T. C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Koordinatörlüğü Doç. Dr. Mustafa YEĐGÜ DĐYABETĐK VE O-DĐYABETĐK MĐYOKARD ĐFARKTÜS HASTALARIDA EJEKSĐYO FRAKSĐYOU VE DĐĞER PARAMETRELERĐ KARŞILAŞTIRILMASI (UZMANLIK TEZĐ) TEZ DANIŞMANI Dr.amık YĐĞĐT Dr. Emrah ÖLÇEK Đstanbul – 2009 ÖSÖZ Uzmanlık eğitimim süresince gösterdiği ilgi ve yardımlarından ötürü Aile Hekimliği Kliniği Koordinatörü 4. Dahiliye Kliniği Şefi Doç.Dr. Mustafa YENĐGÜN’e; Tezimin hazırlanma aşamalarında her türlü bilgi ve deneyimi ile beni yönlendiren, hekimlik sanatına ek olarak, insan olmanın önemini kendi varlığı ile örnek olmak suretiyle vurgulayan değerli hocam Uz. Dr. Namık YĐĞĐT’e; Rotasyonum süresince gerek tıbbi gerekse tıp dışı konularda bilgi ve tecrübeleriyle beraber şükretmeyi de öğrendiğim 2.Dahiliye Klinik Şefi Uzm.Dr.Hikmet FEYĐZOĞLU’na, kendimi daha bütünlüklü bir hekim olarak hissetmemi sağlayan insan ruhunu anlayabilme çabalarımda ilk adımlarımı atmama yardımcı olan 7.Psikiyatri Kliniği Şefi Doç.Dr.Mehmet Cem ĐLNEM ve Şef yardımcısı Doç.Dr.Nesrin KARAMUSTAFALIOĞLU’na; Rotasyon sürelerim boyunca kliniklerinde keyifle çalıştığım Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi Op.Dr. Ahmet ÇETĐN’e,1.Cerrahi Kliniği Şefi Op. Dr. Sefa TÜZÜN’e, Şef yardımcısı Op.Dr.Muzaffer Akıncı’ya , Çocuk Kliniği Şefi Prof.Dr. Murat ELEVLĐ’ye; 2.Dahiliye servisinde bulunduğum sürede hem kendime bir şeyler kattığımı hissettiren, hem de ne kadar eksik olduğumu farkettiren uzmanlarım Dr.Aylin AYER, Dr.Makbule ULUSOY, Dr.Yeşim GÜRKAN’a, tez çalışmalarım sırasında desteklerini esirgemeyen sorumlu hemşiremiz Fatoş BÜYÜKBITIR ve değerli sekreterimiz Sevilay ATASAYAR’a; Asistanlığım süresince birlikte çalışma zevkine eriştiğim tüm asistan arkadaşlarıma, ilgili kliniklerin hemşire ve personeline; Her gün usanmadan “ tezin ne durumda, yarıladın mı?” diye sorarak moral ve motivasyonumu arttıran, mutluluk kaynağım Dr.Nilay DENĐZ’e; Asistanlığım da dahil olmak üzere tüm hayatım boyunca benden desteklerini esirgemeyen çok değerli Ailem’e sonsuz teşekkür ederim. 1 ĐÇĐDEKĐLER Sayfa KISALTMALAR..................................................................................................................3 GĐRĐŞ VE AMAÇ.................................................................................................................5 GEEL BĐLGĐLER.............................................................................................................7 MATERYAL VE METOD.................................................................................................45 BULGULAR.........................................................................................................................46 TARTIŞMA..........................................................................................................................52 ÖZET VE SOUÇ...............................................................................................................55 KAYAKLAR......................................................................................................................56 2 KISALTMALAR LDL: Düşük yoğunluklu lipoprotein HDL: Yüksek yoğunluklu lipoprotein VLDL: Çok düşük yoğunluklu lipoprotein TG: Trigliserit DM: Diyabetes Mellitus WHO: Dünya Sağlık Örgütü KAH: Koroner aterosklerotik hastalık MODY: Gençlerin erişkin tip diyabeti LADA: Erişkinin latent otoimmün diyabeti GDM: Gestasyonel diyabetes mellitus MHC: Major histokompatibilite kompleksi OGTT: Oral Glukoz Tolerans Testi OAD: Oral Antidiabetik ADA: American Diabetes Association IGT : Impaired glucose tolerance (Bozulmuş glukoz toleransı) IFG : Impaired fastng glucose (Bozulmuş açlık glukozu) IGM: Bozulmuş glukoz metabolizması BMI: Vücut kitle indeksi BU: Kan üre azotu GFR: Glomerüler filtrasyon hızı UKPDS : United Kingdom Prosppective Diabetes Study AGE: Glukolizasyon son ürünleri TEKHARF: Türk Erişkinlerde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri KKH: Koroner kalp hastalığı ARB: Anjiotensin Reseptör Blokeri 3 AMĐ: Akut miyokard infarktüsü USAP: Unstabil angina pectoris HT: Hipertansiyon ĐKH: Đskemik kalp hastalığı CEP: ational CholeATP III: Adult treatment panel III EKG: Elektrokardiogram EKO: Ekokardiyografi CK: Kreatin kinaz TnT: Troponin T Tn I: Troponin I LDH: Laktat dehidrogenaz AST: Aspartat aminotransferaz ACE: Angiotensin Converting Enzyme GLUT: Glukoz Transporter SODA : Slow onset diabetes in adults PPAR : Peroksimal proliferatör aktivatör reseptörleri SREBP :Sterol düzenleyici element bağlayan proteinlerdir 4 GĐRĐŞ VE AMAÇ Diyabet kardiyovasküler hastalıkların gelişmesinde önemli rolü olan bağımsız risk faktörlerinden biridir (1). Kardiyovasküler risk açısından, koroner arter hastalığı ile eşdeğer kabul edilmektedir.Koroner arter hastalığı diyabetli hastalarda ölüm nedenleri arasında birinci sıradadır ve diyabetli hastalarda diyabeti olmayanlara göre 2-4 kat daha fazla görülür. Morbidite ve mortalitedeki artış hiperglisemi veya diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin bir araya gelmesiyle ilişkili gibi görünmektedir(2). Kardiyovasküler hastalıkların en sık nedeni aterogenez ve buna eklenen trombozdur. Anjiyografi ve otopsi çalışmalarında diyabetik hastalarda daha ciddi ve yaygın ateromatöz hastalık gözlenmiştir (3). Diyabet ateroskleroz gelişimi ve buna bağlı olarak gelişen miyokard infaktüsü ve inme gibi kardiyovasküler hastalıklar içinde önemli bir risk faktörüdür (5). Diyabet tüm hasta gruplarında aterosklerozun doğal seyrini hızlandırmakta ve daha yaygın aterosklerotik lezyonla birlikte daha fazla koroner damar tutulumuna neden olmaktadır(6,7). Tip 2 diyabetli hastaların düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) seviyeleri normal olabilir ancak çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) ve trigliserid seviyeleri artmıştır ve yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) seviyeleri düşmüştür (8). LDL normal olsa da aterojenik özellikleri artmıştır. LDL ’nin reseptör aracılıklı hücre içi alımında ve temizlenmesinde bozulma vardır(9,10).Glukolizasyon LDL’yi oksidatif değişikliklere daha hassas hale getirir. LDL’nin hem glukolizasyon hem de oksidasyonundan oluşan ortak ürün çok daha aterojeniktir (10). Diyabetiklerde HDL ’nin artmış yıkımı ve azalmış üretimi söz konusudur Diyabetik hastalarda artmış trombosit kümelenmesi görülür ve bu durum artmış kardiyovasküler olaylar ile korelasyon gösterir. Ana mekanizmanın artmış tromboksan üretimi olduğu zannedilmektedir(11,12). Benzer şekilde diyabetik hastalarda çoğunlukla artmış fibrinojen seviyeleri görülür ki bu da kardiyovasküler komplikasyonlar için öngörücüdür. Fibrinojen seviyeleri glisemik kontrolü yansıtır(12). 5 Bu çalışmada koroner yoğun bakım ünitesine kabul edilen farklı lokalizasyonlu miyokard infarktüs hastalarının başta ejeksiyon fraksiyonu olmak üzere kan kolesterol düzeyleri, TG, HbA1c, CRP, fibrinojen parametreleri değerlendirilerek diyabet ile olan ilişkisi araştırılmıştır. 6 GEEL BĐLGĐLER Diyabetes Mellitus Tanım Diyabetes Mellitus (DM), genetik ve immün yapının neden olduğu bir seri patolojik olaylar sonucu, pankreas beta hücrelerinden salgılanan insülin hormonunun, mutlak veya göreceli azlığı veya etkisizliği sonucu karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmalarında bozukluklara yol açan, hemen tüm sistemlerde komplikasyonlara neden olan, kronik, hiperglisemik, metabolik bir hastalıktır(13,14). Kronik bir metabolizma hastalığı olan diyabetes melitusta akut metabolik komplikasyonların yanısıra, kronik mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyonlar, hastalığa bağlı morbidite ve erken mortalitenin en önemli nedenidir (15). Diyabetes Mellitus Đnsidansı Ve Epidemiyolojisi Diyabet sinsi seyirli bir hastalık olduğundan prevalansının saptanması da güçlük yaratmaktadır.Hemen hemen tüm toplumlarda görülmesine karşın diyabet prevalansı ırka bağlı olarak anlamlı farklıklar göstermektedir. Papua Yeni Ginedeki kabilelerde, Eskimolar arasında veya Çinde % 1 olan prevalans, Avustralya yerlilerinde, Naurulularda veya Arizonadaki Pima Kızılderililerinde %20-45 ‘e kadar çıkabilmektedir (16) Hastalık ilk yıllarda genellikle asemptomatik seyrettiğinden, gelişmiş ülkelerde bile diyabetiklerin bilinmeyen diyabetlilere oran=2/1 dir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO, World Health Organization) nün yaptığı çalışmalara göre 100 milyon civarındaki diyabetli sayısının önümüzdeki on yılın sonunda 200 milyona ve 21. yüzylın başlarında da 300 milyona ulaşması beklenmektedir (17). Amerika’da 20-74 yaş grubunda toplumda diyabet prevalansı %6,6 bulunmuş ve bilinmeyen diyabet bildirilmiştir(18).Ülkemizde 1999 olgularının oranının %50 civarın da olduğu yılında tamamlanan Dünya Sağlık Örgütü destekli Türkiye Diyabet Epidemiyoloji Projesinde (TURDEP) %7,2 oranında diabet saptanmıştır. 7 Tüm diyabetlilerin %80‘den fazlası Tıp 2 diabet olup ülkemizde; Tıp 2 diabet %2,5-6 civarındadır. Dünyada endüstrileşmekte olan tüm ülkelerde Tıp 2 diabet sıklığı gitgide artmaktadır (19). Sınıflandırma Dünya sağlık örgütü (WHO) tarafından yapılan sınıflama aşağıdaki gibidir (20) A-Primer DM: 1.Đnsüline Bağımlı DM (Tip 1 DM) 2.Đnsüline Bağımlı Olmayan DM (Tip 2 DM) a.Metabolik Sendrom b.MODY(gençlerin erişkin tip diabeti) c.LADA(Erişkinin latent otoimmün diabeti) d.Malnutrisyonla ilişkili DM *Fibrokalküloz pankreatopati *Protein yetersizliğine bağlı DM B-Sekonder DM C-Gestasyonel Diabetes Mellitus (GDM) D-Bozulmuş Glukoz Toleransı E-Sınıflandırılamayanlar American Diabetes Association (ADA) 2004 yılında daha çok etyolojik ağırlıklı bir sınıflandırma yapmış ve terminolojide bazı değişikler önermiştir(21). 8 Etyolojik Sınıflandırma I-Tip 1 DM (beta hücre harabiyeti, genelde mutlak insülin eksikliği mevcuttur) A.Đmmünolojik B.Đdiopatik II-Tip 2 DM (Đnsülin rezistansı veya insülin sekresyon defekti ön plandadır) III-Diğer spesifik tipler A.Beta hücre fonksiyonunda genetik defektler 1.MODY 1 (Kromozom 20, HNF-alfa) 2.MODY 2 (Kromozom 7, glukokinaz) 3.MODY 3 (Kromozom 12, HNF-1alfa) 4.MODY 4 (Kromozom 13, IPF-1) 5.MODY 5 (Kromozom 17, HNF 1Beta) 6.MODY 6(Kromozom 2, Neuro D) 7.Mitokondrial DNA 3243 mutasyonu 8.Diğerleri B.Đnsülin etkisinde genetik defektler 1.Tip A insülin rezistansı 2.Leprechaunism 3.Rabson–Mandenhall Sendromu 4.Lipoatrofik Diabet 5.Diğerleri 9 C.Ekzokrin pankreas hastalıkları 1.Pankreatit 2.Travma/pankreatektomi 3.Kistik fibrozis 4.Feokromasitoma 5.Hipertiroidi 6.Somatostatinoma 7.Aldesteronoma 8.Diğerleri E.Đlaç ve kimyasal maddeler 1.Vakor 2.Pentamidin 3.Nikotinik asit 4.Glukokortikoidler 5.Tiroid hormonu 6.Diazoksit 7.Beta –adrenerjik agonistler 8.Tiazidler 9.Dilantin 10.Alfa INF 11.Diğerleri F.Đnfeksiyonlar 1.Konjenital Rubella 2.Sitomegalovirus (CMV) 3.Diğerleri G.Đmmün kaynaklı nadir diabet formları 1.Anti insülin reseptör antikorları 2.Stiffman” sendromu 3.Diğerleri 10 H.Diabetle birlikte görülen diğer genetik sendromlar 1.Down sendromu 2.Klinefelter sendromu 3.Turner sendromu 4.Wolfram sendromu 5.Friedreich ataksisi 6.Huntington koresi 7.Laurence –Moon-Biedl Sendromu 8.Miyotonik Distrofi 9.Porfiria 10.Prader-Willi Sendromu 11.Diğerleri IV-Gestasyonel DM Diabetik popülasyonun %10-20’sini Tip 1 DM, %80’ini Tip 2 DM oluşturmaktadır.DM ve diğer glisemik bozukluklar etyolojileri, oluşturdukları klinik tablolar ve tedavi seçenekleri yönünden çeşitlilik göstermektedir(22,23) Tip 1 Diabetes Mellitus Diyabetik hastaların %10-20’sini oluşturan Tip 1 Diabetes Mellitus, pankreas beta hücresinin selektif ve ilerleyici harabiyetine bağlı tüm diyabet hastalarını kapsamaktadır.Tip1 Diabetes Mellitusun etyolojisinde genetik eğilim ve çevresel faktörler sorumlu tutulmaktadır. Hastalık genellikle çocukluk ve adolesan yaşta başlamaktadır. Vakaların çoğunluğu tanı anında 30 yaşın altında bulunmaktadır(24).Herhangi bir yaş grubunda görülmekle beraber en sık görüldüğü yaş grubu 7–15 yaşlarıdır (25). Otoimmunitenin varlığına göre tip 1a ve tip 1b olarak ikiye ayrılmaktadır. Đmmün kökenli Tip 1a, diyabetl i olguların %90’ nını oluşturur iken yine çocukluk yaş grubunda görülen otoimmun belirleyicileri negatif olan Tip1b ise %10’luk kısmını oluşturmaktadır(25). 11 Đmmün Kaynaklı Diyabetetes Mellitus: Etyolojide, genetik, çevresel ve otoimmun faktörler önemli rol oynamaktadır.Tip 1 DM’de genetik yatkınlıktan ve koruyuculuktan sorumlu HLA (human leukocyte antigen) genleri, 6p21 kromozomda yer alan major histokompatibilite kompleksine (MHC) lokalize bölgelerdir. Bu bölgeler tip 1 DM gelişimindeki yatkınlığın %45-60’ ından sorumlu tutulmaktadırlar. Genetik ve çevresel faktörler, pankreasın adacık hücrelerine karşın otoimmün sürecin başlamasında tetikleyicidirler. Otoimmun süreç ile birlikte pankreasın adacık hücrelerinde süregelen ve yavaş progresyonlu yıkım ile birlikte insülin sekresyonu azalmaktadır.Otoimmun kaynaklı tip 1 DM’de insülin sekresyonudaki azalma iki mekanizma ile olmaktadır. Bunlardan birincisi pankreasın beta hücrelerinin haraplanması iken diğer mekanizma ise ortamdaki sitokinlerin pankreasın beta hücrelerinden insülin sekresyonunu azaltmaları ile olmaktadır (26). Sağlıklı insanlarda immün sistem efektor hücreleri kendi hücrelerini tanır. Fakat hücresel bütünlüğü bozan birçok faktör immün toleransın bozulmasına ve otoimmunitenin aktivasyonuna neden olur. Bu etkenlerin başında virüsler, toksinler ve bazı gıda maddeleri gelir. Destrüksiyon hızını etkileyen birçok faktör vardır(27). Sağlam beta hücre oranının %20 civarına inmesi ve mutlak insulin yetersizliğinin gelişmesi klinik dönem Tip 1 diyabetin başlamasına neden olur. Bu dönemde halen az da olsa C-peptid mevcuttur. Birinci yılın sonunda C-peptid düzeyleri sıfıra yakın noktaya geriler ve eksojen insuline ihtiyaç duyulur(27). Đdyopatik Diabetes Mellitus: Otoimmün beta hücre harabiyeti ve immünolojik bulgular görülmez. Đnsülin düzeyleri düşüktür ve insülin direnci yoktur. Bu diyabet formu kuvvetli kalıtımsaldır. Hastalar epizodik ketoasidoz atakları ve ataklar arasında çeşitli derecelerde insülin eksikliği gösterirler (28,29). LADA (Latent Autoimmune Diabetes Adult: Latent Otoimmün Diabetli Erişkin): LADA yeni sınıflandırmada tip 1 otoimmün diabetes mellitus içine girmektedir, fakat onun yavaş ilerleyen bir formudur. Tip 1 Diabetes Mellitus, genellikle hızlı gelişir. Bazı 12 hastalarda ise yıllar süren yavaş bir gelişim gösterebilir. Böyle hastalar Tip 2 Diabetes Mellitus gibi seyreder.Yıllar içinde insülin eksikliği yavaş yavaş artarak oral antidiyabetiklere cevap vermez bir hale gelir. Böyle vakalar yavaş seyirli bir otoimmünite gösterebilir(30). Tip 2 Diyabetes Mellitus Tip 2 Diabetes Mellitus, en sık karşılaşılan endokrin metabolik bozukluklardan biridir ve gelişmiş ülkelerdeki çoğu popülasyonda %5-10 oranında görülür. Tüm diyabet hastalarının %80-90 gibi büyük bir kısmını oluştururlar (31). Glikoz Metabolizması: Kan glikoz düzeyleri, karaciğerde glikoz üretimi ve insuline bağımlı dokular (yağ ve kas) ile insuline bağımlı olmayan dokularda (beyin, böbrek, eritrosit) glikozun kullanımı arasındaki denge sayesinde sağlanır. Bu denge pankreas endokrin hormonları olan insülin ve glukagon tarafından idare edilir(33) Kan şekerinin kaynaklarından biri besinlerle alınan karbonhidrat, diğeri ise karaciğerdir. Açlık halinde karaciğer tek kaynak olmaktadır(34). Sağlıklı insanlarda açken karaciğerde glikoneogenez ve glikojenoliz (sırasıyla aminoasitlerden ve glikojenden glikoz yapılması) üzerinden gerçekleşen glikoz yapımının glikoz kullanımı ile aynı miktarda olması, plazma glikoz düzeylerinin kontrol altında tutulması ile sonuçlanır(35). Yemek sonrası karaciğerden glikoz çıkısı ile dokular tarafından alınıp kullanılan glikoz miktarı arasındaki bu denge bozulur, kandaki glikoz düzeyi yükselir ve bu durumda, pankreas β hücrelerinden salgılanan polipeptid yapılı hormon (insulin) glikoz homeostazının devamında esas rolünü üstlenir. Đnsulin, karaciğerde glikoz yapımını baskılar (glikojenolizi ve glikoneogenezi), periferik dokularda yağ ve kaslarda glikozun alınımını ve kullanımını arttırır(35,36). Đnsulin sekresyonu: 1. Erken faz: Erken insulin sekresyonu ilk 8-10 dakikada gerçekleşir. Đnsulinin büyük kısmı bu sürede salınır. Bu dönemde depolanmıs olan insulinin salındığı düsünülmektedir. 