statinler ve gerçekler

advertisement
15 Ekim 2016, Cumartesi
ENDÜSTRİ-UZMANLIK DERNEKLERİ İLİŞKİLERİ
Değerli Meslektaşlarım,
Türk Toraks Derneği, Göğüs
Hastalıkları Uzmanlarının,
kâr amacı gütmeyen, ulusal,
mesleki ve bilimsel uzmanlık
derneğidir. Vizyonumuz, akciğer sağlığı alanında önlenebilir tüm hastalıkların en aza
indirildiği, hekimlerin ideal
çalışma koşulları içinde her
yönden kendini geliştirebildiği, hastaların en üst düzeyde
kaliteli hizmet alabildiği, hekim, hasta ve toplumun karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış içinde olabildiği ve tüm standartların çağdaş düzeye ulaştığı bir Türkiye’dir. Misyonumuz,
alanımızda eğitim, araştırma, koruyucu hekimlik ve hasta
hizmetini geliştirmek, üyelerimizin mesleki saygınlığını ve
özlük haklarını iyileştirmek ve bir meslek örgütü olarak alanımızla ilgili sağlık politikalarını toplum yararına etkilemektir.
Üyelerimizin ortak aklı ile bir kaç arama toplantısı sonucunda
insana, hasta haklarına, emeğe ve çevreye saygı, katılımcılık,
dayanışma, saydamlık, hesap verebilirlik, bilimsel ve kanıta
dayalı tıp ve etik kurallara uyumu ödün vermeyeceğimiz ilkelerimiz olarak belirledik. Derneğimizin amaçları; uzmanlık
alanımızda, mezuniyet sonrası eğitimi iyileştirmek, sürekli
mesleki gelişimi sağlamak, araştırmaları desteklemek, hasta
bakım standartlarını yükseltmek, ulusal politikalar oluşturarak solunum hastalıklarında en etkin korunma, tanı ve tedaviyi
sağlamak, ulusal akciğer sağlığını geliştirmek ve korumaktır.
Türk Toraks Derneği, Türkiye çapındaki 15 şubesi, 81 il temsilcisi, 18 çalışma grubu, 4900 üyesi ile solunum hastalıkları
alanında Türkiye’nin en büyük uzmanlık örgütüdür. Türk Göğüs Hastalıkları Yeterlilik Kurulu, T.C. Sağlık Bakanlığı, Türk
Tabipleri Birliği ve İç Hastalıkları Derneği , Türk Kardiyoloji
Derneği gibi pek çok uzmanlık derneği ile ulusal düzeyde,
Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Solunum Derneği, Amerikan
Toraks Derneği gibi uluslararası pek çok kurumla işbirliği
içindedir. TTD derneği üyesi olan her meslektaşımız dilerse
aynı zamanda Avrupa Solunum Derneği üyesi de olmaktadır.
Ayrıca sağlık politikaları ve başta çevre ve meslek etkilenimi
olmak üzere sağlığın sosyal bileşenleri alanında hak temelli
ilkeler şekillendirerek uzmanlık dernekleri içerisinde bu açıdan kayda değer farklı bir konumda yer almaktayız. Derneğimizin ulusal akciğer sağlığını koruma adına işbirliği ve
yol arkadaşlığı yaptığı ulusal ve uluslararası kuruluşlar içinde
endüstri önemli bir yer almaktadır. Ülkemizde tıbbi uzmanlık
derneklerinin ilaç endüstrisi ile ilişkisini her iki tarafın kuralları ve ilkeleri belirlemektedir. Bazı derneklerde bu ilişki
çok sınırlı tutulurken bazılarında oldukça esnek bir zeminde
ilerleyebilmektedir. Aradaki ince çizgi hassas bir noktadadır
ve çok özen gerektirmektedir.
