EMİRE`L-MÜMİNİN ALİ`NİN (a.s) HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

advertisement
EMİRE’L-MÜMİNİN ALİ’NİN (a.s) HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
İmam Ali (a.s) 30. Fil yılında, Recep ayının 13. günü Kâbe’de dünyaya geldi. Annesi Esed
kızı Fatıma ve babası Ebu Talib’dir. Hicri 40 yılı, Ramazan ayının 21 de Küfe şehrinde
şahadet mertebesine erdi. Mübarek türbesi Irak’ın Necef-i Eşref kentinde bulunmaktadır.
HZ. ALİ’NİN (a.s) YAŞAMINDAN KESİTLER
Müminlerin Emiri’nin (a.s) İslam Peygamberi’nin (s.a.a) Bi’setinden (Peygamber oluşundan) on
yıl önce dünyaya gözlerini açtığı, İslam tarihi oluşurken bütün gelişmelerde Efendimiz
Resulullah’ın yanında olduğu ve onun vefatından sonra otuz yıl yaşadığı dikkate alındığında,
63 yıllık ömrünü beş bölüme ayırabiliriz:
1- Doğumdan Peygamber’in Bi’setine kadar olan dönem.
2- Bi’setten Peygamber’in Medine’ye hicret edişine kadar olan dönem.
3- Peygamber’in vefatından kendi hilafetinin başlangıcına kadar olan dönem.
4- İmam Ali’nin halifelik dönemi.
1- DOĞUMDAN İSLAM PEYGAMBERİNİN Bİ’SETİNE KADAR OLAN DÖNEM
Yukarıda da değindiğimiz gibi eğer imam Ali’nin (a.s) yaşamını beş bölüme ayıracak olursak,
ilk bölümünü, Peygamber’in Bi’setinden önceki yaşamı oluşturmaktadır. İmam’ın bu bölümdeki
yaşam süresi on yılı geçmektedir. Çünkü İmam Ali (a.s) dünyaya gözlerini açtığı zaman
Peygamber Efendimiz daha otuz
yaşında idi. Peygamberimiz kırk yaşında peygamberlikle görevlendirildiğine göre; İmam Ali,
Peygamber’in bi’seti sırasında on yaşın üstünde değildi.
PEYGAMBERİN YANINDA
İmam Ali (a.s) ruhsal ve kişilik yapısının olgunlaştığı ve her türlü terbiyeye yatkın olduğu
bu hassas dönemi Hz. Muhammed’in (s.a.a) evinde ve onun eğitimi altında geçirdi. İslam
tarihçileri bu konuda şöyle yazarlar:
Bir ara Mekke’de büyük bir kuraklık ve kıtlık baş gösterdi. O sırada Peygamberin amcası Ebu
Talib kalabalık bir ailenin geçimini sağlaması gerektiğinden, masrafların ağır yükü altında
ezilmekteydi. Resul-i Ekrem (s.a.a) Haşimoğullarının en zenginlerinden olan diğer amcası
Abbas’a, her birimiz Ebu Talip oğullarından birini evimize götürüp bakımını üstlenelim ki
Ebu Talib’in aile yükü azalsın, önerisinde bulundu. Abbas kabul edince birlikte Ebu Talib’in
yanın gidip konuyu kendisine açtılar. Bu öneriyi Ebu Talib’de kabul etti. Sonuçta; Abbas
“Cafer’i ve Hz. Muhammed’de (s.a.a) Ali’yi alıp evlerine götürdüler. Böylece İmam Ali (a.s)
efendimizin
evinde
iken
(hayatının
ilk
yıllarında)
Allah,
habibini
peygamberlikle
görevlendirdi. İmam Ali (a.s) ise onu hemen tasdik edip Peygameri izlemeye koyuldu.(1)
İslam Peygamberi (s.a.a) Ali’yi (a.s) himayesine aldıktan sonra: İşte ben Hz. Muhammed
(s.a.a) Allah’ın benim için seçtiğini seçtim, diye buyurdu.(2)
Abdü’l-Muttalib’in vefatından sonra çocukluk dönemini amcası Ebu Talib’in evinde geçirip
onun
kefaleti
altında
büyüdüğünden,
onun
evlatlarından
birini
yetiştirmek
suretiyle
amcasının ve onun karısı Esed kızı Fatıma’nın zahmetini telafi etmek istiyordu. Dolayısıyla
Ebu Talip oğulları içinde Ali’yi (a.s) himayesine almak istemişti.
