Dilde, Fikirde, İşte Birlik! Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi Sayı: 25 EKİM 2014 Eski Türkiye (!), Yeni Türkiye (!) Tartışması Nereye Varır? ISSN: 1306-4533 TÜR K B I KONFED AR ER ONU SY A YL O TÜ RK B 0 OY - 2 Dilde, Fikirde, İşte Birlik! 05 Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi “Ne Mutlu Türküm!..” Diyebilenlerin Sesi Yayın Türü: Dört Aylık Yaygın, Süreli Yayın Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır Sayı: 25 (Ekim 2014) TÜRK Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı) bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. Yayın Sahibi: Türk Boyları Konfederasyonu Adına O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; Sonra onlara alıştı; Onları tabiatın babası tanıdı, Onların oğlu oldu. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu. Mecit HAZIR Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Editör: Türk oldu, Türk budur. Durhasan KOCA Nesrin GÜNEL İÇAY Düzeltmen: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Yusuf ŞAHİN Av. Ahmet ÇELİK İrtibat: Yakup ATASITÜRK Tel / Belgegeçer: 0312 4171275 E-Posta: [email protected] Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi Yönetim Yeri: Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/11 Kızılay / ANKARA ISSN: 1306-4533 Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu Yazarlarına aittir. Yapım ve Basım: SARIYILDIZ OFSET İVOGSAN Ağaç İşleri Sanayi Sitesi 523. Sk. No: 31 Ostim / ANKARA Tel: 0312 395 99 95 Fax: 394 77 49 Baskı Tarihi: 15 Ekim 2014 Yayın Kurulu Hukuk Danışmanı: Prof. Dr. Ata ATABEY Selahattin BAYSAL Feyzullah BUDAK Vedat ÇINAROĞLU Prof. Dr. Necati DEMİR Yavuz Selim DEMİRAĞ Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN Prof. Dr. Baki ERDOĞAN Dr. Bahattin ERGEZER Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI Prof. Dr. Reşat GENÇ Dr. Ali GÜLER Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU Prof. Dr. Mustafa KAFALI Turgut ÖZBAY Prof. Dr. Selahattin SARI Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN Kadir TOSUN Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ Ali YÜRÜK 25. SAYI 2014 4 İÇİNDEKİLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 733 SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİYİ ANMA VE YÖRÜK ŞENLİKLERİ Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı 5 SAMİMİ İNANÇ GERÇEK DİN Feyzullah BUDAK 8 ESKİ TÜRKİYE(!) YENİ TÜRKİYE(!) TARTIŞMASI NEREYE VARIR? Turgut ÖZBAY 10 KARABEKİR PAŞA, SAKIK VE ERMENİ TERÖRÜ Fazlı KÖKSAL 11 CEZAYİR TÜRKLERİ 14 Av. Ali ÖZTÜRKMEN ANADOLU’NUN KAPISI, TÜRKİYE’NİN TAPUSU: AHLAT 18 İlhami NALBANTOĞLU SÜRGÜNÜN 70. YILINDA AHISKA TÜRKLERİ 19 Nilüfer MUTLU 1. MATURİDİ YESEVİ OTAĞI KURULTAYI 22 Oktay ACAR SYKES-PİCOT (KÜÇÜK ASYA) ANTLAŞMASI BİR TÜRKMEN ÇINARI DAHA HAKKA YÜRÜDÜ Nesrin GÜNEL İÇAY Durhasan KOCA 25 3 Başkandan TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 733. SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ’Yİ ANMA VE YÖRÜK ŞENLİKLERİ Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı B u ülkenin asli unsurları olan Yörükler, Türkmenler olarak ne mutlu ki; Ertuğrul atamızı anmak ve Yörük toyunda buluşmak bizlere bir kez daha nasip oldu. Diğer taraftan üzüntümüz büyük: Suriye’de, Kerkük’te, Musul’da, Telafer’de, Tuzhurmatu’da Türkmenler katliama uğruyor, Doğu Türkistan’da soydaşlarımız kurşuna diziliyor. Maalesef dünya bunlara seyirci kalıyor. Sultan Alparslan bakınız ne diyor? “Biz, bidat nedir bilmeyen temiz Müslümanlarız. Bunun için Allah halis Türkleri aziz kıldı.” Yine Osmanlı hanedanından Sabiha Sultan ne güzel söylemiş: “Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi fakat o da Türkündü bugünkü Cumhuriyet te Türkün malıdır.” Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ahaliye Türk milleti denir.” İfadesiyle Tek vatan, Tek bayrak, Tek devlet, Tek dil, Tek millet ilkesini yansıtan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini açıklamıştır. Türk milleti kavramı, etnik aidiyetlerin üzerinde milletin bütününü kapsadığı halde, bu gerçeği tam tersine çeviren uygulamalarla gelinen noktayı iyi anlamak ve milli birliği yeniden kurmak için, kardeşlik bağlarını güçlendirmeye yönelik tedbirler almak mecburiyetindeyiz. Bunu yaparken bu vatanın insanlarını bir bütün olarak kucaklayan temel anlayıştan asla taviz verilmemelidir. Biz Türkler bu ülkede ev sahibiyiz. Gelinen noktada artık bu bizim için tarihi bir sorumluluktur. 4 Türk milleti olarak bunu yapmak ve başarmak zorundayız. Çünkü vatanımızın bütünlüğü ve milletimizin birliği bakımından sancılı bir süreçten geçiyoruz. Sorumluluk makamında olanlar bu sancıları yaratan başka süreçlerin peşine takılıp giderken bizim dikkatimiz vatanın bütünlüğü ve milletin birliği üzerindedir. Çünkü biz, varlığını bu vatana ve millete borçlu dolayısıyla kendisini geçmişe ve geleceğe karşı sorumlu hissedenlerdeniz. Onun için öncelikli hassasiyetimiz budur. Son zamanlarda vatan topraklarının ayaklarımız altından kaymakta olduğunu, millet fertlerinin ise giderek birbirine karşı gergin ve sıkıntılı bir hale gelmekte olduğunu hissediyoruz. Onun için büyük bir milli bilinçle hareket etmeye bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Böylesi bir durumda yapılması gereken nedir? Vatan topraklarının ayaklarımız altından kayışını ve millet birliğinin un ufak edilişini sonuna kadar sessizce seyretmek mi? Yoksa milletin idrak ve idaresini, varlığımızı tehdit eden gelişmelerin önüne bir duvar gibi koymak mı? Elbette büyük Türk milletinde bu idrak ve irade vardır ve bu varlık tarihte bizim ecdadımız tarafından defalarca kanıtlanmıştır. Elbette bugünün nesli olarak biz de, bizi biz yapan ve varlığımızı borçlu olduğumuz değerlerin yok edilişini seyredecek değiliz. Çünkü tarihin bize miras bıraktığı ve bizim de kendimizi borçlu hissettiğimiz değerlerin bilincindeyiz. Ancak bu değerlerle birlikte var olabileceğimizi biliyoruz. Bunu başaracağız, çünkü tarihe karşı bir sorumluluğumuz olduğunu biliyoruz. 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DEĞERLERİMİZ SAMİMİ İNANÇ - GERÇEK DİN Feyzullah BUDAK Araştırmacı Yazar G ünümüzün İslam coğrafyasında yaşanan en büyük problem; hakiki ve samimi inanca dayalı gerçek din anlayışından uzaklaşılarak, anlamına erilmemiş bazı kuru ritüellerde tatmin bulunması ve böylelikle dinin tamam olduğunun sanılmasıdır. Bu problem tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de ayniyle yaşanıyor. Hem de asırlardan beri… İş anlamına erişilmemiş kuru ritüellere binince temel amaç gözden kaçırılıyor, insanın yüceliğine has ahlaki ve insani değerlerin önemi kalmıyor. Problem tam da buradan başlıyor. Bizim inanç tarihimizde bir Alevi – Bektaşi gerçekliği var ama ne yazık ki toplumun büyük çoğunluğu bunun özünden habersiz. Bu mesele derin bir bilgisizlik içerisinde yapılan ileri derecede yorumlara ve hükümlere konu oluyor. Hatta bu hükümler çeşitli siyasi çekişmelerin ve kararların temelini oluşturuyor. Ortada öylesine acınası bir cehalet var ki; bu ülkede ordu komutanlığı yapmış, genel kurmay başkanı olmasına ramak kalmış, kendince aydın geçinen bir zat, İslam inancına duyduğu husumeti örtmek için hiç alakası olmadığı halde kendisini “Alevi- Bektaşi” olarak tanıtma gafletini sergiliyor ve böyle tanınmanın inanç zafiyetini örteceğini zannediyor. Ne büyük bir gaflet… Çünkü bahsettiğim bu E. Orgeneral “ Alevi- Bektaşi” anlayışına dair, onların samimi inançlarına dair hiçbir şey bilmiyor. Tam altı asır boyunca dünyanın en önemli siyasi gücü olan Osmanlı İmparatorluğu’nun özünde bu hamurun yattığından habersiz. Osmanlı Devletinin kuruluşunda ve ilk yıllarında çok etkin olan Alevi-Bektaşi inancının son yıllarda bu etkinliğini kaybetmekle kalmayıp, mensuplarının adeta düşman ilan edilmesine rağmen bu inanç erlerinin samimi inançlarının gereği olarak göz kırpmadan ölümün üzerine yürümek pahasına inançlarını nasıl savunduklarından haberi yok. Anadolu’nun inanç tarihi açısından son derecede önemli olan bu savunma olayı Sultan 2. Mahmud’un 1826 yılında bir ferman ile Yeniçeri Ocağını resmen kapatmasından sonra yaşanıyor. Yaşanan olayların temelinde ise 2. Mahmud’un söz konusu fermanında yer alan şu hükümler yatıyor; “İş bu Yeniçeri taifesi şeriata aykırı ve küfre götürecek haramları helal saymaya, oruç ve namazı terk ve Hülefa-i Raşidin hazretlerine sövüp küfretme gibi hakaretlere cesaret ederek birtakım saf iman sahiplerinin bilgisizliklerinden yararlanmak suretiyle doğru yoldan saptırarak delalet yoluna sevk etmişlerdir” İşte Sultan’ın bu hükmü, daha sonra şeriat mahkemelerinde kadıların sergileyeceği vahşete esas teşkil ediyor. Hacıbektaş Dergahı Piri Çelebi Feyzullah efendi İstanbul’a getirilerek yargılanıyor ve asılıyor. Son Hacıbektaş Şeyhi Hamdullah efendi, Kırşehir’de kurulan şeriat mahkemesinde sekiz dervişi ile birlikte yargılanıyor ve idama mahkum ediliyor. Bu yazıda Mahkeme kadısı ile Hamdullah Çelebi arasında geçen diyaloglardan birkaç örneği burada vermek istiyorum. Okuyup görelim ki; samimi inanç ve gerçek din neymiş. Bu millet, kendisi için değil toplumu ve geleceği için samimi inancı ve gerçek dini savunmak uğruna ölümü göze alabilen, Mahkeme Kadısının her lafa girerken “kanı helal Şeyh” diye başlayarak peşin idam hükmünü açıklamasına rağmen bir adım geri atmayan ne yiğit evlatlar yetiştirmiş. (Esası burada verilenin birkaç katı olan savunma metni mahkeme katibi Mevlana İsmail Efendi’nin el yazmasıyla tuttuğu zabıtlardır. Yıllar sonra Kırşehir Askerlik Şubesinde eski evrakın imhası için yapılan işlem sırasında Şube Reisi Miralay Ahmet Edip Halim Efendi bu zabıtları fark ederek yok etmeyip alıp saklamış ve ondan da mirasçılarına kalmıştır.) Şeriat Mahkemesi Tutanaklarından; “-Kadı: Kanı helal şeyh. Senin ve mensubuyun kanı helaldir. Sapkın bidat mezhebin mensubu olduğuna Mahkemeyi Şeriayı Muhammediyenin önünde pişmanlığını tevbe ederek dile getirdikten sonra sorularıma cevap verirsin. Şu anda birkaç saat birkaç dakikalık zamanın var. Tevbe et pişmanlığını dile getir. İslam dininde bu Aleviliği Bektaşiliği nerden çıkardınız. Ehli Sünnet vel Cemaat yolundan ayrıldığınıza tevbe et bakıyım. İfadeni ona göre değerlendireceğim. -Cevap: Efendim Kadı hazretleri. Senin Ehli Sünnet vel Cemaat dediğin mezhep sapkın ve bidattır. Can hayfı olmadan doğruyu söylediğimin tutanaklara geçmesini istiyorum. Mahkemenizin ve şu andaki devletinizin İslâm diniyle yakından uzaktan ilginiz alakanız yoktur. İslam Peygamberi’nin öldüğü gün Beyt-i Ali’de yas ve matem vardır. Hz. Fatıma’ya ve ailesine taziye baş sağlığı istemeye gelenler olmuştur. Bevt-i Ali basılmıştır, İslâm dini ayakaltına alınarak hiçe sayılmıştır. Beyt-i Ali, Ali evi demektir. Bu evde Hz. Peygamberin torunları, kuzenleri vardır. Selman, Ebuzer, Miktat, Ammar, Yaser vardır. Üç halife tarafından Beyt-i Ali adamlarının nasıl 5 DEĞERLERİMİZ TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU itilip kakıldıkları tarih kitaplarında yazılıdır. Malik Nümeyri ve tarafları katledilmiş; karıları, kızları, köle gibi Medine’de satılmıştır. Ebuzer’e işkence yapan Halife Osman, “yazık, ihtiyardır bağışla” diyenlere, “Beyt-i Ali adamlarına acınmaz” demiştir. Emeviler zamanında Hz. Ali’ye Hasaneyn’e, Malik Ejdar’a, Ammar Yaser’e lanet etmek din icabı sayılıp camil başsağlığı taziye için toplanan kişilere Beyt-i Ali adı verilmiştir. Beyt-i Ali Alevi demek olur. Abbasiler zamanında da, Bevti Ali taraftarı, adamları, hem Ali evlatları katledilmiştir. On iki İmamları beşini Emeviler, yedisini Abbasiler şehit etmişlerdir. Zorla dine el konularak Sünnilik icat edilmiştir. Zamanımıza kadar, Aleviler katledilmiştir. Benim sizden can için bidat mezhebinize İslâm diyeceğimi mi sanıyorsunuz? Öğleden sonra- Soru: Kanı helal sapık Şeyh Efendi anladık anlamasına, amma öyle kebir-i mühime bir mevkiin reisi iken niçin senin adamların Şeriat-ı Muhammediye’ye aykırı ve inkarcı küfür ve kafirlik durumlarına mani olmadın? Ayrıca beldeyi fesada verdin. İslam yolundan çıktın. Müslüman askeri Sekban-ı Cedid’i hazmedemedin Din-i İslam olan bizim adamlarımızın getirdiği şeriat yolunun müdavimlerinin izlerini takdirle karşılıyor musun? Onu anlat. Şeyh Efendi, sen şu mezhebini anlat. Kanı helal şeyh. -Cevap: Efendim Kadı hazretleri, Elhamdülillah Müslüman’ım, Ehl-i İslam, Cemaat-ı Ali Resul mezhebimdir. -Soru: Sus be dinsiz! Sen ehl-i Sünnet vel cemaat İmam Azam Ebu Hanife Küfi Numan İbni Sabit mezhebini kabul etmiyor musun? Bu Hanife mezhebinin dışında olanların dini bidat, kendileri kafir, kanları helaldir. Katli vaciptir. Sen kanı helal dinsizsin, sorularıma cevabını açık söyle. -Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, Ehli Sünnet mezhebi yalnız Hanifi mezhebi demek değildir. Maliki mezhebi vardır, Hanbeli mezhebi vardır, Şafii mezhebi vardır. Onların kanı helal olmuyor, katledilmeleri sevap olmuyor da Hazret-i Ekrem, nebi-i Muhterem Muhammed Mustafa Peygamber Ali Resul mezhebi mensubu olanların kanı helal, katledilmeleri neden gerekli oluyor. Ben ve mensuplarımız beldeyi fesada vermedik, … adamlarım dediğiniz Oğuz Türkmenlerimizdir, çoklukla köylerde yaşamaktadırlar. Konar-göçer olanları da vardır. Onların Şeriat-ı Muhammediye’yi inkarları ve ona aykırı halleri yoktur. Sen zan ve şüphe ile söylüyorsun mahkemeye Kadı Efendi. Bu zan senin için de küfür ve günahtır. -Soru: Şeyh Efendi, senin dediğin Ümmeyeoğulları hükümetini geçelim. Dört hak mezhep üzere Abbasoğulları gibi ve dört hak mezhep üzere Selçuklular gibi ve Halife-i Raşiddin nasıl şeriyayı Muhammediye’yi adaletle İslam’a yakışır bir adaletle götürmüşlerse, bu devlet-i İslam, Halife-yi Müslüman içinde bulunduğumuz dini şeriayı da dinin emirleri üzere götürmekteyiz. Şüphe eden kafirdir, itirazın var mı? Cevap ver. 6 25. SAYI 2014 -Cevap: Kadı Efendi Hazretleri, birincisi dört hak mezhep de hak olmaz. Hak birdir, iki de denmez, dört de denilmez. Semavi. Dinlere mezhep diyeceksiniz Hz. Musa’nın Tevrat’ında ahkam vardır. Hz. Davud’un Zebur’unda ahkam vardır. Kur’an-ı Kerimin de İslam ahkamı vardır. Dört semavi kitapta üç mezhep vardır. Allah’ın vahyettiği ecdadım Hz. Muhammed’in bizlere tebliğ ettiği İslam’ın bir tek mezhebi vardır. O da İslam ve Müslüman ahkamıdır. Hz. Peygamber’in Ali’nin evladına işlenen cinayetlerle kanını döken katilleri asla Müslüman kabul edemeyiz. Suçsuz yere kan dökenler İslam olamazlar. Senin dört mezhep dediğin ne Peygamber’in yüzünü görmüştür, ne meclisinde bulunmuştur, ne soyu sopu sulbünden gelmişlerdir. Dinimizde bir mezhep vardır, o da İslam’dır. Mensubu olduğum Güruh-u Naci toplumu olan bizler İslam umdelerini yerine kusursuz olarak getiriyoruz. Hz. Peygamber’in Ali’nin evladının, Ehl-i Beyti’nin kanını döküp katil olan kişiler kendilerine İslam adını, Müslüman adını bile yakıştıramamışlar da biz Sünni’yiz demişlerdir. Efendim bu da gerçektir. Suçsuz yere ahalinin kanını dökmek İslamiyet’le ilişkisini kesmek demektir. Benim savunmam budur. Kabul etmek etmemek siz efendime aittir. -Kadı: kes, kes Şeyh Efendi, bu kadar mantıksız, kaynaksız kitaba mezhebe uymayan kelimeleri söyledin ki, kendi dilin ile idam ipini boynuna takmak mı istiyorsun? -Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, benim idamdan korkum yoktur. Doğru Müslümanlık yolundayım doğruyu söylüyorum. -Kadı: Şeyh Efendi, dört halifenin izinden giden Emeviler olsun, Abbasiler olsun, Selçuklu Sultanları olsun, Osmanlı sultanları olsun Sünnetten senetten ayrılmamışlardır. Bunlara dil uzatmak küllühüm kafirliktir. Bunların izinden gitmeyen zındıktır. Bunların doğru yolda olduklarını kabul edip dille beyan etmen gerekir. -Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, kan döken zalim kimler olsa asla Müslüman diyemem. İslam kanını hükümdar tahtı için bu saydığın devletlerin hükmettiği yerlerde, Gürüh-ü Naci olan biz Müslüman Oğuzların kanları o topraklarda hiç kurumamıştır. Kan döken zalim için bana Müslüman dedirtmek mi istiyorsun? Bizde hiç kimse bunlara Müslüman diyemez! Sünni diyebiliriz.” Mahkeme zabıtlarından günlerce sürdüğü anlaşılan bu tüyler ürpertici yargılamanın sadece ilk gününden ve sadece birkaç diyalog sundum. Bunlara ek olarak mahkemenin son günlerinde Mahkeme Heyeti ile Hamdullah Çelebi arasında kader inancına dair (günümüze de ışık tutan) şöylesine ilginç bir diyalog geçiyor; “-Kadı: Şeyh Efendi, hem Allah’a inanıyoruz diyorsun, hem Hayrın, şerrin Allah’tan geldiğine niçin inanmıyorsun? Bu sapıklık değil mi? Bu küfürlük değil mi? 