Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul

advertisement
Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı 47-48, 2010-2011, s. 99-111
Dünya Tarihi ve Dünya Kenti
Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
Ayhan Bıçak*
Dünya Tarihi
Dünya tarihi ifadesi iki anlamlıdır. İlki, evrenin ve dünyanın oluşumunu da ihtiva edecek şekilde insanların, insanlık tarihi boyunca yapıp
ettikleri her şeyin tamamı anlamındadır. İkinci anlamı, insanlığın geçmişinde gerçekleşen bazı tarihsel olayları bir araya toplayıp onları düzenli bir bütünlük halinde yorumlamaktır. İkinci anlamıyla dünya tarihi,
insanı, kökeninden başlayarak geçirdiği önemli aşamalarını bütünlüklü bir biçimde yapıp ettikleriyle anlatan tarihçilik türüdür. Bu tanımda, köken ve aşamalar olmak üzere iki temel unsuru açıklamak gerekir.
Kökenle, evrenin ve dünyanın oluşumu, insanın dünyada ortaya çıkışı
ve ürettiği ilk ürünler kastedilir. Aşamalar, dünya tarihi anlayışının
gövdesini oluşturduğundan çeşitli başlıklar altında ele alınmaktadırlar.
İnsanın yaşama şartlarını ve beslenme tarzlarını belirleyen toplayıcılık,
avcılık, tarım ve sanayi gibi iktisadî kurumlar; kabile ve devlet gibi
siyasî örgütlenme süreçleri; krallık, tiranlık, oligarşi, feodalite, kapitalizm, sosyalizm, demokrasi, siyasi ve iktisadî yapılanma süreçleri; canlıcılık (animizm), büyücülük, çoktanrıcılık, tektanrıcılık, vahiy dinleri,
deizm gibi inancın aşamaları, mantık öncesi (prelojik) ve mantıklı dönem gibi zihinsel dönemler; metafizik, teolojik ve pozitivizm gibi bilgi
anlayışının aşamaları; ilkel topluluk ve uygar toplum aşamaları, câhiliye
ve medeniyet aşamaları; dünya tarihinin gövdesini oluşturur. İnsanlığın
kökeni ve sürecini açıklamak kaygısı, en eski efsane temelli kabile kültürlerinde ortaya çıkmış ve günümüzde de devam etmektedir. İnsanlık
tarihinin kabilelerin tarımla birlikte yerleşik hayata geçişleri, devletleşme ve kültürel tapınak çevresinde dinin kurumlaşmasını sağlamıştır.
Devlet ve din, genel olarak tarihçiliğin olduğu gibi, insanlık tarihinin de
temel konuları olmuşlardır. Başka bir deyişle, insanlık tarihi, devlet tarihi ya da peygamberler tarihi olarak algılanmış ve uygulanmıştır.1 Batı
medeniyetleri camiasında peygamberler tarihiyle başlayıp mensup olunan hangi dinse, o dinin peygamberi ve din etrafında gelişen medeniyet
ile devletler, insanlık tarihinin yapısını oluşturmuştur.
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
Yeniçağ Avrupa medeniyetinde ortaya çıkan dünya tarihi anlayışı,
büyük ölçüde Hıristiyanlık temelli olmuştur. Hıristiyan tarih anlayışında önemli bir yere sahip olan dünya tarihi düşüncesi, rasyonalizmle
birlikte, popüler hale gelmiştir. Dünya tarihi düşüncesi, kronolojinin
gelişmesini sağlamış ve insanlık tarihi daha belirgin şekilde dönemlere
ayrılmıştır. İnsanlık tarihi, ilkin, pagan dönemi ve Hıristiyanlık dönemi
olarak ayrılmıştır. Bu bölümleme antik dönem tarihi ve Hıristiyanlık dönemi tarihi olarak da adlandırılmıştır. Tarih, bir yandan Doğu Akdeniz
ve Kuzey Avrupa şeklinde bölümlenirken, reformcular ve hümanistler
modern çağ adını verdikleri bir dönem eklemişlerdir. Avrupa düşüncesinde, Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ (modern çağ) olmak üzere tarihi üç
bölüme ayırarak ele alınması devam etmektedir.
Tarih şu üç başlık altında da sınıflandırılmıştır: 1. Antik dönem, Saint Augustinus’a kadar, 2. Agustinus’tan Luther’e kadar olan dönem,
3. Luther ve sonrası. Bir başka sınıflandırma da şöyledir: Antikçağ
tarihi, yaratılıştan Constantin’e kadar olan dönem. Ortaçağ tarihi,
Constantin’den İstanbul’un Türkler tarafından alınışına (1453) kadar.
Modern tarih, 1453’ten sonrası. Tarihin bu şekilde bölümlenmesi ve
dünya tarihi adı altında sunulması, büyük ölçüde hıristiyan öğreti çerçevesinde gerçekleşmiştir (Bıçak 2005, 60-61).
XX. yüzyılın ikinci yarısında Karl Jaspers, dünya tarihini yeni bir bakış açısıyla ele almış ve dünya tarihini dört bölüme ayırmıştır. 1. Dillerin ortaya çıktığı, alet kullanımın gerçekleştiği, ateşin kontrol altına
alınması istendiği zaman yakılabilmesi, ilk dönemin belirgin özellikleridir. İnsan olmak gerçekleşmiş, birbirlerinin karşısına dikilmişlerdir. 2.
Milâttan önce 5000 ile 3000 yılları arasında Mısır’da, Mezopotamya’da,
Hindistan’da, Hoang-ho’da eski yüksek kültürler ortaya çıkmıştır. 3.