Ali (a.s) kendi halifeliği döneminde, “Kasıâ” hutbesinde eğitim dönemine değinerek şöyle
buyuruyor:
“Siz (Peygamber’in son sahabeleri) benim Resulullah’a olan yakın akrabalığımı ve onun
nezdinde olan özel mevkimi bilmektesiniz. Yine biliyorsunuz ki; henüz bir çocuk iken o beni
kucaklayıp göğsüne bastırıyor ve beni yatağında yatırıyordu; öyle ki, ben onun vücuduna
dokunuyor, hoş kokusunu duyuyordum. O yemeği elleriyle benim ağzıma koyuyordu.
Ben, annesinin peşinden giden çocuk gibi her yere onunla birlikte yürüyordum. Her gün, üstün
faziletli ahlaklarından birini bana öğretiyordu. Ve bana: “Onu izlememi emrediyordu.”(3)
ALİ (a.s) HİRA MAĞARASINDA
Hz Muhammed (s.a.a) peygamberlikle görevlendirilmeden önce her yıl bir ay boyunca Hira(4)
mağarasında ibadet ederdi. Bu süre içinde yanına bir yoksul uğrasa (efendimiz) gelir ve
kendisine yemek verirdi. Evine gitmek istediği zaman ise önce Mescidü’l-Harama gidip yedi
kere veya Allah ne kadar istese Allah’ın evini tavaf eder sonra evine dönerdi.(5)
Eldeki kanıtlar gösteriyor ki, Hz. Muhammed (s.a.a) Ali’ye (a.s) duyduğu aşırı inayetten
dolayı (Hira mağarasında bulunduğu zamanlarda) bir ay içinde onu da kendisi ile birlikte
Hira’ya götürüyordu.
Vahiy meleği ilk defa o mağarada efendimiz Hazretlerine nazil olup onu peygamberlik makamı
-ile şereflendirdiği zaman, Ali (a.s) da oradaydı. O gün, Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hira da
ğında ibadetle meşgul olduğu ayın bir günü idi.
Ali (a.s) Kasiâ hutbesinde bu konuda şöyle buyuruyor:
“Peygamber her yıl Hira dağında ibadete koyulur ve onu benden başka kimse görmezdi...
Hazretlerine vahiy indiği zaman şeytanın feryat sesini duydum; Allah’ın Resulü’ne, bu
feryadın ne olduğunun sordum; Bu şeytanın feryadıdır, sebebi ise dünya yüzünde itaat
edilmekten ümidini kesmesidir, Benim duyduğum sesi sen de duyuyorsun, benim gördüğümü sen de
görüyorsun ama ne var ki sen Peygamber değilsin, (benim) hayır ve iyilik üzere vezirimsin,
buyurdu”(6)
Gerçi bu sözler, Peygamberin Risalet görevini almasından sonra Hira’da ibadet ettiği dönemle
ilgili gibi gözükmektedir. Fakat öncesi karineler ve Peygamberimizin genellikle Risalet
görevinden önce Hira’da ibadet etmesinden, bu sözlerin İslam Peygamber’inin risaletinden
önceki döneme ait olduğu anlaşılmaktadır. Her halükarda, Ali’nin (a.s) ruh temizliği ve
Peygamber’in (s.a.a) yanında eğitim; çocukluğundan beri hassas bir kalp, etkili bir yüz ve
duyarlı bir kulak ile normal insanların göremeyeceği şeyleri görmesine ve duyamayacağı
sesleri duymasına sebep olmuştu.
