T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi I

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi
I. Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
Şef Dr. Gülşen Bican
Tez Danışmanı: Uzm.Dr.Sinan Uzman
TİP 2 DİABETİK HASTALARDA ETOMİDAT VE PROPOFOLÜN ANESTEZİ
İNDÜKSİYONUNDA HEMODİNAMİK VE ENDOKRİN ETKİLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
( Uzmanlık Tezi )
Dr. RABİA SARI
İSTANBUL-2006
ÖNSÖZ
Eğitimim boyunca yetişmemde emeği geçen I. Anestezi ve Reanimasyon Kliniği şefi Dr.
Gülşen Bican, tüm uzman ve asistan arkadaşlarıma;
I. ve II. Anetezi ve Reanimasyon Kliniklerinde birlikte çalıştığım tüm hekim, hemşire ve
anestezi teknisyeni arkadaşlarıma;
Ameliyathane ve Reanimasyonun tüm çalışanlarına;
Tez çalışmalarım sırasında gösterdikleri duyarlılık ve yardımlarından dolayı I. ve II. Cerrahi
klinikleri hekimlerine; Dr. Naciye İdem ve Dr. Gökhan Gedikli’ye,
Labaratuar aşamasında ilgi ve yardımlarını eksik etmeyen Uzm. Dr. Hatice Seval’e,
ve
Her zaman her koşulda yanımda olan danışmanım Uzm.Dr.Sinan Uzman’a
teşekkür ederim.
Tüm marifetiyle hayatımı ilmek ilmek işleyen, sevgi ve desteğini esirgemeyen annem
Gülderen Sarı’ya sonsuz minnetle…
Dr. Rabia SARI
2
İÇİNDEKİLER
Giriş……………………………………………………………...3 – 4
Genel bilgiler………………………………………………….. 5 – 54
Materyal ve metod……………………………………………55 – 57
Bulgular……………………………………………………….58 – 71
Tartışma ve sonuç…………………………………………….72 – 85
Özet……………………………………………………………86 – 88
Kısaltmalar…………………………………………………………89
Kaynaklar……………………………………………………90 – 105
3
GİRİŞ
Diabetes mellitus hala dünyada en sık rastlanılan endokrin bozukluktur ve tip 2 diabet
insidansı geçen dekada göre ikiye katlanmıştır. Tüm dünyada diabetes mellitusun prevelansı
artmaktadır ve 2025 yılında diabet prevelansının % 5.4 ve dünyadaki diabet hastalarının
sayısının yaklaşık olarak 300 milyon olacağı tahmin edilmektedir. Ülkemizde diabet
prevelansı % 7.2 olarak belirlenmiştir ( %2.3’ü daha önce diabet tanısı almayan olgulardan
oluşmaktadır). Türkiyede 2.6 milyon diabet hastasının olduğu ve 0.8 milyonunun
hastalığından haberdar olmadığı hesaplanmıştır 1,2,3.
Kardiyovasküler
otonom
nöropati
(CAN)
diabetin
yaygın
ve
ciddi
komplikasyonlarından birisidir ve tip 2 diabetiklerin yaklaşık %22’sinde görülür. CAN, kalp
ve kan damarlarını innerve eden otonom sinir liflerinde gelişen hasar nedeniyle oluşur ve
kalp hızı kontrolü ile hemodinamide bozukluklara yol açar. CAN’ın diabetik hastalarda klinik
bulguları; postural hipotansiyon, egzersiz intoleransı, intraoperatif kardiyovasküler labilite ve
sessiz myokard iskemi/infarktıdır 4,5.
Diabetik otonomik nöropatisi olan hastalarda, anestezi sırasında kardiyovasküler
instabilitede artış, anestezi indüksiyonu ve entübasyon sırasında abnormal kardiyovasküler
cevaplar olduğu gösterilmiştir. Diabetik hastalarda cerrahi uygulanma sıklığı daha fazla ve
perioperatif mortalite ve morbidite oranları da daha yüksektir
3,6,7,8
. Son zamanlarda, yoğun
glisemik monitörizasyon ile birlikte sıkı glisemik kontrol sağlamak amacıyla insülin
4
infüzyonlarının uygulanmasının perioperatif ve postoperatif mortalite ve morbiditeyi
iyileştirdiğine dair deliller birikmektedir.
9
Etomidat ve propofol, anestezi indüksiyonunda kullanılan hızlı etkili sedatif ajanlardır.
Etomidat uygulanması hemodinamide minimal değişikliklere sebep olurken, propofolle
indüksiyon kan basıncında düşüşe yol açar. Propofolle oluşan hipotansiyon, sempatik sinir
sisteminin inhibisyonu ve barorefleks düzenleyici mekanizmaların bozulması yoluyla
olmaktadır. Buna karşın etomidat sempatik outflow ve otonomik reflekslerin her ikisinin
birden korunmasıyla hemodinamik stabilitenin sürdürülmesini sağlar 10.
Literatürde propofol ve etomidatın karşılaştırıldığı birçok çalışma olmasına rağmen
diabetik hastalarda bu iki ajanın kullanımına dair fazla sayıda yayın yoktur. Çalışmamızın
amacı, tip 2 diabetik hastalarda anestezi indüksiyonunda propofol ve etomidatın hemodinamik
ve endokrin etkilerini, ayrıca kardiak otonom nöropatisi olan hastalarla olmayan hastaların
anestezi indüksiyonu sırasındaki hemodinamik değişikliklerini karşılaştırmaktı.
5
GENEL BİLGİLER
I. DİABETES MELLİTUS
Diabetes mellitus; insülin sekresyonu, insülin etkisi veya her ikisindeki bozukluk
sonucu gelişen, kronik hiperglisemiyle birlikte karbonhidrat, yağ ve protein metabolizması
bozukluklarıyla karakterize multipl etyolojiye sahip bir metabolik bozukluk olarak tarif edilir.
Diabetis mellitus uzun dönemde , çeşitli organlarda özellikle de gözler, böbrekler, sinirler,
kalp ve kan damarlarında
hasar, disfonksiyon ve yetmezliğe neden olur. Hastalık ağız
kuruluğu, susuzluk hissi, polidipsi, poliüri, bulanık görme ve kilo kaybı gibi karakteristik
semptomlarla ortaya çıkabildiği gibi, stupor, koma ve etkin tedavinin yokluğunda ölüme
kadar götürebilen ketoasidoz ve nonketotik hiperosmolar koma gibi en ciddi şekillerde de
ortaya çıkabilir. Sıklıkla semptomlar ciddi değildir veya hiç semptom bulunmayabilir. Ve tanı
konulmadan çok daha önce patolojik ve fonksiyonel değişiklikler başlamıştır.11,12.
Diabetin uzun dönem komplikasyonları, görme kaybına neden olabilen retinopati;
böbrek yetmezliğine yol açabilen nefropati; ayak ülserleri ve Charcot eklemi riskiyle birlikte
olan periferik nöropati; ve gastrointestinal, genitoüriner, kardiyovaküler semptomlar ve
seksüel disfonksiyona yol açan otonom nöropatiyi içerir. Diabetik hastalarda aterosklerotik
kardiyovasküler, periferik arteriyel ve serebrovasküler hastalık insidansı artmıştır. Ayrıca
hipertansiyon ve lipoprotein metabolizması bozuklukları da diabetli hastalarda sık görülür 12
Diabet gelişimine yol açan birkaç patogenetik süreç vardır. Bunlar pankreas β hücre
yıkımı sonucu gelişen insülin salınımında eksiklik ve insülin etkisine direncin geliştiği
durumlardır. Karbonhidrat, yağ, protein metabolizmasındaki bozukluklar hedef dokularda
insülin eksikliği veya insüline duyarlılıkta azalma nedeniyle oluşur. Aynı hastada insülin
sekresyonunda yetmezlik ve insülin etkisindeki bozukluk sıklıkla birlikte bulunur ve
6
çoğunlukla hangi anomalinin hipergliseminin primer nedeni olduğu açık olarak belirlenemez.
11,12
.
A.Diabetes Mellitusun Tanısı ve Tanı Kriterleri
Diabetes mellitus, bir kere başladıktan sonra ömür boyu süreceğinden ve kişiye
getireceği yükler nedeniyle konulan tanıdan emin olunması gerekir. Tanının doğrulanması
için izlenecek yol, ciddi semptomlar ve belirgin hiperglisemi gösteren hastalarla, kan şekeri
normalin sadece üst sınırında olan asemptomatik hastalarda aynı değildir. Akut enfeksiyon,
travma, dolaşımsal veya diğer stres durumlarındaki ciddi hiperglisemiler geçici olabilir ve bir
diabet tanısı kriteri olarak kabul edilmemelidir. Asemptomatik bir bireyde diabet tanısı hiçbir
zaman tek bir anormal kan glukoz düzeyine bakılarak konulmamalıdır. Asemptomatik biri
için, açlık, randomize veya OGTT testinden elde edilen en az bir tane daha plazma/kan glukoz
sonucunun diabetik aralıkta bulunması gereklidir. Eğer diabetes mellitus tanısının
doğrulanması için numuneler yeterli değilse, tanı netleşene kadar testlerin belli aralıklarla
tekrarlanması önerilir. Bu dönemde etnik köken, aile anamnezi, yaş, vücut yağ oranı ve
yandaş hastalıklar gibi ek faktörler de tanı koymadan veya tedaviyi belirlemeye karar
vermeden önce göz önünde bulundurulmalıdır 11.
Diabetes melllitusun tanı kriterleri, 1979’da NDDG (National Diabetes Data Group)
ve 1985’te WHO tarafından önerilen kriterlerin yeniden gözden geçirilmesiyle modifiye
edilmiştir.3 yolla diabet tanısı koymak mümkündür (Tablo-I) 13.1997’de ADA (Amerikan
Diabet Birliği)’nin yayınladığı tanı kriterleri, diabet tanısı koymada kolaylık getirmiş ve tanı
konamayan asemptomatik bireylerin ayırtedilmesi için OGTT’ye olan ihtiyacı en aza
indirmiştir. ADA tanı kriterleri başlıca açlık plazma glukozunu temel almaktadır ve 126
mg/dl üzeri tanı koydurur ancak testin ertesi gün de tekrarlanarak tanının doğrulanması
7
gerekmektedir. Açlık kan şekeri 110-126 mg/dl arasındaki değerler için bozulmuş açlık
glukozu denilen yeni bir tanımlama da yapılmıştır. OGTT’de 2 saat plazma glukoz düzeyi
140-200 mg/dl arasındaki değerler ise bozulmuş glukoz toleransı olarak belirlenmiştir.
(Tablo-II ) 17.
Tablo-I
Diabetes Mellitusun Tanı Kriterleri 13
1.Diabet semptomlarıyla birlikte, randomize plazma glukoz düzeyi ≥ 200 mg/dl ( 11.1
mmol/l).
Günün herhangi bir zamanında son öğüne bakılmaksızın.
Diabetin klasik semptomları: Poliüri, polidipsi, açıklanamayan kilo kaybı.
veya
2.Açlık plazma glukozu (FPG) ≥ 126 mg/dl ( 7.0 mmol/l ). Açlık en az 8 saatlik kalori alımı
olmaması olarak tarif edilir.
veya
3.OGTT sırasında yüklemeden sonra 2. saat plazma glukozu ≥200 mg/dl (11.1 mmol/l). Test
WHO tarafından daha önce tarif edildiği şekilde, suda çözülmüş 75 gr glukoz kullanılarak
yapılmalıdır.
Tablo-II Diabetes Mellitus ve Diğer Hiperglisemi Gruplarının Tanı Kriterleri 17
Açlık plazma glukozu
8
< 110 mg/dl normal
≥ 110 mg/dl ve < 126 mg/dl ise bozulmuş açlık glukozu
≥ 126 ise diabetes mellitus
OGTT’de 2. saat plazma glukozu
< 140 mg/dl normal
≥ 140 mg/dl ve < 200 mg/dl ise bozulmuş glukoz toleransı
≥ 200 ise diabetes mellitus
B.Diabetes Mellitus Sınıflandırılması
Diabetes mellitusun ilk sınıflandırılması 1979 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde
National Diabetes Data Group tarafından yapılmış ve geniş ölçüde kabul gören bu sınıflama
WHO tarafından onaylanarak 1980 yılında yayınlanmış ve 1985’te modifiye edilmiştir
13,14,15
.
Diabetes mellitus ve glukoz intoleransıyla birlikte bulunan durumların 1980 ve 1985
yıllarındaki sınıflandırılması, klinik grupların yanı sıra iki istatistiksel risk grubunu da
içermektedir
11
. 1980 eksperler komitesi diabetes mellitusu; IDDM veya Tip 1 ve NIDDM
veya Tip 2 olarak iki ana sınıfa ayırmayı önermişleridir. 1985 çalışma grubu raporunda Tip 1
ve Tip 2 terimlerinden vazgeçilmiş, fakat IDDM ve NIDDM grupları kalmış ve malnütrisyona
bağlı diabet olarak adlandırılan bir grup sınıflamaya dahil edilmiştir. 1980 ve 1985
raporlarının her ikisinde de , gestasyonel diabetle birlikte, diğer tipler ve bozulmuş glukoz
toleransı da sınıflandırmada yer almaktadır. 1985’teki bu sınıflama yaygın kabul görmüş ve
uluslararası olarak kullanılmıştır. Spesifik neden ve etyoloji bilinmese dahi bireysel olguların
klinik olarak sınıflandırılmasında yarar sağlamıştır 11,15,16.
Diabetes mellitus ve diğer hiperglisemi kategorilerinin hem klinik evrelenmesini hem
de etyolojik tiplerini kapsayan bir sınıflama, Kuzuya ve Matsuda tarafından ileri sürülmüştür.
9
Yeni sınıflama, diabetes mellitusa yol açabilecek değişik hiperglisemi aşamalarını yansıtan
evrelemeyi mümkün kılmaktadır. Buna göre diabetes mellituslu tüm olgular klinik safhalarına
göre gruplandırılabilmiştir. Altta yatan hastalığın doğal seyrine bağlı olarak, bir kişinin
glisemi evresi zaman içinde değişebilir. (şekil-1)
11
Böylece otoimmün tip 1 diabet
gelişebilecek bir olguyu, henüz normoglisemik dönemde iken kanında adacık hücre
antikorunun belirlenmesi ile erken dönemden itibaren tanımak mümkün olmaktadır. Bununla
beraber tip 2 diabeti de aynı şekilde belirleyebilecek yeteri kadar sensitif ve spesifik bir
gösterge mevcut değildir. Bir başka açıdan bakıldığında etyolojisi aynı olmakla birlikte,
hastalık bir vakada diabet aşamasına ulaşmış olduğu halde, diğer bir vakada bozulmuş glukoz
toleransı veya bozulmuş açlık glisemisi aşamasında bulunabilir.
Diğer taraftan bazı
hastalarda kan şekeri kontrolü için insüline ihtiyaç duyar ama insülinsiz de hayatta kalabilir.
Bu olguların bir miktar rezidüel insülin sekresyonları vardır. Bir başka grup olguda ise β
hücre harabiyetinin yaygın olması nedeniyle rezidüel insülin sekresyonları yoktur, hayatta
kalmak için insüline ihtiyaç duyarlar. Metabolik bozukluğun şiddeti, gerileyebilir, ilerleyebilir
veya değişmeden kalabilir 11.
10
Şekil-1 Diabetes Mellitusun Etyolojik Tipleri ve Klinik Devreleri 11
Evreler
Tipler
Normoglisemi
Hiperglisemi
Normal Glukoz
IGT veya
İnsülin
IFG
Diabetes mellitus
İnsülin
gereksiz
İnsülin
kontrol için
gerekli
İnsülin
hayat için
şart
Tip 1
Otoimmün
İdiyopatik
Tip 2
İnsülin resistansı ön planda
İnsülin sekresyon defekti ön
planda
Diğer spesifik tipler
β-hücre fonksiyonunda defektler
İnsülin etkisinde genetik defektler
Ekzokrin pankreas hastalıkları
Endokrinopatiler
İlaç ya da kimyasal ajanlar
Diğerleri
Gestasyonel diabet
ADA Eksperler Grubu 1979’da kabul edilen sınıflamayı gözden geçirerek 18 yıl boyunca elde
edilen araştırma sonuçlarıyla birlikte NDDG/WHO klasifikasyon şemasında değişiklikler
önermiştir. 2004’te ADA tarafından sınıflamaya yeni etyolojik tipler de dahil edilmiştir.
(Tablo-IIIa ve IIIb )12 Bu değişikliklerin önemli başlıklarını şöyle sıralayabiliriz: 17,18
11
1. İnsülin bağımlı diabetes mellitus, insüline bağımlı olmayan diabetes mellitus ve
bunların kısaltmaları (IDDM ve NIDDM) elimine edildi. Çünkü bu terimler karışıktı ve
hastaları etiyolojiden ziyade tedaviye göre sınıflamaktaydı.
2. Tip 1 ve tip 2 diabet terimleri korundu ancak Romen rakamları yerine Arap
rakamlarının kullanılması önerildi. Romen rakamı ile yazılan II kolaylıkla halk tarafından
kolaylıkla 11 ile karıştırılabilir. Tip 1 diabet olarak adlandırılan formun büyük çoğunluğu
primer olarak pankreas β hücre harabiyetine bağlıdır. Bu form otoimmün kökenli olduğu
düşünülen ve etiyolojisi bilinmeyen vakaları içerir. Otoimmün olmayan ancak spesifik
nedenin bilindiği (örn. kistik fibrozis ) β hücre harabiyeti formlarını içermez. Çoğu tip 1
diabetli hastada β hücre harabiyetine yol açan otoimmün olayın göstergesi olarak adacık
hücre, GAD, I A-2, I A-2b, insülin otoantikorlarıyla belirlenebilirken, bazı hastalarda
otoimmüniteye ait kanıt bulunmayabilir. Bu vakalar tip 1 idiyopatik olarak sınıflandırıldı.
3. Tip 2 diabetes mellitus formu diabetin prevelansı en fazla olan formudur ve insülin
sekresyon defektinin de eşlik ettiği insülin direnci sonucunda oluşur.
4. Malnütrisyona bağlı diabet üzerinde yakın zamanlarda durulmuştur. Malnütrisyon
diğer diabet tiplerinin ekspresyonunu etkileyebilse de, diabetin doğrudan protein eksikliği
nedeniyle oluştuğuna dair kanıtlar ikna edici değildir. Bu nedenle malnütrisyona bağlı
diabetes mellitus yeni sınıflamadan çıkartılmıştır. Önceden malnütrisyona bağlı diabetin bir
alt tipi olan fibrokalküloz pankreopati ekzokrin pankreasın bir hastalığı olarak yeniden
sınıflandırılmıştır.
5. Bozulmuş glukoz toleransı terimi yeni sınıflamada da korunmuştur. Orta derecede
açlık glukozu terimi bozulmuş açlık glukozu olarak adlandırılmıştır.
12
6. Gestasyonel diabetes mellitus,
WHO ve NDDG’nin tarif ettiği şekilde
korunmuştur. Gebelikte glukoz tolerans bozukluğu için yaygın tarama yerine artık daha
selektif tarama önerilmektedir.
7. Hipergliseminin derecesi zamanla altta yatan hastalığa göre değişebilir. Hastalık
hiperglisemi oluşturacak kadar ilerlemiş olmayabilir. (şekil-1)11 Aynı hastalık süreci
bozulmuş açlık glukozu ve/veya bozulmuş glukoz toleransına sebep olabilir. Bazı diabetli
kişlerde kilo kaybı, egzersiz ve oral ajanlar ile yeterli glisemik kontrol elde edilebilir. Bu
kişilerin insülin ihtiyacı olmaz. Bir miktar residüel insülin sekresyonu olan, ancak iyi glisemik
kontrol için eksojen insülin ihtiyacı olan kişiler ise insülinsiz idare edebilir. Yoğun β hücre
yıkımı ve dolayısıyla residüel insülin sekresyonu olmayan kişilerin hayatta kalmaları için
insüline ihtiyaçlar vardır. Metabolik bozukluğun şiddeti ilerleyebilir, gerileyebilir veya
değişmeden kalabilir. Bu nedenle hipergliseminin derecesi olayın doğasından ziyade altta
yatan metabolik olayın şiddeti ve tedavisini yansıtır.
8. Diabetes mellitus tipinin tayini çoğu zaman tanı anındaki şartlara bağlıdır ve pekçok
diabetes mellituslu olgu kolaylıkla tek bir sınıfa uymaz. Örneğin, gestasyonel diabetli bir
kadının hiperglisemisi doğum sonrası devam edebilir ve aslında tip 1 diabet olarak
tanımlanabilir. Alternatif olarak, yüksek doz eksojen steroid nedeniyle diabet gelişen bir kişi
glukokortikoidler kesildiğinde normoglisemik hale gelip, rekürren pankreatit ataklarından
yıllar sonra tekrar diabet gelişebilir. Bir başka örnek tiazid kullanan kişide yıllar sonra diabet
başlamasıdır. Tiazidlerin seyrek olarak hiperglisemi yapıcı etkileri nedeniyle muhtemelen bu
hasta tiazidle alevlenen tip 2 diabettir. Bu nedenle klinisyen ve hasta için diabetin tipinin
belirlenmesinden çok, hipergliseminin patogenezinin anlaşılması ve etkin tedavi daha
önemlidir. 17
13
Tablo- IIIa
Diabetes Mellitusun Etyolojik Sınıflandırılması12
I. Tip 1 (genellikle mutlak insülin eksikliğine neden olan β hücre yıkımı sonucu gelişen diabet
tipidir)
A. Otoimmün
B. İdiyopatik
II. Tip 2 ( relatif insülin eksikliğinin yanı sıra, insülin rezistansının ön planda olduğu
olgulardan, insülin sekresyon defektinin hakim, buna karşın insülin rezistansının da az çok
katkıda bulunduğu olgulara kadar farklı klinik diabet formlarını içerir )
III. Diğer spesifik tipler (Tablo-IIIb)12
A. β hücre fonksiyonunda genetik defektler
B. İnsülin etkisine ilişkin genetik defektler
C. Ekzokrin pankreas hastalıkları
D. Endokrinopatiler
E. İlaç ya da kimyasal maddelere bağlı diabet
F. İnfeksiyonlar
G. İmmün kökenli nadir görülen diabet formları
H. Diabetle birlikte olan diğer genetik sendromlar
IV. Gestasyonel diabetes mellitus
14
Tablo-IIIb Diabetin Diğer Spesifik Nedenleri12
A. β hücre fonksiyonunda genetik
defektler
1. 12. kromozom HNF-1α (MODY 3)
2. 7. kromozom glukokinaz (MODY 2)
3. 20. kromozom HNF-4α (MODY 1)
4. 13. IPF-1 (MODY 4)
5. 17. kromozom HNF-1β (MODY5)
6. 2. kromozom NeuroD1 (MODY6)
7. Mitokondrial DNA
8. Diğerleri
B. İnsülin etkisine ilişkin genetik
defektler
1. Tip A insülin rezistansı
2.Leprechaunism
3.Rabson-Mendenhall sendromu
4.Lipoatrofik diabet
5.Diğerleri
C.Ekzokrin pankreas hastalıkları
1.Pankreatit
2.Travma/pankreatektomi
3.Neoplazi
4.Hemokromatozis
5. Kistik fibrozis
6.Fibrokalküllöz pankreopati
7.Diğerleri
D.Endokrinopatiler
1.Akromegali
2.Cushing sendromu
3.Glukagonoma
4.Feokromasitoma
5.Hipertiroidizm
6.Somatostatinoma
7.Aldosteronoma
8.Diğerleri
E. İlaç ya da kimyasal maddelere bağlı
diabet
1.Vakor
2.Pentamidin
3.Nikotinik asit
4.Glukokortikoidler
5.Tiroid hormonu
6.Diazoksid
7.β adrenerjik agonistler
8.Tiazidler
9.Dilantin
10.α interferon
11.Diğerleri
F. İnfeksiyonlar
1.Konjenital rubella
2.Sitomegalovirüs
3.Diğerleri
G. İmmün kökenli nadir görülen diabet
formları
1.Stiff-Man sendromu
2.Anti-insülin reseptör antikorları
3.Diğerleri
H. Diabetle birlikte olan diğer genetik
sendromlar
1.Down sendromu
2.Klinefelter sendromu
3.Turner sendromu
4.Wolfram sendromu
5.Friedreich Ataksisi
6.Huntington Koresi
7.Laurence-Moon-Biedl sendromu
8.Myotonik distrofi
9 Porfiria
10 Prader-Willi sendromu
11.Diğerleri
15
C. TİP 2 Diabetes Mellitus:
Önceleri, insüline bağımlı olmayan diabet (NIDDM) , tip II diabet, yetişkin başlangıçlı
diabet olarak isimlendirilen ve tüm diabetlilerin yaklaşık % 90-95’ini oluşturan diabetin bu
tipi, insülin direnci olan ve mutlak eksiklikten ziyade çoğunlukla rölatif insülin eksikliği olan
bireyleri içerir. Bu kişiler en azından başlangıçta ve sık olarak da tüm hayatları boyunca
hayatta kalmak için insülin tedavisine ihtiyaç duymazlar. Bu tip diabetin muhtemelen birçok
farklı sebepleri vardır. Her ne kadar spesifik etiyoloji bilinmese de β hücre destrüksiyonu
görülmez ve hastalarda tablo-IIIa,b’de gösterilen diabetin diğer nedenlerinden herhangibirisi
yoktur.18
Bu tip diabeti olan hastaların tümü obezdir ve obezitenin kendisi de belli bir dereceye
kadar insülin direncine yol açar. Geleneksel kriterlere göre obez olmayan hastalar da başlıca
abdominal bölgede toplanmak üzere artmış vücut yağ oranına sahip olabilirler. Bu tip diabette
ketoasidoz kendiliğinden nadir görülür ve genellikle infeksiyon gibi bir başka hastalığa bağlı
stress nedeniyle oluşur. Bu tip diabetin tanısı, hipergliseminin tedrici olarak gelişmesi ve
erken dönemlerde sıklıkla, diabetin klasik semptomlarının hasta tarafından farkedilecek kadar
şiddetli olmaması nedeniyle uzun yıllar gecikebilir. Ancak bazı hastalarda makrovasküler ve
mikrovasküler komplikasyon gelişme riski artmıştır. Polidipsi, poliüri ve polifaji gibi
yakınmalardan ziyade retinopati, nefropati, nöropati ve aterosklerotik kalp hastalığı gibi
kronik komplikasyonlarla ilgili yakınmalar hastayı ilk kez hekime getirebilir ve çoğunlukla
ilk tanı konulduğunda kronik komplikasyonlar vardır.18,19
16
Diabetin bu tipi normal veya yükselmiş insülin düzeylerine sahip olabilir, bu tip
diabetik hastalarda normal β hücre fonksiyonu ve daha yüksek insülin düzeylerinde dahi daha
yüksek kan şekerleri oluşacağı tahmin edilir. Bu hastalarda insülin sekresyonu bozuktur ve
insülin direncinin kompansasyonu için yetersizdir. İnsülin direncinde, kilo verilmesi ve
hipergliseminin farmakolojik tedavisiyle iyileşme olabilir fakat nadiren normale döner. Bu tip
diabet oluşma riski, yaş, obesite ve fiziksel aktivite eksikliği ile artar. Daha öncesinde
gestasyonel diabeti olan kadınlarda ve hipertansiyon ve dislipidemisi olanlarda daha sık
görülür ve değişik ırk ve etnik alt gruplarda farklı sıklıktadır. Tip 1 diabete göre sıklıkla daha
güçlü bir genetik yatkınlıkla birliktedir. Mamafih diabetin bu şeklinin genetiği komplekstir ve
tam olarak aydınlatılmamıştır.18
II.KARDİYOVASKÜLER OTONOM NÖROPATİ 20,21
Diabetes mellitusun tüm ciddi komplikasyonları arasında üstünde en çok durulanı
muhtemelen kardiak otonom nöropatidir (CAN). CAN kalp ve kan damarlarını innerve eden
otonom sinir liflerindeki hasar sonucu gelişir ve kalp hızı kontrolünde ve vasküler
dinamiklerde anormalliklere neden olur. Kalp hızı değişkenliğinde azalma CAN’ın en erken
göstergesidir. Kardiyovasküler otonom nöropati; postural hipotansiyon, egzersiz intoleransı,
artmış intraoperatif labilite, asemptomatik iskemi ve myokard infarktüsü sıklığında artma ve
myokard infarktüsü sonrası sağkalım beklentisinde azalmayla ilişkilendirilmektedir.