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU -Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, Allah hayrı yaratır, çünkü bizim yaradılışımız fıtrat-ı ilahı hayırdır. Görmemiz, duymamız, söylememiz, içmemiz, gözümüz, kulağımız, hayırdır. Elimiz, ayağımız, hayır için yaratılmıştır. Kişi bunlarla yaptığı kötülükten mesuldür. Allah’ın adı ve sıfatları içinde acıyan, bağışlayan, esirgeyen, seven, af eden, nimet veren adları olduğu halde şer veren şeyler, kötü, kötülük, şer adı yoktur, kötü olayın faili fiildir. Suçlu o fiili işleyendir. Mücrim mahkemeye, mahkemeniz de Kadı cezayı mücrime verir. Allah’tan geldi, şeytandan geldi diye başka fail aranmaz. Niğde’den Gelen Müftü: Şeyh Efendi, Allah’tan kork, Peygamberden utan! Her şeyi yaratan Allah’ın kuvvet ve kudretine kafirlik yapıyorsun. Hayrı şerri, kazayı, kaderi yaratan Allah’tır. Küllü şeyin halikın ayetini inkarın var senin. -Cevap: Efendim Müftü Hazretleri, insan hayra da şerre de bizzat kendisi vesiledir. Hayrı da kendi yaratır. Şerri de kendi yaratır. Hayrı yaratıp hayırlı hayır iş yapana Allah ecri lütuf verir, hayırdan faydalanan kullardan dua alır. Mükafat, devlet maaşı, taltif alır. Şerri yaratan şer iş yapar. Şerri işleyen Allah’tan günahın cezasını alır. Kişi kazayı da kendi yaratır. Mesul kendisi tutulur. Biz Müslümanlar kadere inanmayız. Eskiden beri kaderci değiliz. Bize böyle yerleşmiş böyle devam ediyor. Biz Müslümanlar her işimizde Allah adını anarak, Allah adına hayır işler yaparız. Şer iş ise Allah adına Allah namı hesabına yapılmaz. Bu da biline.” Hamdullah Çelebi’nin günlerce süren baskıya, aşağılamaya, ölüm ile korkutmaya rağmen dim dik duruşu, sonuna kadar tavizsiz bir şekilde kendilerinden bahsederken “biz Müslümanlar” ifadesini kullanması ve kendisini yargılayanların ise “İslam dışı olduklarını” sonuna kadar ısrarla haykırması çok dikkat çekicidir. Nitekim Mahkemenin son gününde Hamdullah Çelebi’nin bazı dervişleri de huzura celp edilerek aynı şekilde ölümle tehdit edilmek suretiyle konuşturulmak isteniyor. Bu dervişlerden yine sadece birkaçının mahkemedeki asil tavırlarını ve sözlerini burada vererek, tüm bunlardan alınması gereken dersleri de bu dersi alması gerekenlere bırakalım: “-Kadı: Son sözünü söyle. İslam’ın meşru Halifesi Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı seveceğine İslam’ın umdelerine bağlı kalacağına idam edilecek olan Şeyh Hamdullah’ın kaç gündür mahkemede yediği herzeleri, söylediklerini duydun, dinledin, onun sözlerini tensip etmeyeceğine, onun izinden gitmeyeceğine tövbeler olsun mu? -İbrahim Selamet Efendi: Ağam Şeyh Hamdullah’tan sonra bana bu dünyada yaşamak haram olsun. Onu darağacında görüp sağ dönersem Allah’ın kulu olmayayım. Yaşarsam onun izinde, ölürsem onun yolunda öleyim. Son sözüm budur. DEĞERLERİMİZ -Kadı: Sen söyle, dergahınız Şeyh’inin mahkeme-yi şerie’de kaç gündür söylediklerini, ifadelerini duydun, dinledin. Muhalefet-ül İslam’dır. Katılmadığını söyleyeceğin var mı? İslam dinine ve Devlet-i İslam Halife-i Müslüman olan Padişahımızın İdareyi icraatına muhalif almayacağınıza, pişman olup tövbe ve yemin edersen ifadene devam edelim mi? Habib İbn-i Memiş: Dergahımız Şeyhi Seyyid Hamdullah Efendi’nin izinden gideceğime ölümde dirimde, onun mübarek fikirleriyle olacağıma yemin ederim. -Kadı: Sen söyle. Kanın şimdi senin boynuna! Ya bu vebali kendi üstüne alırsın, kaderini tayin edersin. Ya da Din-i İslam’a dönmeyi kabul edersin, tövbe edersin. Şeyhin ifadesini tensip etmediğini söylersin ya da kaç gündür düşündüklerinin kararını bildirirsin. -Koçaroğlu Halil İbrahim: Hz. Hüseyin Kerbela’da Yezid medet beklemedi. Onun mübarek şehit kanıyla İslam dini yolunu karanlıklardan ağarttı ise senden ve mahkemenizden medet ve merhamet beklenemez. Şeyhimiz yolunda, izinde hiç hain görmemekteyiz. Aynı akıbetin aydınlık olduğuna inanıyorum. Son sözüm budur. -Kadı: Sen son sözünü söyle. Derviş Hüseyin İbn-i Resul: Ben Hak-Muhammed-Ali yolundan sapmadım. Sizden ve mahkemenizden medet mürüvvet beklemem Şeyh Hamdullah Efendi’nin bütün ifadelerine aynen katılıyorum. O, ahrette Cehennem’e giderse bana Cennet haram olsun. -Kadı: Hüseyin Balım, sen son sözünü söyle. -Hüseyin Balım: Kadı Kadı, benim son sözüm, Çelebi Hamdullah’tan sonra bu dünyada yaşamak bana haram olsun. Allah dünyada, ahrette bizleri ayırmasın. -Kadı: Bektaş Resul, sen son sözünü söyle. -Bektaş Resul: Kadı Kadı, bize kalmayan bu dünya, size de kalmaz. Çelebi Hamdullah Efendi’nin kaç gündür verdiği ifadeyi aynen tensip ediyorum. Diyeceğim yoktur. -Kadı: Derviş Yusuf sen son sözünü söyle. -Derviş Yusuf: Çelebi Hamdullah asılınca bana bu dünyada yaşamak haram olsun. Onun nurlu yoluna aynen katılıyorum. Zerre kadar ne bir kusuru var, ne kabahati var. Günahsızdır. Ben de onun ifadesini tensip ediyorum. İzinden gidiyorum. Ben de günahsızım. -Kadı: “temmatil mahkeme – mahkeme tamamlandı” dedi ve ilave ederek, “Katip Mevlana İsmail Efendi, El cevab idamı; temme. Erkânın isimlerini, imzalarını yaz” dedi. (NOT: Bu konuda vicdanı çok da rahat olmayan Sultan’ın son anda yetişen fermanıyla bu idam cezaları Amasya’da sürgüne dönüştürülmüştür) 7 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 ESKİ TÜRKİYE(!), YENİ TÜRKİYE(!) TARTIŞMASI NEREYE VARIR? Turgut ÖZBAY Araştırmacı Yazar Y eni Türkiye; Türk Milleti’nin, Türklüğün idam fermanı olan Sevr Antlaşması hükümlerini tanımayarak, ülkesini işgal eden emperyalist devletlere karşı bir Kurtuluş Savaşı yapması, bu savaşı kazanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden çağdaş, modern, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip milli bir devlet olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Hatırlayalım; Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri ve bir Türk İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı sonucu, Müttefik Devletlerle 30 Ekim 1918’de, Mondros Mütarekesi (ateşkes antlaşması)’nı, kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzalamıştı. 13 Kasım 1918’de Müttefik Devletler Donanması Başkent İstanbul’a girmiş, Boğaz’a demir atmış, imparatorluğun başkenti işgal edilmişti, Türk ordusu terhis edilmiş. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birlikleri yer yer Anadolu’yu işgale başlamış, azınlıkların siyasi amaçlı olarak kurdukları çeteler Türk halkına baskı ve katliam yapmakta, Osmanlı Hükümeti Türk halkının can ve mal güvenliğini sağlayamamaktaydı. İşte böyle bir durumda, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan M. Kemal Atatürk 22 Haziran 1919 da Amasya Tamimi’ni yayınlamıştı. 7 Ağustos 1919’da Erzurum’da, 13 Eylül 1919’da Sivas’ da yapılan kongrelerinin sonuçları dünya kamuoyuna duyurulmuştu. Sivas Kongresi’nde M. Kemal Atatürk Başkanlığı’nda “Geçici Hükümet” yetkisine sahip olan Heyet-i Temsiliye seçilmişti. Amasya Tamimi’nin, Erzurum ve Sivas Kongre kararlarının ortak özelliği: manda ve himayenin kabul edilmeyeceğinin, ülkenin ve milletin parçalanmasına müsaade edilemeyeceğinin Hıristiyan unsurlara siyasi hakimiyeti ve toplumsal dengeyi bozacak yeni imtiyazlar verilemeyeceğinin, iç ve dış bağımsızlığımızın kabul edilmesi şartıyla milletimize karşı istila emeli beslemeyen devletlerle işbirliği yapılabileceğinin dünya kamuoyuna duyurulmasıdır. Fevkalade yetkiye sahip olan Heyet-i Temsiliye bir Kurtuluş Savaşı başlatmak için, 27 Aralık 1919’da, ileride başkent olacak Ankara şehrine gelmişti. İstanbulda ise; son Osmanlı Meclisi Mebusan-ı (Millet Meclisi ) 28 Ocak 1920’de, gizli oturumda Misak-i Milli ( Ulusal And )’ı Kurtuluş Savaşı’nın siyasi bildirgesini, Türkiye’nin kabul edebileceği barış şartlarını açıklayan beyannameyi kabul etmiş, 17 Şubat 1920’de dünya kamuoyuna ve devletlerin parlamentolarına bildirilmesi kararlaştırılmıştı. Bu olay sonrası, 16 Mart 1920’de Müttefik Devletler karadan İstanbul’u işgal etmiş, İngilizler Meclis-i Mebusan-ı basmış ve meclisi dağıtmıştı. Padişah, 11 Nisan 1920’de yayınladığı bir irade ile Meclis-i Mebusan-ı fesih etmiş, Osmanlı İmparatorluğu hukuken sona ermişti. 8 Ankara’da; Heyet-i Temsiliye önderliğinde Anadolu’dan seçilen yeni Milletvekilleri ile, kapatılan Osmanlı Meclis-i Mebusan-ı’ndan katılan Milletvekilleri 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmış, böylece ; Heyet-i Temsiliye’nin görevi de sona ermişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi 7 Haziran 1920’de, İstanbul Hükümeti’nin 16 Mart 1920 tarihinden itibaren yaptığı ve yapacağı antlaşmaların, vermiş ve vereceği imtiyazların hükümsüz sayılacağına dair kanun kabul etmiştir. 14 Temmuz 1920’de daha önce Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından kabul edilen Misak-ı Milli (Ulusal And) ‘a bağlılık kararını almıştı. Osmanlı Meclis-i Mebusa’nı fesih edilmiş olmasına rağmen, 10 Ağustos 1920’de, İstanbul’da toplanan 50 kişilik Saltanat Meclisi, Müttefik Devletler tarafından hazırlanıp imzalanmak için Osmanlı İmparatorluğu’ na verilen Sevr Antlaşması’nı imzalamıştı. Sevr Antlaşması, sadece, Osmanlı İmparatorluğu ‘nun parçalanması, topraklarının batılı emperyalist devletler tarafından paylaşılması, adli, idari ve ekonomik bağımsızlığının tamamen elinden alınması değildir.Anadolu’dan soy ve millet olarak Türk varlığının dağıtılmak, yok edilmek istenilmesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstanbul’da Saltanat Meclisi ile Müttefik Devletler arasında 10 Ağustos 1920 ‘ de imzalanan, Türklüğün idam fermanı olan Sevr Antlaşması’nı tanımamıştır. 7 Ekim 1920’de “Sevr Antlaşması’nı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin müsaadesi olmaksızın düşmanlarla müzakere ve imza edenler hakkında Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından gıyaben idam kararı almıştır’’.(1) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20.01.1921’de devletin temel yasası, egemenlik ve bağımsızlık yasası Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu (1921 Anayasası’nı) kabulü ile, egemenliğin millete ait olduğu kabul edilmiştir. Türk Ordusu’nun 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesi ile Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Osmanlı İmparatorluğu ile Sevr Antlaşması’nı imzalayan Müttefik Devletler, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile 11 Ekim 1922 de Mudanya Mütarekesi’ni (ateşkes antlaşmasını) imzalamıştır. 1, 2 Kasım 1922’de çıkarılan bir kanunla saltanat ve hilafet makamları biri birinden ayrılmış saltanat kaldırılmıştır Devletin temel siyasi yapısı değiştirilmiştir. M. Kemal Atatürk 02.11.1922’de bir Fransız gazeteci ile yapmış olduğu söyleşide:’’ Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye ile ilgili hiçbir alakası yoktur. Osmanlı Hükümeti tarihe geçmiştir . Gerçi millet değişmemiştir Aynı Türk unsuru bu milleti teşkil ediyor Ancak; tarz-ı idare(idare şekli) değişmiştir. Ankara’da hükümeti milliye (milli hükümet) teessüs etmeden evvel ( kurulmadan önce ) İstanbul’da bir sultan ve bunun bir hükümeti vardı. (2) açıklamasını yapmıştı. Yeni Türkiye’yi kuran irade, 24 Temmuz 1923’de Müttefik 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Devletlerle uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayarak, ‘yeni Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmasını gerçekleştirmiştir. Lozan Barış Antlaşması yeni Türkiye’nin kuruluş senedidir. Lozan Barış Antlaşması hükümleri Sevr Antlaşması’nın hükümlerini hukuken ortadan kaldırmıştır. “Lozan Barış antlaşması Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş bir suikastın yıkılışını ifade eden bir belgedir.”(3) Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması sonucunda, Müttefik Devletler Donanması İstanbul’u boşaltmaya başlamış, 2 Ekim 1923’te son işgal kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi 13 Ekim 1923’de Ankara’yı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti, 29 Ekim 1923’ de devletin idari şeklini Cumhuriyet olarak kabul etmiştir. 3 Mart 1924’de çıkarılan bir kanunla; Hilafet, hükümet ve cumhuriyet anlam ve kavramları içinde bulunduğundan yürürlükten kaldırılmıştır. 20 Nisan 1924’de egemenlik ve bağımsızlık yasası, 1924 Anayasası ile yeni Türkiye’nin kuruluşu tamamlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden çağdaş, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan, (millî – ulusal) devlet yeni Türkiye kurulmuştur . Kurulan devletin: Adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, halkı Türk Milleti, bayrağı Türk Bayrağı, ülkesi Türkiye coğrafyasıdır. Devletin idare şekli Cumhuriyettir, başkenti Ankara’dır. Resmi dil Türkçe’dir. Bu hususlar devletin temel yasası, egemenlik ve bağımsızlık yasası olan anayasada değiştirilemeyecek hükümlerdir. Dünyanın en büyük ve bir Türk İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu, bir Türk Devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılması ile kurulduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla da Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Evet; yeni Türkiye’nin kuruluşu günümüzden 94 yıl önce, Osmanlı Hükümeti’nin tarihe geçmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, milli hükümetin kurulması ile başlamış, devletin idari şeklinin değişmesi, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile kuruluş tamamlanmıştır. 2023 yılı, yeni Türkiye’nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100 ncü kuruluş yılı olacaktır. Dikkat çekici olan bir husus Cumhuriyetin 100 ncü yılını kutlamaya az bir zaman kala, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilme sürecinin başlamasıyla beraber gündeme “eski Türkiye”, “yeni Türkiye” tartışması getirilmiş, kavram kargaşası ortaya çıkarılmıştır. Eski Türkiye denilerek; dolaylı olarak devletimizin kuruluş felsefesi, kurucu iradesi ve kurucu iktidarı tartışmaya açılmıştır.Kurucu iradenin içinin boşaltılması istenilmektedir. ‘’İstemeseler de yeni Türkiye kurulacaktır’’ denilerek yeni Türkiye’nin 94 yıl önce kurulduğu unutulmuş görülmektedir. “istemeseler de yeni Türkiye kurulacaktır” hükmü kurucu iradeyi tanımamaktır, devletin niteliğinin ve temel siyasi yapısının, egemenliğin kaynağı ve nasıl kullanılacağı hususlarının yeniden tanzim edilmek istenildiğini göstermektedir. GÜNCEL maddelerinin değiştirilmesi gerekmektedir. Yeni bir Türkiye’nin kurulabilmesi için ortada kurucu bir iradenin, kurucu bir iktidarın olması gerekir. Her devlette bir tek kurucu iktidar vardır.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu iradesi, kurucu iktidarı:Amasya Tamimi’ni Erzurum ve Sivas kongre kararlarını alan, bu kararları dünya kamuoyuna duyuran, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açan, Misak-ı Milli (milli yemini) kabul eden bir iradedir. Sevr Antlaşması’nı kabul etmeyen bir iradedir.