azerbaycan türk kültür dergisi

advertisement
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
İKİ AYDA BİR ÇIKAR
EYLÜL - EKİM 2006 SAYI: 368 YIL:54
İÇİNDEKİLER
2
AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ
Adına sahibi
CEMİL ÜNAL
Yazı İşleri Müdürü
TUNCER KIRHAN
Koordinatör
İSA YAŞAR TEZEL
Azerbaycan Temsilcisi
NESİMAN YAKUPLU
İdare Yeri
Bayındır Sok. 37/6
Kızılay - ANKARA
Tel: 435 37 06 • Fax: 435 37 05
İnternet Adresi:
www.azerder.org
Cumhuriyetimiz 83 Yaşında
4
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti
7
Orta Doğu Üzerindeki Oyunlar ve Gerçekler
12
Eski Bir Yalan Ermeni Soykırımı ve Nobel Ödülü
Mehmet Emin RESULZADE
Cemil ÜNAL
Üzerine...
Tuncer KIRHAN
18
Azerbaycan Petrol Gelirleri Nasıl
Kullanılacak
Ramil HÜSEYN
E-mail adresi:
[email protected]
Kapak Konusu
Cumhuriyet Bayramı
Dergide yayınlanan yazıların
her hakkı saklıdır
İzin alınmadan iktibas edilemez.
Dergide yayınlanan makalelerin
sorumluluğu yazarlarına aittir.
Basın Ahlak Yasasına
uymayı taahüt ederiz.
Nergiz Matbaası
Tel: 385 30 79 Faks: 385 82 18
e-mail:[email protected]
21
Kafkas İslam Ordusu(1918)
26
Ölüm Yıl Dönünümünde Türk
Timur SİLİ
Dünyasında Önemli Bir İsim:
Muhammed Hüseyin ŞEHRİYAR
Selçuk ÖNAL
28
Saha Türkleri’nin Elmas Yurdu
YAKUTİSTAN
Prof. Dr. Orhan KURAL
31
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
32
Bir Kitap Bir İnsan...
Nizamettin ONK
1
Dernek Haberleri
Eylül - Ekim 2006
CUMHURİYETİMİZ
83 YAŞINDA
‘‘Mustafa Kemal Paşa,
28 Ekim 1923 gecesi arkadaşlarına
bir sır gibi sakladığı düşüncesini açıklar.
“Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz”
Aradan geçen 83 yıla rağmen aynı
heyecan ve mutlulukla nice yüz yıllarda,
onun çizdiği yolda ,
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.’’
İ
nsanca yaşamanın, yönetmek ve yönetilmenin
en güzel şekli olan Cumhuriyetimizin
kuruluşunun 83. yılındayız.
Türk Milletinin bu en büyük bayramını kutlarken, 29
Ekim 1923 tarihine giden yola baktığımızda, bitmiş,
tükenmiş bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde
sürdürülen emperyalist işgal ve onların yandaşlarına
verilen savaşıyla kazanılan Türk istiklalinin yaratıcısı
ve Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal
ATATÜRK’ ü bu gün her zamankinden daha gerçek
şekilde anlamak ve anlatmak zorundayız.
Cumhuriyetimizin Kurucusu
Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK
Mustafa Kemal Paşa ‘nın tarih sahnesine çıktığı dönemde, ülkesinin çağın gerisinde kalmış yapısıyla
ayakta durmaya çalışması ve uygarlığın temsilcisi
olan batılı devletlerin emperyalist planları yürürlükte idi.
nim devlet anlayışım millet egemenliğine dayanan
Cumhuriyettir” der. Çünkü o donanımlarıyla, çağını
iyi tahlil eden bir asker olarak inandığı yolda gerçek
bir Cumhuriyetçidir.
Ondaki Cumhuriyet anlayışı, vatan sevgisi ve bağımsızlık aşkı, 1905 yılında genç bir Osmanlı subayı iken bulunduğu Şam’da bir arkadaşına söz ettiği
şekilde kendini gösterir. Burada, Halil Paşa’ya “Be-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Samsun’a gönderilmesi sırasında, dönemin genel
kurmayındaki sicil varakasında dahi “Cumhuriyetçidir” ibaresinin yer alması, o ibarenin Mustafa
2
Eylül - Ekim 2006
Anadolu insanı; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk demeden bir bütün olmuş, cephede çarpışan vatan
evlatlarına erzak ve silah taşımıştır. İnançla çıkılan yolda, yol yolcusuna yenilmiş, çılgın Türkler 9
Eylül’de nihai zafere ulaşmışlardır.
Kemal ‘deki Osmanlı yönetim anlayışı ile çatışan
kişiliğinden ve saray çevresince geleneksel kara bir
leke (!) olarak takıldığına hiç şüphe yoktur. Ne var
ki artık, Cumhuriyet ateşi onun aklında ve uygulamalarında bilerek veya bilmeyerek bir süreç halinde
tutuşmuştur.
Hürriyet ve istiklal içgüdüsünü yüzyıllar boyunca
taşımış bir millet için tarihi bir dönemeçte kendisini
sorumlu tutan bir önder olarak hesabını ortaya
koymuş ve mutlak zafere ulaşılacaktır düşüncesini
“ Zafer, zafer benim olacaktır diyebilenindir.”
Sözleriyle hep yüreğinde taşmıştır.
22 Haziran 1919’da Erzurum kongresinde, Kongre
Başkanlığına adaylığının teklifi sırasında kendisine
engel olmak isteyen muhaliflerin “ Kongre Başkanın sivil zevattan seçilmesi “ teklifine karşın, Mustafa Kemal ‘in çok sevdiği askerlikten istifa ederek
üniformasını çıkarması, halk iradesine olan saygısını gösterir.
O bir konuşmasında da şöyle diyecektir: “Benim
duygularım milletimin duygularıdır.” Bunu
derken millet ve bağımsızlık sözcüğünü bir arada
kullanmaktan yılmadan usanmadan geleceği
yüreğine kazır gibi anlatmakta ve öğretmektedir.
Kendi iç dünyasında ki bağımsızlığı ile ulusunun
bağımsızlık vizyonunu birleştirmiş bir insandır.
Böylece kendi iç savası milletinin savaşı, kendi
iç güdüsü yine milletinin iç güdüsü olarak ortaya
çıkmıştır.
Temmuz 1919 tarihinde ki Sivas Kongresi ‘ni takip
eden Şubat 1920 tarihli Misak-ı Milli andıyla gerçekleştirilecek olan tam bağımsızlık, milli egemenlik ve Anadolu aydınlanması ile Ulusal Kurtuluş
savaşına gidecek yolun, Ankara’da 23 Nisan 1920
de açılacak olan TBMM’den geçeceği şekliyle hazırlıklar tamamlanır.
Bu yol oldukça çetin bir yoldur. Bu meclis hem millet egemenliğinin üstünlüğünü tartışacak, kurtuluş
savaşıyla ilgili kararları alacak, İstanbul hükümetiyle itilaf devletlerine karşı nüfuz mücadelesi verecek,
hem de bir hükümeti içinde barındırmakla büyük
bir sorumluluğu üstlenmiş olacaktır. Anadolu ihtilaline giden yolda oluşan birinci meclis, Türk tarihi
açısından oldukça önemlidir.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün bir kurtuluş
savaşçısı olarak ortaya koyduğu öğreti yalın
bir bağımsızlık ilkesi ve öğretisidir. Çünkü o’
Bağımsızlık nedir sorusunun temel öğretisini bizzat
anlatarak, öğreterek tam bağımsızlık yolunda hedef
belirlemiş bir komutandır. 1905 yılında belirlediği
ilkelerle çelikleşen bağımsızlık ve millet olma
yolundaki düşüncelerini ilan etmenin mutluluğunu
yaşayacaktır.
Ümmet devletten çıkıp millet devleti olma yolunda
yapılan bu önemli değişikliklerin başında “Hakimiyet Milletin Olacaktır” anlayış ve kararlılığımın
bulunmasıdır.
Ve nihayet, Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923
gecesi arkadaşlarına bir sır gibi sakladığı düşüncesini açıklar. “ Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz”
Aradan geçen 83 yıla rağmen aynı heyecan ve
mutlulukla nice yüz yıllarda, onun çizdiği yolda
Cumhuriyet Bayrammız kutlu olsun.
Türk Milletinin tükenmiş bir imparatorluk içinden millet olma bilinciyle şahlanması başta istiklaline kavuşması ve milli egemenliğin tesisi gerçek
bir destandır. Mustafa Kemal Atatürk bu destanı
büyük nutkunda “1919 yılı Mayıs ayının 19. günü
Samsun’a çıktığımda vaziyet-i umumi manzara şöyle idi. “ diyerek destanın başladığı coğrafyayı tasvir
eder.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ
Merkez Yönetim Kurulu
3
Eylül - Ekim 2006
YAŞASIN
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin 10.
yılında Azerbaycan’ın Büyük
Önder’i Mehmet Emin Resulzade
tarafından Berlin’de çıkan ‘İsitklâl
Gazetesi’nin 29 Ekim 1933 günlü
sayısında yayınlanmış yazıyı önemi
nedeniyle yeniden yayınlıyoruz.
MUAZZAM BİR YILDÖNÜMÜ!
Cihan tarihinin en meraklı devrindeyiz: Asırlaşmış binalar yıkılıyor; yıkılmaz diye düşünülen müesseseler çöküyor; yeni binalar ve yeni kıymetler kökleşiyor. Bütün
değerlerin değiştiği bu dönüm devrinde türlü büyük hadiselere şahit oluyor; ve her gün denecek kadar tarihi bir
çok vak’alar için yapılan yıldönümlerini görüyoruz.
Umumi neticesinde tarihten yediği en son darbe ile her
türlü istiklâl ve haysiyetten mahrum zavallı bir hale geldi;
şöyleki İstanbul sarayında - ne pahasına olursa olsun -tutunmağı canına minnet bilecek Türk tarihinden nasipsiz
bulunan padişah, mahüt Sevr Muhahedisine kabulde tereddüt göstermedi.
Fakat, bugün Türkiye’li kardeşlerimizin haklı sevinçlerle
andıkları yıldönümünü biz, başkalarından ayırmak için
ona muazzam vasfını veriyoruz.
Fakat eskiyen, gittikçe yıpranarak varlık hikmetini kaybeden Osmanlı İmparatorluk binası son çöküş noktasına
yaklaştıkça, taaruz kanunu mucibince, kendini değişecek
yeni bir kuvvet belirerek, günden güne büyüyordu.
Türkiye’de cumhuriyetin kurulması ancak siyasi bir idare
şeklinin değişmisinden ibaret olsaydı şüphesiz bu, haddi zatında gene büyük bir hadise olurdu. Fakat, buna
rağmen, ona muazzam vasfını vermekte - itiraf edelim
ki- tereddüt ederdik. Zamanımızdaki bollu yıldönümleri
arasında kendisine seçilmiş bir yer ayırmazdık.
Türk münevverleri tarafından, muhtelif zamanlarda vetürlü şekillerde temsil olunan bu kuvvet, Türkiye ıslahat
ve hürriyet hareketi idi, ki onun Tanzimatçılık, Meşrutiyetçilik ve Türkçülük diye başlıca etapları vardır.
Hadisenin azameti orasındadır ki, cumhuriyet rejiminin kurulmasıyle Türkiye’de sade bir idare şekli değil,
Türk cemiyetinin maddi - manevi bütün müeseseleri
değişmiş; çürümüş Osmanlı saltanatının yerinde, bütün şuunatile milli demokratik yeni bir Türk devleti
kurulmuştur.
Evet, iki asırdan ziyade, bir müddetten beri inhitat ve
hezimete uğrayan ve Osmanlı İmparatorluğu, Harbi
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
İmparatorluk sisteminin yaşadığı son günlerde sarayın
bir tarftan israf, diğer taraftan da ihmal ettiği Anadolu
Türklüğü içerisinde Türkçülük diye şuurlanan milliyetçilik - işte, bu tarihi hareketin aldığı muasır bir şekildi.
Büyük felaket karşısında, kurtuluşu, Sevr Muahedesi’ni
kabul etmek zilletinde bulan düşmüş Osmanlıcılara mukabil, yükselmiş Türk milliyetçileri, milli hakimiyet esa-
4
Eylül - Ekim 2006
sına dayanarak, harekete geçtiler ve büyük Gazi Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri’nin dahi rehberliği ile muazzam
istiklâl cihadına giriştiler.
Bu örnekten öğrendik ki, bir millet istiklalini sade asrın
kendisine mücerret olarak tanıdığı hakka dayanmakla değil, bir de bunu hak ettiğini bizzat isbat etmekle,
yani ölümü gözüne alarak silaha sarılmak ve maksat hasıl
oluncaya kadar dövüşmekle alır.
Asrın en yüksek idealine, Türk tarihinin en bariz an ‘anesine ve Türk milletinin sarsılmaz iradesiyle Anadolu halkının en hayati menafiine uygun gelen bu -karar, uzak
gören demir iradeli bir kumandan ve er- kanı harbin idaresi altında ve Anadolu’nun “Ya ölüm, ya istiklâl”, diye
gösterdiği azim ve cesaret karşısında tamamiyle tahakkuk etti.
Hak verilmez, alınır işte, Türk inkılabının bir daha teyit ettiği eski hakikat!
Türkiye tecrübesinin bize öğrettiği hakikatlerden biri de
şu oldu ki, beşeri medeniyetin yüksek gayesi bulunan istiklal için vuruşan bir halk hakikaten de müstakil olmak
ve öyle kalmak isterse, bu medeniyetin özünü teşkil eden
maneviyatı almak ve kendi milli kültürünü onunla mezç
ederek asri bir millet merte- besine çıkma mecburiyetindedir.
Menhus Sevr Muahedesi yırtıldı; mes’ut Lozan Muahedesi yazıldı!.. Birincisi, çöken imparatorluğun ölüm
beratı idi; ikincisi ise yükselen cumhuriyetin doğum
vesikası oldu.
29 Teşrinievvel 1923’e kadar Anadolu hareketine ait resmi vesikalarda ‘cumhuriyet unvanına rastgelinmez. Bu
tarihe kadar şiar, memleketin ecnebilere karşı istiklâlini
kazanmaktı.
Cemiyet ve devlet işlerinde ancak ileri insanlığın tecrübe
ile erdiği ilim ve fen ölçülerine kıymet veren yeni Türk
rejimi, tatbik ettiği sistemin başına dünyanın dinden, aklın da nakilden ayrılması umdesini koymuştur.
Fakat, bu kazanç Lozan’da beynelmilel bir kayda bağlandıktan sonra, hadiselerin inkişafında ve bu inkişafı meharetle idare eden büyük reisin tasavvurlarında cumhuriyet
idealinin saklı bulunduğunu sezmek zor değildi.
Hakimiyet milletindir. Devlet, milleti teşkil eden fertler
arasındaki muamelelerle, bunlarla cemiyet arasındaki
münasebatı tanzim etmekle mükellef bir müessesedir. Bu
müessese, bütün icraatında ilhamını gökten ve tabiat üstündeki kuvvetlerden değil, bizzat halktan alır, onun için
ve onun vasıtası ile iş görür.
Lozan’a kadar hareketin büyük rehberi cumhuriyetten
bahsa lüzum görmedi ise, bu, ona has taktikten başka bir
şey değildi. Milli Türkiye, her şeyden evvel istiklalini bütün cihana isbat edecekti.
Ta başlangıçtan itibaren “hakimiyeti milliye” esasına
dayanan Anadolu istiklal hareketi, cumhur idaresiyle
yürütülen demokratik bir hareketti; Lozan merhalesine
erişildikten sonra, artık bu fiili vaziyetle, taban tabana zıt
bulunan saltanat ve ona bağlı Hilafet müesseseleri bittabi
sökülüp atıldı. Cumhuriyet rasmen ilan olundu.
Bunun içindir ki, dahildeki kuvvetleri parçalıyacak her
hangi bir hareketten sakınıldı; yarının sözü bugün söylenilmedi.
