Tarih ve İnsansı Yıkımlar Tarih başlayalı birkaç bin yıl oldu. Eğer

advertisement
Tarih ve İnsansı Yıkımlar
Tarih başlayalı birkaç bin yıl oldu. Eğer, insansılların yeryüzünde belirmelerinden
itibaren geçen zaman bugünkü bilgimize göre değerlendirilirse, bu zamanın % 2-5’ini homo
sapiens (ilk insansı insan) ve % 0.2-0.5’inin de tarihsel evrim tarafından işgal edildiği
anlaşılır. Fakat bu kısacık dönem içerisinde ortaya çıkan yaratıcılık ve tahripkarlık, insanı
ancak dehşete düşürebilir. Burada aynı zamanda, insanın evriminin zorunlu olarak tarihe
bağlı olmadığı da görülür ve buna bağlı olarak, tarih ötesi bir evrim olasılığı, yani düzensizlik
ve belirsizlikle birlikte, ama gürültüsü ve öfkesi olmayan bir evrim hayal edilebilir. Aynı
anda, bu durum tarihsel toplumdan farklı bir toplum da varsayacaktır. Oysa tarih ayrılmaz bir
şekilde insan kaderine bağlı değildir. Aynı şekilde, tarihsel toplum bize, eski-toplum ve ilktoplumun yerine geçen üçüncü bir olgu olarak görünmektedir. Demek ki bir dördüncü toplum
tipini, yani insanın dördüncü doğuşunu düşünmek saçma bir şey değildir. Ve eğer şimdi
çağımızın bunalımına dönersek, bu kadar derin, bu kadar genel, evrensel yok etme
olanaklarıyla bu kadar dolu, genelleşmiş zorlamayla ve yeni yaratıcılıklarla bu kadar
donanmış bu bunalıma bakarsak, aşırıkarmaşık bir toplum sorununun artık ortaya konulup
konulmadığını kendimize sormamız gerekecektir. Bu kavranılmaz bir şey değildir, çünkü
yeryüzünde 6 milyar tane örneğiyle ve pratik olarak sınırsız üreme gücüyle aşırıkarmaşık bir
sistem işlemektedir. Aynı zamanda bilmekteyiz ki, bu sistem hala düzensizlik ve deliliğin
sınırında işlemesine rağmen çılgınlık tarafından zorunlu olarak gizlenemez. Üstelik bu bakış
açısından, insan beyninin bütün olanakları tüketilmediğinden, yatkınlıkları yani yaratıcılık ve
bilinç yatkınlıkları, gelişebilmek ve güncelleşebilmek için, kendi de yeteri kadar karmaşık
olan bir toplumsal-kültürel bağlama ihtiyaç duydukları ve aynı zamanda bu karmaşıklığında
bizzat insan beyninin yavaş ve devasa bir salgısı olduğu görülebilir. Başka bir deyişle,
beyinsel aşırıkarmaşıklığın yeni gelişmeleri, yeni sosyolojik gelişmelere muhtaçtır ve öyle
görünüyor ki bir toplum-ötesi durum gerekmektedir. Biliyoruz ki, tarihsel toplum mutlu
anlarda, ayrıcalıklı sektörlerde aşırıkarmaşıklık üretebilir. Sorun şudur: Aşırıkarmaşık bir
toplum mümkün mü? İki yüzyıldan bu yana aşırıkarmaşıklığı haber veren efsaneler tarih
içinde fışkırmıştır: Demokrasi, sosyalizm vb. Bunların hepsi aynı ülküsel sisteme gönderme
yapmaktadırlar: Baskı değil de iç iletişim üzerine kurulu sistem, tek merkezli değil de çok
merkezli sistem, herkesin yaratıcı katılımı üzerine temellenen sistem, zayıf bir hiyerarşisi olan
sistem, örgütleyici, icatçı, evrimleştirici olanaklarını, baskı ve zorlamaları azaltırken, artıran
sistem. Bugün hissediyoruz ki, bu hem mümkündür hem de değildir. Mümkün değildir çünkü
söz konusu olan, örneğin eğemenliği doğuran sisteme ulaşmaksızın bir egemen sınıfı veya
egemen imparatorluğu tasfiye etmeye yönelik bir reform veya olgusal bir devrim değildir. Bu
çok derindir ve çağdaş kapitalist, devletçi, sahte-sosyalist ifadelerin yok edilmesiyle bunun
köklerinin sökülebileceğini düşünmek büyük saflıktır. Toplumumuz, içinde derin primat
kökleri, eski toplumdan miras alınan bir eski-yapı, ilk toplumdan miras alınan bir ilk-yapı ve
nihayet bağrında Leviathan’ı barındıran tarihsel topluma özgü bir yapı taşımaktadır. Mümkün
değildir, çünkü tarihsel toplum hiçbir yerde yok olma yolunda değildir; kendini etnik ve ırksal
kurtuluşların ihtiyaçlarının tersine hem kaderci, hem de kaçınılmaz ve zorunlu bir şekilde
artırırken, büyük imparatorluklar giderek daha muazzam iktidarları yoğunlaştırmaktadırlar.
Mümkün değildir, çünkü bugün zorlama, hayranlık uyandırıcı kurtuluş görüntüsü altında
ortaya çıkmakta, hileleri hemen hemen görünmez nitelikte olmaktadır. Ama kurtuluş
görüntüsü iktidara gelir gelmez, hemen ezmeye başlamaktadır. Nihayet mümkün değildir,
çünkü gereken devrim, bu terimden anlaşılan herşeyi çok aşmaktadır: Söz konusu olan hem
“hayatı değiştirmek” ve “dünyayı dönüştürmek”, bireyi devrimleştirmek ve insanlığı
birleştirmek; hem de insanlararası ilişkiler aracılığıyla dünya düzenine bağlanan bir mikromega-toplum ötesini gerçekleştirmektir. Ama aynı zamanda hissetmekteyiz ki, olanaklarda
açıktır. Aşma ihtiyacının çoklu biçimlerinin varlığı her yerde duyarlıdır, bilincin yeni bir
gelişmesi mümkündür ve kendi kendine örgütlenmenin dehası, biliyoruz ki en inanılmadık
eserlere yatkındır. Biliyoruz ki, düzensizlik, buhran gerileme riski taşıdıkları kadar,
ilerlemenin de koşullarını meydana getirmektedirler. Görünen odur ki, Homo sapiens henüz
ortaya çıkmamış olan aşırıkarmaşık bir toplumun genetik ve beyinsel olabilirliğini, müjdesini
taşımaktadır; bu toplum henüz ortaya çıkmamıştır ama ona duyulan ihtiyaç ifade edilmektedir
ve bu anlamda insanlığın dördüncü doğumunu, kapı aralığında görebilir, umabilir,
çağırabiliriz. Demek ki insanlığın yeryüzüne inişi hala tamamlanmamıştır; bu iniş
gerçekleştiğinde çıkışı gerçekleşebilecek (mi?). Savaşlar, yıkımlar, kanlar, ihtiraslı iktidarlar
ve insan... Bugün ölmekte olan insan kavramı var oluşunu sürdürebilecek mi?
Download