Bu bağlamda TTD ’nin endüstriden beklentileri;
1. Ulusal akciğer sağlığını koruma ve geliştirme misyonumuz çerçevesinde yol arkadaşlığı yapmak
2. Bu amaca yönelik olarak ortak projeleri birlikte geliştirmek
3. Bilimsel çalışmalarımıza destek
4. Eğitim çalışmalarımıza genel ve bölgesel anlamda destek
5. Etik değerlerimize ve Sürekli Tıp Eğitimi (STE ) kurallarımıza saygı
6. İnsana, hasta hakları ve mahremiyetine, emeğe ve çevreye saygı
7. Şeffaf, sürdürülebilir planlanmış bir işbirliği
TTD bu alanda tercih kullanırken kriterleri, projenin kapsamı ve TTD ile ilişkisi, firmanın saygınlığı ayrıca hafıza ve
uzun süreli ilişkinin getirdiği artılar olmaktadır. Endüstrinin
saygın temsilcileri ile bir arada olmak, karşılıklı güven ve şeffaflık anlayışı ile her iki tarafın da ilkelerinde ödün vermeden
sağlıklı ve verimli projeler üretebilmek çok mümkündür. Ve
derneğimiz bugüne dek bunun çok güzel örneklerini deneyimlemiştir. Bu deneyimlerden yola çıkarak, ortak amaç için
çerçeveyi çizip endüstri ve hastayı doğrudan yüz yüze getirmeden çok önemli projeler gerçekleştirilebilir. Derneklerin
kaynakları sınırlıdır ve burada endüstrinin koşulsuz desteği
önemlidir. İyi planlanmış bir etkinlikte her iki tarafında içine
sinecek ve sonuçta ülkenin akciğer sağlığına katkıda bulunacak verimli çalışmalar yapılabilir ve yapılmalıdır.
www.toraks.org.tr
Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu
Türk Toraks Derneği I. Başkan Yardımcısı
TÜRKİYE’DE HEDEF TAHTASINDAKİ İLAÇLAR:
STATİNLER VE GERÇEKLER
Şu anda toplumun gündeminde
olan cevapları merak edilen sorular:
1. Kolesterol yüksekliği bir hastalık mıdır? Kolesterol kalp damar
hastalığı yapar mı?
Kolesterol aslında vücudumuz
için gerekli bir maddedir. Ancak
kanda miktarının artması ile kardiyovasküler (KV) hastalıklar
meydana gelebilmektedir. Yapılan
çalışmalar kolesterolün en önemli
KV risk faktörlerinden birisi olduğunu göstermiştir. Kolesterol,
aterom plağının içinde bulunan ana maddedir. Miyokart infarktüsü (Mİ) %50 oranında dislipidemi sonucu meydana gelmektedir
2. Kolesterol düşürücü tedavi kalp damar hastalıklarından ölümü, miyokart infarktüsünü, inmeyi azaltır mı? Tedavide statinler kullanılmalı mı?
Kalp ve damar hastalıkları çok sayıda risk faktöründen oluştuğundan tedavisi de bu risk faktörlerinin düzeltilmesiyle sağlanır. Bu nedenle tedavide yaşam tarzı değişikliklerine uyum
çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki kolesterol düşürücü tedavi
KV hastalıkların tedavisinin ana öğelerinden birisidir. Kolesterol düşürücü tedavinin ana ilacı statinlerdir. Statinlerin primer
ve sekonder korumada faydalı etkileri gösterilmiştir. Statinlerin, ölüm, Mİ ve inmeyi önlediği çok sayıda klinik çalışmada
gösterilmiştir. Statinler ayrıca aterom plağını da %10 civarında
geriletebilmektedir. Statinler, dünyadaki tüm kılavuzlarda sınıf
I, kanıt düzeyi A tedavi seçeneği ile önerilmektedir. Bu şu demektir: Statin tedavisinin kalp ve damar hastalıklarından ölümü,
Mİ’yi, inmeyi azalttığı çok sayıda randomize klinik çalışmayla
kanıtlanmıştır. Bu nedenle endikasyonu olan yani kullanması
gereken bütün hastalara verilmelidir. Statinler KV olayları %25
ile %45 oranında azaltmaktadır. Aslında bugün tartışılması gereken şey, statinlerin önleyemediği kalan olayların nasıl azaltılacağı olmalıdır.
3. Statinlerin yan etkileri var mıdır?
En önemli iki yan etkisi kaslar ve karaciğer ile ilgili olan yan
etkilerdir. Bunlardan birincisi rabdomiyoliz denilen böbrek yetmezliğiyle birlikte kas harabiyetinin geliştiği durum olup, oldukça nadir görülür ve sıklığı 1/10.000’nin altındadır. Diğeri
karaciğer hasarıdır ki, sıklığı yılda 100.000 hastada 0.5-1’dir.