Lozan zaferiyle tamamlanan “bugün”, cumhuriyeti ilanda mahzur bırakmayan “yarın”ı temin etmiş oldu.
Saltanat ve Hilafetin ilgasiyle, otokrasi ve teokrasi devrine nihayet veren Türk milleti demokrasi devrine girmiş
oldu. Büyük şenliklerle karşılanan bugün, işte, bu büyük
hadisenin yıldönümü, Türkiye demokrasisinin bayramıdır.
Bir “yarın” ki parlaklığı ile şarkın girdiği kurtuluş yolunu
baştan başa aydınlattı. Göz kamaştıran bir aydınlık!
Tarihi sebeplerle, iktisadi ve içtimai açılış itibariyle, orta
zaman şerait ve münasebatı içinde durgun kalan Şark,
kendini saran geri nizam ve irtica müesseselerinden sıyrılmak için, epey zamandanberi çırpınıp duruyor ve daldığı derin uykudan uyanmak üzere, ötede beride harekete
geçerek kımıldanıyordu. Harp sonunda bu hareket, cihan
mikyasında bir hızla ilerledi; milli uyanış ve istiklal hareketleri, yeni cihan istikrarı içinde, büyük amiller sırasına
geçti.
Ne mutlu bir gün; ne kutlu bir bayram!
Bir gün, ki cumhuriyete sadık her hangi Türkiye’li bir
vatandaşla birlikte hürriyet ve demokrasiyi bir prensip
olarak benimseyen bütün insanlar da onu alkışlıyor, beşeri prensiplerin buradaki zaferini kendi zaferleri gibi görüyorlar; bir bayram, ki sade Türkiye’liler değil, hürriyet
ve istiklal için döğüşen esir Şarkın bütün milliyetçileri de
onu kendi ideallerinin bayramı gibi görüyorlar.
Türkiye inkılâbı, işte, bu ayaklanan Şark milliyetçiliğinin en mükemmel bir tipi ve kazandığı parlak ve katı
zaferiyle önde giden rehberi ve örneğidir.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
5
Eylül - Ekim 2006
Evet, Türkiye inkılabının şümülü sade Türkiye’ye ait
değildir. Cumhuriyet kanunları sade Türkiye dahilinde
tatbik olunuyorsa da, bu kanunların kökünü teşkil eden
büyük umdelerin tesiri Türkiye haricinde ve bilhassa Türkiye dışındaki Türk illerinde carıdir. Bu itibarla Türkiye
inkılabı beynelmilel bir şümüle maliktir.
karşısına çıkan düşmanlarını maddeten ezmiş, manen öldürmüştür.
Ve bugün bu zaferin onuncu yıldönümünde Türkiye
Cumhuriyeti’nin beynelmilel münasebetteki itibarı,
imparatorluğun son asır zarfında görmediği bir değerdedir; hele Türk inkılabının cihan efkan umumiyesinde kazandığı prestij, hiç bir saltanat Türkiyesine
nasip olmamıştır. Hilafetin ilgasiyle Türkiye İslam
dünyasındaki mevkiini kaybeder, denilmişti. İnkılapçı
Türkiye’nin Müslüman milletlerin hürriyetçi zümresi
üzerindeki manevî tesirini İstanbul Sarayı kat’iyen kazan amamıştır.
Nakilden müstakil bir akıl, dinden ayrı bir dünya, kadına
hürmet esasına müstenit demokratik bir aile, her türlü
imtiyaz ve zümre tahakkümünden ari, hürriyet, müsavat
ve içtimaı tesanüt esasına dayanan bir cemiyet; bütün
milletin okur yazar olmasını güden bir devlet; en kolay
bir yazı; halkı düşünen ve ilhamını ondan almak isteyen
bir edebiyat; beynelmilel kültür müsabakasında Türklüğe
kendi ehemmiyetile mütenasip şerefli bir yer- işte bu on
yıl içinde Türkiye Cumhuriyetinde tatbik olunan ıslahat
programnın en mühim noktaları!
Türk kültürü için yapılan son meşkür teşebbüsler ise,
Türk illerinin memnuniyet ve alkışlarla karşılayacakları
bir hadisedir, ki eşini Türkçülük fikir ve neşriyatını, telefon ve elektrik ışığı ile beraber men ‘eden Sultan Hamid
idaresinde aramak bir budalalık olurdu.
Bu öyle bir programdır ki, onun tatbiki sade biz Azerbaycan milliyetçileri için değil, alel’umum bütün Türk
illeri milliyetçileri için her zaman mukaddes bir arzu,
erişilmesi istenilen büyük bir ideal olmuştur ve bugün de
öyledir.
Biz, Türklüğün ebedî düşmanı Çarlık Rusya’sının bugünkü şekli bulunan Sovyetlere karşı hürriyet, milliyet ve
istiklâl namına döğüşen Türk illeri, her ne kadar Türkiye
Hükümetinin taktik olarak kullandığı Bolşevik Rusya ile
müdara siyasetinden maddeten zararda isek de, program
olarak tatbik ettiği büyük umdelerden manen faydadayız.
Türkiye, sade bu ideal programını kanunlar halinde tesbit
etmekle kalmamış; cumhuriyet erleri, bu büyük hakikati
dahi unutmamışlardır. Bir millet, ancak organize oluşu ve
iktisadı faaliyet ve refahı nisbetindedir ki, ideal haklardan
istifade eder. Fikrî, millî ve siyasî istiklâllerin kökü iktisadî istiklâldir. Cumhuriyetin demiryolu siyaseti, bankacılık siyaseti; milli sanayı ve ticaret sahasında tatbik
ettiği siyaset, aşarın ilgası, kooperatifçilik ve köy kredisi
gibi ıslahat ile köylüyü düşünmesi dahi tedbirli ve faal
bulunduğunu göstermiştir.
Rus komünizminin yıkıcı ve yakıcı tatbikatı yanında,
Türk demokratizminin yapıcı ve yaratıcı icraatı vardır.
Yıkıcılık geçer, yapıcılık kalır.
Gelecek, milletleri süngü gücü ile yapma rejime boyun
eğdirmenin değil, milli hakimiyete, hakka ve hürriyete
dayanan istiklalcılığındır.
Bundan on yıl evvel büyük “Nutuk”un gençliğe hitap
eden o heyecanlı hulasasında tasvir olunan facialı mahrumiyet ve felaketlere bakmıyarak, herkesin, battığına
hükmettiği bir milleti, Almanya gibi teşkilatı, teslihatı
ve prestiji korkunç bulunan bir devleti çarmıha çeken
galiplere karşı savaşmaya çekerek, nihayet zafere erdiren
Büyük Adam, cumhuriyet ilanını iltizam edince, hariçte
ve dahilde bir çokları bunu şüphe ve endişelerle karşıladılar; kazanılmış Lozan zaferinin tehlikeye düştüğünü
söyliyenler bile oldu.
Evet, Türkiye’li kardeşlerimizin göğüslerini iftiharla kabartan bu bayram bizim de kalplerimizi ümit ve tesellilerle dolduruyor. Bütün samimiyet ve heyecanımıla bugün
sesimizi Türkiye Cumhuriyetini tes’it eden milyonların
gür sesi ile birleştirirken, millî istiklâlin yenilmez bir hak
ve hakikat olduğuna en bariz bir misali ile bir daha inanıyoruz; bu imandan aldığımız yeni bir kuvvetle biz de
bağırıyoruz:
Fakat, ne görüyoruz: Cumhuriyet, Şeyh Sait, Menemen
isyanları gibi kara irtica, hamlalariyle, ardı arası kasilmeyen komünist entrik ve propagandalarına rağmen,
muvaffakiyetle yaşamış ve kendi yürüyüşünde ilerliyerek
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Yaşasın müstakil Türkiye Cumhuriyeti!..
6
Eylül - Ekim 2006
ORTA DOĞU ÜZERİNDEKİ
OYUNLAR ve GERÇEKLER
Cemil ÜNAL
G
eçmiş dönemlerde, insanlığın bilmediği yerleri keşfetmek için kaşiflerin yaptıkları araştırmalar, emperyalist güçlerin bu cografyaya
yayılmak, Orta Dogu’yu kendi kontrolleri altına almak
arzularının ilk işaretleri olmuştur.
Bugün dahi sıcaklığını fazlasıyla hissettiğimiz, kanların
döküldüğü Orta Doğu denilen bu cografyanın şekillenmesinde Batılılar, özellikle İngilizler önemli rol oynamışlardır.
Hindistan yolunu kendi gelecekleri için çok önemli bulan
İngilizler, bu bölgeyi, Fransa ve Rusya’nın - sözde-saldırılarından korumak-açıkçası-kendi hakimiyetleri dışında, başka güçlerin bu bölgeye hakim olmalarını önlemek
için savaşmayı dahi göze almışlardır.
3- Filistin’ de, bir Yahudi Milli Yurdu’nun kurulması,
Özellikle, Birinci Dünya Savaşı ve sonrası gelişen siyasi
olaylar, başta Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kafkas’lardan Kuzey
Afrika’ya, bugünkü Orta Doğu’yu da içersine alan geniş
coğrafyanın şekillenmesine sebep olmuştur.
4- Bölgede hakimiyet sağlamak için Arap, Yahudi Milliyetçiliğinin, kışkırtması ve desteklenmesi,
Geçmişte ‘‘Büyük Şark Oyunu” olarak tarif edilen olaylar,
bugün yalnız isim değiştirerek “ Büyük Orta Doğu “ projesi olarak sahnelenmektedir.
Bu coğrafyada yaşayan halklarla ilgili verilen kararlarda
bu toplulukların-bugün olduğu gibi-hiçbir zaman ne
düşündükleri sorulmamış, kararların alındığı masaya bile
oturmalarına müsaade edilmemiştir. Batılı devletler bu
oyunu oynarken A.B.D, ilk zamanlar bu meselelerden
uzak durmaya çalışmışlardır.
5- Türk toprakları üzerınde, bağımsız Ermeni, Kürt ve
Rum Pontus Devletleri’nin kurulması.
BÜYÜK ŞARK OYUNU
“ Büyük Şark Oyunu” nun hedefleri kapalı kapılar ardında tespit ediliyordu. Alınan kararların önemli olanları,
şöyle sıralanıyordu :
Birinci Dünya Savaşını hazırlayan olaylar Avrupa
Devletleri’nin de kendi aralarında bölünmelerine sebep
olmasına rağmen, her iki grubun, Osmanlı Devletinin
parçalanması, parçalanma sonrasında hangi bölgelerin
kimin nüfuz alanı olacağı, Orta Doğu’da nasıl bir haritanın çizileceği hususundaki görüşleri müşterek olmuştur.
1- Osmanlı İmparatorluğu’nun, parçalanması ve pay
edilmesi,
2- Batılı devletlerle, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Ermeniler, Kürtler, Araplar ve diğer
gayri müslim halklar arasında Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına yönelik gizli ittifakların oluşturulması,
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Birlik oluşturan devletlerden Almanya’nın Osmanlı
İmparatorluğu’na yaklaşma gösterisi, diğer ülkelerin de,
işine gelmekteydi, çünkü Almanya’nın Akdeniz’e inmesi
7
Eylül - Ekim 2006
orada güç sahibi olması, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinden daha tehlikeli görülüyordu.
Osmanlı Devleti bünyesindeki azınlıkları devlete karşı
kışkırtan İngilizler Kürtleri de kullanmışlardır. Kürtler
içinde özel planlar hazırlamışlardı. Hazırlanan plana
göre:
Avrupa Devletleri’nin, kapı arkasında hazırladıkları
oyunlar, kendi bünyelerinde de sıkıntılar yaratmış, Fransa ve İngiltere de hükümetlerin düşmesine sebep olmuş,
1917 Bolşevik İhtilali ile de Rusya’da da hükümet ve rejim değişikliği olmuştur.
1- Kürtlere sınırları belli olan toprak verilmesi,
2- İngiliz mandası altında özerklik tanınması,
Bu olaylar, Osmanlı Devleti’nin geleceğini belirleyen,
Orta Doğu’nun yeniden nasıl şekilleneceğine karar verecek, siyasi iktidarların iş başına gelmesine sebep olmuştur.
3- Araplara ve Ermenilere tanınacak devlet kurma
hakları, kürtlerede tanınmas kürtleri ümitlendiren
İngilizler, Kürtlerin bağımsız Kürdistan kurulması
işlerinin barış konferansına iletilmesi hususunda kendilerine büyük destek vermişlerdi. Temsilci olarakta
Paris’te yaşayan Islahat-i Osmaniye Fırkası Başkan-ı
Şerif Paşa’ yi seçmişlerdi. Şerif Paşa, Ermenilerle de
münasebet kurmuş beraber hareket edeceklerine dair
Ermenilerle anlaşma bile yapmışlardı.
İSRAİL VARLIĞI
Nitekim, bugün Filistin toprakları üzerinde kurulması,
varlığını sürdüren İsrail Devleti’nin Suudi Arabistan’ın,
Kuveyt’in, Irak’ın, Suriye’nin, Lübnan’ın, Ürdün’ün sınırları çizilmiş olması, o tarihlerde verilen kararlar neticesinde gerçekleşmiştir.
Ermeni temsilcisi Bogos Nubar, Ermenistan Cumhuriyeti Delegeleri Başkanı vekili H. Ohacanyan ve Kürtlerin temsilcisi seçilen Şerif Paşa, müştereken imzaladıkları
müracaat belgesini Paris Barış Konferansına sunmuşlardı.
KÜRT ERMENİ ve PONTUS DEVLETİ HAYELLERİ
O tarihlerde gerçekleştiremedikleri projeler içersinde, anadolu toprakları üzerinde kurmayı ve kurdurmayı hayal ettikleri Kürt, Ermeni ve Rum Pontus
Devletleri’nin kurulamaması olmuştur.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Hatta müracaat belgesinde Ermeni ve Kürtler’in aynı
ırktan geldikleri çıkarları müşterek olduğu ve her iki halkın bağımsızlık istedikleri belirtilmiştir. Kürt Devleti’nin
8
Eylül - Ekim 2006
kurulmasına katkıda bulunacak pek çok Kürt Cemiyetleri kurulmuştur. Bunlar içerisinde hevi(umut) ile Kürdistan Teali Cemiyeti en aktif olanlardı.
1913 tarihlerinde de, faaliyetlerinde etkin olmak için
Roji Kürd adlı gazeteyide çıkarmaya başlamışlardı. İmzalanan Sevr Anlaşması ile de, Kürt meselesi uluslararası
bir belgede yer almıştır.
RUSYA’NIN GİRİŞİMLERİ
Bugüne kadar, milletleşme sürecini tamamlayan Orta
Doğu‘da, eskiden beri din yaşantının ve politikanın temeli olmuştur. Ruslar, Bolşevik İhtilali sonrasında bu
geleneği yıkarak, çoğunluğu müslüman olan halkların
önüne, din yerine Kominizmi, Batılı Devletler de özellikle, hanedana ve şahıslara bağlı din geleneğinin hakim
olacağı rejimlerin devam etmesini teşvik etmişlerdir.
Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansına, Osmanlı Hükümeti temsilcileride davet edilmişti. İç
ve dış düşmanların yanında, o zaman idarenin başında
bulunan Başbakan Damat Ferit’te, Ermeniler için geniş
manada bir bağımsızlığı müdafaa ediyor, hatta hiçbir sebep ve mecburiyeti yokken, Torosları Türkiye’nin tabii
hududu kabul ettiğini dünyaya beyan ediyordu.Böyle bir
düşünceye sahip olan İstanbul Hükümeti, Sevr anlaşmasını imzalamakta bir mahzur görmüyorlardı.
A.B.D VARLIĞI ve SÜREÇ
1915 tarihine kadar oynan oyun içerisinde yer almayan
A.B.D, 1917 tarihinde, Almanların üç Amerikan şilebini batırmaları, hatta Almanların bu tip olayların devam
edeceğini açıklamaları, A.B.D. ’nin Orta Doğu coğrafyasına bakışlarını tamamen değiştirmiştir.
