Sunulan Bildiriler Presented Proceedings

advertisement
Sunulan Bildiriler
Presented Proceedings
KALKINMA ETİĞİ: HAKLAR, DEMOKRASİ VE ÇEVRE
Development Ethics: Rights, Democracy and Environment
Fahri SEKER1, Murat ÇETİN2
Özet
Bu çalıĢmanın amacı; etik, ekonomik kalkınma, çevre, haklar ve demokrasi arasındaki iliĢkileri analiz
etmektir. Kalkınma etiği, esas olarak ekonomik kalkınmanın amaç ve araçlarının etik boyutlarını analiz eder. Bu
bağlamda ekonomi ve değerler arasındaki normatif bağları ortaya çıkarmak için, sosyal adalet, insan hakları,
sürdürülebilir kalkınma, temel ihtiyaçlar gibi kavramları, yerleĢik iktisat teorisinin içine değerler ekseninde
yerleĢtirmeye çalıĢır. Ġktisadi hakların yanı sıra sosyal ve siyasal hakların, onurlu bir yaĢam için önemli bir
gereklilik olduğu ifade edilebilir. Kalkınma etiği yaklaĢımı, yerleĢik iktisat literatüründe birbirlerinin karĢıtı ve
iliĢkisiz gibi görülen etik ve ekonomik kalkınma disiplinlerini, güçlü bir Ģekilde iliĢkilendirmiĢtir. Örneğin son
yıllarda çevresel sorunları gelecek kuĢaklarının hakları olarak dikkate alan bir kalkınma yaklaĢımının, büyümeyi
yavaĢlatmak yerine desteklediğini savunan görüĢler kabul görmeye baĢlamıĢtır. Diğer taraftan hak ve adalet
ilkelerinin geçerli olduğu bir ekonomik sistemin daha etkin çalıĢtığı ifade edilebilir. Bu konulara ilave olarak
yapılan ampirik çalıĢmalar, siyasal hakların özgürce kullanıldığı demokratik sistemlerde ekonomik kalkınmanın
daha güçlü olduğunu göstermiĢtir. Bu çalıĢmada çevreci, özgürlükçü ve katılımcı ekonomik ve siyasal
sistemlerin ekonomik kalkınmayı teĢvik ettiği tezi ortaya konulduktan sonra, politika çıkarımlarına yer
verilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Kalkınma etiği, çevre, haklar, adalet, demokrasi
Abstract
The purpose of this study is to analyze the relationships between ethics, economic development,
environment, rights and democracy. Development ethics mainly analyzes the ethical dimension of the ends and
means of economic development. In this context, to reveal normative bonds between the economics and values,
it tries to place some concepts such as social justice, human rights, sustainable development, and basic needs into
the established economic theory in the axis of values. It may be said that economic rights as well as social and
political rights are important requirements for a life of dignity. The approach of development ethics has strongly
associated the disciplines of ethical and economic development seeming as unrelated and opposed to each other
in the mainstream economics literature. For example, in recent years, the views defending that a development
approach that takes environmental problems into account as the rights of future generation supports the growth
have begun to be accepted. On the other hand, it can be said that an economic system based on the principles of
right and justice works more effectively. The empirical studies performed in addition to of these issues showed
that economic development is much stronger in the democratic systems in which the political rights are exercised
freely. In this study, after the thesis that environmentalist, liberal and participatory economic and political
systems encourage economic development has been submitted, the policy conclusions have been given.
Key words: Development ethics, environment, rights, justice, democracy
1. GİRİŞ
Hausman ve McPherson (1993), çalıĢmalarına önemli bir soru ile baĢlarlar: Ġyi bir insan olmak
için ahlakı ciddiye almak zorundayız fakat iyi bir iktisatçı olmak için aynı Ģey söylenebilir mi?
YerleĢik iktisat geleneğe bağlı iktisatçılar genel olarak bu soruya olumsuz yanıt vermiĢler ve etik
konuları ciddiye almamıĢlardır. Nitekim Nobel ödülü sahibi Amartya Sen’e göre modern iktisadi
düĢünce kendini etik dıĢı (non-ethical) bir disiplin olarak ifade etmiĢtir (Sen: 1987, 2). Aslında iktisat
biliminin baĢlangıcında Adam Smith gibi birçok düĢünür, iktisat ve ahlak konularını birbirinden kesin
çizgilerle ayırmamıĢlardır. Bunun da ötesinde Milletlerin Zenginliği kitabı aslında yine Smith’in
kendisine ait olan Ahlaki Duygular Teorisi kitabının devamı niteliğindedir. Zaten o dönemde iktisat
konuları, teoloji ve ahlak felsefesinin bir alt disiplini olarak görülüyordu (Aley: 2011, 13). Her ne
kadar pozitivizmin etkisiyle iktisat ve ahlak arasındaki iliĢki zaafa uğramıĢ olsa da son yıllarda
1
2
Yrd. Doç. Dr., Bozok Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi, [email protected]
Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi, [email protected]
yeniden bir uzlaĢı çabalarının olduğu görülmektedir. Ġkinci dünya savaĢından sonra yayınlanan insan
hakları beyannamesinde ortaya konulan sorunlar, 1990 yıllara gelindiğinde ortaya çıkan çevre
sorunları ve nihayet çözülemeyen gelir dağılımındaki adaletsizlikler, iktisadi araĢtırmalarda temel
ihtiyaçlar etiği, çevre etiği ve sosyal adalet gibi alanlara karĢı ilgiyi artırmıĢtır.
Kalkınma etiği, kurumsal düzeyde ilk olarak 1987’de Uluslararası Kalkınma Etiği Birliği ile
gündeme gelmiĢ ve bu örgütün kuruluĢu ile birlikte kalkınma etiği resmi olarak disiplinler arası bir
araĢtırma kolu olarak görülmüĢtür (Cortina: 2007). Kalkınmanın iktisadının etik konulara olan
ilgisinde artıĢ özellikle 1990’larda kalkınma paradigmasındaki köklü değiĢikliklerle olmuĢtur.
BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı’nın hazırladığı raporlarla insani geliĢme endeksi gibi
çalıĢmalar ekonomik büyüme ve kalkınmaya daha geniĢ bir bakıĢ açısıyla yaklaĢmıĢ ve yine bu
raporların hazırlanmasında etkin görevler alan Amarya Sen ve Mahbub ul Haq’ın
çalıĢmaları,geleneksel kalkınma iktisadı yaklaĢımlarına köklü eleĢtiriler getirmiĢtir. Sen’in ekonomi ve
etik üzerine yaptığı çalıĢmalar (Sen: 1987; Sen: 2004) kalkınma ekonomisi literatürüne “kapasite
yaklaĢımı” ve “özgürlükle kalkınma” gibi önemli yenilikler kazandırmıĢtır. Sen’in ekonomik analize
en önemli katkılarında biri deNeoklasik iktisat teorilerinin arka planındaki değerler sistemini açığa
çıkarmıĢ olmasıdır.
Kalkınma iktisadındaki temel değiĢim, 1970’lerde kalkınma kavramındaki vurgunun
ekonomik büyümeden gelir dağılımı, yoksulluk ve temel ihtiyaçlara doğru kayması ile gerçekleĢmiĢtir.
Bu kayma aynı dönemde çevresel sorunların ortaya çıkması ile birlikte daha da hız kazanmıĢtır (Dutt
and Wilber 2010). Diğer taraftan kalkınma etiğindeki güçlü argümanların geliĢimini tetikleyen en
önemli nedenin günümüzde ortaya çıkan ciddi kalınma sorunları olduğu söylenebilir. Özellikle
dünyanın bir kısmında önemli bir ekonomik geliĢme sağlanmasına rağmen, neredeyse dünya
nüfusunun büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altında yaĢamaktadır. BirleĢmiĢ Milletler verilerine
göre, 2015 yılı itibariyle dünyada 836 milyon kiĢinin günlük geliri 1.25 $’dan daha azdır ve her gün
16.000 (onaltıbin) çocuk önlenebilir bir rahatsızlık nedeniyle hayatını kaybetmektedir (UN: 2015).
