SOSYAL BiliMLER ENSTiTÜSÜ DERGiSi

advertisement
ERCiYES ÜNiVERSiTESi
SOSYAL BiliMLER
ENSTiTÜSÜ DERGiSi
SAY! : 3
YIL : 1989
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİS1
SAY! : 3
YIL : 1989
iSLAM HUKUKUNDA YARGI KARARLARININ TEMYİZİ (*)
Dr. Hasint Cemil ABDULLAH
Çev : H. Yunus APAYDIN•·;-:.
BAŞLIK HAKKINDA BİR.KAÇ SÖZ
İlk devir İslam hukukçuları «temyizıı terimini kullanmanll§,
bunun yerine genelde ((nakz (bozma) » lafzını kullanarak bozulabilen ve bozulamayan hükümlerden bahsetmişlerdir. Bazı Arap
ülkelerindeki yargı organları da «temyizıı yerine «nakz ve ibramıı
tabirini kullanmaktadırlar. Ancak biz, daha kısa olması, Irak'ta
en yüksek kazai otoriteye bir isim olarak verilmesi ve muhtevaya
en uygun kelime olmaısı bakımından «temyizıı terimini tercih ettik. Muhtevaya uygun diyoruz; çünkü, mahkemenin işi, kendine
getirilmiş olan hükümler arasında temyiz yapma etrafında cereyan eder. Mahkeme, bozulması yönünde bir sebep bulunan hükümleri bozup iptal eder; bunun dışındakileri ise yürürlükte bıra­
kır (ikrar) ve kesinleştirir (ibram).
Kaza (yargı), şüphesiz çok yüce bir mefhumdur, fakat buna.
hakimler de insandır ve hata yapabilirler. Acaba islam
hukuku bu noktayt dikkate alıp, yargı kararlarının (kazai hükümler) gözden geçirilmesi, araştırılması ve temyizi prensibini kabul
ederek, isabetli olanları ikrar edip, bozulması gerekenleri bozma
yoluna gitmiş midir?
rağmen
İşte,
ya
biz bu
ara§tırmamızda,
bu hususu
açıklığa kavuşturma­
çalışacağız.
Bu yazı, Dr. Haşim Cemil Abdulah'ın «Mecelletu'l·İmaml'l·A'zam» adlı
derginin 1978 yılında çıkan IV. sayısında, «Mebdeu Temyizi'l·Ahka·
mi'l-Kazaiyye» başlığıyla yaymişnan makalesinin tercümesidir. Not :
Yazıdaki dipnot sistemi, tarafımızdan düzenlenmiş ve yazıda geçen şa­
hısların ölüm tarihleri tarafımızdan eklenmiştir. (çev.).
(;;*) Erciyes Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi.
(*)
adlı
3'83
I. BÖLÜM
İSLAM'DA YARGI TARİHİ VE TEMYİZ PRENSiBiNİN DOGUŞU
Cahiliye devri araplarının, sağlam kazai bir sistemleri yoktu.
Ancak, yargının, hakerne ba§vurma (tahkim) veya kahiniere
başvurma (ihtikam) şeklinde beliren bir çekirdeği mevcuttu (1).
İslam geldiğinde genel hava, insanların aralanndaki aniaşınazlı­
ğı halledebilmek için başvurabilecekleri kazai bir otoritenin
doğup gelişmesine müsait idi. Hz. Peygamber, diğer görevlerine ek
olarak İslaında yargı görevini üstlenen ilk kişi olmuştur. Nitekim
ayette, «insanlar arasında, Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye biz sana Kitab'ı indirdikıı (2) ve «Rabbine yemin olsun ki seni, aralarındaki anlaşmazlıkları konusunda hakem tayin·
edip (senin hükmüne başvurup), hüküm verdiğin hususlarda nefi.slerinde herhangi bir güçlük hissetmeden teslimiyet göstermedikçP-, onlar, iman ~tmiş olmazlar.» (3) buyurulmuştur. Aym şe­
kilde, Hz. Peygamber'in Medine'de Muhacirler, Ensar ve yahudiler arasında yaptığı anla§ma metninde a§ağıdaki şu madde bulunuyordu: «Bu antlaşmayı kabul eden kimseler arasında vukua gelecek ve fesada yol açabilecek her türlü olay ve anlaşmazlık
Allah'a ve O'nun elçisi Muhammed'e getirilecektir» (4).
Hz. Peygamber, bazen birtakım anla§mazlıkların (husumet)
kendi huzurunda çözümlenınesini bazı arkada§lanna tevdi ediyordu. Nitekim, Ömer b. el-Hattab (ö. 23/644) ve Ma'kıl b. Yesar'a
(ö. 1
) nisbetle gelen bazı rivayetler bu hususa delil teş­
kil etmektedir (5) .
İslam
devletinin sınırlan genişleyince', Hz. Peygamber çebölgelere valiler göndermiştir. İnsanlar arasında yargı görevini yerine getirmek bu valilerin görevleri arasında bulunuyordu.
Nitekim bu durum, Hz. Peygamber'in Yemen'e vali olarak gönşitli
ı.
2.
3.
4.
5.
Hasen, Hasen İbrahim, «Tarihu'l-İslam, (Mektebetu'n Nahdati'l-Mısrıy­
ye Neşri), Mısır 1961, I, 484; et-Tamavi, Süleyman es-Sultatu's-Selas,
(Ma'hedü'd-Dirasat bi'l-Camiati'l-Arabiyye), 1967, s. 303.
. Nisa, 4/105.
Nisa, 4/65.
İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail b. Kesir (ö. 774/1372), es-Siretu'n-Nebevye,
(?), II, 322, Safvet, Ahmed Zeki, Ceri:ıheretu Resaili'l-Arab, (Matbaatu'lHalebi), (?), I, 34.
Veki, b. Muhammed b. Half, Ahbaru'l-Kuzat, Matbaatu'l-İstikame, Kahire, 1947, I, 17, 37.
384
derdiği Muaz b. Cebel (ö. 18/639), Ali b. Ebi Talib (ö. 40/660) ve
Ebu Musa el-Eş'ari (ö. 44/664) içinde söz konusu olmuştur (6).
Hz. Peygamber'in vefatından sonra yargı, Devlet başkanlığı
makamına dahil görevlerden sayılmıştır (7). Çünkü İslam nazarında halife, İslam şeriatının korunması ve İslam toplumunun
yararlarının gözetilmesi hususunda Peygamber'in naibi sayılmış·
tır. İslam hukuku da yargı müessesesine bu gözle bakacak ve hakimi, yargı görevini yerine getirme husUıSunda devlet başkanının
naibi olarak kabul edecektir (8).