Bu gelişmeler olurken İstanbul ‘daki Rum Patrikhanesi, Olaylar üzerine kongrede bir konuşma yapan A.B.D BaşSamsun ‘daki Rum Metropokanı Wilson “Almanların bu
liti de boş durmuyorlar, 23
hareketi, devletimize harp
Şubat 1919 tarihinde aldıketmesi demektir. BunBaşkan Bush’un, en etkili ve yetki- ilan
ları bir kararla” Rum Karadedan sonra, Birleşik Devletniz Cumhuriyeti’nin kurulma
dünya barışı, insanlığın
li adamı aynı zamanda Texaslı bir ler,
hazırlığına başlıyorlardı.
kurtuluşu, Orta Doğu’nun
dahil olduğu, dünyanın
petrol zengini olan Dick Cheney, da
İngilizlerin de desteğini alan
güvenli olması için her zaRumlar, İstanbul’da çıkardık1999 yıllarında yazdığı oto biyog- man savaşacaktır”.
ları Pontus adlı Rumca gaDoğu ve dünya siyasetzetenin, 4 Mart 1919 tarihli
rafisinde ‘‘petrol ve petrol endüs- Orta
lerine açıklık getiren Wilson,
nüshasında “Trabzon Rum
Ocak 1918 tarihinde yine
Cemiyeti’nin’’ kurulduğunu
trisi, bizleri daima büyülemiştir. 8kongrede
yaptığı konuşma
dünyaya duyurmuşlardı.
ile de, Osmanlı İmparatorAmerikadaki bütün dostlarımız, luğu için A.B.D’nin yürüteOsmanlı Devleti bünyesinde
politikayı şu cümlelerle
en huzurlu yaşayan Araplara,
petrol endüstrisinin ve petrolün ceği
dile getirmiştir.
Batılı Devletler tarafindan
Şam’da kurdurulan gizli ceayrılmaz bir parçası olmuştur”
‘‘Osmanlı İmparatorluğu
miyetler vasıtasıyla Osmanlı
yönetiminde yaşayan ve
Devletin’e karşı ayaklanmaya
Türk olmayan halklara yateşvik edilmişlerdir. O tarihşam güvencesi ve asla kelerde Osmanlı Sultanı adına
sintiye uğramayacak, özerk
Hicaz’ı yöneten Mekke Emiri Hüseyin Bin Ali’ye, Arap
Krallığı yerine, Şam’ın, Hicaz’ın, Medine’nin, Mekke’nin gelişme firsatı tanınmalıdır ”.
idaresinin verileceği, aynı zamanda Arap halifesi olacağı
sözü verilmişti, Osmanlı meclisinde, mebus olan arap Böylece Orta Doğu coğrafyasının ve modern savaşın en
temsilcileri de Arapça konuşan bütün halkların Türk bo- önemli aracının petrol olduğunu bununda bu bölgede
yunduruğundan kurtulması için, Osmanlı Devleti’nin yı- bulunduğunu idrak eden A.B.D Orta Doğu’ya ilgi duyar
kılması hususunda batılı devletlerle işbirliği yapıyorlardı. konuma gelmiştir.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
9
Eylül - Ekim 2006
İşte geçmişte ‘‘Şark Meselesi’’ bugün ‘‘Büyük Orta Doğu’’
projesi olarak adlandırılan ve şimdilik tek bir ülke tarafindan organize edilen oyun bu bölgede sergilenmektedir.
Şimdilik oyunun planlayıcısı olan A.B.D’nin ve stratejik
ortağı İsrail’in attığı servis toplarını toplamaya çalışan
bazı devletlerde, oyunun içerisinde yer almaya zorlanmaktadır.
ENERJİ KAYNAKLARINA YÖNELİM
Orta Doğu coğrafyasına ayrı bir önem veren A.B.D’nin,
yakın geçmiş içerisinde, Enerji Bakanlığı kanalı ile Hazar Havzası ve bu bölgenin enerji stokları için gizli araştırmalar yaptırmıştır.
Bu araştırmaya göre, Hazar Havzasında 243 milyar varil
petrol, 150 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğunu,
Suudi Arabistan’da 270 milyar varil petrol olduğunu tesbit ettirmiştir. Suudi Arabistan dünya petrollerinin dörtte birine sahip olup, dünya petrol fiyatlarının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır.
nışları ve hiçbir günahı olmayan yüzbinlerce insanın katledilmesi, teröristlerin güç kazanmasına sebep olmuştur.
Bundan dolayıdır ki İslami, terör eylemlerinin vasıtası haline getiren teröristler bu coğrafyada etkinliklerini
daha da artırmışlardır.
Özellikle Suudiler, bir taraftan kendi iktidarlarının ve
geleceklerinin ne olacağı endişesini yaşarken, diğer taraftan dünya terörü içersinde yer alan Suudi teröristleri
finanse etmektedirler.
Nitekim pek çok devlet geçmişte körfeze bağımlı olmanın tehlikesini Saddam Hüseyin’in 1990 yıllarında
Kuveyt’i işgal etmesiyle yaşanmıştı. A.B.D ve uluslararası
güçlerin sayesinde Kuveyt işgalden kurtarılabilmişti. İşte
bu olayda A.B.D’nin bu bölgeyi kendi kontrolu dışında
kimseye bırakmayacağının işareti olmuştu.
A.B.D Radikal İslami grupların başta Suudi Arabistan
olmak üzere petrol üreten devletleri ele geçirebilecekleri
endişesini bugün daha fazla taşımaktadırlar.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN DAĞILMASI
Amerika bu önemli kaynakların başka güçlerin eline geçeceği endişesini taşımaktadır. Başkan Bush’un, en etkili
ve yetkili adamı aynı zamanda Texaslı bir petrol zengini
olan Dick Cheney, 1999 yıllarında yazdığı oto biyografisinde ‘‘petrol ve petrol endüstrisi, bizleri daima büyülemiştir. Amerikadaki bütün dostlarımız, petrol endüstrisinin ve petrolün ayrılmaz bir parçası olmuştur”. İtirafı ile
A.B.D.’ nin niçin Orta Doğu’ da bulunması gerektiğini,
Orta Doğu’ nun işgalinden önce dile getirmiştir.
11 EYLÜL OLAYLARI ve SONRASI
11 Eylül 2001 terör olayı, A.B.D’nin kafsında yaşattığıpolitikanın hayata geçirilmesine vesile olmuştur.
Afganistan işgali, Saddam’ın devrilmesi, Amerika silahlı
güçlerinin bölgeye yerleşmesi, bunların yanısıra, Suriye
ve İran’ ında aynı akibete uğratılması hazırlıkları, A.B.D.
nin, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasının bölgedeki petrolün kullanımının ve dağıtımının kontrol altına alınması stratejisinin bir sonucudur.
Orta Doğu coğrayasında devletlerin idaresini ellerinde
tutanlar maalesef kendi halklarına hiçbir şey vermemekte, bütün nimetleri kendileri için kullanmaktadırlar.
Kendi halkının desteğini kaybeden idareciler, dünyadaki
demokratik gelişmelere rağmen, kendilerine özgü rejimlerinin devam etmesini inatla sürdürmekte, bundan dolayıda akibetlerinin ne olacağı endişesini yaşamaktadırlar.
Millet olma vasıfları bulunmayan bölgede -Amerika ve
İsrail’in, ezilen insanlara karşı nefret uyandıran davra-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, 1991 tarihinden itibaren dünyada Orta Doguda ve Kafkaslar’da soğuk savaş
döneminin etkisi ortadan kalkmış, geçmiş dönemlerde
hazırlanan, ama hayata geçirilemeyen siyasi projeler uygulamaya konulmaya başlanmıştır. Özellikle Sovyetler’in
çöküşü, iki kutuplu sistemi sona erdirmiş, Orta Doğu ve
Kafkaslar’da Amerikan hegemonyasının ağırlık kazanmasına ve bölgenin işgal edilmesine zemin hazırlamıştır.
Bütün bölge, dini ve etnik parçalanmaların kucağına
itilmiş, terör olayları bölgeyi ve dünyayı tehdit edecek
boyutlara ulaşmış, yüzbinlerce insanın ölümüne, katledilmesine yol açmıştır.
TÜRKİYE ve AZERBAYCAN EKSENLİ GELİŞMELER
Bu ortam içerisinde, Türkiye’yi bölme hareketleri hız kazanmış, P.K.K. Kürtçülük ve Ermeni hareketleri içimizden ve dış dünyadan büyük destek bulmuşlardır. Geçmiş
dönemde kurulamayan ikinci Ermeni Devleti, Azerbaycan toprakları üzerinde kurulmuş, bölgede genişleme
istidatı gösteren Kuzey Irak’ta da Kürt Devleti ortaya
çıkarılmıştır. “Güney Kürdistan’’ olarak adlandırılan bu
oluşum Türkiye’nin güney dogusunda “Güney Kürdistan”
olarak tarif etmeye başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan, Osmanlı toprakları üzerinde bağımsız bir Kürdistan’ın ve bağımsız bir
Ermenistan’ın kurulmasını öngören Sevr paçavrasına atıf
yapan Kürt’ler, hazırladıkları anayasa’da Sevr’in haya-
10
Eylül - Ekim 2006
ta geçirilmesi hususundaki düşüncelerini, anayasalarına
vazgeçilmez ilkeler olarak koymuşlardır.
Resmi dilin Kürtçe olacağı, Türkmen topraklarının
Kürdistan’ın bir parçası olduğu petrol konusunda, Bağdat yönetiminden bağımsız hareket edileceği karar altına
alınmış, peşmergelerin ve himayelerinde bölgede faaliyet
gösteren P.K.K’lıların, anayasal statüye kavuşturularak
Kürt ordusunun çekirdeğini oluşturması hazırlıkları tamamlanmıştır.
Geçmişte, Osmanlı Devleti içerisindeki azınlıkları kışkırtan ve Osmanlı Devleti’ni pay etmek isteyen Batılı
Devletler bugünde aynı siyasetlerini Avrupa Parlementosu ve onun içerisindeki Türkiye düşmanları kanalıyla
yürütmektedirler.
Nitekim 2006 ekim ayı içerisinde Avrupa Parlementosu” Avrupa Birliği, Türkiye ve Kürtler” konulu konferans
düzenlemiş, bu toplantıya konuşmacı olarakta, P.K.K ve
kürtçülük hareketinin en büyük destekleyicisi olan Diyarbakır Belediye Başkanı davet edilmiştir.
Kendilerini, Türkiye dışında bir eyaletin temsilcisi, Türk
idari sisteminin dışında özerk bir bölgenin başkanı gibi
hareket eden bu bölücülere, maalesef Türk yargısı, Türk
Parlementosu, hatta bazı siyasi partiler sessiz kalmakta,
bazı güçlerin desteğini dahi almaktadırlar.
Etrafimızda meydana gelen etnik ve dini ayrışımlar, içi-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
mizde de hareketlenmiş, hatta etnik ayrımcılık, tek devlete, tek millete, tek bayrağa ve tek dil’e hayır sesleriyle
aleni olarak Türkiye’nin gündeminde yerini almıştır.
Bugün Türkiye’nin siyasi yapılanması, Türk siyasetinin
geldiği nokta, dinin, politika içerisinde önemli bir yere
sahip olması, bölücü hareketlerin artmasına ve cesaret
bulmasına zemin hazırlamaktadır.
Etrafımızda ve içimizde meydana gelen olayların yaratıcıları, kendi stretejileri istikametinde, Türkiye’yi yönlendirmekte, zaman zaman roller bile vermektedirler.
Artık baş aktör rolünü oynayan A.B.D Devletleri, Orta
Doğu denilen bu cografyayı bu bölgenin haklarını düştüğü Irak bataklığında daha iyi tanımış olması gerekir.
Döktüğü kanı temizlemek, huzuru bozulan Orta
Dogu’ya, yaşanacak ortamı yeniden getirmek, özellikle
A.B.D’nin ve stratejik ortağı İsrail’in elindedir.
İran’a, Suriye’ye, Filistin ve Lübnan’a uzanacak eller kanın durmasına vesile olacaktır. Geçmişte A.B.D’nin en
güvenilir dostu İran’dı.
İran’la el sıkışma, hem bölgeye barışı getirecek hem de,
İsrail’in bu bölgede barış içerisinde yaşamasına yardımcı
olacaktır.
11
Eylül - Ekim 2006
Haber - Yorum
ESKİ BİR YALAN
ERMENİ SOYKIRIMI ve
NOBEL ÖDÜLÜ ÜZERİNE...
Tuncer KIRHAN (AKD Genel Sekreteri)
12 Ekim 2006 tarihinde İngiltere’nin etkili gazetelerinden Financial Times, Fransız Parlamentosunda
kabul edilen Sözde Ermeni Soykırımını İnkar etmenin suç olması tasarısını şöyle değerlendiriyordu.
“İ
kiyüzlülükle Soykırımın inkarını suç sayan yasa teklifini
kabul eden Fransız Millet Meclisi dünya basınına alay
konusu olmuştur. Türkiye’de ceza kanununda ki 301’in
kaldırılması için mücadele edilirken, Fransız meclisinin ifade özgürlüğüne karşı karar alması “ikiyüzlülüktür” demiş, Türk yazar
Orhan Pamuk’un Nobel ödülü almasına karşılık “Orhan Pamuk
Türkiye aleyhinde konuşabildiği için Nobel alıyor, Fransa ise konuşanları susturmaya kalkıyor.
”
Demek oluyor ki, iki yüzlü, tutarsız bir politika sürdürülürken bir yazarın sadece ülkesinde ki siyasi rejime karşı
yazı yazması, güdümlü bir siyasal izolasyonun ve dışarıda
sürdürülen bir propagandanın sözcüsü gibi davranması
ona ödül getirmiştir
Burada anlatacağımız konunun aslı ikiyüzlü ve çıkarcı
bir politikalar ve bu politikalara uşaklık edenler olacaktır..
Dergimizin geçen sayısında bir yalan üzerine kurulan
bir masalın savunucusu Fransa’nın girişimlerini anlatmaya çalışmış, oylamanın “red” edilmesiyle de olayın son
bulmadığını, konunun her zaman önümüze getirileceğini
bilerek hazırlıklı olmanın altını çizmiştik.
Bildiğiniz gibi Fransa’da 18 Mayıs 2006 tarihinde Sosyalist Parti tarafından parlamento başkanlığına verilen
bir önergede Ermeni Soykırımını İnkar etmenin 5 yıla
kadar hapis, 45 000 Auro para cezası ile cezalandırılması
yönünde bir tasarı hazırlanmış ve Paris’teki 400 000 kadar Ermeni seçmenin oylarını alabilmek umudu ile önergeyi veren partinin kendi varlığını kanıtlaması olacaktı.
Fransız Parlamentosunda yapılan görüşmelerde oturum
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
başkanı Jean Luis DEBRE bir oyalama taktiği ile önergeyi zaman darlığı içinde gündeme almamış, ancak girişim olarak konunun bir nabız yoklaması, ileride tekrar
gündeme getirileceği yönünde mesaj verilmiştir.
Bizim medyaya düşen haberlerde de sanki nihai bir kararmış gibi; bu gelişmenin Fransa ile tarihi ilişkilerimizi
etkileyeceği düşüncesiyle oraya giden Türk sanayisi ve
parlamento temsilcilerinin girişimleri ile tekrar etmesinin güç olacağı argümanları yapılmıştı.