Milâttan önce 500 dolaylarında (m.ö. 800 ile m.s. 200 arası), bugün
insanlığın benimsemiş olduğu mânevî temel (büyük dinler) atılmıştır.
Aynı dönemde birbirinden bağımsız olarak Çin, Hindistan, İran, Filistin ve Yunanistan’da mânevî temeller oluşturulup geliştirilmişlerdir.
4. Eskiçağ medeniyetlerinden sonra, yalnız bir tek, çok yeni, mânevî
ve maddî bakımdan köklü, dünya tarihi açısından eşit düzeyde bir olay
gerçekleşti. Bilimsel teknik devrim (Jaspers 1986, 111-112). Başka bir
sınıflama yapan Teoman Duralı’ya göre dünya tarihi bölümlemesi şöyledir: Kadim zamanlar: Milâttan önce 20.000: İnsanın yeryüzünde
belirmesinden ilk aslî topluluk aile ile kabileler ortaya çıkmış, toplayıcılık dönemi adı verilmiştir. Dönem ikiye ayrılmıştır: a) Tarih öncesi.
Avcı, zanaat, kamlık, kurumlaşmıştır. b) Ön tarih. Ongunculuk, çoktanrılı din, efsane ve gelişmiş zanaat (teknik) dönemin karakteristiği olmuştur. Yeni zamanlar: İlkçağ: Yaklaşık 5000’ler. Yazı, devlet, çoktanrılıktan tektanrılı vahiy dinine geçiş. Eskiçağ: Milâttan önce 700’ler

JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Ayhan Bıçak
Yıl: 12, Sayı: 47-48
Kasım 2010 -Nisan 2011
Ege medeniyeti, halk idaresi, felsefe-bilim oluşmuştur. Milât: Ortaçağ,
cihanşümul tektanrılı vahiy dini Hıristiyanlık ortaya çıkmıştır. Hicret
622: Yeniçağ I. İslâm doğuşu ve fennin gelişmesi. Yeniçağ II (Yakınçağ),
1450’den sonra; Yeniçağ din dışı Batı Avrupa medeniyeti: Protestanlık. Çağdaş, 1700’den sonrası; çağdaş İngiliz-yahudi medeniyeti,
sanayi; hür sermayecilik baskın karakter olmuştur (Duralı 2006, 61).
Sıralanan bu anlayışların bütününü kapsayan ve Batılı düşünürler
tarafından XX. yüzyılda üretilen dünya tarihi modeli, genellikle şu süreci takip etmektedir: Kabileler: Toplayıcı-avcı ve göçebe hayatın hâkim
olduğu dönem. Yerleşik hayat: Tarımın keşfiyle ortaya çıkmış, zanaatlar geliştirilmiş, köyler, şehirler oluşturulmuş, mağara, kaya, ırmak,
kaya gibi doğal tapınaklar terkedilmiş, zigurat, pagoda, havra, kilise,
cami gibi kültürel tapınaklar yapılmış, ticaret başlamış, şehir devletleri
ortaya çıkmıştır. Büyük medeniyetler dönemi: Sümer, Mısır, Bâbil,
Hint, Çin, İran, Yunan, Roma gibi medeniyetler dönemi, dünya tarihi
anlayışının temelini oluşturmaktadır. Tek tanrılı ve vahiy dinleri
dönemi: Yahudi, hıristiyan ve İslâm medeniyetlerini içermektedir.
Modern dönem: Rönesans, reform, bilimsel devrim, Aydınlanma, sanayi devrimi, demokrasi çağı.
Bu bölümlerin her birinin hakkıyla anlatılması imkânsızdır. Dolayısıyla dünya tarihi, genellikle ait oldukları medeniyet ve devleti merkeze
alarak, bunun dışında kalanlarla ilgili kısa mâlûmatlar verilerek yazılmışlardır. Dünya tarihi anlayışının tarih metafiziği bağlamında ele alınışı daha farklıdır. Tarih metafizikleri, dünya tarihini, köken, yasa, gaye
ve ilerleme gibi temel ilkeler çerçevesinde açıklamışlardır. XIX. yüzyılda
yoğunlaşan tarih metafiziklerinde de nesnel ve tutarlı tavırdan daha fazla öznelliklerin hâkim olduğu görülmektedir.2 Dünya tarihçiliğinin bütün eksikliklerine ve sorunlarına rağmen, insanlığın genel bir haritasını
verdiğinden her zaman ona ihtiyaç duyulmaktadır. İnsanlık, toplumlar
ve dünya sorunları hakkındaki sorunların tamamı ve daha onlarca başlık, dünya tarihini hesaba katmadan anlaşılamaz.
Dünya Tarihinin Unsurları
Dünya tarihi anlayışı, düşünürün dünyayı ve kendini algılayış biçimiyle yakından ilgili olarak biçimlendiğinden, bu çalışmada merkeze,
millet, devlet, medeniyet unsurları konmaktadır. Tarihin taşıyıcısının
milletler olduğu (Uygur 1957, 147-148) düşüncesinin tartışılacak fazla
bir yanı yoktur. Çünkü tarihi oluşturan kültürel unsurların üretimi, kültürler arası ilişkiler, topluluk ve toplumların birbirleriyle bildirişmeleri
milletler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Dünya tarihini oluşturan unsurlar bir yandan milletler tarafından üretilirken diğer yandan milletler
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
söz konusu tarihin temel unsurları da olmaktadırlar. Her millet kendi
dünya tarihine sahip olduğu gibi, bazıları dünyaya hâkim olmak istediklerinden dünya tarihini biçimlendirmişlerdir. Dünya hâkimiyetini
kuran milletlerin tarihe katkıları en üst seviyededirler.
