oturum 3b - 5. İzmir İktisat Kongresi

advertisement
5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ
2013
5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ
2013
KÜRESEL EKONOMİK YENİDEN YAPILANMA
SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİ
30 EKİM
- 1 KASIM 2013 2
PANEL
OTURUMLARI
II. CİLT
IV. CİLT
ANKARA 2014
Takım No: 978-605-9041-29-4 (Tk)
ISBN: 978-605-9041-33-1 (4.c)
Yayın ve referans olarak kullanılması Kalkınma Bakanlığının
iznini gerektirmez.
5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ
30 EKİM - 1 KASIM 2013
İkinci Gün
İçindekiler
Oturum 3A
: Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi...................7
Oturum 3B
: Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi..................................37
Oturum 3C
: Bilişim Politikaları...........................................................77
Ek: Sunumlar.......................................................................113
OTURUM 3A
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
31 Ekim 2013
Panel Başkanı
Dr. Vahdettin Ertaş
Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı
Panelistler
Mukim Öztekin
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu Başkanı
Dr. M. İbrahim Turhan
Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü
Mark White Lewis
IMF Türkiye Temsilcisi
Baturalp Candemir
TEB Yatırım Genel Müdürü
Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Oturum 3A
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Panel Çerçevesi:
• Küresel finansal kriz, Türkiye üzerine etkileri ve bu kapsamda
geleceğe dönük politikalar
• Finansal araç ve kurumsal sektörler (hane halkı, firmalar, kamu,
bankacılık kesimi vb.) bağlamında finansal risk unsurları
• Sistemik finansal riski yönetmek için izlenmesi gereken politikalar
• Finansal sistemin geliştirilmesi için izlenmesi gereken politikalar
• Türkiye’nin küresel bir finans merkezi olma potansiyeli ve bu konuda
yapılması gerekenler
• Finansal sektör ve reel sektör arasındaki ilişki ve bunu güçlendirme yolları
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Değerli konuklar 5. İzmir İktisat
Kongresinin ikinci günü ikinci paneline hepiniz hoş geldiniz. Panelimizin
konusu, “Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi.” Son yıllarda yaşanan
küresel kriz, epeyce bir süredir uluslararası toplantıların gündem maddesi haline
gelmiştir. Çok şey yazılıyor, çok şey söyleniyor ama genel kanı küresel krizin tam
olarak sonlanmadığı, değişik düzeylerde, değişik bölgelerde etkisini maalesef
sürdürdüğü yönündedir. Bugün panelimizde beş değerli konuşmacımız var.
Bize ayrılan süre iki saatti ama bunun yarım saatini bizden önceki panelistler
kullandığı için toplam 1,5 saat maksimum süremiz var. Ben kendilerine onar
dakika maksimum süre vereceğim. Eğer vaktimiz kalırsa, bir kaç tane de sorucevap şeklinde sizlerin görüşleri, katkıları bu panele yansısın istiyorum.
Panelistlerden, özellikle küresel finansal krizin Türkiye üzerine etkilerini
ve bu kapsamda geleceğe yönelik politika önerilerini duymak istiyoruz.
Finansal araç ve kurumlar, sektörler bağlamında finansal risk unsurlarıyla ilgili
değerlendirmelerini duymak istiyoruz. Yine sistematik finansal riski yönetmek
için izlenmesi gereken konular konusunda öneriler olursa memnun oluruz. Yine
finansla reel sektör arasındaki ilişkiyi güçlendirme konusundaki önerilerini,
görüşlerini de bizlerle paylaşırlarsa kendilerine müteşekkir olacağız. Ben ilk
sözü Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanımıza
vermek istiyorum. Buyurun Sayın Başkan, mikrofon sizin.
9
Oturum 3A
Mukim Öztekin, BDDK Başkanı- Sayın Başkan, teşekkür ediyorum,
Çok sağ olun. Süre kısıtlamanız nedeniyle on dakikaya nasıl sığdıracağımı
düşünüyorum. İnşallah çok fazla aşmadan sunumumu bitiririm.
Değerli katılımcılar, öncelikle herkesi saygıyla selamlar,
katılımcılarla beraber böyle seçkin bir kongreyi düzenlediği için başta
Kalkınma Bakanlığına ve emeği geçen tüm kurumlara teşekkür ederim.
Konuşmama “Küresel Finansal Kriz ve Türk Bankacılık Sektörü”
konusu üzerinden devam edeceğim. İlk olarak küresel krizle ilgili bazı
hatırlatmalarda bulunacağım. İkinci olarak, çıkardığımız temel dersler
konusuna değineceğim. Üçüncü olarak Türk Bankacılık Sektörümüzün
nasıl etkilendiğini, nasıl bir seyir izlediğini, temel değişkenler üzerinden
açıklamaya çalışacağım.
Akabinde bu kriz tecrübesi çerçevesinde BDDK olarak ileriye dönük
beklentilerimizi ve kurumun regülasyon vizyonunu sizlere sunmaya
çalışacağım. Beşinci olarak da finans sektörümüzün geleceği açısından
büyük önem arz eden İstanbul’un küresel finans merkezi olma potansiyeli
hakkındaki düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Son bölümde de bu
konulara ilişkin genel kısa bir değerlendirmede bulunacağım.
Değerli katılımcılar, 2007 yılının ikinci yarısında ABD’de başlayıp
dünyayı etkisi altına alan küresel kriz altıncı yılını doldurdu. Dünya
ölçeğinde sonuçlar doğuran bu krizin etkisinin bütünüyle ne zaman
sona ereceğine ilişkin henüz güvenilir bir öngörü mevcut değildir.
Bu kriz finansal istikrarı, devletin ekonomiye müdahalesinin temel
gerekçelerinden biri haline getirmiştir. Piyasa ağırlıklı ekonominin
en belirgin örneği olan ABD’de bile kamusal otorite, finansal istikrarı
sağlama uğruna ekonomiye büyük ölçekli doğrudan ve dolaylı
müdahalelerde bulunmuştur. Günümüzde ülkeler ekonomi politikalarını
finansal istikrar üzerine kurgulamak zorunda kalmışlardır.
Finansal piyasaların işleyişinde meydana gelen aksaklıklar, ekonominin
tamamı üzerinde önemli derecede negatif etkiler doğurmaktadır.
Finans sektöründe yaşanan kırılganlıklar toplumlara, toplumumuza,
herkese ağır maliyetler ödetmektedir. Bizler bu maliyetleri ne kadar iyi
algılayabilirsek hayata geçireceğimiz politikaların muhtemel sonuçları
konusunda daha titiz sorgulamada bulunabileceğiz. Kuşkusuz böyle bir
kazanım, ileriki krizlerin refah maliyetini önemli ölçüde de azaltacaktır.
10
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Finansçı jargonuyla, kıssadan hisseyi yetkiye dönüştürmemiz
gerekmektedir. Krizin maliyet boyutuna ilişkin olarak birkaç hatırlatmada
bulunmak istiyorum. Kriz döneminde, başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak
üzere, ülkelerin hemen hemen hepsinde büyüme oranlarında büyük ölçekli
gerilemeler yaşanmıştır. Ülkelerin uzun dönemli büyüme oranları özellikle
krizden sonra oldukça gerilemiş, ekonominin zayıflaması nedeniyle de
önemli ölçüde refah kaybı oluşmuştur. Büyüme oranları hala da kriz öncesi
dönemin altında seyretmeye devam etmektedir ve toplumsal refah kaybı
da sürmektedir. Bu kriz milyonlarca insanın işsiz kalmasına sebebiyet
vermiştir. Nihayetinde işsizlik oranı tüm dünya genelinde endişe verici
oranlara yükselmiştir.
Kriz nedeniyle birçok ülke finansal piyasalara yüklü miktarda fon
aktarmak zorunda kalmıştır. Kriz dönemlerinde merkez bankalarının
bilançoları 4-5 kat, bazı merkez bankalarının bilançoları beş kat büyümek
zorunda kalmıştır. Eylül 2013 verilerine göre dünyanın önde gelen dört
merkez bankasının bilançoları 2007 yılsonunda 3 trilyon dolar iken şu
anda 7,6 trilyon dolar civarına ulaşmıştır. Ülke bazında baktığımız zaman
bilançoları beş katı civarında büyüyen ülkelerin olduğunu da biliyoruz.
Yine bu dönemde küresel şirketler, bankalar, trilyonlarca doları bulan kredi
zararları sonrasında aynı miktarda sermaye artırımı yapmak durumunda
kalmışlardır.