Ne oldu da aradan beş ay geçtikten sonra tasarı oncafırtınadan hiç etkilenmemiş şekilde yeniden gündeme
12
Eylül - Ekim 2006
gelerek oylandı ve sonuçlandı. Hani Fransa ile ilişkilerimizi canlı tutmak zorunda olan 10 milyar Auro’luk
ticari dinamikler, nerede hamaseti yapılan; 1720 yılında
Osmanlı Devleti’nin ilk kez elçi olarak Paris’e gönderdiği
28 Mehmet Çelebi ile başlayan Fransa ilişkileri; her ne
kadar sonuç Avrupa’da demokrasinin ve özgürlüklerin
savunucusu Fransız parlamentosunun bir ayıbı olarak
değerlendirilse de, bu sürecin nasıl başlayıp sonuçlandığını göstermektedir.
Fransız ulusal meclisinin sayısı 577 iken, bu oylamada
iktidar partisinin teklifi veren Sosyalist Parti’den daha
fazla oy verdiği ortaya çıkmıştır. Oylamada 106 evet,
19 hayır ve 4 çekimser oyu veren milletvekillerinin 49’u
önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanı adayı olan İç İşleri
Bakanı Nicalos Sarkozy’nin başkanlığını yaptığı iktidar partisinden, 40’ı ise teklif veren sosyalistlerden, 7’
si sağ eksenli UDF, 6’sı Komünist, 3’ü Yeşiller ve biri de
bağımsızdır. Burada bir ayrıntıyı ifade etmek gerekir ki
Sarkkozy’nin siyasi işlerden sorumlu baş danışmanı Ermeni asıllı bir Fransız dır.
Bu durumda tıpkı geçtiğimiz Mayıs ayında olduğu gibi
oylamada aleyhte düşünen ancak Ermeni seçmenle karşı
karşıya gelmek istemeyen farklı parti milletvekillerinin
meclise gelmeyerek oylamayı Ermeni diyasporası ile
birlikte hareket eden parlamenterlere bıraktığı görülmüştür.
ramında zora sokmak, olabildiğince zayıflatmak, mümkünse bu kendi kulüpleri olan AB’ ne girme yolunda yıpratmak yada yaptırımlarını hızlandırmak.
GELİŞMELER ÜZERİNE TEPKİLER
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Fransız Ulusal
Meclisinin girişiminden dolayı çok üzgün olduğunu,
teklifin yasalaşmasının senato’da engellenmesi konusunda elinden geleni yapacağını ifade ettiği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da Fransa Cumhurbaşkanından;
teklifin yasalaşmasını engellemesini istediği basından
öğrenilmişti.
Fransız parlamentosunun almış olduğu bu karar başta
Türkiye tarafını olumsuz yönde etkilerken, Avrupa basını ve bir çok Avrupalı parlamenter, devlet adamları ve
ruhani liderler tarafından bir ayıp olarak nitelendirildi.
Ermenistan Devlet başkanı Robert Koçaryan bile, Eylül ayı sonunda Ermenistan’ı ziyaret eden Fransız Cumhurbaşkanına böyle bir yasanın 18 Mayıs denemesinden
sonra devam eden süreçte “Bu yasanın kabul edilmesi
Türkiye ile ilişkilerimizi bozar” hatırlatmasında bulunduğu yine basından öğrenilmişti.
18 Mayıs tarihli ötelemeden sonra, temcit pilavı gibi
Allah’ın her günü Fransız şövalyelerinin(!) bu tasarıyı
gündeme taşıyacaklarını biliyorduk.
Bu gün Fransa’da iç politika malzemesi olarak kullanılan
saçma sapan iddialar ne kadar tarihi gerçeklere aykırı ise,
akla da, mantığa da aykırıdır. İnsanlığın çektiği büyük
acılardan sonra kurulan AB, kendi geleceği için önemli üyelerinden biri olan Fransa’daki bu akıl tutulmasına
karşı mutlaka tavır almak zorundadır.
Tarihi bir yalanı Fransa’nın kanun haline getirme girişimi AB’nin temel değerlerine karşı büyük bir meydan
okumadır. Gelişmelerle,Türkiye ile Ermenistan arasında
ki bir sorun için Fransa durumdan kendisine bir vazife
çıkarmaya çalışırken bilmesi gerekmektedir ki; dünya artık bir sömürgeler kampusu değildir. İftira ve yalan makineleri biraz kendi tarihlerine bakarlarsa, 20. yy. boyunca Nijerya, Senegal, Tunus, Cezayir, Raunda ,Cibuti’de
soykırımların nasıl yapıldığını göreceklerdir.
Niyet bellidir. Amaç birdir. Türkiye’yi AB ilerleme prog-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
13
Eylül - Ekim 2006
FRANSIZ TARİH POFESÖRÜ ADINI TÜRK
OLARAK DEĞİŞTİRDİ
Gelişmelere tepki olarak Fransız Tarihçisi Prof. Dr.
Jean Michel THİBAUX adlı bilim adamı “Türkler
Ermenilere soykırım uygulamadı” diyene ceza getiren
yasayı protesto için tepkisini ortaya koymuştur. Daha
sonra belirlediği iddiaları sürdüren bilim adamı bu amaçla
kendisinin Türk vatandaşı olacağını ve ismini de bir Türk
ismi o larak değiştireceğini ifade etmişti. Geçtiğimiz
günlerde Konya’ya gelen ve bu yöndeki tepkisini ifade
eden demeçlerinin arkasında olduğunu ifade ettikten
sonra Konya Nüfus Müdürlüğüne başvurarak adının
Atakan TÜRK olarak değiştirilmesini ve Türk vatandaşı
olarak kabul edilmesini istedi.
ERMENİ AYDINLARIN TEPKİSİ
İstanbul’da yayınlanan Agos gazetesi yayın yönetmeni
Hırant Dink ve Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan ile yayıncı Ragıp Zarakol ortak bir bildiri yayınlayarak inkar yasasını protesto etmişlerdir.(Basın) Yazılı
olarak yapılan açıklamada Ermeni halkının geçmişte yaşadığı tarihi gerçeklerin ceza yasası ile dikte edilmesini
ihtiyaç olmadığını, tarihe doğru bakmak için ahlak ve
vicdan gerektiğini belirterek üçüncü ülkelerde ki konuşmayı engelleyici yasaların psikolojik açıdan Türk Ermeni
diyalogunu güçleştirmekte kalmayacağını halklar arasında ilişkiyi dar bakışlı siyasi taktiklerin parçası haline
getireceğini ifade ettiler.
Bu arada bir açıklama yapan Ermeni Patrik Mesrob
II’ de “Amaç her zaman diyalog , empati ve karşılıklı
anlayışa katkı sağlayacak başarılı girişimler olmalıdır. Bu amaca katkı sağlamayacak hiçbir girişim bizim için makul düşünceler değildir.” diyerek Fransa
Parlamentosu’nun girişimini hukuki ve insani bulmadığını anlatmaya çalışmıştır.
AB’ NİN TEPKİSİ
Fransa parlamentosu aldığı kararla AB komisyonu tarafından ağır eleştirilere uğradı. AB’nin genişlemeden
sorumlu üyesi Olli Rehn ,Sözde Ermeni soykırımı yasasının reddedilmesini suç sayan yasa teklifinin yapıcı
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
olmadığını , amaca zarar verdiğini ifade ederken bu kararın olumsuz etki yaratacağı konusunda uyarıda bulunarak özetle şöyle demiştir. “Ültimatomlarla gerçek diyaloga ve gerçek uzlaşmaya ulaşamayız ama diyalogla
ulaşırız.” Fransa’yı bu girişimiyle etkisiz bir elemana
benzeten, AB’nin dış ilişkilerinden sorumlu komiseri
Benita Ferrero Valdner ise; kararın Türkiye’nin AB’ye
üyelik sürecinde etkisiz olacağını ifade ederek, Fransa’da
olup bitenlerle bizim AB olarak aday bir ülkeyle yapmakta olduklarımız farklı iki şey olduğunu Fransa’daki
bu meselenin düzenli olarak ortaya çıktığını , çünkü bu
ülkede etkili bir Ermeni cemaati bulunduğunu söyledi.
DIŞ BASININ TEPKİSİ
Washington Post: “Fransa saçmaladı”
Le Soir: “Çirkinlik ve hafiflik” gibi
başlık atarken; Eko Moskova radyosu:
Fransa’nın kararı ile Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat
ödülü verilmesi birbiriyle çelişiyor. Fransa’nın kararı düşünce özgürlüğüne karşı bir harekettir. Nobel ödülü ise
Pamuk’a ülkenin çoğunluğundan farklı düşünceleri dile
getirdiği için veriliyor denilmektedir. Bizde, Nobel ödüllü bu ünlü Türk roman yazarı hakkında bazı tespitlerimizi size aktarmaya çalışalım. Kim ne derse desin Orhan
PAMUK ‘un Nobel Ödülü almasının üzerinde gölge
vardır. Nobel edebiyat ödülünün açıklanmasına günler
kala yapılan yarış içinde İngiltere’nin LADBROKES
adlı bahis şirketi, Nobel ödülünün verilmesiyle ilgili olarak 7.856 bahis oynandığını açıklamıştır. Bu bahislerden
Orhan Pamuk üzerine oynanan 2.652 bahis’in çoğunun
Fransa ve Ermenistan’dan geldiği ifade edilen haberde
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki Türklerin çoğunluğunun
Japon yazar Huruki Murakami’ ye, çok küçük miktarının
da, Orhan Pamuk adına oynandığı öğrenilmiştir.
Bu ödülün verilmesinden sonra 92 yaşında ki; ünlü Sümerolog Prof. Dr. Muazzez İlmiye, bu ödülün Bir Türk
yazarının almasının güzel bir şey olduğunu ancak “ Keşke Orhan Pamuk; “1915 yılında Türkiye’ de bir milyon
Ermeni, otuz bin Kürt öldürülmüştür.” Sözünden önce
alsaydı diyerek ödülün üzerindeki gölgenin varlığını ince
bir şekilde ifade etmiştir.Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat ödülünü almasından sonra bir çok Türk aydını, siyaset
adamı, köşe yazarları günlerce bu konuyu ödül alamamanın açlık psikozu içinde bir mutluluk refleksi halinde
ifadeye çalıştılar.
14
Eylül - Ekim 2006
Ödülü veren jürinin değerlendirmesi oldukça ilginçtir.
“Doğduğu şehrin ruhunu çok iyi anlatması” bize göre
basit, yalın ve son derece cılız bir kriterdir. Bu değerlendirmeyle ödüle layık görülen Orhan Pamuk için kimimiz
“Türkiye Kazandı” kimimiz “Türkçe’ye verilen ödül’’
yakıştırmasını yaparken, kimi gerçek edebiyat adamları
da Orhan Pamuk’u Türk dilini iyi kullanamayan birisi
olarak nitelendirmişlerdir.
EDEBİYAT ADAMLARININ GÖRÜŞÜ
Edebiyat eleştirmenlerine göre kitapları çok satan, ancak
az okunan bir yazar olan Orhan Pamuk fenomeni üzerine hayli bir kargaşa doğmuştur. Çok satılıyor, az okunuyorsa, bu kitapları birileri alarak yada, reklam bombardımanı yaparak tüketimine yardımcı olmaktadır denilebilir.
Gerek akademisyen, gerekse edebiyatçılarımız arasında
büyük ölçüde gürültü olmuş, önemli sayıda eski Marksist
düşünceye bağlı ulusal bilinçten ve sanatsal değerlerden
yoksun romantikler; Orhan Pamuk’un aldığı ödülün bir
susamışlık yada, doğulu bir övgü dizicilik içinde değerlendirmişlerdir.
Yazarlık kariyeri internet sitesinden kendi ifadelerine
dayanarak öğrendiğimize göre Orhan Pamuk mimarlık eğitimini, resim yapma yeteneği ile karıştırarak öğrenimine son vermiş, daha sonra kısa dönem askerliğin
olanaklarından yararlanmak için yeniden okumaya karar
vererek İstanbul Gazetecilik Enstitüsünde eğitimini tamamlayarak yazma becerisini kazanmıştır.(!)
Edebiyatçılar tarafından eserlerinde klasik Türk edebiyatından aşırmaların çokluğu ile dikkat çeken Pamuk’taki
yazma yeteneği asıl ABD’de bulunduğu1985-88 yıllarında katıldığı “Kitap Yazma Kursları”nda gelişir. Düşündürücü olan, Writing Program adlı bu enstitünün sponsorluğunu ABD Dışişleri Bakanlığı yapmaktadır. Yine
bu konuda icraatlarıyla yetenekli(!) bir Türk olan; Mahir
Öztaş ve Taner Akçam bu enstitünün ve malum Zoran Vakfı’nın himayelerinde yetkin birer uzman olarak
yürü ya kulum denilerek, ABD ve Avrupa’da ki Ermeni
konferanslarında bir Türk olarak karşı tezi gayretle savunmuşlardır.
Öğrendiğimize göre; 2002 yılında Kar adlı romanı yazmak için Kars’a giden Orhan Pamuk, Sabah gazetesinde
dönemin yazı işlerini yürüten, Zafer Mutlu’dan muhabirlik basın kartı almış ve çalışmaları sırasında kendini
Karslılara gazeteci olarak tanıtmaktan da geri kalmamıştır.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Oysa o zamana kadar en az birkaç roman denemesi olan
Pamuk, kendinde yerleşmemiş bir yazarlık sanatıyla yetkin göremeyip, gazetecelik mesleğinin popülaritesine sığınmıştır. Edebiyatçılar tarafından, post-modern romancılık sınıfına yerleştirilen Pamuk edebiyat dünyamızda en
çok eleştiri alan yazar olmuştur.
Öyle ki kitaplarındaki alıntıları tespit eden araştırmacı
gazeteci Murat Bardakçı ve Nihat Genç’in soru ve eleştirileri karşısında susmayı tercih etmiştir.Bu yazarın kitaplarındaki aşırmalarla ilgili önemli bir tespiti.(Kaynak:
edebiyatelestiri.com) dikkat çekmesi yönüyle Edebiyat
açısından değerlendirmesini sizler yapınız.
Aşağıdaki karşılaştırmada kullanılan bordo renkli alıntılar, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996 yılında
yayınlanan, Fuad Carım çevirisi, Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati adlı, 16. yy. da Türkler’e esir düşen bir
İspanyol’un anılarını anlatan kitaptan, siyah alıntılar İletişim Yayınları tarafından Ocak 1996 yılında l7. baskısı
yapılan Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanından
alınmıştır.
“...Cenova’dan Napoli’ye giderken, hareketimizi haber
alarak Ponza Adaları’nda bekleyen Türk donanmasının
hücumuna uğradık...” (Pedro s.11)
“Venedik’ten Napoli’ye gidiyorduk. Türk gemileri yolumuzu kesti...” (Pamuk s.11)
“...Ama ne olur ne olmaz, gene esir düşebiliriz korkusu
ile, kürekçileri sıkıştırmaktan vazgeçtiler. Malüm a, kürek
çekenler ya Türk, ya Mağribi. Gemi bir kere zaptedil mi,
bunlar artık serbest. O vakit, Türklere, bu bize şunu etti,
şu bize işkence yaptı, derler...” (Pedro s.12)”...
Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç çığlıkları
atıyordu; sinirlerimiz bozuldu... Esir düşerse cezalandırılmaktan korkan kaptanımız kürek kölelerini şiddetle
kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu...” (Pamuk
s.11)
“...İlk önce, öyle bir niyetimiz olmadı değil. Fakat bir
borda ateşi yiyince teslim olduk...” (Pedro s.13)
“Şiddetli bir borda ateşine tutulmuştuk, hemen teslim
olmazsak gemimiz batacaktı...” (Pamuk s.12.)
“...Birinin bileklerini, kulaklarını ve burnunu kesip omuzuna bir pafta yapıştırdılar; paftada şu yazılı idi: ‘Böyle eden böyle olur’. Öbürünü kazığa çaktılar...” (Pedro
s.12)
15
Eylül - Ekim 2006
“Kazığa oturtulan korkak kaptanımız yeni ölmüştü. Kırbaççıları, burnunu, kulağını kesip ibret olsun diye bir sala
koyup denize bırakmışlardı...” (Pamuk s.11.)