Milletleşmenin en önemli aşaması devletleşmektir. Başka bir deyişle,
bir topluluk devleştiğinde millet olabilmektedir. Devletler, ait oldukları
milletlerin var oluşlarının sürekliliğini güvenceye almakla yükümlüdürler. Bununla birlikte, tarihsel örneklerin gösterdiği gibi, devlet olmanın
doğasından kaynaklanan bir etkiyle, her fırsatta yayılmayı amaçlarlar.
Yayılma, sınırlarını genişletme, iktisadî ve siyasî gücünü arttırma becerisini gösteren devletler, ait oldukları toplumun değerlerini, kurumlarını, geleneklerini, törelerini, hukukunu, inancını, yayılma alanlarına
taşır ve oralardaki aynı kategorilerdeki unsurların sentezlenmesine ön
ayak olurlar. Toplumlar, özellikle gündelik uğraşılarında işlerini kolaylaştırıcı unsurları rahatlıkla benimsediklerinden, kültürlerin ve halkların birbirlerine karışmaları çok kolay olmaktadır.
Ortak değer ve kurumların yaygınlaşması, çok sayıda toplumun ortak değerleri olması ve onların yaşanılan ortak değerler ve kurumlara
dayalı bir devlet tarafından yönetilmeleri, medeniyetleşmeyi ortaya çıkarır. Dolayısıyla medeniyet, belli bir coğrafyada çok sayıda toplumun
ortak değerler, kurumlar, gelenekler çerçevesinde, ayırıcı özellikleriyle
birlikte yaşamaktır. Medeniyet anlayışı, medeniyet terimine verilen anlamda da görülmektedir. Medeniyet terimi, Fransa’da XVIII. yüzyılda
kullanılmaya başladığını bildiren Braudel, medeniyetin (civilisation)
Fransa, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, egemen olmayı sürdürmek anlamında kullanıldığını belirtmektedir (Braudel 1996,
30). Medeniyetlerin siyasî ve iktisadî yanları belirleyici olduklarından,
ister istemez, güçleri oranında çevrelerine hâkim olmak çabasında olmuşlardır. Bu kısa veriler ışığında, medeniyetin en önemli unsurları,
devlet ve düzen (askerî güç, hukuk), dil, inanç, eğitim öğretim, zanaatlar, iktisadî güç ve üretim, sanatlar, mimari, kurumlar ve sorun çözme
becerileri, zihniyet şeklinde sıralanırlar.
Medeniyetler, dünya tarihi anlayışın en genel formlarıdırlar. Meselâ
Batı medeniyetleri camiası dendiğinde Yunan, Roma, hıristiyan ve modern Avrupa hemen sıralanmaktadır. Bunlara Sümer, Bâbil, Mısır, Hint,
Çin eklendiğinde, dünya tarihi genel çerçevesi oluşmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, dünya tarihi düşüncesi evren tasavvurlarında içkin
olduğundan yaygındır. Dolayısıyla her medeniyetin tarih anlayışında
dünya tarihi fikri de vardır. Çünkü medeniyetin evren tasavvurunun temel bölümlerinden biri tarihtir. Medeniyetler dolayısıyla da onu kuran
toplumlar, kendilerini tanımlamak için, tarihlerini bu bağlamda kökenlerini, ilk insandan başlayarak açıklamak ve kimliklerinin dayanaklarını

JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Ayhan Bıçak
Yıl: 12, Sayı: 47-48
Kasım 2010 -Nisan 2011
göstermek durumundadırlar. Ayrıca medeniyetler kendilerini dünyanın
merkezi olarak gördüklerinden, dünya tarihini de kendi evren tasavvurları çerçevesinde oluşturmuşlardır. Kendisini merkeze alan her medeniyet, diğer toplumlara çok tâli yerler vermiş ya da yok saymıştır (Bıçak
2005, 60).
Dünya Kenti
Medeniyetin, milletler ve devletle örtüştüğü görülmektedir. Medeniyetleri temsil eden en önemli unsurlardan biri de, medeniyetlere kimliğini veren unsurların üretiminin gerçekleştiği kentlerdir. Özellikle medeniyeti temsil eden devletin başkenti, genellikle medeniyetin merkezini
oluşturmaktadır. Medeniyetlere başkentleri açısından bakıldığında, Ur,
Giza, Luxor, Machu Picchu, Mayapan, Pekin, Bâbil, Kudüs, Persepolis,
Atina, Roma, Pekin, Delhi, Ankorwat, İstanbul, Bağdat, Paris, Londra
gibi kentler öne çıkmaktadırlar.
Bu kentler ait oldukları medeniyetin merkezilerini oluşturduklarından, medeniyetin değerleri, kurumları, gelenekleri başta olmak üzere,
en görkemli mimari eserlerinden, gündelik ihtiyacı karşılayan en basit
araç ve gereçlere kadar, her türlü eser üretilmektedir. Kurulan medeniyet ne kadar etkiliyse, medeniyetin somutlaşmış hali olan başkenti de o
kadar etkili bir dünya kenti olmaktadır. Dünya kenti, coğrafyasıyla,
tarihiyle, yapısı ve ürünleriyle dünyaya yön veren, örnek olan, herkesin
görmek ya da yaşamak istediği, dünyanın her yeriyle bağlantılı, nüfus
yoğunluğu çok olan yaşama alanlarıdırlar.
