tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI
HÂKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİNE GÖRE MİLLİ MÜCADELE
DÖNEMİNDE TÜRK–İNGİLİZ İLİŞKİLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Şule YAVUZ
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Şennur ŞENEL
Ankara-2009
ONAY
Şule Yavuz tarafından hazırlanan “Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne
Göre Milli Mücadele Döneminde Türk-İngiliz İlişkileri” başlıklı çalışma,
16/03/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oy birliği ile başarılı
bulunarak jürimiz tarafından Tarih Anabilim Dalı/Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Şennur ŞENEL
Asil Üye
Prof. Dr. Mustafa TURAN
Asil Üye
Prof. Dr. Necdet HAYTA
ÖNSÖZ
Bu araştırmada, Milli Mücadele döneminin zorlu şartları temel alınarak,
Hakimiyet-i Milliye Gazetesine göre, 1920-1923 yılları arasındaki Türk-İngiliz İlişkileri
ayrıntılı bir şekilde incelenmeye çalışılmıştır.
Bu konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalara göz atıldığında, Milli
Mücadele döneminde Anadolu basının en önemli gazetelerinden biri olan Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nin, Türk-İngiliz ilişkileri konusundaki yaklaşımının ayrıntılı bir
biçimde incelemeye tabi tutulmadığı görülmektedir. Yapılan akademik çalışmalarda,
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin Milli Mücadeleye bakışı incelenmiş ya da gazetenin
Anadolu basını içindeki yerine yönelik değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Bu çalışmada 1920-1923 yılları arasındaki Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
koleksiyonları tamamen taranarak, konumuzla ilgili haberler Osmanlıca’dan
günümüz alfabesine aktarılmıştır. Milli Mücadele döneminde önemli roller oynamış
kişilerin hatıraları, telif-tetkik eserlerle desteklenerek kullanılmıştır.
Çalışmanın giriş bölümünde, Türk-İngiliz ilişkileri 16. yüzyıldan Mondros
Mütarekesi’ne (30 Ekim 1918) kadar geçen dönem ana hatlarıyla incelenmektedir.
Ayrıca Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal tarafından çıkarılan Hakimiyet-i
Milliye gazetesi tanıtılarak, dönemin ruhunu yansıtan yazılardan örnekler verilmiştir.
Birinci Bölümde, Birinci Dünya Savaşı’nın Türk-İngiliz ilişkilerini nasıl
etkilediği ve savaş sonunda İstanbul Hükûmeti tarafından imzalanan Mondros
Mütarekesi’nin
ve
toplanan
Paris
Barış
Konferansı’nın
Milli
Mücadele’nin
başlamasına nasıl etki ettiğinden bahsedilmiştir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı
ve Türk halkının bu süre içinde izlediği tutum ele alınmıştır.
İkinci Bölümde, Milli Mücadele döneminde Türk ingiliz ilişkileri Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi’nin bakış açısıyla değerlendirilmiştir. İngiltere’nin şark siyaseti ve
sömürgeleri ile ilişkileri ve İngiltere’nin Milli Mücadele’yi engellemeye yönelik
faaliyetleri anlatılmıştır. Ayrıca İngiliz casusu Mustafa Sağir’in faaliyetleri ile Ali Galip
olayının Türk-İngiliz ilişkilerine etkisine değinilmiştir.
ii
Üçüncü Bölümde, Milli Mücadele sürecinde birer dönüm noktası oluşturan
antlaşma ve konferanslar Hakimiyet-i Miliye bakış açısıyla incelenmiştir.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında bana yol gösteren, çalışmanın başından
sonuna kadar ilgi ve desteğini benden esirgemeyen hocam Yrd. Doç. Dr. Şennur
Şenel’e teşekkür ederim.
Ayrıca, tez çalışmam boyunca beni her zaman sabırla destekleyen başta
annem ve babam olmak üzere aileme, tezin yazım aşamasında benden desteğini
esirgemeyen arkadaşlarım Gülcan İyidoğan, Tuğba Gökmeşe, Funda Özen ve Alper
Ersaydı’ya teşekkürü bir borç bilirim.
Şule YAVUZ iii
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ................................................................................................. i
İÇİNDEKİLER..................................................................................... iii
KISALTMALAR....................................................................................v
GİRİŞ....................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE’NİN BAŞLAMASI VE İNGİLTERE
I. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ........18
II. MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NDA İNGİLİZ ROLÜ...........22
III. PARİS BARIŞ KONFERANSI’NDA İNGİLİZLERİN TÜRKLERE
KARŞI TUTUMU ................................................................................27
IV. MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A ÇIKIŞI VE İNGİLTERE’NİN
BAKIŞI................................................................................................32
V. ANADOLU’DAKİ İŞGALLER KARŞISINDA HALKIN
ÖRGÜTLENMESİ VE KONGRELER..................................................36
VI. MANDA VE HİMAYE MESELESİ.................................................40
İKİNCİ BÖLÜM
HAKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİ’NDE YERALAN HABERLERE GÖRE
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ
I. ŞARK MESELESİ VE İNGİLTERE...............................................48
II. İNGİLTERE VE SÖMÜRGE POLİTİKALARI...............................56
A. Hindistan............................................................................61
B. Mısır....................................................................................62
iv
C. Irak.......................................................................................64
D. İran.......................................................................................65
III.İNGİLTERE’NİN MİLLİ MÜCADELE HAREKETİNE KARŞI TAVRI
VE FAALİYETLERİ..........................................................................66
A. Mustafa Sağir Olayı.............................................................72
B. Ali Galip Olayı......................................................................78
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE SİYASİ GÖRÜŞMELER VE İNGİLTERE
I. SAN REMO KONFERANSI..............................................................84
II. SEVR PROJESİ..............................................................................92
III. LONDRA KONFERANSI..............................................................102
IV. CENOVA KONFERANSI.............................................................110
V. MUDANYA KONFERANSI...........................................................116
A. Mudanya Mütarekesi Öncesi Gelişen Siyasi ve Askeri
Olaylara Genel Bakış..............................................................117
B. Çanakkale Krizi ve Lloyd George.......................................127
C. Mudanya Mütarekesi’nin İmzalanması ve İsmet İnönü......131
D. Lloyd George’un Türkiye Politikasının İflası ve İktidardan
Düşmesi.................................................................................134
SONUÇ.............................................................................................137
KAYNAKÇA......................................................................................142
EKLER..............................................................................................164
ÖZET.................................................................................................176
ABSTRACT......................................................................................178 v
KISALTMALAR DİZİNİ
AAM
: Atatürk Araştırma Merkezi
ATASE
: Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
bkz.
: Bakınız
C.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
G.Ü.
: Gazi Üniversitesi
No
: Numara
S.
: Sayı
s.
: Sayfa Numarası
TBMM
:Türkiye Büyük Millet Meclisi
T.T.K.
:Türk Tarih Kurumu
Yay.
: Yayını (yayınları)
GİRİŞ
Tarih boyunca Türklerin İngilizlerle olan ilişkileri, diğer milletlerle olan
ilişkilerine göre daha farklı boyutlarda gelişmiştir1. İngiltere’nin kendi
menfaatleri çerçevesinde yorumlayarak ivme kazandırmaya çalıştığı Türkİngiliz ilişkileri, istikrarın ve belli bir seviyenin oluşturularak korunmasına
müsaade etmediği için ilişkilerde kopuklukların yaşanmasına ve zaman
zaman Türk tarafının büyük sıkıntılar çekmesine sebep olmuştur.
Türklerle İngilizler arasındaki ilişkilerin kaygan bir zeminde gelişmesi
ve sürekli değişken bir yapıda olması, Türklerin olduğu kadar, Batı
dünyasının da gözünden kaçmamış ve Batılılar iki taraf arasındaki bu
şaşırtıcı ilişkiye “Ortadoğu’nun Dönme Dolabı” adını vermişlerdir2.
Mevcut kaynaklara göre, Türklerin İngilizlerle ilk karşılaşması Haçlı
Seferleri esnasında gerçekleşmiştir. Ortaçağda, İngilizler Türklere ait bilgileri
daha çok Jean de Bourgogne’nin “Sir John Mandeville’nin Seyehatleri” adlı
İngilizceye çevrilmiş olan eserinden öğrenmişlerdir. Ancak bu seyahatname,
bilhassa Hıristiyanları Haçlı Seferi’ne katılmaya teşvik etmek maksadıyla
yazıldığından, Türkler hakkında yanlış bilgileri içeriyordu3. Bu sebeple, bu tür
kitaplar ve gerekse kilisenin İslamiyet aleyhindeki propagandası yüzünden
Ortaçağda
İngilizlerde
Türk
düşmanlığı
düşüncesi
ortaya
çıkmıştır4.
Selçuklular döneminde de, İngilizlerin Türklerle ilk temasları, 1097’de Kral
William’ın oğlu Robert komutasında Anadolu’ya gelen İngiliz Haçlı kuvvetleri
aracılığıyla olmuştur. Burada İngiliz Haçlı kuvvetlerinin
Avrupa ve
1
Süleyman Kocabaş, “Türk-İngiliz İlişkilerinin Dönemleri”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi,
S.204, Aralık, 2003, s. 47.
2
Ali Kemal Meram, Belgelerle Türk İngiliz İlişkileri Tarihi, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969, s.8.
3
Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar Türkiye ve İngiltere, Vatan
Yayınları, İstanbul, 1985, s. 10.
4
Hamit Dereli, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, Ankara Üniversitesi Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1951, s. 7-8.
2
Ortadoğu’ya
hakim
olacak
din
hakimiyeti
oluşturmaya
çalıştıklarını
5
görüyoruz .
Osmanlı İmparatorluğu ile Batı Avrupa Devletleri arasındaki iktisadi,
sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkilerin en geç İngiltere ile kurulduğunu
görmekteyiz. İngiltere, ilk defa XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin dostluğunu
elde etmek amacıyla, 1583’te III. Murat döneminde ilk İngiliz elçisini
İstanbul’a göndermiştir. Burada İngiltere’nin amacı, Osmanlı ile hem ticaret
yapmak hem de kendisini tehdit eden İspanya’ya karşı ittifak oluşturmaktı.
Böylece, İmparatorluktan bazı imtiyazlar elde etti. 1798 yılına kadar
İngiltere’ye 11 imtiyaz verildiği belgelerle ortaya çıkarılmıştır6.
XVI. yüzyılın sonlarına doğru iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin
başlaması,
İngilizlere
kendi
planlarını
gerçekleştirmek
için
Osmanlı
Devleti’nin imkanlarını kullanma fırsatı tanıyordu. Böylece İngilizler, özellikle
ekonomik alanda Osmanlı Devleti’nin imkanlarından faydalanmak amacıyla,
padişah nezdinde her türlü girişimde bulunup kendilerine gerekli olan kanuni
ortamı oluşturmaya çalışmışlardır7. Bunun sonucunda İngiltere’ye 1583’te
verilmiş olan ticari imtiyaz, XVII. yüzyılın hemen başında 1601’de
genişletilmiştir8.
İngiltere
ve
Osmanlı’nın
aktif
siyasal
ilişkileri
XVIII.
yüzyılda
başlamıştır. İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile ilişkisi, Türklerin Avrupa’ya ayak
basmasıyla değil, İngiltere’nin 0rtadoğu ’da önemli topraklar elde etmesiyle
başlamıştır9.
5
Ali İhsan Bağış, Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984. (400. Yıldönümü), Başbakanlık Basın Yayın
ve Enformsyon Genel Müdürlüğü, Ankara,1985, s. 15.
6
Meram, a.g.e., s. 12-13; Bağış, a.g.e., s. 15.
7
Cengiz Dönmez, Milli Mücadele’ye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 7.
8
Akdes Nimet Kurat, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlaması ve Gelişmesi (1553-1610), Ankara
Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Enstitüsü Yayını, Ankara, 1953, s. 90.
9
Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978, s. 15.
3
İngiltere’nin Yakın Doğu politikasının temeli, Doğu ile ulaşım bağlantısı
yönünden stratejik önemi olan ve doğal kaynakları bakımından son derece
zengin olan Hindistan’ı güvenlik altında tutmaktır. İngiltere, Hindistan’ı ele
geçirdiği sırada Osmanlı Devleti zayıflamaya başlamış ve Hindistan Osmanlı
Devleti’nin genişleme kapsamı dışında kalmıştır. Bu nedenle İngiltere,
bölgenin güçlü devleti olan Osmanlı ile çatışma durumuna girmemiştir. İki
devlet arasındaki ilişkiler, inişli çıkışlı olarak bir asır devam etmiştir10.
XVIII. yüzyıla gelindiğinde, Rönesans’ın etkisiyle Batı’nın görülmemiş
bir hızla ilerlemesini, Doğu bir süre umutsuz izlemişti. Avrupa, yeni buluşlarla
askeri ve ekonomik alanlarda artan gücünü kendi uygarlığı dışında kalan
ülkeleri
sömürgeleştirmek
için
kullanırken,
Osmanlı’nın
uzun
yıllar
Hıristiyanlara karşı İslamiyet’in koruyuculuğunu yapmış olmasını bir türlü
hazmedemiyor ve onlara karşı ayrıca bir düşmanlık siyaseti güdüyordu11.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti, Sanayi
Devrimi’ni gerçekleştiren Avrupa Devletlerinin karşısında bir güvenlik
endişesi taşımaktaydı. Özellikle, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan hammadde
ve pazar arayışı, gözleri Osmanlı Devleti’nin üzerine çevirmişti. Osmanlı
devlet yapısı ve işleyişinin daha da kötüye giderek adeta bir çöküntü halini
almaya başladığı bu dönemde, 1699’dan itibaren var olan Rus tehlikesine
yüzyılın başlarında Avusturya tehdidinin de eklenmesi Osmanlı Devleti
açısından durumu oldukça güçleştiriyordu12.
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Rusya’nın amacı, İstanbul ve Boğazları
ele geçirerek sıcak denizlere ulaşmaktı. Rusya hedefine ulaşmak için
Avusturya ile ortak bir proje geliştirdi. Grek Projesi denen bu projeye göre,
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarının büyük bir kısmı Avusturya ile
Rusya arasında paylaştırılacak ve merkezi İstanbul olan bir Bizans Devleti
10
Durdu Mehmet Burak, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-İngiliz İlişkileri (1914-1918), Babil
Yayıncılık, Ankara, 2004, s. 7.
11
Yusuf Hikmet Bayur, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, s. 19.
12
Dönmez, a.g.e., s. 9.
4
kurulacaktı. Nitekim bu amaçla 1787 yılında Rusya ve Avusturya, Osmanlı
Devleti’ne karşı savaş açtı. Savaşta yenilen Osmanlı Devleti 1792 yılında
imzaladığı Yaş Antlaşması ile Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul etti. Bu
tehlikeyi kendi başına bertaraf edemeyeceğini anlayan Osmanlı Devleti,
İngiltere ile başlamış olan etkili siyasi ilişkiler çerçevesinde, 1791’den itibaren
Rus tehlikesine karşı bu ülkeye sığınmıştı13.
İngilizler de, Rusların gittikçe güneye doğru inmelerinin kendi
menfaatlerini tehdit ettiğini görerek, Akdeniz’deki İngiliz menfaatlerini Ruslara
karşı korumak şeklinde geliştirdikleri dış politika ilkeleri doğrultusunda, bu
bölgedeki İngiliz menfaatlerinin korunması İstanbul Boğazı’nda başlar
düşüncesiyle; “Ruslara karşı Osmanlı toprak bütünlüğünü korumak” şeklinde
bir dış politika takip etmeye başlamışlardır14. Bunu da, İngiltere ilk kez 1787
Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Başbakan William Pitt’in15 27 Mart 1791’de
Rusya’ya verdiği ültimatomla ortaya koydu16. İngilizlerin Osmanlı Devleti’ne
yardım etmek suretiyle, onun toprak bütünlüğünü korumak şeklinde Ruslara
karşı takip ettiği bu politika, 1798’de Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgali
sırasında da aynen devam etmiştir17.
“İngiltere’nin Kuzey Amerika’daki yenilgisi, İngiliz ticaretinin yönünü
Hindistan’a ve Doğu Akdeniz’e çevirmişti. İngiltere böylece Mısır’a göz dikti.
Çünkü, Mısır İngiltere’den Hindistan’a giden en kısa deniz yollarının üzerinde
bir kilit noktasıydı. Mısır’ın dost ve zayıf durumda olan Osmanlı Devleti’nin
elinde kalması, İngiltere için çok önemliydi. Aksi takdirde, Mısır’ın
Fransızların eline geçmesi, 1800 yılında Malta’yı eline geçirinceye kadar
13
Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih (1789-1960), Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1975, s.
17-23.
14
Rıfkı Salim Burçak, Tür-Rus-İngiliz Münasebetleri (1791-1941), Aydınlık Matbaası, İstanbul,
1946, s. 11-13; “Türkiye’nin Mukasemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1920, No: 28.
15
William Pitt; 15 Kasım 1708’de Londra’da doğdu ve 11 Mayıs 1778’de İngiltere’de öldü. İngiliz
devlet adamı 1756-61, 1766-68 yılları arasında iki kez başbakanlık yapmış, geniş bir sömürge
imparatorluğu kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Türk ve Dünya
Ünlüleri Ansiklopedisi, C. IX, Anadolu Yayıncılık, İstanbul, 1991, s. 2656.
16
Burçak, a.g.e., s. 12-14.
17
Mim Kemal Öke, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu (1918-1926),
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1992, s. 2; Kurat, a.g.e., s. 13-14; Burçak,
a.g.e., s. 15.
5
Akdeniz’deki gücü çok zayıflamış olan İngiltere açısından tehlike arz
edebilecekti. Fransa’nın Mısır’a yerleşmesi Rusya bakımından da tehlikeli
olacağı için gerek İngiltere ve gerekse Rusya, Osmanlı Devleti’nin yardımına
koştular. Osmanlı Devleti, 23 Aralık 1798’de Rusya ile ve 5 Ocak 1799’da da
İngiltere ile Fransa’ya karşı ittifak antlaşmaları imzaladı. Osmanlı Devleti,
İttifak Antlaşmasının hemen ardından 30 Ekim 1799’da İngiliz ticaret
gemilerine Karadeniz’de birtakım ayrıcalıklar tanımıştır”18.
Osmanlı Devleti, Fransa’ya karşı İngiltere’yi; İngiltere’ye karşı da
Rusya’yı yanına alarak adeta bir “denge politikası” sürdürmeye başladı.
Çünkü, Rusya gözünü Karadeniz ve Boğazlara dikmişti. İngiltere ise Mısır’ı
Fransa’nın işgalinden kurtarmıştır. Fakat Mısır’ın Hindistan bakımından
önemli olduğunu görerek, burada iki yıl kaldı. Bu durum Türk-İngiliz
ilişkilerinin bozulmasına neden oldu. Ancak daha sonra, Türk-Fransız, TürkRus ilişkilerindeki olumsuz gelişmeler, Osmanlı ile İngiltere arasında tekrar
bir yakınlaşma sağladı19.
XIX. yüzyılda dünyada siyasi, teknolojik ve ekonomik açılardan
yaşanan büyük değişikliklerle, sanayinin hız kazanması sonucu gelişen ve
genişleyen sömürgecilik, diplomatik ilişkilerin alanını Avrupa dışına, özellikle
Afrika ve Uzakdoğu’ya yaymıştı. Adeta büyük devletlerin gözleri, bu bölgelere
çevrilmiş ve hesaplar bu bölgeler için yapılır olmuştu. Bu durum, Osmanlı
Devleti açısından daha ağır şartları da beraberinde getirmiş ve büyük
devletlerin kendisi için olan ilgilerini arttırmıştı. Ancak bu dönemde, Avrupa’da
kuvvetler dengesi değişirken, Osmanlı Devleti de zayıflamaya başlamıştı. Bu
sebeple, Osmanlı Devleti mutlaka büyük bir Avrupa Devletiyle ittifak yaparak,
kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı bir denge kurmak ve bu suretle
varlığını korumak, dağılma ve yıkılmasını önlemek istiyordu20.
18
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 17-18.
Armaoğlu, a.g.e., s. 37-39.
20
Dönmez, a.g.e., s. 10-11.
19
6
XIX. yüzyıldaki İngiliz dış politikası da, tamamen Afrika ile Orta ve
Uzak Doğu’daki gelişmelere endekslenmiş ve İngiliz dış siyasetinin esasını
“İngiliz
sömürgeleriyle,
bu
sömürgelere
giden
yolların
güvenliğinin
sağlanması” oluşturmuştu. İngiltere’nin bu politikası sonucunda, İngiliz
sömürge yolları üzerindeki Osmanlı Devleti’nin durumu önem kazanıyordu.
Çünkü İngiltere, Osmanlı Devleti’nin varlığını, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinde
önemli bir engel olarak görüyordu21.
1833 yılı İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin siyasal, ekonomik ve coğrafi
açıdan önemini anlaması bakımından çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Çünkü, 1833 yılına kadar İngiltere Yakın Doğu’da fazla etkin değildi. Yunan
ayaklanmasının patlak verdiği 1821 yılında, İngiltere Dışişleri Bakanı
Castlereagh Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğine
inanması nedeniyle, ayaklanmayı uygun görmemiştir. Ancak, Castlereagh’ın
yerine geçen Dışişleri Bakanı Canning, Yunan ayaklanmasının İngiliz
kamuoyunda olumlu destek görmesi üzerine Osmanlı Devleti’ne karşı olan
politikasını değiştirdi. Canning’in siyasi amacı; Yunanlıları kendi nüfuzuna
alarak Rusya’ya yem etmemek ve böylece de “Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya
karşı korumaktı.”22 Canning Yunan ayaklanmasını destekledi. Ancak, Bu
ayaklanmanın Haçlı Seferi olarak nitelendirilmesi endişesine karşı, bunun
sadece bir bağımsızlık mücadelesi olduğunu savunarak, Osmanlı Devleti’ni
Yunanlılarla anlaşması için ikna etmeye çalışmıştır23. Eğer ikna olmazsa,
Osmanlı Devleti’ne karşı
baskı uygulanacaktı. Büyük devletlerin yaptığı
arabuluculuk teklifini Yunanlılar kabul etti; fakat Osmanlı bunu bir iç mesele
olarak gördüğü için reddetmiştir. Bunun sonucu olarak, 20 Ekim 1827’de
İngiliz-Rus-Fransız donanmaları, Navarin’de Osmanlı donanmasını imha
etmiştir.
21
Armaoğlu, a.g.e., s. 44; Dönmez, a.g.e., s. 11.
Armaoğlu, a.g.e., s. 101.
23
Philip P. Graves, İngilizler ve Türkler Osmanlı'dan Günümüze Türk-İngiliz İlişkileri (17891939), (Çev. Yılmaz Tezkan), 21.Yüzyıl Yayınları, İstanbul, 1999, s. 12-14.
22
7
Bu olay sonucunda, Rusya Akdeniz’de karşı koyacak bir Osmanlı
donanmasını yok etmiştir. Tabii ki bu İngiltere’de endişeye sebep oldu.
Navarin Olayı’nı izleyen Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan 14
Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması ile; Yunanistan’ın bağımsızlığı kabul
edilmiş ve Rusya yeni haklar elde etmiştir.
Osmanlı Devleti, asi Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması ile
İngiltere’den yardım istemiştir. Ancak, İngiltere’nin isteksiz davranması
sonucu, Osmanlı Devleti Rusya’dan yardım istemek zorunda kalmıştır.
1833’te Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşması imzalanmıştır. Rusya, bu
antlaşmayla İngiltere’nin Yakın Doğu’daki çıkarlarını sınırlamış oluyordu.
Buna rağmen İngiltere, Osmanlı Devleti’ni dolaylı bir biçimde desteklemeye
devam etti. İngiltere, padişaha askeri, sivil ve mali reformlar yapması için
telkinlerde bulunmaya başladı. Ardından İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi
Osmanlı Devleti ile tekellerin yasaklanmasını öngören bir antlaşmanın uygun
olacağını belirtmiştir. Çünkü tekeller, Mısır’ın önemli bir gelir kaynağıydı.
Mısır Valisi ağır bir mali zarara uğratılarak böylece zorunlu olarak dize
getirilebilirdi.
16 Ağustos 1838 Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi bu amaçla
imzalandı. Bu sözleşmenin İngiltere’ye sağladığı ekonomik ve iktisadi
imtiyazlar şüphesiz İngiltere için, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma
sürecini geciktirmeyi zorunlu kılıyordu. Çünkü, Tuna yolu Avusturya’nın,
Çanakkale ve İstanbul Boğazları da Rusya’nın eline geçerse, İngiliz ticareti
zarar görecekti”24.
Osmanlı
Devleti,
1839’da
Mısır
Valisi
Mehmet
Ali
Paşa’nın
kuvvetlerine karşı giriştiği askeri harekatı kaybedince, İngiltere ve diğer büyük
devletler
müdahalede
bulundular.
24
Burak, a.g.e., s. 13-17.
15
Temmuz
1840’ta
Londra
8
Konferansı’nda kabul edilen ilkeler çerçevesinde Mehmet Ali Paşa sorunu
çözüldü25.
13 Temmuz 1841’de Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu
sözleşme gereğince, Osmanlı Devleti barış zamanında savaş gemilerinin
Boğazlardan geçemeyeceği görüşünü kabul ediyordu. Boğazlar uluslararası
bir statü kazanıyordu. Bu antlaşmayla İngiltere, Boğazları Rusya’ya
kaptırmamak açısından bir başarı sağlıyordu.
Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlanan Kırım Savaşı’nın ardından 30 Mart
1856’da Paris Barış Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşma ile Osmanlı
Devleti, Avrupa Devletler topluluğuna dahil oluyor ve toprak bütünlüğü de
Avrupalı Devletlerin güvencesi altına giriyordu26. Bu antlaşma İngiltere’ye,
Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü elinde tutması için tekrar
güzel bir imkan veriyordu.
İngiltere’nin
İstanbul’daki
Büyükelçisi
Canning,
1856
Paris
Antlaşması’ndan sonra İngiltere’nin Türkiye’ye karşı politikasının temel
ilkelerini şu şekilde değerlendiriyordu: Hindistanla ulaşım ve İngiliz ticaretinin
gerekleri.
Canning,
bununla
İngiltere’nin
Osmanlı’yı
desteklemesinin
İngiltere’nin çıkarları gereği olduğunu belirtiyordu27. 1867’de Padişah
Abdülaziz’in İngiltere’yi ziyaretiyle ilişkilerde sağlanan gelişme ve gerekse
1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Osmanlı Devleti’nin öneminin daha da
artması, İngiltere’nin Osmanlı’yı destekleme politikasını 1878 yılına kadar
sürdürmesine olanak sağlamıştır28.
25
Armaoğlu, a.g.e., s. 123-124.
Osmanlı Devleti, Paris Antlaşması’ndan sonra Avrupa’nın özellikle de İngiltere’nin siyasal
desteğini almak için, Islahat Fermanı adı ile bir reform fermanı çıkarmıştır. Bu ferman Tanzimat’tan
farklı olarak, sadece yabancı uyruklulara birtakım haklar getiren yabancı uyruklu bir uygulamadır.
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 22-23.
27
Burak, a.g.e., s.17.
28
Dönmez, a.g.e., s. 11-12.
26
9
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm
noktasıdır. Rusya, Osmanlı Devleti’ne son darbeyi indireceği zaman, İngiltere
kendi çıkarlarının korunması adına bir kez daha Osmanlı Devleti’nin yanında
yer almıştır. İngiltere, kurduğu Avrupa dengesinin bozulmasına izin
veremezdi. Bu nedenle, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne tek başına kabul
ettirdiği, 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın yerine, 13
Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nı imzalattırmıştır29. Bu anlaşma ile
İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yaşamasının mümkün olmadığını anlamıştır.
İşte bu anlayış, Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur30.
İngiltere’nin yüz yıldan beri izlediği, “Osmanlı Devleti’nin toprak
bütünlüğünü koruma politikası” artık sona ermişti. Osmanlıların yaşama
gücünü kaybettiği kanısına varan İngiltere, alacağı tedbirlerle Rusya’yı
Akdeniz’den uzak tutmaya yöneldi. Bu tedbirler Osmanlı İmparatorluğu’ndan
koparıp alacağı topraklarla sağlanabilirdi. Bu toprakların ele geçirilmesi
Osmanlı topraklarında gözü olanlara ve özellikle Rusya dışındaki devletlere
bir şeyler vermekle mümkün olabilirdi. Rusya’nın Balkanlara inememesi için,
Balkanlardaki Hıristiyan devletlerin, özellikle Bulgarlar ile Yunanlıların
desteklenmesi ve büyütülmesi gerekliydi31.
İngiltere, Berlin Kongresi’nden sonraki Balkan gelişmelerinde artık
Osmanlı Devleti’nin karşısında yer almış ve kuralları kendisi koymaya
başlamıştır. Bu sebeple, aynı yıl Kıbrıs Adası’nı ele geçirmiş, BosnaHersek’in Avusturya-Macaristan’a bırakılmasını istemişti. Bundan böyle
Rusya’nın güneye sarkmasını Kıbrıs’tan İngiltere, Bosna-Hersek’ten de
Avusturya kollayacaktı. Bu durum Avusturya’nın, Balkanlarda
Rusya ile
32
çatışmasına zemin hazırlamıştı .
29
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 26-27.
Burçak, a.g.e., s. 38; Öke, a.g.e., s.2; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 27.
31
Erdoğan Karakuş, İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk-İngiliz İlişkileri (19381939), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 1.
32
Burçak, a.g.e., s. 39.
30
10
İngiltere, Hindistan yolu üzerindeki esas kale olan Mısır’a, 1882 yılında
asker çıkartarak, burada gerek gördüğü kadar kalacağını ilan etti. Bu olay
Türk-İngiliz ilişkilerinin Arap Yarımadası’na yönelik parçalayıcı siyaseti
nedeniyle kopma noktasına gelmiş ve Osmanlıların İngiltere yerine Almanları
devreye koyma siyasetine hız ve haklılık kazandırmıştır33.Alman yardımıyla
Bağdat Demiryolu Projesi’nin gerçekleştirilmesi Almanya’nın Osmanlı Devleti
üzerinde artan nüfuzunun bir göstergesiydi34.
“İngilizler, 1897’den itibaren de, bir adım daha ileri giderek; “Osmanlı
İmparatorluğu nasıl olsa yıkılacaktır, bu devleti Rusya yıkarsa Avrupa’daki
dengelerin ne olacağını kimse kestiremez. Bu sebeple Rusya enkazı yıkıp
üzerine o yerleşeceğine, biz yıkmalıyız ve Osmanlıların mirasına biz sahip
çıkarak, Rusya’nın güneye inmesini önlemeliyiz” diyerek, Osmanlı Devleti’ni
yıkmaya yönelik bir politikayı uygulamaya koymuşlardır”35.
XIX. yüzyılın sonlarında gerçekleştirilen bu politika değişikliğinin
ardından, XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise, İngiltere’nin Ortadoğu ve
Osmanlı Devleti ile ilgili politikasının esası; Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı.
İngilizler bu nedenle Osmanlı Devleti’nin aleyhindeki her türlü oluşumun
içinde yer almışlardır.
“Bu çerçevede, özellikle Türkiye’deki Alman nüfuzunun artmasına
bağlı olarak Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin gün geçtikçe kötüye gitmesi36 ve
Osmanlı Devleti’nin, Musul ve civarındaki petrol aramalarına karşı çıkarak
petrol kuyularını kapattırması, İngilizlerin Osmanlılara karşı düşmanlığını
daha da arttırmıştır37. “Bunun üzerine İngilizler nihai hedef olarak “Osmanlı
Devleti’ni hemen yıktıktan sonra ya Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde
kendilerine bağlı veya kendi kontrollerinde bağımsız devletler kurmak ya da
33
Karakuş, a.g.e., s. 2.
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 29.
35
Dönmez, a.g.e., s. 12.
36
Burçak, a.g.e., s. 42-44.
37
Kocabaş, a.g.e., s.119.
34
11
bazı stratejik noktalarına doğrudan yerleşmek” için harekete geçmiş ve bu
uğurda büyük bir mücadeleye başlamıştır”38.
Türkleri kesin olarak Avrupa’dan çıkarmak siyasetine soyunan
İngiltere, 1912’de yönettiği Balkan Savaşı ile bu düşüncelerini hayata
geçirme fırsatı bulmuştur. Asıl amaç, artık yavaş yavaş belirtileri hissedilen
Dünya
Savaşı
arifesinde,
Osmanlı
Devleti
ve
müttefiki
Almanya’yı
zayıflatmaktır. Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları’ndan tam bir yenilgiyle
çıkması, devletin zayıflığının tam bir vesikası gibiydi.
Birinci Dünya Savaşı’nın sebep ve sonuçları, Fransız İhtilali’nin
meydana getirdiği gelişmelerin doğal bir sonucuydu. Fransız İhtilali’nin ortaya
çıkardığı yeni fikirler, siyasi müesseseler devletlere olduğu kadar, Milletlerin
davranışına da yeni yönler vermiştir. Liberaliz
m, Hürriyetçilik, Milliyetçilik gibi kavramlar sadece devlet sınırları içinde
ortaya çıkan bir olay şeklinde kalmayıp ilişkilerde yeni çatışma konuları
meydana getirmiştir. Milliyetçilik, bu kavramlar arasından en etkili olanıdır.
İmparatorlukların yıkılmasına neden olan en önemli sebeplerden biridir.
İtalya
ve
Almanya’nın
siyasi
birliklerini
tamamlaması,
Avrupa
dengelerini yeniden oluşturmakla kalmamış, Balkanlar’daki ulusal fikirleri
harekete geçirmiştir. Böylece Balkanlar, Avrupa siyasetinin faaliyet gösterdiği
önemli noktalardan biri olmuştur39
Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı Devleti gelişen olumsuz
şartlar gereği ittifak kurmak için harekete geçmişti. Fransa’ya ittifak için
başvurdu. Ancak, Rusya kabul etmedikçe bu ittifakın gerçekleşemeyeceği
cevabını aldı. Bundan sonra İngiltere ile ittifak girişiminde bulundu. İngiltere,
yeni siyasi bağlar altına giremeyecekleri cevabını verdi. Osmanlı Hükümeti,
Fransa ve İngiltere’nin bu tutumlarından dolayı, savaşın kendi üzerinde
cereyan edeceğini anlamıştı. İtilaf Devletleri arasında yer alamayan Osmanlı
38
39
Dönmez, a.g.e., s. 13.
Karakuş, a.g.e., s. 2.
12
Devleti, Almanya ile temasa geçti ve ittifak antlaşması imzaladı.
Aslında
Osmanlı Devleti, mecburen Almanya tarafında yer almak zorunda kaldı. Buna
rağmen Osmanlı idarecileri tarafsızlığı daha akılcı buluyorlardı. Nitekim
savaşın başlangıcında, Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti. İtilaf
Devletleri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığı halinde, Boğazlar üzerinden
Rusya’ya yardım edebileceklerini düşündüklerinden Osmanlı’nın tarafsızlığını
daha uygun bulmuşlardır. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Osmanlı Devleti
de tarafsızlığına karşılık, kapitülasyonların kaldırılması, Ege Adaları’nın
Osmanlı Devleti’ne verilmesi ve Mısır Meselesi’nin halledilmesini istedi. Bu
isteklere en sert yanıt İngiltere’den geldi. Bütün bu tarafsızlık arzularına
rağmen Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında son savaşına giriyordu40.
Osmanlı Devleti savaşa girince İngiltere, Osmanlı Devleti’ni parçalama
siyasetine ağırlık verdi. Henüz Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmeden önce
Kuveyt’i kendi himayesinde bağımsız bir devlet olarak ilan eden İngiltere
hemen ardından Kıbrıs’ı ilhak edip, Mısır üzerinde bir himaye kurduğunu
açıkladı. Osmanlı Devleti İngiltere ile Mısır, Mezopotamya ve Çanakkale
cephelerinde çarpışarak ilk defa “doğrudan savaş” dönemine girdi41.
İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’na kadar daha çok diplomatik yoldan
bazen de (1855-1856 Kırım Savaşı’nda olduğu gibi) askeri kuvvetlerle
Türkleri desteklemiştir. Bu arada XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
İmparatorluğu’nun paylaşılması için yapılan hareketlere katılmakla beraber,
onun tüm olarak ortadan kalkmaması için (1878 Berlin Antlaşması’nda
olduğu gibi) gayret de sarf etmiştir.
Ama, İngiltere’nin bu geleneksel
siyasetinin Birinci Dünya Savaşı ile değiştiğini görüyoruz. Çünkü, Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılışını başlıca amaç olarak benimsemiş olan Çarlık
40
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 33-37.
İngiltere 1914’te Mısır’ı işgal ederek himayesi altına aldığını ilan etti. Ancak Mısır, İngiliz
tahakkümü altında kalmayarak isyan hareketlerine başladı. Harp esnasında bu isyankarane
düşüncelerini, emellerini aleni olarak ortaya çıkaramazdı. Bu nedenle, bu fikirler savaş sırasında fazla
fiiliyata dönüşemedi. Ancak Mısırlılar, savaş sırasında yaptıkları İngiltere karşıtı propagandalar ile
Mısır’ın ilhak edilmesine karşı tepkilerini dile getirmişlerdir. “Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye,
10 Mart 1920, No: 15.
41
13
Rusyası ile birlikte, Türklere karşı artık aynı safta yer almıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nda, Çarlık Rusyası’nın çökmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
yenilmesi üzerine İngiltere, Türklere karşı hareketin adeta bayraktarı
olmuştur.
Ünlü İngiliz yazar Lord Kinross, İngiltere’nin Türkiye politikası hakkında
düşüncelerini şu şekilde belirtmiştir: “Türklere karşı olan bütün bu düzen,
özellikle dönemin İngiliz Başbakanı Lloyd George’un başının altından
çıkıyordu. Lloyd George, coğrafya ve tarihsel olaylar hakkında pek az bilgisi
olan bir insandı. Kendisi, Türkiye’yi geçmişi ve geleceği olan, başka bir
deyişle, yaşayan bir organizma olarak göz önüne almıyor; Türkiye’yi, sadece
harita üzerinde bir toprak parçası olarak görüyordu. Öyle bir toprak parçası
ki, başka ülkelerin vazgeçecekleri topraklar karşılığında, Türk toprakları o
ülkelere verilebilirdi...”42. Görülüyor ki İngiltere, müttefikleri ile birlikte Osmanlı
Devleti’ni sadece yönetimindeki ülkelerden ayırmakla yetinmiyor, Anadolu
topraklarını da bölmeye kalkışarak Türklere kendi yurtlarında bile bağımsız
yaşamayı çok görüyordu. Bu nedenledir ki, Türk Ulusu Mustafa Kemal’in
liderliğinde, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra bu defa kendi kaderi için
bir ulusal bağımsızlık mücadelesini yürütecekti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılan Osmanlı Devleti, 30 Ekim
1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır. İtilaf Devletleri
ise, Anadolu’daki emellerini gerçekleştirmek için zemin hazırlayan bu
mütarekenamenin 7. maddesini gerekçe göstererek yurdun dört bir yanını
işgale başlamıştır. Düşman işgallerine karşı, çeşitli şehir ve kasabalarda
direnme güçleri oluşmuşsa da bunlar yeterince teşkilatlandırılamamıştır.
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın
Samsun’a çıkmasıyla
Anadolu’da Milli Mücadele hareketinin ilk adımı atılmıştır. Mustafa Kemal
42
Cemal Enginsoy, “İngiliz Kaynaklarına Göre Atatürk”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.
VII, S.19, 1990, s. 75-76.
14
Paşa,
Anadolu’daki çalışmalarına hemen başlamış ve 25 Mayıs 1919’da
Havza’ya, 12 Haziran 1919’da da Amasya’ya gelmiştir43.
Mustafa Kemal Paşa, Amasya’da ilk defa millî gayeden söz etmiş ve
Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti adına bütün illere gönderdiği genelgede “Vatanın
bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu, İstanbul’daki
Hükümetin görevini yapamadığını, milletin istiklâlini yine milletin azim ve
kararının kurtaracağını…” bildirmiştir. Bu kararlar “Hakimiyet-i Milliye”
kavramını açıkça ortaya koyuyordu. Bu nedenle, bu belge bir ihtilal
beyannamesi niteliğindedir44.
Amasya’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, 3 Temmuz 1919 günü
Erzurum’a gelmiştir. İlk önce bölgesel amaçla toplanan, sonra Mustafa Kemal
ve arkadaşlarının gelmesiyle milli bir nitelik kazanan Erzurum Kongresi’nde,
Milli Hakimiyet kavramı esas alınarak, manda meselesi üzerinde durulmuştur.
Ayrıca, Sivas’ta milli bir kongre toplanması gerektiği kararı da alınmıştır.
4-11 Eylül 1919 tarihinde toplanan Sivas Kongresi’nde, Amasya ve
Erzurum’da alınan kararlar net bir şekilde ilan edilmiştir. Ancak kongrede can
güvenliğinin yeterli olmaması, İstanbul Hükûmeti’nin ve İtilaf Devletlerinin
baskısı, ulaşım güçlükleri nedeniyle kongreye çağırılan iki yüz kişiden, ancak
otuz bir delege kongreye katılabilmiştir45.
Mustafa
Kemal
Paşa,
Sivas
Kongresi’nde
alınan
kararlarla,
Anadolu’nun takip edeceği yolu çizmişti. İşte bu sırada Mustafa Kemal, Milli
Mücadele’nin önemini içinde bulunulan durumu ve yapılacak işleri Türk
halkına anlatmak zorundaydı46. Kaderciliğe ve manda gibi geçici çözümlere
sığınmak yerine, mücadele arzusunun halktan kaynaklanmasını sağlamak,
yani kamuoyu oluşturmak gerekiyordu. İtilaf Devletlerine, iç ve dış basına
43
Mehmet Önder, “Milli Mücadele’nin Gazetesi Hakimiyet-i Milliye Nasıl Çıkarıldı?”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, C. VII, S.20, Ankara, 1991, s. 285.
44
Ekrem Uykucu, Cumhuriyet Tarihi Ansiklopedisi, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973, s. 22.
45
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. I, İstanbul, 1963, s. 237-239.
46
Ömer Sami Coşar, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul, 1964, s. 16-117;
Önder, a.g.m., s. 287.
15
mücadelenin amacını ve haklılığını haykıran bir ses olmalıydı. Bu da, o
dönem şartlarında ancak bir gazete çıkarmakla mümkün olacaktı. 11 Eylül’de
kongre sona ererken, bu çok önemli silahtan mahrum olduğunu anlayan
Mustafa Kemal Paşa, kongre üyelerinden Rasim Bey’e gazete çıkarma
isteğini dile getirmiştir47. Hemen ardından da 14 Eylül 1919’da “İrade-i Milliye”
gazetesi yayın hayatına başlamıştır. Gazetenin bütün sayfaları Milli Mücadele
ile ilgili haberleri kapsamaktaydı. Niçin bağımsızlık savaşına girişildiği ve
mevcut
durumun
ne
olduğu
kamuoyuna
bu
gazete
vasıtasıyla
duyurulmaktaydı48.
Ancak, 27 Aralık 1919 tarihinden sonra yürütülecek Milli Mücadele’nin
başkenti Ankara olacaktı ve Mustafa Kemal Paşa Sivas’ta çıkarılan İrâde-i
Milliye gazetesini de Ankara’ya getirmek istemişti. Fakat Sivaslıların Millî
Mücadeleyi anlatan bu gazetenin bir anıt olarak burada kalmasını istemeleri
üzerine bundan vazgeçmiştir. Sivas’tan Ankara’ya geçen Mustafa Kemal
Paşa, haklı mücadelenin bütün yurda duyurulması için adını bizzat kendisinin
koyduğu “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesini kurarak yayımlamaya başlamıştır49.
Mustafa Kemal, gazetenin 10 Ocak 1920’de yayınlanan ilk sayısında
niçin bu ismi verdiğini şu şekilde açıklamıştır: “... Gazetemizin ismi takip
edeceği mücadelenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz ki; Hakimiyet-i
Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır”50. Hem Sivas’ta
hem Ankara’da yayınlanan iki gazetenin ismi , yayın politikalarını ve ülkenin
gelecekteki yönetim şeklini haber verir niteliktedir. Bu açıdan, ülkenin içinde
bulunduğu bu kritik durumda Mustafa Kemal’in, Milli Mücadele’nin iletişim
kaynağı olan bu gazetelere bu isimleri vermesi çok anlamlıdır.
47
Coşar, a.g.e., s.113.
Yücel Özkaya, Millî Mücadele’de Atatürk ve Basın (1919-1921), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu-Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1989, s.59.
49
Özkaya, a.g.e., s.59-61.
50
“Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1.
48
16
Mesleği milletin iradesini hâkim kılmak olarak belirlenen Hâkimiyet-i
Milliye gazetesinin başına Mustafa Rağıp (Baydur) getirilmiştir. Gazete 6
Şubat 1921’e kadar haftada iki kez çıkarılırken, bu tarihten itibaren her gün
çıkarılmaya başlanmıştır51. Kısa sürede Anadolu’ya yayılan gazetede bir çok
sefer Mustafa Kemal Paşa’nın dikte ettirdiği yazılar da yer almıştır.
Hakimiyet-i Milliye’nin 10 Ocak 1920’de çıkan, “Heyet-i Tahririye” ismini
taşıyan yazı da Mustafa Kemal’in Hakkı Behiç’e dikte ettirdiği yazılardan
ilkidir. Bu yazıda gazetenin izleyeceği yol ve Milli Mücadele’nin hedefleri şu
cümlelerle dile getiriliyordu:
“...Bugünden itibaren mevki-i intişara çıkan ve sütunlarında bütün
Anadolu ile onu alâkadar eden muhitlerin ahvâl ve hadisâtını ihtiva edecek
olan gazetemize bu ismi tesadüfi olarak vermedik. Gazetemizin ismi, aynı
zamanda takip edeceği tarik-i mücâhedenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz
ki, Hâkimiyet-i Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır52.”
Başyazının
son
kısmında
da
yürütülecek
Milli
Mücadele’nin
dayandırıldığı temel ilkeler şu şekilde izah edilmiştir:
“Hâkimiyet-i Milliye üç büyük istinadgâh tanır: Zekâ, irfan, hamiyet...
Bunlar haricinde hiç bir şeye istinat edemez. Milletin hâkimiyetine
sermayelerin, ne içi boş siyasetlerin, ne kinlere, menfaatlere, ikbal ve
istikballere müteveccih geçici heveslerin bâzîçesi olamaz. Millet yaşamağa,
hür ve müstakil yaşamağa, yaşadıkça da mesut ve mütekâmil bir unsur-ı
terakki olmağa muhtaçtır. Hâkimiyetini bunun için istimal edecektir.
Gazetemizin de gayesi milletin bu ihtiyacıdır53.”
51
E. Semih Yalçın, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I Kaynaklar, Siyasal Kitabevi, Ankara 2004,
s.176.
52
Bu yazının tam metni ve ayrıntılı bilgi için bkz. “Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10
Ocak 1920, No: 1.
53
“Hakimiyet-i Milliye, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1.
17
Hakimiyet-i Milliye ilk sayısında değindiği gibi bütün Anadolu ile onu
kapsayan haberleri verecektir. Heyet-i Tahririye imzalı yazıda, Türkiye’nin
son durumuna değinilmekte, yapılan hainlikler ve işgaller anlatılmakta ve
“Kuva-yı Milliye” ile “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk” teşkilatının
doğmasının bu şartlardan kaynaklandığı ve Hakimiyet-i Milliye’nin bu şartlar
yüzünden yayın hayatına başladığı vurgulanmaktadır. Daha sonra, artık
milletin uyandığı, milletin hür ve bağımsız yaşayacağı, ilerlemeye muhtaç
olduğu, gazetenin de bu amaca hizmet edeceği açıklanmaktadır. Hakimiyet-i
Milliye
gazetesi, kamuoyuna Kuva-yı Milliye’nin ne olduğunu, niçin
kurulduğunu, ne yapmak istediğini de anlatmakta ve bu önemli konuda
kamuoyunun aydınlatılmasına yardım etmektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELENİN BAŞLAMASI VE İNGİLTERE
I. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ
İngiltere,
XIX.
yüzyıl
boyunca
sürdürdüğü
Osmanlı’nın
toprak
bütünlüğünü koruma politikasını, XX. yüzyılda değiştiriyordu. Özellikle,
savaşlardan sonra devletler arası değişen dengeler, İngiltere’nin bu değişen
dengelerde mevcut çıkarlarının korunması isteği ve Osmanlı Devleti’nin iyice
güçsüz hale gelmesi İngiltere’ye, Birinci Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı
üzerindeki politikasını değiştirme gerekliliğini hissettirdi.
Bu nedenle, öncelikle imparatorluğun stratejik noktalarının korunması
için önlemler alınmalıydı. Özellikle, İngiltere’nin en çok önem verdiği stratejik
nokta olan Hindistan’a giden yolların güvenliğinin denetimi çok önemli idi.
İngiltere Yakın Doğu’da yüzyıllardır rakibi olan Fransa’ya karşı olan
üstünlüğünü
de
kaybetmek
istemiyordu.
Bu
nedenle
bu
dönemde,
İngiltere’nin amaç ve düşünceleri üç temel düşünce üzerinde toplanıyordu:
Birincisi, Yakın Doğu’da büyük çapta bir İngiliz üstünlüğü kurmanın
gerekliliğiydi. İkincisi, Fransa’nın rekabetçi konumunu olabildiğince düşük bir
seviyeye çekmekti. Üçüncüsü, Osmanlı Hükümeti’ni destekleme politikasının
artık bu amaçları gerçekleştirmeye yaramayacağına inanılıyordu54.