Kardiyovasküler otonom nöropati tip 1 diabetiklerin % 17’sinde gelişirken, tip 2 diabetik
hastaların % 22’sinde görülmektedir. Ayrıca tip 1’lerin % 9’unda, tip 2’lerin de % 12’sinde
borderline disfonksiyon mevcuttur. Diabetiklerde kardiyovasküler otonom nöropatinin
sonuçları dramatiktir: 11 çalışmalık bir serinin metaanalizi göstermiştir ki: normal kalp hızı
17
değişkenliği olan diabetiklerin 5.5 yıllık mortalite oranı %5 iken, anormal kalp hızı
değişkenliği olanlarda %27’dir.20,21
A. Kardiyovasküler Otonom Nöropati Semptom ve Bulguları 21
Kalp hızı değişkenliğinin kaybolması: Derin soluma veya egzersiz sırasında kalp
hızı değişkenliğinde yetersizlik olması bir otonom nöropati bulgusudur ve diabetik olsun ya
da olmasın artmış koroner kalp hastalığı riskiyle birliktedir. Diabet Kontrol ve Komplikasyon
Konseyi (DCCT) 5 yıllık diabet öyküsü olan hastaların %1.9’unda bu bulgunun bulunduğunu
göstermiştir. 5-9 yıllık diabet öyküsü olanlarda %6.2 ve 9 yıldan uzun süre diabet öyküsü
olanların ise %12’sinde bu bulguya rastlanmıştır.21
İstirahat taşikardisi: Derin solumayla kalp hızı değişkenliğinde azalma gibi istirahat
taşikardisi de erken bir bulgudur. Ancak hafif egzersize kalp hızı cevabı olmaması hemen
hemen tam kardiyak denervasyonun bir göstergesidir.21
Kısıtlı egzersiz toleransı: Normalde kardiyak outputu artıran ve kan akımını iskelet
kaslarına yönlendiren sempatik ve parasempatik cevaplardaki yetmezlik nedeniyle oluşur.
Ayrıca egzersiz toleransı; ejeksiyon fraksiyonunda azalma, sistolik disfonksiyon ve diastolik
dolum basıncında düşüş nedeniyle de azalır.21
Düzeltilmiş QT intervalinde uzama (QTc): Sağ ve sol sempatik innervasyon
arasındaki dengesizliği gösterir. Rejional sempatik imbalansı ve QTc intervalinde uzama olan
diabetik hastalarda artmış aritmi riski olabilir.21
Kan basıncında anormal sirkadyen patern: Bu durumda kan basıncı gece boyu
yükselir ve sabahın erken saatlerinde düşer. Bu anormal paternin kardiyovasküler otonom
nöropatiye bağlı postural hipotansiyonla ilişkili olduğu gösterilmiştir.21
18
Örtülmüş koroner kalp hastalığı semptomları: Diabetik hastalarda subklinik otonom
nöropati nedeniyle asemptomatik olabilen koroner kalp hastalığı oranı yüksektir. Gerçekten
de ağrısız iskemi, otonom nöropatisi olan hastalarda olmayanlara göre önemli ölçüde
yüksektir (%38’e karşı %5). Ağrı yokluğu afferent sinirlerde hasar sonucudur. Diabeti olan
hastaların %39’unda EKG ile asemptomatik myokard infarktüsü (MI) belirlenmiştir. Sessiz
iskemi ve sessiz MI hastalar ağrıyı hissedemeyip yardım isteyemediğinden özellikle
tehlikelidir. Asemptomatik MI sonrası mortalitenin %47, semptomatik MI sonrası
mortalitenin ise %35 olduğu bulunmuştur. Diabetik olmayan hastalarda akut MI riski sabah
en yüksektir. Bu diürnal varyasyon diabetiklerde değişir. Diabetiklerde daha düşük sabah piki
ve gece boyunca oluşan infarktüs sıklığında artış görülür. Sabah pikindeki kaybolmanın
nedeni CAN’si olan hastalarda sempatovagal dengenin değişmesi ve nokturnal vagal
aktivitenin azalmasıdır.Diabetik bir hastada göğsün herhangi bir yerindeki ağrı başka bir
sebep bulunana kadar myokard orijinli kabul edilmelidir. Sessiz iskemi düşündürecek diğer
ipuçları şunlardır: Açıklanamayan yorgunluk, konfüzyon, ödem, hemoptizi, bulantı ve kusma,
terleme, aritmiler, öksürük ve dispnedir.21
B. Otonom Sinir Siteminin Kardiak Fonksiyon Testleri 21
Kardiyovasküler refleks testleri diabetik kardiyovasküler otonom nöropatinin kapsamlı
bir şekilde değerlendirilmesine imkan veren duyarlı, tekrarlanabilir, basit ve noninvaziv
testlerdir. Bu testler; istirahat kalp atım hızı, atımdan atıma kalp hızı değişkenliği, valsalva
manevrasına kan basıncı cevabı, ayağa kalkmaya kalp hızı ve sistolik kan basıncı cevabı,
uzamış egzersize diastolik kan basıncı cevabı QT intervalini içerir:
1. İstirahat kalp atım hızı
>100 atım/dak ise anormaldir.
19
2. Atımdan atıma kalp hızı değişkenliği
Bir gece önce kahve içimi engellenmelidir
Gece hipoglisemilerinden sonra test uygulanmamalıdır
Hasta supin pozisyonda dakikada 6 kez solurken kalp hızında dakikada 10 atımın altında
değişiklik olması anormaldir
Ekspirasyon:inspirasyon R-R oranı > 1.17 ise anormaldir
3. Ayağa kalkmaya kalp hızı cevabı
Hasta ayağa kalktıktan sonra 15. ve 30. atımdaki R-R intervali ölçülür
30:15 R-R oranı 1.03’den azsa anormaldir.
4. Valsalva manevrasına kalp hızı cevabı
Hasta bir manometrenin ağızlığına 15 saniye boyunca 40 mm Hg basınç uygulayacak şekilde
ekspirasyon yapar
en uzun R-R: en kısa R-R oranı 1.2 den az ise anormaldir.
5.Ayağa kalkmaya sistolik kan basıncı cevabı
Sistolik kan basıncı hasta yatarken ve ayağa kalktıktan 2 dakika sonra ölçülür
30 mmHg’dan fazla düşüş olması anormaldir
10-29 mm Hg arasında düşüş olması borderlinedır
6.İsometrik egzersize diastolik kan basıncı cevabı
Hasta maksimum kuvvet oluşturacak şekilde el manometresini sıkar
Maksimum gücün %30’u kadar kuvvetle 5 dakika boyunca sıkar
Karşı kolda 16 mm Hg’dan az artış olması anormaldir.
7. Elektrokardiyografi
QTc’nin 440 msn’den uzun olması anormaldir.
20
Deprese olmuş çok düşük ya da düşük frekans piki sempatik disfonksiyonu gösterir
Deprese olmuş yüksek frekans piki parasempatik disfonksiyonu gösterir
Azalmış düşük frekans/yüksek frekans oranı sempatik imbalansı gösterir
8. Nörovasküler akım
Nosisepsiyona periferik sempatik cevabın noninvaziv lazer dopler ölçümlerini içerir.
Artmış istirahat kalp atım hızı ve derin solumaya kalp hızı değişiminin kaybı
parasempatik disfonksiyonun primer belirleyicileridir. Sempatik disfonksiyon testleri ayağa
kalkmaya, egzersize ve handgrip manevrasına kan basıncı ve kalp hızı cevabının
ölçümlerinden oluşur.
Azalmış 24 saatlik kalp hızı değişkenliği yeni bir testtir ve standart refleks testlerinden
daha sensitif olduğuna ve kardiak otonom disfonksiyonu daha erken tespit edebildiğine
inanılmaktadır. Kalp hızı değişiminin 24 saatlik kaydı sempatovagal aktiviteyle regüle edilen
anormal sirkadyen ritimleri ortaya çıkarabilir.Vagal disfonksiyonda kalp hızı değişkenliğinin
yüksek frekanslı komponenti azalmıştır.Sempatik disfonksiyonda ise düşük frekanslı ve çok
düşük frekenslı komponentleri azalmıştır. Dahası ileri kardiyak otonom nöropatide,
sempatovagal dengenin göstergesi olan düşük frekans/yüksek frekans oranıyla birlikte her üç
kompanent de azalmıştır.21
Kalp hızı değişkenliği derin nefes alma sırasında (ekspirasyon/inspirasyon oranı
hesaplanarak),valzalva manevrası sırasında ve ayağa kalkma sırasında değerlendirilebilir.Bu
testlerde iki veya daha fazlasında anormallik otonom nöropati tanısı koydurur.Tip1 diabetli
hastalar otonom nöropati açısından tanıdan 5 yıl sonra ve daha sonra da senelik olarak
değerlendirilmelidir.Tip2 diabeti olan hastalar ise tanı konulduğu anda ve sonrasında da
senelik olarak değerlendirilmelidir.21
21
III. DİABETİK HASTADA ANESTEZİ 22,23,24
Diabetli hastalarda operasyon sırasında ortaya çıkan komplikasyonlar, operasyon
öncesi sistem bozukluklarıyla yakından ilişkilidir. Bu açıdan özellikle, pulmoner,
kardiyovasküler ve renal sistemler yakından incelenmelidir. Diabetli bir hastada en sık
perioperatif morbidite nedeni koroner kalp hastalıklarıdır. Cerrahi girişimde bulunulacak
diabetik olgular için başlıca risk faktörleri, diabete eşlik eden end-organ hastalıklarıdır
(Kardiyovasküler disfonksiyon, renal yetmezlik, kollojen doku hastalıkları, kötü yara
iyileşmesi yetersiz granülosit yapımı ve nöropatiler. Dolayısıyla optimal preopreatif şartları
sağlamak için end-organ hastalıklarınıın preoperatif değerlendirilmesi ve tedavisi anestezistin
odaklanacağı alandır.22,23
Diabet, glukoz molekülünün hemoglobine kovalant olarak bağlanması nedeniyle 02
transportunu etkiler ve β zincirleri arasındaki allosterik etkileşimi değiştirir. Normal
hemoglobindeki bu değişikliğin gebe diabetiklerde oksijen saturasyonunu ve eritrosit oksijen
transportunu azalttığı gösterilmiştir.25
Diabetin sık görülen komplikasyonlarından biri otonom disfonksiyondur. İyi kontrol
edilmemiş diabeti olan hastaların genellikle otonom sinir sistemi hasarı bulunur. Otonom
disfonksiyonu olan hastalarda intraoperatif hipotermi riski artmıştır26.Otonom disfonksiyon
ayrıca vücudun kan basıncı regülasyon kabiliyetini etkileyerek aşikar ortostatik hipotansiyona
neden olur. Ortostatik hipotansiyonun altında yatan mekanizma, uygun vazokonstriksiyonun
yokluğudur. Denervasyon ayrıca kalp hızının vagal kontrolünü de etkileyebilir. Atropin ve β
blokerlerle görülen kalp hızı değişiklikleri ciddi otonom disfonksiyonu olan hastalarda
maskelenmiştir27.Preoperatif dönemde CAN ın belirlenmesi önemlidir çünkü operasyon
sırasında vazopressör kullanımını gerektiren hipotansiyon, atropine cevapsız bradikardi ve
22
hatta ani ölümler görülebilir.Otonom sinir sistemi hasarı anestezi seçimini etkiler. Anestezi
indüksiyonunda tiyopental ve propofol ile hipotansiyon
daha az kardiyovasküler yan etkileri olan etomidat
riski daha yüksektir. Bu nedenle
indüksiyon için daha iyi bir seçim
olabilir22,24.
Diabeti olan kişilerde koroner kalp hastalığı riski aynı yaştaki diabetik olmayanlara
göre iki kat daha fazladır. Kadınlarda bu risk üç katına çıkar28. Tip2 diabeti olan hastaların
miyokard infarktüsü geçirme riski, daha önce infarktüs geçirmiş nondiabetik hastaların
yeniden infarktüs geçirme riski kadar büyüktür29. Diabetikler koroner arter hastalığı açısından
preoperatif olarak çok dikkatli değerlendirilmelidir. Diabetik hastalarda sessiz iskemi
olabileceği hatırda tutulmalıdır. Diabetikler iskemik kalp hastalığının klasik göğüs ağrısı ve
sıkışma hissini yaşamayabilirler. Egzersiz kapasitesi ve egzersizle nefes darlığının varlığının
sorgulanması altta yatan kalp hastalığı ya da kompansasyon düzeyi hakkında fikir verebilir.24
Diabetik hastalarda gastrointestinal motilite azalmıştır. Motilite inhibisyonu, mide
boşalma ve barsak geçiş sürelerini uzatarak indüksiyonda aspirasyon riskini arttırır. Hastalar
preoperatif olarak mide asidini nötralize eden ve asid sekresyonunu inhibe eden ajanlarla
tedavi edilmelidir. Hızlı indüksiyon ve entübasyon genellikle aspirasyon riskinin en aza
indirilmesine yardımcı olur.22,24
Perioperatif ve intraoperatif glisemi kontrol rejimleri çeşitli faktörlere dayanır. İlk
olarak tip1 ve tip2 diabet ayrımı önemlidir. Tip1 diabet hastaları insülinsiz kaldıklarında
ketonemi açısından risk altındadırlar. Cerrahi uygulanan hastada ketoz riski artar. İkinci
olarak kan şekeri düzeylerinin uzun süreli kontrolü peroperatif idareyi etkiler. HbA1c, geçmiş
2-3 aylık glukoz kontrolünü değerlendirmede en doğru yoldur. HbA1c’nin arttığı durumlarda
diabetin komplikasyonları artar. Kan glukozunun intraoperatif olarak nasıl kontrol edilmesi
23
gerektiğine karar vermede hastanın preoperatif normal ekzojen insülin ihtiyacı önemlidir.
Ayrıca cerrahinin büyüklüğü de tedaviyi belirlemede önemli role sahiptir. Başarılı
intraoperatif glukoz yönetimi dikkatli monitörizasyona dayanır. Diyetle kontrol edilen bir
diabetik hastaya uygulanacak kısa süreli cerrahide glisemi kontrolü genellikle perioperatif
oral alım başlayana kadar her 3 saatte bir glukoz tayini ile sağlanabilir 30,31. Preoperatif fizik
muayene ve anamnez ciddi nöropatiyi ortaya çıkarabilir. Nöropati; ortostatik hipotansiyon,
senkop epizodları, mono ya da polinöropati, erektil disfonksiyon ya da mesane disfonksiyonu
ve EKG de R-R variabilite kaybı şeklinde ortaya çıkabilir. Hastalar bunların dışında şu
bulgularla prezente olabilirler: Familyal olmayan kısa boy, serebrovasküler hastalık, renal
disfonksiyon, mikroalbüminemi, gergin ve balmumu gibi bir cilt v.b. Diabetik hastaların
tahmini olarak %30-40’ında atlantooksipital eklemin glikozilasyonu eklem hareketini
sınırlayabilir ve havayolu yönetiminde zorluklara neden olabilir.(Stiff-neck sendromu)32,33
HbA1c
düzeyi
hipergliseminin
ciddiyetini
değerlendirmede
uygun
bir
labaratuar
incelemesidir ve artmış komplikasyon riskiyle doğru orantılı olduğu gösterilmiştir. Tersi
olarak daha düşük HbA1c değerleri azalmış riskle ilişkilidir ve diabetik bakımın kalitesinin
bir ölçüsü olarak tanımlanabilir. HbA1c en iyi son 1-2 aylık kan glukoz kontrolü hakkında
ipucu verir ve DM tanısında altın standart olan OGTT yerine kullanılabilir.34
Preoperatif olarak ölçülen HbA1c düzeyi anesteziste hastanın son birkaç aylık kan
glukoz düzeyi hakkında makul bir fikir verir ve bu ölçüm preoperatif ve intraoperatif insülin
ihtiyacını değerlendirmede kullanılabilir. Cerrahi altındaki diabetik hastayı tedavi etmede
seçilen rejim diabetin ciddiyetine ve cerrahinin büyüklüğüne bağlıdır. Diabetik hasta için sık
glukoz monitörizasyonu ve insülin uygulanmasına ihtiyaç vardır. Uzun etkili insülin ve oral
hipoglisemik ajanların preoperatif 1 ya da 2 gün önce kesilmesi önerilmektedir. Uygulamadan
24
hemen önce saptanan glukoz düzeyine göre kısa etkili insülin her 4-6 saatte bir s.c. olarak
uygulanabilir. Biguanid grubu oral hipoglisemik olan metformin düşük bir laktik asidoz
riskine sahiptir (0,003/1000 hasta). Bu düşük riske rağmen orta düzeyde renal disfonksiyonu
(serum Cr erkekte >1,5mg/dl ya da kadında 1,4 mg/dl), konjestif kalp yetmezliği, yeni
geçirilmiş miyokard infarktüsü ya da hipoksiye neden olabilecek başka herhangi bir durumu
olan, alkol kullanan ve hepatik disfonksiyonu olan hastalarda metformin kullanılmamalıdır.
İ.V. kontrast madde kullanılan herhangi bir girişimdem 24 saat önce ve en az 48 saat
sonrasına kadar metformin kesilmelidir. Ancak renal fonksiyon tekrar değerlendirildikten ve
normal bulunduktan sonra başlanabilir35,36.
Hiperglisemi belirlenmesi sonrası sabit insülin dozlarının uygulanması başarısızlığa
neden olur. Küçük modifikasyonlar ise kontrolü kolaylaştırır. Dozlar kan şekeri cevabına göre
seçilmeli ve her 4-6 satte bir uygulanmalıdır. Glukoz düzeyi 60mg/dl nin altında ise insülin
dozu en azından 1 saat ertelenmeli, i.v. %50 Dekstroz 0,01-0,02ml/kg/dk dozda verilmeli ve
kan şekeri saatlik olarak monitörize edilmelidir. Suplemental dekstroz infüzyonu olmaksızın
kan şekeri 125mg/dl’nin üzerine çıktığında sonraki insülin dozu %20-40 oranında
azaltılmalıdır. Glukoz <100mg/dl ya da <125mg/dl ve düşme eğilimindeyse dekstroz
infüzyonuna saatlik ölçülen kan şekeri 125mg/dl nin üzerinde olana kadar sürdürülmelidir ve
sonrasında %10-20 daha düşük bir insülin dozu uygulanmalıdır. Glukoz düzeyi 100-200mg/dl
ve stabil ise mevcut insülin dozu ve uygulama aralıklarına devam edilmelidir. Kan şekeri
200-350 mg/dl arasında ise insülin dozu %10-20 arttırılır. Kan şekeri >350mg/dl ise insülin
dozu %20-40 oranında arttırılır24.
Cerrahi günü, öğünün alınması gereken saatte 2mg/kg/dk dekstroz infüzyonuna
başlanır ve preoperatif kan şekeri ölçülür. İnsülin alan hastalar için normalde aldıkları insülin
25
dozuna ve o andaki glukoz düzeyine göre insülin infüzyonuna başlanır (25U/ml olacak
şekilde 0,5-1,25Ü/saa).Kan şekeri saatlik olarak takip edilir ve infüzyon hızı kan şekeri 100200 mg/dl olacak şekilde ayarlanır. Glukozürinin böbrek eşiğinde düşmeye bağlı olmadığının
ortaya konması için kan şekeri düzeyi stabilleştikten sonra idrarda şeker ve keton cisimleri
kontrol edilmelidir24.
Glukoz kontrolü için günde 50 ünitenin üstünde insüline ihtiyacı olan, kötü kontrol
edilmiş diabeti olan ya da major cerrahi geçirecek hastalarda daha yoğun monitörizasyon ve
tedavi rejimi önerilmektedir. Uzun ve orta etkili insülin kesilmeli ve hasta perioperatif i.v.
insülin infüzyonu ya da s.c. insülinle tedavi edilmelidir. Bu hastalarda gastroparezi
olabileceğinden oral gıda alımı anesteziden 12 saat önce kesilmelidir. Hastalar ameliyat
sabahı ve bir gece önce bir H2 reseptör blokeriyle birlikte metoklopramid gibi gastrik boşaltıcı
bir ilaçla
tedavi edilmelidir. Çünkü gastrointestinal trakt otonom nöropati için primer
hedeftir. Yutma güçlüğüyle birlikte özefageal disfonksiyon, konstipasyon ya da diyare
görülebilir. Oral sıvı-gıda alımı kesildiğinde dekstroz içeren idame solüsyonları 2mg/kg/dk
hızda başlanmalı ve girişim süresince devam ettirilmelidir. Kan şekeri ölçümüne,
indüksiyondan önce başlanmalı ve postoperatif stabilizasyon sağlanana kadar saatlik olarak
ölçülmelidir. İdrarda keton cisimleri ölçümü her 6 saatte bir yapılmalıdır. Başlangıçta 1-2
ü/saat olacak şekilde insülin infüzyonu başlanmalı ya da bir gün önce iyi kontrol sağlandıysa
saatlik olarak insülin uygulanmalıdır. Obez, karaciğer hastalığı olan, steroid tedavisi alan ya
da ciddi enfeksiyonu olan hastalarda daha yüksek insülin dozlarına ihtiyaç duyulur. Kan
şekeri düzeyleri 100-200 mg/dl ve idrarda keton testlerinin sonuçları negatif olacak şekilde
tutulmalıdır. Kardiyopulmoner bypass gibi stresli girişimlerde çok daha yüksek dozlar (≤80
26
ü/saat) gerekebilir37. Kan şekeri düzeyi stabilleştiğinde ve 3 saatte bir ölçümle istenilen
düzeye erişildiğinde ölçüm sıklığı azaltılabilir24.
Hastaya makul glukoz kontrolü (<250mg/dl) sağlamanın diğer bir yolu; tüm kısa etkili
insülinleri kesip operasyon sabahı orta ya da uzun etkili insülin dozunun yarısını vermektir.
Bu metodda preoperatif, intraoperatif ve postoperatif glukoz ve elektrolit monitörizasyonu
sağlamak kaçınılmazdır. %5 dekstrozun başlangıçtaki 75ml/saat infüzyonundan sonra dikkatli
titrasyonuyla hipoglisemi ve hiperglisemi önlenir. Eksojen insülinin uygun kullanımıyla
diabetik ketoasidoz, dehidratasyon,bozulmuş yara iyileşmesi ve elektrolit imbalansı en aza
indirilebilir. .Morbidite ve mortaliteyi etkileyebilen insülin tedavi metodu ya da kan glukoz
aralığı hakkında oluşmuş bir fikir birliği yoktur38. Genel anestezi tercih ediliyorsa ,
gastroparezi nedeniyle hızlı indüksiyon uygulanmalıdır. Diabetiklerde serebrovasküler,
periferik vasküler hastalıklar ve kardiyovasküler infarktlar 2-10 kat daha sıktır. Bu hastalarda
labil kan basıncı ve otonom vasküler hastalığa bağlı miyokardiyal iskemi riskini azaltmak için
geliştirilmiş yöntemler; indüksiyon stresini azaltmak için β Blokaj,
kardiyopulmoner
depresyonu minimalize etmek için narkotik ağırlıklı anestezi, artmış koroner arter hastalığı
riski nedeniyle profilaktik nitrogliserin kullanımını kapsar. Diabetle birlikte sık görülen
obezite ve servikal eklem sertliği hava yolu yönetimini zorlaştırabilir. Diabetle ilgili
kardiyovasküler hastalıklar sıklıkla invaziv monitörizasyon gerektirirler24.
27
IV.ETOMİDAT 39
Şekil-2 Etomidatın kimyasal yapısı 39
Etomidat 1964’te sentezlenmiş40 ve klinik kullanıma41 1972’de girmiştir. En önemli
özellikleri hemodinamik stabilite, minimal solunum depresyonu, serebral koruma ve tek doz
veya sürekli infüzyon sonrası hızlı derlenmeye olanak sağlayan farmakokinetiğidir. Ayrıca,
etomidatın hayvanlarda tiyopentalden daha geniş bir güvenlik aralığı vardır. Hayvanlarda
etomidatta median efektif doz / median letal doz [ED50 / LD50] oranı 26,4 iken tiyopentalde 4,6
dır42. Bu yararlı özellikleri etomidatın anestezi indüksiyonunda, anestezinin idamesinde ve
yoğun bakım hastalarının uzun süreli sedasyonunda yaygın olarak kullanımını sağlar. Ancak
bazı raporlar etomidatın gerek tek doz gerekse infüzyon sonrası steroid sentezinde geçici
inhibisyona yol açabileceğini bildirmektedirler43-45. Bu etki diğer küçük dezavantajlarla
(enjeksiyon sırasında ağrı, süperfisyel tromboflebit, myoklonus ve göreceli olarak daha
yüksek bulantı ve kusma) birlikte düşünüldüğünde birçok makalede etomidatın modern
anestezi pratiğinde kullanımının sorgulamasına neden olmaktadır46-48. Bazı yayınlardan sonra
ilacın kullanımının önemli ölçüde azalmasına rağmen, indüksiyon dozunda ya da minik doz
infüzyonundan sonra önemli adrenal supresyonu tanımlayan yeni yayınların yokluğu ve ilacın
yararlı fizyolojik profilinin ortaya çıkarılmasından sonra kullanımı yaygınlaşmıştır.
28
A.Fizikokimyasal Özellikleri
Etomidat bir imidazol derivesidir. Kimyasal yapısı
R-(+)-fentiletil-1H-imidazol-5
karboksilat sülfat’tır42 (Şekil-2)39.Etomidat 2 izomer olarak bulunur.Yalnızca (+) izomeri
hipnotik olarak aktiftir. Moleküler ağırlığı 342,36 kd.’dur49. Etomidat suda çözünmez ve
nötral bir solüsyonda stabil değildir. Bu yüzden etomidat solventle formülize edilebilmiştir 50.
USA’da PH 6.9’da osmolalitesi 4640 mOsm/Lt olarak 2mg/ml propilen glikol (%35 volümde)
solusyonu kullanılmıştır. Avrupa’da yan etkilerini azaltıcı bir formülasyon olan lipid
emülsiyonu piyasaya sürülmüştür.51 Şu an ülkemizde de lipid emülsiyonlu formu
kullanılmaktadır. Tiyopentalden farklı olarak nöromusküler blokerler, vazoaktif droglar ya da
lidokain gibi sık kullanılan anestezik ajanlarla karıştığında presipitasyona neden olmaz.52
B.Metabolizma İndüksiyon ve Anestezinin İdamesi
Etomidat karaciğerde primer olarak ester hidroliziyle ana metaboliti olan karboksilik
asid türevine dönüştürülerek ya da N-Dealkilasyonla metabolize edilir. Ana metaboliti
inaktiftir. İlacın yalnızca %2 si değişmeden idrarla atılırken metabolize edilen kalan kısmın
%85’i böbreklerden, %13’ü de safrayla atılır.52
Etomidat hem anestezi indüksiyonunda hem de idamesinde kullanılmaktadır.