Dünya kentleri, ait oldukları medeniyetlerin merkezleri olduklarından, iktisadî, siyasî, askerî, dinî, kültürel merkez olma özelliklerine de sahip olurlar. Bir bakıma dünya kentleri, medeniyetin ruhu ve
bu ruhun somutlaşmış halidirler. İktisadî, siyasî, dinî, askerî ve kültürel
güçleriyle medeniyetin bütününü kontrol altında tuttukları gibi, çevre
ülke ve medeniyetleri de çok büyük ölçüde etkilerler. Böylelikle dünya
kentleri, dünya tarihinin oluşumunda, başoyuncular arasında yer alırlar. Aşağıda bir dünya kenti olarak İstanbul’un ne türden özelliklere
sahip olduğu üzerinde durulmaktadır.
İstanbul
İstanbul’un (Byzantion) tarihi, yerleşim yeri olarak milâttan önce III.
binlere kadar geri gitmektedir. Efsaneye dayalı kuruluş tarihi milâttan
önce 659 olarak belirtilmektedir. Atina ve Isparta arasında çekişme konusu olmuş, Pers istilâsına uğramış, Makedonya Kralı II. Filip tarafından kuşatılmış (m.ö. 340), Roma, Yunanistan ve Makedonya ile birlikte
Byzantion’u da hâkimiyeti altına almıştır (m.s. 73).
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
İmparator I. Konstantinos Roma tahtını ele geçirdikten sonra (m.s.
323), Byzantion’u yeni başkent yapmıştır. Başkent olan şehir Roma örnek alınarak yenilenmiş ve büyütülmüştür. 325 yılında toplanan İznik
Konsili kararlarıyla Roma’dan iyice kopma sürecine girmiştir. 381 yılında İstanbul’da toplanan konsil kararlarıyla Ortodoksluk kurulmuştur. 476’da Batı Roma ortadan kaldırılırken Doğu Roma ayakta kalmış
ve yaklaşık bin yıl daha yaşamıştır (Demirkent 2001, 205-208). Persler,
Avarlar, Emevîler, Abbâsîler, Peçenekler İstanbul almayı denemişlerse
de hiçbiri başarılı olamamıştır.
1400’lere gelindiğinde Bizans, gücünü çok büyük bölümünü kaybetmişti. İslâm’a karşı yürütülen Haçlı seferleri sebebiyle 1204 yılında
Haçlı ordularının İstanbul’u talan etmeleri ve elli yedi yıl süren işgalleri, Bizans için sonun başlangıcı kabul edilmektedir (Demirkent 2001,
211). Aynı yıllarda Selçuklular Anadolu’nun büyük kısmına hâkim olduklarından, Bizans Devleti giderek küçülmüş ve zayıflamıştır. Osmanlı
Devleti’nin kuruluşu ve ilk yayılma bölgeleri tamamıyla Bizans toprakları üzerinde olduğundan, Bizans Devleti çökerken İstanbul da giderek
zayıflamıştır.
İstanbul İslâm dünyasında, İslâm’ın başlangıcından itibaren gündeme gelmiş bir konudur. Özellikle İstanbul’un fethiyle ilgili hadis,
müslümanların gerçekleştirmek istedikleri önemli hedeflerinden biri
olarak işaret etmesi, ona verilen değerin büyüklüğünü göstermektedir. Müslümanların İstanbul’u fethetmek için yaptıkları seferler başarılı olamamıştır. Osmanlı Devleti, Bizans topraklarının tamamına sahip olmuş, İstanbul Osmanlı toprakları içinde bir ada gibi kalmasına
rağmen, İstanbul’un fethi zor olmuştur. 1453’te İstanbul fetheden Fâtih
Sultan Mehmed’in ilk işi şehrin imarı (Eyice 2010, 67) ve başta Türkler olmak üzere çeşitli kavimlere mensup aileler yerleştirmek olmuştur.
Fetih sonrasında İstanbul kısa sürede eski görkemli günlerine yeniden
kavuşmuş, Avrupa’daki en görkemli ve refah şehir olmuştur (Hodgson
1995/2, 614).
Yukarıda belirtildiği gibi, dünya tarihini büyük ölçüde milletler, devletler ve medeniyetler belirlemektedir. Milletler, devletler ve medeniyetler de kendi başarılarını kurdukları ya da dönüştürüp kentlerde somutlaştırmışlardır. İstanbul, bu tür kentlerden biridir. Türkler tarafından alınan İstanbul, kenti kendi zihniyetleri doğrultusunda dönüştürüp
biçimlendirmişler ve yeni bir kimliğe kavuşturmuşlardır. İstanbul’un
yeni kimliği, eski kimliğinden gelen çeşitli özellikleri de kullanarak,
Türkler’in, kendi tarihsel değerlerini, İslâm medeniyetini ve dünyayı
yorumlayışlarına bağlı olarak biçimlendirilmiştir. Söz konusu kimliğin
biçimlendirilişinde ve İstanbul’un bir dünya kenti olarak doruğa ulaşmasında en önemli unsur, Türkler’in dünya devleti anlayışıdır.

JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Ayhan Bıçak
Yıl: 12, Sayı: 47-48
Kasım 2010 -Nisan 2011
Türk devlet anlayışının en somut örneklerinden biri olan Osmanlı
Devleti’dir. Osmanlı Devleti’nin dünya devleti olarak gelişip serpildiği,
onun hem teorik temellerinde hem de uygulamalarında çok açık bir şekilde görülmektedir (Bıçak 2009, 297-300). Devleti yöneten hükümdar
Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, dünyada adaleti sağlamakla yükümlü kişi olarak tanıtılmaktadır (Bıçak 2009, 301-305). Ayrıca, devletin
ebed-müddet olarak tanımlanması (Bıçak 2009, 341-344), dünya
devleti fikrinin teorik temellerini açık seçik ortaya koymaktadır. Osmanlı kadroları, teorik temellerini pratikte gerçekleştirerek, dünyanın
en uzun ömürlü ve geniş ölçekli dünya devletlerinden birini kurmuşlardır. Böyle bir devlet anlayışı temelinde kurulan devletin başkenti olan
İstanbul, tarihsel görevlere uygun yapılandırılmıştır. Bu tespitler ışığında, Osmanlı Devleti’nin ve İstanbul’un çeşitli özellikleri aşağıda ele
alınmaktadır.
İstanbul’un kurulduğu mekân, çok büyük avantajlara sahiptir. Bir yarımada üzerine kurularak, etrafını da surlarla çevirerek dış güvenliğini
sağlama alması, onun tarihteki güçlü konumunun temelleri arasındadır.
Konumunu destekleyen önemli özellikler arasında, dört mevsimin yaşanması, her türlü besin maddesinin üretilmesi, ormanlarla içli dışlı olması, tarım arazilerinin yakınlığı, üç tarafının denizle çevrili bulunması,
su kaynaklarının bolluğu da vardır. Sıralanan bu coğrafî şartlar ve iklim
koşulları, İstanbul’un beslenme konusunda kendi kendine yeterliliği ile
güvenliği açılarından çok büyük imkânlar sağlamıştır.
Ticarî gemilerin yoğun olarak kullandıkları bir boğazın kıyısında
kurulması, İstanbul’a Karadeniz ve Akdeniz arasındaki ticareti kontrol
etme imkânı vermiştir. Denizlerle çevrili olması, güçlü bir donanmanın
oluşmasına gerekli kıldığı gibi, aynı zamanda güçlü bir ticarî filonun da
üretilmesini sağlamıştır. Trakya ve Balkanlar’ın verimli toprakları, Anadolu ile Balkanlar arasındaki kervan yolunun merkezinde bulunması,
onu karayoluyla Avrupa’nın siyasî, iktisadî ve askerî şartlarına dahil etmektedir.
Güçlendikçe, ürettikçe, ihtiyaçları arttıkça, zenginleştikçe, güvenli
yaşama ve çalışma ortamları sağlandıkça, kısaca, cazibesini arttırdıkça
çekim merkezi haline gelmiştir. Devletin güçlenip büyümesi, denizlerin
ve karaların güvenliğinin artması, ticaretin güvencede olması, her türlü malı bollaştırdığı gibi ucuzlamasını da sağlamıştır. Sağlanan şartlar,
başta zanaatkârlar, sanatçılar ve düşünürler olmak üzere, yakın ve uzak
çevreden gelen insanlar, kentin nüfusunu arttırmışlardır. Nüfus arttıkça üretim ve tüketim de artmış, ticaretin hacmi çok genişlemiş, ekonomik olarak komşu devletleri de etkilemiştir. Ayrıca, iktisadî güç artıkça, askerî güç büyütülmüş, sorun çıkaranları etkisizleştirilmiş, devletin sınırları genişletilmiştir. İktisadî gücün artışı, diğer kentlere çeşitli
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
rotalardaki kara ve deniz yollarıyla bağlı oluşuyla da yakından ilgilidir.
İstanbul böylelikle, yer aldığı coğrafyada ve dönemde dünya tarihini etkili oyuncusu olmuştur.
İstanbul’un mekân açısından en önemli özelliklerinden biri de tarihsel şartlar çerçevesinde ortaya çıkar. Eski dünya olarak adlandırılan Avrasya’nın merkezlerinden biri, belki de en önemli merkezi Doğu
Akdeniz’dir. Doğu Akdeniz, en eski medeniyetlerin kurulduğu bu coğrafya, Nil vadisi, Mezopotamya ve Anadolu’dan oluşan verimli hilâldir.
Dünya tarihini en çok etkileyen Batı medeniyetleri camiasının (Duralı
2006/1, 17-18) ortaya çıktığı bu bölgenin kentlerinden olan İstanbul,
bereketli hilâlin merkezinde değil, dış kenarında yer almaktadır. Bu
konumu, onu, çok sayıda devletin işgal teşebbüsüne karşı korumuştur.
Kudüs, Kahire, Şam, Bağdat, Urfa bölgedeki her türlü siyasi değişiklikten etkilenirken, İstanbul kurulduktan sonra bir ya da iki defa el değiştirmiştir. Bununla birlikte, söz konusu bölgede oluşan her türlü olumlu
ve olumsuz gelişmeyle de ilgilenmiştir.
Tarihin en etkili medeniyetlerden ikisi, Yunan ve Bizans medeniyetleri, İstanbul’un kuruluşunu ve gelişmesini gerçekleştirmişlerdir. Yunan medeniyeti döneminde çok etkili olmayan İstanbul, Bizans medeniyetiyle birlikte, devlet merkezi olmasının yanında Hıristiyanlığın en
etkili siyasî ve dinî merkezlerinden biri haline gelmiştir. Siyasî, iktisadî,
askerî gücü yanında, dinî güçleriyle de bereketli hilalde etkili olmuştur.