Ancak pratik olarak normal yargı (alt yargı, ilk kademedeilk halife devrinden itibaren bağımsız olmak
temayülü göstermiş ve yavaş yavaş bağımsızlaşmaya giderek Abbasiler devrinde tamamen bağımsız hale gelmiştir.
ki
yargı) makamı,
Raşid halifeler yargı görevini bizzat yerine getirmelerine rağ­
men hilafet merkezine de ayrıca hakimler tayin etmişlerdir. Hz.
Ebu Eekr (13/634) Medi11e'de yargı görevini Hz. Ömer'e Hz. Ömerde kendi hilafeti döneminde Ebu'd-Derda (ö. 32/652) ve Zeyd b.
Sabit'e (ö. 45/665) vermiştir. (Zeyd b. Sabit'in, Hz. Osman (ö. 35/
655)) döneminde hakimlik yaptığı da söylenmiştir.) Küfe'de ise
Hz. Ali yargı görevini Şureyh b. el-Kindi'ye (ö. 78/697) vermiştir­
tır
(9).
Başkentlerin dışında ise yargı makamı Hz. Ömer devrinden
itibaren tamamen bağımsız olmaya başlamıştı. Hz. Ömer yarg1yı
genel idareden (vilayet-i amme) ayırıp emir ve hakime bırakan
ilk kişidir; Her bölgeye vali gönderiyor ve her valinin yanında,
görevini validen bağımsız olarak icra eden bir de hakim tayin ediyordu. Mesela, Küfe'nin valisi Ammar (ö. 37/657), kadısı ise, İbn
Mes'ud (ö. 32/652) idi. Diğer şehirlerde de durum böyleydi. Daha
sonra gelen halfeler de Hz. Ömer'in yolundan gitmişlerdir.
6. Veki', Ahbar, I, 88, 98, 100.
7. İbn Haldfın, Abdurrahman b. Muhammed (ö. 808/1405), el-Mukaddime,
(Daru't-Tahrir neşri) Mısır 1966, s. 190; Hasen, Tarih, II, 132.
8. es-Semerkandl, Alauddin Muhammed b. Ahmed (ö.
1
) Tuhfetu'l-Fukaha, (Matbaatu Camiatİ Dımeşk), 1959, III, 635 İbn Rüşd, Ebu'l·
Velid Muhammed b. Ahmed (ö. 595/1199), Bidayetu'l-Müctehid ve Nihayetu'l-Muktesid, Kahire 1966, II, SOO•.
9. Veki', Alıbar I, 104, 108, 110; II, 197; Ibn Hadfın, Mukaddime, s. 190; Hasen, Tarih, I, 485.
385
Emeviler devrinde ise, bölgelere hakim tayin etme yetkisi valilerin elindeydi. Her bölgenin valisi, o bölgenin hakimini tayin
ediyordu.
Raşid
halifeler döneminde Ebu MU.Sa ~1-Eş'ari'den b~ka valilik ve hakimlik görevini bir arada yürüten birine rastlamadım.
~bu Musa, Hz. Osman döneminde Basra'nın hem valisi hem de
kadısı idi.
İsiapı devleti oldukça genişlemiş olmasına rağmen Emeviler
devrinde Medine'de Eban b. Osman (ö.
1
) , Basra'da Bilal
b. Ebi Bürde dışında valilik (imaret) ve kadılık görevini birlikte
yürüten birine rastlamadım. Valilik ve kadılık görevini birlikte
yürüten Eban'ın yanında ayrıca Nevtel b. Musahık (ö.
1 )
isminde bir ba§ka kadı daha vardı.
Abbasiler devrinde ise, halife'nin -normal kaza makamına
nisbetle- rolü sadece, bütün islam devletinde, Kadı'l-Kudat (baş­
kadı) denilen, yargı başkanını tayin etmekten ibaretti. Diğer bölgelere hakim tayin etme işi de Kadı'l-Kudat denilen baş kadıya
bıraktlıyordu. Kadı'l-Kudat lakabını ilk olan şahıs, Harun Reşid
(ö. 193/809) zamanında Ebu Yusuf (ö. 1821798) tur (lO) .
ilerde açıklanacağı üzere, Halife Mühtedi '(ö. 256/870) döneminden sonra, yargı bütün dereceleriyle nihai olarak bağımsız
hale gelmiştir.
Genel olarak,
yargı
sonra, özet olarak
tarihi hakkında bir fikir sahibi olduktan
prensibinden bahsetmemiz uygun ola-
((temyizı>
caktır.
İslam
hukuku
sahasında
inceleme yapan herkes, islam hubaşlığı altında
zikrettikleri
ba.hisleri görmüş olmalıdır. Araştırmacılar, bu velayetu'l-mezaJiın'in normal yargı yetkisinden daha geniş bir yetkiye sahip bir
çeşit ccyüksek yargın (el-Kazau'l-Ali) olduğunda ittifak etmişlerkukçulannın
ccvelayetu'l-~ezalim»
10. Bkz. Veki', Ahbaru'l-Kuzat, I, 125, 141, 280; II, 51, 188; el-Kaza ve'l-Kuzat,
s. 85 100; Hudari Bey, Muhammed Tarihu'l-Umemi'l·İslamlyye, Mısır
(?), II, 13; Tamavi, Sultat, s. 305; Hilmi, Mahmud, Nizamu'l-Hükml'l-İs­
laml, (Daru'l-Fikri'l-Arabi Neşri), 1970, s. 338; Hasen, Tarihu'l-İslam, II,
297.
386
dir. Çünkü velayetu'l-mezalim, İslam tarihindeki yargı mertebe·crinin en yükseğidir ve normal f!lahkemelerin, anlaşmazlığı çözemediği durumlarda veya yargı kararlarının uygulanmasında bir
takım engellerin ortaya çıkması halinde, davanın varacağı son
merci ve makamdır.
Velayetu'l-Mezalim denilen bu yüksek mahkemenin kurulvalilerin, vergi (zekat) toplayanların, divan
katiplerinin, hakimlbrirı veya herhangi bir kimsenin haksız bir
davranışına maruz kalan kişinin hakkını korumaktır. Bu mahkeme, her ne kadar onun kadar güçlü ve etkili değilse de, pek çok
yargı çeşidini içine alması bakımından günümüzdeki temyiz mahkemesinin yaptığı işleri yapmaktadır.
masının asıl amacı,
Velayetu'l-mezalim'in
yaptığı işleri şöyle sırlayablliriz
:
a- Acil Yargı ve infazda Ortaya Çıkan Sıkıntılann Gideril·
'
si :
Hakimin, güç ve nüfuz sahibi olan bir kimse aleyhine verdihükmü uygulayamaması halinde, bu hükmün uygulanması,
mezalim kadısına aittir.