İngilizlerin, mevcut hedeflerinin içinde Osmanlı içindeki azınlıkların
desteklenmesi de vardı. Bu sebeple İngilizler, bağımsız bir Ermenistan
Devleti
kurulmasını
“kuzeyden
Hindistan’a
geçiş
yolunu
Türklerin
denetiminden kurtaracağı, aynı zamanda da Rus yayılmacılığına karşı
tampon görevi yapacağı” düşüncesiyle desteklemeye başladılar.
54
C. Paul Helmreıch, Sevr Entrikaları “Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin
Taksimi”, (Çev. Şerif Erol), Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 8.
19
Ancak İngiltere’nin, İstanbul ve Boğazlar konusundaki politikasına
kendi kabinesinden dahi tepki gelmişti ve Türklerin İstanbul’dan atılmasına
karşı çıkılıyordu. Çünkü bunun Türkler arasında büyük bir muhalefet
yaratacağına inanılıyordu ve bu durumun İngiltere dominyonlarında, özellikle
Hindistan’daki Müslüman nüfus arasında büyük bir kaynaşmaya sebep
olacağından endişe ediliyordu55.
Başbakan Lloyd George’un Şark Meselesi ve Türk düşmanlığı
konusunda kişisel bir önyargısı vardı. Lloyd George kendisi için tarihi bir fırsat
yakaladığına
inanıyor
gerçekleştirmek
ve
Türklerin
istiyordu.
Avrupa’dan
Kamuoyunda
atılması
düşüncesini
anti-Türk,
anti-İslam
organizasyonunu iyi kurmuştu56.
Parlamentoda yaptığı konuşmalar da, yürüttüğü organizasyonu
destekliyordu. Başbakan Lloyd George: “Türkler insanlık tarihi için bir
kanserdir. İdareleri altına aldıkları milletler için kötü bir yaradır” diyordu57.
Ayrıca Llyod George: “Türkler yüzlerce yıl Avrupa’da kaldılar ve Avrupa’daki
bütün belaların başı oldular. İstanbul Türk değildir Yunanlıdır ve Türkler
oradan atılmalıdır”58diyerek Türklere karşı düşmalığını dile getiriyordu.
10 Mart 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere ve
Fransa’nın Türkiye hakkındaki fikirlerine yer veriyordu. Hakimiyet-i Milliye,
Türkiye meselesi hakkında Fransa ve İngiltere’nin aralarında
fikir
farkı
olduğunu, Türkleri Avrupa’dan çıkarmak, İstanbul’a sahip olmak, hilafet ve
saltanatı ayırmak düşüncelerinin daima Londra’dan çıktığını belirtiyordu. Bu
düşünceleri özellikle, İngiltere’nin siyasetinde etkili olan Lloyd George’un
55
Kenan Kırkpınar, Ulusal Kurtuluş Savaşı Dönemi İngiltere ve Türkiye (1919-1922), Phoenix
Yayınevi, Ankara, 2004, s. 62-63.
56
Kırkpınar, a.g.e., s. 63.
57
Ragıp Üner, “Tarihte Türk-İngiliz İlişkileri”, Hayat Tarih Mecmuası, C. 2, S.8, 1975, s. 26.
58
Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2006, s. 205.
20
nutuklarında
görüyoruz. Hakimiyet-i Milliye, Fransa’nın Türkler hakkında
fikirlerinin ise bizi Lloyd George’unki kadar incitmediğini belirtiyordu59.
Sonuçta, Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Lloyd George’un başında
bulunduğu İngiltere, Türklere karşı çok sert bir politika izlemiş
ve tek
amacının, Türkleri Avrupa’dan atarak İstanbul’u ele geçirmek olduğunu açık
bir biçimde dile getirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, İngiltere ile Osmanlı Devleti’nin
içinde bulundukları durum karşılaştırıldığı zaman, iki devlet arasında güç ve
istikbal açısından, zıtlıklarla dolu bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Bir tarafta
savaştan galip çıkmış, güçlü görüntüsüyle dünyada dengelerin yeniden
belirlenmesinde etkili bir rol oynamaya aday İngiltere ve diğer tarafta
yenilmiş,
büyük
ölçüde
toprak
kaybına
uğramış,
tükenmiş,
güçsüz
görüntüsüyle yapacak bir şeyi kalmamış ve kaderi bir bakıma İngiltere’nin
elinde olan bir Osmanlı Devleti mevcuttur60.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu zor dönemde, harbe katılma
olayını bir tür kaza eseri olarak yorumlayan Padişah Vahdettin, devletin
geleceğiyle ilgili olarak The Daily Mail gazetesine yaptığı bir açıklamada:
“Siyasi durumumuzu, coğrafi mevkiimizi ve milli menfaatlerimizi ciddi olarak
mülahaza etmiş olsaydık, harbe girişin tamamıyla akılsızca yapılmış bir
hareket olduğunu apaçık görürdük. Ne yazık ki, Hükûmetin basiretsizliği bizi
felakete sürüklemiştir. İngiltere’de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk
duyguları, harp başladığı zaman hemen yok olmuş değildir... İngiliz milletine
kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, Kırım harbinde İngilizlerin müttefiki
olan Babam Sultan Abdülmecid’ten miras aldım. Şimdi bu sebepten,
memleketim ile Büyük Britanya arasında, öteden beri mevcut dosthane
59
60
“Fransa’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15.
Dönmez, a.g.e., s. 22.
21
münasebetleri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım”
diyordu61.
İşte hem bundan sonra iki taraf arasındaki ilişkilerde Osmanlı
Devleti’nin aleyhine gelişen olayların ve hem de Osmanlı Devleti’nin
yıkılışıyla ilgili gelişmelerin sebeplerini devletin güçsüz yapısından dolayı
İngilizlere karşı takip edilen bu politikalarda aramak gerekir62. Bu nedenle
İngilizlerin, Türkler karşısında maskeleri Birinci Dünya Savaşı’nda düşmüş ve
çirkin siyasetleri de tamamen açık saldırganlık haline dönüşmüştür.
Rusya’da Bolşevik Hükümeti daha iktidarı eline aldığı ilk gün, 21
Kasım
1917’de Çarlık Rusya’nın bütün gizli antlaşmalarını açıklamıştır.
Osmanlı Devleti’ni paylaşma antlaşmaları da bu suretle açığa çıkmış
oluyordu63.
Gizli antlaşmaların açığa çıkmasıyla, Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransız
çıkarları açısından olumsuz bir hava oluşmuştu. Ayrıca, A.B.D. Başkanı
Wilson’un da 14 maddelik ilkeleri yayınlamasıyla, İngiltere ve Fransa bu gizli
antlaşmaları uygulamayacaklarını açıklamışlardı. Ancak tabii ki ne İngiltere
ne de Fransa buna uymayacaktı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya
Savaşı’ndan
yenilgiyle
çıkması
sonucunda,
Ortadoğu’da
kuvvetler
dengesinde bir boşluk oluşmuştu. Savaşın galipleri İngiltere ve Fransa, bu
boşluğu makul bir şekilde dolduracakları yerde, kendi sömürgecilik
zihniyetleri için bakir bir alan olarak ele almışlardı64.
61
Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, (Çev. Cemal Köprülü), Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 5.
62
Dönmez, a.g.e., s. 23.
63
1915 Mart ve Nisan ayında İngiltere, Fransa, Rusya arasında İstanbul Anlaşması; 26 Mart 1915’te
İngiltere, Fransa, İtalya arasında Londra Anlaşması; 1916’da İngiltere, Fransa, Rusya arasında SykesPicot Anlaşması; 1917’de İngiltere, Fransa, İtalya arasında St. Jean de Maurienne Anlaşmaları İtilaf
Devletleri arasında imzalanmıştır. Savaş bitince de değişen koşullara göre, bu anlaşmalar yürürlüğe
konmaya başlandı. Karakuş, a.g.e., s. 3; Baykal, a.g.e., s. 190.
64
Karakuş, a.g.e., s. 4.
22
İngiltere, Ortadoğu coğrafyasındaki önemli unsurlardan biri olan
Arapları, Türklere karşı kullanmıştır. Ancak Araplar, İngiliz kışkırtmasına
inanmanın bedelini ağır ödeyeceklerdi. Çünkü İngiltere, Arapları birbirleriyle
uzun yıllar süregelecek bir mücadelenin içine sokacaktı. Böylece, halifelik
müessesesinin de artık işlevini yitirdiği, uzak ve boş bir hayal olduğu
anlaşılmış oluyordu65. Birinci Dünya Savaşı’nda kendilerine karşı ilan edilen
cihad-ı mukaddesin Türkler hariç, diğer Müslümanlar üzerinde etkisizliğinden
başarılar elde eden İngiltere, şimdi de hilafet ve saltanatın Türkler üzerindeki
etkisinden medet umarak Türkleri birbirine kırdırmak istiyordu66.
II. MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NDA İNGİLİZ ROLÜ
1918 yılına gelindiği zaman Osmanlı Devleti ve müttefiklerinin savaşı
kazanma ihtimalinin az olduğu ortaya çıkmıştır. Rusya’da meydana gelen
yeni durum Kafkasya’daki durumu kısmen düzeltmişse de, 19 Eylül 1918’de
Filistin’de başlayan İngiliz taarruzu kısa zamanda
Irak ve Suriye’yi de
etkilemiştir. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan’ın mütareke istemesiyle, Osmanlı
Devleti batıdan istila tehlikesiyle karşı karşıya kalıyordu ve İngiliz Generali
Milne de kuvvetlerini İstanbul ve Boğazlar üzerine yöneltiyordu. Bulgaristan’ın
mütareke şartlarını kabul etmesinin ardından Almanya, Avusturya-Macaristan
ve Osmanlı Devleti de mütareke teşebbüsünde bulunmuşlardır. Yaşanan bu
gelişmeler üzerine Talat Paşa Hükûmeti istifa etmiş ve 14 Ekim 1918 günü
Ahmet İzzet Paşa Hükûmeti başa geçmiştir. Mütareke için görüşmeler, 27
Ekim’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda Agamemnon zırhlı gemisinde
başlamıştır. Görüşmelerde şartları ağır bulan Türk Heyeti görüşmeleri
keserek memlekete dönmek için izin istemişti. Ancak müzarekeler kesilirse
65
66
Meram, a.g.e., s. 223.
Karakuş, a.g.e., s. 5.
23
ülkenin içinde bulunduğu durum daha da tehlikeye girebilirdi. Bu nedenle
Türk Heyeti, mütarekeyi imzalama kararı aldı67.
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından mütareke metni 27 Ekim
1918’de Sultan Vahdettin’e gönderilmişti. Padişah bu teklifte şahsı ve
hanedanı aleyhinde bir şey görmediği için rahat bir şekilde: “Şartlar ne kadar
ağır olursa olsun hemen kabul edelim. İngiltere’nin şarktaki bize dost
politikası değişmemiştir. Daha sonra af ve mürüvvetlerini
kazanabiliriz”
diyerek mütareke maddelerinin imzalanmasına onay vermiştir68. Sultan
Vahdettin, İngiliz himayesini vatanın kurtuluşu için önemli bir çıkış yolu olarak
görüyor ve mevcut konumunu kaybetmemek için bir devletin himayesinde
esir gibi yaşamaya razı olduğunu gösteriyordu.
Hükümetin sürdürdüğü girişimler sonucunda, Bahriye Nazırı Hüseyin
Rauf (Orbay) başkanlığındaki Osmanlı Heyeti, İtilaf Devletleri’ni temsil eden
İngiliz Amiral Calthorpe başkanlığındaki İngiliz Heyeti ile 30 Ekim 1918’de
Mondros Mütarekesi’ni imzaladılar69. Mütarekenin imzalanması ilk başta
67
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), C. I,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s.15-18; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s. 7-10; Hülya Baykal, Türk Basın Tarihi
1831-1923 (Tanzimat-Meşrutiyet-Milli Mücadele), İstanbul, 1990, s.192.
68
Celal Bayar, Ben de Yazdım: Milli Mücadele’ye Giriş, C.5, Sabah Yayıncılık, İstanbul, 1997, s.
59.
69
Mondros Mütarekesi’nin maddeleri şu şekildedir: “1- Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın açılması,
Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri
tarafından işgali sağlanacaktır.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve
bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.
3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilaf Devletleri’nin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.
5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.
6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında
bulundurulacaktır.
7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir
stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.
8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların
hizmetinde bulundurulacaktır.
9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.
10- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.
11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri
çekilecekler.
12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletleri’ne
geçecektir.
24
bütün memlekette bir ferahlık yaratmıştı. Bu konuyla ilgili olarak hükümetin
vilayetlere, sancaklara ve orduya yaptığı tamim de bunu gösteriyordu. Bir
taraftan mütareke hükümlerinin hafif olduğu söyleniyordu, diğer taraftan da
ülkemizde yaşayan azınlıklarla hak ve hürriyet üzerine adilane bir barış
yapılacağı ümit ediliyordu70. Tabii ki bu durum yıllarca savaşlarda yorgun
düşmüş bir millet için umut vericiydi.
Mütarekenin imzalanmasının ardından Ahmet İzzet Paşa, Amiral
Calthorpe’a
bir
“Delegelerimizin,
teşekkür
mektubu
tarafınızdan
göndererek
gördükleri
şu
dosthane
sözleri
iletmiştir:
kabulden
dolayı
Ekselansınıza en samimi teşekkürlerimi ifade etmeyi bir vazife biliyorum.
İmzalanmış olan Mütareke’nin İngiltere ve Türkiye arasında gerekli olan
sulhün başlangıcı olacağına inanıyorum. Gelecekte de, iki ülke arasındaki
dosthane münasebetlerin bozulmamasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim”71.
Ahmer İzzet Paşa bu sözlerle, İngiltere’ye olan bağlılığını dile getirmiştir.
13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu
maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)
15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri'nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına
teslim olunacaktır.
17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.
19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.
20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil
vasıtalarının İtilaf Devletleri'ne teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.
21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek
ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.
22-Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri'nin nezdinde kalacaktır.
23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.
24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali
hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.
25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 30. günü mahalli saat ile
öğle zamanı sona erecektir.” Bkz. Belen, a.g.e., s. 11-13; Bayar, a.g.e., s. 61-63; Selek, a.g.e., s. 3335.
70
Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, C. I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1959,
s. 3.
71
Bayar, a.g.e., s. 61.
25
Ancak, Mondros Mütarekesi incelendiğinde hükümlerinin hiç de o
kadar hafif olmadığı ortaya çıkıyor ve Osmanlı Devleti fiilen sona eriyordu.
Çünkü bu bir ateşkes antlaşması değil, kayıtsız şartsız tam bir teslim
belgesiydi. Uzun süren savaşlardan sonra Osmanlı Devleti yenilmiş, orduları
dağılmış, kaynakları tükenmiş, galip devletlerin kendisi hakkında vereceği
karara razı ve kadere boyun eğmiş bir durumdaydı. Özellikle devlet
yöneticilerinin İngiltere’ye olan derin bağlılığından dolayı İngiltere, Türk
halkının da kendisine aynı bağlılığı göstereceğini düşünüyordu72.
Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya isimli eserinde, İngiliz vekil Sir Adam
Block’un 1914’de Birinci Dünya Savaşı’na girmemiz ile ilgili düşünceleri şu
şekilde belirtilmiştir: “...Eğer Almanya kazanırsa siz de Alman kolonisi
olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz!”73. İngiliz vekil Sir Adam
Block’un dediği gibi olmuştu. Savaşı İngiltere kazanmış ve Osmanlı
mahvolmuştu. Bunun en açık kanıtı ise, Osmanlı’ının ölüm fermanı olarak
nitelendirilen Mondros Mütarekesi idi.
Mondros Mütarekesi’ni Türklere kabul ettiren İngiltere, Fransızlara
haber vermeden ve imza merasimine gözlemciler dahi kabul etmeden kendi
başına hareket etmişti. Bu durum karşısında en büyük tepki Fransa ve
İtalya’dan geldi74. Burada İngiltere her ne kadar müttefikleriyle hareket ediyor
gibi görünse de, aslında Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerindeki paylaşımı
kendi menfaatleri doğrultusunda yaptığını gösteriyor.
72
Baykal, a.g.e., s. 191.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık , İstanbul, 1969, s. 127.
74
İngilizlerin Fransa ve İtalya’ya danışmadan Türklerle bırakışma görüşmelerine girişmeleri ve
sonunda tek başlarına Osmanlı yönetimiyle bir bırakışma imzalamalarını içerleyen Fransızlar, bu
davranışı protesto ediyorlardı. Amiral Callthorpe’la işbirliği yapması için Fransız Amirali Amet’i
Mondros’a gönderdikleri halde İngiliz Baş Murahhası, Fransız meslektaşını müzakerelere sokmamış,
sonunda Fransa ile İtalya, İngilizlerin yarattığı oldu bitti karşısında boyun eğmek zorunda kalmışlardı.
Bkz. Selahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,
1973, s. 7.
73
26
Padişah ve devlet yöneticileri tarafından kabul edilerek imzalanan
Mondros Mütarekesi, ülkede yaşayan ileri görüşlü aydınlar tarafından pek
kabul görmemiştir. Çünkü antlaşmanın maddelerinin ülkenin istikbalini
tehlikeye düşürebileceğinden endişe ediyorlardı. Özellikle mütarekenin 7.
maddesi, İtilaf Devletleri’ne istedikleri yerleri işgal etmeleri için bir olanak
sağlıyordu. Tabii ki bu işgallere karşı Osmanlı ordusunun karşı koyacak gücü
yoktu.
Ülkenin bu durumu karşısında Mustafa Kemal de mütarekenin
hükümlerinin kesinlikle kabul edilemez olduğunu belirterek hükümeti
uyarmaya çalışmış ve mütareke hakkındaki görüşlerini şu şekilde dile
getirmiştir:
“Osmanlı Devleti, bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana
teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların
memleketi istilası için onlara muaveneti de vaad eylemiştir. Bu mütareke
olduğu gibi tatbik edildiği takdirde, memleketin baştan sona kadar işgal ve
istilaya maruz kalacağı kesindir”75.
Mustafa Kemal, hükümeti uyararak İngilizlerin her dediklerine boyun
eğildiği takdirde, onları durdurmanın imkansız olduğunu belirtiyordu. Bu
tarihte Adana’da bulunan Mustafa Kemal, İngilizlerin İskenderun’u işgaline
karşı silahla karşı konulmasını istedi. Ancak onun bu davranışı hükümeti
kızdırdı. Ardından 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı
lağvedildi. Mustafa Kemal Harbiye Nezaretinin emrine alınarak İstanbul’a
hareket etti76. Bu konuda da İngilizlerin müdahalesini görüyoruz. Çünkü kısa
bir süre sonra İngiltere’nin teşvikiyle 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal
edeceklerdi ve ülkenin geri kalanı da İtilaf Devletleri’nin daha önce kendi
aralarında imzaladıkları gizli antlaşmalar gereğince işgal edilecekti. Böylece
75
Bayar, a.g.e., s. 72.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal, C. I, 1881-1919, Remzi Kitapevi, İstanbul,
1994, s. 336.
76
27
Mustafa Kemal’in haklılığı ortaya çıkacak ve bu gelişme Milli Mücadele
hareketini başlatan nedenlerin başında gelecekti77.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi de 24 Ocak 1920 tarihli sayısında bu
konuya değinmiştir. Mütarekenin çok ağır şartlara sahip olduğunu ve kat’i bir
antlaşmanın imzalanması gerektiğini söyleyen gazete, bu konudaki düşman
amaçlarını şu şekilde belirtmiştir:
“Türkiye meselesi üzerinde daha fazla zaman kaybedilecek bir mesele
değildir. Geçmişin verdiği dersler, iktisadi ve askeri menfaatler üzerinde daha
fazla vakit harcanmasını gerekli kılıyor. Mazide şark meselesi daima bir
savaş sebebi olmuştur. 1912 Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı’na bir
ön hazırlık olmuştur. Mevcut bu savaşlar Avrupa’nın ekonomisini etkilemiştir.
İktisadi menfaatlerini korumak, durumunu düzeltmek için yeni hammadde ve
pazarlara ihtiyacı vardır. İşte Türkiye’de bu durumda Avrupa’nın bu isteklerini
karşılayabilecek niteliktedir”78 Hakimiyet-i Milliye gazetesinin bu yazısı bize,
imzalanan mütarekenin amacının nelere dayandığını belirtiyordu. Gerçekten
de siyasi, iktisadi ve askeri yönden Türk toprakları zor durumda bulunan
Avrupalılar için çok önemliydi.
III. PARİS BARIŞ KONFERANSI’NDA İNGİLİZLERİN TÜRKLERE
KARŞI TUTUMU
İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı’nda kazandıkları başarılarının
sonuçlarını görüşmek üzere 18 Ocak 1919’da Paris’te toplanmışlardır. Paris
Barış Konferansı adı verilen bu toplantı, aslında Asya ve Avrupa’nın coğrafi,
ekonomik ve stratejik haritalarını yeniden düzenlemek ve Avrupa Devletleri
arasında yeni bir güç dengesi kurma amacını taşıyordu79.
77
Belen, a.g.e., s. 17; Baykal, a.g.e., s. 195.
“Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4.
79
Jaeschke, a.g.e., s. 45.
78
28
Paris Barış Konferansı otuz iki devletin temsilcilerinin katılımıyla
gerçekleşmiştir. Bu konferansta ilk başta ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve
Japonya Başbakan ve Dışişleri Bakanlarından oluşan “Onlar Meclisi”
toplanmıştır. Bir süre sonra ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya devlet
başkanlarının katıldığı “Dörtler Meclisi” tek söz sahibi durumuna gelmişti80.
Ancak her şeye rağmen konferanstaki asıl güç İngiltere, Fransa ve ABD idi.
Konferansta tartışılan birinci sorun, Avrupa’nın durumu ve sınırlarının
çizilmesi; ikincisi ise sömürgelerin, özellikle Osmanlı Devleti’nin mirasının
paylaşılması idi. Almanya’ya çok ağır şartlar içeren bir antlaşma imzalatarak,
Almanya’nın
tekrardan
güçlenmesini
engellemek
istemişlerdir.
Ancak
konferansın aldığı bu karar, ileride Almanya’nın daha çok güçlenmesini
sağlayacaktı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya daha güçlü ve saldırgan bir
şekilde mevcut dengeleri etkileyecektir81.
İngiltere, Paris Barış Konferansı’nda sadece kendi çıkarlarını korumak
amacıyla hareket etmediğini göstermek istiyordu. Bunun için “Anadolu’da
ezilen halkların Türk yönetiminden kurtarılması” sloganı altında Rum, Ermeni
ve Kürt halklarını savunmak amacıyla hareket ettiğini vurgulamaya
çalışmıştır.
Ancak
Lloyd
George,
Ermenilerden
çok
Rumların
82
savunuculuğunu yapmaktaydı . Konferansın en önemli konusu Osmanlı
Devleti’nin topraklarının paylaşılması meselesi idi. Aslında İtilaf Devletleri
Birinci Dünya Savaşı esnasında gizli antlaşmalar imzalayarak Osmanlı
Devleti’ni kendi aralarında paylaşmışlardı. Ancak daha sonra imzaladıkları bu
antlaşmalar onlar için bir engel teşkil edecek ve onları birbirine düşürecektir.
Lloyd George, Paris Barış Antlaşması ile varılmak istenen gayeleri şu
şekilde belirtmiştir:
1- Boğazların serbestisi
80
İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,
1981, s. 49.
81
Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I (Kuruluş), Zeus Kitabevi, İzmir, 2006, s. 95.
82
Jaeschke, a.g.e., s. 45.
29
2- Kürt, Rum, Arap ve Ermeni gibi azınlıkların Türk boyunduruğundan
kurtarılması
3- Halkı Türk olan bölgelerde Türklere kendilerini yönetme hakkının
tanınması
4- Türklerin Avrupa’dan çıkarılması83.
Lloyd George’un konferanstaki amaçlarının, Osmanlı Devletini’nin
tamamen tasfiyesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
İngiltere’nin üzerinde önemle durduğu azınlık unsurları, Osmanlı
toprakları
üzerinde
haklar
talep
etmeye
başlamışlardı.
Paris
Barış
Konferansı’nın en çok meşgul olduğu iş, Osmanlı topraklarından alınarak
Yunanlılara verilecek olan toprak meselesidir. Yunan Başvekili Venizelos,
Paris Barış Konferansı’nın 3 ve 4 Şubat tarihli topantılarında Anadolu
üzerindeki isteklerini açıklarken, Trakya’nın ve Anadolu’da Meis Adası’ndan
itibaren kuzeye, Marmara Denizi’ne doğru çıkan hattın batısındaki arazinin
Yunanistan’a verilmesini talep etmiştir. Ancak, Venizelos’un talep ettiği bu
topraklar, Birinci Dünya Savaşı'nda gizli olarak imzalanan Londra ve St. Jean
Maurienne Antlaşmaları ile İtalya’ya vaat edilmişti. Ancak İngiltere, Batı
Anadolu’da İtalya yerine Yunanistan’ı görmeyi çıkarları açısından tercih
ediyordu. Bunun üzerine 15 Mayıs 1919’da İngiltere, ABD ve Fransa savaş
gemileriyle desteklenen Yunan ordusu İzmir’i işgal etti84.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi 24 Ocak 1920 tarihli nüshasında, Paris
Barış Konferansı’nda Yunanlılara vaat edilen İzmir’in işgali konusunda önemli
açıklamalar yapmış ve aslında İzmir’in işgalinin önemli bir uyanışa sebep
olduğunu belirtmiştir. Gazete, Yunanlılara İzmir ve çevresinin işgali için izin
vermenin önemli bir hata olduğuna değiniyor. Yunanlıların İzmir’i işgali,
Mustafa Kemal’in eline büyük bir kuvvet vermiştir. Müttefikler tarafından 30
83
84
Baytok, a.g.e., s. 20.
Aybars, a.g.e., s. 96; Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 30-31.
30
Ekim 1918 muahedesinden beri yok olan güç, Türklerce kazanılmış oldu.
İzmir’in işgali Türk milletperverliğini ikaz etti. Mustafa Kemal Paşa’nın Kuva-yı
Milliye ile vaziyetin hâkimi olduğu belirtilmiştir85.
İzmir’in işgalinin ardından konferansa katılan Ermeni temsilcileri de
Anadolu’nun bütün doğu bölgesi ile Diyarbakır, Maraş, Adana ve İskenderun
da dahil olmak üzere bütün güney ve güneydoğu bölgesini kapsayan toprak
taleplerini dile getirmişlerdir. Ancak, başta İngiltere olmak üzere diğer büyük
devletler de Ermenistan’ın bir manda yönetimi altına alınmasını öneriyorlardı.
Paris
Konferansı’nda
görüşülen
diğer
bir
mesele
“Kürdistan”
meselesiydi. Wilson Prensipleri’nden yararlanan ve İngiliz entrikalarıyla
kışkırtılan Kürtler de, özerk veya bağımsız bir Kürdistan isteğinde bulundular.
İstekleri şu şekilde idi: “1-Kürtlere, sınırları coğrafi olarak saptanmış bir
ülke verilmelidir. 2- Arap, Ermeni, Asuri, Keldani gibi küçük azınlıklara
yaptıkları muameleden Kürtler de yararlanmalıdır. 3- Kürtlere İngiliz mandası
altında özerklik verilmelidir”86. Ermenistan konusunda ABD başı çekerken,
Kürdistan konusunda da İngiltere başı çekiyordu. Çünkü Ortadoğu
coğrafyasında oluşan boşlukta yerini sağlamlaştırması gerekiyordu. Ayrıca
İngilizler ileride çok büyük emeller besledikleri Irak petrol bölgesini emin bir
bekçiye emanet edeceklerini düşünüyorlardı87.
Konferansta üzerinde tartışılan en önemli konulardan birisi “manda”
meselesi idi. ABD’yi karşısına almak istemeyen İngiltere ve Fransa,
Ortadoğu’yu ve diğer sömürgeleri paylaşmak için “manda” denen yeni bir
sistem
oluşturdular.
Sömürgelere
çok
geri
ve
kendilerini
yönetme
olanağından yoksun oldukları söylenerek, ancak büyük devletlerin himayesi
altında yaşayabilecekleri empoze ediliyordu. Manda Meselesi tartışmaları
Nisan ayının sonuna kadar devam etti. Bir süre sonra 1916’da imzalanan
85
“Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4.
Sonyel , Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 26-27.
87
Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Başnur Matbaası, Ankara, 1970, s.
32.
86
31
“Sykes-Picot” Antlaşması’na uygun olarak İngiltere, Irak ve Filistin’i, Fransa
ise, Suriye ve Lübnan’ı mandası altına alacaktı88.
Osmanlı Devleti’nin Paris Konferansı’na katılma talebi kabul edilince, 6
Haziran 1919’da Sadrazam Ferit Paşa ile Tevfik Paşa Paris’e gitti. Sadrazam
Damat Ferit “Onlar Meclisi”nin önüne çıkarak Türk tarafının isteklerini belirtti.
Bu istekleri şu şekilde sıralayabiliriz: “1-Savaştan önce Osmanlı toprak
statüsünün muhafazası 2-Ege Adaları’nın Yunanistan ve 12 Ada’nın İtalya
tarafından Osmanlı Devleti’ne bırakılması 3-Balkan Harbi neticesinde
Bulgaristan ve Yunanistan’a geçen Batı Trakya’nın Osmanlı Devleti’ne
verilmesi 4-Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulması müzâkerelerine
başlanabileceği 5-Osmanlılara bağlı kalmak şartıyla Araplara muhtariyet
verilebilmesi89. Ancak bu şartlar konferanstakiler tarafından komik bulunacak
ve bir sonuç alınamadan geri dönülecektir.
Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Hükümeti, İtilaf Devletleri ile
sürekli olarak bir çıkar çatışması içinde olmuştur. İngiliz Yüksek Komiser
yardımcısı Amiral Webb, Vahdeddin’i “tamamen İngiliz yanlısı eğilimleri olan”
bir
padişah
olarak
nitelendirmiştir.
Vahdeddin’i
kendi
tahtını
ve
imparatorluğunun yıkıntılarını ayakta tutabilmek için İngilizlere yanaşmış bir
kişi olarak değerlendirmiştir90. İngilizler ve Fransızlar Paris’te yapılan
görüşmelerde, alınacak kararların reddedilmeyecek, alternatifi olmayacak
kararlar olacağı konusunda ısrarcı davranarak Osmanlı Hükümeti’ni bir
çıkmaz içine almayı kendilerine hedef edinmişlerdir91.
88
Aybars, a.g.e., s. 96-97.
Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. IV, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1974,
s. 260.
90
Sonyel , Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 43.
91
İngilizler 21 Haziran’da Ali Kemal’e gönderdikleri bir cevapta şöyle demişlerdir: “Bu barış
Türklerin kabul edecekleri veya reddedebilecekleri bir barış değil, belki alternatifi olmayan, dikte
edilecek bir barış olacaktır.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Sonyel , Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika
I, s. 24.
89
32
Konferansın sonunda Batı Anadolu’nun İtalya yerine, zayıf bir devlet
olan Yunanistan tarafından işgaline izin verilmesi, İngiliz politikasının bir
başarısı sayılabilir. Bu şekilde İngiltere, Batı Anadolu’nun kendisine tâbi ve
muhtaç bir devletin işgaline terkedilmesini sağlamış oluyordu92.
IV. MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUNA ÇIKIŞI VE İNGİLTERE’NİN
BAKIŞI
İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile
imzaladıkları
Mondros Mütarekesi’ni gerekçe göstererek İstanbul’u işgal
ettiler. Bu tarihte Mustafa Kemal Paşa bağlı bulunduğu Yıldırım Orduları
Grup Komutanlığı görevinden ayrılarak, 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a
geldi93. Ancak Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a geldiği zaman İtilaf Devleti
donanmalarının denize demirli olduğunu görmüştür. Bu manzara karşısında
yaveri Cevad Abbas (Gürer)’a dönerek asil bir duruşla “Geldikleri gibi
giderler” demiştir. Mustafa Kemal’in bu sözü, bir heyecan anında söylenmiş
bir ifade değil, bilinçli olarak ve Türk milletine güvenilerek söylenmiş bir ifade
idi94.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunduğu bu süre zarfında ülkenin
içinde bulunduğu durumu ve etrafında gelişen olayları dikkatli bir şekilde takip
ediyordu. Özellikle Tevfik Paşa Kabinesi’nin ve Damat Ferit Paşa’nın, İtilaf
Devletleri’ne (özellikle İngilizlere) tam manasıyla bağlı ve milli menfaatlere
aykırı tutumları karşısında, tek çıkar yolun millet ile birlikte mücadele etmek
olduğu kanısına varmıştır95.
92
Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1965), Sevinç Matbaası, Ankara,
1969, s. 8.
93
Belen, a.g.e., s. 43.
94
Bayar, a.g.e., s. 2; Aydemir, a.g.e., s. 341.
95
Gökbilgin, a.g.e., s. 78.
33
Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu süre içinde ilk faaliyeti,
Tevfik Paşa
Kabinesi’ne
Mebusan
Meclisi’nde
güvenoyu
verilmesini
önlemekti. Amacı, ülkeyi bekleyen tehlikelere karşı bilinçli ve güçlü bir
hükümetin işbaşına gelmesidir. Bu konuda yoğun çaba göstermesine ve
güvendiği milletvekili arkadaşlarına durumu anlatıp onları ikna etmesine
rağmen, Tevfik Paşa Kabinesi mecliste tartışma dahi olmadan güvenoyu
almıştır96. “Bu olumsuz gelişmeye rağmen Mustafa Kemal yılmamış ve
Padişah Vahdettin başta olmak üzere, İstanbul’daki milli cemiyetlerle,
İstanbul’da bulunan yabancı basın mensublarıyla, kendisiyle hareket etmeyi
göze alabilecek yakın arkadaşlarıyla97 ve hatta İtilaf Devletleri’nin İstanbul’da
bulunan komiserleri ile de görüşmeler yapmıştır”98. Ancak, Mustafa Kemal’in
İstanbul’da bilinçli bir hükümetin başa geçmesi için gösterdiği tüm çabalar
boşa gitmiş ve İstanbul, İtilaf Devletleri’nin (İngilizlerin) güdümünde bir
hükümete kalmıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşları da
Milli Mücadele
hareketini gerçekleştirmek için Anadolu’ya gitmeye karar vermiştir99. Tabii ki
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme fikrini gerçekleştirebilmesi çok kolay
olmayacaktı. Bunu da ya devletin kendisine tahsis ettiği resmi bir görevle ya
da kendi imkanlarıyla gerçekleştirecekti.
Tam bu sırada Karadeniz
Bölgesi’nde cereyan eden olaylar, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme
fikrine bir zemin hazırlamış olacaktı.
Mondros
Mütarekesi’nin
imzalanmasının
ardından,
Karadeniz’de
yaşayan Rumların bir “Pontus Cumhuriyeti” kurma teşebbüsü ortaya çıkmıştı.
Ancak bu eylemler yerel güçler tarafından bastırılınca, Rumlar gayelerini
geçekleştirmek
için
Avrupa
ülkelerini
dolaşarak
“Karadeniz
Rumları
katlediliyor” şeklinde bir propaganda faaliyeti başlatmışlardır. Bunun üzerine
96
E. Semih Yalçın, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş ve 19 Mayıs Ruhu”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, 1999, s. 42.
97
Mustafa Kemal’in en verimli temasları eski silah arkadaşları ile olmuştur. Silah arkadaşlarından
Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey’le görüşmeleri Milli Mücadele hareketinin başında onu
lider olarak tanımaları en büyük kazanç olmuştur. Belen, a.g.e., s. 45.
98
Semih Yalçın-Mustafa Turan, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, (Kolektif eser), Siyasal
Kitabevi, Ankara, 2004, s. 157; Yalçın, a.g.m., s. 157.
99
Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s. 286.
34
İngiliz temsilciler, bu olayları öne sürerek
asayişsizliğin giderilmesi için,
İstanbul Hükümeti’ne nota göndermiş ve eğer asayiş sağlanmazsa bölgeyi
işgal edeceklerini bildirmişlerdir100.
Bunun
üzerine
Damat
Ferit
Paşa’nın
tavsiyesiyle
ve
Padişah
Vahdettin’in onayıyla Mustafa Kemal, 30 Nisan 1919’da bölgedeki iç
güvenliğin sağlanması, silah ve cephanenin toplatılması, bölgelerdeki
vilayetler ve mutasarrıflıklara talimat vermesi, diğer müfettişliklerle koordineli
çalışması gibi
askerî ve mülkî yetkilerle donatılarak, Dokuzuncu Ordu
Müfettişliğine tayin edilmiştir101.
Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal Paşa, 16
Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile Samsun’a hareket etmiş ve 19 Mayıs
1919 tarihinde de Samsun’a çıkmıştır102. Bu olay Milli Mücadele hareketinin
başarıya ulaşmasında ilk adım olacaktır.
Mustafa Kemal Samsun’a çıkışını ve o dönemde ülkenin ve ülkeyi
yönetenlerin nasıl bir durumda olduğunu Nutuk’ta şu şekilde açıklamıştır:
“1919 yılı Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve
görünüş şu şekilde idi: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk Harb-i
Umumi’de yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir
ateşkes antlaşması imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri boyunca millet
yorgun ve fakir bir durumda. Millet ve memleketi Harb-i Umumiye sevk
edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişlerdir.
Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin yalnız kendini ve tahtını
temin
edebileceği
tedbirler
araştırmakta.
Damat
Ferit
Paşa’nın
başkanlığındaki hükûmet aciz, haysiyetsiz, korkak yalnız padişahın iradesine
tabi ve onunla beraber kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı103.
100
Hayati Aktaş, “Türk ve İngiliz Belgelerinde Atatürk’ün Samsun’daki Faaliyetleri”, Türk Dünyası
Tarih ve Kültür Dergisi, S. 172, Nisan, 2001, s. 47.
101
E. Semih Yalçın-Salim Koca, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi, Ankara, 2005, s.
181-183; Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s. 289.
102
Aktaş, a.g.e., s. 48.
103
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), C. I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s. 3.
35
“Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a gelir gelmez çalışmalarına başlamış
ve müfettişlik yetkilerinin ona verdiği yetkileri de aşarak 22 Mayıs 1919’da
üzerinde detaylı olarak çalışılmış bir rapor hazırlamıştır. Hazırlanan bu rapor
bundan sonra uygulanacak olan mücadelenin gidişatını belirtmesi açısından
önem taşır:
1. Samsun bölgesi Rumları siyasi emellerinden vazgeçerlerse, asayiş
kendiliğinden düzelir.
2. Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü yoktur.
3. Yunanlıların İzmir’de hakları yoktur. İşgal geçicidir.
4. Millet, millî hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir.
Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır”104.
Mustafa Kemal’in yayınladığı rapor, Türk Milleti’nin hiçbir himaye kabul
etmeden bağımsız yaşama arzusunu ortaya koymuştur. Bu durum İngilizlerin
Mustafa Kemal’e bakışını değiştirecektir.
Mustafa Kemal’in eylemlerini yakından izleyen Samsun’daki İngiliz
subaylarından L.H. Hurst, gelişen olayları sürekli İstanbul’daki İngiliz
yetkililerine duyuruyor; onun Anadolu’da bir örgütlenmenin peşinde olduğunu
bildiriyordu. 6 Haziran 1919’da İngiliz Deniz Kuvvetleri Komutanı General
Milne, Osmanlı yönetimine bir yazı göndererek Mustafa Kemal ve
yanındakilerin İstanbul’a geri çağırılmalarını talep ediyordu. İki gün sonra
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe da aynı şeyi talep ediyordu105.
Hükümet üzerindeki İngiliz baskısı iyice artmıştı. Bu baskının bir sonucu
olarak İngilizlerin isteği ile 8 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa,
İstanbul’a geri çağrılmıştır106.
İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’e geri
dönmesi için telgraf çekmiştir. Mustafa Kemal’in İstanbul’a çağrılma sebebini
104
Yalçın-Koca, a.g.e., s. 281-282.
Selahi Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki
Eylemleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995, s. 18; Yalçın-Koca, a.g.e., s. 284-285.
106
Nutuk , s. 40-41.
105
36
sorduğu telgrafına verilen cevap, İstanbul Hükümeti’nin ne denli İngiltere’nin
boyunduruğu altına girdiğini göstermesi bakımından ilginçtir107.
Bütün baskılara rağmen Mustafa Kemal İstanbul’a dönmeyecektir.
Türk halkını yanına alarak, Milli Mücadele’yi başarıya ulaştırmak için
çalışmalarına devam edecektir108.
V.
ANADOLUDAKİ
İŞGALLER
KARŞISINDA
HALKIN
ÖRGÜTLENMESİ VE KONGRELER
Mustafa Kemal Samsun’a ayak bastığı andan itibaren Anadolu
hareketinin doğuşunun önderliğini ele almıştır ve ilk iş olarak 26 Mayıs
1919’da tarihinde Havza’da halka seslenerek: “Biz asla ümitsiz olmayacağız,
ülkeyi kurtaracağız” diye hitap etmiştir. Ayrıca 28 Mayıs 1919’da 3. ve 20.
Kolordu komutanları ile 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e çektiği
telgrafta: “Ulusun esaretten kurtarılması, hakim ve bağımsız olarak
topraklarımızda yaşayabilmesi; ancak azimkar ve namuslu ellerin ulusu kısa
ve doğru yoldan meşru müdafaa ve bağımsızlığa sevkiyle mümkündür. Mülki
memurların itimada şayan kişileri ile el ele vererek bağımsızlığımızın
müdafaası emrinde lüzumlu teşkilatı, harice karşı gayrimahsus bir surette
başlangıç olarak kurulmasını zaruri addediyorum. Bu husus, ihtisası
dolayısıyla biz askerlerin sorumluluğuna düşmektedir” diye bildirmiş,
107
İstanbul Hükümeti’nden Mustafa Kemal’e gelen cevapta, “İngilizler İstanbul’a geri getirilmeniz
konusunda istekte bulundular. Memleketin içinde bulunduğu hal, bu İngiliz isteğini yerine getirmeye
bizi mecbur kılıyor. Arz ederim.” demiştir. Osman Özsoy, Türk Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası.
Saltanattan Cumhuriyete Giden Yol. Olaylar- Belgeler-Gerçekler, Alan Matbaası, İstanbul, 1999,
s. 172-173; Lord Kinross, Atatürk (Bir Milletin Yeniden Doğuşu), Sander Kitabevi, İstanbul, 1966,
s. 263-264.
108
Mustafa Kemal İstanbul’a geri çağırılmasını Nutuk’ta şöyle anlatıyor: “Anadolu’ya geçeli bir ay
olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu
kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi
yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı
kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, millî
teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, âsî duruma geçmiş olduğuma
şüphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü
ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi. O halde, yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî
olmak niteliğinden çıkartılması, mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve
temsil edecek bir heyet adına olması gerekli idi.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Nutuk, s. 41.
37
mücadelenin kısa ve doğru yoldan yapılmasının esas olduğunu ortaya
koymuştur109.
Mustafa Kemal Paşa’nın yayınladığı bu tamime öyle büyük bir ilgi ve
katılım oldu ki, bunun sonucunda Türk halkı İstanbul Hükûmetine ve İngiltere
Başbakanı Lloyd George başta olmak üzere diğer bazı yabancı devlet
adamlarına da yoğun protestolarda bulundular110.
Mustafa Kemal, Havza’dan sonra Amasya’ya geçti. Amasyalılar
Mustafa
Kemal’e
bağlılıklarını
bildirmek
için
bir
heyet
göndermiş
bulunuyorlardı. İngilizlerin daha sert davranmaya başlayacaklarını sezen
Mustafa Kemal, Amasya’ya gitmeyi uygun buldu111.
20 Haziran 1919’da yapılan büyük mitingde bir konuşma yapan
Mustafa Kemal, milli bir silkinme ile geçirilen felaketlerin sona ereceğini ifade
etmiştir.
Mustafa
Kemal’in
gerek
Havza’daki
gerekse
konuşması, onun artık Milli Mücadeleyi siyasi ve hukuki
Amasya’daki
bir metin haline
getireceğini gösteriyordu112.
Amasya Tamimi ile Türk devriminin aksiyon safhası su yüzüne çıkmış,
millî hakimiyet ve istiklâle dayanan millî hareket, haksızlığa karşı bir isyan
parolası olarak belirmiştir. Amasya Tamimi, bir ihtilâl beyannamesidir ve
Anadolu’da ihtilâlin başladığını göstermektedir. Türk inkılâbının bir temel
prensibi olan millî hakimiyet, sultan ve halifeye karşı millet iradesinin bir
görünümü olarak, hukukî yönüyle Amasya Tamimi’nde yer almaktadır. Bu
prensip, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin kararlarına etki etmiş ve hakimiyetin
kayıtsız şartsız millete ait olması gereğini ortaya çıkarmıştır113. Mustafa
109
Karakuş, a.g.e., s. 9.
Özsoy, a.g.e., s. 166.
111
Kinross, a.g.e., s. 267.
112
Amasya Tamimi’nin metni için bkz. Nutuk, s. 43.
113
Evsile, a.g.m., s. 71.
110
38
Kemal, Havza ve Amasya’da askeri mukavemetin temelini atmıştı. Şimdi de
Erzurum’da bunun siyasi karşılığını kuracaktı114.
Mustafa Kemal, doğu illerindeki ulusal direnişi toparlamak ve Sivas
Kongresi’nin ilk basamağını oluşturmak üzere Erzurum’a 3 Temmuz 1919’da
hareket etti.
komutanların
Bütün ordu birliklerine bir kez daha genelge göndererek
komutayı
hükümetçe
yeni
atananlara
kesinlikle
devretmemelerini, askeri örgütlerin ufaltılması ya da ortadan kaldırılması
konusundaki buyrukların dinlenmemesini, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak
Dernekleri ile sıkıca işbirliği yapılmasını istedi.
Mütareke şartlarının uygulanmasına vekillik eden
İngiliz Yarbay
Rawlinson, Erzurum Kongresi’nin toplanacağını düşünerek baskı ile bunu
engellemeye
çalışmıştır115.
Erzurum’da
yapılan
kongrenin
her
türlü
engellemelere rağmen yapılması İngiltere’yi rahatsız etmişti. Erzurum’da
bulunan İngiliz Yarbay Rawlinson, bu çalışmaları engellemek için elinden
geleni yaparken, Mondros’un hükümlerine dayanarak, silah ve cephaneyi
Trabzon yoluyla göndermeye çalışıyordu ama Kazım Karabekir Paşa buna
engel olmuştur. Tüm baskılara rağmen kongrenin toplanması Anadolu’daki
hareketin kontrol edilemez hale geldiğini İngilizlere göstermiştir116.
Erzurum Kongresi kararlarının117 yürütülmesi için seçilen Temsil
Heyeti’nin başına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Mustafa Kemal,
kongrenin ciddi kararlar aldığını belirterek, bunu benzerine az rastlanır bir
başarı
olarak
nitelendirmiştir118.
Bunun
ardından
İstanbul
Hükûmeti,
114
Kinross, a.g.e., s. 283.
Alfred Rawlinson, Kazım Karabekir ile yaptığı görüşmelerinden birinde gözdağı verircesine,
“İngilizlerin elinde kaç zırhlı var biliyor musunuz? diye bir soru sormuş. Kazım Karabekir de
cevaben, “Türk’ün her biri bir zırhlıdır. Milyonlarca zırhlıyı emri altına almaya kimin gücü yeter?
demiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kinross, a.g.e., s. 277.
116
Aybars, a.g.e., s. 147.
117
Erzurum Kongresi’nin metni için bkz. Nutuk, s. 89.
118
Kinross, a.g.e., s. 284-285.
115
39
İngiltere’nin baskısıyla Mustafa Kemal’i görevinden almıştır119. Mustafa
Kemal, artık Milli Mücadeleye sivil olarak devam edecekti.
Erzurum Kongresi’nin toplanmasını engelleyemeyen İngilizler, bu kez
Sivas Kongresi’ni engellemek için kararlıydılar. İstanbul Hükümeti’nin emriyle,
Sivas’ta Mustafa Kemal’i tutuklamak için bir komplo hazırlanmıştı. Böylece
kongrenin yapılması önlenecek, milli hareket daha doğmadan boğulmuş
olacaktı. İstanbul Hükümeti,
bu maksatla Ali Galip Bey adında eski bir
Kurmay Subayı sözde Elazığ Valiliğine atayarak, Sivas’a göndermişti. Ali
Galip şehrin duvarlarına kağıtlar astırmış ve Mustafa Kemal’i “ hain, asi,
tehlikeli adam” olarak ilan etmişti. Vali Reşit Paşa’yı da O’nu zorla
alıkoymaya zorluyordu120. Ancak, daha sonra Ali Galip Bey’in toparlamasına
izin verilmeden gerekli tedbirler alındı ve üzerine süratle kuvvet sevk edildi.
Ali Galip Bey de kaçmak zorunda kaldı.
Sivas Kongresi, tüm engellemelere rağmen 4 Eylül 1919’da toplandı.
Kongre ilk önce, Erzurum Kongresi’nde değişiklik yaparak121 alınan kararları
onaylayarak aynı zamanda Misak-ı Milli’nin metnini daha da güçlü bir şekile
sokan bir teklifi kabul etti. Bu kararları uygulamak üzere bir “Heyet-i
Temsiliye” seçildi122. Böylece, Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar, Sivas
Kongresi’nde tüm ülkeyi kapsayacak şekilde değiştirilmiştir.