Bankacılık, sigortacılık ve mortgage başta olmak üzere üç sektörde
dünya genelinde toplam kredi zararları 2 trilyon doları, sermaye artırımı
için sağlanan fonlar da 1,5 trilyon doları aşmıştır. Söz konusu zararların
önemli bir kısmı ve sermaye artırımlarının önemli bir kısmı Avrupa ve
Amerika kıtalarında gerçekleşmiştir. Günümüz dünya sisteminde herhangi
bir coğrafyada yaşanan finansal sorunlar kolayca sınır ötesine geçebilmekte,
yayılabilmektedir.
Finans piyasasına ilişkin değerlendirmeleri yaparken büyük resmi sürekli
göz önünde bulundurmamız gerekir. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra
dünya yeniden şekillenmiş ve tek merkezli bir düzene geçilmiştir. 1990’lı
yıllardan itibaren piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi birlikteliği her ülke
için hemen hemen olmazsa olmaz halini almıştır. Yeni dünya düzeninin
kurgusunda ve işleyişinde finans piyasaları da merkezi unsur halini almıştır.
Global dünyada, küreselleşme anlamında finans piyasalarının zaman zaman
en önde ve en etkin olarak, en yüksek seviyede bulunduğu da bir gerçektir.
11
Oturum 3A
Bu durum gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere önemli katkılar
sağlarken diğer yandan yönetilmesi gereken risk unsurlarını da
beraberinde getirmiştir. Dünyanın herhangi bir tarafında yaşanan sorun,
bulaşıcılık nedeniyle hemen hemen tüm dünyaya yayılır olmuş ve tüm
dünyayı etkisi altına almıştır.
Son krizde de görüldüğü üzere, hele bu kriz en önemli merkezde
bulunan bir ülkede gerçekleşince ondan etkilenmek de kaçınılmaz
olmaktadır. Gelişmiş ülkelerin krizi bertaraf etmek üzere uyguladıkları
genişletici para politikaları da ne yazık ki kriz üzerinde beklenen
olumlu etkileri elde etmekte ve olumsuz sonuçları bertaraf etmekte
yetersiz kalmıştır. Başka bir ifadeyle salt para politikasıyla krizin
olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak mümkün olmamış ve kalıcı bir
finansal istikrar da sağlanamamıştır. Gelişmiş ülkelerde devam eden
dengesizliklerin Türkiye gibi birçok ülkeye finansal istikrar üzerinden
dışsal maliyet yüklediğine de şahit oluyoruz. Bu negatif dışsallığının
ana kanalını kısa vadeli sermaye akımları oluşturmaktadır. Allaha şükür
ki yaşanan bu krizden bankacılığımız olumsuz bir şekilde etkilenmeden,
çok sağlıklı ve sağlam bir şekilde çıkmayı başarabilmiştir.
Genel bir değerlendirmeden sonra bankacılığımızın son on yıllık
süreçte ve bu kriz sürecinde nasıl bir gelişme gösterdiğine ilişkin ve
temel büyüklüklerine ilişkin bilgiler vermeye çalışacağım.
2000–2001 kriziyle ülkemize yüksek bir maliyet yükleyen bankacılık
sektörü yeniden yapılanma sürecini çok iyi değerlendirip kısa bir süre
içerisinde hızlı ve sağlıklı bir gelişme trendine girmiştir. Sektörün aktif
toplamı Ağustos 2013 verilerine göre yaklaşık 800 milyar dolardır.
Dolar değeri üzerinden aktif toplamının on yıllık süreçte dört kattan
daha fazla arttığını görüyoruz. Aktif tarafta menkul değerlerin ağırlığı
düşerken kredilerin nispi olarak ağırlığı artmıştır. Krediler yaklaşık on
kat artmıştır. Bu durum son on yıllık süreçte sektörün asli fonksiyonları
olan kredi işlemine ağırlık verdiğine de şahitlik etmiş oluyoruz.
Kredilerdeki gelişmeye yöneltilen en önemli eleştiri ise bireysel
kredilerin gelişim seyridir. Ticari krediler 8,3 kat artarken, bireysel
krediler ise 17 kat artmıştır. Pasif tarafında en yüksek artış ise sekiz kat
ile yurtdışı borçlarda kaydedilmiş, yurtdışı borçlar 130 milyar doların
üzerine çıkmıştır. Bu gelişme son yıllarda sektörde kaynak bulma tercihi
açısından önemli bir bilgiyi de sunmaktadır. Sektörün son on yıllık
12
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
seyri açısından bir diğer önemli gelişme de 2012 yılı itibarıyla krediler
toplamının mevduat toplamını da aşmış olmasıdır. Temel büyüklüklerdeki
artışın kriz öncesi dönemde 2003 ile 2007 arasında, kriz sonrası döneme,
2008’den sonraki döneme göre çok daha yüksek olduğunu da görüyoruz.
Örneğin; bireysel krediler 2003–2007 arasında dokuz kat artarken,
2008’den günümüze iki kat artmıştır. Bu temel büyüklüklerin gayri safi
oranlarına baktığımızda 2003 yılında aktif toplamı milli gelirin yarısı
kadar iken günümüz itibarıyla aktif toplamı milli geliri aşmıştır.
Menkul kıymetlerin milli gelire oranında gerileme olmuştur. En
belirgin artış bireysel kredilerde olmuştur. 2003 yılında bireysel kredilerin
GSYH’ya oranı yüzde 2,8 gibi oldukça düşük ve mütevazı bir rakam
iken, bu oran yüzde 20’yi aşmış bulunmaktadır. Türkiye’de kredilerdeki
genişlemeye rağmen toplam kredi tutarının GSYH’ya oranının diğer
birçok ülkeye göre çok düşük olduğu da bir gerçektir. Kamuoyunda
bireysel kredilerin artışı üzerinden ciddi tartışmalar da yapılmaktadır.
Sektörümüzün toplam kredileri bir trilyona ulaşmış durumdadır. Bu
kredilerin yaklaşık yüzde 33’ü bireysel kredilerden oluşmuş ve bireysel
krediler 2005 yılındaki seviyesini hemen hemen oransal anlamda
korumuştur.
Bilindiği üzere hem Merkez Bankası hem BDDK olarak birlikte
yürürlüğe koyduğumuz makro ihtiyati tedbirlerde bireysel kredilerin artış
hızını düşürmeyi de hedeflemekteyiz. Son dönemde gerçekleştirdiğimiz
değişikliklerle bankacılığımızın kaynaklarının bireysel krediler yerine
üretime ve sanayiye aktarılmasını da hedeflemekteyiz. Performans
göstergelerine baktığımızda özellikle aktif kârlılığı ve özkaynak karlılığı
açısından 2009 yılından bu yana sektör sürekli olarak aşağı yönde bir trend
içerisindedir. Buna rağmen sektörde halihazırda karlılık göstergelerinin
oldukça sağlıklı olduğunu da belirtmek isterim.
Başka ülkeler ile kıyasladığımız zaman da Türk Bankacılık Sektörünün
performans göstergelerinin anlamlı derecede ayrıştığını görmekteyiz.
Bundan dolayıdır ki, krizin sonuçlarının belli derecede devam ettiği
ortamlarda bile uluslararası üne sahip kuruluşlar sektöre giriş talebinde
bulunmaktadır. Kredi mevduat oranı son on yıl içerisinde hızlı bir yükseliş
kaydedip 2012 yılı itibarıyla sektörün mevduat toplamı üzerinde kredi
üretebilir hale gelmiştir. Performans göstergelerinin seyrinde krediler
kaleminde yaşanan gelişmelerin belirleyici olduğunu da söyleyebiliriz.
13
Oturum 3A
Karlılık oranlarının seyrine benzer şekilde 2009 yılından itibaren
de net faiz marjında gerileme olmuş, son dönemde ise kısmi bir artış
gerçekleşmiştir. Bu artışın temel sebebi de yurtdışından sağlanan fonlama
maliyetindeki gerilemedir diyebiliriz. Doğal olarak topluma ağır maliyetler
getirebilen bankacılık sektörünün risk göstergelerinin seyri de büyük
önem arz etmektedir. Kredi genişlemesinin muhtemel riskleri üzerinden
politikalar geliştirildiği bir dönemde en çok ilgiyi hak eden değişkenlerin
başında “Takibe Dönüşüm Oranı” gelir.
2013 yılı Ağustos ayı itibarıyla takipteki alacakların toplam krediler
içerisindeki seyri yaklaşık yüzde 3’ün altındadır. Bu, sektörümüzün ne
kadar sağlıklı bir kredi portföyüne sahip olduğunu göstermektedir. Beni
dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Nihayetinde toleranslı davrandık.