ği
b- İdari Yargı (Bazı Devlet Memurlarının
Dolayı Yargılanmalan) :
Görevlerinden
Fertlerin veya topluluklarİn, adalet ve insaftan sapmış valiler, aşırı giden vergi toplayıcılan veya aslında, müslümanların
beytulmal eminleri olan fakat, müslümanların mallarını tesplt
ederken fazla veya eksik göstermek suretiyle suç işleyen divan katipleri aleyhine açtıkları davalara bakmak, mezalim kadısının görevidir. Yine, maaşları eksik veya geç verilen görevlilerin mağdur
olması gibi durumları incelemek de mezalim kadısının görevidir.
c- Yüksek Yargt (el-Kazau'l-Ali)
hakimin, aralarında adaletle hükmetmediğine
getirdikleri davalara bakmak da mezalim kadı­
Aynı şekilde,
inanan kişilerin
sının görevleri arasındadır.
Bu bakımdan mezalim kadısı, normal hakimierin sahip olmauygulama yetkisine sahip bulunmaktadır. Buna göre mezalim kadısının görevi, yüksek kazai bir heyet (yüksek yargı kurumu) mesabesinde kabul edilmektedir.
dığı
Normal hakimin yapamayacağı fakat mezalim kadısının yetkileri içerisinde bulunan hususlar kısaca şunlardır :
387
ı-
Mezalim kadısı, tarafların durumlarının kendisine karı­
şık gelmesi halinde -eğer taraflannda bu yönele bir talepleri varsa- bu durumu açıklığa kavuşturmak için, tarafları yeniden dinleyebilir. Halbuki bunu normal hakim yapamaz.
2- Meza.lim kadısı, durumlan açığa çıkmamış (mestur)
kimselerin şehadeti~rJ.rı; dinleyebilir. Halbuki, diğer hakimler,
adil kimselerin şehadetlerini dinlemek durumundadırlar.
3- Mezalim kadısı, gönüllü olarak gelmiş olan şahitlere
-eğer onlardan şüphe ediyorsa- yemin ettirebilir. Şüphenin tamamen giderilmesi için şahit sayısını arttırabilir. Halbuki normal hakim bunları yapma yetkisine sahip değildir.
4- Mezalim kadısı, önce şahitleri çağırıp, tarafların anlaş­
mazlıkları konusunda ne bildiklerini sorabilir. Normal hakimler
ise, davacıyı beyyine getirmekle mükellef tutarlar, fakat onu sorguya çekmeden, bu beyyineyi dinleyemezler.
Hz. Peygamber'den itibaren Hz. Ali zamanına gelinceye kadar, müslüman halk üzerinde hüküm süren dini duygu, «engelle~
yici» bir rol oynadığı için,-mezalim için oturum (celse) yapmaya
ihtiyaç hissedilmemiştir. Aralarındaki anlaşmazlıklar, genellikle
hükmü kesin olarak belli olmayan konularda ortaya çıkıyor ve
yargı organının bu hususları açıklaması üzerine, isteyerek ve ihtiyari olarak bu hükümleri uyguluyorlardı. Ancak bu, onları -özellikle valilerden- uğradıkları haksızlığı takip etmekten, haklarını
aramaktan alık.oymuyordu. Hz. Peygamber, Zübeyr ile Ensar'dan
bir şahıs arasında vukua gelen ve Buhari'de tafsilatlı olarak zikredilen meşhur <<SU meselesi>ınde, olayda haksızlık olup olmadığı­
nı tesbit etmek için, mezalim oturumu teşkil edip olayı yeniden
gözden geçirmiştir (ll) .
Hz. ömer'den, valilerin ve diğer görevlilerin yaptıkları haksızlıklan düzeltiğine dair pek çok haber nakledilmiştir_
Ancak,
onların, özellikle mezalime bakmak üzere meclis teşkil
ettikleri
rivayet edilmemiştir. Hz. Ali'nin hilafeti sırasında, insanlar birbirlerine haksızlık yapmaya başlayınca, Ali hwızlığa maruz kalanların durumlarını incelemeye başladı. Ali, Rft.şid halifeler içeriısinde, bu işi yapan Hk kişidir. Bununla beraber, . o gün için durum, özel olarak mezalim konularını inceleyen kimselerin bulunmasını gerektirmiyordu. Ancak, haksızlık artık açıkça yapılmaya
ll. Bkz.
Şerhl
388
İbn
Hacer Ahmed b. Ali el-Askalani (ö. 852/1447),
Sahihl'l-Buhfui, (?), V, 23.
Fethu'l-Bari bi
ba.şlanınca,
mezalim kadılannın ortaya çıkması da bir gereklilik
halini aldı. Özel olarak mezalim davalarını inceleyen ve bu i§ için
ayrı bir gün belirleyen ilk kişi Abdülmelik b. Mervan'dır. Ömer
b. Abdilaziz (ö. 101/719) de bu konuya büyük önem vermi§ daha
sonraki halifeler de bunu takip etmi§lerdir. İlk Abbasi halifeleri,
bu işi (mezalime bakma ) bizzat kendileri yapıyorlardı. Bu hali·
feler sırasıyla şunlardır: Mehdi, Hadi, ve Mühtedi dönemine· kadar da Harun Reşid. Bazan da, kendilerinin yerine bu işi yapmak
üZere hakimler t ayin ediyorlardı. Mühtedi döneminden sonra,
Abbasiler, mezalim davalanna bakmak üzere «Divanu'l-Mezalimıı
isminde özel bir divan kurmuşlardır. Bu divanın başkanına «Sahibu'l-Mezalim» veya «Naziru'l-Mezaliml) deniliyordu. Bu divanın başkanının, değerli, yaptırım gücüne sahip ve haramdan titizlikle sakınan biri olması gerekiyordu. Hatta bu görevin önemi
dolayısıyla, başkanlığına bazen de kadı'I-kuzat getiriliyordu (12) .
önceleri bizzat deylet baş­
bir görev iken sonradan yavaş yavaş bağımsızlaşa­
L<1k, ·Abbasi Halifes! Mühtedi döneminden sonra- bütün dereceleriyle nihai olarak bağımsızlaştığım görmuş olduk. Ayrıca, Hz.
Peygamber'in, kendi devrinde meşgul olmasıyla, hükümlerin tem;yi~i
düşüncesinin nasıl doğduğunu,
daha sonra geli§erek, günü.
.
müzdeki temyiz mahkemesinin yaptığı i§leri -uygulama, geçerliljk açısından daha üstün bir şekilde yapan- özel bir divan teşkil
edildiğini gördük.
Böylece
yargının nasıl başladığını,
kanına bağlı
II. BÖLÜM
YARGI KARARLARININ (KAZAİ HÜKÜMLERİN)
TEMYİZİ KONUSUNUN MEŞRÜİYET DELİLİ
Bu hususa, Kur'an, sünnet ve bu konuda (Sahabe'den rivayet edilen) haberler delU gösterilmektedir.