13 2.Geç faz: Erken fazı takiben uyarı devam ediyorsa ikinci salgı dönemi baslar. 2-3 saat icerisinde artarak devam eder. Bu devrede yeni sentezlenen insülininde salındığı düşünülmektedir. 3. Üçüncü saatten sonra başlayan ve 24-36 saat süren bu fazda insulin spontan olarak azalmaya devam eder. Bu dönem, bazal insulin salınımı olan fazdır(26,37) Patogenez Glukoz homeostazisi göz önüne alındığında klinik açıdan aşikar Tip 2 Diabetes Mellitus, tipik olarak 3 patofizyolojik fenomen ile karakterizedir: 1.Đnsülin duyarlılığında azalma 2.Göreceli insülin yetersizliği ile birlikte pankreas beta hücrelerinin fonksiyon bozukluğu 3.Karaciğerde glukoz üretiminde artış Son basamakta ifade edilen ve geç bir fenomen olan karaciğerde glukoz üretiminde artış, glukagon ile hepatik insülin oranında meydana gelen değişikliğin karaciğer metabolizmasına etki ederek karaciğerde glukoneogenezin artması sonucunda meydana gelmekte olduğunu gösterir(38). Đnsülin tarafından uyarılan glukoz uptake’inde azalma veya insülin direnci Tip 2 Diabetes Mellitus gelişiminde en erken tespit edilebilen fonksiyon bozukluklarıdır. Glukoz uptake’inde bu azalma azalmış insülin duyarlılığına yol açar( 39,40,41). Birçok faktör insülin duyarlılığını etkilemektedir. Bunlar yaş, cins, ırk, vücut yağ kütlesi ve dağılımı, egzersiz, kan basıncı, ailesel diyabet öyküsü, sigara içimi ve iskemik kalp hastalığıdır(41). Tip 2 Diabetes Mellitus tanısı konmadan önce hem insülin işlevinde azalma hem de insülin sekresyon bozuklukları mevcut olmalıdır. Bu nedenle şiddetli insülin direncinin mevcut olduğu hastalarda eğer insülin sekresyonları yeterli miktarda artırılabilirse glukoz seviyeleri normal seyredebilir (42). Đnsüline bağımlı glukozun transportu glukoz transport proteinleri aracılığıyla gerçekleştirilir (43,44). Glukoz taşıyıcı ailesini 11 değişik protein oluşturur. Bu işlemden temel olarak GLUT-4 izoformu sorumludur. GLUT4 yağ dokusu ve iskelet kasında hakim olan glukoz taşıyıcısıdır. Çoğu GLUT-4 glikoz taşıyıcıları, uyarılmamış adipositlerde hücre 14 içi rezervuarda bulunurlar. Đnsülin uyarısı ile GLUT-4 veziküllerinde ekzositoz hızında artışa yol açar. Bu nedenle insülin aracılığıyla plazma mebranına bir GLUT-4 translokasyonu olur. Plazma membranındaki GLUT-4 taşıyıcıları, hormondan bağımsız ve sürekli olarak endozomal tasnif kompartmanına alınırlar (38). GLUT-4 düzeylerindeki düşüklük insülin direncinin gelişmesinden, GLUT-2 düzeylerindeki düşüklük ise glukoza karşı erken insülin cevabının yokluğundan sorumlu tutulmaktadır (32). Đnsülin direncinin Tip 2 Diabetes Mellitus gelişiminde en erken tespit edilebilen fonksiyon bozukluklarından biri olduğuna daha önce değinmiştik. Hücre düzeyinde insülin direnci insülin işlevinde azalma şeklinde tanımlanır ve sadece glukoz uptake’ini değil aynı zamanda insüline karşı diğer hücresel yanıtları da etkiler. Zaman içinde çeşitli sinyalizasyon yollarında, pek çok hücre ve dokuda farklı defekt ve bozuklukların değişik kombinasyonları gelişebilir ve bu durum bu tip hastaların klinik fenotiplerindeki heterojenliği sağlar(38,30,39). Đnsülin direncinde insülin hipersekresyonu ilk saptanan bozukluktur, bunu kısa bir süre sonra insülinin periferik etkisindeki azalma izlemektedir. Fakat bu değişimlerin plazma glukoz düzeyinden bağımsız oldukları bildirilmektedir. Tip 2 diyabette iskelet kas dokusunda insülin reseptör kinaz aktivitesi ve glikojen sentaz aktivitesi düşüklüğü nedeniyle insülin etkinliği azalmaktadır (41). Đnsülinin etkinliği, sadece glukoz uptake’i ile ilgili olaylarla sınırlı değildir. Aynı zamanda insülin sekresyonu ve direncini, mitokondride solunum hızı veya enerji tüketimini, metabolik olarak aktif ve inaktif kas hücrelerinin oluşumunu, adipositlerin farklılaşmasını, hücre büyümesini etkileyen regülatör gen ağlarında değişiklikleri indükleyen genler gibi pek çok farklı genlerin regülasyonunda da insülinin etkisi söz konusudur. Đnsülin duyarlılığı ve hücre içi lipid metabolizması ile ilişkili besin molekülleri, metabolitler, hormonlar, büyüme faktörleri, inflamatuvar sinyaller ve ilaçlar tarafından indüklenen hücresel bilginin transkripsiyon faktörleri tarafından bütünleştirilmesine en iyi örnek peroksimal proliferatör aktivatör reseptörleri (PPAR’ler) ve sterol düzenleyici element bağlayan proteinlerdir (SREBP’ler)(38,45). Peroksimal proliferatör aktivatör reseptörlerinin değişik izoformları vardır. Alfa formu temel olarak karaciğer tarafından eksprese edilir. Yağ asidi metabolizmasında merkezi rol oynar ve fibrat içeren ilaçlar için bir hedef teşkil eder. Beta/delta formu pek çok farklı dokuda eksprese edilir ve bu ekspresyonun bazı yağ asitleri tarafından düzenleniyor olması kuvvetle muhtemeldir. Gama formu ise adipojenez v e insülin duyarlılığının kontrolünde anahtar rol oynar (38,46). 15 Fizyopatolojik olarak insülin direnci ve insülin eksikliği tek başlarına plazma glukoz düzeylerini etkilemektedir. Đnsülin sekresyonu ve periferik etkisi glukoz homeostazisini iki yolla düzenlemektedir: Glukoz düzeyi artışı insülin sekresyonunu uyarmakta, bu da zaman ve konsantrasyona bağımlı olarak plazma glukozunu düşürmektedir(38). Plazma glukozu 140 mg/dl’nin altında iken normale göre ortalama 2 kat insülin sekrete edilirken 140 ’ın üzerindeki değerlerde beta hücresi bu artışı sürdürmemekte ve insülin sekresyonu azalmaktadır. Bu dönemden sonra hepatik glukoz yapımı artmaya başlamaktadır. Plazma glukozu 250 mg/dl’nin üzerindeki Tip 2 diyabetlilerde bazal insülin düzeyi normal veya yüksek bulunabilmektedir. Bu ikili kombinasyon önemli derecede insülin direncinin olduğunu göstermektedr. Ayrıca hiperinsülinemi, IGT ve Tip 2 Diabetes Mellitus gelişme riskinin arttığını gösteren önemli bir bulgudur (41). Sonuç itibariyle;Tip 2 Diabetes Mellitus’lu hastalarda fizyopatolojik olarak başlıca iki defekt bulunmaktadır. Anormal insülin salınması ve hedef dokularda insülinin etkisine karşı direnç. Hangisinin primer olduğu açık değildir. Tip 2 Diabetes Mellitus, üç dönem halinde seyreder. Birinci dönemde insüln direnci nedeniyle insülin yüksekliği olmasına rağmen kan glukoz düzeyi normal sınırlardadır. Đkinci dönemde insülin direnci daha da belirgin hale gelirken yüksek insülin düzeylerine rağmen postprandiyal hiperglisemi gelişir. Üçüncü dönemde insülin direncinde ilerleme olmamasına rağmen, insülin salınmasında azalma meydana gelir ve açlıkta bile hiperglisemi gelişerek aşikar diyabet ortaya çıkar. Hiperglisemi sadece bir sonuç değildir. Diyabetik hastalarda insülin duyarlılığını azaltarak ve hepatik glukoz outputunu artırarak glukoz toleransını daha da bozabilir. Yani, başka bir neden olmaksızın sadece yüksek glukoz düzeyleri pankreasdan insülin salgılanmasını bozabilir ve insülin direnci yaratır (glukotoksisite). Birinci faz insülin sekresyonunun yani erken insülin yanıtının kaybolması Tip 2 diyabetin gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Bu yanıtın kaybolması geç dönemdeki hiperglisemi ve hiperinsülinemiden de sorumludur. Plazma glukoz düzeyi 140 mg/dl’nin altında olan Tip 2 diyabetlilerde oral glukoza yanıtın tümünde insülin sekresyonu azalmış olarak saptanmaktadır. Đnsülin direnci saptanmayan ancak total insülin sekresyonu azalan kişilerde de Tip 2 diyabet gelişme riski artmaktadır. Tip 2 diyabetlilerde glisemik regülasyon sağlandığında normal salınım profili elde etmek mümkün olabilmektedir. Bu da bize glukotoksisitenin Tip 2 diyabette insülin sekresyonuna etkisini gösteren önemli bir bulgudur 16 (38, 41). Diyabetik hastaların dolaşımında bulunan yüksek serum yağ asitleri, karaciğerde insülin etkisine karşı bir dirence yol açar. Artmış yağ oksidasyonu, glukoz uptakke’i ve glikojen sentezini bozabilir (lipotoksisite) (35). Glukotoksisitenin yanı sıra lipotoksisite de Tip 2 diyabetin patofizyolojisinde yer alan olaylaradan biridir. Normalde glukoz, glikolizi ve Krebs siklusunu uyararak, serbest yağ asitleri ise fatty acyl CoA esterlerini artırarak insülin sekresyonunu etkilerler. Fakat plazma glukoz ve serbest yağ asitleri düzeylerinin uzun süre yüksek kalması insülin sekresyonunun azalmasına neden olur. Adacık amiloid polipeptid (amilin) adı verilen maddenin Tip 2 diyabetiklerde pankreaslarında depolandığının saptanması ve sıçanlarda insülin salınımını baskılaması, bu maddenin diyabet patogenezinde rol oynadığını düşündürmüşse de son zamanlardaki çalışmalarda normal kişilerde plazma amilin düzeyinin yüksek olmasına karşın belirgin etki görülmemesi ve amilin infüzyonunun insülin sekresyonu üzerine etkisinin olmaması amilinin Tip 2 diyabet patogenezinde belirgin rolü olmadığını göstermiştir (42,43). Đnsülin sekresyonunu fizyolojik olarak artıran önemli bir gastrointestinal hormon olan GLP-1 düzeylerinin Tip 2 diyabetlilerde normal veya yükseldiği ancak etkisinin azaldığı gözlenmiştir(46). Tip 2 diabetes mellitus klinik dönemleri: Tip 2 diabetin gelişme sıklığı yaş, obezite ve fiziksel aktivite azlığı ile artar. Hipergliseminin kademeli olarak gelişmesi ve baslangıçta klasik semptomların çok fark edilir olmaması nedeniyle hastalık uzun yıllar tanı almayabilir. Ancak bu hastalarda, mikro ve makrovaskuler komplikasyonların gelişme riski artmıştır(44,45). 1-ormoglisemik hiperinsulinemik dönem (preklinik diyabet dönemi): Tip 2 diyabetin henüz klinik belirti vermediği bu dönemde beta hücre fonksiyonları nispeten normaldir fakat mevcut olan periferik insulin direnci normale göre daha fazla insulin salınarak aşılmaya çalışılır ve bu şekilde açlık ve post prandiyal şekerleri normal sınırlar içinde tutulur. OGTT normaldir (46). 17 2-Postprandiyal hiperglisemik hiperinsulinemik dönem (bozulmuş Glukoz Toleransı): Bozulmuş glikoz toleransını tanımlayabilmek için OGTT yapmak gereklidir. OGGT’de 2. saat plazma glikoz düzeyi 140-200 mg/dl (ADA 2004’e göre) tespit edilen vakalarda glikoz toleransı bozukluğu söz konusudur ve IGT olarak adlandırılır. Bu grup hastalarda klinik diyabet henüz ortaya çıkmamıştır. Üstelik çoğu, günlük yaşamlarında öglisemiktirler. Açlık plazma glikoz düzeyi 100-126 mg/dl (ADA 2004 kriterine göre) arasındadır. OGTT ile 2. saat plazma glikoz düzeyi 140 mg/dl’nin altında bulunan bu hastalarda açlık glisemi homeostazı bozukluğu söz konusudur (47). Ancak bu durum diyabet tanısı için yeterli değildir. Bu grup hastalar (IFG) genellikle IGT şekline dönüşür.IGT genellikle IFG ile birliktedir.Ancak IGT’de karaciğerden glikoz çıkışını engelleyerek açlık hiperglisemisi olmayacak kadar insülin etkisi mevcut olduğundan postprandiyal hiperglisemi IGT için daha duyarlı bir göstergedir. IFG ve IGT’nin görülme sıklığı yaş ilerledikçe artar (48). IGT ve IFG olan hastaları tanımlamak önemlidir, çünkü bu grup pre-diyabeti temsil eder. IFG ve IGT olan kişiler yüksek diabetes mellitus riski taşırlar, ancak tüm IGT’li kişilerde diyabet gelişmez ve bazıları normal glikoz toleransına dönüşür. Diğerleri ise yıllarca IGT ile yaşamaya devam ederler. Diyabet gelişmedikçe bu kişilerde diyabete spesifik mikrovaskuler komplikasyonlar görülmez. Bu bozuklukların doğal seyri değişkendir 3-5 yıllık izleme dayalı çalışmalara göre IFG ve IGT olgularının yaklaşık %25’i diyabete ilerler, %50’si aynı kalır, %25’i ise normal glukoz toleransına geri döner. Genellikle, yaşlı, kilolu ve diyabetin diğer risk faktörlerine sahip kişilerde diyabete ilerleme olasılığı yüksektir. Hem IFG hemde IGT’nin birlikte olması (kombine glukoz intoleransı: KGI) durumunda bu bozukluklukların tek başına bulunmasına göre diyabet riski 2 kat artmaktadır(49). Diabetten korunma programı ve diğer calışmalar göstermiştir ki yasam şekli değişiklikleri (vucut ağırlığının % 5-10 arasında azaltmak için yapılan diyet modifikasyonları ve haftanın çoğu günlerinde en az 30 dakika a rtan şiddette fiziksel a ktivite) prediabetik hastaların diabete ilerlemesini önler veya geciktirir. Diabet gelişmesini engellemek için ilaç tedavisinin kullanılması tartışmalıdır. Metformin ile yapılan çalışmalarda elde edilen sonuçlar kilolu (BMI > 34kg/m2) ve genç (özellikle < 40 yaş) bireylerde diabet gelişimini engellediği yönündedir. ADA, prediabeti 18 olan hastalarda yaşam tarzı değişikliğini önermektedir. Diabetin önlenmesinde rutin olarak ilaç tedavisinin önerilmesini destekleyecek yeterli veri yoktur(50). 3-Hiperglisemik hipoinsulinemik dönem (aşikar diabet): Đnsülin direncinin giderek artması ile kompasasyon bozulmaya başlar ve bu esnada karaciğerde glukoz yapımı artarak plazma glisemisinin yükselmesine yol açar. Đnsulin direncinin zirvede olduğu bu dönemde giderek artan glisemi insülin salgı artışıyla kompanse edilemediği için glukoz toksisitesi nedeniyle beta hücreleri insulini daha az salgılamaya başlarlar. Birinci faz insulin salgısının kaybı ve insulin pulsatilitesinin bozulması gibi insülin salgısında kalitatif anormallikler insulinin dokularda oluşturacağı etkiyi bozarak doğrudan insülin direncine yol açabilir. Ayrıca insülin eksikiği altta yatan insülin direncini şiddetlendirmektedir(46). Β hücre disfonksiyonu ve insülin direncinin ilerlemesi ile tip 2 diyabet ortaya çıkar. Aşikar tip 2 diyabetiklerde ise açlık hiperglisemisi ve postprandiyal hiperglisemide artış karakteristiktir. Bu duruma, hepatik glikoz yapımının baskılanamaması ve periferik glikoz kullanımının azalması neden olmaktadır. Diyabet tanısı konulduktan sonraki dönemlerde insulin direnci artışı ve β hücre fonksiyonunda azalma progresif olarak devam etmektedir. Faz I adını alan bu dönemde, yaşam kalitesini arttırıcı yöntemler ve bazı oral ilaçlar uygulanarak glisemik kontrol elde edilmeye çalışılmakta, daha sonraki faz II döneminde glisemik kontrol sağlanması çeşitli oral ilaç kombinasyonları ile mümkün olabilmektedir. Son dönemde Faz III ise, insülin replasman tedavileri uygulanması gerekmektedir. Tip 2 diyabetiklerde sekonder diren ç adını alan bu döneme geçisin %2-5 hasta/yıl olduğu bildirilmektedir (51). Tip 2 Diabetes Mellitus’ta Đzlem Diyabet klinik semptomlarının başladığı henüz beta hücre uyaranlarına veya insüline gereksinim duyulmadan, glisemi ayarının diyet ve egzersizle sağlanabildiği zamana kadar geçen süreç Tip 2 diyabette erken klinik dönem olarak kabul edilir. Uzun süre sonra beta hücre yedeği tükenebilir ve hasta insüline bağımlı hale gelir. 