Bunun dışında kas ağrıları, karaciğer enzim yükselmesi gibi yan
etkiler de görülebilir. Bu tür yan etkiler ilaç kesildiğinde genellikle 3 ay içinde düzelme gösterir. Sonuç olarak, statinler ölüm,
Mİ ve inmeyi azalttığı bilinen ilaçlardır. Bu nedenle kanıta dayalı tıp dünyasında, bilimsel çalışmalar ve kılavuzlar ışığında
statin tedavisi alması gereken bir hastaya statin vermemek büyük bir yanlışlıktır.
Prof. Dr. Merih Kutlu
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji ABD
KONGRE TV YAYINLARI KONGRE MERKEZİNDE YER ALAN EKRANLARDA,
OTEL ODANIZDA, MOBİL UYGULAMA İLE CEP TELEFONLARINIZDA...
SUENO DELUXE HOTEL : TITANIC DELUXE HOTEL: CALISTA LUXRY RESORT:
4. KANAL
3. KANAL
2. KANAL
BELVIL HOTEL:
SUSESİ HOTEL:
1. KANAL
2. KANAL
PULMONER HİPERTANSİYON
Pulmoner Hipertansiyon (PH), herhangi bir nedeni olmayabilen ya da
bir veya daha fazla sayıda altta yatan
durumdan kaynaklanabilen, kalp-damar ve solunum sistemi hastalıklarının çoğunu daha da karmaşık hale
getirebilecek, pulmoner dolaşımın
küçük damarlarını etkileyen; kronik, ilerleyici ve ölümcül hastalık
grubu olarak tanımlanır. Hemodinamik olarak PH, nedenden bağımsız olarak, sağ kalp kateterizasyonu
(SKK) ile ölçülen ortalama pulmoner arter basıncının (PAB) istirahatte 25 mmHg veya daha yüksek
bulunması olarak tanımlanmaktadır.
PH, temelde prekapiller (arteryel kaynakta) ve postkapiller (venöz sistemde)
olarak ayrılmakta, nedenlerine göre ise 5 grupta sınıflandırılmaktadır (Tablo
1). Hastalığın seyrinde endotel ve düz kas hücrelerinde proliferasyon, intima tabakasında yoğun fibroz ve insitu trombozlar oluşur. Bu da lümende daralmaya, pulmoner arterlerde ve arteriyollerde vazokonstriksiyona yol açar,
sonuçta pulmoner vasküler direnç artar. Bu değişiklikler ortalama PAB’da
artışa yol açar. Artan arteryel basınç ve direnç sonucu Sağ ventrikül (RV)
hipertroifsi ve devamında RV yetersizliği meydana gelir. PH en sık nedeni
sol kalp hastalığına bağlı PH’dır (Grup 2), sonra Akciğer hastalıklarına ve/
veya hipoksiye bağlı PH (Grup 3) gelir. Uzmanlaşmış merkezlerde takip edilen hastaların yaklaşık yarısı Pulmoner arteryel hipertansiyon (PAH - Grup
1) alt grubu ilişkili PH ’dır (Doğumsal kalp hastalığı, Bağ dokusu hastalığı, HIV enfeksiyonu, Portal hipertansiyon). Bağ dokusu hastalıklarından en
sık sistemik skleroz’da PH eşlik etmektedir. Pulmoner hipertansiyonda tanı,
tüm PH yapabilecek nedenlerin tetkik edildiği ve/veya dışlandığı bir algoritma çerçevesinde çoklu disipliner yöntemle konulmaktadır. PH düşünülen
bir hastada öncelikle sık görülen PH nedenleri olan sol kalp hastalıkları ve
Tablo. Pulmoner Hipertansiyon tanımlama ve sınıflaması
akciğer hastalıkları araştırılmalıdır. Daha sonra kronik tromboembolik PH
(KTEPH - Grup 4) için ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi yapılmalıdır. Negatif ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi KTEPH tanısını dışlar. Bu durumda
SKK yapılarak PAH (Grup 1) tanısı doğrulanmalıdır. Hastalar sıklıkla nefes