Sayın BDDK Başkanımıza teşekkür ediyoruz. Sayın Başkan, bugüne kadar
çok sözü edilmeyen özellikle işten çıkarılmalar, refah kaybı, 2 trilyon
dolar zarar gibi krizin maliyetlerinden bahsetti. Belki burada altı çizilmesi
gereken husus, Türk Bankacılık Sisteminin son on yılda dolar bazında dört
kat büyümesine rağmen, ticari kredilerin sekiz kat, bireysel kredilerin 17
kat artmasıdır. Biz özellikle yatırım ihtiyacı olan bir ülkeyiz. Sanıyorum
kredileri biraz daha bireysel kredilerden yatırım kredilerine ya da ticari
kredilere yöneltme konusunda alınan son kararların da arkasında yatan
politik tercih bu olsa gerek. Tekrar teşekkür ediyoruz Sayın Başkana. İkinci
olarak, tahmin ediyorum ki konuyu sermaye piyasalarıyla değerlendirecektir
Sayın Borsa Başkanımız. Buyurun İbrahim Bey, söz sizin.
İbrahim Turhan, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel
Müdürü- Değerli Başkanım, kıymetli BDDK Başkanımız, hanımefendiler,
beyefendiler. Ben de öncelikle hepinizi en içten duygularımla, sevgiyle ve
saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki İzmir İktisat Kongresi gibi Cumhuriyetimizle yaşıt hatta
Cumhuriyetimizden daha kıdemli bir etkinlikte, kendi ata yurdumda,
ana yurdumda, kendi memleketimde olmaktan büyük bir memnuniyet
duyuyorum. Bu vesileyle de bütün İzmir’e buradan selamlarımı iletmek
istiyorum.
Bu toplantıyla ilgili ayrıntılı bir sunum hazırlanmıştı ama biz finans
sektöründe anlık gelişmelere uyum sağlamak mecburiyetindeyiz.
14
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Dolayısıyla müsaadenizle ben o sunumu şimdilik hıfza kaldıracağım
ve Sayın Başkanın çizdiği perspektif içerisinde kalmaya çalışacağım,
ne de olsa aramızda düzenleyici otorite ve düzenlenen ilişkisi var. Yani
onu da aklımızda tutuyoruz tabii ki sürekli.
Bu son yaşanan krizde dünya neler öğrendi, oradan belki başlamak
lazım. Hemen madde madde birkaç hususu dikkatinize arz edeceğim.
Bir kere belki herhalde herkesin ilk evvela öğrenmiş olması gereken
şey, bu kadar yüksek finansal kaldıraç oranlarıyla sürdürülebilir olarak
sistemin varlığını devam ettirebilmesi mümkün değil. Yani finansal
kaldıraç, belli bir dozda, belli bir oranda kullanıldığı zaman iyidir
ama o limiti, o sınırı aşmamak gerekir. Peki, bu finansal kaldıraç
sınırlarına dikkat edeceksek yani başka bir deyişle borçluluğu fazla
artırmayacaksak, etkin risk yönetimi yapıyoruz diye, alabildiğine
yükümlükleri bu şekilde katlamayacaksak ne yapmamız lazım? Tabii ki
ihtiyaçlardan da fedakârlık edemeyeceğimize göre, bütün dünyanın da
öğrendiği, daha dengeli bir finans sektörüne sahip olmanın gerekliliği
ortaya çıkacaktır.
Buradan bizim hemen Türkiye ile ilgili çıkarmamız gereken bir ders
var. Bugün itibarıyla baktığımız zaman sektörümüzün kompozisyonuna,
finans sektöründeki işlemlerin yüzde 85’i bankacılık sektöründe
gerçekleşiyor. Şimdi böyle deyince BDDK Başkanımızın da hoşgörüsüne
sığınıyorum, aramızdaki bankacıların da hoşgörüsüne sığınıyorum,
lütfen yanlış anlaşılmasın, bankaların, bankacılık sektörünün Türkiye
ekonomisine ne kadar önemli bir katkı yaptığını, ne kadar yüksek bir
performans gösterdiğini asla ve asla inkâr etmiyoruz.
Bu çok önemli bir kazanım ve bunun da devam etmesi bizim için çok
önemlidir. Ancak bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin milli gelire
oranı 2000’li yılların başında Türkiye’de yüzde 40’larda iken bugün
artık yüzde 100’lere gelmişse, mevduatın krediye dönüşme oranı, yüzde
100’ün de hatta bir miktar üstüne çıkmışsa artık bankacılık sektöründen
organik büyüme beklemenin zamanı gelmiştir.
Yani bundan sonra bankacılık sektörü yine büyümeye devam edecek.
Onlar geçtiğimiz on yılda sorumluluklarını çok büyük bir başarıyla
yerine getirdiler ama bundan sonra da bu sağlıklı sürecin devam etmesi
daha fazla zorlamamaya dayanıyor. Peki, o zaman ne yapacağız? O
zaman benim burada arz etmeye çalışacağım hususa geliyoruz; sermaye
15
Oturum 3A
piyasalarının önemi ortaya çıkıyor. Sermaye piyasaları derken de
özellikle özkaynak piyasalarından bahsettiğimi söylemem gerekir.
Sermaye piyasalarıyla ilgili olarak bu krizden dünyada neler öğrenildi
diye baktığımız zaman, bir kere organize piyasaların ne kadar önemli olduğu
tekrar keşfedildi. Bildiğiniz gibi 2010 yılındaki G–20 Liderler Zirvesinde,
20 büyük ekonominin liderlerinin üzerinde durdukları ve dünyaya verdikleri
mesaj şuydu: sermaye piyasalarındaki işlemler mümkün mertebe organize
piyasalarda gerçekleşmeli, bunun mümkün olmadığı durumlarda bile mutlaka
merkezi takas kuruluşları, merkezi karşı taraf diye isimlendirilen ve sermaye
piyasası işlemlerinde alıcıya karşı satıcı, satıcıya karşı alıcı yükümlülüklerini
taahhüt eden kuruluşlar ortaya konmalı ve veri merkezlerinin yani bilginin
merkezileştirildiği yapıların ne kadar önemli olduğu anlaşılmalı.
Entegrasyonun önemi anlaşıldı. Yani borsalarla emirlerin eşleştirilmesi
süreciyle emir sonrası yani alım-satım sonrası süreçlerin entegrasyonunun
ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Farklı piyasaların, özellikle de spot
piyasalarla türev piyasaların entegrasyonunun ne kadar önemli olduğu, farklı
varlık türlerinde entegrasyonun etkin risk yönetimi açısından çok önemli
olduğu anlaşıldı.
Bu konuda eklenmesi gereken son nokta, özellikle dalgalanmaların
önlenmesi noktasında uzun vadeli perspektife ve etkin risk yönetimi
kapasitesine sahip olan kurumsal portföylerin önemi anlaşıldı. Keza aracılık
faaliyetlerinde sermaye yeterliliği eskiden çok fazla üstünde durulan bir
konu değildi ama özellikle bu hani “Shadow banking” diye ifade edilen
hepimizin artık İngilizcesiyle aşina olduğumuz bankacılık dışı finansal
aracılık kurumlarında da sermaye yeterliliğinin ne kadar önemli olduğu
anlaşılmış oldu.
Son olarak da etkin ama piyasa odaklı, piyasanın gelişimini de
engellemeyecek bir düzenleme ve denetim çerçevesinin, özellikle de
uluslararası uyum içerisinde bir düzenleme ve denetleme çerçevesinin, ki
piyasalar arası arbitraja izin verilmesinin, ne kadar önemli olduğu anlaşıldı.
Peki, şimdi ben buradan müsaade ederseniz hemen sonuç kısmına
atlamak istiyorum, biz neler yaptık? Yani dünyada bütün dünya ile beraber
bunları öğrendik, gördük, peki biz neler yaptık? Değerli katılımcılar,
kıymetli başkanlar, biz de 2012 yılından itibaren öncelikle tabii ki sermaye
piyasalarımızda bize hayat alanı belirleyen, üzerinde durduğumuz zemini
16
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
oluşturan “Sermaye Piyasası Kanununu” yeniden oluşturduk ve bu belki
de son 30 yılın sermaye piyasalarındaki en önemli dönüm noktalarından
birisini oluşturdu.
Öyle ki bu dönüşüm ve değişimle beraber bu krizin bütün dünyaya
öğrettiği derslerden etkin bir şekilde yararlandık, uluslararası uyum
içerisinde Türkiye’nin özellikle önümüzdeki yıllarda ihtiyaç duyacağı
finansman meselesini de göz önüne alarak “İstanbul Finans Merkezi
Projesini” mutlaka göz önünde bulundurarak yeni bir sermaye piyasası
yapısına kavuştuk. Burada tabii ki ben müsaadenizle biraz konuyu borsaya
getirmek istiyorum.