Diğer taraftan Batılı geliĢmiĢ devletlerin bu soruna yeteri kadar ilgi göstermediğine dair eleĢtiriler
giderek artmaktadır. Örneğin Dünya yoksulluğunun büyük bir kısmının, sadece OECD ülkelerinin
uluslararası yardımlarının GSYĠH’ya oranını 0.35’ten 0.7’ye çıkartmaları halinde ortadan
kaldırılabileceği ifade edilmektedir (Beetham: 2014, 204).
Diğer taraftan klasik kalkınma teorilerinin ekonomik sorunlara salt ekonomistik bakıĢ açısı, bu
sorunlarının çözümünde yetersiz kalmaktadır. Oysa aĢağıdaki ġekil 1’de gösterildiği gibi ekonomi,
siyaset ve haklar gibi konuların birlikte ele alınması gerektiği ileri sürülebilir. Temel haklar, siyasal
özgürlükler, piyasa ekonomisi, temel ihtiyaçlar gibi konular arasındaki iliĢkinin ortaya çıkarılması
kalkınma sorunlarının çözümünde önemli bir rol oynayacaktır.
ġekil 1: Genel Olarak Özgürlük, Ġnsan Hakları ve Ekonomik Özgürlük
HAKLAR
Siyasal Özgürlük
Liberal Demokrasi
Ekonomik Özgürlük
Serbest Piyasa
Kaynak: Melik, 2006.
Yukarıdaki genel bilgiler ıĢığında bu çalıĢmanın amacı, modern kalkınma etiği yaklaĢımlarının
analitik bir sunumunu yapmak ve kalkınmanın etik değerlerle iliĢkisini ortaya çıkarmaktır. ÇalıĢmanın
bundan sonraki bölümleri Ģu Ģekilde sıralanmıĢtır: Ġkinci bölümde etik ve ekonomi iliĢkisi genel
anlamda ele alındıktan sonra üçüncü bölümde kısa bir literatür taraması yapılmıĢtır. Dördüncü
bölümde, haklar ve kalkınma etiği konusu incelenmiĢtir. BeĢinci ve altıncı bölümlerde demokrasi,
çevre ve kalkınma etiği iliĢkisi analiz edilmiĢ ve sonuç bölümünde genel bir değerlendirilme yapılarak
politika önerileri sunulmuĢtur.
2. ETİK VE EKONOMİ
Etik ve ekonomi arasındaki iliĢkinin tarihi aslında Eski Yunan’daki felsefi metinlere kadar
götürülebilir. Ġktisadın bir bilim haline geldiği 18. Yüzyıl’da disiplinler arası güçlü bir iliĢki devam
etmekteydi. Ġki disiplin arasındaki ayrılık 19. Yüzyıl’daki pozitivist bilim felsefesinin hâkimiyeti
sonucu ortaya çıkmıĢtır. Nitekim iktisadın ilk düĢünürlerinden Adam Smith baĢta olmak üzere,
Ricardo, Malthus, Mill, Keynes, Friedman, Hayek gibi düĢünürler etik meseleleri ekonomi biliminden
ayrı görmemiĢlerdir. Aslında bugün değer bağımsız ya da pozitif iktisat teorisi olarak nitelenen ve
etik-değer konularından kendisini tamamen ayrıĢtırdığını söyleyen yaklaĢımlara baktığımızda,
analizlerin arkasında örtük varsayımsal etik yargıları görmek çok zor değildir. Örneğin, mikro iktisat
teorisinin yaslandığı fayda teorisinin kökenleri 18. Yüzyıldaki Bethamcı faydacı etik (utilitarian
ethics) düĢüncesine uzanmaktadır. Diğer taraftan yerleĢik iktisat teorisinin rasyonel insan tanımlaması
da etik değerlerden bağımsız bir yaklaĢım değildir. Özellikle kendi çıkarını maksimize edene insan
(homo economicus) yaklaĢımının pozitif ve değer yansız olduğunu söylemek oldukça zordur.
Etik kavramı etimolojik olarak kökü eski Yunancaya dayanır ve “ethos” kelimesinden
türemiĢtir. Latincede etik kelimesinin karĢılığı olarak “mores” kelimesi, Almanca’da moral kavramı
ile ifade edilmiĢtir (Pieper: 1999). Etik kavramı, en genel anlamıyla, pratik ahlak anlamında,
alıĢkanlık, töre, görenek gibi insan davranıĢ ve iliĢkilerini tanımlayan bir ifadedir. Diğer taraftan bu
çalıĢmada kullanıldığı Ģekliyle, etik daha çok ahlak felsefesi anlamında kullanılmaktadır (Kılıç: 2008).
Brenkert (1998)’e göre etik ahlaki olarak neyin iyi ya da haklı olduğuna dair soruları ve cevapların
haklılığını kanıtlayan metodolojiyi ifade eder.
Etik kavramı literatürde ahlak felsefesi ve pratik ahlak olarak iki farklı anlamda kullanılmaktadır.
Ahlak anlamında etik; alıĢkanlık, töre, görenek gibi insanların birbirleri ile olan iliĢkilerini ve davranıĢ
biçimlerini belirtmektedir. Ahlak felsefesi olarak etik, ahlakla ilgili davranıĢ kurallarının incelenmesi
ve belirlenmesi, ahlakın özünün araĢtırılması olarak tanımlanır (Kılıç: 2008). Pieper (1999)’a göre,
ahlak ya da töre bir insan topluluğunda karĢılıklı iliĢkilerde geliĢen karĢılıklı saygı ve empati
süreçlerinden oluĢan, kendilerine norm olarak geçerlilik tanınan ve geneli bağlayan eylem modellerini
içerir. Bu tanımların, etiğin sadece bireylerarası iliĢkilerde geçerli olduğu varsayımından yola çıkılarak
yapıldığı görülmektedir. Ancak çağdaĢ etik yaklaĢımlarda bu tanım insan-canlı, insan-çevre ve insanvarlık arasındaki iliĢkileri kapsayacak Ģekilde geniĢletilmiĢtir.
Adam Smith’in meĢhur eseri 1776’da yayınlandığı zaman çağın baskın ahlak teorisi, Bentham’ın
kurduğu faydacı ahlak yaklaĢımıydı. Dolayısıyla hâkim etik paradigmanın iktisadi analizi de
etkilemesi kaçınılmaz bir sonuç olarak görülebilir. Ancak faydacılığın, kendisinden önceki haklara
dayanan etik anlayıĢına üstünlük sağlaması çok kolay olmamıĢtır (Sen: 1987). Sonuç itibariyle
Avrupa modernleĢme düĢüncesini önemli ölçüde etkileyen Bethamcı faydacı ahlak felsefesi 19.
Yüzyıl’daki ekonomik modellerin oluĢmasında güçlü bir etkiye sahip olmuĢtur. Nitekim modern refah
iktisadının temel argümanlarının faydacı felsefenin varsayımlarına dayandığı görülmektedir
((Hausman ve McPherson: 1993). Bununla birlikte ana akım neoklasik iktisat teorisi normatif bir ahlak
teorisine yaslanmasına rağmen kullandığı yöntem ile sanki salt bilimsel pozitif bir yöntem gibi bir algı
oluĢturulması nedeniyle ekonomi biliminin tamamen ahlak bağımsız bir teori olduğu kabul edilmiĢtir.