Ülkeyi kurtarmak için bir Kurtuluş Savaşı yapan, göz yaşı ve kan dökerek, can vererek bu savaşı kazanan bir iradedir. Kurucu irade savaş kazanmış bir iradedir.Uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayan bir iradedir. Üniter (milli) bir devlet kuran, cumhuriyeti kuran bir iradedir. Günümüzde ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter (milli) bir devlet olarak kurulduğunu söylemek, üniter (milli) devleti savunmak Lozan Barış Antlaşması’nı savunmak, Sevr Antlaşması hükümleri benzeri hususları reddetmek “statükoyu savunmak” la suçlanılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesinin, kurucu iradenin iradesini, kurucu iktidarı yok sayanlar bu değerleri savunanları “statükocu olmakla” suçlanmaktadırlar. Bilinmesi gereken gerçek şudur : Seçimler sonucu oluşan iktidar, devletin kurucu iradesi değildir.Türkiye Cumhuriyeti Devleti de herhangi bir oylama sonucu ve oy çokluğuna göre kurulmuş bir devlet değildir.Siyasi iktidarların meşru olabilmesi için, kurucu iradenin iradesine saygılı olması gerekir.Siyasi iktidarın iradesi, kurucu iktidarın iradesi ile uyuşmuyor ise, ya iktidar kurucu iradeye uyar, yada kendi iradesinin kurucu iradeye uygun olduğu konusunda halkı yönlendirme gayretini gösterir. Böylece kurucu iradenin içi boşaltılmış olur.Siyasi iktidarın yöneleceği diğer bir yol ise, kurucu iradeyi tanımamaktır.Kurucu iradeyi ortadan kaldırmaktır.Böyle bir durumda kurucu iradenin kurmuş olduğu devlet şeklinin devam ettiği ileri sürülemez Bu durumda ise, siyasi iktidar ile devletin diğer kurumları arasında, siyasi iktidar ile halk arasında bir gerilimin, çatışmanın ortaya çıkması kaçınılmaz bir sonuçtur.Devlet krizinin ortaya çıkacağı veya çıktığı bir durumdur.Devlet hayatında yaşanması istenilmeyecek bir durumdur. Kaynaklar: (1)Türkiye Cumhuriyeti 80.Yıl Kronolojisi. Anadolu Ajansı, 2. Baskı, Ankara – 2004, sh.21 (2)Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları cilt.III. Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara - 1961.sh.51 (3)A.g.e. sh.91 Lâkin; yeni bir Türkiye’nin kurulabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel yasası, egemenlik ve bağımsızlık yasası olan anayasanın değiştirilemez 9 Değerlerimiz TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 KARABEKİR PAŞA, SAKIK VE ERMENİ TERÖRÜ Fazlı KÖKSAL Araştırmacı Yazar S ırrı Sakık, Ağrı Belediye Başkanı olarak düzenlediği ilk Basın Toplantısında; Şehirde ‘Utanç Abidesi’ dedikleri askeri anıtı kaldıracaklarını, Kazım KARABEKİR’in ismini taşıyan cadde ve sokakların ismini değiştireceklerini söylemiş.. Kazım KARABEKİR’den kim gocunur? Bu soruya cevap aramadan, Kazım Karabekir Kimdir? Sorusunu cevaplandıralım… O, “Kut’ülAmare Fatih’i” ve “Alçıtepe Kahramanı” dır…. O, Enver Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki Cephesinin Manasır şubesini kurmuş bir teşkilatçıdır… O, İstiklal Savaşı Komutanlarından Anadolu’ya ilk geçendir (14.Nisan.1919)… O, İstanbul Hükümetinin bizzat kendisine gönderildiği “Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklanmasını” emreden telgrafa rağmen, Atatürk’ü “Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam!” diyerek karşılayıp, Atatürk’ün emrine giren böylece İstiklal Savaşının başlamasının yolunu açan bir büyük şahsiyettir.. O, İstiklal Savaşımızın Doğu Cephesi Komutanıdır.. O, Sovyetler’in, Bitlis, Van ve Muş illerinin Ermenistan’a terk edilmesini istemesi üzerine, 1876’da Ruslara kaybettiğimiz Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u Eylül 1920’de kurtarıp, Türkiye’nin doğu sınırlarında Misak-ı Milli’yi gerçekleştiren bir büyük askerdir… O, Doğu Anadolu’da sayıları on bine yaklaşan yetim çocuğu, -Türk,Kürt,Ermeni demeden- toplayarak onlara yer, yurt,iş temin eden, eğitimlerini sağlayan bir yetim babasıdır, O, Türkiye’ye Sanayi Mekteplerini (Bugünkü Endüstri Meslek Liseleri) kazandıran bir eğitimcidir… O, ilk muhalefet partilerinden Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin kurucuları arasında yer alan bir demokrattır.. O, Bulgarca, Fransızca, Almanca ve Rusça’yı iyi derecede bilen bir aydındır.. O, onlarca kitap yazmış bir yazardır.. O, 1946 yılında TBMM Başkanlığına seçilmiş bir devlet adamıdır… 1948 yılında kaybettiğimiz bu büyük şahsiyetin isminden kim niye rahatsız olur? 10 Kazım KARABEKİR’in, İttihat ve Terakki Cemiyet’nin kurucularından olduğu, Ermenistan sınırlarının genişlemesine engel olduğu, Ermeni ordularını yendiği dikkate alınırsa, bu soruya verilebilecek tek cevap vardır; ERMENİLER (Bu ülkeye gerçekten bağlı Ermeni yurttaşlarımızı tenzih ediyorum) Muşlu olduğunu bildiğimiz Sırrı Sakık’ın, Muş’un Ermenilere verilmesini engellemiş Kazım Karabekir’e tepki duymasının haklı bir nedeni olabilir mi? Siz; ASALA’nın terör eylemleri biter bitmez PKK’nın ortaya çıkmasını, Belirli bir süredir sistemli bir şekilde; İTTİHAT TERAKKİ, TALAT PAŞA ve ENVER PAŞA düşmanlığı pompalanmasını, ATATÜRK’e durmadan saldırılmasını, “BİZ ERMENİYİZ” diye yürüyenlerin çokluğunu, Ermeni Soykırımı İftiralarının sık sık gündeme getirilmesini, hatta bu iddianın TBMM Kürsüsünden bile ifade edilmesini, Ermenistan’a giden bazı Siyaset, Fikir ve Sanat Adamlarının(!) “Soykırım Anıtı”nda saygı duruşunda bulunmasını, TESADÜF MÜ SANIYORDUNUZ... Bütün bunlar sistemli bir hareketin parçaları... Ama biz uyuyoruz... PKK ve ASALA’nın aynı örgüt olduğunu… PKK’nın aslında bir Ermeni örgütü olduğunu, bu hareketlerin Batılı Emperyalistlerce teşvik ve kontrol edildiğini, görmeden anlamadan ve bu durumu Kürt kökenli vatandaşlarımıza anlatmadan Türkiye’de bölücü terörü önleyemezsiniz... Umarım Sakık’ın sözleri gafilleri gaflet uykusundan uyandırır. Son sözüm SAKIK’a; belki Ağrı’daki cadde ve sokaklardan Kazım Karabekir’in ismini bir süreliğine kaldırabilirsiniz… Ama Büyük Türk Milleti, bu sonuncu “Haçlı Seferi”ni de atlatıp, işbirlikçileri defettikten sonra, bunların hesabını sorar ve gerek görürse AĞRI’nın ismini KAZIM KARABEKİR olarak değiştirir…. 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DOSYA SYKES-PİCOT (KÜÇÜK ASYA) ANTLAŞMASI Nesrin GÜNEL İÇAY Ankara Yörükler Türkmenler Derneği Başkanı B irinci Dünya Savaşı devam ederken, İngiltere ve Fransa, Devlet-i Aliyye’nin topraklarını paylaşmak üzere gizli bir anlaşma yaptılar. İngiltere adına Mark Sykes’ın, Fransa adına ise George Picot’nun imzalaması sebebiyle söz konusu anlaşma Sykes-Picot Anlaşması olarak anılır. 1916’da imzalanan ve Rusya’nın da sonradan katıldığı bu belgenin orijinal adı “Küçük Asya Anlaşması” dır. Birinci Dünya Savaşı sona ermeden Osmanlı topraklarını yağmalamak için ön protokoldür. I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916’da Kut’ül Ammare Kuşatması - Zaferi sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye’nin topraklarının paylaşılmasını öngören bu gizli antlaşmanın etkileri günümüze kadar sürmüştür. 1915’te Arabistan Yarımadası’nı ele geçiren İngiltere, Osmanlı’ya karşı ayaklanan Mekke’li Şerif Hüseyin’i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap Devleti kuracaktı. Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında böyle bir antlaşma gizli olarak imzalanmıştır. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere’ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya’nın onayı ile imzalanan “Küçük Asya Anlaşması’na” göre; 1. Rusya’ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı verilecektir. 2. Fransa’ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları verilecektir. 3. İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir. 4. Fransa ile İngiltere’nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak, 5. İskenderun serbest liman olacak, (BU MADDEYE DIKKAT !) 6. Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır. (BU MADDE ISRAIL DEMEK OLUYOR) 1917’de gerçekleşen Bolşevik Devrimi sırasında Lenin, Çarlık döneminde imzalanan bu gizli anlaşmayı ifşa etti ve Rusya “yağma protokolünden” çekildi. İngiltere ve Fransa bazı değişiklikler yapmakla birlikte göz koydukları topraklardan hiçbir zaman vazgeçmediler. Nisan 1920’deki San Remo Konferansı’nda alınan kararlar uyarınca, Suriye’de Fransa’nın, Irak’ta ise Britanya’nın mandası altında yeni devletler kurulması, Musul’un İngiltere’nin nüfuz alanına sokulması ve bu paylaşımın Osmanlı Devleti’ne zorla kabul ettirilmesi kararlaştırıldı. İngiltere Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra, bölgede Kürt isyanları çıkartarak bu bölgenin Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına katılmasını önledi. Sykes-Picot Anlaşması maddeleri Sevr Antlaşması (1920) hükümleri arasında da yer aldı. Sykes-Picot’dan San Remo’ya gelene kadar Orta Doğu coğrafyasında İngiltere iki önemli hamle yaptı. Birincisi; Büyük Arap Krallığı sözü verdiği Mekke Şerifi Hüseyin’i Haziran 1916’da Devlet-i Aliyye’ye karşı ayaklandırdı. Osmanlı ordusu bu ayaklanma sebebiyle Filistin cephesinde büyük darbe aldı. İkincisi; Dünya Siyonist Federasyonu Başkanı Baron Rotschild’a Kasım 1917’de bir mektup gönderen İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Filistin topraklarında “Yahudiler için ulusal yurt kurulmasını, majestelerinin hükümetinin desteklediğini” bildirdi. Bu mektup gönderildiğinde, Filistin cephesine Britanya ve Osmanlı kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar yaşanmaktaydı. Diğer taraftan, kendilerine söz verilene bir an önce kavuşmak isteyen Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal 8 Mart 1920’de Şam’da Suriye Arap Krallığı’nı ilan etti. Kendisi de kral olarak tahta oturdu. Fakat 1916’daki Sykes-Picot anlaşması Suriye’nin, Fransa nüfuz alanı içinde olmasını öngörmekteydi. Nisan 1920’de San Remo’da Britanya ve Fransa, Suriye’nin geleceği konusunda görüş birliğine vardılar. Fransız kuvvetleri 24 Temmuz’da Şam’a girdi. Fransızlar sözde “kral” Faysal’ı Şam’dan kovdu. Bağdat’a giden Faysal, İngiltere tarafından Ağustos 1921’de Irak kralı ilan edildi. Fransa, Suriye’yi tam anlamıyla paramparça ederek 6 devlet kurdu.Daha sonra bunların bir bölümünü Suriye ile birleştirdi.Lübnan ise ayrı bir devlet haline geldi. Sömürgecilerin altın kuralı ‘’böl ve yönet’’ ilkesi gereğince Suriye’yi etnik ve mezhebi bölümlere ayıran Fransızlar, yıllar sürecek düşmanlığın da tohumlarını ektiler. 11 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 DÜNYAYI KURTARACAK İLERİ DEMOKRASİ SEÇİM SİSTEMİ TÜRKİYE ÖRNEĞİ Dr. Bayram SELAM Araştırmacı Yazar S iyasal partiler, özgür seçimler, temsilde adalet, kuvvetler ayrılığı ve laiklik ilkesi demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokratik sistemlerde siyasal partiler, savundukları düşünce ve idealleri gerçekleştirmek için birbirleriyle yarışırlar. Siyasal partiler, bunun için gerekli yetkiyi seçimler yoluyla halktan almaya çalışırlar. Demokratik sistemlerde yönetim yetkisinin, meşruiyetin temeli seçimlerdir. Çok partili demokrasilerde genel seçimlerin amacı, belirli bir süre için, bir yasama dönemi için hükümeti hangi partinin kuracağını, yani hangi partinin iktidar olacağını, hangi partilerin muhalefet olarak denetim görevini yapacağını belirlemektir. Öyleyse seçim sistemi, demokratik yapının sağlıklı işleyişi bakımından en önemli unsurudur. Bizim ülkemizde yukarıda belirttiğim demokratik sistemlerin vazgeçilmezleri ne kadar uygulanabilmekte ve demokrasimiz ne kadar sağlam temellere oturmaktadır. Öncelikle Türkiye’deki demokratik yapıyı daha iyi anlamak için şunun altını çizmemiz gerek: ülkemize tüm demokratik kazanımlar yukarıdan (yönetimlerden) gelmiştir. Yani batıdaki gibi halkın uzun yıllar verdiği mücadeleler sonucu elde ettiği bir şey değildir. Dolayısıyla demokratik sistemi tam anlayıp özümsediğimiz söylenemez. Demokratik sistemin temel taşları olan siyasal partiler, özgür seçimler, temsilde adalet, kuvvetler ayrılığı ve laiklik verdiğimiz değerde ortadadır. Bu değerlerin topluma gerekliliği, bizde hala tartışma konusudur. Bu yüzden Türkiye’de 4 darbe yaşanmış, ülke kaos içindeyken binlerce kişi ölmüştür. Buradan çıkarmamız gereken ders şudur; tüm kanunlarınız dünyanın en gelişmiş kanunları olarak yazılmış olabilir ancak eğer sizin halkınız demokrasiyi anlayıp özümsemediyse bunların pek geçerliliği yoktur. Bizim ana amacımızın demokrasiyi sağlam temellere oturtup halkın onu benimsemesini sağlamak ve bunun en önemli unsuru da halkımızın eğitim seviyesinin yükseltilmesi olmalıdır. Türkiye’nin mevcut seçim sistemine bir bakalım; 1982 Anayasasıyla Türkiye’de %10 barajı uygulanmaya başlanmıştır ve diğer ülkelere göre oldukça yüksektir. Diğer ülkelerde bu oran en fazla %5’tir. 2002 yılında yapılan genel seçimde uygulanan %10 baraj sistemi ilginç sonuçlar vermiştir. Rakamları yuvarlayarak veriyorum: Geçerli oy sayısı :31 milyon 500 bin AKP’nin aldığı oy :10 milyon 848 bin-%34,43 CHP’nin aldığı oy : 6 milyon 114 bin-%19,41 Buna göre AKP: 365,CHP: 177 milletvekili çıkardı. Söylenecek ilk şey şudur: Her iki parti de, baraj olmasa idi bu sayıda milletvekili çıkaramayacaktı. 12 Dolayısı ile hem iktidar hem de muhalefet, gerçek oranda temsil edilmemektedir. Yukarıdaki tabloya göre 14 milyon 500 bin kişinin oyları boşa gitmiştir. Bağımsızların oylarını ve milletvekili sayılarını bu hesaba dâhil etsek bile sonuç pek değişmemektedir. Sadece MHP ve DYP’nin toplam oy sayısı 5 milyon 600 bin ediyor. Hele DYP % 9,54 ile meclise girememiştir. Yani 0,46 oranına denk düşen sayı yok diye meclisin temsil oranı bambaşka oluyor. Boşa giden 14 milyon oyun, birkaç ülke nüfusuna eşit olduğunu gözden kaçırmayalım. Mikro düzeyde durumun daha da çarpıcı olduğu görülmektedir. Herhangi bir ilde X partisi oyların % 90’nını bile alsa genel düzeyde barajı geçemediği için hiç milletvekili çıkaramıyor. Ama oyların sadece % 10’unu alan AKP ve CHP, o ilin tüm milletvekili adaylarını meclise yolluyor1. Türkiye 1994 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir belediye başkanlığını Refah Partisi sadece %27 oy alarak kazanmıştır, ikinci tur olmadığından en çok oy alan parti adayı belediye başkanı olarak seçilmektedir, oysa Ankara seçmeninin %73 söz konusu adaya oy vermemiştir yanı seçilen belediye başkanı ne kadar ve ne ölçüde Ankaralıları temsil etmektedir? Ayrıca burada seçilen belediye başkanının temsilde adalet ilkesine aykırı seçilmesi nedeniyle hukuki tartışmaya açıkça maruz kalıyor. Hangi siyasi görüşte olursanız olun, bu tabloya adil diyebilir misiniz? Türkiye’nin bu gidişatıyla gelişmiş batı demokrasilerini yakalaması hatta onlara yaklaşması bile mümkün değildir. (İMF) Uluslararası Para Fonu’nun 2010 verilerine göre satınalma paritesini baz alırsak Türkiye’nin kişi başı milli geliri 13.464 ABD dolarıyla dünyada 64. sıradadır oysa 4. sırada bulunan Norveç’in kişi başı milli geliri 52.013 ABD dolarıdır. Aradaki gelir, eğitim ve demokrasi tarihçesi açısından uçurum nedeniyle tam anlamıyla batı demokrasisini ve refahını yaşamamız imkânsızdır. Yani, eğer farklı bir şeyler yapmazsak bu durum uzun yıllar daha böyle devam edecektir. 