ı-
Kur'an :
Kur'an bazı ayetlerinde, bir hakimin, mertebesi ve durumu
ne olursa olsun, yi!"le de hata yapabileceğine değinmektedir. Bu,
dolayısıyla böyle bir hatanın hükümlerine de değinmeyi, bu hü12. el-Maverdi, Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed (450/ 1058), el-AhkAınu's-Sultıt
niyye, (?), s. 74: Osman, Fethi, el-Fikru'l-Kaniniyyu'l· İsHimi, Mısır 1310,
s. 301; Hilmi, Nizrnu'l-Hükm, s. 244; İbn Haldun, Mukaddime, s. 191;
Tamavi, Sultat, s. 316; Hasen, Tarlhu'l·İsliim, II, 297; Zeydan Corci,
Tarihu'l-Temedduni'l-İslami, (Matbaatu'l-Hilal 1935, I, 2fJl.
389
kümlerl ortaya koyup, doğruya aykın olanları bozmayı gerektirecek durumların tesbitini de gerekli kılmaktadır. Konuyla ilgili
olarak şu ayetleri zikredebiliriz :
a- cıEy Muhammed! sana davacıların haberi geldi mi? Hani surları 3:§arak mihrapta Davud'un huzuruna çıkınışiardı da
Davud telaşa kapılmıştı. Onlar korkma dediler: e<biz iki davacı­
yız, birimiz diğerinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen
araımzda
hak ile hükmet ve aşırı gitmeyip bizi doğru yolun ortasına çıkar.
Şu kardeşimin doksan dokuz benimse bir tek dişi koyunum var,
böyle iken e<onu da bana bırakı> dedi ve tartışmada beni yendi.n
Davud: ecDoğrusu o, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına
katmak istemekle sana zulmetmiş, zaten bir wplumda yaşayan
insanlar birbirlerine zulmederler. Ancak inanıp iyi işler yapaıılar
hariç, onların sayısı da ne kadar azdır! Davud, kendisini imtil1an
ettiğimizi zannederek mağfiret diledi ve rükua kapanıp tövbe etti. Biz de' Ona mağfiret ettik. O'nun katımızda kesin bir yakınlı­
ğı ve güzel bir akibeti vardır. Ey Davud biz seni yeryüzünde bir
halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, (keyf e)
hevaya uyma ki seni Allah yolundan sapıtmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı §iddetli
bir azap vardır.» (13).
Ayetin
açıklaması
ve konuya delil
olması
:
o da, sırf davaiyice araştırmadan, ve aleyhine hüküm
verdiği tarafın savunmasını dinlemeden acele hüküm vermiştir
(14). Ancak bu hükmün gerçeğe aykırı olduğu anlaşılınca, Davud, (A.S.) Rabbinden mağfiret dilemiş Rabbi de O'nu bağışlamış
ve O'na, hakimin meseleyi iyice araştırması gerektiğini, davacı­
nın davayı aniatış tarzının, hakimi doğrudan uzaklaştırmaması
gerektiğini haber vermiştir. Zira hak ve adaletten sapmak, çetin
bir azaba götürür. İslam hukuku hakkında bilgi sahibi olan herkesee malumdur ki; Allah'ın bu meseleyi aniatış tarzı, yanlış verilmiş olan bu kararı, vuku bulduğu şekilde geçerli bırakmanın
sahih olmaya,cağına delalet etmektedir. Çünkü yapılması tövbe
ve istiğfarı gerektiren ve böyle çetin bir azaba duçar edecek olan
bir iş, vuku bulduğu takdirde, hem o işin hem de ona terettüp
eden sonuçların izalesinin istenebilmesini gerektirir. Çünkü o hüDavud' (A.S.)a iki
kişi davacı
olarak
gelmiş,
cının iddiasım dirıleyerek
13. Sad, 38/21·26.
14. el-Cemel, Süleyman, el-FutUhatu'l-İUilıiyye, Mısır (?) III, 568.
390
''i.im, Allah ve Resulünün hükmüne aykındır. Öyleyse o hükmü
bozup Allah ve Resulünün hükmüne başvurmak gereklidir. Allai1
Teala şöyle buyuruyor: ccBir hususta ihtilafa düşerseniz, onu
Allah ve Rasül'ün hükmüne havale edin» (15).
Bu izahtan anlaşılacağı üzere yukardaki ayet yargı kararlarının temyizi prensibini ihtiva etmektedir. Bu ayetin Davud
(A.S.) dan bir kıssa olarak anlatılmış olması, onun şer'i bir delil
olarak kabul edilmesine zarar vermez. Çünkü, bizden öncekilerin
hukuku (şer'u men kablena) , bizlere nakledilmiş olması halinde,
bizim için de geçerlidir. Üstelik bizim hukukumuzda bununla çatışan bir husus yoktur. Ayrıca, bizim hukukumuz, aynı şeyi benimsiyorsa, bizden öncekilerin hukuku; -icma' ile- bizim için de
geçerlidir'.
b- ccDavud ile Süleyman, Toplumun davannın yayıldığı bir
hüküm veriyorlardı, biz de onlann hükümlerine
idik. Biz olayın hükmünü Süleyınan'a anlattık. Bununla be·
rabe1· her birine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'a dağları ve
kuşlan boyun eğdirmiştik, kuşlarla beraber tesbih ediyorlardı. Biz
bunlan yapanz» (16) .
ekin
hakkında
şahit
Ayetin açıklaması ve konuya delil olması :
Bir topluma ait olan bir davar sürüsü, başka bir toplumun
bağ1na girerek zarar vermiş, bağın sahipleri, koyun sahiplerini
Davii.d' (A.S.) a dava etmişlerdi. Davud (A.S.), bağ sahiplerinin
lehine hüküm vermişti. Süleyman (A.S.) ise: EyAlah'ın Peygamberi! başka türlü hükmetsen daha iyi olur» dedi. Davud (A.S.),
nasıl? diye sorunca, Süleyman (A.S.) şöyle hükmetmişti:
ceKoyunlan bağın sahibine verirsin, bağı da koyunlarm sahibine. Koyunlann_ sahibi, bağı eski haline getirinceye kadar, bağın sahibi
koyunlardan istifade eder. Bağ önceki haline dönüştüğünde ise,
koyunlan sahibine, bağı da sahibine iade edersin.» Allah (C. C.),
Süleyman' (A.S.)ın bu hükmünü beğenmiş ve onu Süleyman'a
biz öğrettik» buyurmuştur.