Mûtezili İbni Ebi’l-Hadid Nehcü’l-Belağa şerhinde şöyle yazar:
“Sahih kitaplarında (kütübi sittede) rivayet edilmektedir ki; Cebrail ilk defa Peygambere
nazil
olup
onu
peygamberlik
makamı
ile
şereflendirdiği
zaman
Ali’de
(a.s)
İslâm
Peygamber’inin yanında idi.”(7)
İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“İmam Ali (a.s) İslam Peygamberinin risaletinden önce Peygamberin yanında Nübüvvet nurunu
görmekte ve meleğin sesini duymaktaydı. İslâm Peygamberi (s.a.a) kendisine: “Eğer ben
peygamberlerin sonuncusu olmasaydım, sen peygamberlik makamına layıktın. Ama sen benim
varisimsin, velilerin efendisi ve takvalıların liderisin” diye buyurmuştur.”(8)
2- Bİ’SETTEN PEYGAMBERİN HİCRETİNE KADAR
İmam
Ali’nin
(a.s)
hayatının
ikinci
bölümünü
Bi’set’ten
Hicret’e
kadar
olan
dönem
oluşturmaktadır. Bu dönem on üç yıldan ibarettir. İmam Ali (a.s) bu dönemde İslam’ın
ilerleme kaydetmesi için bir takım hizmetler sunmuştur.
Parlak ve etkili çabaları, önemli
girişimleri olmuş, büyük hizmetler sunmuştur. İslam tarihinden O’ndan başka kimseye nasip
olmayan faziletleri vardır. Böyle yüce bir şeref, onu başkalarından ayırmaktadır.
İLK İMAN EDEN
İmam Ali (a.s) açısından bu dönemin önemi; herkesten önce İslam’ı kabul etmesi ve gönül
verdiği dine ilk adımı atmış olmasıdır. Daha doğru bir değişle; eskiden beri içinde taşıdığı
İslamı dışa vurması, dile getirmesidir. Çünkü Ali (a.s) çocukluğundan beri tek Allah’a
ibadet etmekteydi.(9) İslamı kabul etmesi putperestlikten vazgeçmesi anlamına gelmiyordu.
Zira
o,
hiçbir
zaman
putlara
tapmamıştı.
Fakat
bildiğiniz
gibi
Peygamberimizin
diğer
sahabeleri böyle değildi.
İslamiyeti ilk kabul etmiş olmak, Kuran-ı Kerim’in üzerinde durduğu bir değerdir. İslamiyeti
kabul etmede ön ayak olanların Allah katında üstün bir değere sahip olduğunu Kurân-ı Kerim
şu sözleriyle beyan etmektedir: “... Ve bir de ileri geçenler ki herkesi geçmişlerdir,
onlardır mabutlarına yaklaştırılanlar”(10)
Kurân-ı
Kerim
“İslam
dinine
diğerlerinden
önce
inanma”
hususuna
özel
bir
teveccüh
göstermiştir. Hatta Mekke’nin fethinden önce iman edenleri, can ve mallarını Allah yolunda
verenleri; Müslümanların Mekke’yi fethetmesinden sonra, iman edip cihat edenlerden üstün
saymıştır. Hal böyle iken hicretten önce ve İslam’ın ortaya çıktığı ilk yıllarda Müslüman
olanlar elbette ki çok daha üstündürler. Nitekim Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
“...
Sizden,
fetihten
önce
mallarını
harcayan
ve
savaşan,
başkalarıyla
bir
değildir;
onların, fetihten sonra mallarını harcayan ve savaşanlara karşı, derece bakımından pek büyük
üstünlükleri var; ve hepsine de Allah güzel mükâfatlar vaadetmiştir...” (11)
Müslümanların (Hicri sekizinci yılda vuku bulan) Mekke’nin fethinden önce iman etmelerinin
daha üstün olmasının sebebi, şudur:
Mekke’de Müslüman olanlar; İslam dini, Arap yarımadasında gücünün doruğuna erişmeden, Mekke
putperestlerin güçlü bir merkezi iken İslam dinini kabulenmişlerdi. Birçok tehlike her
taraftan
Müslümanların
canlarına
ve
mallarına
yönelmişken
iman
etmişlerdi.
