mecit hun - IĞDIR SEVDASI KİTABI

advertisement
Iğdır Sevdası
MECİT HUN
IĞDIR TARİHİ VE HÂTIRATIM
ÖZGEÇMİŞ
Mecit Hun 1925 yılının Mayıs
ayında Ağrı Dağı’nda - Guhıra-EvdiAğa yaylası- dünyaya geldi. Babası,
Gêloli aşireti lideri Ahmed Şemo;
annesi Ali Mirze Bey’in kızı Fatma
Hanım’dır. Üvey annesi Zeyno (Zeynep) Hanım’dan dünyaya gelen tek
kız çocuğuyla birlikte sekiz çocuklu
bir aileye mensuptu. Kardeşleri yaş
sırasına göre Susan, Gurci, Hamit,
Cemile, Mecit, Seyran, Gulizar ve Almas’tır. (Zeyno Hanımın babası Derbaz Ağa, Van eski Milletvekili Kinyas
Kartal’la öz amca çocuğudur)
Adetli köyü, Ağrı Dağı İsyanı
nedeniyle yasak bölge içine alınınca,
Ahmed Şemo Baharlı Mahallesine
yerleşir (1930).
Mecit Hun 1932 yılında 12
Kasım İlkokuluna başlar. İlkokulu pekiyi dereceyle bitirir. 1940 yılında da
Iğdır Ortaokulundan pekiyi dereceyle –Haziran döneminin tek mezunudurbirinci olur. Erzurum Lisesinde de aynı başarıyı devam ettirir, 1943 yılında
pekiyi dereceyle liseden mezun olur. Gönlünde Hukuk Fakültesinde okumak
vardır.
1943 yılı sonbaharında Iğdır ortaokulunda Matematik ve Fizik hocası
-yardımcı öğretmen- olarak görev yapar. 1944 yılının ilkbaharında babası
vefat edince, “Kone rêş” yani aşiret sorumluluğu zamansız şekilde üzerinde
kalır, Fakülteye gitmekten vazgeçer.
28 Şubat 1945 – 30 Ekim 1948 tarihleri arasında askerliğini Asteğmen
olarak İzmit Gebze ve Polatlı’da Topçu sınıfında tamamlar. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Çankırı’daki askeri birliği ziyareti sırasında oradaki
komutan arkadaşlarına, “Matematiği iyi bir subayınız var mı? Bizim çocukların (Rahmetli Ömer ve Erdal İnönü kardeşlerin) iyi bir matematik hocasına
1
Mecit Hun
ihtiyacı var” şeklinde bir istekte bulunması üzerine Mecit Hun zamanın çoğunu
Pembe Köşk’te iki kardeşe matematik
dersi vererek geçirir. İsmet İnönü’nün
kızı Özden Toker Hanım o günlere ait
anılarında şöyle der: “Daha sonra isminin
Mecit Hun olduğunu öğrendiğim esmer
uzun boylu bir genç düzenli olarak Pembe Köşk’teki evimize gelerek her iki ağabeyime matematik dersi veriyordu. Bir
gün annem bu genç adama, “Çocukların
durumu nasıl diye?” sordu. Mecit Hun
ciddi bir ses tonuyla, “Erdal’ın durumu
fena değil ama Ömer’in kafası almıyor”
şeklinde bir değerlendirme yaptı”
1946 yılı sonbaharında Mecit
Hun tekrar yedek öğretmen olarak Iğdır
Ortaokuluna geri döner. Matematik ve
Fizik hocalığını 1948 sonbaharına kadar
aralıksız devam ettirir. Aynı yıl Zirai Donatımda Satış Müdürü olarak görev ya- Ali Mirze Bey Kızı Fatma Hun
par; orada bilahare birlikte gazete çıkaracağı müdür Cezmi Öztekin’le tanışır.
1949 yılı ilkbaharında Bitlisli Mehmet Kakioğlu’nun üçüncü kızı Naciye Hanımla nişanlanır; aynı yılın Eylül ayında da evlenir.
1950 yılında Zirai Donatımdan ayrılır. Nurettin Kirman’la beraber
“kontrolör” olarak Pamuk Tarım Satış Kooperatifinde görev yapar. Gazetecilik mesleğine ilgi duyar, Ekim 1952’de DİL gazetesini teksirde yayımlar. Eş
zamanlı olarak mizah gazetesi FIRILDAK’ı da çıkarır. 16 Şubat 1953 tarihinde Cezmi Öztekin’le beraber, pedalda ŞARKIN DİLİ gazetesini; 30 Temmuz
1954 tarihinde de PAMUKOVA gazetesini yayın hayatına sokar.
Mecit Hun’un siyasi çizgisi uzun zaman bağımsız çizgide devam eder.
Ekim 1952- Ocak 1954 tarihleri arasında Millet Partisi Iğdır İlçe Başkanıdır.
Bu parti kapatılınca, 25 Ekim 1954 tarihinde DP’ne girer fakat aktif üyeliği
ancak Aralık 1954 tarihine kadar sürer. Parti yönetimiyle anlaşmazlığa düşüp
ayrılır, “Bağımsız Demokratlar” çizgisinde siyasi mücadelesini devam ettirir.
1958 yılında Musa Turan’ın ilçe başkanı olduğu CHP’ne başkan yardımcısı
olarak girer. 1959 yılı Ekim ayında CHP Iğdır İlçe Başkanı olur. Bu görevini
1980’e kadar devam ettirir (Kısa bir süre Aziz Güney başkan olmuştur)
Mecit Hun mahalli seçimlere de aktif olarak katılmıştır. 1955 Kasım
2
Iğdır Sevdası
ayında yapılan belediye başkanlığı ve meclis azası seçimlerinde Fazıl Baykal’la birlikte bağımsız liste
oluşturur, seçimleri kazanırlar. Fazıl
Baykal’ın başkan olduğu bu dönemde
Mecit Hun başkan yardımcısıdır. Mecit Hun’un meclis ve encümen azalığı
1980 yılına kadar aralıksız devam etmiştir.
1963 mahalli seçimlerinde
Mecit Hun ve Hüseyin Akbulut belediye başkanlığı için karşı karşıya
gelirler. Hüseyin Akbulut seçimleri
kazanır.
1977’den genel seçimlerinde
Kars milletvekili adayı olur, ancak ön
seçimde kaybeder.
1980 ihtilali birçok siyasetçi
gibi Mecit Hun’un da siyasi kariyeriAhmed Şemo (Hun)
ni sekteye uğratır, sıkıntılı yılları başlar.
Bu tarihten vefatına kadar geçen sürede
Mecit Hun, siyaseti birinci elden yürütmekten çok, ona dışarıdan yön verme ve genel çerçeveyi çizmekle kendisini yükümlü hisseder. (90’lı yıllarda
CHP’nin üzerindeki yasağın kalkmasıyla Iğdır CHP İl Başkanı sıfatıyla partiyi örgütleme sorumluluğunu üzerine alır)
Mecit Hun’un ticari hayatı, inişli çıkışlı olmuştur. 1954 yılında kardeşi Hamit Hun’la açtığı debdebeli “Hunoğlu Manifatura” bir yıldan daha az
süre devam eder, iflas ederek kapanır. Paşa Turan’la birlikte askeriyeye iaşe
müteahhitliği yapar; 1967 yılında da Aziz Güney ve Paşa Turan’la birlikte
kısa ömürlü bir kulüp işletmeciliği tecrübesi olur. 1969 yılında Piknik Pastanesini açar, bu işletme de 1977 yılında kapanır.
Mecit Hun’un en önemli ticari girişimi çok ortaklı Ararat Şirketiyle
üstlendiği ihracat faaliyeti idi. Medet Serhat, Aziz Güney, Şevki Alagöz ve
Bekir Can ortaklı bu şirket 1974 yılında İran’a Bursa’dan elma ihracıyla işe
başlamış, ancak ortaklar arasında anlaşmazlık peyda edince bu önemli girişim
parçalanmış, Mecit Hun da il ayrılana olmuştur.
Aynı yıllar yine başarısızlıkla sonuçlanan HAYKO (Hayvancılık Kooperatifi) girişiminden de söz etmeliyiz.
Mecit Hun 1992 yılında Ankara’ya nakletmiş, 29 Ocak 1998 tarihinde
vefatına kadar orada ikamet etmiştir. İkisi kız altı çocuk babası idi.
3
Mecit Hun
Mecit Hun
İlkokul
Mecit Hun
İlkokul Mezuniyet
Mecit Hun
Lise Mezuniyet
Mecit Hun
Yedek Öğretmen
Mecit Hun
Askerlik
Mecit Hun
Gazeteci
4
Iğdır Sevdası
Mecit Hun anılarını Ankara’da 1995’ten itibaren kaleme alır. Zamansız vefatı nedeniyle kitabı için -özellikle “Iğdır Tarihi” bölümü- bir kaynakça
yazamamıştı. Elde varolan kitap ve belgeleri liste halinde eklemeyi de babama saygısızlık düşüncesiyle buraya taşımayı uygun görmedim. Unutmayalım
ki Mecit Hun yaşam tecrübesi ve bilgisiyle kendi başına kaynak olmayı hak
kazanmış bir şahsiyet olarak tarihiteki yerini almıştır.
A. IĞDIR TARİHİ
A.1. İslâmiyet Öncesi Iğdır
Iğdır’ın bilinen tarihi M.Ö.10ncu ası a kadar uzanır. Asur kaynaklarına göre M.Ö. 13ncü yüzyılda Iğdır’ı da içine alan yörede URARTULAR
önemli bir siyasi güç olarak hüküm sürmektedirler.
5
Mecit Hun
Kendi ülkelerine
BİAİNİLİ , başkentleri
olan Van kalesine TUŞPA adını veren Urartuların yerleşim alanları
Van, Çıldır; Urmiye ve
Sevan (Gökçegöl) gölleri arasındaki bölgeyi
kapsamaktadır.
Tarihlere göre,
Iğdır ovasının büyük bir
bölümü bu sırada göl
halinde olup Urartuların
muteber üretim ve yerleşim merkezlerinden
birisidir.
Urartu krallarından I .Sardur’un oğlu
İSPUİNİ (M. Ö.830-810
) ve torunu MENNUA
(M. Ö. 810-786 ) zamanında kuzeyde Aras çevresine ( Erzurum’dan
Ağrı Dağı’na kadar ) ve
Mecit Hun Ortaokul (Sağ Başta)
güney doğuda Urmiye
gölüne kadar olan bölge fethedilir.
Memnua’nın oğlu ARGİŞTİ ( M. Ö 764- 735 ) döneminde ise çok
verimli bir girişim gerçekleştirilerek ARAS ırmağı boyundaki topraklar tarım
alanı olarak kullanılmaya başlanır. Bu suretle Aras vadisinin yukarı ve orta
kesimi yapı,sulama ve tarım alanında önemli etkinliklere sahne oldu.
Daha sonra Sevan (Gökçegöl) ve Çıldır gölü bölgeleri de bu üretim
alanı içine alındı.
Urartuların bölgedeki hakimiyetleri M.Ö.6 ncı yüzyıla kadar sürer.
M.Ö. 590 tarihinde MED’ler tarafından tarihten silinirler.
M.Ö.17nci yüzyılda Hint –Avrupa halkından olan Medler İran’ın kuzeyi ve Hazar Denizi’nin güneyinde bir kabile federasyonu kurarak zamanla
batıya ve güneye yayılmıştırlar. Batı İran, Güney Kafkasya, içinde Iğdır ‘ında
bulunduğu tüm Aras boyuna hakim olmuşlardır.
Medlerin etkinliği kısmen Persler tarafından yok edilmiş, Makedonya
6
Iğdır Sevdası
kralı Büyük İskender (M. Ö. 336 –
323 ) tarafından bölgenin tamamı
ele geçirilerek Med ve Pers etkinlikleri yok edilmiştir.
Büyük İskender’in ölümü
üzerine kumandanları birbirine girdi ve yöre Partların eline geçti.
Hazar bozkırlarında yarı
göçebe olarak yaşayan PARNİ kabilesinin reisinin oğlu ARSAKSİS
soyundan gelen ARAKSİSMİ, Part
hanedanınca saltanat adı olarak kullanılmıştır. M.Ö. 250-211 tarihleri
arasında yöreye tamamen hakim
olmuşlardır. Partlar; Sasaniler tarafından M .S .224 tarihinde ortadan
kaldırılıncaya kadar bölgede kısMecit Hun (Sol Başta)
men hakimiyetlerini sürdürdüler.
SELEVKOS NİKATOR ‘un (M.Ö. 312-281 ) Mezopotamya Dicle
kıyısında kurduğu Helenistik SELEVKOS yönetimi de M. S. 165 tarihine kadar içinde Sürmeli Çukuru’nunda bulunduğu bölgede hüküm sürdü .
M.S . 224-651 tarihleri arsında İran’da hüküm süren Sasanilerin kurucusu I.
ARDEŞİR’dir (M.S. 224-241 ) adını Ardeşir’in atası SASAN’dan alır.
Ardeşir önderliğindeki Sasani kuvvetleri Partları yenmiş ve kuzeyde
Gürcistan, güneyde Arabistan, doğuda İndus Irmagı, batıda Fırat, Dicle ırmakları arasında kalan bölgede büyük bir imparatorluk kurmuşlardır.
O zaman ARARAT adıyla anılan Iğdır Sürmeli Çukur bölgesi bir eyalet olarak 200 yıl Sasani idaresinde kaldı.
Dinleri Zerdüşt, dilleri Pehlevi olan Sasaniler, güzel sanatlara ve
mimariye büyük önem vermiş, Iğdır yöresini tarım ve meyvecilik yönünden
verimli ve önemli bir merkez haline getirmişlerdir.
Bölgede Sasani hakimiyeti sürerken Arap kumandanlar yönetimindeki
Müslüman güçler Ortadoğu’da, Ön Asya’da ve Güney Kafkasya’da dengeleri
alt üst etmeye başlamıştı .Habip Bin Maslama yönetimindeki İslam ordusu
Kadisiye (636), Nehavent (640 ) savaşları ile Sasanileri yenerek buradaki
Ermenileri Hazar Türklerine karşı vurucu güç olarak kullandılar
Araplar ; Ermenileri OSTİKAN adını verdikleri valiler yönetiminde 4 bölgeye ayırdılar.
1. Ani Bağratları (885-1045): Bizanslılar tarafından yıkıldı.
7
Mecit Hun
2. Kars Bağratları (9681064): Selçuklu kumandanı Alpaslan‘a teslim oldular.
3. Ardzruniler (887-1021):
Selçuklulara dayanamayacaklarını anlayınca ülkeyi Bizanslılara bıraktılar.
4. Merkezi Lari’de bulunan
Taşirk Bağratları Selçuklular himayesine girerek
Müslüman oldular.
Yörenin sık sık el değiştirmesinden, kanlı savaşlara sahne olmasından, hatırı
sayılır bir tarım merkezi Iğdır
(Sürmeli Çukur) büyük ölçüde
etkilenmiştir.
Bu etkide Ermenilerin
büyük payı vardır. Iğdır’ın buMecit Hun (Asker)
günkü yapısının tarihini sağlıklı bir şekilde saptayabilmek için Ermenilerin tarihine kısaca göz atmada
yarar vardır.
ERMENİLER
Nordin ve Alpin ırkları karışımı olan bu topluluğa Ermeni ismini
Persler vermiştir. Ermeniler kendilerine HAYİK, oturdukları yurtlarına da
HAYİSTAN adını verirler.
Bu bölgeye M .Ö . 7nci yüzyılda Ermeniler Urartuların yıkılışı ile
toprakların bir kısmını ele geçirerek yerleşirler.
İran Kralı Keyhüsrev (M.Ö.590- 559) tarafından bölgenin tamamı
işgal edilerek Pers İmparatorluğu kurulur. Dara zamanında Zura,Tigra ve
Uyama savaşları ile Ermenilerin bulunduğu bölge Sürmeli Çukuru ile birlikte
ele geçirilir.
Büyük İskender AKAMANİŞ adıyla bazı tarihlerde anılan Pers İmparatorluğunu devirerek Küçük Asya’yı ele geçirince (M.Ö 334) Sürmeli Çukur,
Erivan ve civarını bir vilayet haline getirerek aslen İranlı olan Mithrimes’i
SATRAP ( Yönetici Vali ) tayin etti. 12 yıl sonra Satraplık Ermenilere geç8
Iğdır Sevdası
ti. Kurucusu I.
Oranes’tir .
M . Ö .
215-190 tarihleri
arasında
Ermeniler Selefkilerin idaresine girdi. Selefki
Kralı Antiokhos
II. Fırat nehrinin doğusunda
Büyük Ermenistan, batısında
Mecit Hun (Arka Sıra Sol Başta)
Küçük Ermenistan olmak üzere iki bölge tesis ederek her birine ayrı vali tayin etti. Ermeniler
M.Ö.190 yılında Romalılar himayesinde krallıklarını ilan ettiler.
I. Artaksias Erivan yakınındaki ARTAXATA’yı merkez yaptı. Romalı kumandanlardan CAİRUS CEASAR tarafından Ermenistan işgal edilerek
Roma’ya ilhak edildi.
Ermeniler Romalılarla Partlar arasındaki çekişmelerden istifade ile
zaman zaman hakimiyetlerinin sürmesini sağladılar. M. S. 114’de yeniden
Romalıların işgaline uğradılar. Bu defa Ermeniler yöreye yeniden hakim olunca Erivan yakınındaki Vatarşapat’ı (şimdiki Eçmiyadzin ) başkent yaptılar.
Bu tarihten sonra Sasanilerle ilişki başlar. Sasani kralı ŞAPUR I. zamanında Ermenistan, Sasani yönetimine geçti ve kralı Ermenilerden atandı.
M.S. 287’de tekrar Roma yönetimine geçen Ermeniler bu tarihte Hıristiyanlığı da kabul ettiler. M. S. 386’da Roma ve Sasaniler arasında olan
savaştan sonra Doğu Ermenistan Erivan ve çevresindeki yerleşim sahaları ile
birlikte Sasanilere geçti ve Sasanilerin tayin ettiği MORPZAN olarak adlandırılan İran valileri eliyle yönetildiler.
Sasani hükümdarı YEZDGARD II (439- 457) Ermenistan’a ateşe
tapan Zerdüşt din adamları göndererek Hıristiyanlığı önlemeye çalıştı. Dini
inançlarına müdahaleden dolayı Ermeniler Sasanilere savaş açtı. M S 451’de
yapılan Avaraya savaşında Ermeniler yenilgiye uğradı. Kumandanları öldürüldü. Ermeni din adamları İran’a götürülerek topluca kılıçtan geçirildiler.
Sasaniler bu defa AKHUN’lar ile savaşa başlayınca Ermenilerle iyi
ilişkiler içine girmek amacıyla dini baskıyı kaldırarak Ermeni din adamlarından Vahan Mamikanyan’a muhtariyet verdi. (485)
Bu arada Arap İslam ilişkileri başlar. Diğer bölümlerde belirtildiği
üzere Arapların Ostikan adını verdikleri genel valilerce idare edilen Erme9
Mecit Hun
ni Bağratları 11nci yüzyılın
sonlarına doğru çökmüş,
Selçuklu ve Bizans yönetimlerine katılmışlardır.
Bu defa BizansSelçuk çekişmesi başlamış,
bu kanlı mücadeleye dayanamayan
Ermenilerin
büyük bir bölümü Klikya
(Güney Anadolu ) bölgesine göç ederek orada bir
süre hakimiyet kurmuş
1375’de Memluklara yenilerek dağılmış ve tarihe
karışmışlardır. Bu sırada
Anadolu’da Türklerin egemenliği güçleniyor, Bizans
ve İran etkinliği silinmeye
yüz tutuyordu.
Ermeniler en rahat
dönemlerini yaşadılar. Osmanlı yönetimi Ermenilere güveniyor,devlet yöneBitlisli Mehmet Efendi Kızı Naciye Hun
timinde görev veriyordu.
Timur’un istilasında ordunun üst kademesinde görev aldılar. İstanbul’un işgalinde yaşantıları ve
inançları, işleri ve kültürel çalışmaları Osmanlı Devleti tarafından titizlikle
korunuyordu
Fatih Sultan Mehmet Bursa’da tanıdığı Ovakim adlı bir Ermeni din
adamını İstanbul’a getirerek Ermeni cemaatine patrik tayin etmişti. Ermeniler İstanbul’un en mutena yerlerine yerleştirildiler. Sultan II. Beyazıt 1485
tarihli fermanıyla Sulumanastır Ermeni kilisesinin bu cemaate ait olduğunu
teyit etti.