İndüksiyon dozu 0,2-0,6 mg/kg dır.41,50,53,54 Opioid, benzodiazepin ya da barbitürat
premedikasyonuyla indüksiyon dozu azaltılabilir. 0,3 mg/kg’lık rutin indüksiyon dozu sonrası
anestezi başlagıcı hızlıdır (bir kol beyin dolaşım zamanı) ve tiyopental ya da metoheksital ile
elde edilene eşittir.41,50,55 Tek indüksiyon dozundan sonraki anestezi süresi dozla doğru
orantılıdır. Herbir
0,1 mg/kg’lık doz yaklaşık olarak 100 saniye şuur kaybı sağlar.56
Etomidatın bolus ya da infüzyon şeklinde tekrarlanan dozları hipnoz süresini uzatır. Multipl
dozlarından ya da infüzyonundan sonraki derlenme genellikle hızlıdır.41,53,57-61 Fentanilin
29
küçük dozlarının eklenmesi kısa süreli operasyonlar için gerekli etomidat dozunu azaltır ve
daha erken uyanmaya imkan sağlar. Çocuklarda 6,5 mg/kg dozunda rektal uygulamayla
indüksiyon sağlanabilir ve hipnoz 4 dakika içinde gelişir.Bu dozda etomidat hemodinamiyi
değiştirmez ve geri dönüş de hızlıdır.62
Anestezinin
hipnotik
komponentinin
sürdürülmesinde,
idamede
etomidatın
kullanılmasına ilişkin çeşitli infüzyon şemaları tasarlanmıştır. İnfüzyon rejimlerinin tümü
hipnoz için gerekli olan 300-500 ng/ml’lik plazma düzeyini tutturmayı amaçlar. İki ve üç
kademeli infüzyonların her ikisi birden başarıyla kullanılmıştır. Bu rejimler şunlardır: a)
Başlangıçtaki 10 dakikalık 100μg/kg/dk hızlı infüzyonu takiben 10μg/kg/dk sürekli
infüzyonu. b) 3 dakika 100μg/kg/dk infüzyon sonrası 27 dakika 20μg/kg/dk infüzyonu ve
sonrasında 10μg/kg/dk sürekli infüzyon. Bu uygulama şekilleriyle şuur kaybı 100-120
saniyede ortaya çıkar. İnfüzyon genellikle istenen uyanma zamanından 10 dakika önce
sonlandırılır.63
C.Farmakokinetik
Etomidatın kinetikleri en iyi açık 3 kompartman modeliyle açıklanabilir. Başlangıç
dağılım yarı ömrü 2.7 dakika, redistribisyon yarı ömrü 29 dakika ve eliminasyon yarı ömrü
2.9-5.3 saattir. 0,5±0,9 hepatik ekstraksiyon oranıyla birlikte etomidatın hepatik klirensi
yüksektir (18-25 ml/kg/dk). Bu yüzden hepatik kan akımını etkileyen droglar etomidatın
eliminasyon yarı ömrünü değiştirir. Etomidat bolusunun etkinliğinin ortadan kalkmasında ana
mekanizma redistribüsyon olduğundan hepatik disfonksiyon hipnotik etkinin geri
dönüşümünü önemli ölçüde etkilemez. Kararlı durumda dağılım hacmi 2,5-4,5 L/kg’dır. 63,64
Proteine bağlanma oranı %75’tir. Serum proteinlerinin miktarını değiştiren hepatik ya da
renal hastalıklar gibi patolojik durumlarda proteine bağlanmamış fraksiyonun miktarı artar ve
30
verilen tek etomidat dozu farmakodinamik etkilerde artışa neden olabilir.65 Domuzlarda
oluşturulmuş bir hemorajik şok modelinde MAP=50 mmHg iken etomidatın farmakokinetik
ya da farmakodinamik etkilerinin değişmediği görülmüştür.66 Diğer i.v. anesteziklerle aynı
modelde etomidatla görülene zıt bir şekilde çarpıcı değişiklikler meydana gelmiştir.
Sirozlu hastalarda dağılım hacmi iki katına çıkmıştır fakat klirens normaldir. Sonuç
eliminasyon yarı ömrünün normalin iki katı olmasıdır.67 Net sonuç başlangıç distribisyon yarı
ömrü ve klinik etkilerin değişmemesidir. Etomidatın dağılım hacmi ve klirensi yaşla birlikte
azalır.68 Göreceli olarak kısa eliminasyon yarı ömrü ve hızlı klirensi etomidatı, tek doz,
tekralayan dozlar ve sürekli infüzyon şeklinde kullanım için uygun bir ajan yapar.
D.Farmakokinetik
Santral sinir sistemi etkileri
Etomidatın SSS’ne primer etkisi hipnozdur ve 0,3 mg/kg indüksiyon dozundan sonra
bir kol beyin dolaşım zamanında oluşur. Analjezik etkinliği yoktur. Anestezi idamesi için
gerekli plazma düzeyi ortalama 300-500ng/ml, sedasyon için 150-300ng/ml dir. Uyanma dozu
150-250 ng/ml dir.63,69 Etomidatın hangi yolla hipnoz oluşturduğu anlaşılamamıştır ancak
GABA adrenerjik sistem üzerinden etkili olduğu düşünülmektedir. Etkisi GABA
antagonistleriyle antagonize edilebilir. Hipnotik etkisinde β2 ve β3 subünitleri GABAA α1
subünitinden daha önemli gibi görünmektedir.70
0,2-0,3 mg/kg etomidat ortalama arter basıncını (MAP) değiştirmeksizin serebral kan
akımında (CBF) %34 serebral oksijen tüketim hızında (CMRO2) %45 azalmaya neden olur.
Böylece serebral perfüzyon basıncı değişmez ya da arttırılır ve serebral O 2 sunum-tüketimine
net etkisi yararlı yöndedir.71
31
EEG de burst supresyon yapan etkin dozlarda verildiğinde intrakranial basıncı (ICP)
artmış olan hastalarda ICP’yi %50’ye kadar azaltır. ICP hemen hemen normal değerlere kadar
azalır. ICP’deki düşüş entübasyon sonrası dönemde de devam eder. Etomidatın ICP
üzerindeki etkilerinin devamı için yüksek infüzyon hızlarında (60μg/kg/dk) verilmesi
gereklidir. Tiyopental gibi diğer nöroprotektif ajanlardan farklı olarak ICP’deki düşme ve
burst supresyonun devamı MAP’daki azalmayla ilişkili değildir. Çünkü etomidat
uygulanmasından sonra serebrovasküler reaktivite hala devam etmektedir. Etomidatla birlikte
hiperventilasyon uygulanması ICP’de teorik olarak daha fazla düşüş sağlar. Hayvanlarda akut
iskemik kortikal hasardan sonra beyin hasarını azaltmıştır. Yapılan bir hayvan deneyinde
etomidatın nöroprotektif kalitesinin tiyopentale eşit ve isoflurandan yüksek olduğunu
bildirilmiş olsa da, etomidatın nöroprotektif kalitesi hakkında bir fikir birliği yoktur. 57,72 Beyin
sapı gibi daha derin yapılar etomidatın iskemik korumasından etkilenmiyor olabilir.73
0,3 mg/kg lık bir doz intraoküler basıncı %30-60 düşürür.Tek doz uygulanımından
sonraki intraoküler basıç azalması 5 dakikada sonlanırken , 20μg/kg/dk lık infüzyonuyla
basınç azalması sürdürülebilir.74,75
Etomidat EEG de barbitüratlarla aynı değişikliklere neden olur. Başlangıçta keskin β
burst ile birlikte α dalga amplitüdünde
bir artma vardır. Sonrasında ise periodik burst
supresyonunun ortaya çıkışından önce, keskin olmaya başlayan delta dalga aktivasyonuyla
birlikte delta-teta dalgaları ortaya çıkar. EEG cevabı açısından tiyopentalle arasındaki en
önemli fark indüksiyonun başlangıç fazında β dalgalarının olmamasıdır. Etomidat grand mal
nöbetlerle ilişkilidir ve epileptojenik fokuslarda artmış EEG aktivitesi oluşturduğu
gösterilmiştir. Bu özelliği cerrahi ablasyondan önce intraoperatif olarak nöbet fokusunun
belirlenmesinde yararlı bulunmuştur. Etomidat ayrıca miyoklonik hareketlerin sıklığını
32
arttırır. Miyoklonusun nöbet benzeri EEG aktivitesiyle ilgili olduğu düşünülmemektedir.
Premedikasyon uygulanmamış hastalarda etomidat verilmesi hastaların %22 sinde EEG
aktivitesinde artışla sonuçlanırken bu artış tiyopental verilmiş olanlarda %17 dir. Miyoklonik
hareketlerin
ya
beyin
sapı
ya
da
derin
serebral
yapılardan
kaynaklandığına
inanılmaktadır.41,76,77
Etomidatın somatosensorial uyarılmış potansiyeller üzerine etkisi inhalasyon
anestezikleriyle oluşana benzerdir. Etomidat da aynı şekilde latentlikte doza bağımlı artış ve
erken kortikal komponentlerin amplitüdünde azalma oluşturur. Kortikal somatosensoriyel
uyarılmış potansiyellere üst ekstremitenin latentliği ve amplitüdü 0,4 mg/kg etomidattan sonra
pozitif olarak etkilenir. Etomidat teorik olarak anestezi indüksiyonundan sonraki hızlı
pozisyon verme sürecindeki nörolojik defisiti gizleyebilir. Etomidat uygulanmasından sonra
beyin sapı uyarılmış cevapları değişmez. Transkranial stimülasyon uygulanmasında uyarılmış
motor cevaplar monitörize edildiğinde amplitüd depresyonunun az olması nedeniyle etomidat
propofole göre üstün olabilir.78,79
Solunum sistemi etkileri
Etomidatın solunum üzerine etkileri minimaldir. Ne reaktif havayolu hastalığı
olanlarda ne de olmayanlarda histamin salınımını indüklemez. Etomidat CO2’e solunum
cevabını baskılar. Ancak metoheksitalin eşit dozuyla karşılaştırıldığında etomidatla
ventilasyonun kontrolü daha iyidir. Aynı şekilde metoheksitalin eş dozuyla karşılaştırıldığında
etomidatla, oklüzyon basıncına cevap daha az deprese olur. Etomidatla indükdiyon, bazen
PaO2’yi değiştirmeyip PaCO2’de hafif bir artışla (%15) sonuçlanan bir apne periyodunun takip
ettiği bir hiperventilasyon oluşturur. Apne insidansı premedikasyonla değişir. Etomidatla
33
anestezi indüksiyonu sırasında hıçkırık ve öksürük görülebilir ve insidensi metoheksitalle
aynıdır.50,59,80,81
Laboratuar modellerine göre kontrakte olmuş trakeal halkaların gevşemesinde
etomidatın propofol kadar etkin olduğu düşünülmektedir. Ancak muskarinik agonistlerle
oluşturulan trakeal halka kontraksiyonunu önlemede propofolden daha az etkindir.82
Etomidat reseptör aktivasyonuyla oluşan endotelyal Ca+2 geçişini inhibe ederek NO ve EDHF
ile ilişkili komponentleri inhibe eder. Bu da asetilkolin ve bradikininin pulmoner arter
vazorelaksan etkisini azaltır. Pulmoner vasküler tonus üzerine olan bu etkiler ketamin ve
propofolle elde edilenle aynıdır.83
Kardiyovasküler sistem etkileri
Kardiyovasküler sisteme olan minimal etkisi etomidatı diğer hızlı etkili indüksiyon
ajanlarından ayırır. Nonkardiyak cerrahi uygulanacak kardiyak hastalara etomidatın 0,3
mg/kg indüksiyon dozunun uygulanmasıyla kalp hızı, ortalama arteriel basınç, ortalama
pulmoner arter basıncı, pulmoner kapiller wedge basıncı, santral venöz basınç, atım volümü,
kardiyak indeks ve pulmoner ve sistemik vasküler rezistansta hemen hemen hiç değişiklik
oluşmaz. Normal indüksiyon dozunun %50 fazlası olan 0,45 mg/kg uygulanmasında ise
kardiyovasküler parametrelerde minimal değişiklik oluşur. İskemik kalp hastalığı ya da kapak
hastalığı olanlarda 0,3 mg/kg indüksiyon dozuyla kardiyovasküler parametrelerde minimal
değişiklik oluşturur. Mitral ya da aortik kapak hastalığı olanlarda, kalp kapak hastalığı
olmayanlara göre ortalama arteriel basınçta yaklaşık %20 azalma meydana gelir. Yetmezlikli
ve yetmezliği olmayan kalplerden elde edilmiş izole miyokard kası stripleri etomidatın doza
bağımlı bir negatif inotropik etki oluşturduğunu göstermiştir.Bu etki β adrenerjik
34
stimülasyonla geri döndürülebilir. Klinik terapötik konsantrasyonlarıyla negatif inotropik
etkinliğinin minimal olduğu ve klinik olarak anlamlı olmadığı görülmüştür.84,85
18 mg etomidat indüksiyonu ve 2,4 mg/dk infüzyonundan sonra miyokardiyal kan
akımında ve O2 tüketiminde %50 azalma oluşurken, koroner sinüs kanı O2 saturasyonunda
%20’den %30’a kadar bir artış meydana gelir. Böylece miyokardiyal O2 sunum-tüketim
oranında değişiklik olmaz. QT intervaline etkisi minimaldir.86,87
Etomidatla görülen hemodinamik stabilite bir ölçüde sempatik sinir sistemi ve
baroreseptör fonksiyonu üzerine etkisinin olmamasına bağlıdır. Ama analjezik etkinliği
olmadığından laringoskopi ve entübasyona sempatik cevabı tamamen ortadan kaldırmaz.
İndüksiyon ve entübasyon süresince hemodinamik değişiklikleri en aza indirmek amacıyla
genellikle fentanil (1,5-5 μg/kg) etomidatla kombine edilir.55,88
30 hastanın alındığı küçük bir çalışmada vasküler işlemler uygulanması sırasında
etomidat
alanlar
tiyopentalle
karşılaştırıldığında
etomidat
alanlarda
trombosit
fonksiyonlarında azalma (kanama zamanında uzama, ADP ve kollejenle indüklenen trombosit
agregasyonunda azalma) ve kan kaybında artma olduğu saptanmıştır.89
Endokrin etkiler
Etomidatın endokrin etkilerine olan ilgi Ledingham ve öğrencileri tarafından 1983 de
yayımlanan bir makaleye dayanmaktadır. Bu makale 5 gün ya da daha fazla mekanik
ventilasyon uygulanmış yoğun bakım hastalarında etomidatın sedatif ajan olarak uzun süreli
infüzyonuyla ilgiliydi. Bu araştırmacılar mekanik olarak ventile edilen multitravma
hastalarındaki mortalite oranının 1981-1982 arasında aynı şekilde tedavi edilen 1979-1980
arasındaki hastalardan daha yüksek olduğuna dikkat çekmişlerdir. Daha önceki hastalara
sedasyon amacıyla morfin ve benzodiazepin uygulanırken 1981-1982 arasındaki hastalara
35
sedasyon amacıyla primer olarak etomidat uygulanmıştır. Artmış mortalite nedeninin uzun
süreli etomidat infüzyonuna sekonder olarak gelişen adrenokortikal supresyona bağlı olduğu
kabul edilmiştir. Başka bir yoğun bakımda etomidat uygulanan aynı hastalarda mortalite riski
artmamıştır. Bu hastaların travma ptotokolünün bir parçası olarak yüksek doz steroid aldığı
görülmüştür. Bu bulgular adrenokortikal supresyon hipotezini doğrulamada yardımcı
olmuştur.44,90
Etomidatla ortaya çıkan bu spesifik endokrin etkiler 11-deoksikortizolü, kortizole
çeviren 11-β-hidroksilaz enziminde doza bağımlı reversibl inhibisyona ve 17-α-hidroksilaz
üzerindeki relatif olarak daha düşük etkiye bağlıdır. Bu etkiler 11-deoksikortizol ve 17hidroksiprogesteron gibi kortizol prekürsörlerinde ACTH daki kadar yüksek bir artışla
sonuçlanır.11-β-hidroksilaz ve daha az oranda 17-α-hidroksilazdaki blokajın etomidat
bağlayan sitokrom P450’nin serbest imidazol radikaline bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu
blokaj insanda steroid sentezi için gerekli olan askorbik asid resentezinin de inhibisyonuna
neden
olur.
Sitokrom
P450’ye
bağımlı
11-β-hidroksilaz
enziminde
blokaj,
ayrıca
minerolokortikoid üretiminde azalma ve ara ürünlerde (11-deoksikortikosteron) artışla
sonuçlanır. Etomidat uygulanmasından sonra vitamin C desteği yapılması kortizol düzeylerini
normale çevirir.Tek doz uygulanmasından sonra adrenokortikal supresif etkisinin minimum
olduğunun gösterilmesiyle etomidatın anestezi indüksiyonundaki kulanımı artmıştır. Geniş
olmayan prospektif çalışmaların toplanmış olmasına rağmen yalnızca birkaç küçük çalışma
indüksiyon dozundan sonra ortaya çıkan adrenokortikal supresyonun kesin biçimini anlamaya
olanak sağlamıştır.45,46,47,91,92
Minör periferik cerrahi uygulanan sağlıklı hastalarda etomidatla plazma kortizol
düzeylerinin indüsiyon öncesi düzeylerine göre operasyon sonrası 1 saate kadar hafifçe
36
azaldığı gösterilmiştir. Ortalama kortizol düzeylerinin çok azı normal sınırların altına
düşmüştür. Etomidatın inhibe ettiği 11-β-hidroksilazın substratı olan 11-deoksikortikosteron,
tiyopental kontrol grubuyla karşılaştırıldığında etomidatla çok yüksek düzeylere çıkmıştır.
Başka bir çalışmada ortopedik hastalara etomidat indüksiyonu ve sonrasında infüzyonu
(ortalama 68 mg) uygulandığında adrenokortikal supresyon postoperatif 6. saate kadar
gözlenmiş ve operasyon sonrası 20 saatte normale dönmüştür. Postoperatif kortizol düzeyleri
etomidat alan hastalarda midazolam indüksiyonu uygulanan hastalara göre anlamlı oranda
yüksek bulunmamıştır. Yapılan bir çalışmada94 etomidatla ortalama kortizol düzeyleri
postoperatif tüm zamanlarda normal sınırlarda kalmıştır. Etomidatın indüksiyon dozları
değerlendirildiğinde diğer çalışmalar da benzer sonuçlar ortaya koymuştur. Kısa süreli
adrenokortikal supresyona bağlı yan etkiler rapor edilmemiştir.45,93,94
Klinik sekel olmaksızın adrenolortikal supresyon saptanan prospektif etomidat
çalışmalarının hiçbiri yeterli güvenilirlilikte bulunmamıştır. Nedeni bu çalışmaların yüksek
stresli prosedürlerde yapılmamış olmasıdır.Bu tür girişimlerde major strese cevap olarak
ortaya çıkan yüksek kortizol düzeyleri oluşması beklenen bir cevaptır ve etomidatın
ACTH’ya blokaj etkisi zararlı olabilir.1993 te yüksek stresli prosedürlerde etomidat
indüksiyonunun
retrospektif
ve
küçük
bir
analizi
olan
bir
çalışma
yayımlanmıştır.Adrenokortikal fonksiyonun belirtileri ve indüksiyon dozunda etomidat alan
hastalardaki perioperatif prognoz ,tiyopental alan kontrol gurubuyla karşılaştırılmıştır.
Perioperatif yara enfeksiyonu,sepsis, diğer farklı enfeksiyonlar, miyokard infarktüsü,
hipotansiyon sıklığıyla perioperatif vazopressör ve inotropik desteğe ihtiyaç ve postoperatif
dönemde sodyum düzeyleri sürekli olarak değerlendirilmiştir.Yüksek stresli prosedürlerde,
etomidat alan hastalarla diğer indüksiyon ajanlarının uygulandığı hastalar arasında herhangi
37
bir fark bulunamamıştır.1994’te koroner arter bypass cerrahisi süresince ve sonrasındaki
kortizol düzeyleri etomidat/fentanil ile TİVA uygulanan (ortalama etomidat dozu 87±3mg)
hastalarla midazolam/fentanil ile TİVA uygulanmış olan hastalar arasında karşılaştırılmıştır.
İndüksiyondan sonraki 1 saat dışında kortizol düzeyleri etomidat gurubunda midazolam
gurubuna eşit ya da fazlaydı. Bir bulgu göstermekteydi ki ; etomidatın göreceli olarak yüksek
dozlarına rağmen yüksek stresli cerrahiye vücudun yeterlilik kapasitesi hala mevcuttu. Bu
çalışma ayrıca etomidatın majör cerrahide kullanımının güvenli olduğunu göstermiştir.95
Özetle şu 3 nedenle etomidat indüksiyonundan sonraki geçici adrenokortikal
supresyon klinik olarak anlamlı değildir: 1)Milyonlarca kullanımına rağmen etomidat
indüksiyonuna bağlı herhangi bir negatif klinik etki saptanmamıştır.
2)Etomidat
indüksiyonundan sonra kortizol düzeylerinin çok azı genellikle düşük ya da normal sınırlarda
kalır ve adrenokortikal supresyon görece olarak kısa süreli bir olgudur. 3)Yüksek stresli
cerrahi etomidatla oluşan adrenokortikal supresyona neden olabilir.39
Diğer etkiler
Etomidat, stabil hemodinami ve minimal respiratuar depresyon oluşturmasına rağmen
indüksiyonda kullanıldığında bulantı, kusma, enjeksiyon sırasında ağrı, miyoklonik hareketler
ve hıçkırık gibi birçok yan etkiye neden olabilir. Etomidatla %30-40 gibi yüksek oranlarda
bulantı ve kusma
görülürken
metoheksital ve tiyopentalle %10-20 gibi bir sıklık
bildirilmiştir. Fakat bazı çalışmalarda fark olmadığı gösterilmiştir. Lipit emülsiyonu içindeki
etomidatın postoperatif bulantı oranı propofole eşittir.96 Etomidata fentanil eklenmesi bulantı
ve kusma sıklığını daha da arttırır. Etomidat anestezisinin en önemli dezavantajı bulantı ve
kusmadır.
Bulantı
ve
kusma
eğilimi
olan
hastalarda
etomidat
kullanımından
kaçınılmalıdır.58,59,60
38
Etomidat enjekte edilen vende, enjeksiyondan 48-72 saat sonrasına kadar süperfisyal
tromboflebit gelişebilir. 21 gauge gibi dar bir i.v. kanül kullanılarak etomidat tek başına
uygulandığında %20 gibi yüksek bir oranda tromboflebit görülebilir. İntraarteriel enjeksiyonu
lokal ya da vasküler bir hasara neden olmaz. Enjeksiyon sırasında ağrı oluşumu propofole eşit
sıklıkta görülür ve enjeksiyonundan önce lidokain uygulanmasıyla önlenebilir. 20-40 mg gibi
minik bir lidokain dozu yeterlidir. Ağrı oluşumu daha büyük bir venin kullanımıyla da
önlenebilir. Narkotiklerle birlikte benzodiazepin premedikasyonu da daha az başarılı ama
etkili bir yöntemdir. Enjeksiyon sırasında ağrı sıklığı %0-50 arasında değişir. Etomidatın lipid
emilsiyonu enjeksiyon sırasında daha az ağrı, tromboflebit ve histamin deşarjına neden
olur41,97,98,99.
Myoklonus ve hıçkırık sıklığı da %0-70 arasında değişir. Ancak myoklonus sıklığı
narkotik ya da benzodiazepin premedikasyonuyla azaltılabilir. Miyoklonusu azaltmada hızlı
ve yavaş enjeksiyon teknikleri savunulmaktadır.57,61
Etomidat nondepolarizan nöromuskuler blokerlerin etkisini potansiyalize eder.
Hepatik fonksiyonu değiştirmez. İnvitro olarak δ-aminolevilünikasid sentetaz enzimini inhibe
edebilmesine rağmen porfirili hastalara uygulandığında akut porfiria atağını indüklemediği
görülmüştür. Bir etomidat taşıyıcısı olan propilenglikolün de negatif etkilerinin olduğu rapor
edilmiştir. Bazı raporlar propilenglikolün küçük düzeyde hemolize neden olduğunu
bildirmektedirler. Aynı zamanda yüksek doz uzamış etomidat infüzyonunun hiperosmolar bir
durum oluşturarak propilenglikol toksisitesine neden olduğu bildirilmiştir.50,100,101,102
39
E.Kullanım Alanları
Etomidat; kardiyovaskülar hastalıklar, reaktif hava yolu hastalıkları, intrakranial
hipertansiyon ya da sınırlı yan etkinin istendiği diğer durumlarda kullanımı en uygun olan i.v.
ajandır. Hızlı etkili indüksiyon ajanları içinde hemodinamik stabilite açısından etomidat tektir.
Etomidat birçok çalışmada sınırlı kardiyovasküler fonksiyonu olan, koroner arter bypass
cerrahisi ya da kapak cerrahisi uygulanan hastalarda indüksiyon ajanı olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca perkutanöz transluminal koroner anjioplasti uygulanan hastalarda genel anestezi
indüksiyonunda ve benzer diğer durumlarda kullanılmaktadır. Kardiyovasküler cerrahide
özellikle de aortik anevrizma cerrahisinde mükemmel bir indüksiyon anesteziğidir. Fentanil
ile birlikte uygulandığında 0,6mg/kg’a kadar titrasyonu kan basıncı ve kalp hızını önemli
ölçüde etkilemez. Koroner arter hastalığı da olan bu hastalarda bu uygulama şekli
entübasyona cevabı azaltırken koroner perfüzyon basıncı korunmuştur. Ayrıca anevrizma
üstündeki gereksiz stresten kaçınılmış olur. Kardiyotorasik prosedürlerde özellikle de kalp ve
akciğer transplantasyonunda hızlı indüksiyon gerekliliği
ve hemodinamik stabilite
oluşturması etomidatı indüksiyonda seçilecek ajan yapmıştır.Koroner kalp hastalığı ve reaktif
hava yolu hastalığının birlikte bulunduğu hastalarda etomidatın indüksiyon dozları histamin
salınımına neden olmaz ve koroner perfüzyon basıncı ve hemodinamide kısıtlama olmaksızın
entübasyon için gerekli anestezi düzeyi sağlamak amacıyla 0,6mg/kg gibi yüksek dozlara
kadar titre edilebilir. Bir raporda her ne kadar miyoklonusun EKG’de parazitlere yol açarak
değerlendirmede güçlüklere yol açtığı bildirilmiş olsa da hızlı etkinlik, hızlı derlenme,
hemodinamik olarak kısıtlı hastalarda stabil kan basıncı sağlaması, spontan solunumu
etkilememesi, etomidatı kardiyoversiyonda uygun bir seçenek haline getirmektedir.
İnsanlarda etomidatın nöroprotektif etkisinin kesin delilinin olmamasına rağmen hayvan
40
deneylerinden elde edilen bilgiler ve büyük anevrizma kliplenmesi gibi nörocerrahi
girişimlerinde başarılı kullanımına ilşkin anektodal raporlar nörocerrahi anestezisinin
indüksiyonunda etomidatın iyi bir seçim olduğunu düşündürmektedir. Artmış ICP’yi azaltma
kapasitesinden dolayı serebral ya da koroner perfüzyon basıncının idamesinin önemli olduğu
durumlarda etomidat seçilebilir. Sınırlı volüm düzeyi olan travma hastalarında etomidat
indüksiyonu yararlıdır. Ketaminle görülen indirekt sempatomimetik etkiye yol açmadığı gibi,
postoperatif deliryumun ayırıcı tanısında
yer alan direkt myokardial depresyon ve
konfüzyona da yol açmaz. Konfüzyon özellikle travmanın alkol ya da ilaç kullanımı ya da her
ikisine de bağlı olduğu durumlarda önemlidir.88,103
Etomidat infüzyonu boyunca hemodinamik düzey ve spontan solunum iyi kontrol
edilir. İnfüzyon tekniğinde injeksiyonda ağrı, myoklonus ve tromboflebit daha az görülür.
Avrupa’da infüzyonda kullanılan konsantre edilmiş formu ABD’de bulunmamaktadır.