1 http://www.msxlabs.org/forum/siyasal-bilimler/25211turkiyede-secim-sistemleri.html#ixzz1dd2SWwyp 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Siyasal partiler, özgür seçimler, temsilde adalet, kuvvetler ayrılığı ve laiklik ilkelerinin günümüz Türkiye’sinde benimsenmesini sağlamak ve ekonomik refaha kavuşmak amacıyla Türkiye’nin acilen İleri Demokrasi Seçim Sistemine geçmesi gereklidir. İleri Demokrasi Seçim Sisteminin temel amacı milletimizi yüksek eğitim ve ahlak seviyesine sahip devlet adamlarının Türkiye Büyük Millet Meclis’inde temsil etmesini sağlamaktır. Bu büyük eksikliği gerçek bir örnek vererek ifade etmek istiyorum 2007 yılında TBMM’de bulunan 550 milletvekili içinde yaklaşık 251 milletvekilinin dokunulmazlık zırhı altında haklarında açılmış davalardan geçici de olsa kurtulmuş görünüyorlardı. Ama bu durum onların dolayısıyla bizleri temsil eden kişilerin ne kadar güvenilir ve ne kadar ahlaki değerlere sahip olduklarını göstermek için yeterlidir. Hepinizin bir ağızdan biz onları seçmedik onları parti genel başkanları seçti dediğinizi duyar gibiyim, kim seçerse seçsin önemli olan onların TBMM’de oturup bizi temsil ettiklerini zannederek yanlı, çıkarcı ve yanlış kararlar alıyor olmasıdır. Demek mevcut seçim sistemi buna bariz bir şekilde müsaade etmekte ve gerçek devlet adamlarınTBMM’e seçilmelerini engellemektedir. Mevcut meclis yapısında devlet adamı diyebileceğimiz kişilerin sayısı parmaklarımızın sayısını geçmez. Demokrasinin temel ilkeleri olan özgür seçim ve temsilde adalet böylece hiçe sayılarak uygulanmadığını görmekteyiz. İleri Demokrasi Seçim Sistemi demokrasinin olmazsa olamazlarını: siyasal partiler, özgür seçimler, temsilde adalet, kuvvetler ayrılığı ve laiklik ilkelerini maksimum seviyede uygulayarak ülkemizin batı standartlarına hızla yaklaşmasını sağlayacağına inanıyorum. İleri Demokrasi Seçim Sistemi dar bölgede iki turlu seçimi öngörmektedir. Türkiye’de 42 milyon kayıtlı seçmen (2009) ve 550 milletvekili sandalyesi bulunmaktadır. İlk olarak seçimlerin illere göre değil ortalama bir milletvekiline düşen seçmen sayısına göre yapılacağını belirtmek istiyorum. Neden böyle, çünkü temsilde adaleti sağlamak için bu gerekli mevcut seçim sistemi bu konuda çok adaletsiz bir yapıya sahip. Örnek verecek olursak, 2002 seçimlerinde milletvekili başına gereken oy sayısı ortalamada 57.000 iken, bu sayı Tunceli’de 21.000’e ve Bayburt’ta 19.000’e düşmüştür. En yüksek gerekli oy ise 79.000 ile Balıkesir ilimiz olmuştur. Bu düpedüz adaletsizlik ve eşit şekilde vergi ödeyen vatandaşlarımızı kandırmaktan başka bir şey değildir. Tunceli’de 21.000 seçmen (21.000 vergi ödeyen vatandaş) 1 milletvekilini seçerken Balıkesir’de ise 79.000 seçmen (79000 vergi ödeyen vatandaş) 1 milletvekili seçebiliyor, temsilde adalet ilkesi bunun neresindedir? İleri Demokrasi Seçim Sistemi: 2009 yılı verilerine göre ortalama bir milletvekiline 76 364 seçmen düşmektedir söz konusuortalama seçmen sayısı seçim sırasında %5 oranda Yüksek Seçim Kurulu tarafından coğrafi, nüfus bütünlüğü ve diğer sebeplerden dolayı azaltılabilir ya da artırılabilir. Türkiye’yi seçmen sayısına göre eşit olarak 550 seçim bölgesine bölüyoruz. Bölgeler Yüksek Seçim Kurulu tarafından bilgisayar yardımıyla rastgele seçileceklerdir. Yani bir milletvekilini illere bağlı kalmadan bir coğrafi bütünlükte bulunan ve bir birine yakın bölgede oturan 76.364 seçmen seçecektir. Ve milletvekili ili değil seçilmiş olduğu bölgeyi temsil edecektir. Burada milletvekilinin ana DOSYA amacı, ülkeyi ileri götürmek olacaktır. İllere bağlı olsaydı daha çok seçmenlerin günlük problemleriyle uğraşıyor olacaktı. Ayrıca her bölgede iki turlu seçim olacaktır. Bu durumda en yüksek oy alan iki aday söz konusu bölgede ikinci tura kalacak ve ikinci turda %50+1 oy alan kazanmış sayılacaktır. Eğer ilk turda adaylardan biri %50+1 oy alır ise ikinci tura gerek kalmadan söz konusu aday kazanmış sayılacaktır. Seçimlerin geçerli sayılması için söz konusu bölgede kayıtlı seçmenlerin en az %50’sinin oy kullanmış olması şartı aranacaktır. Önerdiğimiz sistem Türkiye’de olmasa da bazı batı ülkelerinde uygulanan normal seçim sistemlerine benzemektedir. Ancak bu bile bizim siyasi partilerimizde mevcut ömür boyu liderlik hastalığına son verecektir. Gelelim bu sistemin asıl ayrıntısına; oylar sayılırken on derecelik yeni bir derecelendirme sistemi uygulanacaktır. 1. dececede oy verecekler okuma-yazması olmayanlar. 2. derecede oy verecekler ilkokul terk edenler. 3. derecede oy verecekler ilk okul mezunları. 4. derecede oy verecekler orta okul mezunları. (ilköğretim mezunları) 5. derecede oy verecekler lise mezunları 6. derecede oy verecek olanlariki yıllık yüksek okul mezunları. 7. derecede oy verecek olanlar dört yıllık üniversite mezunları. 8. derecede oy verecekler yüksek lisans yapanlar. 9. derecede oy vereceklerdoktora ünvanını alanlar. 10. derecede oy verecek olanlar doktora üstü ünvana sahip olanlar. (Doçentlik ve Profesörlük) Bu oy sistemine göre bir profesörün oyu on okumayazması olmayan seçmenin oyuna eşit olacaktır. Mesela 6. derecede oy kullanan üniversite mezununun oyu altı okuma-yazması olmayan seçmenin oyuna eşit olacaktır. Yanı üniversite mezunu kullandığı bir oy altı oy olarak hesaplanacaktır. Böylece seçilecek milletvekili daha yüksek eğitimli seçmenlerin oylarının etkisiyle seçilecektir. Milletvekili seviyesi yükselecek ve artık partiler kolayca seçmenleri kandıramayacak ve hesap vereceklerdir. Ayrıca artık seçim öncesi partiler dağdaki çobanın peşinden değil üniversite öğrencisinin peşinden koşturacaklardır. Türk toplumu eğitime daha fazla önem verecektir ve daha eğitimli toplum olmak için büyük atılım yapacaktır. Bu derecelendirme sistemini kurmak için Yüksek Seçim Kurulunun her seçimlerden bir yıl önce belirleyeceği ve geçerli diplomalara göre seçmen derecelendirmesi yapacaktır. Seçmenler ellerinde bulunan son tarihli diplomalarını sunmalıdırlar. Bu sisteme göre düşük eğitim almış olan seçmenler için dezavantaj gibi görülebilir ancak gerçek böyle değil, en çok bu sistemden yararlanacak olanlar onlar olacaklardır çünkü onların çıkarlarını artık en iyiler korumuş olacaklardır. Bu sistem ülkemizin tüm seçimleri için uygulanmalıdır. Bu durum şuna benzemektedir: Karnımız ağrıdığında hiç düşünmeden doktora başvururuz. Peki, neden bu durumda araba tamircisine başvurmuyoruz? Çünkü sadece doktorun bu konuyu iyi bildiğini ve sadece onun bu durumda bize 13 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU yardım edebileceğini biliriz. Bu sistemde de işini en iyi bileni seçme olasılığımızı yükseltmiş olacağız. Kuranı Kerim, Zümer Süresi 9. Ayet (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür. Üç Kişiye Acı; Cahiller Arasındaki Alime, Zenginken Fakir Düşene, Hatırlı iken itibarını Kaybedene. Şeyh Edebali Eğitim durumuna göre (2009) Türkiye’de en çok ilkokul mezunu bulunuyor. 18 milyon 204 bin kişi ilkokul mezunu olarak kayıtlara geçerken, bunu 13 milyon 491 kişiyle okuma yazma bilmesine rağmen okul bitirmeyenler izliyor. 2 milyon 738 bin kişi ortaokul mezunu, 7 milyon 430 bin ilköğretim mezunu olduğunu beyan ederken, lise mezunu sayısı 10 milyon 284 olarak tespit edildi. Yüksekokul veya fakülte mezunu sayısı 4 milyon 290 bin, yüksek lisans yapan kişi sayısı 279 bin olarak kayıtlara geçti. Doktora yapanların sayısı 79 binden kaldı. Profesör sayısı ise sadece 14 bin civarında yani seçmen oranında çok düşük bir yüzde(%0.3) oluşturmaktadır1. Rakamlardan anlaşılacağı gibi master yapanlar, doktora yapanlar, doçent ve profesör ünvanı alanların toplamı seçmenlerin %1’ne bile ulaşamıyor yanı 7. 8. 9. ve 10. dereceden oy vereceklerin toplam oranı seçmenlerin %1 altındadır. Dolayısıyla bu derecelere sahip olanların daha çok sembolik bir anlam ve toplumumuzu eğitime teşvik amacı taşımaktadır. Dünya’da toplumlar üçe ayrılır; 1.Teknoloji üreten ve onu çok iyi kullanabilen toplumlar (Kuzey Amerika, Batı Avrupa, Japonya) gibi ülkeler. 2. Teknolojiyi kısmen üreten ve üretilmiş teknolojileri çok iyi kullanabilen toplumlar (Rusya, Çin, Brezilya, Türkiye, Hindistan) gibi ülkeler. 3. Teknoloji üretemeyen ve mevcut teknolojileri kullanmayı beceremeyen toplumlar (Afrika ve Arap ülkeleri). İleri Demokrasi Seçim Sistemi Türkiye’nin teknoloji üreten ve onu çok iyi kullanabilen ülkeler kategorisine hızlı bir geçiş yapmasının temel unsuru olacaktır. Bu seçim sistemine karşı çıkacak olanlar, öncelikle kendilerinin yüksek eğitim ve teknolojiye karşı çıktıklarının farkında olmaları gerek. Bu seçim sistemine geçildiğinde daha ilk seçimler sonrasında pozitif ve etkili sonuçlarını hemen net ve açık bir şekilde görebileceğiz. 1 http://www.egitimhane.com/turkiyede-kac-kisi-okuma-yazmabilmiyor-k71227-0.html 25. SAYI 2014 CEZAYİR TÜRKLERİ Av. Ali ÖZTÜRKMEN Araştırmacı Yazar Cezayir uyruklu Türk kökenli azınlıktır. Osmanlı döneminde bazı Türk asker ve yöneticileri aileleri ile birlikte bölgeye gelip buralarda siyasi ve ekonomik hayata egemen oldular. Bunun sonucunda Cezayir’deki demografik yapı değişime uğradı, Osmanlı fetihleri sonucunda Haçlılardan kurtarılan Kuzey Afrika’ya Anadolu’dan Türklerin göçü başladı ( Kuzeyı Afrikanın yerlı Halkı Emezikların yanısıra İslam Fethi ile Araplar taşınmaları). Zamanla Cezayir’de bir Türk topluluğu oluşmaya başladı.(Zaman zaman Anadolu’dan gelen Cezayir’deki Türklerin sayısı 15–20 bini buluyordu). Bu Türkler Cezayir’e Türk adet, gelenek, kültür, giyim ve yemeklerini taşıdılar ve ekonomik, sosyal ve kültürel hayata katkı sağladılar Bu Türk topluluğundan Türkçe yazan nice edebiyatçı ve şair çıktı. Bu vesileyle gündelik yaşama hala kullanılan Türkçe sözcükler girdi. Bu topluluğa kimi zaman karaoğlu adı verildi. Karaoğlu genellikle annesi yerli, babası Türk ( Osmanlı) olanlara veriliyordu. Bu husus Osmanlı kayıtlarına da geçiriliyordu. Osmanlı Türk deryalar prensi Barbaros Hayrettin Osmanlı Cezayir’inin kurucusu sayılır. Osmanlı Bana insan üstü bir doğuş yüklemeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Başkent Cezayir’in Kasaba Semtinde Bulunan Türk Mimarisi 14 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DOSYA Başkent Cezayir’de Bulunan Keçi Ovası Cami Cezayir’in kuruluşu 16. yüzyılın başlarında Fas’taki Osmanlı beylerbeyinin kuruluşuyla doğrudan ilişkilidir. Kuzey Afrika’daki İslam ülkeleri parçalanmakla karşı karşıyaydı. Bu durumdan ötürü Cezayirliler kentlerinin zaman zaman şehirlere saldırıp yağmalayan İspanya korsanlarının istilasına uğramasından endişe ediyorlardı. Dolayısıyla Osmanlı Devletinden yardım istediler. Bunun üzerine Akdeniz’deki Haçlı korsanlara karşı koymak için Osmanlı Deniz Kuvvetleri bölgeye Osmanlı korsanlarını gönderdi. Bölgeye gönderilen deniz gücünün başında Oruç Reis ile kardeşi Barbaros Hayrettin vardı. O dönemde kuzey Afrika sahilleri Haçlı korsanlarının egemenliğindeydi. Ancak Osmanlı deniz güçleri bu korsanlara karşı kahramanlık destanları yazdı. İspanya korsanlarıyla Tilimsan bölgesindeki çatışmalarda kahraman Oruç Reis ve kardeşi İshak 1518 yılında şehit düştüler.48 yaşında şehit olan Oruç Reis’in kellesi bal dolusu bir paket içinde İspanya kralına gönderildi, naşı ise başkent Cezayir’in Kasaba bölgesindeki Sidi Abdurrahman camiinde defnedildi. Oruç Reis sadece sağ eliyle savaşıyordu zira sol elini Becaye kuşatmasında kaybetmişti. Cezayir’in Burc Bu Ariric vilayetinin adı Oruç Reisin adından alınmıştır. Bu vilayette Osmanlılar hüküm sürmüş ve çevredeki bölgeleri katarak topraklarını genişletmişlerdir. Sultan Birinci Selim döneminde (1512 – 1520) Cezayir beylerbeyliğine Hayrettin Paşa getirildi. O sırada Sultan I.Selim Osmanlının Kuzey Afrika’da yeni kurulan ve başkenti Cezayir olan bu vilayetine 2000 yeniçeri askeri ve 4000 gönüllü asker gönderdi. Cezayir’e özellikle Anadolu’dan gelen Türkler kendilerine ‘yoldaş’ adı veriyorlardı. Yerli anneden doğan Türklere ve Osmanlı ordusunda çalışanlara ‘ kuloğlu’ adı veriliyordu. Bu Türkler Cezayir’de özellikle ekonomik olarak büyük güce ve örgütsel tecrübeye sahiplerdi. Öyle ki Emir Abdulkadir onları kendisine rakip bir güç olarak görüyordu. Bu yüzden onlar zulme uğratıldı ve ülkenin batısına sürgün edildiler. CEZAYİR’DE Kİ TÜRK NÜFUSU: Fransa Büyükelçiliği verilerine göre Cezayir Türklerinin sayısı yaklaşık 2 milyondur. Sabri Hamzetli’nin 1953 yılında verdiği bilgiye göre Türk asıllılar Cezayir nüfusunun %25’ini oluşturuyorlardı. Ancak Oxford Üniversitesinin 2008 tarihli raporuna göre Türk kökenliler Cezayir toplam nüfusunun %5’ten fazlasını oluşturuyorlardı. 2006 yılında Cezayir’in nüfusu 34,8 milyon kişiydi, buna göre Türk asıllıların sayısı yaklaşık 1.740.000 oluyordu. 2007 yılında Zaman gazetesinde yayınlanan bir makaleye göre Türkler 33,3 milyon olan Cezayir nüfusunun %10’unu oluşturmakta yani sayıları 3.300.000 kişiyi bulmaktaydı. Cezayir Milli 15 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Osmanlı Kalesi – Telmisan Şehri İstatistik Bürosunun 2012 yılı verilerine göre Cezayir’in nüfusu 37,1 milyon kişidir. Bütün bu rakamları karşılaştırdığımızda Cezayirli Türklerin sayısının 3 milyondan az olmadığını söyleyebiliriz. TÜRK KÖKENLİ BAZI CEZAYİRLİ AİLELER: Türk kökenli Cezayirli aileler Cezayir devletine bağlılıkları ve sadakatleriyle bilinirler. Bu aileler Türk ve vatansever oldukları için diğer Cezayir vatandaşlarından daha fazla zulüm, ölüm ve sürgüne maruz kalmışlardır. Ayrıca binlerce şehit vermişlerdir. Türkler Tilimsan ve Medea şehirlerinde çoğunluğu oluşturuyorlardı, ancak cani Fransız sömürgecilerin soykırımına maruz kalmışlardır. Buna kanıt olarak Demirci ailesini örnek verebiliriz. Bu aile 45 değerli üyesini şehit vermiştir. ŞEHİRLERE GÖRE TÜRK AİLELERİ: MEDEA ŞEHRİ: İstanbullu/ Atçı / İskender / Barbar / Paşa / Bin deli Brahım / Bin Demirci / Bin Ruveysi / Bin Rakaba / Başın / Bin Türkiye / Bin Zemberli / Bin Şeneb / Bin Kıyar / Bin Hacı / Bin Kalı / Bin Harfi/ Boşnak / Bukalkal / Bu kundakcı / bakalım / Çelebi / Türkmani / Çakır / Cambaz / Çakmakçı / Küçük/ Çiko/ Tekdenti / Hantaplı / Hasan Bay / Hava / Hazneci / Halil Şerefi/ Hocat Kasaba/ Hali / Hoca / Hoca Elfehm / Hocabaş / Deli / Deli Ahmet / Demirci / Doh / Reztan / Devacı veya Deveci / Ruveys / Zedmiye / Zemir / Zemirli / Zemirlin/ Zemirni / Zeybek / Seferboni / Salama / Çandarlı / Çavuş / Sarı / Sarı Ahmet / Sabuncu / Safar / Safar Çavuş / Safar Zeytin / Taşkentli / Tasist / Tabbal / Topal/ Topal Sagir / Topalin / Alim / Abbas Turki / Alcı / Ali Ağa / Ali Turki/ Ali Hoca / Askeri / Ayvaz / Garnazti / Fadmacı / Kundakçı / Kara / Kara Birno / Kara Hasan / Koca / Kıyar / Kasağlı / Kasir / Kahveci / Kacı / Kırmızılı / Karyetli / Gedik / Karadağlı / Kalaş / Mami / Mansur Hoca / Mahur Paşa 16 25. SAYI 2014 Osmanlı Kalesi – Wahran Şehri / Nabi / Wilid Çakmakçı / Wilid Hava / Wilid Dali / Wilid Ruveys / Yarkı / Berber. TİLMİSAN ŞEHRİ: Ebi Ayyad / Hisar / Bin Yels / Bin Abacı / Balı / Briksi / Briksi Rakik / Briksi Nakasa / Bitsek / Bin Veyis / Türkmen / Treki / Salacı / Kavar / Kahveci / Kors / Kadı Evvel / Kadı Sani . KALSAHİL ŞEHRİ, SKEKDA VİLAYET İ: İstanbullu / Bin Osman / Bin Hoca / Bekiri / Belidi / Tiriki / Halil / Hoca / Çavuş. TEBSE ŞEHRİ: Osmanlı / Hazerli / Tatar / Koç / Ahmet Çavuş / Bostancı / Mazgalcı. MASGANİ M: Bin Aleva / Paşa / Kara / Bin Yahya. AİNDEFLE : Kirididaş BUFARİK: İstanbullu / Bin Kutubi / Bahe / Bufir / Safta / Kahya . CİCEL : Turki / Kazan / Dernalı / Kisirli . ZAMMURA - BURCBU ARİRİC: Bu şehrin nüfusunun çoğunluğu Türk kökenlilerden oluşmaktadır. BAŞKENT CEZAYİR: Ağa / Bihacar / Arslan / Baba / Bualam/ Binosman / Beznice/ Bey/ Bölükbaşı/ Bostancı/ Bakalı / Binvaklil / Baştarzcı/ Binkayar/ Başiri / Papazyan/ Bucakçı/ Teziri/ Türkmen/ Hamdi Paşa/ Çolak/ Cafer Hoca/ Çavuş / Hazineci/ Hazurli / Domacı/ Zurnacı/ Sabuncu/ orucu/ Antepli/ Ali Karabağlı / Ali Hoca / Kara Ali/ Kara / Kara Mustafa/ Köroğlu/ Mahur Paşa/ Mekki/ Muhtari / Avcı / Vakalil vs… 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU CEZAYİR COĞRAFYASINDA TÜRKLERİN BULUNDUĞU YERLER: Cezayir’deki Türk azınlığı büyük şehirlerde yaşar. Genel olarak Bütün Cezayir coğrafyasıda belirgin varlık göstermişlerdir ve Medea ile Telmisan şehirlerinin nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Ancak düşman Fransızlar Türklerin büyük bir kısmına soykırım uyguladılar bir kısmını da göçe zorladılar. Buna rağmen halen Medea, Telmisan, başkent Cezayir’in Kasaba bölgesi, Beleda ve Kasantina şehirlerinde birçok Türk ailesi bulunmaktadır. Ayrıca Türk egemenliğinin uzun sürdüğü Baskara, Samura Wahran, Kabileler bölgesi ve Wadi Zeytun bölgelerinde de Türk kökenliler bulunmaktadır. DOSYA da bir şehir vardır. Vahran vilayetinde de aynı adı taşıyan bir şehir vardır. • Denizci mücahit ve Oruç Reis’in kardeşi İshak’ın türbesi Beniyeznasın’daki Cebel Beni Musa bölgesinde bulunduğu söylenmektedir. • Burc Bu Ariric vilayeti ve şehri, adını Türk mücahit şehit Oruç Reis’in adından almıştır. Cezayir Türklerinin Bayrağı FRANSIZ İŞGALİNE KARŞI YAPILAN CEZAYİR DEVRİMLERİNDE TÜRKLERİN ROLÜ: Cezayir devrimlerinin başlangıcında Cezayir’in Osmanlı İslam Hilafetine bağlılığı sürmekteydi. Türkler Cezayirli kardeşleriyle beraber Fransız işgaline karşı direniş gösterdiler. Türklerin birçok lider ve komutanı vardı. Bu lider ve komutanların bazıları