Osmanlı Yönetiminin bu yumuşak ve müsamahakâr davranışları taşradaki Ermenileri İstanbul’a yöneltmiş, göç başlamıştı. Kısa sürede İstanbul’da
artan Ermeni nüfusu kendi aralarında ayrılık ve sorun yarattı. Ermeniler yerli ve taşralı diye ikiye bölünmüş Kilikya ve Ecmiyazın kiliseleri de bu anlaşmazlığın içine sürüklenmişti. Buna rağmen Ermenilerin İstanbul’daki etkinlikleri giderek artış gösterdi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1534 Van
ve yöresindeki fetih sırasında buradaki meşhur Ermeni usta, sanatkar, kuyum10
Iğdır Sevdası
cu ve gümüşçüler İstanbul’a
getirilerek yerleştirildi ve devletin sağladığı imkanlarla işe
koyuldular.
Ermeniler Osmanlının
sadık tebaası haline getirilmişti. Ancak; 18nci yüzyılda
Osmanlı – İran mücadelesi
başlayınca fırsatı değerlendiren bazı Ermeni komitacıları dış tahriklere kapılarak
Karabağ’da Davit Bey adında
birisinin yönetiminde ayrılıkçı
bir idare kurdular. Kendilerine Karabağ Melikleri adını
verdiler (1722 – 1724). Osmanlılara karşı ayaklanan bu
Ermeniler Osmanlı-Rus savaşlarında Ruslara yardım ettiler. Daha önce Rus Çarı Deli
Petro, Ermenilerin durumundan istifade ve onları Osmanlılarla İran’a karşı kullanmak
için buraya sefer yapmış ve
bölgenin önemli bir kısmını
Mecit Hun ve Eşi Naciye Hun
ele geçirmişti. Oysa Anadolu
(Evlilik)
sakin ve buradaki Ermeniler
mutlu idi. Askere alınmadıkları cihetle aralıksız bir gayret ile işlerini ve ticari hayatlarını güçlendiriyorlardı.
Rusya’da bunun tam aksine olarak, okullarda Ermeni diliyle eğitim
yasaklanmış, seyahat hürriyeti kısıtlanmış, siyasi bahanelerle Sibirya’ya sürgünler başlamıştı. 1877 – 1878 yani 93 savaşına kadar Ermenilerle Osmanlı
yönetimi arasında ciddi bir pürüz çıkmadı. Daha önceleri Tanzimat fermanı
ile diğer azınlıklar meyanında Ermenilere de bir çok haklar verilmişti. Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri sahada zayıflamasını amaç edinen devletlerin tahrikleri meyvelerini vermeye başlamıştı. Evvela İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi siyasi hareketlerin içine sokuldu. Osmanlılar bu etkinliği
azaltmak için Ermenilere yeni yardım projeleri uyguladılar. Yedikule Ermeni Hastanesi’ne, Hasköy Yetimhanesi’ne resmi ödenekler tahsis edildi. Pat11
Mecit Hun
rikhanenin bütçe açığına
karşı hazineden yardımlar
verildi. Ancak tahrikler giderek artıyordu.
Van’da,
Vanak
Manastırı’nda bir din adamının kurduğu matbaada
Ermenileri
ayaklanmaya ve bağımsızlığa teşvik
eden VAN KARTALI adlı
bir gazete çıkarıldı. Bağımsız Ermeni hareketinin
başında bulunan MIGIRDIÇ HARİMYAN 1869’da
İstanbul’da Ermeni patrikliğine seçildi. Anadolu’daki vilayet ve yerleşim
merkezlerindeki
Ermenilere zulüm ve haksızlık
yapıldığına dair raporlar
yayınladı.
Ayastefanos Anlaş- Soldan Sağa Mecit Hun, Musa Malgaz, Aziz Güney
masını vesile ittihaz ederek
HARİMYAN başkanlığında bir heyet Grandük Nikola’ya bir rapor sunarak
Osmanlı Devleti’ni şikayet etti. Aynı heyet Avrupa’da, Roma, Paris, Londra ve Viyana’yı ziyaret ederek benzer raporları sundu ve Ermeni meselesini
Osmanlılar aleyhine gündemde tutmaya çalıştı. Berlin Kongresi’ne sunulan
bir muhtıra ile Ermeni sorunu Avrupa Devletlerinin gündemine girdi ve 6ncı
madde olarak yerini aldı. Artık ip kopmuştu. Kanuni Esasinin ilanı sırasında
Ermeni taşkınlıkları başladı. Ermeni okullarında isyan, ihtilal, bağımsızlık
şiirleri okunuyor, halkı ifsat eden piyesler oynatılıyordu. Kilikya ve Ararat
adıyla kurulan Ermeni cemiyetleri uydurdukları yalan haberlerle Ermenileri isyana çağırıyorlardı. Tahrikler, ilk meyvesini 1862’de Maraş’ın Zeytun
nahiyesinde verdi. Ermeniler ayaklandı. 1865, 1867 ve 1878 tarihlerinde
tekrarlanan bu ayaklanmalar Osmanlı yönetimini sıkıştırmaya başladı. Van,
İstanbul, Muş ve Eleşkirt ayaklanmaları bunları izledi. Erzurum’da (Erzurum
Silahlılar Cemiyeti ) adıyla bir Ermeni cemiyeti fesatlık yayıyordu.
1886’da Nazarbey ve karısı tarafından sosyal demokrat görünümlü
HINÇAK cemiyeti kuruldu. Ayni isimle çıkardıkları bir gazete ile batı devletlerini ermeni istekleri doğrultusunda harekete çağırıyorlardı.
12
Iğdır Sevdası
1890’da “Ermeni İhtilalcileri” anlamına
gelen TAŞNAK ( TAŞNAKSİYUN ) komitesi
kuruldu. Derhal çalışmaya başlayan komite,
Erzurum ve İstanbul’da
gösteriler, Kayseri,Yozgat,
Merzifon ve Sason’da
ayaklanmalar tertiplendi. İngiliz ve Rus sefaret
mensupları bu kanlı çeteyi maddi yönden destekliyor ve Osmanlıyı zora
sokacak eylemler planlanıyorlardı. Galata’daki
Osmanlı Bankası’nın basılması, 1904’deki İkinci
Sason ayaklanması, 2nci
Abdülhamit’e 1905’de yapılan suikast girişimi bunlardan birkaçıdır.
Ayaktakiler Soldan Sağa Mecit Hun, Cihangir Turan,Aziz Güney
Ermeni komitacıOturanlar Soladan Sağa Cemalettin Güneş, Sait Zor
lar İkinci Meşrutiyetten
önce Abdülhamit’in devrilmesinde İttihat ve Terakki cemiyeti ile işbirliği yapmış ve iyice şımararak 1909 yılında Adana’da ayaklanma tertiplediler. Bu
ayaklanmalarda Müslüman halkın dini inançlarına, işyerlerine, kadınlara,
zabıta kuvvetlerine saldırılar olmuş, Türk evlerine haç işareti konmuş, sokaklar tahrik edici yaftalarla doldurulmuştu.
Zorunlu olarak yapılan tenkil hareketinin sonuçları mübalağalı şekilde Türkler aleyhine dünya kamu oyuna bildirildi. Bu sırada A.B.D. ve
Mısır’dan açık ve şifreli mektuplarla Türkiye’deki Ermenilere talimatlar veriliyordu. Osmanlı Meclisi Mebusanında Erzurum’u temsil eden Ermeni Pastırmacıyan Avrupa’ya ve oradan Rusya’ya geçerek Ermenistan’da topladığı
Ermeni komitacılarla Rus ordusuna yardım ediyordu. Osmanlılar tarafından
Ruslara karşı seferberlik ilan edildiğinde Erzincan Ermenilerinin askerlik çağında olanları, İran üzerinden Rusya’ya geçerek Osmanlılara karşı savaşıyor,
amele taburuna alınanlar ise birliklerinden kaçarak Erzincan köylerinde yalnız kalan asker ailelerine saldırıyor, tedhiş havası estiriyorlardı. Erzincan’da
yakalanıp tutuklanan Dikran Papazyan adındaki bir Taşnak, korkunç tedhiş
13
Mecit Hun
planlarını itiraf ediyordu. İşte bu nedenlerle 14 mayıs 1315’te (1899) tehcir kanunu çıkarıldı. Kanun; kritik ve tehlikeli
bölgelerde bulunan Ermenilerin devletin
güvenliği yönünden zararsız hale getirilmesini amaçlıyordu. Ermeniler bu kanunun tatbikatından çıkan sonuçların bütün
günahını Osmanlı yönetimine yüklüyor
ve soykırımın başlangıcı olarak dünya
kamuoyuna yayıyorlardı.
Ermenilerin bundan sonraki durumunu kitabımızın akışı içinde diğer
siyasi ve askeri olaylarla birlikte değerlendirmeye gayret edeceğiz .
Ermenilerle ilgili bu özet tarihi
bilgiden sonra, içinde Iğdır ve Sürmeli
Çukurun da bulunduğu yöremizin kitabımızda takip edilen tarihi seyir içindeki durumuna kaldığımız yerden devam
edelim.
Solda Mecit Hun, Ortada Eşref Kaya
A. 2. İslâmiyet Döneminde Iğdır
Arapların Habip Bin Maslama komutasındaki Müslüman güçler ile
bölgeyi işgal etmesinden sonra kurulan Ermeni hakimiyetleri 11.yüzyılda Selçuk ve Bizans istilalarıyla son bulmuştur. Iğdır yöresi 1064 yılında Korhan
kalesinin Alpaslan tarafından ele geçirilmesiyle Selçuklu idaresine geçmiştir.
1239 yılında her tarafı kasıp kavuran Moğol istilasından Iğdır – Sürmeli Çukuru da nasibini almış ve daha sonra Cengiz’in ölümünü müteakip
kurulan 4 Moğol devletinden birisi olan İLHANLILARIN yönetimine geçmiştir.
İlhanlılardan sonra 1360 tarihinde merkezi Erciş olmak üzere Bayram
Hoca tarafından kurulan Karakoyunluların istilasına uğradı. Karakoyunlular
3. hükümdar Kara Yusuf ve 5. hükümdar Cihan Şah zamanında bölgeye tam
manasıyla hakim oldular. Karakoyunluların izleri bir çok yerleşim merkezlerinde ve özellikle Karakoyun ilçe merkezinde halen mevcuttur.
Karakoyunluların yöredeki egemenliği hükümdarları Hasan Ali
Bey’in Akkoyunlu beyi Uzun Hasan tarafından 1469 tarihinde yenilgiye uğratılmasıyla son bulmuştur.
Iğdır – Sürmeli Çukur yöresi bir süre de Celayirlerin egemenliğinde
kalmıştır.
14
Iğdır Sevdası
İlhanlı hükümdarı Hulagu’yu desteklediği
için bölgede söz sahibi olmuş, İilhanlıların yıkılması
ile iktidar arayışına girmiş
olan Celayirlerin kurucusu
Hasan Büzürg’tür. İlhanlı
hükümdarı Ebu Sait Bahadır zamanında Anadolu valisi idi. Ebu Sait’in ölümü
üzerine yönetimi ele geAziz Güney ve Mecit Hun
çirmek için Çobanlı Emiri
Hasan Küçük ile savaştı. Her iki rakipte HANLIK’lar kurdular. Azerbaycan,
Ermenistan ve kuzey İran’daki hanlıklar (hanedanlıklar) bu tarihten sonra ortaya çıkmıştır.
Hasan Büzürg Bağdat yönetimiyle iyi ilişkiler içine girerek Çobanlılara tekrar saldırmaya başladı. Oğlu ÜVEYS (1356 – 1374) 1360 tarihinde
Azerbaycan’la birlikte Erivan ve Iğdır’ı da ele geçirdi.
Bu sırada Timur OrtaAsya’dan doğuya doğru yayılmaya başlamış,
Afganistan ve İran’ı işgal ettikten sonra, Celayirlerin merkezi olan Bağdat a
saldırmıştı. Celayir hükümdarı Ahmet, Memluklara sığındı. Timur’un İkinci
Seferinde ise Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt’a sığındı. Timur’un geri isteme isteğini padişah reddedince Osmanlılara savaş açan Timur Ankara Savaşı
(1402) ile Osmanlıları bozguna uğrattı. Yıldırım Beyazıt esir düştü. Karakoyunlular bu sırada Azerbaycan, Batı İran ve Sürmeli Çukur yörelerinde iyice
yerleşerek hakimiyetini pekiştirdi. 1410’da Celayir hükümdarı Ahmet’i öldürüp Bağdat’ı da ele geçirdiler.
Bundan sonra Akkoyunlular hakimiyeti başlar (1402 – 1502 ). Azerbaycan, Irak ve Doğu Anadolu’da hükümran oldular. Devletin çekirdeğini
Karayülük Osman Bey kurdu. Kardeşleriyle mücadeleye girişip sıkışınca
Sivas Emiri Kadı Burhanettin’e sığındı. Sonra buradan ayrılarak kuvvetlerini
yeniden topladı, Sivas kalesini kuşatarak işgal etti ve kendisine koruyuculuk
yapan Kadı Burhanettin’i öldürdü (1398 Arabel Savaşı ).
Daha sonra Memluk Sultanı Berkuk’un yanında kaldı. Timur’un Anadolu seferinde öncülük yaptı. Timur’un izniyle Diyarbakır’da beyliğini ilan
etti. Karakoyunlulularla sürekli çarpıştı. Bu çarpışmalardan birisinde 1435
tarihinde öldü. Oğulları arasında saltanat mücadelesi başladı. Uzun Hasan hakim oldu. Uzun Hasan yönetimi sırasında Iğdır ovası kışlak olarak kullanıldı.
Uzun Hasan hakimiyeti 1502’de Şah İsmail tarafından ortadan kaldırıldı.
Şah İsmail yönetimi de fazla sürmedi. 1514 Çaldıran seferiyle bölge15
Mecit Hun
nin tamamı Yavuz Sultan Selim tarafından işgal edildi.
Bu dönemde Iğdır ve Sürmeli Çukur, Korhan kalesindeki merkezi yönetime bağlı idi. Zaman zaman Bizans, İran ve Osmanlıların eline geçen Korhan’da 1644 yılında büyük bir deprem oldu. Ağrı dağı zirvelerinden kayan taş
ve toprak kitleleri asırlık uygarlıkların izlerini adeta sildi ve toprağa gömdü.
Yalnız kale ve civarı ayakta kaldı. Iğdır ovasındaki yerleşim merkezleri bu
tarihten sonra kuruldu .
Iğdır yöresi 1737 ile 1746 tarihleri arasında tekrar İranlıların eline
geçti. 1746’a Osmanlı hudutları içine alınan yöre 93 savaşı ile Rusların eline
geçti. 50 yıla yakın bir Rus işgalini müteakip Misak -ı Milli sınırları içine
alındı.
Birinci Dünya Harbi, harbin sonuçları, mütareke yılları, Kurtuluş ve
Cumhuriyet dönemindeki Iğdır’ı geniş bir şekilde incelemeden önce, geçen
tarihi süreç içerisinde Iğdır ve yöresinin kimler arasında el değiştirdiğini özetlemekte yarar vardır.
1. Urartu Egemenliği 2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
M.Ö. 13 yüzyıl - M.Ö. 6ncı yüzyıl
Mecit Hun Sohbette
Medler
M.Ö. 6 yüzyıl - M.Ö. 4nci yüzyıl
Persler Medlerle aynı dönemde
Makedonlar M.Ö. 336 - 323
Partlar M.Ö. 312 - M.S. 224
Selefkoslar M.Ö. 312 - M.S 165
Sasaniler 224 - 636
Araplar 636 - 640
Ani Ermeni Bağratları 885 - 1045
16
Iğdır Sevdası
10. Selçuklular 1064 - 1239
11. Moğollar (İlhanlılar ) 1239 - 1360
12. Celayirler 1360 - 1402
13. Karakoyunlular 1360 - 1469
14. Akkoyunlular 1402 - 1502
15. İranlılar 1502 - 1514
16. Osmanlılar 1514 - 1717
17. Tekrar İranlılar 1737 - 1746
Mecit Hun (Sol Başta) ve Ali Işık
18. Osmanlılar 1746 - 1878
19. Rus yönetimi 1878 - 1918
Bir tarih dilimi içinde bunca değişik savaşlara, kültürlere sahne olan
Iğdır- Sürmeli Çukuru tarih aştırmacılar için gerçekten önemli bir konu oluşturmaktadır .
1914’de başlayan Birinci Dünya Savaşı yıllarına gelmeden önce 93 harbi ile Elviyeyi Selese (Baturm, Ardahan ve Kars’tan ibaret üç il) ile birlikte 50
yıl süre ile Rus yönetiminde kalan Iğdır’ın bu zaman dilimi içindeki durumunu da hatırlamakta yarar vardır.
1878’de Rus idaresine geçen Iğdır yöresinde yarım asırlık süre Azeri
Türkler, Kürtler ve Ermenilerle Yezidi Kürtler arasında kavgasız, nizasız bir
dönem teşkil etmektedir. Bu dört toplum birbirlerinin varlığına saygı göstermekte, dostluk ve kirvelikler tesis ederek birlikte yaşamanın en iyi örneklerini
vermektedir. Rus yönetimi de Müslüman halkı asker yapmadığı gibi inançlarına karşı saygılı davranmaktadır. Bu davranış Rusya’nın kendi içindeki ideolojik çatışmadan ileri gelmektedir. Çarlık yönetimi, imparatorluk sınırları
içinde kalan Müslüman halkı siyasetten uzak tutmak ve kendilerini meşgul
edecek olaylara karışmamaları için dikkatli davranmaktadır.
Bu dönemde Iğdır ve Tuzluca, Karakoyun, Aralık da etnik grupların
köyleri ve yerleşim sahaları ayrı ayrıdır.
ERMENİLER: Iğdır merkez ( Iğdırmava ve Sultanabat hariç ), Alkamerli, Halfeli, Hoşhaber, Hakveyis, Özdemir, Pulur, Yüzbaşılar, Kadıkışlak,
Tecirli, Evci köyleri; Karakoyun ilçesinin Mürşitali, Alican, Taşburun köyleri
17
Mecit Hun
ile Aralık ilçesinin Yukarı Topraklı köyünde
;
AZERİLER: Iğdır merkezinin Iğdırmava ve Sultanabat
mahalleleri ile Küllük,
Çalpala,
Bayraktutan, Aşağı ve Yukarı
Çarıkçılar, Yaycı, Çavuşbahçe, Kasımcan,
Kazancı, Kuzugüden,
Erhacılar,
Melekli,
Mecit Hun (Ortada)
Taşlıca, Sıçanlı, Kundo, Alıköçek, Oba, Sarıçoban; Karakoyunlu’da, Karakoyun ilçe merkezi,
Bayatdoğanşalı, Zülfikar, Cennetabat, Gökçeli, Kacardoğanşalı, Koçkıran ve
Şireci köylerinde; Aralık’ta, Aralık ilçe merkezi, Aşağı Çiftlik, Emince, Ortaköy, Tazeköy, Yukarı Çiftlik ve Hasanhan köylerinde;
KÜRT AŞİRETLERİ: Iğdır’da; Asma, Çilli, Gülpınar, Mezra, Örüşmüş,
Suveren köylerinde ; Karakoyun ilçesi Bulakbaşı köyünde; Aralık ilçesinin
Adetli, Aratan, Babacan, Gödekli, Hacıağa, Karahacılı, Kıraçbağı, Kulukent,
Ramazankent, Tarlabaşı, Yenidoğan, Çamurlular, Aşağı Topraklı köylerinde;
YEZİDİ KÜRTLER: Karakuyu, Bendemurat, Karaçomak, Güngörmez,
Harmandöven, Nişankaya köylerinde oturmakta idiler.
Tuzluca’da Ermeni yok gibidir. Aslanlı, Sinek köylerinde Yezidiler, diğer
köylerde Kürt aşiretlerle Azeriler oturmaktadır.
Ermenilerle ilgili verdiğimiz tarihi bilgilerde bahsedildiği üzere Osmanlı
Devleti’ni askeri ve siyasi açıdan zayıf düşürmek amacıyla harekete geçiren
Avrupa ülkeleri bu konuda faaliyet gösteren Ermeni Taşnak partisini her sahada desteklemektedir. Taşnaklar Anadolu’da halkı ayaklandırmaya çalışırken
diğer yandan Erivan-Iğdır dolaylarındaki Ermenileri de Müslüman halk aleyhine (Azeri ve Kürtler ) tahrik etmekte ve düşmanlık yaratmağa çalışmaktadır. Osmanlı tarafındaki Müslümanların üzerine saldırmaya çalışıyorlardı.