“...Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak ettiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar; sırtımdakiler, onların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi. Hem,
sırtımdakilerle uğraşmaya bir lüzum görmediler; yattığım kamara çok daha değerli eşyalarla doluydu...” (Pedro
s.13.)
“...Bizleri Padişah’a çıkarmak için zincire vurdular, askerlerimizi gülünç göstermek için zırhlarını ters giydirdiler,
kaptanların ve subayların boyunlarına demir çemberler
taktılar, gemimizden aldıkları borularımızı, trampetlerimizi alayla ve keyifle çalarak eğlene eğlene bizi saraya
götürdüler...” (Pamuk s. 18)
“...Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı
sandığıma koyup dışarı çıktım. Gemi ana-baba günüydü.
Dışarıda herkesi toplamışlar çırılçıplak soyuyorlardı...”
(Pamuk s.14.)
Çünkü bu organizasyon lobilerin kriterlerine bu defa
Türk düşmanlığı üzerine kurduğu bir faaliyetin değerlendirmesidir. Türk edebiyatında Ömer Seyfettin, Peyami Sefa, Yakup Kadri, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Oktay
Sinanoğlu,Halide Edip, daha nice isimler gerçek edebiyatın derinliklerini , felsefesini batılı klasikler kadar ustaca yazıp çizmişken, böylesine paralı kitap tanıtım yazarları ve basım organizasyonların himayesinde ödül alan
bir kitabın değeri ne olabilir ki.
“...Cerrah mısın, diye sordular. Hayır deyince, az kalsın
partiyi kaybediyordum. Bereket versin lafa, sözü geçen
kaptanlardan Durmuş Reis karıştı. Cenevizli dönme
Durmuş Reis ‘İdrar ve nabız hekimidir, cerrahtan daha
faydalıdır” dedi, kürekten işte bu suretle kurtuldum...”
(Pedro s.13.)
“...Sonradan Ceneviz dönmesi olduğunu öğrendiğim
Reis iyi davrandı bana; neden anladığımı sordu. Küreğe
verilmemek için hemen astronomi bilgimden, geceleri
yön bulabileceğimden söz ettim, ama ilgilenmediler. Bunun üzerine bende bıraktıkları anatomi cildine güvenerek hekim olduğumu ileri sürdüm. Az sonra gösterdikleri
kolu kopmuş birini görünce cerrah olmadığımı söyledim.
Öfkelendiler, beni küreğe çekeceklerdi ki, kitaplarımı gören Reis sordu: ‘idrardan ve nabızdan anlıyor muydum?’
Anladığımı söyleyince hem küreğe verilmekten kurtuldum...” (Pamuk s.14.)
“...En üste Muhammed’in sancaklarını astılar; bunların
altına, bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem
Anamız’ın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı
asılan bu haçlarla tasvirleri bir ok yağmuruna tuttular...
Derken denizlerde eşine rastlanmayan bir top ateşi koptu...” (Pedro s.18.)
“...Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına
da bizim bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları
tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar. Derken toplar yeri göğü inletmeye başladı...” (Pamuk s.14.)
“...Ulu-Türk, tutsakları görmek istedi. İki bine yakın tutsağı, ayaklarından zincirleyip sıraladılar; kaptan ve zabit
olanları boyunlarından çemberlediler ve bizden aldıkları
trampetaları çalarak, boruları öttürek ve bayrakları sürükleyerek hepimizi saraya götürtüler...” (Pedro s.19.)
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
KİM NE DERSE DESİN; NOBEL ÖDÜLÜ
SİYASİ BİR ORGANİZASYONDUR
Bu ödülü Türk romanına yada güzel Türkçe’ye vermediler. Türkiye’nin hassasiyetleri olan değerleri ve mitleri
üzerine söylenen o malum açıklamalara verdiler. Ermeni
yandaşlığına verdiler. Mustafa Kemal Atatürk’e inceden
hakaret edildi diye verdiler. Gazeteci Emin Çölaşan bir
romandan alıntıyı şöyle aktarmıştı. …çocukluğunda kız
kardeşiyle tarlada karga kovalayan sapık bir padişah…
sonra kasaba meydanına dolanır.
…Atatürk heykeline sıçan güvercinleri ayıplar…Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına
Cumhuriyeti emanet etmiş olmanın güveniyle gülümsüyordu…. Atatürk’ün leblebi zevkinin ülkemiz için
ne büyük bir felaket olduğu… cümlelerinde sanat ve
felsefesi ironik bir yozlaşma ile Türk milletinin duyarlığını zedelemekten geri kalmamaktadır.
Kar romanında, aşağıda tespitlerimizi sıralayacağımız
gibi ahlaki değerlerin dışına çıkılarak ,porno filmlerde
bile kullanılmayacak galiz, ahlaki olmayan bilakis o yörenin sosyal yaşantısını aşağılayan, tabuları alt üst eden
sapıkç anlatımlar mevcuttur.Romanın bir bölümünde diyaloglar içinde birisi sorar, “Kars’ta ne yapıyordunuz.?”
Karşıdaki nin cevabı şöyledir. ‘‘Şiir yazıyor ve … çekiyordum.” Böylesine ahlaki değerlerden yoksun ve basit
anlatımlar yine bir başka kitapta “Yeni Hayat “ta şöyle anlatılmaktadır. … Adam Otele geldi, Hürriyet
gazetesi’ndeki çıplak kadın resmine bakarak, o… çekti!
….
16
Eylül - Ekim 2006
Buyursun edebiyat eleştirmenleri, Nobel’in değerli jüri
üyeleri. Orhan Pamuk’un Bulunduğu şehrin gizemli yaşamını anlatan ve böylelikle Nobel ödüllüne layık görülmenin tarif edilmez belagatını.
Bütün bu rahatsızlıklar ve objektif değerlendirme çabalarımızla baktıkça olumlu bir nokta bulamadık. Orhan
Pamuk hakkında olumlu yazanların arasında yer alan
veaynı zamanda akrabası olduğunu öğrendiğimiz Hürriyet gazetesi yazarı, edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan’a
gönderdiğimiz ancak herhangi bir yorum veya yanıt alamadığımız mektubu aşağıda sunuyoruz.
Sayın Doğan HIZLAN
Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı
16 Ekim 2006 tarihli gazetenizde “Edebiyat tarihine
kalacak tek cümle” konu başlıklı yazınızı her yazınız gibi
özenle okudum. Yazınızda Nobel edebiyat ödülü verilen
Orhan Pamuk için şöyle diyorsunuz. ”Sevgili Orhan’ın
bir gerçeğe daha alışmasını hatırlatırım,büyük yazarlar
sadece yazdıklarıyla değil, söyledikleriyle de kuşatılmış bir hayat yaşarlar.Yazdıklarının ve söylediklerinin
hesabı sorulur. Bunu da olağan karşılıyorum ve şaşırmıyorum.Orhan Pamuk romanlarında; ne Ermeni
meselesine, nede Kürt meselesine dair tek kelime yazmamıştır.”
Siz öyle söyleyin sayın Hızlan, buraya kadar tamamda;
sözlü demeçlerinin hiç mi harbiyesi yok.Eleştiri yazılarını üst üste koysak tüm romanlarının on katı olan ve siyasal bir organizasyon içinde değerlendirilen çıkışlarına ne
demeli. Yada romanlarında eleştirdiği kutsal değerlerimiz
üzerine yazdıkları neyin nesidir.
Aşağıdaki tespitlerimizle daha ne yazılmalıydı ki. Bu
ünlü romanda ulusal değerlerimiz nasıl zedelenmektedir
alıntıları aşağıda birlikte okuyacağız.
Kars’ın tarihini ve değerlerini iyi bilen bir Karslıları ve
Karslı olarak Türk milletini yaralayacak şekilde ustaca işlenen, ancak, maksatlı ve kötü bir ifade ile tasvir edilen
bu romanda, Orhan Pamuk’un İstanbul gibi içinde yaşamadığı ve tanımadığı Kars’ta gazeteciyim diyerek dolaşması sırasında çok iyi bildiği (!)“mistik havayı” üstün
bir özellik olarak yakalayan ve ödül almasında ana ilke
olarak ifade edilen gizemli anlatım Kar romanında da
vardır. Uzun anlatım bozuklukları, kötü tanımlarla dolu
sayfalarda işlenen yegane tema Ermenicilik veya Ermeni
izleri olmuştur.
Okuyacağımız mısralarda, Türk Devletinin ve insanının,
Türk polisinin,Türk Paşalarının dahası Karslıların hiç-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
te layık olmadıkları tanımlamalar, aşağılamalar “büyük
yazarları sorumlu tutacak kadar” önem arz eden bir mizansen içinde anlatılmaktadır. Doğrusu sizin gibi değerli
bir edebiyat adamının aşağıdaki tespitler konusunda ne
diyeceğini merak etmekteyiz.
Zengin bir Ermeni’nin kırk odalı konağı.(s.17)
..bin yıl önce diktikleri kiliselerin bazıları hala haşmetiyle duran Ermenilerin…(s.25)
Türkiye’nin Ermeniler ile bitip tükenmez kavgaları…
(s.30)
Şehri alçakgönüllü bir uygarlık merkezine çeviren
Ermeniler...(s.134)
…bir zamanlar yoksul ve hulyalı Ermeni kızlarının Moskova’dan gelen tiyatro guruplarını
seyrettikleri..(s.158) Kirkor Çizmeciyan’ın
tiyatro seyrettiği locanın duvarına isabet eden kurşunun
izi..(s.161)
Ermeni demir
kapı..(s.169)
ustalarının
yeteneğini
gösteren
Kars’taki ve Anadolu’daki milyonlarca Ermeni’nin bu
gün nerede olduğunu..(s.279)
..artık unutmamız gereken Ermeni katliamı iddialarının canlandırılmaya çalışıldığı bugünlerde..(s.279)
… üç tane mektup yazdım.Hiç birini postalayamadım.
Utandığım için değil. Postaneden açıp okuyacakları
için,Karsın yarısı sivil polistir çünkü..(s.138)
Kars kahvehanelerinde pinekleyen çeşitli istihbarat
görevlileri…(s.208)
Alman polisi
çalışır.(s.253)
Türk
polisine
benzemez.
İyi
…Artık dünyanın zalim milletlere tahammülü yok.(!)
(s.276)
o bütün Türk milletini aptal bulduğunu gözlerimizin
içine bakarak söylemişti.(s.276)
..Cumhuriyetin batılılaşma heyecanına uygun düştüğü
için ilkin benimsemişler. Karslılar Rusların açtığı beş
caddeye askerden başka büyük bilmedikleri için Kars
tarihindeki beş paşanın adını vermişlerdi.(s.26)
Ve daha nice satırlarla 40 yıllık Rus işgalini kutsayarak
anlatmanın ve Ermeni nostaljisini mistik bir kültür armonisi içinde vermenin gizemli anlatımı ne kadar gerçekçi olabilir.
Taktirlerinize sunuyorum...
17
Eylül - Ekim 2006
Makale
AZERBAYCAN PETROL
GELİRLERİ
NASIL KULLANILACAK
13
Ramil HÜSEYN
Temmuz 2006 tarihinde Ceyhan’da BaküTiflis-Ceyhan boru hattının açılış töreni
düzenlendi. İşte bununla Azerbaycan petrolünün dünya piyasasına çıkışı ile ilgili engeller ortadan
kaldırılmış oldu. Toplam uzunluğu 1768 km bulunan
(443 km Azerbaycan’da; 249 km Gürcistan’da; 1076 km
Türkiye’de) boru hattının inşaatı 4 milyar ABD dolarına malolmuştur. Bunun yalnızca inşaat işlerine harcanan
para olduğunu göz önünde bulundurmalıyız, boru hattının petrolle doldurulması, mali masraflar ve banka faizleninin ödenmesi bunun dışındadır. Boru hattıyla her gün
1 milyon barel petrol akıtılacaktır. Şu anda boru hattıyla
400 bir barelden fazla petrol akıtılmakta. 2008 yılında bu
rakam 1 milyon barrele ulaşacaktır.
şı, diğer taraftan da dünya piyasasında petrol fiyatlarının
hızlı yükselişi ülkede makro ekonomik göstergelerinin
artışında önemli roloynamaktadır. Yalnız 2005 yılında
petrol kontratlarından 790 milyon dolar kar elde edilmiştir. 2006’da ise Azerbaycan’ın petrolden 3 milyar dolar civarında kar elde edeceği tahmin edilir. 2006 yılında
yabancı petrol şirketlerinin devlet bütçesine ödeyeceği
kar vergisinin 450 milyon ABD doları tutarında olcağı
bekleniyor. Bu rakamlar ülke ekonomisinde kes ir bir roloynayacak rakamlardır.
Azerbaycan ekonomisinde yeni aşama sayılan bu tarihi olaydan sonra ülkenin karşısında duracak olan temel
konu petrol gelirlerinin nasıl kullanılacağıdır. 1996 yılından başlayarak petrol çıkarılmasında dinamik artım gözlendiğinin altını çizmeliyiz. 1995 yılında Azerbaycan’da
9.2 milyon ton petrol üretimine karşın 2000 yılında 13.9
milyon ton, 2004 yılında 15.5 milyon ton petrol üretilmiştir. 2005 yılında ise bu rakam 1995 yılı ile oranla 2.4
defa artarak 22.2 milyon tona ulaşmıştır. Tahminlere
göre, 2006 yılında Azerbaycan’da 30 milyon ton, 2007’de
46 milyon ton, 2008’de ise 61 milyon ton petrol üretimi
beklenmektedir. Bir taraftan petrol üretiminin hızlı artı-
Ama karşıdaki süre içerisinde Azerbaycan Cumhuriyeti elde etmiş olduğu petrol gelirlerini akkılıca ve verimli
olarak kullanmayacak olursa yeni sorunlarla karşılaşabilir.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Petrol üretiminin artışına paralel olarak Azerbaycan
ekonomisine (ağırlıklı olarak petrol sektörüne) yatırılmış
sermaye konusunda dahi artış gözlenmiştir.
Çünkü yeni maden yatakları kullanıma sunulmayacağı
takdirde 5-6 yıl sonra Azerbaycanda petrol üretimi azalacaktır. Demek ki bu süre içinde gayri petrol alanlarının
toplam gelişimine, söz konusu alanlarda iş verimliliğininve rakabete dayanıklı ürünlerin üretilmesinin artışına,
verimli ve devamlı iş yerlerinin oluşturulmasına ulaşılması hedef alınmalıdır.
18
Eylül - Ekim 2006
1995-2005 yıllarında Azerbaycan
ekonomisine sermaye yatırımı (milyon dolar)
Yıllar
Genel
Sermaye
Yabancı
Sermaye
İç
Sermaye
1995
544.0
375.1
168.9
1996
932.5
621.0
311.5
1997
1694.5
1307.5
387.2
1998
1932.2
1472.0
460.2
1999
1571,0
1090,2
480,0
2000
1470.0
955.0
515.0
2001
1562,1
1092.0
470,1
2002
2596.6
2034.9
561.7
2003
4326.4
3371
955.4
2004
5922.7
4575.5
1347.2
2005
6669.6
4444.3
2225.3
2005 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti
ihracatının mal grupları üzerine bölünmesi
(Genel İhracatın Özel Ağırlığı, Faizle)
1.5%
1.7%
4.5%
3.0%
1.3%
2.4% 1.6%
Tablodan gödüğümüz üzere Azerbaycan Cumhuriyeti
2005 yılında mineral ürünler (petrol ürünleri) yüzde 76,8
oluşturmuştur ki, bu da norınal sayılmaz. O zaman ne
yapılması gerekiyor?