darlığı, halsizlik, bitkinlik ve göğüs ağrısı şikayeti ile başvurur. Eforla nefes darlığı başlangıç döneminin en sık semptomudur. Nadiren çarpıntı, baş
dönmesi ve senkop yakınmaları vardır. İleri dönemlerde hemoptizi, periferal
ödem ve ses kısıklığı meydana gelir. Fizik muayenede PH’na özgün bulgu
olmayıp en tutarlı bulgu ikinci kalp sesinin pulmonik bileşeninde sertleşme
mevcut olmasıdır. İleri hastalık konusunda gösterge niteliğinde olan belirtiler
pulmoner yetersizlik ve triküspid yetersizliğine ilişkin üfürümlerdir. Akciğer
dinleme bulguları genellikle normaldir. EKG’de sağ atriyal ve sağ ventriküler
büyüme bulguları vardır. TELE’de kardiyomegali ve pulmoner konusta belirginleşme mevcuttur. Ekokardiyografi PH tanısı ve takibinde önemli olup, RV
hipertrofisi, dilatasyonu ve kontraktil fonksiyonlarda azalma, interventriküler
septumda düzleşme ve LV boyutlarında küçülme görülür. Triküspit yetersizlik jet akımı üzerinden pulmoner arter basıncının hesaplanması en önemli
non-invazif yöntemdir. Pulmoner hipertansiyon tedavisinde genel önlemler önemli yer tutmaktadır. Hastaların enfeksiyonlardan korunması, grip ve
pnomoni aşısı yapılması ve bayanların gebelikten kaçınması önemlidir. PH
tedavisinde PAH özgün ilaçlar kullanılmaya başlanmış ve hastalarda önemli
klinik faydalar ve bazıları ile morbidite/mortalite faydaları gösterilmiştir. PH
tedavisinde; Kalsiyum kanal blokerleri (nifedipin, diltiazem, amlodipin), Endotelin reseptör antagonistleri (Bosentan, Ambrisentan, Masitentan), Fosfodiesteraz tip 5 inhibitörleri (Tadalafil, Sildenafil), Guanilat siklaz uyarıcıları
(Riosiguat), Prostanoidler (Epoprostenol, İloprost, Treprostinil, Seleksipag)
grubu ilaçlar tek başına veya kombine olarak kullanılmaktadır. Epoprostenol
ve Masitentan mortalite yararı gösterilmiş ilaçlardır. İlaç tedavisinden fayda
görmeyen hastalarda Akciğer nakli veya Kalp-Akciğer nakli son seçenek tedavidir. KTEPH’da ana tedavi cerrahi pulmoner endarterektomi’dir. En sık
PH sebepleri olan Sol kalp hastalıkları (Grup 2) ve Akciğer hastalıklarına
(Grup 3) bağlı PH’da PAH-özgün ilaçların yararı gösterilememiştir.
PAB; Pulmoner Arter Basıncı, PH; Pulmoner Hipertansiyon
Doç. Dr. Enbiya Aksakal
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı
SONER OLGUN KONSERI
Dün saat 08:30’da başlayan bilimsel program
maratonu kongre katılımcılarının yoğun katılımı ile geç saatlere kadar devam etti. Yorucu bir
günün ardından Sueno Otel Ay Yıldız Amfi’de
buluşan katılımcılar, Soner Olgun’un muhteşem sahne performansı ile rahatlama imkanı
buldular. Halk ezgilerinden, rock müziğe kadar
farklı türlerde eserleri bir araya toplayan geniş
repertuarı ile Soner Olgun, izleyenleri de içine
dahil ettiği, etkileşimli ve eğlenceli bir konsere
imza attı.
KILAVUZLAR IŞIĞINDA VENÖZ TROMBOEMBOLİ (VTE) TEDAVİSİ
Venöz tromboembolilerin (VTE) nedeni
sıklıkla bacak derin
venlerinde
oluşan
trombüslerdir. Ancak bu trombüslerin
bir kısmı dolaşım
yolu ile akciğerlere
gelerek
pulmoner
embolilere
neden
olabilmektedir. Toplum ve hastanede
mortalite ve morbiditeye
önemli
katkıda
bulunur.