Borsamız biliyorsunuz önce yeniden yapılandırıldı, Sermaye Piyasası
Kanunu uyarınca bir anonim şirkete dönüştürüldü. Ondan sonra yine krizin
en önemli derslerinden bir tanesi bütün piyasaları entegre edecek çatı bir
organizasyon mahiyetine, hüviyetine kavuştu. Öyle ki şu anda borsamızda
hem spot hem vadeli işlemler hem borçlanma araçları hem özkaynağa dayalı
varlıklar, hatta ve hatta önümüzdeki dönemde inşallah enerji sözleşmeleri,
emtia sözleşmeleriyle beraber topyekun bir finansal süpermarket mantığıyla
entegre bir yapıyı oluşturacağız.
Keza borsayla hem takas kuruluşunun hem merkezi saklama kuruluşunun
entegrasyonu artırıldı. Özellikle verilerin, bilgilerin paylaşılması ve etkin
risk yönetimi açısından bu da çok önemlidir. Son olarak da bildiğiniz gibi
“NASDAQ OMX” ile yapmış olduğumuz stratejik ortaklık anlaşması
çerçevesinde teknolojik altyapımızı da iyileştiriyoruz. Sadece teknolojiyi
kullanma anlamında söylemiyorum bunu özellikle Know-How transferiyle
teknolojiyi kendimiz üretebilecek kapasiteye ulaşacağımız bir nokta için
önemli bir adım atmış olduk. Bunun sağladığı fayda da, her ne kadar kurumsal
yapıyı birleştirdiysek de şu anda birbirinden kopuk ve parçalı olan teknoloji
ona bu ölçüde el vermiyor ama bu yeni teknoloji ile beraber piyasalar arası
etkin risk yönetimini de teminat yönetimini de gerçekleştirebilir kapasiteye
ulaşacağız ve çok süratli işlemlerin yapılmasına ve bu süratli işlemlerin
aynı etkinlikte gözetilmesine, denetlenmesine imkân sağlayacak bir yapıya
kavuşmuş olacağız.
İşte bütün bu attığımız adımlar neticesinde memnuniyetle görüyoruz ki
dünyadaki finansal merkezleri küresel ölçekte derecelendiren, sıralandıran
“Z/Yen” isimli şirketin yapmış olduğu sıralamada İstanbul 2011 yılı sonu
itibarıyla 71’inci sıradayken, 2013 yılı sonu itibarıyla yeni açıklanan
17
Oturum 3A
sıralamada 44’üncü sıraya yükseldi. Tabii ki bu asla bizim için yeterli değil
çünkü şunun farkındayız: önümüzdeki on yıl boyunca Türkiye’nin bir
miktar daha yurtiçi tasarruflarının dışında uluslararası tasarruf havuzundan
istifade etmeye ihtiyacı var.
Bizim özellikle 2023, Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl hedeflerine
ulaşabilmemiz için yıllık milli gelirimizin yüzde 23’ü ile 25’i arasında bir
yatırım harcamasına ihtiyacımız var. Şu anda tasarruflarımızın milli gelire
oranı yüzde 15 seviyesinde, bu tabii ki dönem içerisinde artacak ama bu
artış gerçekleşinceye kadar bizim bu tasarruflardan istifade etmemiz lazım.
Onun için de uluslararası finans merkezi projesi ülkemizin geleceği için
ve hepimiz için son derece önemlidir. Bu çerçevede inşallah geleceğin bu
günden daha iyi olacağına inanıyorum. Çok teşekkür ediyorum.
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Sayın Başkana hem süre için hem
de konuları itibarıyla teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, öncelikle finansal
kaldıraç oranlarının yüksekliğinden bahsetti. Belki de küresel krizin en
önemli nedenlerinden birisi budur. Yani hem firmalar hem de bankalar
özkaynaklarının çok ötesinde borçlandılar ve küresel krizle tüm dünyayı
karşı karşıya bıraktılar.
Bankacılık sisteminde büyümenin artık bundan sonra ancak organik
olabileceği, Türkiye’de de büyümenin finansman kaynağının bundan
sonra sermaye piyasaları olması gerektiğinin altını çizdi. Burada da
hisse senedi piyasaları ön plana çıkıyor. Biz neler yaptık konusunda
Sermaye Piyasası Kanunu ve ardından da Borsa Anonim Şirketindeki
dönüşümden bahsettikten sonra çok önemli bir konuya vurgu yaptı. O
da ülkemizdeki son yıllardaki tasarruf oranının maalesef giderek çok
alt düzeylere, özellikle OECD ülkelerinde yüzde 26 olan oranın, bizim
ülkemizde yüzde 12-13’lere kadar düşmesi konusu hepimizin dikkatini
çekiyor. İnşallah alınan politika tedbirleri ile de bundan sonra tasarruf
oranlarını hiç olmazsa önümüzdeki beş yıl içerisinde yüzde 18, on yıllık bir
ortalama vade içerisinde OECD ortalamasına getirme, Türkiye’nin temel
hedeflerinden bir tanesidir. Kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Üçüncü
konuğumuz Mark White Lewis. Ülkemizi Sayın Lewis yakından tanıyan
bir isim. Yaklaşık üç yıldır Türkiye’de yaşıyor. Hem bizi hem de küresel
piyasaları yakından izleyen bir isim olması nedeniyle de görüşleri hepimiz
için değerli olacaktır. Buyurun söz sizin, teşekkür ediyorum.
18
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Mark White Lewis, IMF Türkiye Temsilcisi- Çok teşekkür ederim
Vahdettin Bey. Öncelikle Kalkınma Bakanlığına, bana burada bu tarihi
konferansta bulunma fırsatı verdikleri için teşekkür ederim. Yine bütün
katılımcılara da görüşlerimizi paylaşma fırsatını bizlere verdikleri için
teşekkür ederim. Gerçekten son derece etkileyici, profesyonel ve dost
panelistlerle beraberim. İbrahim Bey’in de bahsettiği üzere, çok ilginç bir
zamandan geçiyoruz, bu arada İbrahim Bey çok önemli bir düzenleyici
kurumun Başkanı. Düzenleme ile ilgili bir takım kısıtlamalardan bahsettiniz
piyasa baskılarından da bahsetmek istiyorum. Öncelikle dostlarımızın da
söylediği üzere Türkiye’deki finansal istikrar ve elde edilen kazanımlara
değindikten sonra önümüzdeki dönemde durumu nasıl iyileştirebiliriz,
bunlardan bahsetmek istiyorum.
Elbette ki küresel kriz karşısında Türkiye iyi bir performans ortaya
koydu. Türkiye’de ekonominin temelleri güçlüdür. Bu tespitlerden bir
tanesidir. Bu arada temelleri güçlü derken, bilançoları genel olarak
güçlüdür. Eğer Türkiye’ye bakacak olursak cari açık çok fazla, tasarruf
hesapları daha az vs. ama şu da doğru ki finans sektöründe, bankacılık
sektöründe, hane halklarının bilançoları vs. hatta şirketlerin bilançoları
bile genel olarak oldukça güçlüdür. Bu neden önemli bir şey? Önemli,
çünkü global şoklar karşısında bu sizin esnek olduğunuz anlamına gelir.
Yani daha etkin bir şekilde bu global şokları atlatabilirsiniz. Özel olarak
da finans sektöründen bahsetmek gerekirse tabii ki Türkiye’deki finans
sektörü derken hem şimdiyi hem de geleceği konuşuyor olacağız ama şu
anda bankacılık sektörü çoğunluğunu oluşturuyor.
Finans sektörü ve bankacılık sektörü çok yumuşak bir şekilde küresel
krizi atlattı. Hala da büyümeye devam ediyor Türk Bankaları. Bu sayede
ekonomideki büyümeyi de destekliyorlar. Genel olarak şunu söyleyebilirim;
finans sektöründeki gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki bağlantı
aslında bir nevi tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan konusuna
dönüyor ama ampirik açıdan her ikisi birlikte hareket eden unsurlardır.
Bunu Türkiye’de kesinlikle olumlu şekilde görüyoruz. Böylesi bir
esneklik olduğu zaman finansal sektörde finansal istikrar oluşuyor ve bu
hala günümüz için geçerli bir gerçek.
İlginç bir nokta daha var, meslektaşlarım da bunu ilginç buluyor, eminim
siz de ilginç bulacaksınız, mesela son dönemde International Money
Fund (IMF)’daki meslektaşlarımızın bazıları çalışmalar yaptılar ve dünya
19
Oturum 3A
ekonomi görüntüsünü tartıştılar. Mesela sermaye akışlarına baktıklarında bu
açıdan volatilite riski olan ülkeler yani büyük yükselen piyasalar ve bu tür
ülkeler, Türkiye’de böyle bir ülke, daha fazla sermaye akışını cezbediyor,
bu genel olarak güzel bir şey ama bu da büyük oranda volatiliteye neden
oluyor ve komplike bir politika yapımına sebebiyet veriyor.
