Cehalet Özrü Meselesine Doğru Yaklaşım Ebu Hamza el-Afgani tıkla ”De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi.” (En'am suresi 161) Allah-u Teala buyuruyor: ُ ُ ا ََ َ َولقد َب َعثنا ِف كل أ َّمة َّر ُسول “Andolsun biz, her ümmete bir rasul gönderdik.” (Nahl suresi 36) Günümüzde bu ayet ile ilgili şöyle bir iddia dile getirilmektedir: ‘Peygamberin mesajı insanların tamamına mutlaka ulaşmıştır.’ Bahsettikleri konu Cehalet özrü meselesi, yani cehaletin bir özür olup olmama konusudur. Ancak bu hususun dikkatlice incelenmesi gerekir. Öyle ki, bundan önce kitaplarımız ve sesli derslerimizde de bahsettiğimiz üzere, bir müsriğin müslüman sayılması sözkonusu dahi olamaz. Yani büyük şirki işleyen ve Allah’ın yanında başka birşeye ibadet eden bir kimse, bu haliyle kesinlikle müslüman ismi alamaz. Fakat bunun ötesinde başka bir mesele daha var. Şöyle ki; bu kimsenin bir müşrik olduğunu bilmekteyiz, ancak bu kimse Allah indinde mazur olabilir mi yoksa işlediği şirkten ötürü (ahirette) hemen azaplandırılır mı? Bildiğiniz üzere, bu hususu başka bir kitapta açıkladım ve (açıklamasını yaptığımız) bu kitapta da ona işaret ettim. Bilinmelidir ki, azap görme hususu farklı bir meseledir ve müşrik olarak isimlendirme mevzusundan tamamen ayrı ele alınmalıdır. Esasen (العذر ‘ )بالجهلCehalet özrü‘ olarak isimlendirilmesi gereken, azap hususunda mazur olma meselesidir. Günümüzün insanı aşağıdaki iki meseleyi birbirine karıştırmaktadırlar: 2 Birincisi: Bizim önceden beri bahsettiğimiz )حقيقة ر ( )حقيقة اإلسالمve (الشك ‘İslam’ın ve şirkin hakiki içerikleri‘ meselesidir. Yani ‘müslüman‘ kime denir, ‘müşrik‘ kime denir ve ikisinin arasındaki fark nedir. Şirk-i ekber ve İslam; bu ikisi birbiri içine asla girmez ve karışmaz. Bu, birinci meseledir ve apaçıktır, sarihtir. İkincisi: Bir kimsenin müşrik olduğunu ve bu haliyle müslüman ismi alamayacağını biliyoruz. (İslediği şirkten ötürü) onun hakikat itibariyle de bir müslüman olmadığını biliyoruz. Bütün bunları bildikten sonra şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Müşrik olarak ölmüş olan bu kimse, kıyamet gününde Allah’ın yanında bir özüre sahip olabilir mi? İşte bu (birincisinden) ayrı olan bir meseledir ve (şirk-i ekber hususunda) ‘cehalet özrü‘ olarak adlandırılan husus bu (ikinci) meseledir, birinci mesele değildir! Ancak bugünün insanlarına baktığınızda, neredeyse hepsinin bu iki meseleyi karıştırdıklarını görürsünüz. Ne yazık ki bu iki meselenin birbirine karıştırılmadığı tek bir (güncel) kitap bulamazsınız. O yüzden sıklıkla şöyle cümleler kurulur: “Büyük şirkte cehalet mazeret değildir!“ veya “Tevhid’de cehalet mazeret değildir.“ Ancak bu ifadeler doğru değildir. Zira işin esasına bakılırsa, ‘mazeret’ten kastolunan, bir kimsenin müşrik olduğu halde (muteber bir özürden ötürü) kıyamet gününde mazur sayılmasıdır. İmam Ahmed’in Musned’inde geçip Esved bin Seri’ ve Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edilen hadisi biliyoruz.1 Öyle insanlar vardır ki, bunlar kıyamet gününde imtihan olunacaktır. 3 1 Bu mevzuda gelen hadislerin sıhhati ile ilgili İmam İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye (rahimehullah) Ahkamu Ehli’z-Zimme adlı eserinin ikinci cildi ve 650. sayfasında şu tespiti kaleme almaktadır: Bu insanlardan biri (hesaba çekilirken) iki peygamberin arasındaki bir dönem olan Fetret döneminde yaşadığını söyleyecektir. Bu kimse Tevhid mesajını duymamıştır ve bir peygamberin İslam mesajı kendisine ulaşmamıştır. Böyle bir kimse Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat alimlerinin büyük çoğunluğuna göre mazurdur. Yani kıyamet gününde direkt cehenneme atılmayacak ve bundan önce imtihana tabi tutulacaktır. Bu tür insanlar kıyamet gününde çocuklar ve zihinsel özürlüler gibi İslam mesajını anlayamamış kimseler gibi muamele görecektir, zira onların imtihanı dünyada gerçekleşmemiştir. O halde meselenin aslına bakılırsa şöyle dememiz gerekmektedir: “Müşrikler cehaletten dolayı mazeretli olabilirler“. Ehl-i Sünnet ve’l-cemaatte hakim olan görüş budur ve İbn Teymiyye ile İbnu’l-Kayyim (rahimehumallah) ve daha birçok alimin görüşü de bu yöndedir. Bu sebeple, meselenin özüne baktığımızda “Müsriğin, cehaleti ile mazeretli olması mümkündür“ dememiz gerekmektedir. Ancak bu sözün anlamı nedir? 