Öte yandan, Roma ile çekişmeleri, Hıristiyanlık’taki mezhep ayrılıkları,
İslâm’ın Bizans topraklarını içerecek şekilde genişlemesi ve alternatif
din olarak Hıristiyanlığın karşısına çıkması gibi çok önemli sorunlarla
uğraşma süreçleri, İstanbul’u dünya tarihinin büyük oyuncuları arasına
katmıştır. İstanbul’un sıralanan bu özellikleri, Osmanlı Devleti’nin gelişip yayılmasında da en etkili unsurlar arasında yer almıştır.
Bereketli hilâlin merkezi kentlerine hâkim olan Türkler, merkezin
kenarındaki en önemli kent olan İstanbul’u almış ve gözünü Roma’ya
dikmiştir. Bizans’ın bütün maddî ve mânevî mirasına sahip olarak, hıristiyan dünyasının en etkili güçlerinden biri olmuştur. Bu sürecin devamında, Rum, Ermeni, Bulgar patrikhânelerinin Türkler tarafından
kurulması, İstanbul’u Hıristiyanlığın özellikle de Ortodoks Hıristiyanlığın en önemli mânevî merkezi olma özelliğini sürdürmesini sağlamıştır.
Önce Katolik kilisesinin sonra da Protestan kilisesinin olumsuz hedeflerinden biri olarak, hıristiyan dünyanın tamamında etkili bir merkeze
dönüşmüştür.
İspanya’dan atılan yahudilerin 1492 yılında İstanbul’a sığınmaları,
Türkler’in yönetiminde tarihlerinin en rahat dönemlerini yaşamaları,
İstanbul’u yahudiler için de çekim merkezi yapmıştır. Rusya’nın sıcak

JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Ayhan Bıçak
Yıl: 12, Sayı: 47-48
Kasım 2010 -Nisan 2011
denizlere inmesinin önündeki kapalı kapı olması sebebiyle de dikkatleri
üzerinde toplamaktadır. İstanbul’un Türkler tarafından fethinin, hıristiyan dünyada çok büyük etkisinin olduğu, bazı Batılı düşünürlerin dünya tarihini bölümlemelerinde İstanbul’un alınışını bir çağın sonu ve bir
çağın başı olarak kabul etmelerinden de anlaşılmaktadır (Barnes 1957,
173). Doğu’da ve Batı’da İstanbul hakkında çok sayıda yayınların yapılması, onun etkili bir dünya kenti olduğunun bir başka göstergesidir.
Karadeniz, Akdeniz, Adalar (Ege) denizi, Balkanlar, Kuzey Karadeniz, Anadolu, Arap yarımadası, Nil vadisi gibi dönemin dünyasının
merkezlerini askerî, iktisadî ve siyasî açılardan kontrol altına alınması,
Osmanlı Devleti’nin dolayısıyla da İstanbul’un gücünü göstermektedir.
Fransa Kralı Fransuva’nın yardım mektubu ve Fransa’ya yardım (İnalcık 2003, 1058), Protestanlığın ortaya çıkış sürecinde aktif rol almak
(İnalcık 2003, 1074), çevre ülkelerin iç yapılarına ve birbirleriyle ilişkilerine müdahale etme gücü, Doğu ve Orta Avrupa’ya, Karadeniz’in
kuzeyine hâkim olmak, Hint Okyanusu’nda sömürgecilerle savaş, Uzakdoğu Asya’nın müslüman Açe Sultanlığı’ndan yardım çağrısı, Afrika içlerine kadar müdahale, İslâm dünyasının merkezine hâkim olmak, İran
ortalarına kadar gidebilme gücü, dünya hâkimiyetinin en önemli göstergeleri arasındadır.
İslâm’ın kutsal topraklarını sınırları içine alan, kutsal emanetleri
sarayına taşıyan, halifeliği yönetimin bir unsuru haline getiren, her yıl
ramazan ayında Mekke ve Medine dilencilerine sadaka gönderen, hıristiyan dünyada gazâ yapan Osmanlı Devleti, İslâm dünyasında da tartışmasız bir güçtür. Dolayısıyla da İstanbul İslâm dünyasının en güçlü
merkezi olmuştur. Ayrıca İslâm âleminin her yerinden gelen âlimler,
dervişler, şairler, sanatçılar, zanaatkârlar, İstanbul’u düşünce üretiminin de merkezi yapmıştır. Burada üretilen her türlü düşünce, başta
İslâm âlemi olmak üzere, Osmanlı Devleti’nin ilişkili olduğu bütün coğrafyalarda etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti, hâkimiyet alanını sadece askerî güçle genişletmemiştir. Devletin başarısı ile kurumların başarıları iç içedir. Öncelikle
askerî gücün arkasında iktisadî ve siyasî gücün varlığı açık bir şekilde
görülmelidir. Öte yandan, devletin geliştirip uyguladığı hukuk, ülke
sınırları içerisinde yer alan her türden kimliğe sahip halkların haklarını güvence altına almıştır. Başka halk ve devletlerle ilişkilerini de söz
konusu hukuk ilkeleri çerçevesinde yürütmüştür. İktisadî, siyasî, askerî
şartlar başta olmak üzere gündelik hayatta ortaya çıkan her türlü sorunu çözebilecek mekanizmaların geliştirilmesi, başarılı devlet olmasının
ön şartları arasındadır.