Yine ilginç bir başka husus daha var. Özellikle bu tür bir durumla mücadele
eden ülkelerdeki gözlemim şöyle: Malezya, Şili, Çek Cumhuriyeti’ni de
içeren bir vaka çalışması yaptık, bu tür ülkelerde yapabileceğiniz şeylerden
birisi şu; büyük bir “Inflow” yani girişiniz varsa büyük bir “Outflow” yani
çıkışınız olmalı. Yani tam tersi olabilir; eğer yabancı sermaye sizden çıkarsa
o zaman sizin ülkenizin içinde sürekli kalan sermayenin artması lazım.
Her biri böylelikle birbirinin tamponu olabiliyor. Bu ampirik olarak
da gözlemlenen bir şeydir. Yani siz büyük oranda “Inflow” yani sermaye
akışı elde ederseniz, büyük bir volatilite elde etmiş oluyorsunuz. Yani
neden böyle bir durum var? Genellikle açık sermaye hesapları olan ülkeler,
güçlü finansal sektörü olanlar, sermaye piyasası düzenlemeleri düzgün olan
ülkeler zaten başarılı oluyorlar ve güçlü bir yapıya sahip oluyorlar. Zaten
Türkiye’de bu yapılar var, bir sonraki aşamada ise kurumlarınızı, enflasyon
hedefli politikalar açısından güçlendirmeniz gerekiyor.
Yalnızca kamu borcu açısından güçlendirme değil ekonomik şartları
da yaratabilmeniz gerekiyor. Yani Türkiye artık bu alanda çok daha ileri
noktadadır. Son anlatacağım kısım ise şu; özellikle değindiğim ülkeler yani
Malezya, Şili ve Çek Cumhuriyeti’nde gördüklerimiz çok ilginçtir. Onlar
çok güçlü ve büyük bankalara, finans merkezlerine sahipler. Diğer vaka
çalışmaları da ilginç şeyler ortaya koyuyor.
Bankacılık dışı kurumlarda da büyük oranda tasarruflar bulunuyor.
İşte tampon buradan elde edilebilir. Yani emeklilik fonları olabilir, sigorta
şirketlerinin emeklilik fonları olabilir veya borsa hisse senetleri vs. olabilir.
Diğer enstrümanlar da büyük tasarruf miktarlarına sahip yani istikrarın
sağlanabilmesi açısından ve önümüzdeki kalkınma hedeflerinden birisi de
bu ki eminim sağımdaki meslektaşlarım da bana katılacaklar, böylesi bir
yöntem Türkiye için çok faydalı olabilir.
Tabii ki yapılan birçok reform var, sermaye piyasaları reformu
yapıldı, kanun çıktı, İbrahim Bey ve meslektaşları Borsa İstanbul’u
kuvvetlendiriyorlar. Geçen sene başlatılmış olan bireysel emeklilik
20
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
fonlarına daha fazla oranda teşvik verilmesiyle ilgili birçok reform ve adım
bu yönde ilerliyor. Diğer konulara da gelmek istiyorum.
Öncelikle Malezya, Çek Cumhuriyeti ve Şili vaka çalışmalarına
tekrar dönmek istiyorum. Fark ettiğimiz unsurlardan birisi şuydu; yani
bir ülkenin ne kadar zengin olduğu önemli değil ya da o ülkenin doğal
kaynaklarının olup olmaması vs. bu tür sorunsallar da önemli değil, sadece
politika meseleleri açısından bu konulara bakacak olursak, yani biraz, bir
adım geri atarsak ve ülke içinde tasarruf nasıl oluşturabiliriz sorularıyla
karşı karşıya kalıyoruz, ki bu da finansmanı oluşturuyor, finansmanda
yatırım yapmamızı sağlar, yatırım sayesinde büyüme olur, büyüme olunca
da Türkiye’de yaşam standardı yükselir.
Bariz bir şekilde farklı politikalar söz konusudur. Yani özellikle
makroekonomik politikalar önem kazanıyor. Türkiye’nin de genel
olarak sağlam makroekonomik politikalarının olduğunu görmekteyiz
son yıllarda. Özellikle kamu finansmanı pozisyonunu Türkiye iyileştirdi,
enflasyonu düşürdü ve bu sayede faiz oranları da düştü. Faiz oranlarının
düşmesi finansal gelişimi de destekledi. Özellikle faiz oranları çok önemli,
eğer tasarrufu cezbetmek istiyorsak tabii ki enflasyon oranı bunlar için
önemli olacaktır ve finans sektörü düzenlemesine baktığımızda bankacılık
dışı kurumlar doğru yönlerde ilerliyorlar.
Kendi açımızdan baktığımızda sadece bir örnek vermek gerekirse, son
dönemde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nın
atmış olduğu adımlar, tüketici açısından aşırı eğilimleri kısıtlamaktadır.
Tabii ki tüketicilere daha fazla oranda kredi veriliyor ama diğer ülkelerin
yaşadığı örnek dönemlere bakacak olursak, mesela borç, borçlu olmak,
kredi alma, gelir düzeyleri vs. arasındaki ilişkilere baktığımızda Türkiye’de
yakın gelecekte çok pozitif tedbirler alınmış olduğunu görüyoruz. Şu
anda da Türkiye kredilerin verilmesi anlamında günümüzdeki aşırılıkları
yönetmeye çalışıyor. Bankacılık dışı enstrümanlar ve kurumlar da yine
bizleri bu yolda ileriye doğru taşıyor ve daha fazla tasarruf elde etmemizi
sağlıyor ve daha büyük bir finansal istikrar getiriyor. Teşekkür ederim.
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Teşekkür ediyoruz Sayın Lewis’e.
Sayın Lewis, Türkiye’nin global krizden olabildiğince az etkilendiğini,
finansal sektör, hükümet, şirketler ve hane halkı bilançolarının güçlü
olmasının bunun en önemli nedenlerinin başında geldiğinin altını çizdi.
Yine finansal sektör gelişmişliğinin ekonomik büyümeyle birlikte
21
Oturum 3A
hareket ettiğine, Türkiye’nin de bunun iyi bir örneği olduğuna vurgu
yaptı. Hepimizin üzerinde durduğu kısa vadeli sermaye hareketlerinin
Türkiye açısından zaman zaman sıkıntı olduğuna ve politika seçeneklerini
sınırlandırdığına dikkat çekti ve tasarruf oranlarının yükseltilmesinin
gereğine dikkat çekti.
Belki ifade edilmesi gereken bir başka husus olarak da açık ekonomi,
dalgalı kur ve sağlıklı finansal düzenlemenin sermaye hareketlerinden
az etkilenmemizin temel nedenleri içerisinde yer aldığına dikkat çekti,
kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Tabii ki finansal kriz deyince ilk
akla gelen şey portföy yatırımlarıdır. Krizin ilk dalgası orada kendisini
hissettiriyor. Bankalarda ve aracı kurumlarda sermaye çok akışkan, bir
gecede milyar dolarlar bir yerden bir başka yere yönelebiliyor. Bunu en
iyi hisseden de tabii ki bir aracı kurumumuzun Sayın Genel Müdürü, TEB
Yatırım’ın Genel Müdürü Baturalp Candemir Bey de sanırım konuyu bu
boyutuyla değerlendirecektir. Buyurun Sayın Candemir söz sizin.
Baturalp Candemir, TEB Yatırım Genel Müdürü- Teşekkürler
Sayın Başkan, bu toplantıda konuşmaktan büyük mutluluk duyuyorum
ve Kalkınma Bakanlığına bu hakikaten çok iyi organizasyon için ve beni
davet ettiği için teşekkür ediyorum. Ben de bir konuşma hazırlamıştım ama
üç tane değerli konuşmacıdan sonra konuşuyor olmanın zorluğunu fark
ediyorum biraz dikkatleri çekebilmek için de Sayın Başkan izin verirseniz
provokatif bir giriş yapacağım.
Global kriz toplumun geniş kesimlerine zarar verdi, dünyanın geri
kalanında işsiz kalan insanlar oldu, şirketler battı falan ama Türkiye
açısından aslında sonuçları itibarıyla başladığımız bir noktadan daha iyi
bir noktaya varmamıza yardım etti. Nasıl oldu bu? Yaklaşık 15 senedir
Türkiye’ye hem portföy yatırımı yapıp hem şirket alıp satmak isteyen
yabancı yatırımcılarla hem de hisse senedi, tahvil, devlet tahvili almak
isteyen Türk şirketlerine ortak olmak isteyen yatırımcılarla sürekli görüşen
ve onlarla beraber iş yapan şirketlerde çalıştım.