Anadolu’dan getirilen kadın ve çocuklar perişan kılıklarla Rus Ermeni köylerinde dolaştırılıp Müslümanların zulmü abartılarak anlatılıyordu.
Hatta Taşnak çeteler geceleri Erivan ve Iğdır’daki köylere saldırıp eylem
yapmakta ve bunu Müslümanların üzerine atarak ortalığı velveleye vermekte
idiler.
Taşnaklar bununla kalmayarak etnik fark gözetmeksizin Müslüman köy18
Iğdır Sevdası
lerini yıkıp yakmağa kitle halinde
katliama başlamışlardı. Müslümanlarla Ermeniler arasındaki komşuluk, dostluk duyguları düşmanlığa
intikama dönüşmeye başlamıştı. 1.
Dünya Savaşının başlangıcında Iğdır yöresinde durum bu merkezde
idi.
Osmanlı imparatorluğu gerileme ve çökme sürecine girmişti.
İttihat ve Terakkinin üç paşası (ENVER, TALAT, CEMAL Paşalar)
devlet yönetimini ele geçirmişlerdi.
Savaş Avrupa da patlak vermiş
Fransa, İngiltere, Rusya, Sırbistan,
Belçika, Lüksenburg, Karadağ, Japonya, İtalya, Portekiz, Romanya,
A.B.D., Yunanistan ve Brezilya’nın
oluşturduğu İTİLAF devletlerine
karşı, Almanya, Avusturya, MaAyaktakiler Soldan Sağa Muhsine Kaya,
caristan ve Bulgaristan İTTİFAK Mehmet Kaya, Naciye Hun, Mecit Hun (Nişanlı)
DEVLETLETRİ adı altında 1. Dün- Oturanlar Soldan Sağa Zinnet Kakioğlu, Nazire
ya Savaşına fiilen girmişlerdi. Do- Kakioğlu, Mehmet Kakioğlu
ğuda kendilerini sağlama almak, Öndekiler Safiye Kakioğlu, Fetullah Kakioğlu
özellikle Akdeniz ve Karadeniz’de
etkinlik ele geçirmek amacıyla Almanlar, iyi ilişkiler içinde bulundukları İttihatçı paşaları ikna etmeye ve Osmanlıları harbe sokmaya çalışıyordu.
O sırada İngiliz tersanelerinde bulunan Osmanlılara ait Reşadiye ve Sultan Osman isimli harp gemilerine İngilizler ambargo koymuştu. Kamu oyu
bundan rahatsızdı. Harbe girmeye kararlı görünen İttihatçılar bunu fırsat bularak Yavuz ve Midilli ismini verdikleri Almanların Göben ve Breslav savaş
gemilerini Türk kara sularına soktular. Boğaz komutanlığına verdikleri bir
emirle Karadeniz’e geçişlerini sağladılar. Ruslar durumu evvela protesto etti,
hemen arkasından 2 Kasım 1914 tarihinde Osmanlılara harp ilan etti. Bu suretle Osmanlı Devleti de müttefikler safında fiilen harbe girmiş oldu.
Osmanlı Ordusu Kafkas cephesinde hareketlenerek Narman-DelibabaEleşkirt-Doğubayazıt hattını almaya çalıştılar. Çar tarafından Kafkas cephesi
kumandanlığına tayin edilen Grandük Nikola yönetimindeki Rus kuvvetleri
cephe boyunca mevzilenmeye başladılar. Rus ordusunun 700.000 kişilik
mevcuduna karşılık Kafkas cephesinde Osmanlı ordusu 64.000 kişiydi.
19
Mecit Hun
Rusların dolgun mevcutlu 183 piyade taburu, 244 süvari bölüğü 386
topuna karşılık Osmanlıların zayıf mevcutlu 122 piyade alayı, 28 süvari
bölüğü ve 150 topu vardı.
Osmanlıların 3. Ordu komutanı Vehip Paşanın yerine atanan
İzzet Paşa idi. Rus kuvvetleri zayıf Osmanlı Ordusunu çekilmeye mecbur
etti. Erzurum’un da işgaliyle üstünlüklerini pekiştiren Ruslar Bolşevik
İhtilali sebebiyle Osmanlı ordusuyla
18 aralık 1917’de Erzincan’da mütareke yaparak çekilmeye başladı. Bu
sırada Van’da toplanan Ermeniler ise
Rusların boşalttığı yerleri işgale başladılar. Savaş bundan sonra Ermenilerle Türkler arsında ağırlıklı olarak
devam etti. Aslında; Osmanlılar daha
Mecit Hun (Sol Başta)
savaşın başlangıcında büyük güç
kaybına uğramışlardı. 1878 yılında Rus işgaline uğrayan Elviyeyi Selaseyi (
Kars, Ardahan ve Batum vilayet ve kazaları ) kurtarmak amacıyla Almanların
da onayı ve desteği ile Enver Paşa komutasındaki 3.Ordu birlikleri ağır kış
şartlarına dayanamayarak Sarıkamış’ta büyük bir hezimete uğradı. 22 Aralık
1914 tarihinde başlayan harekat 5 Ocak 1915’de sona ermiş, bu cephedeki
60.000 asker mevcudu 10.000’e inmiş, bu askerlerin de savaşacak gücü kalmamıştı.
Brest Litovsk anlaşmasıyla doğan şartları yerine getirmek ve Elviyey Selaseyi geri almak için Yakup Şevki Paşa grubu da harekete geçerek 25
Nisan’da Kars’ ı işgal etti. 15 Mayıs’ta Gümrü’yü ele geçirdi. Nazarbegof
idaresindeki Ermeni kolordusu geri çekildi. Güneyde İran’a girilerek Maku,
Hoy bölgeleri ele geçirildi. 4 Haziran 1918’de Batum’da barış yapıldı.
YöredekiTürkMüslümanunsurlararasındaörgütlenmehareketleri
başlamıştı. 5 Kasım 1918’de Ordubat, Nahçıvan, Sürmeli, Kars, Ardahan,
Artvin, Batum, Acara halkı Kars Milli Şura hükümetini kurdu. İbrahim Cihangirof başkanlığında kurulan Şura’ya Kağızman’dan Ali Rıza Bey (Ataman) Iğdır’dan Hüseyinkentli Mehmet Bey (Araslı ) katılmışlardı. Bölgeden
çekilen Rusların yerine İngiliz Kafkas ordusu gelmişti. İngilizler 13 Nisan
1919’da kongreyi dağıtarak Cihangirof İbrahim Bey’i Malta’ya sürdü. Özgürlükle ilgili ilk deneme bu suretle başarısız oldu. Harbiye Nazırı Şakir Paşa 8
Mayıs 1919 tarihli telgrafta durumu 15. Kolordu komutanlığına şöyle bildirmektedir:
“ Kafkasya’da Elviyeyi Selase’de müteşekkil İslam Şurası İngilizler tara20
Iğdır Sevdası
fından dağıtılmış, Kars’a bir Ermeni vali tayin edilmiştir. Ayrıca karsa bir
Ermeni müfreze yerleştirilmiş, Kağızman’a İngiliz askerleri gönderilmiştir.
Ordubat ve Nahçıvan, mahalli İslam halkı tarafından oluşturulan meclis tarafından idare ediliyordu. Ermeniler buraya giremiyorlardı. Sonraları buraya
gelen bir İngiliz. müfrezesi yönetime Ermenileri de dahil etmiştir. Bu sırada
Antranik adındaki Ermeni kumandanın yönetiminde büyük bir askeri gücün
Van’a ilerlediği şayiaları Ermenilerce çıkarılır. Amaç Osmanlı ordusunun
maneviyatını yıkmaktır. Kazım Karabekir Paşa deneyimli bir asker olarak
bunlara inanmaz.
Nahçıvandan Ermeni katliamı haberleri gelmeye başlamıştır. Kazım
Karabekir Paşa, Piyade Yüzbaşısı Hali’i, Asteğmen Osman Nuri, Asteğmen
Edip Topçu, Teğmen Naci efendiler 7 fedai erle Doğubeyazıt garnizonunda
ordudan kaçmış numarası ile Nahçıvan’a sızdılar. Oradaki Ermeni çetelerini
imha edip döndüler.”
Iğdır ve Beyazıt köylerinden de Ermeni katliamı haberleri gelmeye
başlamıştı.
Anadolu istikametinden gelen silahlı Taşnak çeteleri, Iğdır- Kervansaray, Musun (Suluçem ) yolu üzerinde bulunan Kucak köyüne gelerek köylülere gayet yumuşak davranarak kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar hepsini bir
araya toplamış ve topluca katletmişler. Olayı gören iki çoban Asma ve civar
köylere felaketi haber verir. Durumu öğrenen dağ köylerindeki Kürt aşiretleri
köyleri boşaltıp daha emin yerlere çekilirler. Bir taraftan da silahlanmaya hız
verirler. Kucak olayı Taşnak olmayan yerli Ermenilerle Müslüman halkın
güven bağlarını sarsmış ve silahlı Müslüman çeteler Ermeni köylerine saldırmaya ve intikam almaya başlamışlardı.
Mücadele ve çekişme Müslüm-Gayrimüslim savaşı halini almıştı.
Aslen Kürt ırkından olup kadimden beri birlikte yaşayan ve fakat Müslüman
akidesiyle uyuşmayan dini inançlarından ötürü YEZİDİ olarak adlandırılanlar
da bu savaştan nasibini almış ve Müslüman çetelerin hedefi olmuştu. Yezidilerin Ermenilerle bir işbirliği olmadığı halde böyle bir oluşumun yorumu ayrı
bir konudur.
Kürt aşiretleri kolayca silah temin edebiliyor ve dağlarda barınma imkanı
buluyordu. Azeri halkın böyle bir şansı yoktu.
Ermeni taşnak çetelerinin saldırısına uğrayan yüzlerce Azeri katledilmiş,
evleri, işyerleri yağmaya uğramıştı. Ağaver, Sarıçoban, Oba ve Dize ( Koçkıran ), Cennetabat köylerinde katliam ve Taşnak baskısı haberleri gelmeye
başlamıştı.
Azeriler yükte hafif pahada ağır olan eşyalarını alıp köylerini terk
ediyorlar ve geri kalan eşyalarını da imkan nispetinde şüphe celp etmeyecek
21
Mecit Hun
yerlerde ot ve samanla toprağa gömüyorlardı.
Köylerini terk eden Azeriler için en emin yer İran idi. İran’nın batısındaki Maku, Hoy, Merend, Tebriz civarında yaşayan İran Azerilerine sığınıyor
ve Iğdır’ın durumunu buradan izliyorlardı.
Bu suretle Azeri yerleşim merkezleri ve köyleri tamamen boşalmıştı. Azeri
halkının İran’a göç etmesinde aşiret milislerinin büyük yardımı olmuştur. Bir
kısım Azeri halk tanıdıkları Kürtlerin haftalarca ve hatta aylarca yanında kalmış ve güvenli bir şekilde gidecekleri yere ulaştırılmışlardır.
Bu sırada Nahçıvan ve kısmen Azerbaycan’da hareket halinde bulunan Osmanlı Ordusunun iaşesinin ikmal ve temininde ciddi sıkıntılar vardı.
Devletin kaynakları kurumuş ülke baştan başa işgal edilmiş olduğu için bu
büyük coğrafyada erzak temini büyük bir problemdi. Azeri halk kıt kanaat
temin ettiği yiyeceğini askerle paylaşıyordu. Azerbaycan zenginleri Osmanlı
ordusuna erzak yetiştirmenin yanında Kürt milis güçlerini de destekliyorlardı. Merhum Hacı Zeynelabidin Tagiyef ( Bakü petrol sanayicisi) on binlerce
teneke kavurmayı cephelere gönderiyordu.
Bu kavurmaların bir bölümü istasyonlardan fazla bekletildiğinden bozulmuş
olduğu için Baharlı Mahallesi ile Melekli köyü arasındaki arazide açılan çukurlara gömülmüş ve teneke kalıntıları yıllarca devam ettiğinden bu bölgeye
TENEKELER mevkii adı verilmiştir.
3 Mart 1918 tarihinde taraflar arasında yapılan Brest-Litowsk anlaşmasıyla Elviyei Selase (Kars, Ardahan, Batum) Osmanlı devletine iade
olunmuş, 31 Kasım 1918 tarihinde akdedilen Mondros anlaşması ile Osmanlı
kuvvetlerinin harpten önceki sınırlara çekilmesi kararlaştırılmıştı.
Bu sırada ülkenin her tarafında olduğu gibi Doğu’daki askeri birliklerde perişandı. Şevki Paşa idaresindeki ordu merkezi Kars’ta, birlikleri ise
Elviyei Selase’de, İran Azerbaycanı’nda dağınık ve yorgun halde idi. Kazım
Karabekir Paşa 1. Kafkas Kolordusu komutanı idi. Karargah merkezi Tebriz
olan Kolordunun 11.Fırkası İran Azerbaycanı’nı, 9.Fırka da Erivan, Iğdır,
Nahçıvan bölgesini işgal ediyordu.
Kolordu zayıf mevcuduyla yüzlerce kilometrelik sahaya yayılmıştı.
Kamerli’de bulunan Rüştü Paşa Fırkası mütareke hükümlerine uyarak çekilme hazırlığında idi. Ermeniler Müslümanlara saldırmak için bu fırsatı sabırsızlıkla bekliyordu.
Bu arada İstanbul’a çağrılan Kazım KaraBekir 15.Kolordu kumandanı olarak geri dönmüş Ermenilerle mücadeleye başlamıştı.
5-6 Temmuz 1919 da Ermeniler Büyük Vedi kasabasına saldırdılar.
800 ölü 1200 yaralı vererek geri çekildiler. Ermeni güçlerini yöneten General
Mayor Şalkonikof’un imzasını havi bir emirname ele geçirilmiş, bu emirnamede Müslümanların tümüyle imha edilerek Aras’a döküleceği emrediliyor22
Iğdır Sevdası
du. Bunu takiben iki İngiliz subayı Erivan’a gelerek Müslümanlarla Ermenileri barıştırmak istediklerini bildirmiş, ancak bu iki kişinin İngiliz üniforması
giymiş Ermeniler olduğu tespit edilir. İngilizler bölgede Ermenileri alenen
desteklemektedir.
Vedi baskısının yapıldığı tarihte Ermeniler Kars’ta Kurudereyi basarak 9 kişiyi öldürmüş, kadınlı erkekli 35 kişiyi köyün hayvanatı ile birlikte alıp götürmüşler, yine Arşak adındaki bir Ermeni yönetimindeki Taşnak
çeteler Sarıkamış’ın Akçakale bölgesinde 4 köyde yaptıkları baskında bir
köyün tüm fertlerini öldürmüş diğer köylerden 60’ar adam götürmüş ve
kesmişlerdir. Karakurut’ta katliam yapılmakta ve her taraftan buna benzer
haberler alınmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere ordu dağınık ve perişan halde olduğundan her tarafta olduğu gibi Iğdır (Aralık ve Karakoyun dahil ) ve
Tuzluca bölgelerinde sivil halk milis güçleri halinde silahlanıp örgütlenerek
Ermenilere karşı namusunu, toprağını ve varlığını korumağa çalışmaktadır.
Iğdır ve yöresinde Müslümanlarla Ermeniler arasında kanlı mücadele devam
ederken Anadolu’nun her tarafında düşman istilasına karşı halk hareketleri
başlamış ve örgütlenme aşamasına girilmişti.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal oradan Amasya’ya
gelerek Amasya tamimini yayınlamış ve Erzurum’a hareket etmiştir. Erzurum’da daha önce başlayan kongre hazırlıkları son aşamaya gelmiş, delegelerin
katılımını sağlamak amacıyla toplantı tarihi birkaç kez de tehir edilmiştir.
Mustafa Kemal delege olmadığı için kongre delegelerinden Cevat Bey (Dursunoğlu) istifa ettirilerek kongreye girmesi ve kongre başkanlığına seçilmesi
sağlanır.
23 Temmuz 1919’da açılan kongre 7.8.1919’da sona erdi. Kongrede
alınan kararların uygulanabilmesi, milli mücadelenin başarıya ulaşabilmesi
Doğu ve Güneydoğudaki Kürt aşiretlerinin tutumuna bağlıdır. Mustafa Kemal
bunu çok iyi bilmektedir. Bu sebeple kongrenin bitiminden hemen sonra aşiret ileri gelenlerine mektup yazarak onları yardıma çağırır.
Örneğin; 13 Ağustos1919 tarihini taşıyan ve Bitlis’te Küfrevizade
Şeyh Abdulbaki Hazretleri, Şırnak’taki AbdurrahmanAğa Hazretleri, Dirşulu’de Ömer Ağa Hazretleri, Muşar’da Resul Ağa Hazretleri, Siirt’te Eski
Mebus Sadullah Efendi Hazretleri, Seyh Mahmut Efendi Hazretleri, Nurşinli
Meşayih-i İzamdan (Büyük Şeyh) Ziyaettin Efendi Hazretleri, Garzan’da
rüessadan (ileri gelen) Cemil Çeto Bey, Mutki’de Aşiret Reisi Hacı Musa
Bey’e yazdığı mektuplar bu davranışı belgelemektedir. (Bu mektuplar Atatürk Nutku’nun vesikalar bölümünde sırasıyla 47,48,49,50,51,52,53 numaralı
vesikalar diliminde yer almaktadır.)
Başarıya ulaşmak için milli birlik ve beraberliğin tesisine ne kadar çok
ihtiyaç olduğunu gösteren belgelerden birisine bu kitapta yer vermeyi uygun
23
Mecit Hun
gördüm.
“Bitlis Küfrevizade
Şeyh Abdülbaki Hazretlerine
Faziletlû Efendim.
Zat-ı fazılanelerinin
Bitlis’te olduğunu tahmin
ediyorum. Bu defa aldığım
malumat üzerine bu husus
tevsik edildi. Makam-ı Mualla- yı hilafet ve saltanatı
,vatanımızın içinde bulunduğu müşkül vaziyet malum-ı
arifaneleridir.
Senaverleri
milletimizin bugünkü felaketin
içinden çıkacağı güne kadar
milletle beraber ve milletin içinde çalışmaya hasr-ı
vücut etmekten başka şiar-ı
hamiyet olamayacağı kanaatiyle derhal askerlikten istifa
ettim. Çünkü resmi makam
ve sıfatım buna mani oluyordu
Mecit Hun Kürsüde (1973)
Bugün için yegane
çare-i halas millettin vahdetini bütün cihana göstermek ve hukuk-ı mukaddesatımızı milletin ibraz edeceği kudret ile tahsis etmektir. Erzurum kongresine
tekerrür ettirilen esaseti takdim ediyorum. O havalice icabına tevessül buyurularak düşmanlarımızın her türlü telkinatına set çekmeleri müsellem olan
hamiyet ve vatanperverlikleri intizar olunur. Arz-ı hürmet ve muhabbet eylerim efendim.”
B. HÂTIRATIM
Yıl 1932. Hayatımın dönüm noktası... Ağrı harekatı tamamlanmış,
oturduğumuz Adetli köyü de içinde olduğu halde Ağrı eteklerindeki yerleşim
yerleri boşaltılarak Askeri Yasak Bölge (Mıntıka-i Memnu) haline getirilmişti. Babam Iğdır’ın Baharlı mahallesinde Ermenilerden kalma bir eve yerleşmişti. Evin duvarları çamur, zemini toprak olup üstü kamış, ağaç ve toprakla
24
Iğdır Sevdası
kapatılmıştı. Ama Adetli’deki evimize göre daha
kullanışlı idi.
Evle birlikte satın alınan bitişik 15 dönümlük arsasında tek
bir ağaca rastlanmazdı.
Mahallenin büyük bir
kısmı bomboştu. Bizden
önce Ağrı ve Rusya’dan
gelen Karapapaklar (Terekemeler) mahallenin
bir kısmını sahiplenmiş
ve işgal etmişlerdi. Burası Ermenilerden metruk
(terk edilmiş ) olduğu
için kimsenin şahsi mülkiyeti değildi. Değişik
bir hayat başlamıştı.
Doğup
büyüdüğümüz
Adetli köyünden farklı
Mecit Hun ve Ağrı Dağı
bir yerdi burası.