Etomidat kısa süreli sedasyon uygulanacak hemodinamik olarak stabil olmayan hastalarda
(kardiyoversiyon uygulanacak miyokard infarktüsü ya da anstabil anjina atağı geçirmiş ve
minör cerrahi girişim için sedasyon gereken
hastalar ,yoğun bakımda acil entübasyon
gerektiren hastalar) yararlıdır. Ayrıca etomidat retrobulber blok işlemi sırasında kısa süreli
anestezi oluşturmada ve elektrokonvülsif terapi gibi spontan solunumun korunmasının ve hızlı
geri dönüşün istendiği durumlarda kullanılmaktadır. Elektrokonvülsif tedavi amacıyla
kullanıldığında diğer ajanlara göre daha fazla nöbet oluşturabilir.88,140,105
Başlangıçtaki popülaritesine rağmen kortikosteroid ve minerolokortikoid üretiminde
inhibisyon ve artmış morbidite riski nedeniyle yoğun bakım hastalarının uzun süreli
sedasyonunda kontrendikedir.90
41
V.PROPOFOL106
Propofol bugün en sık kullanılan i.v. anesteziktir. 1970’lerin başlarında hipnotik
özellikleri olan fenol deriveleriyle ilgili çalışmalar 2,6-Diisopropofolün geliştirilmesiyle
sonuçlanmıştır. 1977’de Kay ve Rolly tarafından bildirilen ilk klinik çalışmayla propofol bir
anestezi indüksiyon ajanı olarak kabul edilmiştir. Propofol suda çözünmez ve bu yüzden
başlangıçta Cremophor EL (BASF A.G.) ile hazırlanmıştır. Propofolün Cremophor EL ile
hazırlanan formülasyonlarının anafilaktoid reaksiyonlara neden olması sebebiyle drog
emülsiyon olarak yeniden formüle edilmiştir. Propofol, anestezi indüksiyonu ve idamesinde
olduğu kadar ameliyathane ve ameliyathane dışında sedasyon uygulamak amacıyla da
kullanılmaktadır.107,108,109
A.Fizikokimyasal Özellikleri
Propofol, hayvanlarda hipnotik etkileri olan alkilfenol grubunun bir üyesidir.
Alkilfenoller oda ısısında yağdırlar ve aköz solüsyonlarda insolübldürler. Ancak lipidde
yüksektir. Bugün birçok formülasyonlar satışa sunulmuştur ve diğer birçokları da
geliştirilmektedir. Cremophordan sonraki formülasyon %1 (ağırlık/hacim) oranında propofol,
%10 soya yağı, %2,25 gliserol ve %1,2 pürifiye edilmiş yumurta fosfatidinden oluşur.
Emülsiyon içindeki mikrobiyal üreme riski nedeniyle %0,005 oranında disodyum edetat
eklenmiştir. Bu formülasyonunun PHsı 7’dir, bir parça visközdür ve süt beyazı rengindedir.
Antimikrobiyal olarak metabisülfid içeren ikinci formülasyon güvenli bir kullanım için
ABD’de geliştirilmiştir. Avrupa’da %2 lik formülasyonu mevcuttur. Bütün formulasyonların
oda ısısında kullanımı güvenlidir ve ışığa hassas değildir. Dilüsyonundaki değişiklikler
farmakokinetiğinde, spontan degradasyonunda, ve farmakolojik etkisinde hafif değişikliklere
42
neden olabilir. Propofolün dilüe solüsyonlarına ihtiyaç duyulduğunda %5 dekstroz sudaki
solüsyonuyla uyumludur.110
B.Metabolizma
Propofol karaciğerde hızla glukronid ve sülfata konjuge edilerek böbreklerle atılan
suda çözünebilir bileşiklere dönüştürülür. Propofolün %1’den daha azı değişmeden idrarla
atılır ve %2’si feçesle atılır. Metabolitlerinin aktif olmadığı düşünülmektedir. Propofol
klirensinin hepatik kan akımını aşması,
propofol için ekstrahepatik metabolizma ya da
ekstrarenal eliminasyonu göstermektedir. Propofolün ekstrahepatik metabolizmasının olduğu,
anhepatik
fazdaki
karaciğer
transplantasyonu
uygulanan
hastalarda
gösterilmiştir.
Ekstrahepatik metabolizmada akciğerler önemli rol oynuyor gibi gözükmektedir. Akciğerler,
bolus dozdan sonraki uptake in yaklaşık olarak %30’undan ve ilk geçiş eliminasyonundan
sorumludur.
Propofolün
sürekli
infüzyonu
boyunca
akciğerlerden
geçen
propofol
konsantrasyonunda %20-30 kadar bir azalma olur ve dolaşımın arteriel tarafında 2,6diisopropil-1,4-kinol konsantrasyonu artar. Propofol metabolizmasının diğer yerleri de
benzerlikler gösterir. İnsan ince barsağı ve böbreğiyle yapılan invitro çalışmalar bu
dokulardaki mikrozomların propofol glukronid oluşturabildiğini göstermiştir. Propofolün
kendisi sitokrom P450’de konsantrasyona bağımlı bir inhibisyona neden olabilir ve böylece bu
enzim sistemine bağımlı ilaçların metabolizmasında değişikliklere yol açabilir.111
C.Farmakokinetik
Tek doz injeksiyonundan sonra tam kan propofol düzeyleri hem redistribüsyon hem de
eliminasyonun bir sonucu olarak hızla düşer. Propofolün başlangıç distribisyon yarılanma
ömrü 2-8 dakikadır. İki kompartman modelini kullanan çalışmalarda eliminasyon yarı ömrü 1
43
saaten 3 saate kadar değişiklik gösterir. Propofol dispozisyonu en iyi üç kompartman
modeliyle tarif edilmiştir. 3 kompartman modelinde 1-8 dakika başlangıç yarı ömrü, 30-70
dakika yavaş distribüsyon yarı ömrü ve 4-23,5 saat eliminasyon yarı ömrü elde edilmiştir. Bu
daha uzun eliminasyon yarı ömrü propofolün santral kompartmana dönüşünde yavaşlamaya
neden olan sınırlı perfüzyona sahip derin bir kompartmanın göstergesidir. Propofolün santral
kompartmandan hızlı klirensi nedeniyle, bu derin kompartmanlardan yavaş geri dönüşünün
propofol konsantrasyonundaki başlangıçtaki hızlı azalmaya katkısı çok azdır. Propofolün 8
saate kadar uzayabilen infüzyonlarındaki
context sensitif yarılanma ömrü, (infüzyon
kesildikten sonra ilacın plazma düzeyinin %50 azaldığı süre) 40 dakikadan azdır. Propofolle
sedasyon ya da anesteziden sonra uyanma için gerekli konsantrasyon azalması genellikle %50
nin altında olduğundan uzamış infüzyonundan sonra uyanma hızlıdır. Santral kompartman
dağılım volümü 20-40 L olarak hesaplanmıştır. Kararlı durum dağılım hacmi ise 150-170 L
olarak hesaplanmıştır. Propofol klirensi son derece hızlıdır (1,5-2,2 L/dk). Propofol klirensi
hepatik kan akımını aştığı için ekstrahepatik metabolizmasının olduğu gösterilmiştir. EEG’de
supresyona (şuur kaybıyla kuvvetli korelasyon gösterir) dayanan propofol denge sabitesi
(ke0) 0,3 dak-1 ve plazma konsantrasyonu ile EEG etkileri arasındaki dengelenme yarı ömrü
2,5 dakikadır. Pik etki zamanı 90-100 saniyedir. Propofolün EEG bulgularının ortaya çıkış
zamanı yaştan bağımsız gibi görünmektedir. Etkinin ölçüsü sistolik kan basıncı ise etkinin
ortaya çıkışı daha yavaştır (2 kat) ve yaşla artar. EEG etkisi ve hemodinamik etkileri
açısından yaşlılar konsantrasyona bağımlı artmış duyarlılık gösterirler.111,112,113
Propofol farmakokinetiği çeşitli faktörlerle (cinsiyet, ağırlık, yandaş hastalık, yaş, eş
zamanlı medikal tedavi) değişebilir. Hepatik kan akımını azaltarak kendi klirensini azaltabilir.
Kardiyak output üzerine olan etkisiyle kendi kompartmanlar arası klirensini değiştirebilir.
44
Kardiyak outputtaki değişiklikler bolus doz ya da sürekli infüzyonundan sonraki propofol
konsantrasyonunu
değiştirebilir.
Kardiyak
outputta
artma
propofolün
plazma
konsantrasyonunda ve yan etkilerinde azalmaya neden olur. Kadınlarda daha geniş
distribisyon hacmi ve daha hızlı klirens olmakla birlikte eliminasyon yarı ömrü her iki cinste
eşittir. Yaşlılarda klirens azalmıştır ancak daha küçük bir santral kompartman volümü
mevcuttur. Koroner arter bypass cerrahisi uygulanan hastalarda farmakokinetiğinin diğer
erişkin populasyonundan farklı olduğu düşünülmektedir. Hasta kardiyopulmoner bypass
cihazına alındığında santral volümde artma ve başlangıçtaki klirens propofolün aynı plazma
konsantrasyonlarına ulaşması için daha yüksek başlangıç infüzyon oranları gerektirir.
Çocuklardaki santral kompartman hacmi daha geniştir (%50) ve klirens daha hızlıdır
(%25). 3 yaşın üstündeki çocuklarda volüm ve klirensler kiloya göre ayarlanmalıdır. 3 yaş
altındaki çocuklar ağırlıkla orantılı farmakokinetik etkinlik gösterirler ancak erişkinlere veya
daha büyük çocuklara göre daha büyük santral kompartmana ve daha yüksek sistemik klirens
değerlerlerine sahiptirler. Bu bulgular bu yaş gurubunda neden daha yüksek dozlara ihtiyaç
duyulduğunu açıklar. Karaciğer hastalıklarında, daha geniş kararlı durum ve santral
kompartman volümleri mevcuttur, klirens değişmemiştir ama eliminasyon yarı ömrü hafifçe
uzamıştır. Fentanil kullanımının propofolün farmakokinetik parametreleri üzerine olan etkisi
tartışmalıdır.
Fentanil
propofolün
dağılım
hacminde
azalmaya
yol
açtığı
kadar,
kompartmanlar arası dağılım ve total vücut klirens hızlarında da azalmaya yol açabildiğini
gösteren çalışmalar mevcuttur. Propofolün, alfentanille birlikte uygulandığında ölçülen
konsantrasyonları aynı infüzyon oranlarında, yalnız uygulanmasına göre %22 daha fazladır.
Başka bir çalışmada ise her ikisinin tek doz uygulanmasından sonra, fentanilin propofolün
45
farmakokinetiğini değiştirmediği gösterilmiştir. Renal hastalıklarda propofol kinetikleri
değişmez. 114
D.Farmakodinamik Etkileri
Santral sinir sistemi etkileri
Propofol
öncelikle
bir
hipnotiktir.
Kesin
etki
mekanizması
tam
olarak
açıklanamamıştır ama bazı ipuçları hipnotik etkisinin önemli bir kısmının GABAA nın β
subünitesine bağlanarak GABA aracılıklı klorid kanallarını potansiyalize etmesine bağlı
olduğu düşünülmektedir. Transmembran bölgelerinin β1 (M 286), β2 (M 286), β3 (N 265)
subunitlerinin üzerindeki yüzeylerin propofolün hipnotik etkisinde kritik bir öneme sahip
olduğu gösterilmiştir. Ayrıca α ve γ2 subtipleri de propofolün GABA reseptörleri üzerine olan
etkisini kolaylaştırıyor gibi görünmektedir. Hipokampüsteki GABAA reseptörlerine olan
etkisinden dolayı hipokampüs ve prefrontal korteksten asetilkolin salınımını inhibe eder. Bu
etki propofolün sedatif etkinliğinden sorumludur. Ayrıca α2 adrenesöptör sistemi de
propofolün sedatif etkinliğinde indirekt bir role sahiptir. Propofol sodyum kanallarında
değişiklik oluşturarak gulutamat reseptörlerinin N-metil-D-aspartat (NMDA) subunitinin
inhibisyonuna neden olur. Bu olay ilacın SSS üzerindeki etkilerini kolaylaştırır. Dorsal spinal
boynuz nöronlarında propofol hem GABAA hem de glisin reseptörlerine etki eder. Propofolün
hipnotik etkisi basınçla ortadan kaldırılabilir ve genel anesteziklerle görüldüğüne benzer
şekilde, anestezik potentlikle oktanol/su dağılım katsayısı arasında korelasyon vardır.
Barbitüratlardan farklı olarak antianaljezik etkisi yoktur. Subhipnotik dozlarda propofol
santral ağrının tanı ve tedavisinde yardımcıdır ama nöropatik ağrıya etkisizdir.115
Propofolün iki ilginç yan etkisi, antiemetik etkisi ve uygulanımından sonraki kendini
iyi hissetme halidir. Propofol nükleus accumbensde dopamin konsantrasyonunu arttırır.
46
Propofolün antiemetik etkinliğinin nedeni GABA reseptörleri aracılığıyla area postremada
oluşturduğu serotonin inhibisyonudur.116
2,5mg/kg dozda uygulanmasından sonra hipnozun ortaya çıkışı hızlıdır (bir kol beyin
dolaşım zamanı) ve pik etki 90-100 saniyede görülür. Propofolün şuur kaybı için median
efektif dozu (ED50) 1-1,5mg/kg lık bolusdur. Hipnoz süresi doza bağımlıdır ve 2-2,5 mg/kg
dozda uygulanmasından sonra 5-10 dakikadır.Yaş, indüksiyon dozunu önemli ölçüde etkiler.
İndüksiyon dozu en yüksek 2 yaşın altındadır (ED95 2,88mg/kg) ve artan yaşla birlikte
indüksiyon dozu azalır. Propofol subhipnotik dozlarda sedasyon ve amnezi sağlar. Stimüle
edilmeyen gönüllülerde amnezi sağlamak için propofolün en az 2mg/kg/h dozunda infüzyonu
gereklidir. Cerrahi işlem sırasında daha
yüksek dozlarıyla farkında olma bildirilmiştir.
Cerrahi işlem süresince tek anestezik olarak kullanılıyorsa farkında olmayı önlemek için daha
yüksek infüzyon dozları gerekli olabilir. Kısa süreli cerrahi girişimler sonrası ruhsal durumu
tiyopentale göre daha az değiştirir. Ayrıca öforiye neden olabilir. Propofol uygulanmasından
sonra halusinasyonlar, seksüel fanteziler ve opustotonus bildirilmiştir.117,118,119
Propofol infüzyonundan sonra 2,5mg/kg bolus uygulanmasıyla EEG de başlangıçta α
ritminde artış oluşur. Sonrasında ise gama ve teta frekansına kayma oluşur.Yüksek infüzyon
oranları EEG de burst supresyonu oluşturur. 8μg/ml’nin üstündeki konsantrasyonlarında burst
supresyon periyoduyla birlikte amplitüd önemli ölçüde düşer. Ayrıca bispektral indekste
konsantrasyona bağımlı bir düşüşe neden olur.Hastaların %50-95’inde 63 ve 51 BIS
değerleriyle verbal uyarıya cevap önlenir. Gönüllülerin %50 sinde verbal uyarıya cevabı
azaltan propofol konsantrasyonu 2,35μg/ml’dir. 77 BIS değerinde hastaların %95’inde
uyarıya cevapsızlık elde edilmiştir. Propofol somatosensorial uyarılmış potansiyallerin erken
komponentlerinin amplitüdünde azalma oluşturur. Diğer i.v. anestezikler gibi propofol de
47
beyin sapı uyarılmış işitsel potansiyellerini değiştirmez ama doza bağımlı bir latentlik
uzamasına neden olur.120,121,122
Propofolün epileptojenik EEG aktivitesindeki etkisi tartışmalıdır. Farelerdeki erken
çalışmalar konvülsiyonu indüklemediğini ve antikonvülsan aktivitesinin de olmadığını
göstermiştir. Bazı daha yeni çalışmalara göre, propofolün antikonvülzan etkisi doza bağlıdır.
Birkaç çalışmada propofol anestezisi uygulandıktan sonraki 6. günde konvülziyon
tanımlanmıştır. Ancak bu yan etkinin sıklığı çok azdır (1:50000). Ayrıca tekrarlanan anestezi
uygulaması ya da uzamış infüzyonundan sonra propofole tolerans gelişebilir. Ama anestezide
tek doz kullanımına ilişkin tolerans bildirilmemiştir.123,124,125
Propofol ICP’si artmış ya da normal olan hastalarda ICP’yi azaltır. ICP’si normal olan
hastalarda ICP’deki %30 azalma, serebral perfüzyon basıncında sadece %10’luk bir düşüşle
birliktedir. Mini doz fentanil ve suplemental propofol uygulanması endotrakeal entübasyona
sekonder ICP artışını önler. ICP’si artmış hastalarda ICP’deki %30-50 azalma serebral
perfüzyon basıncında anlamlı azalmaya neden olur ve yararlı değildir. Propofol infüzyonu
süresince karbondiokside normal serebral reaktivite ve otoregülasyon korunur. Propofol
CMRO2’yi (serebral metabolik O2 tüketim hızı) %36’ya kadar azaltır. %0,5 Enfluran ile
birlikte kullanıldığında CMRO2 %18 kadar düşer ama laktat ve glukoz metabolizması
değişmez. Burst supresyonu boyunca serebral metabolik otoregülasyon korunur.126,127
Propofolün nöroprotektif etkileri tartışmalıdır. Burst supresyon dozunda uygulanan
propofol ratlarda fentanil den daha iyi nörolojik sonuçlar ve daha az beyin dokusu hasarı
oluşturur. Akut iskemik bir olaydan sonra halotan ve tiyopentale eş serebral koruyucu etki
sağlar. Sedasyon dozunda iskemik olaydan sonra ilk bir saat içinde uygulandığında infarkt
alanını anlamlı oranda azaltır. Daha önceden propofol uygulanmış olması fokal iskemik
48
hasara karşı korumayı azaltır. Propofolün nöronal protektif etkisi hipoksik hasarın neden
olduğu ATP, kalsiyum, sodyum ve potasyumdaki değişikliklerin azalmasına ve lipid
peroksidasyonunu inhibe ederek antioksidan etkinlik göstermesine bağlıdır. Çocuklarda
uzamış propofol sedasyonunun nörolojik sekelle ilişkili olduğu bildirilmiştir.128,129
İkinci bir ilacın yokluğunda verbal uyarıya cevabın azaldığı kararlı durum propofol
plazma konsantrasyonu 2,3-3,5μg/ml dir. Cilt insizyonuna cevabı önleyen arteriel tüm kan
konsantrasyonu (Cp 50) 16 μg/ml dir. Bu değer fentanil ve alfentanilin artan
konsantrasyonlarının eklenmesiyle anlamlı oranda azalır. Benzodiazepin premedikasyonu
(lorazepam 1-2 mg) ve %66 N2O eklendiğinde venöz Cp 50 değeri 2,5μg/ml dir. Bu
konsantrasyon premedikasyon amacıyla morfin (0,15mg/kg) tercih edildiğinde 1,7μg/ml ye
düşer. %66 N2O ile kombine edildiğinde minör cerrahi süresince gerekli propofol
konsantrasyonu 1,5-4,5μg/ml iken majör cerrahi için 2,5-6μg/ml dir. Genellikle 1,6μg/ml nin
altındaki konsantrasyonlarda uyanma oluşur. Oryantasyon ise 1,2μg/ml nin altındaki
konsantrasyonlarda ortaya çıkar. Ama kan ve etki alanı arasındaki denge izin verdiğinde
uyanma konsantrasyonları (2,2μg/ml), verbal uyarıya cevap verebilme konsantrasyonlarına
yakındır. Ayrıca yaş da anestezi oluşturmak için gerekli propofol konsantrasyonlarını
etkiler.130,131
Solunum sistemine etkileri
Propofol uygulanmasından sonra doza, uygulanma süresine, enjeksiyonun hızına ve
eşzamanlı premedikasyona bağlı olarak apne oluşur.İndüksiyon dozundan sonra apne oluşum
sıklığı %25-30 dur. Apne, 30 saniyeden daha uzun sürebilir. Uzamış apne(>30saniye)
indüksiyondan hemen önce ya da premedikasyon amacıyla opioid eklenmesiyle artabilir.
Apne oluşum sıklığı diğer i.v. anesteziklerden fazladır. Apnenin ortaya çıkışı genellikle tidal
49
volümde azalma ve taşipne iledir. 2,5mg/kg indüksiyon dozundan sonra respiratuar hız 2
dakika süreyle azalır. Dakika volümü de 4 dakikaya azalır. Bu bulgular propofolün tidal
volüm üzerine solunum hızından daha etkili olduğunu göstermektedir.132
Propofol infüzyonu (100μg/kg/dk) tidal volümde %40 azalma, solunum frekansında
%20 artma ve dakika ventilasyonunda tahmin edilemez bir değişiklik oluşturur. İnfüzyon
hızının 200μg/kg/dk ya çıkması tidal volümde daha fazla azalmaya neden olur ,ancak
solunum frekansında değişiklik olmaz. Propofol infüzyonu süresince CO2 ' ye solunum cevabı
da azalmıştır. 100μg/kg/dk infüzyon hızında CO2’ye cevap eğrisinin eğimi %58’e düşer.
100μg/kg/dk hızında infüzyonuyla CO2’ye cevap eğrisi,1 MAC halotanla ya da 3mg/kg/dk
dozunda tiyopentalle ölçülen %50 lik depresyona benzer şekilde %58 oranında deprese olur.
Propofol infüzyonunun ve kan konsantrasyonunun iki katına çıkarılması CO2’ye solunum
cevabında daha fazla değişiklik oluşturmaz. Tersine halotanın MAC değerinin iki katında
uygulanmasıyla CO2’ye solunum cevabı yarı yarıya azalır. 1,5-2,5 mg/kg propofol PaCO2 de
akut artışa neden olur ve PH düşer. PaO2 de anlamlı değişiklik olmaz. Bu değişiklikler
tiyopental indüksiyonuyla görülenlere benzerdir. 54μg/kg/dk sürekli propofol infüzyonuyla
PaCO2 de ılımlı bir artış görülür(39 mmHg dan 52 mmHg ya). İnfüzyon hızını iki katına
çıkarmakla PaCO2’de daha fazla artış oluşmaz. 50-120 μg/kg/dk dozlarında propofol
hipoksiye solunum cevabını da azaltır.133,134
Propofol
bronkodilatasyon
KOAH’lı
özelliği
hastalarda
yoktur.
bronkodilatasyonu
Düşük
indükler.
konsantrasyonlarda
vagal,
Halotan
daha
kadar
yüksek
konsantrasyonlarda ise metakolinle indüklenen bronkokonstriksiyonu azaltır. Muskarinik
reseptörler üzerine direkt etkisi vardır.İnozitolfosfat oluşumu ve Ca mobilizasyonunun
inhibisyonu yoluyla reseptör aracılı sinyal transdüksiyon yan yolunu inhibe eder. Propofolle
50
birlikte
kullanılan
prezervatifin
bronkodilatatör
aktivitede
önemli
olduğu
düşünülmektedir.Metabisülfid içeren propofol içermeyenle karşılaştırıldığında vagal ya da
metakolin aracılıklı bronkokonstriksiyonu inhibe etmediği görülmüştür.135
Propofolün ARDS nin pulmoner patofizyolojisi üzerine de bir etkisi olabilir.Bir
hayvan septik endotoksemi modelinde (10 mg/kg/saat) dozunda propofol serbest radikal
aracılığıyla ve siklooksijenaz kataliziyle oluşan lipid peroksidasyonunu anlamlı olarak
azaltmıştır.Aynı zamanda PaO2 ve hemodinaminin bazal değerlere yakın şekilde korunduğu
görülmüştür.136
Kardiyovasküler sistem üzerine etkileri
Propofolün kardiyovasküler etkileri hem indüksiyon hem de anestezi idamesinden
sonra değerlendirilmiştir. En belirgin etkisi anestezi indüksiyonu sırasında arter kan
basıncında düşmedir.Mevcut kardiyovasküler hastalıktan bağımsız olarak 2-2,5 mg/kg
indüksiyon dozuyla sistolik kan basıncında %25 den %40 a kadar azalma oluşur. Ortalama ve
diastolik kan basıncında da benzer değişiklikler görülür. Arteriel basınçta düşme kardiyak
output/kardiyak indeks(˜%15), atım volümünde(˜%20) ve sitemik vasküler rezistansta
azalmaya(%15 den %25 e) bağlıdır.Sol ventrikül atım işi indeksi de azalmıştır(˜%30). Sağ
ventriküle bakıldığında ise propofol sağ ventrikül endsistolik basınç-volüm ilşkisi eğrisinde
anlamlı bir azalmaya neden olur. Valvüler kalp hastalığı olan hastalarda pulmoner arter ve
pulmoner kapiller wedge basıncı düşer. Basınçlardaki bu düşmelerin hem preload hem de
afterloaddaki düşmeye bağlı olduğunu düşündüren bulgular mevcuttur. Propofol indüksiyon
dozundan sonra oluşan hipotansiyon vazodilatasyona ve belki de miyokardiyal depresyona
51
bağlıdır.Direkt
miyokardiyal
depresyon
etkisi
tartışmalıdır.
Terapötik
propofol
konsantrasyonlarında miyokardiyal fonksiyonu değerlendiren pek çok in vitro çalışmada
negatif inotropik etki saptanmamıştır. Propofol uygulanmasından sonra kardiyak outputta
azalmadan sorumlu diğer mekanizma kalbin sempatik aktivitesi üzerine olan etkisi olabilir.
Propofol 10μg/ml gibi yüksek konsantrasyonlarda α adrenoseptörlerin inotropik etkisini bozar
ama β adrenoseptörler üzerine etkisi yoktur ve β stimülasyonunun lusitropik(relaksasyon)
etkisini arttırır. Klinik olarak miyokardiyal depresyon etkisi ve vazodilatasyon doz ve plazma
konsantrasyonunun ikisine de bağlı gibi görünmektedir. Vazodilatör etkisi sempatik aktivitede
azalmaya, intrasellüler düz kas kalsiyum mobilizasyonu üzerine direkt etkisine, endotel
hücrelerinde prostosiklin sentezinin inhibisyonuna, AnjiotensinΙΙ aracılıklı Ca girişinde
azalmaya, K-ATP kanallarında aktivasyona ve nitrik oksid stimülasyonuna bağlı gibi
görünmektedir. Nitrik oksid stimülasyonu propofolden ziyade intralipid ile değiştirilebilir.137
Propofol indüksiyonundan sonra kalp hızında anlamlı değişiklik olmaz.Propofol
baroreseptör refleksi engeller ya da inhibe eder.Böylece hipotansiyona taşikardi cevabını
baskılamış olur. Oluşturduğu sedasyonla orantılı olarak kardiyak parasempatik tonusu azaltır.
Sinoatrial nod fonksiyonu ya da normal atriyoventriküler ve aksesuar yan yol iletimi üzerine
minimal direkt etkisi vardır. Doza bağımlı olarak atropine kalp hızı cevabını
baskılar.10mg/kg/saat propofol infüzyonu boyunca 30μg/kg atropin kümülatif dozu kalp
hızını hastaların %20 sinde dakikada 20 atımın üstünde arttırırken propofol almamış
hastaların %100 ünde kalp hızı artar. İlginç olarak propofolün atrial taşikardileri (SVT)
suprese ettiği gösterilmiştir
ve belki de elektrofizyolojik çalışmalarda kullanımından
kaçınılmalıdır.138
Propol infüzyonuyla anestezi
idamesinde
sistolik basınç indüksiyon öncesi
52
değerlerinin %20-%30 altında seyreder. 100μg/kg/dk hızında sürekli propofol infüzyonu alan
hastalara oda havası solutulduğunda sistemik vasküler rezistansta %30 azalma oluşur.Ama
kardiyak indeks ve strok indeks değişmez. Karşıt olarak 54μg/kg/dk ve 108μg/kg/dk
infüzyon hızında propofol ile birlikte narkotik premedikasyonu ve nitröz oksid alan
hastalarda sistemik vasküler rezistans anlamlı olarak değişmez ama kardiyak output ve strok
volüm azalmıştır. Bu etkiler propofol infüzyonunun sempatik sinir aktivitesinde doza bağımlı
etki oluşturması şeklinde açıklanır.Bu şekilde hipotansiyona refleks cevap azalır.Hiperkapni
varlığında refleks sempatik yanıtlar daha iyi korunur. Propol infüzyon hızının 54μg/kg/dk
dan 108μg/kg/dk ya arttırılmasıyla (kan konsantrasyonunun 2,1μg/ml den 4,2μg/ml ye) arter
kan basıncında biraz daha fazla bir düşme oluşturur(˜%10). Bolus dozdan sonraki pik plazma
konsantrasyonları sürekli infüzyonundan sonra görülenlerden yüksektir.Vazodilatatör ve
miyokardiyal depresyon etkileri doza bağımlı olduğundan propofole bağlı kan basıncı
düşmesi infüzyon fazında indüksiyondaki bolus dozla görülenden daha azdır.Koroner
revaskülarizasyondan sonra sedasyon amacıyla propofol ve midazolam karşılaştırıldığında;
propofol %17 daha az taşikardi, %28 daha az hipertansiyon ve %17 daha sık hipotansiyona
neden olur.Hemodinamik parametrelerdeki bu farklar iki grup arasındaki iskemik olayların
ciddiyeti ya da sayısında değişikliğe neden olmaz.139
Anestezi idamesinde propofol kullanıldığında kalp hızı artabilir, azalabilir ya da
değişmez. Propofol imfüzyonu hem miyokardiyal kan akımı hem de miyokardiyal O2
tüketiminde anlamlı azalmayla sonuçlanır. Bu da global miyokardiyal O2 destek–ihtiyaç
oranının korunmasını sağlar.İzole rat kalp preperatlarından yapılan iki yeni çalışma
propofolün
iskemi
ve
reperfüzyondan
sonra
miyokardiyal
koruma
sağladığını
göstermiştir.Propofol koroner akımı iyileştirmiş,mekanik disfonksiyonu,histolojik hasarı ve
53
metabolik düzensizlikleri azaltmıştır.140
Diğer etkiler
Propofol (tiyopentalde olduğu gibi) nondepolarizan ve depolarizan nöromusküler
blokerlerle oluşan nöromusküler blokajı potansiyalize etmez. Uyarılmış elektromiyogram ya
da twitch tansiyonunda etki oluşturmaz. Ama, yalnız kullanıldığında iyi entübasyon koşulları
sağladığı bildirilmektedir. Propofol malign hipertermiyi tetiklemez ve belki de bu durumdaki
hastalarda seçilecek anesteziktir. Propofol tek doz ya da uzamış infüzyon sonrası
kortikosteroid sentezini etkilemez. ACTH stimülasyonuna normal cevabı değiştirmez.
