdf. 08 Ağustos 2010, s.1-5.
79
Kosova’da barışı koruma ve istikrarın sağlanması operasyonlarında Aceh
Gözlem Misyonu’ndan çıkartılan dersleri kullanması önemli bir aşamadır.
141
AB Konseyi Ocak 2005’te, Filistin’in uluslararası bir polis gücüne
sahip olması amacıyla “Ortadoğu Barış Projesi Aksiyon Planı” çerçevesinde
Filistin Polisine destek için oluşturulan “Avrupa Koordinasyon Ofisi”
(European
Coordinating Office for Palestinian Police Support (EU
COPPS) ve Filistin topraklarında AB Polis Misyonu (European Union
Mission for the Palestinian Territorities (EUPOL COPPS)’nu kurarak
İsrail’in çekilmesini müteakip Ocak 2006’dan başlamak üzere Filistin’in
yardım talebini daha etkili karşılamak üzere Filistin’de bir AGSP Polis
Misyonu oluşturmuştur. EUPOL COPPS kod adını taşıyan bu misyonun
görevi:
-
Filistin Polisine “Polis Geliştirme Programı”nın uygulanmasında
yardım etmek,
-
AB’ye üye devletlerin yardım koordinasyonunu yerine getirmek
ve talep edilen yerlerde Filistin Polisine uluslararası yardım
sağlamak,
-
Polisle bağlantılı ceza yasalarında Filistin Polisine tavsiyelerde
bulunmak,
olup ABD ve Mısır Arap Cumhuriyeti ile eşgüdüm halinde çalışmakta olan
EUPOL COPPS, çoğunluğu AB ülkelerinden olmak üzere 33 silahsız
personelden oluşmaktadır.142
2004 yılından itibaren Afrika Birliğinin Darfur Bölgesinde istikrar
sağlama çabalarında bulunan AB ve AB’ye üye ülkeler, AB Darfur Afrika
Birliği (AU), AB Sivil ve Askeri Destek Harekatı (EU civilian and military
supporting action for the African Union (AU) in Darfur) misyonunu
141
Pierre-Antoine Brand, Giovanni Grevi, “The EU mission in Aceh: implementing peace”, Institute
for Security Studies, Occasional Paper, No: 61, December 2005, (Erişim)
http://ftp.infoeuropa.eurocid.pt/database/000035001-000036000/000035472.pdf , 08 Ağustos 2010,
s.35-36 .
142
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010, s. 36-38.
80
oluşturarak AU’nun ek AB desteği talebini müteakip Haziran 2005 ayında
AB Konseyi, Darfur Afrika Birliği’ne sivil ve askeri destek hareketini
üstlenme kararını almıştır. Afrika Birliği’ne destek amaçlı sözkonusu misyon
Birlik dahilinde polis birimi kurulması, malzeme temini, Afrika Birliklerinin
eğitimi, nakliye gibi konularda yardımcı olmuştur.
Yine Afrika Birliği’nin
talebi üzerine NATO da stratejik nakliye konusunda AB ile birlikte hareket
etmek üzere anlaşmışlardır.143
AB Konseyi Mayıs 2005’te Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde yetkili
kurumlara güvenlik alanında reform çalışmalarında yardımcı olmak üzere
Kongo Demokratik Cumhuriyeti Güvenlik Alanında İşbirliği Misyonu
(Mission in the Democratic Republic of Congo/EUSEC DR Congo)’nu
başlatmıştır.
Ayrıca, Afganistan’a 2007 Mayıs ayında üç yıllığına görevlendirilen
bir Polis Misyonu; 2008 yılı başında Sudan’ın Darfur bölgesindeki
çatışmalardan
Cumhuriyeti
kaçan
ve
mültecileri
Çad’ın
sınır
korumak
amacıyla
bölgelerinde
üç
bin
Orta
kişilik
görevlendirilmesi, AB’nin yürüttüğü faaliyetler olarak sıralanabilir.
Afrika
birlik
144
Ayrıca, Haziran 2008’de EUSSR Guinea-Bisseau Mission, Ekim
2008’de EUMM-Georgia, Aralık 2008 EU NAVFON-Somalia (Atalanta) ve 4
Şubat 2010 tarihli AB Konseyi kararıyla kabul edilen Somali Güvenlik
Güçlerinin eğitimine katkı amacıyla başlatılması öngörülen AB Misyonu
EUTM-Somalia
da
AB’nin
yürüttüğü
ve
yürütmeyi
kararlaştırdığı
faaliyetlerdir.
143
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to European Security and
Defence Policy (ESDP)”, (Erişim) http://www.ambafrance-k.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP3.pdf. 04 Ağustos 2010, s. 38-39.
144
Celalettin Yavuz, a.g.m., s.3-4.
81
2.3.11. Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması
Avrupa’da Ortak Dış Politika, Güvenlik ve Savunma İşbirliği
oluşturma sürecine daha önceki bölümlerde değinildiği için bu bölümde
ağırlıklı olarak AB Anayasa’sının hazırlanma ve reddedilme süreçlerine
değinilerek 13 Aralık 2007 tarihinde imzalanan Lizbon Antlaşması’nın Ortak
Güvenlik ve Savunma Politikasına ilişkin düzenlemelerine değinilecektir.
Kuruluşundan bu yana ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşme
yönünde önemli ilerlemeler kaydeden Avrupa Birliği, küreselleşmenin
getirdiği yeni güvenlik tehditleri (iklim değişikliği, göçler, örgütlü suçlar,
demografik dönüşümler, enerji güvenliği, terörizmle mücadele, nükleer
silahların yayılması) karşısında, AB’nin derinleşme politikasında nasıl bir yol
izlemesi gerektiğinin yanı sıra, AB’nin güvenlik ve savunma alanlarında
nasıl bir politika oluşturması çalışmalarına da ivme kazandırmış ve AB için
bir “Anayasal Antlaşma” yapma girişimi, Aralık/2001’de Leaken Zirvesi ile
başlayan süreç sonucunda 17-18 Haziran 2004 tarihinde Nice’te Devlet ve
Hükümet Başkanları düzeyinde toplanan AB Konseyi tarafından AB
Anayasası benimsenmiştir.145
2001 Leaken Zirvesi’yle gündeme gelen AB için Anayasal Antlaşma
yapma girişimi AB kamuoyu tarafından benimsenerek Anayasal Kurultay’ın
oluşturulması
meşruiyetin
ile
birlikte
arttırılması,
Antlaşma
karar
taslağında
alma
özellikle
süreçlerinin
saydamlığın geliştirilmesi üzerinde durulmuştur.
parlamenter
basitleştirilmesi
ve
Anayasal Antlaşma’ya
Temel Haklar Şartı konularak kolektif güvenlik hükmünün vurgulanması gibi
tartışmalı konular uzun bir müzakere sürecini gerektirmiş ve 29 Ekim 2004
tarihinde Anayasal Antlaşma Roma’da imzalanarak üye Devletlerin iç
hukuklarının öngördüğü prosedüre göre onay işlemi başlatılmıştır.
Sözkonusu Anayasal Antlaşma ile tasarlanan AB’de yeni bir
yapılanmaya
gidilmesi
2000
yılında
düzenlenen
Hükümetlerarası
Konferans’ta gündeme getirilmiş, 26 Şubat 2001 Nice Zirve’sinde kurumsal
145
Özdal, a.g.m., s.125-126
82
reformlar konusunda kararlar alınmıştır. 14-15 Aralık 2001 Leaken Zirvesi
Anayasa tartışmaları kapsamında önemli bir Zirve niteliğindedir. Leaken
Zirvesi’nde çözüme kavuşturulamayan konular daha sonra ele alınmak
üzere, 2004 yılında düzenlenmesi öngörülen Hükümetlerarası Konferansa
hazırlık
çerçevesinde
AB’nin
geleceğine
ilişkin
Konvansiyon’un
toplanmasına karar verilmiştir.
28
Şubat
2002
tarihinde,
açılış
konuşması
Fransa
eski
Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaign tarafından yapılan Avrupa’nın
Geleceğine
İlişkin
Konvansiyon’da
anayasal
metin
hazırlıklarında,
Hükümetlerarası Konferans çalışmalarına esas olacak olan alternatif
seçenekler üzerinde durulmuştur. Avrupa Anayasası Taslak Antlaşması,
20-21 Haziran 2003 Selanik Zirvesi’nde Konsey’e götürülmüş, Temmuz
2003’te AB’nin Geleceğine İlişkin Konvansiyon aşağıda belirtilen dört
bölümden oluşan “Avrupa için Anayasa Kuran Antlaşma Taslağı”nı
hazırlamıştır.
·
Birinci Bölüm: Birliğin Tanımı ve Hedefleri, Yetkileri ve Kurumsal
Çerçevesi,
·
İkinci Bölüm: Temel Haklar Şartı,
·
Üçüncü Bölüm: Birliğin Politikaları ve İşleyişi,
·
Dördüncü Bölüm: Genel ve Nihai Hükümler,
Avrupa
Anayasası 16 ay süren müzakereler sonucunda 17-18
Haziran 2004 Brüksel Zirvesi’nde kabul edilmiş, 29 Ekim 2004 tarihinde
Roma’da düzenlenen törende, AB’ye üye devletler ile Bulgaristan, Romanya
ve Türkiye’nin de katıldığı devletler tarafından imzalanmış ve 12 Ocak 2005
tarihinde, Avrupa Parlamento’su Anayasal Antlaşmayı kabul etmiştir.
Anayasal Antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için öngörülen 1 Kasım
2006 tarihine kadar tüm üye ülkeler tarafından, her üye devletin kendi
anayasası uyarınca parlamentoda veya referandum yoluyla onaylanması
gerekmekteydi.
Ancak, Antlaşma AB’ye üye ülkeler genelinde ulusal
egemenliğin kaybedilmesi -ulus devletlerin işleyişinin azaltılması- endişesi,
AB’ye karşı olunması ve bilgi eksikliği gibi nedenlerle üye ülke halklarının
83
itirazı ile karşılaşmıştır.
Sözkonusu Anayasal Antlaşma 29 Mayıs 2006
tarihinde Fransa’da ve 1 Haziran 2006 tarihinde Hollanda’da yapılan
referandumlarda çıkan olumsuz sonuçlar dolayısıyla AB Anayasası
yürürlüğe girememiştir.146
Burada dikkat çekici bir unsur, Türkiye’nin AB üyeliğinin Fransa’da iç
politika malzemesi yapılmış olmasıdır.
Anayasa tartışmaları, Fransa’da
Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili tartışmalarla iç içe geçmiş bir sarmal haline
gelmiştir. Hatta, zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Anayasa
konusundaki referandumun Türkiye’nin üyeliği ile ilgili referanduma
dönüşmemesi için Türkiye’nin üyeliğinin daha sonraki yıllarda referanduma
imkan verecek şekilde Fransa Anayasa’sının değiştirilmesi yönünde çaba
harcamıştır. 147
AB Anayasası’nın reddedilmesi üzerine Ortak Dışişleri ve Güvenlik
Politikaları ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, AB’nin kendi sınırları
dışındaki ilişkiler, göç, mülteci sorunları gibi konular daha yoğun tartışılarak
AB Anayasası’nın yürürlüğe girememesine çözüm üretmek üzere AB
Konseyi Haziran 2007 tarihinde, AB’yi kuran antlaşmaları gözden geçirmek
üzere Hükümetlerarası Konferans (HAK) toplanmasına karar vermiştir.
HAK’ın AB Anayasası’nın yerini alması öngörülen Reform Antlaşması’na
Polonya, İtalya ve Bulgaristan’ın itirazlarının giderilmesi sonucunda Reform
Antlaşması, 13 Aralık 2007 tarihinde Lizbon’da AB üyesi Devletlerin Devlet
ve Hükümet Başkanları tarafından imzalanmış ve üye devletlerin iç
hukuklarında belirtilen onaylama işlemi sonucunda 1 Ocak 2009 tarihinde
yürürlüğe girmiştir.
Lizbon Antlaşması, parlamentoların ve vatandaşların katılımların
arttırılması ile daha demokratik ve saydam bir Avrupa oluşturulmasını;
AB’nin çalışma yöntemleri ve oylama kurallarının kolaylaştırılması ve
etkinliğinin arttırılmasını; Avrupalı vatandaşlara daha fazla hak, özgürlük ve
146
Zeynep Özler, Can Mindek, “AB’de Anayasa Süreci ve Lizbon Antlaşması”, İktisadi Kalkınma
Vakfı Yayınları, No: 218, İstanbul, Nisan 2008, s.10-32.
147
Özler, Mindek, a.g.e., s.37.
84
güvenlik sağlanmasını ve AB’nin küresel boyutta daha etkin bir aktör
olabilmesini amaçlamaktadır.148
Lizbon Antlaşması’nın 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe girmesiyle
birlikte Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP), Ortak Güvenlik ve
Savunma Politikası (OGSP) olarak adlandırılmıştır.
“2.3.10.-AGSP’nin Faaliyete Geçişi” bölümünde de değinildiği üzere,
küresel boyutta bir güvenlik aktörü olabilmek amacıyla dünyanın birçok
yerinde sivil ve askeri krizlerde görev almaya başlamış olan AB,
Afganistan’daki AB Polis Misyonu’nda olduğu gibi Polis Misyonlarını,
Kosova’da olduğu gibi Hukukun Üstünlüğü Misyonlarını, Guinea-Bissau’da
olduğu gibi Güvenlik Sektörünün Yenilenmesini Destekleme Misyonlarını,
Endonezya-Aceh Gözlem Misyonunda olduğu gibi Gözlem Misyonlarını,
Çad’da olduğu gibi Askeri Misyonları, Ortak Güvenlik ve Savunma
Politikası’nın bir parçası olarak AGSP çerçevesinde gerçekleştirmiştir.
Lizbon Antlaşması’nın güvenlikle ilgili maddeleri incelendiğinde
AB’nin, küresel boyutta sivil amaçlarını gerçekleştirebilmek üzere askeri
yetenekleriyle daha işlevsel ve daha uyumlu bir güç haline gelmek istediği
anlaşılmaktadır.
Lizbon Antlaşması ilk bakışta, Birliğin “Petersberg
Görevleri (insani yardım, tahliye ve kurtarma operasyonları, barışı koruma
ve kriz yönetim faaliyetleri)”nin çerçevesini (Md. 28/1):
·
Barışı koruma ve çatışma sonrası istikrar dahil, ortak
silahsızlanma operasyonları,
148
·
İnsani görevler ve kurtarma görevleri,
·
Çatışmayı önleme ve barışı koruma görevleri,
·
Askeri danışma ve destek görevleri,
·
Çatışmayı önleme ve barışı koruma görevleri,
·
Kriz görevlerinde muharip güç kullanılmasını içeren görevler,
Sumru Bilçen, “AB’de önemli bir adım: Lizbon Antlaşması”, TBBM Dış İlişkiler ve Protokol
Müdürlüğü, (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/docs/lizbonsumru24032010.pdf , 24
Nisan 2010, s.1.
85
şeklinde genişleterek küresel boyutta önemli bir güvenlik aktörü olma
isteğini
yansıtmaktadır.149
Bu
görevlerin
hedeflerini,
içeriğini
ve
uygulanması sırasındaki koşullarını belirlemek Konsey’in yetkisindedir. Bu
düzenlemeler ve Reform Antlaşması, AB’nin mevcut kısmi askeri rolünün
pekiştirildiğini ve Petersberg görevleri ile sınırlı bile olsa “Acil Müdahale
Gücü”nün kurulmasından itibaren oluşturulan askeri müdahale gücünün
arttırıldığının bir göstergesidir.150
Lizbon Antlaşması’yla
Petersberg Görevlerine ”Kriz görevlerinde
muharip güç kullanılmasını içeren görevler” eklenmiş olmakla birlikte, AB
güvenlik ve savunma politikasına ilişkin görevlerini yerine getirirken üye
devletlerin askeri ve sivil yeteneklerine bağımlıdır.
Şöyle ki, Lizbon Antlaşması’nın 3a2 maddesinde:
Birliğin, üye devletlerin ulusal kimliklerine, toprak bütünlüğünün
sağlanmasına, hukukun uygulanması, ulusal güvenliğin tesisi ve korunması
dahil devletlerin temel işlevlerine saygı gösterdiği vurgulanarak, ulusal
güvenliğin devletlerin kendi sorumluluğu altında olduğu belirtilerek (In
particular, national security remains the sole responsibility of each Member
State) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile AGSP’nin sınırları çizilmiştir.
Ancak, Antlaşma’nın Md. 10C a1.’de de Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
alanında, Birliğin yetkisini ortak bir savunmaya götürebilecek olan ortak bir
savunma politikasının tedrici tanımı da dahil olmak üzere, Birliğin güvenliği
ile ilgili sorunların bütününü ve dış politikanın tüm alanlarını kapsadığı ve
ayrıca ortak dış ve güvenlik politikasının özel kurallara ve uygulamalara
bağlı olduğu belirtilmiştir.151
149
Julia Schmidt, “Common Foreign and Security Policy and European Security and Defence Policy
After the Lisbon Treaty: Old Problems Solved?”, Croation Yearbook of European Law & Policy
(1845-5662) , 12.01.2009, Vol.5, (Erişim) eubusinesslaw.wordpress.com. 29 Temmuz 2010, s.