Başka bir rivayette ise olay şöyle nakledilmiştir:
DavO.d'
(A.S.)un aleyhine hüküm verdiği kimseler, Süleyman (A.S.)a giderek, babasının hükmünü vermişlerdir, Süleyman da cceğer -hü-
15. Nisa, 4/59; Ayrıca bkz. Maverdi, Edebu'l-Kadi, BaMad 1971, I, 687.
16. Enbiya, 21/78-79.
391
ben olsaydım, başka türlü hükmederimıı diye cevap
Sonra durumu Davud' (A.S.) a haber vermişlerdir (1 7) .
Hangi rivayeti alırsak alalım, netice aynıdır: Davud (A.S.), Süleyman) ın hükmüne dönmüştür.
kümdarınız-
vermiştir.
Ayet çok net bir
prensibini ihtiva etmektedir. Şöyleki. davanın taraflan, bir konuda anlaşmazlığa düşmü&­
ler, Davud (A.S.), o meselede hüküm vermiş, Süleyman (A.S.),
babasının hükmüne iitraz etmiş veya taraflar Süleyman'a geldikten sonra itiraz etmişlerdir. Bu itirazın sonucunda, ilk hükmün
bozulmaısı, ikinci hükmün kabul edilmesi hususu söz konusu olmuştur. Ayetin, bizim hukukumuzda cereyan etmemiş bir olayı
aktarması, ayetin delil olarak kullamlmasına engel teşkil etmez.
Öyleyse, son olarak şu hususa dikkat çekebiliriz: Ayet, bir hükmü,
bir it:razı, bu hükmün bozulmasını ve yeni bir hükmü içine alınakdır. İslam hukukunun bütün bunlardan alıp benimsediği husus cctemyizıı prensibidir. Ayetin ihtiva ettiği diğer hükümler konusunda ise, İslam hukukçuları, daha değişik. bir yol izlemişler­
dir (18).
şekilde, «temyizıı
2- Sünnet:
ı.
yan bir
Hadis: ccKim bizim. şu işimizde (dinimizde), ondan olmaşey ihdas ederse, o şey reddedilir» (19).
Hadisin delalet yönü :
Eğer
bir hakim, şeriatin gerektirdiğinden başka bir şeyle
ondan olmayan bir şeyi ortay koymuş olur. Bu hadihakimin o hükmü reddedilir. İşte bu, hükmün bozul-
hükmederıse,
sin nassıyla,
masıdır.
2. Hadis: ccSiz birbirinizle anlaşmazlığa düşerek bana gelirsiniz. Biriniz, hüccetini, diğerinden daha iyi dile getirebilir.
Eğer ben, bundan ötürü, onun lehine hüküm vermişsem, muhakkak ona ateşten bir parça kesip vermişimdir, sakın onu almasın»
(20).
ıl.
el-Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyn (ö. 458/ 1065), es-Sunenu'l-Kub
ra Hindistan '1352, X, 118; Cemel, Futiıhat, III, 137.
18. İbnu'l·Kayyim, Şemsuddin, Ebu AbdiHalı Muhammed b. Ebi Bekr
(ö. 751/1350), İ'lamu'l-Muvakki'in an-Rabbl'l-Alemin, Kahire (?) I , 636.
19. el-Ayni, Bedruddin Mahmud b. Ahmed (ö. 855/1451), Umdetu'l-Karl ft
Şerhl'l-Buhari, (Daru İhyai't-Turasi'l-Arabi) Ü), XIII, 274.
20. Ayni, Umdetu'l-Kari, XIII, 275.
392
Hadisin delalet yönü ;
Hz. Peygamber, verdiği hükmün, tarafların, kendine sundudellllere dayandığını ,taraflardan birinin yanıltabileceğini ve
bı.munda, kendi lehinde bir hükmün çıkmasına sebep olabileceği­
ni ve bunun sonucunda hükmedilen şeyin onun hakkıymış gibj
görünebileceğini haber vermiştir. Yine Peygamber, bu tarafın, o
hakkı almasının haram olacağını açıldamaktadır. Çünkü,
şayet
Peygamber, işin iç yüzünü bilseydi, hükmü onun lehine vermeyecekti. Bu hadis, hükmün, temyize yetkili kurum tarafından bozu,. labileceği prensibin ihtiva etmektedir. Şöyleki, burada, bir kişi lehine sactır olmuş bir hüküm vardır. Lehine hükmedilen kişinin,
hükmedilen şeye hak sahibi olacağı tabiidir. Ancak, Hz. Peygamber, o kişinin, bu şeyi almaması gerektiğini belirtmesi, bu hükmün, -kazai olarak bozulmasına açık delil bulunmadığı için- «diyaneten» bozulmuş olduğunu göstermektedir. Şöyleki, hakim bu
delili bulmuş olsay.:lı, zaten o hükmü reddetmesi gerekecekti.
ğu
3. Hadis: «İki davacı, Amr b. As•a gelmiş, Amr b. As da araAleyhine hüküm verilen buna kızarak, Hz.
P(,ygamber·e gelip olayı anlatınca, Peygamber, «eğer bir hakim,
hüküm verirken ictihad edip doğruyu bulursa, ona on ecir, ictihad edip hata ederse bir ecir verilecektir» (21). Bu hadisin konuya delaleti izaha gerek duyulmayacak derecede açıktır.
iarıncta hükmetmişti.
4. Hadis: <cAralannda anlaşmazlık vuku bulan iki davacı
Hz. Peygamber'e müracaat etmişti; Buradan birisi dava usulünü
iyi biliyor, diğeri ise bilmiyordu. Çok geçmeden Hz. Peygamber.
ikna gücüne sahip olan taraf lehine hüküm verdi. Davayı kazanan
bu şahıs oradan ayrıldıktan sonra aleyhine hüküm verilen şahıs,
«Ey Allah'ın Rasülü! Kendisinden başka Tanrı olmayan Allah'a
yemin ederim ki haklı bendim» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygam21. Heysemi (ö. 974/ 1566), bu hadisi, Ahmed (ö. 241/855) ve Taberani'nin
(ö. 335/ 946) rivayet ettiğini ve hadisin senedinde bulunan Selerne b. Uksfun hakkında bilgi veren birine rastlamadığını belirtmektedir. Bkz.
Mecınuau'z-Zevaid, IV, 195; Fakat Ahmed Şakir, Ahmed b.
Hanbelin
Müsnedine yaptığı talikte, eş-Şerif el-Hüseyni'nin (ö. 765/1364) el-İkmal
isimli eserinde Selerne'ye yer vererek onun mechul olduğunu belirttiği­
m söyler. İbn Hacer (ö. 852/ 1448) de, Ta'cilu'l-Menfaa adlı eserinde Seleme'yi hiç kimsenin cerh etmediğini ifade etmiŞtir. Yine, Zehebi (ö. 748/
1347), Mizanu'l-İ'tidal'de, İbn Hacer de Lisanu'l-Mizan'da Seleıne'yi zikretmemişlerdir. Bkz. Fıkhu Ahmed (haınişiyle birlikte), XI, 29. Bu açık­
lama, hadisin delil olarak kullanılmaya elverişli olduğunu göstermektedir.