şehit düşmüştür. Örneğin Doğu bölgesindeki devrim lideri – Türk istihbarat subaylarından Salah Bey Fransızlarca idam edilerek şehit oldu. Oysa Batı bölgesindeki devrimin lideri Emir Abdulkadir Fransızlara teslim olup devrimden vazgeçti ve Suriye’ye sürgün edildi. Bir diğer Türk şehit de Ahmet Bey Kasantina’dır. • Cezayirli Türkler Birliği • El-buveyre vilayetinde Ayın Ettürk (Türk Pınarı) adın- Jicil Şehrinde Oruç Reyısın Gemsının Temsili KAYNAKLAR: • ‘‘Kuzey Afrika’daki Osmanlı Türkler’’ kitabı • Osmanlı arşivinde bulunan bazı makale ve araştırmalar • Cezayir’de bulunduğum süre içerside yaptığım saha araştırmaları Oruç Reis’in Kabri Bulunan Başkent Cezayir Kasaba Bölgesindeki Seyid Abdurrahman Mescidi 17 DEĞERLERİMİZ TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 ANADOLU’NUN KAPISI, TÜRKİYE’NİN TAPUSU: AHLAT İlhami NALBANTOĞLU Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Başkanı T arihçiler tarafından “Oğuz Taifesi Şehri” diye adlandırılan ve Ortaçağ Türk İslam dünyasının en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan Ahlat, bu özelliğinden dolayı “”Kubbe-tül İslam adı ile de anılmıştır. Bugün ise geçmişteki bu parlak döneminden dolayı Türkiye’nin “Tapu Senedi” olarak tanımlanan Ahlat, dünü günümüze bağlayan bir köprü görevi görmektedir. Ahlat, Doğu Anadolu’da Van Gölü’nün kuzeybatı kıyısında Bitlis İli’ne bağlı 25.000 nüfuslu tarihi bir kenttir. Yüzölçümü 1044 km. karedir. Eski adı Hilat olan Ahlat’ın eski kent merkezi, 4,5 km. eninde, 11 km. boyunda, yaklaşık 49,5 km. karelik bir alan üzerinde kurulmuş 9 mahalleden oluşmaktadır. Roma, Med, Pers, Bizans gibi devletlerin hakimiyetinin yaşandığı, İslamiyet’in doğuşunu takip eden yıllarda bu dini yaymak için at koşturan Müslümanların fethetmek için kan döktüğü Ahlat, 1071 yılında büyük kumandan Alparslan’ın Bizanslıları bozguna uğratmasıyla, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerinde çok önemli rol oynamıştır. Alparslan, Anadolu kapılarını Türklere açarken savaşa Ahlat’ta hazırlanmış, Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışmalar Ahlat’ın kuzey sırtlarındaki Sütey Yaylası mevkiinde başlamıştır. Büyük kumandan Alparslan, burada Cuma namazını kılmış, atının kuyruğunu bağlanmış, ordusunun moral ve motivasyonunu sağladığı etkili konuşmasını yapıp düşman üzerine yürümüştür. Türklerin Anadolu’ya ilk geldikleri yıllardan itibaren sürekli yurt edindikleri bu merkezde Roma ve Bizans dönemleri de dahil olmak üzere her dönemden kalma değişik tarihi kalıntılara rastlanmaktadır. Bu kalıntılardan en önemlileri kuşkusuz Müslüman Türklere ait olanlarıdır. Ahlat’ta değişik zamanlarda üç ayrı kale inşa edilmiştir. Birinci ve ikinci kalelerin kalıntıları dururken, üçüncü ve sonuncu kale, bütün ihtişamıyla günümüze dek ayakta kalmayı başarmıştır. Van Gölü’nün hemen kıyısında yapılmış olan bu kalenin yapımına Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlanmış olup II. Selim zamanında bitirilmiştir.(1568) Kalenin yapımında büyük sanatkar Mimar Sinan ve Zal Paşa’nın görevlendirildikleri belirtilmektedir. Kale, iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Kalenin içinde İskender Paşa ve Kadı Mahmut adlarında iki büyük cami vardır. İskender Paşa Camii (1564-1565) yıllarında, Kadı Mahmut Camii ise (1584-1597) yılları arasında tamamen Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmişlerdir. 18 Ahlat’taki kümbetlerin en büyüğü Usta Şakirt Kümbeti’dir. Kare biçimli bir kaide üzerinde yükselen bu kümbetin tezyini, işleme ve dekorasyonu son derece göz alıcıdır. 1275 tarihinde yapılan Mahmut oğlu Hasan Aka Kümbeti şekil bakımından aynı özelliği taşımaktadır. Bunlardan başka Boğatay Aka Kümbeti 1281, Hüseyin Timur Kümbeti 1279, Mimar Kasım tarafından yapılan ve mevcut kümbetler içinde en zengin bezemeleriyle dikkatleri çeken Erzen Hatun Kümbeti 1377, Türk türbe mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve gövdesindeki kısa sütunlarıyla hareketli bir görünüme sahip olan Emir Bayındır Kümbeti 1481, özek şekliyle diğerlerinden farklı bir yapıya sahip olan kümbet mimarisinin çeşitlemesi konusunda iyi bir örnek teşkil eden Emir Ali Kümbeti en önemli örneklerdendir. Bunlardan başka değişik adlar verilen, bazılarının adı ve yapıldığı tarih bilinmeyen 15’den fazla kümbet daha vardır Ahlat’ta. Çevreye mistik bir görünüm ve eşsiz bir manzara veren bu kümbetlerin dışında, üzerlerinde ejder kabartmaları, geometrik ve bitkisel bezemeler bulunan, ait olduğu kişinin şahsiyeti ile ilgili bilgiler içeren, boyları 4 metreyi aşan binlerce mezar taşının bulunduğu mezarlıklar da vardır Ahlat’ta. Bu mezarlıklardan en önemlisi ve en büyüğü Meydanlık Mezarlığı’dır. Bu mezarlıkta mezar taşlarından başka, mezar yapıları olduğu anlaşılan ve halk tarafından “akıt” adı verilen mezar odaları mevcuttur. Kümbetlerin mumyalık kısımlarını anımsatan ve çoğu toprak altında olan bu yapılar “Tümülüs” mezarlarını andırmaktadırlar. Mezar taşlarının çoğunun üzerinde “Bütün nefisler ölümü tadıcıdır.” ibaresi yer almaktadır. Bazılarında ise büyük ozan Yunus Emre’den deyişler bulunmaktadır. “Yeryüzünde geze idim Uğradım mirkatlar yatur Kimi ulu kimi kiçi Kimi yiğit kimi koca Kimi vezir kimi hoca Ançılayın çoklar yatur.” Bu dizelerden KocaYunus’un Ahlat’ta da bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunların dışında Bayındır Köprüsü ve darphane olduğu anlaşılan yapının kalıntıları, 13. yy da dünyanın en büyük camilerinden biri olduğu anlaşılan “Ulu Camii”nin kalıntıları, “Taşdirek” olarak adlandırılan “Bayındır Padişah”ın yazlık köşkü olduğu belirlenen yapının kalıntıları, “çifte hamam” Ahlat’ta bulunan eserlerden bazılarıdır. 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Ahlat’taki tarihi dokunun bu derece tahribata uğramasının bir başka nedeni de burasının deprem kuşağı üzerinde bulunmasıdır. Çeşitli zamanlarda meydana gelen şiddetli depremler, bu eserlerin büyük bir kısmını yerle bir etmiştir. Hatta bir keresinde meydana gelen büyük bir deprem sonrası binlerce kişi yaşamını yitirmiş, birçok eser yıkılmış bunun üzerine depremlerden bunalan 12.000 ailenin Kahire’ye göç ettiği, halen burada “Ahlat Mahallesi” olarak bilinen bir semtin olduğu bilinmektedir. Buradan hareketle Ahlat’ın nüfusunun 300.000 civarında olduğu, dönem itibariyle dünyanın en büyük kentleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Ahlat, günümüzde tarihi geçmişi ile geleceğe ışık tutan, doğal ve turistik güzelliğiyle özellikle son yıllarda “Doğu’nun Bodrum’u” olarak tanımlanan bir kent haline gelmiştir. Bu özellikleriyle geçmişte başta “Kubbet-ül İslam” olmak üzere “Ata Yadigarı Şehir”, “Oğuz Taifesi Şehri”, “Kadim Şehir”, “Tapu Senedimiz”, “Anadolu’da Türk Mührü” “Doğu’nun Bodrum’u” gibi isimlerle taltif edilen Ahlat, “Anadolu’nun Kapısı, Türkiye’nin Tapusu” tanımlamasını da yukarıda sayılan diğer unvanları gibi fazlasıyla hak etmektedir. Bu sebeple bu değerleri bünyesinde barındıran Ahlat’ın daha fazla yıpranmaması için onu daha iyi bir biçimde korumanın en başta gelen görevlerimizden biri olduğunu asla unutmamamız gerekmektedir. “50 kere söyledim odun kafalılara, kendine has dili olanlara MİLLET DENİR!!! Sonu, lı, li ile bitenler belirsizdir. Amerikalı, Kanadalı, Perulu, Pakistanlı, Avusturalyalı, Arjantinli, Şilili, Yeni Zelandalı, İsviçreli diyebilirsiniz. Çünkü, bunların kendilerine has dilleri yoktur. Almana Almanyalı, Fransız’a Fransalı, İtalyana, İtalyalı, İngiliz’e İngiltereli, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı diyemezsiniz. Aynı Türk’e Türkiyeli diyemediğiniz gibi”!!! Prof. Dr. İlber ORTAYLI DOSYA SÜRGÜNÜN 70. YILINDA AHISKA TÜRKLERİ Nilüfer MUTLU Araştırmacı Yazar 14-16 Kasım 1944’te Gürcistan’ın, tarihte Ahıska olarak bilinen ve Türkiye sınırında bulunan Türk nüfusun Stalin rejimi tarafından savaş ortamından yaralanarak Orta Asya’ya sürülmesi sonucunda ortaya çıkan etnik, politik ve hukuksal, sosyal ve demografik problemler Ahıska Türkleri sorununu oluşturmaktadır. Hemen belirtelim ki Osmanlı dönemindeki Ahıska eyaletinin çoğu kısmı Artvin, Ardahan, Kars ve Erzurum’un bazı ilçeleri de dahil olmak üzere bugün Türkiye arazisindedir. Mesele şu ki 1829 Edrine Muahedesi uyarınca Osmanlı devleti Ahıska eyaletinin 29 sancağından sadece 10 sancağını Ahıska kenti dahil olmak üzere tazminat şeklinde Rusya’ya bırakmıştır. Gürcü ve Hıristiyan kaynaklarında Meskhetiya diye geçen Ahıska bölgesi 1578’de Lala Mustafa Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun Çıldır ovasında Safevi İran kuvvetlerini yenmesi sonucunda Osmanlı idaresine katılmış ve 1594’te mufassal tahriri yapılmıştır. Yani bu araziyi Osmanlılar Gürcistan’la savaşarak değil, İran’la savaşarak fethetmişlerdi. Ahıska şehri, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimize sınır teşkil eden, Gürcistan toprakları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir. Tarihi coğrafya bağlamında Ahıska bölgesi Yukarı Kura ve Çoruh akarsuları arasındaki arazileri kapsamaktadır. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200’e kadar köyü vardır. Ahıska, Türkiye sınırına 15 km. mesafede bulunmaktadır. Posof çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca batıda Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu, Ahıska’yı doğudan Tiflis’e bağlar. Ahıska topraklarının en önemli akarsuyu, Kür ırmağıdır. Batıdan gelip Ahıska’ya ulaşmadan birleşen Posof ve Adigön çayları, şehrin doğusunda Kür ırmağına karışır ve hazar Denizi’ne doğru akarlar. Yer yer düzlükler görülmekle beraber dalgalı bir yapıya sahip olan Ahıska toprakları, sulak ve tarıma elverişlidir. Posof’ta olduğu gibi buralarda da yaylacılık geleneği vardı. Ormanlık tepelerin aralarındaki yüksek ve bol otlu vadilerde hayvancılık yapılırdı. Ahıska, Türkiye’mizin Kuzeydoğusunda Kura nehri şeridinde Kars, Batum, Tiflis üçgeni ortasındadır. İlçelerimizden en yakın Posof’dur. Gürcistan’ın Mesketya bölgesidir. Zaman zaman “Misket yahut Mesket Türkleri “diye anılmalarının nedeni de budur. 19 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Dede Korkut kitabında “Ak-Sıka “ (Ak Kale), 481 yılında “Aksega” adıyla anılan Eski Oğuzlar beldesi olan Ahıska, Ak Kale (Yeni Kale) anlamına gelmektedir. Ahıska’nın yukarıları Kafkasya’ dır. Miladi 700 tarihlerinde Hazarlar ülkesi olarak biliniyordu. Bu devlet henüz Müslüman olmamıştı. Hz. Ömer’den beri devam eden İslam-Hazar Mücadeleleri miladi 737 de son bulmuştur. Ahıska 1068 yılında sultan Alparslan tarafından Selçuklu ülkesine katıldı. 1578-1828 tam 250 sene Osmanlı Eyaleti olan kilit noktamız Rusların eline düşüyor. 29 Eylül 1829’de Ahıska düştü. Hakikaten Ahıska’nın Rusların eline geçmesinden sonra bir halk şairinin şöyle ah etmesi çok şanlıdır. Ahıska gül idi gitti Bir ehli dil idi gitti Söyleyin sultan Mahmut’a İstanbul’un kilidi gitti Gerçekten de Ruslar Ahıska’yı alınca, Osmanlı topraklarında İstanbul’a doğru çok kısa zamanda 500 km’lik yol kat etmeleri Ahıska’nın bir kilit olduğunu gösteriyor. Osmanlı devleti 1. Dünya Savaşına girerken sadece Ahıska değil bütün Kars, Ardahan ve Artvin’in bir kısmı, hatta Doğubayazıt bile Rusya idaresindeydi. ‘1917’de Ekim İhtilalinden sonra savaştan çekilen Sovyet Rusya, Artvin, Ardahan ve Kars’ın arazilerini şimdiki Gürcistan ve Ermenistan sınırıyla örtüşmek üzere Türkiye’ye iade etmiş, Ancak Ahıska Sovyetlere kalmıştır.’ Birinci Cihan Savaşı (1914-1918) hem dünya hem de Ahıska Türkleri açısından çok talihsiz ve acımasız bir dönemdir. Tarihçiler her nedense biz Ahıska Türklerine bu dönemde, Gürcü ve Ermeniler tarafından yapılan insanlık dışı mezalimden hiç bahsetmemişlerdir. Adeta bölgede Türk varlığına son vermeyi tasarlayan Hıristiyan İş birlikçiler Ahıska’da binlerce Türk köylüsünü katletmişlerdir. Bu mezalim Azerbaycan halkını ayağa kaldırmıştır. Ah ne çare olan olmuştur. Bakü’deki heyetin arasında milli şair Ahmet Cevat da varmış. Bu acı durum şairi de etkilemiş bakın ne diyor: Karların üstünde mazlumlar kanı Ölenler çok, fakat mezarlar hani Ayaklar altında şefkati şanı Kalanları görüp feryada geldim Zor yıllar ve sürgün Çarlık Rusyası dönemindeki baskı ve zulümler Sovyet Gürcüstan’ı döneminde de devam etti. Bizler hem Rus, hem de Gürcü mezalimi ile karşı karşıya kaldık. Türk ve müslüman yaşamının bedeli ağırlaşmaya başladı. Bu baskı, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıktı. Önde gelen aydınlarımız çeşitli düzmece suçlarla tutuklanıp ya öldürüldüler ya da sürüldüler. Bu yıllar aynı zamanda Gürcü şovenizminin azgınlaştığı bir zamandı. Birçok Türk’ün soyadı değiştirildi: Paşaoğlu 20 25. SAYI 2014 Paşaladze, Alioğlu Alidze, Dadaşoğlu Dadaşidze… 1938 Soyvet anayasasının kabulunden sonra biz Ahıskalıların bir kısmını Azerbaycan milleti diye yazdılar. Aynı yıl Ahıska ve çevresinde sınır koruması adı altında on binlerce asker yerleştirildi. Bu, yakında çıkabilecek Türk-Sovyet savaşının hazırlıklarıymış! İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar askere alınmayan biz Ahıska Türkleri, savaş başlayınca askere alınmaya başlandık. 40.000 civarında insan, Almanlarla savaşmak üzere silâhaltına alınarak cepheye gönderildik. Geride kalan kadınlar ve yaşlıları da, Ahıska-Borcom demiryolu inşaatında çalıştırıldık. Bu hat 1944 Ekiminde tamamlandı. Bizler, kendimizi vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu, kendi ellerimizle yapmıştık! 15 Kasım 1944 tarihi, yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin de kara sayfasıdır. Zira bu tarih, bir kış gecesi 200’den fazla köy ve kasabada yaşayan binlerce insan, birkaç saat içinde ocağından sökülerek yük ve hayvan vagonlarında, Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürüldük. Sürgün edilenlerin birçoğu yollarda öldü. Sağ kalanlar da ana vatanından ebedi ayrılığa mahkum edildik. Yıllarca dünya kamuoyundan gizlenen sürgünün belgeleri bugün artık sır değil. 31 Temmuz 1944 tarihinde “Devlet Savunma Komitesi”nin gizli kaydıyla kaleme alınan kararının altında Gürcü diktatörü Stalin’in imzası bulunmaktadır. Stalin rejimi, biz Ahıska Türklerinin Orta Asya’ya sürerken, bizlerin Orta Asya müslüman Türk boyları arasında eriyip gideceklerimizi, böylece tarihi kahramanlıklarımızın, Rus askeri arşivlerini dolduran ve halkımızla ilgili olan belgelerin tarihe karışıp gideceğini hesaplamıştı. Halbuki bizler dil, din, kültür ve geleneklerimizi bırakmadık, nerede yaşarsak yaşayalım asimile olmadık. Biz Ahıskalılar oturduğumuz yerlerin, Özbek, Kazak, Kırgız, Rus ve Azeri kültür ve adetlerinden etkilendiğimizi kaydetmeliyiz. Çoğu yerde bizler iki dilli olup ana dili Türkçe ile birlikte bulunduğumuz ülkenin dilini bilir ve konuşuruz. Kendi yazılı geleneklerimiz olmamış ve genelde sözlü kültürümüz gelişmiştir. Adetler ve yaşam tarzı, etnografya ve lehçe özellikleri, aksan açsından Ahıskalıların Ardahan, Posoflu veya Ardanuç, Yusufeli halkıyla aynıdır. Kültür açısından Osmanlı Türk İslam mirası, siyasi açıdan Sovyet jeopolitik mirası söz konusudur. Sorun etnografya, kültür veya etnik kimlik sorunu değildir, asıl mesele biz Ahıska Türklerinin sürülmüş olduğumuz, dağınıklığımız, vatansızlığımız, sahipsizliğimiz ve Türkiye dışında bir istikbalimizin olamayacağıdır. Fergana olayları ve yeni bir sürgün 1989 Nisanında Özbekistan’nın Kuvasay kasabasında başlayan bir Pazar kavgası, günden güne büyüyerek biz Ahıska Türklerinin yeni bir felaketine sebep oldu. Özbeklerle aramızda cereyan eden kardeş kavgasında maalesef kan döküldü. Yüzlerce ölü ve yaralıdan sonra 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU DOSYA bizler yeniden vatana dönme yahut yeni vatan arama yoluna koyulduk. Akşamleyin ev dışarıya değil, ocağa doğru süpürülür ki, bereketi gitmesin. Biz Ahıska Türkleri, ana yurtları olan eski Türk topraklarını, kurbanlar vererek terk etmek zorunda kaldık. Kendi dil, din, soy ve kan kardeşlerimizden ayrılıp Rus askerlerinin himayesine sığındık. Savaş uçaklarıyla Rusya’nın iç kesimlerine, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’a taşındık. 