239-259.
150
Özdal, a.g.m.,s.151
151
Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean
Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, “Md. 3a2 ve 10Ca1” Official Journal C306 of the
EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/is-bin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-Bookshop-Site/en GB//EUR/ViewPublication-Start?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.9 ve 23
86
Sözkonusu iki madde birbiriyle çelişkili gözükse de, Antlaşma, ulusal
güvenlik ve savunma konularını hem üye devletlerin münhasır egemenlik
yetkileri olarak kabul etmekte, hem de ortak savunma sözkonusu
olduğunda, Birliğin gelişim sürecine paralel olarak yetkilendirilmesinin
düşünüldüğü anlaşılmaktadır.152
Benzer biçimde Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası ile ilgili
düzenlemelere ilişkin Bölüm 2-Md. 28A1’de, Birliğin Ortak Güvenlik ve
Savunma Politikasının, Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının tamamlayıcı bir
parçası olduğu ve Birliğe sivil ve askeri varlıklardan oluşan operasyonel
kapasite sağladığı belirtilmiştir.
Bu madde, ODGP’yi belirleyen temel
prensipleri, AGSP’nin uyması gereken “hukuksal çerçeve”yi belirlemektedir.
Madde 28A2’de Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasının aşama
aşama Birliğin ortak savunmasını da çizdiği; Madde 28A3. paragrafında,
üye devletlerin Birliğin ortak güvenlik ve savunma politikasının uygulanması
ile Konsey tarafından belirlenen amaçlara katkı sağlanması için sivil ve
askeri yeteneklerini Birliğin kullanımına hazır halde bulundurmaları gerektiği
belirtilmiştir.153 Böylece AB’nin kendine ait daimi askeri gücünün olmadığı
da
vurgulanmıştır.
Üye
devletler,
“Helsinki
Temel
Hedef
2010”
düzenlemeleri çerçevesinde kurularak 1500 kişiden oluşan ve beş gün
içinde konuşlandırılma kapasitesine sahip Muharebe Gruplarına ve Avrupa
Acil Müdahale Gücüne ne ölçüde askeri tahsisat yapacaklarını kendileri
kararlaştıracaklar ve sözkonusu askeri güçlerin AGSP çerçevesinde
düzenlenecek operasyonlara katılmaları da yine kendi ulusal hükümetlerinin
vereceği karara göre şekillenecektir.
Yani AB’ye üye her devlet AGSP için
önceden tahsis edilmiş olan güçlerini AB operasyonlarında görevlendirip
görevlendirmeyeceğine ve tahsis edecekleri gücün sayısı konusunda da
aynı yetkiye sahip olarak yine kendisi karar verecektir.
152
Özdal, a.g.m., s.150
Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean
Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/isbin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-Bookshop-Site/en GB/-/EUR/ViewPublicationStart?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.31
153
87
AB’nin gerçekleştirmek istediği operasyonlarda görev alacak güçlerin
görevlendirilmeleri üye ülkelerin inisiyatifine bırakılmış olması dolayısıyla,
1999 yılından beri AGSP çerçevesinde yapılan girişimler hiçbir şekilde dış
politika ve savunma alanında üye devletlerin egemenliklerini birleştirmelerini
sağlayamamıştır. Tam zıttı biçimde AB kuvvetlerine daha fazla askeri boyut
eklenmesi, üye devletlerin ulusal egemenliklerine daha fazla bağlanmalarına
neden olmuştur. Zira AGSP güçlendikçe üye ülkeler veto yetkilerine daha
fazla
başvurmakta,
güçlenmektedir.*
dolayısıyla
AB’nin
hükümetlerarası
niteliği
de
AGSP alanında kullanılacak gerekli kaynakların (askeri
teçhizat, asker sayısı, ulaşım v.b gibi) hemen hemen büyük çoğunluğu üye
devletlerin ulusal denetimi altındadır.154
Kaynakların kullanımında üye
devletlerin ulusal denetimi sözkonusu olduğunda ise, ODGP ve AGSP
enstrümanlarının birliğin “ortak politikaları” dolayısıyla
kullanılmasının
mümkün olamayacağı, fakat üye devletlerin dışişleri ve güvenlik konularında
eşgüdüm ve işbirliği çabaları olarak nitelendirilebilir.
AB’nin uluslararası politikada nasıl bir aktör olacağı ile ilgili olarak
süper güç, sivil güç, yumuşak güç, barışçıl güç, model güç, akıllı güç gibi
birçok kavram dile getirilmiş olmakla birlikte AB’nin uzlaşma ve işbirliği
temeline dayalı “kendine özgü” bir yapısı olan güç niteliğinde olduğu,
kurulduğundan bu yana en başta ekonomik bütünleşme olmak üzere çeşitli
alanlarda
oluşturulan
bütünleşmesinde
ilerlemelerle
gösterdiği
göstermiştir.
olağanüstü
başarıyı
AB’nin
ekonomik
güvenlik
alanında
gösterememesinin nedeni, üye devletlerin egemenliklerinden vazgeçmek
istemedikleri Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile ODGP’nin bir parçası olan
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’dır. 1992 Maastricht Antlaşması ile
* Hükümetlerarası yapı, üye devletlerin egemenliklerinin ön planda olduğu, ortak çıkarlar ve sorunlar
sözkonusu olduğunda üyelerin kendi belirledikleri ölçüde işbirliği yaptıkları, karar verme
mekanizmalarında oybirliğinin esas olduğu, Komisyon ve Parlamento’nun gücünün sınırlı olduğu ,
ancak Konsey’in yetkilerinin geniş tutulduğu bir yapıya işaret eder. Hükümetlerarası yapıda karar
verme sürecinde üye devletler etkin rol oynamakta ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda AB
politikalarını etkileme eğilimleri fazla olmaktadır. Hükümetlerarası yapıda AB, egemen devletlerin
karşılıklı etkileşim biçimi olarak algılanır.
154
Gallym Zhussidapbek, “Supranasyonal bir Tasarruf Şekli Olarak 2007 Lizbon Antlaşması, Avrupa
Güvenlik ve Savunma Politikasının Tanımı ve Özellikleri, Güvenlik Aktörü Olarak AB’nin
nitelikleri”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt 8, No:1, 2009, s.139-164 (Erişim)
www.bilgesam.org/tr/images/documents, 11 Ağustos 2010, s.140-145.
88
hukuki zemine kavuşmuş olan ODGP’ye 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe
giren Lizbon Antlaşması ile önemli kazanımlar getirilmiş olmakla birlikte dış
politika ve savunma konularındaki egemenliklerin bir üst otoriteye
devredilmesini öngören ulusüstü bir yapının oluşturulması mümkün
olamamıştır.155
Lizbon Reform Antlaşması’nda
OGSP çerçevesinde yapılan
kurumsal değişiklikler içinde dayanışma ilkesi de tartışmalı bir konu
bırakmıştır. 28Ac7 maddesindeki “karşılıklı dayanışma” ilkesi uyarınca, BM
Kurucu Andlaşması’nın 51. maddesine uygun olarak, bir üye Devletin kendi
ülkesinde silahlı bir saldırıya uğraması halinde, diğer üye Devletlerin kendi
güçleri dahilinde tüm araçlarla saldırıya uğrayan devlete yardımcı ve destek
olacakları; bu yükümlülüğün bazı üye Devletlerin güvenlik ve savunma
politikasının spesifik niteliğine halel getirmediğine değinilerek bu alanlardaki
işbirliği ve yükümlülüklerin, NATO üyesi devletlerin İttifak bünyesinde kabul
ettikleri yükümlülüklerle tutarlı olduğu belirtilmiştir.156
Daha önce AB
Anayasası hazırlıkları sırasında da tartışmalara zemin hazırlamış olan bu tür
düzenlemelerin gelecekte ortak savunmanın geliştirilmesi anlamında hukuki
bir zemin yaratılmak istenmekle birlikte, AB üyeleri arasında Finlandiya,
İsveç ve Avusturya gibi geleneksel olarak tarafsızlık çizgisinde bulunmaya
özen gösteren ülkelerin bulunması ve ortak savunmanın sağlanmasında
hala en kabul edilebilir bağlılığın NATO çerçevesinde olması, bugün için AB
kanatları altında, NATO’nun 5. maddesinde öngürüldüğü şekilde bir ortak
savunmanın gerçekleştirilmesinin uzak bir ihtimal dahilinde olduğunu
göstermektedir. 157
Lizbon Antlaşması’nın 28A maddesinde belirtilen
“Kalıcı Yapısal
İşbirliği Protokolü” OGSP’ye getirilen yeniliklerin tartışmalı maddelerinden
birisidir. Sözkonusu Protokol ile askeri olanaklara ilişkin kriterleri sağlayan
taahhütleri yerine getiren ve kalıcı yapısal işbirliğine katılmak isteyen üye
155
Sinem Kocamaz, “Lizbon Antlaşması Çerçevesinde Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma
Politikasının Geleceği”, Ege Akademik Bakış/Ege Academic Review, 10 (3) 2010, s.951-980,
(Erişim) eab.ege.edu.tr/pdf /10_3/C10-S3-M12.pdf, 03 Ağustos 2010, s.959-964.
156
Özdal, a.g.m., s.150.
157
Kocamaz, a.g.m., s.963.
89
Devletler arasında yakınlaşmaya imkan vermesi öngörülmektedir.
Kalıcı
yapısal işbirliği kapsamında Konsey kararları oybirliği ile alınır. Ancak,
OGSP çerçevesindeki bir görev,
Konsey oy birliği ile karar almadığı
takdirde katılan üye Devletleri bağlamamaktadır. Dolayısıyla, kalıcı yapısal
işbirliğinin
amacının
AB’nin
operasyonel
vasıtasıyla arttırmak olarak düşünülebilir.158
yeteneklerini
“ortak
çaba”
Kalıcı yapısal işbirliğinde
projeler kesin olarak belirtilmemiş olduğundan üye devletler, bu işbirliğinin
kuralları hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte kendi aralarında işbirliği
içinde bulunmaları birbirlerini tanımalarında etkili olabilecektir.
Kalıcı yapısal işbirliğine katılmak isteyen devletler Avrupa Savunma
Ajansı’nın savunma programları çerçevesinde Ajansın kapasite geliştirme,
araştırma ve geliştirmelere katılmak, askeri yetenek ve kapasitelerini
arttırmak durumundadırlar. Üye ülkeler, ulaşım ve lojistik destek de dahil
olmak üzere kapasitelerini muharebe gruplarını destekleyebilecek ölçüde
geliştirmelidirler. Tabii bu durumda savunma harcamalarını da arttırarak
savunma kapasitelerini birbirleriyle eş seviyeye getirmelidirler.
159
Ancak,
kalıcı yapısal işbirliğinin sağlanması için yerine getirilmesi istenilen
kriterlerden özellikle savunma harcamalarının arttırılması konusu üye
ülkelerin
kapasiteleri
karşılaşılması olasıdır.
düşünüldüğünde,
uygulamada
güçlüklerle
Özellikle savunma harcamalarının üye ülkelerin
gayri safi yurtiçi hasılasının %2’si oranında oluşturulması kriteri pek çok
ülkenin karşılayamayacağı bir durumdur.
Avrupa Savunma Ajansı’nın
29.01.2010 tarihinde yayınlanan ve yıllık bazda hazırlanan istatistik
verilerine göre üye ülkelerden Fransa, İngiltere, Bulgaristan ve Yunanistan
dışındaki diğer üye ülkelerin savunma harcamaları %2’nin altındadır. 160
Fransa ve İngiltere 2008 yılında NATO’nun AB üyesi ülkelerinin yaptığı
savunma harcamalarının %44’ünü karşılamışlardır.
Avrupa’nın en geniş
ekonomisine sahip Almanya ise gayrisafi milli hasılasının %1.3’ünü
158
Özdal, a.g.m., s.152.
Kocamaz, a.g.m., s.965.
160
EDA, Defence DATA 2008, European Defence Agency Building Capabilities for a Secure Europe,
29 Ocak 2010 (Erişim) http://www.eda.europa.eu/defencedefacts, 14 Ağustos 2010.
159
90
savunma harcamalarına ayırmış ve ekonomik kriz dolayısıyla Fransa ve
İngiltere gibi savunma harcamalarını azaltmak baskısı altındadır. Sadece,
AB üyesi olan bazı Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri 2008 yılında Rusya’nın
Gürcistan’a müdahalesinden paniğe kapılarak savunma harcamalarını
istemeyerek de olsa arttırmak durumundadırlar. AB sert güç özelliğini etkin
hale getirmek istiyorsa savunma harcamalarını daha etkin biçimde
kullanmak,
savunma
sanayinde
araştırma,
geliştirme
ve
üretim
aşamalarında işbirliğine giderek, çoğu kez yerel savunma sanayilerin hayat
desteği olan programlara boş yere para harcamak yerine üye ülkelerin
kaynaklarını
doğru zaman ve doğru yerde
kullanabilmek amacıyla bir
havuz oluşturmaları uygun olabilir. Lizbon Antlaşması da, bu yaklaşımı
destekleyerek 2004 yılında kurulmuş olan Avrupa Savunma Ajansını
aşağıdaki konularda görevlendirmiştir.161
Lizbon Antlaşması’nın 28D/1.maddesi Avrupa Savunma Ajansı’nın
a) Üye devletlerin askeri kapasite hedeflerinin tamamlanmasına ve
kabul ettikleri kapasite yükümlülüklerine uyumun hesaplanmasına katkı
sağlamak,
b) Operasyonel gerekliliklerin uyumlaştırılmasını ve uyum içinde
rekabet edilebilir müktesebat yöntemlerinin kabulünü teşvik etmek,
c) Spesifik işbirliği programlarının yönetimi ve üye Devletler
tarafından yerine getirilen programların eşgüdümünü sağlamak, askeri
olanaklar çerçevesinde tasarlanan amaçların yerine getirilmesi için çok
taraflı projeler hazırlamak,
d)
Gelecekteki
operasyonel
ihtiyaçlar
için
teknik
çözüm
incelemelerinin yanı sıra ortak araştırma icraatlarını planlamak ve
koordinasyonu
sağlamak,
ayrıca
savunma
teknolojisi
alanlarındaki
araştırmaları desteklemek,
161
Anthony Luzzatto Gardner, Stuart E. Eizenstat, “New Treaty, New Influence? Foreign Affairs,
NewYork, March/April 2010 Cilt 89, Sayı: 2 (Erişim)
http://www.foreignaffairs.com/articles/65996/anthony-luzzatto-gardner- and-stuart-e-eizenstat/newtreaty-new-influence, 14 Ağustos 2010, s. 6.
91
e) Askeri harcamaların etkinliğini arttırmak ve savunma sektörünün
teknolojik ve sınai temellerini güçlendirmek için alınacak önlemleri
belirlemek ve gerektiğinde uygulamaya koymak,
olarak belirtilmiştir. 162
Antlaşma’nın 28D/2. maddesinde Savunma Ajansının, katılmak
isteyen tüm üye devletlere açık olduğu belirtilmiştir.163
AB’nin küresel boyutta bir güvenlik aktörü olabilmesi amacıyla, 3-4
Aralık 1998 St.Malo Zirvesi’nde İngiltere ve Fransa’nın girişimiyle başlatılan
ve 2007 Lizbon Antlaşması’na kadar olan süreçte gerçekleştirilen
operasyonlarda:
- Üye devletler arasındaki uyuşmazlıklar,
- Savunma harcamalarının yetersizliği,
- Üye ülkelerin dış politikalarındaki değişimlerin operasyonlara etkisi,
- AB operasyonları için ayrılan bütçenin (örneğin AB 2005 yılında 60
milyon Euro ayırırken, BM aynı yıl 4.74 trilyon Euro ayırmıştır) yetersizliği,
gibi konularda edinilen deneyimler, Lizbon Antlaşması’na bu eksikliklerin
giderilmesi yönünde yenilikler getirmiştir.
Örneğin kalıcı yapılandırılmış
işbirliği mekanizması, dayanışma ilkesi gibi düzenlemeler ve Avrupa
Savunma Ajansı, Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği gibi
kurumlar AB’nin yukarıda kısaca değinilen eksikliklerinin giderilmesine
yardımcı olması açısından önemlidir. Ayrıca, alınan önlemlerle gelecekte
savunma alanında küresel ölçekte daha güçlü bir aktör olması muhtemel
AB’nin NATO ile birlikte çalışması önemlidir.164
Lizbon Antlaşması’nın getirdiği yeni düzenlemeler AB’nin savunma
alanında daha güçlü bir aktör haline gelmesine yardımcı olarak, NATO ile
ilişkilerini masrafların hakça paylaşımı çerçevesinde yeniden düzenleyerek
işbirliğini arttırması gerekmektedir.