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
Sorun çözme becerisi ve hukuka bağlılık, yönetimindeki halkların
devlete bağlılığını arttırmış, Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü olmasını
sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nin iktisadî sistemi, onun insan ve hukuk
anlayışıyla yakından ilişkilidir (Genç 2000, 45-52). İktisadî anlayışı,
Balkanlar’ın fethini ve onu elde tutmayı kolaylaştırmıştır. Braudel’in deyişiyle, Balkanlar’da yaratılan sosyal devrim (Braudel 1990, 4-5; Genç
2000, 313), Balkan kentlerini Türk uygarlığının gerçek ışıma noktaları haline getirmiştir (Braudel 1990, 5). Karadeniz, muazzam Türk başkentinin tahıl ambarı haline getirilirken (Braudel 1989, 61), Akdeniz de
büyük ölçüde bu özelliğe kavuşturulmuştur. Ekonomik refah ve devlet
ile toplumun her türlü ihtiyacının kolaylıkla karşılanması, dünyanın her
yeriyle ticarî ilişkiler, dünyadaki etkisinin başka bir yönünü ortaya koymaktadır.
Medreseler, değerler sistemini öğretmekle yükümlü oldukları gibi,
kadı ve müftü yetiştirerek, toplumun sorunlarını en üst seviyede çözümüne sağlamışlardır. Askerî sistem, toplumla devlet düzenini koruyacak ve devletin hedeflerini gerçekleştirecek biçimde kurulmuştur. Öte
yandan Osmanlılar’ın Orta Avrupa’ya yerleşmeleri, Avrupa’da silâh
teknolojisinde devrim niteliğinde gelişmeler, ordu düzeni, iktisadî ve
siyasî yapıların değişmesine sebep olmuştur. Rakiplerinde olan değişmelerden de Osmanlılar etkilenmiştir (İnalcık 2003, 1068).
Tarımın yanında üretkenliği temsil eden ve toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılayan zanaatkârların becerileri, iş usulleri, gelirleri,
teşkilâtlanmaları, onları başarının mimarları arasına sokmaktadır. Tersane, baruthane, tophane gibi askerî imalâthaneler, hem iktisadî hem
askerî açıdan, başarının diğer yönlerine işaret etmektedir. İktisadî
ürünlerin ticareti, dünya pazarlarıyla ilişkiler, nakliye araçları ve teknikleri, yol güvenliği ve hizmetleri, dünya tarihini biçimlendiren temel
unsurlar arasındadır.
Osmanlı Devleti’nin gücü, Türk devlet anlayışı, İslâmî değerler sistemi, temel kurumları işletiş tarzı, yerleştiği coğrafyada daha önce üretilmiş düşünceleri dönüştürüp kullanma becerisi ve gelişmiş bir sorun
çözme yeteneği gibi unsurların birleşiminden kaynaklanır. Başka bir
ifade ile dünya devleti şeklinde biçimlenirken, askerî, hukukî, iktisadî,
siyasî dinî değerlerini kurumlaştırıp geliştirebilmiş ve hedeflerini gerçekleştirmiştir. Devletin başarıları öylesine etkili ki, İtalyan siyaset düşünürü Machiavelli, merkezî devlet modeli olarak Osmanlı Devleti’ni
kullanmıştır (Machiavelli 1955, 14-15).
Varılan bu sonuçta, değerleri tanımlama, kurumları yeniden
teşkilâtlandırma, hedefleri belirleme ve bunlar arasındaki ilişkileri sağlıklı bir şekilde kurmak anlamında bir düşünce geleneğine sahip olduğu

JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Ayhan Bıçak
Yıl: 12, Sayı: 47-48
Kasım 2010 -Nisan 2011
gibi bu gelenekte büyük dönüşümlere sebep olan düşünce üretimini de
gerçekleştirmiştir. Düşünce üretimi, askerî stratejilerde, mimari eserlerde, şiir anlayışında, din anlayışında, zanaatkârların iş anlayışlarında,
tarım ürünlerinin tüketilmesinde, eğlence anlayışında, akla gelebilecek
her konuda, kendine özel sonuçlar doğurmuştur. Sıralanan değer ve
kurumların merkezi olan İstanbul, XVI. yüzyılda ulaştığı nüfusla, bazı
tarihçilere göre 700.000 (Braudel 1989, 182), kimi seyyahlara göre
1.231.207 (Lewis 2006, 98-99) dünyanın merkezi haline gelmiştir.
İstanbul,doğal güzelliklerinden sonra ilkin mimarisiyle kendini gösterir. Cami mimarisi İstanbul’un siluetini belirlemektedir. Mimari şaheserlerin üretilmesindeki düşüncenin özgünlüğü ve üstünlüğü tartışılmaz. Camiler, yüksek duvarları, taçkapıları, revakları, yarım kubbeleri,
göğü temsil kubbeleri, kubbeleri göğe bağlayan minareleriyle, dünya
mimarisinin en önde gelen örnekleri arasındadır. Çeşmeler, köşkler, saraylar, kiliseler, havralar, medreseler, tekkeler, türbeler, mezarlar, evler
ve mahalleler, mimari kimliği ortaya koyduğu gibi, belirleyici değerleri
ve gelenekleri de yansıtırlar. İstanbul’daki yaşama tarzı, hayatla ilgili
görenekler, ihtiyaçların giderilme tarzı, düşünce üretiminin bir başka
yanını sergiler. Çarşıları, ihtiyaç türlerini ve ihtiyaçların gideriliş tarzlarını yansıtmaktadır. Sefer alayları, düğünleri, bayramları, mesireleri, dev çınarları, mezarlıkları, yatırları, kuş evleriyle, sokak satıcıları,
İstanbul’un kimliğinin temellerinde yer alırlar. XVII. yüzyılda yaşayan
Evliya Çelebi, kendi adıyla anılan Seyahatnâme’sinde, bir İstanbullu
olarak bu kentin sıralanan özelliklerini hem dış görünüşünü hem de
kentteki hayatı çok güzel anlatmıştır. Başka bir deyişle, dünya kenti İstanbul, dünya çapında bir tarihçi tarafından şanına uygun bir şekilde
hikâye edilmiştir.