Adetli köyü Ağrı Dağı eteklerinde kurulmuş 25-30 hanelik bir yerleşim
sahasıydı. Evlerin duvarları toprakla sıkıştırılmış, taşlarla gelişigüzel örülüydü.Toprak olan zemine genellikle sazdan yapılma hasır, ot ve ince saz yayılır,
onun üzerine, oturanların ekonomik gücüne göre çul, keçe, kilim ve halı gibi
şeyler serilirdi. Bizim Adetli’deki evimiz emsallerine göre en iyisiydi. İçinde
tandırı olan ve aynı zamanda mutfak görevi yapan büyük bir bölümü vardı.
“Ev damı” adı verilen bu bölümde eve ait yatak, keçe, kilim, sandık gibi eşyalar cinslerine ve kategorilerine göre tasnif edilirdi. Evin hemen hemen bütün
fertleri bu bölümde yatardı. Herkesin köşesi ve yatacak yeri vardı. Kadınlarla
erkekler bir perde ile ayrılan ayrı bölümlerde yatardı.
Evimizin bir de misafir odası bulunuyordu. Damdaki bir baca penceresi
ile aydınlanan ve havalandırılan bu odada keçeler kilimler serilmiş, minderler,
yastıklar yerli yerine konmuş halde muhafaza edilirdi. Gelen misafirler, misafir olmadığı zamanlar da babam bu odada yatardı.
Karahacılı, Kolikent ve Hıdırlı gibi yakın köylerdeki akrabalarımız babamın evde bulunduğu akşamları bu misafir odamızda toplanır, sohbet ederlerdi. Genellikle Ermenilerle olan savaştan, Kürt milislerle Hamidiye Alaylarının fedakarlıklarından ve özellikle Erivan ve Nahcıvan’daki Azeri direnişin25
Mecit Hun
den bahsedilirdi.
Herkes
Kazım
Karabekir Paşa’yı
özel bir saygı ile
anardı.
Yine
bu
misafir odamızda bazen bir dini
hocanın imamlığı ile cemaat namazları kılınır ve
gece geç saatlere
kadar dini konu- (1) Mecit Satmış, (2) Mecit Hun, (3) Mecit Hun, (4) Fatma Satmış, (5) Bedir Yalçın
lar konuşulurdu.
Dengbej (Kürt Şarkıcı ) yarışmaları ne kadar eğlenceli idi! İçlerinde
gerçekten çok kabiliyetli olanlar vardı. Kürtçe’yi çok güzel konuşur, kafiye
kurar ve dinleyenleri coştururlardı. Usta kavalcıların katılımı ise bu geceye
ayrı bir hava verirdi.
Doğa ile iç içe idik. Köyün önündeki sazlıkta yabani domuzlar,
Karasu’da sazan balıkları, yabani ördekler, köyün üst kısmındaki lav taşları
arasında keklikler alışa geldiğimiz hayvanlardı. Av araçları mahdut olduğundan bu hayvanların sayısı katlanarak artıyordu.
Hayvancılıkla uğraşıyor yazın (Haziran-Eylül ) yaylalara çıkıyor, kışa
doğru köye iniyorduk. Yayla olarak Ahura
köyünün üstünde bulunan Hoca Yurdu,Yusuf
Bey yurtları veya Tuzluca ve Ağrı iline bağlı
Sinekler’e gidilirdi.
Ağrı Dağı’ndaki yaylalarda kar suyu
içerdik. Çadırımız ve obamız Ahura deresine yakın bir yere konardı. 1829 yılında büyük bir deprem ve toprak kayması sonucu
oluşan bu korkunç dere aynı zamanda Ağrı
Dağı zirvesinden kopup gelen buzulların da
toplanıp depolandığı bir yer olmuş. Soğuk
mevsimlerde buraya dolan buz ve kar kitleleri yaza doğru eriyerek büyük bir sel halinMıhê Kazak (Gölalı)
de Ahura (Yenidoğan ), Tezharaba, Karahacılı, Kolikent, Yukarı ve Aşağı Topraklı ile Adetli köylerine kadar ulaşır ve
buralara Ağrı eteklerinin topraklarını götürür. Bu köylerde bu sel sularından
istifade ile tarım yapılır ve meralardaki hayvan sürülerinin içme suyu ihtiyacı
26
Iğdır Sevdası
giderilir.
1829 depreminden önce çok büyük bir Ermeni köyü
olan Ahura tamamen toprak altında
kalmış, hiçbir canlı kurtulamamıştır.
Şimdiki Yenidogan
bu eski köyün bulunduğu mevkide sonradan kurulmuştur.
Köyün birkaç
Soldan Sağa Adil Kuk ve Mecit Hun
kilometre üstünde
bulunan Yakup Peygamber Manastırı da kayan topraklar altında kalmıştır.
Şimdi buradan sızan kar sularına Yakup Peygamber çeşmesi adı verilmektedir.
Hoca ve Yusuf Bey yurdunun üst taraflarında zirveye yakın yerlerde
yabani keçi sürüleri, yabani koyun kümeleri zamanla azaldı. Bu gün bile bu
hayvanlara sarp yerlerde rastlanmaktadır.
Hoca yurduna göre Ağrı’nın batıda görünen yamaçlarında Mıhê Kazak
amcanın “Korhan Atıcısı” adıyla anılan mezrası görünmektedir. Rus ordusunda bir süre süvari askerlik hizmeti yaptırıldığı için “kazak “ lakabıyla anılan
Mıhê amcamızın 400-500 adetten oluşan at sürüleri vardı. Eğitilmeyen, binilmeyen bu vahşi hayvanlar Ağrı Dağı’nın bu yamaçlarında her tarafta otluyor,
geceleri, aygır olanların denetim ve yönetiminde rüzgar almayan derelerin
içinde bir araya toplanıyorlar, kurtlar ve vahşi hayvanlardan kendilerini görevli aygırlar vasıtasıyla korurlardı. Saldırı girişiminde bulunan aç kurtlar bu
aygırların tekmeleri ile linç edilirdi. Uzun zaman dillere destan olan bu at
sürüleri Ağrı İsyanı sıralarında İranlı çapulcular tarafından sürü halinde Ağrı
Dağı’nın öbür tarafına geçirilmiş, bir çoğu kurşunlanarak öldürülmüş ve bir
kısmı ise yakalanarak bu güzel doğa zenginliği yok edilmiştir.
Değerli din adamlarımızdan Hacı Hamza Göleli, ülkücü ve milliyetçi
gençlerimizden Mikail Göleli, Iğdır’daki iş adamlarından Hacı Nebi, Hacı
Sultan Ali ve Hacı İbrahim Göleli’nin dedeleri olan Mıhê Kazak amca 120
yaşlarında yüzlerce torun sahibi olduktan sonra vefat etti. Nur içinde yatsın.
Ağrı harekâtı sonucu köylerimiz yasak bölge içine alınınca hayvancılığı
devam ettirdik. Babam 1000 civarında koyunumuz, irili ufaklı yirmiye yakın
atımız, 30 civarında devemizle Sinek yaylalarına gitmeye başlamıştık. Bu suretle yeni bir çevre tanıyordum. Yayla gidiş ve dönüşlerimizde konakladığı27
Mecit Hun
mız Alköse, İnce
köyleri ile Pursak
ve Sükü’den babamın birkaç dostu vardı. Kendilerine “Dağlı” ve
“Ayrımlı” denilen
Azeri kökenli bu
insanların yaşam
tarzları beni etkiliyordu. Çiftçilik
yapıyorlardı. Fakat, en varlıksının
senelik
üretimi
Soldan Sağa Medet Serhat, Mecit Hun, Bilinmiyor, Kemal Güven
birkaç torba patates ve havuç ile
50-60 kod ( bir teneke hacmindeki hububat ölçeği – ortalama 15 kg.) buğday
ve arpa idi. Bu insanlar yaylacıların dönüşünü dört gözle bekler ve artırabildikleri ürünleri karşılığında yağ, peynir ve şor (çökelek ) temin ederek kış
hazırlığını yaparlardı. Yaylacılar da bu suretle bir kalemde kışlık buğday ve
patates gibi ihtiyaçlarını daha ucuza bulabiliyorlardı. Bu alışverişler taraflar
arasında dostluk ve kirvelik bağı kuruyordu.
1932 tarihinde yani ilkokula başladığım yıl Iğdır’ın etnik, sosyal ve
ekonomik yapısı hızla değişmektedir .
Terk edilen Ermeni ve Yezidi köylerine yeni insanlar yerleşmektedir.
Ermeni köylerinden Alikamerli’ye Kundo ve Aliköçek köylerinin Azeri halkı
ile bir kısım Şeyh ve Şemsedinof (Güneş ) aileleri; Halfeli ve Hoşhaber köylerine Karakoyun ilçesine bağlı olup Ağrı Yasak Bölgesi içinde kalan Bulakbaşı, Beri, Taraş köylerinden gelen Gelturanlı aşireti ile Şemsedinoflardan bir
kısım aileler; Kadıkışlak ve Evci köylerine Erivan ve Azerbaycan muhaciri
Azerilerle, Redkanlı aşiretinden bir kısım halk; Özdemir köyüne Redkanlı,
Burukanlı, Gelturanlı, Sakanlı aşiret mensupları ile Güneşlerden Fettah Bey
ve akrabaları; Yüzbaşılar köyüne Burukan aşireti, Tecirli köyüne Burukanlı
ve Redkanlı aşiretleri ile Aralık ilçesi Karabağ köyünden gelen Azeri aileler,
Hakveyis köyüne Sıçanlı köyünü terk eden Azeriler, Tuzluca’nın dağ köylerinden göç eden Azeri aileleri ile Aralık’ın Çamurlu köylerinden gelen Redkanlı aşiret mensupları; Pulur ( Enginalan ) köyüne Erhacı köyünden göç eden
Azerilerle Suveren köyünden gelen Aliyanlı aşireti mensupları; Karakoyun
ilçesinin Alican köyüne Erivan ve Azerbaycan muhaciri Azerilerle, Redkanlı
aşireti mensupları; Mürşitali köyüne Redkanlı aşireti mensupları; Taşburun’a
28
Iğdır Sevdası
peyderpey gelmeye devam eden Erivan havalisi Azeri muhacirler yerleşmektedir.
Yezidi köylerinden Karakuyu
ve Kuça köylerine Geloylu aşireti;
Zor (Karaçomak) ve Kızılkule köylerine Motanlı aşireti; Harmandöven,
Nişankaya ve Kervansaray köylerine Kendikanlı aşireti; Güngörmez
köyüne Doğubeyazıt’tan Yardımcı
ailesi mensupları ; Tuzluca’nın Aslanlı köyüne Doğubeyazıt’tan gelen
Keskolu aşireti; Sinek köylerine Iğdır köylerinden gelen Geloylu, Gelturanlı, Sakanlı ve Motanlı aşiret
mensupları, diğer köylerde ise Şemkanlı aşireti mensupları yerleşmişlerdir. Iğdır’ın Iğdırmava ve Sultanabat dışında kalıp Ermenilerce
terk edilen mahallelere Revan mu- (1) Naciye Hun, (2) Mecit Hun, (3) Atilla Hun,
hacirleri, civar Azeri köylerden ge- (4) Leyla Hun, (5) Ahmet Hun, (6) Mücahit Hun
len halk, Ağrı yasağından etkilenen
Kürt aşiretler, Doğubeyazıt, Ağrı ve Erzurum’dan gelenler yerleşmektedir.
Diğer taraftan Aralık ilçesine bağlı Gomik, Bilican, Ahura, Tezharaba,
Çetindere, Maksozillo, Atıcı, Karahacılı, Kolikent, Adetli ve Hıdırlı; Karakoyun ilçesine bağlı Kafirköy, Beri, Taraş, Bulakbaşı; Iğdır merkeze bağlı
Korhan, Bellelak, Abdollak, Kavaktepe, Gevrolar, Karagüneyler, Caf, Elmagöl Ağrı harekatından sonra askeri yasak bölge haline getirilmiş, bu köylerin
halkı kendi güçleriyle barınma imkanı aramağa başlamışlardır.
Iğdır’ın Azeri halkı ermeni katliamından canını zor kurtarmış ve İran
köylerine sığınmışlardı . Kurtuluştan sonra başlayan geri dönüş bu tarihlerde
tamamlanmak üzeredir. Iğdır ve yöresi böyle bir yerleşim keşmekeşi içindedir.
Halk gerçekten büyük bir fukaralık ve zaruret içinde kıvranmaktaydı.
Sürüm ve ekim aracı, tohum bulunmuyordu. Toprak su kanalları senelerden
beri işlemediği için dolmuştu. Devlet daha büyük zaruret içinde olduğundan
yardım imkanı yoktu. Bir çift manda veya öküzle bir çok aile ekim yapmağa
çalışıyordu. Dayanışmanın, dostluğun, insanlığın en iyi örnekleri böyle zamanlarda verilir. O dönemi yaşayanlar bu güzel örneklere tanık olmuşlardır.
Azeri ve Kürtler birbirine dayanmış, yaralarını müşterek sarıyorlardı. Azeri29
Mecit Hun
ler Aşiret dostlarının ve
komşularının hayvanlarını sürüm ve harman
işlerinde
kullanıyor,
ürettikleri mahsulü onlarla paylaşıyordu.
Muhaceretten en
az etkilenen Melekli
köyünün Ağrı isyanı
sırasında çaresiz kalan
yüzlerce aşiret ailesini
ne şartlar altında barındırdıkları herkesçe bi- (1) Mecit Hun, (2) İslam Develi, (3) Sabahattin Özulu
linmektedir.
Bu tarihlerde sağlık koşullarda oldukça kötüdür. Sıtma bir afet halini
almıştır. Karnı şişen çocuklar, çarşıda, yolda, duvar ve ağaç diplerinde sıtma
nöbetine tutulmuş sararmış benizli insanlar korkunç bir manzara oluşturuyordu. Devletin sağlık kuruluşları yetersizdi. Kinin bulunmuyordu. En iyi tedavi
bir süre yakın yaylalara gitmekti. Bu imkana da herkes sahip değildi.
Ermenilerden kalma derme çatma dükkanlarda sağlıksız ve düzensiz
de olsa bakkaliye, kahvehane, aşhane gibi işyerleri açılmaya başlanmıştı. Bu
işleri en iyi Erivan muhacirleri yapardı. Bizlere göre deneyimli ve görgülü idiler. Büyük çoğunluğu Baku, Tiflis, Moskova, Leningrat’ı görmüş kimselerdi.
Sanat, edebiyat ve toplumsal yaşamda Batı Avrupa ile yarışa giren Çarlık Rusyası’nda gelişmiş bir kültüre sahip olmuşlardı. O dönemlerde Baku önemli bir
sanat merkeziydi. Iğdır’a muhacir olarak gelenler bu ekolden geliyordu.
Erivanlı Rahim Bey’in gazinosu (kulübü) bugünkü standartlardan daha
lüks bir oturma yeri idi. Büyük bir titizlik ve disiplinle idare ediliyordu. Dışarıda, parmaklıkla ana caddeden ayrılmış bir ön bahçesi vardı. Iğdır’ın ileri
gelen tüccar, esnaf ve bürokratları havalar müsait olduğunda burada oturur,
çay, nargile içer sohbet ederlerdi. Oyun oynamak isteyenler içeride otururlardı. Burada daha ziyade briç, bezik gibi salon oyunları vardı. İçeriye belli
kişiler girebilirdi. İçeridekilerden birisi ile görüşmek isteyen durumu kapıdaki
görevliye bildirir ve aradığı kimsenin gelişini beklerdi. Ben lise çağına gelinceye kadar Rahim Bey’in gazinosuna giremedim. Görüşmek istediğim adamları hep dışarıda bekledim. Çok temiz giyimli olan işletme sahibi Rahim Bey,
hiçbir zaman oturmaz işyerinin temizliğini ve düzenini kontrol ederdi.
1937 ve daha sonraki yıllara gelindiğinde burası daha da önemli bir buluşma ve oturma yeri oldu. Markara köprüsünden Ruslarla ticaret başlamış ve
Iğdır’a yabancı iş adamı akını başlamıştı. Iğdır bu tarihte şehir görünümüne
30
Iğdır Sevdası
giriyordu. O tarihlerdeki Rusya ile
olan ticaretin Iğdır
a ve bölgeye getirdiği hareketi ayrı
bir bahiste anlatacağım.
Yine o yıllarda çok bakımlı,
oturulabilir bir parSol Başta Mecit Hun, Sağ Başta Mehmet Efendi (Karapapak)
kımız vardı. Belediye meydanındaki bu parka akşamları bir çok Iğdırlı veya Iğdır’da görevli
memur, aileleri ile birlikte gelir, gece geç saatlere kadar otururlardı .
Ermeni savaşının, göçün ve Ağrı ayaklanmasının çok olumsuz etkilediği Iğdır’da sosyal ve ekonomik değişimler başlamıştı. Bu değişim ve gelişmede devletin hiçbir katkısı yoktu. Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu yerine
kurulan Cumhuriyet Türkiyesi henüz emekleme çağındaydı. Yetersiz bütçesi
ile halkına yardım etmek şöyle dursun, Ordunun bile ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Bu nedenle vatandaşlarından yeni fedakarlıklar istiyor, ağır vergiler
koyuyordu.
Bu vergilerden birisi Osmanlıdan kalan AŞAR idi. Her çiftçi ürettiği
hububatın onda birini devlete verecekti. Uygulama başlamış fakat hırsızlık
ve sahtekarlığı da beraberinde getirmişti. Çiftçi vatandaş harmanda tahılını
vergi memurlarına veya köy muhtarına göstermeden önce büyük bir bölümünü emin bir yere gizleyerek vergi dışı bırakıyordu. Bu suretle vatandaş kendi
malının hırsızı durumuna düşüyordu. Bu defa sıra vergi tespit memurlarına
geliyordu. Onlarda geri kalanından kendi paylarını alıyor ve devede kulak
kadarı devletin kasasına giriyordu. Bu ise vatandaşın ve devlet memurlarının
bozulan ahlakını tamire yetmiyordu.
Bir de halk arasında BAŞ PARASI olarak adlandırılan yol vergisi
vardı. Çalışmasını engelleyecek, bedenen bir sakatlığı olmayan ve 5 çocuktan
az olan aile reisleri her yıl devlete 12 lira yol parası vergisi ödemekle mükellef
idiler. 12 lira o günün şartlarına göre büyük bir para idi. En iyi koyun 1 liraya,
çifte ve arabaya koşulabilecek bir öküz 6-7 liraya alınıp satılıyordu. Harbin
ve Ağrı ayaklanmasının acısını unutmayan, çoğu muhaceretten yeni dönmüş
halkın tamama yakın çoğunluğu bu parayı ödemiyordu. Bunu düşünen devlet
bir kolaylık (!) getirmişti. Bu durumdaki mükellefler bu para karşılığında devlete ait yol inşaatlarında çalışacaktı. Çalışma mevsimleri ve yeri daha önceden kaymakamlıklar vasıtasıyla tayin edilir ve çalışmak isteyenlerin müracaatı sağlanırdı. Halkın büyük bir çoğunluğu çalışmayı tercih ediyordu. Çünkü
31
Mecit Hun
12 lirayı ödeyecek gücü
yoktu. Bizim bölgemizde
olan mükellefler Haziran- Eylül aylarında Ağrı-Doğubeyazıt arasında
yapılan transit yolunda
(İran’a giden yol ) çalışacaktı.
Günü geldiğinde
herkes torbasını hazırlar,
çoluk çocuğu ile helalleşir ve vergi dairesinden
Piknik Sofrasında Oturanlar Soldan Sağa Mecit Hun ve Adil Kuk
sevk evrakını alıp yola
koyulurdu.
Her konuda olduğu gibi bunun da bir idare yolu bulunmuştu. Nüfus memurları ile anlaşma yapanlar 2 çocuk sahibi iken bir anda 6-7 çocuklu oluyor
ve BAŞPARASI belasından kurtuluyordu. Bu da en çok nüfus memurlarına
yarıyordu. Iğdır’ın bu konuda uzmanlaşmış bir nüfusçusu vardı. Vatandaşı
dinledikten sonra tütün tabakasını kendisine uzatarak, “Hele bir sigara sar!”
der, bir taraftan da sahte doğum evraklarını doldururdu. İş sahibi cigarasını
sarar ve ceremesi olan meblağı (genel raiç 10 lira ) tabakanın içine itina ile
kor, tabakayı iade ederdi. Memur bey tabakayı açar gerekli kontrolü yaptıktan
sonra yeni nüfus kayıt suretini düzenleyip “ Hayırlı olsun “ dileği ile kendisine verir ve kendisine şöyle okurdu.