Elbette
Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten, Avs, Hazrec ve Medine çevresinden bazı kabilelerin
İslamiyeti kabul etmesinden sonra nispeten daha güvende oldular ve İslamiyet daha süratli
ilerlemeye başladı. Birçok savaşta galip oluyorlardı. Ama tehlike daha geçmemişti. Buna
göre; böyle bir ortamda iman edip can ve malını feda etmenin özel bir değeri olmakla
birlikte; Peygamberin ilk daveti sırasında güç Kureyş ve putperestlerin elinde iken (her an
can ve mal tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorken) iman etmenin çok daha üstün değeri
olacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle İslam dinini kabul etmede öne geçmiş olmak, Peygamber
sahabeleri arasında önemli iftiharlardan biri sayılmaktaydı.
Bu açıklama ile İmam Ali’nin (a.s) İslam’ı izhar etmede öncü olmasının değer ölçüsü daha iyi
anlaşılmaktadır.
İMAM ALİ’NİN (a.s) İLK MÜSLÜMAN OLDUĞUNA DAİR DELİLLERİ
İmam Ali’nin (a.s) İslâm’ı kabul eden ilk kişi olduğuna dair İslami kaynaklarda yer alan
deliller, bu kitabımıza sığmayacak kadar çoktur. Örnek olarak sadece bir kaç tanesini
zikredeceğiz.
1) Herkesten önce, İslam Peygamberi’nin (s.a.a) bizzat kendisi İmam Ali’nin (a.s) öncü
olduğunu açıklamış ve bir grup ashabının yanında şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü Kevser havuzu başında bana ilk kavuşanınız, İslam’ı herkesten önce kabul eden
Ali b. Ebu Talib olacaktır.”(12)
2) Alimler ve Muhaddisler şöyle aktarmışlardır:
Hz. Muhammed (s.a.a) pazartesi günü peygamberliğe seçildi. Ali (a.s) ertesi gün (Salı) günü
Peygamberle birlikle namaz kıldı.(13)
3) İmam Ali (a.s) “kasıa” hutbesinde şöyle buyurmaktadır:
“O gün İslam, Peygamber ve Hatice’den başkasının yanında duyulmamıştı ben ise onların
üçüncüsü idim Risalet ve vahiy nurunu görüyor ve Nübüvvet tortusunu alıyordum.”(14)
4) İmam Ali (a.s) İslam’da ilk oluşumu başka bir yerde şöyle dile getirmektedir:
“Allah’ım sana ilk dönen, mesajını ilk duyan ve Peygamberin davetine ilk icabet eden benim
ve İslam Peygamber’i hariç benden önce namaz kılan olmamıştır.(15)
5) İmam Ali (a.s) buyuruyor ki:
“Ben Allah’ın kulu, Peygamber’in kardeşi ve Sıddık-ı Ekberim. Bu sözü benden sonra iftiracı
yalancıdan başkası söylemez. Ben halktan yedi yıl önce Resulullah ile birlikte namaz
kılıyordum.”(16)
6) Ufeyf b. Kaysi’nini Kendisi şöyle aktarıyor:
Ben cahiliyet döneminde ettar (esans tüccarı) idim. Bir seferinde ticaret için Mekke’ye
gitmiş ve büyük Mekke Tacirlerinden olan Abbas’a misafir olmuştum. O sırada Mescidü’l
Haram’da Abbas ile birlikte oturuyorken, güneşin doruğa yükseldiği bir vakitte yüzü ay gibi
nurlu olan bir genç Mescid’e geldi. Gökyüzüne bakıp Kâbe’ye doğru durarak namaz kılmaya
başladı. Hemen peşinden güzel yüzlü bir delikanlı kendisine yaklaşıp sağ tarafında durdu,
sonra örtünmüş olan bir kadın gelip ikisinin arkasında yerini aldı. Her üçü birlikte namaza
koyulup rüku ve secde etmeğe başladılar.