Emülsiyon formundaki propofol hepatik, hematolojik ya da fibrinolitik fonksiyonu
değiştirmez. Ama lipid emülsiyonu, in vitro platelet agregasyonunu azaltır. Yeni
formülasyonlarına karşı anaflaktoid reaksiyonlar bildirilmiştir. Bu hastaların bazılarında
immün cevap lipid emülsiyona değil propofolün kendisine bağlıdır. Anaflaktoid reaksiyon
geliştiren hastaların büyük bir yüzdesinde allerji hikayesi mevcuttur. Multipl ilaç allerjisi olan
hastalarda propofol dikkatli kullanılmalıdır. İntralipid içindeki propofol histamin salınımını
tetiklemez.141,
Propofolün düşük (subhipnotik) dozlarda önemli bir antiemetik aktivitesi vardır. 10
mg bolus dozunda postoperatif bulantı tedavisinda kullanılmaktadır. Ayrıca postoperatif
refrakter bulantı ve kusmanın tedavisinde de kullanılır. 343ng/ml lik ortalama
konsantrasyonu antiemetik etkinlik sağlar. 10-20mg yükleme dozundan sonra 10μg/kg/dk
infüzyonuyla bu kan konsantrasyonuna ulaşılabilir.Göğüs cerrahisinde anestezinin idamesi
için kullanıldığında postoperatif bulantı ve kusmanın önlenmesinde 4 mg ondansetron
profilaksisinden daha etkili olduğu görülmüştür. Aynı çalışmada sürekli propofol
54
infüzyonunun, işlemin sonunda propofol uygulanmasına üstün olduğu gösterilmiştir (sandviç
tekniği). Postoperatif bulantı ve kusmanın önlenmesinde sürekli infüzyon metodu ve sandviç
tekniği arasındaki etkinlik farkı şudur: Sandviç tekniğinden sonra propofol konsantrasyonları
hızla terapötik konsantrasyonların altına düşer, ama sürekli infüzyon tekniğinde (uyanmayı
sağlayacak konsantrasyonlara hızla düşmesine rağmen), terapötik konsantrasyonlara düşüş
yavaştır ve propofol birkaç saat daha terapötik konsantrasyonlarda kalır. Propofol antikanser
kemoterapisinden sonra 1mg/kg/saat (17μg/kg/dk) hızında uygulandığında mükemmel bir
antiemetik etkinlik sağlar. Antiemetik etkinliği dopamin DA2 reseptörlerine bağlı değildir.
Subhipnotik dozlarda kolestatik pirüritisi hafiflettiği ve spinal olarak kullanılan opioidlere
bağlı pirüritisin tedavisinde naloksan kadar etkili olduğu bildirilmiştir. Ancak bütün
çalışmalar propofolün bu etkisini doğrulamamaktadır.Propofol vazokonstriksiyon için
termoregülatör eşikte doza bağımlı bir azalmaya neden olur.Ama terleme eşiğinde çok küçük
bir etkiye sahiptir.143,144
Propofol PNL kemotaksisini azaltır ama adezyon, fagositoz ve öldürme fonksiyonu
üzerine etkisi yoktur.Bu etki tüm kemotaktik cevapları inhibe eden tiyopentalden farklıdır.
Propofol Staf aureus ve E.coli nin öldürülmesini ve fagositozunu inhibe eder. Propofol
kullanımıyla ilgili yaşamı tehdit edici enfeksiyonların sıklığı dikkate alındığında bu
bulgularla uyumludur.Bu enfeksiyonların görüldüğü hastanelerdeki propofol enjektör ve
açılmış
şişelerinin
sözkonusu
enfeksiyonlar
için
pozitif
kültüre
sahip
olduğu
bildirilmiştir.Propofol için bir solvent olarak etki gösteren intralipid mükemmel bir kültür
aracıdır. Bakteri üremesini engellemek için propofol formülasyonuna disodyumadetat ya da
metabisülfid eklenmiştir. Ama yine de sıkı aseptik teknik uygulanmalıdır. Propofol ayrıca
RhoA indüksiyonuyla kanser hücrelerinin istilasını önleyebilir. Ancak RhoA nın klinik
55
etkinliği henüz kesinleştirilmemiştir. Propofol uygulaması pankreatit gelişimiyle ilişkilidir
ama hayvan çalışmalarıyla bu etki gösterilememiştir.145,146
E.Kullanım Alanları
Anestezi indüksiyonu ve idamesi
Propofol anestezinin hem indüksiyon hem de idamesinde uygun bir ilaçtır. Nörolojik
ve kardiyak anestezide kullanımı ayrıca tavsiye edilmektedir. İndüksiyon dozu 1-2,5mg/kg
arasında değişir. Premedikasyon uygulanmamış erişkinlerde ED95 2,25-2,5mg/kg dır.
İndüksiyon dozunu en iyi belirleyen fizyolojik karakteristikler: Yaş,zayıf vücut kitlesi ve
santral kan volümüdür. Opioid, benzodiazepin ya da her ikisiyle birden premedikasyon
uygulanması indüksiyon dozunu anlamlı olarak azaltır. 60 yaş üstündeki hastalarda
indüksiyon amacıyla premedikasyonla birlikte 1mg/kg, premedikasyonsuz 1,75 mg/kg
dozlarında kullanımı önerilmektedir. Kardiyak cerrahi uygulanan ya da kritik hastalarda
hipotansiyonu önlemek için tolere edilebileceği kadar sıvı yüklenmeli ve şuur kaybı olana
kadar minimal olarak artan dozlarda (10 mg dan 30 mg a kadar ya da infüzyon şeklinde)
uygulanmalıdır. Dozu sınırlandırmak ve en hızlı etki zamanına ulaşmak için 80mg/kg/saat lik
doz optimaldir. Propofolün 0,5mg/ml ye seyreltilmesiyle indüksiyon dozunun hemodinami
üzerindeki etkisi daha da azaltılmış olur. Farmakokinetik farklardan dolayı çocuklarda
indüksiyon için ED95 artmıştır (2mg/kg dan 3 mg/kg a). Propofol daha kısa prosedürlerde
anestezi indüksiyonu amacıyla kullanıldığında anestezi idamesi için kullanılan ajandan
bağımsız olarak tiyopental ve metohegzitale göre daha hızlı derlenme ve fizikomotor
fonksiyonlarda daha erken geri dönüş sağlar. Olası antiemetik özelliğinden dolayı diğer
indüksiyon ajanlarına göre bulantı ve kusma sıklığı düşüktür.143,147
56
Propofol farmakokinetiğinin sonucu olarak hızlı derlenme sağlar ve böylece anestezi
idamesinde barbitüratlara göre üstünlük oluşturur. Desflurandan derlenme propofole göre
hafifçe daha hızlıdır. Propofol anestezi idamesinde aralıklı bolus dozlarda ya da sürekli
infüzyon şeklinde verilebilir. Yeterli indüksiyon dozundan sonra anestezinin idamesi için
birkaç dakikada bir 10-30 mg dozlar gereklidir.Bu dozların sıkça uygulanması gerektiğinden
sürekli infüzyon şeklinde uygulanması daha uygundur.Yeterli plazma konsantrasyonlarına
ulaşmak için çeşitli infüzyon şekilleri uygulanmıştır. Genellikle indüksiyon dozundan sonra
100-200μg/kg/dk hızda infüzyonu gereklidir. Daha sonra infüzyonun hızı bireysel ihtiyaca ve
cerrahi uyarıya göre titre edilir. Propofolle birlikte uygulandıklarında midazolam, klonidin,
morfin, fentanil, sufentanil, alfentanil ve remifentanil gerekli propofol konsantrasyonunu ve
infüzyon hızını azaltırlar. Opioidler uygun anestezi için gerekli propofol konsantrasyonunu
değiştirdiğinden propofol ve opioidlerin ilgili dozları ilaç etkisinin sonlanmasından uyanmaya
ve derlenmeye kadar geçen süreyi etkileyecektir.En kısa derlenme için gerekli infüzyon ;1-1,5
mg/kg propofol bolus dozundan sonra 10 dakika 140μg/kg/dk ve sonrasında 100μg/kg/dk
propofol infüzyonuyla birlikte alfentanilin 30μg/kg bolus sonrası 0,25μg/kg/dk hızında
infüzyonu
ya
da
fentanilin
3μg/kg
bolus
sonrası
0,02μg/kg/dk
hızında
infüzyonudur.Propofolün alfentanille basit bir karışımı da kullanılmaktadır.(1mg=2ml
alfentanil + 400mg=40ml propofol).Bu karışım propofol için sıkça kullanılan infüzyon
oranlarında kullanıldığında (10dakika 166μg/kg/dk,10 dakika 133μg/kg/dk ve sonrasında
100μg/kg/dk) iki ilacın ayrı infüzyonlarıyla elde edilene eşit sonuçlar sağlamıştır.148,149
Yaşlılarda propofol infüzyonu gereksiniminde azalma olurken, çocuk ve infantlarda
gereksinim artar. Propofol yalnız uygulandığında şuur kaybı için gerekli kan seviyeleri 2,54μg/ml’ dir. N2O ile kombine edildiğinde cerrahi için gerekli kan düzeyleri 2,5-8μg/ml dir.
57
Total intravenöz teknikte propofol bir opioidle kombine edildiğinde de aynı
konsantrasyonlar gereklidir. Bu düzeylerin ve propofolün farmakokinetiğinin bilinmesi
anestezi idamesinde propofolün sürekli infüzyonu için farmakokinetik model yönetimli
infüzyon sistemlerinin kullanımına olanak sağlamıştır.131,150
Bir saatten kısa süreli vücut yüzeyi girişimleri için propofolün hızlı derlenme ve
azalmış bulantı ve kusma oranı gibi avantajları aşikardır. Ama, uzun süreli ya da majör
cerrahilarde propofol yalnızca indüksiyonda kullanıldığında derlenme hızı ve bulantı-kusma
sıklığı tiyopental/izofluran anestezisinden sonra görülene eşittir. Opioidle birlikte propofolle
TİVA uygulandığında isofluran anestezisiyle aynı derlenme oluşurken ilk 72 saatteki bulantı
ve kusma sıklığı %15-%20 oranında azalır. Propofol idamesi ya da daha yeni volatil
anesteziklerden sonraki derlenme verilerinin bir metaanalizi derlenmeye ulaşma zamanlarında
yalnızca küçük değişiklikler olduğunu ama propofol idamesinde bulantı ve kusmanın anlamlı
olarak daha az olduğunu göstermiştir.151
Kardiyak cerrahide idame infüzyon rejimi olarak propofolün kullanımı pek çok
çalışmada araştırılmıştır. İndüksiyonda propofolün azaltılmış ya da titre edilmiş dozlarının
kullanımının ve 50-200μg/kg/dk infüzyon hızında titre edilmiş propofolün idamede opioidle
birlikte kullanımının, enfluran/opioid ya da primer opioid teknikte görülene benzer
intraoperatif hemodinamik kontrol ve iskemik epizod sağladığı görülmüştür152
Sedasyon
Propofol cerrahi işlem sırasında ve yoğun bakımda mekanik ventilasyon uygulanan
hastaların sedasyonunda kullanılmaktadır. İnfüzyon süresinden bağımsız olarak, infüzyon
sonlandırıldığında hızlı derlenme oluşturur. Sağlıklı bireylerde rejyonel anesteziyi desteklemek
için gerekli sedasyon dozları genel anestezide gerekenin yarısı ya da daha azıdır(3058
60μg/kg/dk). 65 yaş üstünde ve daha ağır hastalarda gerekli infüzyon dozları anlamlı olarak
düşüktür. Bu yüzden istenen etkiyi elde edebilmek için infüzyon hızları bireysel olarak
değiştirilmelidir.1992 de yayımlanmış bir raporda üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle
mekanik ventilasyon uygulanan çocukların birkaçında propofole bağlı ölümlerin olduğu
bildirilmiştir.Bu nadir sendrom erişkinlerde de görülebilir.Yoğun bakım hastalarının
sedasyonunda propofolün potansiyel avantajı antioksidan özelliğe sahip olmasıdır.153
Genellikle amnezi sağlayan infüzyon hızları 30μg/kg/dk’nın üstündedir. Midazolam ile
karşılaştırıldığında propofol midazolama eşit ya da daha iyi sedasyon şartları sağlarken
derlenme
de
daha
hızlıdır.
Mekanik
olarak
ventile
edilen
hastalarda
sedasyon
sonlandırıldığında daha hızlı derlenme daha hızlı ekstübasyon anlamına gelir. Hızlı geçiş(fast
tracking) sağlamak amacıyla kardiyak cerrahiden sonra sedasyon amacıyla propofol kullanımı
bu teknikle hastaların hızlı ekstübe edilebildiğini göstermiştir. Koroner arter bypas
cerrahisinden sonra sedasyon amacıyla propofol ya da midazolam kullanıldığında istenmeyen
kardiyovasküler değişikliklerin ve iskemik olayların sıklığı benzerdir. Propofol ayrıca hasta
kontrollü sedasyonda da başarıyla kullanılmaktadır.Etkisinin daha hızlı ortaya çıkması ve
kaybolması nedeniyle bu teknikle kullanıldığında midazolamdan daha iyi sonuçlar verir.153
F.Yan etkiler ve kontrendikasyonlar
Propofolle anestezi indüksiyonunun pek çok yan etkisi vardır: Enjeksiyon sırasında
ağrı, myoklonus, apne, arter kan basıncında azalma ve nadiren enjekte edilen vende
tromboflebit oluşabilir. Enjeksiyon sırasında ağrı oluşumu etomidata eşit ya da daha
azdır,metohegzitale eşittir ve tiyopentalden fazladır. Daha geniş venlerin kullanımı,
enjeksiyona lidokain eklenmesi ve el sırtındaki venlerin kullanılmaması gibi önlemlerle ağrı
azaltılabilir. Miyoklonus tiyopentale göre daha fazla, etomidat ve metohegzitale göre daha az
59
görülür. Apne sıklığı tiyopental ve metohegzitale eşittir.Ama propofolün 30 saniyeden daha
uzun süreli apne oluşturma sıklığı daha fazladır. Opioid eklenmesi apne sıklığını özellikle de
uzamış apne sıklığını arttırır. İndüksiyondaki en önemli yan etkisi sistemik kan basıncında
azalmadır. İndüksiyondan hemen önce opioid eklenmesi arter kan basıncındaki azalmayı
arttırır. Yavaş uygulama ve uygun hidrate edilmiş hastalarda daha düşük dozlar arter kan
basıncındaki düşüşü azaltır.Laringoskopi ve endotrakeal entübasyonun etkileri ve ortalama
arter basıncı, kalp hızı ve sistemik vasküler rezistansta artış propofolde tiyopentale göre daha
azdır. Propofol infüzyon sendromu; propofolün>=5μg/kg/saat ya da >48 saat uygulanmasıyla
ortaya çıkan nadir ama ölümcül bir sendromdur. İlk olarak çocuklarda tanımlanmıştır ama
daha sonra ciddi hastalığı olan erişkinlerde de gözlenmiştir. Klinik bulgular akut kardiyak
yetmezlikle birlikte miyopati, metabolik asidoz, iskeletal miyopati, hiperkalemi, hepatomegali
ve lipemidir. Yeni bulgular göstermektedir ki bu sendrom serbest yağ asidlerinin mitokondri
içine girişinin inhibisyonu nedeniyle serbest yağ asidi metabolizmasında azalma ve
mitokondriyal solunum zinciri yetmezliğinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.137
60
MATERYAL VE METOD
Hasta seçimi
Çalışmaya, hastanemiz etik kurulunun izni alınarak, oral antidiabetiklerle kontrol
altında olan tip 2 diabetes mellitus tanısı almış, endotrakeal entübasyon gerektiren çeşitli
elektif cerrahi girişim planlanan ASA II-III grubu, 35 yaş üzerinde 17’si erkek 40 hasta, bilgi
verildikten sonra yazılı ve sözlü onayları alınarak dahil edildi.
Çalışma dışı bırakma kriterleri
Tip 1 diabeti olan hastalar ve diğer hiperglisemi nedenleri olanlar, hepatik ve renal
yetmezliği olan hastalar, kullanılacak olan droglara karşı bilinen allerjisi olan veya
kontrendikasyonu olan hastalar, diabetes mellitus dışında herhangi bir endokrin ve metabolik
bozukluğu olan hastalarla, entübasyonda güçlük yaşanabilecek olan hastalar çalışma dışı
bırakıldı.
Anestezi
Operasyondan 1 gün önce hastaların aldıkları oral antidiabetikleri kesildi. Operasyon
sabahı hastadan, açlık kan şekeri, ACTH, kortizol, insülin düzeyleri ve arteriyel kan gazı
ölçümü için kan örnekleri alındı. Olguların operasyona sabah ilk vaka olarak alınmalarına
özen gösterildi. Hasta operasyon masasına alınarak EKG, noninvaziv kan basıncı ve
pulsoksimetri ile SpO2 monitörizasyonu uygulandı. 22G i.v. kanül ile damar yolu açıldıktan
sonra 6-10 mL/saat hızla % 0.9 NaCl infüzyonuna başlandı. Hastalara anestezi
indüksiyonundan 3-5 dakika önce midazolam 1-1,5 mg i.v. verildi ve indüksiyondan hemen
önce sistolik arter basıncı, diastolik arter basıncı, ortalama arter basıncı ve kalp atım hızı
değerleri ölçülerek, bu değerler kontrol değerleri olarak kaydedildi. Hastalar 2 gruba
ayrılarak, tüm hastalara fentanil 1 μg/kg ve 1 mg/kg lidokain HCl i.v. verildikten sonra, Grup
61
I’e anestezi indüksiyonunda 0,3 mg/kg etomidat, Grup II’ye 2-2,5 mg/kg propofol 20 saniye
içinde verilerek, takiben 0,6 mg/kg rokuronyum ile kas gevşemesi sağlandı. %100 O2 ile
maske ventilasyonu uygulanarak 2. dakikada hastalara endotrakeal entübasyon uygulandı ve
anestezi idamesi %2 sevofluranla birlikte %50 N2O-O2 ile sağlandı. Kas gevşemesinin
idamesinde ise 0,06 mg/kg roküronyum kas gevşemesi gerektiğinde kullanıldı.
Ölçümler
A.Kardiak otonom nöropatinin değerlendirilmesi:
Operasyondan önceki gün 3’lü
otonom nöropati testleri uygulanarak otonom nöropatinin varlığı değerlendirildi.
1)30:15 R-R Oranı: Hasta yatar durumdayken EKG kaydı alınır. Oturur duruma getirildiğinde
kayıt alınmaya devam edilir. Normalde 15. atım civarında kalp hızı artar, 30. atım civarında
yavaşlar. 30. ve 15. atımdaki R-R mesafelerinin oranları hesaplanır. 1.03’ün altındaki değerler
anormal olarak kabul edilir.
2)Oturmaya arteriel kan basıncı cevabı: Hasta yatar durumdayken ve oturtulduktan 2 dakika
sonra kan basıncı değerleri ölçülür. Sistolik kan basıncında 30mmHg nın üstünde düşüş
olması anormal olarak kabul edilir.
3)Derin solumaya R-R interval varyasyonları: Hasta dakikada 6 kez olacak şekilde derin
solur. Her solunum siklusu sırasında maksimum ve minimum R-R intervali ölçülerek dakika
atıma çevrilir. Bu 6 ölçümün ortalaması alınır.10’dan az olması anormaldir.
B.Hemodinamik parametreler: (SAB, DAB, OAB, KAH) indüksiyon öncesi (kontrol),
indüksiyondan
hemen
sonra,
entübasyondan
önce,
entübasyondan
hemen
sonra,
entübasyondan 2 dakika sonra, entübasyondan 5 dakika sonra ve cerrahi insizyondan 5 dakika
sonra olacak şekilde ölçülerek kaydedildi.
62
C.Hormon ölçümleri: ACTH, kortizol, insülin düzeylerinin ölçümü için kan örnekleri
operasyondan önce (kontrol), entübasyondan 5 dakika sonra ve cerrahi insizyondan 5 dakika
sonra olacak şekilde bir yardımcı tarafından alındıktan sonra örnekler soğuk muhafaza içinde
labaratuara gönderildi.
Operasyon sırasında kan şekeri idaresi
Hormon ölçümleri için kan örnekleri alındıktan sonra %5 Dekstroz içinde 16 İÜ
Kristalize insülin+1ampül (10mEq) KCl solüsyonundan 1-1,5cc/kg olacak şekilde ayrı bir
damar yolundan infüzyonuna başlanmışdı. Preoperatif olarak ölçülen kan şekeri değerinden
sonra her 30 dakikada bir kapiller kan şekeri değerleri sıvı infüzyonu yapılmayan taraftan
ölçülerek insülin-dekstroz infüzyonu, kan şekeri 60-180 mg/dl olacak şekilde ayarlandı.
Elde edilen veriler, SPSS 10.0 hazır istatistik programına girilerek değerlendirilmiştir.
Verilerin değerlendirilmesinde, grupların demografik verilerinin karşılaştırılmasında ki-kare,
hemodinamik parametreler, hormon düzeyleri gruplar arasında Mann-Whitney U , grup içinde
ise Kruskal-Wallis testleri ile değerlendirilmiş, p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir.
63
BULGULAR
CAN pozitif tip 2 diabetiklerde etomidat ve propofolün hemodinamik ve endokrin
etkilerinin araştırıldığı çalışmada gruplar arasında ek hastalık, hipertansiyon, ve sigara içme
oranları bakımından anlamlı fark saptanmamıştır(Tablo 4).
Etomidat grubunda kadın oranının propofol grubundan fazla olması dışında (p<0,005)
demografik veriler ve diabet süresi açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu.
Gruplar arasında HbA1c ve diğer biyokimyasal parametreler açısından anlamlı fark
yoktu.Etomidat grubunda Na değerleri propofol grubuna göre anlamlı derecede daha yüksekti
(p<0,005).
Gruplar arasında Hb, Htc, WBC, ve platelet değerleri bakımından istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05).
Gruplar arasında CAN testleri açısından anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05). Ph,
PaO2, PaCO2, HCO3 ve BE değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu
(p>0,05). (Tablo 9,Tablo 10).
Etomidat ve propofol grubunda indüksiyondan hemen sonra ve entübasyon öncesi
dönemi SAB başlangıca göre anlamlı olarak düşmüştü ve bu düşüş propofol grubunda daha
belirgindi.Etomidat grubunun entübasyon öncesi SAB değerleri propofol grubuna göre
anlamlı derecede daha yüksekti(p<0,001).Entübasyondan 5 dakika sonrası SAB değerleri, her
iki grupta da başlangıca göre anlamlı olarak azalmış ve azalma etomidat grubunda daha
belirgin olmuştu (p<0,001).Etomidat grubunda cerrahi insizyondan 5 dakika sonra SAB
değeri başlangıca göre anlamlı olarak azalmıştı. Propofol grubunda ise anlamlı bir fark yoktu.
(Tablo 11,12).Tüm zamanlara bakıldığında anlamlı fark olmaksızın etomidat grubunda SAB
değerleri hafifçe daha yüksekti (Şekil 3).
64
Etomidat grubunun indüksiyondan hemen sonra, entübasyondan önce, entübasyondan
2 dakika sonra, entübasyondan 5 dakika sonra DAB değerleri propofol grubuna göre anlamlı
derecede daha yüksekti (p<0,05 ve p<0,01). Gruplar arasında diğer dönemlerde DAB
değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05). Etomidat
grubunda başlangıçtaki kontrol değerine göre karşılaştırıldığında hiçbir dönemde DAB da
anlamlı bir değişme olmazken (p>0,05) propofol grubunda entübasyon öncesi dönemi DAB
değerleri başlangıca göre anlamlı olarak azalmıştı (p<0,05 ve p<0,01) (Tablo 14). Öte yandan,
istatistiksel anlamlılık olmaksızın etomidat grubunda tüm dönemlerde DAB değerleri
propofole göre hafifçe yüksekti (Şekil 4).
Etomidat grubunun entübasyon öncesi dönemi OAB, propofol grubuna göre anlamlı
derecede yüksekti (p<0,05). Gruplar arasında diğer dönemlerde OAB değerleri bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05) (Tablo 15). Başlangıçtaki kontrol
değerleriyle karşılaştırıldığında indüksiyondan hemen sonra ve entübasyon öncesi dönemleri
OAB değerleri her iki grupta da anlamlı olarak azalmıştı. Etomidat grubunun entübasyon
öncesi OAB değeri propofol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,005) (Tablo 15).
İstatistiksel anlamlılık olmaksızın etomidat grubunda tüm zamanlarda OAB propofole göre
hafifçe yüksek seyretmişti (Şekil 5).
Gruplar arasında KAH değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
yoktu (p>0,05) (Tablo 17). Etomidat grubunda başlangıçtaki kontrol değerine göre
entübasyondan hemen sonra dönemi KAH anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Propofol
grubunda ise başlangıç değerine göre anlamlı bir fark saptanmamıştı (Tablo 18). İstatistiksel
anlamlılık olmaksızın tüm zamanlar dikkate alındığında etomidat grubunda KAH hafifçe
yüksek seyretmişti (Şekil 6).
65
Çalışmamızda Kortizol ve ACTH değerleri açısından iki grup arasında anlamlı fark
bulunmazken (p>0,05) (Tablo 19,21,22), etomidat grubunda başlangıca göre cerrahi
insizyondan 5 dakika sonra döneminde, indüksiyon öncesi dönemine göre anlamlı artış
(p<0,05) saptanmıştı (Tablo 20) (Grafik 1). Gruplar arasında kortizol değerleri, başlangıca
göre anlamlı olarak değişmemişti (p>0,05). Gruplar arasında insülin değerleri bakımından
anlamlı farklılık yoktu (p>0,05) (Tablo 23). Etomidat grubunda insülin değeri başlangıca göre
anlamlı olarak değişmezken, propofol grubunda sadece cerrahi insizyondan 5 dakika sonra
dönemi insülin değerleri indüksiyon öncesi ve entübasyondan 5 dakika sonrası dönemlerine
göre anlamlı olarak (p<0,005) azalmıştı (Tablo 24,Grafik 3).
Gruplar arasında kan şekeri takip değerleri bakımından da istatistiksel olarak anlamlı
bir farklılık saptanmamıştır (p>0,05) (Tablo 25).