AB’nin savunma kapasitesini giderek
arttırarak NATO ile işbirliği içinde olması askeri yetenekler açısından ABD
162
Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty establishing the Euopean
Community, signed at Lisbon, 13 December 2007, “Md. 3a2 ve 10Ca1” Official Journal C306 of the
EU (Erişim) http://bookshop.europa.eu/is-bin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-Bookshop-Site/en GB//EUR/ViewPublication-Start?PublicationKey=FXAC07306, 31 Temmuz 2010, s.33
163
Özdal, a.g.m., s.151
164
Kocamaz, a.g.e., s. 977
92
ile olan uçurumun kapatılarak AB-ABD yapıcı işbirliğinin geliştirilmesine
yardımcı olacaktır. Bu işbirliğine Türkiye’nin de katılması yararlı olacaktır.165
Aslında Avrupa Birliği, Lizbon Antlaşması’ndan önce güvenlik
konularındaki görevlerinin açısını genişleterek sivil misyonlarının yanı sıra,
2003 yılında Makedonya’da NATO Barış Gücü Kuvvetlerinin yerini alması,
2003 ve 2006’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde istikrar sağlama ve
seçimleri denetleme misyonu, 2005 ve 2006’da Darfur’da kriz dolayısıyla
Afrika Birliği’ne yardımcı olmak, 2008 ve 2009’da Darfur göçmenleri ve
Çad’daki BM askeri personelini korumak, son zamanlarda da insani amaçlı
yiyecek taşıyan gemileri Somalili korsanlara karşı korumak üzere BM’ye
deniz gücüyle destek olmak gibi birçok askeri tatbikatta yer almıştır. AB,
Makedonya ve Bosna Hersek’te “Berlin + düzenlemeleri” çerçevesinde
NATO askeri yeteneklerini kullanmıştır.
Diğer görevlerde ise NATO’yu
haberdar etmek suretiyle tek başına hareket etmiştir.
AB’nin tüm bu
görevleri üstlenmesi AB ve NATO’nun giderek daha fazla birlikte hareket
ettiklerini ve AB’nin güvenlik alanında sadece yumuşak güç özelliğine
odaklanmadığını göstermektedir. Bundan sonra NATO ve AB’nin “Berlin +
düzenlemeleri”nin de ötesine geçerek AB-NATO ortaklığını geliştirerek sivil
ve askeri krizlerde birlikte hareket etmeleri yönündeki işbirliğinin her iki
kuruluştan beklenmesi doğaldır.
Avrupa liderleri Lizbon Antlaşmasını gereği gibi uygulamakta
başarısızlık gösterirlerse, küresel ölçekte aktör olmak yerine yükselen
yıldızlar olarak değerlendirilen BRIC ülkeleri ve ABD’nin gerisinde
kalacakları kuşkusuzdur. Lizbon Antlaşması’nda öngörülen düzenlemelerin
uygulanmasında üye ülkeler arasında çok değişik görüşler ve politik
isteksizlik olduğu takdirde AB’nin güvenlik alanında küresel ölçekte aktör
olabilmesi
amacının
gerçekleşebilmesinin
mümkün
olamayacağı
da
görünen bir vakıadır. Lizbon Antlaşması’nda öngörülen uygulamalar üye
ülkeler arasında uzlaşı olduğu takdirde işlerlik kazanacaktır.166
165
166
Gardner, Eizenstat, a.g.m., s.6.
Gardner, Eizenstat, a.g.m., s.7
93
AB, savunma-güvenlik-dış politika konularında tek sesli ve küresel
ölçekte aktör olma amacını 1990’lı yıllardan bu yana uygulamaya çalışmış
olsa dahi, üye ülkeler arasındaki farklı yaklaşımların uzlaştırılmasında zorluk
çekilmektedir.
Çözüm üretmek amacıyla AB içinde ortak yaklaşımların
desteklenmesi için hayata geçirilen kurumsal yenilikler ise sistemin iç içe
geçmesine ve karar alma süreçlerinde gecikmeler yaşanmasına sebep
olmaktadır. Lizbon Antlaşması, üyeler ve kurumlar arasındaki işbirliği ile
görev
ve
yetkilerin
dağılımına
netlik
kazandırmış
olmakla
birlikte
Antlaşmanın işlerliği ve AB’nin küresel ölçekte etkin ve aktif bir aktör olup
olamayacağına üye ülkeler karar verecektir.167
Üye ülkelerin sadece kendi aralarında değil, ancak NATO ile de
işbirliği içinde olmaları, günümüz ortamındaki terörist, korsan ve siber
saldırılar dikkate alındığında kaçınılmaz olacaktır. 17 Mayıs 2010 tarihinde
yapılan NATO toplantısında, “Yeni Dünyadaki terörist, korsan ve siber
saldırılara karşı NATO’nun, üye ülkelerin çıkarlarını ve güvenliğini sınırlar
ötesinden korumak için savaşlara ve operasyonlara cevap vermeleri ve üye
ülkelerin bu saldırılara karşı koyma yeteneklerini arttırmaları gerektiği
“NATO 2020 Strateji Belgesi”nde yer almış ve özellikle NATO Genel
Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in “bugünkü dünyada sınırlar ötesinden
sınırlarımızın korunması gerektiği” açıklaması168 AB-NATO işbirliğinin
gerekliliğini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.
NATO Genel Sekreteri Rasmussen, AB-NATO işbirliği gerekliliğini 25
Mayıs 2010 tarihinde Euronews’a verdiği röportajda, “AB ve NATO arasında
ortaya çıkan kaygı verici durumun ABD ile AB arasında savunmaya
harcanan yatırımların uzun vadedeki farkından kaynaklandığını ve bu
durumun iki tarafın da çıkarlarından ödün vermesi gereken bir konu
olduğunu, Lizbon Antlaşması’nın kabul edilmesini müteakip Avrupa
güvenliğinin politik boyutu ve savunma alanındaki işbirliği konularının daha
167
Aslıhan, P.Turan, “AB’nin Güvenlik Yaklaşımları ve Sorunları”, BİLGESAM-Bilge Adamlar
Stratejik Araştırmalar Merkezi, 06.07.2010, (Erişim) www.bilgesam.org/tr-index.php?id.abnin..ab,
09 Temmuz 2010.
168
Akif Kocabaş, “NATO ve Yeni Güvenlik Algılamaları”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 21.05.2010
(Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1057/nato-ve--yeni-güvenlik-algilamalari/aspx,. 18 Ağustos
2010.
94
da geliştirilmesini umduğunu” belirterek AB-NATO arasındaki işbirliğinin
önemi üzerinde durmuştur. 169
Sonuç olarak günümüzün, siber tehditler, organize suçlar, enerji
talebi, çevre kirliliği ve buna bağlı olarak ortaya çıkan güvenlik riskleri, doğal
felaketler, kitle imha silahlarının yayılması, sınır tanımayan terörizm,
başarısız devletler, korsanlık, insan kaçakçılığı ve seks ticareti gibi sürekli
değişen ve gelişen yeni güvenlik tehditleri karşısında NATO ve AB arasında
güçlü bir ortaklık kurulmasını gerekli kılmaktadır.170
Güvenlik alanında bu iki örgütün ayrı ayrı yapılanmaları, küresel
tehditlerin önlenmesinde, yapıcı işbirliği yerine birbirine rakip olmalarına, her
iki tarafın daha fazla askeri harcama yapmasına (halihazırdaki durum AB
lehinedir) ve bunu iç kamuoylarına kabul ettirmek sorunuyla karşılaşmaları
olasılığını beraberinde getirir.
Dolayısıyla birbirine rakip olmak yerine,
birbirini destekleyen iki örgütün işbirliği, her iki örgütün güvenlik sağlayıcı
niteliklerini arttırmalarını sağlayabilecektir.
169
Anders Fogh Rasmussen: “NATO ve AB arasında gerçek ve kuvvetli Ortaklık İlişkileri
Kurulmalı”, Euronews, 25 Mayıs 2010, (Erişim) http://tr.euronews.net/2010/05/25, 18 Ağustos 2010
170
Adrian Pop, “Nato ve Avrupa Birliği: İşbirliği ve Güvenlik”, NATO Dergisi, Yaz 2007, (Erişim)
www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/art6.html
95
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASINDA
TÜRKİYE’NİN YERİ
3.1. Türkiye’nin Güvenlik Algısı ve Stratejisi
Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve özellikle 11 Eylül 2001
tarihinde ABD’de gerçekleşen terörist saldırılar, beraberinde iki kutuplu
dünya sistemine göre belirlenmiş güvenlik ve tehdit algılamasında ciddi
değişimler meydana getirmiştir.
Uluslararası düzen önemli değişime
uğramış ve bu durum devletlerin tehdit ve güvenlik kavramlarının yeniden
sorgulanmasına ve beraberinde değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Uluslararası sistemde ortaya çıkan değişimlerin yanısıra ülkelerin
yakın çevresinde oluşan siyasi değişiklikler, savaşlar, gerilimler ve
çatışmalar devletlerin stratejilerini yeniden düzenlemelerini gerekli kılmıştır.
Uluslararası ortamda büyük güçler kapsamında strateji oluşumları
incelendiğinde:
ABD’nin, stratejisinin Amerikan vatandaşlarının hayatlarını, kişisel
güvenliklerini, değerlerini, özgürlüklerini ve maddi varlıklarını garanti altına
almak olduğu,
Rusya Federasyonu’nun, varlığına ve bütünlüğüne kastedecek
tehditleri bertaraf ederek kendisinin ve müttefiklerinin ulusal çıkarlarını
korumayı hedeflediği,
Çin’in ulusal hedefini, ekonomik, askeri, sosyal ve siyasal düzlemde
“kendi kendine yeterli” düzeye ulaşmak ve otonom bir güç olarak
uluslararası sistemde rol almak şeklinde belirlediği,
AB’nin üçlü saç ayağı şeklindeki hedeflerini, Avrupa’nın yakın ve
uzak çevresinde bir “barış halkası” yaratmak, uluslararası ilişkilerde “çok
taraflılık” politikasını etkin kılmak ve kitle imha silahları ile terörizm
konularında alternatif politikalar üretmek olduğu,
96
görülmektedir.171
Avrupa Birliği “sert güç” olma eğiliminin yanı sıra, “yumuşak güç”
özelliği çerçevesinde:
1995’te kabul ettiği Euro-Med (Barselona Süreci) ile, üyelik
perspektifi vermeden AB’nin sınır bölgesindeki ülkeler ile ticari ve iktisadi
ilişkileri geliştirmeyi,
2010 yılında gerçekleşmesi planlanan Avrupa-Akdeniz Serbest
Ticaret Bölgesi ile ticareti geliştirerek ülkelerarası refahı arttırmayı ve
istikrarı sağlamayı,
Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya,
Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin katıldığı 2004
genişlemesinden sonra kabul ettiği “Yeni Komşuluk Politikası” kavramı ile,
doğu sınırındaki komşularıyla (Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya) iyi ilişkiler
geliştirerek, dış sınırlarında güvenlik ve istikrarı sağlamayı,
İstikrar ve Ortaklık Antlaşmaları ile Balkan ülkeleri (üyeliğe ehil ama
üyelik yükümlülüklerini yerine getirmeye henüz hazır olmayanlar) ile iyi
ilişkiler geliştirmeyi,
amaçlamaktadır.172
Görüleceği üzere küresel güç olan ve olma yolunda aşama
kaydeden devletlere bakıldığında, bu devletlerin tehditlere yönelik algıları ve
bunlara yönelik olarak aldıkları tedbirler farklılık göstermektedir. Risk ve
tehditler karşısında her devlet birbirinden farklı ve kendine özgü yaklaşımlar
içindedir.173
Güvenlik stratejisi bağlamında, Türkiye’nin güvenlik stratejisi ile dış
politikası arasında doğrudan bağ olduğu görülecektir. Konuyu, Türkiye’nin
dış politika ilkeleri çerçevesinde biraz daha açarsak, Türkiye’nin dış
politikada öncelikli amacının, komşularıyla barışçı, güvenli ve işbirliğine
171
Ahmet Küçükşahin, v.d., “Türkiye’nin Güvenlik Strateji Belgesi Nasıl Hazırlanmalıdır?”,
Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 4, Sayı 7, Haziran 2008, s.11-18.
172
Müftüler-Baç, a.g.m., s.16.
173
Küçükşahin , v.d., a.g.m., s, 3.5.
97
dayalı bir
tutumu
sürdürmek
istediği
anlaşılacaktır.
Bu
hedeflerini
gerçekleştirebilmek için ilke edindiği prensipleri ise şöyledir:
Türkiye’nin birinci ilkesi: Özgürlük ve güvenlik dengesini sağlamak,
İkinci ilkesi: Komşularıyla “sıfır sorun yaklaşımı” çerçevesinde daha
etkili ve geniş alanda politika geliştirmeyi hedeflemektir. “Sıfır sorun
yaklaşımı” ilkesi, Türkiye’nin bölgesinde ve daha uzak coğrafyada önemli bir
aktör olması için anahtardır.
Üçüncü ilkesi: Çevresindeki komşu ülkelerle etkin diplomatik
girişimlerde bulunmak. Türkiye’nin amacı, komşularıyla en üst düzeyde
işbirliğini “herkes için güvenlik”, “politik diyalog”, “karşılıklı ekonomik
bağımlılık”
ve
“kültürel
uyum
ve
karşılıklı
saygı”
kavramlarıyla
gerçekleştirmektir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ve bölgesinde istikrar
sağlayıcı başlıca güç olan Türkiye’nin dördüncü dış politika ilkesi ise,
küresel aktörlerle çeşitli alanlarda işbirliğinde ve görüş alışverişinde
bulunmaktır.
Avrupa
Birliği,
Amerika
Birleşik
Devletleri
ve
Rusya
Federasyonu, sözkonusu küresel aktörler arasında ilk sıralarda belirtilebilir.
Beşinci ilkesi: Dış politikamızın itici gücü olarak uluslararası alanda
etkin inisiyatifler almak.
Türkiye, BM, NATO ve AGİT gibi uluslararası
kuruluşların yanı sıra, diğer birçok uluslararası kuruluşlarla
halindedir.
Örneğin,
da bağlantı
Afrika Birliği, Arap Ligi, Karayip Ülkeleri Birliği
(Association of Caribbean States-ACS) ve Amerika Ülkeleri Organizasyonu
(Organisation of the American States-OAS) gibi kurumlarda gözlemci
statüsünde görev yapmaktadır.
Altıncı ve sonuncu ilkesi ise, kamu diplomasisi odaklı “yeni Türkiye
algısı” geliştirmektir.
Türkiye sözkonusu dış politika ilkeleri çerçevesinde, karşılıklı
anlayış, kültürlerarası diyalog ve sorunların çözümünde yeni yaklaşımlar
sergileyerek bölgesinde lider konumundadır.
arasında
gerçekleştirdiği
dolaylı
2008’de İsrail ve Suriye
görüşmelerin
yanısıra,
Irak’ın
ülke
bütünlüğü ve siyasi birliği için “Irak’ın Komşuları Süreci”ni başlatmıştır.
98
Ayrıca, Ağustos 2008’de “Kafkasya’da İşbirliği ve Denge Platformu”nu
başlatarak sorunların diyalogla çözümlenmesine katkıda bulunmuştur.
Türkiye, yakın komşularının yanısıra, tarihi ve kültürel bağları olan
ülkelerle de sorunların çözümünde yapıcı rol oynayabilecek kapasitedir.
Örneğin, 2007 yılında Afganistan ve Pakistan Cumhurbaşkanlarını “Ankara
Süreci” çerçevesinde dört zirve toplantısında buluşturmuştur.
Türkiye, bölgesinde,
istikrar ve refahın anahtarının “karşılıklı
ekonomik bağımlılık” olduğu bilinciyle
komşularıyla Serbest Ticaret
Antlaşmaları geliştirip devam ettirmek kararlılığındadır. Daha büyük ölçekte
ise, G-20 üyesi olarak, daha dengeli ekonomik gelişmenin sağlanabilmesi
için uluslararası mali politikalardaki reform çalışmalarına katılarak, daha
dengeli küresel ekonomik gelişmenin sağlanmasını teminen yeni küresel
standartları uygulama isteğinde olduğunu göstermektedir.
Türkiye, iki yıl önce 2009-2010 dönemi için BM. Güvenlik Konseyi
Üyeliğine büyük bir çoğunlukla seçilmiştir. Bu üyelik, Türkiye’nin bölgesinde
ve dünyada barışa, istikrara ve refaha olan katkılarının uluslararası ölçekte
kabul gördüğünün bir belirtisidir. En son olarak Güneydoğu Avrupa İşbirliği
Girişimi (Southeast European Cooperative Initiative-SEECP) Başkanlık
görevinin yanısıra Asya’da Güven Arttırıcı Önlemler ve Etkileşim Konferansı
(Conference on Interaction and Confidence-Building Measures in AsiaCICA) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanlıkları, Türkiye’nin BM
Güvenlik Konseyi’ndeki konumunu daha da güçlendirecektir.
Türkiye ayrıca, kültürlerarası diyaloga büyük önem atfetmektedir.
İstikrar ve barışın sağlanabilmesi, özellikle aşırılığın, yabancı düşmanlığının
ve hoşgörüsüzlüğün küresel yükselişini önlemek için uygulamaya koyulan
ekonomik ve politik düzeydeki çabaların, kültürel alanda atılacak adımlarla
desteklenmediği
sürece
yarım
kalacağını
düşünmektedir.