20. Yüzyıl’a gelindiğinde ekonominin etik konulardan bağımsız ve gerçek hayattaki sorunlara
karĢı duyarsız yöntemi, eleĢtiriye uğramıĢtır. Ekonomik büyüme ile kendiliğinden çözüleceği
varsayılan yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği, çevre kirliği gibi sorunların devam etmesi, etik
konulara olan ilgiyi artırmıĢtır. BaĢta haklar, temel ihtiyaçlar, çevre gibi konular olmak üzere etik
konular yoğun bir ilgi görmeye baĢlamıĢtır. Günümüzde ekonomi etiği içinde Ģu özel konular
tartıĢılmaktadır (Pieper: 1999): i) Ekonomik ve etik değer kuramları, ii) ekonomik iktidar ve gücün
sınırlandırılma imkânları, iii) ekonomik ve etik mal üretme öğretisi, iv) serbest piyasa ekonomisi
içinde etik yükümlülükler, v) rasyonel ve teknokratik faaliyetlerin meĢruluğu, vi) özgürlükçü sosyal
politikalar.
Diğer taraftan kalkınma ekonomisi de genel iktisadi analiz yaklaĢımı çerçevesinde 1950’lerde
bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmıĢ fakat normatif konulara girmekten sakınmıĢtır. Bunun
yerine, ekonomik büyüme, ticaret ve rekabetin avantajları, sermaye birikimi gibi daha çok pratik
konulara ilgi göstermiĢtir (Clark: 2002, 830). Kalkınma etiği kavramı ilk olarak 1950’lerde Fransız
iktisatçı Louis-Joseph Lebret tarafından kullanılmıĢ fakat asıl olarak kavramın yerleĢmesi ve
geniĢletilmesi Denis Goulet’in 1970’lerdeki yazılarıyla ve özellikle The Cruel Choice: A new Concept
in the Theory of Development (1971) adlı eseri ile olmuĢtur (Gasper: 2005). Astroulakis (2011)’e göre
kalkınma etiğinin bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmasıyla birlikte, günümüzde yaĢanan çevresel
sorunlar, küresel gelir adaletsizliği gibi konuların geleneksel kalkınma yaklaĢımının dar bakıĢ açısıyla
ele alınamayacağını göstermiĢ ve kalkınmaya yeni bir bakıĢ açısı getirmiĢtir.
3. LİTERATÜR
Modern kalkınma etiği konusundaki araĢtırmalar son yıllarda önemli öncülerin eserleri ile
akademik ve politik çevrelerde daha fazla ilgi görmeye baĢlamıĢtır (Gasper: 2005, Goulet: 1995,
Crocker: 2008, Qizilbash: 2007,
Sen: 2004, Clark: 2002). Aslında kalkınma teorisi ve
uygulamalarının ahlaki değerlendirmeleri birçok eski kaynakta bulunabilir. 1940’larda Mohandas
Gandhi, Raul Prebicch ve Frantz Fanon ortodoks ekonomik kalkınmayı ve sömürgeci politikaları sert
bir Ģekilde eleĢtirmiĢlerdir. 1960’lardan sonra Denis Goulet, Louis-Joseph Lebret ve Gunner Myrdal
gibi yazarlar kalkınma kavramının yeniden tanımlanması ve ahlakla iliĢkilendirilmesi üzerinde
durmuĢlardır. Goulet (1971)’in etkili kitabı “Acımasız Seçim: Kalkınma teorisinde yeni bir kavram”,
kalkınma ekonomisini kavramsal ve teorik düzeyde etik ile yeniden buluĢturmuĢtur. Goulet (1971)’e
göre etik ve değerler; kalkınma teorisi, kalkınma planları ve uygulamaları içinde yer almalıdır. Ayrıca
dünyadaki yoksulluk ve az geliĢmiĢ ülkeler ile ilgili sorunların etik kaygılardan bağımsız olarak ele
alınması insanlık olarak kabul edilemez bir duruma gelmiĢtir. Kalkınma etiğinin ilk tartıĢma
konularına baktığımızda aslında açlık, kıtlık ve yardımlar gibi çok dar çerçevede ve belki de o günün
koĢullarında “batının vicdani sorumlulukları ve lütufları” Ģeklinde olduğunu görmekteyiz. Kalkınma
etiğine daha geniĢ ve derin bir perspektif sağlayan çalıĢmalar ancak 1990’lı ve 2000’li yıllarda
görülmeye baĢlanmıĢtır. Kalkınma yaklaĢımına getirilen eleĢtiriler hem akademik çalıĢmalarda hem de
uluslararası örgütlerde daha yoğun bir Ģekilde tartıĢılmaya baĢlanılmıĢtır.
YerleĢik kalkınma teorilerine eleĢtirel bir yaklaĢım geliĢtiren Amartya Sen (1985), kapasite
yaklaĢımı ile kalkınma literatürüne yeni bir açılım getirmiĢtir. Sen (1985)’in eserinde, yerleĢik
iktisadın faydacı refah teorisine ve sadece geliri dikkate alan kalkınma yaklaĢımına karĢılık,
kapasiteleri ve özgürlükleri dikkate alan yeni bir yaklaĢım geliĢtirmiĢtir. Sen (1987)’in “Etik ve Ġktisat
Üzerine” adlı eseri ise iktisat ve etik arasındaki var olan ve olması gereken güçlü iliĢkileri ortaya
çıkarmıĢtır. Sen (2004), “Özgürlükle Kalkına” eserinde ise, ekonomik geliĢmenin bir aracı ve aynı
zamanda nihai amacı olarak özgürlüğün önemini vurgulamıĢtır. Bu eser aynı zamanda, insanın yaĢama
özgürlüğü gibi en temel ahlaki hakkının ancak kapasitelerin geniĢletilmesiyle mümkün olduğunu
ortaya koymaktadır.
Kalkınma ekonomisinin önemli konularından biri olan gelirin paylaĢılması ve dağıtımı
meselesi John Rawls (1999)’un, “Bir Adalet Teorisi” adlı eseri ile yeninden gündeme gelmiĢtir. Bu
yaklaĢımla birlikte özellikle liberal yeniden dağıtımın sözleĢmeci adalet teorisinin yeni bir versiyonu
ile kurgulanması, bu alanda çığır açıcı olduğu söylenebilir. Bir taraftan “yeniden dağıtımcı” olarak
sosyal adaletçi fakat diğer taraftan “bireyci metodolojisi” ve “marjinal fayda” yaklaĢımı ile liberal
kanada yakın olan Rawls’un görüĢleri, her iki cepheden de ciddi eleĢtiriler almıĢtır.
Son dönemlerde demokrasinin ekonomik büyüme ve kalkınma ile iliĢkisini araĢtıran çok
sayıda teorik ve ampirik çalıĢmalar yapılmaktadır. Fukuyama (1999)’ın tarihin sonunu ilan ettiği
eserinde, insanlığın yönetim sistemlerinde son noktaya liberal demokrasilerle geldiğini ifade etmiĢtir.
Fukuyama’ya göre küresel ve ulusal adalet sisteminin en ideal kurucu ideolojileri liberal demokrasi ve
serbest piyasa ekonomisidir. Diğer taraftan Friedman (1962)’a göre özgür politik sisteme ulaĢmanın
yolu, özgür bir ekonomik sistemden geçmektedir. Dolayısıyla liberal piyasa ekonomisi demokratik
yönetimler için vazgeçilmez bir bileĢendir. Demokrasi ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkileri
ampirik yöntemle inceleyen Lipset (1959), ekonomik kalkınmanın demokratikleĢmeyi pozitif yönde
etkilediğini göstermiĢtir. Diğer taraftan Przeworksi vd. (2002) ve Brunetti (1997) demokrasi ve
ekonomik büyüme arasında anlamlı bir iliĢki bulamazken, Tavares ve Wacziarg (2001) demokrasinin
büyümeyi negatif yönde etkilediğini bulmuĢtur.
1. HAKLAR VE KALKINMA ETİĞİ
Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin temel haklardan bazıları Ģu Ģekilde sıralanmaktadır:
Madde 23: 1- Herkesin çalıĢma, iĢini serbestçe seçme, adaletli ve elveriĢli koĢullarda çalıĢma ve
iĢsizliğe karĢı korunma hakkı vardır. 2- Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eĢit iĢ için eĢit
ücrete hakkı vardır. 3- Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraĢır ve gerekirse her türlü
sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiĢ bir yaĢam sağlayacak adil ve elveriĢli bir ücrete hakkı vardır.
4- Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır. Madde 24Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalıĢma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve
belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır. Madde 25: 1- Herkesin kendisinin ve ailesinin
sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, iĢsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, yaĢlılık ve kendi iradesi dıĢındaki koĢullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda
güvenlik hakkına sahiptir. 2- Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır.
Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dıĢı doğmuĢ olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Yukarıdaki beyannamedeki haklar incelendiğinde, en temel insani hakların ekonomik
ihtiyaçlar ve ekonomik imkânlarla ne kadar yakından iliĢkili olduğu kolayca görülecektir. Hepsinden
öte, insanın yaĢama hakkı büyük ölçüde ekonomik imkânlarla elde edilebilecek en temel haktır.
Bugün yaĢadığımız dünyada her gün binlerce yetiĢkin ve çocuğun haksız yere ölümü, bu temel haklara
sahip olmamaları nedeniyledir. Diğer taraftan haklar konusu ile kalkınma etiği arasındaki iliĢki, adalet
kavramı vasıtasıyla da kurulabilir. Adalet ancak hakların dağıtılması ve elde edilmesi ile mümkün
olmaktadır. Rand (1999)’a göre haklar moral bir kavramdır ve aynı zamanda bir bireyin eylemlerine
rehberlik eden ilkelerden, o kiĢinin diğer bireylerle olan iliĢkilerine rehberlik eden ilkelere mantıksal
bir geçiĢi sağlayan bir bağdır. Hakların en önemli bileĢenlerinden birisi Ġnsan Hakları
Beyannamesi’nde de belirtildiği gibi temel ekonomik haklardır. Temel ihtiyaçların karĢılanması bir
insanlık hakkı olarak kabul edilmektedir. Diğer taraftan temel ekonomik ihtiyaç ve hakların elde
edilmesi aynı zamanda siyasi ve sosyal haklara sahip olmakla da yakından iliĢkilidir.
Kalkınma teorisinde, gelirin yeniden dağıtılması, yoksulluk, temel ekonomik ihtiyaçlar gibi en
temel konular modern adalet teorilerinde yoğun bir Ģekilde tartıĢılmaktadır. Siyaset teorisi
çerçevesinde adalet kuramları genellikle üç ana grupta toplanır: i) Klasik liberalizm, ii) Refah devleti,
iii) Radikal adalet teorileri (Yayla: 1999). Liberal adalet teorileri Locke ve Hume’a kadar geri
götürülebilir. Locke’un adalet görüĢü doğal haklar teorisine dayanmaktadır. Doğal haklar insanın
doğal taleplerinden ortaya çıkan evrensel moral haklar olarak anlaĢılabilir (Cranston: 1999, 316).
Locke’un sisteminde devletin varlık nedeni doğal hakların ve en önemlisi de mülkiyet hakkının
korunmasıdır. Siyasi iktidarlar hayat, hürriyet ve mülkiyet haklarını korumakla yükümlü
bulunmaktadır (Ballı: 2001). Hume’a göre adalet nispeten bol, fakat buna rağmen nihai tahlilde kıt
olan kaynaklar üzerinde çatıĢan taleplerde bulunan bireyler arasındaki ihtilafları çözerek sosyal düzeni
korumak için kullanılan bir araçtır (Yayla: 1999, 334). Immanuel Kant’ın adalet görüĢü de klasik
liberalizmin prosedürel adalet anlayıĢı içinde yer almaktadır (Yayla: 1999, 334). Refah devleti
yaklaĢımı, devletin sosyal adalet gereği ekonomiye yeniden dağıtımcı olarak girmesine izin verir.
Özellikle insan hakları beyannamesinde belirtilen hakların karĢılanmasının devlet eliyle yapılması
gerektiği savunulur. Buradaki temel sorun devletin sosyal yardım ve desteklerin sınırlarının
belirlenmesinde yaĢanmaktadır. Diğer taraftan, radikal adalet teorileri refah devleti yaklaĢımının
iyileĢtirici yaklaĢımları yerine, sistemin bir bütün olarak değiĢtirilmesini savunmaktadır. Bu teoride
temel yaklaĢım “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesidir. Bu görüĢe göre, liberal
piyasa ekonomisine dayalı devlet anlayıĢı hakların eĢit olarak dağıtılmasını sağlayamamakta ve
toplumsal adaletsizliklere neden olmaktadır. Kalkınma etiği araĢtırmalarında kullanılan adalet kavramı
daha çok Amartya Sen’in de üzerinde durduğu “karĢılaĢtırmalı adalet” kavramıdır. Bu yaklaĢımda
adaletin ölçütü diğerleri ile kıyaslanarak ortaya çıkacaktır. Zamana ve mekâna bağlı olarak değiĢen,
baĢka bir ifade ile göreli olan bu adalet anlayıĢı Sen’in kapasite yaklaĢımında da kullandığı önemli bir
araçtır (Ballet vd.: 2013). Özellikle temel ihtiyaçlar etiğinde ihtiyaçların ne olduğunun belirlenmesi,
cari dönemde refah seviyesine göre olacaktır.
ÇağdaĢ adalet teorilerinin geliĢimi ve kalkınma iktisadındaki etik açılımlar özellikle liberal
adalet teorilerine yönelik eleĢtiriler yoluyla olmuĢtur. Daha çok reformist fikirler olarak bir içsel
düzeltme mekanizması diye ifade edilebilecek refah devleti yaklaĢımı, ortaya çıkan sosyal sorunların
bazılarının piyasa mekanizması ile çözülemediğini bunun yerine devletin kısmen yeniden dağıtımcı
güç olarak piyasaya müdahale etmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu görüĢlerde piyasa mekanizmasına
zarar vermeden dezavantajlı grupların devlet tarafından korunması savunulmaktadır. Ancak radikal
adalet teorileri mevcut düzenin adaletsizlikler üzerine kurulduğu ve özellikle piyasa mekanizmasına
dayalı ekonomik sistemin sosyal eĢitsizlikler yarattığı görüĢünü savunmaktadır. Bu nedenle yerleĢik
sistemin yerine tamamen yeni bir sosyal sistem kurulmalıdır. Bu argümanların temel savunusu,
bireyden önce toplumun çıkarlarının öncelenmesidir. Bu da gerekirse devlettin zorlayıcı gücü ile
yapılmalıdır.
Yayla (1999)’ya göre geniĢ anlamda bakıldığında adalet teorilerinin aslında birer sosyal sistem
formülasyonundan baĢka bir Ģey olmadığı görülür. Gerçekten hem pozitif hem negatif adalet
anlayıĢları belirli toplumsal örgütlenme tarzlarına karĢılık gelmektedir. Bu sistemin en önemli unsuru
hiç Ģüphesiz ekonomik sistemlerdir. Hak ve adaletten yoksun ekonomik sistemler ise meĢruluğunu
kaybedeceklerdir. Bu nedenle ister liberal olsun ister sosyalist bütün ekonomik sistemler gizli veya
açık bir Ģekilde kendilerinin en hakkaniyetli ve adil bir ekonomik düzen sunduğunu savunurlar.
Dolayısıyla ekonomik büyüme ve maddi zenginlik ne kadar ileri seviyede olursa olsun, adil olmayan
bir sistemin sürdürülebilir olması mümkün değildir. Dolayısıyla Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklara iliĢkin Uluslararası SözleĢme’de de kabul edildiği gibi, pozitif yükümlülükler konusunda,
ülkenin özelliklerine uygun ve bu hakları gerçekleĢtirmek için yeterli olacak bir iĢ bölümünü
kurumsallaĢtırma yükümlülüğü hükümetlere aittir (Beetham: 2014). Ancak buradaki temel eleĢtiri
konusu bu yükümlülükler yerine gelmediği takdirde sistemi çalıĢtıracak ve yaptırım gücü olan bir
mekanizmanın olmayıĢıdır.