119
Abdulkadir Kaya, Sevr ve Lozan’da Sınırlar ve Toprak meselesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Ankara , 2007, s. 10.
120
Kinross, a.g.e., s. 273.
Sivas Kongresi’nde, Erzurum Kongresi nizamnamesinde gerekli değişiklikler yapılarak kabul
edilmiştir. Düzeltilen hususların önemlilerini Atatürk Nutuk’ta şöyle değerlendirmiştir: “1Cemiyet’in ünvanı “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idi. Yapılan değişiklikle “Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oldu. 2- “ Heyet-i Temsiliye, Şarki Anadolu’nun heyet-i
umumiyesini temsil eder.” Kaydı yerine, “Heyet-i Temsiliye, vatanın Heyet-i Umumiyesini temsil
eder.” dendi. Mevcut azaya da altı kişi daha ilave edildi.
3- “Her türlü işgal ve müdahaleyi, Rumluk ve Ermenilik teşkil gayesine matuf telakki edeceğimizden,
müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir.” yerine “Her türlü işgal ve müdahalelerin
ve bilhassa Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf harekatın reddi hususlarında müttehiden
müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir.” denildi. Erzurum Kongresi metninde yapılan
değişiklikler ve ayrıntılı bilgi için bkz. Nutuk, s. 121.
122
Kinross, a.g.e., s. 292-294.
121
40
Sivas Kongresi’nde üzerinde durulan konulardan biri de manda
meselesi idi. Erzurum Kongresi’nde yabancı bir devletin müdahalesinin kabul
edilmeyeceği belirtilmiş olduğu halde, bazı kimselerin tahriki üzerine manda
meselesi
yeniden
enine
boyuna
görüşülmüş
ve
kesin
olarak
reddedilmiştir123.
Anadolu’daki bu milli hareketin karşısında daha fazla dayanamayan
Damat Ferit Paşa Hükümeti istifasını bildirmiştir. Ardından yeni kurulan Ali
Rıza Paşa Hükümeti iyi niyetli olduğunu göstererek, Temsil Heyeti ile işbirliği
yapmak için Mustafa Kemal Paşa ile irtibat kurmuştur. Bu durumun milletin
hakimiyetini bütün dünyaya tanıtmak adına faydalı olacağını düşünen
Mustafa Kemal Paşa, Temsil Heyeti adına bir bildiri yayınlayarak Ali Rıza
Paşa Kabinesi’nin destekleneceğini açıklamıştır124.
Amasya Mülakatı ile Kuva-yı Milliye hareketi meşruiyet kazanmış
oluyordu. Bu gelişmeler, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gelmesini sağlayacak
ve Meclis-i Mebusan’da ilan edilen Misak-ı Milli ile Ankara meşruiyet
kazanacaktır125.
VI. MANDA VE HİMAYE MESELESİ
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi,
Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlamıştı. Mütarekenin imzalanmasından
sonra İtilaf Devleri’nin ülkede başlattıkları haksız işgaller, Türk halkını büyük
bir üzüntü ve endişeye sevk etmiştir. Bu durum Türk aydın ve yöneticileri
başta olmak üzere Türk halkını kurtuluş çareleri aramaya yöneltmiştir.
Mustafa Kemal, ülkenin içinde bulunduğu zor koşullar karşısında Türk
halkının kurtuluş olarak tercih ettiği yolları şu şekilde sıralamaktadır:
123
Gönlübol-Sar, a.g.e., s. 11.
Aybars, .g.e., s. 163-164.
125
Yalçın- Turan, a.g.e., s. 176-177.
124
41
“Birincisi, İngiliz himayesini istemek, ikincisi, Amerikan mandasını
istemek, üçüncüsü, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmak.
İlk iki karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını
düşünenlerdir.
Osmanlı
ülkesinin
çeşitli
devletler
arasında
paylaşılmasındansa, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında
bulundurmayı yeğleyenlerdir. Üçüncü kararda ise, bazı bölgeler Osmanlı
Devleti’nden koparılacağı
görüşüne karşı
ondan
ayrılmama
yollarını
arıyordu”126.
Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi sonrası önerilen bu kurtuluş
çarelerinin temelini ve dayandığı delilleri mantıksız buluyordu. Bu konuyla
ilgili kendi kararını da şu şekilde açıklıyordu: “Efendiler, bu durum karşısında
bir tek karar vardır. O da milli hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız
yeni bir Türk Devleti kurmak!”127.
Mondros Mütarekesi ile başlayan işgallerin ardından ortaya atılan
“İngiliz Himayesi” ve “Amerikan Mandası” meselelerine değinmeden önce,
manda ve himaye kavramlarının üzerinde durmak gerekiyor. Manda ve
himaye sistemleri bazı benzer özellikler göstermelerinden dolayı genellikle
birbirinin yerine kullanılmıştır. Aslında birbirinden
farklılıklar gösteren
özelliklere sahiptir.
Birinci
Dünya
Savaşı’nın
ardından
toplanan
Paris
Barış
Konferansı’nda gündeme getirilerek kabul edilen manda sistemi, Latince
“Mandatum”, Fransızca “Mandat” kelimelerinden gelmekte olup “Vekalet”
anlamında kullanılmıştır. ABD başkanı Wilson tarafından 8 Ocak 1918’de
yayınlanan prensiplere dayandırılan manda sisteminin, barışı korumak adına
yaptığı en önemli iş Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Ancak asıl amacı
“adalet, hak” gibi kavramları esas alarak, uluslar arasında sağlam ilişkiler
kurmak ve savaşları önlemek olan kurumun, daha sonra emperyalist
126
127
Nutuk , s.17.
a.g.e., s. 19.
42
devletlerin isteklerine uyarak amacının dışına çıktığını görüyoruz. Bu nedenle
manda sistemi, hukuki temellere oturtulmuş sömürgeciliğin devamıdır
diyebiliriz128.
Himaye sistemi ise, manda sistemine göre çok eski bir sistem olup,
kökeni Roma İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. “Koruma” manasındadır.
Himaye ilişkisi iki devlet arasında imzalanan antlaşma ile kurulur.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri
Anadolu’nun büyük bir bölümünü işgale başlamışlardır. Bu zor şartlar
karşısında çıkış yolu olarak manda ve himaye önerilmiştir. Ancak hangi
ülkenin manda veya himayesine girileceği hususunda net bir karar yoktu.
Büyük bir kesim Amerikan mandası ve İngiliz himayesinden bahsederken,
çok az bir kesim Fransa ve İtalya mandasından bahsediyordu129. Manda ve
himaye isteyenler borçlu ve fakir bir milletin dışarıda bir dayanak olmadan
yaşayamayacağını ve bugün kurtulmayı başarsa bile yarın yine taksim
olacağını düşünüyorlardı130.
Başlayan işgallerin ardından bazı Türk aydın ve yöneticilerinin vatanın
bütünlüğünü korumak için İngiliz himayesini tercih ettiklerini görüyoruz. İngiliz
himayesini tercih etmelerindeki sebepleri şu şekilde sıralayabiliriz:
“-İngiltere’nin
himayesi kabul edilirse İngiltere, Osmanlı Devleti’ni
parçalama politikasından vazgeçebilirdi. Özellikle İngiltere ile Osmanlı Devleti
arasındaki tarihi bağ ve dostluk bunda etkili olacaktır.
-Hilafet ve saltanatın bütünlüğünün korunması İngiltere ile mümkün
olacağı gibi, İngiltere’nin de yararınadır. Başta Hindistan Müslümanları olmak
üzere Müslüman toplumlar İngiltere’yi hoşgörüyle karşılayacaktı.
128
Ali Karakaya, Milli Mücadele’de Manda Sorunu Harbord ve King-Crane Heyetleri, Başkent
Klişe ve Matbaacılık, Ankara, 2001, s. 21-22.
129
Kadir Kasalak, Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara,
1993, s. 75.
130
Belen, a.g.e., s. 114.
43
- İngilizler medenidir. Onların medeniyetinden biz de istifade eder ve
gerçekleştiririz”131.
kalkınmamızı
Bu
nedenlerden
dolayı
İngiltere’nin
himayesini bir kurtuluş çaresi olarak görüyorlardı.
İngiltere himayesini destekleyenlerin başında Padişah Vahdettin ve
çevresindekiler geliyordu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile İngiliz Muhipleri
Cemiyeti de himayeyi isteyenlerin başında geliyordu. Fakat bu çevreler akıllı
davranıyor
ve
himayesinden
tepkilerden
çekinerek,
bahsetmiyorlardı.
Bunun
İngiliz
mandasından
yerine İngiliz
ya
da
yardımını ve
dostluğunu istediklerini belirtiyorlardı132.
İngiltere himayesinin etkili olması ve amacına ulaşması için, birtakım
faaliyetlerde de bulunulmuştur. Bunların en önemlisi 20 Mayıs 1919’da İngiliz
Muhipleri Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Cemiyetin asıl görevi, Türkiye’de
İngiltere lehine bir ortam yaratmak ve Amerikan taraftarlığına karşı İngiliz
taraftarlığını kuvvetlendirmekti133. Bunun için memleket içinde teşkilatlanarak
isyan ve ihtilal çıkartıp milli şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini
kolaylaştırmak gibi faaliyetler cemiyet tarafından yönetilmekteydi. Cemiyetin
başında olan Sait Molla da İngiliz savunuculuğunu ve propagandasını
yapmıştır. 1921 yılında Sakarya Zaferi’nin kazanılması sonucunda cemiyet
etkisini yitirerek silinmiştir134.
İngiltere her ne kadar Osmanlı’yı himaye edecek, ona dostluk ve
yardım elini uzatacakmış gibi görünse de, aslında tek hedefi Osmanlı
Devleti’ni parçalamaktı. Bunu Paris, Londra, San-Remo Konferansları’nda da
göstermiştir. İngiltere Yunanlıların Batı Anadolu’da kalması için uğraşırken,
doğuda da bir Kürdistan kurmak için çabalıyordu. Bundaki amacı da, Irak
131
Kasalak, a.g.e., s. 99-100.
Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s.539.
133
Aybars, a.g.e., s. 90.
134
Karakaya, a.g.e., s. 76.
132
44
petrollerini ele geçirip bunu muhafaza etmek için Rusya ile araya bir
tampon devlet koymaktı135.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiliz manda ve himayesine sert bir
şekilde karşı çıkmıştır. Gazate “İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”
başlığıyla yayınladığı yazısında, İngiltere himayesini düşünenleri akılsız ve
tutsak düşünceli olarak nitelendirmiştir136.
Hakimiyet-i Milliye, eskiden beri Hürriyet ve İtilaf Fırkası temsilcilerinin
Türkiye’yi, Mısır ve Hindistan gibi İngiliz himayesine sokmak için gizli gizli
propaganda yaptıklarını ve son günlerde
vurduklarını belirtmiştir137.
artık bu propagandayı açığa
İngilizlerin teşvikiyle İngiliz himaye ve idaresini
isteyen Hoca Sabri Efendi, Filozof Rıza Tevfik Bey gibi hırslarına yenik
düşmüş ingiliz yanlıları, Sultanahmet meydanında bir miting düzenlemişler ve
halkı ikna etmek için şu sözleri söylemişlerdi: “İşte memleket sulh
muahedesiyle parçalanacak. Gelin, İngiltere himayesini isteyelim”. Ancak bu
durum karşısında halkın tepkisi sert olmuştu ve bu zavallı İngiliz dostları
kendilerini miting alanından zor kurtarmışlardı.
Hakimiyet-i Milliye, yaşanan bu olayların ve imzalanan göstermelik
sulh muahedelerinin bize İngiliz siyaset ve himayesinin gayesinin ne
olduğunu açık olarak gösterdiğini belirtmiştir. İngiliz himayesinin asıl
amacının, Türkiye’yi ve Türkleri tutsak haline getirip, onları ölüme terk etmek
olduğunu ve bunu bile bile hala İngiliz himayesini istemenin, ondan medet
ummanın büyük bir cinayet olarak algılanması gerektiğini belirtmektedir.
Hakimiyet-i Milliye, İngiliz himayesine karşı Türk milletinin izleyeceği
yolu da şu şekilde belirtmiştir: “Daha fazla söylemeye lüzum var mı? Ne
135
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 68-73.
“İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35.
137
“İstanbul Haberleri”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37.
136
45
İngiliz siyaseti, ne İngiliz himayesi! Yaşasın Türkiye İstiklali! İstiklal kan
pahasına alınan bir nimettir. Can tende iken verilmez“138.
“Ancak
bu
faaliyetlerine
rağmen,
İngiltere’nin
konferanslardaki
uzlaşmaz tutumu, ABD’nin Türkiye mandasını kabul etmemesi, Rusya’nın
Milli Mücadele hareketine yardım etmesi, Türk aydın ve yöneticilerinin Milli
Mücadele
hareketine
yönelmesi,
Hint
Müslümanlarının
tepkisinden
çekinmesi, Kürdistan kurma çabalarının başarısız olması ve Batı Anadolu’da
bir Yunan devleti kurma çabalarının boşa gitmesinden dolayı, Türkiye
üzerinde istediği gibi bir manda ve himaye yönetimi kuramamıştır”139. Bu
olumsuzluklar Türk aydın ve yöneticilerini ABD mandasına yönlendirmişti.
İngiltere’nin
uzun
yıllar
sürdürdüğü
politikanın
Türkiye’yi
parçalamaktan başka işe yaramadığının anlaşılması üzerine, ülkede
Amerikan mandası meselesi tekrar gündeme geldi. Mütareke dönemi
başlarında Halide Edip’in girişimiyle 4 Aralık 1918’de Wilson Prensipleri
Cemiyeti kurulmuştu. Amacı Türkiye toprakları üzerinde bir ABD mandasının
kurulması için faaliyette bulunmaktı. Fakat Vahdettin’in İngilizlerden yana
olması, Wilson’a yapılan başvurulara herhangi bir tepki gelmemesi, ABD’nin
Ermenistan kurma girişimleri nedeniyle cemiyet ancak iki ay kadar faaliyet
gösterebilmiştir. Bu süreçten sonra 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar
tarafından işgal edilmesi herkeste bir şok etkisi yaratacak ve bu olay
Amerikan mandasının tekrar gündeme gelmesini sağlayacaktır140.
Türk aydın ve yöneticilerinin bazılarının ABD mandasını tercih
etmelerinin nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
-Amerikan mandasını kabul ederek, “Türkiye’nin toprak bütünlüğünü
sağlayıp parçalanmasına mani olacaklarını” düşünüyorlardı.
138
“İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35.
Kasalak, a.g.e., s.107.
140
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Son Meşrutiyet 1919-1920), C. II,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 330.
139
46
-Paris Konferansı’nda manda yönetimi altına alınacak ülkeler için
kendilerini idareden yoksun denmektedir. Osmanlı Devleti de aynı kapsama
sokulduğu için “Türklerin kendi başına adaletli ve devamlı bir rejim kurup
ülkelerini yönetemeyecekleri” inancı vardı141.
-Wilson Prensipleri Türk aydınlarında, Amerika’ya karşı bir hayranlık
yaratmıştı.
-ABD’nin zengin bir ülke olmasının, Türkiye’nin kalkınması için önemli
bir destek olacağına inanılıyordu.
-ABD Yakın Doğu’da toprak talebinde bulunmamıştı”142. Bu gibi
sebepler Amerikan mandasının desteklenmesini sağlamıştır.
Paris Barış Konferansı’nda Amerika’ya, bütün Türkiye üzerinde bir
manda oluşturması önerilmişti. Daha sonra bu öneri Ermenistan ve İstanbulBoğazlar şeklinde değiştirilmiştir. Lloyd George tarafından yapılan bu öneri,
Fransa ve Wilson tarafından da kabul edilmiştir. Lloyd George, Ermenistan
ve İstanbul-Boğazlar üzerinde Amerika’nın mandayı üzerine alması için ısrar
ediyordu. Çünkü İngiltere bu bölgelerde Fransa’nın hakimiyet kurmasını
istemiyordu. Amerika’nın varlığı Rusya’nın güneye inmesine engel olacak ve
İngiliz menfaatlerinin korunması için bir vasıta olacaktı143.
Manda Meselesi ilk bakışta ABD tarafından kabul edilebilir gözükse
de, ABD halkı ve senatosu, Yakındoğu’da böyle bir riske girmenin gereksiz
olduğunu ve sadece İngilizlerin menfaatlerine hizmet edeceğini dile
getirmişlerdir. Bu durumu Amiral Harbord ve Amiral Bristol Raporları da
onaylamaktaydı.
141
Öztoprak, a.g.e., s. 80.
Selek, a.g.e., s. 275.
143
Karakaya, a.g.e., s. 25-26.
142
47
Amerikan Senatosu’nun büyük bir çoğunlukla mandayı reddetmesi
manda meselesinin sonunu hazırlamıştır. Türkiye’deki Amerikan mandası
taraftarları ise, Büyük Millet Meclis’nin açılması ile manda yanlısı olmayı
bırakıp, Milli Mücadele hareketini destekleyerek bağımsız bir Türk Devleti
kurulması için çalışmışlardır144.
Amerikan mandası meselesi Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde de
yoğun tartışmalara sebep olmuştur. Erzurum Kongresi’nin başında Bekir
Sami Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya: “Memleketin kurtuluşu yolunda tam
bağımsızlık istenmesi halinde memleket bölünecektir. Bunu önlemek için ise,
Amerikan Mandaterliğini istemenin uygun olacağını düşünüyorum”145 diyerek
Amerikan mandasına yönelik görüşlerinin olumlu olduğunu dile getirdi.
Mustafa Kemal Paşa ise: “Erzurum Kongresi’nde herkesin ısrarla “tam
bağımsızlık” istediğini ve böyle bir ortamda Amerikan Mandaterliği’nden
bahsetmenin imkansız olduğunu” belirterek, Erzurum Kongresi’nde böyle bir
konunun konuşulmasını engellemiştir146. Sivas Kongresi’nde de, Erzurum’da
alınan kararlar onaylanmış ve Manda Meselesi kesinlikle reddedilmiştir. Türk
ulusunun hiçbir baskı ve himaye kabul etmeden yaşamasının tam
bağımsızlıkla olacağı belirtilmiştir. Mustafa Kemal’e kongre sırasında bazı
Amerikalı gazeteciler ve General Harbord şu soruyu yöneltmiştir: “Ulus için
her türlü girişimde ve özveride bulunduktan sonra ya başarılı olamazsanız ne
yapacaksınız?”. Bu soruya Mustafa Kemal’in cevabı: “Bir ulus varlığını ve
bağımsızlığını korumak için düşünülebilen girişim ve özveriyi yaptıktan sonra
başarır. Ya başaramazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise,
ulus yaşadıkça ve özverili girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu
olamaz” şeklinde olmuştur. Böylece Mustafa Kemal bir kez daha yürüttüğü
Milli Mücadele’nin milletten güç aldığını göstermiştir147.
144
Kasalak, a.g.e., s.151; Nutuk, s. 131.
Nutuk, s. 125.
146
a.g.e., s. 127.
147
a.g.e., s. 231.
145
İKİNCİ BÖLÜM
HAKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİ’NDE YERALAN HABERLERE GÖRE
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-İNGiLİZ İLİŞKİLERİ
I. ŞARK MESELESİ VE İNGİLTERE
Milli Mücadele dönemi Türk-İngiliz İlişkilerini ele almak aynı zamanda
Şark Meselesini ele almak demektir. Bu eş anlamlılık Yakınçağ başından
itibaren Avrupa Devletleri ile yürütülen ilişkilerin seyrini belirlemiştir. Bu
nedenle mevcut dönem içinde devletler arasında takip edilen politikaları ve
oluşturulan ilişkileri anlayabilmek için Şark Meselesini de iyi tahlil etmek
gerekir.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa içlerine doğru ilerlemesi, 1683 II. Viyana
Bozgunu ile durdurulmuştur. Bununla birlikte Avrupalılar, Osmanlı Devleti’nin
artık eski gücünü kaybetmeye başladığını anlamışlardır. Bunu 1699 yılında
imzalanan Karlofça Antlaşması ve 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca
Antlaşması
daha belirgin hale getirmiştir148. Osmanlı Devleti’nin gücünün
azaldığını gören Avrupa, Osmanlı Devleti’ni parçalama politikasını daha
sistemli bir hale getirecek ve bunu devletin iç ve dış işlerine müdahale ederek
başaracaktır. Böylece Şark Meselesi, bütün büyük Avrupa devletleri için
kendi çıkarları doğrultusunda çözümlemeleri gereken bir konu haline gelecek
ve Avrupa güçler dengesinde rekabete yol açacaktır149. Bu nedenle Şark
Meselesi, geçmişten beri daima bir savaş sebebi olmuştur150.
148
Kemal Melek, Doğu Sorunu ve Milli Mücadelenin Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul, 1985,
s. 13.
149
Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 46.
150
“Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4.
49
“Şark Meselesi” tabiri, siyasi bir terim olarak ilk defa 1815 Viyana
Kongresi’nde kullanılmıştır. Fransız ihtilali ve Napolyon savaşları sonucunda,
Avrupa’da 1789 yılı öncesine göre farklı bir statü oluşmuştu. Napolyon’un
altüst ettiği Avrupa haritasını düzene sokmak için, 1815 yılında Viyana
Kongresi toplanmıştır. Kongreye bütün büyük devletler (İngiltere, Fransa,
Avusturya-Macaristan,
Rusya,
Prusya)
katılmıştır.
Osmanlı
Devleti,
çağırılmasına rağmen kongreye katılmamıştır151.
Viyana Kongresi sonucunda, Avrupa’da büyük devletlerin oluşturduğu
yeni bir statü oluşmuştur. Bu durum Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar
sürecek ve Avrupa’da büyük olayların olmasına sebep olacaktır.
Bu kongre ile Osmanlı Devleti, Avrupa Devletleri’nin saldırılarına açık
hale gelmiştir. Kongrede Avrupalı Devletler, Osmanlı üzerinde emperyalist
emellerini
gerçekleştirebilmek
için,
Osmanlı
sınırları
içinde
yaşayan
gayrimüslim halkın durumunun gözden geçirilmesini istemiştir. Böylece
Avrupa’nın Osmanlı Devleti’ni parçalama ve paylaşma politikası daha rahat
ve sistemli bir biçimde gerçekleşecekti152.
“XIX. yüzyılın ilk yarısında Şark Meselesi, genel olarak Rus tehdidine
karşı Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması, XIX. Yüzyılın ikinci
yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, XX. Yüzyılda da,
devletin bütün topraklarının bölüşülmesi manasında kullanılmıştır. Fakat
Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyasetinde buhranlı her olay Şark Meselesi
kavramı altında incelenmiştir”153.
Şark Meselesi’nin iki ana çıkş noktası vardır: Birincisi, Hiristiyan
Avrupa’nın kutsal kabul ettiği toprakların Türklerin eline geçmesi, İkincisi ise,
Kutsal topraklara giden yolların üzerinde bulunan ticaret yollarının Türk
151
Armaoğlu, a.g.e., s. 42.
Uçarol, a.g.e., s. 38-42.
153
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1961, s. 203.
152
50
Devletlerinin elinde bulunması idi. Yani Şark Meselesi ilk önce dini sebeplerle
daha sonra ise, iktisadi sebeplerle ele alınmıştır154.
Ancak Osmanlı Devleti’nin zengin hammadde kaynaklarına ve zengin
topraklara sahip olması, Avrupalı Devletlerin iştahını kabartmıştır. Özellikle
XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılında, petrolün Şark memleketlerinde
fazla olması ve sanayide kullanılmaya başlaması ile birlikte, Avrupa Şark
Meselesi’ni bir petrol meselesi haline getirmiş ve Şark milletlerini sanayiden
mahrum bırakıp onların hammadelerini kullanıp onları sömürge haline getirip,
Ortadoğu ve Yakındoğu’da kendi nüfuz alanlarını oluşturmuşlardır. Böylece
Avrupa, Şark Meselesi’nin dini tarafını ikinci plana atıp, meselenin iktisadi
tarafına eğilerek birbirleriyle ciddi mücadelelere girmişlerdir155.
XIX. yüzyılda Batı dünyası, Türklerin Avrupa’dan sürülmesi ve
Osmanlı topraklarının kendi menfaatleri çerçevesinde paylaştırılması fikrini
benimsemişlerdi. Ancak Osmanlı Devleti’ni paylaşma planı üzerinde
anlaşamamışlardı.Boğazlar üzerinde İngiltere ile Rusya, Balkanlar üzerinde
Rusya ile Avusturya Macaristan, Arap toprakları üzerinde İngiltere ve Fransa
rekabeti devam etmiştir. Osmanlı Devleti ise, bu rekabet mücadelelerinden
faydalanarak varlığını sürdürmeyi başarıyordu156.
Şark Meselesi çerçevesinde, Osmanlı’nın paylaşılması siyasetinde en
önemli devlet şüphesiz ki İngiltere idi. İngiltere’nin bu dönemdeki en önemli
politikası, Mısır ve Hindistan’a giden yolların güvenliğinin sağlanması idi.
Bunun için İngiltere Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası
güdüyordu. Bu politika ile İngiltere Hindistan’ı da korumuş oluyordu157.
154
Raif Karadağ, Şark Meselesi, Nida Yayınevi, İstanbul, 1971, s. 19-20.
a.g.e., s. 12-13.
156
İlker Alp, Şark Meselesi Veya Emperyalizmin Türk Politikası, Trakya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınları, Edirne, 2008, s. 33.
157
Mustafa Bıyıklı, Batı İşgalleri Karşısında Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları Atatürk Dönemi,
Bilimevi Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 127.
155
51
Çalışmamızın giriş bölümünde de ifade ettiğimiz üzere, XX. yüzyılda
Avrupanın ve özellikle İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı politikası ise,
büyük ölçüde değişmiştir. Çünkü artık Osmanlı Devleti çöküşüne mani
olamıyordu. Bu nedenle Avrupa Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırarak,
bulunduğu topraklar üzerinde kendi nüfuzlarını arttıracaklardı.
Türklere düşmanlığı ile tanınan İngiltere Başbakanı Lloyd George
XX. yüzyılda Ortadoğu ve Osmanlı Devleti ile ilgili politikalarında değişiklik
yapmıştı. Bu politikalarda değişen önemli hususlar şunlardır:
1- “Osmanlı Devleti’ni parçalamak.
2- Padişah-Halifenin kuvvet ve nüfuzunu ve dini etkilerini gidermek.
3- Arap memleketlerine hakim, Mısır ve Hindistan’ın güvenliğini
sağlamak.
4- Hilafeti, İngiltere’nin himayesinde kurulacak Arap birliğinin eline
geçirmek.
5- Doğu Akdeniz’de kuvvet bulundurmak.
6- Irak petrollerine sahip olmak.
7- İstanbul ve Boğazların kontrolünü ele geçirmek”158.
İngiltere bu politikalar ile XX.yüzyılda temel hedef olarak, Osmanlı
Devleti’nin tamamen yıkılmasını ve tüm kontrolü
elinde bulundurmayı
belirlemiştir.
Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında savaştan çekilmesinden
sonra, Fransa’yı hemen hemen her istediğine razı ederek, Şark Meselesi’ni
tek başına çözme şansına sahip olan İngiltere, 30 Ekim 1918’de Osmanlı
Devleti ile müttefikleri adına tek başına ateşkes imzalayarak, bütün isteklerini
dikte ettirdiği gibi Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmasını da sağladı. Lloyd
158
Cengiz Dönmez, “XX. Yüzyıl Başlarında İngiltere’nin Ortadoğu Politikası ve Bunun Milli
Mücadeleye Etkileri”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 17, S. 1, Ankara, 1997, s. 74-75.
52
George, Türk başarısının, başta İngiliz sömürgelerinde olmak üzere bütün
müslüman halklar üzerinde yapacağı kötü tesiri düşünerek, Türkiye’nin
mutlaka yenilmesini ve Halife’nin İngiliz denetiminde olmasını istiyordu. Zaten
doğu, her İngiliz vatandaşın gözünde bir İngiliz nüfuz bölgesiydi. Dolayısıyla
İngiltere, yaptığı yanlışlar ne kadar büyük olursa olsun kararı kendisi verecek
ve kendisi uygulamak isteyecekti. O halde bu harekatta, sadece İngiltere’nin
dediği olmalı ve her türlü yabancı devlet müdahalesi sert bir biçimde
önlenmeliydi. İngiltere’nin XVIII. yüzyıldan beri sömürgeleri için uyguladığı
politika bugün içinde geçerliydi. İstenen sonuç alınamadığı takdirde kaba
kuvvete ve askeri harekata başvurulmalıdır ki bu, asilere er ya da geç İngiliz
gücü karşısında boyun eğeceklerini anlatacaktı159.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere’nin şark politikasını ve bu
politikanın içinde Türkiye’nin konumunu ve nasıl etkilendiğini şu şekilde
açıklamıştır:
“İngiltere’nin şark siyaseti Türklere ve Müslümanlara asla dost
olamaz. Çünkü bu asırda İngiliz menfaati onu icap eder. Vaktiyle bizi Ruslara
karşı müdafaa eden İngilizler, Türkleri ve Müslümanları sevdiklerinden değil,
Rusların Hint ve Akdeniz’e inmesinden korkarak, Hindistan’da halifenin
nüfuzunu kendi yerleşmelerine medar etmek isteyerek öyle davrandılar.
Fakat Rusya ile anlaştıktan sonra, Girit meselesini aleyhimize hal ettiren,
Trablusgarb harbine başlamak için İtalya’ya açık bono veren İngiltere idi.
Balkan İttifakını bizim aleyhimize kurduran, Balkanlılar harbi kazandıktan
sonra statükoyu askerlerin harbten evvelki hudutlarında kalmasını kabul
etmeyen İngiltere idi. Salibin girdiği yere hilal bir daha avdet edemez,
kaidesinin vaz’ı ve müdafii İngiltere idi. Balkan harbinde ordumuz taşı toprağı
Müslüman ve Türk olan (Edirne)’yi istirdat ettiği zaman avam kamarasında
“Türkler geldikleri yere gidecekler, onları Edirne de bırakmayacağız!” diyen
İngiliz Hariciye Nazırı idi. Harb-i umumiden az evvel memleketimizi taksim
159
“Hala Diyorlar mı ki ?”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31; Baykal, a.g.e., s. 192.
53
projesini ortaya atan İngiltere idi. Harb-i umumiyi körükleyen ve boğazları
zırhlılarıyla kaplayan, tezgahta zırhlılarımızı zapt eden İngiltere idi. Harp
esnasında Hicaz’ı, Mısır’ı, Suriye’yi tahrik ile oralarda ihtilaller ve istiklaller
vücuda getirmeğe ve Osmanlı-Müslüman birliğini yıkmağa çalışan İngiltere
idi. Çanakkale Boğazı’nı bütün kuvvet ve şiddetiyle zorlayarak Türkiye’yi ve
Hilafeti
ezmek
isteyen
İngiltere
idi.
Mütarekeden
sonra
mütareke
muahedesini bozan, her tarafa hırslı kollarını uzatan, Yunan’ı İzmir’e sokan,
İtalyanları Antalyaya çıkaran, Ermenilere ve Rumlar’a yer yer silah dağıtan,
Türk Hükümet’ini yıkmak için her şeyi irtikap eden, halifeyi ikrah altına alan
İngiltere oldu ve nihayet işte “Sulh Muahedesi” diye bize sunulan zehir!
Mütarekeden sonra perişan bir fikir ile, eski İngiliz dostluğunda bir katre ümit
ve ilaç arayarak her tarafa baş vuranlar, anlaşılmaz bir sükut kaldılar”160.
Milli
Mücadele
döneminde,
İngiltere’nin
şark
meselesini
gerçekleştirmek için kullandığı önemli güçler vardı. İngiltere, bu dönemde çok
aktif rol oynamıyor gibi görünmesine rağmen, Anadolu’da şark politikasını
gerçekleştirmek için Yunanistan’ı kullanmıştır. Yunanistan İtilaf Devletlerine
yakın olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmayı tercih
etmişti. Ancak İngiltere, Yunanistan’ı kendi tarafına çekebilmek için vaatlerde
bulunarak, Osmanlı toprakları üzerindeki önemli noktaları Yunanistan’a
vermişti. İngiltere, Türkiye’yi manen ve maddeten yıkılmış bir memleket
sanıyor, bu halde bulunan bir milleti ancak zinde harbe girmemiş Yunanlılar
gibi bir milletin yeneceğine inanıyordu.
Lloyd George, İngilizlerin Yakın ve Ortadoğu’da İslam dünyasının
düşmanı olarak bilindiğinin farkındadır. Lloyd George’un Yunan taraftarı
olmasının önemli nedenlerinden biri de, Türklerin artık kuvvet bakımından
ortadan kalktığı ve Ortadoğu’daki bu boşluğun yerine yeni yükselen kuvvetin
Yunanlıların olacağı kanısı bulunmaktaydı. Bu fikirlerin bazıları ise, doğrudan
doğruya eski Liberal Parti Lideri Gladstone’dan alınmış bulunuyordu. Doğu
Akdeniz’in bu zeki, çalışkan, hatta İngiliz askerlerinden ve denizcilerinden
160
“Hala Diyorlar mı ki ?”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31.
54
daha
cesur
olan
kuvvetlendireceklerdi
Yunanlılar,
161
durumlarını
kısa
bir
süre
içinde
.
İngiliz emperyalizmi Yunanlıları her zaman himaye ediyordu. İngiltere,
Türk payitahtı bir gün Yunan payitahtı olacak arzusuyla, İstanbul’da
yerleşmeye başlamıştır. Ancak Konstantin Yunan milletine daha geniş
projeler bulmak istiyordu. Venizelos’ta 1918’de, 1453 senesinin intikamını
alma arzusunu dile getirmiştir162.
İngiltere, Sakarya Savaşı’na kadar Yunanistan’ı destekleyecek, daha
sonra
kamuoyunun
baskısı
ve
Yunanistan’ı
desteklemenin
İngiliz
ekonomisine verdiği zarar yüzünden Yunanistan’ı kaderine terk edecektir163.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, “İngiliz Times Gazetesi’nin” İngiltere’nin
Şark siyasetindeki başarısızlığının sebeplerini belirttiği yazısını yayınlamıştır.
Gazete başarısızlığın sebeplerini şu şekilde açıklamaktadır:
“İngiltere’nin Şark siyasetindeki başarısızlığının tek sebebi Lloyd
George’dur. Siyasetimizde doğruluk ve namuskarlık isteriz ve bizde doğru ve
namuskar bir siyaset takip edecek siyaset adamları eksik değildir. Fakat
“Lloyd George onlar arasına giremez” demesi kadar büyük ve veciz bir itiraf
olamazdı. Bu gazete bütün dünyaya şunu anlattı: “Sulh sözünün çıktığı
günden
beri
siyaset
dünyasını
idare
eden
bir
siyasetçi,
zamanın
meziyetlerinden mahrumdur ve şimdiye kadar devam eden keşmekeş hep
onun başı altından çıkmıştır. Binaenaleyh Times’ın açtığı cidal herhalde
semeresini verecektir”.164
161
Melek, a.g.e., s. 77; Ramazan Çalık, Alman BasınındaMilli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa
(1919-1923), Özkan Matbaacılık, Ankara, 2004, s. 137.
162
“Bir Suikast”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31.
163
MustafaTuran, Milli Mücadele’de Siyasi Çözüm Arayışları (30 Ekim 1918- 20 Ekim 1921),
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon, 1999, s. 3.
164
“İngiltere Yunanistan’ı Terk Etmedikçe...”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254;
“Times’in Cidali”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254.
55
İngiltere’nin şark politikasına, İtalyan ve Fransız gazeteleri şiddetli
tepkiler gösteriyorlardı. İngiltere’nin Anadolu’yu gerçek sahibi olan Türklere
bırakmasını istiyorlardı. İtalya Hükümeti mütarekeden sonra Türkiye’nin
hakkını ve kuvvetini sezen ve şarkta en doğru yolu tutan ilk İtilaf Devleti oldu.
Diğer bir devletin menfaati için kan dökmek istemeyen barışsever İtalya,
kendi menfaatinin Türkiye’de bir düşman değil, bir dost bulundurmakta
olduğunu anladı165.
İtalya, “Türkiye sulhu bütün şark meselesinin anahtarıdır. Türkiye’yi
memnun etmek şark meselesinin çözümü olacaktır. Bu sebepten dolayı
müttefik devletler, kendi ülkelerinin menfaatini düşünüyorlarsa Yunan
hayalperestlerinin ihtirasatına mani olmalı ve şarkta bir sulhun tesisi için icap
eden tedbirlere beraber bir şekilde yönelmelidir. Müttefik devletlerin artık şark
meselesinde ortak bir karar almalarının tam zamanıdır”166.
Şark meselesinden dolayı Fransa ile İngiltere arasında da mühim
münakaşalar cereyan etmektedir. Fransa Hükûmeti: “İngiltere Yunanistan’ı
Anadolu’ya karşı tekrar tahrik etmeye devam ettiği takdirde Fransa’nın
Yunanistan’a hiçbir suretle ekonomik yardımda bulunmayacağını” belirtmiştir.
Fransa’nın asri politikası bağımsız bir Türkiye’dir. İngiliz siyaseti ise,
Türkiye’yi İngiltere’nin emri altında bulunacak bir Arap hilafetine bağlamak
istiyordu. Bu nedenle Fransız ve italyan matbuatının, temel olarak birleştiği
nokta, bağımsız bir Türkiye’dir ve İngiltere bunu kabul ederse, şarkta barış
sağlanacaktır167.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere’nin şark politikasında
yaptığı
hatalara da değinmiştir. Özellikle İngiltere, İstanbul’daki Türk hilafetine karşı
koymak için “Mekke Arap Hilafeti” oluşturmayı
düşünmekle, Türklerin
asırlardan beri düşmanı olan Yunanlılara şarkta güvenliği temin etme görevini
165
“Şarkta İngiliz siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255; Çalık, a.g.e., s. 134.
“Sulhün Anahtarı Türkiye’dedir”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255.
167
“Şark Meselesi”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156.
166
56
vermekle ve Filistin’i Suriye’den ayırarak bir Yahudi Devleti oluşturmaya karar
vermekle şarkta yanlış bir yol izlediğine değinmiştir.
İngiltere, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı toprakları üzerindeki
menfaatlerini gerçekleştirmenin kolay olacağını düşünüyordu. Özellikle
Mondros ve Sevr Antlaşmaları ona bu kolaylığı sunmuştu. Ancak İngiltere’nin
faaliyetleri, Anadolu’da Milli Mücadele ruhunun doğmasına vesile oldu ve
İngiltere, yavaş yavaş en sıkı müttefikleri olan Fransa ve İtalya’yı da şark
meselesinin tatbikinde karşısında buldu. Çünkü İtalya ve Fransa dahi, artık
şarkta
oluşturulacak
düzende
barışın
sağlanması
için
Türkiye’nin
bağımsızlığını istemekteydiler. Ancak İngiltere, Yunanistan’ı yanına alarak
meseleyi kendi menfaatleri doğrultusunda çözmeye kararlıydı. Tabiki bu
durum onu maddi ve manevi olarak çok büyük zararlara uğrattı ve sonunda
İngiltere, şark politikasında yalnız kalarak, Türkiye’nin bağımsızlığını kabul
etmek durumunda kalacaktı168.
II. İNGİLTERE VE SÖMÜRGE POLİTİKALARI
Mustafa Kemal’in, Milli Mücadelenin başarıya ulaşması için üzerinde
durduğu önemli bir nokta da, İslam faktörüydü. Mustafa Kemal, İslam faktörü
ile Avrupalı Büyük Devletleri ve özellikle de İngiltere’yi zor durumda
bırakmıştır. Çünkü, İngiltere Ortadoğu’da önemli bir İslam sömürgesine
sahipti ve onun için önemli olan bu sömürgelerin ona tabiyetini sorunsuz bir
şekilde devam ettirmekti.
Mustafa Kemal, Anadolu haraketine başlarken Padişah’a karşı
olmadığını göstermeye özellikle dikkat etmiştir. İstanbul’daki Meclis-i
Mebusan’ın 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri’nce dağıtılmasından sonra,
Ankara’da bir meclisin toplanması için çağrıda bulunurken dahi, bu hareketin
168
“İngiltere’nin Şark Siyaseti ve Hataları”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ekim 1921, No: 312.
57
bir isyan olmadığını, “Saltanat ve Hilafetin dokunulmazlığını korumak”
amacını taşıdığını önemle belirtmiştir. 26 Nisan 1920’de, “Büyük Millet
Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzasıyla çekilen telgrafta Padişaha bağlı
olduğunu şu şekilde dile getiriyordu:
“Padişahımız! Kalbimiz sadakat ve bağlılık duyguları ile dolu olarak
tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir bağla toplanmış bulunuyoruz.
Toplantısının ilk sözü, Halife ve Padişahına sadakat olan Büyük Millet
Meclisi, son sözünün yine bundan ibaret olacağını size en büyük hürmet ve
huşu ile arz eder”.
Mustafa Kemal, bunu yaparken, bir yandan Anadolu hareketinin
dayanmak zorunda olduğu iç güçlerin desteğini yitirmemek, öte yandan da
İslam temasını kullanarak İngiltere’ye karşı yararlar elde etmek düşüncesinde
olmalıdır169.
Ankara’nın İslam etkeni üzerinde durması, İngiltere üzerinde istenilen
etkiyi göstermiştir. Anadolu’daki durum hakkında İngiliz Hükümeti’ne sunulan
25 Aralık 1919 tarihli bir raporda, İngiltere’nin İslam etkeni karşısındaki
tutumu görülmektedir:
“...Milliyetçiler şimdi iki yol kullanıyor; Milliyetçi ol çünkü İslamı
kurtaracak yegane yol odur. İslama sadık ol çünkü o senin milli varlığını
kurtaracak yegane yoldur. Bu fikirlerin her ikisi de İslam dünyasındaki İngiliz
hakimiyetini mahvedebilir. Biz, gerçek ideali din imiş gibi davranacak
menfaatçi bir grubu idareci olarak takdime çalışacağız. İslamı ezemeyiz. Bu
tıpkı batıdaki milliyetçilik gibidir. Bizim şimdiki gayemiz bölmek, arkadaş
davranıp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır”170.
İngilizlerin Müslümanlara karşı muin (yardımcı) bir siyaseti vardır.
Gibbons bu siyaseti şu şekilde tahlil ediyordu: “İngilizler dünyada toplu halde
169
170
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 82.
Meram, a.g.e., s. 240.
58
ne kadar Müslüman varsa hepsini kendi hükümleri altında görmek isterler ve
kendi hükümleri altında görmek için her vasıtaya müracaat ederler. Hatta
Çin'deki
müslüman
kitlelerini
kendi
ellerinde
olmadığı
için
çok
sinirleniyorlardı. Halbuki Müslümanlar başlarında efendi görmek istemiyorlar,
onlar dost görmek istiyorlar”.
Bu konuda öncelikle İngilizlerin İslam siyasetini tahlil etmek yerinde
olur:
“İngilizler vaktiyle Hindistan'a ticaret vesilesiyle girip kendilerinden
önce orada bulunan Fransızlar’ı kovduktan sonra, burada İngiltere’nin
zenginliğinin temelini attılar. Hint şarkın en zengin, en efsanevi ve mamûr bir
parçasıdır. Bu kıtaya sahip ve hakim olan her devlet yenilmez bir kudret ve
servet menbaına sahip olurdu. Bunu İngilizler çok iyi anladılar. Evvela
Hindistan'da birkaç yüz senelik bir Türk İmparatorluğu'nun enkazını tarumar
ettikten sonra hakim millet sıfatıyla, İslam medeniyetini elde etmek istediler.
Müslümanlara ve dolayısıyla Hindistan'a sahip olmak için Müslümanların
ellerinde silah bulundurmamak, ahaliyi iktisaden dilenci bir vaziyete sokmak
ve bu ahaliyi en derin bir cehalet içinde bulundurmak lazımdı. Esasen
Müslümanlar nerede Fransız, Moskof, Hollandalı hangi devlet ve milletin tahtı esaretine girdilerse bu, cahil oldukları zamanlarda ve cahil oldukları için vakî
olmuştur ve hangi Müslüman millet ecnebi ve Hıristiyan yönetimine isyan etti
ise, İslam’ın azamet ve vakarını anlayabilecek ilmi elde ettikten sonra isyan
etmiştir.
İngilizler Hintlilerin ellerinde bir çakı bırakmayıncaya kadar silahlarını
alıp, kendi yeni ticaret usulleriyle yerli İslam ahâlisini parasız ve fakir bir hale
getirdikten sonra, onları cahil bırakmak için her vasıtaya, her şeytanlığa
müracaat ettiler. Öncelikle Hintlilere hiç bir okul açmadıkları gibi kendilerinin
açtıkları okullarda da en basit dereceden fazla okumalarına müsaade
etmediler ve hep okul okuyup eğitimli olmanın islamiyette yasak olduğunu,
İngilizlerin,
müslümanların hakimleri ve hamileri olduğu düşüncesini
propaganda ile müslümanlar arasında yaydılar. İngilizlerin muharebelerini
Hint Müslümanları yaptı, muharebe masraflarının önemli kısmını Hintliler
59
ödedi. Tabi olarak İngilizlerin en büyük menfaati bu durumu devam ettirmek
idi. İngilizler Mısır'ı Hint yolu diye aldılar. İstanbul'u Müslümanların müşterek
ve önemli bir beldesi, hilafetin islam istiklalinin merkezi diye elde etmek
istediler. Türkleri de, İngilizlerin yalanlarını öğrenmiş bir millet diye imha
etmek istediler”171.
İngiltere’nin İslam siyasetini bu sözler net bir şekilde özetleyebilir:
“İngiltere, İslamı ve müslümanları sadece menfaatleri için bir hizmetkar
olarak görüyor. Bu nedenle asla bu hizmetkarın kafası yerden kalkmamalı ve
istiklali temin için isyan etmemelidir”.
İngiltere’nin İstanbul’u işgal sebepleri de buna dayanıyor. İngiltere’nin
İstanbul’u işgal etme amacı: “İslam âleminin alemdârı olan Türkiye’nin başını
ezmek ve müslümanların kalp ve fikirlerini birleştiren hilafet makamını el
altına almak”. Böylece İngiltere iki büyük maksada ulaşacaktı: Birincisi,
Payitahtına el konulmuş, elinden Edirne’si, İzmir’i, Antalya’sı, Boğazları
alınan bir Türkiye’nin nefes alıp yaşamasına ve bilhassa kuvvetlenmesine
imkân yoktur. Bu da İngiltere’nin işine gelir zaten. İngiltere’nin asıl korktuğu
şey, bir barış antlaşmasıyla Türklere belli sınırlar içinde yaşama hakkı
verilirse, belli bir zaman sonra Türkler daha güçlü olarak bulundukları yerden
çıkarlar. Bunu Türkler Çanakkale’de, Irak’ta, İran’da şerefle göstermiştir. Bu
da İngiltere için önemli bir tehlike olacaktı. İkincisi ise, İngilizler hilafet
makamını vesayetleri altında bulundurarak, İslam âlemi üzerinde etkin bir
idare kurmak istiyorlar.
İngilizlerin açıkça dile getirdikleri bu maksatlar, İngiliz yanlısı olanlar
hariç tüm Türkler tarafından anlaşılmıştı ve mücadele tüm dünyada topyekün
başlamıştı. İslam aleminin Hint’te, Mısır’da, Irak’ta ve Suriye’de görülen
harekatı hep bu saltanatı ve hilafeti kurtarmak için mukaddes bir
mücadeledir172.
171
172
“İngilizlerin İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1920, No: 23.
“Hilafet ve İslam Alemi”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1920, No: 27.
60
Türk köylüsü de, İngiliz yanlısı İstanbul Hükûmeti’ne rağmen ilahî bir
azim ve iman ile kıyam ederek ta kıblegâhına kadar sokulmuş İngilizleri
Anadolu’nun şarkından, garbından, şimalinden, cenubundan çıkarıyor. Bu
sayede İran ve Afganistan da kendilerini topluyor. Kendi ülkelerinde o canileri
içlerinden çıkarıyorlar. Mısır ve Hindistan’da İngiliz sermayedarı, borç
yükünün altında kalmışlardır173.
Mondros Müterekesi’nin imzalanmasından itibaren İngilizler, İstanbul
Hükümeti’nin de desteğini alarak gerek basınla gerek fiili olarak Milli
Mücadele’nin karşısında olmuşlardır. Ali Kemal, Cenab Şahabettin, Abdullah
Cevdet
gibi
yazarların
yazdıkları
yazılar
ile
de
Türklerin
adam
olmayacaklarını, istiklale layık olmadıklarını Anadolu’da mücadele edenlerin
asi ve eşkıya olduklarını cihana her türlü lisanda duyurmaya çalışıyorlardı174.
İngilizler
İslâm
âlemine
ve
bilhassa
İngiltere’ye
ait
İslam
müstemlekelerinde kendi aleyhlerine her gün artan olaylara karşı kullanılacak
bir vasıta olmak üzere, Mekke’de bir İslâm Kongre’si akdine teşebbüs
etmişlerdir.
İngilizler,
Kongreyi
Hicaz
Kralı
Hüseyin
vasıtasıyla
düzenliyorlardı. Kral Hüseyin’in tek düşündüğü ise, İngilizler’den alacağı para
idi.