Ülkemizin
İspanya ile birlikte başlattığı ve yürüttüğü Medeniyetler İttifakı girişimi,
değişik kültürel geçmişe sahip ülkeler arasında diyalog kurulmasını ve
aşırılıkların törpülenmesini amaçlamaktadır.
Türkiye, bugün Afrika’dan Güney Amerika’ya, Asya’nın doğusundan
Karayipler’e kadar çeşitli alanlardaki işbirliği çalışmalarıyla küresel çapta dış
99
politika izlemektedir. Türkiye, komşularıyla kurmaya çalıştığı işbirliği, barış
ve istikrar çemberinin barışa olan katkısının, daha geniş bir bölgeye ve
giderek küresel boyuta ulaşacağına inanmaktadır.
Yukarıda belirtilen dış politika öncelikleri, aynı zamanda Türkiye’nin
güvenlik politikasının da olmazsa olmazlarıdır.
Türkiye, çeşitli sosyo-kültürel geçmişe, çeşitli gelişmişlik düzeyine
sahip ve çeşitli politik sistemlerle idare olunan komşularıyla çevrili bir
ortamda, üç kıtanın kesiştiği bölgedeki jeostratejik konumuyla, güvenlik
alanındaki tüm değişikliklerden direkt olarak etkilenmektedir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de çeşitli anlaşmazlıklar, örneğin İranIrak savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Körfez savaşı, eski Yugoslavya ve
Sovyetler Birliği’ndeki etnik çatışmalar, Irak savaşı, Gürcistan-Rusya
arasındaki son silahlı çatışma ve İsrail-Filistin arasında süregelen
çözümsüzlük, Azerbaycan’ın bir bölümünün Ermenistan tarafından işgali,
Türkiye’nin güvenliğini doğrudan etkilemektedir.
Türkiye, devletlerarası anlaşmazlıkların yanısıra, terörizm başta
olmak üzere, organize suçlar, uyuşturucu-silah-insan kaçakçılığı trafiği ve
kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi Soğuk Savaş sonrası dönemin en
zorlu asimetrik tehditleriyle karşı karşıyadır.
Bütün bu öngörülemeyen güvensizlik ortamında, NATO Türkiye’nin
güvenlik politikasının belkemiğini oluşturmaktadır.
Türkiye, bulunduğu zor coğrafyada, BM, NATO ve AGİT gibi temel
uluslararası güvenlik kuruluşları aracılığıyla daha büyük bir İttifakın parçası
olduğunu göstermeye büyük önem atfetmektedir. Ayrıca, bölgesindeki
istikrar sağlayıcı ülke rolünün, AGSP aracılığıyla daha da güçlendirileceğini
değerlendirmektedir. Türkiye’nin, AB’ye aday ülke olarak AGSP’ye daha
fazla katkıda bulunma isteği doğaldır. Ayrıca, AB üyesi olmamakla birlikte
Avrupalı müttefik kimliğimiz, AB tarafından Avrupa’nın güvenliğinde daha
güçlü bir rol üstlenilecek ise, bu tür görevlerde ülkemizin de yer almasını
gerekli kılmaktadır.
100
Türkiye, AGSP alanındaki beklentilerinin hayata geçirilmesini talep
ederken, AB’nin AGSP çerçevesinde gerçekleştirdiği askeri ve sivil nitelikli
harekatlarda yer almaya özen göstermiştir.
Bu
kapsamda,
Türkiye’nin
AGSP
çerçevesinde
katıldığı
ve
katılmakta olduğu harekatlar kısaca aşağıda gösterilmiştir.
-
Concordia (Makedonya)
31 Mart – 15 Aralık 2003
(İki irtibat timi ve Üsküp’teki
Kuvvet Karargahında 11
personel)
-
Proxima (Makedonya)
15 Aralık 2003 – 15 Aralık 2005
(10 personel)
-
AB Polis Misyonu (Bosna Hersek)
EUPM-I
1 Ocak 2003 - 1 Ocak 2006
(European Union Police Mission)
12 personel
-
EUPM-II
1 Ocak 2006
-
EUFOR ALTHEA
2 Aralık 2004
(Bosna-Hersek)
Toplam uluslararası mevcut 1941,
(European Forces in Bosnia
269 personel
and Herzogovina)
(Fransa ve Finlandiya gibi
kuvvet çeken ülkelerden doğan
boşluğun doldurulması amacıyla
Türkiye ilave katkıda bulunmuştur)
(Entegre Polis Birimi-IPU)
-
-
48 personel
EUPOL Kinshasa
Ocak 2005 – Haziran 2007
(European Union Police Mission)
1
EUFOR RD Congo
10 Haziran 2006 – 30 Kasım 2007
personel
2 personel
1 adet C-130 uçağı
-
EUPOL COPPS
(EU Police Co-ordinating Office
for Palestinian Police Support)
(Filistin Polisine Destek)
20 Nisan 2005
101
-
EULEX Kosovo
16 Şubat 2008
(European Union Role of Law
(63 polis memurumuz ve
Mission in Kosovo)
1 hakimimizle katılınmaktadır.)
Yukarıda belirtilen harekatlara katkılarımızdan da görüleceği üzere
Türkiye,
Avrupalı
müttefik
kimliğiyle
AB’nin
AGSP
çerçevesindeki
eylemlerine başından beri katılmıştır. AGSP’nin geliştirilmesi yönündeki
siyasamızın gelecekte de sürdürülmesi öngörülmektedir.
3.2.
AGSP Bağlamında Türkiye-AB İlişkileri
11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler ve Pentagon’a yapılan
saldırı, NATO Antlaşması’nın 5.maddesi çerçevesinde Avrupa ve Kuzey
Amerika’daki
müttefikler
arasında
dayanışma
oluşmasına
önayak
olmuştur.174 NATO ve AB farklı özelliklere sahip kuruluşlar olsa da kriz
yönetim amaçları karşılıklı ortaklığı güçlendirmiştir. Etkili karşılıklı danışma,
diyalog, işbirliği ve saydamlık, AB-NATO çıkarları ve BM Antlaşmalarına
saygı çerçevesinde çalışma, uyum ve her iki kuruluş için ortak olan askeri
yetenek ihtiyaçlarının geliştirilmesi karşılıklı olarak güçlendirilmiştir.
Haziran 2002’de bir araya gelen AB liderleri, 11 Eylül saldırıları
sonrası ortaya çıkan terörizme karşı koyma girişimlerinin geliştirilmesine
karar vermişlerdir. Javier Solana’nın ortaya koyduğu AGSP’nin geliştirilmesi
ve Petersberg görevlerinin AB Anayasa’sında yer alması sağlanmıştır. 11
Mart 2004 arifesinde İspanya’daki terörist bombaların patlaması sonrası AB
liderleri, AGSP’nin terörizme karşı savaşa katılım yönünde geliştirilmesi için
hızlı bir çalışma başlatmıştır. Terörizmle mücadele AGSP’nin ana odağı
olmasa dahi, üçüncü ülkelere yapılacak destek hukuki zorlama ve politik
eylem şeklinde olacaktır.175
AB’nin askeri yeteneklerinin arttırılması
çalışmalarına da ağırlık verilmiştir.
174
175
Caşın Özgöker, Çolak, a.g.e., s. 484.
Çaşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s. 485-486.
102
Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak değinildiği üzere, Türkiye’nin
dışlandığı bir Avrupa ordusu kurarak, NATO olanaklarından yararlanmak
isteyen AB’nin hesapları terör eylemleri dolayısıyla değişikliğe uğramıştır.
Birçok AB ülkesi, terörle daha geniş ölçekte mücadele edilmesi gerektiğini
ve bu konuda Türkiye’nin kaygılarının dikkate alınması gerektiğini
belirtmiştir.
Fransa, Almanya ve Yunanistan bu görüşe karşı çıkmışlardır.
İngiltere ve Hollanda, terörle mücadelede dayanışma gerektiğini, Türkiye ile
sorunların olumlu bir biçimde çözülerek Avrupa ordusunun kurulmasından
yana tavır almışlardır.
Almanya, Fransa ve Yunanistan, yeni ortamın
bağımsız bir orduyu gerektirdiği, Türkiye’ye rağmen projeye hız verilmesi
görüşünü yineleyerek sürdürmüşlerdir.
AB Savunma Bakanları, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası Brüksel’de
bir araya gelerek AGSK ve Türkiye konusunda üç görüş ileri sürmüşlerdir.
1. 11 Eylül sonrası ortaya çıkan durum Türkiye’nin elini güçlendirmiştir.
AB’nin daha esnek davranması ve NATO yetenek ve olanaklarından
yararlanabilmek için Türkiye’nin kaygılarının da dikkate alması
gerekmektedir.
2. İngiltere ve Hollanda’nın liderliğinde kuzey ülkelerinin paylaştığı görüş
ise, yeni oluşan ortak tehdidin terör olduğu ve mücadelenin teröre
karşı yapılması ve buna bağlı olarak AGSK yapısının değişmesi
gerektiği, terörle mücadelede AB’nin tek başına etkili olamayacağı,
dayanışma gerektiren bu ortamda Türkiye ile olan pürüzlerin yapıcı
olarak değerlendirilerek bir an önce Avrupa ordusunun kurulması
gerektiği yönündedir.
3. Fransa, Almanya ve Yunanistan’ın üzerinde ısrarla durduğu seçenek
ise, AB’nin NATO ve ABD’den bağımsız bir askeri oluşumun
gerçekleştirilmesidir.
Türkiye, ABD’ye vaki terör saldırısı sonrası oluşan ortamı dikkate
alarak, Avrupa ordusuna yönelik taleplerini aşağıda belirtilen biçimde AB
ülkelerinin dikkatine getirmiştir.
103
1. Kolordu seviyesinde oluşturulması planlanan 60 bin kişilik ordunun,
müttefik ülkeler arasındaki anlaşmazlıklarda kullanılmayacağına dair
güvence verilmesi,
2. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının sözkonusu olduğu ve bulunduğu
coğrafyadaki
operasyonlarda,
AB’nin
karar
alma
özerkliğini
bozmayacak şekilde karar mekanizmalarına dahil edilmesi,
3. AB’nin kendi içindeki askeri tatbikatlara, AB üyesi olmayan NATO
üyesi altı müttefikin mümkün olduğunca katılması,
4. NATO üyesi olmayan, ancak AB üyesi olan ülkelerin NATO’da sahip
olduğu imkanlara, Türkiye’nin de AB ordusu içinde sahip olması,
örneğin AB Askeri Karargahında Türk subaylarının da bürolarının
bulunması,
5. Nice
Antlaşması’nda
oluşturulması
karara
bağlanan
AGSK
bünyesindeki “Katılımcılar Komitesi”nin rolünün güçlendirilmesi ve
krizlerde bu komite erken devreye girerek karar öncesi çalışabilme
imkanının yaratılmasıdır.
Kurulacak AB ordusunda, Türkiye’nin yukarıdaki koşullarda yer
alması AB’ye tam üye olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Türkiye, AB’ye tam
üye olduğu takdirde Avrupa’nın ikinci büyük ülkesi durumuna geleceği için
Fransa ve Almanya,
AB’deki etkilerinin azalacağı hesabıyla, Türkiye’nin
üyeliğine karşı çıkmaktadırlar. Karar alma mekanizmasında etkili ve AB
yardımlarından en çok pay alacak olan ve güçlü ordusu ile Avrupa
ordusunda da güçlü konuma geçecek olan Türkiye, bu açılardan Fransa,
Almanya ve Yunanistan’ı tedirgin etmektedir.
Yunanistan, Türk-Yunan sorunlarını AB sorunları haline dönüştürerek
Türkiye’yi
politik
olarak
zayıflatmak
düşüncesindedir.
Öte
yandan,
Türkiye’nin NATO içindeki etkinliği Fransa, Almanya ve Yunanistan’ı
endişelendirmektedir.
11 Eylül terör saldırıları sonrası Afganistan’a ve Körfez ülkelerine
yapılacak saldırılar nedeniyle Türkiye’nin önemi çok artmıştır. Türkiye’nin
ABD ve İngiltere yanında yer alması, terörle mücadeledeki deneyimi,
104
Avrupa’nın teröre verdiği destek dolayısıyla Türkiye’nin haklı çıkması ve
nihayet Avrupa’nın teröre ve krizlere müdahalelerindeki başarısızlığı ve
bütün bunlara ilaveten Türkiye’nin laik bir İslam ülkesi olarak model
oluşturması, önem açısından kritik ülke durumuna getirmiştir.
27.11.2001’de
ABD,
İngiltere
ve
Türkiye
arasında
yapılan
görüşmelerde Türkiye ve AGSP konusu gündeme gelmiştir. Türkiye, kendi
coğrafyasında gerçekleşecek olan ve doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren
konularda Avrupa ordusunun operasyonlarına katılması, ayrıca TürkiyeNATO-AB müttefikleri arasındaki problemlerde AB ordusunun taraf
olmaması konularında güvence istemiştir.
AB adına görüşmelere katılan
İngiltere, NATO üyesi olan 11 AB ülkesi adına Türkiye’nin isteği
doğrultusunda güvence vermiştir. 176
Böylece Türkiye’nin hayati önem verdiği Kıbrıs ve Ege Denizi’nde
çıkabilecek krizlerde AGSP çerçevesinde çözüm üretilmesi sağlanabilmiştir.
3.3. Türkiye’nin AGSP’ye Girme İsteği ve NATO Üyeliği Kozu
AGSP’nin oluşum sürecinde en temel sorun, AB üyesi olmayan
Avrupalı NATO üyesi ülkeler ve AB’ye aday Avrupalı ülkelerin, AGSP
içerisindeki konumu olmuştur. AB ülkelerinin birçoğunun askeri gücünün
yeterli olmaması nedeniyle, AGSP’nin NATO imkan ve yeteneklerini
kullanmak istemesi 2002 yılına kadar sürecek bir krizi başlatmıştır.
AGSP’nin NATO imkanlarından yararlanma talebi NATO üyesi fakat
AB üyesi olmayan İzlanda, Norveç ve Türkiye’nin etkilenmesine yol açmıştır.
Bu süreçte, Norveç ve İzlanda’nın zaten AB üyesi olmak istememeleri,
(Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin ise, daha sonra 2004 yılında
AB üyesi olmaları) dolayısıyla sözkonusu ülkeler açısından da sorun
ortadan kalkmış, fakat bu süreçten en etkilenen ülke Türkiye olmuştur.
176
Caşın, Özgöker, Çolak, a.g.e., s.485-488.
105
NATO üyesi olan Türkiye, AB’nin kendi bünyesinde oluşturmaya
çalıştığı AGSP dışında tutulmaktan duyduğu sıkıntıyı çeşitli
platformda
birçok kez dile getirmiştir. Türkiye’nin AGSP’ye ilişkin kaygılarını arttıran bir
diğer konu, ortak üyelik statüsüne sahip olduğu BAB’ın varlığının ortadan
kalkmasıyla, AGSP kapsamındaki konuların tamamen AB üyesi ülkelerin
kararları doğrultusunda şekillenmesidir.
Türkiye, AB’nin askeri imkanlarının kullanılacak olması halinde, kriz
yönetiminde görüşmelerde bulunmak ve siyasi kararlara eşit statüde
katılmak istemektedir. AB’nin NATO imkanlarından otomatik yararlanmak
isteği karşısında, Türkiye de doğal olarak AB’nin NATO imkanlarını
kullanacağı karar sürecinde söz sahibi olmak istemiş, aksi durumda
antlaşmadan doğan veto hakkını sonuna kadar kullanacağını açıklamıştır. 177
Türkiye’nin elindeki NATO kozunu ileri sürmesi sonucu Helsinki zirvesinden
sonra Türkiye ile ABD ve AB adına İngiltere arasında görüşmeler başlamış
ve bu süreçte ABD desteğini hep Türkiye’den yana kullanmıştır.
2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile sorunun çözümü konusunda
yukarıda II. Bölüm, 2.3 Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası alt başlığı
altında Nice Zirvesi’nde ayrıntılı açıklama verilmiştir. Dolayısıyla konunun
çözümüne ilişkin basamaklar burada ayrıca tekrarlanmamıştır.
3.4. AB’nin Türkiye’nin AGSP’ye girmesi karşısındaki tutumu
Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası sistem içinde ortaya
çıkan gelişmeler, Türkiye’yi, güvenliği ve savunması açısından, Soğuk
Savaş öncesi döneme göre çok daha hassas bir yapıyla karşı karşıya
getirmiştir.
Türkiye,
Soğuk
Savaş
sonrası
ortamın
başlangıçtaki
belirsizliklerini, daha sonra NATO ve BAB gibi güvenlik ve savunma
örgütlerinin kurumsal yapılanmalarında meydana gelen değişiklikleri,
177
Mutlu Sesli, “21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Tehditleri ve AGSP’nin geleceği”, E-Akademi
Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık Internet Dergisi, Ekim 2007, Sayı 68, (Erişim)
http://www.e-akademi.org/makaleler/msesli-1.htm , 17 Nisan 2010, s.6.