TABLO 4
Etomidat grubu
Propofol grubu
n
%
n
%
Erkek
5
25,0
12
60,0
Kadın
15
75,0
8
40,0
Yok
5
25,0
6
30,0
Var
15
75,0
14
70,0
Yok
5
25,0
8
40,0
Var
15
75,0
12
60,0
Yok
15
75,0
13
65,0
Var
5
25,0
7
35,0
Ki-kare
p
5,01
0,025*
0,12
0,723
1,02
0,311
0,47
0,490
Cinsiyet
Ek hastalık
HT
Sigara içimi
Gruplar arasında ek hastalık, hipertansiyon ve sigara içme oranları
66
TABLO 5
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
YAS
59,15
11,92
55,74
13,43
,406
KILO
79,80
15,21
78,80
10,56
,810
BOY
165,15
7,53
167,80
6,73
,248
3,73
2,96
8,85
8,97
,134
Diabet suresi
Gruplar arasında yaş, boy, kilo ve diabet süreleri
TABLO 6
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
7,45
1,22
7,66
1,58
,651
KŞ
153,90
36,05
191,65
91,01
,093
BUN
33,30
9,40
35,53
14,32
,567
,85
,15
1,01
,41
,118
SGOT
18,70
6,84
19,10
6,52
,851
SGPT
17,95
5,39
18,35
9,87
,875
HbA1c
Kreatinin
Gruplar arasında HbA1c, AKŞ, BUN, Kreatinin SGOT ve SGPT değerlerİ
TABLO 7
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
139,60
3,28
137,35
2,96
,029*
K
4,49
,49
4,35
,47
,345
Ca
9,28
,44
9,76
3,24
,506
Mg
1,91
,36
2,15
,39
,059
Cl
102,70
2,05
102,20
3,11
,552
4,23
,43
4,04
,58
,248
Na
Albümin
67
Gruplar arasında K, Ca, Mg, Cl ve Albümin değerleri
TABLO 8
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Hb
13,32
1,53
13,64
1,81
,549
Hct
38,83
4,20
39,58
5,08
,614
WBC
7,67
1,69
8,39
2,71
,317
PLT
248,40
62,39
260,65
89,59
,619
Gruplar arasında Hb, Hct, WBC ve platelet değerleri
TABLO 9
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
,99
0,08
,97
0,05
,493
OSAB
145,65
34,18
136,00
25,83
,320
ODAB
87,70
16,28
82,00
8,34
,171
SSAB
150,60
35,09
132,00
22,15
,052
SDAB
91,90
20,12
85,00
8,89
,169
RRORAN
16,95
17,10
11,59
5,67
,667
OR3015
Gruplar arasında otonom test değerleri
TABLO 10
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
pH
7,41
,05
7,40
,05
,486
PaO2
86,76
34,93
81,48
16,27
,667
PaCO2
40,00
5,99
40,04
7,04
,512
HCO3
23,27
6,07
26,85
17,71
,698
BE
,350
3,018
4,840
21,200
,620
Gruplar arasında pH, PaO2, PaCO2, HCO3 ve BE değerleri
68
TABLO 11
SAB
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Kontrol
138,90
24,93
133,05
27,09
,482
İ.H.S
117,40
26,35
106,30
21,81
,155
Ent.Ö
114,89
26,38
96,45
18,82
,016*
Ent. Hs
141,15
45,13
129,80
37,29
,391
Ent 2 dk
128,20
26,67
116,95
29,67
,215
Ent 5 dk
111,55
20,41
104,90
25,70
,371
C.İ.S. 5 dk
112,25
24,18
113,05
21,90
,914
Grupların dönemlere göre SAB değerleri
TABLO 12
SAB
Kontrol
Etomidat grubu
Propofol grubu
İ.H.S
,014*
,011*
Ent.Ö
,026*
,001**
Ent. Hs
1,000
1,000
Ent 2 dk
1,000
1,000
Ent 5 dk
,001***
,006**
,039*
,164
C.İ.S. 5 dk
Gruplar arasında kontrol değerine göre SAB karşılaştırılması.
ŞEKİL 3
160
140
120
100
80
60
40
20
0
Kontrol
İ.H.S
Ent.Ö
Etomidat grubu
Ent. Hs
Ent 2 dk
Ent 5 dk
C.İ.S
Propofol grubu
69
Sistolik Arter Basıncı Değerleri
TABLO 13
DAB
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Kontrol
75,10
10,00
69,25
10,59
,081
İ.H.S
74,16
14,48
63,85
13,48
,027*
Ent.Ö
68,11
14,95
56,10
12,12
,009**
Ent. Hs
84,30
24,61
75,95
22,73
,272
Ent 2 dk
81,80
18,82
67,60
15,07
,012*
Ent 5 dk
70,80
14,65
61,05
13,89
,037*
C.İ.S. 5 dk
68,85
15,93
68,16
14,75
,889
Grupların dönemlere göre DAB değerleri
TABLO 14
DAB
Kontrol
Etomidat grubu
Propofol grubu
İ.H.S
1,000
1,000
Ent.Ö
1,000
,012*
Ent. Hs
,312
1,000
Ent 2 dk
,230
1,000
Ent 5 dk
1,000
,205
C.İ.S. 5 dk
1,000
1,000
Gruplar arasında kontrol değerine göre DAB karşılaştırılması.
ŞEKİL 4
90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
Kontrol
İ.H.S
Ent.Ö
Etomidat grubu
Ent. Hs
Ent 2 dk
Ent 5 dk
Propofol grubu
C.İ.S
70
Diastolik Arter Basıncı Değerleri
TABLO 15
OAB
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Kontrol
99,05
14,59
94,65
17,90
,400
İ.H.S
89,68
16,23
79,25
16,21
,052
Ent.Ö
85,00
20,93
72,20
14,67
,033*
Ent. Hs
108,70
34,45
95,55
28,34
,195
Ent 2 dk
97,90
21,28
85,15
20,55
,061
Ent 5 dk
85,80
16,31
78,85
19,35
,227
C.İ.S. 5 dk
87,11
17,84
90,42
19,88
,592
Grupların dönemlere göre OAB değerleri
TABLO 16
OAB
Kontrol
Etomidat grubu
Propofol grubu
İ.H.S
,038*
,029*
Ent.Ö
,002**
,003**
Ent. Hs
1,000
1,000
Ent 2 dk
1,000
1,000
Ent 5 dk
,157
,180
C.İ.S. 5 dk
,358
1,000
Gruplar arasında kontrol değerine göre OAB karşılaştırılması.
71
ŞEKİL 5
120
100
80
60
40
20
0
Kontrol
İ.H.S
Ent.Ö
Ent. Hs
Ent 2 dk
Etomidat grubu
Ent 5 dk
C.İ.S
Propofol grubu
Ortalama Arter Basıncı Değerleri
TABLO 17
KAH
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Kontrol
85,20
17,05
80,40
17,33
,383
İ.H.S
82,95
17,53
73,70
14,89
,080
Ent.Ö
82,80
16,74
73,65
17,38
,098
Ent. Hs
95,15
17,98
86,60
18,40
,145
Ent 2 dk
94,10
17,80
82,90
17,60
,053
Ent 5 dk
83,25
16,09
78,90
16,23
,400
C.İ.S. 5 dk
82,15
17,17
80,84
14,34
,798
Gruplar arasında kalp atım hızı değerleri
72
TABLO 18
KAH
Kontrol
Dönemlere
Etomidat grubu
Propofol grubu
İ.H.S
1,000
,345
Ent.Ö
1,000
,271
Ent. Hs
,012*
1,000
Ent 2 dk
,066
1,000
Ent 5 dk
1,000
1,000
C.İ.S. 5 dk
1,000
1,000
Göre
Gruplar
Arasında
KAH
Değerlerinin
İstatistiksel
Karşılaştırılması
ŞEKİL 6
100
80
60
40
20
0
Kontrol
İ.H.S
Ent.Ö
Ent. Hs
Ent 2 dk
Etomidat grubu
Ent 5 dk
C.İ.S
Propofol grubu
Kalp Atım Hızları
TABLO 19
ACTH
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
İ.Ö.
22,08
16,02
26,06
19,34
,435
Ent.5. dk
28,55
22,86
25,95
22,04
,901
C.İ.S. 5. dk
43,97
35,76
28,93
19,94
,301
Gruplar arasında ACTH değerleri
73
TABLO 20
ACTH
Kontrol
ACTH
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ent. 5 dk
,094
1,000
C.İ.S. 5 dk.
,026*
1,000
Değerlerinin
Gruplar
Arasında
Dönemlere
Göre
İstatistiksel
Karşılaştırılması
GRAFİK 1
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
Etomidat grubu
Propofol grubu
İ.Ö.
Ent.5. dk
C.İ. 5. dk
ACTH Değerleri
TABLO 21
Kortizol
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
İ.Ö.
16,33
5,62
18,08
9,45
,888
Ent.5. dk
17,09
5,46
16,92
9,59
,414
C.İ.S. 5. dk
15,28
5,34
15,68
9,68
,495
Grupların Kortizol değerleri
74
TABLO 22
Kortizol
Kontrol
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ent.5. dk
1,000
,840
C.İ.S. 5. dk
1,000
,148
Gruplar arasında Kortizol değerlerinin İstatistiksel karşılaştırılması
GRAFİK 2
19
17
15
Etomidat grubu
13
Propofol grubu
11
9
7
İ.Ö.
Ent.5. dk
C.İ. 5. dk
Kortizol Değerleri
TABLO 23
İnsülin
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
İ.Ö.
9,19
7,91
10,40
7,52
,616
Ent.5. dk
24,49
65,39
9,70
8,66
,531
C.İ. 5. dk
21,50
64,07
6,38
4,29
,813
Gruplar arasında İnsülin değerleri
75
TABLO 24
İnsülin
Kontrol
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ent.5. dk
,791
1,000
C.İ.S. 5. dk
1,000
,006**
İnsülin Değerlerinin istatistiksel karşılaştırılması
GRAFİK 3
25
20
15
Etomidat grubu
10
Propofol grubu
5
0
İ.Ö.
Ent.5. dk
C.İ. 5. dk
İnsülin Değerleri
TABLO 25
KŞ takibi
Etomidat grubu
Propofol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Preop
132,35
29,87
126,30
33,42
,550
30.dk
129,74
29,59
121,79
34,93
,454
60.dk
135,53
31,22
138,81
35,14
,771
Gruplar arasında kan şekeri takip değerleri
76
TARTIŞMA
Çalışmamızda diabetik hastalarda etomidat ve propofolle anestezi indüksiyonunun
entübasyona hemodinamik ve endokrin etkileri araştırılmış ve literatür bilgilerinin ışığı
altında tartışılmıştır.
Diabetik hastalardaki preoperatif kalp hızı değişkenliği ve kan basıncı stabilitesinin
anestezinin indüksiyon fazıyla karşılaştırıldığı, Knütgen ve arkadaşlarının çalışmasında
(anestezi indüksiyonu tiyopental ve fentanil ile sağlanmış,idamede %50 N20-O2 karışımı ve
enfluran kullanılmıştır) kalp hızı değişkenliği;coefficient of variation(CV),root mean squared
successive difference (RMSSD) ve power spektrum analizleriyle değerlendirilmiş ve bulgular
preop istirahatte ölçülen kalp hızı değişkenliği ile anestezi indüksiyonu sırasındaki kan
basıncı stabilitesi arasında anlamlı bir ilişki olduğu fikrini doğrulamıştır.Bu çalışmayla birkaç
dakikada ulaşılabilir bir ölçüm olan CV nin diabetik hastalardaki preoperatif riski
değerlendirmede yararlı olduğu ortaya konulmuştur.Zaman alıcı testler olan konvansiyonel
otonom nöropati testleri gerekli olmayabilir.154
Bizim çalışmamızda üçlü otonom nöropati testleri kullanılmış ve her iki grup arasında
otonom nöropati testleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.(Tablo 9)
Burgos ve arkadaşlarının yaptığı otonom nöropatisi olan diabetik hastalarda
intraoperatif kardiyovasküler riskin araştırıldığı bir çalışmada 21 nondiabetik ve 17 diabetik
hasta çalışmaya alınmış ve preoperatif otonom nöropati testleri uygulanmıştır.(Kardiyak
vagal fonksiyonu değerlendirmede kulanılan Valsalva manevrasına sinüs aritmisi ve kalp hızı
cevabı,head-up tilt manevrasına diastolik kan basıncı cevabı ve sempatik efferent fonksiyonu
değerlendirmek için soğuk basınç testi).Anestezi indüksiyonunun 2μg/kg Fentanil, 3-5mg/kg
Tiyopental, 0,1mg/kg Vekuronyum ile sağlandığı bu çalışmada otonom nöropati testleri
77
diabetiklerde anlamlı olarak yüksek otonom nöropati varlığını göstermiştir.Kontrol grubuyla
karşılaştırıldığında diabetiklerde indüksiyon sırasında kalp hızı ve kan basıncı daha büyük
derecede düşmüştür. Aynı şekilde diabetiklerde entübasyon sonrası aynı parametrelerde artış
daha az olmuştur.Diabetiklerin %35 i intraoperatif periyodda vazopressore gereksinim
duyarken bu oran nondiabetiklerde %5 olmuştur. İntraoperatif kan basıncı desteğine ihtiyaç
duyan diabetiklerde vazopressöre ihtiyaç duymayan diabetiklere göre anlamlı olarak daha
bozuk otonom nöropati testleri tespit edilmiştir. Diabetiklerde anestezi indüksiyonu sırasında
kardiyovasküler labilite artmıştır ve basit otonom nöropati testleriyle preoperatif
değerlendirme artmış perioperatif kardiyovasküler instabilite riskini değerlendirmede yararlı
olabilir.6
Bizim çalışmamızda ise hastaların tümü Tip 2 diabetikti ve otonom nöropati açısından
her iki grup arasında anlamlı fark yoktu. (Tablo 9).Her iki grupta indüksiyondan hemen sonra
ve entübasyon öncesi dönemi SAB değeri başlangıca göre anlamlı olarak düşmüştür ve bu
düşüş propofol grubunda daha belirgindir.Etomidat grubunun entübasyon öncesi SAB
değerleri, propofol grubuna göre anlamlı derecede daha yüksekti (Tablo 11). Etomidat
grubunda KAH, başlangıçtaki kontrol değerine göre entübasyondan hemen sonra anlamlı
derecede
yüksekti. Propofol grubunda ise başlangıç değerine göre anlamlı bir fark
oluşmamıştır. Tüm zamanlar dikkate alındığında KAH etomidat grubunda propofol grubuna
göre yüksek seyretmesine rağmen (Şekil 6) aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır. Bu bulgular dikkate alındığında çalışmamızda kullanılan her iki ilacın CAN
pozitif hastalarda KAH stabilitesi sağladığı söylenebilir.
30 u diabetik 60 koroner arter bypas greft uygulanan hastada otonom nöropatinin
istirahat kalp hızında 150 atım-atım intervali,derin solumaya kalp hızı cevabı ve ayağa
78
kalkmaya kalp hızı ve kan basıncı cevabı testleriyle değerlendirildiği Keyl ve arkadaşlarının
bir çalışmasında diabetik hastaların çoğunda (n=23) otonom nöropati testlerinin 1 ya da daha
fazlası anormal saptanmışken, nondiabetik hastaların çoğunda (n=23) otonom nöropati
bulguları görülmemiştir.Anestezi indüksiyonunun Klorazepatla premedikasyondan sonra
0,5μg/kg Sufentanil ve 0,1-0,2mg/kg Etomidat ile sağlandığı bu çalışmada otonom fonksiyon
ve anestezi indüksiyonu sırasındaki hemodinamik değişiklikler arasında bir ilişki
saptanmamıştır. Hastalar otonom disfonksiyonu olanlar ve olmayanlar olarak ayrıldığında
anestezi indüksiyonuna kan basıncı cevabı iki grup arasında anlamlı olarak farklı değildi.Bu
bulgular otonom nöropatili diabetik hastalarda anestezi indüksiyonu sırasında hemodinamik
instabilite oluşmasının zorunlu olmadığını göstermektedir.155
11 i diabetik 10 u nondiabetik 21 hastanın katıldığı Linstedt ve arkadaşlarının bir
çalışmasında otonom nöropati varlığı: Valsalva manevrasına kalp hızı cevabı, derin solumaya
kalp hızı cevabı, ayağa kalkmaya kalp hızı cevabı (30/15 oranı) ve Schellong testleriyle
araştırılmış ve diabetik hastaların tümünde patolojik sonuç vermiştir. Kontrol grubunda ise
patolojik bulunmamıştır. Oftalmolojik cerrahi uygulanan hastaların anestezi indüksiyonu 0,1
mg/kg fentanil, 2,5mg/kg Etomidat, 1,5mg/kg süksinilkolin ile sağlanmış ve idamede %50
N2O+O2 karışımı ve isofluran kullanılmıştır.Diabetiklerde özellikle indüksiyon sırasında
dikkate değer kardiyovasküler değişiklikler görülmüştür. Diabetiklerde sistolik kan basıncı
artışı preindüksiyon değeri olan 150mmHg dan (median range 105-250) entübasyondan sonra
maksimum 200mmHg ya (median range a 160-250mmHg) yükselmiştir. Kontrol grubunda
ise 130mmHg dan ( median range 100-150mmHg) 170mmHg ya ( median range 110190mmHg) yükselmiştir. Bu pikten sonra sistolik kan basıncı diabetiklerde 120mmHg
(median range 80-160mmHg) ya, kontrol grubunda ise 110mmHg (median range10079
140mmHg)ya düşmüştür.Diabetik hastaların 2 si sistolik arter basıncı 220 mmHg nın üstüne
çıktığından tedavi edilmek zorunda kalınmıştır.Diğer 2 diabetik hasta ise sistolik arter basıncı
80 mmHg nın altına düştüğünden tedavi edilmişlerdir. Atropin uygulanmasından sonra
diabetiklerde kalp hızı %15 (%0-40) artış göstermiştir. 4 diabetik hastada kalp hızı artışı
%10’un altında olmuştur. Kontrol grubunda ise Atropin ile kalp hızı artışı %50 (%40-80)
olmuştur.156
Fentanil (2μg/kg) + Tiyopental (4-5mg/kg) + Vekuronyum (0,1mg/kg) ile anestezi
indüksiyonuna katekolamin ve kardiyovasküler cevapların araştırıldığı, Kırvela ve arkadaşları
tarafından yapılan bir çalışmada 13 diabetik nefropatili, 12 başka nedenlerle üremisi olan
hasta ve 12 ASA I kontrol hastası çalışmaya alınmıştır. Üremik hastaların tümüne renal
transplantasyon uygulanmıştır. Diabetik hastalarda ciddi kardiyovasküler otonom nöropati
sıktı. Nondiabetik üremik hastalarda daha az ciddi otonom nöropati testleri bulunmuştur.
Entübasyona sistolik basınç cevabı diabetik üremik hastalarda diğer hasta populasyonuna göre
daha yüksekti.Her iki grup üremik hastada ASA I hasta grubuna göre anestezi indüksiyonu
öncesi ve sonrasındaki plazma katekolamin konsantrasyonları yüksekti. Üremik hastalardaki
artmış katekolamin düzeyi katekolamin klirensinin azalmasının sonucu olarak ve kardiyak
fonksiyonu
sürdürmek
için
daha
yüksek
sempatoadrenal
aktivite
gerekliliğinden
kaynaklanıyor olabilir. Üremik hastalarda trakeal entübasyona normal sistolik basınç cevabı
göstermiştir ki stresli bir uyarıya kardiyovasküler sistem cevabının kapasitesi bu hastalarda
korunmuştur. Diabetik hastalardaki daha yüksek cevap, otonom kontrolün kaybı ve
katekolaminlere olan artmış duyarlılıktan kaynaklanıyor olabilir.157
Vohra ve arkadaşları tarafından yapılmış anestezi indüksiyonu ve trakeal entübasyon
üzerine diabetes mellitusun kardiyovasküler etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada 10 diabetik
80
ve 10 nondiabetik kontrol hastası çaılşmaya alınmıştır. Cerrahiden 1 gün önce hastalara
otonom
nöropati
testleri
uygulanmış
ve
diabetik
hastaların
tümünde
anormal
bulunmuştur.Kontrol grubunda ise otonom nöropati testleri normaldi. İki grup arasında
preoperatif kardiyovasküler durum açısından anlamlı fark yoktu. 2,5 mg/kg propofol,
0,1mg/kg pankuronyum indüksiyonundan sonra ortalama arteriel basınç ve vasküler rezistans
her iki grupta da azalmıştır. Kontrol grubunda kalp hızı artmış , kardiak indeks korunmuştur.
Ama diabetik hasta grubunda kalp hızı değişmemiş ve kardiak indeks azalmıştır. Kontrol
grubuyla karşılaştırıldığında (5 dakika) diabetiklerde strok indekste daha erken (2dakika) bir
azalma olmuştur. Trakeal entübasyondan sonra, kontrol grubunda kalp hızı ve kardiak indeks
ve diabetik hasta grubunda kardiak indeks değişmeden korunmuştur. Ama, kontrol grubuyla
karşılaştırıldığında diabetiklerde trakeal entübasyondan sonra ortalama arter basıncı, vasküler
rezistans ve kalp hızında daha fazla artış olmuştur. Diabetik hastalarda trakeal entübasyona
artmış basınç cevabının otonom disfonksiyonu gösterebileceği düşünülmüştür.158
Diabetik otonom nöropatide barbitürat indüksiyonu ve inhalasyon ajanıyla genel
anestezi altında oluşan anormal kardiyovasküler reaksiyonların araştırıldığı Knuttgen ve
arkadaşlarının bir çalışmasında hasatalar GrupI: Nondiabetik, GrupII: Otonom nöropatisi
olmayan diabetikler, GrupIII: Otonom nöropatisi olan diabetikler olarak üç gruba
ayrılmışlardır. Anestezi indüksiyonu süresince GrupIII deki hastalar(%72,2) GrupI deki
hastalardan(%25) daha sık hipotansif reaksiyonlar (sistolik kan basıncının 90 mmHg nın
altında olması) göstermişlerdir. Kan basıncı stabilitesini sağlamak için
GrupIII deki
hastalar(%77,8) GrupI(%12,5) ve GrupII(%35,7) dekilere göre daha fazla vazoaktif ilaçlara
ihtiyaç göstermişlerdir. Anestezi altındayken kan basıncında daha fazla düşme ve otonom
disfonksiyon derecesi arasında anlamlı korelasyon bulunmuştur. Ama anestezi süresince kalp
81
hızı ve kardiyak ritim bozukluğunda anlamlı değişiklik sadece GrupI ve Grup II deki
hastalarda görülmüştür. Bu bulgular özellikle genel anestezi altındaki diabetk otonom
nöropatili hastalarda ekstrem kan basıncı instabilitesini ve atipik hemodinamik davranışı
açıklar. Ayrıca diabetiklerin kardiyovasküler cevap durumunun preoperatif olarak kontrol
edilmesinin çok yararlı olabileceğini söylemektedirler.159
Literatürde otonom nöropatisi olan diabetik hastalarda Etomidat ve propofolün
etkilerinin karşılaştırıldığı bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bizim çalışmamızda anlamlı otonom
nöropati farkı olmayan tip 2 diabetiklerin etomidat ve propofolle anestezi indüksiyonu
sırasındaki etkileri karşılaştırılmıştır. Her iki grupta indüksiyondan hemen sonra ve
entübasyon öncesi dönemi sistolik arter basınçları başlangıçtaki kontrol değerine göre anlamlı
olarak düşmüştür ve bu düşüş özellikle entübasyon öncesi döneminde propofol grubunda daha
belirgindir. Etomidat grubunda entübasyon öncesi SAB değeri anlamlı olarak daha yüksekti.
Entübasyondan 5 dakika sonrası SAB değeri her iki grupta da kontrol değerine göre anlamlı
olarak düşmüştür. Bu düşme etomidat grubunda daha belirgindir. Yine cerrahi insizyondan 5
dakika sonrası SAB değeri etomidat grubunda kontrol değere göre anlamlı olarak düşerken
propofol grubunda anlamlı bir fark olmamıştır.Son iki sonuç CAN ı olan tip 2 diabetiklerde
etomidatın endotrakeal entübasyondan ve cerrahi insizyondan bağımsız olarak SAB ı anlamlı
olarak düşürdüğünü ya da başka bir ifadeyle etomidatla indüksiyonda SAB ın cerrahi
imdüksiyon ve endotrakeal entübasyondan etkilenmediğini düşündürmektedir(Tablo 12).
İstatistiksel anlamlılık olmayanlarla birlikte tüm zamanlara bakıldığında etomidat grubunda
SAB değeri propofol grubundan daha yüksekti.
Etomidat grubunda kontrol değeriyle karşılaştırıldığında hiçbir dönemde DAB da
anlamlı bir değişme olmamıştır.SAB da cerrahi insizyondan 5 dakika sonrası ve
82
entübasyondan
5 dakika sonrası değerlerinde etomidatla olan azalma göz önünde
bulundurulduğunda etomidat indüksiyonunda DAB ın cerrahi insizyon ve endotrakeal
entübasyondan etkilendiğini düşündürmektedir. Bununla birlikte indüksiyondan hemen sonra,
entübasyondan önce, entübasyondan 2 dakika sonrası, entübasyondan 5 dakika sonrası DAB
değerleri propofol grubunda etomidata göre anlamlı olarak daha düşüktü. Propofol grubunda
entübasyon öncesi dönemi DAB değeri başlangıçtaki kontrol grubuna göre anlamlı olarak
düşüktü(Tablo 14). İstatiksel anlamlılık olmaksızın tüm zamanlarda DAB değerleri etomidat
grubunda propofole göre anlamlı olarak yüksekti (Şekil 3).
Kardiyovasküler otonom nöropatili diabetes mellitus olgularında sol ventrikül
fonksiyonlarının incelendiği bir çalışmada kardiyovasküler yönden asemptomatik hastalar iki
gruba ayrılmışlardır. Birinci grupta otonom nöropati testleri pozitif Tip 2 Diabetik 60 hasta ,
ikinci grupta ise 30 sağlıklı hasta bulunmaktaydı.Radyonükleoid ventrikülografi tekniğiyle
tüm olguların sol ventrikül fonksiyonları incelendi. Sol ventrikül sistolik disfonksiyon oranı
birinci grupta %8, ikinci grupta %3 iken, diastolik disfonksiyon oranı birinci grupta %62,
ikinci grupta ise %3 idi. Sistolik disfonksiyon yönünden iki grup arasında anlamlı fark
bulunmadı. Diastolik disfonksiyon yönünden iki grup arasında anlamlı bir fark olduğu
görüldü. Sonuç olarak CAN tutulumu olan diabetik hastaların sol ventrikül diastolik
disfonksiyonu yönünden dikkatle takip edilmesi gerektiği sol ventrikül fonksiyonlarının
incelenmesinde radyonükleoid ventrikülografinin kolay uygulanabilir bir yöntem olduğu
kanısına varıldı.160
83
Çelen
ve
arkadaşlarının
yaptığı
bu
çalışma
bizim
çalışmamızla
birlikte
düşünüldüğünde CAN pozitif diabetik hastalarda diastolik disfonksiyonun %62 gibi yüksek
riski göz önünde bulundurularak DAB stabilitesi nedeniyle etomidatın tercih edilecek
anestezik ajan olduğu söylenebilir.
Bizim çalışmamızda her iki grupta da indüksiyondan hemen sonra ve entübasyon
öncesi dönemleri OAB değerleri başlangıca göre anlamlı oranda düşüktü.Etomidat grubunun
entübasyon öncesi OAB değerleri propofol grubuna göre anlamlı oranda daha yüksekti(Tablo
16). Gruplar arasında diğer dönemlerde OAB açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
olmamakla birlikte tüm zamanlarda OAB etomidat grubunda daha yüksek seyretmiştir
(Şekil5).
Adams ve arkadaşları tarafından yapılan propofol ve isofluran kullanılarak total
intravenöz anestezi ve inhalasyon anestezisinde endokrin stres reaksiyon, hemodinami ve geri
dönüşün karşılaştırıldığı bir çalışmada her gruptan 20 ASA I-II hasta çalışmaya alınmıştır.