Şiir, İstanbul’u içeriden anlamanın yoludur. Nedim, İstanbul’u anlatan kasidesinde, İstanbul, bir taşını Acem mülkünün feda edildiği,
güneşle tartılabilecek değerde bir mücevher olduğunu, ona yüklediği
değeri öne çıkarmaktadır (Nedim 1992, 22). Nâbî’nin şu beyti şairin gözünde İstanbul’un eşsizliğini ortaya koymaktadır: “Ne kadar âlemi devr
itse sipihr / Bulmaz İstanbul’a benzer bir şehir” (Güneş dünyayı ne kadar dolanırsa dolansın, yine İstanbul gibi ikinci bir şehir daha bulamaz)
(Lewis 2006, 94-95). Benzer şekilde Yahya Kemal “Süleymaniye’de
Bayram Sabahı” adlı şiirinde, bir yandan Süleymaniye Camii’ni uhrevî
âlemin merkezi olarak tanımlarken, aynı zamanda top sesleri üzerinden
dünya devletinin görkemini sergiler. Süleymaniye Camii’nin sahip olduğu bütün görkem İstanbul’un kimliğini anlatmaktadır. Yahya Kemal’in
İstanbul’la ilgili şiirleri ve Türk İstanbul başlıklı kentin edebî anlatımının önde gelen örnekleri arasındadır. Kısacası, İstanbul şiirleri ve şiirlerin İstanbul’u, estetik düşüncelerin görkemli ürünleridirler.
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Dünya Tarihi ve Dünya Kenti Anlayışları Çerçevesinde İstanbul
İstanbul, Osmanlı Devleti’nin somutlaşmış halidir. İstanbul’un tarihsel kimliği Osmanlılık üzerinden Türk yaratıcılığının, üretkenliğinin,
sorun çözücülüğünün, bütünleştiriciliğinin, sentezciliğinin, toleransının, düzenleyiciliğinin seyrini verir. Osmanlı Devleti’nin dünya tarihindeki yeri daha çok İstanbul aracılığı ile belirlenmektedir. Söz konusu belirleyiciliğin sebebi, İstanbul’un her türlü üretimin merkezi olması
ve üretimin somut verilerini korumasıdır. Dolayısıyla bir dünya kenti
olarak tarihteki ebedî yerini almıştır.
Kaynakça:
Barnes, Herry Elmer; 1957 A History of Historical Writing, Second
Edition, Dover Publications INC. New York.
Bıçak, Ayhan; 2005 Tarih Düşüncesi IV Tarih Metafizikleri, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Bıçak, Ayhan; 2009 Türk Düşüncesi I Kökenler, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Bıçak, Ayhan; 2010 Türk Düşüncesi II Kaygılar, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Braudel, Fernand; 1989 Akdeniz ve Akdeniz Dünyası I, çev. Mehmet Ali
Kılıçbay, Eren Yayınları, İstanbul.
Braudel, Fernand; 1990 Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, çev. Mehmet
Ali Kılıçbay, Eren Yayınları, İstanbul.
Braudel, Fernand; 1996 Uygarlıkların Grameri, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, Ankara.
Demirkent, Işın; 2001 “İstanbul”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XXIII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul.
Duralı, Teoman; 2006 Çağdaş Küresel Medeniyet, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Eyice, Semavi; 2010 Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İstanbul.
Genç, Mehmet; 2000 Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi,
Ötüken Yayınları, İstanbul.
Hodgson, M.G.S.; 1995/2 İslâm’ın Serüveni 2, İz Yayıncılık, İstanbul.
İnalcık, Halil; 2003 “Siyaset, Ticaret ve Kültür Etkileşimi”, Osmanlı Uygarlığı 2, yay. Hazırlayanlar: Halil İnalcık ve Günsel Renda, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara.

JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Ayhan Bıçak
Yıl: 12, Sayı: 47-48
Kasım 2010 -Nisan 2011
Lewis, Bernard; 2006 İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu Medeniyeti,
çev. Ömer Faruk Birpınar, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul.
Machiavelli, Niccolo; 1955 Hükümdar, Yıldız Matbaası, Ankara.
Nedim; 1992 Nedim Divanı’ndan Seçmeler, haz. Şevket Kutkan, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Uygur, Nermi; 1957 “Tarih Felsefesinin Yolu”, Felsefe Arkivi, III,
sayı 3.
Dipnotlar
*
Prof. Dr., İstanbul Universitesi
1
Tarih düşüncesinin nasıl bir seyir takip ettiğini daha açık olarak görmek için
Ayhan Bıçak, Tarih Düşüncesi I Tarih Düşüncesinin Oluşumu adlı kitaba bakılabilir.
2
Tarih metafizikleri hakkında daha fazla bilgi için Ayhan Bıçak, Tarih Düşüncesi
IV Tarih Metafizikleri adlı kitaba bakılabilir.
ABSTRACT
Istanbul within the framework of world history and as a world city
The article touches on the characteristic of Istanbul that makes it a world city
(within the framework of the world history and city). Its place in the world history is
described with various aspects. In this context, the world history and city is briefly
described. We also evaluate Istanbul’s geographical position, history, prominent
characteristics as regards the Ottoman Empire.
Key words: World history, metropolis, Istanbul, Ottoman Empire
AKADEMĐK ARAŞTIRMALAR DERGĐSĐ

Download