106
kendisinin güvenlik ve savunma stratejisine etkileri ekseninde çok yakından
izlemiş, AB üyesi devletler arasında bir ortak güvenlik ve savunma politikası
oluşturulması sürecinde AGSK ve AGSP içinde yer almak istemiştir.
Ancak, daha önceki bölümlerde de ayrıntılı olarak değinildiği üzere,
bu aşamada, AB ve Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda izledikleri
politikalar çatışmıştır.
Şöyle ki, Türkiye, kendi güvenlik ve savunma
stratejileri bağlamında, AGSP’nin karar alma mekanizmasının içinde yer
almak istemesine rağmen, AB, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmaması
dolayısıyla mümkün olamayacağını ileri sürmüştür.
AB’nin ileri sürdüğü bu gerekçe Türk kamuoyunda, AB’ye katılım
konusunda neredeyse isteksizliğe varacak ölçüde hoşnutsuzluk yaratmıştır.
AB’nin Fransa ve Almanya’nın liderliğini sürdürdüğü Avrupacı Kanat üyeleri,
AGSP’nin
karar
alma
mekanizmasında
Türkiye’ye
yer
vermek
istemezlerken, sadece AGSP kapsamında oluşturulan “Acil Müdahale
Gücü” çerçevesinde Türkiye’ye “danışma görevi” verilmesini öne sürmeleri,
Türk kamuoyunda, Türkiye’nin Avrupa’dan dışlanması girişimleri olarak
algılanmıştır.178
Oysa ki, Türkiye AGSP içinde var olmayı uluslararası antlaşmalardan
doğan hakkı olarak görmektedir. 60 yıla yakın bir süredir NATO üyesi olan
ve AB bünyesinde de Helsinki Zirvesi’nden buyana,
konumunda
olan
Türkiye’nin
AGSP
karar
alma
üye adaylığı
mekanizmasından
dışlanmayı reddetmesinin nedeni, Soğuk Savaş sonrası oluşan uluslararası
sistemde, AB’nin ODGP ve AGSP mekanizmalarının, Türkiye’nin içinde
bulunduğu zor coğrafyada güvenlik ve savunmasını olumsuz yönde
etkileyeceği endişesinden kaynaklanmaktadır.
178
Özdal, Genç, a.g.e., s. 182-183
107
3.5. Lizbon Antlaşması sonrası Türkiye’nin konumu
Lizbon Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na
getirdiği yenilikler, “2.3.11-Avrupa Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon
Antlaşması Bölümü”nde ayrıntılı olarak açıklandığı için bu bölümde Türkiye
açısından risk taşıyan bölümlerine değinilecektir.
Lizbon Reform Antlaşması’nda OGSP çerçevesinde yapılan kurumsal
değişiklikler içinde dayanışma ilkesi tartışmalı bir konu bırakmıştır. 28Ac7
maddesindeki
“karşılıklı
dayanışma”
ilkesi
uyarınca,
BM
Kurucu
Antlaşması’nın 51. maddesine uygun olarak, bir üye Devletin kendi
ülkesinde silahlı bir saldırıya uğraması halinde, diğer üye Devletlerin kendi
güçleri dahilinde tüm araçlarla saldırıya uğrayan devlete yardımcı ve destek
olacakları; bu yükümlülüğün bazı üye Devletlerin güvenlik ve savunma
politikasının spesifik niteliğine halel getirmediğine değinilerek bu alanlardaki
işbirliği ve yükümlülüklerin, NATO üyesi devletlerin İttifak bünyesinde kabul
ettikleri yükümlülüklerle tutarlı olduğu belirtilmesine rağmen, bu işbirliği ve
yükümlülükleri içeren 2001 Ankara Mutabakatına atıfta bulunulmamaktadır.
Dolayısıyla OGSP’nin Türkiye ile Yunanistan arasındaki olası kriz ve
çatışmalarda oynayacağı rol Türkiye açısından düşünüldüğünde risk faktörü
taşımaktadır. AB üyesi olan Yunanistan, AB üyeliği dolayısıyla Türkiye’ye
karşı baştan elde etmiş olduğu “stratejik üstünlük” vasıtasıyla AB’nin
güvenlik yapılanmasında kendi lehine kazanımlar için bu avantajını
kullanmaktadır. “2.3.4. Nice Zirvesi bölümünde de belirtildiği üzere, Ankara
mutabakatında bu konuya aşağıdaki çerçevede çözüm getirilmişti.
“ABD’nin arabuluculuğunda, İngiltere ve Türkiye arasında yapılan
müzakereler sonucunda 2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye ve
AB arasında AGSP çerçevesindeki anlaşmazlıklar şu şekilde giderilmiştir.
-
Yakın coğrafyasındaki güvenlik çıkarlarını doğrudan etkileyecek
AB operasyonlarının karar alma sürecinde yer almayacak olan
Türkiye’nin dezavantajını ortadan kaldırmak için “yoğunlaştırılmış
danışma” olarak tanımlanan danışma mekanizmasının işletilmesi
kabul
edilmiştir.
Böylece,
Türkiye’nin
dışlanmayacağı ortaya konulmuştur.
AB
kararlarından
108
-
AB ve NATO üyeleri arasında çıkan ve/veya çıkabilecek
ihtilaflara, AB askeri gücünün müdahale etmemesi üzerinde
anlaşılmıştır. Bu suretle de, Türkiye’nin, Yunanistan’la olası bir
çatışmada AB’yi karşısına alma kaygısı giderilmeye çalışılmıştır.
Türkiye,
kendisine
verilen
bu
garantilere
karşılık,
AGSP
çerçevesindeki sözkonusu tıkanıklığın aşılması için karar mekanizmasının
tüm sürecinde olmamakla birlikte sadece harekata ilişkin planlama ve
uygulama boyutunda söz sahibi olmasının yeterli olduğunu belirtmiştir.
Avrupa Ordusu’nun tüm karar mekanizmalarında yer alma ve veto hakkını
kullanma talebi ile NATO imkan ve yeteneklerinin her biri için NATO’da
oylama yapılması isteğinden vazgeçmiştir. Ayrıca, AB’nin NATO müttefikleri
arasındaki sorunlara (Ege sorunu gibi) ve BM gözetimindeki konulara
(Kıbrıs gibi) müdahil olmaması yönünde karar alınmıştır.
Yine varılan uzlaşıya göre, bağımsız AB operasyonlarının bir NATO
müttefikinin coğrafi bölgesi yakınında yapılması ya da ulusal güvenlik
çıkarlarını etkilemesi sözkonusu olursa, AB Konseyi’nin bu müttefikle
görüşmelerde bulunmasını ve bu görüşmelerin sonucunu, kararlarında göz
önüne almasını gerekli kılmaktadır. Bu “yoğunlaştırılmış danışma” sistemiyle
operasyon için mutlaka Türkiye’nin görüşü alınacak, ancak son kararı yine
AB yetkili organları verecektir.
2 Aralık 2001 Ankara Mutabakatı ile Türkiye’nin AGSP kapsamında
muhalefeti aşılırken, AB içinde Yunanistan’ın muhalefeti ile karşılaşılmıştır.
Yunanistan, Türkiye ile olası bir çatışmada AB’nin Yunanistan’a destek
vermesi konusunda güvence istemiştir.
Ayrıca Kıbrıs Rum kesimi, AB
üyesi olduktan sonra (Kıbrıs Rum Kesimi 1 Mayıs 2004’te AB’ye üye
olmuştur), Türkiye’nin bölgesinde yapılacak bir operasyonda, Rum
askerlerinin Türkiye’nin isteği üzerine devre dışı bırakılmasının da
engellenmesini talep etmiştir.”
Reform Antlaşması’na getirilen bu “dayanışma maddesi”nin ileride
Türkiye, Yunanistan ve/veya Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında olası
silahlı bir çatışmaya nasıl bir çözüm getireceği belirsizdir. Yukarıda
açıklandığı gibi Ankara Mutabakatı’nda, AGSP’nin kriz halinde bir NATO
109
üyesine karşı kullanılamayacağı öngörülmüş ve NATO (Ege sorunu gibi)
ile BM (Kıbrıs sorunu gibi) denetimindeki konulara AB’nin taraf olmaması
konusunda mutabakata varılmış fakat bu mutabakata Yunanistan ve
GKRY taraf olmadıkları için Türkiye’nin Yunanistan ve GKRY ile olası bir
silahlı çatışmada AB’nin nasıl bir tutum izleyeceği, geçmişteki zirvelerden
edinilen deneyim ışığında bugünkü koşullar göz önüne alınarak bir
öngörüde
bulunmak
gerekirse
AB’nin
Yunanistan’a
askeri
destek
sağlaması olasılığı uzak bir ihtimal dahi olsa, Türkiye’nin dış siyasi baskıya
muhatap olması kaçınılmaz gözükmektedir.
Burada, Yunanistan’ın itirazı sonucu Aralık 2001 Leaken Zirvesi’nde
“Ankara
Mutabakatı”nın
zirve
sonuçları
arasında
yer
almadığını
anımsamakta yarar görülmektedir. Yunanistan, Mutabakat’ta kayda
geçirilen “AGSP’nin müttefiklere karşı kullanılamayacağı” yolundaki ifade
dolayısıyla
Türkiye
ile
olabilecek
anlaşmazlıklarında
AGSP’yi
kullanamayacağı için uzlaşıyı reddetmiştir. Sonuçta, Yunanistan’ın itirazı
2001 Leaken ve 2002 Sevilla Zirveleri’nde AGSP konusunda olumlu bir
gelişme sağlanamamasına neden olabilmiştir. Yunanistan’ın itirazı ancak
24-25 Ekim 2002 Brüksel Zirve’sinde “Brüksel Belgesi” olarak adlandırılan
metne “AGSP’nin bir müttefike karşı kullanılamayacağı” taahhüdüne
karşılık, “NATO’nun da AB’ye veya AB üyelerine karşı kullanılamayacağı”
ibaresi eklenerek çözüme kavuşturulmuştur.
Yine Yunanistan’la olan bir başka sorunlu konu, Yunanistan’ın
girişimleri sonucu AB’de Tek Hava Sahası Politikası benimsenerek AB
Hava Sahasının ülkelerin FIR (Flight Information Region) hattı ile
sınırlandırılmasına karar verilmiştir. Henüz uygulamaya geçilmemiş olan
bu durum ileride Türkiye’nin Ege Denizi ve Akdeniz’de egemenlik
haklarının kaybolmasına ve Türkiye’nin daha sonra Yunanistan ve Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) yerine AB ile bu sorunları çözmek zorunda
kalması riskini ortaya çıkarmıştır. Yunanistan ve GKRY, salt AB üyelikleri
dolayısıyla kazandıkları “stratejik üstünlükleri”ni kendi çıkarlarına uygun
biçimde kullanmaktadırlar. Tabii Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci uzadıkça
bu riskle her zaman karşılaşması muhtemeldir.
Lizbon Antlaşması’nın
110
28Ac7 numaralı dayanışma maddesi, Türkiye açısından belli bir risk
taşımaktadır.
Siyasi alanda oluşan bu tür olumsuz yapılanmalar, Türkiye’nin AGSP
yapılanmasında söz sahibi olma çabasını gerçekleştirmesine engel
olmaktadır.
kavuştuğu
AB, kendi kaynakları ile askeri güç kullanma kapasitesine
takdirde
ABD,
NATO
ve
dolayısıyla
Türkiye
de
karar
mekanizmaları dışında kalacaktır. Lizbon Antlaşması’ndan sonra, Türkiye
AGSP konusunda, NATO’nun Avrupa güvenliğindeki başat rolünün
gölgelenmeyeceği bir uygulamayı kendi güvenliği ve çıkarı açısından tercih
edeceği bir konuma gelmiştir.179
Türkiye, AGSP konusundaki endişelerini saklı tutarak, komşularıyla
sıfır sorun politikası yaklaşımı uyarınca, Ekim 2010’da karara bağlanması
öngörülen Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde Türkiye ile Yunanistan
arasında yıllardır “casus belli – savaş nedeni” olarak gösterilen 12 mil
sorununu, iki ülke arasında öncelikli tehdit olarak tanımlamayarak, işbirliğine
vurgu yapmaktadır. Yunanistan ile başlatılan Yüksek Düzeyli Stratejik
İşbirliği Konseyi ile iki ülke arasında her alanda işbirliğinin genişletilmesinin
hedeflendiği belirtilmektedir.180
Türkiye’nin
komşularıyla
sıfır
sorun
yaklaşımı
önümüzdeki
dönemlerde oluşabilecek bu tür anlaşmazlık konularında elini güçlendirmesi
açısından önemli ve sağduyulu bir davranıştır. Türkiye, Avrupa Güvenlik ve
Savunma Politikası karar mekanizmalarında yer alabilmek için başlangıçtan
buyana gösterdiği istikrarlı tutumu, ulusal çıkarlarını korumaktaki kararlılığı
kadar AB adayı bir ülke olarak iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeğe, güven
arttırıcı politikalara ve işbirliğine ne denli önem verdiğini de göstermektedir.
Lizbon Antlaşması’nın 28A maddesinde belirtilen “Kalıcı Yapısal
İşbirliği Protokolü” tartışmalı konulardan biri olarak, “2.3.11. Avrupa
Güvenliğinde Gelinen Noktada Lizbon Antlaşması” bölümünde de değinildiği
179
Sertif Demir, “Avrupa Güvenlik Mimarisinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin Bu Güvenlik
Mimarisindeki Yeri”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 5,
Sayı 9, Haziran 2009, s. 30-45.
180
Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi Dış Politikayı Değiştirecek: 12 mil Artık Savaş Nedeni
Değil?, Turktime, 23 Ağustos 2010, (Erişim) http.//turktime.com/haber/Yeni-Milli-Güvenlik-Siyaset
Belgesi-Dış-Politikayı-Değiştirecek-12-mil-Artık-Savaş-Nedeni-Değil/105310, 25 Ağustos 2010.
111
üzere AB’nin operasyonel yeteneklerini
arttırmayı öngördüğü
üye ülkelerin “ortak çaba”larıyla
anlaşılmaktadır. Kalıcı yapısal işbirliğine katılmak
isteyen üye devletler Avrupa Savunma Ajansı programları çerçevesinde
askeri kapasite ve yeteneklerini arttırmak suretiyle savunma kapasitelerini
birbirleriyle eş seviyeye getirmek durumundadırlar. Lizbon Antlaşmasının
getirdiği yenilikler AB’nin savunma alanında güçlenmesini sadece üye
ülkelerin kendi aralarındaki yapıcı işbirliğine değil, NATO ile ilişkilerinde
masrafların hakça paylaştırılması, askeri yetenekler açısından ABD ile olan
farkın kapatılması ve
AB-ABD yapıcı işbirliğinin geliştirilmesiyle de
bağlantılı bir durum ortaya çıkarmaktadır. Türkiye, AB-ABD yapıcı işbirliği
konusundaki tavrını baştan beri bu yönde belirtmiş olup AGSP karar
mekanizmaları içinde kalmak istemektedir.
Soğuk savaş sonrası dönemde güvenliği doğrudan etkileyen küresel
terör, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, kara para aklama, enerji güvenliği,
seks ticareti gibi ortaya çıkan tehditler dolayısıyla Avrupa’nın güvenliğini
küresel güvenlikten, Türkiye’nin güvenliğini de Avrupa’nın güvenliğinden
ayrı düşünmenin mümkün olamayacağı açıktır. Türkiye’nin bulunduğu
coğrafya ve stratejik konumu, terör ve yasadışı örgütlenmelerle mücadele
konusundaki deneyimi, güçlü ordusu, eğitimli genç nüfusu, komşularıyla
ekonomik ve siyasi işbirliğine verdiği önem ve enerji akışındaki kavşak ülke
konumuyla Avrupa’nın güvenliğine katkısı inkar edilemez bir gerçek olarak
kendini göstermekte olup Türkiye’nin bu özellikleriyle AGSP karar
mekanizmalarında söz sahibi olmak istemesi de
algılanmalıdır.
doğal bir
hak olarak
Türkiye, yukarıda belirtilen özellikleriyle, AGSP içinde etkin
bir aktör konumunda olmayı doğal hak olarak görmekte ve bu özelliğini AB
üyeleri ve yakın coğrafyasındaki komşularıyla güvene dayanan ilişkilerle
pekiştirmeye çalışmaktadır.
112
3.6. Avrupa Ordusu ve Türkiye’nin Rolü
Avrupa Birliği’nin güvenlik ve savunma alanında daha etkin olabilmesi
için hem AB hem de Atlantik’in öte yanında giderek artan bir talep olduğu
kuşkusuzdur. Birçok AB ülkesi ve uluslararası aktörler (BM ve ABD) Avrupa
Birliği’nin küresel ölçekte güvenlik sağlayıcı kimliği olması gerektiği üzerinde
durmaktadırlar. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın güçlendirilmesi
için
Avrupa
Ordusu’nun
durulmuştur.
kurulması
dahil
birçok
seçenek
üzerinde
Aslında “Avrupa Ordusu” fikri yeni bir kavram olmayıp
Avrupa’nın bütünleşme çabalarının başına, 1950’li yıllara kadar gider.