Ben (Putperest merkezinde üç kişinin putperestlik dışında başka bir dine inandıklarını
görünce) şaşırdım. Abbas’a dönerek, büyük bir olay, Dedim. Bu sözü oda yineledi. Sonra
ekledi; bu üç kişiyi tanımıyor musun? Hayır! dedim. İlk önce gelip ikisinin önünde duran
kardeşimin
Abdullah’ın
oğlu
Muhammed’dir.
İkincisi
diğer
kardeşimin
Ebu
Talib’in
oğlu
Ali’dir. Üçüncüsü ise Muhammed’in eşidir. O, dinin Allah’tan geldiğini iddia etmektedir.
Yeryüzünde bu üçünden başka bu dine inanan yoktur.”(17)
Bu olaydan açıkça anlaşılmaktadır ki, İslam Peygamber’inin ilk daveti sırasında sadece Ali
ve Hatice kendisine iman etmişlerdi.
PEYGAMBERİN AİLESİ VE KORUYUCUSU
İslam Peygamberi üç yıl boyunca genel davetten sakınıyordu. Sadece özel temaslarla, davet
kabul edebileceklerini hissettiği kişileri İslam’a davet ediyordu.
Üç
yıl
sonra
vahiy
meleği
nazil
olarak,
Peygamber’e,
yakın
akrabalarından
başlayarak
insanları Allah’ın dinine davet etmesi emrini iletti. Allah’ın emri şöyle idi:
“Ve en yakın hısımlarını (Allah’ın azabına karşı) korkut. İnananlardan sana uyanlara karşı
(sevgi) kanadını indir, mütevazı ol, Sana isyan ederlerse (karşı gelirlerse) de ki: şüphe
yok ki ben sizin yaptıklarınızdan uzağım”(18)
Genel davete, başlama noktası olarak yakın akrabalarını davet ederek başlamayı seçmesinin
sebebi: İlahi veya beşeri bir liderin yakınları ona inanıp izlemezlerse, yabancılara karşı
etkili olması çok güçtür. Zira yakınları onun sırlarını, iyi ve kötü yanlarını herkesten iyi
bilmektedirler.
Bu
nedenle
onların
iman
etmesi
risaletinin
(görevinin)
doğruluğunun
belirtisi sayılmaktadır. Bu nedenle İslam Peygamberi niye Ali’ye (a.s) Haşim oğullarının
ileri gelenlerinden kırk beş kişiyi öyle yemeğine davet etmesini ve yemek olarak da etkili
bir yemek ve süt hazırlamasını emretti?
Konuklar vakit gelince Peygamberin huzuruna vardılar. Yemek yenildikten sonra Peygamberin
amcası “Ebu Leheb” kendine has tavrıyla toplantının seyrini değiştirdi ve sonuç alınmadan
meclis dağıldı. Konuklar yemeklerini yiyip süt içtikten sonra Peygamberin evinden ayrıldılar
Efendimiz ertesi gün yeniden yemekli bir toplandı yapmaya ve Ebu Leheb dışında hepsini davet
etmeğe karar verdi. İmam Ali (a.s) yine Peygamber’in emriyle yemek ve süt hazırlatıp
Haşimoğulları’nın ileri gelenlerini yemeğe ve Peygamber’i dinlemeğe davet etti. Tüm konuklar
verilen zamanda hazır bulundular ve yemek yenildikten sonra efendimiz sözlerine şöyle
başladı:
“Hiç kimse kendi halkına, benim size getirdiğimden daha iyisini getirmemiştir. Ben sizin
için
dünya
ve
ahiret
iyiliğini
getirdim.
Allah
bana,
sizi,
O’nun
birliğine
ve
kendi
peygamberliğime inanmaya davet etmemi emretmiştir. Sizden hanginiz bana bu yolda yardım
ederse benim kardeşim, vezirim ve içinizdeki temsilcim olacaktır.”