19 Buna geç klinik dönem denir. Kesin tanı klinik semptomların olması, metabolik ve insülin rezistansının varlığını araştıran tetkiklerle konur. Đlk vizite yapılması gerekenler; a) Ayrıntılı anamnez, ( özgeçmişinin, soygeçmişinin ve soyağacının incelenmesi) b) Fizik muayene 1. Sistemik muayene, boy ve vücut ağırlığının ölçülmesi 2.Oftalmolojik muayene 3. Nörolojik muayene 4. Diş ve periodontal hastalık yönünden inceleme 5. Cilt ve ayak muayenesi c) Laboratuar incelemeleri 1. Açlık, tokluk plazma glukoz düzeyi 2. HbA1C 3. Đdrar analizi ve gerekiyorsa idrar kültürü 4. Açlık lipid profili 5. Serum kreatinin, BUN 6. Mikroalbuminüri ve GFR tayini 7. EKG Sürekli izlemde yapılması gerekenler; a) Vizit sıklığı 2-3 ayda bir, insülin kullanıyorsa her ay bir kez b) Fizik muayene yılda bir kez sistemik, her yıl oftalmolojik muayene c)Laboratuar incelemeleri 1.Açlık ve postprandiyal glisemi ölçümü (haftanın bir günü en az günde 4 kez kendisi) 2.Đdrar tetkiki(her vizit) 3.HbA1C (3 ayda bir) 4.Mikroalbuminüri (başlangıç mikroalbuminüri varsa her 6 ayda bir, yoksa yılda bir kez) 5. Serum kreatinin, BUN, GFR (her yıl, sürekli proteinüri saptandıktan sonra 3 ayda bir) 20 6. EKG (yılda bir kez) 7. Lipid profili (yılda 1 kez, hiperlipidemisi olan ve ilaç tedavisi verilenlerde 2-3 kez) Diabetes Mellitusun Komplikasyonları Diyabetin hem kendisi hem de oluşan uzun süreli komplikasyonları, yalnızca hastayı değil, aynı zamanda hasta yakınlarını, çevresini ve toplumu da sosyal ve ekonomik yönden ilgilendiren sonuçlar doğurmaktadır. I. Akut (metabolik) komplikasyonlar (52) • Hiperozmolar non-ketotik koma • Diyabetik ketoasidoz • Laktik asidoz • Hipoglisemi II. Kronik (dejeneratif) komplikasyonlar (53,54) A. Mikrovasküler komplikasyonlar • Diyabetik nefropati • Diyabetik retinopati • Diyabetik nöropati B. Makrovasküler komplikasyonlar • Hipertansiyon • Koroner arter hastalığı • Serebrovasküler hastalık C.Diğer kronik komplikasyonlar • Gastrointestinal (gastroparezi, diyare) • Genitoüriner (üropati, seksüel disfonksiyon) • Dermatolojik • Kemik ve mineral metabolizma bozuklukları • Diyabetik ayak • Psikolojik problemler ve psikiyatrik bozukluklar Yeni tanı koyulmus tip 2 diyabetlilerde %20-30 oranında diyabetik retinopati, %1020 mikroalbuminüri (%40’ında hiperfiltrasyon)%30-40’ında HT, %50-80’ninde dislipidemi 21 ve %80-100’e yakın oranlarda vasküler disfonksiyon görülmektedir. Bu nedenle erken tanı ve tedavi önemli yer tutmaktadır(55) Makrovasküler Komplikasyonlar: Diabetin makrovasküler komplikasyonları ilerlemiş ateroskleroza sekonder olarak olarak gelişirler. Diyabet ateroskleroz için bir risk faktörüdür. Nondiabetiklerde de gözlenen kardiovasküler değişikliklerden farklılık göstermezler. Fakat bu kardiyovasküler değişiklikler diabetik hastalarda daha erken yaşlarda ortaya çıkar daha süratli ve agresif ilerler. Tip 2 diabetiklerde makrovasküler komplikasyonlar ölümlerin %80 nedenidir ve bunların da %60 bulunduğu Tip 2 koroner diyabetde kalp hastalığındandır. Özellikle insulin rezistansının hiperinsülinemi, muhtemelen düz kas hücresi proliferasyonunu stimule ederek, makrovasküler hastalık oluşumunda etkili olmaktadır. Hipertansiyon prevelansı tip 2 diabetiklerde en az 2 kat daha fazladır. Çünkü bu hastalarda obezite ve insülin rezistansı sıklıkla diabete eşlik eder. Bu hastalarda hipertansiyon iyi bir şekilde tedavi edildiği takdirde makrovasküler komplikasyonlara ait morbitide ve mortalitenin önemli derecede azaldığı gösterilmiştir (56). Diabetin makrovasküler komplikasyonları: 1. Diabetik kalp hastalığı (KAH, Dilate KMP, kardiak otonom nöropati) 2. Periferik arter hastalığı (kladikasyon, iskemi, amputasyon) 3. Serebrovasküler hastalık (iskemik CVA, Hemorajik CVA) Diabetik kalp hastalığı; koroner kalp hastalığı, diabetik kardiyomiyopati ve diabetik kardiyovasküler otonom nöropati şeklinde olabilir. Periferik arter hastalığı; diabetiklerde bacak ve ayak amputasyonları 5 kat daha fazladır. Diz altındaki ufak ve orta çaplı damar lezyonları, mikrovasküler hastalık ve nöropati ile birlikte gangren oluşumu kolaylaştırır. Serebrovasküler hastalık; beyin kan akımını sağlayan büyük damarlar, ateroskleroz 22 nedeniyle değisikliğe uğrar, bu damarlarda trombus oluşumu,diabetiklerde hiperkoagulabilite yaratan faktörlerin de yardımıyla daha sık gorülür. Diyabette trombotik inme riski 2-6 kat artmıştır. Diabetiklerde inmeler daha ölümcül olmakta ve daha fazla sekel bırakmaktadır. Kanama tipi inmeler, diabetik hastalarda %8 oranındadır(57). Tip 2 Diabet ve Kardiyovasküler Hastalık: Diyabetes Melltus, koroner arter hastalığı ve inme gelişimi için oldukca önemli bir risk faktörüdür (57,58). Diyabetik olmayanlardaki %30 oranına karşı, diyabetik hastalar arasındaki tüm ölümlerin %80’i ateroskleroz kaynaklıdır. Diyabet tüm hasta gruplarında aterosklerozun doğal seyrini hızlandırmakta ve daha yaygın aterosklerotik lezyonla birlikte daha fazla koroner damar tutulumuna neden olmaktadır(59,60). Kardiyak kateterizasyon yapılan diyabetik hastalarda anlamlı derecede daha ciddi distal ve proksimal koroner arter hastalığı görülmüştür (61,62). Bununla birlikte, plak ülserasyonu ve trombozun diyabetik hastalarda anlamlı olarak daha yüksek olduğu bulunmuştur(63,64). Kardiyovasküler komplikasyonlar koroner arter hastalığı, periferik arter hastalığı, nefropati, retinopati, kardiyomiyopati ve olasılıkla nöropatiyi içermektedir Hipergliseminin derecesi ve süresi mikrovasküler komplikasyonların gelişimi için kuvvetli risk faktörleridir (65); ama tip 2 diyabette, makrovasküler komplikasyonların hastanın diyabet süresi veya şiddeti ile bağlantılı olduğu gösterilememiştir (66,67). Bozulmuş glukoz toleransı bile, hiperglisemi minimal olmasına rağmen kardiyovaskuler riski arttırır (68,69). Tip 2 diyabet gelişimine genetik yatkınlığı olan insanlarda bir problem olduğuna dair tespit edilebilen ilk bulgu, diyabet gelişiminden 15- 25 yıla kadar uzun süreler önce görülebilen insulin direncidir(70). Birkaç prospektif calışma aclık ve postprandiyal hiperinsülinemi ile gelecekte KAH gelişimi arasında bir birliktelik olduğunu göstermiştir(71,72). Tip 2 diyabette, hipergliseminin kendisi ateroskleroz ilerleyişini kuvvetlendirmede önemli rol oynar. Hipergliseminin, üzerinde aterojenik hale geldiği eşik değer s eviyesi bilinmemektedir ancak bozulmuş glukoz toleransı olarak tanımlanan aralıkta olabilir. Tüm bu faktorlerin oynadığı role rağmen, toplum temelli çalışmalar hiperglisemi derecesinin koroner arter hastalığı ve kardiyovasküler olaylar için riski arttırdığını göstermektedir. UKPDS çalışması tip 2 diyabetik hastalarda glisemik kontrolle ilgili en büyük ve en 23 iyi yürütülmüş çalışmadır. Yeni tanı konmuş tip 2 diyabetlilerde sıkı glisemik kontrolün mikro ve makro anjiyopatiyi azaltmada etkisi sorgulanmıştır(73,74). Sıkı glisemik kontrol 108mg/dL’den düşük açlık plazma glukozu olarak tanımlanmış ve sıkı glisemik kontrolle makro ve mikrovaskuler komplikasyonlarda anlamlı azalma olduğu gösterilmiştir. Diyabette kardiyovasküler risklerin mekanizmaları: Tip 2 diyabetli hastalarda lipid anomalileri sadece hiperglisemiyle değil aynı zamanda insülin dirençli ortamda karşılıklı etkileşimle ilişkilidir(75,76). Tip 2 diyabetli hastaların düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) seviyeleri normal olabilir ancak çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) ve trigliserid seviyeleri artmıştır ve yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) seviyeleri düşmüştür(77). LDL normal olsa da aterojenik özellikleri artmıştır. LDL’nin reseptör aracılıklı hücre içi alımında ve temizlenmesinde bozulma vardır(78,79,80). Glukolizasyon LDL’yi oksidatif değişikliklere daha hassas hale getirir. LDL’ nin hem glukolizasyon hem de oksidasyonundan oluşan ortak ürün çok daha aterojeniktir(81). Bu şekildeki LDL molekülleri aortik intimal hücreler ve makrofajlar tarafından daha kolaylıkla alınır ve köpük hücrelerin oluşumuyla sonuçlanır. (82,83,84) Đnsulin direnciyle birlikte tip 2 diyabetli hastaların kücük ve trigliseridden zengin fakat içerisinde çok az kolesterol bulunan LDL parçacıkları vardır(85,86). Bu şekildeki LDL parçacıkları, muhtelemen oksidatif değişikliklere artmış hassasiyetlerine bağlı olarak, koroner arter hastalığı riskini toplam LDL seviyesinden bağımsız olarak arttırır. Diyabetik hastaların, artmış serbest yağ asidi mobilizasyonu ve yüksek glukoz düzeyleri nedeniyle VLDL seviyeleri yüksek değerlerdedir(87). Trigliseridden zengin büyük VLDL’lerin çokluğu küçük –yoğun aterojenik LDL parçacıklarında artış ile ilişkilidir(88). Birçok çalışma diyabetik hastalarda yüksek trigliserid seviyelerinin artmış koroner arter hastalığı riski ile birlikte olduğunu göstermiştir(89,90). Buna karşın a rtmış trigliserid seviyeleri diyabetik olmayan kişilerde koroner arter hastalığı riski ile ilişkili değildir. Diyabetiklerde HDL’nin artmış yıkımı ve azalmış üretimi söz konusudur. Diyabetik hastalarda artmış trombosit kümelenmesi görülür ve bu durum artmış kardiyovasküler olaylar ile korelasyon gösterir (91,92,93). Ana mekanizmanın artmış tromboksan üretimi olduğu 24 zannedilmektedir(94,95). Diyabetik hastalarda artmış kardiyovasküler olay insidansının trombosit hiperagregasyonu ile korele olduğu gösterilmiştir (93). Diyabetik hastalarda vasküler komplikasyonlarla korele olarak yüksek von Willebrand faktörü seviyeleri vardır (96,97). Đnsülin direnciyle yüksek von Willebrand faktörü seviyeleri arasındaki ilişki gösterilmiştir(98). Benzer şekilde diyabetik hastalarda çoğunlukla artmış fibrinojen seviyeleri görülür ki bu da kardiyovasküler komplikasyonla r için öngörücüdür (99,100,101). Fibrinojen seviyeleri glisemik kontrolü yansıtır. Diyabetik hastalarda Faktör 5, 7,10,11,12 seviyeleri de yükselmiştir(102,103,104). Faktör 7 seviyeleri direkt olarak açlık plazma glukoz seviyeleri ile koreledir(104). Artmış plazminojen aktivator inhibitör-1(PAI-1) seviyeleri insülin direnç sendromunun özelliğidir. Açlıkta plazma insülin seviyelerinin PAI-1 konsantrasyonu ile direk olarak korele olduğu gösterilmiştir. Hiperglisemi; VCAM-1, ICAM-1 ve E-Selektin gibi adezyon moleküllerinin ekspresyonunu arttırır(105). Hiperglisemiye bağlı endotel disfonksiyonunun birincil olarak, endotel kaynaklı gevşeme faktorünü (EDRF) inaktive eden serbest oksijen radikallerinin artmış oluşumuna bağlı olduğu düşünülmektedir(106,107). Süregelen hiperglisemi zemininde serbest radikallerin seviyelerinin artması, glukozun oksidasyonu (108), lipidlerin oksidasyonu ve ileri glukozilasyon son ürünlerinin (AGE) metabolizması ile sonuçlanır(109,110). AGE’ler süratle nitrik oksidi inaktive ederler ve endotele bağlı vazodilatasyonun azalmasına neden olurlar. (111) Yakın zamanda açlık plazma glukoz konsantrasyonları bozulmuş hastalarda endotel disfonksiyonu oluştuğu in vivo olarak tespit edilmiştir(112). Diyabeti ve aterosklerozu olan hastalarda, aterosklerotik plaklarda ve miyokartda immunhistokimyasal yöntemlerle AGE birinkintileri gösterilmiştir (113). Bununla birlikte; serum AGE konsantrasyonları koroner arter hastalığı olan olan tip 2 diyabetlilerde, olmayanlara göre belirgin olarak artmıştır (114). Kardiyovasküler hastalık ve ateroskleroz gelişimi için iyi bilinen risk faktörleri 2001 yılında “ National Cholesterol Education Program (NCEP) ” tarafından yayınlanmıştır. Yapılan çeşitli calışmalarda bu klasik faktörlerin yanı sıra diğer başka risk faktorleride tanımlanmıştır. Bu risk faktörlerine yeni tespit edilmiş bazı faktörlerde eklenmiştir. Yeni risk faktörleri; Apolipoprotein B, Apolipoprotein A, trigliserid, trigliseritten zengin lipoprotein kalıntıları, bozulmuş açlık glukozu olarak belirlenmiştir. 25 Aterosklerozun belirlenmiş CEP risk faktorleri: 1- Yaş: Erkek > 45/ yıl Kadın>55 /yıl 2- Hipertansiyon ( kan basıncı > 140/90 mmHg yada antihipertansif tedavi alan) 3- Sigara içimi 4- Ailede erken yaşta koroner kalp hastalığı : (1. dereceden erkek akraba < 55 yaş, kadın akraba <65 yaş) 5- Serum HDL < 40 mg/dL 6- Diyabet koroner kalp hastalığının risk eşdeğeri olarak kabul edilmektedir(115). Diğer risk faktorleri: 1- Serum lipoprotein (a) >33 mg/dL 2- Serum homosistein >10nmol /L 3- Kücük yoğun LDL partikülleri 4- Serum VLDL / trigliserid >0,3 5- Hiperinsülinemi ve insülin direnci 6- Abdominal obezite 7- Yüksek serum CRP konsantrasyonu 8- Yüksek lökosit ve/veya yüksek hematokrit 9- Antioksidan vitaminlerin eksikliği 10- Arkus senilis 11- Klamidya enfeksiyonu 12- Yüksek plazma fibrinojen, Faktor VII-VIII, PAĐ-1 Mikrovasküler Komplikasyonlar: Diyabetik komplikasyonların oluşmasında rol oynayan faktörler her ne kadar anlaşılmamışsa da etkili olduğu bilinen bazı mekanizmalar şunlardır; a) Proteinlerin nonenzimatik glukolizasyonu b) Poliyol-miyoinositol yolunun yoğun calışması c) Hiperfiltrasyon ve hipertansiyon gibi hemodinamik değişiklikler d) Endotel, endotelin destekcisi dokular ve ekstraselluer matriksin primer bozuklukları e) Koagulasyon sistemi ve büyüme faktörlerine ait anormallikler 26 Diyabetik efropati: Diyabetik nefropati özellikle batı ülkelerinde son dönem böbrek yetmezliğinin en sık nedenidir. Diabetik nefropatinin insidansı Tip 1 ve Tip 2 diyabet birbirine yakındır. Tip 1 diyabetli hastalarda %30-40 diyabetik nefropati görülür. Toplumsal verilere dayanan çalışmalara göre Tip 2 Diyabette nefropati prevalansı %5-10’dur. Bunun nedeni bu hastaların uzun bir subklinik hiperglisemi yaşamış olmalarıdır. Benzer calışmalar diabetik nefropatinin insidansının Tip 2 diyabet hastalarında 20.yıldan sonra %25-60 olduğunu göstermiştir. Tip 2 diyabet Tip 1 diyabete göre 15 kat daha fazla görülmektedir. Bu da tip 2 diyabet prevelansının daha yüksek görülmesine neden olmaktadır.(116) Hastaların %35’i son dönem böbrek hastalığı geliştirerek dializ ve renal transplantasyon gerektirirler. Tip 1 diyabeti olanlarda proteinürisi olanların 40 yıl sonra sağ kalma olasılıkları %10 iken, olmayanlarda bu olasılık %70’dir. Makroproteinürisi olan diabetik hastaların %50’si 10 yıllık izlemde olurken, olmayan-larda ölüm oranı %2’dir(117). Nefropati ilk 5 yılda nadirdir. 