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
Mineral ürünler
Kara, hava ve su ulaşım araçları
Bitkisel ürünler
Kimya sanayi ürünleri
Aşağı değerli madenler
Polimer malzemeler
Yağlar
Hazır gıda ürünleri
Dokumacılık malzeme ve ürünleri
Diğer ürünler
-
%76,8
%6,3
%4,5
%3
%2,4
%1,7
%1,6
%1,5
%1,3
%0,9
Ülkenin gayri petrol sektöründe potansiyel gelişim imkanlarının mevcut1uğunu göz önünde bulundurmalıyız.
Biz bu imkanların daha fazla tarım alanında gerçekleştirilebileceğini varsayıyoruz. Yüzölçümü 86,6 bin km kare,
nüfusu 8 milyon 265,7 bin (%51,0 kent nüfusu, %49,0
köy nüfusu) bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti (Dünya
çapında yüzölçümüne göre 44., nüfus sayısına göre ise 42.
yerdedir) edinecek olduğu petrol gelirlirini verimli şekilde kullanmakla hem tarım alanın geliştirebilir.
Hem de devamlı ekonomik gelişime ulaşabilir. Bilirkişi
araştırmalarına göre, yakın 20 yılda Devlet Petrol Fonuna aşağı yukarı 200 milyar dolar para girecektir. Petrol
gelirlerinin bir kısmının ülkede tarım alanının gelişimine
0.9%
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
6.3%
76.8%
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
19
Eylül - Ekim 2006
yönlendirilmesi yakın gelecekte Azerbayca’nın gelişiminde önemli iz bırakacağı olanağı oldukça yüksektir.
Yani petrol gelirlerinin geniş çapta kullanımı zamanı tarım alanı gelişim planlarının Azerbaycan Cumhuriyetinde orta ve uzun vadeli ekonomik gelişim stratejisinin ve
buna uygun programların hazırlanması gerekir.
Köylerde devlet mülkiyetinin özelleştirilmesi, tarım söktöründe çok sayıda mal üreticilerinin ortaya çıkması tarım ürünleri üretiminde kısmen istikrar sağladı. Öyle ki,
1992 - 1995 yıllarında tarım alanında toplam ürün üretimi her yılortalama %12 azaldığı halde, 1996 yılından
başlayarak (1997 hariç) daim artmakta devam etmiştir.
Bu adım bir taftan ülkenin gıda güvenliği programının
başarıyla gerçekleştirilmesi demekse, diğer taraftan da
gelecekte ülke ekonomisinin petrolle direkt bağlantısı
bulunmayan diğer alanlarının da paralel olarak gelişimi
demektir.
Son 5 yılda tarım ürünlerinin hacim ve yapı dinamiğinin
tahlili gelişimin göstergesidir. Azerbaycan ekonomisinin
durumunu anlatan Tİü (Toplam İç Ürün) 2005 yılında
2004 yılına oranlı fiyatlarla %26,4 artarak 59,4 trilyon
manata (12,6 milyar dolar) ulaşmıştır. 2005 yılında kişi
başına 7,2 milyar manatlık veya 1518 ABD doları hacminde, yahut 2004 yıldakinden %25,1 fazla ürün üretilmiştir. Bu rakamla Azerbaycan BDB ülkeleri arasında
2004 yılında 8. sırada olduğu halde 2005 yılında 4. sıraya
yükselmiştir.
Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının %52,3’nün tarıma yararlı olduğunu bilmekte fayda vardır. Tarıma
yararlı alanların 1630,8 bin dönümünü, yani %36,0’ni
ekim yerleri oluşturur ki, bunun da 1102,0 bin dönümü
veya %67,6’ı sulanan topraklardır. Şu anda ülkede tarım
ve orman alanlarında çalışanlar genelolarak çalışanların
%40,0’dır.
Azerbaycan Cumhuriyeti nüfusunun büyük bir kısmı
(%49’u)köy nüfusu olmasından dolayı onları genel olarak
köy işleriyle uğraşmaktadırlar.
İşte bu yüzden tarım sektörü ülkede yalnız sosyal ekonomik ilişkiler sistemi Vg yaşam standardını direkt olarak etkileyen faktör değil, aynı zamanda ülke içi işletme
yapılarını ve vatandaşların yaşam biçimini belirleyen
gerçeklik olarak nitelendirilir. Son on yılda tarım sektöründe üretim ve altyapının karakterini etkileyen birtakım
değişim fonunda kendisini daha fazla gösteriyor.
Azerbaycan Cumhuriyetinin bağımsızlığının ilk yıllarında diğer ekonomik alanlarda olduğu gibi, tarım tarım
alanında da gerileme olmuş, tarım ürünlerinin aşağı-yukarı tamamının üretimi kesin olarak azalmış, sözkonusu
ürünlerin üretimini yapan sanayi müesseseleri durmuş
veya üretimi kısıtlamak zorunda kalmıştı.
Mesela, 1990 yılına oranla 1995 yılında ham pamuk üretimi naturel ifadede - 2,0 kez, tütün4,5 kez, sebze - 2,0
kez, tahıl bitkileri - 1,5 kez, üzüm - 3,9 kez, meyve 1,1 kez, çay yaprağı - 3,3 kez, büyükbaş hayvanlar - 1,1
kez,küçükbaş hayvanlar - 1,2 kez, domuzlar - 5,2 kez,
kuşlar - 2,2 kez, et üretimi - 2,1 kez, süt - 1,2 kez, yumurta 2,2 kez, yün - 1,2 kez, koza - 4,5 kez, genelolarak
kiyası değerlendirmeler yapacak olursak bitkisel ürünler
- 1,5 kez, hayvansal ürünler ise - 1,6 kez azalmıştı.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
TİÜ’nin oluşumunda petrol söktörünün payı 2004 yılındaki %31,3’den o/041,3’deki yükselmiş ve bu sektörde
gerçek artış %70 olmuştur. Gayri devlet sektörünün özel
ağırlığı ise %73’den %76’a ulaşmıştır. Son 10 yılda (1996
yılında ilk kez ekonomik artış gözlenmiştir) TİÜ oranlı
değerlendirmelerle 2,6 defa, son 5 yılda ise %90 artmıştır.
Tarım ürünleri ile ilgili olarak 2005 yılında mısır da dahil
2,127 milyon ton tahıl, 1,083 milyon ton patates, 1,127
milyon ton sebze, 626 bin ton meyve, 364 bin ton bostan ürünleri, 197 bin ton pamuk, 80 bin ton üzüm, 7,1
bin ton tütün, 737 ton yeşil çay yaprağı, 263 bin ton et,
1,252 milyon ton süt, 875 milyon adet yumurta, 13,1 bin
ton yün üretilmiştir. Genelolarak daha öncnki yıla oranla
2005 yılında tarım ürünlerinin hacmi yüzde 7,5 yükselmiştir.
Ama ülkenin potansiyel imkanlarını göz önünde bulundurursak, gelişimin istediğimiz seviyede olmadığını söyleyebiliriz. İşte bundan dolayı Azerbaycan Cumhurniyeti agrar gelişim stratecisinin tekmilleştirilmesi ve aynı
zamanda ülkede tarımın çokfonksyonlu proqramının
(multifunctionality of agriculture) savunulması gerekmektedir.
Tarım çokfonksyonlu proqramı çağdaş tarımla birlikte
yalnız insanların gıda ve gayrı gıda ürünleri ile temini
ile yetinmiyor, aynı zamanda servis, çevre korunması ve
sözkonusu alan için geleneksel sayılamayan diğer fonksyonları da içerir. Bu hallere gelişmiş ülkelerin sosyal ekonomik pratiğinde rastlıyoruz.
20
Eylül - Ekim 2006
Tarihte Bugün...
KAFKAS İSLÂM
ORDUSU (1918)
Timur SİLİ
R
esmi belgelerde “Kafkas İslâm Ordusu,”
Anadolu halkı arasında ise “Turan Ordusu”
olarak tanımlanan bu ordunun fikir babası
Enver Paşa’dır (1).
Nitekim, Rus esaretinden kurtulup Türkiye’ye geçen
Avusturyalı bir yarbay, 29 Aralık 1917’de 6. Ordu Komutanı Halil Paşa ile görüşerek O’na Kafkasya’daki siyasi vaziyetin elverişli olduğunu söyleyince, Halil Paşa
da O’nu Enver Paşa’yla görüşmesi için İstanbul’a göndermişti. Burada yapılan görüşmede Enver Paşa, Avusturyalı yarbayın verdiği bilgilerden son derece memnun
kalmıştı (2).
Enver Paşa, Kafkasya’daki bütün İslâm memleketlerinin durumunu yakından takip etmek ve onlara gereken
yardımı temin etmek amacıyla, o sırada Trablusgarp’tan
İstanbul’a izinli olarak gelen üvey kardeşi Nuri Bey (Killigil) ile yarbay Şevket Bey’i Dağıstan’a göndermeyi tasarladı. Aynı zamanda Azerbaycan’da bir kolordu teşkiline karar verdi (3).
Esasen Enver Paşa, daha 1918 yılının başından itibaren
Kafkasya’da güvendiği arkadaşlarının sevk ve idaresinde
özel bir ordu kurulması için faaliyette bulunuyordu (4).
Bununla birlikte Kafkasya’da kurulması düşünülen ordunun Bakü’ye cebri yürüyüşü öteden beri Kafkaslar’da
gözü olan Alman ve İngilizlerin tepkisine yol açabilirdi.
Bu nedenle “Azerbaycan merkezli” kurulacak olan bu orduya “Kafkas İslâm Ordusu” adı verildi. Bununla birlikte
Azerbaycan’da Türk kuvvetlerinin bulunmadığı, aksine
bu ülkede yerli ahali ve Türk unsurunun bir ordu teşkil
ettiği izlenimi verilmek isteniyordu. Hatta başlangıçta
bütünüyle Azeri milislerden teşekkül edecek bir ordunun
kurulması dahi düşünülmüştü (5).
Ancak bu fikrin gerçekleşmesinin zor ve zaman alacağı
anlaşılmış ve Azerbaycan’la yapılan dostluk antlaşmasının 4. maddesi gereğince (4 Haziran 1918), bu ülkeye
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Türk birlikleri sevk edilmişti. Bu kuvvetler ileride kurulacak olan Kafkas İslâm Ordusu’nun çekirdeğini teşkil
edecekti (6).
Bu ordunun esas alt yapısını ise IX. Ordudan 5. Kafkas
fırkası teşkil edecekti. Mevcudu 6 bin olan bu orduya kısa
sürede 10-12 bin Azeri gönüllü de katıldı (7).
Kafkas İslâm Ordusu kumandanı Nuri Paşa ve maiyetindeki heyet, çetin yol şartlarına rağmen yolculuğuna
devam ederek 9 Mayıs 1918’de Tebriz’e vasıl oldu. Heyet
birkaç gün burada ikâmet etmek zorunda kaldı. Zira, Urmiye Gölü civarında Türk ve Ermeni kuvvetleri çatışma
noktasına gelmişlerdi (8).
21
Eylül - Ekim 2006
Ortalık biraz yatıştıktan sonra heyet, 20 Mayıs’ta Aras
Nehri’ni sal ile geçerek Azerbaycan’ın Zengezur bölgesine ulaştı. Buraya ayak basar basmaz Nuri Paşa ve yanındakiler, Azeri Türklerinin sevinç gösterileri ile karşılandı
(9).
Nuri Paşa oradayken Ermenilerin Azeri Türklerine karşı
giriştikleri mezalimin büyük boyutlara ulaştığına şahit
oldu. Paşa, bu mezalimin önüne geçmek ve yerli ahaliden
bir kuvvet meydana getirmek için emrindeki subaylardan
bir kaçını bölgede bıraktı. Yüzbaşı Halil Bey’le üç Türk
subayını Nahçıvan ve Ordubad bölgelerine gönderdi
(10).
24 Mayıs 1918’de Yevlah’dan harekât eden heyet, 25 Mayıs 1918’de Gence’ye ulaştı (11).
Nuri Paşa’nın Gence’ye gelişi buradaki soydaşlarımıza
moral kaynağı oldu. Nitekim, Azeri Türkleri bu günü
unutmamış ve Türk askerinin Gence’ye girişini “İmdat
Gücü” veya “Kardeş Kömeği” şeklinde yad etmişlerdir.
Ahmet Caferoğlu’da o anı vurgularken; “...Bu hadise
Azeri Türklüğünün ebedi bir iftiharı, Türk birliğinin de
başlangıcı ve temel taşıdır...” demektedir (12).
Hatta Azeri Türk öğrencileri, gence sokaklarından geçerken hep bir ağızdan:
“Salon (tren) gelir yan gelir,
Genceli’ye şan verir
Gence’nin civanları
Bakü diye can verir”
Şarkısını söylüyarlardı.(13)
Kafkas İslâm Ordusu, kuruluşundan itibaren muhtelif
yapı ya da teşkilât değişikliğine uğramıştır. Bu durumun başlıca nedeni değişen savaş şartlarıdır. Nitekim,
Bakü’nün istirdatı için bu ordunun takviyesi ve yeniden
teşkilâtlanması icap etmiştir. Eldeki mevcut kaynaklardan Kafkas İslâm Ordusu’nun ilk teşkilât yapısının şu
şekilde olduğu anlaşılmaktadır (14):
KAFKAS İSLAM ORDUSU
AZERBAYCAN ORDUSU
TÜMEN
TÜMEN
TÜMEN
ALAY
ALAY
ALAY
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Azerbaycan’da ilk Kafkas İslâm Ordusu’nun teşkilinden
sonra 3. ordunun yeniden yapılanması, 5. Kafkas Fırkasının Mürsel Paşa’nın uhdesine verilmesi ve Şark Ordular Grubu’nun Ferik Vehip Paşa’nın sevk ve idaresindeki
oluşumu sonucu, Kafkas İslâm Ordusu’nun mevcudunda
büyük artış gözlenmiştir (15).
Türk Ordusu Azerbaycan’a geldiği andan itibaren kendilerini sıcak savaşın içinde buldular. Zira, Bolşevik – Taşnak müttefik kuvvetleri, Bakü’yü işgâl etmekle kalmamış,
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü de tehdit ediyorlardı.
Öte yandan Ermeni komutanı Antranik, Nahçıvan dolaylarındaki Azeri Türklerini katletmeye başlamıştı bile.
Buna mukabil Kafkas İslâm Ordusu, Bakü’yü kurtarmak
için şu muharebeleri yapmak zorunda kalmıştır (16):
Gökçay (Göyçay) muharebesi, Salyan muharebesi, Aksu
(Ağsu)ve Kürdemir, muharebeleri Şamahı ve Hacıkabul
muharebeleri Ağustos 1918 tarihinden itibaren Bakü önlerinde Kafkas İslâm Ordusu ile Bolşevik – Taşnak birl
leri arasında şiddetli çatışmalar cereyan etti (17).
Bakü’nün kurtarılması uğrunda, Türk Ordusunun muh-
22
Eylül - Ekim 2006
telif cephelerde ve daha ziyade Bakü önlerinde verdiği
mücadele 40. gününü doldurduğunda tarihler 14 Eylül
1918’i gösteriyordu Kafkas İslâm Ordusu da bu günü
uğurlu saymış ve bütün hazırlıklarını ona göre yapmıştı
(18).
Nihayet 14 Eylül 1918 gece yarısı, 15. fırka hücuma geçti.
Türk Taarruzuna daha fazla direnemeyen İngiliz birlikleri, Bakü şehrini terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Böylece Bolşevik – Taşnak kuvvetleri, büyük bel bağladıkları
İngilizlerin kaçmasıyla yalnız kaldılar. Artık Bakü’nün
zaptı an meselesiydi (19).
Nitekim 15 Eylül 1918’de Azerbaycan’ın pay-ı tahtı Bakü şehri tamamen Kafkas İslâm Ordusu’nun eline
geçti. Bu olay üzerine Nuri Paşa, 5. Kafkas Fırkası Kumandanı Mürsel Bey’e gönderdiği kutlama telgrafında;
şehrin istirdatı esnasında büyük gayret ve başarıları görülen bütün kıtaat ve efrada övgüler yağdırdıktan sonra
savaşta yararlılıkları görülenlerin mükafatlandırılmasını
istiyordu (20).
saatlik şiddetli bir muharebeyi müteakip zapt edilmiştir...” (21).