Global krize kadar Türkiye 2000’li yılların başından itibaren ciddi
önlemler alıp istikrara kavuşturmaya çalıştı ekonomisini ama bunun
ne kadar başarılı olduğu konusunda herkesin farklı bir fikri vardı, her
yatırımcının farklı bir fikri vardı ama 2008 yılında kriz gelip vurduğu
zaman, global yatırımcı algısı değişmeye başladı. Daha önce iyi bildiği
piyasalar göçerken daha önce kafasında soru işareti olan bazı piyasaların
22
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
da aslında düşündüğünden daha da sağlam olduğunu gördü. Türkiye de
bunlardan bir tanesiydi.
2008 öncesinde Türkiye’ye yatırım yapan yabancı portföylerine bakın,
şimdiki duruma bakın, çok ciddi bir artış göreceksiniz. Bu artış, 2008
yılında bu ülke aslında daha önce düşündüğümüz kadar da fazla riskli
bir ülke değilmiş değerlendirmesinin sonucu olan bir şeydir. Bunun için
2000’li yılların başındaki bütün reform hareketlerine hakikaten teşekkür
etmemiz lazım. Çünkü onlar sağlamış bunu. O zamanlardan itibaren
kurulmaya başlanmış kurumlar, hakikaten Türkiye’nin hakikaten, sağlam
bir ekonomiye, sağlıklı bir ekonomiye ulaşması için yardım eden ciddi
faktörler olmuşlar. Şimdi risklerimiz var mı? Var tabii ki ama 2008, hatta
2000 öncesi risklerle karşılaştırdığımız zaman şimdiki risklerimiz veya
streslerimiz çok daha azdır.
2000 yıllarının başlarında ben ekonomist olarak çalışıyordum. 2000–
2001 yıllarında en çok yaptığım iş neydi biliyor musunuz? Hazine kaç ay
sonra tıkanabilir egzersizini yapıp müşterilere bunu duyurmaktı. Sekiz
senedir bir daha o modeli çalıştırmadık. Yatırımcılar neredeyse iki ayda
bir yurtdışından gelirlerdi. Bir yatırım yapıyor, karar veriyor ama sürekli
nereye gittiğini, ne yaptığını anlamaya çalışıyor. Şimdi 3-4 senedir
gelmeyen ama bu arada yatırımlarını çok fazla sayıda artıran yatırımcı da
var. Bu şu demek; aslında bu ülkede bir istikrar olduğu konusunda global
yatırımcı kitlesine bir mesaj verebilmişiz.
Krizin hayırlı sonuçlarının bir tanesi de şu oldu; ya bugün ya yarın ne
yapsak da durumu kurtarsaktan farklı bir bakış açısıyla, on sene sonra
ne yapmak lazım, on sene sonra bu ülkeyi nerde görüyoruzun sorularını
sormaya başladık kendimize. Şimdi SPK’nın çıkan kanununu, tebliğlerini
okuduğunuz zaman, şöyle bir izlenim ediniyorsunuz; bir otorite var ve bu
otorite bugün nasıl problemleri hallederizi bir kenara bırakmış yani onu
çözmüş artık. Ama on sene sonra nerede olması lazım bu ülke, bu ülkenin
sürekli büyümesine katkıda bulunmak için sadece bankalar değil, banka
dışı finansal kesimin de neler yapması lazım ve onları yaparken de nelere
dikkat etmemiz lazım konusunda bir şey yapıyor, bir plan yapıyor.
Kanun dediğimiz şey aslında bunu sağlayan bir araçtır. İstanbul Finans
Merkezi diye bir şeyler duyuyoruz son zamanlarda. Hani Türkiye AB
üyesi olsun, AB reformları yapsın, işte Türkiye şuraya gidecek, oraya
giderken şu tip önlemler alsın. Hatırlarsınız 2000’li yılların başında öyle
23
Oturum 3A
bir bütçe disiplini öngörülüyordu ki Planda, kimse de inanmıyordu ona.
Ama sonunda gerçekleşti bu, gerçekleşmesi kolay olmadı ama gerçekleşti.
Avrupa Birliğine üye olacağız diye en azından kanuni altyapı açısından
insan haklarında, demokratikleşmede bayağı bir ilerleme sağlandı.
AB üyesi olmadık ancak ekonomik önlemler işe yaradı, istikrarı
sağladık. AB üyesi olmadık ama 2005–2006 yıllarında insan hakları
konusunda, demokratikleşme konusundaki hiçbirimiz aldığımız önlemlerin
hiçbirisinden de şikâyetçi değiliz. İstanbul finans merkezi olur mu olmaz mı
ben şimdi bilmiyorum ama İstanbul’un finans merkezi olması için pek çok
koşul aslında şu an var. Kanuni altyapı, SPK Kanunu, çok ciddi bir altyapı
hazırlıyor, kanuni altyapı hazırlıyor. Evet, finans merkezi olabilmemiz için
bizim bazı yerelliklerden kurtulmamız lazım. Tekrar söylüyorum olmayacak
bir dua değil bu, olabilir bir şey, ama Türkiye’deki finansal kurumları,
finansal araçları, her şeyi yerellikten kurtarıp biraz daha global bir kurum
niteliğine kavuşturmamız lazım. Onun altyapıları hazırlanıyor şimdi.
Daha önce ne vardı? Paramızı götürüp mevduat olarak yatırıyorduk ya
da hani biraz daha sofistike yatırımcıysak tahvil ve hisse senedi alıyorduk.
Fakat bunlar çok temel şeyler olmakla beraber önümüzdeki 50 senede
mevduat hala paramızın en büyük kısmını koyduğumuz finansal araç olmaya
devam edecek, bunda kuşku yok. Ama ne var, şimdi hisse senedini ancak
piyasa yükselirken alırsınız. Piyasanın düşeceğini düşündüğünüz zaman bir
finansal araç yok. İki tane aracımız vardı; tahvil ve hisse senedi. Tek yönlü
getiri sağlıyordu, düşerken ne kendinizi riskten koruyabiliyordunuz, ne de
para kazanabiliyordunuz. 10 bin müşteriye hitap eden bir şirketimiz var.
Yavaş işliyordu ve borsamızda son alınan önlemler olmadan önce biz 10
bin müşteriye saniyede altı tane emir gönderebiliyorduk, yedincisi geldi mi
bekliyordu.
Yurtdışında finansal merkez dediğimiz yerlerde saniyede ne kadar emir
gönderebiliyorsunuz? 500 tane, 1000 tane emir gönderebiliyorsunuz. Şimdi
altı aylık bir çalışmanın sonunda artık 130 civarında emir gönderebiliyoruz.
Bu tip şeyler ufak gibi gözüken ama çok önemli şeyler yani Türkiye’nin
finansal merkez olup olmayacağını bilmiyorum ama şu anda yapılmaya
çalışılan şeyler, oraya giden yolda birer adım niteliğinde ve bu anlamda da
değerlidir.
İstanbul’un finans merkezi olup olmaması aslında şunu da ima ediyor;
İstanbul’da bir finans piyasası olması lazım. Finans piyasası iki tane araçla
24
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
olmaz. Son zamanlarda neler yapıldı, opsiyon piyasası işleme başladı,
“Future” piyasası işleme başladı. Sadece bir tane iki tane enstrüman
değil, pek çok enstrüman var artık. Parayı, yatırımı yapabileceğiniz ya da
yaptığınız yatırımın riskini azaltmak istediğiniz zaman kullanabileceğiniz
pek çok şey var.
Hisse senedi, reposundan bilmem opsiyonların altı ay sonraki vadesi
için fiyatlara kadar pek çok şey var. Dolayısıyla evet bunlar bir günde
iki günde büyüyen piyasalar değil ama zaman içerisinde bunlar hızla
büyüyecek ve farklı bir yere doğru gideceğiz. Eninde sonunda finans
piyasasının temelinde şu var; temel görevi kaynakların daha etkin
kullanımı için yardımcı olmak. Bu fonksiyonu daha iyi yerine getirecek.
İstanbul’da veya Türkiye’de kullandığımız finansal araç çeşitlemesi
artıyor. Finansal araçlara ulaşım, erişim kolaylaşıyor ama hani borsa
deyince buradan çıktığınız zaman sokakta kime sorsanız herkesin iyi bir
arkadaştan aldığı kötü bir tavsiyesi vardır ve öyle bir canı yanmışlığı
vardır.
Şimdiki bazı tebliğler işte böyle arkadaştan ya da kötü tavsiyeleri
sınırlayan bazı şeyleri de içeriyor. Bu anlamda da piyasanın biraz daha
sağlıklı yürümesi için yardımcı olacak. Reel faizlerin yüzde 25 olduğu
yerde kimse götürüp hisse senedine ya da özel sektör tahviline para
koymaz ama bakın özel sektör tahvillerinin talebi çok artıyor.
Özel sektör tahvilinin önemi nedir? Banka kredi veriyor ama banka
bir risk alıyor. Giderek krediler arttığı zaman bankanın üstlendiği
riskler de artıyor. Özel sektör tahvili bu riskleri biraz azaltan bir araçtır.