İngiltere bu kongreyi oluşturduktan sonra kongre üyelerine, İngiltere
lehine birtakım beyannameler imzalatacak ve böylece güya Müslüman
müstemlekelerin
Türkiye’ye
karşı
olumlu
düşüncelerini
değiştirecekti.
Hakimiyet-i Milliye bu kongreyi, İngiltere’nin İslam sömürgeleri üzerindeki
hegomonyasını güçlendirme ve böylece kendisinden uzaklaşmaya başlayan
İtalya ve Fransa’ya karşı bir güç gösterisi olarak yorumlamıştır. Bu
sebeplerden dolayı İslam alemi bu kongreyi bir “Hıyanet Kongresi” olarak
nitelemişlerdir.175
173
“İngiltere ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Mayıs 1922, No: 513.
“İhtilal mi İnkilap mı?”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1922, No: 515.
175
“İngilizler Mekke’de Bir İslam Kongresi Topluyor”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No:
186; “Hıyanet Kongresi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No: 186.
174
61
İngiltere ve Batılı Devletler İslam alemini, birkaç vilayete bölerek bir
aşiret haline getirmek istiyorlardı. Bunun içinde onları birbirlerine düşman
ederek, maddi ve manevi tüm iletişim yollarını tıkıyorlardı176. Ancak her şeye
rağmen, Anadolu’daki Milli mücadele ruhu diğer İslam ülkelerini de, kıyama
kaldırmıştır. Böylece içinde bulundukları esaret hayatından kurtulmak için
topyekün mücadeleye
başlamışlardır. Bunun, en güzel örneğini İslam
aleminin, Türk Milli Mücadele hareketine destek vermesiyle görüyoruz.
A. Hindistan
Hindistan İngiliz boyunduruğu altında yaşamasına rağmen Hilafete ve
İslama bağlılığını en çok gösteren ülkedir. 1919 senesinde Hindularla
İngilizler
arasında
yoğun
çatışmalar
çıkmış
ve
kanlı
bir
biçimde
bastırılmıştır177.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi gerek Milli Mücadele döneminde ve gerek
devrimler döneminde, Hint halkı ile olan ilişkilerini sıcak tutmuştur. Her gün ilk
sayfalarında Hindistan ile ilgili haberlere yer vermiştir ve Hindistan’ın ünlü
lideri Mahatma Gandi’yi desteklemiştir. Hindistan da her zaman Türkiye’deki
Milli Mücadele hareketini desteklemiştir178.
Hint müslümanlarının Türkiye ile yakından ilgilenmesi İngiltere’nin
hoşuna gitmiyordu. Bir İngiliz gazetesi “Hintlilerin Türk sevgisinin onları doğru
yoldan çıkardığını” yazmıştır179.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi İngilizlerin, Hindistan halkını
İslamdan
soğutmak için çok çaba harcadığını belirtmiştir. Çünkü, İngilizlerin dünya
176
Eşref Edip, “Anadolu’da İslam Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Mart 1921, No: 135.
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 49.
178
“Hindistan’da Tezahürat”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2.
179
“Hint Müslümanları”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1920, No: 16.
177
62
siyasetinin temelini oluşturan Hindistan, eğer Türkiye gibi milli bir harekete
kalkarsa İngilizlerin menfaatleri bozulacaktı180.
Ancak gerek Türkiye’deki Milli Mücadele hareketi ve İngiliz zulmü
Hindistan’ı artık mücadeleye sevk etmiştir. Hindistan’ın özellikle Hilafeti
desteklemesi İngiltere’yi çok kaygılandırıyordu”181.
Hint Müslümanları, Milli mücadele’nin zor zamanlarında Türkiye’yi hiç
yalnız bırakmamışlardır. Bombay’daki Hilafet komitesinin açmış olduğu
yardım kampanyası da fakir ve orta sınıf müslümanlar arasında büyük ilgi
görmüştü. Bu kaynaktan Ankara’ya ulaştırılan paranın 125.000 sterlin olduğu
bildirilmektedir. Ancak bu yardım Mustafa Kemal tarafından kullanmayarak
Osmanlı Bankası’nda muhafaza edilmiştir182.
Hint müslümanları Cemiyeti Uleması,
Mustafa Kemal’e “Hilafet’in
Halaskârı” (Kurtarıcısı) ünvanını vermişlerdir183. Bu da Hint halkının
Türkiye’ye
olan
bağlılığını
göstermektedir.
Hilafetin
kaldırılması
Hint
müslümanlarını üzmüş olsa da daha sonra Mustafa Kemal ve Türkiye’yi
bağımsızlığın sembolü olarak benimsemişlerdir.
B. Mısır
Osmanlı Devleti’nin, Birinci Dünya Savaşına girmesiyle İngiltere 18
Aralık 1914’te Mısır’ın hamiliğini üstlendi. İngiltere’nin bu süre içinde
Mısır’daki genel sömürge politikası, yönetenleri yönetmekti. Böylece İngiltere
menfaatlerini gerçekleştirmek için yöneticileri kullanarak, bölgede vuku bulan
bütün olaylara hakim oluyordu. Ayrıca İngiltere, Mısır’a nifak tohumları
sokarak halkı birbirine düşürüyordu. Böylece halk yöneticileri de, İngilizleri de
180
“İngilizlerin İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1920, No: 23.
“Hindistan Hareketleri”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920, No: 72.
182
Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, AAM Yayınları, Ankara, 1990, s.
558.
183
“Hilafetin Halaskarı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ocak 1923, No: 674.
181
63
unutup birbirleriyle savaşacaktı184. Bu da, halkın İngiltere’ye karşı bir
harekette bulunmasını engelleyebilirdi. Ancak 1914 senesinden itibaren,
İngiltere’ye karşı Mısır’ın Milli Muhalefet harekatı gittikçe arttı185.
Morning Post Gazetesi Mısır İhtilali’nin gittikçe karışık bir hal aldığını,
halkın Cuma namazı çıkışında İskenderiye sokaklarında “Yaşasın Müstakil
Mısır... Kahrolsun İngilizler” diye bağırıp yürüyüşler yaptığını belirtiyordu186.
Bundan sonra İngiliz Hükümeti bu Milli galeyan sonucunda, Mısırlılarla
bir antlaşma imzalamıştır187. Bu antlaşma ile İngilizler Mısır’ın istiklalini
tanımasalar da, bu kuvvetli galeyanlar Mısır’ın istiklalinin yakın olduğunun bir
göstergesiydi.
Zağlul Paşa, İngilizlerle Mısır’ın istiklali üzerine görüşmelerde bulundu.
Ancak sonuçlar olumsuz idi. Çünkü İngiltere en önemli sömürgelerinden biri
olan
Mısırdan
vazgeçmek
istemiyordu.
Tabiki
Mısır’da
İstiklalinden
vazgeçmek istemiyordu.188 Böylece, İngiltere ile Mısır’ın arasındaki uçurum
daha da genişleyecekti189.
Mısır Meselesi Şark meselesinin önemli bir parçası olduğu için, bu
mesele İngilizlerin beynine bir kabus gibi çökmüştü ve İngiltere Mısır’ı
memnun etmedikçe bu meselenin çözülmesi zordu190.
Ancak
yoğun
direnişlerden
sonra
Mısır,
28
Şubat
1922’de
bağımsızlığını ilan etti191. Mısır bağımsızlığını, Süveyş Kanalı’nın ve
Mısır’daki
yabancıların
haklarının
savunulmasını
üzerine
192
Sudan’daki kontrolü elinde tutmak şartıyla kabul etti
almak
. Hakimiyet-i Milliye
184
“Hintli Bir Mücahidin Din Kardeşlerine Hitabı”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Nasan 1920, No: 24.
“Mısır Meselesi ve İngilizler”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Ağustos 1921, No: 263.
186
“Mısır ve Alem-i İslam”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2.
187
Anlaşma maddeleri için bkz. “Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1920, No: 11.
188
“İngiltere ve İslam Müstemlekeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1921, No: 164.
189
“Mısır’da Uçurum Gittikçe Sertleşiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Temmuz 1921, No: 248.
190
“Mısır Meselesi Ne Şekle Girmekte?”, Hakimiyet-i Milliye, 8 Ağustos 1921, No: 258.
191
“Mısır İstiklalini İlan ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446.
192
Uçarol, a.g.e., s. 442.
185
ve
64
Gazetesi Mısır’ın bağımsızlığını şu şekilde değerlendirmiştir: “İngilizlerin
Mısır’a vermek İstedikleri yalnız “İstiklal” kelimesidir”193. Aslında bu çok doğru
bir tespit olmuştur. Çünkü, İngiltere her ne kadar Mısır’a bağımsızlık vermiş
gibi gözükse de, kendi ülkesinin menfaatleri için bunu kabul etmesi zordur.
Çünkü Mısır, İngiltere’nin en önemli sömürgesi olan Hindistan’a giden yolda
bulunuyordu. Burada, İngiltere kendi istediği bir şahsı Mısır’ın başına
getirerek, istediği politikaları uygulattıracaktır.
C. Irak
Birinci Dünya Savaşı’nı bu bölgede sona erdiren Mondros Mütarekesi
imzalandığında, Irak (Musul hariç) İngiliz işgali altına girmiş bulunuyordu.
San-Remo Konferansı’nda da Irak İngiliz mandasına verildi. İngiltere petrol
yönünden zengin yataklara sahip olan, aynı zamanda İmparatorluk yolunu
Akdeniz kıyılarından Basra Körfezi’ne karadan birleştiren Irak’a tam egemen
olmak istiyordu. Ancak Irak’ta da İngiliz karşıtlığı hat safhaya ulaşmıştır. Buna
rağmen İngiltere, bir türlü Hindistan’ı Mısır’a bağlayan Irak kıtasını elden
çıkarmak ve petrolü kaybetmek istemiyordu194.
Ancak Irak halkı İngilizlerin, menfaatleri uğruna Irak’ta ne kadar cami,
mabet, medrese varsa hepsini bombaladığını ve insan etinin ve kemiğinin
birbirine karıştığını belirtiyordu. Irak halkı İngilizlerin petrol hevesi yüzünden
yok edilmişti195.
İngiltere Irak petrollerine sahip olabilmek için 1921’de Emir Faysal’ı
krallığa getirmiştir. Buna en çok karşı çıkan menfaatleri zedelenen Fransa
oldu196.
193
“Mısır İstiklali ve İngiliz Arzusu”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mart 1922, No: 448.
Uçarol, a.g.e., s. 445.
195
“Irak ve El-Cezire’de Vaziyet”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Mart 1921, No: 132.
196
“Suriye’de İngiliz Tahrikatı”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156.
194
65
İngiltere 1922 yılında Irak’taki kontrollerini gevşeten anlaşmalar yaptı.
Bu arada İngiltere ile Türkiye arasında Musul sorunu halldedilememiştir.
Ancak çetin mücadelelerden sonra malesef Türkiye’nin Misak-ı Milliden taviz
vermesi ile 1926’da imzalanan Ankara antlaşmasıyla Musul Irak’a bırakıldı.
Daha sonra İngiltere, Irak halkını ve petrolü kaybetmek istemediği için 30
Haziran 1930’da Irak’ın bağımsızlığını tanıdı197.
D. İran
İngiltere, Rusya ile 1907’de yaptığı antlaşma ile Güney İran’ı nüfuz
alanı içine almıştı. Savaştan sonra tek başına İran’da nüfuz kurmak istedi. Bu
amaçla 9 Ağustos 1919’da Ahmet Şah ile bir antlaşma imzaladı. Yalnız bu
antlaşma ile Şah’ın yetkilerini adeta İngiltere satın almıştı. Ancak bu
muahede İran Meclisi tarafından onaylanmadı. Bunun üzerine İran
Bolşeviklerle yakınlaştı. Ancak daha sonra Şah Londra’ya gitti198.
İngilizlerin, İran’da Şah’ı kullanarak nüfuz oluşturma çabaları, 1920
yılında imzalanan İran-Rus Mukavelenamesi199 ile son bulacaktı ve İran’daki
İngiliz siyaseti tamamen iflas edecekti. İngiliz basını: “İngiliz askerleri İran’dan
çekilecektir” diye belirtse de, İran İngiltere’nin bu blöfüne kanmamıştır.
Bu sırada Türkiye’nin Ermenistan ile bir antlaşma imzalaması, İran ve
Rusya ile de imzalayacak olması İngilizleri memnun etmemişti. İngiliz
matbuatı dişlerini gıcırdatarak İran’daki İngiliz nüfuzunun mahvolduğunu itiraf
etmektedir200. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’da bunu teyit etmektedir201.
197
Uçarol, a.g.e., s. 446.
“İran, Şah, İngiltere”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat 1921, No: 120.
199
Yapılan antlaşmanın maddeleri şu şekildedir: “1- Rusya, Çarlık zamanında İran’ın verdiği bütün
imtiyazlardan vazgeçiyor 2- Rusya Devlet Bankası savaş sırasında İran’ın uğradığı zararları
karşılayacak 3- 1919’da imzalanan İngiliz-İran mukavelesi fesh olundu 4- İran’da bir savaş olursa
Rusya asker gönderebilecekti. Rusya, artık bütün milletlerin hukuk ve istiklaline saygı gösterme
siyaseti izliyordu”.“İngiltere-İran- Sovyet Rusyası”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921, No: 145.
200
“İngiltere-İran- Sovyet Rusyası”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921, No: 145.
198
66
III. İNGİLTERE’NİN MİLLİ MÜCADELE HAREKETİNE KARŞI TAVRI
VE FAALİYETLERİ
İngiltere, XX. yüzyıl başlarında Dünya’nın en büyük sömürgeci
devletlerinden birisi idi. Bu dönemde uluslararası ilişkilerini genellikle
sömürgecilik
mantığıyla
hareket
ederek,
kendi
menfaatlerine
göre
düzenliyordu. XX. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, Ortadoğu’nun en geniş
ülkesi idi. Osmanlı Devleti, hem çeşitli zenginlikleri hem de İngiltere’nin en
önemli sömürgesi olan Hindistan yolu üzerinde bulunması sebebiyle
İngiltere’nin
kendi
menfaatleri
gereği
dikkatle
izlediği
bir
devlet
durumundaydı. Bu nedenle İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra
Anadolu toprakları üzerindeki menfaatlerini gerçekleştirecek politikaları
uygulamaya çalışıyordu202.
İngiltere açısından Anadolu hakimiyetinin gerçekleşmesi için her şeyin
yolunda gittiği bir sırada, Anadolu’da Türk milleti tarafından Mustafa Kemal’in
önderliğinde Millî Mücadele adında, yabancı işgal ve boyunduruğunu
reddeden ve bağımsız bir Türk Devleti kurmayı amaçlayan bir hareket
başlatılmıştı. Dolayısıyla, İngiltere için bu noktada en büyük engel Millî
Mücadele idi. Bu sebeple Millî Mücadele hareketinin
başarıya ulaşması
engellenmeliydi.
Girişilen bir savaşta karşı tarafın yapmayı planladığı işleri önceden
haber alarak, gerekli tedbirleri zamanında alabilmek, şüphesiz bilgilere sahip
olan tarafa büyük avantajlar sağlar. Bu bilgileri elde edebilmek de; ancak
casusluk alanında yapılacak faaliyetlerle mümkün olabilir. Bu sebeple
İngiltere, millî hareketin başarısız kılınabilmesi için, onun gerçekleştirmeyi
201
İran Şahı Tahran parlamentosunda İngiliz İttifakının fesh edildiğini ve Ruslarla yeni bir itilafname
imzalandığını tebliğ eylemiştir. Bu suretle zavallı İran asırlarca nüfuzu altında bulunduğu İngiltere’yi
üzerinden silkip attı. “İran İngiliz Boyunduruğundan Kurtuldu”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ağustos
1921, No: 260.
202
Öke, a.g.e., s. 15.
67
planladığı işleri önceden öğrenme hususuna büyük önem veriyordu. Bu
amaçla da, Millî Mücadele döneminde Türkiye’de çeşitli şekillerde elde ettiği
değişik ırklara mensup kişiler aracılığıyla birtakım casusluk faaliyetleri
yürütmüş ve istihbarat sistemi kurmuşlardır203.
İngilizler, Anadolu’yu da kontrollerinde tutabilmek için, Türkiye’de
istihbarat çalışmalarına büyük önem vermişlerdir. İlk etapta buradaki
istihbarat çalışmalarını yürütecek bir teşkilât kurma yoluna gitmişler ve
İstanbul’da özellikle Anadolu’daki millî hareket ile onun askerî varlığı
hakkında bilgi toplayabilmek amacıyla
bünyesinde, Ermeni ve Rumların
yanında bazı Türk ve Müslümanların da yer aldığı “Black Jumbo” adında bir
casusluk teşkilâtı kurmuşlardır.
İngilizler, Millî Mücadele döneminde Türkiye’de Black Jumbo’nun
yanında Mister Makri, Komanyos ve Agop Alpoyan idaresinde Sahil
İstihbaratı adıyla bir başka casusluk teşkilâtı daha kurmuşlardır. Bu teşkilatlar
aracılığıyla Türkiye’deki istihbarat faaliyetlerini sürdüren İngilizler, Yunan
İstihbaratı ile de işbirliği içinde çalışmışlardır. Bu faaliyetleri sırasında
özellikle iyi Türkçe bilen Ermeni, Rum ve Musevî asıllı casusları kullanan
teşkilâtın, bol miktarda para harcadığı da bilinmektedir204.
İngilizler, Türkiye’de İngiliz himayesinin kabul edilmesi amacıyla
kurdurdukları ve kendileriyle her konuda tam bir işbirliği içinde çalışan İngiliz
Muhibleri Cemiyetini de bu konuda kullanmışlardır. İngilizlerden aldığı
direktifler doğrultusunda hareket eden bu cemiyet, özellikle millî hareketin
İngiltere aleyhinde gerçekleştirmeyi planladığı faaliyetlere ilişkin gizli bilgileri
elde ederek, İngilizlere vermek amacıyla, casusluk faaliyetlerine başlamış ve
zaman zaman bir casusluk teşkilâtı gibi çalışmıştır.
203
Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Teşkilatının Türkiye’deki Eylemleri, s.
23.
204
Cengiz Dönmez, “Milli Mücadele Döneminde İngiltere’nin Türkiye’de Yürüttüğü Casusluk
Faaliyetleri”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4, 1997, s. 65.
68
İngilizler adına yürüttüğü casusluk çalışmalarını oldukça önemli sayan
ve bu işi profesyonel bir kadro ile yürüten cemiyet, memleket sathında
üyelerinden oluşan ve kimin hangi bölgede hangi yetki ve sorumluluklar
çerçevesinde faaliyet göstereceğine dair kesin kuralların belirlendiği düzenli
bir ağ kurmuştur. İngiltere, Sait Molla’ya kurdurduğu İngiliz Muhibleri Cemiyeti
aracılığıyla, bol paralar harcayarak halkı kandırmaya ve halkın
Millî
Mücadeleye destek vermesini önlemeye çalışmıştır.
Rum, Ermeni ve Kürt sorunlarının kızıştığı bir sırada Serbesti
Gazetesi’nin yazı işleri yönetmeni Sait Molla, 1 Mayıs 1919’da İngiliz Yüksek
Komiserliği Askeri Ataşesi ile uzun süren bir görüşme yapmıştı. Bu
komiserliğin Türklere karşı neden soğuk davrandığını soruyordu. Bu soruyu
yanıtlayan askeri ateşe, bırakışma İngilizlerin kendi müttefiklerine karşı olan
tutumları ve Türkiye’nin Barış Konferansı’nda ağır suretle cezalandırılması
olasılığı yüzünden o güne dek Türkiye ile ilişki kurmanın olanaksız
sayıldığına Türkiye’de, İngiltere’ye hala düşman olan geniş kapsamlı bir parti
bulunduğunu vurguluyordu.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, bu görüşmenin yazılı metnini
6 Mayıs’ta Lord Curzon’a gönderirken, Sait Molla’yı çarpıcı biçimde İngiliz
yandaşı olan Serbesti gazetesinin yazı işleri yönetmeni olarak tanıtıyor ve
şöyle diyordu: “Kendisi, eski Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin damadıdır.
Oldukça zekidir ve din çevrelerinde etkisi vardır”. Amiral Calthorpe, ayrıca
İngiltere’nin Türkiye’yi güdümüne almasının sağlayacağı yararlara da
değiniyordu205.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinin ardından
30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesi’nin sonrasında içine
düştüğü kötü durum, bazı devlet adamlarında devletin bu durumdan kendi
gücüyle kurtulamayacağı düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Onlara göre Osmanlı
205
Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Teşkilatının Türkiye’deki Eylemleri, s.
12-13.
69
Devleti’nin kurtulabilmesi için Avrupa’nın güçlü devletlerinden İngiltere’nin
yardımı gerekli idi. Daha da ileri giderek Türkiye’nin mutlaka İngiliz himayesi
altına girmesi gerektiğini savunan bu kişiler, 30 Mart 1919’da İngiliz Yüksek
Komiserliğine sundukları bir muhtırada şu hususları dile getiriyorlardı:
1. “Avrupa ve Asya’da ister doğrudan doğruya sultanın egemenliği
altındaki ülkelerde, isterse özgür alanlarda İngiltere 15 yıl boyunca
Türkiye’nin yabancılara karşı bağımsızlığını korumak ve iç güvenliğini
sağlamak için gerekli bulduğu yerleri işgal edecektir,
2. Ermenistan diğer büyük devletlerle anlaşacak olan İngiltere’nin
isteğine göre bağımsız veya yarı bağımsız bir cumhuriyet olacaktır,
3. Boğazlarda bütün tahkimât yıkılacak ve buralar İngilizler tarafından
işgal edilecektir,
4. İngiltere’ye bir dostluk nişanesi olarak sultan tarafından Osmanlı
Bakanlıklarına İngiliz müsteşar tayin edilmesine müsaade edilecektir,
5. Ayrıca her vilayete bir İngiliz konsolos tayin edilecek ve 15 sene
süre ile bunlar aynı zamanda Türk valilere müşavir olacaklardır,
6. Parlamento seçimleri ile mahalli seçimler İngiliz konsolosların
gözetimi altında yapılacaktır,
7. İngiltere’nin ister başkentte isterse taşrada malî denetleme hakkı
olacaktır,
8. Anayasa, doğu milletlerinin istidâd ve siyasî kabiliyetlerine göre
sadeleştirilecektir,
9. Sultan, imparatorluğun dış siyasetini yönetmekte kesin olarak hür
olacaktır”.
70
Bazı devlet adamlarının İngilizlere Osmanlı Devleti açısından oldukça
ağır şartlar içeren belgeler sunarak İngiliz himayesi istedikleri bu sırada,
şüphesiz bu durum İngiltere’nin de Türkiye ile ilgili planlarını kolaylaştırıyordu.
Millî Mücadele döneminde Türkiye’de görev yapan ve Türkiye’ye İngiliz
himayesinin getirilmesi için faal olarak çalışan belli başlı İngiliz memurları:
Rahip Robert Frew, Mr. Ryan, General Didds, Albay Rawlinson , General
Milne, Amiral Calthorpe ve Amiral Webb’dir. Bunların amacı da, Osmanlı
Devleti’nin güçsüz durumda bulunması sebebiyle İngiltere’nin güç ve
nüfuzunu en iyi şekilde kullanarak Türkiye’yi İngiliz himayesi altına sokmaya
çalışmaktı206.
Milli Mücadele döneminde, Türkiye’nin İngiliz casusluk faaliyetleri
yanında uğraştığı diğer bir sorun, İngiliz destekli Yunan propagandası idi.
Yunanlıların Anadolu’daki emellerine ulaşmak için önem verdikleri en
önemli araç, propaganda idi. Özellikle mütarekenin imzalandığı sırada İtilaf
donanmalarının
İstanbul’a
girmesiyle
Yunanlılar
bu
propagandalarını
İngilizlerin de yardımıyla doruğa ulaştırmıştır. Amaçları bir taraftan Rumları
kazanmak, diğer taraftan da Avrupa’ya güya kendilerinin Bizans’ta ve
Anadolu’da nüfuzları olduğunu göstermekti. Yunanlıların, mütarekeden sonra
İstanbul’daki propaganda araçları başlıca şunlar olmuştur:
“-Rumca matbuat -Fener Patrikhanesi -Yunan Konsoloshanesi -Yunan
Mümessil Siyasiliği -Yunan Mümessil Askerliği -Yunan Bahriye İdaresi -İzci
Teşkilatı Cemiyeti -Trakya Cemiyeti -Pontus Cemiyeti -Muhacirin CemiyetiCemiyet-i Tüccariye -Asya-yı Suğra Cemiyeti -Cemiyet-i Edebiye”. Bu
teşkilatların hepsi “İstanbul Yunan Siyasi Temsilciliği” tarafından Yunan
propagandasının aleti olarak kullanılmaktadır.
206
Cengiz Dönmez, “Milli Mücadele Döneminde Türkiye’de Görev Yapan Bazı İngiliz Memurlarının
Türkiye’yi İngiliz Himayesi Altına Sokmaya Yönelik Faaliyetleri”, G.Ü. Gazi Kastamonu Eğitim
Dergisi, C. 3, S. 4, 1997, s. 63-64.
71
Mütarekenin
ilk
günlerinde
İtilaf
sansürü
Rum
gazetelerine
dokunmuyordu. Fakat Türkçe gazetelerine İtilaf sansürü bütün şiddetiyle
uygulanıyordu. Bu suretle, Rumca matbuat Türkler aleyhinde istedikleri gibi
yazıyordu. Fakat buna rağmen Türkçe matbuat, Türkleri müdafaa imkânını
bulamıyordu.
Yunan propagandasının en tehlikeli yeri İstanbul’daki patrikhane idi.
Patrikhane, siyasi bir konferans ve propaganda ocağı idi. En hararetli
(Panhelenizm) ve Hıristiyanlık taraftarları orada nutuklar vererek İstanbul
Rumlarını tahrik ederlerdi. Örneğin, Giritli Miralay Mazarakis’in kilisede
önemli bir konuşma yapmasının ardından derhal fesler atılarak bütün
Rumların şapka giymeleri karar altına alınmıştı.
Patrikhanenin uzantısı olan önemli bir teşkilat da, İstanbul’daki
Yunan Askeri İdaresidir. Bu teşkilattaki Girit’te eşkiyalıktan yetişmiş Yunanlı
gençler, Müslüman Türklerin başına bela oluyorlardı. İstanbul’da şimdiye
kadar Türkiye Devleti’nin sayesinde servet sahibi olmuş olan Rum zenginleri,
İslam tüccarlarını zarara uğratarak iflasa sürüklemek, piyasayı haksız bir
şekilde ele geçirmeye çalışmak suretiyle Yunanistan lehine ve Türklük
aleyhine propaganda yapmaya çalışmışlardır. Bu tacirler, zaman zaman
Yunan Konsoloshanesinde toplanarak İslam tüccarların zararına kararlar
veriyorlardı. Tiyatro, sinema ve okulları
kullanarak İstanbul’u Yunan
propagandasının ocağı haline getirmişlerdi. Bu durumda eli kolu bağlı olan
İstanbul Hükümeti, gözü önünde yapılan bu faciaları izlemekten başka bir
şey yapacak durumda değildi207.
İngiltere’nin, Türk topraklarını casuslar aracılığıyla ele geçirme fikri,
Yunan propagandasını desteklemesi tamamen Milli Mücadele’yi engellemeye
yönelik bir hareketti.
207
“İstanbul’da Yunan Propaganda Teşkilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mayıs 1921, No: 178.
72
A. Mustafa Sağir Olayı
Gerek Birinci Dünya Savaşı ve gerek Milli Mücadele döneminde Batılı
Devletler, Osmanlı Devleti sınırları içinde ve özellikle İstanbul’da casuslar
kullanarak emellerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Hemen her devletin
casusu, ülke sınırları içinde bilgi toplamak ve entrikalar çevirmek için ortam
hazırlamıştır. İşte böyle bir ortamda İngiltere Osmanlı’yı boş bırakmadı. Millî
Mücadele sırasında da birtakım entrikalar ile bertaraf edemediği Mustafa
Kemal’i en sonunda Mustafa Sağir adlı Hint asıllı bir casus eliyle öldürtmeye
kalkıştı.
Mustafa Sağir’in yakalanması şu şekilde olmuştur: Mustafa Sağir,
otel odasında, görünmeyen mürekkeple işgal kuvvetlerinin İstanbul’daki
İstihbarat Şefi Miralay Nelson’a bir mektup yazar. Mektupta görüşmelerden
bahsederek askerî kuvvetler hakkında çok değerli bilgilere sahip olacağını
bildirir. Ayrıca mektuba, görünen mürekkeple de okunabilen şekilde Ankara
Hükümeti lehine bir yazı yazar. Mektup zarfına, şüphe çekmesin diye Miralay
Nelson’un ismi yerine kullanılan kod adı “Ramiz Bey” yazılır. Mektup,
İstanbul’daki İleri Gazetesin’den Cavid Bey’e gidecek, Cavid Bey’de mektubu
Ramiz Bey’e yani Miralay Nelson’a teslim edecektir. Cavid Bey de İngiliz
İstihbarat Servisinin adamlarındandır. Ancak Teşkilat-ı Mahsusa bu mektubu
ele geçirir ve okur. Böylece casus Ramiz Bey’in Nelson olduğu tespit edilir ve
Mustafa Sağir, Ankara İstiklal Mahkemelerince yargılanmaya başlar.
Mustafa Sağir’in Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanması 1
Mayıs 1921 tarihinde başladı. Yargılamayı yapan İstiklâl Mahkemesi Heyeti,
İhsan Bey, Kılıç Ali Bey ve Hüseyin Bey’den oluşmuştu208. Mustafa Sağir’in
yardımcısı Ferit Cavit de uzun süre sorguda kaldıktan sonra askerler
eşliğinde mahkeme salonuna getirildi209.
208
“İngiliz Casusu Mustafa Sağir’in Mahkemesi Dün Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Mayıs 1921,
No: 174.
209
Mustafa Sağir’in yardımcısı Ferit Cavit, iyi bir eğitim görmüş şımarık bir aile çocuğu olup, hem
İngilizler hem de Fransızlar ile ilişki halinde olan bir kişidir. Ferit Cavit, Fransızlardan ayda 150 lira
73
Mustafa Sağir’in faaliyetlerine geçmeden önce, hayatını ve bu göreve
nasıl
getirildiğini
bilmek
önemlidir. İngilizler,
Hindistan’ın
muhtelif
semtlerinden her beş senede yeterli sayıda Hintli çocuk alırlar ve bunları
eğitim ve terbiye için İngiliz Hükümeti hesabına İngiltere’ye gönderirlerdi.
1889 senesinde Peşaver’de doğan Mustafa Sağir de henüz on yaşında iken
İngiliz memurları tarafından alınarak İngiltere’ye götürülmüştür. Kendisini ilk
önce Londra civarında Breyton kasabasına göndermişledir. Burada özel bir
okulda dört sene eğitim gördü. Ardından Oxford sınavlarına hazırlandı ve
1905 senesinde Oxford’taki Lincoln Koleji’ne girdi. Dört sene eğitimden sonra
buradan diploma almıştır.
Mezun olduktan sonra kendisini Londra’daki Hindistan Nezaretine
göndermişlerdi. Üç asker huzurunda İngiltere’ye sadık kalacağına ve kralın
tacı ve tahtı tehlikeye girse bile, hayatını feda etmekten çekinmeyeceğine
dair Kuran-ı Kerim üzerine yemin etmiştir. 1910 senesinde İngiltere
Hükümeti’nin kendisini Mısır’a göndermesi ile orada Mısır milliyetperverlerinin
ahval ve harekatını oluşturmak için görevlendirilmiştir. Burada kendisine
Mısır’da Arapça eğitimine gelmiş bir Hintli Müslümanın nüfus cüzdanı
verilerek, Mustafa Sağir’in her yere girip çıkması sağlanmıştır. Hatta Mustafa
Sağir milliyetperverlerden Ali Fehmi Kamil ile iyi dost olmuş, bu görev bir
sene kadar devam etmiş ve daha sonra İngiltere’ye dönerek gözlemlediklerini
uzun raporlarla hükümetine bildirmiştir210.
1911 senesinde Hindistan Valisi, bir Hintli anarşist tarafından atılan
bomba ile öldürüldü. Bombayı patlatan kişi hakkında yapılan araştırma
sonucunda bunun Alman okullarında eğitim görmüş bir genç olduğu
maaş alarak onların lehine çalışmış; bu görevi sırasında İngilizler ile Damat Ferit arasındaki ilişkiyi
öğrenip Fransızlara vermiştir. Bu kapsamda, İngilizler ile Damat Ferit arasında imzalanan gizli
antlaşmayı çalmış, Papaz Frew ile Sait Molla arasında yapılan haberleşmeyi elde etmiştir. “İngiliz
Casusu Mustafa Sağir’in Mahkemesi Dün Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Mayıs 1921, No: 174;
Gülmez, a.g.e., s. 416.
210
“Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, No: 175.
74
anlaşılınca İngilizler, Mustafa Sağir’i konuyu araştırması için derhal
Almanya’ya gönderdiler.
Kendisine eğitime gelmiş öğrenci süsü veren
Mustafa Sağir,
tanınmış bir okula devam etmiş ve oradaki mevcut Hintlilerin durumunu
yakından öğrenmeye çalışmıştır. Bu memuriyet, bir buçuk yıl devam etmiştir.
Bir buçuk sene sonra felsefe doktorluğu rütbesini almış ve görevi sona erdiği
için İngiltere’ye geri dönmüştür.
Mustafa Sağir, 1913 yılında dünya seyahatine çıktı. İngiliz Hükümeti
bu suretle yeni yetişen casusuna dünyayı göstermiş ve dünyanın içinde
bulunduğu durumu anlatmış oluyordu. Kasım ayında tekrar Londra’ya
dönecekti.
Hindistan Nezareti kendisini Şark görevine tayin ediyordu. Mustafa
Sağir’in yeni görevi Türkiye, İran ve kısmen de Afganistan durumuyla meşgul
olmak ve buradaki durumdan İngiltere’yi haberdar etmekti. Zira Birinci Dünya
Savaşı’nın başlaması ile Hindistan’ın durumu önem kazanmıştı ve Mustafa
Sağir bu sebeple Hindistan’a gönderiliyordu. Orada bir süre vali ile birlikte
çalıştıktan sonra Hindistan Nezaretinin tavsiyesi ile Erkan-ı Harbiye-i
Umumiyenin İstihbarat şubesinde görevlendirildi ve Londra’ya döndü.
Mustafa Sağir, Birinci Dünya Savaşı’nda önemli roller üstlenmiştir. Son
görevinde bir sene kadar çalışarak çeşitli memleketlerde casus ve
propaganda teşkilatlarıyla uğraşmış ve bir senelik çalışmadan sonra Erkan-ı
Harbiye-i Umumiyenin İsviçre, Stokholm, Danimarka, İspanya, Yunanistan
ve hatta Almanya teşkilatını bitirmeyi başardı.
Teşkilat sona erdikten sonra Mustafa Sağir, İsviçre’de görevlendirildi
ve burada aktif bir rol oynadı. Bütün savaş boyunca İsviçre’de, kendisine Hint
istiklali için çalışan Hintli bir vatanperver süsü vererek nice Türkleri ve
Almanları kandırmış, aynı zamanda birçok kişinin de felaketi olmuştur.
Bundan sonra kendisine Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz İstihbarat
Servisi tarafından önemli görevler verildi. İran ve Afganistan’da İngilizler
75
adına çalıştı. Millî Mücadele başladıktan sonra da Mustafa Kemal’i öldürmek
amacıyla Türkiye’ye gönderilir211.
Mustafa Sağir, mahkemede hangi ülkelerde ne amaçla bulunduğunu
ve Anadolu’ya hangi amaçla gönderildiğini ve buralarda kimlerin İngiliz
menfaatlerine nasıl ve ne kadar yardım ettiğini anlatmıştır.
Mustafa
Sağir
önce,
Müslüman
bir
vatandaş
sıfatıyla
Hint
milliyetperverlerinin arasına sokularak bilgi topladı ve İngiliz istihbaratına
götürdü. Sağir daha sonra Afganistan’da bulundu ve burada İngilizler
aleyhine oluşan faaliyetleri araştırdı. Buradaki görevi, hem İngilizlere hem de
kendisine önemli bir mevki kazandırmıştı. Ardından kendisini, milli mücadele
hareketini ve bu çerçevede yürütülen faaliyetleri öğrenmek için Anadolu’ya
gönderdiler212.
Sağir Ankara’ya saf, mütevâzi, kalbi İslam heyecanıyla çarpan bir
dindar görüntüsüyle gelmişti ve Milli Mücadele hareketine samimiyetle(!)
destek verir gibi görünüyordu. Hint Müslümanlarının kendisine verdiği bir
buçuk milyon altını da, buradaki okullar ve ordu için harcayacağını söylemişti.
Ancak milletleri birbirine katan, milletlerin içine kadar sokulup suikastler
düzenleyen, saraylara ve padişahlara kadar nüfuz eden tecrübeli casus,
Ankara’da daha fazla nefes alamadan yakalanmıştır. Mustafa Sağir,
Ankara’ya Büyük Millet Meclisinin faaliyetlerini ve İngiltere’nin Anadolu’daki
faaliyetlerini tedkik için geldiğini söylemiştir.213.
Mustafa Sağir, İngiltere’nin özellikle yoksul kesimlerdeki gençleri
ailelerinden para karşılığında alıp, daha sonra onları yetiştirerek birer İngiliz
casusu haline getirdiklerini belirtmiştir. Bu gençler yetiştirildikten sonra İngiliz
211
“Sağir Kimdir?”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180; Nurettin Gülmez, Kurtuluş
Savaşı'nda Anadolu'da Yeni Gün, A.A.M. Yayınları, Ankara, 1999, s. 415; “Sağir Mahkemesi”,
Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, S. 175.
212
“Casus Mustafa Sağir’in İkinci Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189.
213
“Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, No: 175.
76
kralına sadakat yemini etmeye ve İngiltere için yaşamaya ve ölmeye mecbur
bırakılıyorlardı.214.
Mustafa Sağir, Anadolu’daki İngiliz teşkilatı hakkında da önemli bilgiler
vermiştir. Savaş esnasında İngilizlerin, ilk başta daha rahat hakim
olabilecekleri İstanbul’a yöneldiklerini ve Anadolu’yu ilk etapta ikinci plana
attıklarını belirtiyor. Çünkü, Anadolu’da önemli güç İslamdı ve halkın arasında
daha sağlam ve sarsılmaz bir yapı vardı. Ancak Ruslar, I. Dünya Savaşı’ndan
sonra Anadolu ile yakınlaşınca Anadolu, İngilizler için de önem arz etmeye
başladı ve İngiltere burada istihbarat faaliyetlerini arttırdı215.
Tabii ki İngiltere Türkiye’de faaliyetlerini yürütürken, İngiliz yanlısı olan
kişilerle de temas kurmaya özen göstermiştir. Bunlardan biri de Şerif
Hüseyin’dir. Şerif Hüseyin, Türkiye’de Araplardan oluşan bir teşkilat
kurmuştu. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Şerif
Hüseyin İngilizlerden yüksek miktarda paralar almıştır216.
İngiltere, Anadolu’da kurduğu teşkilatın başına Sir Edward Grey’i
getirmişti. Ancak, Anadolu içinde karışıklık çıkarmak zordu. Sir Grey’e,
Avrupa’dan yüklü miktarda
para aktarılıyordu. İngiltere yaptığı bu
faaliyetlerle, yeni bir Türkiye oluşturacağını ve Çanakkale kapısının kendisine
tekrar
açılacağını,
böylece
Türklerden
intikamlarını
alabilceklerini
düşünüyordu217.
Mütarekeden sonra merkezi İstanbul’da olmak üzere, İngiliz Muhipleri
Cemiyeti adıyla Türkler arasında bir cemiyet oluşturulduğunu görüyoruz.
Mustafa Sağir, bu cemiyetin aslında savaştan önce de var olduğunu
söylüyor. Önce amaçları, İngilizlerle Türkler arasında daimi bir ittifak
oluşturmaktı. Ancak, daha sonra İngilizler bu cemiyetin içine kötü insanları
alınca işler değişmiştir. Örneğin, Damat Ferit Paşa geçmişi pek parlak bir
214
“İngilizlerin Hulul Siyasetinden Bir Numune”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180.
“Casus Mustafa Sağir’in İkinci Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189.
216
“Şerif Hüseyin’in Aldığı Paralar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189.
217
“Anadolu Teşkilatına Kim Memur İdi?”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No: 189.
215
77
adam olmamasına rağmen cemiyete girdi. Mustafa Sağir, Birinci Dünya
Savaşı’ndan önce kendisinin ismini hiç duymadığını söylüyordu. Padişah ve
Damat Ferit, bu cemiyetten çok fazla kağıt İngiliz parası almıştır218ve
Padişahın Anadolu ordusunu mahvetmek için oluşturduğu Hilafet Ordusu,
İngiliz paralarıyla kurulmuştur. İngilizler bu parayı ayrı bir ordu kurulması ve
Anadolu’nun üzerine sevk etmesi için veriyordu219.
Ama İngilizlerin bu faaliyetleri yaparken kullandıkları temel parola: “Biz
Halife ve İslam için çalışıyoruz” idi. Ancak İngilizlerin istediği tek şey,
Müslümanların arasını açarak anlaşmazlık çıkarmaktı220.
Mustafa Sağir, mahkemede önemli açıklamalar yapmıştır. Ancak yine
de hakim, Mustafa Sağir’in bir çok şeyi sakladığını ve mahkemeyi de
yanıltmaya çalıştığını belirtiyordu. Çünkü, Sağir bu sırada barış konferansı
yapıldığı için bu konferanstan olumlu bir sonuç bekliyordu. Barışın
neticesinden
sonra
İngilizlerin
kendisini
isteyeceğini
ve
böylece
yakalanmaktan kurtulacağını düşünüyordu. Fakat buna izin verilmedi.
Sorguda iken
sürekli gazete istiyordu. Buna engel olmak için hakim bir
gazete bastırdı ve bu gazetede barış konferansının dağıldığı ve bizim
kovulduğumuz, aynı zamanda kendisinin tevkif edildiği yazıyordu. Böylece,
barış konferansından ümidini kesti ve tekrar itirafa başladı221. Nihayet yapılan
yargılama sonucunda 23 Mayıs 1921 günü, Mustafa Sağir hakkında
oybirliğiyle, Ferit Cavit hakkında ise oy çokluğuyla idam kararı verildi.
Mahkeme Heyetinden Hüseyin Bey, Ferit Cavit hakkında
idam
kararına
karşı geldi.
Onun serbest bırakılması için İngiliz Yüksek Komiseri Sir H.
Rumbold’un yaptığı başvurulara karşın Mustafa Sağir, Ankara İstiklal
Mahkemelerince yargılanıp ölüm cezasına çarptırılarak idam edildi. İngiliz
Morning Post gazetesi, bu idam kararının yerine getirilmesini “İngiliz uyruklu
218
219
“İngiliz Muhipler Cemiyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190.
“Hilafer Ordusu İçin İngiliz Parası”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190.
“Memleket Evladı Arasına İhtilaf Sokmak”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190.
221
“Sulh Konferansı Başlar Başlamaz Sükut”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mayıs 1921, No: 192.
220
78
bir Müslümanın katli” biçiminde yansıtıyordu. Mustafa Sağir İstanbul’dan
ayrılmadan önce onun işlerini iyi bilen İngiliz Yüksek Komiser Vekili Frank
Rattigan ise, idam kararını “Canavarlık” olarak nitelemediğini bunun sadece
Ankara’nın İngiliz yönetimine karşı beslediği aşırı düşmanlık duygusunun
belirtisi olduğunu 29 Mayıs’ta Lord Curzon’a bildiriyordu222.
İdam kararının infazından önce, Mustafa Sağir, son arzu olarak
İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğuna bir mektup yazar ve bu mektupta: “Bütün
söylediklerim yalandır. Ben son dakikamda dahi görevimi yaptım” demiştir.
Yeni Gün Gazetesi, bu mektup haberini, “Allah’ın lâneti üzerine olsun”
diyerek yayınlamıştır223. Mustafa Sağir’in son nefesinde bile İngiltere’ye bağlı
olduğunu belirtmesi gerçekten ilginçtir.
B. Ali Galip Olayı
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Osmanlı Devleti her
yönüyle İtilaf Devletleri’nin etkisi altına girmişti. Özellikle İngilizler Damat Ferit
Paşa Hükümeti'ne her istediklerini yaptırıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın 19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Amasya Genelgesi’ni yayınlamasının
ardından Erzurum’da kongre çalışmalarında bulunması başta İngiltere olmak
üzere İstanbul Hükümeti’ni de rahatsız etmişti. İngiltere’nin yönlendirmesiyle
Damat Ferit Paşa Hükümeti, 29 Temmuz’da Mustafa Kemal’in yakalanarak
İstanbul’a getirilmesini istedi. Ancak bu gerçekletirilemedi224.
Bu durumun ardından Sivas’ta her ilden bir delegenin katılacağı geniş
kapsamlı bir kongrenin toplanması başta İngilizler olmak üzere İstanbul
Hükümeti’ni de endişelendiriyordu. Böylece İstanbul Hükümeti, Elazığ
Valiliğine atanan Ali Galip Bey’i225 Sivas Kongresi’ne engel olmak ve Mustafa
222
Selahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,
1986, s. 149.
223
Gülmez, a.g.e., s. 417.
224
Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s.558.
225
Kayserin’nin Feyzioğulları ailesinden olan Ali Galip, 1911’de Kurmay Yarbay iken muhalif
tutumundan ötürü istifa etmek zorunda bırakılmış; ancak 1912 yılındaki seçimlerde Kayseri’den
79
Kemal’i tutuklatmak amacıyla görevlendirmiştir. 3 Mayıs 1919’da Elazığ
Valiliğine getirilen Ali Galip, hükümetin kararıyla Mustafa Kemal’e görevinden
azl edildiğini bildirmek üzere 23 Haziran’da Sivas’a geldi. Mustafa Kemal’in
Sivas’a gelmekte olduğunu duyan Ali Galip, tutuklanması için Sivas Valisi
Reşit Paşa’ya baskı yapmış ama bir sonuç alamamıştır226.
Mustafa Kemal Paşa, Sivas’a geldikten sonra Ali Galip ile görüşerek
onu azarlamıştır. Mustafa Kemal yaptığı konuşmada ona şunları söylemiştir:
“...askerler mert olur. Hele Türk askeri civanmert olur. Siz cihanın kabul ettiği
bu kaideye istisna mı teşkil ediyorsunuz? Nedir bu yaptığınız kime hiz
ediyorsunuz? Kime ihanet ediyorsunuz? Emekli asker olduğunuza saygı
gösterip bu kadarla yetiniyorum. Size daha ağır muamelede bulunabilirdim.
Şu kadar ki, aklınızı başınıza almaz, haddinizi tanımaz, dilinizi de
kısmazsanız akibetiniz vahim olur.Yalnız şunu unutmayın ki, Anadolu’da sizin
gibilerin ve efendilerinizin düdüğü ötmez, ötemez.”227 Bu ağır sözlere
rağmen, Ali Galip gece yarısı Mustafa Kemal ile konuşmak ve onu ikna
etmek
için
yanına
giderek
Mustafa
Kemal’e
şunları
söylemiştir:
“Hareketlerimin dış görünüşüne önem vermemenizi rica ederim. Elazığ
Valiliğine gelmekteki maksadım tamamiyle size hizmet etmek idi”. Ali Galip
Sivas’ta bekleyişini de, Mustafa Kemal’in kendisinden talimat almak için
olduğunu belirtir ve onu ikna ederek Elazığ’a gitmesini sağlayacaktır. Kendisi
de Malatya’ya hareket etmiştir228.
Ancak Ali Galip, Dahiliye Nazırı Adil Bey ile 29 Ağustos’ta başlayıp 3
Eylül’de biten bir telgraf yoğunluğundan sonra yeniden Mustafa Kemal’i
tutuklamayı ve bunu yaparken de Güneydoğu Anadolu’dan aldığı silahlı
yardımlarla Sivas Kongresi’ni dağıtmayı kabul edecektir229. Ali Galip, 6
Eylül’de Malatya’ya geldi. Buraya geliş sebebi, Sivas Kongresi’ni basmak için
mebus seçilmeyi başarmıştır. 1914’ten sonra tarım ve ticaretle uğraşmıştır. Bkz. Öke, a.g.e., s. 49;
Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş 1918-1919), s.558.
226
Nutuk, s. 53-55.
227
Yunus Nadi, Ali Galip Hadisesi, Cumhuriyet Yayınları, Ankara, 2000, s. 29-30.
228
Nutuk, s. 59; Nadi, a.g.e., s. 31-32.
229
Öke, a.g.e., s. 49.
80
yanında götüreceği kimseleri buradan temin etmek ve aynı günlerde
Malatya’da olan İngiliz Binbaşı E.W.C. Novill (Neol) Meselesi idi.
3 Eylül 1919’da Malatya’ya gelen İngiliz Binbaşı Novill’e (Noel), bütün
kolaylık sağlanmış ve nüfus cüzdanı dahi İstanbul Hükümeti tarafından
verilmiştir. Onun bu tarihte Malatya’da bulunması Binbaşı Novill (Noel) ile
işbirliği yapacağının göstergesiydi. Binbaşı Novill (Noel), mütareke’nin
imzalanmasının ardından şark vilayetlerinde özellikle Diyarbakır tarafında
dolaşarak, Türkiye aleyhinde propagandalar yapmıştır. Bu defa ise, yanına
aşiret olan Bedirhanilerden Celalet ve Kamuran ve Cemil Paşazade Ekrem
Beyleri
de
alarak
kuşkulandıracaktır
230
Malatya’ya
gelmiştir.