Haklar konusundaki en önemli sorun aslında, meĢru yollarla kazanılmıĢ bir gelire, devlet
aygıtı tarafından el konularak, dezavantajlı gruplara dağıtılmasının meĢruluk kaynağının neye göre
belirleneceğidir. Modern adalet teorileri temel ihtiyaçların devlet kanalıyla hangi oranda ve hangi
meĢruiyetle karĢılanacağı üzerine kurulmaktadır. Bu konuda en etkili teorilerden biri olan Rawls’ın
“hakkaniyet olarak adalet” yaklaĢımı önemli bir bakıĢ açısı sağlamaktadır. Rawls (1999)’a göre,
adaletin iki temel ilkesi vardır. Birincisi, insanlar diğerlerinin özgürlükleri ile uyumlu en geniĢ temel
özgürlüğe sahip olma hakkında eĢittirler. Ġkincisi, sosyal ve ekonomik eĢitsizlikler a) herkesin
faydasına olmalı ve hem de b) pozisyonlar ve görevler herkese açık olmalıdır. Rawls’a göre eĢitsizler
ancak daha az avantajlı kesimlerin faydasına olduğu durumlarda tolere edilebilir. Ġnsanların kendi
çabalarının dıĢında elde ettikleri Ģansa bağlı avantajlar “farklılığı giderme” ilkesiyle düzeltilmelidir.
Rawls’ın bu yaklaĢımı adalet teorisini liberal yaklaĢımlardan ayırarak sosyal adaletçi yaklaĢımlara
yakınlaĢtırmaktadır. Bu yeniden dağıtımcı ilkenin meĢruiyeti ise “cehalet perdesi” arkasında yapıldığı
varsayılan “toplum sözleĢmesi”dir.
Son olarak Beetham (2014)’a göre ekonomik ve sosyal hakların bir insan hakkı olduğu
fikrinin temelinde kaynak ve bilgi birikimi bakımından hiç de yoksul olmayan bir dünyada, herkese
hayatını sürdürmek için gerekli olan temel araçların sağlanması gerektiği ve temel ihtiyaçları
karĢılanmayan kiĢilerin büyük bir adaletsizlikle karĢı karĢıya olduğu düĢüncesi yer alır. Ekonomik ve
sosyal hakların insan hakkı olarak kabul edilmesi, yoksun durumdakilerin bu hakları talep etmesi için
güçlü bir dayanak oluĢturmanın yanı sıra, sorumlu tarafların yoksulluğun giderilmesi noktasındaki
görevlerine de iĢaret eder.
2. DEMOKRASİ, KALKINMA VE ETİK
Demokrasinin en popüler tanımı Lincoln’e aittir: Demokrasi, halkın halk tarafından halk için
yönetimidir. Beetham (2014)’a göre demokrasi, toplum için bağlayıcı kuralların ve politikaların halkın
denetimi altında belirlendiği bir karar alma yönteminin geçerli olduğu yönetim biçimidir. Toplumun
tüm üyelerine bu karar alma mekanizmasına eĢit bir Ģekilde doğrudan katılma hakkını sağlayan bir
düzen de en demokratik düzen olarak nitelendirilebilir. Demokrasi kelimesi eski Yunancada demos ve
krotos kelimelerinin birleĢiminden oluĢur. Demos kelimesi, o dönemde daha çok bugün “avam”
diyebileceğimiz sıradan insanlar anlamında kullanıyordu (ġahin: 2008) ve halkın genelini değil sadece
belli bir kesimini kapsıyordu. Günümüzde ise demokrasi kavramı, halk tarafından karar alma faaliyeti
(Holden: 2007) olarak tanımlandığında buradaki halk kelimesinin toplumun, sınıf ve cinsiyet ayrımı
yapılmaksızın, tamamını kapsadığını görmekteyiz.
Demokrasi kelimesinin etimolojik kökenlerinin açıklanmasında bir anlaĢmazlık bulunmazken,
kavram ve bir yönetim sistemi olarak demokrasinin tanımında önemli tartıĢmalar vardır. Bu nedenle
demokrasi kavramının kullanıldığı yerlerde tamlaması ile birlikte kullanılma zorunluluğu
doğmaktadır. Bunlardan bazılarını Ģöyle sıralayabiliriz: Liberal demokrasi, sosyal demokrasi, radikal
demokrasi, katılımcı demokrasi, temsili demokrasi, müzakereci demokrasi. Günümüzde dünya
sistemlerinde en yaygın kabul gören liberal demokrasi, altı temel niteliğe sahiptir: Hukukun
hakimiyeti, düzenli seçimler ve muhalefet için gerçekçi imkanlar, iktidarı sınırlayan bir kontroller ve
dengeler sistemi, çoğunluk ve medeni kurumlar, piyasa ekonomisi veya karma ekonomi, temel hakları
koruyan formel ve informel sözleĢmeler (Melnik, 2006: 40). Bu temel özelliklerden görüldüğü gibi
demokratik sistemler ekonomik özgürlükler ve iktisadi büyüme gibi kavramlarla yakından iliĢkilidir.
AĢağıdaki ġekil 2’de karĢılıklı iliĢkiler gösterilmektedir.
ġekil 2: Demokrasi, Ekonomik Büyüme ve Özgürlük Arasındaki ĠliĢkiler
Demokrasi
Ekonomik Özgürlük
İktisadi Büyüme
Kaynak: Melik, 2006.
Demokrasinin kalkınma ve etik ile iliĢkisi çok yönlüdür. Öncelikle gerçek hayattaki
uygulamalara bakıldığında demokratik sistemlerin ekonomik büyümenin gerçekleĢtirilmesinde daha
baĢarılı oldukları görülmektedir. Bir araçsal değer olarak demokrasi daha çok zenginlik ürettiği
savunulmaktadır. Bu iliĢkinin ara kurucu bağı ise politik ve sosyal özgürlüklerin, üretimi ve verimliliği
daha fazla teĢvik etmesidir. Diğer taraftan ekonomiden demokrasiye doğru da bir nedensellik iliĢkisi
de mevcuttur. Demokrasiler, seçmenlerin taleplerini karĢılamak ve gelir dağılımından kaynaklanan
çatıĢmaları en aza indirmek için ekonomik büyümeye ihtiyaç duyar (Beetham: 2014, 95). Friedman
(1962)’a göre ise siyasal özgürlükler ile ekonomik özgürlükler birbirlerinden ayrı olarak düĢünülemez.
Ekonomik özgürlükler genel anlamda özgürlüklerin önemli bir bileĢeni olarak kendinden bir değere
sahiptir. Serbest piyasa sistemi, siyasal özgürlükler için de önemli bir araçsal değere sahiptir.
Serbest piyasa ekonomisi ve demokrasinin birbirlerini etkileme kanalları aĢağıdaki gibi
sıralanabilir (Beetham: 2014, 80-90): i) Devletin faaliyet alanı geniĢledikçe devletin kamuya karĢı
sorumluluğunu ve demokratik denetimi sağlamak güçleĢir. ii) Seçim sonucuna göre elde edilecek veya
kaydedilecek çıkarların önemi artıkça katılımcıların seçim sürecini engelleme veya seçim sonucunu
reddetme ihtimali artar. Devlet rantlarının küçük olduğu piyasa sisteminde bu risk azalır. iii) Piyasa
özgürlükleri ile siyasal özgürlükler birbirini destekler. iv) Piyasa için de demokrasi için de hukuk
devleti ilkesi Ģarttır; biri için hukuk devletini güvenceye almak, diğeri için de güvenceye almak
anlamına gelir. v) Tüketicinin egemenliği de seçmenin egemenliği de aynı vesayet karĢıtı ilkeye
dayanmaktadır.