Ayrıca bankaya gidip kredi istediğiniz zaman teminat ister ama özel
sektör tahvil çıkarttığı zaman teminat vermezsiniz. Farklı araçtır, aynı
şey değildir. Onun için farklı kullanım alanı vardır. Bu opsiyonların
olması, farklı nitelikte yatırım araçlarının ya da paraya ulaşma, krediye
ulaşma, fonlamaya ulaşma araçlarının farklılaşması mutlaka ciddi katkı
yapacaktır.
Türkiye’de tasarruf oranının düşüklüğü ile ilgili bir hususun altını
çizmek istiyorum. Tasarruf oranı düşük ama dün buradaki sunuşta
İbrahim Çanakçı Bey’in söylediği gibi aslında olan doğru işler var,
onların paralelinde tasarruf oranı biraz aşağıya geliyor. Ama yılbaşında
uygulamaya konulan bireysel emeklilikle ilgili bir karar vardı. Bu desteği
biraz daha pratikte uygulanabilir, kullanılabilir hale getiren bir önlemdi
25
Oturum 3A
ve bu önlemin sonucunda bakın sisteme giren para ne kadar artıyor. Yani
insanlar, halk gerçekten faydası olacağını düşündüğü, gerçekten kendisine
katkısı olan bir şey olduğu zaman o aracı kullanmaya çekinmiyor. Ciddi
bir para girişi oluyor.
Tekrar en başa dönüyorum; net bakarsanız krizin en azından düşünsel
bazda Türkiye’ye faydası olan sonuçları olmuştur. Sadece günü kurtarmaya
değil, on sene sonrasının Türkiye’sinin reel sektörünün nasıl bir finansman
ihtiyacı olduğunu görüp, o finansman ihtiyacını karşılamak için sadece 1-2
tane değil 20-30 tane farklı aracı geliştirmeye yönelik bir politika dizisi
var şu anda gündemde. Onlar yavaş yavaş ilerledikçe bizim kullandığımız
araçlar, sizin kullandığınız araçlar artacak ve gerçekten daha etkin bir
kaynak kullanımına doğru bizi götürecek.
Bunun sonucunda finans merkezi olabilir mi, evet olabilir. Çok şeye
gerek var mı, çok acayip şeyler yapmaya gerek yok ama şu anda dünya
konjonktürü İstanbul gibi aslında hakikaten herkesin yaşamak isteyeceği
bir yerde finansal sistemin şirketlerini buraya taşımaya teşne olabilirler.
Bakın ABD’de, Fransa’da, Londra’da finansal sistem çok gelişmiş ama
oralarda vergiler o kadar arttı ki kriz yüzünden, biz de öyle bir problem
yok. Bordro gelirlerinin yüzde 55’ini vergi veriyor insanlar. Bizim şu
anda vergi oranlarını indirmemize falan hiç gerek yok. Düzgün bir şekilde
yabancı insanlarla beraber çalışabileceğimizi gösterdiğimiz zaman bir
gelişme olur. Sadece üç tane binayı İstanbul’a taşımaktan bahsetmiyorum.
Yabancı insanlar Türkiye’de çalışacak, bunun ortamını sağlamak
lazım. Bu insanlar okula gidecek, demek ki yabancı dille eğitim yapan
yerler gerekecek. İşte o insanların çocuklarını gönderebilecekleri yerler,
öğretmenler, bütün bunların sağlanması aslında bir projedir. Bu projeyi
sadece kamu üstlenemez çünkü bunun reklam boyutu var. Bunun başka
yerde duyurulması boyutu var. Özel sektörün de buna destek olması lazım.
Bildiğim kadarıyla özel inisiyatifleri de var. İşte İstanbul Finans Merkezi
diye bir portal var. Orada kamu ile birlikte bir şeyler yapılmaya çalışıyor.
Dolayısıyla özel sektörün katkısıyla İstanbul Finans Merkezi olabilir.
Olmasa da, o yolda yürüyor olmanın bize mutlaka çok büyük faydası
olacak. Burada kesiyorum, soru olursa cevaplandırmaktan mutluluk
duyarım, teşekkürler.
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Sayın Candemir’e teşekkür
ediyoruz. Sayın Candemir’in vurgu yaptığı bir iki başlık benim de
26
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
dikkatimi çekti. Özellikle global krize kadar Türkiye’nin finansal
başarıları konusunda küresel yatırımcıların bir tereddütlerinin olduğuna
ancak küresel krizle birlikte bu algının değiştiğini, Türkiye’nin gerçekten
düşündüklerinden daha sağlam bir ekonomiye sahip olduğu kanaatinin
hakim olduğunu ifade etti. Krizin hayırlı sonuçlarından bahsetti, bu çok
kullanılan bir kavram değil.
Özellikle kısa vadeli bakış açıları yerine her ülkenin artık on yılını
planladığını söyledi. Gerçekten de bu böyle. Artık şirketlerimiz de uzun
süreli planlama yapmaya başladılar. İstanbul finans merkezi olur mu
sorusunu sorguladı, cevaplarını da kendisi verdi Sayın Candemir. Olmasak
da atacağımız her adımın bizi doğru yola yönlendireceğini ama olma
ihtimalinin daha kuvvetli olduğunun altını çizdi, kendisine tekrar teşekkür
ediyoruz. Sözü Sayın Hocama bırakıyoruz, Coşkun Küçüközmen Hocam.
Hem Merkez Bankası tecrübesi hem BDDK tecrübesi, uluslararası tecrübesi
var ve son olarak da akademisyen olarak sanıyorum yaptıklarımızı ve
yapmamız gerekenleri bize en iyi şekilde özetleyecektir. Hocam söz sizin,
buyurun.
Doç. Dr. Coşkun Küçüközmen, İzmir Ekonomi ÜniversitesiTeşekkür ediyorum. Zamanın kıymetini bilerek hemen sunumuma geçmek
istiyorum. Şimdi hemen Financial Times gazetesinde 28 Ekim tarihli bir
grafik ile başlamak istiyorum. “Deceptive Calm” adını taşıyor bu makale
ve “Aldatıcı Sükûnet” diyor. Esasında bu aldatıcı sükûnet kısmında, şu
dönemde AB üyesi ülkelerin tahvil “Spreadleri” arasında en ufak bir fark
yok ama kriz dönemi yaşandığı anda ülkelerin gerçek gücünün ortaya
çıkması ve bunun bir birlikten ziyade gemisini kurtaran kaptan şekline
dönüşmesinin en güzel ifadesi bu. Şu an için dikkat ederseniz, ne AB
Merkez Bankası (ECM), ne de diğer bir yetkili, gerek tahvil alımları
konusunda, gerekse ne yapacakları konusunda, hatta AB Bankacılık Birliği
de dâhil olmak üzere net bir fikir, net bir görüş ortaya koyamıyorlar.
Durumun burada sıkışmış olduğunu ifade etmek istiyorum. Şimdi
ülkemizle ilgili bir takım sorunlar var, kriz dönemi de yaşandı, cari açık bir
sorun denildi. Vergileme ya da vergi adaleti, gerekli verginin toplanması
sorun denildi. Biz içerde bir sürü şey yaparken dışarısı bunu çok güzel bir
fırsat olarak yakaladı, değerlendirdi ve “Capital-freeze’’ indeksi diye bir
şey yayınladılar, bunu sanırım son bir kaç ay içerisinde defalarca gördünüz.
Excel hatası yaptık filan da dediler.
27
Oturum 3A
Ama bunlar bir şekilde neticede ülkenin kırılganlığının belli merkezler,
belli odaklar tarafından teyit edilmesi anlamına geliyor. Bu hoş bir konu
değil. Bu konuda esasında yapılması gereken şeylere ilerleyen slaytlarda
değinmek istiyorum. Şimdi finansal riskler konusuna gelindiği zaman
çok kısa bir ufuk turu yapmaya kalkışacak olursak 1990’larda Hazine
gerçekten ciddi bir kur riski taşıyordu, faiz riski taşıyordu. O dönemki
kur riski gerçekten inanılmazdı. Hem yabancı para cinsinden tahvil ihraç
ediyordunuz hem de dövizdeki yani yabancı paradaki özellikle Amerikan
Dolarındaki artışı ya da değişimleri kontrol edebilecek çok fazla araç yoktu.
2000 krizi, esasında tüm Türkiye’nin öğrendiği hatta bugün birçok
ülkenin, başta AB üyesi ülkeler olmak üzere örnek aldıkları demem herhalde
abartı olmaz diye düşünüyorum, önemli dersler içeriyor ve bu noktada 20002001 krizinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunda gerçekten
krizle uğraşmanın ne demek olduğunu fiilen yaşamak şansına eriştim. Bu
şanstır esasında kötü anlamda da olsa şanstır.