“Yeni çocuklarını sana tanıtayım. 10 yaşında Şerafettin, 8 yaşında Nurettin, 4 yaşında Necmettin ve 2 yaşında Nizamettin. Bunları iyi ezberle!”
Zaten Türkçe’yi zar zor konuşan Derviş ağanın kafası iyice karışır.
“Memur bey, ben bu isimleri aklımda tutamam, tabakaya bir beşlik daha
koyum, Ahmet , Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ali olsun”
Fakat iş işten geçmiştir. Derviş ağa “Şerafettin” ismini mırıldanarak
daireyi terk eder.
Evet bu vergiden devletin büyük bir faydası olmaz. Ancak yöredeki
nüfus bir anda iki misline çıkar.
Yol vergisi ile hububata uygulanan aşar 1950 seçimlerine kadar devam
etti. DP’nin iktidar oluşu kaldırıldı.
Üçüncü bir vergi Kamçur ( Hayvan vergisi ) idi. Bu acayip verginin
hangi kıstasa göre icat edildiğini (!) kimse bilmez. O tarihte en çok bir liraya
satılan koyunun senelik vergisi 80 kuruş, 5-6 liradan fazla değeri olmayan
sığırın senelik vergisi 5 liradır.
Hayvan sahipleri her yıl mali yıl başlangıcından itibaren bir ay içinde
32
Iğdır Sevdası
elindeki hayvanın cins ve
adedini muhtarlığa beyan
eder. Adına “koçan” denilen bir imzalı belge alır ve
yoklama sırasında görevli
memura göstererek vatandaşlık görevini ifa ettiğini
ispatlar.
Normal beyan zamanını geçirenler 3 misli
ceza ödeyerek beyanda
bulunur.
Belli bir süre sonra
Teoman Gürel ve Mecit Hun
Maliye yoklama memurları bölgeleri taksim ederek sayıma çıkarlar. İşte bundan sonra vaveyla kopar.
Vatandaş çok yüksek olan vergiden dolayı elindeki bir hayvanın çok az bir
bölümünü beyan ederek geri kalanını yoklama ve sayım süresince civar mağara ve sarp yerlerde gizler. Yoklama memurlarının büyük bir kısmı iyi niyet
sahibidir. Hiçbir çıkar beklemeden vatandaşı bu adaletsiz vergiden korumaktadır. Yakalanan beyan dışı koyun ve sığırlara 5 misli yani hayvanın gerçek
bedelinin 5 misli ceza uygulanmaktadır. Bu nedenle yakalanan bir çok hayvana kimse sahip çıkmaz, bunlar toplanıp kaza merkezine getirilir. Yediemine
teslim edilir. Daha sonra satılarak büyük kısmı yediemine masrafı karşılığı
verildikten sonra gerisi devlete irat kaydedilir. Her yıl buna benzer yüzlerce
dram yaşanır. Olay üzerine intihar bile olur. Bu talandan en büyük payı bazı
yetkililerin de ortak olduğu yediemin sektörü alır. İş bununla bitmez. Bu büyük yağmadan pay almak üzere bir de ihbar sektörü çıkar ortaya. Bu sektörün
başında hayvancıların korkulu rüyası haline gelen MİRZO ağa vardır.
Mirzo Ağa
Beyan süresinin bitiminde MİRZO tarafından bir liste düzenlenip bir
ihbar dilekçesi ile birlikte ilgili makama verilir. Dilekçede ve listede kimin
ne kadar kaçak hayvanı olduğu belirtilir ve kendisine memur refakatçi verildiği taktirde bunları yakalayıp ilgililere teslim edeceğini beyan eder. İhbar
devletin maddi çıkarı ile ilgili olduğu için derhal işleme konur. Ekip kurulur,
çıkış hazırlığı başlar. Hayvancılarda panik başlamıştır. MİRZO, hayvanların
götürüldüğü yerleri ve hatta ağrı dağının en sarp ve ulaşılmaz mağara ve barınaklarını bilmektedir. Kendisi ile gizlice görüşüp gönlünü yapmaktan başka
çare yoktur. Mirzo’nun genellikle yattığı Meşhedi Velin’in veya Develi Mehmet amcanın hanı gece boyunca yüzlerce hayvan sahibini ağırlar. Anlaşmalar
33
Mecit Hun
yapılır yeni, yeni listeler düzenlenir ve MİRZO ağa bir senelik gelir
bütçesinin tahsilatını büyük ölçüde tamamlar.
Mirzo ağanın parası bittiğinde hayvan sahiplerinden önümüzdeki yıl harcına mahsusen avans
alır ve renkli yaşamını sürdürürdü.
Kamçur
olayı da 1950
tarihine kadar devam etti. Demokrat partinin iktidara gelişi ile
sona erdi. Mirzo ağa bir anda itibar kaybına uğramıştı, kendisine
haraç verenler, bozbaşa kebaba
davet edip paketle sigara ikram
edenler, istemediği halde cebine
para koyanlar şimdi selam vermez
ve hatta düşman gözü ile bakar ol- Senato Başkanı Sırrı Atalay ve Mecit Hun
muşlardı. Mirzo ağa bu durumdan
dolayı Demokrat Partiyi sorumlu görüyor ve bütün sağ partilere husumet
besliyordu.
Ben uzun süre C.H.P. ilçe başkanlığı görevini ifa ettiğimde Mirzo ağa
“bir gün yine C.H.P. iktidara gelir ümidi ile” kendisine verdiğim bütün parti
görevlerini severek yerine getirmiştir.
1932 ve müteakip yıllarda Iğdır da tarımsal alanda büyük bir atılım
başlamıştır. Başta meyvecilik olmak üzere pamuk, hububat, pirinç, sebze
gibi ürünler katlanarak üretilmektedir. Bu defa pazarlamada sıkıntılar başlar.
Yeterli nakliye aracı olmadığından yakın merkezlere bile sevkıyat yapılmamaktadır.
Her gün Iğdır’dan Doğubeyazıt’a yüzlerce merkep sebze ve meyve
taşımaktadır. Üretimin büyük bir bölümünü de yaylacılar tüketmektedir. Pamuk için Rusya’dan talep gelmeğe başlamıştır. Birkaç yıl içinde Iğdır pamuk
ve hayvan ticareti konusunda büyük bir merkez haline gelecek Markara kapısından Rusya’ya ihracat başlayacaktır. Iğdır’ın bu altın devrini, bu dönemin
sosyal ve ekonomik yapıda yaptığı değişiklikleri ayrı bir bahis halinde izaha
çalışacağım.
Naki Odoğlu
1930’ların Iğdır’da meyvecilik ve meyve bahçesi tesisi söz konusu ol34
Iğdır Sevdası
duğunda iki önemli isimden
bahsetmemek haksızlık olur.
Bunlardan birisi NAĞI
( NAKİ ODOĞLU ) Bey’dir.
Erivan muhaciri olarak Iğdır’a
gelmiş ve burada iskan edilerek yerleşmiştir. İki oğlu Bekir ve Abbas ile damadı Recep
Odoğlu, İstanbul’da yerleşmiş, ancak toprak sevgisi Nağı
Bey’i Iğdır’a bağlamıştır. Baharlı Mahallesi Hamamyolu
Sokak ile Alkamer-Iğdır arasında iki büyük meyve bahçesi
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve Mecit Hun
tesis eden Nağı Bey zamanının
tamamını bu iki bahçede geçirdiği için halk arasına çok ender çıkardı. Her
gün sabahları tek atlı faytonuna biner iki bahçe arasında adeta mekik dokurdu.
Çocukluk çağımızda bizi en çok etkileyenlerden birisi idi. Güçlü fizik yapısı,
güzel giyimi, prensvari duruşu, laubalilikten uzak davranışları bizde büyük
bir saygı yaratıyordu. Herkesin birbirine ufak tefek kusurlar bulduğu bir ortamda kendisine şayanı hürmet bir zat gözüyle bakılması ender insana nasip
olan bir değerdi.
Bahçesinde her meyvenin her çeşidi vardı. Özellikle Iğdır’ın o güne
kadar yetiştirmediği çok çeşitli üzümler Nağı Bey’in bahçesinin mahsulü olarak piyasaya çıkıyordu. Kızları Süheyla ile ortaokulu beraber okuduk. Diğer
kızı Ayten’e Iğdır ortaokulunda hocalık yaptım. Ailelerinin yetişme tarzını,
kültüre ve insani ilişkilere verdikleri değeri çocuklarını tanıdıktan sonra daha
iyi anladım. Abbas ve Recep beylerle dostluklarım, iyi ilişkilerim oldu. Bende
taktire şayan izler bıraktılar. Bekir Bey’le İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesindeki Pigal barda karşılaşıp tanıştım. Barın yöneticilerinden hemşehrim ve aile
dostumuz HİDOŞ (Hidayet Ayrım) bizi davet etmişti. Bu barın Bekir Bey’e
ait olduğunu o zaman öğrendim. Büyük Ada’da oturur başka ticari konularla
uğraşırdı. Bar işletmeciliği asıl mesleği değildi. Bir hobi olarak kiralamış Hidoş’la arkadaşlarına teslim etmişti.
Nağı Bey çok sevdiği bahçesine bitişik evinde, Abbas Bey de otobüsle
İstanbul’a giderken Iğdır çıkışında Alkamer köyü civarına vuku bulan bir trafik kazasında vefat ettiler. İkisini de rahmetle anıyorum.
Altunzade Çiftliği
Altunzade; Yusufelili bir inşaat müteahhidi olarak Iğdır’a gelmiş. Iğ35
Mecit Hun
CHP KURULTAYI
(1) Mecit Hun, (2) Cihangir Turan
dır Başköy (Aralık) yolunu tamir ederken Ermenilerden metruk Taşburun’u
görür hoşuna gider. Yusufeli’de (Artvin) tarım arazisi yok denecek kadar azdır. Burada bir miktar toprak ele geçirirse meyve ve üzüm bahçesi yapmayı
tasarlar. Aslında Ermenilerden kalma üzüm bağları bakımsızda olsa ortalıkta
görünmektedir. Iğdır’da ilgililere bu niyetini
açıklar. O sırada Ermenilerden metruk yerlerin
hazinece satılabileceğine dair bir tamim (genelge) gelmiştir. Altunzade’nin müracaatı yazılı olarak alınır. Sonradan Altunzade Çiftliği
dediğimiz 3000 dönümlük sahanın kabataslak
ölçümü yapılıp hudutlandırılır. Usulen ilanı ve
diğer bürokratik işlemleri tamamlanıp ucuz bir
bedelle satışı yapılır.
Bağ bahçe işlerinden anlayan çalışkan
Yusufeliler kısa bir sürede her tarafı üzümlük
ve ağaçlık haline getirirler. Ermenilerden kalma küplerden yararlanılarak şarap imalatına
başlanır. Uzun bir süre Altunzade Çiftliği adıyla anılan bu tesisler cumhuriyetin ilk yıllarında
Iğdır’dan Aydın (Söke)’ye göç eden akrabalaNuman Efendi
rımdan iş adamı Yasin Bademci tarafından satın alındı. Halen Bademci ailesi tarafından bir
tarım işletmesi olarak kullanılmaktadır.
36
Iğdır Sevdası
Numan Efendi
Şehire henüz gelip
ilkokula başladığım yıllarda ailemizi ciddi şekilde etkileyen ve Iğdır’da
senelerce değişik yorum
ve rivayetlere neden olan
acı bir olaydan bahsetmek
gerekir.
Bu önemli olayın
aynı zamanda mağduru
olan iki kahramanını tanımadan bir yorumda bulunmak hatalı olur.
Kars Eski Milletvekili Hasan Yıldırm ve Mecit Hun
Bunlardan
birisi
Doğubeyazıt eşrafından Numan Bey’dir. İdadiyi Mülkiyeden (Siyasal Bilgiler) mezun olmuş, Iğdır’a tayin edilmeden önce önemli mülki görevlerde
çalışmıştır. Kurtuluştan sonra Iğdır’a idare-i emval-ı metrukiye (terkedilmiş
mallar idaresi) müdürü olarak atanmıştır. Milli emlak ve tapu daireleri ona
bağlı olarak çalışmakta, zaman zaman kaymakama vekalet etmektedir. Babamın yakın akrabası, Şemsedinof (Güneş) Kerem Bey’in samimi bir dostudur.
Erivan muhacirlerinin Ermenilerden metruk arsa ve arazilerde yerleştirme organizasyonunun başında olduğu için Azeriler tarafından tanınmakta ve kendisinden övgü ile bahsedilmektedir. Yardımsever, yumuşak huylu ve güler
yüzlüdür. Bütün bu niteliklerinden dolayı kazadaki askeri ve mülki erkan da
kendisini sevmektedir
Diğeri Çobankereli İshak Bey’dir. Erivan’a bağlı olan köylerinden diğer Azeriler gibi muhacir olarak gelmiştir. Iğdır, Doğubeyazıt ve Ağrı’daki
askeri birliklerin bir kısmının iaşesinin müteahhitliğini yapmaktadır. Çok sert
mizaçlı ve kavgacıdır. Üstelik zamanlı zamansız alkol de almaktadır. Ufak
bir münakaşada muhatabını yumruklamada veya tabanca ile tehdit etmekten çekinmemektedir. Bu hırçın tavrı halk ve resmi görevliler arasında hoş
karşılanmamaktadır. İsyanlardan dolayı yapılan operasyonların askerle halk
arasında yaratığı kırgınlığı hafifletmek amacıyla ordu mensuplarının takındığı
yumuşak tavrı ile çelişen bu tutumu cihet-i askeriyenin müteahhit olması hasebi ile onları da rahatsız etmektedir
Bu günlerden birisinde İshak Bey Iğdır’da çarşı ortasında Orgoflu bir
Kürt vatandaşı tekme tokat dövmektedir. İshak Bey’i tanıyan halktan kimse
korkudan müdahale edemez. O sırada tesadüfen olay yerinden geçen Numan Bey, İshak Bey’i teskin etmeye çalışır. Ancak içkili ve sinirli olan İshak
37
Mecit Hun
Bey, Numan Bey’e de
saldırarak hakarette
bulunur. Halk da toplanmaya başlar. Onuru
kırılan ve halk içinde
aşağılanan
Numan
Bey mukabele eder
ve her ikisi de tabancalarını çekmeye çalışırken yüzlerce kişi
araya girerek bir arbedeyi ve feci bir sonu
önler. Ancak bu olay Soldan Sağa Fetullah Kakioğlu, Mehmet Avşar ve Mecit Hun
bir anda yayılır. Köylü, şehirli bütün halk ile askeri ve mülki erkan bu nahoş olayı konuşmaktadır.
Bu defa ikinci ve çirkin bir olay daha olur. Iğdır’daki Alay mensubu subaylardan birisinin eşi çarşı alışverişinden döndükten sonra Aziz Gökbakan’a
ait dükkanda veya dükkanın önünde sarkıntıya uğradığını hanım arkadaşlarına
anlatır. Bu iddia bir anda tüm Alay erkanı
tarafından duyulur. Bir subay eşinin sarkıntıya uğraması kocasını fevkalade üzer. Aziz
Gökbakan’ın evi tespit edilir ve iki er görevlendirilerek gece karanlığında evin pencere
ve kapısına ateş edilmek suretiyle tepki gösterilmesi kararlaştırılır.
O gece Numan Bey Gökbakanlara
misafirdir. Geç saatlerde çıktığı sırada korkutma amacıyla açılan ateşte yaralanır ve
hayatını kaybeder. Askerler beklenmedik
bir sonucun korkusu ile zaten karanlık olan
Numan Efendi
Iğdır sokaklarında izlerini kaybederek durumu amirlerine bildirir.
Numan Bey öldürülmüştür. Failleri meçhuldür. Birkaç gün önce çarşı ortasında İshak Bey’le olan kavga ile bu olay arasında irtibat kurulmaya
başlanır. İshak Bey’in mizacı da dikkate alınarak olayın faili olduğu yolunda
bir kamuoyu oluşur. İshak Bey’i sevmeyen subaylarda kendi hatalarını örtbas
esmek için bu kanıyı desteklemeye başlarlar. Ama olayın tanığı olmadığı ve
bir şikayette vuku bulmadığı için bir adli tatbikata başvurulmaz. Bu olaydan
sonra askeri erkandan bazıları Numan Bey’e olan yakınlıklarından dolayı
38
Iğdır Sevdası
babama ve Kerem Bey’e bazı itiraflarda
bulunarak bir kaza ve yanlışlıktan dolayı
tamamen suçsuz bulunan İshak Bey’in
zan altında tutulmaması gerektiğini bildirmişlerdir. Ancak kamuoyunu başka
yöne ikna etmek olanaksızdı. Genel kanı
faili İshak Bey’di. Korkudan zabıta ve adliye kendisine dokunamıyor, yakınları ve
dostları sahip çıkamıyorlardı.
Kamuoyumda bu yorum ve tepkiler
devam ederken başka bir şahıs korkunç
bir karar alıyordu. İshak Bey tarafından
dövülen Orgoflu Ali, Numan Bey’in öldürülmesinden kendini sorumlu tutuyor,
her gün kendisini suçlayan yüzlerce insanın nefretine dayanamayarak İshak Bey’i (1) Nazire Hun, (2) Leyla Hun, (3) Süheyla
öldürmeye karar veriyordu. İshak Bey’i Hun, (4) Naciye Hun, (5) Mecit Hun, (6)
bir gölge gibi izleyen Ali nihayet Ağrı Tü- Torun Leyla Hun, (7) Rabun Aksoy, (8)
men karargahı önünde fırsatı yakalamış ve Şilan Hun
tabancayla öldürmüştü. Ali firar edemeden derhal yakalanmış ve tutuklanmıştı. Kamuoyu yeni yorumlara, İshak Bey’in yakınları da şikayete başlamıştı.
İddia, Ali bu cinayeti işlemeye cesaret edemezdi. Onu azmettiren ve
cesaretlendiren insanlar vardı .Bunlardan birisi Kerem Güneş diğeri de Ahmet
Şemo (Babam) dır. Bu suretle dönemin en önemli iki insanı büyük bir yanlışlığa kurban gitmiş, bölgenin ileri gelen iki insanı da olayla ilgili oldukları için
tutuklanmıştı.
Bu tutuklanmadan çok büyük zarar gördük. Binlerce hayvanımız sahipsiz kalmıştı. Şehre, doğru dürüst yerleşmediğimiz için perişan durumda
idik. Evde annemle dördü kız olmak üzere altı çocuktan başka kimse yoktu.
Bütün hayvanlar çobanların vicdanına teslim edilmişti. Yüzümüz gülmüyordu. Güvenlik nedeniyle Erzurum’a nakledilen dava Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde bir yıl devam ettikten sonra beraatla sonuçlanmıştı. Biz maddi
gücümüzden çok şey kaybetmiştik.
Bu olayın bir sevindirici sonucu olmuş, ölen iki kişinin birisini Kürt
diğerinin Azeri asıllı olmasına rağmen bir Kürt-Azeri husumetine ve çatışmasına neden olmamış, sağduyu hakim olmuştur.
Hüsnü Bingöl
Belleğimde çocukluğumdan bugüne kadar silinmeyen ve Iğdır’ın çeyrek asırlık bir döneminde, küçümsenmesi mümkün olmayan derin izler bıra39
Mecit Hun
kan bir isme anılarımda
layık olduğu ölçüde yer
vermezsem gerçeklere
ve tarihe ihanet etmiş
sayarım kendimi...
Bu isim o zamanın
Milli Emniyet Müfettişi
Hüsnü Bingöl’dür. Tek
parti döneminin devlet
görevlisi. Yetkileri de
günümüzdeki bir MİT
Mecit Hun ve Naciye Hun
müdürünün ki gibi sadece haber almakla sınırlı
değil devletin bütün araçları ve imkanları ellerindedir. Elde ettiği haberleri
istediği şekilde yorumlar ve değerlendirir. Suçlu gördüklerini emrindeki sivil
ve askeri personel vasıtasıyla yakalar ve göz altına aldırırdı. Gerekli soruşturma ve sorgulamayı kendisi yapar ve suçu sabit görülenleri askeri mahkemeye
sevk ederdi. Özetle Hüsnü Bey, istihbarat müfettişliği, siyasi savcılık ve sorgu
hakimliği görevlerini uhdesinde toplamıştı. Kazanın mülki ve adli erkanı ile
bir görev bağlantısı yoktu.