14-16 yıllık diabet süresinde nefropati gelişme riski pik yapar(118). Diabetik nefropatinin normal böbrek fonksiyonundan son evre böbrek yetersizliğine kadar giden birbirinden farklı 5 evresi vardır(119). Evre1 (Hiperfiltrasyon ve hipertrofi evresi): Diyabetin tanısının konduğu anda mevcuttur. Glomerüler filtrasyon hızı GFR %20-40, böbrek plazma akımı %9-14 ve idrar albumin atılımı artmış olarak bulunur. Hipertrofik olduğu ultrasonografi ile de gösterilebilir. Normogliseminin sağlanması ile birlikte nefropati daha ileri klinik evrelere geçmeden geriler. Bu evre 2 yıl kadar sürer. Evre 2 (Sessiz devre): Klinik bulgu yoktur. Ama morfolojik değişiklikler yıllar boyu sessiz bir şekilde gelişir. 10-15 yıl kadar sürer. GFR hala yüksektir, hiperfiltrasyon devam eder. Kan basıncı ve idrar albümin atılımı normaldir. Glomerul bazal membranında kalınlaşma, mezengium hacminde artma izlenir. Birçok hasta bu evreden 3. evreye geçmez. Đyi glisemi kontrolü ile düzelme gözlenebilir. 27 Evre 3 (Başlangıç nefropati devresi): Devamlı mikroalbuminüri diyabetin başlangıcından itibaren 6-15 yıl sonra başlar.Üriner albumin ekskresyonu (UAE) mikroalbümürik düzeyde, yani 30-300mg/24saat veya 20-200 mg/dk arasındadır. Aşikar nefropatinin habercisidir. Hastanın mikroalbuminürik olduğunu kanıtlamak için 6 ay içerisinde en az 3 adet 24 saatlik idrarda mikroalbüminüri tayin edip, en az ikisini pozitif bulmalıyız. Mikroalbüminüri kan basıncında hafif fakat fark edilir bir yükselme ile birliktedir. GFR inmiş olmasına rağmen hala normalin hafif üzerindedir. Bu devre 10-20 yıl kadar sürer. Bu dönemde birçok hastada hipertansiyon sınırına varmayan progressif kan basıncı artışı gözlenir. Đyi glisemik kontrol, protein kısıtlaması (<0,8 gr/kg/gün) ve antihipertansif tedavi (özellikle ACE inhibitörleri ve Anjiotensin Reseptör Blokerleri) ile üriner albumin ekskresyonu artışı azaltılarak klinik nefropatiye gidiş süresi geçiktirilebilir. Evre 4 (Azotemik devre): Evre 3 den sonra değişmez bir şekilde 4.evre gelişir. Yerleşik nefropati mevcuttur. Hipertansiyon belirgindir. Proteinüri yılda %15-40 civarında artar ve GFR yılda 10 ml/dk azalır. Glomerüler kapiller bazal membranda kalınlaşma, kapillerin mezanjial genişleme sonucu ezilmesi ve buna bağlı olarak glomerüllerin tahribatı görülür. Tedavi edilmezse terminal dönem böbrek yetmezliği devamlı proteinürinin 7.yılında kendini gösterir. Evre 5 (Üremik devre): Tabloya son dönem böbrek yetmezliği hakimdir. Albuminden daha büyük proteinlerin, örneğin beta 2 mikroalbuminin atılımı söz konusudur. GFR110ml/dk’dır. Ağır hipertansiyon, üre ve kreatinin yüksekliği vardır, hipoalbuminemi, yaygın ödem ve nefrotik sendrom tablosuyla birlikte olabilir. Koroner vasküler hastalık en sık ölüm nedenidir. GFR 15-20 ml/dk’ nın altına indiğinde hastalar renal replasman (peritoneal diyaliz, hemodiyaliz vb.) programına alınmalıdır. Arteriel hipertansiyon ve böbrek yetersizliği olsun veya olmasın proteinürinin varlığı en az 5 yıldır diyabeti olan hastada başka bir nedene bağlı değilse, diyabetik nefropati olarak değerlendirilir. Tip 2 diyabette tanı anında nefropati olabilir. Son 6 ay içindeki 3 idrar 28 örneğinin en az ikisinde pozitif sonuc elde edilmesi mikroalbuminüri varlığını kanıtlar(120). Aşikar nefropati geliştikten sonra tedavi başlanmayan hastaların glomeruler filtrasyon hızları (GFR) kademeli olarak, ortalama yılda 2-20 ml/dk olarak azalmaktadır. Diabetik nefropatinin mikroalbuminürik tedavisinde; normoalbuminürik risk altındaki hastalar, diabetik hastalar ve aşikar diabetik nefropatili hastalar ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Normoalbuminürik risk altındaki hastalarda glisemik kontrolun temini ve varsa hipertansiyonun agresif şekilde tedavisi gereklidir.Normoalbuminuriye karşın ACEĐ‘nin kullanılmasının diabetik nefropati progresyonunu geciktirdiği gösterilmiştir(121). Diabetik nefropatili hastalar, normalde bir çok diğer komplikasyona sahiptir ve nefropati evresi ilerledikçe problemler artar. Hepsinde sıklıkla proliferatif olan retinopati mevcuttur. Çok büyük bir kısmında koroner arter hastalığı vardır ve bundan kaynaklanan ölüm riski proteinürisi olmayan hastalara göre bir çok kez daha yüksektir(122). Diyabetik nefropatinin tedavisinde en önemli ilk adım, yoğun insulin tedavisi ile kan şekeri regülasyonudur. Böylece nefropatinin başlamasını geciktirdiği veya ilerlemesini yavaşlattığı, gösterilmiştir. Tedavide kan basıncı kontrolünün sağlanması önemli yer alır. ACE inhibitorleri ve Angiotensin II Reseptor antagonistlerinin mikroalbuminüri ile aşikar proteinüriyi azaltması açısından kullanılması öngörülmektedir. Bu etkisini hem glomerül içi basıncını düsürerek hem de doğrudan bazal membran gecirgenliğini değistirerek göstermektedir. Öt e yandan ACE inhibitörlerinin, kardiyoprotektif etkilerinin de olması antihipertansif tedavide seçilmeleri için ikinci bir avantajdır. Proteinden kısıtlı diyet nefropatinin seyrini yavaşlatmaktadır. Tüm diyabetik hastalarda GFR 15-20ml/dk’ nın altına inince hemodiyaliz ve diğer renal replasman tedavilerine başlanmalıdır(120). Diyabetik öropati: Diyabetik nöropati terimi, diğer periferik nöropati nedenleri dışında diabetes mellitus seyrinde klinik veya subklinik düzeyde ortaya çıkabilen, periferik, somatik ya da otonom sinir tutulumlarını ifade eder. Bulgular hem periferik, hem de otonom sinir sistemi ile ilgili olarak ortaya çıkar. Nöropati diabetin en sık rastlanan komplikasyonlarından biridir. Diabet tanısı konduğunda hastaların %l0' unda nöropati bulunurken diabet yaşının artmasıyla, örneğin 20 yılın sonunda bu oran %50 olmaktadır. Bir başka deyişle diabetik nöropati diabet yaşı ile birlikte görülme sıklığı artan bir komplikasyondur. Tip 2 diyabet tanısı konduktan sonra 9 yıl 29 içinde nöropati başladığını gösteren güçlü deliller vardır. Cinsiyet, bölge, ırk farklılığı göstermekle beraber, bazılarında kötü kontrole karşın daha geç görülmesi yada görülmemesi genetik katkıyı telkin etmektedir (123). Diabetik nöropati klinik olarak simetrik, duyusal ve otonom nöropati şeklindedir. Sinir biyopsilerinde akson dejenerasyonu ve rejenerasyonu, demiyelinizasyonu varsa nervorumlarda anormallikler ve ağır nöropatilerde kapillerlerde tıkanma görülür. Nörofizyolojik tetkikler sırasında motor ve duyusal iletilerde hızın yavaşladığı ve iskemik iletim yetmezliği olduğu gözlenir. Nöropatinin oluşumunda diğer komplikasyonlar da sözü edilen kronik hipergliseminin olumsuz etkileri (poliol ve miyoinositol yollarının çalışması, akson iletisinde bozukluk oluşması, nonenzimatik glukozillenmiş proteinler) söz konusudur. Fokal nöropatilerde damarsal faktörlerin de katkısı olur(124). Diyabetik öropatilerin Klasifikasyonu: 1-Simetri Polinöropatiler - Duyusal veya sensörimotor polinoropati - Simetrik proksimal alt ekstremite motor nöropatisi - Otonomik nöropati 2-Fokal ve Multifokal nöropatiler - Kranial nöropati - Gövde ve ekstremite mononoropatisi Asimetrik alt ekstremite motor nöropatisi 3-Mikst formlar Anamnez alınırken, öncelikle diyabet dışı nedenler dışlanmalıdır (toksik, metabolik, mekanik, vasküler v.b). Sonra, ailevi diabetik periferik nöropati ve metabolik kontrol sorgulanmalıdır ve en son Nöropatik ağrının özellikleri belirlenmelidir. Diyabetik retinopati: Diabetik retinopati, gelişmiş ülkelerde halen 20-74 yaş arasında önde gelen körlük nedenlerindendir. Tipik mikroanjiopatik lezyonlar retinopatiyi oluşturur. Diabetin süresi uzadıkça retinopati sıklığı ve derecesi artar. Diabetik retinopatide kapiller permabilite artışı, kan viskozitesinde artış ve trombosit agregasyonu artışı büyük önem taşır. Bunların sonucunda retinada mikrookluzyonlar ve iskemik alanlar gelişir. 30 Diabetik retinopati sınıflandırılması: 1. Non-proliferatif retinopati: a) Background retinopati: - Mikroanevrizma ve hemoraji - Sert eksuda oluşumu Maküler ödem olabilir b) Preproliferatifretinopati: - Venöz genişlemeler - Atılmış pamuk görünümünde yumuşak eksudalar - Retina içi kanamalar - Retina içi mikrovasküler oluşum (IRMA) 2.Proliferatif retinopati: - Papilla ve retinada yeni damar oluşumu - Vitreus içi kanamalar - Fibro-vasküler proliferasyon - Retina dekolmanı- Iriste yeni damar oluşumu (rubeozis iridis) Diabetik hastalarda retinopati dışında vitroz kanama, rubeozis iridis, glokom, juvenil katarakt ve okuler kas felcine (3,4,6. Kafa çiftlerinin felci) bağl ı olarak da göz tutulumu olabilir(125). Diabetik retinopatide prognoz yönünden e n önemli kısım makuladır. Diabetik makulopatinin iyi tanınması ve değerlendirilmesi gerekir Diabetes MellitusTedavisi Diyabet dünyada milyonlarca kişiyi etkileyen kronik bir hastalıktır. Günümüzde diyabet için tam bir iyileşmeden söz edilemez. Diyabet gibi kronik bir hastalık için amaçlar hastalanan bireylerin yaşam standartlarının korunması ve kronik komplikasyonların en alt düzeye indirilmesidir. Diyabet tanısı konduktan hemen sonra tedaviye geçilmelidir. Seçilecek tedavi diyabetin tipine göre ayarlanmalıdır. Diyabet tedavisinde köşe taşları diyet, egzersiz ve yaşam stilinin modifikasyonudur(126). Egzersiz: Tip2 diyabette diyet ile birlikte egzersiz tedavinin ilk basamağıdır. Düzenli aerobik egzersiz (yürüme, yüzme, bisiklete binme), hücre düzeyinde insülin duyarlılığını doğrudan iyileştirici etkisi vardır. Egzersiz glisemik kontrolu düzenler, insülin rezistansını azaltır, kiloyu azaltır, lipid profilini düzeltir ve diğer kardiyovasküler risk faktörlerini azaltır. Egzersiz adale üzerinde önemli etkilerini GLUT 4 miktarını ve glikojen sentaz aktivitesini arttırarak yapar. Đdeal olarak haftada en az üç kez olacak şekilde her seferde 45 dakika yapılmalıdır. 31 Koroner arter hastalığı olan tip 2 diyabet hastaları için egzersiz sakıncalıdır. Bu nedenle 40 yasın üzerindeki tip 2 diyabetli hastalarda egzersize başlamadan egzersiz tolerans testi yapılmalıdır. Ayrıca proliferatif retinopatisi olanlarda yoğun aerobik egzesiz yerine izometrik egzersiz yapılmalıdır(126). Diyet: Plazma glukozunu normale döndürmek, öğün sonrası kan şekeri oynamalarını baskılamak, obeziteyi azaltmak ve ayrıca lipit ve protein metabolizması homeostazı düzenlemek amacıyla gerçeklestirilen bir diyabet tedavi stratejisi için son derece önemlidir. Toplam kalorinin %12-15’i protein, %50-60’ı karbonhidrat ve %30’u yağlardan oluşan (doymuş yağ asitleri %7’den az olacak)bir diyet önerilir. Hasta obez ise 20kcal/kg’lık bir diyet ile kademeli kilo vermesi sağlanır. Android tarzdaki abdominal yağlanma Tip 2 diyabet gelişmesinde bağımsız risk faktörüdür. Kilo kaybı ile insulin rezistansı azalır. Ayrıca kalori kısıtlaması hepatik glukoz yapımını azaltır ve insülinin etkilerinde düzelme ortaya çıkar. Hepatik glukoz yapımındaki azalma açlık plazma glukozunu düşürür ve uzun dönemde metabolik kontrolde etkili olur.(64,65) Diyet ve egzersizin glisemik kontrolu sağlayamadığı durumlarda oral hipoglisemik ajanların kullanımına geçilir(126). Oral Antidiyabetik Ajanlar: A- Sekretegog (Đnsulinotropik) ajanlar: Sulfanilüreler(SU): Sulfanilüreler primer etkilerini pankreas üzerinde gösterirler. Đnsulin sekresyonunu artırılar. ATP sensitif K kanallarını inhibe ederler, voltaja bağımlı Ca kanalları açılır, intraseluler Ca konsantrasyonu artar ve insülin salınımı gerçekleşir. Ekstrapankreatik etkileri arasında periferik dokularda insülin duyarlılığını arttırmaları ve hepatik glukoz yapımını azaltmaları sayılabilir. Tip 2 diyabetli hastaların %20-25’i Sulfanilüreler’e primer cevapsızlık gösterirler. Başlangıçta iyi glisemik kontrol gösterenlerde de her yıl %5-10 oranında sekonder cevapsızlık gelişebilir. En önemli yan etkileri hipoglisemi ve kilo alımıdır. Zayıf tip 2 diyabetlilerde tercih edilirler (126). 32 Sulfanilüre Dışı Đnsülin Sekretogogları(Meglitinid grubu): Repaglinid ve nateglinid sulfanilüre benzeri etki ile ATP sensitif K kanallarının kapatır. Etkisi hızlı başlayıp, kısa süre etkilidir, böylece hipoglisemi riski azalmiştır. Özellikle postprandiyal hiperglisemilerin yoğun olduğu erken dönem tip 2 diyabette etkilidir. Öğünlerden 10-15 dakika evel alınmalıdır. Sulfanilurelerle birlikte kulanılmaz. Đnsulinotropik ajanlar insülin eksikliği gelişmemiş, kilolu olmayan tip 2 diyabetlilerde tercih edilir. Obez tip 2 diyabetiklerde insülinotropik ajanlar 2.basamak olmalıdır(126). B-Đnsülin Duyarlılığını arttıran ilaçlar(sensitezer): Biguanidler: Günümüzde kulanımda olan tek üyesi metformindir. Metformin hipoglisemik etkisini periferik insulin duyarlılığını arttırarak, glukoz emilimini azaltarak ve hepatik glukoneogenezi azaltarak gösterir. Đnsülin sekresyonunu arttırmaz. GLUT 1 ve GLUT 4’un plazma membranına translokasyonunu arttırarak glukoz transportunu olumlu yönde etkilemektedir. Metformin ince barsaktan emilir, plazma proteinlerine bağlanmaz ve idrarla değişmeden atılır. Böbrek ve karaciğer fonksiyon bozukluğu olanlar ve aşırı alkol tüketenlerde kullanılmamalıdır. Anorektik etkisi nedeni ile obez tip 2 diabetiklerde ilk tercih olmalıdır. Metformin diğer ilaclarla ( SU, Glitazon veya insulin) birlikte kullanıldığında glisemik kontrolu sağlamada sinerjistik etkileri vardır. Hipoglisemi yapmaz. Thiazolidinedionlar: Bu grup içinde kulanımda roziglitazon ve pioglitazon bulunmaktadır. Etkilerini peroksizom proliferatorle aktifleşen reseptörlere (PPAR-γ) bağlanarak gösterir. PPAR-γ reseptör agonistidir. PPAR’lar (peroksizom proliferator aktivated receptors) ligandla aktive 33 olan ve nüklear reseptör gen ailesi oluşturan transkripsiyon faktorleridir. PPAR-γ homestazdaki lipid ve glukoz metabolizmasındaki rol oynayan proteinlerin kodlanmasından sorumlu olan çeşitli genlerin ekspresyonunu değiştirir. PPAR’ların hem metabolik risk faktörlerine hem de vaskuler enflamasyona etkisi vardır. PPAR-γ yaygın bir sekilde adipoz dokuda bulunur ve adipoz dokunun diferansiasyonu ve fonksiyonuna etkisi vardır. PPAR-γ ‘nın enflamatuar genlerin ekspresyonu üzerinde inhibitör etkisi vardır. PPAR-γ’nın obesite ve tip 2 diyabet patofizyolojisinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bu molekül insüline yanıt veren genlerin transkripsiyonunda rol alır. Glitazonlar insülin mevcudiyetinde adale ve yağ dokusunda, insulin ile uyarılan glikoz alımını, GLUT 1, GLUT 4 reseptör ekspresyonunu arttırmaktadır. Ayrıca trigliserid klirensini ve glikojen sentetaz aktivitesini arttırırken, hepatik glukoneogenezisi azaltır. Glitazonların insülin sekresyonuna etkisi yoktur, insülin sensivitesini arttırır. Glitazonların hipoglisemi riski yoktur. Đnsulin rezistansının ön planda olduğu tip 2 diabetlilerde tercih edilmelidir. Bilinen karaciğer hastalığı olanlar ve ALT değeri normalin 2,5 katını aşmış vakalarda kullanılmamalıdır. Tedavinin ilk yılında 2-3 ayda bir karaciğer fonksiyon testlerine bakılmalıdır. Glitazon kullanan hastaların %5’ inde görülen ödemin nedeni; sıvı retansiyonu ve endotel permeabilitesindeki artıştır, tedavide diüretiklere yanıt alınamaz. Glitazon ile doza bağlı kilo artışı olur ve ilaç insülin veya SU ile kombine edildiğinde bu etki belirginleşir. NYHA’a göre efor kapasitesi III veya IV. derece olan