Trombozun embolizasyonunu, büyümesini, tekrarını, distal
DVT’nin proksimale dönüşünü ve post-trombotik sendromu
(PTS) önlemek ve venöz sistemin açıklığını sağlamak VTE
tedavisindeki hedeflerdir. Derin ven trombozlarının tedavisinde antikoagulasyon standart bir yaklaşım olmakla birlikte,
yeni tromboz oluşumunu önlerken, var olan trombozun üzerinde pek etkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle antikoagulasyon kullanırken, hastadaki kar zarar oranının iyi saptanması,
süresinin de riskler göz önüne alınarak belirlenmesi önemlidir. Akut dönemlerde ilk antikoagulasyon için (10 güne
kadar olan antikoagulasyon) günümüzde intravenöz heparinin yanı sıra, düşük moleküler ağırlıklı heparinler (DMAH),
S.C fondaparinux ve yeni oral antikoagulan ajanlar (YOAK)
(faktör Xa inhibitörleri: rivaroksaban, apiksaban) kullanılabilmektedir. Ajan seçimi hastanın kanama risk faktörlerine,
komorbid hastalıklarına bakılarak, hastanın isteği ve uyuncu
dikkate alınarak yapılır. Sonrasında ise tedaviye sıklıkla vitamin K antagonistleri (VKA) veya YOAK’lar (rivaroksaban,
apiksaban, edoksaban veya trombin inhibitörü dabigatran)
ile devam edilmektedir. Tedavi süresi genellikle 3 ay olup,
bu süre nedensiz derin ven trombozu geçirenlerde eğer yıllık
VTE insidansı %9’u aşıyor ise uzatılabilir. İdiyopatik DVT
nedeni ile kullanılan antikoagulasyon süresini tamamlayan
olgularda tedavi bitiminde veya bittikten 1 ay sonra bakılan
d-dmer düzeyi yüksek ise, DVT’nin tekrarlama riski %9 olup,
bu olgularda süre uzatılabilir. ACCP tromboemboli tedavi
klavuzu akut alt ekstremite DVT olgularında en az 5 günlük
parenteral klasik heparin veya DMAH veya fondaparinux
sonrasında tedaviye oral antikoagulanlar ile devam edilmesini önermektedir. VKA’leri fondaparinux ve DMAH’lar ile
birlikte aynı gün başlanırken, standart IV heparinde hedef
aPTT düzeyine ulaşıldıktan sonra VKA başlanması uygundur.
Çünkü VKA’leri kısa ömürlü olan protein C ve faktör VII’yi
de baskılamakta, hedef aPTT düzeyine ulaşılmadığı takdirde
hastada yeni tromboz gelişebilmektedir.
ACCP cerrahinin neden olduğu proksimal DVT’de kanama
riski düşük ve orta ise 3 aylık tedaviyi önermektedir. İdiyopatik proksimal DVT olgularında ise kanama riski yüksek değil
ise bu süre 3 ay üzerinde olmalıdır. Yüksek olgularda ise 3 ay
süre yeterli olabilir. İkinci idiyopatik DVT olgularında ise kanama riski düşük ve orta grupta uzun süreli antikoagulasyon
tercih önerilirken, yüksek olgularda 3 aya çekilebilir. Hastanede yatan olgularda, kreatinin kleransı < 30 ml/dk olanlarda, antikoagulasyonun hemen kesilmesi gereken durumlarda,
operasyon zamanı net olmayan hastalarda standart heparin
seçilmelidir. DMAH ve fondaparinux ayaktan olgular için
uygundur. Ülkemizde ise fondaparinuxun sadece ortopedik
kalça operasyonları sonrası profilaksi için onayı bulunmaktadır. Heparine bağlı trombositopenide yatan hastada sağlık
raporu ile ayaktan hastalarda ise indikasyon dışı başvuru onayı alınarak uygulanabilmektedir. YOAK ajanlar (faktör Xa
inhibitörleri, direk trombin inhibitörleri) enjeksiyondan çeki-
YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR
“Karaciğerim yağlanmış” son zamanlarda en çok duyduğumuz
cümlelerden biri… Herhangi bir nedenle başta ultrasonografi olmak üzere batın görüntülemesi yapılan hastalarda en sık
sözü edilen anormallik… Nasıl çoğalmasın ki… Gerçi alkolik
karaciğer hastalıklarının payı benim gastroenterolojiye başladığım yıllardan bu yana, çeyrek asırda, hemen hemen hiç değişmedi, ülkemizde kronik karaciğer hastalıklarının %12-13’ü
alkole bağlı…Ya alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı… Bilindiği
gibi alkol dışı yağlı karaciğer hastalığının altta yatan sebepleri
obezite, insülin direnci-metabolik sendrom-diabetes mellitus
eksenindeki şeker metabolizması ile ilgili bozukluklar ve hiperlipidemi… Kadınlara baktığınızda neredeyse yarısı şişman…
Obezite sıklığı kadınlarda %40-45’ler civarında… Erkeklerde
ise bu oran %22-23’lerde… Memleketimizin erkekleri kesinlikle daha bakımlı diyebiliriz… Kadınlar hele evlendikten sonra kendilerini bırakıyorlar mı nedir? Metabolik sendrom daha
da fazla, %35’ler civarında… Diyabet sıklığı gittikçe artıyor,
1998’lerde %7.2 iken 2010’larda %13.7’ye çıkmış…Artan şehirleşme, geleneksel yapının yerine gelen yeni alışkanlıklar….