Bu
durum
herkesi
.
Bunun üzerine XIII. Kolordu Kumandanı Cevdet Bey, Novill’in (Noel)
daha önce çıkardığı fesatlıkları bildiği için, Noel’in uzaklaştırılması ve Kürt
liderlerin tutuklanması için Harbiye Nezaretine bir telgraf çekti. 4 Eylül 1919
tarihli bu telgrafta: “Novill’in (Noel) gerek ilk ve gerek bu ikinci seyahati İngiliz
himayesi altında bir Kürdistan teşkili için propagandalar yapmak maksadına
dayanmaktadır. Daha önceki propagandalarında Novill’in (Noel) girişimleri
önlenmişti.Ancak şimdi yüklü miktarda İngiliz parasıyla ve kuvvetli silahlarla
geldiği anlaşılıyor. Malatya’ya gelen Novill (Noel) burada Malatya Mutasarrıfı
Bedirhanilerden olan Halil Bey tarafından karşılanmıştır ve propagandalarını
burada yürütecektir” şeklinde Novill’in (Noel) geliş amacı ve faaliyetleri
üzerinde durulmuş ve önlenmesi istenmişti231.
Ancak Novill (Noel), arkadaşları ve kendi aleyhinde çekilen bu telgrafın
haberini aldı ve kendisi de buna karşılık İngiliz Yüksek Komiserliğine bir
telgraf çekti. Bunun bir suretini Elazığ ve Diyarbakır’a gönderdi ve eğer
kendisine ve yol arkadaşlarına karşı bir davranışta bulunulursa, bunun kötü
sonuçlar doğuracağını belirtti. Ali Galip ise, telgrafı öğrendiği halde, Novill
230
Nadi, a.g.e., s. 59.
a.g.e., s. 60-61.
231
81
(Noel) ve arkadaşlarını koruyacağını bildirmiştir. Ali Galip burada, kendi
amaçları için Kürt önderlerden yararlanmayı istemektedir232.
Ali
Galip,
Malatya’daki
Bedirhanilerle
işbirliği
yaparak
kuvvet
toplamıştır. Ayrıca İstanbul Hükümeti de, Ali Galip Bey’e jandarma kuvvetleri
kurabileceğini
ve
gerekli
parayı
mal
sandığından
harcayabileceğini
söylemişlerdir. Ali Galip Bey’in İngilizler tarafından kışkırtılan aşiretlerle
birlikte Sivas’ı basacağı haberini alan Mustafa Kemal Paşa tedbirler almıştır.
Kolordulara ve vilayetlere Ali Galip’in bu ihanetini bildirmiştir. Halkın da bunu
Padişah nezdinde protesto etmesini istemiştir. Ancak İstanbul Hükümeti buna
engel
olmuştur.Bunun
üzerine
Mustafa
Kemal
Paşa,
valiliklere
ve
mutasarrıflıklara Ali Galip Bey ile Dahiliye Nazırı Adil Bey arasındaki önemli
yazışmayı göndermiştir. Bu yazışmanın içeriğinde, “Ali Galip’e verilen görevin
çok uzadığı ancak Ali Galip’in bu işi kabul ettiğine çok pişman olduğu
belirtiliyordu”. Dahiliye Nezareti, Ali Galip Bey’den bir an önce Sivas’a
hareket ettiğine dair haberler duymak istiyordu233. Fakat Ali Galip, acele
hareket edilmemesi gerektiğini belirten ve derin düşünceler içeren bir cevap
göndermiştir234.
Ali Galip kuşkularında haklıydı. Çünkü XIII. Kolordu Kumandanı
Cevdet Bey, maiyetiyle birlikte Malatya’ya gelen Binbaşı Novill’in (Noel) sinsi
emeller peşinde olduğunu haber veriyordu. Binbaşı Novill (Noel) bölgede
Kürtlere para dağıtarak bir Kürt-Türk çatışması yaratmaya çalıştığı
belirtilmişti. Bu bildirinin yayınlandığı gün Ali Galip, Mustafa Kemal Paşa’nın
Novill (Noel) ve arkadaşları üzerine bir birlik yollayacağı hususunda onları
232
Akşin, a.g.e., s. 564.
Nadi, a.g.e., s. 67-68.
234
Ali Galip’in 8/9 Eylül’de İstanbul Hükümeti’ne gönderdiği telgraf aynen şu şekildedir:”Sivas
ahvalinin tahkikatı için gönderdiğim adamdan henüz haber çıkmadı. Böyle mühim teşebbüslerde en
mühim muvaffakiyet vasıtası, kuvvetten ziyade düşmana dair bilgilerdir. Bilinmelidir ki, vatanım için
hiçbir fedakarlıktan çekinmem. Ürkütmekten korkarak, ahvalden haberdar etmek hususunda
ihtiyatkarlığa lüzum yoktur. Azmim sarsılmaz. Millet ve vatanı sergüzeştçilerin klavuzundan ve
elinden kurtulmak vecibesi karşısında başarısızlığın ölümden beter bir cahillik olmakla kalmayıp,
maazallah kötü neticeler de doğurabileceğini düşünmeli ve ona göre gerekli tamamlayıcı bilgiler
verilmelidir. Kuvvetin miktarı ile hareket zamanını şimdiden kesin olarak tayin edemem. Belki bir
hafta zarfında istenilen yola doğru hareket edeceğimi arz ederim”. Bkz. Nadi, a.g.e., s. 69.
233
82
uyardı. Bu gelişme üzerine Ali Galip, İstanbul Hükümeti’nin ona verdiği
Sivas’a gitme görevi şöyle dursun, Malatya’da dahi güvenlik içinde olmadığını
hissetmişti ve hiç vakit kaybetmeden Novill (Noel) ve yanındakilerle birlikte
Malatya’dan kaçmışlardı. Elazığ’da valilik dahi yapamadan İskenderun
üzerinden İstanbul’a gelebilmiş olmayı büyük bir nimet sayıyordu235.
Ali Galip Olayı’nın bu şekilde sonlanmasının ardından, 4 Eylül 1919’da
toplanan Sivas Kongresi yetkilileri tarafından bu olayla ilgili olarak bir
beyanname yayınlanmıştır. Ancak bunun saraya iletilmesine müsaade
edilmemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey’e şu
telgrafı çekmiştir:
“Ulusun, padişahına düşünce ve dileklerini bildirmesine engel
oluyorsunuz. Alçaklar, caniler, hainler! Düşmanlarla birlik olup ulusa karşı
haince düzenler kuruyorsunuz. Ulusun gücünü ve iradesini anlamaya
gücünüz yetmeyeceğine kuşkum yoktu. Fakat yurda ve ulusa karşı
haincesine ve bütün gücünüzle uğraşacağınıza inanmak istemiyordum.
Aklınızı başınıza toplayın. Ali Galip Bey ve yardakçıları gibi akılsızların
ahmakça vaatlerine kapılarak ve Noel gibi ulusumuz ve yurdumuz için zararlı
olan
yabancılara
vicdanınızı
satarak
işlediğiniz
alçaklıkların
ulusça
yükletilecek sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve
kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı
unutmayınız”236.
Ali Galip Olayı, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin iktidarda kalmak için
yaptığı faaliyetlerin sonucudur. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından
itibaren Damat Ferit Paşa, İngilizlerle birlikte hareket ettiğini her fırsatta
göstermiştir. Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ni toplaması da hem
hükümetin hem padişahın hem de İngilizlerin Anadolu politikalarını
235
236
Öke, a.g.e., s. 51-53; Nutuk, s. 185.
Nadi, a.g.e., s. 78; Nutuk, s. 177.
83
engellemiştir. Bunun sonucunda, Sivas’taki Kongre Genel Kurulu da İstanbul
Hükümeti ile olan ilişkilerini tamamen kesmiştir237.
237
Nutuk, s. 1191.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE SİYASİ GÖRÜŞMELER VE İNGİLTERE
I. SAN REMO KONFERANSI
İtilaf Devletleri, Türkiye ile yapılacak barış antlaşması kararlarının
belirlenmesi için 18–26 Nisan 1920’de San Remo’da toplandı. Bu
konferansta İngiltere’yi Lloyd George, Fransa’yı Millerand ve İtalya’yı da Nitti
temsil ettiler. Konferansta, Paris ve Londra Konferanslarında saptanan
esaslara göre bir antlaşma tasarısı hazırlanacaktı.
San Remo’da bir yandan antlaşmaya son biçimi verilirken, öte yandan
antlaşmanın onayı ve uygulanmasını sağlayabilmek için başta Osmanlı
Hükümeti ve Türk halkı üzerinde ne gibi baskı uygulanabileceği ve Almanya
ile Rusya’nın yıkılması ile ortaya çıkan problemlerin çözümü üzerinde
görüşmelere başladılar. Bu konferansta daha çok Osmanlı Devleti’nin
parçalanmasını ve küçük bir devlet haline getirilmesi söz konusu olduğu
halde
bu
devletler,
Osmanlıların
fikirlerini
bile
almak
lüzumunu
duymamışlardır238. Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, San Remo Konferansı’na
katılan devletlerin her birinin farklı amaçla katıldığını belirtmiştir.
İtalya bir taraftan İngiltere’nin kışkırtması diğer taraftan Rusya’dan
sonra Avrupa’nın en kuvvetli sosyalistleri olan İtalyan sosyalistlerinin her gün
artmakta olan tehditleriyle titrediği için, San Remo’da faal bir siyaset
yapamamıştı. İtalya’nın pasif siyasetinden dolayı sadece “otelci” konumunda
kaldığı, çünkü kendi payına düşen hakları İngiltere ve Fransa’ya kiraya
238
Öztoprak, a.g.e., s. 167-168.
85
verdiği, İtalya’nın sürekli güçlü olan tarafın yanında yer almaya çalıştığı
ortadaydı.
Fransa
ise,
artık
alışıla
gelmiş
tarihinin
ananevi
hatasından
kurtulamadı ve İngiltere’nin tuzağına düşmeye devam etti. Millerand San
Remo’ya gelirken yalnız bir şey düşünüyordu: Versay Muahedesi...
Millerand’ın hâlâ Versay’ı Almanya’ya kabul ettirmek için İngiltere’den destek
almaya çalıştığı, “koltuğunun altında Versay Muahedesi adını taşıyan
koskoca bir cilt” ile sadece Almanlardan alacağı tazminatı, kömürü, Alman
ordusunun miktarı konularındaki isteklerini elde etmek için çalıştığı görülüyor.
İngiltere ise Fransa ve İtalya’ya karşın San Remo’ya, sadece tek bir
amaçla “Türk Muâhedesi’ni Bitirmek” için gitmiştir. Bu amaç için de ilk olarak
İstanbul’u işgal etmiş, Yunanlıları Türklere karşı kullanabileceği bir unsur
olarak görmüş, konferansta sürekli olarak Yunanlıları memnun edecek
kararlar aldırtmaya çalışmış ve alınacak bu kararların da kendi plânları
doğrultusunda
hazırlanırken,
gelişmesine
önem
vermiştir.
San
Remo
muahedesi
İngiltere bir taraftan fiilen İstanbul’da yerleşmeye çalışıyor,
diğer taraftan da muahedeyi kendi planları dairesinde tertip ettirmeye gayret
ediyordu.
Fransa Başkanı Millerand İngiltere’nin bu amacının farkında olmasına
rağmen İngiliz Başkanı Lloyd George’dan bir takım vaatler koparabilmek için
her şeye göz yummuştur. İtalyan Başkanı Nitti de ses çıkarmamaya devam
etmiştir. İngilizlerin San Remo Konferansı’ndaki siyasetlerinin temel hedefi,
Türkiye arazisini tamamen eline geçirmek olduğu anlaşılmaktadır.
San Remo Konferansı aslında Alman meselesinin çözümü için
toplanmış olsa da, mesele bir türlü halledilemiyordu. Ne zaman Millerand
meseleyi Versay muahedesine getirse, Lloyd George hemen gelerek,” Canım
şu Türkiye işinin bitmesi ahrete mi kalacak?” diyerek herkesi öncelikle “Türk
derdinden” kurtulmaya davet ediyordu239. Bu da bize gösteriyor ki, San
239
“San Remo’nun İç Yüzü”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37.
86
Remo’da tek hakim yine “İngiltere” ve tek amaç İngitere’nin menfaatlerinin
gerçekleşmesidir.
San Remo Konferansı’nda Türkler için reva görülen muahede, Birinci
Dünya Savaşın’da mağlup olmuş devletlerle imzalanan muahedelerden daha
ağır şartlar içeriyordu240.
San Remo’da İngiltere, parçalayacağı Osmanlı Devleti topraklarının
taksimini yapmıştı. Bu taksime göre; Çatalca’ya kadar bütün Rumeli
topraklarımızla, Akhisar, İzmir ve Manisa havalisi ve Cezayir-i Bahr-ı Sefid
Yunanistan'a veriliyordu. Şile'den İzmit ve İznik’te dahil olmak üzere
Edremit'te müntehi bir hattın batı tarafındaki bütün Marmara havzasını
uluslararası bir hükümet haline getiriyor; Van, Bitlis ve Erzurum'da başkenti
Trabzon olacak bir Ermenistan oluşturuyordu. Geriye kalan topraklarda ise
yabancı hakimiyeti mevcut olacaktı241.
İngiltere, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde yaptığı bu taksimle,
Yunanistan ve Ermenistan’ı kullanıyordu. Çünkü güçsüz olan bu devletleri
kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için kullanmak daha kolaydı. Buna
rağmen Fransa ve İtalya, İngiltere’ye karşı sert bir tepki gösteremiyordu.
240
“Almanya’ya, Avusturya’ya, Macaristan ve Bulgaristan’a karşıda galipler pek ağır şartlar
yüklediler, ancak bütün bu milletleri toptan yekün kati bir mahve mahkum edecek derecede ağır
değildi, topraklarını aldılar memleketlerini parçaladılar, gayet ağır şerait-i iktisadiye kabul ettirdiler,
fakat neticede müstakil bir millet, her türlü müdehale-i ecnebiyeden masun bir devlet memleketin
şerait-i iktisadiyesinde millet için yaşayabilmek kudreti verecek bir imkan inkişaf bırakılır. Halbuki
bizim hakkımızda tatbik edilen böyle değildir. Esaslı şeraiti az, çok mağlum olan Sanremo Layihası
bize hiçbir şey, hiç imkan-ı hayat bırakmıyor. Bu muahedenin yalnız bir eksiği vardır. Bütün Türkleri
ilk çocuğundan son ihtiyarına varıncaya kadar kılıçtan geçirmek! Belki böyle yapılsa idi daha insani
olurdu çünkü öyle yapıp da ayaklarımıza prangalar takarak, ellerimize kelepçe vurarak müebbet
küreğe mahkum etmek, bizi bu zalim işkence altında öldürmeye karar vermek elbette daha elim ve
daha şeni’dir. Yirminci asırda Avrupa emperyalistleri Kurun-u vustadan daha şen’i bir esaret sistemi
tatbik ediyorlar. Eskiden yalnız insanlar esir olurlardı, şimdi bütün bir millet esir ediliyor ve bütün bir
millet esir olarak kullanılmak isteniyor. Ama evvela biliriz ki, eğer bizi esirler gibi kendileri için
çalıştırmak arzusu olmasaydı San Remo muahedesini yapanların, bütün Türkleri kılıçtan geçirmeye
karar vermeleri ihtimali yok değildi.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Yaşamak İçin”, Hakimiyet-i Milliye,
14 Haziran 1920, No: 38.
241
“ Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32.
87
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 24 Mayıs 1919 tarihli sayısında sayısında
Müttefik Devletlerin San Remo’da aldıkları kararları aynen yayınlamış ve bu
muahedenameyi “Avrupa Zulüm ve İhanetinin En Acı Numunesi” olarak
nitelendirmiştir242.
San Remo Muahedesi baştanbaşa incelendiği zaman görülür ki, başta
İngiltere bulunduğu halde İtilaf Devletleri Türkiye’yi bir taraftan kendi
menfaatlerine göre taksim etmek istemişler, diğer taraftan da Türkiye’yi
tamamen mahvetmiş görünmekten korktukları için bu amacı gizleyerek bazı
ihtiyat tedbirlerine başvurmuşlardır. Bu ihtiyat tedbirlerinde muvaffak da
olamamışlardır. Çünkü mızrağı çuvala sığdırmanın imkanı yoktu. Ve
muahede öyle bir hale gelmiştir ki en cahil insan bile maddelerini şöyle bir
gözden geçirince takip edilen maksadı derhal anlamaya muvaffak olur.
Mesela, sadece hudutlara ait kararlara bakarsak, San Remo Konferansı
harpten sonraki Türkiye’nin hudutlarını çizerken sırf hudut kuralları ile dahi
Anadolu’yu mahvetmiş bulunuyordu. O kadar ki, diğer siyasî, iktisadî ve
hukukî kuralların o fevkalade ağırlıkları bile olmasa, sadece şu hudut kuralı
Anadolu Türklerini mahvetmeye yeterli gelirdi.
San Remo’nun Türkiye hudutları olarak tayin ettiği çizgiler evvela
Anadolu’daki Türklerin çoğunluk itibariyle azalmalarını ve birbirlerinden
ayrılmalarını içeriyordu.
Mesela, Ermenistan adı altında bizden ayrılan geniş sahada, adeta
hiç Ermeni bulunmadığı halde pek çok Türk vardır. Aynı hal İzmir’de de
mevcuttur. Orada da Anadolu Türklerinin en canlı ve en kesif kitleleri
Anadolu’dan ayrılarak tarihin en mecnun emperyalistleri olan Yunanlıların
zulmüne terk ediliyor.
242
San Remo Muahedesinin ayrıntılı metni için bkz. “Yaptıkları Sulh Muahedesi Ne Şekilde?”,
Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32.
88
Diğer taraftan cenubî Anadolu hudutlarında Irak havalisindeki Türkler
de, Halep’in şimalindeki menatıkta sakin olan Türkler de Anavatandaki
Türklerden tefrik edilerek Fransız ve İngiliz saha-i faaliyetine bırakılıyor ki,
burada da onların takip etmek istedikleri siyaset budur.
Rumeli hududuna gelince, bu da Karadeniz ve Çatalca hattından
ibaret bırakılıyor ki bu suretle büyük ve kahir bir ekseriyeti Türk olan Trakya
için de aynı akıbetin muhakkak olduğu aşikardır.243
18 Temmuz 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, San Remo
Muahedesi’nin Türkiye’yi perişan etmek için nasıl müthiş bir suikast vesikası
olduğunu belirtiyor ve Muahede’nin Yunanistan ve Ermenistan’la ilgili
kararlarını yayınlıyordu244.
243
“Türkiye’nin Hudutları”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Temmuz 1920, No: 42.
“Madde 84: Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’da bulunan arazisi üzerindeki kaffe-i hukuk ve
tasarrufatından Yunanistan lehine olarak feragat eder. Bundan başka Türkiye Yunanistan lehinde
olarak İmroz ve Bozca adaları üzerindeki bilcümle hukuk ve salâhiyetlerinden feragât eder.
Madde 85: İşbu ahidnâmenin tarih-i tatbikatını ta’kib eden onbeş günzarfında 27’inci maddenin
birinci kısmının ikinci fıkrasında ta’yin edilenhatt-ı hududu teyid etmek üzere bir komisyon teşkil
olacakdır. Mezkûrkomisyon başlıca devletler tarafından münasib dört âzâ ile Yunanistan ve Türkiye
tarafından ta’yin edilen birer a’zâdan mürekkeb olacakdır.
Madde 86: Yunanistan Hükümeti Yunanistan dahilinde ırk, lisan ve dinnokta-i nazarlarından
ekseriyet-i ahaliden ayrılan menafinin sekene-imuhafazası için bilhassa Edirne hakkında muktazi
görülecek ahkâmın hususî bir ahidnâmeye dercini bi’l-muvaffaka kabul eyler.
Madde 87: Yunanistan hükümetinin taht-ı hükümrânesine vaz‘ olunan araziden dolayı Türkiye
düyunundan der’uhde etmesi lâzım gelen hakimiyet ve niyet işbu ahidnâmenin sekizinci kısmının
(ahkâm-ı maliye)
Madde 88: Türkiye bundan evvel müttefik devletlerin yaydığı gibi Ermenistan serbest ve müstakil bir
devlet olmak üzere tasdik etdiğini beyân eyler.
Madde 89: Türkiye ve Ermenistan ile diğer tarafdan akd-i âlî’ye Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlik
vilâyetlerinde Türkiye ve Ermenistan hududunun ta’yini hususunu Amerika hükümeti reisinin
hâkimlerine tevdî‘ ve müşâ’rülileyhin kararı ile Ermenistan’ın sulu ve deniz’e ve Malazgirt hududa
mücâvir bütün Osmanlı topraklarının mâhiyet-î askerîyeden tecridi hakkında tertib edilebileceği bi’l
cümle ahkâmı kabule muvafakat ederler.
Madde 90: …İşbu ahidnâmenin Türkiye’den nez‘ edilen araziye tatbikatını tazmin eden ahkâm
şimdiden mezkûr arazî hakkında dahî ma’bül tatbik tutulacakdır. Ermenistan’ın taht-ı hükümrânesine
vaz’ olunan araziden dolayı Türkiye’nin düyunundan deruhde edeceği nisbet ve kıymet ile istifade
edebileceği hukukun nisbet ve mahiyeti işbu ahîdnamenin sekizincikısmının (ahkâm-ı maliye)244 ve
244’inci maddeler mucibince te’yid edilecekdir. Bilâhâre icâbında akdolınacak mukavelenâmeler işbu
ahidnâme ile tesviye edilmiş ve ma’rül-zikr arazinin terkî yüzünden husule gelebilen bilcümle
me’seleleri kabul eylecekdir
Madde 91: Ondokuzuncu maddede müserreh araziden bir kısmı Ermenistan’a terk edilirse ma’ül-zikr
karar mevcubince Ermenistan ile Türkiye arasındaki hududu mahallinde taayyüt etmek üzere mezkur
maddede mevzu-î bah-î karardan üç ay zarfından tarz-ı terkibî bilâhare ta’yin edebilecek bir taht-ı
hudud komisyonu teşkil olunacakdır.
244
89
Bu kararlarla, San Remo’nun tek amacının Türkleri bir daha
canlanmamak üzere kontrol altında tutmak olduğunu görüyoruz. Bunun için
de güçsüz Yunanistan ile Ermenistan’ı kullanacaktı.
Ancak
İstanbul’daki
İtilaf
Yüksek
Komiserleri,
Genel
Kurmay
mensupları, bazı İngiliz Bakanları, İtalyan ve Fransız politikacıları, İslam
ülkelerinin sözcüleri ilgililere sürekli olarak gönderdikleri yazılarda barış
koşullarının hafifletilmesi gerektiği konusunda ısrar ediyorlardı.
Örneğin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden W. S. Edmonds,
Türklerle yapılacak barış koşullarının
Hükümeti’nin
Anadolu’ya
hafifletmesi gerektiğini ve Osmanlı
taşınmasının
“bir
tehlike
kaynağı
haline
gelebileceğini” söylüyor ve şunları ekliyordu:
“...Yunanlıların, Trakya ve İzmir’i tutmanın kendilerine kaça mal
olacağını bilmedikleri kanısındayım. Türkler, Edirne ve İzmir’i nefret ettikleri
ve aşağı gördükleri Yunanlılara devretmeyi asla kabullenmeyecekler.”
İngiltere Başbakanı Lloyd George ile Yunan Başbakanı Eleftherios
Venizelos’un etkisi altında kalan Yüksek Konsey, bu uyarı ve önerilere
kulaklarını tıkıyor, beş gün süren görüşmeler sonunda, ileride Sevr’de
Türklere zorla kabul ettirilecek olan antlaşma tasarısının ana hatlarını kaleme
Madde 92: Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan ile hududu âlâkâdar hükümetler tarafından bir itilâfı müşterek dairesinde ta’yin olunacakdır. Eğer herhangi bir suretle âlâkâdar hükümetler 89’uncu
maddede müserrih karar verileceği zaman hududlarını bir itilâf-ı müşterek ile ta’yine muvaffak
olmamış olurlarsa bu hududun başlıca düvel-i müttefika tarafından tayin olacağı ve bu hududun arazi
üzerine çizilmesi selâhiyeti de bunlara aiddir.
Madde 93: Ermenistan, başlıca düvel-i mintıka ile akd eyleyeceği bir muahedeye Ermenistan’da ırk,
lisan ve mezhep itibariyla ekseriyet-i halkından farklı bulunan ahalinin menâfı’ını himâye
hususundada düvel-i mezkûrenin münasib görecekleri ahkâmı idhâl etmeye kabul ve muvafakat”
eder. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi San-Remo Konferansı ile ilgili yayınladığı haberlerde özellikle
Ermenistan ve Yunanistan ile ilgili haberlere yer vermiş ve konferansta alınan kararlarda da
Ermenistan ve Yunanistan ile ilgili olan maddeleri aynen nakl etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. “ San
Remo Muahedesi, Yunanistan ve Ermenistan” Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 18 Temmuz1920, No:
47.
90
alıyor; Büyük Yunanistan düşü peşinde koşan Lloyd George ile Eleftherios
Venizelos’u memnun ediyordu245.
San Remo’daki barış koşulları Ankara ve İstanbul’da açıklanır
açıklanmaz bütün Türkiye yasa bürünmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nu
ölüme mahkum eden bu koşullar, özellikle Türk aydınları arasında tepkilere
yol açmıştır. Avrupa’nın insafsız saldırısı karşısında Türk halkı tek kurtuluş
umudu olarak yönünü Ankara’ya çevirmiştir246.
Antlaşma koşulları Büyük Millet Meclisi’nde büyük bir tepkinin
oluşmasına neden oldu. Herkes Avrupa’nın yaşama alanı bırakmadığını
belirtilerek, İngiltere'nin zulüm ve hıyanetini dünyaya dayatmak isteyen
zalimlerin yüzlerine, bu belgeyi bir paçavra gibi fırlatmıştır247.
Saruhan Milletvekili Mustafa Necati, San Remo’da alınan kararların
İngiliz siyasetinin gerçek yüzünü ortaya çıkardığını belirtmiştir ve özellikle
İngiliz Başbakanı Lloyd George’u “İnsanlığa herkesin utanacağı bir belge
sunmakla” suçlamıştır. Sözlerine devam eden Mustafa Necati: “Bu
antlaşmaya asla itaat etmeyerek, ona var gücümüzle karşı koyacağız”
demiştir.
Onun ardından söz alan Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa,
oturuma şu sözlerle son vermiştir: “...tüm ulusumuzun duygularını yansıtan
bu
heyecan
ve
üzüntüyü
yitirmeden,
bizi
ölüme
mahkum
eden
245
Yunan Başbakanı Venizelos, San Remo’da alınan kararlardan o kadar çok memnun kalmıştır ki, 26
Nisan 1920’de İngiliz Başbakanı Lloyd George’a gönderdiği içten bir mektupta, Yunanistan’ın ulusal
birliği için yaptığı her türlü yardımdan ötürü teşekkür ediyordu. Lloyd George ona Yunan
zenginlerinden Sir John Stavridi aracılığıyla gönderdiği karşılıkta, Büyük Yunanistan’dan
beklediklerini sayıyor; “eski uygarlığının kültürünü genç kuşaklarının zindelik ve ruhuyla
birleştirerek, Yakın Doğu’da bir düzen, barış ve ilerleme aracı biçimine geleceğine inandığını ve
böylece Venizelos’un bu ülkeye değerli desteğini boş yere vermemiş olduğunu kanıtlayacağını”
bildiriyordu. Ayrıntılı bilgi için bkz. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 75-77.
246
Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 80.
247
“Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32.
91
düşmanlarımıza karşı daha dirençli ve daha etkin biçimde direnme yolları
aramak amacıyla oturumu erteliyorum”248.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi içte ve dışta konferansa karşı oluşan
tepkileri şu şekilde dile getirmiştir:
“...San Remo Konferansı dünyaya maskara olmak için gelmişti ve
hakikaten de öyle oldu. Arzın tanıdığı hiçbir muahede, hiçbir vesika-i tarihiye
yoktur ki, bu derecelerde bedbaht mukadderata sahip olsun, daha dünyaya
ayak basarken her taraftan hakaret ve aşağılanma ile karşılansın.
Muahedeye
imza
koyan
İtalyanlarla,
Fransızlar
muahede
henüz
neşredilmeden evvel bunun şiddetle aleyhinde bulunmaya başlamışlardı ve
kısa bir zamanda görüldü ki bu muahedenin hiç taraftarı yoktur. Filhakika
İngiltere’nin yarısı, eski Yunanistan’ın çoğu bu muahedenin aleyhindedirler. O
halde muahedenin en hararetli taraftarları Türklerin pek şiddetli iki düşmanı
olan Lloyd George ile Venizelos’tan başka taraftarı yok demektir. Ancak en
memnuniyet verici taraf şudur; suikaste maruz kalan Türkler, kurulan tuzağa
düşmemişler, vaktinde uyanmışlar ve ayaklanmışlardır. Aynı zamanda
İstanbul’daki hainler hıyanetlerinden korkarak suikastın yapıldığı sırada
katillerden ayrılmışlar, korku ve endişe içinde, titreye titreye bir kenara
çekilmişlerdir. O halde artık hiç tereddütsüz iddia edebiliriz ki: San Remo,
bütün dünyanın hakaret ve hücumu karşısında mahvolup gidecektir”249.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi konferansın bitişini ve Türk halkının alınan
kararlara karşı izleyeceği yolu şu şekilde değerlendirmiştir:
“... Ne kadar basit bir oyun. San Remo Konferansı bitti. Bu esnada
İngiltere İstanbul'da istediği gibi oynadı. Muahede, İngiltere'nin yarınki fedaisi
olmaya hazırlanan Yunanistan ve Ermenistan'da, her sersem dimağı
kamaştıracak bir şekil aldı, hatta bizzat Fransa ile İtalya dahi tuzağa düştüler
fakat şu Versay Muahedesi yine bir türlü halledilemedi. İstanbul'u işgal eden
248
“Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1920, No: 32;
Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 80.
249
“San Remo’nun Akibeti”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Temmuz 1920, No: 50.
92
İngiltere, mebuslarımızı katil ve haydut yakalar gibi yakalayarak Malta'nın
zindanlarına gönderen İngiltere, padişah sarayını “Diritnotların” (harp gemisi)
toplarıyla tehdit eden o , Türkleri birbiri aleyhine sevk için silah ve para
dağıtan yine o, satın aldığı ağızlarla İstanbul'da "İngiliz himayesi"
propagandası yaptıran da yine o, fakat dikkat ediyor musunuz? Bizimle
mücadele yapmayan resmen bîtaraf duran da yine kendisidir! San Remo
Konferansında Kilikya'yı Fransa'ya, Antalya ve havalisini İtalya'ya verirken
kendisi için bir şey almıyordu. Çünkü almak istediği bütün Osmanlı ülkesi idi
ve istiyordu ki bunun için evvela biz Türkler Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar,
Ermeniler ve hatta birbirimizle vuruşalım, kırılalım, sonra da meydan İngiliz
süvarileri için boş kalsın kendisi ortada gözükmesin, başkaları onun hesabına
çalışsın, sonra da her şey pişmiş olduğu halde önüne gelsin! İşte San Remo
Konferansı’nın manası bundan ibaretti ve bunda şimdiye kadar herkes
İngiltere'nin istediğini yapmış oldu.
Bununla beraber İngiltere'nin tuzağı ne kadar mahirane olursa olsun
San Remo Konferansı’nın doğurduğu muahede yaşamayacaktır. Fransa ile
İtalya anlasa da anlamasa da Türkler kendilerini kurtaracaklar, bundan
kimsenin şüphesi olmasın. Dünyada İngiltere'nin tuzağına düşmekte
körcesine ısrar eden milletlerin adedi pek azalmıştır. Ve bunlar da bu
körlüklerinin cezalarını bugün birer birer görüyorlar. İngiltere’yi anlamış, onun
siyasetini tanımış, bütün şu mazlum beşeriyeti tehdit eden geçmiş ve gelecek
felaketlerin âmillerini keşfetmiş milletler ise birden, ondan çok fazladır. Türk
milleti bunların başında bulunuyor”250.
II. SEVR PROJESİ
Sevr Antlaşması, XIX. yüzyıldan bu yana süren Şark Meselesi’nin
sonucu olarak değerlendirilmiştir. XX. yüzyıla girerken XIX. yüzyıldan kalan
250
“San Remo’nun İç Yüzü”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37.
93
sorunların ortadan kaldırılması şart olmuştu. Birinci Dünya Savaşı da XIX.
yüzyılın hesaplarının bir sonucudur. Birinci Dünya Savaşı sonunda galip
devletlerin, Osmanlı Devleti’ni paylaşma planlarının uygulama yeri Sevr idi.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki sınırların düzenlenmesi dikta yolu ile
gerçekleşmiş, dolayısıyla bu durumun düzeltilmesi yeni bir mücadeleyi
zorunlu kılmıştır. Mağlup ülkelere zorla dikte ettirilen barış antlaşmaları doğal
olarak tepki doğuracak, Ortadoğu’da ilk tepkiyi de Mustafa Kemal
liderliğindeki Türk milliyetçileri verecektir251.
Bu antlaşmayla İngiltere dört yıllık kanlı savaşla kazandığı büyük
zaferin meyvelerini toplayacaktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması
süreci bu antlaşmayla taçlandırılacak ve antlaşmadan aslan payını İngilizler
alacaktı. Ayrıca Sevr antlaşması, muzaffer Avrupa’nın ortak iradesi sayılıyor
ve İngiltere Avrupa’nın iradesine karşı baş kaldırılamayacağını bütün Doğu
halklarına
ispatlamak
zorunluluğu
duyuyordu.
Yoksa
Türklerin
başkaldırmaları, boyunduruk altındaki uluslar için bir örnek olacak, uzun süre
İngiliz
Sömürge
İmparatorluğu’nu
da
sarsacak
diye
ciddi
kaygılar
duyuluyordu. Buna boyun eğmek, Türklerin bağımsız bir ulus olarak tarih
sahnesinden silinmesi demek olacaktı. Fevkalade sert ve haysiyet kırıcı olan
Sevr Barışı şartları, bilhassa Lloyd George tarafından, Türkiye’nin Almanlar
cephesinde harbe girmesiyle harbi iki yıl daha uzattığı ve İngiltere’ye büyük
can ve mal kaybına sebep olduğu gerekçesine dayandırılmıştı252.
Müttefik Devletler tarafından hakkımızda evvela Londra'da ve Paris'te,
sonra San Remo’da uzun müzakere ve münakaşalarla hazırlanan sulh
muahedesi
nihayet
Paris'te,
Türkiye'nin
değil,
Damat
Ferit'in
sulh
murahhaslarına tebliğ edildi ve Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 tarihinde
imzalandı. Bu muahedenin metni, gerek Anadolu Ajansı’yla ve gerek
251
252
Kırkpınar, a.g.e., s. 189.
Jaeschke, a.g.e., s. 252.
94
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde neşr edildiği kadarıyla yeterli derecede fikir
verebilir253.
Sevr Antlaşması’nın (433) maddelik 13 bölümden oluşan önemli
hükümleri özet olarak şu şekildedir:
Osmanlı Devleti’nin ülke egemenliği geniş ölçüde kısıtlanıyor, Osmanlı
ülkesi olarak, İstanbul (bazı şartlara bağlı kalmak üzere) ile Anadolu’nun ufak
bir parçası kalıyordu. İzmir bölgesi şeklen Osmanlı egemenliğinde kalmakla
beraber, bu egemenliği kullanma hakkı Yunanistan’a devrediliyor ve mahalli
bir
meclis
ileride
adı
geçen
bölgenin
Yunanistan’a
katılmasını
kararlaştırabiliyordu. Edirne, Trakya Bölgesi, İmroz ve Bozcaada da dahil
olmak üzere bütün Boğaz önü ve Ege adaları Yunanistan’a bırakılıyor,
Çanakkale ve İstanbul Boğazları, gerek barış, gerek savaş durumlarında
bütün devletlerin ticaret ve savaş gemilerine açılıyor ve Boğazlar bölgesinin
kontrolü İstanbul Hükümetinden müstakil olarak faaliyet gösterecek, kendine
mahsus bayrağı, bütçesi ve teşkilatı bulunacak bir komisyona terk ediyordu;
Fırat nehrinin doğusunda ve kurtulacak olan bağımsız Ermenistan’ın
güneyinde yer alan ve Kürt unsurunun çoğunlukta olduğu bölgelere mahalli
muhtariyet tanınıyor ve ileride Milletler Cemiyeti Teşkilatının Meclisi adı
geçen bölgelere bağımsızlık verebiliyordu; Doğu Anadolu illerinde bağımsız
ve hür bir Ermenistan devleti kuruluyor. Osmanlı Devleti’nin askeri gücü kayıt
altına alınarak azaltılıyor254.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi de, mevcut muahede şartlarını ve bu
şartların
vatan
toprakları
üzerinde
nasıl
uygulanacağını
şu
şekilde
belirtmektedir255:
253
“Sulh Muâhedesi Muvâcehesinde Biz ve Damat Ferit Kabinesi”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mayıs
1920, No: 33.
254
Gönlübol, a.g.e., s. 18; “Avrupa Zulüm ve Hıyanetinin En acı Numunesi”, Hakimiyet-i Milliye,
24 Mayıs 1920, No: 32.
255
“Sulh Muâhedesi Muvâcehesinde Biz ve Damat Ferit Kabinesi”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mayıs
1920, No: 33.
95
“Bu muahedeye göre, Rumeli’de artık bir karış Türk toprağı
bırakılmıyor. Salibiler nihayet “Türkler’in Avrupa’dan Asya'ya tard” programını
son
noktasına
kadar
tatbik
kararını
veriyorlar.
İngiltere,
kendisi
müttefiklerinden ayrılıp ortaya açıkça çıkamadığı için, Yunan'ı ileri sürüyor ve
ta (Çatalca) ya, İstanbul’dan bir top atımı mesafeye kadar koca Trakya
Yunanistan'a terk ediliyor. (Gelibolu)'da, bu ecdadımızın Avrupa da ilk ayak
bastıkları mübarek topraklarda Yunanlıların uğursuz bayrağı dalgalanacak
imiş. (Avrupa) o kadar hırsını yenemiyor ki, bizi Asya'ya kovduktan sonra
orada da gaddarane takip ediyor. Marmara’yı "Boğazlar İdaresi" namı altında
uluslararası bir hükümet çemberiyle çeviriyor. Bursa ile Mudanya arasında
ecdadımızın eski topraklarında hudud çizilecek. Evet, rüya değil, hakikat,
sınır oraya geldi. Bizi Marmara'dan, mavi renkli bizim gölümüzden
uzaklaştıracaklar. Allahım en güzel bir havasına, en tatlı manzarasına açılan
(Adalar denizi) sahillerimizi Milas Yunan'ın mülevves Yunanın mütefessih
vücuduyla
tıkıyorlar.
(İzmir)
ebediyen
bize
veda
ediyor.
(Anadolu)
havasızlıktan boğulacak! (Trabzon)'un (İsviçre)'ye benzeyen ve karış karış
işlenen sahilleri dünyanın en çalışkan ahalisinden cebren alınıp bir avuç galiz
baykuş Ermenilere verilecek. O Ermeniler ki onların "hunhar" bir kavim
olduklarını İngiliz hariciye nazırı Lord (Curzon) bir kaç ay evvel resmen ve
alenen nutkunda söylemişti. O Ermeniler ki onlardan bu yerlerde bir tek kişi
bulunmadığını (Lloyd George) defaatle itiraf etmişti. (Erzurum), bu atalar
yurdu, atalarımızın bu ilk göçtükleri konak, pûlâd seciyeli serhaddimiz yine
salib kolu Ermenilerin buyruğuna sokuluyor. Adanamızın şarkını hala
kahramanca dövüşen (Antep), (Maraş) ve (Urfa)mızı, (Mardin)imizi elimizden
alıyorlar ve daha...”
Kısacası;
Sevr
Muahedesi’nin
içeriğindeki
maddelerden
şunu
anlıyoruz: “Sulh muahedesi Türklerin arazisini şarkta da garpta da tamamen
96
parçalıyor ve Türklere bağımsız ve hür yaşayabilecekleri hiçbir yaşam hakkı
sunmuyordu”256.
Büyük Millet Meclisi’nde yapılan müzakerelerde de, muahedeyle ilgili
olumsuz görüşler aktarılmıştır. Sevr Antlaşması’nın maddeleri hakkında,
İngiltere ve Damat Ferit hakkında eleştirilerde bulunmak konusunda adeta
birbirleriyle yarış ediyorlardı.
Bu muahede için, Karahisar-ı Şarkî milletvekili Nebil Efendi, alaycı bir
edayla: “Çok emek etmişler; Türkiye’nin artık var olmadığını söyleseler daha
iyi ederlerdi.” diyerek durumun vahametini alaycı bir dille dile getirmiştir257.
Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa TBMM’ye gönderdiği
telgrafta,
Sevr
Antlaşması’nın
imzalanmasına
karar
verenler
ve
imzalayanların hepsini vatansız ve vicdansız olarak niteliyor ve bu kişilerin
hepsinin meclisten çıkartılacak bir kanunla vatan haini ilan edilmelerini teklif
ediyordu258.
Bu muahedenin imzalanmasından sonra, Damat Ferit’in İngiliz yanlısı
politikası net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu olumsuz muahedenin
imzalanmasına vesile olan Damat Ferit Paşa, bu sevinci fazla yaşayamamış
ve görevinden istifa etmiştir. Hakimiyet-i Milliye buna binaen: “Aslında, Damat
Ferit’in görevden ayrılması çok önemli bir olay değildir. Çünkü, bizim asıl
düşmanımız İngilizlerdir. Bütün bu değişimler de onların fırıldağıyla dönüyor.
Bizim
bundan
çıkarmamız
gereken,
bu
istifanın
arkasındaki
İngiliz
parmağının bununla ne kast ettiğini öğrenmektir” diyor259.
Sevr
Muahedesi
imzalandığı
sırada,
Sultanahmet
meydanında
İngilizlerin teşvikiyle, görünürde sulh muahedesini protesto için ama aslında
İngiliz himaye ve idaresini istemek için bir miting düzenlenmiştir. Mitingde
256
“Öldürücü Muâhede Hakkında Yine Avrupalıların Nokta-i Nazarı ve Türkiye Muâhedesinin
Tatbiki”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Mayıs 1920, No: 34.
257
Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 77-78.
258
TBMM Zabıt Ceridesi, C.3, TBMM Matbaası, Ankara, 1981, s. 333.
259
“Damat Ferit’in Sükutu”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Ekim 1920, No: 67.
97
İngiliz yanlıları “İşte memleket sulh muahedesiyle parçalanacak. Gelin,
İngiltere himayesini isteyelim...” şeklinde bir konuşma yaptılar. Fakat halkın
gazabı karşısında bu zavallı İngiltere dostları kendilerini zor kurtarmışlardır.
Bu olaydan sonra şunu söyleyebiliriz; memlekette İngiliz siyasetinin ve
himayesinin yaptıklarından
sonra,
bunu
destekleyenler
ya
vicdansız
vatansızlardır yahut akılları olmayan kimselerdir ve onlara denecek bir şey
yoktur. Ancak İngiliz siyasetinin, Türkiye’yi ezmek, yok etmek üzerine olduğu
alenen ortaya çıkmıştır. Bu nedenle İngiliz himayesini istemek, ondan meded
ummak büyük cinayettir260.
Hakimiyet-i Milliye Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak ilginç bir noktaya
daha değinmiştir. Savaşa son veren bütün bu muâhedeler arasında yalnız
Sevr Muahedesi Paris’te yazılmadı. Ayrıca yalnız Sevr muahedesidir ki,
Amerika’nın katılımı olmaksızın yazıldı. İşte bu iki dikkat çekici nokta bir
derece maziyi izaha, istikbali halle hadimdir261.
Bu ilginç nokta İngiltere’nin Sevr muahedesini, sadece kendi
çıkarlarına hizmet edecek bir muahede olarak görmesinden kaynaklanan bir
durumdur ve diğer devletlerin bu noktada kendi çıkarlarına ortak olmasını ve
menfaatlerine giden yolları engellemesine izin veremezdi.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Sevr Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili
maddesine değinerek, bunun çok ağır şartlar içerdiğini belirtmiştir. Özellikle,
Türk toprakları üzerinde Türk halkının hür olarak yaşayabilmesinin imkânsız
olduğunu belirterek, bu topraklar üzerinde mutlu ve iyi yaşayabilmek için
Rum, Ermeni ya da Yahudi olmak gerektiğinin altını çizmiş ve sadece bu
topraklar
eleştirmiştir
üzerinde
262
yaşayan
azınlıkların
haklarının
gözetilmesini
.
260
261
“İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1920, No: 35.
“Öldürücü Muâhede Hakkında Yine Avrupalıların Nokta-i Nazarı ve Türkiye Muâhedesinin
Tatbiki”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Mayıs 1920, No: 34.
262
“...Türkiyeyi dünyanın en işkenceli ölümüne mahkum eden Sevr muahedesine şöyle biraz
gözgezdirmek suretiyle olsun okumuş olanlar anlamışlardır ki, yaşamak ve mesud olmak için insanın
98
Sevr Antlaşmasına göre azınlık hakları öyle sıkı bir şekilde
korunmuştur ki, Türkiye’nin yaptığı bir hata ile verilen hakların içeriği daha da
genişletilebilirdi. Hatta antlaşma ile Türk halkına reva görülen İstanbul ve
çevresi de elinden alınabilirdi. Bu şekilde bir tehdit içeriyordu263.
Ancak daha sonra, özellikle Sevr Muahedesine karşı oluşan
protestolar ve Ankara Hükümeti’nin bu muahedeyi kabul etmemesi üzerine,
Avrupa bir fikir değişikliğine giderek, muahede şartlarında tadilat yapmaya
karar vermiştir.
İngiliz, Fransız ve İtalyan basını, Sevr Muahedesi’nin şartlarının kabul
edilemez olduğunu belirterek, muahede şartlarının tadilatını talep etmişlerdir.
Tabiki onlar bu tadilatı bizim menfaatimiz için değil, emperyalist Avrupa’nın
menfaatlerinin gerçekleşmesi için istemişlerdir264.
Hakimiyet-i Milliye muahedenin tadili konusunda Ankara’nın fikirlerine
ve muahedenin tadilatı meselesine kat’i surette nasıl karşı çıktıklarına da
geniş bir şekilde yer vermiştir265. Bu konuda İstanbul ve Ankara
bu muahedenin tatbikinden sonra Türkiyede sakin Rum, Ermeni ve Yahudi olması lazımdır! Dünyanın
bütün imtiyazlarını muahede bunlara bahş ediyor. Ve bütün yükleri, şu iki büklüm olan Türlerin
omuzlarına yükleniyor. Bu muahede tatbik olunursa – ki buna bizce imkan yoktur – Türkiye hudutları
dahilinde bütün Türkler uğraşacak, çalışacak, çabalayacaklar, Ermeniler, Rumlar, Yahudilerde rahat,
rahat yiyecek, içecek keyf çatacaklar! Hatta Türkiyede yaşayacak olan Rumlarla Ermeniler,
Yahudiler, Yunanistan, Ermenistan veya Filistin tabiiyetine dahil olan Rum Ermeni ve Yahudiden
çok, hemde pekçok mesut olacaklar. Böyle olunca Rum ve Ermeni komitecilerinin bu muahedeyi
tatbik ettirmek içün ellerinden geleni yapmaya çalışmalarını kendilerince pek münasip ve makul
görürüz. Mademki bugün Ankarada kurulan Müdafaa-i Milliye Hükumeti (Sevr) muahedesinin
Anadoluyu Türk ve Müslümanı olmayan her kavim ve cemaate mahsus bir cennet haline koymayı
vaad eden ahkamını tatbike mümanaat ediyor. Şu halde Rum ve Ermeni komiteleri içünde en tabii
vazife, Ankara hükumeti aleyhinde çalışmak, onu devirmeğe gayret etmek olur. Binaenaleyh her
tarafta olduğu gibi Konyadan Ermenilerle Rumların Ankara hükumeti aleyhinde tertibat vücuda
getirmelerini tabii görebiliriz. Fakat, onlar nasıl melunlardırki Türk ve Müslüman ünvanını taşıdıkları
halde Anadolu Türklerini evvela Rum ve Ermeni komitecilerine, sonrada onların hamilerine olan
İngilizler vesairelere esir yapacak olan bu muahedenin tatbikine mani olan yegane kuvvet aleyhinde
bulunmak üzere Rum ve Ermeni komitecileriyle birlikte tertibat vücuda getirerek bu yüzden fazla
Türk kanı dökmeye varıncaya kadar teşebbüs ediyorlar.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Konya Olayları
Hakkında Şayan-ı Dikkat Noktalar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Ekim 1920, No: 66.
263
“Bir Milleti Nasıl Ölüme Mahkum Ediyorlar?”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1920.
264
“Bir Az Tevakkuf “,Hakimiyet-i Milliye, 18 Aralık 1920, No: 87.