Vakit Gazetesi ise hadiseye daha ziyade “Türkçülük”
nazarından yaklaşarak, haberi şu şekilde duyurmuştur:
“Azerbaycan’daki ırkdaşlarımız tabii başkentleri olan
Bakü üzerine yürüyerek daha önce Bolşeviklerin eline
geçmiş olan Bakü’yü istirdat etmişlerdir.
Bizim Azeri kardeşlerimizin başarılarına sevinmemizin
sebebi; bu hükümete tesir ederek, fütuhatçı emeller beslemek değildir. Azerbaycan’daki vaziyetin bizi alakadar
etmesinin sebebi ırkdaşlarımızın müstakil bir devlet tesis
etmelerindendir (22)”.
Yenigün Gazetesi; Azerbaycan kardeşlerimizin pay-ı
tahtı olan Bakü’nün Türklerin eline geçmesinden dolayı duydukları memnuniyeti belirtikten sonra, “Allah’a
şükürler olsun ki bu mübarek günde milli emelimizin
yerine gelmiş olduğunu öğrendik.” Şeklinde haberi noktalamıştır (23)
Bakü’nün zaptı haberini İstanbul da neşredilen gazetelerin hemen hepsi manşetten duyurdu. Bunlardan biri olan
Sabah Gazetesi; “...Bakü evvelce yazdığımız veçhile 36
Ne yazık ki uğursuz Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim
1918) imzalanmasına müteakip, Kafkas İslâm Ordusu,
Azerbaycan topraklarından ve Kafkasya’dan çekilmek
zorunda kalmıştır. Kısa bir süre sonra da Azerbaycan
toprakları bir kez daha Bolşeviklerin işgâline maruz kalacaktır (24).
(1)
(12) :Ahmet Caferoğlu, Azerbaycan,
:Halil Paşa, Bitmeyen Savaş, Haz. Taylan Sorgun,
İst.1972,s.219
(2) :Nasır Yüceer, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Azer
baycan ve Kafkas Harekâtı, Ank.1996,s.42
(3) :1. Dünya Harbi’nde Türk Harbi-Kafkas Cephesi 3. Ordu Ha
rekâtı III, Ank.1993,s.553.
(4) :Hüsamettin Tukaç, Bir Neslin Dramı I, Ank.1966,s.144
(5) :Nasır Yüceer, a.g.e,s.48
(6) :Mehman Süleymanof, Kafkas İslâm
Ordusu ve Azerbaycan, Bakü,1999,s.92.
(7) :Akdest Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya,
Ank.1990,s.531.
(8) :ATASE, BDH, Koll, K.1,D.1-120;1-121
(9) :a.g.a. F.7-1
(10) :a.g.a. aynı yer
(11) :İsmail Berkok, Büyük Harpte Şimali
Kafkasya’daki Faaliyetlerimiz, 94 Sayılı
Askeri Mecmuanın 44 sayılı tarih kısmı,
İst. Askeri Matbaa, (1 Eylül 1934),s.8
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
İst.1979,s.36
(13) : Mucip Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl
Doğdu Ve Azerbaycan Savaşı (1917-1918),İst.1972,s.5
(14) M.Süleymanof, a.g.e,s.118.
(15) : a.g.e.,s.119-121
(16) : Nasır Yüceer, a.g.e.,s.101-102
(17) : ATASE BDH Koll. K. 5309 D. 51, F.72
(18) : M Süleymanof , a.g.e.,s.313-336
(19) : a.g.e.,s.348
(20) : a.g.e.,s.459
(21) : Sabah Gazetesi : (22 Eylül 1918),s.1
(22) : Vakit Gazetesi : (15 Ağustos 1918),s.1
(23) : Yenigün Gazetesi : (17 Eylül 1918),s.1
(24) : Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ank.,1983,s.12
23
Eylül - Ekim 2006
15 Eylül 1915 Tarihli Kurtuluş Harekatını
Yönlendiren Türk İslâm Ordusu Komutanları
4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa
15’inci P. Tüm. Komutanı Kurmay Yrb. Süleyman İZZET
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
24
Eylül - Ekim 2006
15 Eylül 1918
Tarihli Askeri Harekatın İstanbul Basınında Yankıları
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
25
Eylül - Ekim 2006
Edebiyat-Sanat...
ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE
TÜRK DÜNYASI EDEBİYATINDA ÖNEMLİ BİR İSİM:
Muhammed Hüseyin ŞEHRİYAR
Selçuk ÖNAL
T
ürk dünyasının 20.
yüzyılda yetiştirdiği
ünlü şair ve düşünce
adamı Muhammet ŞEHRİYAR
1906 yılında buram buram Türk
kültürü kokan tarihi Tebriz kentinde doğdu. O tarihlerde herkes
gibi medrese eğitimi alan Şehriyar daha çocuk yaşlarında iken
edebiyata eğilimi olarak dikkat
çekti. Dar-ul Fünun eğitiminden sonra tıp eğitimine devam
ettiyse de son sınıfa geldiğinde
bıraktı. Ana dili olan Azerbaycan Türkçe’sinin yanı sıra Farsça,
Arapça ve Fransızca dillerini iyi
bilmesi onun edebi yönden kendini yetiştirmesinde etkili oldu.
Genç yaşlarında oluduğu Şeyh
Sadi’nin Gülistan ve Nisab-us
Subyan ve Edvab-ül Cinan gibi
ünlü eserleri okudu. Özellikle
bu yıllarda Şeyh Sadi’den çok
etkilendi. Romantik bir üslupla kaleme aldığı manzum
şiirden bir kısmını birlikte okuyalım:
Sen gül bahçesine gelince gül harap olur.
Yusuf ’un kıymeti düşer sen pazara gidince
Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir.
Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince.
Şehriyar’ın yetiştiği sosyal çevre, tabiat zenginliği, yaşam
biçimi onda ileri tarihlerde yer ederek şiirlerine konu olur.
Yaşadığı Tebriz yakınlarında ki Haydar Baba dağından
etkilenmesi onu abideleştiren manzum eserini meydana
getirmesini, annesinden ana diliyle yazması konusunda,
Azerbaycan Türkçe’sinin sihrinde kendini bulur.
Genç yaşlardan itibaren kendini şiir dünyasının zenginliğinde bulan Şehriyar çağdaş Azerbaycan şairleri ara-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
sında çok önemli yere sahip iken,
İran edebiyatının neo-klasikleri
arasında haklı konuma sahiptir.
İran’ın ünlü edebiyatçıları olan
Katran, Şems, Haman ve Sadi
Tebrizi gibi ünlüler sırasında anılır. O yazdığı eserleriyle edebiyat
toplantılarının öncelikleri arasında yeri alan bir şair olur. Şiirleri
bestelere ve ressamların tuvallerine konu olarak giren bir sanatçıdır. 1918 tarihli Milli Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin manevi etkisiyle
biçimlenen yeni bir şiir türünün
de öncüsü olur. Bir şiirinde duygularını şöyle ifade eder.
…
Nefesim yalnız İran’da fırtına
koparmadı.
Gör ki Türkiye ve Kuzey
Azerbaycan’da Ne gürültü kopardı.
Görülüyor ki Şehriyar Fars edebiyatına yeni bir soluk
getirmiş bir ustadır. Özellikle gazel kalıbında kalmakla
birlikte Fransız , Türk ve Kuzey Azerbaycan şiirine ilgisi
19.yy. romantikleriyle iç içe zengin bir şiir dünyasında
bulur kendini.
Şehriyar’ın gençlik yıllarında annesi Kukeb Hanım’dan
aldığı nasihat la Eserlerini Ana dili olan Türkçe ile yazması Türk dünyasında bugün aldığı haklı yeriyle değerlendirilmektedir. Edebiyatta bir şaheser olarak bilinen
Haydar Baba adlı manzumesi ile bayraklaşan Şehriyar
dini inançlarıyla donanımlı bir entelektüeldir aynı zamanda.
Şehriyar’ın annesinden aldığı nasihat ile etkilenmesi
onun en önemli şiiri olan Haydar Baba’yı yaratmasını
sağlar. Haydar Baba şiirini yazma yolunda ki anıyı Güney Azerbaycanlı gazeteci Ahmed Azer’in anlatımından
orijinal lehçe ile sunacağız. “ Bir gün büyük şairi görmek
26
Eylül - Ekim 2006
için evine gittim. Bana yeni yazdığı bir şiiri okudu. Ona
dedim ki ; -üstad siz şeire başlayanda mektup kimi yazıp
kutarırsınız. Üstad gülüp dedi, yok men kiçik idim teze
şeir yazırdım. Bir şeire başladım, amma başa çattıra bilmedim. Sonra kalanını cavanlıkta yazdım. Yenede şeirin
ardı gelmeyip galdı. Kalanını kocalıkta kutardım. Her
şair eser yazanda üzerinde çok çalışır sonrada kutarır eser
olur.
Bir daha sual edip soruştum; -Üstad sizde şeir yazma gabiliyeti nece yaranır. Bu vaht o bir papıroz yandırıp derinden bir nefes çekti. Ve bir hoş ehval ile göysünü öttürüp
söze başladı; O bele dedi : -Mene şeir alemi anamdan bir
irsdir. Anam savatsız bir gadın idi. Amma onun sinesinde bayatılar, laylalar, mahnılar şeirler var idi. Bunların
hamısını özünden deyer idi. Eğer savadı olsay dı yakin
bir gudretli şaire olurdu. Yenede soruştum,
-Üstad siz evvelce Farsça şeir yazmağa başlamıssınız,
nece oldu ki sonra Ana dilinde “HEYDER BABAYA
SALAM” vesair eserler yarattınız. Söz bu yere geldikte,
o yene bir nefes papirostan çekip dedi:
-Tahranda olan illerde anam meni görmek iç ün Tahrana
geldi. Bir gün evde çay demlemek içün samavarın yanına oturmuş idi. Mende ne ise yazırdım ev sakinlik idi.
Bu vaht anam köksünü ötürüp bir ah..çekti. Anamın ahı
meni hayaldan ayırdı. Başımı galdırıp anama baktım ve
soruştum,
-ana ne üçün bele ah çektin. Yagin atam , yohsa Tebriz
yadına tüşdü O ara sesle dedi : yoh oğul ele bele.
Mende birez sonra yorulup gelem defteri kenara goydum. Anam bunu görende iki istekan çak töküp birini
mene verdi.
İç oğul teze çaydı dedi. Çay elimde bir daha soruştum.
Ana de görüm o çektiğin ah neydi. O heç ne demedin
menalı bahışlarla üzüme baktı. Ne deyim oğul.
Men bunan razılaşmayıp birde sordum. O dedi: Sen kiçiklikten bu güne geder çohlu şeirler yazıp düzeltmisen
amma men senin bu yazdıklarınnan heç birini annamıram.
Bu arada onun sözünü kesip dedim.
-Ana icaze ver, bu teze yazdığım şeiri senin çün okuyum.
Şeir Fars dilindeyidi.
Çayı yere goyup okudum anam heç ne demeden dikketle
gulak asırdı, şeiri okuyup kutardım, sonra başımı galdırıp
dedim, nece di ana ?
Anam bir söz demeden başını galdırıp ciddi ve menalı
bakışlarla bir söz demeden öz narazılığını bildirdi.
Onun bu soyuk hereketi meni narahat etti. O dodaklarında soyuk bir tebessümle bele dedi:
“Oğlum de görüm bir evlad ilk defa kimi tanıyar?” dedim
ananı.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Bu sözden onun simasında bir bir sevinç hissi duydum.
O dedi menim sene öğrettiğim sözler, bayatılar yadında
dı mı ? dedim isteyirsen ohuyum.
Men anamın evde iş görende zümzüme ettiği vahtlar
ohuduğu bayatılardan , yadımda galan şeirlerden bir neçesini ohudum.
Bu halda gördüm ki anam gözlerini bir nöktede durdurup fikire gedip, gözlerindeki yaş gullelenip, anamın bu
halını gördükte menim halım değişti.
Üreğimde ona olan sonsuz mehebbetim coşdu. Bilmedim
ne söylüyem ki onu haldan ayıram. Men bu halda iken
gördüm ki; anam başını galdırıp üstündeki örpeğinin ucu
ile gözderini sildi ve ‘‘oğlum senin yazdığın Fers dilinde
gözel şeirdi, menim sene okuduğum laylalar, bayatılar
be hanı? Hansı senin üreğinde olabiler’’.
Dedim ana senin üreğ açan bayatıların çok gözeldi. Menede ilham veren onlardı.
O dedi :
- Bes bilirsen mi bu ihmalın sirri nede di? Anamın bu
sözleri sonra ana dilimde, anam hegginde ve bu barede eser yazmama neden oldu. Bu menim ana dilimde ilk
eserim oldu. Sonraları çok yazdığım ama Tahran da başıma gelen ehvalatlar narahatlıklar içinde bu yazdıklarım
tıpatıp battı. Çok sonraları Heyder Baba ve ana dilinde
şeir yazmağa devam ettim.” diye anlattı.
18 Eylül 1988 yılında Tahran’da hayata veda eden ünlü
şair Şehriyar’ı ölüm yıldönümünde rahmetle anarken
onun en ünlü eseri olan şiirinden bir bölümünü okuyalım;
“HEYDER BABA”
...
Heyderbaba, kehliklerin uçanda,
Kol dibinnen dovşan kalhıb, gaçanda,
Bahçaların çiçeklenib açanda,
Bizden de bir mümkün olsa, yad ele,
Açılmayan ürekleri şad ele.
Bayram yeli çardahları yıhanda,
Novruz gülü, kar çiçeği çıhanda,
Ağ bulutlar köyneklerin sıhanda,
Bizden de bir yad eyleyen sağ olsun,
Derdlerimiz goy dikelsin dağ olsun.
Heyderbaba, gün dalıvı dağlasın
Üzün gülsün, bulakların ağlasın
Uşakların bir deste gül bağlasın,
Yel gelende ver getirsin bu yana
Belke menim yatmış behtim oyana,
Heyderbaba, senin üzün ağ olsun,
Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,
Bizden sonra senin başın sağ olsun,
Dünya kazov-geder, ölüm-itimdi,
Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.
...
27
Eylül - Ekim 2006
Bir Türk Eli...
SAHA TÜRKLERİ’NİN ELMAS YURDU
YAKUTİSTAN*
Prof.Dr. Orhan KURAL
Y
akutistan’ın yüz ölçümü neredeyse Türkiye’nin
4 katı kadar: 3 milyon 103 kilometre kare. Ama,
%50’sini Rusların oluşturduğu nüfusu sadece
1 milyon bu yüzden “ıssız ülke” de denilir Yakutistan’a.
Başkentin nüfusu ise 200 bin hala orta büyüklükteki bir
Anadolu kenti görür Yakutsk: Çökmüş oyma süslü ahşap
binalar, kütük evler, sütunlar üzerine oturtulmuş beton
yapılar, bozuk yollar, bozuk caddeler boyunca uzanan çirkin bir doğal gaz boru hattı , eski araçlar.
Ancak 1997 yılından sonra 2006 yılında tekrar aynı
kenti ziyaret ettiğimde epey bir farklılık gözüme çarptı.
Global ve popüler kültür dişlerini gösteriyor. Zaten bu
değişikliği turizm ve çalışma bakanı ile yaptığım basın
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
toplantısında da açıkladım. Artık gece gençler ellerinde
birer bira şişesi ve sigara ile jiplerin yanında sohbet ediyorlar. Disko ile fastfood ve lüks lokantalar dolup taşıyor.
Kumarhaneler açılmış. İstanbul’daki Soğukçeşme Sokağı
örneğindeki gibi bir sokaktaki tahta evler tek tek restore
ediliyor. Modern alışveriş merkezleri açılmış.