45 yıl öncesinin dehşetini yeniden yaşadık. Üçüncü, hatta dördüncü defa vatan değiştirmek, yurt edinmek, yuva kurmak zorunda kaldık. Kesilen tırnak yere değil, ateşe atılır. Aile ve Gelenekler Diğer Türk toplumlarında olduğu gibi, Ahıska aile kültüründe de geçmişten günümüze süregelen gelenekler; bir başka deyişle yazılmayan kurallar vardır. Bu kuralları toplum kendi belirlemiş ve kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Ahıska ailesi ataerkil yapıya sahiptir. Kadına da söz hakkı tanınır, fakat son sözü ailenin reisi erkek söyler. Ahıska ailesinde büyüklere karşı saygılı olmak çok önemlidir. Bu anlayış da farklıdır: Büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atılmaz, sigara veya içki içilmez. Büyükler içeriye girdikleri, aman ayağa kalkılır. Masanın başköşesinde erkek oturur, ilk önce ona yemek çıkarılır. O, yemeğe başlamadan kimse elini sofraya uzatmaz. Aynı hiyerarşi kadınlar için de geçerlidir: Evde hangi yemeğin pişeceğine kayınvalide karar verir. Uygulamayı ise ‘el kızı’ olarak da tabir edilen gelin yapar. Biz Ahıska Türklerinin değişmeyen bazı kuralları vardır. Yeni gelin büyüklerle, özellikle de erkeklerle konuşmaz. Yaşça büyük olan akrabalarla da konuşulmaz. ‘Gelinluh etmah’ olarak tabir edilen bu davranış biçimi kişilerin konumu, kültürel bakış açısı, yetiştiği ortam ne olursa olsun uyulması gereken en önemli kurallardandır. Bu eylem bazen yıllarca uygulanır. Aile büyüklerine ve değer verilen yakınlara karsı uygulanan bir diğer eylem de ‘temenni almak’tır. ‘Taza’ gelin ellerini çapraz biçimde göğsüne koyarak eğilip kalkar. Yeni doğan bebeği kötü gözlerden korumak için alnına kömür sürülür. Hava karardıktan sonra birine süt verilirse kibrit yakılır ve içine atılır. Nazardan korunmak için üzerlik yakılır ve dumanı evin içine verilir. Köpek uluması ve baykuş ötmesi hayır sayılmaz. O evden cenaze çıkar. Yeni doğum yapan annenin ve bebeğinin yatağına demir, bıçak ve ekmek konur. Tatlı dilli olması için bacadan gelinin başına şeker dökülür. Ahıskalılar her yerde vardırlar, ancak sosyal, siyasi, kültürel etkinlik açısından hiçbir yerde yokturlar. Ahıskalıların 1944 sürgünü sonucunda Orta Asya coğrafyasında çok dağınık şekilde iskana tabi tutulmalarımız bizim demografik birlikteliğimizi sona erdirmiştir. Sonraki gelişmeler hep engin Avrasya coğrafyasına dağılma ve savrulma sürecidir. Değişik ülkelerde çoğunlukla köy nüfusu oluşturan biz Ahıska Türkleri hakkında sağlıklı veriler ve istatistik bilgiler elde etmek çok zordur, çünkü bizler bulunduğumuz bütün ülkelerde belirli bir bölgesel ağırlığı olmayan azınlık durumundayız ve statülerimiz belirsizdir. Dolayısıyla Sovyet döneminde unutturulmuş olan bizler hakkında etnografya veya sosyoloji araştırmaları yapılmamıştır. Bugün ise araştırma yapmak serbestken kimsesizlik ve sahipsizlik yüzünden Ahıskalılara ilgi yoktur. Unutmayalım ki T.C. dışında Ahıskalıların oturdukları ülkelerde demokrasi ve insan hakları problemleri vardır, bilimsel araştırmalar ve kamuoyu yoklamaları çok yetersizdir, sivil toplum gelenekleri yok derecesindedir. Bütün bunlar biz Ahıskalıların genel portresini çizmeyi zorlaştırmaktadır. Ahıska mutfağında hamur işleri ve hamur yemeklerine ağırlık verilmektedir. Bulunduğumuz her coğrafyanın yemek kültüründen etkilenmişiz. Yemek adları bunun bariz göstergesidir: Haçapur, Tohaç, Ketmer, Çadı, Kikil, Peraşki, Lağman, Bazlama, Tutmaç, Beşparmak, Kete, Hinkal, Sinor, Papa. –Müslüman mısın? Ay adlarında da halk kendi yaratıcılığını kullanmış ve bazı ayları onların özelliklerine ve mevsim olaylarına göre isimlendirmiştir. –“Elhamdülillah Türk’üm Müslümanım” demiş. Zemheri – ocak Gücük – subat Mart Abrel – nisan May Kirez – haziran Orag – temmuz Harman– ağustos Bögrüm– eylül Şarab– ekim Koç– kasım Karakış– aralık Hoca Ahmet Yesevi’ye sormuşlar; –“Neden Türklüğü katıyorsun biz dinini soruyoruz” demişler –“Din seçim, Türklük kaderdir” demiş...! Biz Ahıska Türklerinin inanç ve geleneklerinde yanan odunun üzerine su dökülmez. 21 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 1. MATURİDİ YESEVİ OTAĞI KURULTAYI Oktay ACAR İlmi ve Kelami Araştırmaları Derneği Başkanı D eğerli misafirler, sevgili akademisyenlerimiz, Türk dünyasının her yerinden katılan, Kıymetli misafirlerimiz, ırkdaşlarımız. MaturidiYeseviOtağımızın düzenlemiş olduğu birinci Maturidi - Yesevi otağı kurultayına hoş geldiniz. Bizlere şeref verdiniz. İslam düşünce tarihinde, islam’ı anlama, açıklama ve yaşamaya yönelik birbirinden farklı yorum gelenekleri ortaya çıkmıştır. Farklı fikir ve düşünceleri temsil eden İslam aydınları insanlık alemine tıptan felsefeye, musikiden mimariye, astronomiden fiziğe her ilim dalında insanlık tarihine her konuda katkılarda bulunmuştur. Fakat ne olmuştur da, islam medeniyetinin mensupları olan İslam alemi günümüz de buhale düşmüştür? Dünyanın en çok doğal kaynak rezervlerine ve doğal güzelliklerine sahip olmasına rağmen neden İslam ülkelerinde insanlaryüksek hayat standartlarına sahip değiller? Neden dünyada en çok yolsuzluk, çocuk ölümleri, rüşvet, çevre kirliliği, sağlık problemleri, maden ve iş kazaları ve de dünyada en kısa yaşama oranı İslam alemindedir? Özellikle Türkiye’de son 15 yıldır, etkisini gösteren toplumsal cinnet derecesinde ahlak problemi oluşmuştur. Bugün Türk toplumundagelinen nokta; artık adi suçların artması yadırganmazken, yolsuzluk, usulsüzlük, kayırmacılık, kadrolaşma gibi bir milletin geleceğini, hatta bir ülkeyi haritadan sildirebilecek ahlaksızlık türleri Türk toplumu içinde çılgıncasına artmaktadır. Kendi insanlarımız, yine kendinden olan vatandaşlarının sağlıklarını daha çok para kazanmak uğruna, kalitesiz ürünler satarak, tehlikeye atmaktadır. Maturidiyesevi otağı olarak düşüncemiz, bütün bu problemlerin kaynağı tam olarak siyasi değildir. Siyasi iktidarlar gelip geçicidir. Ama Türk milleti bakidir. Siyasi partiler ve iktidarlar elbette ki ülkemizi her alanda ilerletmek ve geliştirmek için çalışıyorlar. Ama yukarıda saydığımız problemler her iktidar devrinde devam etmektedir. O zaman bu sıkıntıların çözümü tam olarak siyasi değildir. Maturidi-Yesevi otağının kurulma amacı, Özellikle Türk Dünyasında olan sıkıntıların, siyasete karışmadan ve de 22 karıştırılmadan, çözülmesi için gerekli olan önerileri ve çözüm yöntemlerini bulmaktır. Bundan dolayı, her ilim alanında bilim adamlarımızı, akademisyenlerimizi ve aydınlarımızı konferanslar ve seminerler vermek için davet ediyoruz. Batı uygarlığı ile aramızda, İnsan hakları, bilimsel keşifler, kendi halklarının rahat ve huzur içinde yaşaması, yüksek gelir seviyesi, fikir özgürlüğü konularında ne yazık ki en az 100 yıllık bir mesafe bulunmaktadır. Sürekli olarak eski fetihlerden bahis edilip ve sürekli atalarının yaptıklarıyla övünen ama 400-500 yıldır, bilim de,sanat’da, mimaride vede diğer insanlığın ortak alanlarında bu milletin ürettiği bir şey yoktur. Mirasyedi olarak muhteşem bir medeniyetin üzerinde oturup, halen daha hangi medeniyetin ve insani kavramların ne olduğunu idrak edememiş toplum, başka milletlere efendi değil onlara köle olur. Yüzyıllardan beri bilim ve sanat üretemeyen İslam toplumu, bugün sürekli küçümsediği batı medeniyetinin zulmü altında inlemektedir. En temel meselemiz ise Türk milletin aydınlanma sorunudur. Bu vebalin en büyük müsebbiplerinden biri, Türk halkını eğitimsiz bırakan, ilim ve irfanla aralarına mesafe koyan, yüzyıllardır süregelen idarecilerin kabahatleridir. Siyasi gücü ellerinde tutan iktidar sahipleri, asla halkın düşünmesini ve sorgulamasını istemezler. Eleştiri dinlemek istemezler; siyasilere eleştiri, kendilerine bir hakaret gibi gelir. Bu bir politika ve politikacı rahatsızlığıdır. Kendi halkını yüzyıllar boyunca kulları olarak niteleyen, halkı bir koyun sürüsüne benzeten zihniyet, elbette ki, halkın sorgulamasını istemeyerek yüksek medeniyet seviyesine çıkaracak olan eğitim veya doğru dinin kaynaklarını da ortaya çıkarmayacaktır. Maturidi fikriyatının Türk ve İslam tarihinde neden görmezden gelindiğinin en büyük sebeplerinden birisi de budur. Maturidi, din ve siyaset ayrımı yapmıştır. Devlet adamlarına dini kimlik verilmesini veya devlet adamlarının toplumu Allah adına yönetmek istemesini kabul etmemiştir. İtikatta kendini Maturidi olarak tanımlayan bir kişi, devlet liderine Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (zillullah) diyemez. Toplumları Allah adına hiç kimse yönetemez. Bu yetki peygamberlere dahi verilmemiştir. Çünkü, dinin kaynağı ilahidir, gelen vahiyle tespit edilir ve yönlendirilir. Ama siyasi kararlar, kişilerin kendi görüşleri 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU ve tercihleridir; siyasiler doğru da yapabilir, yanlış kararlar da alabilirler. Ama siz, siyasilere dini sıfat verirseniz onları hatasız, günahsız ve neredeyse peygamberlik sıfatı olarakadledilenmasumluk sıfatını da verirsiniz. Ellerinde milyarlarca dolar imkân ve binlerce personeli bulunan, bütçesi en az beş bakanlığın bütçesine denk gelen bir diyanet kurumu, her yerde biz itikatta Maturidiyiz demesine rağmen, Maturidi’nin tefsirini açık ve sarih bir şekilde neden Türkçeye çevirmez ve neden Maturidi’nin ufuk açıcı tespitlerini halka sunmaz? Bugün İslam ülkeleri, IŞİD denilen, El Kaide denilen, kendilerine “Selefi” veya hakiki “Sünni” diyen çöl mahlukatlarının yaptıkları zulüm altında inim inim inlemektedir. Balkanlarda, Orta Asya’da, Kafkaslar da, gençler kendilerine “Selefi” diyen bu çöl maymunlarının beyin yıkama operasyonlarına maruz kalmaktadır. Ne yazık ki Kırım’da, neredeyse halkın % 50’si bu çöl bedevilerinin itikatlarına itibar edip baba ve dedelerini kâfirlikle suçlamaya başlamışlardır. Türk milleti, tarih boyunca hiçbir milletin dinine, diline, mezhebine karışmadı. Ayrımcılık yapmadı. Hatta adalet mülkün temelidir esasına göre, bir gayri Müslim ile bir padişah, mahkemede kadı önünde yargılanabilirdi. Türk milletine yapılan bütün zulümlere rağmen, dünya medyası ve kendilerini medeni gören ülkeler, tüm tarihsel gerçekleri ve kendi tarihlerinde yapmış oldukları zulümleri görmeyerek, Türk milletine siz Ermenileri katlettiniz, soykırım yaptınız diyerek Türkiye’ye baskılar uygulamaktadırlar. Tek amaçları ise, dünya Türklüğünün kalesi ve yurdu olan Müslüman Türk milletini Anadolu topraklarından sürüp atmaktır. Bu emellerini doğu ve güney doğu Anadolu bölgesinde, kendilerine PKK diyen, ermeni ve büyük güçlerin maşalarına yaptırdıkları ortadır. Kendilerini çağdaş, medeni ve aydın ilan edenlere, Türkler 30 bin kürt ve bir milyon ermeni katletti diyen çakma Nobel ödüllü aydınlara. Ve kendilerine bizde ermeniyiz diyenlere söyleyecek sadece bir sözümüz vardır. İstediğiniz kadar Türk milletini Anadoludan silmeye çalışın, Türk milleti tekrar kendi özüne dönmeye başlamıştır. Bu millet, dini kullanan sahtekar aydınların, sahte şeyhlerin, sahte evliyaların, başlarına sarık ve cübbe takarak, sadece ve sadece kendilerine tabi olanların cennete gideceğini, kendilerine tabi olmayanların cehenneme gidecekleri telkin eden, kendilerineevliya süsü veren sünnetsiz soysuzların tezgahını, islam’ın en güzel ve medeni yorumu olan maturidi’nin görüşleri ile bozacaktır. Günümüzde Türk ırkı dünya üzerinde en çok haksızlığa uğrayan, zulüm gören tek millettir. Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da Çin kaynaklarına göre 20, gayri resmi kaynaklara göre ise 35 milyon Türk yaşamaktadır. Ve onlar her tür haklarından mahrum edilmiş bir şekilde yaşamakta, hak talep edenler ise çeşitli işkencelere maruz bırakılmaktadır. İran’da 25 milyon olduğu ifade edilen GÜNCEL Türklerin kendi dillerinde eğitim haklarının olmaması ve devletin Türkler aleyhine takınmış olduğu tavır soydaşlarımızı rahatsız etmektedir. Bunu ifade eden aydınlar ve gençler ceza evlerine atılmakta, işkence görmektedir. Azerbaycan’da Karabağ kaçkını bir milyondan fazla insanımız zor şartlarda barınmaya çalışmaktadır. Afganistan’ın kuzeyinde yaşayan iki milyon Türk, büyük zorluk ve fakirlik içinde bulunmaktadır. Buna rağmen bölgede bulunan ABD ve Birleşmiş Milletler tarafından ülke içindeki her etnik gruba yardım gönderilirken Türklere hiçbir yardım ulaştırılmamaktadır. Diğer tarafta ise Irak ve Suriye Türkleri büyük bir fakirlik yaşamaktadır. Bulundukları bölgeler tecrit edilmiş olup herhangi bir yatırım yapılmamaktadır. Ayrıca Irak’ta yaşayan soydaşlarımızın can ve mal güvenliği olmadığı gibi, bu bölgedeki kuzey Irak yönetimi denilen çetevari grupların denetimine bırakılmıştır. Tataristan, Rusya Federasyonunun son olarak Abaza devletini tanımasının akabinde kendisinin gerek tarihi gerekse sosyo- kültürel sebeblerden dolayıbağımsızlığı daha çok hak ettiği gerçeği ile bağımsızlık talebinde bulunmuştur.Ama butalep Rus devletinin tepkisini çekmiştir. Halihazırda bu görüşü savunanlar Rus istihbarat teşkilatı tarafından tehdit edilmekte, gözaltına alınmakta, onlara ve ailelerine karşı insan hakları ihlalleri yapılmaktadır. Yunanistan bir AB üyesi olmasına rağmen hala ülkesinde Türk yaşamadığını iddia etmektedir. Ülkesindeki soydaşlarımızın Lozan anlaşması ile kendilerine tanınmış olan müftü seçme hakkına müdahil olmakta, kendi atamaktadır. Ayrıca Türk yerleşim birimlerine devlet olarak yatırım yapmamakta, Türkleri 3. sınıf vatandaş olarak görmektedir. Yine başka bir AB üyesi olan Bulgaristan, ülkesindeki Türklerin kendi dillerinde eğitim almaları ve okullar açmaları hususunda engeller çıkarmaktadır.Bütün bu olup bitenlere rağmen, AnadoludakiTürk milletinin gözleri, Bizim kendi meselemiz olmayan, İsrail Filistin meselesine yönlendirilmekte, Kendi öz ve öz kardeşlerimizin meseleleri gündeme getirilmemektedir. Hatta ve hatta, Pek çoğu öz be öz Türk evladı olan Alevi kardeşlerimizin hakları ile ilgili konuşulurken, sanki lutuf ve ihsanda bulunmuş, bahşiş verilmiş gibi konuşulmakta ve alevi kardeşlerimiz dışlanmaktadır. Ne yazık ki, günümüz dünyasında hangi millet olursa olsun Türklerin sorunlarına gözlerini kapamıştır. Türkleri ilgilendiren hiçbir sorun, dünyada ne basılı ne de görüntülü medyada yer almamaktadır. Aynı zamanda siyasi gündemlerinde de bulunmamaktadır. Büyük ülkelerin istihbarat kuruluşları ile bazı akademik ve stratejik araştırma kurumlarının dışında, dünyada hangi ülkelerde ne kadar Türk yaşadığı hususu kesinlikle gündeme getirilmemektedir. 