vakalarda Glitazon grubu ilaç kullanılmaz. Glitazonlar hem kendi başlarına kulanıldıklarında etkilidirler hem de biguanidler yada sülfanilüreler, glinidler veya eksojen insülin ile kulanıldıklarında sinerjik etki oluşturmaktadırlar. Glitazonlar orta derece karaciğer disfonksiyonu olan yada başlangıc transaminazları normalin 2.5 katından yüksek hastalarda kulanılmamalıdır. Eş zamanlı insülin tedavisi alan hastalarda kilo alımı ve ödem artmaktadır. Đnsulin almakta olan tip 2 diyabet hastalarına Glitazonlar verilirken çok dikkatli olunmalı ve bu durumda insülin duyarlılığını artıran bu ilaçlar mümkün olan en düşük dozda başlanmalıdır. Tek başına özellikle iki doz uygulandığında , 8 mg/gün roziglitazonun HbA1c düzeylerinde %1.5’e varan oranlarda ve yine açlık glukozunda 58-78 mg/dl düzeylerinde düşüş sağladığı bildirilmiştir. Hem roziglitazon hemde pioglitazona bağlı ciddi hepatotoksisite bildirilmiş olsada, bu olgular nadir olup genellikle alkol tüketen ya da asetaminofen gibi diğer hepatotoksik ilaçları fazla miktarda tüketen hastalarla sınırlıdır. Hepatotoksisite nedeniyle Glitazon tedavisine başlamadan önce ve daha sonra tedavinin ilk yılında 2-3 ayda bir karaciğer 34 fonksiyon testleri bakılmalıdır. Karaciğer fonksiyon testleri üst değerin 3 katından fazla yükseldiğinde Glitazon’lar kesilmelidir. Glitazon kulanımıyla normalde görülen kilo alımı metformin eklenmesiyle azalmıştır. Metformin +Glitazon kombinasyonu giderek popularite kazanmıştır, çünkü metformin daha çok hepatik glukojenezi baskılarken, Glitazon’lar daha çok kas dokusunda insülin duyarlılığını artırmaktadır(127) Glitazon tedavisi, statinler, metformin, fenofibratlar ve ACEĐ’leri gibi çeşitli ilaçlar hsCRP’yi düşürmektedir. C-Alfa Glukozidaz inhibitorleri: Klinik kulanımda olan üyesi akarbozdur. Akarboz bir psodotetrasakkarid olup, barsak fırçamsı yüzünde bulunan alfa glukozidaz enzimlerini inhibe eder. Diyetteki oligo ve disakkaridlerin yıkımını engelleyerek glukoz emilimini geçiktirir ve postprandiyal hiperglisemiyi azaltır.Ayrıca enterohormonların sekresyonunu etkiler ve GĐP azalır, GLP-1 ise artar. Postprandial proinsülin düzeylerini düşürür, insülin gereksinimini azaltır. En onemli yan etkisi gastrointestinal sistemdedir. Gastrointestinal sistemle ilgili gaz, karın ağrısı gibi yan etkileri vardır. Diyet ile kontrol edilemeyen yeni tip 2 diabetikler, insulinotropik ajanlarla kilo alan ve hipoglisemi riski artan yaşlılarda ve komorbid hastalıkları bulunan ileri yaştaki hastalarda ilk tercih olabilir. Diğer tüm OAD’ler ve insulin ile birlikte kullanılabilir(126) D)Đnsulin: Tip 2 diabette OAD’e primer ve ya sekonder yanıtsızlık olduğunda insüline geçilmelidir. Erken dönemde insulin kulanımı glukoz toksisitesini azaltmakta endojen insülinin daha etkin kulanımına olanak sağlamakta ve kötüye giden beta hüçreleri üzerindeki stresi azaltmaktadır. En önemli istenmeyen etki hipoglisemi ve kilo alınmasıdır. Đnsülin rejimlerinin tipi hastadan hastaya değişir, total dozu ayarlamak çoğu kez zordur. Obez tip 2 diabetiklerde ağır insülin rezistansı nedeniyle 1U/kg insüline ihtiyaç olabilir. 35 Tablo 1 Đnsan insülinlerinin ve analoglarının farmakokinetiği Pik (saat) Analog insülin Đnsan insülini Etki Başlangıcı (saat) Etki Süresi (saat) Regüler 0,5-1 2-4 6-10 PH 2-4 4-8 12-16 Lente 2-4 4-8 12-16 Ultralente 4-6 Öngörülemez 18-20 Lispro 5dk-15dk 1 4-5 Aspart 5dk-15dk 1 4-5 Glarjin 1-2 Düz 24 Detemir 2-3 6-8 24 Đnsulinler bolus insulin (aspart,lispro, regüler) ve bazal insulin (NPH, glarjin, levemir lente,ultralente) şeklinde gurublandırılabilir. Đnsulinler kendi aralarında veya OAD’lerle çesitli kombinasyonlar şeklinde kulanılabilir. (126,128) AKUT MĐYOKARD ĐFARKTÜS Tanım AMĐ, ciddi ve uzun süreli iskeminin yol açtığı irreversibl hücre hasarı ve nekrozu şeklinde tarif edilir. Hemen hemen tüm MĐ’leri koroner arterlerin aterosklerozisinden ve genellikle bunların üzerine eklenen akut koroner trombozisten meydana gelir. Trombozisin en sık nedeni aterosklerotik plağın çatlamasıdır. AMĐ’nde aterosklerotik proçesin nedeni ne olursa olsun sonuç, koroner arter ağacının lüminal daralması ve ardından total oklüzyondur. Đnfarktüs sonucu oluşan kontraktilite bozukluğu saniyeler içinde gelişir ve başlangıçta sadece tutulan segmentle sınırlıdır. 36 Sol ön inen dalın (LAD) tıkanmasıyla oluşan infarktüs, sol ventrikülün apikal ve anterior bölgelerinde, interventriküler septumda, anterolateral duvardaki papiller kaslarda ve sol ventrikülün inferoapikalinde gelişir. Sirkumfleks (Cx) artere bağlıinfarktüsler sol ventrikülün lateral ve inferoposterior duvarını tutarlar. Sağ koroner arter (RCA) tıkanmalarında interventriküler septumun inferior kısmı, posteromedial papiller kas infarktüsü ve ayrıca sağ ventrikül infarktüsü gelişebilir. Beslediği miyokard segmentleri göz önüne alındığında LDA tıkanmaları ejeksiyon fraksiyonunu en çok etkilemektedir. Miyokard iskemisi ve ardından gelişen infarktüs genellikle endokarttan başlar ve epikarda doğru yayılır.Akut koroner oklüzyon 15-20 dakikadan uzun sürecek olursa irreversibl kardiyak injuri başlar. Đrreversibl injurinin endokarttan epikarda doğru yayılması 4-6 saatte tamamlanır. Bu nedenle koroner kan akımının ilk 4-6 saatte tekrar sağlanması miyokard dokusunda nekrozun yayılmasını önlemektedir. Nekroza uğrayan dokunun miktarı kollateral kan akımının varlığına bağlıdır. MĐ’de mortalite ve morbiditenin major belirleyicisi miyokard hasarının büyüklüğüdür(129). Klinik Prezentasyon AMĐ’lü hastaların %20-60’ında prodromal semptomlar saptanabilmektedir.Bu belirtiler genellikle göğüs rahatsızlığı ile karakterizedir ve klasik angina pectoris’e benzemektedir. Fakat istirahatte veya hafif aktivite ile görülürler ve bu nedenle unstabil angina olarak sınıflandırılırlar(129). Prodromal sempomlar incelendiğinde, hastaların 1/3’ünde bu belirtilerin 1-4 hafta öncesinden başladığı görülmektedir. Geri kalan 2/3’lük kısmında ise son 1 hafta içinde oluşmuşur. AMĐ’nün en önemli klinik belirtisi ağrıdır. Ağrının şiddeti değişkendir, ancak pek çok hastada çok şiddetlidir. Genellikle 30 dk’dan fazla ve çoğunlukla birkaç saat sürer.Ağrısıkışma ve baskı tarzında olup, genellikle göğsüne birilerinin oturduğu şeklinde tarif edilir. Genellikle retrosternal yerleşimlidir, sıklıkla ön göğüsün her iki yanına yayılır ve sol tarafı tercih eder. Ağrı çoğunlukla sol kolun unlar yüzü boyunca aşağı doğru yayılır. Bazı olgularda ağrı epigastriyumda başlar ve abdominal hastalıkları taklit edebilir. Bazen AMĐ ağrısı, omuzlara, üst ekstremitelere, boyuna, çeneye ve interskapuler bölgeye yayılır ve yine sol tarafı tercih eder(130,131). 37 Önceden anginası olanlarda ağrının kalite ve lokalizasyonu önceki angina pectorise benzer. Ancak çok daha şiddetlidir ve uzun sürer, istirahat ve nitrogliserine yanıt vermez. Özellikle yaşlı hastalarda ağrı çok belirgin olmayabilir. Bu hastalarda AMĐ kendini sol ventrikül yetmezliği semptomları, terleme, bulantı, kusma, dispne, senkop, konfüzyon ve hatta stroke ile belli edebilir. AMĐ geçiren hastaların %50’sinde bulantı ve kusma görülür. Đleri derecede halsizlik, solukluk, soğuk terleme, baş dönmesi ve ölüm korkusu ağrıya eşlik eden diğer semptomlardır(131). AMĐ’lü hastalar endişeli, sıkıntılı ve oldukça rahatsız görünürler. Angina pectorisli hastaların aksine AMĐ’lü hastalar rahatsızdır ve rahat bir pozisyon bulmak için çaba harcarlar. Sol ventrikül yetmezliği ve sempatik stimülasyonu olan hastalarda soğuk terleme ve cilt soğukluğu olabilir ve genellikle bu hastalar otururlar(132). Kalp hızı, temeldeki ritme ve sol ventrikül yetmezliğinin derecesine göre bradikardiden taşikardiye kadar değişkenlik gösterebilir. Komplikasyonsuz AMĐ’lü hastaların çoğu normotansiftir. Hastaların çoğunda infarktüsü izleyen ilk 24-48 saat içinde ateş gelişir. Ateş, doku nekrozuna nonspesifik cevaptır. Vücut sıcaklığı, infarktüsün başlangıcından sonra 4-8 saat içinde yükselmeye başlar. Genellikle 7-8. günlerde normale döner. Sıcaklık genellikle 38-38.5 derece olur.(133) AMĐ’ten hemen sonra solunum sayısı hafifçe artar. Kalp yetmezliği olmayan hastalarda bunun nedeni anksiyete ve ağrıdır. Kalp yetmezlikli hastalarda solunum sayısı, yetmezliğin derecesi ile ilişkilidir. Akciğer ödemi tablosunda olan hastalarda solunum sayısı dakikada 40’ı aşar(132). Đnfarktüsten hemen sonra kalp sesleri, özellikle 1. kalp sesi sol ventrikül kontraktilitesinin azalmasına bağlı olarak hafifler. 4. kalp sesi sinüs ritmi olan AMĐ’lü hastalarda hemen daima duyulur. Bu ses atriyal kontraksiyonu ve sol ventrikül kompliyansının azaldığını gösterir. 3. kalp sesi genellikle yaygın sol ventrikül disfonksiyonunu yansıtır. Daha ziyade büyük infarktüslü hastalarda duyulur. Sistolik üfürümler, geçici yada kalıcı karakterde olup AMĐ’lü hastalarda sıklıkla duyulur. Genellikle papiller kas disfonksiyonuna bağlı MY’nden ya da sol ventrikül dilatasyonundan oluşur(133). 38 AMĐ’de Tanı Kriterleri: Miyokard infarktüsü tanısı için klasik olarak WHO kriterleri kullanılır; aşağıdaki kriterlerin ikisi varsa büyük ihtimalle, üçü varsa kesin olarak miyokard iskemisi tanısı konur: a. 20 dakikadan uzun süren iskemik tipte göğüs ağrısı olması b. Seri EKG çekimlerinde değişiklikler olması c. Kreatin Kinaz, Troponin-I ve Laktat Dehidrogenaz gibi kalp için spesifik enzim ve markırlarda artış ve düşüşler(134). WHO kriterleri, kardiak biyomarkırlara daha fazla önem vermek için 2000 yılında yeniden düzenlendi. Yeni tanımlara göre kardiyak troponindeki yükselişe eşlik eden tipik semptomlar, patolojik Q dalgası, ST elevasyonu veya depresyonu veya koroner girişimler MI için tanı koydurucudur(135). AMĐ’de Ayırıcı Tanı: a) Diğer kalp hastalıkları: - perikardit - pulmoner emboli - dissekan aort anevrizması b) Gastrointestinal sistem hastalıkları: - diffüz ösafagial spazm - ösafagial reflü - pankreatit - akut kolesistit - peptic ülser c) Kas iskelet sistemi hastalıkları: - kostosternal sendrom - interkostal nevralji - servikal radikülitis - miyozitis d) Solunum sistemi hastalıkları: - pnömoni - plörezi - spontan pnömotoraks e) Omuz eklemi hastalıkları 39 EKG Bulguları: Đnfarktüsten sonra enzimlerin yükselmesi saatler hatta günler gerektiğinden erken tedavi ve acil tedavideki yeri kısıtlı kalmaktadır. Halbuki EKG değişiklikleri çok daha erken olmakta ve böylece erken tanıdaki önemini yıllardır korumaktadır. Miyokart iskemi ve infarktüsünün saptanmasında EKG çok sensitiftir, fakat iskemi ve nekrozun ayırt edilmesinde çok yararlı değildir. Ağrı sırasında EKG değişikliklerinin olmaması ağrının iskemik natürde olmadığının bir delilidir, fakat ispatı değildir(136) T dalgası inversiyonuyla ST-T segment depresyonu iskemi yada infarktüsü yansıtabilir. ST-T segment elevasyonu AMĐ tanısı için daha spesifiktir ve epikardiyal koroner arterin total oklüzyonuna bağlı epikardiyal injuriyi gösterir. AMĐ’nün göstergesi anormal Q dalgalarının gelişmesidir. Anormal Q dalgalarının ortaya çıkması AMĐ için çok spesifiktir. Ancak hastaların %50’sinden azında bulunur. Diğer hastaların çoğunda T dalgası inversiyonu ya da ST segment depresyonu olur veya hiçbir değişiklik olmaz. Bu hastalar Q dalgasız miyokard infarktüsleri grubuna girer(137) ST segment elevasyonuna göre infark lokalizasyonu şu şekilde yapılabilir: Anteroseptal : V1-3 Anteroapikal: V2-4 Anterolateral: D1, aVL, V3-6 Yaygın Anterior: D1, aVL, V1-6 Lateral: D1, aVL, V6 Yüksek Lateral: D1, aVL Posterior: V1-2 (ST depresyonu) Posterolateral: D2, D3, aVF + V5-6 Sağ Ventrikül: V1 , V3R , V4R Đnferior: D2, D3 ve aVF (137) Akut miyokard enfarktüsü tanısında kullanılan enzimler: Biyokimyasal markerler hem miyokardiyal nekrozun tanısında, hem de prognozun belirlenmesinde yararlıdır. Đskemi sırasında miyokard hücresi membran bütünlüğünün bozulması sonucunda intraselüler makromoleküller önce interstisyuma, oradan da lenfatik dolaşıma geçer ve sonuç olarak periferik dolaşımda saptanabilirler. 40 Günümüzde, biyomarkerları yüksek olan tüm hastalara akut miyokard enfarktüsü tanısı konup konmaması gerektiği veya klinik olarak unstabil anginası ve az miktarda miyokard nekrozu bulgusu olan hastaların ayrı olarak ele alınıp alınmaması gerektiği de belli değildir. Đkinci grupta, biyomarkerların yükselmesi, uzun ve kısa vadedeki riski işaret eder ve muhtemelen farklı tedavi rejimlerini gerektirir(136) Kreatin Kinaz ve izoenzimleri: Kreatin kinaz (CK), bize uzun yıllar hizmet etmiştir ve halen pek çok laboratuarda ölçülmektedir. Ancak değerini giderek yitirmektedir, çünkü kardiyak hasarı gösteren daha spesifik izoenzim testleri vardır. CK’nın üç izoenzimi ve bir mitokondriyal formu vardır. Üç izoenzim, M ve B zincirlerinden oluşur. Bir çok dokuda MM izoenzimi ön plandadır. BB izoenzimi daha çok beyinde ve gastrointestinal sistemde bulunur. MB izoenzimi kalp için oldukça spesifiktir. Diğer dokularda az miktarda CK-MB bulunur, bu nedenle, akut ve kronik iskelet kası bulunan hastalarda yalancı pozitif yükselmeler tarif edilmiştir. CK-MB’nin ölçümü, uzun yıllar akut miyokard enfarktüsü tanısı için altın standart olmuştur. Artış, enfarktüsten 6 saat sonra başlar. Pik değerler, kabaca 24 saatte oluşur ve CK-MB 36-72 saatte normale döner. Bu nedenle 8-12 saatte bir kan alınması önerilir. Uygun klinik ortamla birlikte, yükselen ve düşen değerler oldukça diagnostiktir.(138) Herhangi bir nedene bağlı miyokardiyal hücre ölümü, CK-MB’de artışa neden olacaktır. Bu artışlar, kardiyak kontüzyon, elektriksel hasar, miyokard tutulumu ile birlikte ciddi perikardit ve miyokardit olan hastalarda açık bir şekilde gözlenmiştir. CK-MB’de artışın iskelet kası hasarına bağlı olabileceği olasılığı düşünülmelidir. Bu durumda oran kriterinin kullanılabileceği öne sürülmüştür. Bu yaklaşımın temeli, kalp, çok yüksek CK-MB oranı olan tek organ olduğu için, kandaki total CK miktarına göre daha yüksek CK-MB oranının, iskelet kasından ziyade kalp kasından salınımının olmasıdır. Yine CK-MB değerinin kronik böbrek yetmezliği tanısı olan hastalarda yüksek tespit edilmesi tartışma yaratmıştır. Bu artışlar kalsiyum, fosfor ve paratiroid hormonunun, protein kas turnover’i üzerindeki etkilerine bağlı olabilir.Yalancı pozitif artışların bir diğer nedeni de CK-MB klirensinin bozuk olduğu hipotiroidizm’dir(139). 41 Miyoglobin: Miyoglobin, kalp ve iskelet kasında bulunan düşük molekül ağırlıklı bir proteindir.(17.8kDa) Miyoglobin, miyokard enfarktüsünün duyarlı bir marker’idir ancak özgüllüğü yoktur. Miyokarddan hızla salınır ve böbrekten hızla atılır. Hızlı kinetiği nedeniyle, akut bir olayın başlangıcından sonra erken yükselir ve bu nedenle, kardiyak hasarın erken saptanması ve/veya ekarte edilmesi açısından güvenilirdir. Ancak özgüllüğü olmadığı için, güvenilir olan pozitif prediktif değerinden ziyade, negatif prediktif değeridir. 4-6 saatlik süre içinde miyoglobinde artış olmaması veya 6 saat geçtikten sonra artış olmaması, kardiyak hasarı ekerte etmek için doğru bir kriterdir.