4 “Birincisi: Bu konuyu ele alan hadisler çoktur ve bazısı bazısını güçlendirecek şekilde birbirini desteklemektedir. Hadis hafızları bunların bir kısmını sahih olarak görmüşlerdir. Örneğin Beyhaki, Abdulhak ve başkaları Esved b. Seri’nin rivayet ettiği hadisi sahih olarak görmüşlerdir. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadise gelince, onun isnadı sahih ve muttasıldır (senedinde kopukluk yoktur) [...] İkincisi: Bu hadis hakkında söylenebileceklerin en nihaisi, onun mevkuf olmak üzere sahabi sözü olduğudur. Fakat hiçbir sahabi böyle bir şeyi kendi aklı ve içtihadı ile söylemez. O halde bu mevzunun tevkife (şeriatın bildirmesine ve vahye) dayandığı ve (sahabe) reyine/görüşüne dayanmadığı kesinleşmektedir. Üçüncüsü: Bu hadislerin biri diğerini güçlendirmektedir, rivayet yolları çoğalmıştır ve çeşitli kaynakları bulunmaktadır. Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e izafe edilmelerinin batıl olduğunu ve onun böyle birşeyi söylememiş olduğunu (ileri sürmek) gayet tutarsız olacaktır. İslam’ın imamları bu hadisleri rivayet edip yazmışlar ve onlara itiraz etmemişlerdir.” (mütercim) Onun anlamı, bu kimsenin2 kıyamet gününde imtihan edileceği ve asıl imtihana orada tabi tutulacağıdır. Bu imtihanın sonucunda müslüman olursa cennete girecek, müşrik olarak kalırsa cehenneme girecektir. Bu husus daha önce zikrettiğimiz ayet (Nahl 36) ile bağlantılıdır. Ayetten hareketle Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat alimlerinden bazısı, örneğin İbn Abdilberr (rahimehullah), farklı bir görüşü savunur ve şöyle derler: ‘Mazeret sahibi olabilecek insanlar yoktur, çünkü mesaj herkese ulaşmıştır.‘ Bu söz, ikinci meselemiz olan ‘müsriğin azap görmesi‘ ile ilgili Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in kabul ettiği ikinci görüştür. İbn Abdilberr gibi alimler, bahsettiğimiz ayeti getirip derler ki: ‘Allah-u Teala her topluma bir rasul göndermiştir. Öyleyse onlara hüccet kaimdir / delil kendilerine ulaşmıştır.’ Bu anlamda ‘hüccetin kaim olması‘ kişiye kendisini mükellef/sorumlu kılan delilin ulaşmış olması anlamına gelmektedir. Bu mevzuda kendilerinden bahsedilen insanlar, kendilerine hüccetin yani Peygamberlerin risalet hüccetinin hiçbir zaman ulaşmadığı kimselerdir. (İkinci görüşü kabul eden) bu alimler itiraz edip, risalet hüccetinin insanların tamamına ulaşmış olduğunu belirtirler ve bahsettiğimiz ayet (Nahl 36) ile birlikte başka delilleri getirirler. Derler ki: ‘Her ümmete bir rasul gönderilmiştir. O halde insanların hepsi sorumludur ve -cahil müşrik- diye birşey yoktur.’ Tevhid mesajından yana cahil olan bir insan yoktur, derler. Ancak mesele dikkatlice incelendiğinde bu ayeti delil olarak getirmelerine itiraz edilebilir. Zira Allah-u Teala’nın “biz, her ümmete bir rasul gönderdik” buyuruğu, rasulün mesajının ümmetin her bir ferdine mutlaka ulaştığı anlamına gelmemektedir. Örneğin; Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların tamamına gönderilmiştir. Ancak bu, gönderildiği günden bugüne kadar her bir insanın onun mesajını duyduğu anlamına 2 Kendisine hüccetin ulaşmadığı ve hidayeti bulmaya çalıştığı halde ilim edinme imkanına sahip olmayan müşrikten bahsedilmektedir (mütercim) 5 gelmemektedir. Bu anlamda Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in gönderildiği dönemde bir adada yaşamış olup, Tevhid mesajının kendilerine ulaşmadığı insanlar varolmuş olabilir. Aynı olay bundan yüzlerce sene sonra da vuku bulmuş olabilir. Bu ayeti kullanarak, cahil müşriklerin varlığını iptal edenlere bunlar söylenebilir. Onların bu delillendirme yolunun, ilk bakışta gözüktüğü kadar güçlü olmadığı böylece ortaya çıkmış olur. 6