Literatürdeki ampirik çalıĢmalar demokrasi ile ekonomik büyüme iliĢkisini ortaya çıkarmaya
yönelmiĢtir. Fukuyama (1999: 108)’ya göre kalkınma ve demokrasi arasından güçlü bir ampirik iliĢki
olduğu oldukça kesindir. Bulgular daha çok demokrasinin ekonomik büyümeyi pozitif yönde
etkilediği Ģeklindedir. Az sayıda da olsa demokrasinin ekonomik kalkınmaya negatif yönde
etkilediğini savunan Lee teorisini destekleyen çalıĢmalar da mevcuttur. Diğer taraftan literatürde
demokrasi ve büyüme arasındaki iliĢkiyi inceleyen çalıĢmaların bir çoğu demokrasiyi “liberal
demokrasi” olarak tanımlamakta ya da gizli bir varsayım olarak kabul etmektedir. Berger (1999:37)’e
göre ekonomik geliĢmenin gereklerinin demokrasi ihtiyacını geri plana düĢürebileceği öne sürülebilir.
Kısa vadede baĢarılı ekonomik geliĢme sağlamıĢ demokratik olmayan rejimler mevcuttur. Ancak
totaliter düzenlerin sicili istisnasız kötüdür. Aksine güçlü ekonomik geliĢmeler sağlayançok sayıda
demokratik ülkeler vardır. Diğer taraftan geliĢme ve demokrasiyi bağlayan determenistik yasalar
yoktur; geliĢme sadece demokratik normların ve ideolojinin kabul edilmesine yardımcı olan Ģartları
yaratır. Kapitalizm ve demokrasi arasındaki iliĢki dolaylı bir iliĢkidir. Fakat kapitalizm ekonomik
geliĢmenin sosyalizmden daha verimli bir motorudur ve dolayısıyla istikrarlı demokrasinin ortaya
çıkmasına yardımcı olan sosyo-ekonomik değiĢimi üretmesi daha muhtemeldir (Fukuyama: 1999,
111).
Tavares ve Wacziarg’ı (2001)’a göre demokrasi, politik istikrarsızlık, yönetiĢim kalitesi, kamu
kesimi büyüklüğü, beĢeri sermaye düzeyi, gelir eĢitsizliği, ticari açıklık ve fiziki sermaye düzeyi
üzerinde etkilidir. Tavares ve Wacziarg, ampirik analizlerinde, demokrasinin beĢeri sermaye
birikimini artırarak ve gelir eĢitsizliğini azaltarak ekonomik büyümeyi hızlandırdığını, diğer taraftan,
fiziki sermaye birikiminin düĢmesine ve hükümetin harcamalarını artmasına neden olduğu için
ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini göstermiĢlerdir (Aktaran: Doğan: 2005). Diğer taraftan
Friedman (1962)’a göre ekonomik düzenlemeler özgür bir toplum oluĢturmada iki önemli rol oynarlar.
Birincisi ekonomik özgürlüklerin bizzat kendileri geniĢ anlamda özgürlüklerin önemli bir parçasıdır.
Ġkinci olarak ekonomik özgürlükler politik özgürlüklere ulaĢmanın vazgeçilmez araçlarıdır. Alternatif
karĢı görüĢ olarak demokrasinin kalkınmayı negatif yönde etkilediğini savunanlar temel olarak beĢ
argümana sahiptirler: GeliĢme kuvvetli bir el gerektirir; demokrasi kaosa yol açar ve geliĢmenin altını
oyar; demokrasi ancak nispeten zengin ülkelerin gücünün yetebileceği bir lükstür; eğer fakir insanlara
demokrasi ile ekonomik ihtiyaçlarını karĢılama arasında tercih yapma imkânı verilirse, ikincisini
seçeceklerdir ve son olarak demokrasi “batılı” değerleri ve öncelikleri yansıtır (Menlik: 2006, 60).
Ayrıca Fukuyama (1999)’ya göre demokrasiler, sosyal eĢitlik uğruna refahı zenginden fakire transfer
etme, baĢarısız endüstrileri koruma veya sübvanse etme, yatırımdan ziyade sosyal hizmetlere harcama
yapma ve buna benzer olumsuz eğilimleri içerir.
Demokrasinin var olma koĢulu sadece siyasal eĢitlik ve tüm yurttaĢlara aynı hakların verilmesi
değildir; demokrasi aynı zamanda toplumsal eĢitsizlikleri ahlaki haklar adına dengelemek için
kullanılan bir araçtır (Touraine: 2015, 38). Bu dengeleme örneğin demokraside maddi gücü elinde
bulunduranların demokratik mekanizmaları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarını engelleyecek
yasalar çıkarma Ģeklinde olabilir (Beetham: 2014, 145). Diğer taraftan oy vermenin dıĢında karar alma
mekanizmalarında etkili olamayan yoksul ve azınlıkların sosyal, medeni ve ekonomik haklarını
güvenceye alacak anayasal düzenlemeler yapılabilir. Bu aynı zamanda sosyal güvenlik harcamalarına
karĢı çıkan gruplara karĢı dezavantajları grupları koruyacak bir kalkan da olabilir.
Bireylerin geniĢ bir tercihler yelpazesine sahip olması o toplumun özgür olduğunu gösterebilir
ancak demokrasi bireysel özgürlüklerle ilgili olduğu kadar toplumsal kararların nasıl alındığıyla ilgili
bir sistemdir (Beetham: 2014). Modern demokrasi teorileri geniĢ halk kitlelerinin oy verme dıĢında
yönetim kararlarını etkileyebilecek farklı etki kanalları ileri sürmektedir. Daha çok katılımcı
demokrasi olarak nitelenen bu yaklaĢımlar, sivil toplum örgütlerinin iktidarlar üzerinde etkili olması
ile ilgilidir. Radikal demokrasi kuramları içinde önemli bir yere sahip olan Habermas’ın “müzakereci
demokrasi” yaklaĢımı, kitleler arasındaki iletiĢim ve diyaloğun geliĢmesi ve uygun kurumsal
yapılanmalarla, toplumsal kararlarda kamuoyunda bir uzlaĢının sağlanabileceğini savunmaktadır. Bu
bakımdan müzakereci demokrasi aktif siyasal katılım idealine yönelik söylemlerin bir adım ötesine
geçerek, demokrasinin meĢruluk temellerini, iletiĢim ve etkileĢimi ön plana çıkaran kamusal eyleme
dayandırılması açısından demokrasi tartıĢmalarına daha derin bir içerik kazandırmıĢtır (ġimĢir: 2008,
117).
3. ÇEVRE ETİĞİ VE KALKINMA
Dünya Bankası’nın 1991’deki baĢ ekonomistinin bir iç yazıĢmasının basına sızdırılması
kamuoyunda büyük tepki ile karĢılanmıĢtır. Bu genelgeye göre, geliĢmiĢ ülkelerdeki kirli endüstrilerin
az geliĢmiĢ ülkelere kaydırılması hem geliĢmiĢ hem de az geliĢmiĢ ülkeler için faydalı olacaktır.
Kirliliğin ihracat edileceği ülkelerin kirlilik oranları geliĢmiĢ ülkelere göre çok daha düĢük olduğu için
marjinal fayda-maliyet analizi toplam faydanın artırılacağını göstermektedir. Ayrıca, Afrika gibi az
geliĢmiĢ ülkelerdeki bireyler, iĢ bulma olanaklarını temiz havaya tercih edeceklerdir (Hausman ve
McPherson: 2000: 9). Tek baĢına yukarıdaki metin bile kalkınmanın, çevre sorunları, haklar, adalet ve
etik gibi konularla ne kadar ilgili olduğunu göstermektedir. Nitekim Azqueta ve Delacamara (2006)’a
göre çevre etiğinin temel ilgi alanı insan ve canlı-cansız çevre arasındaki hak ve görev iliĢkilerini
incelemektir.