Daha da çok tüketilmeye başlanılan sanayi tipi şeker… Fruktoz… Bu durumda yağlı karaciğer hastalığı artmasında ne yapsın… Esasında bu sadece ülkemizin gerçeği değil…trend tüm
dünyada aynı, yağlı karaciğer hastalığı artıyor. Hani efkarlanınca söylediğimiz cümle “hastalıklar çehre değiştiriyor, biri azılırken diğeri artıyor, sonuç hep aynı, hastalıklar hep var”. Ancak
şu fruktoz meselesinde, ayrı bir enteresanlık vardır, dikkatinizi
çekmek isterim. Artık memleketimizde çoğu baklavacı, mısır
nişastasından üretilen bu fruktozlu şurupları kullanıyor… Keza
bütün meyve sularında, gazlı içeceklerde, bisküvi ve çikolatalarda tatlandırıcı fruktoz… Buna bir de aman meyve yemeliyiz
ile tetiklenen ve bir oturuşta kilolarca meyve yemekle sonuçlanan yeni moda huylar… Halbuki azı karar çoğu zarar… Fruktoz karaciğer yağlanması açısından klasik çay şekeri-sakkarozdan daha tehlikelidir. Yağlı karaciğer hastalığı, yaklaşık %20
vakada karaciğerde inflamasyon ile birliktedir, bu durumda nonalkolik steatohepatit (NASH) ’ten bahsedilir. NASH progresif
bir hastalıktır, karaciğerde gittikçe artan fibrozise yol açarak
karaciğer sirozu ile sonlanabilir. Keza bu hastalarda karaciğer
kanseri de gelişebilir. Son yıllarda ABD’de NASH’e bağlı karaciğer sirozunun, karaciğer transplantasyon listelerindeki payında %140’lara varan müthiş artışlar vardır. Bu gidişle ülkemizi
de aynı son bekliyor… Gidişatı ders alarak durdurabiliriz… Bu
dersin ilki, yağlı karaciğer hastalığının en etkili tedavisinin yaşam tarzını değiştirmek olduğunu anlamaktır. Bu nedenle diyet
ve eksersiz konusuna çok önem vermeliyiz… Avrupa Karaciğer
Araştırmaları Birliği (EASL), haftada 150 dakika orta dereceli
eksersiz öneriyor. Nedir bunun anlamı? Hepimizin kolayca yapabileceği bir şey söyleyelim… Bildiğin yürümek bu… Belirli
bir tempoda 30 dakikada 3.2 km civarında mesafe kat edecek
şekilde yürümek… Haftanın en az 5 günü… Her güne ne dersin? Sen yaparsın… Sadece yürü!