Adrenalin, Noradrenalin, ADH, ACTH ve Kortizol için kan örnekleri santral katater içinden
entübasyon öncesi ve ekstübasyon sonrası 60.dakikaya kadar 8 defa alınmış ve ayrıca sistolik
arter basıncı, kalp hızı, arteriel oksijen satürasyonu ve anesteziden uyanma kaydedilmiştir.
Propofolle TİVA uygulanan grupta adrenalin, noradrenalin, ve plazma kortizol düzeylerinin
anlamlı olarak düşük olduğu görülmüştür. ADH ve ACTH nın plazma düzeyleri iki grup
arasında farklı değildi. Sistolik arter basıçları iki grup arasında karşılaştırılabilir ölçüde
anlamlıydı. Kalp hızı propofol grubunda anlamlı olarak düşüktü. SpO2 de anlamlı fark
bulunmamıştı. Anesteziden uyanma propofol grubunda hafifçe hızlıydı ama istatistiksel
olarak anlamlı değildi. Sonuç olarak bu çalışmayla isofluranla inhalasyon anestezisiyle
84
karşılaştırıldığında propofol ve fentanil anestezisinde endokrin stres cevapta ılımlı bir
iyileşme olduğu sonucuna varılmıştır.161
Bizim çalışmamızla karşılaştırıldığında SAB değişimi açısından propofol grubunda
benzer sonuçlar elde edilmesine rağmen ACTH, Kortizol değerleri açısından farklıdır.
Propofol indüksiyonu herhengi bir dönemde bu değerlerde anlamlı bir fark oluşturmazken
cerrahi insizyondan 5 dakika sonra dönemi insülin değeri başlangıçtaki kontrol değerine göre
anlamlı olarak azalmıştır. İnsülin düzeyleri etomidatla değişmeden kalırken, propofol
grubunda anlamlı düşüş görülmesi, diabetik hastalarda etomidatın propofole üstünlüklerinden
birisi olarak görülebilir.
Propofol ve midazolamın birlikte indüksiyonunun sempatoadrenerjik, hemodinamik ve
stres cevaba etkilerinin karşılaştırıldığı,
Adams ve arkadaşları tarafından yapılan bir
çalışmada her iki gruptan 20 şer hasta çalışmaya alınmıştır. Midazolam grubunda anestezi
indüksiyonu midazolam, fentanil ve propofolle sağlanırken, kontrol grubunda fentanil ve
propofolle sağlanmıştır. Anestezik tüketimi ve uyanmaya ilaveten, sempatoadrenerjik ve
hemodinamik reaksiyonlar ve SEF90 değeri anestezi indüksiyonundan önce ve cilt
insizyonunda 6 defa ölçülmüştür. ADH, ACTH ve Kortizol indüksiyondan önce 2 defa ve cilt
insizyonunda ölçülmüştür. Adrenalin ve noradrenalinin plazma konsantrasyonları ortalama
kan basıncı ve kalp hızında olduğu şekilde her iki grupta anlamlı olarak düşüktü. ADH,
ACTH, Kortizol ve SEF90 için istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır.162
Bu bulgular propofol grubunda elde edilen ACTH ve Kortizol değerleri açısından
bizim çalışmamızla benzerlik göstermektedir.
Yine Adams ve arkadaşları tarafından yapılmış propofol ve midazolamın birlikte
infüzyonuyla
TİVA
uygulanmasının
sempatoadrenerjik
reaksiyonlar,
hemodinamik
85
reaksiyonlar, stres cevap, EEG ve uyanma üzerine etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada
propofol ve midazolam ile propofol kontrol grubunun etkileri karşılaştırılmıştır. Anestezik
tüketimi ve uyanmaya ilaveten sempatoadrenerjik, diğer endokrin ve hemodinamik
reasiyonlar ve SEF 90 değerleri indüksiyondan önce ve postop uyanmaya kadar 7 defa
ölçülmüştür. Propofol ve midazolamın birlikte uygulandığı grupta uyanma uzamıştı, ortalama
arter basıncı düşüktü, ama operasyon süresince kalp hızı daha yüksekti. Endokrin stres
parametreleri (adrenalin, noradrenalin, ADH, ACTH, kortizol) ve spectral edge frequency
(SEF 90;Drager-pEEG) iki grup arasında hem grup düzeyinde hem de zaman eğrisinde
kıyaslanabilir düzeydeydi.163
Bizim çalışmamızla karşılaştırıldığında propofol grubunda OAB değerinin özellikle
entübasyon öncesi döneminde anlamlı olarak düşük olması bulgusundan yola çıkarak
propofolün yalnız ya da midazolamla birlikte uygulanmasının OAB de etomidata göre daha
büyük bir düşüşe neden olduğu söylenebilir. Ama ACTH ve Kortizol düzeyleri üzerine
propofolün anlamlı bir etkisi saptanmamıştır(Tablo 20 ve Tablo 22).
İnsanlarda desfluran uygulanmasının nörohümöral aksisi aktive ettiği bilgisinden yola
çıkılarak desfluran aracılıklı sempatik aktivasyona anestezi indüksiyonu sırasında etomidat ve
propofolün etkilerinin karşılaştırıldığı Lopatka ve arkadaşlarının bir çalışmasında iki grup
arasında bazal değerler açısından bir fark bulunmazken, anestezi indüksiyonunda maske ile
desfluran uygulanmaya başlandıktan sonra etomidat grubunda kalp hızı, ortalama arter basıncı
ve sempatik sinir aktivitesinde (peroneal sinir) artış olmuştur. Propofol ise ortalama arter
basıncını azaltmış ve desfluranla olan artışı geciktirmiştir. Sempatoeksitasyonu azaltmıştır.
Sonuç olarak
propofol indüksiyonu
sempatik
aktivasyonu
ve desfluranla ilişkili
hipertansiyonu azaltmıştır.164
86
Bizim çalışmamızda ise KAH açısından tüm zamanlar dikkate alındığında etomidat ve
propofol arasında anlamlı fark bulunmazken, entübasyondan hemen sonra dönemi KAH
değeri etomidat grubunda anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Bu bulgu baroreseptör refleks
üzerine CAN pozitif tip 2 diabetiklerde propofolle bir inhibisyonun olduğunu düşündürebilir.
Ebert’in10 yaptığı çalışmada, etomidatın sempatik outflow ve otonomik refleksleri koruduğu
gösterilmiştir. Yine benzer şekilde etomidat grubunda OAB özellikle entübasyon öncesi
döneminde anlamlı olarak yüksekti.
Kardiyak cerrahi uygulanan çocuklarda etomidat indüksiyonunun plazma kortizol
düzeylerine etkilerinin araştırıldığı, Dönmez ve arkadaşları tarafından yapılmış bir çalışmada
30 çocuk anestezi indüksiyonunda etomidat alanlar ve ketamin alanlar olarak 2 gruba
ayrılmışlardır. Plazma kortizol ve ACTH düzeyleri preoperatif, anestezi indüksiyonundan
sonra, cross klemp işleminden sonra, cerrahi sonunda ve postop 24. saatte ölçülmüştür.
Etomidat grubunda plazma kortizol düzeyleri anestezi indüksiyonuyla düşmüş ve
kardiyopulmoner bypas süresince, operasyon sonunda ve postoperatif 24. satte anlamlı olarak
düşük seyretmiştir. Etomidat grubunda kortizol seviyeleri anestezi indüksiyonundan
sonra,kardiyopulmoner bypas işlemi süresince ve operasyon sonunda ketamin grubuna göre
anlamlı
olarak
düşüktü.
Bu
bulgular
konjenital
kalp
hastalığı
olan
çocuklarda
kardiyopulmoner bypas sonucu oluşan stres cevapla ilişkili kortizol artışını suprese etmede
etomidatın uygun bir ajan olabileceğini göstermektedir ve güvenlice kullanılabilir.165
Bizim çalışmamızda ise indüksiyon öncesi dönemine göre, entübasyon sonrası ACTH
seviyelerinde anlamlı bir fark saptanmazken cerrahi insizyon sonrası dönemi ACTH
değerinde indüksiyon öncesi dönemine göre anlamlı artış olmuştur. Kortizol seviyelerinde ise
herhangi bir dönemde anlamlı değişiklik olmamıştır. Bu farkın nedeni çalışmaya katılan
87
hastalara uygulanan cerrahi işlemin ve hastaların yaşlarının farklılığından kaynaklanıyor
olabilir. Bizim çalışmamıza 45-65 yaş aralığında elektif nonkardiyak cerrahi uygulanan
hastalar katılmıştır(Tablo 5).
Açık kalp cerrahisi uygulanan 30 hastanın katıldığı,Borner ve arkadaşları tarafından
yapılmış bir çalışmada etomidat, metoheksital ya da midazolam ile anestezi indüksiyonundan
sonra adrenokortikal fonksiyonlar araştırılmıştır. Midazolam ve Metoheksital ACTH, Kortizol
ve Aldosteron düzeyleriyle ölçülen tipik stres cevabı suprese etmemişti. ACTH testi normaldi.
Tersine etomidatla anestezi indüksiyonu ACTH da artışla birlikte kortizol ve aldosteron
seviyelerinde progressif bir azalmaya neden olmuştur. ACTH testi adrenokortikal
hormonlarda minimal bir artışla sonuçlanmıştır.Böylece etomidatın bir indüksiyon dozunun
metoheksital ve midazolamdan farklı olarak normal adrenal korteks fonksiyonunu anlamlı
olarak değiştirdiği söylenebilir.Bu yan etki en az 4 saatte sonlanır ama 24 saatten sonra
saptanmaz.166
Bizim çalışmamızda da indüksiyonda tek doz etomidat uygulanmasıyla kortizol
seviyelerinde değişiklik olmaksızın cerrahi insizyon sonrası ACTH seviyelerinde anlamlı artış
saptanmış ve bu bulgular propofol tek doz uygulanımına göre anlamlı olarak farklı
bulunmuştur. Ancak peroperatif ve postoperatif ölçümler yapılmadığından etomidatın ACTH
seviyesi üzerine uzun dönem etkisi hakkında fikir verememektedir.
Fellow ve arkadaşları tarafından etomidatın tek bolus doz indüksiyonun standart
cerrahi strese endokrin cevap üzerine etkilerinin araştırılması amacıyla elektif inguinal herni
tamiri için indüksiyon ajanı olarak randomize olarak ayrılmş 5 hastaya etomidat, 5 hastaya da
tiyopenton uygulanmıştır. Etomidat alan grup, indüksiyondan sonraki 90 ve 120. dakikada
dolaşan kortizol düzeyinde anlamlı bir supresyon ve indüksiyondan sonraki 240 ve 360.
88
dakikalarda plazma ACTH düzeyinde elevasyon göstermiştir. Dolaşımdaki kortizol düzeyi
üzerine bolus doz etomidatın etkisi geçiciydi ve çalışma boyunca herhangi bir
kardiyovasküler instabilite saptanmamıştı. Etomidat grubunda indüksiyon sonrası 90. dakika
testosteron düzeylerinde de supresyon olması etomidatın 11-β-Hidroksilaz dışındaki
steroidogenezis basamaklarını da inhibe ettiğini düşündürmektedir.167
Bizim çalışmamızla karşılaştırıldığında her iki grupta kortizol seviyeleri açısından
anlamlı fark olmazken etomidat grubunda cerrahi insizyon sonrası dönemi ACTH da anlamlı
artış olması etomidatın tek doz uygulanımının kortizol düzeyini değiştirmeden, ACTH da artış
oluşturduğunu düşündürmekte, ancak bu artışın süresi hakkında fikir vermemektedir. Bunun
yanısıra propofolden farklı olarak etomidat indüksiyonuyla insülin seviyelerinde anlamlı bir
değişiklik saptanmamıştır.
Kayhan ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada168 laringoskopi ve trakeal entübasyona
hemodinamik cevaptan katekolamin, vazopressin, anjiotensinden hangisinin sorumlu olduğu
araştırılmış ve epinefrin, norepinefrin, vazopressin ve ACE ölçüm değerleri kan basıncı ve
kalp hızıyla birlikte aynı zamanlarda indüksiyondan önce(T1) ve sonra (T2), entübasyondan
2(T3) ve 5(T4) dakika sonra olmak üzere kaydedilmiştir. Vazopressin değerinin T2 ve T3 de
hafifçe yükseldikten sonra T4 de anlamı olarak azaldığı saptanmış. Bununla korele olarak da
kalp hızının anestezi indüksiyonundan sonra hafifçe arttığı ve entübasyondan sonra artmaya
devam ettiği, sonrasında da T4 de anlamlı azalmanın olduğu kaydedilmiştir. SAB
indüksiyondan sonra anlamlı olarak azalmış ve entübasyondan sonra hafifçe artmış ve T4 de
basal değerlere dönmüştür. DAB entübasyondan sonra hafifçe artmış ve T4 de anlamlı olarak
azalmıştır.Bütün bu bulgular hemodinamik değişikliklerin vazopressin değerleriyle ilişkili
olduğunu düşündürmektedir.
89
Bizim çalışmamızda da etomidat grubunda kortizol değerleri istatistiksel anlamlılık
olmaksızın indüksiyon öncesi ve cerrahi insizyon sonrası hafifçe azalmıştı(Tablo 21). ACTH
değerleri de entübasyondan 5 dakika sonrası hafifçe artmış, cerrahi insizyondan 5 dakika
sonrası anlamlı olarak (p<0,005) artmıştı(Tablo 20).Bu bulgular etomidat grubunda cerrahi
insizyondan 5 dakika sonrası döneminde oluşan anlamlı (p<0,005) SAB düşmesiyle ilişkili
olabilir.
Schwarzkopf ve arkadaşları tarafından anestezi öncesi etomidat ya da midazolam
uygulanmasının etomidata bağlı myoklonusu önlemedeki etkilerinin karşılaştırılması
amacıyla oral midazolamla premedike edilmiş 60 hasta 20 şer kişilik 3 gruba ayrılmış ve 0,3
mg/kg etomidat indüksiyonundan 90 saniye önce birinci gruba 0,05mg/kg i.v. etomidat, ikinci
gruba 0,015 mg/kg
i.v. midazolam , üçüncü gruba da
(plasebo) i.v. normal salin
verilmiştir.Hipnozun ortaya çıkışından 1 dakika sonra anestezi indüksiyonu sufentanil ve
roküronyum ile tamamlanmıştır. Myoklonik hareketler indüksiyon öncesi midazolam ya da
etomidat uygulama döneminden anestezinin bitimine kadar gözlenmiş ve 0 dan 3 e kadar bir
skalada kaydedilmiştir. Etomidatla anestezi indüksiyonu öncesi 0,015mg/kg midazolam
uygulanmış olan hastalarda miyoklonusun diğer gruplara göre anlamlı olarak (20 hastada 4
hasta) az olduğu görülmüştür.169
Bizim çalışmamızda da tüm hastalara anestezi indüksiyonundan 3-5 dakika önce 11,5mg midazolam ve 1μg/kg fentanil i.v. uygulanmış ve etomidatla 20 saniye içinde yavaş
indüksiyon uygulanan 20 hastanın hiçbirinde myoklonus görülmemiştir. Bu bulgular
midazolamla birlikte fentanil premedikasyonu ve etomidatın 20 saniye içinde yavaş
injeksiyonunun myoklonusu önlediğini düşündürmektedir.
90
SONUÇ
Sonuç olarak, diastolik disfonksiyonun CAN’ı olan diabetik hastalarda sık görüldüğü
ve etomidatın da diastolik kan basıncı ve insülin düzeyleri üzerine olan etkilerinin propofole
göre daha az olduğu görüldü. Baroreseptör refleks üzerine etkilerinin olmaması nedeniyle
diabetik hastalarda daha avantajlı bulundu. Kısa dönemde kortizol düzeylerine etki
etmeksizin, ACTH düzeylerinde hafif artış meydana getirmesi nedeniyle CAN’ı olan diabetik
hastalarda kullanımının bir engel teşkil etmediği düşünüldü. Ayrıca etomidat indüksiyonu
sırasında sık görülen bir yan etki olan myoklonusun 20 saniye içinde yavaş enjeksiyonu ve
midazolam ve fentanilin birlikte premedikasyonuyla önlenebilir olduğu gözlendi.
Tüm bu bulguların ışığı altında tip 2 diabetik hastalarda, etomidatın güvenle
kullanılabileceği ve tercih edilebilecek bir indüksiyon ajanı olduğu kanısına varıldı.
91
ÖZET
Diabetes mellitus hala dünyada en sık rastlanılan endokrin bozukluktur. Türkiyede 2.6
milyon diabet hastasının olduğu ve 0.8 milyonunun hastalığından haberdar olmadığı
hesaplanmıştır
1,2,3
.
Kardiyovasküler otonom nöropati (CAN) diabetin yaygın ve ciddi
komplikasyonlarından birisidir ve tip 2 diabetiklerin yaklaşık %22’sinde görülür.
Etomidat ve propofol, anestezi indüksiyonunda kullanılan hızlı etkili sedatif ajanlardır.
Etomidat uygulanması hemodinamide minimal değişikliklere sebep olurken, propofolle
indüksiyon kan basıncında düşüşe yol açar. Propofolle olaşan hipotansiyon, sempatik sinir
sisteminin inhibisyonu ve barorefleks düzenleyici mekanizmaların bozulması yoluyla
olmaktadır. Buna karşın etomidat sempatik outflow ve otonomik reflekslerin her ikisinin
birden korunmasıyla hemodinamik stabilitenin sürdürülmesini sağlar 10.
Çalışmamızın amacı, tip 2 diabetik hastalarda anestezi indüksiyonunda propofol ve
etomidatın hemodinamik ve endokrin etkilerini, ayrıca kardiak otonom nöropatisi olan
hastalarla olmayan hastaların anestezi indüksiyonu sırasındaki hemodinamik değişikliklerini
karşılaştırmaktı.
Çalışmaya, oral antidiabetiklerle kontrol altında olan tip 2 diabetes mellitus tanısı
almış, ASA II-III grubu, 35 yaş üzerinde 17’si erkek 40 hasta dahil edildi.
Operasyondan 1 gün önce hastaların aldıkları oral antidiabetikleri kesildi. Operasyon
sabahı hastadan, açlık kan şekeri, ACTH, kortizol, insülin düzeyleri ve arteriyel kan gazı
ölçümü için kan örnekleri alındı.
Hastalar 2 gruba ayrılarak, tüm hastalara fentanil 1 μg/kg ve 1 mg/kg lidokain HCl
i.v. verildikten sonra, Grup I’e anestezi indüksiyonunda 0,3 mg/kg etomidat, Grup II’ye 2-2,5
mg/kg propofol 20 saniye içinde verilerek, takiben 0,6 mg/kg rokuronyum ile kas gevşemesi
92
sağlandı. %100 O2 ile maske ventilasyonu uygulanarak 2. dakikada hastalara endotrakeal
entübasyon uygulandı ve anestezi idamesi %2 sevofluranla birlikte %50 N2O-O2 ile sağlandı.
Kas gevşemesinin idamesinde ise 0,06 mg/kg roküronyum kas gevşemesi gerektiğinde
kullanıldı.
Operasyondan önceki gün 3’lü otonom nöropati testleri uygulanarak otonom
nöropatinin varlığı değerlendirildi.
(SAB, DAB, OAB, KAH) indüksiyon öncesi (kontrol), indüksiyondan hemen sonra,
entübasyondan önce, entübasyondan hemen sonra, entübasyondan 2 dakika sonra,
entübasyondan 5 dakika sonra ve cerrahi insizyondan 5 dakika sonra olacak şekilde ölçülerek
kaydedilmiştir.
ACTH, kortizol, insülin düzeylerinin ölçümü için kan örnekleri operasyondan önce
(kontrol), entübasyondan 5 dakika sonra ve cerrahi insizyondan 5 dakika sonra olacak şekilde
bir yardımcı tarafından alındıktan sonra örnekler soğuk muhafaza içinde labaratuara
gönderilmiştir.
Elde edilen veriler, SPSS 10.0 hazır istatistik programına girilerek değerlendirilmiştir.
Verilerin değerlendirilmesinde, grupların demografik verilerinin karşılaştırılmasında ki-kare,
hemodinamik parametreler, hormon düzeyleri gruplar arasında Mann-Whitney U , grup içinde
ise Kruskal-Wallis testleri ile değerlendirilmiş, p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir.
Etomidat ve propofol grubunda indüksiyondan hemen sonra ve entübasyon öncesi
dönemi SAB başlangıca göre anlamlı olarak düşmüştü ve bu düşüş propofol grubunda daha
belirgindi.Etomidat grubunun entübasyon öncesi SAB değerleri propofol grubuna göre
anlamlı derecede daha yüksekti(p<0,001).
93
Tüm zamanlara bakıldığında anlamlı fark olmaksızın etomidat grubunda SAB
değerleri hafifçe daha yüksekti (Şekil 3).
Etomidat grubunda başlangıçtaki kontrol değerine göre karşılaştırıldığında hiçbir
dönemde DAB da anlamlı bir değişme olmazken (p>0,05) propofol grubunda entübasyon
öncesi dönemi DAB değerleri başlangıca göre anlamlı olarak azalmıştı (p<0,05 ve p<0,01)
(Tablo 14).
Etomidat grubunun entübasyon öncesi dönemi OAB, propofol grubuna göre anlamlı
derecede yüksekti (p<0,05).
Etomidat grubunda başlangıçtaki kontrol değerine göre entübasyondan hemen sonra
dönemi KAH anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Propofol grubunda ise başlangıç değerine
göre anlamlı bir fark saptanmamıştı (Tablo 18).
ACTH etomidat grubunda cerrahi insizyondan 5 dakika sonra döneminde, indüksiyon
öncesi dönemine göre anlamlı olarak artmıştı (p<0,05) (Tablo 20) (Grafik 1).
Etomidat grubunda insülin değeri başlangıca göre anlamlı olarak değişmezken, propofol
grubunda sadece cerrahi insizyondan 5 dakika sonra dönemi insülin değerleri indüksiyon
öncesi ve entübasyondan 5 dakika sonrası dönemlerine göre anlamlı olarak (p<0,005)
azalmıştı (Tablo 24,Grafik 3).
Sonuç olarak, diastolik disfonksiyonun CAN’ı olan diabetik hastalarda sık görüldüğü
ve etomidatın da diastolik kan basıncı ve insülin düzeyleri üzerine olan etkilerinin propofole
göre daha az olduğu görüldü. Baroreseptör refleks üzerine etkilerinin olmaması nedeniyle
diabetik hastalarda daha avantajlı bulundu. Kısa dönemde kortizol düzeylerine etki
etmeksizin, ACTH düzeylerinde hafif artış meydana getirmesi nedeniyle CAN’ı olan diabetik
hastalarda kullanımının bir engel teşkil etmediği düşünüldü. Ayrıca etomidat indüksiyonu
94
sırasında sık görülen bir yan etki olan myoklonusun 20 saniye içinde yavaş enjeksiyonu ve
midazolam ve fentanilin birlikte premedikasyonuyla önlenebilir olduğu gözlendi.
Tüm bu bulguların ışığı altında tip 2 diabetik hastalarda, etomidatın güvenle
kullanılabileceği ve tercih edilebilecek bir indüksiyon ajanı olduğu kanısına varıldı.
95
KISALTMALAR
CAN
:Kardiyak Otonom Nöropati
QTc
:
MAP
:Ortalama Arter Basıncı
CMRO2
:
ICP
:İntrakranial Basınç
SVT
:Supraventriküler Taşikardi
HT
:Hipertansiyon
SAB
:Sistolik Arter Basıncı
DAB
:Diastolik Arter Basıncı
OAB
:Ortalama Arter Basıncı
KAH
:Kalp Atım Hızı
İ.H.S.
:İndüksiyondan Hemen Sonra
Ent. Ö.
:Entübasyondan Önce
Ent.H.S
:Entübasyondan Hemen Sonra
Ent. 2 dk.
:Entübasyondan 2 Dakika Sonra
Ent.5 dk
:Entübasyondan 5 Dakika Sonra
C.İ.S. 5dk
:Cerrahi İnsizyondan 5 Dakika Sonra
Düzeltilmiş QT intervali
Serebral Metabolik Oksijen Tüketimi
96
KAYNAKLAR
1. King H, Aubert RE, Herman WH: Global burden of diabetes, 1995–2025. Diabetes Care
1998; 21:1414–1431.
2. Satman I, Yilmaz T, Sengül A, at all. Population-based study of diabetes and risk
characteristics in Turkey: results of Turkish diabetes epidemiology study (TURDEP)
Diabetes Care 2002; Sep 25(9): 1551-6.
3. Connery LE, Coursin DB. Assesment and therapy of selected endocrine disorders.
Anesthesiol. Clin North America 2004; Mar;22(1): 93-123. Review.
4. Ziegler D, Gries FA, Muhlen H, Rathmann W, Spuler M, Lessmann F. Prevalence and
clinical correlates of cardiovascular autonomic and peripherial diabetic neuropathy in patients
attending diabetes center. The DiaCan Multicenter Study Group. Diabetes Metab
1993;19:143-151.
5. Maser RE, Mitchell BD, Vinik AI, Freeman R. The association between cardiovascular
autonomic neuropathy and mortality in individuals with diabetes: a meta-analysis. Diabetes
Care 2003; 26(6):1895-901.
6. Burgos LG, Ebert TJ, Assidao C, Turner LA, Pattison CZ, Wang-Cheng R, Kampine JP.
Increased intraoperative morbidity in diabetics with autonomic neuropathy. Anaesthesiology
1989; 70(4): 591-597.
7. Linstedt U, Jaeger H, Petry A. The neuropathy of the autonomic nervous system. An
additional anesthetic risk in diabetes mellitus. Anaesthetist 1993; 42(8):521-7. in German
8. Vohra A, Kumar S, Charlton AJ, Olukoga AO, Boulton AJM, McLeod D. Effect of
diabetes mellitus on the cardiovascular responses to induction of anaesthesia and tracheal
intubation. Br J Anaesth 1993; 71:258-261.
97
9. Robertshaw HJ, Mc Anulty GR, Hall GH. Strategies for managing the diabetic patients.
Best Prac Res Clin Anesthesiol 2004 Dec; 18(4):631-43.
10. Ebert TJ, Muzi M, Berens R, Goff D, Kampine JP. Sympatic responses to induction of
aesthesia in humans with propofol or etomidate. Anesthesiology 1992;76:725-733.
11. World Health organization, Department of noncommunicable Disease Surveillance:
Definition, diagnosis and classification of diabetes mellitus and its complications. Report of
WHO consultation, WHO Publ., Geneva 1999.
12. American Diabetes Association. Diagnosis and classificition of diabetes mellitus.
Diabetes Care;2004 Jan;27 Suppl: 1:S5-S10.
13. Expert Committee on the Diagnosis and Clasification of Diabetes Mellitus: Report of the
Expert Committee on the Diagnosis and Clasification of Diabetes Mellitus. Diabetes Care
1997;20:1183-1197.
14. National Diabetes Data Group. Classification and diagnosis of diabetes mellitus and other
categories of glucose intolerance. Diabetes 1979;28:1039-1057.
15. World Health organization. Diabetes mellitus: Report of a WHO study group. Geneva:
WHO, 1985 (Tec. Rep. Ser., no. 727).
16. WHO Expert Committee on diabetes mellitus. Second report. Geneva: WHO, 1980 (Tec.
Rep. Ser., no. 646)
17. Committee on the Diagnosis and Clasification of Diabetes Mellitus: Report of the Expert
Committee on the Diagnosis and Clasification of Diabetes Mellitus. Diabetes Care 2003;26
supp 1: S5-S20.
18. American Diabetes Association. Diagnosis and Clasification of Diabetes Mellitus.
Diabetes Care 2004;27 supp 1:S5-S10.
98
19. Satman İ: Diabetes mellitusun epidemiyolojisi. ‘’ Yenigün M (ed), Her yönüyle diabetes
mellitus, 2. baskı, İstanbul, Nobel Tıp Kitapevleri, 2001, s. 69-83’’ kitabında.