393
kazanan şahsı yeniden çağırtarak davayı kaybeden takendisinin haklı olduğuna dair yemin ettiğini söyleyince,
davayı kazanan şahıs «eEy Allah'ın Rasillü! İstersen iade-i muhakeme yap» dedi. Hz. Peygamber de bunları yeniden muhakeme· etti.
Yine davayı aynı kişi kazandı ve kaybeden taraf aym şeyleri söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, davayı kazanan şahsı yeniden çağırtarak durumu haber verdi. Bu şahıs, bir daha iade-i muhakeme talebinde bulununca Hz. Peygamber <<Hayır, ancak şunu
bil ki; kime müslüman bir kimsenin hakkı geçecek şekilde hükmetmişsem o kişi ancak ateşten bir parça kesin almıştır»
dedi.
Sonuçta davayı kazanan şahlfl gerçeği itiraf ederek, karşı tarafın
haklı olduğunu söyledi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, ccKim,
içinde bir müslümanın hakkı bulunan bir şeyi dava yoluyla alırsa
cehennemdeki yerine hazırlansınıı buyurdu (22).
ber
davayı
rafın,
Görilldüğü
üzere bu olayda, bir dava, bir hüküm, bir itiraz ve
söz konusudur.
hükınün bozulması
5. Hadis:
(23).
«Bilmediğiniz hususları
sünnete mukayese edin»
Hakimin sünnete muhalif bir hüküm vermesi bir cehalettir,
bu durumda hükmün reddedilmesi ve sünnete başvurulması gerekir. Sünnetten maksat, şer'in kabul ettiği sahih yoldur.
3- Sahabe'nin söz ve fiilieri :
a- Hz. ömer'in, Ebu Musa el-Eş'ari'ye yazdığı, kazai
prensipleri ihtiva eden mektubunda şu ibare mevcuttur. «Dün
verdiğin ve daha sonra öyle olmayacağına kanaat getirdiğin bir
hüküm, hakka (doğruya) dönmene engel olmasın. Hak, daha öncedir. Hakka dönmek, batılda kalmaktan daha hayırlıdır.ıı (24).
Bu mektubu, İslam ümmeti kabule şayan görmüştür. Hatta,
Kayyim el-Cevziyye, İ'lamu'l-Muvakkiin adlı eserini bu mektubu şerh için telif etmiştir. Bu mektub, hakimin verdiği hükmün,
İbn
22. Serahsi, bu hadisi Mebsut'ta zikretmiş ve müsned hadis kitaplarında
bulamadığım kaydetmiştir. Bkz. Mebsut, XVI, 86.
23. Bu hadisi, hadis kitaplarında bulamadım ancak Serahsi ve Maverdi bu
hadisi zikretmektedirler. Bkz •.Mebsut, XVI, 84; Edebu'l-Kadı, XI, 687.
24. Serahsi, Mebsut, XI, 62; Beyhaki, Sünen, X, 119; Safvet, Cemhere, I ,
225;
394
'.
1.
doğruya aykırı olduğu
ortaya
çıkarsa,
bu hükmün
bozulacağını
öngörmektedir.
b- Hz. Ali'den, şöyle bir haber rivayet edilmiştir: «Bir kadı,
hükmünde hata eder ve daha sonra bu hata açığa çıkarsa verdiği
bu hüküm reddedilir » (25).
III. BÖLÜM
YARGI KARARINI KİMLER TEMYİZ EDEBiLiR
incelediğim
delil ve görüşlerden çıkardığım · sonuca göre şu
·üç grup, temyize başvurma hakkına sahiptir: Davanın tarafları,
yargı (mahkeme) ve -bilhassa toplumu ilgilendiren yargı kararlarında- herkes. (kamu)
ı- Davanın
Taraflan
Hakimin
hükmettiği bir anlaşmazlığın taraflan, bu hükmün
maslahatlanna uygun bulurlarsa, bunu istemeye
hakları vardır. Bu konuda, İslam hukukçulan arasında herhangi
bir ihtilaf yoktur. (Yukarıda bu hususa delalet eden bir kaç kazai olay geçmişti.) Bu açık bir şeydir. Çünkü, davaya taraf olan
şahıs, esasen bu hükme terettüp eden şeyi yükleneceğine göre,
fazla bir şey söylemeye gerek yoktur.
bozulmasını
2-
Yaı·gı
(Mahkeme) :
Bu konuyu İslam hukukçuları, hakim tayin edilen kişinin
kendinden önceki hakimin verdiği hükümlere tabi olup olmadığı­
m zikrederken ele almışlardır. Bildiğim kadarıyla dört İslam hukuk ekolü de, bir hakimin kendinden önceki hakimin verdiği hükümlere uyması gerektiğinde ve o hükümlerin araştırmasının
gerekmeyeceğinde görüş birliği etmişlerdir. Bunun sebepleri şun­
lardır :
a) Normalde
üstlenebilir.
yargı
görevini ancak buna ehil olan
kimse
b) Önceki hakimierin vermiş olduğu hükümler, aksine bir
lddin. yoksa ısabetli ve sahih kabul edilir.
25.
es-Sibaği,
Hüseyn b. Ahmed, er-Ravdu'n-Nadir, Taif (?), IV, 123.
395
Hakim, geçmiş hükümlerdeki hataları araştırmak ıçın
kendine getirilen yeni meseleleri lnceleyip hükme bağlamak
için tayin edilmiştir.
c)
değil,
Daha sonra İslam hukukçuları bunun cevazı konusunda ihtilaf et:mişlerdir. Hanefi ve Maliki hukukçulara göre yargı görevini yüklenen kişinin, kendinden önceki «alim-adil)) bir hakimin
l].ükmüne ilişmesi ve onu araştırması gerekmez. Ancak, önceki hükümde taraflar açısından yeni bir durum (arız) ortaya çıkmışsa,
hakim önceki hakimin verdiği kararı tecviz maksadıyla inceleyebilir.' Fakat, farklı bir hüküm vermek maksadıyla söz konusu karan inceleyip deği.ştiremez. Ancak, o hükümde kesin bir hata varsa ve bu durum sabit olmuşsa söz konusu hükmü fesih ve iptal
edebilir.