Avrupa Ordusu kavramına “2.1.2. Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa
Politik Topluluğu” ile “3.2. AGSP
de
bölümlerinde
yer
verildiği
Bağlamında
için
burada
Türkiye-AB
Pleven
Planına
İlişkileri”
kısaca
181
değinilecektir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Doğu ve Batı bloklaşması
sonucu, Batı Blokunu oluşturan devletler NATO’yu kurmuş, ancak
NATO’nun kuruluşu güvenlik kaygılarını azaltmamıştır. Fransa Başbakanı
René Pleven, Avrupalı ülkelerin askeri güçlerini uluslarüstü bir yapıda
birleştirerek ortak bir Avrupa Ordusu kurulmasını öngören “Avrupa Savunma
Topluluğu” fikrini gündeme getirmiştir. 1 Şubat 1952’de NATO ülkeleri ve
Batı Almanya’nın (Almanya 6 Mayıs 1955’te NATO’ya katılmıştır) katılımıyla
Antlaşma taslağı hazırlanmıştır.
Bu Antlaşma taslağında saldırı anında
tarafların birbirine yardım garantisi, antlaşmaya taraf devletler arasında
ayırım yapılmaması ve ortak komutanlık adı altında bir ordu kurulması yer
almıştır.182 AST Antlaşması’nda, kurulacak olan ordunun Avrupa Savunma
Topluluğu’na bağlı olması öngörülmüştü.
27 Mayıs 1952’de AST
Antlaşması ve ek protokolleri Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg,
Federal Almanya ve İtalya tarafından imzalanmasına rağmen Almanya’nın
yapacağı askeri katkı konusunda Fransa’da oluşan muhalefet dolayısıyla
(Fransa Başbakanı Pierre Mendes-France Alman askeri birliklerinin
181
Marcin Terlikowski, “European Army-an ultimate tool for ESDP?” Eurosian Intelligence &
Strategics Critic. Ağustos 2008, (Erişim) www.eurasiacritc/articles/european-army-ultimate-toolesdp, 13 Ağustos 2010.
182
Ülger, a.g.e., s.51-54.
113
Fransa’nın komutasına verilmesi imtiyazı almasına rağmen) Fransız
Parlamento’su, Avrupa Ordusu oluşturmak amacıyla Federal Almanya’nın
tekrar silahlandırılması sözkonusu olacağı için antlaşmayı onaylamamıştır.
Silahlanma konusundaki en önemli sorun Alman Birliklerinin statüsü, ulusal
açıdan homojen birliklerin çapı ve AST ile NATO arasındaki bağlantı idi.
Birliklerin kapasitesi sorunu küçük tümenler kurulmak suretiyle, AST ve
NATO arasındaki bağlantı da karşılıklı garantiler verilerek çözümlendi.
Bonn, Fransa’nın Almanya’nın tekrar silah sanayi kurmaktan vazgeçmesi
yönündeki ısrarlarını kabul etmiyordu. Ayrıca, Fransa’nın Saar bölgesinin
geleceğine ilişkin Almanya’dan istediği imtiyazları da kabul etmiyordu.
Fransa’da ise, Federal Almanya’nın Avrupa Toplumu ile bütünleşmesi
sözkonusu olmakla birlikte eski Almanya’nın canlanması korkusu dolayısıyla
Fransız Parlamentosu AST Antlaşması’nı gündemden çıkartmıştır.183
Pleven Planının çökmesini müteakip “Avrupa Ordusu” fikri uzunca bir süre
askıya alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşın karşıtları
arasındaki görüş ayrılıkları dolayısıyla, savunma ve güvenlik konuları, ancak
1990’lı yıllarda tekrar gündeme gelmiştir. “Ortak dış politika” kavramı da
1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’nda yer alır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tarihsel süreç içinde Avrupa
güvenliğinde Batı Avrupa Birliği’nin rolü önemlidir. Tezimizin “İkinci Bölüm
2.1.1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” bölümünde Batı Avrupa
Savunma Topluluğu ve Batı Avrupa Birliği’nin kuruluşu, AGSK oluşumu,
Soğuk Savaş döneminde BAB’ın NATO’nun gölgesinde kalışı, BAB’ın
Petersberg görevleri ile ilgili işlevlerinin AB’ye entegre edilmesi gibi konulara
değinildiği için burada gelecekte Avrupa Ordusu’nun çekirdeğini oluşturması
öngörülen Avrupa Kolordusu (Eurocorps)’nun oluşumuna değinilecektir.
AB Ordusunun nüvesi Fransa ve Almanya’nın özel gayreti ile
kurulmuştur.184 Avrupa Ordusu düşüncesi 21-22 Mayıs 1992 tarihlerinde La
Rochelle’de düzenlenen 59. Fransız-Alman Zirvesi’nde kabul edildi.
183
Helga Haftenrndorm, “Almanya’nın NATO’ya katılım: Elli Yıl” , NATO Dergisi, Yaz 2005,
Sayı:2 , (Erişim) www.nato.int/docu/review/2005/issue2/../history.html , 25.08.2010.
184
Çakmak, a.g.e., s.198.
114
Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand ile Alman Şansölyesi Kohl iki
ülke arasındaki uzlaşma ve işbirliğini geliştirmek amacıyla ortak Avrupa
savunma sistemi düşüncesi temelinde, Strasbourg’da Fransız-Alman askeri
karargahının kurulmasına karar verdiler ve bir süre sonra her iki hükümet bu
karargahın diğer Avrupa ülkelerine de açık olduğunu bildirdiler. 1993 yılında
Belçika, 1994’de İspanya, 1996’da Lüksemburg’un katılımıyla Eurocorps ilk
genişlemesini gerçekleştirmiştir.
30 Kasım 1995’te Pegasus-95 tatbikatı
sonrasında faaliyete geçen Eurocorps, Batı Avrupa Birliği’ne karşı sorumlu
kuvvetlerin (FAWEU-Forces Answerable to the Western European Union)
parçasıdır.
Bu çerçevede BAB ve/veya NATO içerisinde faaliyette
bulunabilen Eurocorps, BM ve AGİT bünyesinde oluşturulan insani
misyonlar ile üye devletlerin vatandaşlarının bir ülkeden çıkarılmasına ilişkin
insani misyonlar, barışı sağlama ve barışı koruma operasyonlarına katkıda
bulunabilir. Eurocorps’un BAB’ın siyasi kontrolü altında bulunma taahhüdü
24 Eylül 1993, NATO yetkisinde yer alma yükümlülüğü ise 21 Ocak 1993
tarihli antlaşmalarla düzenlenmiştir.
3 Eylül 2002 tarihinde, Türkiye,
Yunanistan ve Polonya’nın Strasbourg’da bulunan Eurocorps çok uluslu
karargahına personel atamasına karar verilmiştir.185
NATO’ya
benzer
bir
yapılanmaya
sahip
olan
Eurocorps’da
komutanlık, bu kuvvete en büyük katkıyı yapan Almanya, Fransa, İspanya
ve Belçika arasında paylaşılmakta ve iki yılda bir görev devri yapılmaktadır.
Halen
İspanyol
General
Pedro
Pitarch
Eurocorps
komutanlığını
yürütmektedir.
Eurocorps’un operasyon amaçlı görevlendirilmesi kurucu 5 devletin
(Fransa, Almanya, Belçika, İspanya, Lüksemburg) Genelkurmay ve Dışişleri
Bakanlıkları ilgili memurunun katılımı ile toplanan Ortak Komite’nin alacağı
karar uyarınca yapılır. Eurocorps hiçbir askeri örgüte bağlı değildir. BM, AB
ve NATO gibi örgütlerden gelen askeri destek talepleri Ortak Komite
tarafından değerlendirilip karara bağlanmaktadır. Hızlı reaksiyon gücüne
sahip Eurocorps, ilk görevinde 1998 yılında Bosna-Hersek’e, 470 asker
185
Eurocorps, “Uiportal.net AB Kavramlar Sözlüğü, (Erişim) http://uiportal.net/ABsozluk/e.html
24 Ağustos 2010.
115
göndermiş ve 2000 yılında Kosova, 2004’te de Afganistan’da Barış Gücü
komutanlığını üstlenmiştir.186
1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’nın dış
politika ve güvenlik alanında tüm ülkelerin onayını şart koşmaması
dolayısıyla, savunma alanında işbirliğine ihtiyaç duyan Avrupa Birliği
ülkeleri,
Lizbon
kaydedebilecektir.
Antlaşması’ndan
sonra
daha
kolayca
ilerleme
Bu süreçte Avrupa Kolordusu Eurocorps “Avrupa
Ordusu”nun temelini teşkil edebilir.
Ancak, Avrupa’nın genişlemesiyle
birlikte, daha önceki bölümde de değinildiği üzere gayri safi milli
hasılalarının yüzde 2’sinden fazlasını savunma payı olarak ayıramayan AB
üyesi ülkelerin gelecekte NATO’dan bağımsız bir Avrupa Ordusu kurmaları
ve Avrupa’nın kısa ve/veya orta vadede ABD önderliğindeki NATO’dan
ayrılması ihtimali zayıf görülmektedir.
Ayrıca, AB açısından yakın vadede ortak bir savunma politikası
geliştirilmesinin zorluğunun yanı sıra, NATO’ya denk bir örgüt kurulmasının
yüksek maliyeti, ABD açısından ise Irak operasyonu dolayısıyla kaybettiği
prestiji kazanmak amacıyla eylemlerini meşrulaştırmak amacıyla AB’ye
duyduğu ihtiyaç, AB ve ABD’yi birbirlerine bağımlı kılmaktadır.187
Avrupa Birliği’nin güçlü ülkeleri Fransa ve Almanya liderleri son
zamanlarda
Avrupa
ordusu
düşüncesini
çeşitli
platformlarda
dile
getirmişlerdir. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle 6 Şubat 2010
tarihinde yüksek düzeyde güvenlik ve savunma konularının görüşüldüğü
Münih Güvenlik Konferansı’nda, Avrupa Birliği’nin küresel aktör olabilmesini
destekleyebilecek Avrupa ordusunun kurulmasına Berlin’in sıcak baktığını,
AB’nin kurumsal kurallarını belirleyen Lizbon Antlaşması’nın OGSP’nin sonu
değil, ancak başlangıcı olduğunu belirtmiştir. Westerwelle ayrıca, ortak
güvenlik ve savunmada gösterilecek ilerlemenin Avrupa bütünleşmesinin
motoru niteliğinde olacağını belirterek kurulacak Avrupa ordusunun
(NATO’ya gönderme yaparak) diğer güvenlik yapılanmalarının yerini
186
Emine Akçadağ, “Avrupa Kolordusu (Eurocorps)”, Bilgesam, 19 Ocak 2010, (Erişim)
bilgesam.org/tr-index.php?..avrupa-kolordusu..ab.., 09 Temmuz 2010
187
Yavuz, a.g.m., s.6
116
almayacağını, Avrupa’nın hiç kimseye karşı hasmane tavrı olmayacağını,
hiç kimsenin Avrupa’dan korkmasını gerektirecek bir neden olmadığını,
ancak Avrupa’ya bağımlı olunması gerektiğini, mevcut
Avrupa Birliği
kuralları çerçevesinde yeterli askeri yetenek ve isteğe sahip olan AB
ülkelerinin
birlikte
ortak
savunmada
ilerleme
kaydedebileceklerini
vurgulamıştır. 188
Son yıllarda Fransa, İngiltere ve Polonyalı diplomatlar arasında
Avrupa ordusu fikri üzerinde tartışılmakla birlikte, AB üyeleri arasındaki
Avrupa ordusu konusundaki politik isteksizlik, Fransa ve İngiltere dışındaki
ülkelerin askeri kapasite yetersizliği, ortak savunma kasasına yatırım
yapılmaması gibi konularda ortak hareket edilmediği açıktır. Alman Dışişleri
Bakanı Westerwelle, üye ülkelerin “parasal ortak havuz gerçekleştirmeleri,
sorumlulukları paylaşmaları ve önceliklerini saptamaları” gerektiği üzerinde
de durmuştur.
27 ülkeli Avrupa Birliği içinde askeri yetenekleri güçlü Fransa ve
İngiltere’nin işbirliği önemlidir. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin
NATO’nun
60.
yılı
kutlamalarında,
Nisan
2009’da
Strasbourg-Kehl
Zirvesi’nde Fransa’yı yeniden NATO’nun askeri kanadına sokmasını
Avrupa’nın NATO’dan bağımsız bir savunma stratejisine yönelmesi olarak
değil, ancak NATO ile işbirliği içinde ve ortak çıkarlar sözkonusu olduğunda
ABD ile eşgüdümde bulunabilecek bir Avrupa Birliği olarak düşünülmelidir.
Türkiye, AB üyesi olmayan NATO müttefiki sıfatıyla, AGSP sürecinde
AB’nin askeri ve sivil operasyonlarında başlangıçtan bu yana yer almaya
çalışmış ve NATO ile AGSP arasındaki işbirliğinin tamamlayıcılığının
bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesini savunmuştur.
Türkiye, AB
üyeliği sürecinde direniş ve engellemelerle karşılaşsa dahi NATO içinde
ABD’den sonra en büyük kara ve beşinci en büyük deniz kuvvetine sahip
AB adayı ülke sıfatıyla NATO ve AGSP içinde, desteğinden vazgeçilmesi
zor ülke konumunu sürdürmektedir.
Türkiye, komşularıyla sıfır sorun
politikası çerçevesinde Ortadoğu, Karadeniz, Akdeniz, Kafkaslar ve
188
Honor Mahony, “Germany speaks out in favour of European army” Headline News, 08 Şubat
2010, (Erişim) http://euobserver.com/9/29426, 20 Ağustos 2010
117
Balkanları içine alan coğrafyada Avrupa Birliği ile örtüşen politikalar
izlemektedir.
Her iki taraf da bölgedeki barış ve istikrarın kendi
güvenliklerini oluşturduğunun bilincindedir. 21. Yüzyılın getirdiği coğrafi
olarak birbirinden uzak küresel ortaklıkların operasyonel alandaki işbirliği
çerçevesinde Türkiye’nin,
NATO ve AB arasında
öneminin yadsınması mümkün görülmemektedir.
yapıcı katkısının
118
3.7. Türkiye’nin AGSP’ye İlişkin Endişe ve Beklentileri
Türkiye, kendisi açısından yaşamsal öneme sahip Kıbrıs ve
Ermenistan’la olan anlaşmazlık konularındaki AB’nin sergilediği tutumdan
duyduğu endişeleri şimdiye kadar çeşitli platformlarda açıkça dile getirmiştir.
Türkiye’nin güvenlik alanında duyduğu zorlukların başında Kıbrıs sorunu yer
almaktadır.
Şöyle ki, Yunanistan
AB’ye üye olduğu 1981 yılından bu yana,
Türkiye ile olan ikili sorunlarını AB çatısı altına taşımıştır. Bu sorunların
başında da, Kıbrıs gelmektedir. 1997’de AB genişleme süreci başladığında,
1990’da üyelik için başvurmuş olan Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti de
adaylar arasında yer alarak, AB ile katılım müzakerelerine 1998’de
başlamıştır.189
1999 Helsinki Zirvesi’ne kadar Kıbrıs sorununun çözümü
Kıbrıs’ın üyeliği için bir ön koşul iken, bu koşul sözkonusu zirvede
Yunanistan’ın Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin üyeliğini veto etme tehdidi
sonucu kaldırılmıştır.
müzakerelere
katılma
Böylece Güney Kıbrıs, BM nezdinde sürdürülen
ve
yapıcı
yaklaşım
eğilimini,
2002’de
AB
müzakerelerinin tamamlanıp AB üyeliği kesinleştikten sonra tamamen terk
etmiştir. Bunun sonucunda da, Annan Planı, Kıbrıs’ın her iki bölgesinde
referanduma götürüldüğü zaman Güney Kıbrıs çözümü reddetmiştir. Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Annan Planı ezici bir çoğunlukla kabul
edilmesine rağmen, 1 Mayıs 2004’te sadece Güney Kıbrıs AB’ye katılmıştır.
Kıbrıs sorununun çözümlenmesinde AB’nin yürüttüğü yanlış politika, (Güney
Kıbrıs’ın üyelik müzakereleri devam ederken BM planlarına uymasını
beklemesi) doğal olarak Türkiye açısından endişe yaratmıştır.
Türkiye’nin duyduğu endişelerinin haklılığını, Türkiye’nin AB ile olan
üyelik müzakerelerinde her başlık açılıp kapanırken - AB Konseyi oybirliği ile
karar verdiği için- Güney Kıbrıs’ın veto hakkı dolayısıyla karşılaştığı
zorluklar kanıtlamaktadır.