Prof. Dr. Sabahattin Kaymakoğlu
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi,
Gastroenteroloji BD
nenler, INR takibi için sık tetkik yaptırmak istemeyenler için
tercih edilmelidir. Fakat bu yeni ajanları kullanırken hastalar,
bu ajanlara bağlı kanama durumunda antidotları olmadığı
için sorun yaşanabileceği konusunda uyarılmalı, kanama riski
olan hasta grubunda mümkünse tercih edilmemelidir. ACCP
2016 güncellemesinde (1: güçlü, 2: zayıf öneri, A:güçlü kanıt
düzeyi, b: orta derecede kanıt düzeyi, C: zayıf kanıt düzeyi), kanseri olmayan VTE’de uzun dönem antikoagulasyon
için dabigatran, rivaroksaban, apiksaban veya edoksaban,
VKA’e karşı 2B kanıt derecesinde, kanseri olan DVT’de ise
DMAH’ler VKA’e karşı 2B derecesinde önerilmiştir. ACCP
antikoagulan tedavinin kullanılabildiği DVT olgularında inferiör vena kava filtresi önermemektedir (1B). PTS’u önlemek için rutin olarak kompresyon çorapları kullanımını da
önermemektedir (2B). Subsegmental pulmoner embolide ve
distal DVT’de, VTE riski düşük ise klinilk yakın izlem yapılabilir. Yüksek risk olgularda ise antikoagulasyon yapılabilir.
Hipotansiyon ve aşırı sağ ventrikül yüklenmesine neden olan
pulmoner emboli olgularında trombolitik tedavi uygulanabilir (2B).
Sonuç olarak VTE tedavisinde antikoagulasyonun uygun
indikasyonda ve zamanında başlanması, hastaların risk-yarar oranı açısından iyi değerlendirilerek yakından izlenmesi
başarı oranını arttıracaktır. Günümüzde kullanım kolaylığı
sağlayan YOAK ajanlar açısından da hastalar avantaj ve dezavantajları ile bilgilendirilmeli, tedavi seçiminde rutinde en
çok kullandığımız ilaçların değil hastanın klinik, laboratuar
parametrelerine ve hastanın uyuncuna en uygun ilacın seçilmesine özen gösterilmelidir.
Doç. Dr. İnci Alacacıoğlu
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Hematoloji BD
ARİTMİLERİN DÜNYA VE ÜLKEMİZDE
GÖRÜLME SIKLIKLARI NEDİR?
SIKLIKLA KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Şekil 3-4-5’de nonsustaıned ventriküler taşikardisi olan bir hastanın
altta yatan hastalığa göre tedavi yaklaşımı anlatılmıştır.
Supraventriküler aritmilerin ensidansı 36/100000 civarındadır. ABD’de ortalama başlama yaşı 6. dekatta
iken Türkiye’de daha genç yaşlarda görülmektedir.
Kadınlarda 2 kat daha fazla izlenmektedir. (Gençlerde aksesuvar yollu aritmiler sık iken yaşlılarda AV
nodun elektrofizyolojik özelliklerinin değişmesine
bağlı AVNRT daha sık görülür).
Aritmi kişide hiçbir hastalık olmadan da meydana
gelebilir. Ancak sık görülen aritmilerin genel olarak
3 ana sebebi vardır:
1-Aksesuvar yollar (bunlara en tipik örnek WPW
sendromu ve AVNRT’dir.)
2-Atriyum/ventriküllerde hipertansiyon, kapak hastalığı, diyabet, kardiyak cerrahi, kalp yetersizliği, akciğer hastalığı, koroner arter hastalığı ve hipertroidi
gibi nedenlerle dilatasyon yada aritmiyle ilgili alt yapının oluşmasıdır
3- Genetik eğilim; Brugada sendromu, uzun QT sendromları ve hipertrofik kardiyomiyopati vb
bazı hastalıklar genetik geçişlidir. Bu hastalıklar, ailede erken yaşta ani ölüm veya ritm bozukluğu ile seyredebilmektedirler. Bu nedenle, yakın akrabalarda genç yaşta veya erken ani ölüm
varlığında aritmi düşünülmelidir.
Ulusal İç Hastalıkları Kongresi’nde acilde sık görülen aritmilerin tedavi yaklaşımı tartışıldı. Sık
görülen aritmilerin son klavuzlara göre tedavi algoritması tablolarda verilmiştir.
Şekil 1’de Supraventriküler aritmisi olan bir hastada tedavi yaklaşımı anlatılmıştır.
Şekil 2’de gebe bir hasta supraventriküler taşikardi ile acile geldiğinde uygulamamız gereken
tedavi anlatılmıştır.
Prof. Dr. Mesut Demir
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı
Değerli Katılımcılarımız,
Kongre Merkezi girişinde yer alan TİHUD Standımızda tüm
üyelik işlemlerinizi gerçekleştirebilir, kişisel bilgilerinizi
güncelleyebilirsiniz.
Download