265
“...Bugün eğer biz tadilatı istersek, yani düşmanların iğfallerine kapılıp da hakiki ve kati
muzafferiyeti elimizden kaçıracak kadar gafil bulunursak Sevr Muahedesi tadil edilecektir. Hem de
kim bilir ne derecelerde. Bizim ukala diplomatlarımız Türkiye’yi aldatmak istiyorlar. Muahedeyi tadil
edecek görünüyorlar. Fakat maksatları arazi üzerinde bir takım müsaadeler gösterip muahedenin
99
Hükümetlerinin de anlaşması söz konusu değildi. Çünkü, ortada birbirinden
farklı iki zıt görüş vardı ve Ankara Hükümeti, Sevr Antlaşmasını kabul
etmiyordu ki, tadilatını kabul etsin266.
Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tartışmalar sırasında Anadolu ile
İstanbul arasındaki zihniyet farkına değinilerek, Anadolu’nun zihniyetinin
milletin ruhundan doğan bir kaynağı olduğunu, İstanbul’un zihniyet yapısının
ise tefessühten oluşan bir zihniyet olduğunu belirtmişlerdir. 267
O olumsuz koşullar içinde, Anadolu’ya gelenlerin üzerlerinde ilaç olup
olmadığı dahi, İstanbul Hükümeti tarafından araştırılmış ve Anadolu’ya tıbbi
yardım yapılması dahi İstanbul Hükümeti tarafından yasaklanmıştı. Bu
durumda da, artık Anadolu ve İstanbul’un kesin çizgilerle ayrıldığı
ortadaydı268.
“Batılı emperyalist devletler, Anadolu’yu kandırmak için her zaman
çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bu son muahedenin tadilatı meselesinde
özellikle Fransa’nın etkili olduğu biliniyor. Bunun sebebi de, Müttefik
Devletlerin Venizelos’un iktidardan düşmesi” sonucu Anadolu’da yetersiz
olduklarını anlamaları idi. Yunanistan’ın Sevr Antlaşması ile kendisine
yüklenilen görevleri yerine getirememesi sonucunda, birtakım koşulların
Türkiye’yi kapitalistler arasında taksim edecek olan kısmından hiçbir şey değiştirmemektir. Bari
bunda olsun samimi olsalardı. Örneğin, bu muahede’nin tadilatı meselesi gerçekleşse ve İzmir ve
Trakya Türklere bırakılırsa İngiliz, Fransız, İtalyan kapitalistleri için soyulacak memleket sahası da
artmış olacaktır. Bu nedenle, ne için isterlerse istesinler, artık bugün için Sevr Muahedesi yoktur.
Bizim henüz iki ay evvel söylediğimiz gibi, muahede doğmadan, ölmüştür.” “Bir Az Tevakkuf “,
Hakimiyet-i Milliye, 18 Aralık 1920, S. 87; “Garp Fırıldağı”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Aralık 1920,
No: 85.
266
“...Sevr muahedesi ortada durdukça Anadolu kimse ile anlaşamaz. İngiltere, Türk muahedesinin
tadilinden bahsediyor. Bu düşünce, Anadolu’yu kandırmak için bir balık oltasına takılan bir yem
parçasıdır! İtilaf istilacılarının zalim diplomatları, kendilerini mahir bir balık avcısı sanıyorlarsa dahi
şunu bilmiyorlar demektir ki, Anadolu balık değildir! Anadolu kurtuluş bekleyen yüzlerce millet
arasında en çok zülüm görmüş bir milletin diyarıdır. İstanbul ve Avrupa ile ancak bu tarzda
anlaşabiliriz: dünyanın yağma ve soygun siyasetinden kurtulduğuna dair bir senet imzalandığı bir
zaman... Öyle bir senet ki o, tek arkasında bütün milletlerin kefareti olan mürekkep bir kuvvet
bulunsun! İstanbul bu sözleri unutmasın: daima Ferit ve ona taraftar olanlar kim, Anadolu kim;
Anadolu iki yıl mukabilinde kendilerini İngilizlere satmış olan bu mahlukat ile anlaşmaya değil,
konuşmaya bile tenezzül etmezler.” “Anadolu Hainler ve Zalimlerle Anlaşamaz”, Hakimiyet-i
Milliye, 12 Ekim 1920, No: 64.
267
T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, C. 8, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1985, s.413.
268
“İstanbul”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Temmuz 1920, No: 43.
100
değiştirilmesiyle
Türkiye’ye
antlaşmayı
kabul
ettirme
yolunu
uygun
görmüşlerdi. Böylece Batılı Emperyalist Devletlerin çıkarları Yunanistan’ın
aleyhine de olsa korunacaktı. Hakimiyet-i Milliye’de de, Muahedenin
tadilinden bahseden Fransa’nın diğer taraftan Kilikya’nın işgali için üç milyar
Frank aktarması, bu tadil siyasetinin iç yüzünü daha net bir şekilde ortaya
koyuyordu. Ancak, Anadolu için bütün bu hokkabazlıklar beyhude idi. Çünkü
Anadolu aldatılamazdı”269.
Sevr Antlaşmasına karşı direnmek, Türk ulusu için bir ölüm kalım
davası demekti. Türk’ün ölüm kalım davasıyla, İngilizlerin önemli çıkarları
Sevr noktasında düğümleniyordu. Bu düğümü kesip atmak uğrunda her iki
taraf da sonuna kadar direnmeye kararlıydı. Mustafa Kemal ve arkadaşları
İstanbul Hükümeti tarafından “asi” ilan edilmesiyle, Ferit Paşa hükümetiyle
İngilizler el ele Mustafa Kemal’e karşı amansız bir savaş yürütmüşlerdir. İlk iş
olarak, Anzavur ayaklanmasını çıkarmışlar ve bunu Bolu ve Düzce
ayaklanmaları izlemiştir. Diğer taraftan Padişah’ın çıkarttığı Kemalistlere
idam fetvaları İngiliz uçaklarının yardımıyla Anadolu’ya dağılmıştır. İngilizler
Sevr Antlaşmasını Türklere kabul ettirmek için Mustafa Kemal’in ezilmesi
gerektiğini, ancak buna padişah hükümetinin gücünün yetmeyeceğini
anlamışlardır270.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Türk topraklarının ölüm kalım savaşı
verdiği günlerde, saltanat ve hilafet makamında oturanların, sadece mevcut
düzenlerini devam ettirmek ve rahatlarını bozmamak için muahedeyi
imzalayıp güdümlü ufak bir toprak parçasına sığınmalarını da sert bir dille
eleştirmiştir271.
269
270
271
Öztoprak, a.g.e., s. 250-251.
Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1941-1938), C. II, 1975, s. 11.
“...Bu muahede olsa olsa Avrupa emperyalizminin siyasiyat sahnesinde son olarak elde ettiği bir
muaffakiyet olabilir. Bu vukuatın bir tek tasavvuru var: İstanbul hükümeti de bu muahedeyi imzadan
istinkaf etmiş olsaydı alem karşısında tezahür edecek azimkarane numayişin kıymeti büyük olur.
İşlerin daha iyi ve daha seri gitmesi üzerinde pek iyi bir tesir icra ederdi fakat maalesef bu olamadı,
çünkü İstanbul Boğaz sahillerinde ki zevk ve sefasından vazgeçmezdi ve Boğaz sahillerinde Osmanlı
saltanatı tarihinin son düzeni içinde rahat rahat yaşamak isteyenler bütün bu milletin derecesi felaket
101
Sevr öyle bir muahededir ki, hazırlanmasının üstünden yıllar geçmesine
rağmen, Avrupa’da,
özellikle de İngiltere’nin Ortadoğu siyasetinin temelini
oluşturmaya devam etmiştir ve İngiltere, Türk Halkı’nın “Ölü doğmuş bir
antlaşma” olarak değerlendirdiği Sevr’i, her fırsatta tadil maksadıyla Türkiye’nin
önüne getirmiştir. Ancak 1922 yılına gelindiğinde, Lloyd George ve kabinesi
dışında hemen hemen herkes, artık Sevr Muahedesinin gömülmesi gerektiğini
düşünüyorlardı.
Hakimiyet-i Milliye 29 Mart 1922 tarihli sayısında, İngiliz “Times”
Gazetesi’nin “Sevr Muahedesi Gömülmelidir” başlıklı makalesini yayınlamıştır.
Bu makalede “Artık yanlışlıkları tamir zamanı gelmiştir. İngiltere ile İslamlar
arasında samimi münasebetin tesis edilmesi için, yeni bir sulh antlaşmasının
hazırlanması gerekmektedir. Bu gerçek sulhun birinci şartı da, bağımsız bir
Türkiye’nin mevcudiyetini kabul etmektir. Türkiye’ye hakkıyla muamele etmek
gerekir. O zaman ancak ondan Hıristiyanlara güzel muamele etmesi
beklenebilir. Bu nedenle Sevr Muahedesi artık tarihe gömülmelidir” diyor272.
Bu sözlerden çok iyi anlıyoruz ki, artık İngiltere kamuoyu da dünya
siyasetinde bağımsız bir Türkiye’den yanadır. Bu nedenle Lloyd George’un,
Türkiye siyasetini değiştirmesinin her açıdan daha iyi olacağını belirtmişlerdir.
Sevr Antlaşması’nın bu olumsuzluklarına rağmen, Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi, 14 Haziran 1920 tarihli sayısında millete, birlik ve beraberlikle hür
ve bağımsız bir ülkede ayakta durmak için yaşamak ve bununla mücadele
etmek zorunda olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır273.
ve saadetine esas itibarıyla çoktan beri lakayd kalmış insanlardı. Vazifeleri kendi hayatlarını , kendi
istirahatlerini , kendi ocaklarının ancak kendi nefsleri için kurulmuş düzenlerini değil beklide yalnız
milleti, şu Anadolu köylerinin sefil çatıları altında yaşayan zavallı insanları düşünmekte olanlar ,
Osmanlı tarihinin eski ananesine bir kere daha hiyanet ettiler. İşte Anadolu halkı için bu muahedenin
imzalanmış olması keyfiyeti ancak bu itibar ile bir manayı daha doğrusu bir ibret ve intibah dersini
havidir. Anadolu Türkleri bu dersi bir tarafa kayd ediyorlar ve bunu asla unutmayacaklardır.”
Ayrıntılı bilgi için bkz. “Sulhün İmzası”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ağustos 1920, No: 56.
272
“Sevr Muahedesi Gömülmelidir”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1922, No: 468.
273
“...Yaşamak. Evet, ölmemek için uğraşıyoruz ve onun için, yalnız onun için mücadele edeceğiz.
Bu mücadelenin neticesi ancak yaşamak olabilir, başka bir ihtimal yoktur. Zira, öteki ihtimal, ölmek
ihtimali zaten tahakuk etmiştir. Karşımızdaki düşmanlar hiç utanmadan böyle bir karar verebilmek
102
III. LONDRA KONFERANSI
İngiltere’nin Yakın Doğu’da ve Karadeniz’de egemenliğini hukuksal
açıdan pekiştiren Sevr Antlaşması, Müttefik Devletlerin aralarında, Osmanlı
İmparatorluğu’nun topraklarının paylaşılması sırasında da oluşan ayrılıkları
daha da kesinleştirmiştir.
Sevr
Antlaşması,
Fransız,
İtalyan
ve
İngiliz
emperyalistlerinin
iştahlarını da gideremedi. Bu antlaşma ile Fransız diplomatlarının verdikleri
ödünler, Türkiye’deki Fransız mali ve ekonomik gücünü hemen hemen yok
edecek ölçüde önemliydi. İtalyanlar ise, daha önce gizli antlaşmalarla
kendilerine vaat edilmiş olan İzmir’in Yunanistan’a verilmesini kabule
yanaşmıyorlardı.
Bu
nedenle,
Fransız
ve
İtalyan
kamuoyu,
Sevr
Antlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini istemekteydiler.
Sevr Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi tezinin ortaya
atılmasının can alıcı bir nedeni de, İtilaf Devletleri’nin ne olursa olsun,
Sovyet-Türk yakınlaşmasına engel olmak istemeleriydi.
Bundan başka, İtilaf Devletleri’nin içinde bulunduğu ağır mali durumda
Sevr Antlaşmasının gözden geçirilmesinin nedenlerindendir. Mali durumdan
dolayı ne İngiltere ne de Fransa, Türkiye’deki işgalci birliklerinin sayısını
artırabilecek güçtelerdi. Ancak İngiltere, Yakın Doğu ve Ortadoğu’da
için zahirdeki maddi kuvvetlerine güveniyorlar; dört sene mütemadiyen süngümüz altında azaldıktan
sonra nihayet bin türlü entirikalarla “tesadüfen” galib gelen şımarık muzafferler, nereden geldiğini
bilemedikleri bu galibiyet sarhoşluğu ile hatta etraflarını bile aciz, zahirdeki maddi kuvvetler ile
mağrur bırakılmada müebbed küreğe mahkum ediyorlar! Halbuki, bugün artık o maddi kuvvetlerin
kuvvetleri ateş oldukları zaman yakacakları yerden ibaret kalmış, dünya ve beşeriyet o maddi
kuvvetlerden çok muazzam bir kudretle hayatı idareye başlayan manevi kuvvetlerle harekete
gelmişdir. Manevi kuvvetler cihanı, bizim müttefikimizdir, bu defa cidale karar verirken müttefik
olarak yanımızda iki imparatorluğun idarelerini değil, her tarafımızda fikir ve kuvvetinin bitmez,
tükenmez ve gözle de görülmez ordularını hissediyoruz. Kuvvetimizi bu kanaatden ve içimizdeki
yaşamak ateşinden alıyoruz. Ya hayat, ya ölüm düsturuyla ile değil yalnız yaşamak için uğraşıyoruz.”
Ayrıntılı bilgi için bkz. “Yaşamak İçin”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Haziran 1920, No: 38.
103
menfaatlerinin korunması için orduya harcadığı masrafı kısamazdı274. Tüm
bu olaylar, İtilaf Devletlerinin Türkiye konusundaki politikalarını yumuşatmaya
ve Sevr Antlaşmasının yeniden gözden geçirilmesinden söz etmeye
zorlamaktaydı.
İtilaf Devletleri menfaatleri gereği, Doğu sorununa bir çözüm yolu
bulmak zorunluluğunu duyarak 21 Şubat 1921’de Londra’da bir konferans
toplanmasını kararlaştırdılar. Bu konferansta dünya siyasetini işgal etmekte
olan birçok mühim mesele müzakere edilecektir275. İngiliz idarecileri, Sevr
Antlaşmasının Anadolu’da uygulama alanı bulamayacağına kanaat getirmiş
ve Türkiye ile görüşmek lüzumunu hissetmiştir276.
Bu gelişmelerden sonra 25 Ocak 1921 günü Paris Konferansı’nda
Anadolu meselesinin müzakeresi için 21 Şubat 1921’de Müttefik Devletlerin
delegeleriyle Türkiye ve Yunanistan delegeleri arasında Londra’da bir
konferansın toplanması kararı alınmıştır. Kararda görüşmelerin esasını da
Sevr Antlaşması teşkil edeceği ve lüzum görülen değişikliklerin yapılacağı da
belirtilmiştir277.
Konferans’ta başta İngiltere olmak üzere, Fransa, İtalya ve Japonya
temsil ediliyordu. Lloyd George: “Sevr Antlaşmasının imzalanmasından beri
Mustafa Kemal Paşa’nın kumandasında önemli kuvvetler bu antlaşmaya
karşı koymak için harp ettiler ve bunun sonucu olarak karşılıklı bir antlaşma
ile barışı yeniden kurma yolunda ileri sürülen arzuya uyularak bir konferans
toplandı” sözleri ile konferansı açtı278. Her ne kadar Lloyd George, barışı
sağlamak için bu konferansı açmış gibi görünse de, asıl amacı “Türklere
karşı bu savaşı nasıl kazanırım” sorusu idi.
274
A. M. Şamsutdinov, Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi ( 1918-1923),
(Çev. Ataol Behramoğlu), Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999, s. 244-247.
275
“Londra’da Yeni Bir Konferans Toplanıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Aralık 1920, No: 83.
276
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. II., Kastaş Yayınları, İstanbul, 2004, s. 568-569.
277
İzzet Öztoprak, “Londra Konferansı ve Türkiye Meselesinin Cereyan-ı Müzakeratı”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, C. XI, S. 33, Ankara, 1995, s.578.
278
Selek, a.g.e., s. 573.
104
Lloyd George, Londra Konferansı’nın muallakta kalan Türkiye
meselesini hal edeceğini, gerek Şark buhranını ve gerek Alman meselesini
hal etmek için de her türlü imkanı ve zamanı harcayacağını belirtmiştir ve
sonuçta planladıkları tadilat gerçekleşecekti. İngiliz menfaatleri de daha
sağlam bir biçimde yerini koruyacaktı279.
İtilaf devletleri Türkleri Londra konferansına çağırırken, hiç olmadığı
kadar ve Türklerin hiç beklemediği gibi, onlara yakın ilgi ve alaka göstererek
davet etmişlerdir. Ancak bu, ilgi ve alakanın sonucu çok iyi olmayacaktır.
Çünkü sahnede İngiltere olunca, atılan her adımda temkinli olmak gerekir280.
Batılı devletler, konferansa Ankara Hükümeti’nin yanı sıra İstanbul
Hükümeti’ni de çağırdılar. Ancak bu durum üzerine mecliste yoğun
tartışmalar yaşanmıştır. Bu konuyla ilgili mecliste yapılan gizli görüşmelerde,
Trabzon Milletvekili Hüsrev Bey söz alarak: ″İstanbul diyor ki, siz
gelmezseniz biz gideceğiz. Cehenneme kadar yolları var″ diyordu281. Hemen
arkasından söz alan Lazistan Milletvekili Abidin Bey ise: ″Türkiye Büyük
Millet
Meclisi
Hükümeti
vasıtasıyla
ve
buradaki
heyetin
seçeceği
murahhaslardan başka kimse Türk’ü ve İslam’ı temsil edemez ve
edemeyecektir” 282 diyerek mevcut duruma karşı tepkisini dile getiriyordu.
Türkiye’nin gerçek milli iradesi Ankara’da idi. Londra Konferansı’nda
konuşma hakkı da bu hükümetindi. Ancak bu davet edilme meselesi,
279
“Lloyd George’un Konferanstan Beklediği”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Şubat 1921, No: 115.
İtilaf devletleri’nin Türkiye’ye karşı olumlu tavırları şu şekilde belirtilmiştir: “..Bunun üzerine
Londra’da bir konferansa karar verildi. Türkler bu konferansa izzet ve ikram ile davet edildi. İstikbal
ve kabul merasimi filhakika tantanalı oldu. ve kuvvetle Türk milliyetperverlerine asi, haydut diyen bu
efendiler, murahhaslarımızın huluskârane ellerini sıktılar. Frenk matbuatı, murahasslarımızın başına
yağmur gibi sitayiş yağdırdı. Dostane sözler söylendi, tatlı diller döküldü. “Sfortza” sokuldu, “Briand”
yılıştı. Ve “Lloyd George” ziyafetler verdi! Bütün bunlara pekala diyelim, fakat netice? Neticede sulh
olacak mı? Hayır? “Sevr” Muahedesinde tadil dedikleri şey, hakikatte bir tazif ve teşdittir. Türkiye’yi
yine rahat bırakmıyorlar. İstiklalimize yine kement vuruyorlar: Hakkımız varmış, alacağımız
yokmuş!” “Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136.
281
TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.I, s. 368.
280
282
TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.I, s. 369.
105
Roma’da bulunan Bekir Sami Bey Heyeti’nin, İtalya Hariciye Nezareti283 ve
Lord Curzon284 tarafından davet edilmesi ile halledilmiştir.
Ancak Ankara Hükümeti ile İstanbul Hükümeti’nin bu konferansa
birlikte davet edilmelerine rağmen, bu davette Ankara Hükümeti’nin yerini
sağlamlaştıran I. İnönü Muharebeleri olmuştur285.
Böylece, Anadolu ve İstanbul, bağımsızlık ile tutsaklığın, özgürlükle
bağımlılığın çatıştığı ve karşılaştığı iki ayrı parça durumunda kalmıştır ve
Anadolu ise ülkenin tutsak edilmiş, özerkliğini yitirmiş parçasını, özgür ve
bağımsız yurt parçasına bağlamak istiyordu286.
23 Şubat günü toplanan konferansta ilk söz İstanbul Hükümeti’ne
verildi. Bunun üzerine Sadrazam Tevfik Paşa, asıl sözün ulusun gerçek
temsilcilerinde olduğunu söyleyerek sözü Ankara Hükümeti’ne verdi.
Hakimiyet-i Milliye, Tevfik Paşanın bu hareketini, “Türk meselesinin, İki
hükümet ile müdafaasındaki tehlikeyi bertaraf eylediği için makul ve şayan-ı
teşekkür” bir hareket olarak değerlendirmiştir287.
Tevfik Paşa’nın bu hareketi, Ankara Hükümetinin artık Müttefik
Devletler tarafından da resmen tanınıp kabul edildiğini ortaya koyuyordu. Bir
anlamda söz hakkının Ankara’da olduğu dünya tarafından da onaylanmıştı.
En önemlisi de, İtilaf Devletleri’nin Ankara ve İstanbul Hükümetleri arasında
kargaşa çıkarıp, bundan yararlanıp Sevr’i kabul ettirme planlarını da suya
düşürmüştü.
283
Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, T.T.K. Basımevi, Ankara,
1991, s. 90.
284
“Murahhaslarımızın Londra’ya Resmen Daveti”, Hakimiyet-i Milliye, 25 Şubat 1921, No: 118.
285
İnönü Muharebeleri’nin Ankara Hükümeti’nin meşruiyetini arttırmada önemi şu şekilde
belirtilmiştir: “...İşte İnönü muharebesidir ki, Anadolu’nun meşru ayaklanmasını, Ankara B.M.M
Hükümetini Avrupa’ya resmen tanıtmış ve bir zamanlar asi denilen bu koca milletin üyelerini resmen
İngiltere başkentine davet ettirmiştir.” “İnönü Meydan Muharebeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 12
Mayıs 1921, No: 183.
286
Nutuk, s. 771.
287
“Murahhaslarımızın Londra’ya Resmen Daveti”, Hakimiyet-i Milliye, 25 Şubat 1921, No: 118.
106
Londra Konferansı sırasında Türk Heyetine sunulan şartlar Sevr
Antlaşması’nın çok küçük değişikliklerle değiştirilmiş şekliydi. Delegelerimize
verilen tasarıda Sevr Antlaşması hükümlerinde yapılacak değişikliklerle ilgili
şu noktalar vardı:
“Bize bırakılan jandarmaların ve özel birliklerin sayılarını birazcık
arttırmak. Ülkemizde kalacak yabancı subayların sayısını biraz azaltmak.
Boğazlar bölgesini biraz ufaltmak. Bütçemiz üzerindeki sınırlamaları biraz
hafifletmek. Bayındırlık işlerine izin verme hakkımız üzerine konulmuş
sınırlamaları da biraz hafifletmek. Bundan başka kapitülasyonlar, yabancı
postaları,
Kürdistan...
ile
ilgili
olarak
Sevr
tasarısında
değişiklikler
yapılacağını umduracak kimi belirsiz verilmiş sözler...
Yine bu tasarıda, Ermenistan sınırlarının belirtilmesi işi Milletler
Cemiyeti’nin göndereceği bir komisyona bırakılmakta idi. İzmir bölgesinde de
özel bir yönetim örgütü kurulacaktı. Sözde, İzmir ili bize geri verilecekti. Ama
İzmir kentinde bir Yunan kuvveti bulundurulacak; bu sancaktaki jandarma
kuvveti, nüfusu oranına göre çeşitli halktan kurulacak; Milletler Cemiyeti’nce
bir Hıristiyan vali atanacak; İzmir ili Türkiye ye, gelirinin çoğalmasıyla artacak
yıllık para ödeyecekti”288
Ancak, yayınlanan bu konferans kararları karşısında, Türk Heyeti’nin
vereceği cevap beklenmemiştir. İngilizler Yunanlıları Batı Anadolu’da
harekâta başlatmıştır. Bu İkinci İnönü harekâtından Türk tarafının başarıyla
çıkması sonucunda, Ankara’nın içte ve dışta itibarı yükselmiştir. Bu durum
da bize, tadilat meselesinin de Türkleri kandırmak için oynanan bir İngiliz
oyunundan başka bir şey olmadığını göstermiştir289.
İtilaf Devletlerinin Londra’da tertip ettikleri oyun artık büsbütün
meydana çıkıyor. Anlıyoruz ki, ihtiraslarını doyurmak için bu vatanı
288
Nutuk, s. 773; “Londra Konferansı Müzakeratının Tafsilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Mart 1921,
No: 121.
289
Nutuk, s. 773-775.
107
parçalamak
ve
bu
milletin
kanını
içmek
isteyen
Avrupa
vahşileri,
hazırladıkları cinayet tasavvurundan biraz olsun vazgeçmiş değildirler290.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Londra Konferansı’nı ve İngiltere’nin bu
konferanstaki tutumunu iki perdelik bir faciaya benzetmiştir ve İngiltere’nin
Türkleri konferansa çağırma sebebini de müttefiklerinin gönüllerini hoş
tutmaya bağlamıştır. İngiltere’nin mevcut politikasını değiştirmesinin imkânsız
olduğunu belirterek, “İngiltere’nin inadı taşa benzer” bu nedenle de bu
konferansın Türklere haklar vereceğini ümit etmenin de yanlış olduğunu
belirtmiştir291.
Sevr Muahedesinin tadili meselesi ortaya atıldığından beri ileri sürülen
bütün fikirlere bakılınca gayet kolay anlaşılır ki, İngiltere, Fransa ve İtalya,
muahedelerini Türkiye’de yürütemeyeceklerini anlamışlar, fakat bu acze
rağmen memleketimizi bankalarının, sarraflarının menfaatine bir tarla gibi
işletmek sevdasından henüz vazgeçmemişlerdir292.
290
Hakimiyet-i Milliye Konferans’ta tadilatla ilgili kararların açıklanmasından sonra buna olan
tepkisini şu şekilde belirtmiştir: “Artık oyun bitti. İtilaf Devletleri bu cinayeti iki sene evvel
kararlaştırdıkları vakit, Türkiye’yi bir hamlede parçalamayı kolay görmüşlerdi. Medeni katiller
konferans dedikleri meşum içtimailerinde suikast tertibatını aldılar. Onlar için, “Hasta Adam”ı
öldürmekten kolay ne vardı. Mütareke ile silahları atıyor, sonra biraz sarsılınca mevzileri birbirinden
ayrılır, giderdi. Fakat hesapları doğru çıkmadı. Daha ilk baskını müteakip, hasta zannettikleri adam,
ceraat ve azimetle doğruldu. Ve kendini metanetle müdafaa etti. O zaman taarruzlarımızı silahla
tehdit ettiler. Fakat bundan da yanıldılar. Biz bu tehdide karşı da harbi, kabul ettik. Sağdan, soldan,
şimalden, cenuptan gelen istila ile aylardan beri çarpışıyoruz. Ve bu mücadele de yorulan biz değiliz.”
“Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136.
291
Hakimiyet-i Milliye İngiltere’nin Konferanstaki Türkiye’ye karşı tutumunu şu şekilde belirtiyor:
“Llyod George ve Lord Curzon’un Londra’da tertip ve temsil ettikleri iki perdelik faciayı uzaktan
hayalen temaşa etmenin zamanı gelmiştir. İngilizler, İki müttefikinin tazyikiyle bizi müzakereye
çağırıyor; bundan maksadı evvela müttefiklerinin hatırlarını hoş etmek. sâniyen: Müslüman
müstemlekelerine karşı merâsi bir nemayişde bulunmak, sâlisen: İstanbul ile Ankara murahhaslarını
Londra’da Avrupa’nın gözü önünde çatıştırıp Türk ikiliğini bir emr-i vaki yapmak. Râbien;
İngiltere’de ki amele fırkalarında salihperver görünmek. Hâmisen; Bütün bunlara rağmen suikastinden
hiçbir şey feda etmemek ve yerer gibi görünmek, fakat hakikatte daha çok almak ! Bu vaziyet
karşısında Türk nokta-i nazarı şöyle ta’yin etti: İngiltere’nin tuttuğu politikadan kolay kolay
dönmeyeceği ma’lumdur. İngiliz inadı taşa benzer. Binâen-aleyh bu davetin, hak hayat isteyen
Türklere hak vereceğini zannetmek bir hata olur. Fakat, konferansa gidilsin. Bütün hamlesi,
memleketi necabetle müdafaadan ibaret olan Anadolu kudretini Avrupa tasdik etsin. ( Asiler)’in elini
sıksın. ( Asi General )’in imzasını hürmetle tanısın. Avrupalılar Türk milletinin salihperverliğini
öğrensinler. Eğer filhakika konferans Türk istiklalini artık inkar etmiyorsa, bir gün o mücadeleye
nihayet verir.” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Londra’da İki Perdelik Facia”, Hakimiyet-i Milliye, 31
Mart 1921, No: 147.
292
“Londra Müzakeratı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1921, No: 123.
108
13 Aralık 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Fransız Humanite
Gazetesi’nin,
Londra Konferansı’nda Sevr Antlaşması’yla ilgili yapılacak
tadilatı ve Avrupa’nın bu tadilatta gerçek niyetinin ne olduğunu şu şekilde
belirtmiştir:
“Bizim ukala diplomatlarımız şimdi de Türkiye’yi aldatmak istiyorlar.
Muahedeyi tadil edecek görünüyorlar. Fakat maksatları, arazi üzerinde bir
takım müsaadeler gösterip, muahedenin Türkiye’yi kapitalistler arasında
taksim edecek olan kısmından hiçbir şey değiştirmemektir. Bari bunda olsun
samimi olsalardı. Mesela, İzmir ve Trakya Türklere bırakılırsa İngiliz, Fransız,
İtalyan kapitalistleri için soyulacak memleket sahası da artmış olacaktır. Bir
zamanlar Avrupa, Türkler gibi vahşi insanlarla beraber Avrupa’ya karşı isyan
ettiklerinden dolayı Bolşeviklere lanet ediyorlardı, bugün ise onlarla beraber
yapılabilecek bir harekâtın hülyası içindedirler. Bu söylenenler Avrupa ile
İstanbul’da, belirli bir hedefe doğru götürülen tadil siyasetinin mahiyetini o
kadar açık bir şekilde ortaya koyuyor ki, biz bir kelime dahi ilave etmeye
lüzum görmüyoruz”293.
Bütün çabalamalara rağmen, Londra Konferansı’ndan bir sonuç
çıkmadı. Çünkü konferansa çağıranlarla çağırılanlar (Ankara Hükümeti)
arasında konferansın esası hakkında görüş ayrılığı vardı. Müttefikler Sevr
tasarısını esas olarak almakta, yalnız bunda yeni şartların gerektirdiği bazı
değişiklikler yapmayı kabul etmekte idiler. Ankara Hükümeti ise, Sevr
tasarısını reddetmekte ve görüşmelerin, Misak-ı Milli çerçevesinde olmasını
istemekteydiler294.
Londra Konferansı’ndan, herhangi olumlu bir sonuç çıkmaması
nedeniyle konferans 12 Mart 1921 tarihinde sona erdi. Ancak bu konferans,
Ankara Hükümeti tarafından bir başarı sayılabilirdi. Bu konferans öncelikle,
Ankara
Hükümeti’nin
izlediği
siyasal
çizginin
293
294
“Garp Fırıldağı”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Aralık 1920, No: 85.
Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 90.
doğruluğunu
tümüyle
109
kanıtladı295. Müttefik Devletler tarafından, Anadolu’nun gerçek temsilcisinin
T.B.M.M. olduğu kesin olrak anlaşıldı. ve bu Anadolu’nun itibarını arttırmıştı.
Türk Milleti bu konferansın sağladığı siyasi başarı sayesinde büyük moral
kazanmıştır. Diğer platformlarda, artık Avrupa karşısında daha kendine
güvenen ve inanan bir Türkiye görmeye başlamıştı. Ancak en önemli sonuç,
Misak-ı Milli’nin, Batılı devletlere ve dünya kamuoyuna daha iyi duyurulması
olmuştu.
21 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında devam eden Londra
Konferansı’nda Bekir Sami Bey Londra’da İngiltere, Fransa ve İtalya ile bir
takım antlaşmalar imzalamıştır. Bekir Sami Bey, İngiltere ile esir değişimi
üzerine imzaladığı sözleşmeye göre; elimizde bulunan bütün İngiliz
tutsaklarını geri verecektik. Buna karşılık, İngilizler de tutsaklarımızı bize
vereceklerdi. Yalnız Türk tutsaklarından, Ermenilere ve İngiliz tutsaklarına
kıyım ve kötü işlem yapmamış olanlar serbest bırakılacaktı.
Ancak böyle bir sözleşmeyi onaylamak, Türk uyruklarının Türkiye
sınırları içindeki davranışları üzerinde yabancı bir hükümetin yargılama
hakkını onaylamak gibi olurdu. Ancak bu sözleşmeyi onaylamasak da,
İngilizler bir kısım Türk tutsakları salıverdiği için biz de buna karşılık elimizde
bulunan İngiliz tutsaklarından bir kısmını salıverdik. Bekir Sami Bey,
konferans sırasında Lloyd George ile yaptığı görüşmelerde de mevcut
yapılmış planın dışına çıkmıştı.
Bekir
Sami
Bey,
Ankara’ya
döndüğünde
orada
imzaladığı
antlaşmaların haklılığını savunmuştur296. Ancak, meclis tarafından imzaladığı
antlaşmalar reddedilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’da, Bekir Sami Bey’e
görüşlerinin yetersizliğinden bahsederek, Dışişleri bakanlığından çekilmesini
önermiştir. Daha sonra görevinden ayrılmıştır297.
295
Şamsutdinov, a.g.e., s. 254.
“Heyet-i Muarahhasa Ankara’ya Geliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136.
297
Nutuk, s. 785-789.
296
110
Londra Konferansı, İtilaf Devletleri’nin umutlarını suya düşürmüştür.
Özellikle de, İngiltere kafasında tasarladığı Türkiye’nin paylaşım tasarısını
uygulama alanı bulamamıştır ve bu konferansla birlikte Ankara Hükümeti’nin
uluslararası platformda meşruiyetini kazanması da İngiltere’yi daha çok
perişan etmiştir. Çünkü Ankara Hükümeti, İngiltere’nin Anadolu üzerindeki
planlarını uygulamasına imkan bırakmamıştır ve Anadolu’nun bağımsızlığını
savunmuştur. Londra Konferansı, Paris Barış Konferansıyla İtilaf Devletleri
arasında baş gösteren ayrılıkları da, daha da derinleştirerek su yüzüne
çıkarmış ve bu durumda, Ankara Hükümetinin yürüttüğü bağımsızlık
hareketinin başarıya ulaşmasını kolaylaştırmıştır.
IV. CENOVA KONFERANSI
Cenova Konferans’ı, 10 Nisan 1922’de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi ve iktisadi durumu düzeltmek için
toplanmıştır. Konferansta Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan gibi
savaştan yenik çıkmış devletler ve Rusya’nın da içinde olduğu yirmi dokuz
Avrupa Devleti ile İngiltere’nin dominyonları katılmıştır298.
Lloyd George Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada,
Cenova
Konferansında Şark meselesinin müzakere edileceğini, Cenova Konferansı’na
Türklerin çağrılmayacağını beyan etmiştir299.
Türkiye’nin Cenova Konferansına davet edilmemesi herkes tarafından
hayretle karşılanmıştır. İtalya Hükümeti, Cenova Konferansına Türkiye’nin
davet edilmesi için teşebbüs de bulunmaktadır. Ayrıca dostumuz Rus Şuralar
Cumhuriyetinin de bu mesele ile ilgili teşebbüsü olmuştur300.
298
Bayur, a.g.e., s. 268.
“Şark Meselesi Avam Kamarasında Yeniden Mevzubahis Oldu”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat
1922, No: 443.
300
“Kan ve Cenova Konferansları”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446.
299
111
Ukrayna Komiserler Reisi Rakofski ve Rusya’dan Çiçerin, Cenova
Konferansı’nın ilk celselerinde, Türkiye’nin konferansa kabul edilmesi
fikirlerini yinelediler. Ukrayna, “Boğazların istiklal ve hakimiyetinin Türkiye’ye
bırakılmasını istemektedir. Boğazlar beynelmilel bir antlaşma ile herkese
açılmalı, Karadeniz sahilinde bulunan hükümetlerin bu istisnai vaziyeti
tanımaları gerekmektedir. Bu hükümetler için Boğazlar hayati bir meseledir”
şeklinde taleplerini belirtmiştir301.
Paris mümessilimiz Ferit Bey de, İtalya hükümetine bu hususta bir
nota göndermiştir. Bu notada da, bütün Avrupa devletlerinin davet edildiği bir
konferansa, Türkiye’nin davet edilmemesini büyük bir hayretle karşıladığımız
dile getirilmiştir302. Devletlerin bütün teşebbüslerine rağmen, Lloyd George
Türkiye’yi “Asyalı bir devlet” olduğu için konferansa davet etmemiştir.
Aslında İngiltere, “kafa kaldırmış” olan Türkiye’yi bu konferansın
dışında bırakarak, Rusya’yı bu çembere almayı planlıyordu. Bunun
301
“ Rakofski ve Çiçerin’in Mühim Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Nisan 1922, No: 485. Paris mümessilimiz Ferit Bey’in İtalya Başvekili Mösyö Bonomi’ye gönderdiği nota şu şekildedir:
“Bütün Avrupa Hükümetlerine Cenova Konferansına icabetleri hakkında gönderilen davetnameden
Türkiye’nin istisna edildiğini derin bir hayret ve büyük bir teessüfle gördük. Zat-ı asilanelerine
şurasını arz etmek ile müftehirim ki, Türkiye vaziyet-i coğrafyası ve Adalar Denizi üzerindeki mevki
itibariyle filhasıl bir Avrupa memleketidir. Payitaht olan İstanbul, Edirne ve Trakya ile doğrudan
doğruya Avrupalılardır. Alalade coğrafi bir efsane ile “Küçük Asya” namı verilen kısım-ı memaliki
ise Avrupa’nın bir şube-i temdidinden başka bir şey değildir. Diğer taraftan Avrupai cenubu ile aynı
saft ve suretle bir Bahr-ı Sefid Devleti olduğu cihetle Avrupa ile olan siyasi ve iktisadi münasebeti
tarihinin hiçbir anında kendisini Avrupa Kıtasından ayıramamıştır. Şu halde vaziyet-i siyasileri
veyahut kendilerini bazı devletlere bağlayan muhtelif rabıtalar dolayısıyla Bahr-ı Sefid sevahiline
civar olan şimali ve Cenubi arazi sahilleri umumiyet itibariyle Cenova Konferansında temsil
olunacaklardır. Yalnız Bahr-ı Sefid üzerindeki diğer memleketlere müsavi ve yahut onlardan mücavir
bulunan Türkiye bu konferansta temsil edilmekte mahrum bırakılacak demektir. Bu adaletsizliğin de
pek çok fevkinde bir harekettir. Avrupa Kıtasının imar ve ihyası emrinde bir yekdiğeriyle teşrik-i
mesai etmeleri maksadıyla bütün Avrupa milletlerinin bir yerde içtimai teşebbüss-ü mesudesine karşı
ihzar-ı takdirat etmekle beraber Türkiye’nin içtimaya davet edilmemiş olması Cenova Konferansından
beklemekte olan netayic-i tenkiz, bunun natamam bir halde ferağa kabiliyetli bir noksandır. Tam bir
istiklal-ı siyasi ve iktisadiyeden müstefit olmakta olan ve mamafiha bütün Avrupa hükümetleri ile
mütesanid bulunan Türkiye sulh meselesine vakf-ı vücut ile cihan-ı refah ve tefeyyüzü ve iktisaden
ihyası avamil-i esasiyeden biri ve aynı zamanda Avrupa medeniyetinin bir unsuru hakikiyesi
olmaktan başka bir maksat takip etmemektedir. Binaenaleyh Türkiye’nin diğer milletler gibi Cenova
Konferansına davet edilmesini rica ediyorum.” “Cenova Konferansına Davetimiz”, Hakimiyet-i
Milliye, 24 Şubat 1922, No: 440.
302
112
sonucunda
sağlanabilirdi
da,
303
Türk-Rus
yakınlaşmasının
da
ortadan
kalkması
.
Amerika’nın
Cenova
Konferansı’nda
bulunmasına
pek
ihtimal
verilmemekteydi. Ancak herhangi bir Amerika sefirinin yalnız konferansı
dinlemek için konferansta bulunması ihtimal dahilindedir304.
13 Nisan’da Fransız baş murahhası Barto, şiddetle Almanya’nın Cenova
Konferansı’nda siyasi komisyona katılmaması için diretmiştir. Fakat, Lloyd
George’un dehşetli itirazları neticesinde Barto, kendi inisiyatifi ile bundan sarf-ı
nazar etmeye mecbur olmuştur. Çünkü Lloyd George, Barto’ya eğer bu teklifte
ısrar edecek olursa derhal Londra’ya geri döneceğini, aksi takdirde Fransa’nın
bu münferit harekattan vazgeçmesi lazım geldiğini söylemiştir305.
Fransa ise, Avrupa’nın imar ve ihyası meselesinden önce, Cenova
Konferansı’nda tartışılması gereken önemli konunun müttefikler arasında
belirsiz olan ve kendilerini doğrudan doğruya alakadar eden meselelerin
halledilmesi olduğunu dile getirmiştir306.
Cenova Konferansı’nın ilk celsesi 10 Nisan 1922 saat 10’da açılmıştır.
Konferans’ın açılışında İngiltere başta olmak üzere Fransa, İtalya Konferans’ta
söz almışlardır.
Lloyd George Konferans’ın açılışında yaptığı konuşmada Avrupa’nın içinde
bulunduğu siyasi ve iktisadi durumu şu şekilde belirtmiştir:
“.... Birinci Cihan Harbi,
Avrupa’nın ne kadar zor durumda kaldığını,
vesaitsizlik yüzünden istihalatın azaldığını bize acı bir şekilde göstermiştir.
Harp üç sene evvel bitmiş ise de, Avrupa bundan mütevellit tamirat külfeti ve
müthiş borçlar altındadır. Ticaret sanat gayri muntazamdır. Garpta işsizlik,
şarkta hastalık vardır. Muhtelif akvam ıstırap içindedir. Avrupa’nın hakikaten
303
Bayur, a.g.e., s. 268.
“Cenova Konferansı Tahakkuk Ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ocak 1922, No: 419.
305
“Cenova Konferansında İlk Fırtına”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Nisan 1922, No: 485.
306
“Cenova Konferansı’da Tehir Ediliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Şubat 1922, No: 420.
304
113
bir sulha ihtiyacı vardır. Evvela sulh ve hüsn-ü niyet temin olunmalıdır.
Muharebat
bilfiil
halde
milletler
birbirlerine
dişlerini
göstermekte
berdevamdırlar. Her memlekette birçok köpekler vardır ki, ne derece kuvvetli
hırlarlarsa o kadar tesir yapacaklarına inanıyorlar. Avrupa bu avarelere
kulaklarını tıkamıştır. Bu konferansta bu gibi muharebat-ı daimeye nihayet
verebildiğimiz takdirde bil fiil sulh temin edilir. Buna menfaatle değil, müşterek
bir arzu ile muvaffak olacağız. Burada başlıca gaye Avrupa’yı yeniden tesis
ve iktisadi gelişmeyi sürekli kılmaktır. Bu nedenle, bu konferans diğerlerinden
mühimdir ve Bu konferansta alınacak kararlar sadece Avrupa’ya değil, bütün
dünyaya tesir edecektir. Burada İmparatorluk, Cumhuriyet ve Sovyetlik
yoktur. Önemli olan, Avrupa’nın içinde bulunduğu duruma ortak çözümler
bulmak konusunda anlaşmamızdır. Bizim tamamen kabul ettiğimiz bu şerait
tahtında diğer milletler ile münasebatta bulunabiliriz. Şerait-i mezkure
şunlardır:
“1-Bir memleket tebaası diğer tebaadan aldığı şeyden dolayı taahüdat
altına girecek olursa o memlekette tebeddül-ü hükümet olsa bile alınan
şeyin bedel-i misli tediye olunmadıkça bu mukavele fesh edilemeyecektir.
2-Hiçbir memleket diğerinin müesessatına ilan-ı husumet edemeyecektir
3-Hiçbir memleket diğerinin arazisine tecavüzkarane harekete tasaddi
edemeyecektir
4-Bir memleket tebaası diğer memlekette bitarafane icra-ı adalet edilmesi
hakkını haizdir.”
Lloyd George nutkunun sonunda matbuatın Cenova’da temsil
edildiğini işaret ettikten sonra “muvaffak olmadığımız takdirde bütün cihanı bir
ümitsizlik
kaplayacaktır.
Şayet
muvaffak
olursak,
beşeriyete
çöken
olumsuzlukları fikr-i emniyet ve itimat meşalesiyle tenvir edeceğiz” demiştir.
Fransa Heyeti Murahhasa Reisi Barto, cihan için yeni bir istikamet tayin
edecek olan konferansa Fransa’nın içten yardımda bulanacağını beyan ettikten
sonra: “...dünya artık boş konuşmaları dinlemekten yoruldu. Dünya artık net bir
114
biçimde ortada bir icraat görmek istiyor. Fransa murahhasları bu hususta
çalışmak için Cenova’ya gelmişlerdir. Avrupa’daki enkaz üzerinde sihirli bir
kuvvetin temenni edilen memuriyeti vücuda getireceğine inanmak çılgınca bir
harekettir ancak yapılacak çok şey varken de kolları bağlayıp oturmakta bir
felakettir” diyerek konuşmasını bitirmiştir.
İtalya’da, mevcut iktisadi durumun düzelmesi ile diğer devletlerle olan
münasebetlerin artacağı ve Avrupa’nın imarını sağlayacak bir ortamın
oluşacağına dikkati çekmiştir.
İkinci celsede Çiçerin, Beserabya’nın işgalinden dolayı Romanya’nın ve
şarkta Rus arazisini işgal eden Japonya’nın Konferansa iştirakını protesto etmiş
ise de, İngiltere, Beserabyalıların ilhak lehinde rey verdiklerini ve bu ilhakın
devletlerce tasdik edildiğini söyleyerek itirazı reddetmiştir307.
Cenova Konferansı sırasında, Rus-Alman murahhasları arasında gayet
mühim bir muahede imza edilmiştir. “Brest-Litovsk” muahedesini ilga eden bu
muahedenin en mühim iki noktası; mevcut borçlardan vazgeçilmesi ve
münasebat-ı siyasiyenin iadesini teşkil eylemektedir. Ruslarla Almanlar
arasında imzalanan bu muahede ile Brest-Litovsk muahedesi feshedilmiş ve
hukukun eşitliğine dayanan yeni bir muahede imzalanmıştır.
Ancak, Alman-Rus muahedesi, itilaf devletleri üyeleri arasında pek
elim
bir
tesir
meydana
getirmiştir.
Bütün
mesuliyetler
Almanya’ya
atfedilmektedir. Lloyd George mesuliyetin her iki tarafa ait olduğunu
söylemiştir. Konferansta Almanlar ile Rusların derhal komisyonlarından ihracı
ve Almanya’ya tazyikat icrası uygulanması düşünülmektedir. İtalyan matbuatı
da buna tamamen karşı çıkmış ve mesuliyetin her iki tarafa ait olduğunu
belirtmiştir308.
Avrupa, Alman-Rus muahedenamesinin kendilerine karşı bir hıyanet
olduğunu,
küçük
ve
büyük
antantın
vahim
bir
tehlike
karşısında
307
308
“Cenova Konferansında İlk Mühim Nutuklar”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Nisan 1922, No: 484.
“Cenova’da Fevkalade Mühim Bir Hadise”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Nisan 1922, No: 488.
115
bulunduklarını ve binaenaleyh daha sıkı yekdiğerine tekerrüp ile bir cephe
oluşturmaları lüzumunu belirtti.
Fransız murahhası Barto’da, Rusları ve Almanları derhal bu
muahedenameden vazgeçmeye davet etti ve aksi halde konferanstan ihraç
edilmelerini talep etti309.
Lloyd George konferanstaki konuşmasında, Cenova konferansında bir
barış
antlaşması
imzalanamadığı
takdirde
Avrupa’nın
tekrar
kana
bulanacağını ve bu nedenle barış için adalet ve sağduyu ile hareket edilmesi
gerektiğini belirtmiştir310.
“Ancak
buna
rağmen
Cenova
Konferansı’nda,
Lloyd
George
küçülebildikçe küçülmüştür. O’nu bu hale getiren Çiçerin’di. Çiçerin bu sefer,
Lloyd George’un Versay ve Kan konferanslarında olduğu gibi ortamı
karıştırıcı rol oynamasına izin vermemiştir. Aslında Lloyd George, Çiçerin’i
kazanmak için çok çalışmıştı. Daha Cenova’ya gelmeden önce ve konferans
esnasında, Rusya’ya yanaşır gibi gözüktü. Rus temsilcilerini şahsen hoşnut
edecek tavırlar aldı. Fakat Çiçerin bu yılan tavırlarının neden ibaret olduğunu
ne gibi zehir sakladığını bildiği için bunların hiç birisine itibar etmedi. Bu
gelişmelerden sonra aslında konferans fiilen bitmişti. Belki de şeref için bir
müddet daha devam etmiştir. Ancak hiçbir olumlu neticeye ulaşılamayacağı
artık ortaya çıkmıştı.
Bu olumsuzluklara rağmen, konferansın olumlu sonuçları da olmuştur.