20. Vinik AI, Maser RE, Mitchell BD, Freeman R. Diabetic Autonomic Neuropathy.
Diabetes Care 2003; 26(5): 1553-79
21. Vinik AI, Erbas T. Recognizing and threating diabetic autonomic neuropathy. Cleveland
Clinic Journal of medicine 2001; 68(11): 928-944)
22. Coşar A. Diabet ve anestezi. Anestezi Dergisi 2003; 11(3):167-176
23. Anesthesia for patients with endocrine disease Chapter 36 ‘Morgan GE, Mikhail MS,
Murray MJ.’ Clinical Anesthesilogy , third edition (interntional edition), Lange Medical
Books/ Mc Graw-Hill, 2002, p. 736-751.
24. Kaye AD, Kucera IJ. Intravascular fluid and electrolyte physiology .Chapter 46. ‘’ Miller
RD (ed) Miller’s Anesthesia, sixth edition, Elsevier Churchill Livingstone, 2005, p. 17781780’’, in book.
25.Madsen H, Ditzel J:Changes in red blood cell oxygen transport in diabetic pregnancy. Am
J Obstet Gynecol 143:421, 1982.
26.Kitamura A, Hoshino T :Patients with diabetic neuropathy are at risk of a greater
intraoperatif reduction in core temparature.Anesthesiology. 92: 1311, 2000.
27.Tsueda K, Huang KC, Dumond SW, et al: Cardiac sympathetic tone in anaesthetized
diabetics.Can J Anaesth 38: 20, 1991.
28.Kannel W, McGee D:Diabetes and cardiovascular disease:The Framingham Study.JAMA
241:2035, 1979.
99
29.Haffner SM, Lehto S, Ronnemaa T, et al:Mortality from coronary heart disease in subjects
with type 2 diabetes and nondiabetic subjects with and without prior myocardial infarction.N
Engl. J Med. 339:229, 1998.
30.Schaade DS:Surgery and diabetes.Med Clin North Am.72: 1531, 1998.
31.Gavin LA:Management of diabetes mellitus during surgery.West J Med.151:525, 1989.
32.Reissel E, Orko R, Maunuksela E, et al: Predictability of difficult laryngoscopy in patients
with long- term diabetes mellitus.Anaesthesia 43: 1024, 1990.
33.Hogan K, Rusty D, Springman SR: Difficult laryngoscopy and diabetes mellitus.Anesth
Analg.67: 1162, 1998.
34.Davidson MB, Schriger DC, Peters AL, et al: A clinical approach for the diagnosis of
diabetes mellitus:An analysis using glycosilated hemoglobin levels.JAMA 276: 1246, 1996.
35.American Hospital Formulary Service: Miscellaneous antidiabetic agents.Bethesda, MD,
ashp,2000, 68.20.92 3032-41.
36.Glucophage R (metformin) product information.Princeton,NJ,Bristol-Myers-Squibb,
October 2000.
37.Watson BG, Pay DA, Williamson M, et al: Practical closed-loop insülin infusion.Life
Support Syst 3(Suppl 1):519, 1985.
38.Hirsch IB, Magill JB, Cryer PE, et al: Perioperatif management of surgical patients with
diabetes mellitus.Anesthesiology 74: 346, 1991.
39.Reves
JG,
Glass
PSA,
Lubarsky
DA,
McEvoy
MD.Intravenous
Nonopioid
Anesthetics.Chapter 10. ‘’ Miller RD (ed) Miller’s Anesthesia, sixth edition, Elsevier
Churchill Livingstone, 2005, p: 350-355‘’.
100
40.Godefroi EF, Janssen PA, Vandereycken CA, et al: DL-1-(1-arylalkyl)imidazol-5carboxylate esters: A novel type of hypnotic agents.J Med Chem. 8: 220-223, 1965.
41.Doenicke A: Etomidate, a new intravenous hypnotic.Acta Anaesthesiol Belg.25: 307-315,
1974.
42.Janssen P, Niemegeers J, Schellekens K: Etomidate, R-(+)-ethyl-1-(alpha-methylbenzyl)imidazole-5-carboxylate(R 16659): A potent, short- acting and relatively atoxic
intravenous hypnotic agent in rats.Arzneimittelforschung. 21: 1234-1243, 1971.
43.Fragen RJ, Shanks CA, Molteni A, Avram MJ: Effects of etomidate on hormonal
responses to surgical stres.Anesthesiology.61: 652-656, 1984.
44.Ledingham IM,Watt I: Influence of sedation on mortality in critically ill multiple trauma
patients.Lancet.1: 1270, 1983.
45.Wagner RL, White PF: Etomidate inhibits adrenocortical function in surgical
patients.Anesthesiology.61: 647-651, 1984.
46.Longnecker DE, Stres free: To be or not to be?Anesthesiology.61: 643-644, 1984.
47.Owen H, Spence AA: Etomidate.Br J Anaesth.56: 555-557, 1984.
48.Etomidate.Lancet.2: 24-25, 1983.
49.Corssen G, Reves C, Stanley T: Etomidate.In Corssen G,Reves J, Stanley T (eds):
İntravenous Anesthesia and Analgesia.Philadelphia,Lea & Febiger, 1988, p 285.
50.Nimmo W, Miller M:Pharmocology of etomidate.In Brown B (ed): New Pharmacologic
Vistas in Anesthesia.Philadelphia, FA Davis, 1983, p 83.
51.Doenicke A, Roizen MF, Nebauer AE, et al:A comparison of two formulations for
etomidate, 2-hydroxypropyl-beta-cyclodextrin (HPCD) and propylen glycol.Anesth Analg
79: 933-939,1994.
101
52.Hadzija BW, Lubarsky DA: Compatibility of etomidate, thiopental sodium and propofol
injections with drugs commonly administered during induction of anesthesia.Am J Health
Syst Pharm. 52: 997-999., 1995.
53.Fragen RJ. Caldwell N,:Comparison of a new formulation of etomidate with thiopentalside effects and awakening times.Anaesthesiology.50: 242-244, 1979.
54.Carli
F,
Stribley
GC,
Clark
MM:
Etomidate
infusion
in
thoracic
anaesthesia.Anaesthesia.38: 784-788,1983.
55.Natua J, Stanley TH, de Lang S, et al: Anaesthetic induction with alfentanil: Comparison
with thiopental, midazolam and etomidate.Can J Anaesth.30: 53-66, 1983.
56.Dundee J, Zacharias M: Etomidate. In Dundee J (ed): Current Topics in Anaesthesia,
Series1. London, Arnold, 1979, p 46.
57.Famewo CE, Odugbesan CO:Further experience with etomidate.Can Anaesth Soc J.25:
130-132, 1978.
58.Giese JL.Stockham RJ, Stanley TH, et al: Etomidate versus thiopental for induction of
anesthesia.Anesth Analg.64: 871-876, 1985.
59.Craig J, Cooper GM, Sear JW:Recovery from day case anaesthesia.Comparison between
methohexitone, Althesin and etomidate.Br J Anaesthesia.54: 447-451, 1982.
60.Wells JK: Comparison of
ICI 35868, etomidate and methohexitone for day-case
anaesthesia.Br J Anaesth.57: 732-735, 1985.
61.Zacharias M, Dundee JW, Clarke RS, Hegarty JE:Effect of preanaesthetic medication on
etomidate.Br J Anaesth.51: 127-133, 1979.
62.Linton DM, Thornington RE: Etomidate as a rectal induction agent.Part II: A clinical study
in children.S Afr Med J.64: 309-310, 1983.
102
63.Fragen RJ, Avram MJ, Henthorn TK, Caldwell NJ: A pharmacokinetically designed
etomidate infusion regimen for hypnosis.Anesthesia Analgesia. 62: 654-660, 1983.
64.Van Hamme MJ, Ghoneim MM, Ambre JJ: Pharmocokinetics of etomidate, a new
intravenous anesthetic.Anesthesiology.49: 274-277, 1978.
65.Meuldermans WE, Heykants JJ: The plasma protein binding and distribution of etomidate
in dog, rat and human blood.Arch Int Pharmacodyn Ther.221: 150-162, 1976.
66.Johnson KB, Egan TD, Layman J, et al: The influence of hemorrhagic shock on etomidate:
A pharmokinetic and pharmacodynamic analysis.Anesth Analg.96: 1360-1368, 2003.
67.Van Beem H, Manger FW, Van Boxtel C, Van Bentem N: Etomidate anaesthesia in
patients with cirrhosis of the liver:Pharmacokinetic data.Anaesthesia. 38 (suppl) :61-62,
1983.
68.Arden JR, Holley FO, Stanski DR: Increased sensitivity to etomidate in the elderly: Initial
distribution versus altered brain response.Anesthesiology.65: 19-27, 1986.
69.Doenicke A, Loffler B, Kugler J, et al: Plasma concentration and E.E.G.after various
regimens of etomidate.Br J Anaesth.54: 393-400, 1982.
70.Blednow YA, Jung S, Alva H, et al: Deletion of the alpha 1 or beta 2 subunit of GABAA
receptors reduces actions of alcohol and other drugs.J Pharmacol Exp Ther.304: 30-36,
2003.
71.Cold GE, Eskesen V, Eriksen H, et al: CBF and CMRO2 during continuous etomidate
infusion suplemented with N2O and fentanyl in patients with supratentorial cerebral tumour.A
dose-responce study.Acta Anaesthesiol Scand.29: 490-494, 1985.
103
72.Sano T, Patel PM, Drummond JC, Cole DJ: A comparison of the cerebral protective
effects of etomidate, thiopental and isoflurane in a model of forebrain ischemia in the
rat.Anesth Analg.76:990-997, 1993.
73.Drummond JC, Cole DJ, Patel PM, Reynolds LW: Focal cerebral ischmia during
anesthesia with etomidate , isoflurane or thiopental: A comparison of the extent of cerebral
injury.Neurosurgery.37: 742-748, discussion 748-749, 1995.
74.Guo J, White JA, Batjer HH,: Limited protective effects of etomidate during brainstem
ischemia in dogs.J Neurosurg.82: 278-283,1995.
75.Thomson MF, Brock-Utne JG,Bean P, et al: Anesthesia and intraocular pressure: A
comparative of total intravenous anesthesia using etomidate with conventional inhalation
anaesthesia.Anaesthesia.37: 758-761, 1982.
76.Gohoneim MM, Yamada T: Etomidate: A clinical and electroencephalographic
comparison with thiopental.Anesth Analg.56: 479-485, 1977.
77.Ebrahim ZY, DeBoer GE, Luders H, et al: Effect of etomidate on the
electroencephalogram of patients with epilepsy.Anesth Analg.65: 1004-1006, 1986.
78.Thornton C, Heneghan CP, Navaratnarajah M, et al: Effect of etomidate on the auditory
evoked response in man.Br J Anaesth.57: 554-561, 1985.
79.Kalkman CJ, Drummond JC, Ribberink AA, et al: Effects of propofol, etomidate,
midazolam, and fentanyl on motor evoked responses to transcranial electrical or magnetic
stimulation in humans.Anesthesiology.76: 502-509, 1992.
80.Guldager H, Sondergaard J, Jensen FM, Cold G: Basophil histamine release in asthma
patients after invitro provocation with Althesin and etomidate.Acta Anesthesiol Scand.29:
352-353, 1985.
104
81.Morgan M, Lumley J, Whitwam JG: Respiratory effects of etomidate.Br J Anaesth.49:
233-236, 1977.
82.Ouedraogo N, Marthan R, Roux E: The effects of propofol and propofol an airway
contractility in chronically hypoxic rats.Anesth Analg.96: 1035-1041, 2003.
83.Ogawa K, Tanaka S, Murray PA: Inhibitory effects of etomidate and ketamine on
endothelium-dependent relaxation in canine pulmonary artery.Anesthesiology.94: 668-667,
2001.
84.Lindeburg T, Spotoft H, Bredgaard Sorensen M, Skovsted P: Cardipvascular effects of
etomidate used for induction and in combination with fentanyl-pancuronium for maintenance
of anaesthesia in patients with valvular heart disease.Acta Anaesthesiol Scand.26: 205-208,
1982.
85.Sprung J, Ogletree-Hughes ML, Moravec CS: The effects of etomidate on the contractility
of failing and nonfailing human heart muscle.Anesth Analg.91:68-75, 2000.
86.Larsen R, Rathgeber J, Bagdahn A, et al: Effects of propofol on cardiovascular dynamics
and coronary blood flow in geriatric patients.A comparison with etomidate.Anaesthesia.43
(Suppl): 25-31, 1988.
87.Lischke V, Wilke HJ, Probst S, et al: Prolongation of the QT- interval during induction of
anesthesia in patients with coronary artery disease.Acta Anaesthesiol Scand.38: 144-148,
1994.
88.De Bruijn NP, Hlatky MA, Jacobs JR, et al: General anaesthesia during percutaneous
transluminary coronary angioplasty for acute myocardial infarction: Results of a randomized
controlled clinical trial.Anesth Analg.68: 201-207, 1989.
105
89.Gries A, Weis S, Herr A, et al: Etomidate and thiopental inhibit platelet function in
patients undergoing infrainguinal vascular surgery.Acta Anaesthesiol Scand.45: 449-457,
2001.
90.Ledingham I, Finlay W, Watt I: Etomidate and adrenocortical function (letter).Lancet.2:
1434, 1983.
91.Lamberts SW, Bons EG, Bruining HA, De Jong FH:Differential effects of the imidazole
derivatives etomidate, ketoconazole and miconazole and of metyrapone on the secretion of
cortisol and its precursors by human adrenocortical cells.J Pharmacol Exp Ther.240: 259264, 1987.
92. Boidin MP: Steroid response to ACTH and to ascorbinic asid during infusion of etomidate
for general surgery.Acta Anaesthesiol Belg.36: 15-22,1985.
93.Duthie DJ, Fraser R, Nimmo WS: Effect of induction of anaesthesia with etomidate on
corticosteroid synthesis in man.Br J Anaesth.57: 156-159, 1985.
94.Crozier TA, Beck D, Schlaeger M, et al: Endocrinological changes following etomidate,
midazolam or methohexital for minor surgery.Anesthesiology.66: 628-635, 1987.
95.Crozier TA, Schlaeger M, Wuttke W, Kettler D: TIVA with etomidate-fentanyl versus
midazolam-fentanyl.The perioperative stres of coronary surgery overcomes the inhibition of
cortisol synthesis caused by etomidate-fentanyl anaesthesia (in German).Anaesthesist.43:
605-613, 1994.
96.St Pierre M, Dunkel M, Rutherford A, Hering W: Does etomidate increase postoperative
nause? A double-blind controlled comparison of etomidate in lipid emulsion with propofol for
balanced anaesthesia.Eur J Anaesthesiol.17: 634-641, 2000.
106
97.Korttila K, Aromaa U: Venous complications after intravenous injection of
diazepam,flunitrazepam, thiopentone, and etomidate.Acta Anaesthesiol Scand.24: 227-230,
1980.
98.Galloway
PA,
Nicoll
JM,
Leiman
BC:
Pain
reduction
with
etomidate
injection.Anaesthesia.37: 352-353, 1982.
99. Doenicke AW, Roizen MF, Hoernecke R, et al: Solvent for etomidate may cause pain and
adverse effects.Br J Anaesth.83: 464-466, 1999
100.Olkkola KT, Tammisto T,: Quantitation of the interaction of rocuronium bromide with
etomidate, fentanyl, midazolam, propofol, thiopental and isoflurane using closed-loop
feedback control of infusion of rocuronium.Eur J Anaesthesiol Suppl.9: 99-100, 1994.
101.Famewo CE: Induction of anaesthesia with etomidate in a patient with acute intermittent
porphyria.Can Anaesth Soc J.32: 171-173, 1985.
102.Van de Wiele B, Rubinstein E,Peacock W, Martin N: Propylene glycol toxicity caused by
prolonged infusion of etomidate.J Neurosurg Anesthesiol.7: 259-262, 1995.
103.Batjer HH, Frankfurt AI, Purdy PD, et al: Use of etomidate, temporary arterial occlusion
and intraoperative angiography in surgical treatment of large and giant cerebral aneurysms.J
Neurosurg.68: 234-240, 1988.
104.Lees NW, Glasser J, McGroarty FJ, Miller BM: Etomidate and fentanyl for maintenance
of anaesthesia.Br J Anaesth.53: 959-961, 1981.
105. Avramov MN, Husain MM, White PF: The comparative effects of methohexital,
propofol and etomidate for electroconvulsive therapy.Anesth Analg.81: 596-602, 1995.
107
106. Reves JG, Glass PSA, Lubarsky DA, McEvoy MD.Intravenous Nonopioid
Anesthetics.Chapter 10. ‘’ Miller RD (ed) Miller’s Anesthesia, sixth edition, Elsevier
Churchill Livingstone, 2005, p: 318-326.
107.Fragen R: Diprivan (propofol): A historical perspective.Semin Anaesthesiol.7: 1, 1988.
108.Kay B, Rolly G: I.C.I. 35868 a new intravenous induction agent.Acta Anaesthesiol
Belg.28: 303-316, 1977.
109.Briggs LP, Clarke RS, Watkins J: An advers reaction to the administration of
disopropofol(Diprivan).Anaesthesia.37: 1099-1101, 1982.
110.James R, Glen JB,: Synthesis, biological eveluation and preliminary structure activity
considerations of a series of alkylphenols as intravenous anesthetic agents.J Med Chem.23:
13501357, 1980.
111.Simons P, Cockshott I, Dougles E: Blood concentrations, metabolism and elimination
after a subanesthetic intravenous dose of (14) C-propofol (Diprivan) to male volunteers
(abstract). Postgrad Med J.61: 64, 1985.
112.Adam HK, Briggs LP, Bahar M, et al: Pharmacokinetic evaluation of ICI 35868 in man.
Single induction doses with different rates of injection.Br J Anaesth.55: 97-103, 1983.
113.Kazma T, Ikeda T, Morita K, et al: Comparison of the effectside k(Eo)s propofol for
blood pressure and EEG bispectral index in elderly and younger patients.Anesthesiology.90:
1517-1527, 1999.
114.Servin F, Desmonts JM, Farinotti R, et al: Pharmacokinetics of the continuous infusion of
the propofol in the cirrhotic patient.Preliminary results (in French).Ann Fr Anesth Reanim.6:
228-289, 1987.
108
115.Canevero S, Bonicalzi V, Pagni CA, et al: Propofol analgesia in central pain: Preliminary
clinical observation.J Neural.242: 561-567, 1995.
116.Cechetto DF, Diab T, Gibson CJ, Gelb AW: The effects of propofol in the area postrema
of rats.Anesth Analg.92: 934-942, 2001.
117.Major E, Verniquet AJ, Waddel TK, et al: Astudy of three doses of ici 35868 for
induction and maintenance of anaesthesia.Br J Anaesth.53: 267-272, 1981.
118.Nelson V: Hallucinations after propofol.Anaesthesia.43: 170, 1988.
119.Cameron A: Opisthotonos again.Anaesthesia.42: 1124, 1987.
120.Yate PM, Maynard DE, Major E, et al: Anaesthesia with ICI 35,868 monitored by the
cerebral function analysing monitor(CFAM).Eur J Anaesthol.3: 159-166, 1986.
121.Maurette P, Simeon F, Castagnera L, et al: Propofol anaesthesia alters somatosensory
evoked cortical potentials.Anaesthesia.43 (Suppl): 44-45, 1988.
122.Savoia G, Esposito C, Belfiore F, et al: Propofol infusion and audotory evoked
potentials.Anaesthesia.43 (Suppl): 46-49, 1988.
123.Glen JB, Hunter SC, Blackburn TP, Wood P: Interaction studies and other investigations
of the pharmacology of propofol (‘Diprivan’).Postgrad Med J. 61(Suppl 3): 7-14, 1985.
124.Al-Hader A, Hasan M, Hasan Z: The comparative effects of propofol , thiopental and
diazepam, administered intravenously on pentylenetetrazol seizure threshold in the rabbit.Life
Sci.51: 779-786, 1992.
125.Deer TR, Rich GF: Propofol tolerance in a pediatric patients.Anesthesiology.77: 828829, 1992.
109
126.Stephan E, Sonntag H, Schenk HD, Kohlhausen S: Effect of Disoprivan (propofol) on
the circulation and oxygen consumption of the brain and CO2 reactivity of brain vessels in the
human (in German).Anaesthesist.36: 60-65, 1987.
127.Ravussin P, Guinard JP, Ralley F, Thorin D: Effect of propofol on cerebrospinal fluid
pressure and cerebral perfusion pressure in patients undergoing craniotomy.Anaesthesia.43
(Suppl): 37-41, 1988.
128.Kochs E, Hoffman WE, Werner C, et al: The effects of propofol on brain electrical
activity, neurologic outcome and neuronal damage following incomplete ischemia in
rats.Anesthesiology.76: 245-252, 1992.
129.Lanigan C, Sury M, Bingham R, et al: Neurological sequelae in children after prolonged
propofol infusion.Anaesthesia.47: 810-811, 1992.
130.Smith C, McEwan A, Jhaveri R: Reduction of propofol Cp50 by fentanyl
.Anesthesiology.81: 820-828, 1994.
131.Shafer A, Doze VA, Shafer SL, White PF: Pharmacokinetics and pharmacodynamics of
propofol infusions during general anesthesia.Anesthesiology.69: 248-356, 1988.
132.Taylor MB, Grounds RM, Mulrooney PD, Morgan M: Ventilatory effects of propofol
uring induction of anaesthesia.Comparison with thiopentone.Anaesthesia.41: 816-820, 1986.
133.Goodman NW, Black AM, Carter JA: Some ventilatory effects of propofol as sole
anaesthetic agent.Br J Anaesth.59: 1497-1503, 1987.
134. Al-Khudhairi D, Gordon G, Morgan M, Whitwam JG: Acute cardiovascular changes
following
disoprofol.Effects
in
heavily
sedated
patients
with
coronary
artery
diseaes.Anaesthesia.37: 1007-1010, 1982.
110
135.Brown RH, Greenberg RS, Wagner EM: Efficacy of propofol to prevent
bronchoconstriction: Effects of preservative.Anesthesiology.94: 851-855, discussion 6A,
2001.
136. Basu S, Mutschler DK, Larsson AO, et al: Propofol (Diprivan-EDTA) counteracts injury
and
deterioration
of
the
arterial
oxygen
tension
during
experimental
septic
shock.Resuscitation50: 341-348, 2001.
137.Van Aken H, Meinshausen E, Prien T, et al: The influence of fentanyl and tracheal
intubation on the hemodynamic effects of anesthesia induction with propofol/N 2O in humans.
Anesthesiology.68: 157-163, 1988.
138.Wu M,: Propofol and the supraventricular tachydysrhythmias in children.Anesth
Analg.86: 914, 1998.
139.Coates DP, Monk CR, Prys-Roberts C, Turtle M: Hemodynamic effects of infusion of
the emulsion formulation of propofol durin nitrous oxide anesthesia in humans.Anesth
Analg.66: 64-70, 1987.
140.Ko SH, Yu CW, Lee SK, et al: Propofol attenuates ischemia-reperfusion injury in the
isolated rat heart.Anesth Analg.85: 719-724, 1997.
141.De Grood P, Van Egmond J, Vande Wetering M: Lack of effects of emulsified propofol
(Diprivan) on vecuronium pharmacodynamics: Preliminary results in man.Postgrad Med
J.61: 28, 1985.
142.Doenicke A, Lorenz W, Stanworth D, et al: Effects of propofol (‘Diprivan’) on histamine
release, immunoglobulin levels and activation of complement in healthy volunteers.Postgrad
Med J.61(Suppl 3): 15-20, 1985.
111
143.Gan TJ, Ginsberg B, Grant AP, Glass PS: Double-Blind, randomized comparison of
ondansetron
and
intraoperative
propofol
to
prevent
postoperative
nausea
and
vomiting.Anesthesiology.85: 1036-1042, 1996.
144.Appadu BL, Strange PG, Lambert DG: Does propofol interact with D2 dopamine
receptors? Anesth Analg.79: 1191-1192, 1994.
145.Krumholz W, Endrass J, Hempelmann G: Propofol inhibits phagocytosis and killing of
Staphylococus aureus and Escherichia coli by polymorphonuclear leukocytes in vitro.Can J
Anaesth.41: 446-449, 1994.
146. Mammoto T, Mukai M, Mammoto A, et al: Intravenous anesthetic, propofol inhibits
invasion of cancer cells.Cancer Lett.184: 165-170, 2002.
147.Heath PJ, Kennedy DJ, Ogg TW, et al: Which intravenous induction agent for day
surgery?
A
comparison
of
propofol,
thiopentone,
methohexitone
and
etomidate.Anaesthesia.43: 365-368, 1988.
148.Mackanzie N, Grant IS: Propofol (‘Diprivan’) for continuous intravenous anesthesia. A
comparison with methohexiton.Postgrad Med J.61(Suppl 3): 70-75, 1985.
149.Taylor IN, Kenny GN, Glen JB: Pharmacodynamic stability of a mixture of propofol and
alfentanil.Br J Anaesth.69: 168-171, 1992.
150.Tackley R, Lewis G, Prys-Roberts C: Open loop control of propofol infusions
(abstract).Br J Anaesth.59: 935, 1987.
151.Doze VA, Schafer A, White PF: Propofol-nitrous oxide versus thiopental-isofluranenitrous oxide for general anesthesia.Anesthesiology.69: 63-71, 1988.
152.Russel GN, Wright EL, Fox MA, et al: Propofol-fentanyl anaesthesia for coronary arter
surgery and cardiopulmonary bypass.Anaesthesia.44: 205-208, 1989
112
153.Fanard L, Van Steenberge A, Demeire X, van der Puyl F. Comparison between propofol
and midazolam as sedative agents for surgery under regional anaesthesia. Anaesthesia.
43(Suppl): 87-89, 1988.
154.Knütgen D,Trojan S,Weber M, Wolf M, Wappler F.Preoperatif measurement of heart
rate variability in diabetics :A method to estimate blood perssure stabilitity during anaesthesia
induction.Der Anaesthesist 2005 Mai .Band 54,Number 5.
155.Keyl C, Lemberger P, Palitzsch KD, Hochmuth K, Liebold A, Hobhhahn J.AnesthesiAnalgesia 1999 May; 88(5) :985-91
156.Linstedt U, Jaeger H, Petry A.Anaesthesist.1993 Aug;42(8):521-7
157.Kırvela M., Scheinin M., Lindgren L.British Journal of Anaesthesia.1995 ; 74: 60-65.
158.Vohra A, Kumar S, Charlton AJ, Olukoga AO, Boulton AJ, McLeod D.British Journal
of Anaesthesia.1993 Aug; 71(2):258-61.
159.Knuttgen D, Weidemann D, Doehn M.Klin Wochenschr.1990 Dec. 4; 68(23): 1168-72.
160.Çelen Y.Z., Önderışık İ., Okan V, Özbay E, Zincirkeser S.Van Tıp Dergisi.1999 ; 6(4):
20-24.
161.Adams HA, Schmitz CS, Baltes-Gotz B.Anaesthesist.1995 Jul; 44(7) :508
162.Adams HA, Vonderheit G, Schmitz CS, Hecker H.Anasthesiol Intensivmed Notfallmed
Schmerzther.2000 May ;35(5): 293-9
163.Adams HA, Hermsen M, Kirchhoff K, Bornscheuer A, Hecker H.Anasthesiol
Intensivmed Notfallmed Schmerzther.2002 Jun; 37(6): 333-40.
164.Lopatka CW, Muzi M, Ebert TJ.Can J Anaesth.1999 Apr; 46(4): 342-7.
165.Dönmez A, Kaya H, Haberal A, Kutsal A, Arslan G.J Cardiothorac Vasc Anesth.1998
Apr; 12(2): 182-5
113
166.Borner U, Gips H, Boldt J, Hoge R, VonBormann B, Hempelmann G.Dtsch Med
Wochenschr.1995 May10;110(19): 750-2.
167.Fellow
IW,
Yeoman
PM,
Selby
C,
Byrne
AJ.European
Journal
of
Anaesthesiology.1985 Sep; 2(3): 285-90.
168.Kayhan Z, Aldemir D, Mutlu H, Öğüş E.European Journal of Anaesthesiology.2005;
22: 780-785.
169.Schwarzkopf KR, Hueter L, Simon M, Fritz HG.Anaesth Intensive Care. Feb; 31(1): 1820, 2003.
114
Download