(139) Kalp için spesifik bir test olmaması ve maliyetinin yüksek olması nedeni ile rutinde kullanılan bir test değildir. Laktat Dehidrogenaz: Laktat dehidrogaz (LDH), tıpkı CK gibi pek çok dokuda bulunur. Kalp dışında özellikle böbrek, eritrosit, iskelet kası, beyin, mide ve karaciğerde bulunur. LDH’ın 5 izoenzimi vardır. Bu izoenzimlerden LDH-1 ve LDH-2 miyokard nekrozunun tanısında kullanılır. Serum total LDH aktivitesi, göğüs ağrısı başladıktan sonra 8-12 saatte yükselir, 2448 saat sonra pik değerine ulaşır, 7 gün veya daha uzun sürede normal değerine iner. LDH1/LDH-2 oranının > 1 olması miyokard nekrozunu gösterir. Hospitalizasyondan günler öncesi geçirilen enfarktüs tanısı için yararlı olabilir. Ancak günümüzde kardiyovasküler hastaların değerlendirme ve tedavisinde kullanılmamaktadır(139). Aspartat Aminotransferaz: Aspartat aminotransferaz (AST), enfarktüsten 8-12 saat içinde değerleri yükselmeye başlar, 24-72 saatte pik yapar ve 2-5 gün yüksek kalır. Serum seviyeleri pek çok hastalıkta yükselmektedir. Bu nedenle tanı koymada artık kullanılmamaktadır. Troponinler: Kardiyak troponinlerin geliştirilmesi, kardiyak hasar tanısında devrim yaratmıştır. Saptanan troponin izoformları, kardiyak hasar açısından tamamen spesifiktir ve bunların artan duyarlılığı ve uzun süren diagnostik penceresi, daha önce bilinmeyen pek çok bozukluğu saptamaya başlamıştır(139). 42 Üç kardiyak troponin vardır; troponin I(cTnI), T (cTnT) ve C (cTnC). Bu proteinler, aktin ve miyozinin kalsiyuma bağlı etkileşimini regüle ederler. cTnC, düz kasta bulunan troponin izoformu ile aynı olduğu için, kardiyak spesifisitesi yoktur. Ancak, cTnI ve cTnT’nin kardiyak formları, özel genlerden gelmektedir ve bu nedenle, kardiyak özgüllükleri yüksektir. Kardiyak özgüllük konusu, cTnI için barizdir. Günümüzde, cTnI kalp dışında hiçbir dokuda bulunamamıştır.( sadece neonatal gelişim esnasında bulunan dokular) Bu son gözlem önemlidir, çünkü CK’nın B zincirinde olduğu gibi, neonatal gelişim esnasında taşınan proteinler çoğunlukla doku hasarına yanıt olarak yeniden taşınırlar. Troponinlerin en önemli kullanım alanı AMĐ erken tanısıdır. Yapılan çalışmalarda troponinlerin AMĐ’ndeki duyarlılık ve özgünlüğünün diğer kardiyak enzimlerden daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Kardiyak hasarı tespit etmede cTnT ve cTnI eşit duyarlılık ve özgünlüğe sahiptir. Ancak böbrek yetmezlikli hastalarda cTnT değerinde yalancı pozitiflikler olabilmektedir. Bu nedenle AMĐ şüphesi olan kronik böbrek yetmezlikli hastalarda cTnI değeri daha iyi bir belirleyici olabilir(140). Miyokarditte cTnI ve cTnT degerleri CK-MB'den daha sensitiftir. Özellikle miyokardit seyrinde gelisen kalp yetersizligi durumunda, ilk bir ay içinde belirgin cTnI yüksekligi izlenmektedir(141). Troponin degerlerinin yükseldigi diger bir durum pulmoner embolidir ve pulmoner embolide 30 günlük mortalitenin degerlendirilmesinde cTnT veya cTnI yüksekliginin prognostik önemi vardır. Pulmoner emboli tanısı almıs hastalarda yapılan serum cTnT ölçümleri ile tedavinin ne derecede agresif yapılacagına karar verilebilir(142). Sepsis ve septik sokta da troponin degerleri yüksek bulunmustur. Burada vurgulanması gereken nokta ise; miyokardiyal hücre hasarının, sol ventrikül depresyonunun bir sonucu mu yoksa nedeni MĐ olduğunun tam olarak açıklığa kavuşturulamamıs olmasıdır.(143) Konjestif kalp yetersizligindede kardiyak troponinlerde ılımlı derecelerde yükselmeler görülebilir. Kardiyak troponin değerleri, kalp yetersizliginin şiddeti ile orantılı olarak artabilir. Bu durum, şiddetlenen kalp yetersizliğinde artmış olan duvar stresinden kaynaklanan subendokardiyal hasara baglı olarak olusabilir. Yüksek cTnT düzeylerinin ejeksiyon fraksiyonu %45’in altında olan vakalarda daha fazla görüldügü saptanmıstır. Hipotirodi, akut stroke ve siroz olgularının bazılarında da troponin düzeylerinde yükseklik saptanabilir. Kanser tedavisinde kullanılan adriamisinin de troponin düzeylerinde artısa yol 43 açabilecegi bilinmektedir.(144) Troponin T ve I’ nın salınma kinetikleri birbirine benzemektedir. Her ikisi de AMI’ nden sonraki ilk 3 saat içerisinde yükselmeye başlarlar ve nekrotik miyokard dokusundaki dejenere olmuş kontraktil aparattan salınmaya devam ederler. Troponin I’ daki artış 7-10 gün, troponin T’ deki artış ise AMI sonrası 10-14 gün devam eder. Bu uzamış süreler AMI’ nün gecikmiş tanısında faydalıdır. Troponinlerin en önemli kullanım alanlarından biri de minör miyokard hasarının belirlenmesidir. Serumda rutin kullanımda olan konvansiyonel biyokimyasal göstergeler normal bulunurken kardiyak troponinlerin yükselmesi minör miyokard hasarı olarak tanımlanmaktadır(144). 44 MATERYAL VE METOD Çalışmamızda Haseki Eğitim Ve Araştırma Hastanesi koroner yoğun bakım ünitesinde 2008 ocak-2009 ağustos ayları arasında yatan 40 diyabetik ve 62 non-diyabetik toplam 102 miyokard infaktüs hastasının yatış dosyaları incelenerek, EKO raporları, rutin kan tetkikleri değerlendirildi.Yaş, cinsiyet, arteryal tansiyon, MI lokalizasyonu, diabet tipi, diabet süresi, ejeksiyon fraksiyonu değeri, kolesterol düzeyleri, TG, HbA1c, CRP, fibrinojen gibi parametreler incelendi. Dosyalarda General Elektric Vivid 3 ekokardiyografi cihaz ile sol lateral dekubit pozisyonunda yapılan EKO raporları, TOSOH G7 cihazında HPLC yöntemiyle ölçülen HbA1C değerleri, kolesterol esteraz kullanılan enzimatik bir yöntemle ölçülen kolesterol düzeyleri, lipoprotein lipazın kullanıldığı enzimatik bir metodla ölçülen trigliserid düzeyleri, enzimatik direkt kantitatif metodla ABBOTT C16 cihazı ile ölçülen HDL düzeyleri. Friedewal formülü kullanılarak hesaplanan LDL-kolesterol düzeyleri incelendi.Friedewal formülü=Total kolesterol – (HDL+VLDL) Çalışma verileri bilgisayara kaydedilerek değerlendirilirmede paket program olan SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında student t testi,korelasyon testi,regresyon analizi, anova testi. Parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında paired sample t testi kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. 45 BULGULAR . Çalışma Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi koroner yoğun bakımında MI nedeniyle yatmış olan, yaşları 25 ile 86 arasında değişen 70’i erkek ve 32’si kadın olmak üzere toplam 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Olguların yaş ortalaması 60,2’dir.Olgular diyabet varlığına göre 2 gruba ayrıldı.Diyabetik olanlar grup 1, non-diyabetik olanlarsa grup 2 olarak adlandırıldı.Grup 1’de 28’i erkek 12’si kadın olmak üzere toplam 40 (%39,2) diyabetik hasta, grup 2’de ise 42’si erkek 20’si kadın olmak üzere toplam 62 (% 60,8) nondiyabetik hasta bulunuyordu(Şekil 1). Şekil 1: Grupların sayı ve cinsiyete göre dağılımı 45 40 35 30 25 20 Erkek 15 Kadın 10 5 0 Grup 1 DM Grup 2 Non DM Olguların geçirmiş olduğu MI tipleri anterioru tutanlar, inferioru tutanlar ve Non QNon ST olmak üzere 3 gruba ayrıldı.Geçirilmiş MI’ların 50’sinde anterior tutulum (%49), 29’unda inferior tutulum (%28,4) mevcutken, 23’ü ise Non Q-Non ST (%22,5) olarak tespit edildi.Diyabetik olan 19 olguda anterior tutulum (%47,5), 13’ünde inferior tutulum (%32,5), 23’ünde Non Q-Non ST MI (%20) mevcutken; Non-Diyabetik olguların 31’inde anterior tutulum (%50), 16’sında inferior tutulum (%25,8), 15’inde ise Non Q-Non ST MI (%24,2) mevcuttu(Şekil 2). 46 Şekil 2: Grupların MI lokalizasyonlarına göre dağılımı 35 30 25 20 Anterior Lokalizasyon İnferior Lokalizasyon Non Q-Non ST 15 10 5 0 Grup 1 DM Grup 2 Non-DM Diyabetik grupta ortalama EF değeri %45 olarak saptanırken, Non-Diyabetik grupta ortalama EF değeri %50,32 olarak saptanmıştır (Tablo 1). Tablo 1:Gruplara göre ortalama EF değerlerinin belirlenmesi Ortalama EF Gruplar Olgu Sayısı Değeri(%) Grup 1 40 45,0000 Standart Sapma P Değeri 8,58282 DM Grup 2 0,003 62 50,3226 8,39719 Non-DM Diyabetik ve on-Diyabetik grupların ortalama EF değerlerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır.p<0,05 (Tablo 1) 47 Çalışmamızda Diyabetik ve Non-Diyabetik olgularda yaş, sistolik-diastolik kan basıncı, HbA1c, total kolesterol, LDL, HDL,VLDL, TG, CRP, Fibrinojen gibi diğer parametreler de karşılaştırıldı (Tablo 2). Tablo 2:Gruplar arasında diğer parametrelerin karşılaştırılması. Diğer Parametreler Gruplar Yaş Non DM 62 61,85 11,56 DM 40 65,45 10,36 Non DM 62 125,65 27,48 DM 40 128,88 28,86 Non DM 62 78,06 18,58 DM 40 80,63 19,05 Non DM 62 5,22 0,65 DM 40 7,82 0,93 Non DM 62 222,37 52,79 DM 40 226,93 44,01 Non DM 62 149,37 39,73 DM 40 152,38 32,08 Non DM 62 42,52 12,75 DM 40 42,18 11,77 Non DM 62 30,60 13,38 DM 40 32,27 13,98 Non DM 62 131,94 51,08 DM 40 140,83 53,86 Non DM 62 19,48 11,79 DM 40 22,90 11,88 Non DM 62 287,05 149,71 DM 40 235,90 136,78 TA Sistolik TA Diastolik HbA1c Total Kolesterol LDL HDL VLDL TG CRP Fibrinojen Olgu Sayısı Ortalama Standart Sapma P Değeri 0,114 0,571 0,503 <0.001 0,651 0,689 0,892 0,546 0,403 0,157 0,085 48 Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında yaş bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında sistolik kan basıncı değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında diastolik kan basıncı değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve on-Diyabetik olgular arasında HbA1c düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır.p<0,001 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında total kolesterol düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında LDL düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında HDL düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında VLDL düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında TG düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında CRP düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) Diyabetik ve Non-Diyabetik olgular arasında fibrinojen bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 (Tablo 2) 49 Tablo 3:EF değeri ile diğer parametrelerin karşılaştırılması. Yaş EF Değeri DM Süresi HbA1c r 0,088 0,254 0,182 p 0,379 0,114 0,067 Tüm olgularda olgularda EF değerleri ile yaş arasında anlamlı korelasyon gözlenmemiştir. (Tablo 3) Tüm olgularda olgularda EF değerleri ile diyabetin süresi arasında anlamlı korelasyon gözlenmemiştir. (Tablo 3) Tüm olgularda olgularda EF değerleri ile HbA1c düzeyleri arasında anlamlı korelasyon gözlenmemiştir. (Tablo 3) Tablo 4:Gruplara göre MI lokalizasyonlarının karşılaştırılması Non Q-Non ST Non- Olgu Sayısı Anterior İnferior Lokalizasyon lokalizasyon P Değeri 31 16 15 50,0% 25,8% 24,2% 19 13 8 47,5% 32,5% 20,0% DM % DM Olgu Sayısı % 0,739 Diyabetik ve Non-Diyabetik olguların MI lokalizasyonları arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanamamıştır (Tablo 4). 50 Tablo 5:EF değerleri ile MI lokalizasyonlarının karşılaştırılması. Olgu Sayısı Ortalama Standart EF (%) Sapma Anterior 50 44,5000 8,40614 İnferior 29 51,2069 7,15332 Non Q-Non ST 23 52,6087 8,64312 P Değeri 0,000 MI lokalizasyonuna göre grupların ortalama EF değerlerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır.p<0,05 (Tablo 5) 51 TARTIŞMA Tip 2 Diabetes mellitus, insülin sekresyonu ve|veya insülinin periferik hücrelere etkisinde meydana gelen bozukluklar sonucu ortaya çıkan hiperglisemi ile karakterize bir grup metabolik sendromun adıdır (145). Diyabet, metabolik olduğu kadar vasküler de bir hastalıktır.(146) Tip 2 diyabet prevalansı arttıkça komplikasyonlara bağlı mortalite ve morbidite de artmaktadır. Diyabetin en önemli komplikasyonlarından olan koroner kalp hastalığı, tip 2 diyabetlilerin önde gelen ölüm nedenlerinden biridir, ve dünyanın her tarafındaki bütün ölümlerin %34’ünden sorumludur. Genel populasyonla karşılaştırıldığında tip 2 diyabetli hastalarda kardiyovasküler hastalık için göreceli risk 2-4 kat artmıştır. Diyabet ve ateroskleroz birbirleriyle paralel seyreden iki hastalıkdır. Diyabet aterosklerozun doğal seyrini hızlandırmakta ve daha yaygın aterosklerotik lezyonla birlikte daha fazla sayıda koroner damar tutulumuna neden olmaktadır. Diyabette hiperglisemi ve hiperinsülinemi yanında dislipidemi, hipertansiyon gibi ilave metabolik bozukluklar aterosklerotik hastalığa ayrıca katkıda bulunur. Bu durumda birden fazla risk faktörünün bulunması, riski eksponansiyel olarak arttırmaktadır (146,147). Diyabetik hastalar arasındaki tüm ölümlerin %80’i ateroskleroz kaynaklıdır. Buna karşın diyabeti olmayan hastalarda bu oran %30’dur(148,149) Bozulmuş glukoz toleransında da hiperglisemi minimal olmasına rağmen yine kardiyovasküler riski artmıştır(150). Mikro ve makro anjiyopatiyi önlemek için sıkı glisemik kontrol gerekir. Diyabetin mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyonlarının gelişmesi, hastalığın tanısının konulmasından yıllar önce (1-12 yıl) başlamaktadır. Aterosklerotik Kalp Hastalığı önlenebilir bir hastalıktır. Hastalığa sebep olan faktörler önceden tesbit edilebildiğinde ve değiştirilebilecek risk faktörleri ortadan kaldırıldığında primer koruma sağlanabilmektedir. Değiştirilebilir risk faktörlerinin başında diyabet ve tedavisi gelmektedir (151). Amsterdam V.U Medical Center Đçhastalıkları servisinde K.Van Den Hurk ve arkadaşları tarafından 8 yıl boyunca takip edilen DM, bozulmuş glukoz metabolizmalı(IGM) ve Non-DM toplam 746 hastada EF+Sol atrium volmü+Sol ventrikül hacmi karşılaştırılmış.DM kadın hastaların ortalama EF değeri %61, Sol atrium volüm değeri 47, sol ventrikül hacmi 166.9;IGM'li kadın hastaların ortalama EF değeri 64.7,sol atrium volüm değeri 41.0, sol ventrikül hacmi 153.3; Non DM kadın hastaların EF değeri 64.5, Sol atrium 52 volüm değeri 41.5, sol ventrikül hacmi 142 olarak tespit edilmiş. DM erkek hastaların EF değeri 58.5, Sol atrium volüm değeri 52.2, sol ventrikül hacmi 188.0;IGM'li erkek hastaların EF değeri 61.9, Sol atrium volüm değeri 47.3, sol ventrikül hacmi 179.2;Non DM erkek hastaların EF değeri 62.0,sol atrium volüm değeri 47.1, sol vetrikül hacmi 185.7 olarak tespit edilmiş.Sonuç olarak sol atrial volüm ve sol ventrikül hacmi artışı bozulmuş glukoz metabolizmalı bayan hastalarda anlamlı bulunmuş.Ayrıca tüm gruplarda EF düşüşü anlamlı bulunmuş.Diğer değerlerdeki değişiklikler anlamlı bulunmamıştır(152) Viyana Tıp Fakültesinde M.Krssak ve arkadaşları insuline dirençli tip2 DM'li kadınlardaki myokardiyal lipid akumilasyonu ve myokard fonksiyonunu non DM kadınlarla karşılaştırdıkları çalışmada,insuline dirençli tip2 DM'li kadınlarile non DM kadınların EF'lerini değerlendirmişler.Sonuç olarak non DM kadınların ortalama EF değeri %70.5 ± 2.8, insuline dirençli tip2 DM'li kadınların ortalama EF değeri%69.3 ± 2.5 olarak bulunmuş ve anlamlı fark gözlenmiştir(153) Çalışmamızda da Diyabetik ve Non-Diyabetik grupların ortalama EF değerlerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır.p<0,05 Tip 2 diyabetli hastaların düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) seviyeleri normal olabilir ancak çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) ve trigliserid seviyeleri artmıştır ve yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) seviyeleri düşmüştür(77). Diyabetiklerde HDL’nin artmış yıkımı ve azalmış üretimi söz konusudur LDL normal olsa da aterojenik özellikleri artmıştır. LDL’nin reseptör aracılıklı hücre içi alımında ve temizlenmesinde bozulma vardır. (78,79,80) Glukolizasyon LDL’yi oksidatif değişikliklere daha hassas hale getirir. LDL’nin hem glukolizasyon hem de oksidasyonundan oluşan ortak ürün çok daha aterojeniktir(81). Çalışmamızda diyabetik ve non-diyabetik olgular arasında LDL, VLDL, HDL, TG değerleri açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır p>0,05. Benzer şekilde diyabetik hastalarda çoğunlukla artmış fibrinojen seviyeleri görülür ki bu da kardiyovasküler komplikasyonlar için öngörücüdür(99,100,101). Fibrinojen seviyeleri glisemik kontrolü yansıtır. Çalışmamızda diyabetik ve non-diyabetik olgular arasında fibrinojen değerleri açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır p>0,05. Akut MI sonrasında CRP düzeyleri dramatik olarak artar, iki günde en yüksek düzeye ulaşır ve azalarak bazaldeğerlere iner. C-reaktif protein düzeyleri infarkt alanının büyüklüğü ve erken reperfüzyon ile ilişkilidir (154). 