Hanefi ekolü :
Adil fakat cahil hakimin hükümleri tekrar gözden geçirilerek isabetli olanlar geçerli olarak bırakılır, ihtilafa mahal olmayacak derecede ba.riz bir hatası bulunanlar ise reddedilir. Aynı şe­
kilde hükümlerinde adil olmayan hakim eğer adi.l olmamakla tanınnıış ise ya da alim yada cahil olduğuna adaletsizliğinin ortaya çıkıp çıkmadığına pakılmaksızın, bir hakim tavır ve yaşayışın­
da adil değilse böyle bir hakimin hükmü de araştınlır ve adil davranmadığı açıkça belli olan veya böyle bir şüphe taşıyan bütün
hükümleri bozulur ve geçersiz sayılır.'
Maliki ekolü .•
Maliki hukukçuların, adil olmakla beraber cahil olan ve alim-
lerle
eden hakim hakkındaki görüşleri Hanefilerin gögibidir. Ancak alimlerle müşavere .etmiyorsa, bu durumda
ihtilaf edilmiştirBir kısmı Hanefilerle aynı görü.ştedir. Bir kısm',
bu hakimin bütün hükümlerinin nakzedileceğini söylemişlerdir.
Çünkü, onun hükmü, bu durumda zan ve tahmine· dayanılarak
verilmiş olur, böyle bir hüküm ise tamamen batıldır.
müşavere·
rüşü
Yine Malikiler, adil olmayan hakim hakkında ihtilaf et:miş­
lerdir. Bir kısmı Hanefilerle aynı görüşü paylaşmış, bir kı.smı ise,
adil olmayan hakimin isabetli veya hatalı bütün hükümlerinin bozulacağım, geçersiz sayılacağım söylemişlerdir. Çünkü, böyle bir
hakimin adaletsiz davranmış olması mümkündür. İlk bakışta hüküm, adilane verilmiş gibi görünse de işin gerçek yüzü, zulüm ve
396
adaletsizlik olabilir. Ancak, hem dı§ görünüşünde ve hemde iç yü~
zünde doğru olduğu bilinen hükümler bozulmaz. Bu hususa, da~
va konisunu ve o davada nasıl şahit.lik edildiğini bilen biri şeha~
det eder. Eğer o davada, şahitlik yapan kimse, adil kimselerden
ise, bu takdirde hakimin hükmü geçerli kabul edilir.
Malikilerden diğer bir grup ise önceki hakimin hükümlerine
tekrar bakmanın caiz -ohnadığını, adil davranmadığı sabit olmadıkça, bütün hükümlerinin sahih kabul edilece,ğini ileri aürmüş­
tür.
Bu
görüşler,
hakimde bilgisizlik ve·
adaletsizliğin
birlikte buiçin)
lunduğu durumlar için değil (sadece adaletsizlik durumu
dir. Cahil hakimin durumu
Şafii
ekolü
yukarıda açıklanmıştı.
~
Bir hakimin, adaletsizliğe maruz kalan birinin talebi olmaksızın kendinden önceki hakimin yargı kararlarını araştırması konusu, şafii mezhebinde ihtilaflıdır. Bu farklı görüşler şöyle sırala­
nabilir :
1- Bir hakin1, önceki hakimin verdiği hükümleri araştıra­
bilir. Çünkü bu suretle, daha ihtiyatlı davranabilecektir. Ebu Hamid el-İsferayini (ö. 406/ 1015) bu görüştedir.
2- Adaletsizliğe maruz kalmış kişinin bu yönde bir
talebi
olmadıkça, önceki hakimin verdiği hükümleri araştırmak caiz değildir. Basra'lı şafii alimlerinin çoğunluğunun görüşü budur. Çün-
kü,
geçmişte verilmiş
araştırmak,
ileride
hükümlerin doğru mu hatalı mı olduğunu
hükümler için gerekli olmayan bir
vereceği
şeyle uğraşmaktır.
Burada bir hususa işaret etmemiz uygun olacaktır : Yukarı­
da açıklanan görüşler, verdiği hükümler araştırılacak olan hakimin, yargı makamma ehil olmasıyla kayülanmıştır. Eğer hakim
yargı ehliyetine sahip değilse -mesela alim veya adil dğilse- yukarıdaki açıklamalar onun için geçerli değildir. Çünkü,
Şafii
(ö. 204/ 819) ilim ve adaleti, kaza görevi verilecek kişide bulunması gerekli şartlardan saymaktadır. Eğer bu şartlardan biri eksik
olursa, o kişinin göreve getirilmesi zaten sahih olmaz, dolayısıyla,
böyle bir hakimin vereceği hükümlerin hiçbir değeri yoktur; Doğ­
ru~ da hatalı o·Is.u n verdiği bütün hükümler bozulur.
397
Hanbeli ekolü :
Hanbeli mezhebine bağlı hukukçular, tafsilata girmeden, hakimin, kendinde nönceki hakimin verdiği hükümlere tabi olmasını caiz görmüşlerdir. Onlara göre, önceki hakim hakkında bir
araştırma yapılır, eğer o, kaza'ya uygun kimselerden ise ve hükümleri doğruysa veya en azından Kitap, sünnet ve icma'a aykırı
değilse, bozulması caiz değildir. Eğer, kitap, ıSünnet ve icma üçlüsünden birine muhalif ise·, şu durumlar söz konusudur :
Birincisi, Bu hüküm ya Allah hakkı (talak, itak vb.) :veya
kul hakkıyla ilgilidir. Hüküm, Allah hakkıyla ilgiliyse, hakim,
Allah hakkıyla iligili olan davalara (kendiliğinden) bakma yetkisine sahip olduğu için, o hükmü bozar. Eğer, hüküm kul hakkıyla
ilgiliyse, o hakkın sahip talep etmedikçe, hakim bu hükmü bozamaz. Çünkü hakim, velayeti altmda olmayan kişinin hakkını ancak onun talep etmesiyle arayabilir. Eğer hak sahibi, talep ediyorsa, bu takdirde o hükmü bozabilir.
İkincisi; Eğer
önceki hakim, kaza'ya ehil olmayan biriyse,
hükümler ister ictihadi konularda isterse diğer konularda
olsun, isabetli olmayan bütün hükümleri nakzedilir. Çünkü, kaza
şartları kendisinde bulunmadığı için, böyle bir hakimin hükmü
sahih değildir ve hükınettiği şey de hiç olmamış gibidir. Ancak,
böyle bir hakimin isabetli hükümleri bozulmaz. Çünkü hak, hak
sahibıne ulaştığına göre, isabetli hükmü bozmakta hiçbir fayda
yoktur.
verdiği
Ebu'I-Hattab (ö. 510/ 1116) bu görüşe karşı çıkarak, böyle bir
hakimin verdiği doğru veya hatalı bütün hükümlerin bozulacağı­
nı ileri sürmüştür. Çünkü bu hakimin verdiği hüküm hiç verilmemiş gibidir. Ebu'l-Hattab, bu hususta Şafii gibi düşünınektedir.
görüşüm ise· şöyle· özetlenebilir :
maruz kalan kişi talep etmedikçe, bir hakim, hatasım çıkarmak ve aksine bir hüküm vermek amacıyla,
kendinden önceki adil ve alim bir hakimin verdiği hükmü araş­
tıramaz. Çünkü bu işi yıapmak, daha önemlisi varken, önemsiz
bir şeyle uğraşmaktır. ü~telik, önceki hakimin verdiği hükümleri
araştırmak, bir noktada, İslam'ın yüce bir mevki olarak kabul ettiği kaza makamma küçük ve önemsiz görmek anlamına gelir.