Doğubeyazıt caddesinde mülkiyeti Muhsin Yılmaz varisleri ve kardeşlerine ait bulunan bina resmi daire ve konut olarak kullanılıyordu. Bitişiğindeki binalarda görevli askerlerin koğuşları, nezarethaneler, bekleme odaları
vardı. Buralarda olup bitenden halk habersizdi. Zaten kimse korkusundan
ilgilenmezdi. Adeta bir demir perde görünümünde olan binalara gözleri bağlı
ve yüzleri maskelenmiş insanlar askerler refakatinde getirilirdi ve fakat bu
insanların akıbeti hakkında bilgi alınamazdı.
Ben ilkokul çağlarında iken Hüsnü Bey’i gördüm. Üzerinde Binbaşı
üniforması vardı. Bıyıkları İttihatçı modasına uygun şekilde bükülü idi. Elinde bastonlu, süslü bir kamçı yanında sevimli finosu olduğu halde genellikle
ikindi saatlerinde çıkar ve Cumhuriyet caddesinden geçerek belediye yanındaki çay bahçesine gelirdi
Esnafın genelde yoğun olarak bulunduğu Cumhuriyet caddesi ikindi
saatlerinde resmi geçide hazırlanan bir güzergah gibiydi. Esnaf kılık kıyafetini düzeltmiş Hüsnü Bey’in geçişini heyecanla beklerdi. Evden çıkışta fino her
gün gelip gittiği yolda 15-20 metre mesafede öncülük görevi yapardı. Hüsnü
Bey’in gelişi sevimli finonun görünmesiyle anlaşılır ve buna göre vaziyet alınırdı. Geçiş sırasında kimi başıyla, kimi bel bükerek temenna etmesiyle ve
kimi şapkasını çıkararak selamlama yarışına girerdi. Hüsnü Bey’in bu insanlara değişik bakış açıları olurdu. Genelde tavrı sertti. Bazılarına hafif bir gü40
Iğdır Sevdası
lümseme ile mukabele
ederdi. Bu bir iltifattı. Şimdilik hakkında
şüpheli bir düşüncesi
olmadığı mesajı idi.
O günü esnaf arasında Hüsnü beyin takındığı tavrın yorumu
yapılırdı. “Falancaya
çok sert baktı inşallah merhamet eder,
çoluk çocuğuna acır”
veya “Feşmekana gülerek baktı. BahtavarMecit Hun, Mücahit Hun, Naciye Hun
da (şanslı anlamında)
şeytan tüyü var” gibilerden ahkam kesilirdi.
Arada bir yanına birilerini çağırır, “Sen daireye gel!” derdi. Bu bir nevi
felaket habercisi sayılırdı. Çünkü bu şekilde çağrılarla gidenlerin akıbeti meçhuldü. Bu çağrı haberi bir dalga gibi kasabaya yayılır, yorumlar başlardı. Kimine göre adama yazık olmuş kimine göre müstehakını bulmuştu. Çağrılan
adamı derhal ölüm korkusu sarar, yemekten içmekten kesilirdi. Böyleleri genelde çoluğu çocuğu ile vedalaşır ve vasiyetlerini yapardı.
Hüsnü Bey gerçekten çok korkunç bir kişiliğe sahipti. Bunu sağlayan
faktör ne idi? Bana göre söyle bir sıralama yapılabilir.
1. Devlet ilk zamanlarda önemsemediği komünizmi şimdi en büyük tehlike addediyor, Erivan ve Azerbaycan’dan gelen muhacirleri titizlikle
izleme gereği duyuyordu.
2. Ağrı ayaklanması yeni bastırılmış devletin Kürtlere şaibe ile bakışında
bir değişiklik beklenmiyordu .
3. Ermeni katliamından ve mezaliminden kaçıp İran a sığınan halk geri
dönmektedir. Ancak devlet İran’ın samimi dostluğundan şüphe ettiği
için kendi vatandaşı olan bu insanları da bir nevi gözetim altında tutma
gereği duymaktadır.
Bu konular tek parti döneminin Milli Emniyet Müfettişi olan Hüsnü
Bingöl’ün yetki ve sorumluluğuna verilmişti. Yörenin etnik ve inanç farkı
olmadan her kesimi, tedirgin ve korku içerisindeydi.
Diger taraftan bazı talihsiz olaylar ürküntü yaratıyordu.
Iğdır’ın yanı başında Çaldıran ve Muradiye’de Üçüncü Ordu Ku41
Mecit Hun
mandanı
Mustafa
Muğlalı’nın emriyle
sorgusuz sualsiz 33
vatandaşımız kurşuna
dizilmiş, İstiklal Mahkemelerinde tutuklamalar ve yargılamalar
başlamıştı. En önemlisi ise çıkarılan Takriri Sükun Kanunu’na
dayanılarak
haksız
ve gereksiz sürgünler
başlamıştı.
Mecit Hun ve Torunu Zinnet Hun
Bunların bir çoğunda Hüsnü Bingöl’ün sorumluluğu yoktur. Fakat ne var ki halk bunalımdadır. Sağlıklı düşünüp olayları değerlendirme yeteneği kalmamıştır .Tek yetkili
ve sorumlu olarak Hüsnü Bey’i tanımaktadırlar.
İşte Hüsnü Bey’in kişiliğine korkunç görünümünü veren bu olaylardı.
Oysa halktan şüphelenmek için hiçbir neden yoktu. Bolşevikliğin muhaceretin ve isyancılara karşı yapılan askeri operasyonların acısını çeken
halk geçim kaygısı içindeydi. Tek ümidi Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Onlar ki bu devleti kurmak
için Kürt, Azeri, Şii, Sünni demeden tek vücut Ermenilere
karşı savaşmış ağızlarındaki
lokmayı ve çocuklarının nafakalarını keserek cephedeki
askere yedirmiş, Nahcıvan’da,
Erivan’da,Vedi’de, Zengi’de,
Iğdır’da, Tuzluca ve Aralık’ta
yüzlerce şehit vererek bu devletin kurulmasını sağlamışlardır. Bu nedenle kendilerinden
bu derece şüphe duyulması
Mecit Hun ve Torunu Mehmet Hun
doğrusu haksızlıktı.
Diğer taraftan devleti
yönetenler de sıkıntıdadır. Düşmanımız olan,Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan rahatsızlık duyan mihraklar Anadolu’da kargaşa ve isyanları teşvik
ve organize etmektedir. Genç Cumhuriyetin kurucusu olan Mustafa Kemal’e
İzmir’de suikast yapılmıştır. Devletin başında olan yöneticiler sert tedbirler
42
Iğdır Sevdası
almak zorunda kalmış ve Atatürk’e
yapılan suikast nedeniyle
içlerinde
Milli Mücadele kahramanlarından Kazım Karabekir, Ali
Fuat Cebesoy, Refet
Bele, Cafer Tayyar
Eğilmez ve Mersinli
Cemal Paşaların da
aralarında bulunduğu ülkenin bel kemiği olan insanlar
İstiklal MahkemeleMecit Hun
rinde tutuklanıp yargılanıyordu.
Hüsnü Bingöl bu şekildeki çelişkilerin hakim olduğu bir dönemde çok
önemli görevler almış bir devlet memurudur.
Çeyrek asır gibi uzun bir zaman Iğdır’da izleri bulunan Hüsnü Bingöl’un çevresi ve yaşantısı konusunda bilgiler vermekte yarar vardır.
Kafkasya’dan Ağrı (Karaköse) köylerine göç eden Karapapak bir ailedendir. Anne tarafından yörenin tanınmış Şeyh aileleri ile akrabalığı vardır.
Piyade subayı olarak orduda görev yapmış ve Binbaşı rütbesine kadar yükselmiştir. Hınıstan Karapapak muhacirlerinden Memet Ağa’nın kızı ile evlenmiştir. Kayınbiraderi Ziya Bey de Hüsnü Bey’in Milli Emniyet Müfettişi
sıfatıyla işe başlaması ile Iğdır’a gelerek yerleşmiştir.
Çok mütevazı bir yaşantısı vardı. Sigara tiryakisi idi. Köylü yada asker
sigarası içerdi. Dışarıda pipo kullanırdı. Yolda yürürken de ağzından piposu
eksik olmazdı. Her akşam yemeğinde en çok iki duble rakı içerdi. Çok sade
giyinirdi. Genellikle asker üniformasını tercih ederdi. Şükran ve Müjgan
adında iki kızı vardı. (Halen İstanbul’da yaşamakta olup bekârdırlar)
Çevresinde değişik kişiler bulunurdu. Bu insanlar değişik çevreler oluştururlardı.
Bugün aramızda olmayan Eşref Başaran, Eşref kaya, Hacı İsa Yiğit,
Hacı Kerem Şengo Doğubeyazıt eşrafından Karaşeyhli Şeyh Abdulbaki,
Babıhanlı Şeyh Mehmet, Burukanlı Abdulhadi ve Abdullah Ağalar Hüsnü
Bey’in devamlı çevresinde olan değerli, dengeli, güvenilir insanlardı. İnanıyorum ki bu saygıdeğer insanlar Hüsnü Bey’i olumlu yönde etkilemeye
çalışmışlardır.
43
Mecit Hun
Hüsnü Bey’in yanından ayrılmayan, çarşıya çıkacağı saatlerde
O’nu evinin önünde bekleyen daima birkaç adım
gerisinden takip ederek
Hüsnü Bey’i selamlayan
ve tanzimde buluna insanlara tepeden bakan bir
çevresi vardı. Bunlardan
kimisi piposunu yakar,
bazıları finosunu sokak
Hukuk Fakültesi Öğrenci Kimlik Kartı (1958)
köpeklerinden koruma görevini üstlenir, bir diğeri eğlendirmek amacıyla onunla tavla oynar, fakat her
nedense daima yenilir. Ve Hüsnü Bey’in ne denli bir tavla üstadı olduğu ispata
çalışır. Bir mendille pabucunun tozunu alanlar, ocağa kadar gidip kahvesini
kendi eliyle pişirip getirenler de vardı. Bunların hepsinin ortak noktası Hüsnü
Bey’i pohpohlamak, dalkavukluk yapmaktı. Bu çevre Hüsnü Bey’le olan yakınlıklarının verdiği avantajla bazı varlıklı fakat evhamlı şahısları sömürüyor,
toplum da azda olsa bir
terör estiriyorlardı. Hüsnü
Bey görev icabı toplumdan
soyutlanmış olduğundan
bu rezaleti fark etmiyordu
. Bu çevredekilerin ismini
Mecit Hun Dünya Gazetesi Muhabir Kartı (1964)
bu güzel anılar arasında
zikretmek
istemiyorum.
Onlar kendilerini kastettiğimi biliyor, toplumca da tanınıyorlar.
Hüsnü Bey’i gençlik çağlarımda daha iyi tanıma fırsatı buldum. Erzurum Lisesinden mezun olmuş yüksek tahsile devam edemediğimden Iğdır
Ortaokulunda yardımcı öğretmenlik yapıyordum. Boş geçen derslerin çoğu
benim sorumluluğumda idi. Cebir, Hendese (Matematik ), Fizik, Kimya ve
Biyoloji okutuyordum. Bu yıllarda Iğdır’da lise mezunu yok denecek kadar
az olduğu için halk içinde iyi bir yerim vardı. İlçedeki bürokratlarla da tanışıyor, askeri gazinoya ve Rahim Bey’ini meşhur lokaline girip çıkıyordum.
Hüsnü beyle tanışıp konuşma fırsatını bu vesileyle bulabildim.
Yıl 1943 idi. O esnada Eşref Kaya’nın mağduriyetiyle sonuçlanan enteresan bir dolandırıcılık olayı olmuştu.
44
Iğdır Sevdası
Eşref Kaya, Kafkasya’nın bir Karapapak ailesinden olup muhacir
olarak Iğdır’a gelmiş, burada evlenerek yerleşmişti. Bu niteliğinden dolayı
Hüsnü Bey’le yakınlığı vardı. Zamanının büyük kısmı O’nunla veya O’na
refakat etmekle geçiyordu. Yakışıklı, görgülü ve kültürlü bir kişiliğe sahipti.
Dürüst ve iyi kalpli olduğu için kötülük düşünmez ve insanların art niyetinden
kendini koruyamazdı. Bir ara Kars’ta otel işletmeciliği yaptıktan sonra tekrar
Iğdır’a dönerek Iğdır Tarım Satış Kooperatifinde merkez müdürlüğü görevinde bulunmuş ve Demokrat Partinin iktidar olduğu yıllarda bu partinin Iğdır
ilçe başkanlığı görevini üstlenmişti.
1943 yılı yaz aylarında Eşref Kaya Diyadin Çermiklerinde iken Vanlı
Ahmet Kartal ile tanışır. Ahmet Kartal Burukan aşiretinden ünlü Kinyas
Kartal’ın yeğenidir. Onlar da Azerbaycan’dan göç edip Van’da yerleşen muhacirlerdendi. Ahmet Kartal’ın tabiriyle Eşref Bey’le aynı kaderi paylaşan
insanlardandı. Profesyonel bir dolandırıcı idi. Kinyas Bey dahil yakın çevresini meşgul eden bir sürü olayın kahramanı idi .Babamın da ilk eşinin yakın
akrabasıdır.
Kısa bir dostluktan sonra Eşref Bey’in kaçırılmayacak bir av olduğu
kanaatine varan Ahmet Kartal çevreden ayarladığı bazı adamlarla beraber bir
senaryo oluşturur. Birkaç sürü celebi (ticaret hayvanı) olduğuna ve bunun
Aladağ yaylalarında besisini aldıktan sonra sonbaharda Erzurum piyasasına
gönderileceği yolunda Eşref Bey’i inandırır. Eşref Bey’in birikmiş biraz parası vardır. Ahmet Bey’inki kadar olmasa da hatırı sayılır bir sermayedir. Bunu
değerlendirmek istediğini söyler. Uzun bir ikna turundan sonra Ahmet Bey’e
ortak olur ve paraları kendisine teslim ederek Iğdır’a döner.
Ahmet Kartal bu paranın bir kısmı ile bir parça koyun alır, yaylaya gönderir. O yıl babam da Aladağ yaylasına çıkmıştı. Bir iki parça celep koyunumuz vardı. Bir süre sonra Ahmet Kartal Eşref Bey’i ikna ederek bu hayvanın
yayla besisini alamayacağını, en iyisi satılıp yerine koç alınarak Ahmet Kartal’ın yayladaki celep sürülerine taksim edilerek kalitesini arttırılmasına karar
verilir. Müşteri alınır. Eşref Bey’le birlikte babama teklif edilir. Babam noksan olan bir hayvan sürüsünü tamamlamak üzere 200 adedini alabileceğini
söyler. Böylece bir kısmı da başkalarına satılarak bu koyunlar elden çıkarılar
ve koç mübaayası (satın alınması ) için paralar Ahmet Kartal’ a teslim edilir
Eylül ayı gelmiştir. Doğu illerindeki tüm hayvancılar gibi Ahmet Kartal-Eşref Kaya ortaklığının sözde sürüleri de Erzurum’a gitmiştir. Ahmet
Kartal’ın niyeti son bir vurgun vurmaktır. Eşref Bey’i Erzurum’a çağırır ve
Dumlu eteklerindeki birkaç sürü koyunu kendi malları immişçesine gösterir.
Ancak piyasanın sonunu bekledikleri taktirde daha iyi para ile satabileceklerini söyleyerek o tarihe kadar yem ve çoban masrafları için Eşref Bey’in bir
katkısı olup olamayacağını sorar. Kaz gelen yerden tavuk esirgemek isteme45
Mecit Hun
yen Eşref Bey derhal Iğdır’a gider, borç harç temin ettiği parayı Ahmet Kartal
adına gönderir ve birkaç gün sonra Erzurum’a gelir.
Piyasada Ahmet i bulamadığı gibi Dumlu Dağı eteklerindeki sürürlerin
yerinde yeller esmektedir. Kısa bir arama ve araştırma sonunda gerçek anlaşılır. Eşref Bey dolandırılmıştır. Hayatı boyunca biriktirdiği bütün serveti yok
olmuş, üstelikte bir hayli borç altına girmiştir. Olayın şokunu kısmen atlattıktan sonra kendisine yapılan telkinlerin etkisinde kalarak birçokları meyanında
babam aleyhine dava açar. İddiaya göre Ahmet Kartal dolandırdığı para ile
satın aldığı hayvanların bir kısmını babama satmıştır .Hayvanların alınıp kendisine teslimi gerekmektedir. Oysa satış işlemi Eşref Kaya ile Ahmet kartal
arasında müştereken yapılmıştır. Buna rağmen mahkeme dava sonuna kadar
hayvanların satılmamasını veya hayvan bedeli kadar teminat verilmesi yolunda bir tedbir kararı alır.
Eşref Kaya’nın Hüsnü Bingöl’e yakınlığı bu adaletsiz kararın Hüsnü
Bey’in baskısı ile verildiği yorumlarına yol açar. Kamuoyu olayı böyle değerlendirmektedir. Bu nedenle davamızda Hüsnü Bey taraf durumuna düşmüştür. O tarihte liseden mezun olmuş, ortaokulda öğretmen yardımcılığı
yapıyordum .En heyecanlı çağdaydım. Bu haksızlığa adeta isyan ediyordum.
O yıl babam vefat etmiş ailenin yönetiminden sorumlu duruma düşmüştüm.
Üzerimde Hüsnü Bey aleyhine büyük bir baskı ve tahrikler vardı. Nihayet
kararımı verdim. Kendisi ile görüşme talebinde bulundum. Güldü ve memnun
olacağını söyleyerek dairesinde veya benim istediğim bir yerde bir araya gelebileceğimizi söyledi. Mutlu ve heyecanlı idim. Bu efsane adamın niteliğine
azda olsa vakıf olacaktım.
Dairesinde buluştuk .Tabakasından asker sigarası ikram etti. Konuşmayı ben başlattım. Eşref Kaya’nın babam aleyhine açmış olduğu haksız davaya
destek vermesinin kendisine yakışmadığını belirttim. Korkusuzca konuşuyor
ve adeta yargılıyordum. Beni sükunetle dinledi. Konuşmam bitince bana tevcih ettiği ilk soru “Bu dediklerin doğru mu?” idi. Şaşırmıştım. Hüsnü Bey
olan bitenden habersiz görünüyordu. Sonra konuşmaya başladı. Beni etkilemeğe çalışmıyor, aksine hakkındaki yorum ve söylentilerin asılsız olduğuna
beni ikna ediyordu. Konuşma bittiğinde kafalarda şekillenen Hüsnü Bey’in
yerini alçak gönüllü, yardımsever, yumuşak mizaçlı Hüsnü Bingöl almıştı.
Hakkında vardığım kanıyı yok etmek için Eşref Kaya ve davanın hakimi ile görüşüp bir hal yolu bulmaya çalışacağını söyledi. O hafta içinde
aramızda anlaşma sağlandı ve dava ortadan kaldırıldı.
Müteakip yıllarda Eşref Bey’le samimi bir dostluğumuz olmuştur. Bu
davadan bahsedildiğinde, Hüsnü Bey’in etrafındaki dalkavuk çetenin kendisini nasıl haksızlığa sürüklediğini üzülerek anlatırdı.
Hüsnü Bingöl, çok partili döneme kadar görevini sürdürdü. Bu dönem46
Iğdır Sevdası
de haber alma dışında kalan yetkileri kaldırıldığı için Hüsnü Bey’in etrafındaki dalkavuk çemberi de dağılmıştı. Askerlikten emekli olmuş üniforma yerine
sivil elbiseyle sokağa çıkar olmuştu. Artık eskisi gibi korkudan selam verenler
ve yaltakçı takımı yok olmuştu.
Emekli olduğu halde resmi üniforma ile dolaştığı ihbar edilmiş, savcılıkla polis marifetiyle mevcutlu olarak getirilip ifadesi alınmış ancak, bunun
ceza ile sonuçlanacak bir davranış olduğu hatırlatılarak serbest bırakılmıştı.
Bu olay derhal halk içinde yayıldı. Demek ki Hüsnü Bey’i polis göz altına
alabiliyor, savcı ifadesine başvurulabiliyordu. Hüsnü Bey artık eskisi gibi
esnafın arasından geçip belediye parkına gelme yerine ara sokakları tercih
ediyordu.
Asıl görevinden de emekli olduğunda iyice çökmüş, etrafında birkaç
yakınından başka kimse kalmamıştı. Bir devir yani Hüsnü Bey Devri böylece
kapanmıştı.
Bu kadar hayati yetkilerle mücehhez olup, insanların kaderini iki dudağı arasında tutan Hüsnü Bey’e çeyrek asırlık dönemi sırasında, emekli olduktan ve hatta vefat ettikten sonra hiç kimse bir yolsuzluk, suiistimal isnadında
bulunamamıştır. Böyle önemli ve kritik görevlerde bulunup şaibe altında
kalmayan ender insanlardandır.