23 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Mesela Doğu Türkistan’da 35 milyon soydaşımız çok ciddi hak ihlalleri altında bulunup, topraklarının Çin işgalinde olması görmezlikten geliniyor.Bunun yanında, Dünya basın ve medyası, halkı sürekli olarak nüfusu 2,8 milyonu bile bulmayan Tibetliler konusunda sürekli bilinçlendirmekte, onlar için yardım kampanyaları ve onlara destek programları düzenlemektedir. Yine Gazze’nin İsrail tarafından bombalanması bütün dindaş ülkelerin tepkisini çekmişken, Türk Telafer’in ABD kuvvetlerince günlerce, haftalarca bombalanması hiçbir Müslüman ülkenin dikkatini çekmemiştir. Bugün, Gazze için yardımlar toplayan, meydanlarda kalabalık mitingler düzenleyen aziz milletimiz ne yazık ki açlık sınırının altında yaşamaya çalışan Afganistan, Irak ve Suriye’deki kardeşleri, soydaşları için ne bir yardım kampanyası, nede Irak,Çin ve İran’da eziyet ve zulüm gören soydaşlarımız için böyle kalabalık mitingler düzenlemektedir. Şimdi sormak istiyorum, bir Filistinliyi bir Doğu Türkistanlıdan veya Kerküklüden üstün kılan nedir? Arapça konuşmaları mı? Yoksa onlara zulüm edenlerin Çin veya ABD değil de sadece İsrail mi olması? Peki neden? Milletimiz soysuzlaştı mı? Türkiye Türkleri bu coğrafya’ya nasıl geldi? Akrabalık, bizim için gerek töre, gerek ise dinimiz için öncelikli bir hukuk değil mi? Oysa dünya üzerindeki Türk toplulukları hem din kardeşimiz, hem de akrabalarımızdır. Yaşadığımız dünyayı her konuda cennete çevirme, insan oğlunun her bakımdan insan gibi yaşaması, temiz ve doğal yiyeceklerin üretilmesi ve fikir özgürlüğü bizzat cenabı Allahın kuranı keriminde belirttiği gibi bütün Müslümanlar üzerine bir farzıdır. Dünyayı, her konunda cennete çevirmek için uğraşmayanların, Ahirette cennet beklemeleri boşunadır. Kuranı Kerim açık bir şekilde belirtiyorki: 25. SAYI 2014 çalışmaya başlamıştır.Geçmişte Türk kültürünü, Bedevi kültürüne kurban edenlerin işbirlikçilerine ve bu günde Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını hiçe sayanlara, Atatürk’ün izinden ayrılmayan bu toplum,kadını ve erkeği ile onlara gereken dersi verecektir. Kurultayımıza, katılımınızdan ve de ilgi gösterdiğinizden dolayı tekrar teşekkür eder ve de her konferansımızda üzerinde durduğumuz bir konuyu tekrar ederek sözlerimi sayın konuşmacılara bırakmak istiyorum. Bizler MaturidiYeseviOtağı olarak hiç bir siyasi ve dini oluşuma bağlı değiliz. Ve de olmayacağız. Bu hareket tamamen Türk milletinin içinden doğmuş, tamamen bağımsız bir harekettir. Sözlerime burada son verirken , son olarak belirtmek isterimki; İhanete uğrayan Türk kültürü,geri kalmışlığımızın en büyük nedeni olmuştur. Geri kalmışlıktan kurtulmanın yolu çağdaşlaşmaktır. Evrensel hukuk, demokrasi, insan hakları ve laik devlet, çağdaşlaşmanın güvencesidir. Laik devlet, dinler arası mezhep çatışmalarına, radikal din sömürüsüne karşı, demokrasi ve insan haklarının teminatıdır. Yenilenmek, çalışmak ve üretmekle olur. Toplumlar ise demokrasi ve evrensel hukuk düzeni içinde, geri kalmışlıktan kurtulabilir. Mustafa Kemal Atatürk Diyor ki ; Büyük Dinimiz, çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sayıyorlar ,asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı islam’ın kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir ? Her sarıklıyı hoca sanmayın hoca olmak sarık ile değil dimağ (AKIL) ile dir. Değerli Misafirlerimiz konuşmamı sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederek sözü değerli konuşmacılarımıza bırakıyorum. Yüce Tanrının BİZZAT Müslümanlardan İSTEDİĞİ DÜNYADAN ELİNİ ETEĞİ ÇEKMEK DEĞİL DÜNYAYI CENNETE ÇEVİRMEYE ÇALIŞMAKTIR. –Kimsenin ayıbını arama, kendi ayıbını görür ol. Taassubun, tabunun kurbanı olan Türklük; Atatürk’ün dehası ve de doğru din anlayışı sayesinde karanlıktan aydınlığa çıkmıştır. –Mevki hırsı, koğu, gıybet, edebsizlik, hiyanet Hak’kı inkar eder. Atatürk, Yüce Türk Ulusu’nu Bedevi tebaası haline getiren ve gafleti yaşatan tabiyet ten kurtarmış, tekrar Türk Ulusu kimliğini Türklüğe kazandırmıştır.Türklük, ümmet ve tebaa köleliğinden kurtulmuş, Türk Ulusu olmuştur.Türk toplumu Atatürk’ün önderliğinde demokratik laik devlet yönetimini kabullenmiş, evrensel hukuku benimsemiş, kadın erkek eşitliği ilke ve devrimleri ile çağdaş bir toplum olarak dünya devletleri arasında hak ettiği yeri almıştır. Atatürk’ün ilke ve inkılapları ile Türk kadını da toplumda saygın bir yer kazanmış, Türk töresine uygun olarak siyasette, eğitimde ve iş hayatında erkek ile yan yana, 24 –Murada ermek, sabır iledir. –Mürüvvet hoş görme ve affetmektir. –Nebiler, Veliler, hediyesidir. insanlığa Tanrının –Nefsine ağır geleni, kimseye tatbik etme. –Oturduğun yeri pâk et kazandığın lokmayı hak et. Hacı Bektaş Veli 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER BİR TÜRKMEN ÇINARI DAHA HAKKA YÜRÜDÜ Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Saddam rejimi, Sadun KÖPRÜLÜ’yü öldürmek için çeşitli suikast girişimlerinde bulundu. Bu yüzden BM kendisini ABD’ye gönderdi. Orada kaldığı 6 yıl boyunca kendini yetiştirdi. Türklük, Türkmenlik davalarını sürdürdü. Irak Türkmen milli davası ve Türklük sevgisi için 2003 yılında Türkiye’ye döndü. Y Irak Türkmen cephesinde görev aldı. 1 yıl ITC Türkiye Temsilcisi olarak görev yaptı. Evli ve 4 çocuk babası olan Sadun KÖPRÜLÜ, Irak Türklerini, Türk dünyasını, milli davaları konu alan araştırmaları, şiirleri, hikâyeleri, romanları ve makaleleri ile basılmış 4 kitabı mevcut. ıllarını Türkmen davasına adayan Türkmen çınarı Sadun KÖPRÜLÜ hakka yürüdü. Irak Türkmen Cephesi (ITC) Türkiye eski Temsilcisi Türkmen Beyi Bağımsız Medya ve Araştırma Merkezi Türkiye Temsilcisi Sadun KÖPRÜLÜ kalp krizi geçirerek hakka yürüdü. Türkmen eli ve Türk dünyasının başı sağ olsun. Kerkük’e bağlı Altunköprü ilçesinde 1957 yılında dünyaya gelen Sadun KÖPRÜLÜ; ilkokulu Kerkük’te, ortaokulu Bağdat’ta, liseyi Kerkük’te, yükseköğrenimini Bağdat Üniversitesi Kanun, Şeriat (Hukuk) Fakültesi’ne tamamladı. Okuldan mezun olduktan bir hafta sonra Türkçülük, Türkmen ve Kerkük milli davalarından dolayı haksız yere 17 yıl Abu Garip Hapishanesi’nde mahkûm kaldı. Saddam rejimince, hapishanede öylesine vahşi işkencelere tabi tutulan Sadun KÖPRÜLÜ’nün bunlar yetmiyormuş gibi tırnakları söküldü. Bu ona yapılan ilk işkence de değildi. 1967 yılında daha 10 yaşında iken; Türkiye’nin başbakanı Süleyman DEMİREL’in Irak’ı ziyareti sırasında kendisini “Agam Süleyman, paşam Süleyman” türküsüyle ve “Yaşasın Türkiye” sloganlarıyla karşıladıkları için 3 ay tutuklu kaldı. Aynı olaydan dolayı annesine çeşitli işkenceler yapıldı. 1973 yılında Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK’ün Irak’ı ziyaretinde; kendisini karşıladıkları, İstiklal Marşını söyleyip “Yaşasın Türkiye” diye bağırdıkları için 6 ay tutuklu kalıp çocuk yaşta büyük işkencelere maruz kaldı. 17 yıllık mahkûmiyetin ardından BM ve insan hakları kuruluşlarının çabalarıyla 1996 yılında özgürlüğüne kavuştu. TÜRKMEN ÇINARI NUR İÇİNDE YAT. TÜRKMENLER SENİ HİÇ BİR ZAMAN UNUTMAYACAKTIR. 25 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 TÜRK KÜLTÜRÜNDE ŞÖLEN, ŞENLİK, PANAYIR, TOY VE ORHANELİ KARAGÖZ KÜLTÜR ŞÖLENİ Fahrettin BEŞLİ Hüdavendigar Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu Başkanı H ayat yalnızca bedeni ve zihni çalışmalardan ibaret olmadığından bütün insanlar yorgunluğunu giderici meşgalelere de ihtiyaç duyarlar. Dolayısı ile Türkler de dâhil herkes ve her kesim için eğlenmek ve dinlenmek de hayatın mütemmim bir cüzüdür. Bireysel uygulamalar ve toplumun tamamını ilgilendiren törenler, güç ve anlamlarını o toplumun tarihinden, mitolojisinden, yani toplum dinamiklerinden almaktadır. Biz Türkler de dinlenmeye ve eğlenmeye vakit ayırmışız. Bunu da bir disiplin çerçevesi içinde gerçekleştirmişiz. Dini ritüeller, bayram ve geleneksel kutlamalar, hıdrellez, nevruz gibi baharı karşılama etkinlikleri yanında muhtelif gerekçelerle şenlik, şölen, panayır, toy, hayır formunda toplu eğlenme programları yapagelmişiz. Protokol için ayrı, halk için ayrı içeriklerle düzenlenen “şenlikler” içerik olarak zengin, eğlenceli ve renkli organizasyonlardır. Meddah, orta oyunu, hokkabazlık, kukla ve Karagöz Osmanlı Türk toplumumuzun Şenlik kapsamındaki seyirlik sanatlarını meydana getirirdi. Büyük Türk toplumlarında olduğu gibi Osmanlı Türk toplumunda da spor, savaşa hazırlanmak amacını taşırdı. Ata binmek, güreşmek, cirit oynamak gibi oyunların hepsi iyi savaşçı yetiştirilmesi ile ilgiliydi. Her çeşit yerleşme merkezinde ve konar-göçer toplumlarda ata binmek ve güreşmek en hararetle seyredilen yarışma sporları idi. Osmanlı Türk sosyal yaşamının en önemli etkinliklerinin başında gelen şenliklere toplu yemek eklenirse bu defa eğlencenin adı “şölen”e dönüşürdü. Şenliğe katılan kalabalık için yemek, saray mutfağından meydanın ortasına getirilir, tulumbacılar kalabalığı sıraya sokar ve borular, davullar eşliğinde yemeğe başlanırdı. İlk çağlardan beri süregelen “panayır” geleneği ise göçebelerin yetiştirdikleri hayvanları satmak için getirdikleri pazaryerlerinde oluşmuştur. Hayvanlarını satan göçebelere mal satmak isteyen esnafların kurdukları tezgâhların yanlarında falcılar, hokkabazlar, cambazlar, dansözlerin yer alması ile eğlenceli bir hal almıştır. Panayırlar bu günkü fuarların da atası olarak kabul edilir. Türk’ün Orta Asya’dan Anadolu’ya beraberinde getirdiği geleneklerinden biri de “toy”lar idi… Yazları Domaniç’te; kışları da Söğüt’te geçiren Ertuğrul Gazi; Söğüt’e her dönüşte “kazasız belasız geri döndüğünden yüce Allaha şükranlarını sunmak üzere” toy yani şölen düzenlemiş, yardımseverliğini ve büyüklüğünü gösterircesine bütün oba beylerini, halkını ve dost tekfurları bu şölene davet etmiştir. 26 Toy’a çağırılmamak gözden çıkartılmak, toy’a çağırıldığı halde katılmamak ise Bey’e isyan anlamına geliyordu. Toylarda o yılın ürün değerlendirilmesi, siyasi, kültürel ve sosyal ilişkilerin gözden geçirilmesi, barış veya savaş kararları alınırdı. Toy boyunca halka yemekler verilir, güreş, cirit gibi oyunlar oynanırdı. Hangi adla yapılırsa yapılsın bütün törenler, fert ve cemiyet hayatını birbirine perçinleyen temel dini değerlerin ürettiği “biz” şuurunu desteklemektedir. Konar-göçer Yörük aşiretleri her yıl yaz başlangıcında hayvanlarını otlatmak üzere yaylalara çıkmadan önce yazı karşılamak ve yaz mevsiminin gelişini kutlamak amacıyla burada toplanır ve şenlikler düzenler, çevredeki dede yatırırlarının başında “hayır” yaparlarmış. Zira Yörükler için yaz, bir yayla mevsimi ve Yörüğü Yörük yapan unsurları icra edebilme mevsimidir. Yazın gelişi Yörük için en önemli bayramdır. Bu nedenle Orta Asya’dan beri yazın müjdecisi olan hıdrellezde tüm Yörükler bir araya gelip kurbanlar keser, dualar eder, yemekler yer, oyunlar sergiler, at koşturur, cirit oynar, gençler güreş tutar, ozanlar atışır hülasa topluca bayram yaparlarmış. Aynı zamanda bilge ve ulu kişilerin mezarlarının ziyaret edildiği, “toy” adı da verilen bu şölenler Şamanist gelenekleri içeren umumi bir kurban ziyafeti şeklinde gerçekleşir, katılan tüm Türk boylarına kurbandan birer parça verilirmiş. Ayrıca; artık yaylalara çıkılacağı için insanlar 5-6 ay gibi uzun bir süre birbirini göremeyeceklerinden bu şölenler bir nevi “helalleşme” işlevi de görürmüş. Bu güne kadar yapılan şölenler ilgili belediye ya da dernek başkanları veyahut diğer yetkililer tarafından ne kadar özenilse de tam olarak kültür şenliği tanımlamasını karşılayamıyordu. Bu yıl 23 üncüsü düzenlenen Orhaneli Geleneksel Karagöz Kültür Şenliği, yeni bir konsept ile tertiplendi: Türkiye Yörük Türkmen Şöleni. Özellikle dağ yöresi insanlarına haiz olan ve Yörük Türkmen Kültürünün tüm detayları bu şölende yer alarak canlandırılmaya çalışıldı. Türkiye’deki Yörük Türkmen dernekleri ve temsilcileri Orhaneli de buluştular. Gündüz kendi bölgelerinin oyun ekipleri ile gösteriler yaptılar, konuşmalar yaptılar, giysilerini ve aksesuarlarını sergilediler. Türklerin geleneksel sportif etkinlikleri canlandırıldı. “Gökbörü” ekibi son dakikada gelemeyince şenlik özel bir gösteriden mahrum kaldı ama Orhaneli Rahvan At ve 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Binicilik kulübü bu eksikliği fazlası ile telafi etti. Cemil Ar’ın atlı ekibinin; ellerinde Türk Bayrakları ile etkinlik alanında bir taraftan diğer tarafa koşturmaları herkesi coşturdu. Isparta’dan getirtilen develeri bölge çocuklarından birçoğu belki ilk defa gördüler. Şölenin en keyifli tarafı ise yarışmalar bölümü oldu. Alandaki yokuşlarda oluşturulan bir parkur ile “tahta araba” yarışı yapıldı. Büyükler hatırladı, gençler gördü öğrendi. Balta ile odun yarma yarışında bileğine ve tecrübesine güvenen en kısa zamanda en fazla odun yarmaya çalıştı. Eşeğe odun yükü sarma yarışması en şamata olanı idi. Bir yük odunu eşeğin semerine usulüne uygun olarak yükleyerek, belirli bir mesafe gidip orada yükü en erken indirmek için Bey’ler yarıştı. Böylelikle geçmişte günlük bir yaşam anı canlandırılmış, zorlukları hatırlatılmış oldu. Artık kaybolmak sürecinde olan bir uygulama daha “kırklıkla koyun kırkma” yarışı da benzer şekilde hem görseli hem de heyecanı açısında hatırda kalacak bir yarışma oldu. Bunlar hep kültürümüzü yeninden hatırlatma ve uygun olanları yaşatma gayretlerine katkı sağlayan faydalı çabalardan sayılmalıdır. Kültürümüzün eğlence dışında önemli bir boyutu daha bu şenlik kapsamın da hayat budu: İstişare… Türkiye Yörük Türkmenleri şölenlerin ve toyların ayrılmaz bir parçası olan istişare toplantısını Oğuz Beyleri Şurası ile gerçekleştirerek güncel konuları değerlendirdi. federAsyonlardan HABERLER hakkı verilmiş olacak, hatıralarda çok önemli bir yer tutacak bir hizmet gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca Yörük Türkmen camiası olarak birlikte büyük işler başarabileceğimiz ispat edilecek, renkli, coşkulu ve zengin kültürümüz sergilenerek tüm hemşerilerimizin ilgi, takdir ve teveccühleri kazanılacaktır. “Hangi konuda olursa olsun geçmişi, bulunduğu güne ve geleneğe yansıyan bir kültür birikimi, köklü toplumların varlığına işaret eder.” Biz köklü bir toplumuz. Ancak kendimizi daha yeni yeni keşfetmeye başladık, bizi biz yapan değerleri yeni fark etmeye başladık. Hangi soydan geldiğimizi, Oğuz’u, Kayı’yı, Ertuğrul’u, Manas’ı, sazımızı, sözümüzü, özümüzü önce kendimize sonra da başkalarına anlatmamız; Cengiz Aytmatov’un literatüre soktuğu “Soyunu unutan Mankurt” kavramının artık gerçekleşmemesi için gerekeni yapmamız lazım. Kaynakça: • Ekrem H. Peker, “Panayırlar”, Makale, GÜNEYBURSA Dergisi Sayı:28 Sayfa:20. • Yavuz Bahadıroğlu, “Biz Osmanlıyız”.Nesil Yayınları, 2011 • Söğüt Kaymakamlığı, “Kuruluş Ve Kurtuluşun Beşiği Ertuğrul Gazi Ocağı Söğüt”, • Alaattin Dikmen, “Gelenek ve İnançları ile Uludağ’ın Arka Yüzü” B.B.Ş.B Kültür A.Ş. • Ali Güler, Suat Akgül, Atilla Şişek. “Türklük Bilgisi”, Türkar Araştırma Dizisi Bir tarafta beyler istişare toplantısı yaparken diğer tarafta meydanda yöre kültürümüzün halk müziği dalında büyük bir kazancı olan yöresel sanatçımız Menteşeli Cengiz, kendi öz müziğimiz olan türkülerimizle şölene tat verdi. Şölenin üçüncü gününde başta develer ve atlı gruplar, ardında ellerinde rengârenk Türk Dünyası Bayrakları taşıyan yöresel kıyafetleri ile yaya gruplar, çok görkemli bir Yörük Göçü canlandırması yaptı. Türkiye Yörük Türkmenleri adına Niyazi Çapa, ev sahibi Belediye Başkanı İrfan Tatlıoğlu’nu tarihi bir ritüelle Beylerbeyi ilan ederek kılıç kuşandırdı. Şölenin diğer unsurları olan panayır, konser, çilek–kiraz yarışı, gençlerin ve çocukların şiir resim yarışmaları gibi ilçenin sosyal ve kültürel hayatını hareketlendiren detayların yanına bu kültürel renkler eklenince şöleninin bütünlüğü daha anlamlı oldu. Bu konuda irade gösteren ve gereğini eksiksiz yerine getiren Orhaneli Belediye Başkanı Sayın İrfan Tatlıoğlu’na, organizasyonu kusursuz gerçekleştiren ve 200 e yakın konuğu sorunsuz ağırlayan Orhaneli Belediyesi ve şölen ekibine, üşenmeyerek uzak diyarlardan şölene katılan Yörük Türkmen Beylerine kültürümüzün geleceği adına büyük şükran borçluyuz. Umuyoruz ki bu maya tutar ve diğer Yörük Türkmen organizasyonlarına da örnek teşkil eder. Bu gerçekleştirilirse organizasyonların adında geçen KÜLTÜR kelimesinin 27 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 25. SAYI 2014 TÜRK DÜNYASI İÇİN, YENİ VE ÇAĞDAŞ BİR LOBİCİLİK STRATEJİSİ HAZIRLANMALI! SONUÇ BİLDİRGESİ: D oğu Türkistan Vakfı ve DESAM 14.06.2014 tarihinde Ankara Rixos Hotelde 21 Sivil Toplum Kuruluşu yetkilileri, Akademisyenler, Strateji ve Düşünce Kuruluşları Temsilcileri yanında bazı devlet kurumu yetkililerinin katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirdi. Türk Dünyası için, yapılan müzakereler sonucunda, eksikliği hissedilen bu alanda ciddi çalışmaların ortaya çıkarılabileceği ve sonuç almaya yönelik çalışmaların yapılabileceğine dair ortak kanaat neticesinde; - “Türk Dünyası Sivil Toplum Platformu” kurulmasına - 7 STK temsilcisinden oluşan bir “sekreterya” oluşturulmasına - Eylül ayı içerisinde vizyon ve misyonunun belirleneceği 2. Toplantının yapılmasına karar verildi. Doğu Türkistan Vakfı’nın organizasyonunda yapılacak çalışmalar sonucundaki gelişmeler Türk Dünyası STKları ve kamuoyu ile paylaşılacaktır. Hayırlara vesile olması temennisiyle Türk Dünyası sevdalılarına önemle duyurulur... TÜRK DÜNYASI İÇİN LOBİCİLİK FAALİYETLERİ: TÜRK DÜNYASI GÜÇLÜBİR LOBİ OLUŞTURA BİLİR Mİ? 14.06.2014 Cumartesi günü Ankara Rixos Otel’de “Türk Dünyası İçin Lobicilik Faaliyetleri: Güçlü Bir Lobi Oluşturabilir mi?” Temalı bir istişare toplantısı düzenlendi. Sivil Toplum Kuruluşlarının inisiyatifinde ve Türk Dünyasına yönelik “Güçlü bir lobi oluşturulabilir mi?” sorusu özelinde bir nevi müzakerelerin yapıldığı ve iki tur halinde yaklaşık 5 saat kadar süren toplantıya Doğu Türkistan Vakfı ev sahipliği yaptı. 