53 Çalışmamızda diyabetik ve non-diyabetik olgular arasında CRP değerleri açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır p>0,05. Hipergliseminin derecesi ve süresi mikrovasküler komplikasyonların gelişimi için kuvvetli risk faktörü iken(155), makrovasküler komplikasyonların diyabetin süresi veya şiddeti ile bağlantılı olduğu gösterilememiştir(156,157). Çalışmamızda da olgularda ölçülen EF değerleri ile yaş, diyabet süresi, HbA1c düzeyleri arasında anlamlı korelasyon gözlenmemiştir. P.Tuppin ve arkadaşlarının 2006 yılında Fransada yaptıkları çalışmada tüm hastanelerde hospitalize edilmiş olan MI geçirmiş 14007 hasta karşılaştırılmış.Bu hastaların 2936 (%21)'sı DM,bunlarında %86.7'si MI önce anti-DM tedavisi altındaymış.Đki grup hasta arasında koroner anjiorafi sıklığı benzer bulunmuş.Anjioplasti DM hastalarında %58.1 NonDM hastalarda %61.5 uygulanmış; stent takılması DM hastalarda %55.6, Non-DM hastalarında %59 olarak tespit edilmişKoroner BY-Pass operasyonu oranı ise DM'lerde %2.9 Non-DM^lerde %1.7 olarak bulunmuş.Sonuç olarak DM hastalarda anjioplasti ve stent uygulanma sıklığı Non-DM'lere göre daha az,Koroner By-Pass operasyonu ise Non_DM'lere nazaran daha fazla olarak tespit edilmiş.DM hastalar akut MI sonrası daha fazla oranda cerrahi revaskularizasyon prosedürlerine tabii olmaktadır.(158) 54 ÖZET VE SOUÇ Kardiyovasküler hastalıklar günümüzde halen mortalite ve morbitidenin en önemli sebebini oluşturmaya devam etmektedir. Kardiyovasküler hastalıkların erken dönemde tanınması ve tedavi edilmesi,mortaliteyi ve morbiditeyi anlamlı olarak azaltmaktadır. Bilindiği gibi diyabetes mellitus koroner arter hastalığı eşdeğeri olarak kabül edilmektedir ve diyabetik hastalar arasındaki tüm ölümlerin %80’i ateroskleroz kaynaklıdır. Diyabetik hastaların büyük bir kısmında zaman içinde çeşitli mikro ve makrovasküler komplikasyonlar gelişmektedir. Hipergliseminin derecesi ve süresi mikro ve makrovasküler komplikasyonların gelişimi için kuvvetli risk faktörleridir. Çalışmamızda Haseki Eğitim Ve Araştırma Hastanesi koroner yoğun bakım ünitesinde 2008 ocak-2009 ağustos ayları arasında yatan 40 diabetik ve 62 non-diabetik toplam 102 miyokard infaktüs hastasının yatış dosyaları incelenerek, EKO raporları, rutin kan tetkikleri değerlendirildi.Yaş, cinsiyet, arteryel tansiyon, MI lokalizasyonu, diabet tipi, diabet süresi, ejeksiyon fraksiyonu değeri, kolesterol düzeyleri, TG, HbA1c, CRP, fibrinojen gibi parametreler incelendi. Diyabetik hasta grubundaki EF değerlerinin non-diyabetik hasta grubuna göre anlamlı derecede azalmış olduğu tespit edildi.Diğer parametreler açısından her iki grup arasında anlamlı farklılık izlenmedi. Sonuç olarak diyabetlilerde kalp-damar hastalıkları önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Özellikle konjestif kalp yetersizliği riski yüksektir. Sistolik fonksiyonun normal olduğu ve hastan›n hiçbir semptomunun olmadığı erken dönemde diyastolik disfonksiyonu saptamak için periyodik ekokardiyografi gereklidir. Diyabetik hastalarn izlemini, gerekli dal uzmanları ile koordinasyon içinde planlamak ve yürütmek,aile hekiminin görevlerindendir. 55 KAYAKLAR 1-Kannel WB, McGee DL. Diabetes and cardiovascular disease: Framingham Study. JAMA 241:2035-2038, 1979 2-Grundy SM et al: Diabetes and Cardiovasculer disease: A statement for health care professionals from American Heart Association. Circulation. 1999;100:1134 3- Freedman DS, Gruchow HW, Bamrah HS, et al. Relation between complications of type 1 diabetes mellitus and collagen-linked fluorescence. Eng J Med 1986; 314:403 4-Heper C. Ateroskleroz. Multidisipliner Kardiyoloji. 2. Baskı.Đstanbul: Format Matbaacılık; 2004. s.304-13. 5- Hernandez-Hernandez R, Armas-Padilla MC, Velasco M, Carvajal AR, de Hernandez MJA, Guerrero-Pajuelo J, Pacheco B. Effects of amlodipin and enalapril on platelet function in patients with mild to moderate hypertension. Int J Clin Pharmacol Ther. 1999;37(7):323-331. 6- Kawata R,Ymakido M, et al. Diabetes mellitus and its vasculer complications in Japanese migrants on the Island Hawaii. Diabetes Care 1979; 2:161-170. 7- Waller BF, Pulombo PJ, Lie JT, et al. Status of the coronary arteries at necropsy in Diabetes mellitus after age 30 years:Analysis of 229 diabetic patients with avd without evidence of coronary heart disease and comparison to 183 control subjects. Am J Med 1980; 69:498-506 8-Heinecke H. Mechanisms of oxidative damage of low density lipoprotein in human atherosclerosis.Curr Opin Lipidol 1997; 27:503-18. 9-Bucala R, Makita Z, Korschinsky T, et al. Lipid advanced glycosylation: Pathway for lipid oxidation in vivo. Proc atl Acad Sci USA 1994; 90:6434-38. 10-Bucala R, Makita Z, Vega G, et al. Modification of low-density lipoprotein by advanced glycosylation end products contributes to the dyslipidemia of Diabetes and renal insufficiency. Proc atl Acad Sci USA 1994; 91:9441-45. 11-Janero DR. Malondialdehyde and thiobarbituric acid-reactivity as diagnostic indices of lipid peroxidation and peroxiative tissue injury. Free Radic Biol Med 1990; 9:515540. 12- Winocour PD. Platelet turnover in advanced Diabetes. Eur J Clin Đnvest 1994; 24(supp 1 ):34-37. 13-Braunwald E., Fauci A.S., Kasper D.L., Hauser S.L., Longo D.L., Jameson J.L., Harrison's Priciples of Đnternal Medicine 15 th Edition.s: 2109-2143. Đnternational edition. 14-Yenigün M., Altuntaş Y., Her Yönüyle Diyabetes Mellitus 2.Baskı. 2001 Đstanbul. 15-Watkins PJ,Drury PL,Howell SL :Diabetes and its management 5 th ed. Blackwell Co. P:3, 1996 16-.King H, Rewers M. WHO Ad Hoc Diabetes Reporting Group: Global estimates for prevalence of diabetes mellitus and impaired glucose tolerance in adults. Diabetes Care 1993;16:157-77. 17-King H, Aubert RF, Herman WH. Global burden of diabetes. 1995-2025.Diabetes Care 1998;21:1414-31. 56 18-Haris MI, Flegal KM, Cowie CC, Eberhardt MS, Golstein DE, Little RR, Wiedmeyer H-M, Byrd-Holt DD. Prevalence of diabetes, impaired fasting glucose and impaired glucose tolerance in U.S. Adults. The Third ational Health and utrition Examination Survey. 1988-1994. Diabetes Care 1998;21:518-24. 19- Bağrıaçık ., Tanı, komplikasyonlara yaklaşim, tedavi konsensüs el kitabı. ovo ordisk diabet servisi yayınları.Đstanbul 1997. 20-Alberti KGM, Zimmet PZ.For the World Health Organization Consultation , Definition, Diagnosis and Classification of DM provisional report of WHO Colsultation.Diabetic Med.1998;15;539-553 21-Diabetes Care, Volume 30, Supplement 1, January 2007 © 2007 by the American Diabetes Association 22-Atkinson MA, Maclaren K:The pathogenesis of insülin dependent diabetes ..Englend . J.Med.331:1428-1436,1994 23-Baekkeskov S, eilsen JH, Marner B, Bilde T, Ludvigsson J, Lernmark A:Autoantibodies in newly diagnosed diabetic ch ildren with immunoprecipitate human pancreatic islet cell proteins .ature 298:167169,1982 24- Eisebbarth GS: Type 1 diabetes mellitus; a chronic autoimmune disease. Eng J Med 1986; 314:1360-68. 25-Haller MJ, Atkinson MA, Schatz D. Type 1 diabetes mellitus: etiology, presentation, and management. Pediatr Clin orth Am 2005; 52:1553-78. 26- Fiallo-Scharer R, Eisenbarth G.S. Patophysiology of Đnsulin-Dependent Diabetes. In: Pescovitz O.H, Eugster E.A (eds). PediatricEndocrinology. 1 edition. Philadelphia (USA): Lippincott Williams and Wilkins; 2004. p.411-26. 27-Busehard K, Danisbo P, Ropke C. Activated CD4 + and CD8+T lymphocyet in newly diagnosed Diabetes mellitus. Eng J Med 1986; 315:1360-68, 28-Diabetes Mellitus’un tarihçesi. In: Diabetes Mellitus 2000, Ed: Candeğer Yılmaz, Temel Yılmaz, Şazi Đmamoğlu, Mayıs 2000, Gri Tasarım, pp: 13-15. 29-Banerji M, Lebovitz H, Insulin sensitive and insulin resistant variants in IDDM. Diab Med 1989;38:784-92. 30-Orhan Y. Diabetes Mellitus. In: Endokrinoloji, Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları, ed. Sencer E, obel, 2001, Đstanbul, sayfa 246-86. 31-Orhan Y. Diabetes Mellitus. In: Endokrinoloji, Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları, ed. Sencer E, obel, 2001, Đstanbul, sayfa 246-86. 32-Altuntas Y, Diabetes Mellitus’un Tanımı, Tanısı ve Sınıflanması, HerYonuyle Diabates Mellitus, Ed:Yenigun M, Altuntas Y, obel Tıp Kitabevleri;2001 51-62 33-Molvalılar S, Alp H. Endokrin Hastalıklar. Bayda Yayınları, Đstanbul, 1987: 207-296 34-Orhan Y. Diabetes Mellitus, Endokrinoloji Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları. Ed: Sencer E, obel Tıp Kitabevleri, Đstanbul 2001: 247-286 35-Altuntas Y, Diabetes Mellitus’un Tanımı, Tanısı ve Sınıflanması, HerYonuyle Diabates Mellitus, Ed:Yenigun M, Altuntas Y, obel TıpKitabevleri;2001 51-62 36- Molvalılar S, Alp H. Endokrin Hastalıklar. Bayda Yayınları, Đstanbul, 1987: 207296 37- Đmamoğlu S, Yılmaz MT, Yılmaz C. Diabetes Mellitus 2000, Mayıs 2000 Đstanbul:37-47 38-Laakso M. Tip 2 diyabetin patogenezi. In: Tip 2 Diyabet, ed. Goldstein BJ, Wieland DM, AD, 2003, Đstanbul, pp. 13-28. 39-Saltiel AR. ew perspectives into the molecular pathogenesis and treatment of type 2 diabetes. Cell 2001;104:517-29. 40-De Fronzo RA. Pathogenesis of type 2 diabetes: metabolic and molecular 57 implications for identifying diabetes genes. Diabetes Rev 1997;5:177-269. 41-Tip 2 diyabet patogenezi, klinik özellikleri ve izleme ölçütleri. In: Diabetes Mellitus 2000, Ed: Candeğer Yılmaz, Temel Yılmaz, Şazi Đmamoğlu, Mayıs 2000, Gri Tasarım, pp: 37-46. 42-Ziouzenkova O, Perrey S, Marx et al. Peroxisome proliferator-activated receptors. Curr Atheroscler Rep 2002;4:59-64 43-Greger , Edwin CM. Obesity:a pediatric epidemic. Pediatr Ann 2001;30:694-700. 44-Haris MI: Đmpaired glucose tolerance in the U.S.population.Diabetes Care 12:464474,1989. 45-ewman B, Selby JV, Slemenda C, Fabsitz R, Friedman GD: Concordance for type 2 diabetes mellitus in male twins. Diabetologia 30:736-738,1987 46-Efendis S, Ostensen C. Hormonal response and future treatment of IDDM. J Inter Med 1993; 243:127-38. 47-American Diabetes Association. Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Diabetes Care; 28(Suppliment 1): January 2005 48-Kumbasar AB. Bozulmus Glikoz Toleransı, Bozulmus Aclık Glikozu. Ed: Altuntas Y, Yenigun M. Her Yonuyle Diabetes Mellitus. obel Tıp Kitabevleri, 2.baskı. 2001: 236-245 49-Satman Đ, DM tanı ve izleminde yeni kriterler, Turkiye klinikleri Journal of internal Medical Sciences 2007, 3(3):1-15 50-Burant CF: Medical Management of Type Two Diabetes 5th.Ed. American DiabetesAssociation 2004 51-Yılmaz C, Yılmaz MT, Đmamoğlu S. Diabetes Mellitus 2000, Mayıs 2000 Đstanbul: 17-27 52-Đlicin G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Unal S, Đc Hastalıkları, Gunes kitapevi, 2003, S:2311-2331 53-Đmamoğlu S.Diabetes Mellitus. Ed. Dolar E, ĐcHastalıkları, obel&Gunes Tıp Kitabevi Đstanbul; 2005: 692-7 54-Braunwald E, Fauci AS, Kasper DL, Hauser SL, Longo DL, Jameson JL. Diabetes Mellitus. Harrison Đc Hastalıkları Prensipleri, 15. edisyon. Cev. ed: Sağlıker Y. obel Tıp Kitabevleri 2004; 2: 2109-2138 55-Satman Đ, DM tanı ve izleminde yeni kriterler, Turkiye klinikleri Journal of ınternal Medical Sciences 2007, 3(3):1-15 56-Đlicin G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Ünal S, Đc Hastalıkları, Günes kitapevi, 2003, S:2311-2331 57-Schwartz CJ, Valente AJ, et al. Pathogenesisof the atherosclerotic lesion: Implications for Diabetes mellitus.Diabetes Care 1992;15:1156-1167. 58-Stamler J, Vaccaro O, et al. Diabetes, other risk factors and 12- year cardiovasculer mortality foe men screened in the multiple risk factor intervention trial. Diabet es Care 1993:16 :434-444. 59-Kawata R,Ymakido M, et al. Diabetes mellitus and its vasculer complications in Japanese migrants on the Island Hawaii. Diabetes Care 1979; 2:161-170. 60- Waller BF, Pulombo PJ, Lie JT, et al. Status of the coronary arteries at necropsy in Diabetes mellitus after age 30 years:Analysis of 229 diabetic patients with avd without evidence of coronary heart disease and comparison to 183 control subjects. Am J Med 1980; 69:498-506. 61-Granger CB, Califf RM, Young S, et al. Outcome of patients with Diabetes mellitus and acute myocardial infarction treated with thrombolytic agents: The Thrombolysi s and Angioplasty in Myocardial Infarction. J Am Coll Cardıo 1993; 21:920-25. 58 62-Barzilay JI, Kronmal RA, et al. Coronary artery disease and coronary artery bypass grafting in diabetic patients. Am J Cardio 1994; 74:334-39. 63-Davis M, Bland J, et al. Factors influencing the presence or absence of aute coronary thrombi in sudden ischemic death. Eur Herat J 1989; 10: 203-08. 64- Silva JA, Escobar A, et al. Unstable angina: A comparison between diabetic and nondiabetic patients. Circulation 1995; 92:1731-36. 65-The Diabetes control and complications trial research group. The effect of intensive treatment of Diabetes onthe development and progression of long term complications in insulin dependent Diabetes mellitus. Eng J Med 1993; 329:977-86 66-Head J, Fuller JH.International variations in mortality among diabetic patients. Diabetologia 1990; 33:447-481. 67- American Diabetes Associstion.Concensus statement : Role of cardiovasculer risk factors in prevection and treatment of macrovasculer disease in Diabetes . Diabetes Care 1993;16:72-78. 68- Yamasaki Y,Kawamori R, et al. Asymptomatic hyperglycemia is associated with increased intimal plus medial thickness of the carotid artery. Diabetologia 1995; 38:58591. 69-Crub JD, Rodriguez BL, et al. Sudden death, imparied glucose tolerance and Diabetes in Japanese American Men. Circulaton 1995; 91:2591-95. 70- Kahn CR. Đnsulin action, diabetogenes and the cause of type 2 diabetes. Diabetes 1994; 43:1066-84. 