2005’te kabul edilen Türkiye’nin Müzakere
Çerçeve Belgesi’nde, Türkiye’nin Kıbrıs ile ilişkilerini normalleştirmesi ve
189
Müftüler-Baç, a.g.m., s. 24
119
Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde kapsamlı bir çözüm bulunmasına destek
verdiği belirtilmiştir. Buradaki ikilem Türkiye açısından hiç de hoş olmayan
bir durum yaratmaktadır. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, BM ile
olan müzakereleri desteklemiş ve Annan Planı’nı kabul etmiş iken, bu süreci
reddeden taraf olan Güney Kıbrıs’ın ödüllendirilmiş olmasıdır.
Türkiye, üyelik müzakerelerinde olduğu gibi, güvenliğini ilgilendiren
konularda da, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği konumunun ortaya çıkardığı
çözümsüzlüklere, AB’nin politikalar üretmesini beklemektedir. AB Konseyi
toplantılarında, Güney Kıbrıs’ın vetosunun kontrol edilebilme koşulları AB
tarafından yaratılabilmelidir. AB, Güney Kıbrıs’ın AB üyesi konumu
dolayısıyla Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinde ve/veya güvenliğini
ilgilendiren durumlarda, Kıbrıs konusunda Türkiye’den taviz talebini
kısıtlayabilmelidir.190
Müzakere
belgesinde
belirtilen
Türkiye’nin
mevcut
sınır
anlaşmazlıklarını çözmesi paragrafı, Ermenistan ile kapalı olan sınırını ve
Yunanistan ile süregelen Ege Denizi anlaşmazlıklarına üstü kapalı
gönderme yapmaktadır. 12 Ekim 2006’da Fransız Ulusal Meclisi’nin aldığı
karar, Ermeni sorununun da Türkiye’nin AB üyeliği üzerinden çözülmeye
çalışılabileceğinin belirtisi olabilir. Ancak, burada da AB ve/veya AB üyesi
devletler açısından ikilem ortaya çıkmaktadır. Güney Kıbrıs’ın, sınır
anlaşmazlığını çözmeden Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilmesi AB’nin
güvenilirliğine gölge düşüren bir durumdur.191
AB’nin, Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası sistem içinde
ortaya çıkan çözümsüzlük olasılığı yüksek olaylarda dahi çözüm üretme
yetenekleri dikkate alındığında, Türkiye’nin, Kıbrıs’la olan sorunda olası iyi
niyetli çözüm yolu olarak bazı limanları sembolik biçimde Rum kesimi
bandıralı gemilere açması durumunda, Avrupa Birliği’nden de Kuzey
Kıbrıs’a uygulanan izolasyonları kaldırmasını ve KKTC’nin AB’ye tam
üyeliğinin gerçekleşmesini bekleme hakkı doğacaktır.192
190
Müftüler-Baç, a.g.m., s. 25
Müftüler-Baç, a.g.m., s.25
192
Müftüler-Baç, a.g.m., s.26
191
120
Türkiye’nin Ermenistan’la olan ilişkilerinde AB’den beklentisi ise, tarihi
gerçeklerin AB üyesi ülkelerin ulusal meclislerinde değil, ama tarihçilere
bırakılarak gün ışığına çıkartılmasının uygun olacağını belirtmek herhalde
yanlış olmayacaktır.
Bu bağlamda Türkiye’nin, sınır anlaşmazlıkları gibi
doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren güvenlik konularında AGSP’den beklentisi,
AB üyesi olan diğer ülkelerde mevcut benzer durumlarda çifte standartların
uygulanmaması, Türkiye’nin haklılığının ve haklarının objektif ölçütler içinde
değerlendirilmesidir.
121
SONUÇ
Soğuk Savaş dönemi sonrası, tek kutuplu dünyanın sona ermesiyle
günümüz küresel aktörleri arasındaki güç mücadelesi, artarak devam
etmektedir. Soğuk Savaş döneminde birlikte hareket eden ABD ve NATO
arasındaki ayrışma, giderek artan bir ivmeyle ortaya çıkmaktadır.
Mevcut uluslararası ortamın belirleyici unsurları olan güç ve çıkar
ilişkilerinin, geleceğin değişmesi kuvvetle muhtemel koşullarının farklı
güvenlik oluşumlarını ortaya çıkarabileceği varsayımı, sadece bir öngörü
değildir. Nitekim, Avrupa Birliği içinde oluşturulan Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası (ODGP) ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası bu gerçeği
teyit eder niteliktedir.193
Çalışmamızın proje aşamasında olduğu gibi, giriş bölümünde de,
Soğuk Savaş sonrası yeniden oluşan Avrupa güvenliğinin, realist kuram ve
uluslararası kurumlar çerçevesinde inceleneceği belirtilmiştir. Bu bağlamda,
AB bünyesinde oluşturulan ODGP yapısının realist kuram söylemleriyle
uyumlu olduğu görülmektedir. Şöyle ki, içinde bulunduğumuz siyasi iklimin
tüm işbirliği girişimlerine, uluslararası hukuka, sözleşmelere ve BM
mekanizmalarına karşın büyük ölçüde güç unsuru ile biçimlendiği açıktır.
Bunu teyit eden en son örnek, New York’ta İkiz Kulelere ve Pentagona
yapılan
terörist
saldırıları
müteakip
ABD’nin
Afganistan’a
yaptığı
müdahaledir. ABD, her ne kadar sözkonusu askeri harekat öncesi BM ve
NATO çerçevesinde harekata meşruiyet kazandırmak amacıyla bazı
girişimlerde bulunmuş olsa dahi, girişimleri gerçekleştirilen eylemin niteliğini
değiştirmemiştir. 194
Uluslararası ilişkiler kuramlarından realist görüşe göre, uluslararası
sistem anarşik bir yapıdadır, devletler ve hükümetler temel karar verici olup
193
Hüsamettin İnaç, Ümit Güner, “Avrupa ve Amerika Güvenlik Çatışmaları Bağlamında Türk Dış
Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 6, No:1 (Güz:2006),
194
Ülger, a.g.e. , s.173-174
122
devletin güvenliği dış politikanın kalbinde yer alır, dış politikada en önemli
amaç ise, güç dengesinin korunmasıdır.
Bu söylemlerden anarşik yapı özelliği, AB’nin yapısında da
görülmektedir.
Kendi
bünyesinde
yasama,
yürütme
ve
yargı
mekanizmalarını barındıran AB’nin aldığı kararlar üye ülkeleri doğrudan
bağlamakla birlikte, üye ülkelerin ulusal yasalarıyla çeliştiği takdirde,
öncelikle ve ivedilikle uygulanmaktadır.
Realist öğretinin ikinci söylemi, uluslararası sistemde temel aktör
devlettir. Günümüzde, karar alma mekanizmalarında sivil toplum örgütleri,
uluslararası kurumlar, uluslararası şirketler söz sahibi olsalar dahi, nihai
kararlar yine devletler tarafından alınmaktadır. AB yapısında da, Avrupa
Konseyi ve Bakanlar Konseyi üyeleri kendi devletlerinin çıkarlarını en üst
düzeyde korumak eğilimdedirler doğal olarak.
ODGP’nin
hükümetlerarası
yapısı
ulusal
çıkarlar
sözkonusu
olduğunda uzlaşı mekanizmasını da yansıtmaktadır, sözkonusu kurama
uygun biçimde.
çalışmaktadır.
ODGP’nin bir açılımı olan AGSP de bu doğrultuda
AB üyesi ülkeler, Petersberg görevleri (insani ve barışı
koruma görevleri, kriz yönetimi ve barış gücü operasyonları) konusunda
işbirliğini, kendi çıkarlarına uygun geldiği için kabul etmişlerdir.
Realist kuramın üçüncü söylemine göre, güvenlik hükümetler
açısından en önemli amaçtır.
konusundaki
kararların
BAB
Maastricht Antlaşması’nda savunma
tarafından
ifa
edileceği
belirtilmiştir.
Amsterdam Antlaşması’nda ise, AB-BAB bütünleşmesinin, üye devletlerin
Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan Avrupa Konseyi kararı ile
gerçekleşebileceği belirtilmiştir. AB üyeleri arasında savunma alanındaki
işbirliği sınırları çok kısıtlı tutulmuş, ancak 1999 yılında Acil Müdahale Gücü
kurulması kararı alınmıştır.
Yine realist öğretiye göre, dış politikada güç dengesinin sağlanması
öncelikler
arasındadır.
AB
içinde
de,
örneğin
Almanya-Fransa
düşmanlığının aşılması buna güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Kömür
havzalarıyla başlayan işbirliği sınırları, Acil Müdahale Gücü oluşturulmasına
kadar gidebilmiştir.
AB, dış gelişmeler karşısında da güç dengesini
123
izlemeye özen göstermiştir. Örneğin, Soğuk Savaş dönemindeki NATOVarşova Paktı dengesi gibi.195
Türkiye ise, AB’nin bir yönüyle “sert güç” özelliğinde olduğunu
kanıtlayan ODGP’nin bir açılımı olan AGSP içinde “sert güç” özellikleriyle
yer almak istemiştir. Ancak, AB’nin güvenlik modeli olarak şekillenmesinde
başından beri BAB’daki kazanımları dolayısıyla yer almış olan Türkiye’nin
AGSP’den dışlanması durumunda, AB’nin, NATO’dan bağımsız olarak
müdahalede bulunmak istediği alanlarda, zafiyetle karşılaşması kuvvetle
muhtemeldir.
AB’nin askeri güç alanında görünürlüğü, Türkiye’nin jeostratejik
konumu ve askeri gücüne bağlıdır.
AB’nin Türkiye’nin komşu olduğu
coğrafyada yapacağı askeri operasyonların başarısının Türkiye’nin desteği
ve lojistik yardımına bağlı olması, Türkiye’nin önemini belirtmektedir. Bu
konudaki en son örnek 2006 yazında Lübnan’daki AB vatandaşı olan
sivillerin tahliyesinde yaşanmış ve AB vatandaşları Türkiye’nin lojistik
desteği ile savaş bölgesinden ayrılabilmişlerdir. Ayrıca, Türkiye’nin askeri
olanaklarının genişliği ve ordusunun tecrübesi AB’ye olabilecek askeri
katkılarının temelini oluşturmaktadır. Türkiye NATO’da ABD’den sonra ikinci
en büyük kara kuvvetine ve beşinci en büyük deniz kuvvetine sahiptir. 196
Türkiye, sadece “sert güç” özellikleri ile değil, “yumuşak güç”
özellikleri ile de, AB’nin sivil nitelikli harekatlarına katkıda bulunmaktadır.
Örneğin, Concordia, Proxima, Bosna Hersek-AB Polis Misyonu, Kinshasa
Polis Misyonu, Filistin Polisine Destek gibi sivil nitelikli harekatlarda yer
almaya özen göstermiştir. AB’nin sivil nitelikli harekatlarına, AB’nin aynı
zamanda “yumuşak güç” özelliğini de vurgulamak için değinilmiştir.
Bütün bunların yanısıra, Türkiye’nin sadece coğrafi konumu dahi,
Avrupa güvenliğindeki
önemini gözler önüne sermektedir. Üç kıtanın
birleşme noktası üzerinde, Balkanlar-Orta Doğu arasında yer alan Türkiye,
Boğazlar aracılığıyla Karadeniz’i Akdeniz’e bağlamakta, NATO’nun güney
kanadındaki konumuyla Balkanlar üzerinden Avrupa,
195
196
Ülger, a.g.e., s.175-180
Müftüler-Baç, a.g.m., s.17-18
Karadeniz ve
124
Kafkasya üzerinden Rusya, İran ve Orta Doğu üzerinden Asya ile Hint
Okyanusu ve Akdeniz üzerinden Afrika ile bağı vardır.
197
Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik konumu, uluslararası arenada
politik açıdan kendisine büyük fırsatlar yaratmakla birlikte, beraberinde
güçlükleri de getirmesi kaçınılmaz bir olgudur.
Türkiye, uzak ve yakın
tarihinde bu güçlüklerin üstesinden, sahip olduğu güçlü ordusu, bölgesinde
istikrar sağlayıcı aktör konumu ve yüzyılların süzgecinden damıtılmış
diplomatik deneyimi sayesinde gelebilmiştir.
Türkiye’nin NATO’nun kriz bölgesi olarak adlandırdığı 16 bölgesel
sorunun
13’ü
Türkiye’nin
Türkiye’yi
güvenlik
değerlendirilmelidir.
doğrudan
yaklaşımı
ilgilendirdiği
AB
dikkate
bünyesindeki
alındığında
AGSP
içinde
Avrupa güvenliğinin Türkiye’nin güvenliğinden ayrı,
Türkiye’nin güvenliğinin de Avrupa güvenliğinden soyutlanmış olması
mümkün görülmemektedir.
198
Avrupa ve Türkiye’nin güvenliği açısından,
AGSP içinde Türkiye’nin konumunun tam ve açık olarak belirlenmesi ve
BAB’daki kazanımlarından geriye gitmemesinin sağlanması önemlidir.
Türkiye, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Soğuk Savaş sonrası
oluşan yeni ortamda da, Avrupa güvenliğinde coğrafi-stratejik konumunun
yanısıra sahip olduğu askeri alt yapısı ve NATO üyeliği konumuyla önemini
korumaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye’nin AGSP içinde yer almasında isteksiz
davranmasının
nedenini,
Türkiye’nin
henüz
AB
üyesi
olmamasına
bağlamakta ve AGSP’ye katılımı için AB üyeliğini ön koşul olarak ileri
sürmektedir.
Oysa ki, her iki taraf birbirlerinin “güvenlik sağlayıcı”
kimliklerini ön plana çıkardıkları takdirde, Türkiye’nin AB’ye katılımı ve
dolayısıyla Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğinin sağlam ve doğru
temeller üzerine kurulmasının gerçekleşmesi mümkün olabilecektir.
197
Gamze Güngörmüş Kona, “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”,
Uluslar arası Güvenlik Sorunları, Jeopolitik-Strateji-Terör Dizisi, Der: Kamer Kasım, Zerrin
A.Bakan, ASAM Yayınları, Ankara, 2004, s.73
198
Hasret Çomak, “Avrupa Güvenlik Yapılanmasının Yeni Parametreleri ve Türkiye’nin Durumu”,
s.12-13 (Erişim) http://www.bilgesam.com/tr/index.php?view=article&catid
125
KAYNAKÇA
KİTAPLAR:
AĞIR, Bülent Sarper; “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine
Kurumsal Bir Bakış”, Der: Kamer Kasım, Zerrin A. Bakan, Uluslararası
Güvenlik Sorunları, Ankara, ASAM, 2004
ARI, Tayyar; Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa Yayınları, 2002
ATEŞOĞLU, Güney Nurşin; Batı’nın Yeni Güvenlik Stratejileri AB-NATOABD, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2006
BOZDAĞLIOĞLU, Yücel; “Neorealizm”, Der: Haydar Çakmak, Uluslararası
İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007
BOZDAĞLIOĞLU, Yücel; “Realizm”, Der: Haydar ÇAKMAK, Uluslararası
İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007
BUZAN, Barry; “People, States and Fear: an agenda for international
security studies in the post-Cold War era, Great Britain, Harvester
Wheatsheaf, 2. Baskı, 1990
CAŞIN, Mesut Hakkı; ÖZGÖKER, Uğur; ÇOLAK Halil: Küreselleşmenin
Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasına Etkisi AVRUPA
BİRLİĞİ, İstanbul, Nokta Kitap, 1. Baskı, 2007
ÇAKMAK, Haydar; Avrupa Güvenliği, Ankara, Platin Yayınları, 2007
ÇELEBİ, Özlem; “Güvenlik”, Der: Haydar ÇAKMAK, Uluslararası İlişkiler:
Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara, Barış Kitap Ltd. Şti. 2007
126
EROL, Mehmet Seyfettin; “İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş”, Derleyen:
Haydar ÇAKMAK, Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ankara,
Barış Kitap Ltd. Şti. 2007
FONTAINE, André; History of the Cold War: From the October
Revolution to the Korean War, 1917-1950, Çev: D.D.Paige, NY. Pantheon
Books,1968
GÜNUĞUR, Haluk; Avrupa Birliği, Eko Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi,
Ankara, 2007
GÜRKAYNAK, Muharrem; Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Ankara, Asil
Yayın Dağıtım Ltd. Şti. 2004
HAIN, Jean-Yves; “Tarihsel bir Perspektif”, Çev: Nilhay Usta, Editör: Nicole
Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası-İlk Beş Yıl”, İstanbul,
Tasam Yayınları, 2005
KONA, Gamze Güngörmüş, “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik
Öngörü Düzeyi”, Uluslararası Güvenlik Sorunları, Jeopolitik-StratejiTerör Dizisi, Der: Kamer Kasım, Zerrin A. Bakan, ASAM Yayınları, Ankara,
2004
ÖZDAL,
Barış;
GENÇ
Mehmet;
Avrupa
Güvenlik
ve
Savunma
Politikası’nın Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri, Bursa, Alfa Akademi Basın
Yayın Dağıtım Ltd. Şti., 2005
ÖZLER, Zeynep: MİNDEK, Can; “AB’de Anayasa Süreci ve Lizbon
Antlaşması”, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, İstanbul, 2008
SANDER, Oral; Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitapevi Yayıncılık
Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti., 6.baskı, 1994
SCHMITT, Burkard; “Avrupa’nın İmkanları: Kaç Tümen Sağlanabilir?” Editör:
Nicole Gnesotto, AB Güvenlik ve Savunma Politikası-İlk Beş Yıl”,
İstanbul, Tasam Yayınları, 2005
127
TUNA, Gülgün; Yeni Güvenlik-Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal
Tehditler, Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti. 2.Baskı, 2003
ÜLGER,
İrfan Kaya; Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme-Ortak Dış
Politika ve Güvenlik Politikasının Oluşumu, Ankara, Gündoğan Yayınları,
2000
128
MAKALELER:
AĞCA, Fehmi; “Avrupa-Akdeniz Ortaklığının Avrupa Birliğinin Güvenlik ve
Savunma Politikasına Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 2, Sayı 4,
2006, s.157-172
AKGÜL, Öner; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde NATO-AB İlişkilerinde
Rekabet İşbirliği Analizi ve Türkiye Faktörü, Güvenlik Stratejileri Dergisi,
Sayı 7, 2008, s. 91-124
ÇAYHAN, B.Esra; “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”,
Akdeniz İ.İ.B.F.Dergisi, (3), 2002, s. 43-55
DEMİR, Demir; “Avrupa Güvenlik Mimarisinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin
Bu Güvenlik Mimarisindeki Yeri”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik
Stratejileri Dergisi, Yıl 5, Sayı 9, 2009, s. 30-45
DEMİRAY, Muhittin; İŞÇAN İsmail Hakkı; “Uluslararası Sistemde Güvenlik
Kavramının Değişimi Ekonomik ve Jeopolitik Arka Planı”, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 21, Ağustos 2008 s.141-170
EFE, Haydar; “AB’nin Gelişen “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve
Türkiye”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9/3,
2007, s. 127-145
EFE, Haydar; “Avrupa Birliği’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”,
Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7-1. 2008 s.66-78
EFE, Haydar: “AB’nin ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ Oluşturma
Çabaları”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Yıl 3, Sayı 2,3
s.1-31
129
İNAÇ, Hüsamettin; GÜNER, Ümit; “Avrupa ve Amerika Güvenlik Çatışmaları
Bağlamında Türk Dış Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt 6,
Sayı 1, 2006, s.