Bunlardan en başta Lloyd George’un çekilmesi ihtimalidir. Lloyd George’un
makamında kalıp kalmayacağı bu konferansın neticesine bağlıydı. Zaten
Lloyd George konferansa giderken, Avam Kamarası’nda “belki bu son
noktadır” demişti. Aslında Lloyd George’un Avam Kamarası dışında da pek
itibarı kalmamıştı ancak Cenova Konferansı’nın dağılması üzerine oluşan
ümitler onu mevkiinde tuttu. Bu sefer bu ümitler de giderse, kendisini tutacak
309
310
“Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 30 Nisan 1922, No: 495.
“Cenova’da Lloyd george’nin Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1922, No: 497.
116
bir şey kalmayacaktır”. Ancak sonuç ne olursa olsun, Cenova konferansının
iflası bugünkü Avrupa siyasi ve içtimai teşkilatının iflası demekti. Bu iflasla
Avrupa burjuvazinin üzerine bir kalem çekilmiştir311.
Konferans başladığı günden beri hep aynı nokta etrafında dolaşmakta
ve zerre kadar kaydedilip her hangi bir meseleyi halledememektedir.
Mütarekeden beri akit olunan bunca konferanslardan en gürültülüsü en şaşalı
ve debdebelisi bu olduğu halde niyetinden zelil ve beceriksizi de bu
olmuştur312.
Bu konferansın iflası Türkiye için bir “kurtuluş” olmuştur. Eğer
konferans
Lloyd
George’un
tasarlamış
olduğu
biçimde
gelişmiş
ve
sonuçlanmış olsaydı, Türkiye için en ağır darbelerden biri olacaktı. Ancak
konferansa çağırılanlar arasında ileri derecede karşıtlık ve çıkar çelişkisi
olduğu için konferans sonuçsuz dağılmıştır313.
IV. MUDANYA KONFERANSI
1922 senesi, Türk-İngiliz ilişkileri için zorlu bir sene idi. Bu senenin
ortalarına
gelindiğinde
uğratmadıkça
Ankara
bağımsızlığa
ve
Hükümeti,
İtilaf
Yunanlıları kesin yenilgiye
Devletleri’yle
anlaşma
yoluna
ulaşamayacağını anlamıştı314. Bu nedenle, 1922 senesinde Türkiye için
yapılacak yegane iş, Misak-ı Milli’yi İngiltere’ye kabul ettirmek için onun
elinde kalan son kozu yani Yunan ordusunu mahvetmekti. İngiltere ve
311
“Tefessüh Arifesinde”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Mayıs 1922, No: 507.
“Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1922, No: 499.
313
Bayur, a.g.e., s. 268. Araştırmacılar, Cenova Konferansı ile ilgili yapılan araştırmalarda pek fazla
ayrıntıya inmemişlerdir. Bu nedenle, konferans hakkında çıkarılan telif- tetkik eser sayısı çok
kısıtlıdır. Genel olarak bir bilgiye, Yusuf Hikmet Bayur’un “XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun
Siyasası Üzerindeki Etkileri” isimli eserinde değinilmiştir. Ordada konferans’ın ismi “Genova
konferansı” olarak geçmektedir. Bu nedenle Hakimiyet-i Milliye bize bu konuda ayrıntılı bir biçimde
ışık tutmaktadır.
314
Mustafa Çulfalı, “Çanakkale Krizi ve Lloyd George’un İktidardan Düşmesi (Eylül-Ekim 1922)”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, Ankara, 1999, s.808.
312
117
Yunanistan için yapılacak iş ise, Türk ordusunun ve Ankara Hükûmeti’nin
faaliyetlerini engellemekti.
1922 Şubat ayından Ağustos ayına kadar geçen süre içinde, Türkİngiliz Hükümetleri’nin her sahadaki faaliyetleri bu neticeleri gerçekleştirmek
için yapılmıştır315.
A. Mudanya Mütarekesi Öncesi Gelişen Siyasi ve Askeri Olaylara
Genel Bakış
Sakarya Zaferi, dışta siyasi yönden elde edilmiş bulunan olumlu
sonuçlara paralel olarak, içte de siyasi yönden olumlu sonuçlar sağlanmıştır.
Sakarya zaferinden sonra, Batılı devletlerin Türkiye hakkındaki düşünceleri
ve Yunanlılara karşı tutumları değişmeye başlamıştı. Sürekli Yunanlılar
tarafını tutan İngilizler bile Sakarya zaferini küçümsemiyorlar, Yunanlılar
marifetiyle Anadolu’daki arzularını gerçekleştiremeyeceklerini görüyorlardı.
İngiliz basınında da, barışın ilk şartının Yunan ordusunun Anadolu’dan
çekilmesi olduğu yönünde yazılar çıkıyordu.
Ancak İngiltere ve müttefikleri, Şark meselesini görüşmek ve Türk
askeri faaliyetlerini durdurmak amacıyla 21–26 Mart 1922 tarihinde Paris’te
toplandılar316. Müttefik Devletler 22 Mart’ta Türklere ve Yunanlılara mütareke
teklifinde bulunmuşlardır317. Yunanlıların bu teklifi kabul etmelerine karşın,318
315
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 226.
Konferansın ilk günü ve konferansa katılacaklar Hakimiyet-i Milliye’de şu şekilde belirtilmektedir:
“Paris Konferansının ilk celsesi, 21 Mart 1922 Çarşamba günü sabahleyin Fransa Harbiye Nezaretinde
akd olunacaktır. Pazartesi akşamı İtalya Hariciye Nazırı Şaizer, salı sabahıda İngiltere Hariciye Nazırı
Curzon’un Paris’e gelmeleri beklenmektedir. Yusuf Kemal Bey ve heyeti de konferans devam
edeceği müddet zarfında Paris’de bulunacaktır.” “Üç Devlet Harbiye Nazırının Dün Sabah Paris’te
İçtimaları Mukarrer İdi”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mart 1922, No: 463, Yalçın- Turan, a.g.e., s. 209.
317
Birinci Mütareke Teklifinin Şartlarına Hakimiyet-i Milliye’de değinmektedir. Mütareke şartları şu
şekildedir: “ 1- İki taraf birlikleri arasında 10 kilometrelik askersiz bir alan bırakılacak, 2- İki taraf
kuvvetleri insan ve savaş gereçleri bakımından takviye edilmeyecek, 3- Kuvvetlerin o andaki konumu
değiştirilmeyecek, 4- Türk ordusu ve askeri durumu, İtilaf Devletleri’nin Komisyonlarının Murakabe
ve teftişine arz edilecek, 5- Çarpışmaya üç ay ara verilecek, 6- Barış için bir zemin buluncaya kadar
mütareke üç ayda bir kendiliğinden yenilenecek, taraflardan biri harekete geçmek isterse, bu hali karşı
316
118
Türk tarafı mütarekeyi prensip olarak kabul etmekle birlikte, Anadolu’nun
boşaltılmasını şart olarak ileri sürmeyi kararlaştırmıştı319. Yunanlıların bu
mütareke’yi hemen kabul etmelerinin sebebi, Anadolu’da içine düştükleri
çıkmazdan kendilerini kurtarmaktı320.
22 Mart 1922 tarihinde yapılan mütareke teklifine cevap vermeye vakit
kalmadan, İtilaf Devletleri’nin Dışişleri Bakanları barış şartlarını içeren 26
Mart 1922 tarihli ikinci notayı göndermişlerdir. Bu nota İtilaf Devletleri’nin
barış ilkeleri ile ilgili önerilerini kapsıyordu. Bu önerilerin ana hatları şu şekilde
idi:
“Gerek
Türkiye’de
gerek
Yunanistan’da,
azınlıkların haklarının
korunmasına ve bu amaçla konulacak kuralların uygulanmasına Milletler
Cemiyeti’nin de katılmasının sağlanması; Doğu’da bir Ermeni yurdunun
kurulması ve bu işe de gene Milletler Cemiyeti’nin katılmasının sağlanması,
-Boğazların serbestliğini sağlamak için Gelibolu yarımadasında ve
boğazlar yöresinde asker bulunmayan bir bölge kurulması,
-Trakya sınırının, Tekirdağ’ı bize; Kırklareli, Babaeski ve Edirne’yi
Yunanlılara bırakacak biçimde saptaması,
-Bizde kalacak olan İzmir kentindeki Rumlar ve Yunanlılar da kalacak
olan Edirne kentindeki Türklere, bu kentlerin yönetimine adaletli olarak
katılabilmelerini sağlamak amacıyla uygun bir yönetimin kararlaştırılması,
-Barış yapılır yapılmaz, İstanbul’un İtilaf Devletlerince boşaltılması;
Sevr tasarısı ile elli bin kişi olarak saptanan Türk silahlı kuvvetlerinin seksen
beş bine çıkarılması ve Sevr tasarısında olduğu gibi askerlerimizin ücretli
asker olması,
tarafa ve Müttefiklere on beş gün önceden bildirecekti.” “Mütareke Teklifi”, Hakimiyet-i Milliye, 26
Mart 1922, No: 465, Bayur, a.g.e., s. 262.
318
“Mütareke Etrafında”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, S. 466.
319
Tansel, a.g.e., s. 129.
320
a.g.e., s. 130.
119
-Sevr tasarısında sözü geçen mali komisyonun kaldırılarak, İtilaf
Devletleri’nin iktisadi çıkarlarının genel borçların ve bize yükletilecek savaş
zararları karşılığının ödenmesini sağlamak için, Türk egemenliği ile bağdaşa
bilecek bir yönetim saptaması,
-Adalet ve iktisat alanlarındaki, kapitülasyonlarda değişiklik yapılmak
üzere birer komisyon kurulması”321.
Konferansın önerileri bir tuzak niteliğindeydi. Hem bizim elimizi
bağlıyor, hem de boğazlar, kapitülasyonlar ve devletin maliye işlerinin
denetimi gibi sırf büyük devletleri ilgilendiren konular görüşülürken ordumuzu
denetimleri altında tutmak istiyorlardı. T.B.M.M. hükümeti 5 Nisan’da notaya
ustaca olumlu bir cevap verdi. Bırakışma kabul edilebilirdi ama Anadolu’nun
boşaltılmasının da hemen başlatılmasını ve bunun dört ay içinde sona
ermesini istedi. İstanbul hükümeti ise, kendine gönderilen notaya karşılık
vererek,
Anadolu’dan
çekilecek
olan
Yunan
birliklerinin
Trakya’ya
getirilmemesini istemiştir.
İtilaf Devletleri, 15 Nisan 1922 tarihinde verdikleri cevapta Türk teklifini
kabul etmemişlerdir. Yunanistan bunu kabul etsede, birliklerini Trakya’ya
taşımasının ve dolayısıyla orada savaşın yenilenmesinin olanaksız olacağını
bildirmişlerdir322.
22 Nisan’da T.B.M.M. hükümeti boşaltma ile bırakışmanın birlikte
olmasında direnmiş ancak bırakışma olmadan da barış görüşmelerine
başlanılmasını ileri sürmüştür323. Böylece aracılık ve barış işi bir çıkmaza
girmiş olur. Paris Konferansı’nın bir karmaşa içerisinde olması ve verdiği
notalarla asıl toplanma nedenini net bir şekilde ortaya koymasıda bir çok
yorumu beraberinde getirmiştir.
321
Nutuk, s. 869; Bayur, a.g.e., s. 263.
Bayur, a.g.e., s. 263-264.
323
Tansel, a.g.e., s. 132.
322
120
Versay Konferansı’na müşavir sıfatıyla altı ay iştirak etmiş olan meşhur
İngiliz iktisat âlimlerinden J.M. Keynes Paris Konferansı ile ilgili olarak şu
değerlendirmeyi yapmıştır: “Bütün beşeriyet, üç beş kişi tarafından karanlıklar
içinde dolandırılarak sınırlandırılmaktadır. Milletlerin mukadderatı ile oynayan üç
beş adam, ne fen, ne ilim, ne de irfanın sözlerini dinliyorlar! Ellerindeki kaya
bıçakları ile beşeriyetin vücudu üzerinde ameliyatlar yaparak milletleri
parçalıyor,
haritaları
yeniden
çiziyor,
bütün
cihan
insicamını
alt
üst
ediyorlarmış.”
Rusya Elçisi Aralof’ta, bütün insanlık için elim bir facia teşkil eden şu
gerçeği söylüyordu: “Paris Konferansı’na toplananlar kendilerine ait meseleler
ile mi meşguldürler? Hayır efendiler! Bunlar insanlığın mukadderatı ile
oynuyorlar! Bunları kim davet etmiş! Kim onlara bu salahiyeti vermiş kimin
vekalet veya vesayet hakkını taşıyorlar!
Bütün harbin itilafına sebep bunların doymak bilmez hırsları oldu. O harp
esnasında, otuz milyon beşerin ölümüne, bunca memleketlerin yığılmalarına,
bunca vilayetlerin ebediyen tahririne hep onlar sebep olmuşlardır. Harpten
sonra ise sulh yapayım diye beşerini inim inim inlettiren yine onlardır. Avrupa’yı
esbabı birer hücum kestiren yine onlardır!
O hücum kapılarından birisi de Sevr Muahedenamesi idi: O kapıdan Türk
milleti böylesine esaret zinciri ayaklarına kölelik hakları takıldığı halde girecekti
ve galipler için kasten çalıştırılacaktı fakat Türk boynunu eğmedi. Almanlar yeni
galipler önünde diz çökerek verilmeyen, verilmeyecek olan şefkati diledi. O
başını yüksek kaldırarak efendi olduğunu, efendi olacağını gür ses ile cihat ilan
etti ve aldığı vaziyetin bütün azametine, bütün ağırlığına katlandı! Üzerimize
saldırılmış dün bizim bugün başkalarının uşağı olan Yunan sürülerinin önüne
geçti. Uşak bugünkü efendisinden aldığı şok hareketlere bütün himayelere
rağmen üzerine tahsil edilmiş olan hizmetin altından çıkamadı. Bu hizmet Sevr
Muahedenamesi’ni bize kuvvetle kabul ettirmektir.
İşte bugün efendiler, uşağını bu halde görerek insaniyet kisvesine altına
girerek güya ziyade kan dökülmesine meydan vermemek için bize bir mütareke
121
teklif ediyorlar. Fakat öyle bir mütareke ki arkasında yine Sevr kapısının
arkasına saklanmıştır. Yunan süngüleri ile bize kabul ettirilmeyen esaret
zincirleri şimdi diplomasi, konferans, mütareke teklifi vasıtası ile kabul ettirilmek
isteniliyor ”324.
İstanbul gazeteleri de, teklif edilen bu mütareke şartlarını “intihar” olarak
yorumlamışlardır. Peyam-ı Sabah Gazetesi haricinde, tüm İstanbul gazeteleri
aynı fikirde idi325.
Bu yorumlardan, Paris Konferansı’nın da asıl amacının, İngiltere’nin asıl
menfaatlerine hizmet eden Sevr Antlaşmasının, ufak bir değişiklikle Türklere
kabul ettirmek ve onu fiiliyata dökmek olduğunu anlıyoruz. Özellikle
konferanstaki Anadolu’nun boşaltılması maddesi ile de bunu başarabileceklerini
düşünüyorlardı. Bunu bir kez daha görüyoruz ki, Türklerle asıl muharebe eden
Yunanlılar değil, İngilizlerdir326.
Sakarya Savaşı’ndan sonra siyasi alanda bu gelişmeler olurken, askeri
açıdan da ordunun eksikleri de tamamlanmaya çalışılıyordu ve Türk ordusu
Yunanlıları Anadolu’dan atmak için taarruza başlamaya karar vermişti. Yapılan
plan ve hazırlıklardan sonra, 26 Ağustos sabahı Türk topçusunun ateşiyle
başlayan Büyük Taarruz, planlandığı gibi bir imha planı olacaktı ve nitekim Türk
kuvvetleri, Yunan ordusunun büyük bir kısmını Dumlupınar’da sıkıştırıp imha
etmeyi başarmıştır. 30 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal
Paşa’nın bizzat sevk ve idare ettiği meydan muharebesinde tamamen kuşatılan
Yunan
askerleri
imha
olmaktan
kurtulabilmek
için
süratle
kaçmaya
başlamışlardır327. Bu taarruzlar, Yunan ordusuyla birlikte Yunan gururuna da
324
“Mütareke Etrafında”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466.
İstanbul gzetelerinin mütareke hakkındaki yorumları şu şekildedir: “Vakit: “Gayelerimizin kabul
edildiğini anlamadan silahlarımızı kınana koymamalıyız.” Tevhid-i Efkâr: “İstiklalimizle kabil-i te'lif
olmayan kararlar istemeyiz.” İkdam: “Bu taklif yalnız Yunan arzusunu te'min ediyor” İleri:”Türk’ün
sesiyle bağırıyoruz “istemezük”! Yeni Şark: “Milletimizin asabını kuşatmaktan başka bir şey
değildir.” Akşam: “Yalnız İzmir değil, Trakya İstanbul, Boğazlarda verilmezse bir şey olamaz…”
“İstanbul Gazeteleri Mütareke İntihardır Diyor”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466.
326
“Tan’ın Baş Makalesi”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Mart 1922, No: 470.
327
Yalçın- Turan, a.g.e., s. 212.
325
122
müthiş bir darbe olmuştur328. Düşman yediği mühim darbenin tesirinden
kurtulmak için, Dumlupınar’ı almak istemişse de, bunu başaramamıştır329.
Afyonkarahisar halkı, Türk askerleri şehre girince çok büyük mutluluk
yaşamışlar ve şükrederek secdeye kapanmışlardır. Duyulan mutluluktan
halk, askerlere karşı sevinç gösterilerinde bulunmuşlardır330.
30 Ağustos’ta meydana gelen savaş sırasında, düşmanın ana kuvvetleri
yok edilip, tutsak edildi. Düşman ordusu Başkomutanlığını yapan General
Trikupis de tutsaklar arasındaydı331. Mustafa Kemal, 1 Eylül 1922 günü
Ordumuza hitaben neşreylediği
beyannamede “Ordular İlk Hedefiniz
Akdeniz’dir, İleri” emrini veriyor ve beyannamenin devamında
“Milletimizin
İstikbali, emindir” diye buyurmuştur332.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi Büyük Taarruz sonrası, Yunanistan’ın büyük
kayıplar verdiğinden ve bunların altından kalkmasının zor olduğunu belirtmiştir.
328
“Yıkılan Gurur”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Ağustos 1922, No: 592.
“Vaziyet-i Harbiye”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Eylül 1922, No: 595.
330
Hakimiyet-i Milliye halkın sevinç gösterilerini şu şekilde belirtmektedir: “Afyon Karahisar’a hal-i
askerlerimizin girişi kadar heyecanlı bir manzara tasvir etmek imkanı yoktur. İstihbaratımıza nazaran
kıtaatımız bir yıldırım gibi düşmanı tepeleyerek şehre inerken secde-i şükrana kapanmış olan halk
büyük küçük erkek ve kadın hepsi bir kitle halinde askerlerimizin, zabitlerimizin ayaklarına ellerine
sarılmışlar ve hiçbir kimse gözyaşlarını ve hıçkırıklarını zaptedememiştir. Bilhassa
Başkumandanımıza karşı halkın göstermiş olduğu minnet ve şükranı tasvir edebilecek cümleler
bulmakta acizdir. Büyük hal-i askeri biran içinde ahali ihata eylemiş ellerini açarak başlarında
taşımışlardır. Bu levha askerlerimizi bir kat daha şevke getirmiş ve askerlerimiz düşmana daha büyük
bir sabırla saldırmışlardır. Düşmandan temizlenen her tarafta vatandaşlarımız aynı tezahüratta
bulunmaktadır. Diğer taraftan Afyon ahalisi düşmanla teşrik-i mesai ederek hıyanet ve habasetle ileri
giden ve ani darbeler karşısında şerik cürümlerine iştirak edemeyen namussuzların vücutlarını daha
kıtaatımız şehre girmezden evvel sopalarıyla ortadan kaldırmışlardır.” “Afyon Halkı Secde-i
Şükranda”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1922, No: 594.
331
Muharebeden sonra, Yunan General Trikupis ve fırkasının Mudanya’da esir edildiğine dair
haberler İstanbul gazeteleri ve Hakimiyet-i Milliyede de teyit edilmektedir. Haber şu şekildedir: “On
birinci Yunan Fırkası Mudanya civarında esir olmuştur. Şimdiye kadar kaybolan General Tirikopis ve
maiyetindeki kolorduya mensub fırka Mudanya’ya vasıl olarak Trakya’ya gönderilmiştir.” “Yunan
Fırkasının Esaretini İstanbul’da Teyit ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Eylül 1922, No: 609; Nutuk,
s. 901.
332
“Gazi Başkumandanımızın Ordu ve Milletimize Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Eylül
1922, No: 596.
329
123
Ancak yine Yunanistan’ın bu zorluklardan kurtulmak için yapacağı yegâne şey,
İngiltere’ye başvurmak olacaktı333.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile yıllardır Türk halkının başına
bela olmuş olan Lloyd George’un Anadolu üzerinde kurduğu vasi ihanet planı
yıkılmıştır. Bu nedenle, Dumlupınar’da ve Karahisar’da yenilen yalnız
Yunanistan değil, aynı zamanda Lloyd George ve İngiltere’dir. Bunların
birlikte tertip etmiş oldukları o vâsi plan birden altüst olmuştur. Yunanistan’ın
Anadolu hülyaları, Lloyd George’un, hilafet makamı ile Türklüğü alet olarak
kendi emelleri için kullanmak planı... Türk’ün istiklâl, şeref ve haysiyet aşkı
bütün bu emelleri ve hülyaları bir tekme ile yok etmiştir334.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile düşmanın Batı Anadolu’yu elde
bulundurma çabası boşa çıkmıştır. Bundan sonra önemli olan, düşmanın
Türk topraklarının herhangi bir kesiminde tutunmaması idi. Bu sebeple Türk
ordusu, batı doğrultusunda büyük takip harekâtına başlamıştır.
31 Ağustos’ta gecikmeden başlatılan takip harekatıyla asıl kuvvetler
İzmir’e doğru sevk edilirken, bir kısım kuvvetler de Eskişehir’den Bursa’ya
yönlendirilerek
Batı
Anadolu’nun
düşman
işgalinden
kurtarılması
sağlanmıştır.
333
Yunanistan’ın Büyük Taarruz sonunda uğradığı kayıplar e şu şekilde anlatılmıştır: “Yunanistan’ın
duçar olduğu felaket o kadar ani ve azimdir Yunan ordusunun tarumar edildiği o derece umumidir ki
uzun müddet yalan planla seri olunamaz. Senelerce uğraşarak işgaline muvaffak olduğu yerleri
Yunanistan dört günde kaybetti. Senelerce uğraşarak teşkil edebildiği ordu tarumar edilerek
aralarındaki irtibatı kaybolan kumandanları esir olunan, efradı derelerde ve tepelerde kendi canlarını
kurtarmayı düşünen bir ordunun yeniden tertip ve tanzimi imkan haricindedir. Hal-i şerifin
berayetinden Yunan ruhbanlarına çıkarılan bir keşfe göre Anadolu Yunanistan’ın mezaristanı
olacaktır. Bu rivayet bu keramet çoktan beri Yunan halkı arasında dolaşıyormuş. Bu muharebenin
iptidasından beri bütün bu mümin adamlar bu rivayetin tahkikatına titreyerek intizar ediyorlarmış.
Şimdi ise Türk kahramanı Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin dehası sayesinde Yunan kafasına
indirilen darbe ile bu rivayet bu keramet tahkik ediyor. Anadolu Yunanistan için bir mezar oldu.
Yunanistan burada yalnız Giritli serserinin hülyalarını değil bütün mevcudiyetini de kaybetmek
üzeredir. Yunanistan bir daha o kaybettiği redveyi iltizam edemez velev binlerce Lloyd George
binlerce Curzonlar istedikleri kadar kendisine her türlü vaatlerde bulunsun zira ordusu ile beraber
Yunanistan menba-ı iktisadiye ve maliyesini de kurutmuş kaybetmiştir.” “Aldanmayacağız”,
Hakimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1922, No: 598.
334
“Vasi Bir İhanet Planının Yıkılması”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599.
124
Uludağ-İznik Gölü arasında tutunmaya çalışan düşman savunması da
kırılarak Bursa doğrultusunda geri atılmış, 10–11 Eylül 1922 gecesi Bursa
kurtarılmıştır. Batı Cephesi birlikleri, 9 Eylül günü İzmir’e girerken, diğer
birliklerde hızla Ege kıyılarına doğru ilerliyorlardı335.
Türklerin
9
Eylül
1922’de
İzmir’e
girmesiyle
tüm
Anadolu
Yunanlılardan kurtuluyordu. Bu büyük Türk zaferi Anadolu’nun her yanında
kutlanırken, bir zamanlar Rum toplumunun ve refah içinde Türklerle birlikte
yaşadığı, ama şimdi Yunan ordusunca yıkılan veya tümüyle yakılan köylerin
duman kokan yıkıntıları arasında, geride bırakılmış yaşlı Rum kadınları,
ellerini göğe kaldırarak, İngiliz Başkanı Lloyd George’u “Kako hrono nahis
Corci” (Sana lanet olsun Corci) çığlıklarıyla lanetliyordu336.
Türk ordusunun İzmir ve Bursa’yı almasından sonra, buralardaki
binlerce Yunan aileleri, binlerce hainler, binlerce İngiliz İzmir’e gelerek,
oradan ya Avrupa’ya veyahut Yunanistan’a doğru kaçmaktadırlar337.
Böylece, karaya çıktıkları 15 Mayıs 1919 gününden beri Türk yurdunu
ve ulusunu akıl almaz zulüm ve yıkıntılarla acı içinde bırakan Yunan ordusu,
18 Eylül 1922 günü “Anadolu’nun kutsal ocağında boğulmuş” ve sonuçta da
tümüyle Türk topraklarından atılmıştır338.
Yunanistan bu gelişmeler karşısında kendini ve vatandaşlarını
koruyamayacağını anladığı için, Büyük Devletlerin tedbir almasını istemiş ve
İngiltere’ye müracaat etmiştir. Türkiye ile mütareke talebinde bulunmuştur.
İngiltere ilk başta, Yunanlılar için daha rahat şartlar sağlanabileceğini söylese
de, daha sonra 4 Eylül’de Lord Curzon, Paris ve Roma’ya Yunanistan’ın
335
İsmet İnönü, ATASE Yayınları, Ankara, 1987, s. 54-56.
Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 268.
337
“Yunan Vaziyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, S. 600; “İngiliz Tebası’da İzmir’den
Gidiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, No: 600.
338
İsmet İnönü, s. 56.
336
125
mütareke talebini bildirdi. 7 Eylül’de de Müttefik Devletler, mütareke
yapılması için Ankara Hükümetine başvurdular339.
Mustafa Kemal Türk ulusuna seslenen bir bildiriyle Türk zaferini şöyle
kutluyordu:
“Akdeniz,
askerlerimizin
zafer
çığlıklarıyla
dalgalanıyor.
Asya
İmparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına
gelmek cesaretinde bulunan ordu komutanlarıyla kumanda heyetleri,
günlerden beri T.B.M.M. Hükümetinin esir-i harbi bulunuyorlar... Eğer Yunan
Kralı da bugün esirler meydanında bulunmuyorsa bu, tacidarların şiarı
esasen yalnız milletlerinin safalarına iştirak etmek olduğundan, muharebe
meydanlarının felaketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey
düşünmemek tabiatlarındandır... Garb fabrikalarının çelik zırhlarıyla kaplanan
muazzam Yunan orduları, artık Anadolu dağlarında zabitleri tarafından terk
edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden tedehhüş ederek kudurmuş kitleler ve
ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı...
Büyük Türk Milleti, büyük zafer münhasıran senin eserindir...”340
Ordumuzun muzafferiyet haberleri gelmeye başlaması üzerine Rus
Sefiri Aralof hemen telgrafla Moskova’ya malumat vermiş ve Rusya,
muzafferiyetimizi ilk olarak Aralof’un verdiği malumatla tebrik etmiştir. Bunun
339
“Yunanlılar Bir Mütareke Rica Ediyorlar”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1922, No: 601;
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 237-239. Mustafa Kemal, Yunanistan’ın mağlubiyeti sonucu Müttefik
Devletlereden bir mütareke talebi olacağını önceden tahmin ediyordu. Örneğin; Saldırıda bulunulduğu
sırada, Mustafa Kemal İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey’den Müttefiklerin mütareke talebi ile ilgili bir
yazı aldı ve bu yazıya karşılık verdiği cevap şuydu: “Anadolu’daki Yunan ordusu kesin olarak
yenilmiştir. Bu nedenle Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Mütareke talebi
ancak Trakya için söz konusu olabilir. Yunan hükümeti ya doğrudan ya da dolaylı olarak
hükümetimize başvurabilir. Başvurduğu takdirde mütareke için şu şartşar geçerli olacaktır: 1- Ateşkes
anlaşmasının imzalandığı günden başlayarak on beş gün içinde Trakya, 1914 sınırlarına dek, hiçbir
koşul ileri sürülmeden, T.B.M.M. Hükümetinin sivil görevlilerine ve ordu birliklerine bırakılmış
olacakır. 2- Yunanistan’da tutsak bulunan yurttaşlarımız on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit
limanlarında bize verilecektir. 3- Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu’da yaptığı ve
yapmakta bulunduğu yıkımları önlemeyi Yunan Hükümeti şimdiden üstlenecektir.” İşte eğer türk
tarafıyla görüşmek isterlerse önlerine bu şartlar sürülecekti. Nutuk, s. 901-903; İsmet İnönü,
Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987, s. 15.
340
“Gazi Başkumandanımızın Millete Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Eylül 1922, No: 611.
126
üzerine Rusya tarafından, İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’e verilmek
üzere bir telgrafname gönderilmiştir341.
Ünlü Fransız gazeteleri de, Yunan mağlubiyetinin neticelerini şu şekilde
değerlendirmiştir: “Anadolu’da mağlub olan bir değil iki kişidir. Bunlardan biri
Yunan
Başkumandanı
Konstantin,
diğeri
de
İngiltere
Başvekili
Lloyd
George’dur. Eğer İngiliz Paşa, Vekil Kral Konstantin’in ihtirasatını teşvik
etmeseydi ahval belki de bu şekli almayacaktı.”342
Türk Zaferinin yankıları Türkiye’nin sınırlarını aşarak her tarafa yayılıyor;
boyunduruk altında, sömürge hayatı yaşayan halkları etkiliyordu. Bu halklar
şimdi Mustafa Kemal’e kendi kurtarıcıları gözüyle bakmaya başlıyorlardı.
Dünyanın dört bir yanındaki Müslüman halk, bu Türk zaferini, “İslam’ın
Hıristiyanlığa, Doğu’nun Batı’ya, Asya’nın Avrupa’ya ve Türkiye’nin Emperyalist
İngiltere’ye karşı kazandığı en büyük zafer” olarak kutluyorlardı343.
341
Rusya’nın zaferimizi tebrik etmek için Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf
Bey’e gönderdiği telgraf şu şekildedir: “Kahraman Türk Ordusu’nun Yunan Ordusu üzerinde ihraz
etmiş olduğu azim-i zaferin haberini hemen şimdi aldım.Bu münasebetle bizim en samimi ve kalbi
tebriklerimizin kabulünü rica ederiz.Buna ilaveten bu müşemşi muzafferiyetin yalnız Türk Milletini
değil aynı zamanda ve aynı derecede Rus Milletini de mesrur ve şadıman etmiş olduğunu temin
ederim.Türk Milleti senelerden beri Mustafa Kemal Paşa gibi bir askeri ve siyasi dehanın rehberliği
ile Avrupa emperyalizmine karşı muazzam bir mücadele icra etmektedir.14 seneden beri bilaram
kendi mevcudiyeti için mücadele eden büyük muharebenin ifa etmiş olduğu yorgunluklara ve
ızdıraplara rağmen bin türlü müşkülat içinde Avrupa devletlerine karşı durmak için yine kendi
varlığında lazım olan kuvvetleri buldu ve hayat ve istiklal için mücadeleyi idame etmekte tereddüt
etmedi. Bu mücadele de Türk Milleti mutlak galip olacaktır. Rusya da bütün devletlere karşı
mücadele etmek mecburiyetinde kalarak nihayet galebe ile mücadeleden çıkmış iken böyle bir
mücadelenin ne kadar ağır ve müşkül olduğunu pekala takdir eder. İşte bunun içindir ki, Rus Milleti,
Türk Milletinin bu zaferinin hem kıymetini anlar hem de ona Türkler kadar mesrur olur.bu
muzafferiyat Avrupa emperyalizminin Yunanlılar vasıtası ile Türkiye üzerine icra ettiği
tehacümlerden Türkiye’nin kurtuluşunun ilk mesut başlangıcıdır. Rus köylü ve işçileri kendilerine
uzanan Türk ellerini sıkmakta tereddüt etmediler. Çünkü emperyalizme karşı mücadelenin ne
olduğunu pekala biliyorlardı. Türk milleti bilmelidir ki Rus milleti büyük bir dikkat ve intizarla Türk
milletinin bu muazzam mücadelesini takip etmekte idiler ve Türkleri tam bir muzafferiyete ve sulh ve
selamete yaklaştıran her türlü muvaffakiyetlerine Türkler kadar meşru olmaktadırlar ve şanlı bir sulha
nail olmak hakkına olmak hakkını kazanmıştır ve öyle bir sulh ki bu milletin yaralarına ve
ihtiyaçlarını tamir etmeye kafi olmuştur. Rus milleti, Türk milletini ihraz ettiği muzafferiyet dolayısı
ile tebrik ederken bu mesut sulh gününün yakın olduğuna emindir.” “Rusya’nın zaferimizi Tebriki”,
Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599.
342
“Anadolu’da İki Kişi Mağlub Edilmiştir”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608.
343
Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, s. 269.
127
B. Çanakkale Krizi ve Lloyd George
İzmir
kurtarılmakta
ve Bursa
başta
olduğu
günlerde,
olmak
üzere,
Ankara
Anadolu’nun
Hükümetiyle
Yunanlılardan
İngiltere
arasında,
doğrudan karşı karşıya gelmelerine yol açan bir bunalım patlak vermiştir.
Atina’daki İngiliz Maslahatgüzarı Sir Horace Rumbold’un 4 Eylül’de
Londra’ya gönderdiği bir telgrafta, Çanakkale bunalımının ilk işaretini görüyoruz.
Sir Rumbold, Anadolu’nun apar topar boşaltılmasının, İngiltere için, İstanbul’da
ve Irak’ta tehlike yaratacağını; Yunanlıların Doğu Trakya’yı terk etmesi halinde
ise İngiltere’nin Boğazlardaki durumunun tehlikeye gireceğini bildiriyordu.
Fransa da sadık değildi. O halde İngiltere, ya tam teslim olacaktı ya da tek
başına hareket etmeğedevam edecekti. Sir Rombold, Gelibolu yarımadasını
işgal etmek gibi bir fikri düşündüğünü de ekliyordu344.
Ankara hükümetinin, Yunanlılara karşı bu son zaferi Türklerin Boğazlara
yönelip Avrupa’ya geçerek İstanbul’u ve Trakya’yı ele geçirmesinden korkan
İngiliz Hükümeti’ni telaşa sevketti345. Ancak, Başbakan Lloyd George her ne
pahasına olursa olsun Boğazların Türklere kaptırılmamasını savunuyordu.
Türk komutanları, Yunanistan’a vakit bırakmamak ve Trakya ile İstanbul’u
kurtarmak istiyorlardı. İzmir’in 9 Eylül’de alınmasından sonra bir kısım Türk
kuvvetleri, İstanbul ve Çanakkale’ye doğru yönelmişlerdi346.
İngiliz General Harrington Türklerin Boğazlara ve Çanakkale’ye ilerlemesi
üzerine müttefikleri bir cephe oluşturup birliklerini takviye etmesi için uyardı. Bu
durum karşısında İngiltere’yi İtalya ve Fransa’da destekledi. Ve siyasi süreç
daha da hızlanmış oldu.
344
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 239-240.
Çulfalı, a.g.m., s. 809-810.
346
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 241; İnönü, a.g.e., s.16-17.
345
128
Fransa’nın İstanbul’daki Yüksek Komiseri General Pelle 18 Eylül’de
İzmir’de,
Mustafa
Kemal’le
görüşerek,
Boğazlardaki
“tarafsız
bölgeye”
saldırılmaması için uyarıda bulundu. Mustafa Kemal, Pelle’ye şu cevabı verdi:
“Mütareke
askeri
harekâtın
durdurulmasıdır.
Mütareke
yapılması
Trakya’nın tahliyesine bağlıdır. Hâlbuki düşman ordusu karşımızdan çekilmiş
olabilir ancak Trakya’ya toplanmaktadır. Zaman bırakırsak toplanırlar, tekrar
birtakım müdafaa tertiplerine girmek için ordu olarak kendini gösterecek bir
vaziyet alabilirler. Bunu önlemek lazımdır. Bu nedenle düşman bertaraf
edilmelidir.”347
Ancak İngiltere, Fransa, İtalya “Boğazların tarafsızlığı” hususunda çok
kararlı gözüküyorlardı. Bu nedenle, daha Türk Ordusu henüz İzmir’e girdiği
zaman, İngiltere ve müttefikleri, Boğazları korumak için teşebbüse geçeceklerdi.
Hatta
İngiltere,
müttefikleri
katılmazsa
tek
başına
bir
muharebe
gerçekleştirecekti. Ancak İtalya ve Fransa muharebe tekliflerine pek sıcak
bakmıyorlardı.
İngiltere
dominyonların
ardından
büyük
bir
dominyonlarına
kısmından
müracaat
İngiltere’yi
ediyordu.
destekleyen
bir
Ancak
haber
çıkmamıştı348. İngiliz Hükümeti’nin ve Lloyd George’un Türklerle tek başına
yeniden savaşmak için sarf ettiği gayretler sonuçsuz kalmış ve Lloyd George’un
mevkii sarsılmıştır.349 Lloyd George her şeye rağmen Türk zaferini kabul
etmiyor ve boğazların tarafsızlığının bozulmaması için Türkiye’yi uyarıyordu350.
347
İnönü, a.g.e., s.19-20.
İngiltere’ye yardım cevabı yalnız Yeni Zelanda’dan gelmişti. Hindistan muvaffakat etmek şöyle
dursun 75 milyon müslümanı kendisine düşman edeceğini bildirmiştir. İngiltere hükümetinin
müstemlekatından askeri muavemet Avusturalya ve Yeni Zelanda muzaherat cevabı vermişlerse de
Kanada ve Cenub-u Afrika bundan imtina etmek arzusunu izhar edecek bir vaziyet almıştır.
Hindistan’daki İngiltere’nin askeri bir hareketine iştirak etmeyi katiyetle reddetmektedir. Hint
azasından bir zat Türklere karşı bir harb vukuunda 75 milyon Müslüman Hintliyi kendisine düşman
edeceğini İnglitere’ye bildirmiştir. “İngiliz Müstemlekatı Askeri Muaveneti Reddetmiştir”,
Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612.
349
Nutuk, s. 903;İnönü, a.g.e., s. 20-21.
350
Lloyd George Boğazların tarafsızlığı için Türk ilerleyişini şu şekilde uyarıyordu: “Türkler,
İstanbul ve Boğazlara yanaşmak isteyecek olurlarsa karşılarında sarsılmaz bir cephe bulacaklarmış.
İngiltere hükümeti mağlup bir düşmana şimdi muzaffer bir tavır alarak Mondros Mütareke namesinin
348
129
Ancak Mustafa Kemal’in tavrı netti. Eğer mütareke yapılacaksa,
Trakya’nın
boşaltılması
Konferansı’nda
da
şarttı.
Yani
imzalanacak
bir
26
Mart
sulh
1922’de
antlaşması
toplanan
için
Paris
Trakya’nın
boşaltılmasının şart olduğunu Ankara yinelemiş, net ve kesin bir dille bunu dile
getirmişti351.
Müttefikler,
20
Eylül’den
itibaren
özellikle
Fransa
Başbakanının
İngiltere’ye karşı çok sert bir tutum takındığı görüşmeler sonunda, 23 Eylül’de
mütareke çağrısında bulunmak için karara vardılar. Müttefikler adına İzmir’e
gelen Franklin Bouillon’la Mustafa Kemal arasında 28 Eylül’de yapılan görüşme
sırasında, 23 Eylül’de Müttefik Dışişleri Bakanlarınca imzalanan nota da
gündeme gelmiştir352.
Bu nota temel olarak iki sorunu kapsıyordu. Birincisi, savaşın
durdurulması, İkincisi ise konferans ve barış ile ilgiliydi. Notada, Venedik veya
başka bir şehirde toplanacak olan ve İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,
Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Yunanistan’ın çağırılacağı konferansa,
Ankara’nın
temsilci
gönderip
göndermeyeceği
sorulmaktaydı.
Ayrıca,
görüşmeler sırasında, Boğazlardaki “tarafsız bölge”ye Ankara Hükümetince
asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere, Meriç’e kadar
Trakya’nın
Türklere
geri
verilmesi
hakkındaki
Türk
isteğinin
olumlu
karşılanacağı da bildiriliyordu. Notada Boğazlardan, azınlıklardan, Türkiye’nin
Milletler Cemiyetine alınmasından ve barış antlaşması yürürlüğe girdiği anda
müttefiklere temin ettiği şartları ihlal eylemeye müsaade edemezmiş. Türklerin Balkanlara yeniden
yerleşmeleri bütün Balkan meselesini yeniden çıkaracakmış!” “Plavra Başladı”, Hakimiyet-i Milliye,
14 Eylül 1922, No: 608.
351
İngiltere’nin attığı palavra haberlere karşı, Türk tarafının ciddi bir tavırla, İngiltere karşısında eğilip
bükülmeden isteklerinde kararlı olması İngiltere’ninde tavrını değiştirmesine yolaçacaktır.
Türkiye’nin imzalayacağı muahedelerde istediği kararları kabul ettirmesine yardımcı olacaktır.
Hakimiyet-i Milliye bu konuyu şu şekilde açıklamaktadır: “İnsan bu sahte, sırf palavracılıktan ibaret
tavır ve vaziyete aldanır, İngiliz’in karşısında kendini zayıf gösterirse, vay haline! Artık herif şefkat ve
terhim nedir anlamaz. Sizi ezdikçe ezer ve her yeni tahrikinden yeni bir zevk duyar. Fakat siz de ona
karşı aynı vaziyeti alır onu hiç hesaba katmıyor gibi işinize devam eder, aynı kırık cümleler ile onu
tahkir etmeye koyulursanız derhal tavır ve edasını değiştirir ve terbiyeli adamlara yakışır bir eda
alarak sürekli hürmetle makuliyet dairesinde konuşmaya ve küçülmeye başlar. İngilizler tabiyat-ı
seniyeleri olan bu tarz hareketten siyasette de, beynelmilel hayatta da vazgeçemezler. Aynı usulü
tatbik ederler.” “Plavra Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608.
352
“Boğazlar Meselesinde İngiltere ve Fransa”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Eylül 1922, No:610;
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 245; Bayur, a.g.e., s. 301.
130
İstanbul’un
boşaltılacağından
da
söz
edilmekteydi.
Ayrıca
konferansın
toplanmasından önce, Yunan kıtalarının, İtilaf Devletleri komutanlarınca
çizilecek bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilaf Devletleri’nin nüfuzlarını
kullanacakları sözü verilmekle ve bu konuda görüşmede bulunmak üzere
Mudanya veya İzmit’te bir toplantı yapılması önerilmekteydi.
Mustafa Kemal, 29 Eylül’de verdiği cevapta, 3 Ekim’de toplanılmasını
uygun gördüğü Mudanya Konferansı’nı kabul ettiğini bildirdi. Bu kabul edilişin
gerekçesini Mustafa Kemal şöyle anlatır: “Biz, Rumeli’de hudud-u milliyemize
kadar şarki Trakya’yı tamamen almadıkça, askeri hareketten sarf-ı nazar
edemezdik. Ancak, vatanımızın bu kısmından düşman kıtaatı çıkarıldığı
takdirde fazla bir hareket yapmaya kendiliğinden lüzum kalmayacaktı.”353
“Bu gelişmeler sırasında Sovyet Rusya da, Boğazlar sorunu üzerinde
duyarlı olduğunu belirtmiştir. Rus Hükümeti İngiltere’yi şiddetle protesto
etmektedir. İngiltere’nin Boğazlar meselesini sulh yoluyla halletmesi gerektiğini
belirtmiştir. Sovyet Rusya 19 Eylül 1922 tarihinde, İngiltere’ye bir protesto notası
vererek, Türk tarafına mağlup değil, galip gibi davranılmasını talep etmiştir.
Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Çiçerin’in, Cenova Konferansı’nda Ankara ve
Müttefik devletler arasında bir arabuluculuk yaptığı görülmekteydi İngiltere
Boğazlar Meselesini özellikle Türk yurdunda ve ilk önce İstanbul ve Boğazlarda
Türklerin egemenlik hakkının kabulünün gerektiği ve İngiltere’nin, Türkiye’ye ait
olduğu kuşkusuz olan arazi ve Boğazları geri vermek istemediğine; Boğazların
serbestliğinin herkesten önce Türkiye ile Rusya için gerekli olduğunu belirtmiştir.
16 Mart 1921 Türk-Rus Antlaşması’nda, Boğazlar statükosunun Karadeniz
devletlerince kararlaştırılacağına dikkati çekmiştir”354.
353
“İngiltere Müstecil Bir Konferans Akdini istiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612;
Nutuk, s. 905; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 245-246; İnönü, a.g.e., s. 22-24; Tansel, a.g.e., s. 202-204.
354
“Boğazlarda Rusya’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922, No: 612.
131
C. Mudanya Mütarekesi’nin İmzalanması ve İsmet İnönü
Muharebe sonunda karşımızda yenilen ve bizimle mütareke yapmak
zorunda olan Yunanlılardı ama karşımıza çıkanlar bizimle müzakerede
bulunanlar müttefiklerdir. Müttefikler için de en önemli mesele, Boğazlar
meselesiydi. Yunanlılar Anadolu’dan tamamen çıkarıldığı için, Türk tarafı
Trakya’nın tahliyesini isteyecekti355. İstanbul ve Boğazlar mıntıkasında da,
İngiltere, Fransa ve İtalya vardı356.
Mudanya Konferansı 3 Ekim 1922’de açıldı. Mudanya Konferansına
Türkiye adına olağanüstü yetki ile Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa
atanmıştı. İsmet Paşa, aynı zamanda oturum başkanıydı. İngiltere’yi General
Harington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Mombelli temsil
ediyordu357.
Mudanya Konferansı’nda görüşülecek ana konular Başkomutanla İsmet
Paşa arasında şu şekilde kararlaştırılmıştır:
-“Edirne ve Meriç dahil olmak üzere Yunan ordusu ve Yunan idaresinin
Trakya’dan çıkarılması.
-Trakya’nın 20 gün içinde T.B.M.M. hükümetine tesliminin sağlanması.
-Şimdilik Trakya’ya Türk ordularının geçmemesi kabul olunduğundan,
Trakya’daki Türk idaresinin Yunan ve diğer saldırılardan korunması için
tedbirleralınması.
-Türk ordularının durduğu hatların belirtilmesi, harekâtın tatili sırasında
taraflarca tahkimat yapılmaması, Türk ve Müslüman halk üzerinde baskı
yapılmaması idi”358.
355
“Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922, No: 624.
İnönü, a.g.e., s. 27.
357
“Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922, No: 624; İnönü,
a.g.e., s. 27.
358
İsmet İnönü, s. 60-61.
356
132
Resmi bir sıfatı olmamakla beraber müttefikler adına bizimle görüşmek
üzere İzmir’e gelen Franklin Bouillon’da Mudanya’ya gelmişti. Kendisi seyirci
olarak konferans salonuna girmişti. Gerektiğinde bir aracı olarak bulunacaktı359.
Görüşmeler başlamış olmasına rağmen, gergin ortam tümüyle ortadan
kalkmış değildi. Harington’la İsmet Paşa’nın sunduğu görüşler arasında özellikle
Doğu Trakya’nın boşaltılması zamanı ve Yunanlıların Karaağaç’dan da çekilip
çekilmemesi konularında anlaşmazlık vardı. General Harington, Türk isteklerinin
askeri niteliği aşıp, siyasal nitelik aldığını ve Hükümetine danışması gerektiğini
söylüyordu. 5 Ekim’de bu danışmaya imkan bırakmak için Konferans’a ara
verilmiştir360.
Konferans oldukça soğuk bir hava içinde geçti. Müttefik generaller İsmet
Paşa’yı önce önemsemediler, ancak General Harington daha sonra İngiltere
Kralı’na yazdığı mektupta İsmet Paşa’nın çok iyi bir general olduğunu,
ordusunun ve Mustafa Kemal’in kendisine çok güvendiğini ve İsmet Paşa’nın
anlaşma metinlerinin her satırını dikkatle inceledikten sonra düşünüp karar
verdiğini belirtmiştir. Ayrıca, heyecanlandığını hiç bir zaman belli etmediğini,
konuşulanların çok daha ötesini gören bir kişi olduğunu yazarak “Bu adama
dikkat edin!” mesajını vermiştir361.
Bu sırada da, Lord Curzon Paris’te M. Poincare ile görüşmede
bulunmaktadır.
Öte
yandan
İngiltere
Çanakkale’deki
durumu
yeniden
değerlendirerek, Türk ordusu karşısında İngiliz kuvvetlerinin durumunun daha
cesaret verici hale geldiğini düşünmeye başlamış ve gerektiğinde silaha
başvurabileceği General Harington’a bildirilmiş bulunmaktadır. Aynı anda,
Ankara Hükûmeti de “Trakya’daki düşmanı takip için” yeniden askeri harekata
girişmeye karar vermektedir.