Iğdır’da vefat etti. Askeri mezarlığa defnedildi . Allah rahmet eylesin.
Eşref Başaran
Iğdır’ın renkli simalarından birisi de Eşref Başaran’dır. Terekeme (Karapapak) asıllı olup akrabalarıyla birlikte Kafkasya’dan muhacir olarak gelmiş, Karaköse’nin Mengeser, Yoncalı köyleri ile Iğdır Baharlı Mahallesi ile
Aralık ilçesine bağlı Pirço (Saraçlı ) köyüne yerleşmişlerdir. Tahsilsiz olmasına karşın zeki, girişken, sempatik bir yapıya sahipti. Iğdır’da değişik görevler
üstlenmiş ve sürekli olarak gündemde kalmayı başarmıştır.
Mahalle muhtarlığı ile başlayarak belediye meclis ve encümen üyelikler , Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri yönetim kurulu üyeliği ve başkanlığı,
siyasi parti idare heyeti üyelikleri gibi görevlerde bulunmuştur.
Her kesimdeki insanlarla ilişki kurarak dost kalmayı başarmıştır. Yaşantısı enteresan ve gülünç olaylarla doludur. Siyasetle uğraştığı yıllarda Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisindeki dostlarını kırmayarak iki tarafı da
idare etmeye çalışırdı.
Ön seçimlere adli denetim getirildiği sıralarda yapılan bir seçim toplantısında komik bir olay yaşanmıştı. Aynı salonda hakim nezaretinde yapılan
Adalet ve Cumhuriyet Halk Partilerinin delege listelerinde Eşref Başaran’ın
ismi vardı. Foyasının çıkacağını anlayan Eşref Başaran gizlenmişti. İşin farkına varan muzip arkadaşlarımız, oy kullanmadığı takdirde derhal hapse atı47
Mecit Hun
lacağına Eşref Bey’i inandırmıştı. Bana çok güveniyordu. Sıkışık zamanlarda
ilk başvurduğu dostlardan birisi de bendim. Yanıma geldi ve bir çare bulmamı
istedi. Kararı hemen verdim. Eşref Bey ön seçim kurulu ve her iki parti görevlilerinin öğle yemeğini verecek, tercih ettiği partilerden birisinde oy kullanacaktı. Def ‘i bela kabilinden şartlarımızı kabul eden Eşref Başaran, C.H.P.
sandığında oy kullanmayı tercih etmiş ve oyunu Karapapak asıllı Muzaffer
Şamiloğlu’na vermişti. Biz bütün kurnazlığına karşı faka bastırdığımız Eşref
Bey’le eğleniyor ve yemek masrafının faturasını öğrenmek istiyorduk. Eşref
Bey gayet sakin bir tavırla bizi cevaplandırdı. “Namussuzum, şerefsizim bilmiyorum, çünkü parayı Muzaffer Bey’in adamlarına ödettirdim.. ”
Karapapak oluşuyla çok övünen Eşref Başaran bedelli askerlik (paralı
) hizmetini Iğdır’daki Piyade Alayına bağlı “bedelliler “ bölüğünde yaptığı sıralarda bölüğe yeni bir kumandan gelir. Etrafı tanıma amacıyla bölüğü
toplayıp tek sıra yapar. Azeri kökenlilerin 5, Kürt kökenlilerin 3 adım ileri
çıkmasını emreder. Geride tek bir kişi kalmıştır. Bu da Eşref Başaran’dır.
Komutan sorar, “Sen nesin?” Eşref Bey heyecanlanır. Karapapak diyeceğine
“Alapapağım” der. Komutan suratına tokadı yapıştırır. “Ala bula istemem, bir
renk olacaksın ...” der. Bu olayı bize anlatan Eşref Bey o tarihten sonra Karapapak yerine TEREKEME sözünü kullanır olmuş...
1950 yılında Iğdır Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri Birliği yönetim
kurulu başkanı idi. Yılda 3000 ton pamuk üreten 7000 ortaklı bu dev kuruluşun yöneticileri daima haklı ve haksız şikayetlere maruz kalırlardı. Eşref Bey
hakkında da Ticaret Bakanlığına buna benzer şikayetler yapılmış, bir tahkikat
müfettişi Iğdır’a gönderilmişti. Müfettişin davranışları, sorduğu sorular kuşku yaratmış ve Eşref Bey’i çare aramaya sevk etmişti.
O yıl D.P. iktidar olmuş, Azerbaycan kökenli Ahmet Ağaoğlu’nun Manisa Milletvekili olan oğlu Samet Ağaoğlu ilk D.P. hükümetinin kuruluşundan
bir süre sonra Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı sıfatıyla kabineye alınmıştı. Bu olay müfettişin Iğdır’a geldiğe tarihe rastlamaktadır. Eşref Başaran
fırsatı kaçırmaz. Postaneden temin ettiği boş bir telgraf kağıdını itina ve ustalıkla doldurur ve kendisine çekilmiş bir telgraf haline getirir .Postane dağıtım
elemanlarından Şevket Efendi’ye vererek müfettişle bir arada olduğu sırada
telgrafı getirmesini sağlar. Telgraf kendisine verildiğinde yanında buluna
kooperatif memurlarından birisine uzatarak yanında gözlüğü olmadığından
yüksek sesle okumasını rica eder.Telgrafın meali şöyledir.
Sayın Eşref BAŞARAN
Tarım Satış Kooperatifleri Başkanı IĞDIR
Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcılığına getirilmem vesilesiyle
göndermiş olduğunuz kutlama telgrafını aldım. Size karşı sevgi ve bağlılık
48
Iğdır Sevdası
hislerimi teyit eder, teşekkürlerimi sunar, arz-ı hürmet ederim. Halan oğlu
Samet AĞAOĞLU
Telgrafı dikkatle dinleyen müfettişin tavrı derhal değişir. Eşref Bey’i
yanına oturtur. Samet Bey’le olan akrabalık (!) bağlarına iyice kanaat getirdikten sonra iki günden beri yaptığı incelemede şikayetlerin maksatlı dedikodulardan ibaret olduğunun anlaşıldığını ifadeyle yarınki otobüsten kendisine
bir yer ayrılmasını rica eder.
Eşref Bey müfettişi ikna eder. Ertesi gün Iğdırlılar ve şikayetçiler henüz
uykuda iken müfettişi sabahın ilk saatlerinde bir taksi ile Ankara’ya uğurlar.
Eşref Başaran iyi bir akşamcı idi. Değişmeyen sofra arkadaşlarıyla
birlikte olmaktan zevk duyardı. Akşamcılığının yanında Cuma ve Ramazan
ayında teravih namazlarını hiç kaçırmazdı.
Yardımseverliği ve cömertliği ile kendisini herkese sevdirmişti .Yeri
doldurulamayacak değerli bir hemşehrimiz idi. Allah rahmet etsin.
Çocukluğum
Ağrı Dağı eteklerindeki köyümüzden Iğdır’a göç ettiğimizde yedi yaşında idim. Türkçe bilmiyordum. Ailece Kürtçe konuşuyorduk. Zaten yarım
asırlık Rus istilası bizi adeta tecrit etmişti. Çevremizdeki Kürt köyleri dışındaki en yakın köy Taşburun ve Alikızıl (Topraklı ) köyleri idi. Onlar da Ermeni
asıllı insanlardı. Bu nedenle Türkçe öğrenmemiz mümkün değildi. Babam
beni ve benden büyük kardeşim Hamit’i ilkokula hazırlamaya başlamıştı.
Evvela Başmağcı (Yemenici ) Mehmet Rıza Amcaya birer çift ÇUST
siparişi verildi. Bu tamamı yumuşak ve az tabaklanmış deriden ilkel şekilde
imal edilen bir nevi yemeni (ayakkabı) idi. Çustların kenarına ve arkasına ip
geçirilebilecek delik konmasını özellikle tembih etti. Sonradan öğrendik ki
yağmurlu ve çamurlu havalarda iple ayak bileğine bağlanmadığı taktirde çamurdan koparma imkanı kalmazdı.
Tanıdık terzide de birer keten pantolonla siyah bezden Azerbaycan
modasına uygun gömlek ölçüsü alınarak giyecek siparişi tamamlandı. Bir
marangoz da iki adet tahta defter, kitap çantası yapacaktı. Sabırsızlıkla ve heyecanla üzerime geçirdiğim giysiler bir hafta sonra kullanılmayacak durumda
idi. Çustlar kurumuş ayağa girmeyecek durumda eğilip bükülmüştü. Keten
pantolonun bir defalık yıkama ile diz kapaklarıma kadar kısalmış Amerikan
bezinden dikilmiş uzun donumun paçaları dışarıda kalmıştı. Gömlek ise güneş
ve yağmurdan etkilenerek siyah rengini kaybetmiş ve bozarmaya başlamıştı.
Buna karşın okulun en iyi giyimlileri arasında sayılırdık. Çünkü öğrencilerin
bir bölümü ayak yalındı. Bazıları pantolon yerine Amerikan bezinden gelişigüzel dikilmiş uzun paçalı don giyiyordu. Gömlekler genelde çok renkli ve
49
Mecit Hun
yamalıydı. Bazı aileler çok fukara idi. Bizim gibi az çok varlıklı sayılanlar
ise paraları olduğu halde işe yarar giyim eşyası bulamıyordu. Daha sonraki
yıllarda yaşam koşulları iyileşmeye başlamış, ayağımıza galoş tabir ettiğimiz
kauçuk ayakkabılar, üzerimize düzgün dikilmiş kumaş libas giyebiliyorduk.
İlkokulun dördüncü sınıfına kadar Türkçe konuşmayı zar zor öğrenmiştik. O yıl sınıfta kaldım. Çok üzülmüş ve etkilenmiştim. Ertesi yıl 5 nci sınıfı
iyi bir derece ile geçtim. Çalışmanın ve öğrenmenin sırrını çözmüştüm. 5 nci
sınıfı birincilikle bitirerek Iğdır ortaokuluna kaydımı yaptırdım.
İlkokul yıllarında Iğdır’ı ve Iğdırlıları tanıma imkanım yoktu. Çocuktum. Okul tatilinden ders yılı başına kadar olan süreyi ise ailemle yaylada
geçiriyordum.
Yaylacılık, hayvancılıkla geçinen bütün Kürt aşiretlerinde olduğu gibi,
bizim için de uyulması zorunlu vazgeçilemez bir yaşam idi.
Yayla hayatı Nisan ayından Kasım ayı başına kadar üç etapta altı ay kadar
sürerdi.
Birinci etap, koyunların doğum sezonunun başlangıcı olan Nisan ayının
ilk haftasından yaylaya çıkış zamanı olan Haziran başına kadar olan dönemdi.
Bu dönemde yüksek dağ eteklerinde yerleşim merkezleri civarında, mera ve
su imkanlarının müsait olduğu yerlerde siyah çadırlar kurulurdu. Yeni doğan
kuzuların yürüyerek yaylaya çıkabileceğine kanaat getirildiğinde esas yaylaya çıkış hazırlığı başlardı.Yaylaya çıkış, karların erimesine paralel olarak kademeli yapılırdı. Birinci etapta kuzulardan artan süt, peynir haline getirilerek
piyasaya sürülür ve elde edilen gelir yayla masraflarını büyük ölçüde karşılardı .Bu nedenle Mayıs ayına halk arasında “peynir ayı” adı verilirdi.
Yaylacılar eşyalarını, çadır ve zahirelerini öküz ve merkep sırtında götürürlerdi. O yıllarda traktör ve kamyon bulmak mümkün değildi. Bizimkiler
deve sırtında giderdi. Yirmiye yakın devemiz, iki devecimiz vardı. Develer
süslenir, kadınlar ve çocuklar için deve sırtlarında yatak denklerinden özel
yerler yapılır ve birkaç konaktan sonra asıl yaylaya varılırdı.
Çocukluk yıllarımda Ağrı Dağı yasaklandığından Ağrı merkez Taşlıçay
ve Tuzluca’ya bağlı Sinekler, Derrecek,Yanık Göl yaylaları ile Kağızman’ın
Çemçe Dağlarında çadır kurardık. Konakladığımız yurtlar genelde meraca
zengin ve suyu bol yerlerdi. Doğa ile içice mutlu bir yaşam sürüyorduk.
Rengarenk çiçek ve kelebeklerin süslediği otlar içerisinde kuzukulağı, yemlik
toplar gümüş köpüklü akarsularda kızıl alabalık avlardık.
Yayladaki konaklama gruplarına Oba ismi verilirdi. Genellikle obalar,
Oba başı denilen zengin sürü sahibinin ismi ile anılırdı. Oba başının siyah
büyük çadırının yanında beyaz misafir çadırı da vardı. Obayı teşkil eden diğer
çadırlar birkaç koyun sahibi refakatçilerle çobanlara aitti.
Her sabah büyük siyah çadırın önünde semaver kaynar; kaymak taze
50
Iğdır Sevdası
peynir ve tereyağından oluşan kahvaltı sofrası başlardı. Öğleye doğru koyunlar sağılmak üzere gelmeye başlardı. Sayım işinde herkes görevli idi. Kimimiz koyunları sağıcılara gidecek şekilde sıralar, kimisi sağılan süt kazanlarını
kovalara boşaltıp çadırdaki büyük kazana taşır, bir kısmı da (genellikle çobanlar ) sağım işini yaparlardı. Bu iş bittikten sonra kuzucuya haber salınarak sayım işi bittiği bildirilir ve 24 saatten beri analarından ayrı kalan kuzular sürü
halinde meleşerek koyun sürüsüne karışırdı. Birkaç dakika içinde kuzular
analarının bulur, bulamayanlara baş çoban yardım ederdi .Kuzu ve koyunlar
1 saat kadar beraber kaldıktan sonra tekrar ayırt edilerek ayrı istikametlerde
meralara gönderilirdi.
Asıl yaylada üretilen sütlerin yağ yapılmak üzere makine ile kremaları
alındıktan sonra yağsız peynir haline getirilir ve satışa gönderilirdi.
Beyaz çadırımız misafirsiz kalmazdı. Komşu obalar, hayvan tüccarları;
Siirt, Antep, Ağrı’dan gelen seyyar satıcılar devamlı konuklarımızdı.
Bunun dışında renkli misafirlerimizde olurdu. Davul zurna ile obaları
dolaşıp para toplayan mıtrıplar, elekçiler, çerci tabir ettiğimiz kuru ve yaş
meyve satıcıları çocukların ilgisini çekerdi.
Nakşi ve Kadiri dergâhlarının uzun saçlı teberli dümbelekli müritleri
ilahiler söyleyerek bağlı oldukları medreseye yağ, peynir ve yün toplarlardı
.Genellikle bunlara “Derviş” ismi verilir ve saygı ile karşılanırlardı.
Arada bir RECÜ toplayanlar da beyaz çadırımıza konuk olurlardı. Aşiret
geleneğinde bir başkasına karşı işlenen suçtan dolayı aşiret cemaatları tarafından tazminat hükmedilir ve bunu ödemeye muktedir olmayanlar obalardan
ve köylerden hayvan ve para yardımı toplardı. Bir nevi sosyal yardımlaşma
olan gelenek bütün aşiretlerde yaygın ve doğaldı .Bu şekilde yapılan yardıma
RECÜ adı verilirdi.
“MECİT HUN HÂTIRATIM” SON
EKLER:
Erzurum Lisesi Bitirme Belgesi
Belge genel numarası:
559
Adı Soyadı: Mecit Hun
Baba Adı: Ahmet
Belgeyi veren okul:
Erzurum Lisesi
Talebe okul no: 51
Bitirme ders yılı ve devresi: 1942-43
Ahmet oğlu Mecit Hun lisenin ilk iki sınıfı ile Fen kolunda Edebiyat,
51
Mecit Hun
Felsefe ve Sosyoloji, Psikoloji, Tarih, Coğrafya, Matematik (Cebir, Geometri
ve Astronomi), Tabiat Bilgisi (Biyoloji ve Jeoloji), Fizik, Kimya, Yabancı Dil
(Fransızca), Jimnastik, Askerlik derslerinden imtihanlar geçirerek lisenin Fen
kolundan Pekiyi derecede liseyi bitirme belgesi almaya hak kazanmıştır.
1 Ekim 1943
Lise Müdürü: Reşat Özbayoğlu
Lise Müdür Muavini: Nail Gökbudak
Bonservis
Erzurum Lisesi 1942-43 mezunlarından Mecit Hun, 1943-44 ders
yılı müddetince Iğdır Ortaokulunda yapmış olduğu Fizik, Kimya ve Tabiiye
yardımcı öğretmenliğinde vazifesini layıkıyla başarmıştır. Bilhassa vazifesine
karşı bağlılığı bu yoldaki istidadı ve ciddiyeti tamdır. Atide (gelecekte) bu
yolda kendisine tevdi edilecek her hangi bir vazifeye layıkıyla başarabilir iş
bu bonservis kendi isteğiye tarafımızdan verildi.
Iğdır Ortaokulu
Müdür Vekili Zeliha Özen 29 Ağustos 1944
Askerlik Belgesi:
Adı Soyadı: Mecit Hun
Derecesi: İyi
Yaka No: 2602
Kayıt No: 8959
Sınıfı: Topçu
Memleketi: Iğdır
Yukarıda künyesi yazılı ve fotoğrafı bulunan öğrenci Yd. Sb. Okulunun 27. Dönem öğrenim ve eğitimini başarı ile bitirmiştir. Tuğgeneral Selahattin Selışık Tarih: 22 Nisan 1948
Terhis Belgesi:
İlk kıta hizmetini gördüğü kıta ve giriş:
İkinci altı aylık hizmetini yaptığı mektep: Son altı aylık subay vekil hizmeti:
Manevra, talim ve terhis tarihi:
Rütbesi:
Astğm.
69. Tüm. 69. P. A. 28 Şubat 1945
Yd. Sb. Topçu III Tb. 2. Bl. 13 Kasım 1947
41. Top. A. II. Tb. 6. Bt. Tk. K
5 Mayıs 1948 – Terhis: 31 Ekim 1948
Evlilik Belgesi:
Iğdır’ın Söğütlü Mahallesinde mukim aslen Bitlisli Mehmet Kaki kızı
Naciye’ye yukarıda cins ve miktarı yazılı olduğu üzere on bin yedi elli lira
değerinde çeyiz eşyası vermiş ve bu eşyalar heyetimiz huzurunda birer birer
52
Iğdır Sevdası
tadat ve tespit ve değerlendirilmiş olup tamamen Iğdır’ın Baharlı Mahallesinde mukim Ahmet oğlu Mecit Hun’a devr ve teslim edildiğini ve (Huda nekerde- Allah korusun) her hangi bir vaziyet dolayısıyla yekdiğerinden ayrılmak
ve yahut arada hasıl olacak geçimsizlik dolayısıyla bu mallar aynen ve yahut
bedeli olan para bıla ıtıraz ve hiçbir bir hüküm ıstıhsaline hacet kalmaksızın
Mehmet Kaki’ye dafatan tediye edileceğini ve bu eşyaların huzurumuzda
teslim edilmiş ve taraflar bu şartı kabul etmiş olduklarından huzurda imza ve
kabul ettiklerini tasdiken imza eyleriz 11 Şubat 1950
(İmza Sahipleri)
Mecit Hun
Mecit Hun kardeşi Hamit Hun
Mecit Hun dayısı İsa Yiğit
Iğdır Belediye Reisi Rıza Yalçın
Davavekili Ziya Güner
Tüccar Musa Turan
Tüccar Paşa Akgerdan (Bayburtlu Paşa)
Hakveyis köylü tüccar Ömer Şark
Tüccar Recep Savacı
Kaza Müftüsü Mehmet Aydın
Evlilik Cüzdanı
Adı ve Soyadı: Naciye Kaki
Mecit Hun
İşi:
Ev Kadını
Zirai Donatım,memur
Anasının Adı:
Zinnet
Zeynep
Babasının Adı:
Mehmet
Ahmet
Doğduğu Yer:
Erzurum
Iğdır
Doğum Tarihi:
20 Temmuz 1932
1341 (1925)
Nüfusta yazılı
olduğu yer: Söğütlü Mah.
Adetli Köyü
Bin dokuz yüz elli (1950) senesi Şubat ayının onuncu günü hüviyetleri bu defterde yazılı Naciye Kaki ve Mecit Hun evlenmiş oldukları Iğdır
evlenme işleri memurluğunda mahsus sicil defterinin 1950/80 numaralı sahifesinde yazılı olduğu tasdik olunur.