71- Fontbonne A, Charles MA, et al. Hyperinsulinemia as apreditor of coronary herat disease mortality in a healthy population. Diabetologia 1991; 34:356-361. 72- Depres JP, Lamche B, et al. Hyperinsulinemia, sex and risk of atherosclerotic cardiovasculer disease.Circulation 1991; 74:1165-1175. 73-UKPDS group. Effect of intensive blood glucose control with metformin on complications in overweight patiets in type 2 DM. UKPDS 34. Lancet 1998; 352:845865. 74- UKPDS group.Tight blood pressure control and risk of macrovasculer and microvasculer complications in type 2 DM. UKPDS 38. BMJ 1998; 317:703-713 75-Aronson D, Rayfield EJ. Diabetes and obesity. Atherosclerosis and coronary artrey disease. Philadephia: Lippincott-Raven, 1996; 327-59. 76-Reaven GM. Role of insulin resistance in human disease. Diabetes 1998; 37:15951607. 77- Heinecke H. Mechanisms of oxidative damage of low density lipoprotein in human atherosclerosis.Curr Opin Lipidol 1997; 27:503-18. 78-Bucala R, Makita Z, Korschinsky T, et al. Lipid advanced glycosylation: Pathway for lipid oxidation in vivo. Proc atl Acad Sci USA 1994; 90:6434-38. 79-Bucala R, Makita Z, Vega G, et al. Modification of low-density lipoprotein by advanced glycosylation end products contributes to the dyslipidemia of Diabetes and renal insufficiency. Proc atl Acad Sci USA 1994; 91:9441-45. 80-Steinbrecher UP, Witztum JL. Glycosylation of low- density lipoproteins to an extent comparable to that seen in diabetics slows their catabolism. Diabetes 1984; 33:130-134. 81- Lyons TJ, Glycation and oxidation: A role in the pathogenesis of aterosclerosis. Am J Cardiol 1993; 71:26-31. 82- Sobenin IA, Tertov VV, Korschinsky T, et al. Modified low-density lipoprotein from diabetic patients causes cholesterol accumulation in human intimal aortic cells. Atherosclerosis 1993; 100:41-54. 59 83- Lyons TJ, Klein R, Baynes JW, et al. Stimulation of cholerterol-ester syntheis in human monocyte-derived macrophages by low-density lipoproteins from type 1 diabetic patients. Diabetologia 1987; 30:916-21. 84- Klein RL, Laimins M, Lopes-Varella MF, et al. Isolation, characterization and methabolism of the glycated and non glycated subfractions of low-density lipoproteins isolated from type 1 diabetic patients and nondiabetic subjects. Diabetes 1995; 44:109398. 85- Fiengold KR, Grunfeld C,Pnag M, et al. LDL subclass phenotype and triglyceride metabolism in n on insulin dependent Diabetes. Arteriosclerosis Throm 1992;12:1496 86-Stewart MW, Laker MF, Dyer RG, et al. Lipoprotein compositional abnormalities and insulin resistance in type 2 diabetic patients with mild hyperlipideemia. Arteriosclerosis Throm 1993; 13:1046-52. 87- Howard BV, Abbott WF, Beltz WF, et al. The effect of non insulin dependent diabetes on very low-density lipoprotein and low density lipoprotein metabolism in men. Metabolism 1987; 36:870-77. 88- Austin MA, King MC, Vranizan KM, et al. Atherogenic lipoprotein phenotype: A proposed genetic marker for coronary heart disease risk. Circulation 1990; 82:495 89-West KM, Ahuja MMS, Bennett PH, et al. The role of circulation glucose and triglyceride concentration and their interaction with other “risk factors” as determinants of arterial disease in nine diabetic population samples from the WHO multinational study. Diabetes Care 1983; 6:361 90-Goldschmid MG, Barrett-Connor E, Edelstein SL, et al. Dyslipidemia and ischemic heart disease mortality among men and women with Diabetes. Circulation 1994; 89:991-97. 91- Winocour PD. Platelet abnormalities in diabetes mellitus. Diabetes 1992;41(Suppl 2):26-31. 92- Tschoepe D, Rosen P, Schwippert B, et al. Platelets in Diabetes: The role of the hemostatic regulation in atherosclerosis. Semin Thromb Hemost 1993; 19:122-128. 93-Breddin H, Krzywanak H, et al. Platelet aggregation as a risk factor in Diabetes.Horm Metab Res Suppl 1985; 15:63-68. 94- Janero DR. Malondialdehyde and thiobarbituric acid-reactivity as diagnostic indices of lipid peroxidation and peroxiative tissue injury. Free Radic Biol Med 1990; 9:515-540. 95- Winocour PD. Platelet turnover in advanced Diabetes. Eur J Clin Đnvest 1994; 24(supp 1 ):34-37. 96- Stehouwer CDA, auta JJB, Zeldenrust GC, et al. Urinary albumin excreation, cardiovascular disease and endothelial dysfunction in non- insulin dependent Diabetes mellitus. Lancet 1992; 40:319-323. 97-Stehouwer CDA, Donker AJM. Urinary albumin excreation and cardiovascular disease in Diabetes mellitus: Is endothelial dysfunction the missing link? J ephrol 1993; 6:72-92. 98- Conlan MG, Folsom AR, Finch A, et al. Associations of factor 7 and vWF factor with age, race, sex and risk factors for atheroslerosis: ARIC study. Thromb Haemost 1993; 70:380-85. 99-Ganda OP, Arkin CF. Hyperfibrijenemia: An important risk factor vascular complications in Diabetes. Diabetes care 1992; 15:1245-50. 100- Kannel WB, Agustino RB, et al. Diabetes, fibrinogen and risk of cardiovascular disase:The Framingham experience. Am Heart J 1990; 120:672-676. 101- De Feo P, Gaisono GM, Haymond MW. Differential effects of insulin deficiency on albumin and fibrinogen synthesis in humans. J Clin Đnvest 1991; 88:833-40. 60 102-Garcia Frade LJ, Calle H, Alave I, et al. Diabetes mellitus as a hypercoagulable state: Its relationship with fibrin fragments and vascular damage. Throm Res 1987; 47:533-40. 103- Leurs LM, Ladik T, et al. Increased thromboplastic potential in Diabetes: A mutifactorial phenomenon. Klin Wochenscher 1987; 65: 600-606. 104- Ceriolo A. Coagulation activation in Diabetes mellitus. Diabetologia 1993; 36: 1119-25. 105- Richardson M, Hadcock SJ, Reske M, et al. Increased expression in vivo of VCAM-1 and E-selectin by the aortic endothelium of normolipemic and hyperlipemic diabetic rabbits. Arterio Thromb 1994; 14: 760-69. 106- Keagon A, Walbank H, Cotter MA, et al. Chronic vitamin E treatment prevents defective endothelium dependent relaxation in diabetic rat aorta. Diabetologia 1995; 38:1475-78. 107- Ting HH, Timimi FK, Bolse KS, et al. Vitamin C improves endothelium dependent vasodilation in patients with IDDM. J Clin Invest 1996; 97:22-28. 108- Hunt JV, Dean RT, Wolff SP. Hydroxyl radical production and autoxidative glycosylation. Biochem J 1988; 256:205-12. 109- Hunt JV, Smith CC, Wolff SP. Autoxidative glycosylation and possible involvement of peroxides and free radicals in LDL modification by glucose. Diabetes 1990; 39:1420-24. 110- Mullarkey CJ, Edlstein D, et al. Free radical generation by early glycation products. Biochem Biophys Res Commun 1990; 173:932-39. 111- Bucala R, Tracey KJ, Cerami A. Advanced early glycation products quency nitric oxide and mediate defective endothelium dependent vasodilation in experimential Diabetes. J Clin Invest 1991; 87:432-38. 112-Vehkavaara S, Seppala A, et al. In vivo endothelial dysfunction characterizes patients with impaired fasting glucose. Diabetes care 1999; 22: 2055-60.67 113-akamura Y, Horii Y, ishino T, et al. Immunohistochemical localization of advanced glycation end products in coronary atheroma and cardiac tissue in Diabetes mellitus. Am J Pathol 1993; 143:1649-56. 114- Kilhovd BK, Berg TJ, Birkeland KL, et al. Serum levels of advanced glycation end products are increased in patients with type 2 diabetes and coronary herat disease. Diabetes care 1999; 22:1543-48. 115- Executive Summary of the third report of ational Cholesterol Education Program(CEP) 2001 Expert panel on Detecftion, Evaluation and Treatment of High Blood Cholesterol in Adult. JAMA 2885:2486-2497. 116- Đlicin G, Biberoğlu K, Süleymanler G, Unal S, Đc Hastalıkları, GÜnes kitapevi, 2003, S:2311-2331 117-Zimmet PZ, Tuomi T, Mackay R et al. Latent autoimmune diabetes mellitus in adults (LADA): the role of antibodies to glutamic acid decarboxylase in diagnosis and prediction of insulin dependency. Diab Med 1994;11:299-303. 118- Aslan M. Diabetes Mellitusta Tanı ve Sınıflandırma. Đlicin G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Unal S. Đc Hastalıkları, 2. baskı. Günes Kitabevi, 2003; 2:2279-2295 119-Đlicin G, Biberoğlu K, Süleymanler G, Unal S, Đc Hastalıkları, Günes kitapevi,2003, S:2311-2331 120- Mogensen CE. Microalbuminuria, Blood Pressure and Development on Đdeas. Diabetologica 1999;41:736741 121-Gaade P, Vedel P, Larsen et al. Multifactorial intervention and cardiovascular disease in patients with type 2 diabetes. Engl J Med 2003;348:383-393 61 122-Taskiran M; Feldt Rasmussen B; Jensen GB; Jensen JS: Urinary albumin excretion in hospitalized patients with acute myocardial infarction: Scand Cardivasc j, 32(3): 163-6; 1998 123-Freedman DS, Gruchow HW, Bamrah HS, et al. Relation between complications of type 1 diabetes mellitus and collagen-linked fluorescence. Eng J Med 1986; 314:403 124- Bağrıacık . Tanı, komplikasyonlara yaklaşım, tedavi konsensus el kitabı. ovo ordisk diabet servisi yayınları.Đstanbul 1997 125-Alello LM, Calsallerano JD:Ocular Complications of diabetes mellitus in:Joslins dm Eds .CR kahn,GC Weir , Lea and Febigen ,13th ed,Philedelphia ,Badlimore ,771778 126-Đlicin G, Biberoğlu K, Süleymanler G, Ünal S, Đc Hastalıkları, GÜnes kitapevi, 2003, S:2279-2291 127- TĐP2 diyabet, Pre-Diyabet ve Metabolik sendrom: Birinci basamak Tanı ve tedavi Rehberi ROALD ACODARĐO, 2005:82-89 128- TĐP2 diyabet, Pre-Diyabet ve Metabolik sendrom: Birinci basamak Tanı ve tedavi Rehberi ROALD ACODARĐO, 2005:41-54 129- Dörtlemez Ö. Akut miyokard infarktüsü risk faktörleri, etyopatogenez, epidemiyoloji. Kardiyoloji günleri 5. Eğitim toplantısı der. 1997; 4-18 130-Franklin S.S., Khan S.A., Wong .D., et al.: Is pulse pressure useful in predicting risk for coronary heart disease? The Framingham Heart Study. Circulation 1999; 100: 354-60. 131- Kramsch DM, Aspen AJ, Abramowitz BM, et al: Reduction of coronary atherosclerosis by moderate conditioning exercise in monkeys on an atherogenic diet. Eng J Med 1981; 305:1483-89 132-TEKHARF; Oniki Yıllık Đzleme Deneyimine Göre Türk Erişkinlerinde Kalp Sağlığı. Prof. Dr. Altan Onat, Prof. Dr. Vedat Sansoy, Prof. Dr. Đnan Soydan, Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, Prof. Dr. Kamil Adalet. Argos Đletişim Hizmetleri Reklamcılık ve Ticaret Anonim Şirketi. Temmuz 2003, Đstanbul. 133-Stona PH, Muller JE, Hartwell T, et al. The effect of diabetes mellitus on prognosis and serial left ventricular function after acute myacardial infarction; Contribution of both coronary disease and diastolic left ventricular dysfunction to the adverse prognosis. The MILIS Study Group. J Am Coll Cardiol 1989; 14:49 134- Gillum R.F., Fortmann S.P., Prineas R.J., Kottke T.E.: Đnternational diagnostic criteria for acute myocardial infarction and acute stroke. Am Heart J 1984; 108:150-8 135-Alpert J.S., Thygesen K., Antman E., Bassand J.P.: Myocardial infarction redefined-a consensus document of The Joint European Society of Cardiology/American College of Cardiology Committee for the redefinition of myocardial infarction. J Am Coll Cardiol 2000; 36:959-69 136- Müderrisoğlu H., Yıldırır A.: Akut koroner sendromlar ve sınıflaması. Türk kardiyoloji dergisi, Akut koroner sendromlar ek sayı 2001; 4 :12-5 137-Gök H.Akut Miyokard Đnfarktüsü. Klinik Kardiyoloji Đkinci baskı,Đstanbul 2002;s.273-321 138-Zimmerman J, Fromm R, Mayer D, at al. Diagnostic markercooperative study fort he diagnosis of myocardiyal infarction. Circulation 1999;99:1671-7 139-Jaffe AS,Ritter C, Meltzer V,Harter H, Roberts R Unmasking artifactual increases in creatine kinase isoenzymes in patients with renal failure. J Lab Clin Med 1984;104:193-202 140- Martin G.S., Becker B.., Schulman G.: Cardiac troponin-I accurately predicts myocardial injury in renal failure. ephrol Dial Transplant 1998; 13:1709 62 141- Smith SC, Ladenson JH, Mason JW, Jaffe AS. Elevations of cardiac troponin I associated with myocarditis. Experimental and clinical correlates. Circulation. 1997 Jan 7;95:163-68 142-Giannitsis E, Muller-Bardorff M, Kurowski V, Weidtmann B, Wiegand U, Kampmann M, Katus HA. Independent prognostic value of cardiac troponin T in patien with confirmed pulmonary embolism. Circulation.2000 Jul 11;102:211-7. 143-Ver Elst KM, Spapen HD, guyen D, Garbar C, Huyghens LP, Gorus FK. Cardiac troponins I and T are biological markers of left ventricular dysfunction in septic shock. Clin Chem. 2000 :650-57 144- Mair J. Tissue release of cardiac markers: from physiology to clinical applications. Clin Chem Lab Med. 1999 ;37:1077-84. 145-American Diabetes Association. Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Diabetes Care; 28(Suppliment 1): January 2005 146- Beckman JA, Creager MA, Libby P. Diabetes and atherosclerosis epidemiology, pathology and management. JAMA 2002; 287: 2570-2581 147- Willa AH, Moore L, Bryer-Ash M. Contemporary Diagnosis of and management of type 2 diabetes. (Çev. Ed: Karpuz H, Handbooks in Health Care Co, Avrupa Tıp Kitapçılık, 2004 148- Kawata R,Ymakido M, et al. Diabetes mellitus and its vasculer complications in Japanese migrants on the Island Hawaii. Diabetes Care 1979; 2:161-170. 149-Waller BF, Pulombo PJ, Lie JT, et al. Status of the coronary arteries at necropsy in Diabetes mellitus after age 30 years:Analysis of 229 diabetic patients with avd without evidence of coronary heart disease and comparison to 183 control subjects. Am J Med 1980; 69:498-506. 150-The Diabetes control and complications trial research group. The effect of intensive treatment of Diabetes onthe development and progression of long term complications in insulin dependent Diabetes mellitus. Eng J Med 1993; 329:977-86. 151-Head J, Fuller JH.International variations in mortality among diabetic patients. Diabetologia 1990; 33:447-481. 152-K.Van Den Hurk ., Left sided cardiac deterioration occurs especially in women with impaired glucose metabolism-and 8 year follow-up of the hoorn study.,The European Association For The Study Of Diabetes.,S:503 PS 123 Vienna-Austria 2009 153-M.Krssak., Y.Winhofer., Myocardial function and myocardial lipid accumulation in insulin resistant and type 2 diabetic woman.,The European Association For The Study Of Diabetes.,S:15 Op 4 Vienna-Austria 2009 154-Çelik T, Sa¤d›ç A, Çand›r M. Kardiyovasküler Risk Belirlenmesi ‹çinYeni Bir Gösterge: C-Reaktif Protein. Turkiye Klinikleri J Med Sci2006, 26: 169-175. 155-Donahue RP, Orchard TG. DM and macrovasvuler complications: An epidemiologicalperspective . Diabetes Care 1992; 15:1141-1155. 156-Crub JD, Rodriguez BL, et al. Sudden death, imparied glucose tolerance and Diabetes inJapanese American Men. Circulaton 1995; 91:2591-95 157- Kültürsoy H. Lipid Düşürücü Tedavi. Koroner Kalp Hastalığı Primer ve Sekonder Koruma 2001:335-358. 158-P.Tuppin.,A.euman.,Characteristics and management of diabetic patients hospitalized for myocardial infarction in france.,The European Association For The Study Of Diabetes.,S:508 PS 124 Vienna-Austria 2009 63