Ayrıca, bu kusur araştırma kapısını açar ve insaniann yargı ku-
Bu konuda benim
ı- Adaletsizliğe
398
rumuna güvenleri
sarsılır.
Bunun da
kargaşa
ve
kötülüğe
yol aça-
cağı açıktır.
kadıların vermiş oldukları hükümleri ·
vacip değilse bile, lüzumludur. Çünkü, bunların verö.ikleri hükümler, dokunulmazlığa (saygıya) layık değildir. Aslında bunların, kaza görevine gelmeleri haramdır. Aym şekilde
devlet başkamnın, böyle hakimleri göreve getirmesi de caiz değil­
dir. Böyle hakimierin verdikleri hükümlerde genellikle hata ve
haksızlık bulunur. Bunlar ise kabul edilecek hususlar olmadığın­
dan, araştırılıp, izale edilmesi gerekir.
2-- Cahil veya zalim
araştırmak
Hz. Peygamber'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir. «Kadı­
lar üç çeşittir; İkisi cehennemde biri cennettedir. Cennette olan,
hakkı bilip, onunla hükmedendir. Cehennemlik olan iki
kadıya
gelince; biri, hakkı bilen fakat hükmünde adaletsizlik yapan, diğeri de, cehaletle hüküm verendir, (başka bir rivayette; bilmedi.
ği halde hükmedip insanların haklarına zarar verendir) işte bu
ıki~i cehennemdedir.>> Bir rivayette, Hz. Peygamber'e, «Bu bilmeyen hakimin suçu ne» diye sorulmuş. Hz. Peygamber, ((Onun ı3U­
çu iyice öğrenmeden kadı olmasıdır» buyurmuştur (26).
Hz. Peygamber, bu iki hakimin cehennemlik olduğunu söylegöre, onların verdikleri hüküm kabul edilemez ve araştırı­
lıp izale edilmesi gerekir. Ancak, zulüm ve haksızlık olmayan hükümleri, eğer haklar, sahiplerine ulaşmışsa ve yeniden mahkeme
yapmak, yeni bir şey ortaya koymayıp, tarafların sadece külfet
ve sıkıntıya düşmelerine yol açacaksa, benim görüşüme göre bozulmaz.
diğine
3- Herkes (toplum) :
Eğer hükmün temyizi, bir masiahat özelikle kamu yararı ile
ilgili ise, bu durumda temyiz, bütün toplumun hakkı kabul edilir.
İbn ömerden (ö. 74/693) rivayet edUdiğine göre Hz. Peygam,
ber, Halid b. Velid'i Cüzeyme oğuHanna göndererek İslam'a çagırmış, onlar da, İslam olduk (eslemna) demeyi beceremeyip, Sabii olduk (Sabe'na) demeye ba~layınca, Halid b. Velid onların bir
kısmını öldürmüş, bir kısmını esir almıştı. Herbirimize birer esir
düşmüştü. Bir gün Halid b. Velid, ııherkes kendi payına düşen
26. Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş 'as es-Sicistani (ö. 275/ 888), es-Sünen, 18.
Akdıye, 2/nu. 3573; İbn Mace, Ebu AbdiHalı Muhammed b. Yezid (ö. 275/
888), es-Sünen, 13. Ahkam, 3/nu. 2315, bkz. Veki'-Ahbaru'l·Kuzat, I, 14.
399
esiri öldürsün» deyince, ben «vallahi ben kendi esirimi öldürmem,
arkadaşlarımdan hiçbiri de kendi esirini öldürmez» dedim.
Sonunda Hz. Peygamber'e giderek, olayı anlattık. Hz. Peygamber,
elini kaldırarak iki kere: «Allah'ım! ben, Halid'in yaptığından
uzağım» dedi. Başka bir rivayette Hz. Peygamber, Ali b. Ebi Ta- .
lib'i göndererek, onlara, ölen kimselerin diyetini, telef olan maliarın kıymetini fazlasıyla ödemiştir.
Halid, bu hükmü yanlışlıkla vermiştir. Çünkü, O, onların,
«Sabe'na» (Sabii l)lduk) sözlerini anlıyamamış, onların bu sözlerle İslam'dan yüz çevirdiklerini zannetmiştir. Hz. Peygamber de,
Halid'in bu hükmü yanlışlıkla verdiğini ·göz C?nüne alarak on~ kı­
sas uygulamamıştır (27).
Bu hadisin konuya delaleti
Halid b. Velid, Cüzeyme oğullanndan alınan esirlerin öldürülmesine hükmetmiş, bir sahabi bu hükınün doğru olmadığı görüşüne varmış ve kendini ilgilendiren husUBta bu hükmü uygulamamıştır. Sahabe bununla yetinmeyerek, davada taraf . olmadık­
ları halde olayı ·Hz. Peygamber'e götürmüşlerdir. Hz. Peygamber,
Halid'in yaptığından uzağımıı sözüyle O'nun hükmünü bozmuş
ve telef edilen can ve malların diyet ve bedelini beytulmalden
tazmin etmiştir. Halid'in hakim değil, vali (emir) olduğu itirazı­
na, Hz. Peygamber zamarnnda yargının, valilerin yetkisi dahilindeki görevlerden olduğunu söyleyerek cevap verilebilir.
İleride daha geniş olarak ele alacağımız bir olayda, Hz. ömerin zina eden akıl hastası kadımn (ınecm1ne) recınedilmesini emrettiği Hz. Ali'nin bu hükmü duyunca, Hz. Ömer ile tartışarak
hükmü bozduğu rivayet edilmiştir.
Bu olayın konuya delaleti ;
Hz. Ömer'in bu hükmü, Hz. Ali ile ilgili değildir; Ali o mecnunenin velisi de değildi. Ancak, müslüman toplumunun bir ferdi
olarak, kendini idare edemeyen, belki de hiç bir şekilde kendini
savunmaya muktedir olmayan bir şahıs hakkında yanlış bir şe­
kilde verilen kazai bir hükmün temyiz edilmesinin maslahata uygun olacağı kanaatine vararak, onu temyiz etmiş ve bozmuştur.
(Devam edecek)
27. Ayni, Umdetu'l·Kari, XVII, 313.
400
Download