Evlenme İşleri Memuru: Orhan Çiftlik
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğrenim Karnesi
Fakülteye kayıtlanma tarihi: 31.10.1958
Öğrenci Numarası: 2684
53
Mecit Hun
Vefat
Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri
28.1.1998 tarihinde müracaat eden 967889 dosya numaralı Abdülmecit Hun hastanenin Acil Servis bölümünde 29.1.1998 tarihinde Kardio Pulmoner Arrest nedeniyle vefat etmiştir. Dr. Sibel Ersoy
ÖMÜR VEFA ETSEYDİ:
Mecit Hun bir yandan hâtıratını yazmaya koyulmuş bir yandan da
üzerinde çalışmayı planladığı isimleri liste halinde yazıp bir kenara koymuştu. Bunlardan Eşref Başaran, Hüsnü Bingöl, Nağı Odoğlu gibi isimleri “Hâtıratım” bölümünde yazı diline kavuşturmuş, bizlere kazandırmıştı. Geriye
kalan isim listesi zamansız vefatıyla bir bakıma “yetim” kalmıştı. Babamın
manevi çalışmasına ve sevdiği Iğdır’ın anısına bu notları ve isim listesini burada yayınlamayı görev biliyorum:
1. Abdürrezak Güneş: Cemalettin, İsmail, İsmet, Eşref
2. Kerem Güneş: Enver
3. Ali Uca
4. Sait ve İbrahim Güneş: Osman
5. Halife İbrahim Güneş: Osman
6. Şemsettin ve Cemalettin Güneş
7. Ferman Kaya: Yaşar, Mecit, Şevket
8. Aslan Kaya: Nurettin, Bahattin
9. Müftü Mehmet Aydın: Yaşar, Kemal, Yusuf
10. Mecit Güneş, Cimşit Güneş, Servet Güneş, Nurettin Güneş
11. Şeyh İsa
12. Şeyh Hano
13. Şeyh Hüseyin Balamir
14. Şeyh Mehmet Barbaros: Abdülbaki ve Hasan Barbaros
15. Musa Doğan
16. Mehmet Karadeniz
17. Mehmet Balamir
18. Şeyh Abdurrahman
19. Aliye ve Edip Koçkaya
20. Naki Odoğlu: Abbas, Recep, Bekir, Süheyla, Ayten
21. Timur Necilli
22. Hüseyin Yaycılı (Yaycı)
23. Resul Taner
24. Merdan Taner
25. Ali Mirze Bey: İsa Yiğit, Bahri Yiğit, Ali Yiğit, Mehmet Yiğit, Mıho
54
Iğdır Sevdası
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
Derviş
Kerem Şengo (Şen), Derviş Sınco, Bekir Sınco
İsa Hesso (Serhat)
Ali Çavuş
Ömer Sımo
Fettah Bey: Emin Güneş, Eyyüp Güneş, Kâzım Güneş
Cevdet Evgin, Erol Evgin
İsmail Şefkatli, Fuat Şefkatli
Halef Boran, Rıza Boran
Reşit Keki, Zeki Keki, Fuat Ergül, Rafet Ergül
Ömer Şark, Hacı Şebap Şek, Mecit Şek
Mustafa Yiğit
Hamit Gökbakan
Aziz Gökbakan
Sait Zor
Remzi Acar
Şeyh İsmail ve Şeyh Bıro
Mehmet Gülten
Vahap Akar
Aziz Güney
Musa Turan
Cihangir Turan
Mustafa Aras
Kellehemolu Hasan Derviş
Çerkez Koço (Çilli)
Orgoflu Ali
Mehmet Eset
Kerem Zengi
Feyzullah Zengi
Paşa Turan
Hamit Ünver
Hacı Mir Eset Ağa
Meşedi Ekber Mazanof (Tufan)
Esat Mazan (Kuban)
Kelbayı Talat Tufan
Rahim Yadigâr
Saltanat Yadigâr
Ak Kerim, Kara Kerim
Abbas, Efruz, Ekber Yücel
Alçak Ekber (Yüzbaşıoğlu)
55
Mecit Hun
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
91.
92.
93.
94.
95.
96.
97.
98.
99.
100.
101.
102.
103.
104.
Rıza Yalçın (Rıza Kulu)
Ali Ataman – Osman Ataman
Haydar Yüksel
Memli ve Kasım Yüksel
Sadık Tezel, Hasan Tezel v Şahrıza Tezel
Mirali Ağa
Hüseyinali Başkentil – Musa Başkent
Hacı Bahçeli Aslantürk
Gödekli İsmail
Oruç Vurgun ( Iğdır Ambarı)
Kaymakçı Asker
Fazıl Baykal – Oğuz Baykal
Rahim Akyüz
Sadık Akyüz
Çöllülü Kasım
Kara Halil, Salih Çöllü
Dr. Abbas Çöllü, Hacı Ekber Çöllü
Hülda Mirze Ağa
Mecit Seyran
Ahmet Armağan
Abdullah Armağan
Abdulhadi Kuş
Esat Malgaz, Musa Malgaz, Sait Malgaz
Ömer Tırpan – Mahmut Güveren
Naif Uraz
Ali Eşref (Eleşref) Bey
İsmail ve Paşa Çağatay
Kamerli Meşedi Abdullah, Kasım
Yaycılı Hacı Muhtar Yıldırım
Süleyman ve Mehmet Günde – Kadir Günde
İbrahim Sever – Atalay Sever
Hacı Bahçali Ağırkaya: Ekber, İsmail Ağırkaya
Meşedi Kerem, Yakup Çiftçi, Muhtar Çiftçi
Terzi İsmail Özgür
Mir Ali Özel, Ebe Hanım, Kasım Tezel
Merdan Turan, Timur Turan
Şamil Bey, Behman Bey, Ziya Bey (Ayrım)
Resul Kara, Zeki Kara
Ali Rıza Bagana
Hasan Çetinel
56
Iğdır Sevdası
105. Bağır ve İbrahim Aras
106. Nağdeli ve Gulem Parlar, Nevzat Parlar
107. Beyler Bey, Sultan Bey, Hanlar Bey, Muhtar Bey, Şefi Bey, Hanbaba
Bey, Rehim Bey
108. Kara Tevfik, Kamerli Celil Bey
109. Akkişiler: Celil ve Cabbar Emmi
110. Hakveyis köyünde Timur Turan, Öztürk Turan, Asker ve Abbas Türkdönmez
111. Taşburunlu Sadık Emmi, Cafer Karasu, Ahmet Karasu
112. Hacı; Reşit; Nevruz; Kanber Taşkınsu
113. Hüseyin Gülseven ve Hasan Gülseven
114. Talip ve Hamdi Kalafat
115. Cemal Bey
116. Ali Çavuş
117. Mir Selim, Mir İsmail
118. Molla Memet (Karakoyunlu)
119. Kurban, Zeki, Ejder, Dadaş Akar, Meydan Salman
120. İspirli Ahmet
121. Uzun Mahmut, Mehmet Duman
122. Pulurlu Ahmet
123. Molla Muhsin
124. Hacı Dayı
125. Nurettin Kirman, Şeref Kirman
126. Zöhrap Makinist
127. Çarıkçılı İsmail Bey
128. Küllüklü Mahmut, Abdullah Çınar, Hüseyin, Abbas ve İsmail
129. Alkamerli Hasan Çire
130. Alkamerli Kelbayı Kasım
131. Alkamerli Meşedi Semet, Behman Aras
132. Alkamerli Feyzullah Çomak
133. Karakoyunlu Asker Kıvrak
134. Karakoyunlu Kelbayı Abbas Kulam oğlu Çolak Mehmet
135. Karakoyunlu Hüseyin Ali
136. Melekli Esat Ogan, Şah Hüseyin Turan, Kadir Erol, Rıza Kulu Turan,
Hacı Yaver Turan
137. Meleklili Hacı İbrahim Artantaş, Hasan Artantaş
138. Meleklili Hacı Allahverdi Yılmaz, Muhsin Yılmaz
139. Karakoyunlu Kâzım Toktamış, Mehmet Ali Toktamış
140. Hacı Şıhali Göleli
141. Aziz Yalçın, Agâh Yalçın, Akil Yalçın, Hidayet Yalçın
57
Mecit Hun
142.
143.
144.
145.
146.
147.
148.
149.
150.
151.
152.
153.
154.
155.
156.
157.
158.
159.
160.
161.
162.
163.
164.
165.
166.
Cevat Han (Melekli)
Muzaffer Işık
Yunus Tuncer, Mustafa Şimşek
Paşa Aydın, Ekber Aydın
Meşedi Bilal Toksöz, Timur Toksöz
Mir Cabbar Yeşilyurt: Cengiz, Haşim, Hasan, Hüseyin Yeşilyurt
Hüsnü Bingöl, Ziya Güner
Erzurumlu Denali
Eşref Başaran
Eşref Kaya
Kelbayı Timur Doğu
Basmacı Mehmet Rıza
Kitili İbrahim Aksoy
Kazancılı Mehmet Sönmez
Abbas Çetin, Latif Aküzüm
Mehmet Ali Kutlay
Timur Demirci
İbrahim Kamerli
Hakverdi Akar ve Kurban
Mehmet Ali Derman
Hüseyin Kentli Mehmet Bey, Fuat, Tevfik Araslı, Doğan Araslı, Adil
Araslı
Ali Yardım
Demirbaş Muharrem Emmi
Hakim Tahir Mihmandarlı
Hasan Karalar
VE YARIM KALAN NOTLAR... (El yazısıyla yazılmış, daktilo edilmemiş sayfalar)
İşgalden Kurtuluşa Hamidiye Alayları
1. Şeyh İbrahim Bey Yönetiminde Bılgıkan (Bırxki) Celali Alayı
Alay Merkezi: Doğubeyazıt
(Merhum Mehmet Bayazıt’ın babasıdır. Bu aileden İstanbul İş adamlarından Selahattin Bayazıt, Ağrı Milletvekili Doç. Dr. Yaşar Eryılmaz,
İstanbul iş adamlarından Şeref Eryılmaz, Doğubeyazıt esnafından Selahattin, Hasan, Hüseyin, Mehmet Nuri Eryılmaz aile büyükleri...)
2. Şeyh Abdülkadir Yönetiminde Sakan Celali Alayı
Alay Merkezi: Doğubeyazıt
(Doğubeyazıt eski belediye başkanı Mahmut Kotan, Merhum Malmüdü58
Iğdır Sevdası
rü Ömer Kotan, Mühendis Emin Kotan’ın büyük babaları )
3. Ahmet Ağa (Ahmet Hesso) Yönetiminde Kotan Celali Alayı
Alay Merkezi: Doğubeyazıt
(Doğubeyazıt belediye başkanı Ali Konyar, iş adamlarından Hüsrev, Ahmet Rahim Konyar’ın büyük babaları)
4. Abdülmecit Bey Yönetiminde Sipkan Alayı
Merkezi: Ağrı, Tutak ilçesi
(Eski Ağrı milletvekili Merhum Halis Öztürk’ün babası)
5. Kör Hüseyin Paşa Haydaran Alayı
Merkez: Patnos
(Ağrı milletvekili Cemil Erhan’ın büyük babası)
6. Ahmet Ağa Yönetiminde Ademan (Haydaran) Alayı
Merkez: Hamur
(Ağrı milletvekili Fecri Alpaslan’ın babası)
7. Veli Bey Yönetiminde Karapapak Alayı
Merkez: Taşlıçay
(Şeref Saraçoğlu’nun babası)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Yerel Milis Güçleri
Ali Mirza Bey
Ahmet Şemo
Feto, Temır, Çelxe, Osman (Şemkan aşireti)
Yusuf Ağa (Gur Hasso)
Kerem Bey
Fettah Bey
Ömer Besi (Ömer Bülbül- Gelturan aşireti)
Şamil Ayrım
Bekir Baba
·
Faqi Ömer oğlu Fetto, Bekir, A.Mecit
·
Ömer Nebo oğlu İsa
·
Yusuz Tenzik
·
Yusuf İsa
·
Ömer Loşo
·
Mıhe Çalak
·
İsa Hesso
·
Hacı Tahır
·
Muçalı Filit
·
Şengolu Kerem
·
Derviş Sınco
·
Hasan Derviş (Kellehemo)
59
Mecit Hun
·
Tuzluca’da Yüceler: Selim ve Zürbe Beyler
Meşedi Kerem Zengi
Kültürlü, hazır cevap, nüktedan bir toplum adamı idi. Mücadeleyi
sever, doğru bildiği hiçbir konuda taviz vermez ve riskine katlanırdı.
Zengibasarlı idi. Genç yaşında toplumsal konulara, siyasete ilgi duymuş, Leningrad, Moskova, Kiev, Tiflis, Bakü gibi büyük şehirleri gezmiş ve
bu gezilerinde çok şeyler öğrenmişti.
Tarih ve edebiyatı severdi. Rus Tarihini profesyonel bir tarihçiden
daha iyi bilirdi. Petro’dan, Korkunç İvan’dan, Romanof Hanedanın kuruluşundan kesitler anlatırdı bizlere...
Büyük toprak sahipleri ile mujikler (köylüler) ve sanayici-işçi mücadelesinin Rusya’yı nasıl ihtilâle sürüklediğini, sosyalist düşüncenin Rus
yazarlar tarafından topluma nasıl aşılandığını örnekleri ile anlatırdı.
Rus Edebiyat tarihini de iyi biliyordu. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski,
Gogol, Mayakovski ve daha birçok edebiyatçının eserlerinden bahsederdi.
Zeki ve kuvvetli bir hafızaya sahipti.
İyi bir sosyalistti. Bazılarının iddiasının aksine Bolşevikliği sevmezdi.
Lenin’i taktir eder, Stalin ve Beria’dan (KGB başkanı) nefret ederdi. Rusya’ya Bolşevikliğin yerleşmesinden İngiltere, Fransa ve Almanya’yı sorumlu
tutardı.
Kerem Zengi’nin değerlendirmesine göre eğer bu ülkeler Kerensky’nin Menşevik idaresini destekleselerdi Rusya ve Rusya’ya özenen bir çok
ülke bir asra yakın bir zaman içinde komünist rejimle toplumlarını perişan
etmez, dünyada ideolojik kutuplaşma olmazdı.
Edebiyat ve Tarihe olan vukufiyetinden (bilgisinden) dolayı genelde
cahil olan halkımız tarafından taktir edilmez ve sohbetlerinden hoşlanılmazdı.
Güzel anıları vardı:
Mücadeleli yıllarda Zengibasar ve Vedi’deki örgütleme çalışmalarından rahatsız olan Ermeniler, Meşhedi Kerem’i yakalayıp öldürmeye karar verir ve bunun için bazı komitacılar görevlendirilir. Tehlikeyi sezen Meşedi Kerem bir fırsatını bulup Aras’tan Başköy tarafına geçer. Aratan köyünde Hesso
diye adlandırılan Hasan isimli bir Kürt’ün evine sığınır. Durumu kendisine
anlatır. Hesso, Meşedi Kerem’i gözü gibi ağırlar. Ne var ki Hesso onu evinde
misafirine yatak olacak bir hasır ile eski bir kilimden başka vereceği eşya yok.
Yiyecek; sacda tezek dumanında pişirilmiş biraz arpa ekmeği ve eski bir matarada pişirilmiş şekersiz çaydır. Meşedi Kerem’in on günü bu evde geçer.
Aradan 20 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Meşedi Kerem Iğdır cezaevindeki bir dostunu ziyarete gider, orada Hesso’yla karşılaşır. Oldukça
60
Iğdır Sevdası
duygulanır. Meşedi Kerem sorar:
“Hesso kirve sen buraya niye düştün, ne oldu?”
Hesso da Meşedi Kerem’i hatırlar ve cevap verir:
“Ay Kerem kirve, menim ocağım söndü, o gördüğün dem dezgâh,
devlet, mürüvvet gışk çu, gışk çu..(hepsi gitti)” der.
Ama Kerem Zengi o günlerde Hesso kirvesinin fedakârlığını unutmamıştı. Sorunu ile ilgilenir ve tahliyesini temin eder.
Meşedi Kerem bu defa bir arkadaşı ile Tiflis’tedir. Ermeni komitacılardan köşe bucak kaçmaktadırlar. Bir Azeri aşçının lokantasına girip birer
çorba içmek isterler. Zaten o yıllarda lokantada lahana çorbasından (Borc)
başka yemekte bulunmaz.
Aşçı iki sıcak çorba getirir. Meşedi Kerem çala kaşık çorbayı içerken
arkadaşı bir kaşık aldıktan sonra aşcıyı çağırır ve hiddetle çorba kâsesini ona
doğru iterek:
“Çorbanda senin boyunda kıl var!”
Aşçı gayet sakin cevap verir:
“Ay menim ezizim, iki kopeklik (kuruş) çorbadan kıl çığar, Tiflis halısı çıkmaz, aklın varsa çorbanın içersen yoksa aç kalırsan” der.
Kardeşleri Feyzullah (Kahveci Sağır Feyzullah), Kasım (Şoför) ve
Paşa Turan ile birlikte muhacir olarak Türkiye’ye gelmişlerdi.
Paşa benimle yıllarca okul arkadaşlığı yaptı. Serbest hayatta dostluğumuz ve arkadaşlığımız hiç bozulmadı.
Feyzullah ise namı Türkiye’ye yayılan IĞDIR ÇAYI’nın babasıdır.
Senelerce müşterilerinin kalitesinden, tadından, en ufak bir noksanlık olmadı.
O güze çayını titizlikle ikram etti. Allah rahmet etsin.
Iğdır’da Türkiye İşçi Partisinin bir mitingini hatırlıyorum. Mehmet
Ali Aybar, kürsüde idi. Dinleyicilerin büyük bölümü civar illerden gelen sivil
polislerdi. İşçi partililer bütün baskılara karşın cesur ve kararlı idiler.
Kerem Zengi, İşçi Partisine karşı büyük bir sempati besliyordu.
AP’liler işsiz ve alkolik birisini (Kel Ahmet) sarhoş oluncaya kadar
içirerek yakasına bir parti rozeti takmış ve kürsünün dibine kadar göndererek
kürsüdeki Mehmet Ali Aybar’a küfrettiriyorlardı.
Müdahale eden olmayınca Kerem Zengi’nin canı sıkılmış, Ahmed’in
kolunu tutup bir kenara çekmiş ve herkesin duyabildiği yüksek bir sesle:
“Kürsüdeki adam ne diyor biliyor musun? Bize oy verip iktidar yaparsanız Hacı Nağdali’nin malının yarısını alıp Kel Ahmet’e vereceğim” diyor.
Meşedi Kerem’in bu uyarısın ciddiye alan Kel Ahmet rozeti çıkarıp
fırlatmış ve kürsünün yanında toplu halde mitingi izleyen Behice Boran ve
Tarık Ziya Ekinci’nin ellerinden öperek özür dilemişti.
61
Mecit Hun
Nişan Töreni
(1) Leyla Gül Hun, (2) Emine Hun, (3) Hamit Hun, (4) Mecit Hun,
(5) Taşlıça köy muhtarı Mirza Aktaş, (6) Perihan Hun, (7) Fatma Hun,
(8) Süheyla Hun, (9) İhsan Aksoy
Mecit Hun ve Nadir Durak
Mecit Hun ve Mehmet İdem
Karakuyu köylü Zıppo oğlu
Süleyman ve Mecit Hun
Cihangir Turan ve Mecit Hun
62
Iğdır Sevdası
Eski Dostlar
(1) Enver Güneş, (2) Dr. Abbas Çöllü, (3) Mecit Yılmaz,
(4) Fazıl Kalafat, (5) Mecit Hun, (6) Hamit Hun
Hüseyin Cahit Tufan ve Mecit Hun
Mecit Hun ve Fikri Sağlar
Talat Tufan ve Abdülbaki Barbaros
Osman Ataman ve Cemalettin Güneş
63
Mecit Hun
(1) İsmail Güneş, (2) Mecit Hun
Mecit Hun kızı Leyla Gül ile
Naciye Hun, Mecit Hun ve torun Alan Özalp
64
Iğdır Sevdası
Cengiz Ekinci’nin Ayhavar Gazetesi Ellerde (1953)
Solda başta oturan Mecit Hun
Mecit Hun ve Naciye Hun
Naciye Hun, Süheyla Aksoy (Hun) ve Mecit Hun
Mecit Hun Ebedi İstirahatgâhında (Karakuyu)
65
Download