KÜÇÜKŞAHİN, Ahmet; UYAR E.Önder; TAHMİNCİLER Erçin, DİNÇER
Duygu; “Türkiye’nin Güvenlik Strateji Belgesi Nasıl Hazırlanmalıdır?,
Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 4, Sayı 7, 2008, s.7-38
MÜFTÜLER-BAÇ, Meltem; “Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik
Boyutundan bir Bakış, Tesev Yayınları Dış Politika Analiz Serisi, 4, 2006,
s.1-28
ÖZDAL, Barış; “Lizbon Reform Antlaşması’nın Ortak Güvenlik ve Savunma
Politikası’na İlişkin Düzenlemelerin Analizi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi,
Yıl:4, Sayı:7, 2008, 125-161
SÖYLEMİŞ, Tarık; “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Üç Kritik
Sınavı: Makedonya, Kongo ve Bosna Hersek Misyonları”, Uluslararası
Hukuk ve Politika, Cilt 3, Sayı: 12, s. 41-53
TEZCAN, Ercüment; “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde
Avrupa Birliği ve Batı Avrupa İlişkileri,Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 541, s.143-158
AĞIR, Bülent Sarper; “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine
Kurumsal Bir Bakış”, Derleyenler: Kamer Kasım; Zerrin A. Bakan, Uluslar
arası Güvenlik Sorunları, Jeopolitik Strateji-Terör Dizisi 19, ASAMAvrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 2004
130
ELEKTRONİK KAYNAKLAR:
AKÇADAĞ, Emine; “Avrupa Kolordusu (Eurocorps)”, Bilgesam, 19 Ocak
2010, (Erişim) bilgesam.org/tr-index.php?..avrupa-kolordusu..ab..,
09 Temmuz 2010
AVRUPA TEK SENEDİ, İKV, 43, İstanbul, Eylül
http://www.bumko.gov.tr./DENETİM/Genel 05 Mart 2010
1987
(Erişim)
BİLÇEN, Sumru; “AB’de önemli bir adım: Lizbon Antlaşması”, TBBM Dış
İlişkiler
ve
Protokol
Müdürlüğü,
(Erişim)
http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/docs/lizbonsumru24032010.pdf, 24 Nisan
2010, s.1.
BRAND, Pierre-Antoine, GREVI Giovanni; “The EU mission in Aceh:
implementing peace”, Institute for Security Studies, Occasional Paper,
No:61,December2005,
(Erişim)
http://ftp.infoeuropa.eurocid.pt/database/000035001-0036000/000035472.pdf
08 Ağustos 2010,
Conclusions of the Presidency, Santa Maria da Feira European Council,
Article (C-Common European Security and Defence Policy). (Erişim)
www.europol.europa.eu/summits/ei1_en.html. 23 Mart 2010
ÇOMAK, Hasret, “Avrupa Güvenlik Yapılanmasının Yeni Parametreleri ve
Türkiye’nin
Durumu”,s.12-13
(Erişim)
http://www.bilgesam.com/tr/index.php?view=article&catid
DEMİRDÖĞEN, Ülkü; “Nice Zirvesi Sonrasında Avrupa Güvenlik Savunma
Politikası ve Türkiye”, Journal of İstanbul Kültür Universty, 2002/2, s.75
Erişim:http://www.iku.edu.tr/TR/iku_guncel/…/Sos.Bil.San.C1S2_69.pdf. 24
Şubat 2010
EDA, Defence DATA 2008, European Defence Agency Building Capabilities
for
a
Secure
Europe,
29
Ocak
2010
(Erişim)
http://www.eda.europa.eu/defencedefacts, 14 Ağustos 2010.
Eurocorps,
“Uiportal.net
AB
Kavramlar
Sözlüğü,
http://uiportal.net/ABsozluk/e.html. 24 Ağustos 2010
(Erişim)
131
GARDNER, Anthony Luzzattor, EISENSTAT Stuart, “New Treaty, New
Influence? Foreign Affairs, NewYork, March/April 2010 Cilt 89, Sayı: 2
http://www.foreignaffairs.com/articles/65996/anthony-luzzatto(Erişim)
gardner- and-stuart-e-eizenstat/new-treaty-new-influence, 14 Ağustos 2010,
s. 6.
GÖZEN, Ramazan; “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the
ESDP, 2003 (Erişim) http://www.sam.org.tr/perceptions/sampapers, 15
Ağustos 2009
Helsinki European Council: Presidency Conclusions Chapter II. Common
European
Policy
on
Security
and
Defence
Article
28.
http..//presidency.finland.fi/frame.asp,
(Erişim)
www.policy.hu/pidluska/summit.html, 23 Mart 2010
HAFTENRDORM. Helga; “Almanya’nın NATO’ya katılım: Elli Yıl” , NATO
Dergisi,
Yaz
2005,
Sayı:2,
(Erişim)
www.nato.int/docu/review/2005/issue2/../history.html, 25.08.2010.
HOWORTH, Jolyon; “NATO and ESDP: Institutional Complexities and
Political Realities, Politique Etrangère 4:2009 English Edition, (Erişim)
www.ifri.org/downloads/pe42009hovorth.pdf. 05 Temmuz 2010 s.96-97.
KOCABAŞ, Akif; “NATO ve Yeni Güvenlik Algılamaları”, Stratejik Düşünce
Enstitüsü, 21.05.2010 (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1057/natove--yeni-güvenlik-algilamalari/aspx, 18 Ağustos 2010.
KOCAMAZ, Sinem; “Lizbon Antlaşması Çerçevesinde Avrupa Birliği Ortak
Güvenlik ve Savunma Politikasının Geleceği”, Ege Akademik Bakış/Ege
Academic Review, 10 (3) 2010, s.951-980,
MAHONY, Honor; “Germany speaks out in favour of European army”
Headline News, 08 Şubat 2010, (Erişim) http://euobserver.com/9/29426, 20
Ağustos 2010
POP Adrian, “Nato ve Avrupa Birliği: İşbirliği ve Güvenlik”, NATO Dergisi,
Yaz 2007, (Erişim) www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/art6.html,
18 Ağustos 2010
RASMUSSEN, Anders Fogh; “NATO ve AB arasında gerçek ve kuvvetli
Ortaklık İlişkileri Kurulmalı”, Euronews, 25 Mayıs 2010, (Erişim)
http://tr.euronews.net/2010/05/25, 18 Ağustos 2010
132
SCHULZE E, Kirsten; “Mission Not So Impossible The Aceh Monitoring
Mission and Lesson Learned for the EU”, International Policy Analysis,
July 2007, (Erişim) http://library.fes.de/pdf-files/id/04786.pdf. 08 Ağustos
2010, s.1-5.
SCHMITDT, Julia; “Common Foreign and Security Policy and European
Security and Defence Policy After the Lisbon Treaty: Old Problems Solved?”,
Croation Yearbook of European Law & Policy (1845-5662) , 12.01.2009,
Vol.5, (Erişim) eubusinesslaw.wordpress.com. 29 Temmuz 2010, s. 239259.
SINGLE EUROPEAN ACT, Official Journal of the European Communities,
NoL169/1,29.6.1987,(Erişim)http://docs.google.com.www.jarozs.edu.pl/LSC
Materialy/Single european Act, pdf, 04 Mart 2010
SOLANA, Javier; “A secure Europe in a Beter World: European Strategy”,
(Erişim) www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf.
01 Ağustos 2010, s.2-5.
Permanent Representation of France to European Union “Brief Guide to
European
Security
and
Defence
Policy
(ESDP),
(Erişim)
http://www.ambafrance-uk.org/IMG/0601_Brief_guide_to_ESDP-3.pdf.
04
Ağustos 2010 s. 29.
Petersberg Declaration-Bonn, 19 June1992, European Security and Defence
http://www.assemblyAssembly
Documents
(Erişim)
weu.org./eh/documents/sessions_ordinaires/key/declaration_pete 08 Mart
2010
Presidency Conclusions Cologne European Council 3-4 June 1999.Annex III
(Erişim)
www.consilium.europ.eu/ue.Docs/cms_Data/.../kolnen.htm
23.3.2010
SESLİ, Mutlu; “21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Tehditleri ve AGSP’nin geleceği”,
E-Akademi Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık Internet Dergisi, Ekim
2007, Sayı:68, s.7 (Erişim) http://www.e-akademi.org/makaleler/msesli-1.htm
YAVUZ, Celalettin; “Avrupa Birliği’nin Güvenliği ve Türkiye”, s4 TÜRKSAMUluslararası
İlişkiler
ve
Stratejik
Analizler
Merkezi,
(Erişim)
http://www.avsam.org./tr/a1880.html 24.02.2010
TERLIKOWSKI, Marcin; “European Army - an ultimate tool for ESDP?”
Eurosian Intelligence & Strategics Critic.
Ağustos 2008, (Erişim)
www.eurasiacritc/articles/european-army-ultimate-tool-esdp, 13 Ağustos
2010.
133
Treaty of Lisbon amending the Treaty on European Union and the Treaty
establishing the Euopean Community, signed at Lisbon, 13 December 2007,
“Md. 3a2 ve 10Ca1” Official Journal C306 of the EU (Erişim)
http://bookshop.europa.eu/is-bin/INTERSHOP.enfinity/WFS/EU-BookshopSite/en GB/-/EUR/ViewPublication-Start?PublicationKey=FXAC07306, 31
Temmuz 2010, s.9 ve 23
TURAN, P. Aslıhan; “AB’nin Güvenlik Yaklaşımları ve Sorunları”,
BİLGESAM-Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 06.07.2010,
(Erişim) www.bilgesam.org/tr-index.php?..id..abnin..ab, 09 Temmuz 2010
Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi Dış Politikayı Değiştirecek: 12 mil Artık
Savaş Nedeni Değil?, “Turktime”, 23 Ağustos 2010, (Erişim)
http.//turktime.com/haber/Yeni-Milli-Güvenlik-Siyaset Belgesi-Dış-PolitikayıDeğiştirecek-12-mil-Artık-Savaş-Nedeni-Değil/105310, 25 Ağustos 2010.
ZHUSSIDAPBEK, Gallym; “Supranasyonal bir Tasarruf Şekli Olarak 2007
Lizbon Antlaşması, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Tanımı ve
Özellikleri, Güvenlik Aktörü Olarak AB’nin nitelikleri”, Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi Cilt 8, No:1, 2009, s.139-164 (Erişim)
www.bilgesam.org/tr/images/documents, 11 Ağustos 2010, s.140-145.
134
ÖZET
ALPTEKİN Ayfer, Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenliğinin Yeniden
Oluşumu ve Türkiye’nin Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010
1957 yılında altı Batı Avrupa ülkesi (Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda,
Belçika ve Lüksemburg) “ortak bir pazar” tesisi amacıyla Avrupa Ekonomik
Topluluğunu (AET) kurmuşlardır.
Ekonomik bütünleşmesini çok iyi
geliştirmesi dolayısıyla “ekonomik dev” sıfatını kazanmayı hak eden Avrupa
Birliği (AB), siyasi ve askeri alanda aynı başarılı gelişmeyi gösteremediği için
“politik cüce” pozisyonuna gerilemiştir.
Avrupa Birliği, Soğuk Savaş sonrası koşulların yarattığı yeni güvenlik
parametrelerine göre şekillenen yeni ortamda, ortak dış ve güvenlik
politikasını düzenleme çalışmalarına girişmiştir.
1990’lı yılların ilk yarısı, NATO bünyesinde Avrupa Güvenlik ve
Savunma Kimliği çerçevesinde geçmiştir. Ancak, NATO’nun Atlantik ötesi
üyeleri olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Kanada’nın Avrupa
savunmasıyla doğrudan ilişkisinin olması, AB üyelerini tedirgin etmiştir.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na ilişkin yeni yaklaşım ve
görüşmeler 3-4 Aralık 1998 tarihinde İngiltere ve Fransa’nın katılımıyla
St.Malo Zirvesi’nde başlatılmış ve bu konuda ortak bildiri yayınlanmıştır.
NATO üyesi ve AB’ye aday ülke Türkiye, Avrupa Güvenlik ve
Savunma Politikası içinde yer alarak AGSP’nin karar alma mekanizmalarına
katılma isteğini belirtmiştir. Ancak, Avrupa Birliği, Türkiye’nin AGSP içinde
yer almasında gösterdiği isteksizliğinin nedenini, Türkiye’nin henüz AB üyesi
olmamasına bağlayarak, AGSP’ye katılım için AB üyeliğini ön koşul olarak
ileri sürmektedir.
Oysa ki, her iki taraf birbirlerini “güvenliklerine tehdit” olarak algılamak
yerine, “güvenlik sağlayıcı” kimliklerini ön plana çıkardıkları takdirde
135
Türkiye’nin AB’ye katılımı ve Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğinin
sağlam ve doğru temeller üzerine kurulmasının gerçekleşmesi mümkün
olabilecektir.
Anahtar Sözcükler:
1. Avrupa Güvenliği ve Savunma Kimliği (AGSK)
2. Avrupa Güvenliği ve Savunma Politikası (AGSP)
3. Avrupa Birliği (AB)
4. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)
5. “Güvenlik Sağlayıcısı” ve “Güvenlik Tehditçisi”
136
ABSTRACT
Ayfer Alptekin, Reshaping of the European security after the post-Cold
War era and the role of Turkey, Master Thesis, Ankara, 2010
The European Economic Community (EEC) which was established by
six Western European countries (Germany, France, Italy, Holland, Belgium
and Luxembourg) in 1957, aiming to create a common market has
successfully realised the European economic integration and deserved to be
called an “economic giant”. On the other hand the European Union not being
able to develop the same success in the political realm had an opposite title
as a “political dwarf” in the political and security area.
The European Union (EU) has undertaken the task of forming a
common foreign and security policy due to the new security and defence
parameters of the post-Cold War conditions in order to go beyond the
economic integration.
The first half of 1990s witnessed attempts to develop a European
Security and Defence Identity (ESDI) within NATO. The European Union
members were sensitive regarding the key role of NATO in European
security and the direct involment of the United States (US) and Canada in the
security of Europe. Therefore the ongoing processes continued and the joint
declaration on European defence issued at the British-French summit in
St.Malo on December 3-4, 1998 marked a new approach regarding the
European security and defence policy (ESDP).
Turkey, being a NATO member and an EU candidate country, has
stated her willingness to take part in the ESDP and participating the decision
making procedures related to it. The EU’s unwillingness to treat Turkey’s
quest for membership positively started to change in 1990s as the EU began
to define its security identity on the basis of deepening and widening
processes.
This attitude could be changed if the EU members would be co-exist
with Turkey in such a way that both sides perceived each other as “security
137
providers” rather than “security threats”. And this approach would open the
path for a better and well established security in Europe with the accession of
Turkey in the EU.
Key Words:
1. Euorepean Security and Defence Identity (ESDI)
2. European Security and Defence Policy (ESDP)
3. European Union (EU)
4. The European Economic Community (EEC)
5. “Security Providers” & “Security Threats”
Download