359
İnönü, a.g.e., s. 28.
Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 246-247.
361
Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam İsmet İnönü, C. I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1966, s. 203204.
360
133
Böylece, iki ülke yeniden bir gergin ortama sürüklenmiş oldular. Fakat, bir
yandan General Harington’un ihtiyatlı tutumu, öte yandan da Paris’te M.
Poincare’nin Lord Curzon nezdinde, Mudanya’da da Franklin Bouillon’un
Mustafa Kemal nezdindeki çabaları sonucunda, Türk tarafı, isteklerini kabul
ettirebildiği oranla yetinerek nihayet 11 Ekim’de Mütareke’yi imzalamayı kabul
etti. Ankara Hükümeti’nin İngiltere’nin çekilme işini bir “şeref sorunu” yaptığını
ve İngiltere’yi daha fazla sıkıştırmanın Mustafa Kemal’in istemediği kötü
sonuçları doğurabileceğini düşündüğü anlaşılmaktadır362.
Yunan
murahhasları
bu
mukavelenameyi
imzalamaya
salahiyetli
olmadıklarını bildirmişlerdi. General Harington bunda bir mahzur olmadığını
belirterek,
Yunan
murahhaslarının
mukavelenameyi
imza
etmemelerinin
yürürlüğe girmesine bir mani teşkil etmeyeceğini, esasen mukavelenamenin
tatbikinin müttefiklere ait olduğunu ifade etti363. İşte tüm bu gelişmeler sonunda,
İtilaf Devletleri 11 Ekim 1922’de geri adım atarak Mudanya Mütareke
Protokolüne imza attılar ve konferans süresince savunulan Türk tezini kabul
ettiler364.
Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması ile Mondros ateşkes antlaşmasının
akabinde başlayan Milli Mücadele’nin askeri safhası kapanmış dolayısıyla TürkYunan savaşı sona ermiştir. Mütareke 15 Ekim’de yürürlüğe girmiştir.
Mütareke koşullarına genel olarak bakıldığında Türk tezinin genel kabul
gördüğü anlaşılır. Bu da Türklerin asla Avrupa’dan atılamayacağının tescili
olmuştur365.
362
Nutuk, s. 907; Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 247; İnönü, a.g.e., s. 35-37.
“Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12
Ekim 1922, No: 633; İnönü, a.g.e., s. 36-37.
364
Mudanya Mütarekesi’nin tam metni için Ek-8 ve Ek-9’a bkz.“Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş
Olan Mukavele-i Askeriye Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633; TBMM Zabıt Ceridesi,
C. 23, TBMM Matbaası, Ankara, 1960, s. 350-353.
365
Türklerin Avrupa’dan asla atılamayacağının tescili, aynı zamanda İngiltere ve Batı’nın
mağlubiyetinin tescili oluyordu. Zira, 25 Haziran 1919’da Lloyd George, Başkan Wilson’a Türklerin
İstanbul’da kalıp kalamayacaklarını sormuş. Wilson’da cevaben: “Eğer benim kararım isteniyorsa,
Türkler Avrupa’da çok uzun sene kaldılar ve oradan tamamen temizlenmelidirler.”demiştir. Bkz.
Ulubelen, a.g.e., s. 191.
363
134
Mudanya Konferansı’nın ilginç bir sonucu, mütareke şartları tartışılırken
karşımızda savaştığımız Yunanistan’ın değil, İtilaf devletleri olmasıydı. Özellikle
de, İngiltere bu konuda başı çekmiştir.
Mudanya Mütarekesi’nin Türk halkı açısından sevindirici sonucu,
Gladstone’un ortaya attığı ve Lloyd George döneminde de devam eden “Türkleri
Avrupa’dan pılısıyla pırtısıyla birlikte defetmek” politikasının iflas etmesidir.
Yunan “Megola ideası” tarihe karıştı ve Misak-ı Milli büyük oranda kabul edildi.
Ayrıca önemli bir diğer sonuçta, Doğu Trakya’nın savaş yapılmadan elde
edilmesi ve İtilaf Devletleri’nin artık Ankara Hükümeti’ni Türkiye’nin tek hukuki
temsilcisi olarak kabul etmesidir366.
D. Lloyd George’un Türkiye Politikasının İflası ve İktidardan
Düşmesi
Lloyd George herkesin gözünde milletini savaşta başarıya ulaştıran,
1918 seçimlerinde rakiplerini geride bırakan, Paris Konferansını üstünlük ve
idaresi altına alan büyük bir liderdi.
1921 senesi İngiltere için mali ve siyasi açıdan sıkıntıların arttığı bir
dönemdi. Ancak buna rağmen, İngiltere’de pek az kimse “Lloyd George isterse
hayatının sonuna kadar Başbakan kalabilir” diyen Bonar Law’dan367 farklı
düşünüyordu.
Ancak, 1922 senesine gelindiğinde İngiltere’nin içinde bulunduğu
sıkıntılar daha da arttı. İşte bu sırada Lloyd George sarsılmış olan iktidarını
yeniden sağlamak isterken, siyasi hayatını sona erdiren kararı aldı. Bu karar;
Mustafa Kemal’in kuvvetlerine karşı silaha sarılmaktı. Lloyd George, böylece
366
Çulfalı, a.g.m, s.813-814; “İlk Çiçek”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639.
Bonar Law, İngiltere’deki eski Muhafazakar Partisinin başkanı’dır. Bakanlık görevinde de
bulunmuştur. 1918 seçimlerinde muhafazakarları, Lloyd George’dan yana Liberallerle işbirliği yapıp
bir koalisyon hükümeti kurmaya iten oydu. 1921’de sağlık durumunun bozulması dolayısıyla
hükümetten ve parti önderliğinden çekilmişti, ancak nüfuzu sağlam bir şekilde yerini korumuştur.
Bayur, a.g.e, s. 307-308.
367
135
muhafazakarlar
ve
liberallerden
kurulu
Koalisyon
Kabinesinde
birliği
sağlıyacağına ve muhaliflerinin dikkatini dışarıya, ortak düşmana çevirmek
suretiyle onlardan bir müddet için kurtulacağına inanıyordu. Türklere karşı
kazanılacak zafer ise, itibarını yeniden kazanmasını sağlayacaktı. Aksi halde
Yunanlıların Anadolu’da uğrayacağı bir yenilgi onun sonu demek olacaktı368.
Ancak işler onun istediği gibi gitmemişti. Yunan ordusu, Anadolu’da
büyük bir yenilgiye uğramış ve Anadolu’dan tahliye edilmişti. Bu yenilgi
sonucunda imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Lloyd George’un yeni bir Yunan
İmparatorluğu kurma yolunda giriştiği deneme, başarısızlığa uğramıştır. Bu öyle
başarısızlıktı ki; Lloyd George politika hayatına veda etmek zorunda kalacaktı.
Lloyd George’un geçmişte işlediği hatalar ve üstlenmiş olduğu misyon,
kendisine karşı dozu gitgide artan bir muhalefetin ortaya çıkmasına neden oldu.
İngiliz halkıyla Lloyd George’un arası gittikçe açılmaya ve halk arasında Lloyd
George aleyhtarlığı güçlenmeye başlamıştı369.
Lloyd George’un, Mudanya Konferansı’ndan sonra irad ettiği nutkunda
Türkleri vahşi ve barbar olarak nitelendirmesi, sadece Türk basınında değil,
Londra’da yayınlanan “Morning Post” ve “The Times” gazeteleri tarafından da
büyük bir tepki ile karşılandı. Lloyd George, uyguladığı dış politikadaki
başarısızlık sebebiyle, herkesin boy hedefi haline gelmiş bir devlet adamı
portresi çizmekte ve Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin ifade ettiği gibi, İngiltere’de
Lloyd George aleyhtarlığı bir siyasi akım gibi yayılmakta idi370.
Böylece inandığı Ortadoğu politikasının yanlışlığı bütün açıklığı ile ortaya
çıkmış olmasına rağmen, inadı ve kendini dünyanın hakimi zannetmesi
yüzünden bu yoldan dönmeyen Lloyd George’un politika alanından silinmesi ile
Ortadoğu’da barışın kurulması ümidi ortaya çıkmıştı371.
368
Baytok, a.g.e, s. 157-158; “Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye,
17 Ekim 1922, No: 638.
369
Hakimiyet-i Milliye, 28 Eylül 1922, No: 620.
370
“Lloyd George’nin Nutku ve İngiliz Matbuatı”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639.
371
Baytok, a.g.e, s. 158-159.
136
İşte tüm bu gelişmeler, Lloyd George’a karşı 12 Ekim 1922’de Bonar Law
isimli bir devlet adamının başını çektiği bir isyan hareketinin doğmasına yol açtı.
Lloyd George, bu isyan neticesinde doğan bu siyasi buhran yüzünden ve Bonar
Law’ın teklifi üzerine 19 Ekim 1922 tarihinde başkanlıktan istifa etmek,
başbakanlık ve parti başkanlığı makamını Bonar Law’a terk etmek zorunda
kaldı372.
Lloyd George’un sükutu bütün cihan için bilhassa Türkiye için büyük
hadisedir. Çünkü Lloyd George ile beraber bütün dünya önüne çıkan
hilekârlıktan kurtulmuş oluyordu. Bilhassa Türkiye, Lloyd George’un fesad ve
inadının çok acılarını görmüştü. Bizim için İngiliz siyasi buhranında en büyük
başarı ve teselli Lloyd George’un ortadan kalmış olmasıdır373.
Lloyd George insanlık için olduğu gibi, İngiltere için de bir felaket
olmuştur374.
372
“Lloyd George”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Ekim 1922, No: 643.
“Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ekim 1922, No: 638.
374
“Tefessüh Arifesinde”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Mayıs 1922, No: 507; “Lloyd George Siyaseti Bir
Felakettir”, Hakimiyet-i Milliye, 21 Mart 1922, No: 461.
373
SONUÇ
Osmanlı Devleti, İngilizlerin dış siyasetinde hep önemli bir yerde
olmuştur. Bu nedenle de İngilizler uluslararası ilişkilerde, Osmanlı Devleti’ni
hesaba katmak zorunda kalmışlardır. İngiltere, XIX. yüzyılda takip ettiği
politikanın aksine XX. yüzyıl sonuna doğru izlediği yeni politikaya uygun
olarak
Osmanlı
Devleti’nin
çöküşünü
sağlamak
suretiyle
Ortadoğu
coğrafyasındaki konumunu sağlamlaştırmak ve özellikle Hindistan yolunu
emniyete almak istemiştir. Birinci Dünya savaşının galibi olan İngiltere,
amaçlarına hizmet edecek ortamı oluşturmuştu. Çünkü savaştan yenik çıkan
onun istediği gibi Osmanlı devleti olmuştu ve XX. yüzyılda İngiltere’nin
politikası, Osmanlı’nın çökmesini çabuklaştırarak, mirasına ve nüfuzuna
sahip olmaktı. Ancak politika değişikliğindeki esas sebep müttefik devletler
arasındaki çıkar çatışmalarıydı. Buna rağmen İngiltere, müttefiklerini pek
önemsemiyerek öncelikle kendi politika ilkelerine uygun davranmış ve
Türklere
karşı
yürütülen
harekatın
başı
olmuştur.
İngilizler
Türkleri
imparatorluktan yoksun bırakmanın yanında, onlara kendi vatanlarında
yaşamayı dahi çok görmüştür.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzaladığı
Mondros Mütarekesi ile tam bir çöküş yaşamıştı. Özellikle antlaşmanın 7.
maddesi ile Osmanlı Devleti İtilaf Devletleri tarafından, Birinci Dünya
Savaşı’nda kendi aralarında imzalanan gizli antlaşmalara uygun olarak
paylaşılmıştı. Bu gizli paylaşım tasarılarında da İngiltere’nin ön planda
olduğunu görüyoruz.
Ülkenin içinde bulunduğu bu zor durum karşısında, Padişah ve çevresi
herhangi bir direniş göstermemişlerdir. Hatta tam aksine padişah başta olmak
üzere Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının bir kısmı “İngiliz
himayesine” girmekten yanaydılar. İngiliz himayesini düşünenler, imzalanan
sulh muahedesinin ülkeyi zaten parçalayacağını, bu nedenle tek kurtuluş
yolunun İngiliz himayesi altına girmek olduğunu savunuyorlardı. Ancak, İngiliz
138
himayesinin asıl amacı Türkleri tutsak haline getirip ölüme mahkum etmekti.
Paris Barış Konferansı’nda oluşturulan manda sistemi ile İngiltere, Osmanlı
sınırları içinde yaşayan Rum, Ermeni ve Kürtleri destekleyerek Osmanlı
Devleti’ni tamamen yok ediyordu.
Devletin ileri gelenleri ve bir kısım aydın kesimin İngiliz himayesini
istemesine karşın, Türk halkı bağımsız yaşamanın arzusu ve mücadelesi
içinde idi. Mustafa Kemal Paşa’nın, Mondros Mütarekesi hükümlerini kabul
edilemez bulması ve ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkması Milli
Mücadele hareketinin fitilini ateşlemişti. Havza’dan sonra Anadolu’da
düzenlenen kongreler, Milli Mücadele hareketinin rotasını belirleyecekti.
Özellikle Erzurum ve Sivas Kongrelerinde çok tartışılarak kesin olarak
reddedilen manda ve himaye meselesi, Türk halkının hiçbir ülkenin
boyunduruğu altında olmadan bağımsız bir şekilde yaşama arzusunu dile
getirmiştir.
Ancak Türk milletindeki bu uyanış ve bağımsız yaşama arzusu,
özellikle İngiltere’yi çok rahatsız etmişti. Bu nedenle İngiltere, İstanbul
Hükûmeti üzerindeki baskıyı arttırarak Milli Mücadele hareketine engel
olmanın yollarını aramıştır.
Bu konuda İngiltere’nin özellikle üzerinde durduğu husus, Hilafet ve
islam faktörüydü. İngiltere, hilafet makamını elinde bulundurarak Ortadoğu’da
elinde bulundurduğu İslam sömürgelerinin ona bağlılığını sorunsuz bir şekilde
devam ettirmekti. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’de bu konuda: “İngilizler
dünyada toplu halde ne kadar Müslüman varsa hepsini kendi hükümleri
altında görmek isterler ve kendi hükümleri altında görmek için her vasıtaya
müracaat ederler” diyerek İngilterenin bu konudaki kesin tavrını belirtmiştir.
Bu nedenle İngiltere, Milli Mücadele hareketinin yok edilmesine çok önem
veriyordu. Çünkü, eğer Türk Milli mücadelesi başarıya ulaşır ve diğer İslam
ülkelerine de örnek olursa bu durum İngiltere’nin planlarını altüst ederdi.
Bunun için İngiltere Milli Mücadele’nin başarısızlığa uğratılması için her türlü
yolu deniyordu.
139
İngiltere’nin Milli Mücadele boyunca üzerinde durduğu ve Türklere
empoze etmeye çalıştığı şey Sevr Projesi olmuştur. Sevr Projesi, muzaffer
Avrupa’nın ortak iradesine karşı baş kaldırılamayacağını Doğu halklarına
ispatlama amacı güdüyordu.
Sevr Projesi maddeleri ile Osmanlı Devleti
zaten küçük bir toprak parçasından ibaret olacaktı ve İngiltere de kazandığı
zaferin meyvelerini yiyecekti. Hakimiyet-i Milliye Gazete’si sayılarının büyük
bir bölümünde bu antlaşmanın gömülmesi gerektiğini, Türklerin istiklal ve
hürriyeti’nin yok edileceğini belirterek Sevr’in geçersizliğini vurgulamıştır.
Sevr Projesi, ulusal iradeyi yok sayıyordu. Bu durum Ankara Hükûmeti’nin
önünde, aşılması gereken bir utanç belgesiydi.
İngiltere, XX. yüzyılın en büyük sömürgeci devleti idi. Osmanlı
Devleti de Ortadoğu’nun önemli zenginliklerini elinde bulunduran bir devletti.
Özellikle İngiltere’nin en önemli sömürgesi olan Hindistan’a giden yolların
üzerinde olduğu için İngiltere, Osmanlı Devleti’ni her açıdan takip ediyor ve
buradaki istihbarat çalışmalarına önem veriyordu. Bu istihbarat faaliyeti
içindeki kişiler kimi zaman yabancı, kimi zamanda Türk vatandaşlarından
seçiliyor ve küçük yaşta eğitiliyorlardı. Tek amaçları, İngiltere adına yaşamak,
ingiliz İmparatorluğunu her daim yaşatmak ve İngiltere için ölmekti. Mustafa
Sağir’de, bu casuslardan biri idi. Son nefesinde dahi İngiltereye olan
bağlılığını dile getirmiştir.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Milli Mücadele’nin en güçlü düşmanı
olarak gördüğü İngiltere’ye ve bu ülke ile ilgili haberlere özel önem vermiştir.
İngiltere’nin önemi Hakimiyet-i Milliye’nin de üzerinde durduğu gibi o
dönemde
en
tehlikeli
emperyalist
ülke
olarak
görülmesinden
kaynaklanıyordu. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, İngiltere’nin Milli Mücadele
hareketini yok etmek için Yunan faktörü üzerinde durduğunu belirtmiştir.
İngiltere
Yunanistan’ı
destekleyerek
Anadolu’daki
milli
hareketi
ortadankaldıracağını düşünüyordu. Bunun aksi bir durumda ise, İngiltere
Birinci Dünya Savaşı sonunda elde ettiklerini kaybedebilirdi.
140
Ancak İngiltere’nin korktuğu başına geldi ve İngiltere maşa olarak
kullandığı Yunan kuvvetinin Anadolu’yu ele geçireceğini zannediyordu ancak
Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk halkı istiklalini kazanmak için maddi
manevi herşeyi ile mücadele ediyordu.
İşte bu durum, İngiltere’nin sömürgeleri üzerinde etkili oldu. Türkiye’yi,
İngiltere’nin himayesindeki sömürgeleri için önemli kılan, halifelik makamı idi.
Şimdi ikinci bir faktör daha ortaya çıktı o da, “bağımsız yaşama arzusu” idi.
İşte İslam ülkeleri birer birer, İngiltere’nin hegamonyasından kurtulmak
için, isyana başladılar. İngiltere bunlara ilk başta müdahale etmeye çalıştıysa
da, sömürgelerinin bağımsızlığını önleyemedi . Böylece İngiltere, I. Dünya
Savaşı’nda kazandığı fırsatları birer birer kaybediyordu.
Tabiki Anadolu içinde de, İngiltere Yunanistan’dan istediği sonucu
alamamış ve Türkiye, kendi topraklarını kurtarmak yolunda yürüttüğü
mücadeleyi kazanacaktı. İngiltere, ilk başta buna inanmak istemese de aynı
Fransa ve İtalya gibi, Türk Milli Mücadelesinin meşruiyetini tanımak zorunda
kalacaktı. Böylece, İngiltere’nin Anadolu macerası da hüsranla sonuçlanmış
olacaktı.
İngiltere’de Türklere karşı, yürütülen olumsuz politikanın
mimarı
Lloyd George idi. Lloyd George, bu politikasını Liberal Parti Başkanı
Gladstone’dan devraldı. Lloyd George’a göre, “Türkler bu toprakların sahibi
değildir ve yapacakları en büyük iyilik bu ülkeyi terketmektir” şeklinde
açıklamalarda bulunuyordu.
Lloyd
George, kendisi adeta Türkleri
Anadolu’dan atmaya kararlıydı. Ancak kendisinin desteklediği Yunan
askerleri, Türk direnişi karşısında birşey yapamadılar. Ancak Lloyd George
politikası belli bir süre sonra, hem kendi müttefiklerinden hem de kendi
ülkesinin siyasetçi ve basınından çok fazla tepkiler almaya başladı.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi bu konuda da, çok fazla sayıda haber
yayınlayarak Lloyd George’un her adımını takip etmişlerdir.
141
Özellikle yayınlanan haberler arasında, onun tam bir Türk düşmanı
olduğu ancak, zaman içinde kendi müttefiklerinin ve İngiliz halkınında ona
karşı düşmanlık beslediğini belirtmiştir ve onun artık siyasetten düşmesi
gerektiğine inanıyorlardı. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Lloyd
George‘un
sükutunu “Lloyd George insanlık için olduğu gibi, İngiltere için de bir felaket
olmuştur” şeklinde yayınlamıştır.
KAYNAKÇA
1. RESMİ YAYINLAR
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 23, T.B.M.M.Matbaası, Ankara, 1960.
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 3, T.B.M.M. Basımevi, Ankara, 1981.
T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara 1985.
2. GAZETELER
Hakimiyet-i Milliye
3. KİTAPLAR
AKŞİN, Aptülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK.
Basımevi, Ankara, 1991.
AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Mutlakiyete Dönüş
1918-1919), C. I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.
AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele (Son Meşrutiyet
1919-1920), C. II, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.
143
ALP, İlker, Şark Meselesi Veya Emperyalizmin Türk Politikası, Trakya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Edirne, 2008
ARMAOĞLU, Fahir, Siyasi Tarih (1789-1960), Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara, 1975
ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk (1919-1927), Türk Tarih Kurumu, C. I,
Ankara, 1999.
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık , İstanbul, 1969.
AYBARS, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I (Kuruluş), Zeus Kitabevi,
İzmir, 2006.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, Mustafa Kemal, (1881-1919), C.I,
Remzi Kitapevi, İstanbul, 1994,
AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam İsmet İnönü, C. I, Remzi Kitapevi,
İstanbul, 1966.
BAĞIŞ, Ali İhsan , Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984. (400. Yıldönümü),
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformsyon Genel Müdürlüğü, Ankara, 1985.
BURAK, Durdu Mehmet, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-İngiliz İlişkileri
(1914-1918), Babil Yayıncılık, Ankara, 2004.
144
BURÇAK, Rıfkı Salim, Tür-Rus-İngiliz Münasebetleri (1791-1941), Aydınlık
Matbaası, İstanbul, 1946.
BAYAR, Celal, Ben de Yazdım: Milli Mücadele’ye Giriş, C.5, Sabah
Yayıncılık, İstanbul, 1997.
BAYKARA, Tuncer, Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İstanbul. 1991.
BAYKAL, Hülya, Türk Basın Tarihi 1831-1923 (Tanzimat-Meşrutiyet-Milli
Mücadele), İstanbul, 1990.
BAYTOK, Taner, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Başnur
Matbaası, Ankara, 1970.
BAYUR, Yusuf Hikmet, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası
Üzerindeki Etkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989.
BELEN, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1983.
BIYIKLI,
Mustafa,
Batı
İşgalleri
Karşısında
Türkiye’nin
Ortadoğu
Politikaları Atatürk Dönemi, Bilimevi Yayıncılık, İstanbul, 2006.
ÇALIK, Ramazan, Alman Basınında Milli Mücadele ve Mustafa Kemal
Paşa (1919-1923), Özkan Matbaacılık, Ankara, 2004,
145
COŞAR, Sami, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları,
İstanbul, 1964.
DERELİ, Hamit, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, Ankara
Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1951.
DÖNMEZ, Cengiz, Milli Mücadele’ye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri
Cemiyeti, Atattürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
EROĞLU, Hamza, Türk İnkılap Tarihi, Savaş Yayınları, İstanbul, 1982.
NADİ, Yunus, Ali Galip Hadisesi, Cumhuriyet Yayınları, Ankara, 2000.
GÖKBİLGİN, Tayyib, Milli Mücadele Başlarken, C. I, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1959.
GÖNLÜBOL, Mehmet- Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1965),
(Kolektif eser), Sevinç Matbaası, Ankara, 1969.
GÜLMEZ, Nurettin, Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'da Yeni Gün, A.A.M.
Yayınları, Ankara, 1999.
GRAVES, Philip P., İngilizler ve Türkler Osmanlı'dan Günümüze Türkİngiliz İlişkileri (1789-1939), (Çeviren: Yılmaz Tezkan), 21.Yüzyıl Yayınları,
İstanbul, 1999.
146
HELMREICH, C. Paul, Sevr Entrikaları “Büyük Güçler, Maşalar, Gizli
Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi”, (Çeviren; Şerif Erol), Sabah Yayınları,
İstanbul, 1996.
İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
İsmet İnönü, ATASE Yayınları, Ankara, 1987.
JAESCHKE, Gotthard, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, (Çeviren;
Cemal Köprülü), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991.
KANSU, M. Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I,
Türk Tarih Kurumu, Ankara , 1988.
KANSU, M. Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.II,
Türk Tarih Kurumu, Ankara , 1968.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1961
KASALAK, Kadir, Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993.
KARADAĞ, Raif, Şark Meselesi, Nida Yayınevi, İstanbul, 1971.
KARAKAYA, Ali, Milli Mücadele’de Manda Sorunu Harbord ve KingCrane Heyetleri, Başkent Klişe ve Matbaacılık, Ankara, 2001.
147
KARAKUŞ, Erdoğan, İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi
Türk-İngiliz İlişkileri (1938-1939), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara.
KAYA, Abdulkadir, Sevr ve Lozan’da Sınırlar Ve Toprak meselesi,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara , 2007.
KIRKPINAR, Kenan, Ulusal Kurtuluş Savaşı Dönemi İngiltere ve Türkiye
(1919-1922), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004.
KİNROSS, Lord, Atatürk (Bir Milletin Yeniden Doğuşu), Sander Kitabevi,
İstanbul, 1966.
KOCABAŞ, Süleyman, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar
Türkiye ve İngiltere, Vatan Yayınları, İstanbul, 1985.
KURAT, Akdes Nimet, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlaması ve
Gelişmesi (1553-1610), Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Tarih Enstitüsü Yayını, Ankara, 1953
KÜRKÇÜOĞLU,
Ömer,
Türk-İngiliz
İlişkileri
(1919-1926),
Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978.
MELEK, Kemal, Doğu Sorunu ve Milli Mücadelenin Dış Politikası, Der
Yayınları, İstanbul
148
MERAM, Ali Kemal, Belgelerle Türk İngiliz İlişkileri Tarihi, Kitaş Yayınları,
İstanbul, 1969
MÜDERRİSOĞLU, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, AAM
Yayınları, Ankara, 1990.
ÖKE, Mim Kemal, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan
Sorunu (1918-1926), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara,
1992.
ÖZKAYA, Yücel, Milli Mücadele’de Atatürk ve Basın (1919-1921), Ankara,
1989.
ÖZSOY, Osman, Türk Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası. Saltanattan
Cumhuriyete Giden Yol. Olaylar- Belgeler-Gerçekler, Alan Matbaası,
İstanbul, 1999.
ÖZTOPRAK, İzzet, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Türkiye iş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara, 1981.
SANDER, Oral, Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitapevi, Ankara,
1997.
SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilali, C. I, İstanbul, 1963.
149
SELEK, Sabahattin , Anadolu İhtilali,
C. II., Kastaş Yayınları, İstanbul,
2004.
SONYEL, Selahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1973.
SONYEL, Selahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1986
SONYEL,
Selahi,
Kurtuluş
Savaşı
Günlerinde
İngiliz
İstihbarat
Teşkilatının Türkiye’deki Eylemleri, TTK Basımevi, Ankara, 1995.
ŞAMSUTDİNOV, A. M., Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş
Savaşı Tarihi ( 1918-1923), (Çeviren: Ataol Behramoğlu), Doğan Kitapçılık,
İstanbul, 1999.
ŞİMŞİR, Bilal, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1941-1938), TTK. Yayınları, C.
II, Ankara, 1975.
TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. IV, Başbakanlık
Basımevi, Ankara, 1974.
TURAN, Mustafa, Milli Mücadele’de Siyasi Çözüm Arayışları (30 Ekim
1918- 20 Ekim 1921), Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon, 1999.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, C. IX, Anadolu Yayıncılık, İstanbul,
1991
150
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 442.
ULUBELEN, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları,
İstanbul, 2006.
UYKUCU, Ekrem, Cumhuriyet Tarihi Ansiklopedisi, Kervan Yayınları,
İstanbul, 1973.
YALÇIN, E. Semih, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I Kaynaklar, Siyasal
Kitapevi, Ankara, 2004.
YALÇIN, E. Semih- Mustafa Turan, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri,
(Kolektif eser), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004.
YAVUZ, Ünsal, Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete, TTK .Basımevi,
Ankara, 1990.
4. MAKALELER
“Afyon Halkı Secde-i Şükranda”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1922, No:
594.
AKBIYIK,
Yaşar,
“Güney
Vilayetlerimizin
İşgalinin
Türk
Basınındaki
Yankıları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. IV, S.12, Ankara, 1991.
151
AKTAŞ, Hayati, “Türk ve İngiliz Belgelerinde Atatürk’ün Samsun’daki
Faaliyetleri”, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, S. 172, Nisan, 2001,
“Aldanmayacağız”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1922, No: 598.
“Anadolu Teşkilatına Kim Memur İdi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921,
No: 189.
“Anadolu Ajansı”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Nisan 1920, No: 20.
“Anadolu’da İki Kişi Mağlub Edilmiştir”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922,
No: 608.
“Anadolu’dan Acıklı Bir Sadâ”, Hakimiyet-i Milliye, 2 Şubat 1920, No: 6.
“Anadolu’nun Sesleri”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1920, No: 13.
“Anadolu Hainler ve Zalimlerle Anlaşamaz”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim
1920, No: 64.
“Avrupa ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Ocak 1920, No: 4.
“Avrupa Zulüm ve Hıyanetinin En acı Numunesi”, Hakimiyet-i Milliye, 24
Mayıs 1920, No: 32.
BAYKAL, Hülya, “ Milli Mücadele’de Basın”, Atatürk Araştırma
Dergisi, C. IV, S.11, Ankara, 1988.
Merkezi
152
“Biraz Tevakkuf “,Hakimiyet-i Milliye, 18 Aralık 1920, No: 87.
“Bir Suikast”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31.
“Bir Milleti Nasıl Ölüme Mahkum Ediyorlar?”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül
1920.
“Boğazlar Meselesinde İngiltere ve Fransa”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Eylül
1922, No: 610.
“Boğazlarda Rusya’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1922,
No: 612.
“Büyük Millet Meclisi’nde Millî Galeyan”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs
1920, No: 32.
“Casus Mustafa Sağir’in İkinci Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs
1921, No: 189.
“Cenova Konferansına Davetimiz”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1922, No:
440.
“Cenova Konferansı Tahakkuk Ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Ocak 1922,
No: 419.
“Cenova Konferansında İlk Fırtına”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Nisan 1922, No:
485.
“Cenova Konferansı’da Tehir Ediliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Şubat 1922,
No: 420
153
“Cenova Konferansında İlk Mühim Nutuklar”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Nisan
1922, No: 484.
“Cenova’da Fevkalade Mühim Bir Hadise”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Nisan
1922, No: 488.
“Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 30 Nisan 1922, No: 495.
“Cenova’da Lloyd george’nin Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1922,
No: 497.
“Cenova Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1922, No: 499.
ÇULFALI, Mustafa, “Çanakkale Krizi ve Lloyd George’un İktidardan Düşmesi
(Eylül-Ekim 1922)”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, C. XV, S.45,
Ankara, 1999.
“Damat Ferit’in Sükutu”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Ekim 1920, No: 67.
DÖNMEZ, Cengiz, “XX. Yüzyıl Başlarında İngiltere’nin Ortadoğu Politikası ve
Bunun Milli Mücadeleye Etkileri”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 17, S. 1,
Ankara, 1997.
DÖNMEZ, Cengiz, “Millî Mücadele Döneminde İngiltere’nin Türkiye’de
Yürüttüğü Casusluk Faaliyetleri”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4,
1997.
154
DÖNMEZ, Cengiz, “Milli Mücadele Döneminde Türkiye’de Görev Yapan Bazı
İngiliz Memurlarının Türkiye’yi İngiliz Himayesi Altına Sokmaya Yönelik
Faaliyetleri”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 3, S. 4, 1997.
ENGİNSOY, Cemal, “İngiliz Kaynaklarına Göre Atatürk”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, C. VII, S.19, 1990.
“Eracif”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Şubat 1920, No: 9.
Eşref Edip, “Anadolu’da İslam Konferansı”, Hakimiyet-i Milliye,
17 Mart
1921, No: 135.
EVSİLE, Mehmet, “Amasya Tamimi ve Atatürk'ün Amasya'daki Faaliyetleri”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XIV, S.40, 1998.
“Fransa’nın Nokta-i Nazarı”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15.
“Garp Fırıldağı”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Aralık 1920, No: 85.
“Gazi Başkumandanımızın Ordu ve Milletimize Beyannamesi”, Hakimiyet-i
Milliye, 2 Eylül 1922, No: 596.
“Gazi Başkumandanımızın Millete Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 18
Eylül 1922, No: 611.
“Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920, No: 1.
155
Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1920, No: 31.
Hakimiyet-i Milliye, 28 Eylül 1922, No: 620.
Hakimiyet-i Milliye, 22 Ekim 1922, No: 643.
“Hala Diyorlar mı ki ?”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1920, No: 31.
“Heyet-i Muarahhasa Ankara’ya Geliyor”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921,
No: 136.
“Hıyanet Kongresi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1922, No: 186.
“Hilafetin Halaskarı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ocak 1923, No: 674.
“Hilafet ve İslam Alemi”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1920, No: 27.
“Hilafer Ordusu İçin İngiliz Parası”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No:
190
“Hindistan Hareketleri”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920, No: 72.
“Hintli Bir Mücahidin Din Kardeşlerine Hitabı”, Hakimiyet-i Milliye,
Nasan 1920, No: 24.
“Hint Müslümanları”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1920, No: 16.
“Hindistan’da Tezahürat”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2.
“Hindistan Hareketleri”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920, No: 72.
23
156
“Irak ve El-Cezire’de Vaziyet”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Mart 1921,. No: 132.
“İhtilal mi İnkilab mı?”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Mayıs 1922, No: 515.
“İlk Çiçek”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim 1922, No: 639.
“İngiltere ve Biz”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Mayıs 1922, No: 513.
“İngiliz Casusu Mustafa Sağir’in Mahkemesi Dün Başladı”, Hakimiyet-i
Milliye, 2 Mayıs 1921, No: 174
“İngilizlerin Hulul Siyasetinden Bir Numune”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs
1921, No: 180.
“İngiltere ve İslam Müstemlekeleri”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1921, No:
164.
“İngiltere Müstecil Bir Konferans Akdini istiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Eylül
1922, No: 612.
“İngilizlerin İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Nisan 1920, No: 23.
“İngiltere-İran- Sovyet Rusyası”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921, No:
145.
“İngilizler Mekke’de Bir İslam Kongresi Topluyor”, Hakimiyet-i Milliye, 16
Mayıs 1922, No: 186.
“İngiliz Muhipler Cemiyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1921, No: 190.
157
“İngiliz Müstemlekatı Askeri Muaveneti Reddetmiştir”, Hakimiyet-i Milliye,
19 Eylül 1922, No: 612.
“İngiliz Tebası’da İzmir’den Gidiyor”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, No:
600.
“İnönü Meydan Muharebeleri”, Hakimiyet-i Milliye,
12 Mayıs 1921, No:
183.
“İngiltere Yunanistan’ı Terk Etmedikçe...”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos
1921, No: 254.
“İran İngiliz Boyunduruğundan Kurtuldu”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ağustos
1921, No: 260.
“İran, Şah, İngiltere”, Hakimiyet-i Milliye, 28 Şubat 1921, No: 120.
“İnönü Meydan Muharebeleri”, Hakimiyet-i Milliye,
12 Mayıs 1921, No:
183.
“İstanbul Haberleri”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37.
“İstanbul’da Yunan Propaganda Teşkilatı”,
Hakimiyet-i Milliye, 6 Mayıs
1921, No: 178.
“İstanbul’da İngiltere Himayesini Düşünenler”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran
1920, No: 35.
“İstanbul”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Temmuz 1920, No: 43.
158
“İstanbul Gazeteleri Mütareke İntihardır Diyor”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart
1922, No: 466.
“Kan ve Cenova Konferansları”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446.
KOCABAŞ, Süleyman, “Türk-İngiliz İlişkilerinin Dönemleri”, Türk Dünyası
Tarih Kültür Dergisi, S.204, Aralık, 2003.
“Konya Olayları Hakkında Şayan-ı Dikkat Noktalar”, Hakimiyet-i Milliye, 19
Ekim 1920, No: 66.
“Lloyd George’un Konferanstan Beklediği”, Hakimiyet-i Milliye, 22 Şubat
1921, No: 115.
“Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17
Ekim 1922, No: 638.
“Loyd George’nin Nutku ve İngiliz Matbuatı”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Ekim
1922, No: 639.
“Lloyd George Büyük Bir İnhizam İle Sükut etti”, Hakimiyet-i Milliye, 17
Ekim 1922, No: 638.
“Londra’da Yeni Bir Konferans Toplanıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Aralık
1920, No: 83.
“Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136.
“Londra Konferansı Müzakeratının Tafsilatı”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Mart
1921, No: 121.
159
“Londra Oyunu”, Hakimiyet-i Milliye, 18 Mart 1921, No: 136.
“Londra Müzakeratı”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1921 No: 123.
“Memleket Evladı Arasına İhtilaf Sokmak”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs
1921, No: 190.
“Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1920, No: 15.
“Mısır Ahvali”, Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1920, No: 11.
“Mısır ve Alem-i İslam”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2.
“Mısır ve Alem-i İslam”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Ocak 1920, No: 2.
“Mısır İstiklalini İlan ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mart 1922, No: 446.
“Mısır İstiklali ve İngiliz Arzusu”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Mart 1922, No: 448.
“Mısır Meselesi ve İngilizler”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Ağustos 1921, No:
263.
“Mısır Meselesi Ne Şekle Girmekte?”, Hakimiyet-i Milliye, 8 Ağustos 1921,
No: 258.
“Mısır’da Uçurum Gittikçe Sertleşiyor”, Hakimiyet-i Milliye,
28 Temmuz
1921, No: 248.
“Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye Metni”,
Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633.
160
“Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim 1922,
No: 624.
“Murahhaslarımızın Londra’ya Resmen Daveti”, Hakimiyet-i Milliye,
25
Şubat 1921, No: 118.
“Mütareke Teklifi”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Mart 1922, No: 465.
“Mütareke Etrafında”, Hakimiyet-i Milliye, 27 Mart 1922, No: 466.
“Öldürücü Muâhede Hakkında Yine Avrupalıların Nokta-i Nazarı ve Türkiye
Muâhedesinin Tatbiki”, Hakimiyet-i Milliye, 13 Mayıs 1920, No: 34.
ÖNDER, Mehmet, “Milli Mücadele’nin Gazetesi Hakimiyet-i Milliye Nasıl
Çıkarıldı?”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. VII, S.20, Ankara, 1991.
ÖZKAYA, Yücel, “Milli Mücadele’de Anadolu Ajansı’nın Kuruluşu ve
Faaliyetlerine Ait Bazı Belgeler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. I,
S.2, Ankara, 1985.
ÖZTOPRAK, İzzet, “Londra Konferansı ve Türkiye Meselesinin Cereyan-ı
Müzakeratı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XI, S. 33, Ankara,
1995.
“Plavra Başladı”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1922, No: 608.
“Rakofski ve Çiçerin’in Mühim Beyanatı”, Hakimiyet-i Milliye,
1922, No: 485.
18 Nisan
161
“Rusya’nın zaferimizi Tebriki”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No: 599.
“Sağir Kimdir?”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921, No: 180.
“Sağir Mahkemesi”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Mayıs 1921, No: 175.
“San Remo’nun İç Yüzü”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Haziran 1920, No: 37.
“San Remo’nun Akibeti”, Hakimiyet-i Milliye, 26 Temmuz 1920, No: 50.
“San Remo Muahedesi, Yunanistan ve Ermenistan” Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi, 18 Temmuz 1920, No: 47.
“Sevr Muahedesi Gömülmelidir”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1922, No:
468.
SİVRİ, İsmail, “Kurtuluş Savaşında Türk Basını”, Kıbrıs Türk Basınının 100.
Yılı Sempozyumu, Lefkoşe, 1989.
“Sulh Konferansı Başlar Başlamaz Sükut”, Hakimiyet-i Milliye, 23 Mayıs
1921, No: 192.
“Sulh Muâhedesi Muvâcehesinde Biz ve Damat Ferit Kabinesi”, Hakimiyet-i
Milliye, 27 Mayıs 1920, No: 33.
“Sulhün İmzası”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Ağustos 1920, 56.
162
“Sulhün Anahtarı Türkiye’dedir”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No:
255.
“Suriye’de İngiliz Tahrikatı”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156.
“Şarkta İngiliz siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921, No: 255.
“Şark Meselesi”, Hakimiyet-i Milliye, 11 Nisan 1921, No: 156.
“Şark Meselesi Avam Kamarasında Yeniden Mevzubahis Oldu”, Hakimiyet-i
Milliye, 28 Şubat 1922, No: 443.
“Şerif Hüseyin’in Aldığı Paralar”, Hakimiyet-i Milliye, 19 Mayıs 1921, No:
189
“Tan’ın Baş Makalesi”, Hakimiyet-i Milliye, 31 Mart 1922, No: 470.
“Tefessüh Arifesinde”, Hakimiyet-i Milliye, 15 Mayıs 1922, No: 507.
“Times’in Cidali”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ağustos 1921, No: 254.
“Türkiye’nin Hudutları”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Temmuz 1920, No: 42.
“Üç Devlet Harbiye Nazırının Dün Sabah Paris’te İçtimaları Mukarrer İdi”,
Hakimiyet-i Milliye, 23 Mart 1922, No: 463.
ÜNER, Ragıp, “Tarihte Türk-İngiliz İlişkileri”, Hayat Tarih Mecmuası, C. 2,
S.8, 1975.
163
“Vasi Bir İhanet Planının Yıkılması”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Eylül 1922, No:
599.
“Vaziyet-i Harbiye”, Hakimiyet-i Milliye, 1 Eylül 1922, No: 595.
YALÇIN, E. Semih, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş ve 19 Mayıs Ruhu”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XV, S.45, 1999.
“Yaptıkları Sulh Muahedesi Ne Şekilde?”, Hakimiyet-i Milliye,
24 Mayıs
1920, No: 32.
“Yaşamak İçin”, Hakimiyet-i Milliye, 14 Haziran 1920, No: 38.
YAVUZ, Nuri, “Şark Meselesi Açısından Ortadoğu Gelişmeleri”, Gazi Eğitim
Fakültesi Dergisi, C. 23, S. 3, Ankara, 2003.
“Yıkılan Gurur”, Hakimiyet-i Milliye, 29 Ağustos 1922, No: 592.
“Yunan Fırkasının Esaretini İstanbul’da Teyit ediyor”, Hakimiyet-i Milliye, 15
Eylül 1922, No: 609.
“Yunan Vaziyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1922, No: 600.
“Yunanlılar Bir Mütareke Rica Ediyorlar”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1922,
No: 601.
EKLER
165
Ek.1. “Hakimiyet-i Milliye”, Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1921, No: 1.
166
Ek.2.“İngilizler’in İslam Siyaseti”, Hakimiyet-i Milliye, 20 Nisan 1920, No:23.
167
Ek.3. “Lloyd George Siyaseti Bir Felakettir”, Hakimiyet-i Milliye, 21 Mart
1922, No: 461.
168
Ek.4. “Hıyanet Kongresi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 Mayıs 1921, No: 186.
169
Ek.5. “Sulhun Anahtarı Türkiye’dedir”, Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos 1921,
No:255.
170
Ek.6. “İngilizlerin Şark Siyaseti ve Hataları”, Hakimiyet-i Milliye, 4 Ekim
1921, No: 312.
171
Ek.7. “Mudanya Konferansı Bugün Başlıyor”, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ekim
1922, No: 624.
172
Ek.8. “Mudanya Konferansı’nda Akd Edilmiş Olan Mukavele-i Askeriye
Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922, No: 633.
173
Ek.9. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 23, TBMM Matbaası, Ankara, 1960, s. 350‐353. 174
175
176
ÖZET
(YAVUZ, Şule), (Hakimiyet-i Milliye Gazetesine Göre Milli Mücadele
Döneminde Türk- İngiliz İlişkileri), (Yüksek Lisans), Ankara, (2009)
Osmanlı Devleti’nin, zayıflamaya başladığı andan itibaren, menfaatleri
gereği Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma siyaseti güden İngiltere, bu
politikasını 20. yüzyılda Osmanlı Devletini imha etme siyaseti olarak
değiştirmiştir. İngiltere, zengin topraklar üzerinde bulunan Osmanlı Devleti’nin
her
türlü
zenginliğini
ele
geçirip,
dünya
hakimiyetini
kurmak
ve
sağlamlaştırmak için yanında bir rakip istemiyordu. Bu nedenle, İtalya ve
Fransa ile I. Dünya Savaşı’ndan sonra hep ihtilaf içinde olmuşlardır. Ancak
bu süreç içinde, aynı 1920 Sevr Antlaşması’ndaki gibi, her imzalanan
antlaşmanın altında,
her girişilen askeri harekatın
müttefiklerini
katmadan
hesaba
hareket
ediyordu.
altında
Bu
İngiltere,
nedenle
Milli
Mücadele’nin sonuna doğru, artık İngiltere bu siyaset içinde maşa olarak
kullandığı Yunanlılar ile tek başına kalmıştı. Artk, İtalya ve Fransa’da, yıkılmış
Osmanlı üzerinden bir Cumhuriyet çıkaracak olan Mustafa Kemal ve
kurucusu olduğu Bağımsız Türk Devleti ile antlaşma imzalamış ve Türkiye’nin
her anlamda bağımsızlığını tanımıştı. İngiltere Milli Mücadele döneminde
ortada savaşan bir devlet görüntüsü çizmese de, Anadolu’da son kozu olan
Yunanlıları öne sürerek Türk halkını zor durumda bırakmaya çalışmıştır.
Yunan politikasının en büyük destekçisi ise, Gladstone siyasetini devam
ettiren, Türklerin Anadolu’dan atılması gerektiğini savunan
Lloyd George
olmuştur. Lloyd George, çok katı bir biçimde gerek askeri, gerek siyasi ve
gerek basını kullanarak Türk halkına zor zamanlar yaşatmıştır. Ancak izlediği
siyaset daha sonra, en fanatik İngilizler ve dünya tarafından şiddetle
kınanmıştır. Bu siyasetin acil olarak bitirilmesi ve Ortadoğu’da bağımsız bir
Türkiye’nin bulunduğu bir sulh yapılması ve Türkiye’nin memnun edilmesinin
Ortadoğu topraklarında barışı getireceği sık sık dile getirilmiştir. Bu
çalışmada, 1920-1923 yıllarını kapsayan Milli Mücadele dönemindeki, Türkİngiliz İlişkileri tamamen Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin bakış açısıyla
177
incelenmiştir. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi de, ilk sayısından son sayısına
kadar Türkiye’nin en ezeli ve en tehlikeli düşmanının İngiltere olduğunu
özenle çıkardığı haberlerlerle dile getirmiştir ve bu düşmandan kurtulmak için
milletin, topyekün hareket ederek savaşması gerektiğini hep belirtmiştir. ve
bu durumda Milli Mücadele’nin kazanılmasında en önemli ateşleyici güç
olmuştur.
Anahtar Kelimeler,
1. Milli Mücadele
2. Türk-İngiliz
3. Lloyd George
4. Hakimiyet-i Milliye
5. Dış Politika
178
ABSTRACT
(YAVUZ, Şule), (Turkish English Relations At National Struggle Period
According To The Hakimiyet-i Millliye Newspaper), ( Yüksek Lisans), Ankara,
(2009)
From the time, the Ottoman Empire started to weaken, Britain who
was following a policy of containment of the integrity of the Ottoman Empire,
changed this policy to the destruction of the Ottoman Empire in the 20th
century due to her interests. Great Britain, in order to capture all sorts of her
wealth of State of Ottoman and to establish and fortify its global dominance,
desired no competitor. Thus, Britain has always been in conflict with Italy
and France after the First World War.
On the other hand, when they
undersigned any treaty and when they waged a military operation, Britain,
same as it did at Treaty of Sèvres, did not take her allies into account.
Therefore, towards the end of the “National Struggle”Britain was left alone
with only Greece which she used as a tool in her policy. Anyhow, Italy and
France has signed a treaty with Mustafa Kemal, who has founded a Republic
from the ruins of the Ottoman Empire and his Independent Turkish State and
recognized Turkey’s independence in all senses. However, Britain, was not a
belligerent state during the Turkish national independence war. They had
tried to give hard times to Turkish nation by using Greeks as the last resort in
Anatolia. Lloyd George had given hard times to Turkish nation by utilizing
military, politics and press. Nevertheless, his policy was strongly condemned
by even fanatic Britons as well as the international community. Termination of
this policy, peace with an independent Turkey in the Middle East and
satisfying the expectations of Turkey in the Middle East were mentioned as
the elements of peace in the Middle East. In this paper, the Turkish-British
relations during the national struggle period between 1920-1923 were
examined from the perspective of Hakimiyet-i Milliye Newspaper. From the
first issue to the last one, Hakimiyet-i Milliye, by the means of its elaborate
179
news, voiced that Turkey’s most dangerous and oldest enemy was England
and in order to be saved from this enemy the nation had to fight in unity.
Thus, Hakimiyet-i Milliye played a profound role to reach the triumph at the
end of national struggle.
Key Words:
1- National Struggle
2- Anglo-Turco
3- Llyod George
4- Hakimiyet-i Milliye
5- Foreign Policy
Download