Bu sözleri söyledikten sonra içlerinden hangisinin bu çağrıya uyup yanıt vereceğini görmek
için bir süre sustu. Bu sırada meclis şaşkın bir sissizliğe gömülmüş, herkes başını öne
eğmiş derin bir düşünceye dalmıştı.
O gün daha on beş yaşını doldurmamış olan Ali (sessizliğin içinden) aniden ayağa kalkarak
Peygamber’e döndü:
“Ey Allah’ın Resulü ben bu yolda sana yardım edeceğim” diyerek fedakârlık antlaşmasını
pekiştirmek için elini efendimize uzattı. Peygamber Ali’ye oturmasını emrederek sözlerini
tekrarladı. Yine Ali ayağa kalkıp buna hazır olduğunu duyurdu.
Bu kez Peygamber yine oturmasını emretti. Peygamberin davetini üçüncü tekrarlayışında da
yine Ali’den başka yanıtlayan olmadı. Sadece o, ayağa kalkıp Peygamber’in mukaddes hedefini
desteklediğini İlan etti. Peygamber Ali’nin elini sıkarak Haşim oğullarına hitaben Ali
hakkında tarihi sözünü buyurdu:
“Ey
yakınlarım
ve
akrabalarım!
Bundan
sonra
Ali
kardeşim,
vasim
ve
sizin
içinizde
halifemdir.”(19)
Böylece İslam Peygamber’inin ilk varisi, en son ilahi elçi tarafından, daha birkaç kişi
risaletine iman ettiği bir zamanda tayin edilmiş oldu.
Peygamber’in en yakın akrabalarına; ben Allah’ın Resulüyüm diyerek peygamberliğini ilan
ettiği gün, hemen peşinden Ali benim vasim ve halifemdir buyurarak Ali’nin imamlığını ilan
etmesiyle, imametin İslam’daki makamı ve konumunu daha açık bir şekilde anlamış oluruz.
Bundan da anlaşılmaktadır ki; bu iki makam birbirinden ayrı değildir ve imamet, risaletin
tamamlayıcısıdır.
BÜYÜK FEDAKÂRLIK
Bi’set’in on üçüncü yılında Zilhicce ayının on üçünde Peygamber ve Yesrib halkı arasında bir
anlaşma yapıldı. Buna göre Peygamber’i şehirlerine davet ettiler ve onu koruma ve destek
sözü verdikler. Buna “İkinci Akabe Anlaşması” denir. O gecenin ertesi günü Müslümanlar yavaş
yavaş Yesrib’e hicret etmeğe başladılar.
Kureyş’in
ileri
gelenleri,
Yesrib’de
İslam
davetini
yaymak
için
yeni
bir
karargâh
oluşturulduğunu anlamışlardı. Bu nedenle tehlikede olduklarını hissediyorlardı. Çünkü onca
yıl Peygamber ve izleyicilerine eziyet ettikten sonra Peygamber’in intikam alabileceğinden,
savaşmasa bile, Kureyş’in Medine kenarından geçen Şam ticaret yolunu tehdit edebileceğinden
korkuyorlardı. Böyle bir tehlikeyi önlemek için bi’set’in on dördünde sefer ayının sonunda
“Daru’n-Nüd ve”de (Mekke şura Meclisi binası) toplanıp çareler düşünmeye koyuldular. Bu
toplantıda bazıları, Peygamber’in sürgün edilmesi veya hapsedilmesini önerdiyseler de, bu
öneri reddedildi. Sonunda onu öldürmeğe karar verdiler. Ama Peygamber’i öldürmek pek kolay
değildi, Haşim oğulları sessiz kalmayıp intikam almaya kalkışabilirdi. Dolayısıyla her
kabileden bir gencin seçilerek, gece Muhammed’in (s.a.a) evine baskın yapıp onun yatakta
öldürülmesini karara verdiler. Bu durumda katil bir kişi olmayacağından, Haşim oğulları,
bütün kabilelerle savaşmaya güçleri yetmeyeceği için mecburen kan parası almak zorunda
kalacaklardı. Böylece İslâm macerası da son bulacaktı. Kureyş bu planı uygulamak için
Rebiü’l-Evvel ayının ilk gecesini seçti.