Ama size “hoş” geleceğine inandığım bir bilgi vermeliyim
hemen: Bu ülkede tam 700 bin göl var! insan sayısından
fazla nehir ve göl bulunmakta.
Hangisinin ya da hangilerinin kıyısında düşüncelere dalmak istersiniz bilemem. Ama eğer yolunuz buralara düşerse, aklınızda bulunsun.
28
Eylül - Ekim 2006
Yakutistan, yeraltı kaynakları açısından da zengin bir
ülke. Neredeyse periyodik cetveldeki her metal var burada. Söylenceye göre tanrı yeraltı kaynaklarını yeryüzüne dağıtırken Yakutistan üstüne geldiğinde eli donmuş
ve hepsini birden düşürmüş. Elmas, altın, kurşun, kalay,
mika, petrol, doğalgaz çıkartılıyor bu ülkenin topraklarından. Ancak, bu madenlerin işletme hakkı Ruslar’ın
elinde. Bu yüzden Yakutistan’ın madenlerin gelirinden
yararlanma oranı düşük, doğal olarak. Elmasın ancak
%20’sini Yakutlar’a veriyorlar. Onlar ise hisseyi %40’a çıkartmak istiyorlar.
Yakutistan’da, yazın ortalama hava sıcaklığı 28-30 derece.
Kışın ise (sıkı durun) -70 dereceye kadar düşebiliyor! Ayrıca, her zaman sis var. Kış aylarında her yer kar altında
kalıyor, tüm ırmak ve göller donuyor. Başkent bile yaza
kadar 1-2 metrelik kar örtüsünün altında kalıyor. Toprağın altı da sürekli buz halinde olduğu için, tarıma uygun
değil. Zamanla sert iklim şartlarına uyum sağlayan kısa
bacaklı Yakut atları, yeri eşeleyerek otlarını kendileri buluyorlarmış.
“Madem bu kadar soğuk, ısıtma sorununu nasıl çözmüşler?” diye bir soru gelebilir aklınıza. Doğal gaz, yaygın
olarak kullanılıyor Yakutistan’da. Ama, doğal gaz boruları, buzlanma nedeniyle, yerin altından değil de sütunlar üzerine kurulmuş binaların altından geçiyor; yani her
türlü tehlikeye açık!
ırmağı kıyılarına yerleşmişler. Bazı araştırmacılar, Sahaların Moğol ve Cengiz Han’ın baskısı ve zulmüne dayanamayarak, XIII. yüzyılda ana kitleden ayrılarak göç
ettiklerini belirtiyorlar. Sahaların büyük çoğunluğunun
X. ve XII. yüzyıllar arasında yani ortalama 900 yıl önce
kuzeye göç ettiği, atalarının ise Baykal Gölü civarında
yaşamış “Üç Kurıkanlar” olduğu da ileri sürülüyor.
Sahalar, Hun-Türk dünyasını oluşturan halkların en kuzey doğusunda yaşayan grubu oluşturuyorlar. Mevcut
kültürlerden ve teknolojiden uzun süre uzak olmaları,
Sahaların, eski Türk dili, dini ve kültürünün birçok unsurunu çağımıza kadar yaşatmalarını sağlamış. Ana kitleden çok eski zamanlarda ayrıldıkları için, günümüzdeki
Saha Türkleri’nin dilinde ve folklorunda, eski Türk dili
ve folklorunun birçok özelliği ve örneği bulunuyor. Yakutistan, 1632’de Çar Rusya’sına bağlanmış. Her boyun
kendine has damga, bayrak, parola ve kuşu varmış. Boy
reisine “toyun” deniliyordu. Başlıca uğraşları, avcılık, balıkçılık ve hayvancılıktı. At yetiştirmekle ustaydılar, ayrıca da becerikli madenciydiler. Atları -60 (‘da bile dışarıda
kalabiliyordu. 1922 yılında da, Sovyetler Birliği’ne bağlı
“Yakut Özerk Cumhuriyeti” kurulmuş. Sahalar, 1917 yılından itibaren, Semen Novgorodov’un Latin alfabesini
kullanmaya başlamışlar. Latin alfabesi ancak 22 yıl kullanılmış. 1939’dan sonra ise mecburen Kiril alfabesinin
kullanımına geçilmiş.
Kentteki eski ahşap evler artık oturulamayacak durumda.
Yeni evler ise, belirttiğim gibi, hep beton sütunlar üstünde. Ama bence bu çimento yığınları çok çirkinler. Ahşap
evlerin zarafeti nerede, beton yığınları nerede!
Sahalar, kullandıkları dile “Saha tıla” (Saha dili) diyorlar. Saha dili konusunda en kapsamlı araştırmayı Eduard
Karloviç Pekarskiy yapmış. Pekarskiy, hazırladığı “Saha
Dili Sözlüğü”ne, toplam 25 bin kelime almış. 1907-1930
yılları arasında, 13 cilt olarak basılan bu sözlükte, kelimelerin anlamlarının yanı sıra, sözlü gelenekte yaşayan
folklora ait pek çok unsura da yer verilmiş. Atatürkümüz
de Saha Türkleri’nin dili ile ilgilenmiş ve bu 13 ciltlik
sözlük, isteği üzerine 1937 yılında kendisine hediye edilmiş. Atatürkümüz de güzel Türkçemizi hazırlarken bu
sözlükten çok istifade etmiş. Bizde onlar gibi sayıyoruz.
Bir, iki, üç, dört ...
Kenti gezerken, Yakutistan halkının kökleri nerelere uzanıyor, sorusunu soruyorum kendi kendime. İnsan yeter ki
sorsun, öğrenmek istediğine her zaman ulaşabiliyor bir
şekilde. İşte Yakut Türkleri hakkında benim ulaşabildiklerim:
Yakut Türkleri kendilerine “Saha” adını vermişler. Sibirya’nın egemen topluluğu olan Sahalar, Orta
Asya’dan, yaklaşık 900 yıl önce, kitle halinde ayrılıp Lena
Yakutistan, uzak ve soğuk bir yer olması nedeniyle, Çarlık Rusya’sı zamanında sürgün yeri olarak tercih edilmiş.
Tabii Ruslar bu bölgedeki Rus nüfusunu arttırmak istediklerinden hep göçü de teşvik etmişler. “Parmaklıksız Sürgün” adı veriliyormuş bu sürgünlere. 1917 Ekim
Devrimi’nden sonra da devam etmiş sürülmeler. Çar
ailesinden genç bir prensin ölümüne neden oldukları
Başkent Yakutsk, 1632’de Lena Irmağı’nın kıyısına ulaşan birkaç maceraperest Rus tarafından, Rusya’ya yeni
yerleşim birimleri kazandırmak amacıyla kurulmuş. Lena
ırmağı, bu bölgenin can damarı. Yazın, ulaşım ve taşımacılık için büyük bir fırsat sağlıyor. Kışın ise, tamamen donunca, ırmak üzerinde hazırlanan bir ‘buz yol’ aracılığıyla
ulaşım sağlanıyor.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
29
Eylül - Ekim 2006
için sadece Volga kıyısındaki bir kasabadan 3 bin kişi
öldürülmüş. Tabii ki, sürgünlerin birçok olumsuz yanı
var. Ama, Saha Türkleri’nin kültürlerinin araştırılması
ve değerlendirilmesi çalışmalarını doğurmuş olması gibi
olumlu sonuçları da olmuş. Bakın, Sofronov “Ana Yurt”
adlı şiirinin dizelerinde nasıl anlatıyor ülkesini:
Ölen adamın toprağın altında yatışı gibi
Doğduğum anayurdum
Kalın karla kaplanmış
Sessiz yatar
Hızlı akan Irmağım
Kocaman buzla engellenir
Çözülmez; yüklenir; ayakta durur
Kara ormanım
Kalın bir şapkayla kaplanır;
Ayakta durur
Dumanlı çadırda
Şiddetli ayazızın boğduğu
Çaresiz insanım
Büzülüp yatar
Lena nehri yaşamın kendisidir. Baykal Gölü’nden doğup 4400 kilometre sonra Kuzey Buz Denizi’ne dökülen dünyanın en uzun on birinci nehri Lena, yılda 540
kilometre küp suyu denize akıtır. Lena ve kolları tam 50
bin kilometre kare alanı kaplar. Başka özellikleri de var
bu suyun!
Bir defa bin yıldır hep aynı yolu çizmektedir. Üzerinde
herhangi baraj veya bir elektrik santrali yapılmamıştır,
böylece ekoloji dünyanın bu bölgesinde korunmaktadır.
Altmış yedi milyon yaşında olan Lena’nın suyu hala içilebilir ve kendisi dünyanın en temiz nehridir. Genişliği bazen 40 kilometre ulaşır ve bu özelliği ile Guinness
dünya rekorları kitabına girmiştir.
“halklar” için önemli bir ibadet yeri olmuş ve ölülerini
bu kırmızı dağlara gömmüşler.
Rusya’da olduğu gibi, bu kentte de, insanlar sık sık saati
soruyorlar. Çoğunda, kol saati yok. İnsan, ister istemez
kıskanıyor. Zamana ve saate bu kadar bağımlı yaşayan ve
her dakikası programlanmış bir insan olarak, bir yerlere
yetişme stresi ve endişesi taşımadan yaşamanın ne kadar
güzel olabileceğini düşünüyorum. Bir de aklıma Borges
geliyor. Hani, ne için yazdığını soranlara, “Zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum.” demişti ya; bu büyük
yazar, Yakutistan’da yaşamış olsa ne derdi, kim bilir?
Yakutistan’da “soğuk” her şeye hakimdir. Rüzgarın “kral”
olup güneşin ancak zaman zaman müdahale ettiği, genellikle güneş amcanın uzaktan olayları seyrettiği bir
ülke burası. Yazın ise bu coğrafyada güneş batmaz. Bulutların üstünde kızıl, mavi mor dalgalar yayarak uzun
süre direnir. Gece henüz siyah giysilere bürünmeden
tekrar mavi, sarı ve kızıl kıyafetlerle Yakut semalarında
tekrar yükselmeye başlar.
* Makale ‘‘Gezgin’’ adlı dergiden alınmıştır.
Lena Nehri kışın 210 günü donar. Üzerinde açılan yoldan
trafik işler. Bu caddeye “Yakut asfaltı” derler. Lena Nehri
240 bin ufak-büyük su ile buluşur. Lena canlıdır. Onunla
konuşulur. Ona ricalarda bulunulur. O da bu gelen istekleri dinler, değerlendirir. Kaptanlar Lena’yı memnun
etmek için sık sık ona hediyeler atarlar.
Başkent Yakutzt’un 200 kilometre güneyinde Lena Nehri boyunca 80 kilometre uzanan 2,3 milyon yıl önce kırmızı kum taşından tektonik olaylar sonucu oluşmuş dik
kolonlar zaman içinde sertleşiyor ve yükseklikleri 200
metreye ulaşıyor. Bunlara Lena Sütunları deniliyor. Lena
ile Buotama Nehri arasında kalan alan bugün milli park
ilan edilmiş ve korunuyor. Elbette bu etkileyici jeolojik
formasyonlar bu bölgede yaşamlarını sürdüren Şaman
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
30
Eylül - Ekim 2006
Bir kitap bir insan...
Iğdırlı Araştırmacı ve Eğitimci Nizamettin ONK’un uzun emek verdiği
Kafkasya’dan Anadolu’ya ‘‘IĞDIR TARİHİ’’adlı eseri
Türk Dünyası Araştırması Vakfı tarafından yayımlandı.
Yazarın Kendi kaleminden ön sözünü yayınlıyoruz.
toplamayı sürdürdük. Uzak tarihi
kitap, gazete, dergi sayfalarında
ararken tarih olmuş eserleri de yerinde görmeyi ihmal etmedik. Olayları
yaşayanları dinledik ...
Zor işin içindeydi. Anlatanlar heyecanlarına duyduklarını
katıyorlardı.
Daima
gerçeğin
aydınlanmasına dikkat ettik. Acele
etmeden bir ömrün yarım yüzyılını
verdik...
T
arihte
büyük
devletler
kuran Türk ulusu uygarlıkta
insanlığa
yön
verniştir.
Başlangıçtan bugüne kazandığı yücelikle ileri adımlar atarak vakur çehre
kazandırmıştır.
Türk tarihi insanlıkla su yüzüne
çıkmıştır. Hak, adalet, insaf, yiğitlik
Türk’e has vasıftır. Böyle güçlü bir tarihin akışında Oguz-Eli Igdır’ı görmek,
Igdır’ı yaşamak etkilemez mi insanı!..
Henüz ortaokul sıralarında idim. Kalemimi Iğdır’ın geçmişine yöneltmek geldi içimden! .. çünkü akşamlar bir araya gelen yaşlılar geçmişi,
anılarını anlatırlardı. Bizde ilgiyle dinlerdik. Igdır
yakın zamanlarda büyük olaylara sahne olmuştu. Rus
egemenliği baskıları, Doksanüç (1877) Türk-Rus Savaşı
‘nda ezilmeler, 1914-1915 Sarıkamış felaketimiz sürekli
konuşulurdu. Hele Ermeni mezalimi bitmez, tükenmez
sohbetlerdi. Derin acılar bırakan bu olayları yazmak geldi
içimden ...
Günler, haftalar, aylar, yıllar geçti. Durmak, yorulmak,
bezginlik bilmedik. Araştırmayı, incelemeyi, yaşananları
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
Çalışmamızda belgelerin sağlam
olmasına özen gösterdik... Avrupa, Sovyetler Birliği, Türk Cumhuriyetleri kütüphaneleri, bilginleri yakın dostumuz oldu.
Dalgalana dalgalana ilerleyen gücümüzle, doğru, yansız
bir kitap yazdık... Milli birlik ve beraberliğimizin
pekiştirilmesine katkıda bulunacağı umudundayız.
“Kafkasya’dan Anadolu’ya IĞDIR
Tarihi” adlı
kitabımızın cazibesi geniş, aydın zümreyi ilgilendirip
kaynak olacaktır, büyük boşluğu dolduracaktır.
Tarihsever halkımızın hizmetine sunduğumuz bu eserimizle bir damla fayda sağlarsak mutlu olacağız.
31
Eylül - Ekim 2006
Dernek Haberleri...
AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ
KÖRFEZ ŞUBESİNİN
5. olağanüstü genel kurulu
23/09/2006 günü saat 17.00’de
dernek binasında yapıldı.
İstiklâl Marşı’nın okunması ve saygı duruşundan sonra gündemin 2. maddesine göre
divan oluşturuldu. Divan başkanı Nizamettin ARPAT katip üyeliklere Mühendis DANYILDIZ ve Kurban ÖZÜM seçildi. Gündemin 3.maddesine göre faaliyet raporu ve denetim kurulu raporları okundu ve ibra edildi. Gündemin 4.maddesine göre seçimlere geçildi. Yapılan oylama sonucunda yönetim ve denetim kurulu üyeleri aşağıdaki gibi oluştu.
YÖNETIM KURULU ASIL ÜYELER:
YÖNETIM KURULU YEDEK ÜYELER:
Turgut CAFEROGLU
Akil SEVİLMİŞ
Vahit KORKMAZ
Abdullah SALAR
Ramazan GÜNAL
Mehmet PAMUK
Müs/üm KURAK
Engin KAZGAN
Aslan CANKAYA
Ahmet KORKMAZ
Ahmet KIRAN
SAyhan YILMAZ
Sucu AKÜZÜM
Nevzat SALAR
DENETLEME KURULU ASİL ÜYELER
DENETLEME KURULU YEDEK ÜYELER
Kenan ELMA
Mustafa DURMUŞ
Gencay AKÜZÜM
Mehmet ÖZÇELİK
Veli ERBAŞ
Türkay KAYA
GENEL MERKEZ DELEGELERİ
Mehmet PAMUK
Ramazan GÜNAL
Müslüm KURAK
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ
32
Eylül - Ekim 2006
Download