21 Sivil Toplum Kuruluşu yetkilileri, Akademisyerler ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşların temsilcilerinin katkı sağladığı toplantıda eksikliği hissedilen “modern tarzda bir Lobicilik oluşturulup oluşturulamayacağı ilk tur konuşmalarında tartışıldı. Doğu Türkistan Vakfı Başkanı Eser Saka hanımefendinin moderatörlüğünde yürütülen toplantıya 40 yılını Batı ülkelerinde Lobicilik faaliyeti yapmakla geçiren Erkin Alptekin beyin konuşması ile başladı. Erkin Alptekin, 40 yıllık tecrübelerini katılımcılara anlattığı konuşmasında lobicilik faaliyetlerinin önemi, nelerin eksik yapıldığı, az masraf ve çekirdek kadro ile başarılı lobicilik faaliyetlerinin nasıl yapılabileceği ve genel hatlarıyla “Türk Dünyası İçin Güçlü Bir Lobi Faaliyetlerinin” temel prensiplerini anlattığı konuşmasının ardından Başakn Eser Saka hanımefendi konuşmacılara ilk turda 5’er dakikalık süre vererek konu hakkındaki düşüncelerini aldı. Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erkin Ekrem konuşmasında Türk Dünyasının lobicilik faaliyetlerini kime karşı yapacağı, böyle bir oluşumda dertlerimizi mi yoksa menfaatlerimizi mi anlatacağımıza, ortak menfaatler doğrultusunda Türk Dünyasında bir bütünlüğün olmadığına ve Türk Dünyasının problemleri üzerine ciddi ciddi düşünülmesi gerektiğine dair kanaatlerini katılımcılarla paylaştı. Erkin Alptekin ve Doç. Dr. Erkin Ekrem’in konunun 28 efemmiyetine dair verdikleri bilgilerden ve bir nevi müzakerelerin özü de ortaya çıkmış ve akabinde bu minval üzere katılımcılar düşüncelerini ifade ettiler. (DESAM) Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Gürkan Avcı, lobiciliği en iyi yapanın kazanan olduğu gerçeğini belirttiği konuşmasında yeni ve çağdaş bir lobicilik stratejisinin hazırlanması gerektiğine vurgu yaptı. Sayın Gürkan bu konuda hedefin Türk Dünyası değil yabancılar olması gerektiğini ifade etti. Nogay Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Hakan Benli’nin doğru bir tespit olarak lobiciliğin siyasete alet edilmeden, siyaset üstü bir kavram olarak anlatılmasının ve bu tür lobiciliğin Yunus Emre Enstitüsü veya YTB Başkanlığı düzeyinde yapılmasına vurgu yaptı. Yunus Emre Enstitüsü Başkan Yardımcısı Dr. Ebubekir Ceylan konuşmasında bu tür bir hareketin gerekliliğine vurgu yaparak devlet kurumlarıyla doldurulmaya çalışan bu alanda sivil inisiyatif oluşturulmasına dikkat çekti. Sayın Ceylan ayrıca dışarıya yönelik yapılması düşünülen bu teşkilatlanmada iç politikada da ayağının ihmal edilmemesini arzuladığını ifade etti. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı Orkhan Gafarlı, devletlerin diaspora üzerinde kontrol kurmaması, devletle olan ilişkilerin belirli bir düzeyde ve sivil olarak kalmasına vurgu yaptı. Elzem olarak Türk Dünyasında Diaspora kimliği oluşturulmalı dedi. Türkiye-Türkmenistan Derneği onursal Başkanı Selahattin Baysal ve BÜDAM Müdürü (Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Abdurrahman Güzel ise meselenin önemine dikkat çektikleri konuşmalarında meselenin en önemli ayağının maddi destek olduğu ve bu konuda devletlerin desteğinin alenen yapılmamasına dikkat çektiler. Azerbaycan Kültür Derneği Genel Başkanı Selçuk Önal ve Türk Boyları Konfederasyonu Genel Sekreteri ve YörüklerTürkmenler Derneği Genel Başkanı Nesrin Günel İçay ise konuşmalarında lobicilik konularında eksikliklerimize rağmen meselenin ehemmiyetine dikkat çektiler. Sayın İçay ayrıca koordinasyonunun sağlanarak kalıcı faaliyetler yapılması gerektiğinin altını çizdi. Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kürşat Zorlu konuşmasında sistemli, hem içeride hem dışarıda, donanımlı kişilerin alanda bulunulmasına, bütçesinin ehemmiyetine, hamasetten uzak ve siyasi görüş farklılıklarının hepsinden istifade edilebilecek bir sisteminin kurulmasının gerekliliğine vurgu yaptı. Türkiye-Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanı Kadir Tosun konuşmasında alt ve çatı teşkilatların kurulmasına, lobicilik savaşlarının yapılmasına, sistemli çalışılırsa sonuç alınabileceğine ve hedef kitlenin ABD ve AB’deki karar alıcı ve kararları etkileyici kişi, kurum ve kuruluşlar olması gerektiğine vurgu yaptı. Gazi Üniversitesi Sos. Bilimler Fakültesi Okutmanı Dr. Yunus Zeyrek lobicilik için bilgi bankası oluşturmanın ve bu bilgileri taraflara paylaşmak gerektiğini belirtti. Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Dr. Hasan 25. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER 733. SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİYİ ANMA VE YÖRÜK ŞENLİKLERİ Mustafa TEKİN Ankara Yörükler Türkmenler Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Atamız Ertuğrul Gaziyi anma ve Yörük şenliklerinin 733 üncüsü 12-13-14 Eylül tarihlerinde Söğüt’te kutlandı. Oktay, Türk Dünyasının coğrafi gerçekliği göz önünde bulundurularak strateji geliştirilmesi, muhtemelen kayda değer miktarlarda maddiyat harcanmasına rağmen sonuç alınamamasa bile lobicilik faaliyetlerine devam edilmesi gerektiğine ve alanında uzman kişilerce Türkistan’ın neden önemli olduğunu Çin-Rus ve İran üçgeninde değerlendirmek gerektiğine dair kanaatlerini paylaştı. Sahipgiran Stratejik Araştırmalar Merkezi uzmanı Cesurhan Taş, ivedilikle lobicilik mevzuatının hazırlanması gerektiğine vurgu yaptığı konuşmasında aynı olaylara aynı tepkiyi verecek veya aynı çöcümü isteyecek bir alt yapının oluşturulmasına temas etti. Sayın Taş ayrıca Türklerin envanterinin çıkarılması gerektiğini gündeme taşıdı. Toplantının ilk bölümünün sonuna doğru söz alan Bilkent Üniv. Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Ali Karasar, Ege Üniv. Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alimcan İnayet, Kırım Türkleri Kültür-Yardımlaşma Derneği Genel Kurul Başkan Vekili Mükremin Şahin ile Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri ve İsanbul Üniv. Türkiyat Araş. Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ömer KUL ise güçlü bir merkez altında alt merkezlerin oluşturulacağı bir yapının kurularak, her kesimin kendisini ifade edebleceği bir platformun kurularak bu faaliyetlerin Türkiye dışında bir merkezden idare edilmesini gerektiğine değindiler. Şenliklerin 1 inci gününde Merv’den Söğüt’e Türk tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu yapıldı. Şeyh Edebali Üniversitesi işbirliği ile yapılan Sempozyum sonrası Türk Büyükleri Anıtı’na çelenk konuldu, Ertuğrul Gazi ve Türk Büyükleri adına mevlid-i şerif okutuldu. Şenliklerin 2 nci gününde Yörüklerin karşılanması yapıldı. Söğüt Belediye Başkanı Halil AYDOĞDU hoş geldin konuşması yaptı. Orhaneli Belediye Başkanı İrfan TATLIOĞLU hoş bulduk konuşması ile Şenlik Kutlama Komitesine teşekkürlerini iletti. Bilecik Valisi Ahmet Hamdi NAYIR, konfederasyon, federasyon ve dernek başkanlarına plaket takdim etti. MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ ve milletvekillerinin de iştiraki ile Ertuğrul Gazi Türbesi ziyaret edildi. Kutlama sahasında konfederasyon ve federasyon başkanları konuşmalar yaptılar, folklor gösterileri, cirit müsabakaları ve okçuluk gösterileri yapıldı. Şenliklerin 3 üncü gününde ise devlet büyükleri Türbe ziyaretinde bulundular. Sırayla Söğüt Belediye Başkanı Halil AYDOĞDU, Söğüt Kaymakamı Mitat GÖZEN, Bilecik Valisi Ahmet Hamdi NAYIR, MHP Genel Başkanı Dr. Devlet BAHÇELİ ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU konuşmalarını yaptılar. 733. Söğüt Ertuğrul Gazi’yi anma ve Yörük şenlikleri bu yıl daha coşkulu kutlandı. Toplantının ikinci oturumunda ehemmiyetlerine binaen ortaya konan konular 15 madde haline getirilerek her bir madde üzerinde müzakereler yapıldı. Müzakereler neticesinde; Türk Dünyası Platformu< oluşturulmasına, oluşumun vizyon ve misyonunun belirleneceği Eylül 2014’te 2. Toplantının gerçekleştirilmesine ve Doğu Türkistan Vakfı organizatörlüğünde 7 kişilik bir ‘sekreterya’ oluşturulmasına karar verildi. Eksikliği hissedilen bu alanda ciddi çalışmaların ortaya çıkarılabileceği ve sonuç almaya yönelik çalışmaların yapılabileceğine dair ortak kanaat de sonuç bildirgesine ilave edildi. Saat 14:00’te başlayıp sat 18:00’de tamamalanan toplantının ardından katılımcılarla akşam yemeği yenilerek gündem sonlandırıldı. 29 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 1. MATURİDİ YESEVİ OTAĞI KURULTAYI YAPILDI Yakup ATASITÜRK Ankara Oğuz Boyu Kültür Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı K arabük ilimize bağlı Safranbolu ilçesinde 26-27-28 Eylül tarihlerinde İlmi ve Kalemi Araştırmalar Derneği tarafından 1. MaturidiYesevi Otağı Kurultayı yapıldı. Gerek yurt içinden gerek Türk dünyasından değerli bilim adamlarının katılımı ve Aksakallıların verdikleri tebliğler sayesinde oldukça doyurucu bir kurultay oldu. Kurultayın 1 inci gününde Eflani Ortakçı Göleti çevresinde kurulan Otağ çadırlarında misafirler karşılandı, halk oyunları gösterileri yapıldı ve Bilge Kağan’dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadar Türk büyükleri canlandırıldı. Kurultayın 2 nci günü, İlmi ve Araştırmalar Derneği Başkanı Oktay ACAR’ın açış konuşması ile başladı. Daha sonra Prof. Dr. Nizamettin AKTAY’ın başkanlığını yaptığı birinci oturumda Prof. Dr. Hasan ONAT, Prof. Dr. Dostluy GENCETAY, eski Kültür Bakanı N. Kemal ZEYBEK, Dr. Gürbüz MIZRAK, Prof. Dr. Şaban Ali DÜZGÜN ve Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir SEZGİN bildirilerini sundular. Eski Meclis Başkanı Hasan KORKMAZCAN’ın başkanlığını yaptığı ikinci otumda, Prof. Dr. Hanım HALİLOVA, Prof. Dr. Kadir ARICI, Ahıska Türkü Nilüfer MUTLU, Makedon Türkü Şakir İLYASOĞULLARI, Prof. Dr. Nurullah ÇETİN, Doğu Türkistan Türkü Hızırberk GAYRETULLAH ve Karabük eski Ağır Ceza Reisi Kerim YILMAZ bildirilerini sundular. Eski bakanlardan Ramazan MİRZAOĞLU’nun başkanlığını yaptığı 3 üncü oturumda ise Kerkük Türkü Dr. Şemsettin KUSECİ, Güney Azerbaycan Türkü Mebzah MEHDİLİ ve Suriye TürkmeniAbdulkerim Ağa bildirilerini sundular. Panele katılanlar doyasıya bir bilgi şölenine sahip oldular. Kurultayın 3 üncü gününde eski Kültür Bakanımız N. Kemal ZEYBEK Bey’in değerlendirme toplantısında da bütün katılımcılar düşüncelerini aktardılar. Konfederasyon Başkanımız Durhasan KOCA da değerlendirme toplantısındaki konuşmasında MaturidiYesevi Otağı Kurultayı’nın çok yararlı olduğunu, bunu ülkemizin tümünde yapmamız gerektiğini belirtti. KOCA konuşmasında, MaturidiYesevi Türk İslam anlayışını çocuklarımıza, gençlerimize öğretmiş olsaydık bugün yüce dinimiz ile ilgili yapılan din istismarının yapılamayacağını kaydetti. 30 25. SAYI 2014 AKSAKALLILAR MECLİSİ ZİYARETLERDE BULUNDU Mustafa KÜÇÜKYAMAN Toroslar Yörük Türkmen Federasyonu Genel Başkanı 733. Söğüt Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Yörük Şenlikleri sonrasında Aksakallılar Meclisi, Söğüt Belediye Başkanı Halil AYDOĞDU, Söğüt Kaymakamı Mitat GÖZEN, Bilecik Valisi Ahmet Hamdi NAYIR ve Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi ÖZCAN’ı ziyaret etti. Kendilerine 733 üncü Söğüt Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Yörük Şenlikleri’nde yaptıkları hizmetlerinden dolayı teşekkür ettiler. Orhaneli Belediye Başkanı ve Aksakallılar Meclisi Başkanı İrfan TATLIOĞLU kendilerine Yörük torbası içinde bayrağımızı ve yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i, Toroslar Yörük Türkmen Federasyonu Başkanı Mustafa KÜÇÜKYAMANda Türklerin Soy ŞeceresiTablosu’nu hediye ederken Aksakallılar Meclisi Sekreteri Hüdavendigar Yörük Türkmen Federasyonu Başkanı Fahrettin BEŞLİ de plaketle onurlandırdı. Vali Ahmet Hamdi NAYIR, şenliklerin daha görkemli, daha düzenli ve hataların en aza indirilmesi için önümüzdeki yıl ki hazırlık kurultayının Mayıs ayında yapılacağını ve en ince detayına kadar tespitlerin yapılacağını belirtti. ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇER ADRESİ TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 3 EKİM 2005 BÜTÜN TÜRK DÜNYASI DURHASAN KOCA 0312 417 12 75 0312 417 12 75 ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇER ADRESİ TOROSLAR YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU 22 TEMMUZ 2004 ISPARTA, KONYA, ANTALYA, BURDUR, MUĞLA MUSTAFA KÜÇÜKYAMAN 0246 218 22 28 0246 218 22 28 TURAN MAH. ÇAYBOYU 122. CAD. TARİH EVİ NO: 158 ISPARTA ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇER ADRESİ OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU 20 MART 2005 ANKARA, AMASYA, KARABÜK YAKUP ATASITÜRK 0312 417 12 75 0312 417 12 75 ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA ADI ERTUĞRULGAZİ KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU KURULUŞ TARİHİ 7 HAZİRAN 2005 FAALİYET BÖLGESİ BOZÜYÜK, KÜTAHYA, BİLECİK, BURSA, UŞAK GENEL BAŞKANI NİHAT KULA TELEFONU 0542 584 43 20 ADRESİ BALIKLI MAH. OSMANLI CAD. NO: 19 KÜTAHYA ADI KIRIKKALE OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU KURULUŞ TARİHİ 6 EKİM 2006 FAALİYET BÖLGESİ KIRIKKALE GENEL BAŞKANI SERDAR MURAT CAN TELEFONU 0532 465 23 88 ADRESİ HÜSEYİN KAHYA MAH. MENDERES CAD. YAĞBASAN YILDIZ İŞ HANI: K: 1 NO: 13 KIRIKKALE BÜYÜK DESTAN Yavuz Bülent BAKİLER Ben, Altay dağlarından koparak geldim Yüreğimde Türkistan’dan binbir nakış var. Çok şükür aslım da, neslim de belli Türk’üm, Müslümanım o dağlar kadar. Sevsem gözbebeğim olur ne varsa Öfkelensem, öfkem dağları ezer. Dilim bazan suların çağlamasına Bazan da bülbüllerin şakımasına benzer. Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdum Dokuz evliya gücüyle yürüdüm, geldim Büyüdü benimle mübarek yurdum Ebet-müddet bu devleti ben kurdum. İşte Bilge Tonyukuk, Kül-Tigin, Bilge Kağan Hepsi biribirinden daha mübarek. Süzme asaletimin nurdan kefili... İşte Dede Korkut, kaftanı ipek. Soyumun sopumun bin yıllık dili. Nevruz toylarımızda ateşler tutuşturdum Orhun’dan, Seyhun’dan, Ceyhun’dan geçtim Yol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt’um Atımla hep yan yana, gözelerden su içtim Baykal’da da çimdim ben, Hazar denizinde de Toprağıma bağdaş kurup oturdum. Ben ki, Alper Tunga’ya gönül verenlerdenim Yurt uğruna dolu-dizgin göğüs gerenlerdenim Sonra durgun sulara “bismillah’larla Kilim seccadesini serenlerdenim Yani hem Alpler’denim, hem Alperenlerdenim Ve Yusuf Hashacib, Mahdum Kulu, Fuzulî... Hepsi de peygamber soyunca asil... Sonra Kaşgarlı Mahmut; gönlüme düşen cemre Ali ŞirNevaî, Gaspıralı İsmail Şiiri, bir bakraç süt gibi Yunus Emre! Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı ki Ayın ondördünden süzülen huzur. Sabir Rüstemhanlı... ruh kadar eski Ve daha binlerce nur üstüne nur. Servetim Buharî’nin, Yusuf Hemedanî’nin Ben Türkmen’im, Özbek’im, Kazak’ım, Kırgız’ım Ahmet Yesevî’nin nur servetinden Güzelliğim, merhametim, şefkatim ben Hep Şah-ı Nakşıbend Hazretlerinden Azerbaycan Türkleriyle aynı kandanım. Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanım Hunlardan, Göktürklerden alıp getirdim Ben ki Tatarlardan, Gagavuzlardan İpek ipliğimi, altın tığımı Çuvaşlardan, Başkurtlardan, Oğuzlardanım. Mintanıma minyatürler işledim durdum. Selçuklu çinisine, gönül mührümü vurdum. Kalem de tuttum çok şükür, kılıç da, gül de.. Osmanlı ebrusuyla süsledim yastığımı Güvercin bakışlı sıcak türküler de söyledim. Mustafa Kemallerle yeni baştan doğruldum Anlayan anladı kim olduğumu. Kim demiş 75 yaşıma bastığımı? Aman dileyeni sevdim; öfkemi yendim Övdü büyük peygamber İstanbul başbuğumu Kur’an’la da müjdelendim.