Global ekonomik büyüme devam ettikçe, doğal kaynakların kaçınılmaz bir Ģekilde tükenmesi
ve çevresel zararların ortaya çıkması, ekonomik geniĢlemenin nasıl sürdürülebilir hale getirileceği ve
ortaya çıkan etik sorunların üstesinden nasıl gelineceğini gündeme getirmiĢtir. Buradaki asıl hedef
elbette ekonomik geliĢmenin önüne geçilerek çevrenin korunması değil her iki hedefin aynı anda
gerçekleĢmesini sağlayacak araç ve yöntemlerin geliĢtirilmesidir (Booth: 1998). Bu araç ve
yöntemlerin niteliğinin ve niceliğinin tartıĢıldığı ve son yıllarda önemli bir geliĢme kaydeden bilim
dalı, çevre etiğidir. Çevre etiği, uygulamalı etiğin bir alt dalı olup insanın kendisi dıĢında kalan doğa
ile iliĢkisinin nasıl olması gerektiğini sorgulamakta ve doğru davranıĢın ne olduğunu belirlemeye
çalıĢmaktadır (Kılıç: 2008). Pieper (1999)’a göreçevre etiğinin temel iki görevi vardır. Ġlki, gelecek
kuĢakların haklarını gözeten ve doğayı bir malzeme deposu olarak görmeyen bir anlayıĢın
geliĢtirilmesi ve ikincisi olanakları sınırlı bir dünyada insanlığa yönelik bir ekolojik adalet kuramı
oluĢturmaktır.
Çevre etiği yaklaĢımlarından en eski geleneklerden biri doğal yasa ya da erekbilim (teleoloji)
geleneğidir. Bu geleneğe bağlı olan etik görüĢler Aristoteles’e kadar uzanmaktadır. Aristoteles’e göre
her Ģeyin doğal etkinliği ve iĢlevi vardır ve nesneler bu iĢlevlerini tam olarak yerine getiriyorlarsa
“iyi”dirler. Bu bağlamda bir bitkinin iyiliği beslenmek, büyümek ve üremek için beslenme iĢlevini en
iyi Ģekilde yerine getirebilmektir. Bu görüĢe göre ekolojik sorunlar, insanların doğal düzene müdahale
etmeleri ve kendileri dıĢındaki doğal nesneleri yalnızca insanlara yaradıkları ölçüde değerli saymaları
nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Des Jardins: 2006). Bu bağlamda modern çevre etiği tartıĢmaları üç
temel bakıĢ açısı çerçevesinde yapılmaktadır: i) Ġnsan merkezli, ii) canlı merkezli ve iii) çevre
merkezli. Ġnsan merkezli çevre etiği yaklaĢımına göre çevre, insanlık için ancak hava, su ve besin
kaynağı Ģeklinde ya da bir dinlenme ve eğlence aracı olarak ya da atıkları alıcı bir ortam olarak fayda
sağladığı oranda değerlidir (Kılıç: 2008). Canlı merkezli etik yaklaĢım, insan merkezli yaklaĢımın
varsayımlarını reddeder. Bu görüĢe göre, insan diğer canlılardan üstün değil, onlarla eĢit
konumdadırlar. Bu durumda, insanlar doğaya ve diğer canlılara saygı göstermek
yükümlülüğündedirler. Ġnsandan baĢka diğer canlılar da kendinde bir içsel değer taĢımaktadırlar
(Ergün ve Çobanoğlu: 2012). Canlı merkezci yaklaĢımda cansız çevre varlıklarının değeri ve önemi
göz ardı edilmektedir. Çevre merkezci yaklaĢımın ise ekolojik bütünlüğe ulaĢmak amacıyla tüm çevre
unsurlarını kapsamına almaktadır (Kayaer: 2013). Bu yaklaĢıma göre insan, canlı-cansız bütün
varlıklar bir bütün olarak değer taĢımakta ve korunmayı hak etmektedirler. Bu özelliği ile çevre
merkezli etik yaklaĢımı, sistem yaklaĢımı anlayıĢına uygun, ekolojik krizin aĢılabilmesine yönelik
ortaya konulmuĢ kapsamlı ve bütüncül bir yaklaĢım olarak nitelendirebiliriz (Ergün ve Çobanloğlu:
2012).
Çevresel sorunların etik boyutu, haklar konusunda da ortaya çıkmaktadır. Özellikle dünyadaki
çevresel bozulmaları ortaya çıkaranlar ile bu bozulmalardan zarar görenlerin farklılaĢtığı oranda
adaletsizlik artmaktadır. Nitekim küresel iklim değiĢikliğinden en fazla zarar gören yoksul ve az
geliĢmiĢ ülkeler olmasına rağmen, sorumluluk daha çok geliĢmiĢ ülkelere aittir. Dolayısıyla Kyoto
Protokolü’nde de belirtildiği gibi sera gazları salınımının azaltılması da yine geliĢmiĢ ülkelere
düĢmektedir. Ancak baĢta ABD olmak üzere bazı geliĢmiĢ ülkeler böyle bir sera gazı salınımlarının
indirimi anlaĢmasına yanaĢmamaktadırlar. Çevresel kirlenmenin, bu kirlenmeden sorumluluğu
olmayan insanlara verdiği zararların engellenmesi ve telafi edilmesi büyük ölçüde etik zeminde
oluĢan meĢru bir hak olarak değerlendirilebilir. En baĢta insan hakları beyannamesinde belirtilen ve en
temel hak olan yaĢama hakkı çevresel bozulmalar nedeniyle milyonlarca insan için ihlal edilmektedir.
Diğer bir yönüyle, gelecek kuĢakların bugünkü nesiller üzerindeki hakları açısından çevrenin
korunması en temel ahlaki görevdir. GeçmiĢ kuĢaklardan emanet alınan doğal çevre ve kaynakların
gelecek nesillere aktarılması ahlaki bir yükümlülüktür. Bu nedenle etiğin, haklar, hakkaniyet, adalet ve
yarar gibi temel bölümlerini ve kavramlarını kullanmaksızın çevre tartıĢmalarını incelemek güçtür.
Çevre etiğine yaklaĢımlar en temelde yararcı, deontolojik ve doğa yasaları etiği çerçevesinde ele
alınabilir (Des Jardins: 2006). Liberal sistemin ahlaki öğretisi olarak yararcılık çevreye insanlara fayda
sağladığı ölçüde değer verir. Bu görüĢ çerçevesinde insanların toplam faydasını artıracaksa, birtakım
çevresel bozulmalara izin verilebilir. Deontolojik etik yaklaĢım ise faydacılığa göre çevreye daha
ilkesel yaklaĢtığı söylenebilir. Ġnsanların çevre ile olan iliĢkileri belli koĢulsuz etik ilkeler çerçevesinde
gerçekleĢir. Bu anlamda eğer doğa kendi özünde bir değere sahip olarak görülürse, sonuçlarına
bakılmaksızın doğanın korunması gerekmektedir.
Sonuç olarak çevre adaleti, çevre yararları ile çevre yüklerinin bugünkü ve gelecek bireyler
arasındaki dağılımın adil olması ile sağlanacaktır. Bu yararlar ile yüklerin eĢitsiz bir biçimde dağıldığı
bir toplum ilk bakıĢta hakça olmayan bir toplumdur. Ampirik çalıĢmalar göstermiĢtir ki, küresel olarak
çevre sorunlarından en fazla etkilenen ülkeler az geliĢmiĢ veyoksul ülkelerdir. GeliĢmiĢ ülkeler
çevresel bozulmalarının olumsuz etiklerine karĢı (seller, ozon tabakasının delinmesi, atıklar, zehirli
gazlar gibi) kısmi önlemler alabilmesine rağmen, fakir ülkelerde insanlar bu tür imkânlardan
yoksundurlar. Shrader-Frechette (2002)’e göre çevresel adaletin sağlanması için öncelikle dağıtımcı
adalet ilkelerinin belirlenmesi ve en temel ilke olarak çevresel faydalar ile çevresel zararların adil bir
Ģekilde dağıtılması gerekmektedir.