Yüce Allah daha sonra onların her üç planını da hatırlatarak şöyle buyuruyor:
“Hani bir zamanlar, kâfir olanlar, seni bağlayıp hapsetmek, yahut öldürmek, yahut da
yurdundan çıkarmak için düzenlere başvurmuşlardı, bu düzeni kurarken Allah’ta düzenlerini
bozuyordu ve Allah hilekarları cezalandıranların en hayırlısıdır.”(20)
Kureyş’in bu kararından sonra, vahiy meleği Peygamber’i durumdan haberdar edip, Mekke’den
Yesrib’e doğru hareket emrini iletti.
Burada
Peygamber,
düşman
planını
bozmak
ve
şehirden
çıkabilmek
için
“iz
kaybetme”
yönteminden faydalandı. Bu nedenle, cesur ve fedakâr bir kişinin gece Peygamber’in yatağında
yatması gerekiyordu. Düşman, evine saldırdığında Peygamber’in yatağında uyuduğunu sanarak
evini gözetleyip, yolları kontrol etmezlerdi. Böyle bir kişi Ali’den başkası değildi.
Bunun üzerine Peygamber Kureyş ileri gelenlerinin planını Ali’ye anlatıp buyurdu ki:
“Bu gece benim yatağımda yat ve her gece üzerime örttüğüm yeşil örtüyü üzerine ört ki; benim
yatağımda uyuduğumu sansınlar.”
İmam Ali (a.s) da öyle yaptı. Kureyş memurları, Peygamber’in evini akşamdan çembere aldılar.
Sabah olduğunda kılıçlarını çekerek eve saldırdıklarında Peygamber’in yatağında Ali’yi
buldular.
Planlarının yüz de yüz başarılı olacağını sananlar Ali’yi görünce şaşırıp kaldılar. Daha
şaşkınlıklarını üzerlerinden atmadan, Muhammed nerede, diye sordular. Ali sakin bir şekilde:
“Onu
bana
mı
teslim
etmiştiniz
ki,
bana
soruyorsunuz,
ona
öyle
davrandınız
ki
evini
terketmek zorunda kaldı” dedi.
Bu sırada Ali’nin (a.s) üzerine saldırıp yakaladılar. Taberi’nin dediğine göre; Ali’ye
eziyet ettiler. Sürükleyerek Mescidü’l-Haram’a götürdüler ve bir süre tuttuktan sonra da
serbest bıraktılar.
Medine
yönünde
Peygamber’i
izlemeğe
koyuldular.
O
sırada
Peygamber
“Sur”
mağarasında
saklanıyordu.(21) Kuran-ı Kerim Ali’nin (a.s) bu büyük fedakârlığına ölümsüzlük bahşederek
onu şu ayet-i şerife ile Allah yolunda canlarını feda edenlerden birisi olarak tanıtmıştır:
“İnsanların
öylesi
de
var
ki
(Ali
gibi
Hicret
gecesi,
Peygamber’in
yatağında
yatmak
suretiyle) Allah rızasına nail olmak için adeta kendisini satar, Allah rızasını alır. Allah
kullarını pek esirger.”(22)
Müfessirler, bu ayetin İmam Ali’nin (a.s) bu büyük fedakârlığı hakkında Mebiyt (gecesi)
nazil olduğunu söylerler.(23)
İmam Hazretlerinin kendisi de ikinci halifeden sonra, kurulan altı kişilik Şura da, Şura
üyelerine karşı bu üstün faziletini öne sürerek şöyle buyuruyor:
“Sizi Allah’a yemin veriyorum söyleyin; Peygamber’in “Sur” mağarasına yöneldiği o tehlikeli
gecede vücudunu belaya siper ederek (efendimizin) yatağında yatan benden başkası mıydı?
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download