4. SONUÇ
Modern kalkınma iktisadının yöneldiği konular itibariyle, kalkınma kavramının yeniden
tanımlanması gerekmektedir. Bu tanımlama elbette etik değerlerden bağımsız olmayacaktır. Son
dönemlerde kalkınma çalıĢmalarının bu doğrultuda, yoksulluk, haklar, çevre ve gelir dağılımı gibi
konulara odaklandığı görülmektedir. Geleneksel kalkınma yaklaĢımlarının günümüzdeki bu tür
sorunları açıklamada ve çözüm üretmede yetersiz kalması, kalkınma iktisadında yeni açılımları
zorunlu kılmıĢtır. Diğer taraftan çözüm bekleyen bu sorunlar karĢısında politikacılar ve diğer karar
vericiler öncelikle derinlikli ve yol gösterici çalıĢmalara ihtiyaç duymaktadır. Bu çalıĢmalar yoluyla
hükümetler ve Ģirketler gibi ekonomik karar birimleri etik değerleri dikkate alan sosyal ve ekonomik
politikalar geliĢtirebilirler. Bu araĢtırmada ortaya konulan teorik tartıĢmalar, ampirik araĢtırmalarla
desteklenerek, karar vericiler için güçlü informatik faydalar sağlaması yanında uygulamaların
meĢruiyeti için de bir dayanak oluĢturacaklardır.
KAYNAKLAR
ALEY, James E., 2011, “Ethics and economics, today and in the past” Journal of Philosophical
Economics, 5, no. 1, 5-34.
ASTROULAKIS, Nikos, 2011, “The development ethics approach to international development”,
International Journal of Development Issues, Vol. 10, Iss: 3, 214 – 232.
AZQUETA, Diego and DELACA´MARA, Gonzalo,
management”, Ecological Economics, 56, 524– 533.
“Ethics, economics and environmental
BALLET, Jérôme, KOFFI, Jean-Marcel and PELENC, Jérôme, 2013, “Environment, justice and the
capability approach”, Ecological Economics, 85, 28–34
BALLI, Ali ġafak, 2001, Çok Kültürlülük ve Sosyal Adalet: Öteki ile BarıĢ Ġçinde YaĢamak, Çizgi
Kitabevi, Ġstanbul.
BEETHAM, David, 2014, Demokrasi ve Ġnsan Hakları, (Çev. Bilal Canatan), Liberte Yayınları, Ankara.
BOOTH, Douglas E., 1998, The Environmental Consequences of Growth, Routledge Press, USA.
BRENKERT, George G., 1998, Marx’ın Özgürlük Etiği, (Çev. Yavuz Alogan), Ayrıntı Yayınları,
Ġstanbul.
BRUNETTI, Aymo (1997), “Politics and Economic Growth: A Cross-Country Data Perspective”, OECD
Publications, Paris.
CLARK, David A., 2002, “Development Ethics: A Research Agenda”, International Journal of Social
Economics, Vol. 29 Iss: 11 pp. 830 – 848.
CORTINA, Adela, 2007, “Development Ethics: A Road to Peace”, The Hellen Kellogg Enstitute for
International Studies, Working Paper, No: 339.
CRANSTON, Maurice, 1999, “Ġnsan Hakları Nelerdir”, (Çev. Atilla Yayla), Atilla Yayla (Ed.), Sosyal ve
Siyasal Teori, Siyasal Kitabevi, Ankara, 311-316.
DES JARDINS, Joseph R., 2006, Çevre Etiği: Çevre Felsefesine GiriĢ, (Çev. RuĢen KeleĢ), Ġmge
Yayınları, Ankara.
DOĞAN, Adem, 2005, “Demokrasi ve Ekonomik GeliĢme”, Erciyes Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 25, 1-17.
DUTT, Amitava K. and WILBER, Charles K., 2010, Economics and Ethics: An Introduction, Macmillan
Publishers Limited, UK.
ERGÜN, Turan ve ÇOBANOĞLU, Nesrin, 2012, “Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre Etiği”, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(1), 97-123.
FRIEDMAN, Milton, 1962, Capitalism and Freedom, University of Chicago Press, London.
FUKUYAMA, Francis, 1999, “Kapitalizm ve Demokrasi: Gözden Kaçırılan ĠliĢki”, Atilla Yayla (Ed.),
Sosyal ve Siyasal Teori, Siyasal Kitabevi, Ankara, 105-113.
GASPER, Des, 2005, The Ethics of Development, Edinburg University Press Ltd., Edinburg.
GOULET, Denis, 1971, The Cruel Choice: A new Concept in the Theory of Development, University
Press of America, USA.
GOULET, Denis, 1995, Development Ethics: A Guide to Theory and Practice, Zed Books Ltd., USA.
HAUSMAN, Daniel M. and MCPHERSON, Michael S, 1993, “Taking Ethics Seriously: Economics and
Contemporary Moral Philosophy”, Journal of Economic Literature, Vol. 31, issue 2, 671-731.
KAYAER, Mesut, 2013, “Çevre ve Etik YaklaĢımlar”, Siyaset, Ekonomi ve Yönetim AraĢtırmaları
Dergisi, Yıl:1, Cilt:1, Sayı:2, 63-76.
KILIÇ, Selim, 2008, Çevre Etiği: Ortaya ÇıkıĢı, GeliĢimi ve Sonuçları, Orion, Ġstanbul.
LIPSET, Seymour Martin, 1959, “Some Social Requisites of Democracy: Economic Development and
Political Legitimacy”, The American Political Science Review, Vol. 53, No. 1, 69-105.
MELNIK, Stefan, 2006, Özgürlük, Refah ve Demokrasi Mücadelesi, Liberte Yayınları, Ankara.
PIEPER, Annemarie, 1999,
Ġstanbul.
Etiğe GiriĢ, (Çev. Veysel Atayman-Gönül Sezer), Ayrıntı Yayınları,
PRZEWORKSI, Adam, DE PAUL, Michael and CHEIBUB, Jose Antonio, 2002, Democracy and
Development: Political Institutions and Well-Being in the World, 1950-1990, Cambridge University Pres, UK.
RAND, Ayn, 1999, Ġnsan Hakları Nelerdir?, (Çev. Atilla Yayla), Atilla Yayla (Ed.), Sosyal ve Siyasal
Teori, Siyasal Kitabevi, Ankara, 317-324.
RAWLS, John, 1999, A Theory of Justice, Harvard University Press, USA.
SEN, Amartya, 1985, Commodities and Capabilities, North-Holland, Amsterdam.
SEN, Amartya, 1987, On Ethics and Economics. Basil Blackwell, New York.
SEN, Amartya, 2004, Özgürlükle Kalkınma, (Çev. Yavuz Alogan), Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul.
SHRADER-FRECHETTE, Kristin, 2002, Environmental Justice: Creating Equality, Reclaiming
Democracy, Oxford University Press, UK.
ġAHĠN, Bican, 2008, “Liberal Demokrasinin Temelleri”, Bican ġahin (Ed.), Demokrasi Teorisinde
Güncel TartıĢmalar, Orion Yayınevi, Ankara, 1-34.
ġĠMġĠR, Esra, 2008, “Liberal Demokrasinin DemokratikleĢmesinde Alternatif Usuller: Müzakereci
Demokrasi”, Bican ġahin (Ed.), Demokrasi Teorisinde Güncel TartıĢmalar, Orion, Ankara, 107-134.
TAVARES, J. and R. WACZIARG, 2001, “How Democracy Affects Growth” European Economic
Review, 45, 1341-1378.
TOURAINE, Alain, 2015, Demokrasi Nedir? (Çev. Olcay Kunal), Cogito Yayınları, Ġstanbul.
UN, United Nations, 2015, The Millennium Development Goals Report 2015, New York.
YAYLA, Atilla, 1999, “Adalet Teorilerine Bir BakıĢ”, Atilla Yayla (Ed.), Sosyal ve Siyasal Teori,
Siyasal Kitabevi, Ankara, 331-348.
Download