Yine 1994-1995’te Merkez Bankasında gecelik faizlerin 400–500
olduğu zamanları gördük. Sanırım Baturalp de o zamanlarda Merkez
Bankasındaydı. Arkasından bankaların kur riski BDDK düzenlemeleriyle
kontrol altına alındı ve her ne kadar bankaların faiz riski devam etmekte
ise de artık bir takım araçlar bunları büyük ölçüde kontrol edebiliyor. Ama
şu an için baktığımızda bankaların temel riski kredi riskidir. Özellikle şu
anda hane halklarının yabancı para cinsinden borçlanması üzerine büyük
sınırlamalar getirildi. Belki yasaklandı Mukim Bey bilmiyorum, yasaklandı
değil mi? Çok da iyi oldu. Çünkü döviz kuru riski yönetimi profesyonelce
yapılması gereken bir şey. Yani döviz geliriniz yok ama siz o para cinsinden
borçlanıyorsunuz.
Daha da ilginç olan nokta esasında, reel kesimin kur riskidir. Esasında
bu konudaki açık, çok önemli bir açık ve bu önemli açığın sanırım bu döviz
riski yönetimi konusunda hatta döviz cinsinden borç, yani yükümlülük
riski konusunda Hazine’nin 2003 yılından itibaren yayınlamaya başladığı
Kamu Borcu Risk Yönetimi Raporu ya da benzeri raporlarda yine Hazine
tarafından yayınlanan çok ciddi ipuçları var. Belki bu konuda Hazine’nin
reel sektöre birazcık böyle “Forward guidence” gibi bir önderlik, bir
rehberlik etmesi önemli olabilir, gerekli olabilir diye düşünüyorum.
Şimdi finansal riskler konusuna gelince, finansal risk unsurlarının
başında asimetrik bilgi geliyor, esasında tüm finansal risk sürecini siz
28
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
asimetrik bilgi kavramıyla açıklayabilirsiniz. Şimdi bakın hane halklarının,
firmaların çoğu riskler konusunda bankalara göre daha eksik bilgiye sahip
ve bundan doğan risklere maruz. Bunların dışında kamu kesiminde de
finansal araç konusunda yine eksik bilgi var. Dolayısıyla bu eksik bilgi
finansal piyasaların en temel sorunudur.
Akerlof’un 1974 makalesi “Market for Lemons”, asimetrik bilgide
Nobel ödülü olan bir çalışmadır. Önemli olan nokta şu, bugün ülkeler
arasında da var, diplomaside de var, politikada da var, aklınıza gelebilecek
her konuda asimetrik bilgi var yani hiçbir zaman için taraflar birbirleri
hakkında masaya oturdukları net ve gerekli bilgiye sahip olamıyorlar.
Bunu nasıl yönetecekleri konusu çok önemlidir. Bunu nasıl minimize
edecekleri konusu çok önemlidir. Dolayısıyla “Market making” denilen
süreçte, aslında piyasa yapıcılığı bir noktada denetim ve düzenleme
açısından baktığımız zaman, bu kurumların yani şu an başkanlarının
burada oturduğu kurumlar hem sorumlu hem yükümlü hem de bu konuda
gerçekten omuzlarında çok ağır bir yük var. Çünkü neticede bir şey olduğu
zaman ilk önce gidilecek adresler bellidir.
Bugün mesela birazdan İstanbul Finans Merkezi konusuna gelince
değineceğim, burada bilmemiz gereken şey şu, asimetrik bilgi çağında
yaşıyoruz. Şimdi arkasından Merkez Bankasının da önderlik ettiği bir
sistemik risk konusu var. Bu konuyla ilgili olarak bir kaç şey söylemek
istiyorum. Şimdi sistemik risk denilen şey esasında sistem içerisinde bir
ya da birden fazla kuruluşun ya da büyük bir kuruluşun başına gelebilecek
olan herhangi bir sıkıntının sistemin tümüne sirayet etmesi problemidir.
Şimdi bu problemi nasıl tespit edeceğiz, nasıl önleyeceğiz? “Too big
to fail”; batmasına izin verilemeyecek kadar büyük banka. Bu ciddi bir
“Moral hazard’’ yani istismar riski yaratıyor. Nasıl olsa biri beni kurtarır
riski. Basel Komitesi tüm dünya ülkeleri için ve özellikle küresel çapta bir
“Systemically Important Financial Institution” (SIFI) adı verilen önemli
kuruluşları açıkladı. Şimdi bu kuruluşların önemli olması, aman efendim
bunlar önemli, bunlara bir şey olmasın mı yoksa piyasanın canına mı
okuyorlar, bu iki taraftan bakmak lazım buna.
Bugün J.P. Morgan gerçekten önemli, birazdan sistemik riskteki
payını göreceğiz, 13 milyar dolar cezaya çarptırılıyor. Bununla ilgili
müzakere yapılıyor, demek ki bir şeyleri, kuralına, kaidesine uygun olarak
yapmamış. Neyi yapmamış, niçin yapmamış? Bu kurumlarla uğraşmak
29
Oturum 3A
gerçekten kolay mıdır? Hukuki altyapı bunlarla uğraşmaya yetecek midir?
Bir de bunun dışında “Federal Reserve” dahi olsa bu kurumların kulağını
çekebilecek, kolunu kıvırabilecek güce sahip mi? Bu noktaya dikkat
edilmesi gerekiyor bu çerçevede. Şimdi sistemik risk konusunda, Türkiye
esasında kendi emsali ülkeler arasında bu konuda çok mesafe kat etti diye
düşünüyorum. Burada sistemik riskin yönetimi konusunda en azından
finansal piyasalarda ben ciddi farkındalık oluştuğunu düşünüyorum.
Şimdi sistemik riskler ve yönetimi konusunda bir de “Macro-prudential”
denilen makro ihtiyati tedbirler var. Bunların büyük bir kısmı Basel’den
geldi. Ama ben burada sizlerle ilginç bir şeyi paylaşmak istiyorum.
Sistemik risk üzerinde Nobel ödüllü Robert Engle’ın başını çektiği New
York Stern University’de bir sistemik risk laboratuvarı var. Bu laboratuvar,
anı anına dünyadaki sistemik riskleri yayınlıyor. Bakın dikkat ederseniz
ABD için en büyük risk J.P. Morgan’dan geliyor, en tepeye komuş.
ABD’de parasallaşmada da aşağı yukarı 4 trilyon dolarlık bir sistemik risk
var. Küresel olarak baktığımız zaman bir numarada Japonya, iki numarada
Çin, üç numarada ABD’ni görebiliyorsunuz. Fransa, İngiltere, Almanya
sonradan geliyor. Yani bu sistemik risk oluşturma potansiyeli ülkelerin
büyüklüğü ile de doğru orantılıdır.
Avrupa’ya baktığımız zaman Türkiye en altlarda. Türkiye, bugün
GSYH’sı kadar bankacılık sektörü aktifleri olan bir ülkedir. Neticede
sistemik riske katkı açısından baktığınız zaman bu da ilginç bir başka
konudur. Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya yine başı çeken ülkeler arasında.
Afrika çok ilginç, bir tane ülke var yani diğerlerinin hepsi batsa hiçbir şey
olmaz sonucunu da çıkarabilirsiniz buradan. Tabii ki bu işin mizah tarafı
ama bir tek Güney Afrika herhalde yeterli miktarda veri sağlıyor ve oradan
elde edilen sonuç bu.
Şimdi gelelim finansal sistemin geliştirilmesi için izlenmesi gereken
politikalara. Şimdi en son söyleyeceğimi en başta söylemek istiyorum;
temel kavram armoni yani bir ülkenin hukuk başta olmak üzere piyasa
düzeni uluslararası piyasalarla uyum içinde çalışmadığı sürece finansal
sisteminizin entegre olması ve uluslararasılaşması mümkün değildir. Bu
genel bir kural. Bakın bu ifademi özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şimdi bu bir J.P. Morgan, bir de vatandaş Mehmet Efendi örneğini
verdim. Bugün ikisi için olan her türlü hukuki altyapı ve hukuki haklar
herkes için geçerli olmalıdır. Şimdi J.P. Morgan imtiyaz sahibiyim, ben
30
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
buradan çeker giderim diyebilir ama aynı zamanda bir ülkeye çalışmaya
geldiği zaman ben o ülkenin vatandaşıyla aynı hukuki koşullara tabiyim
de diyebilmelidir. Aksi takdirde bugün J.P Morgan’ın Kore’de ve Çin’de
yaptıklarını, Kore’de 1990’larda; Çin’de de bu senenin başlarında çıkan
korkunç skandallar kaçınılmaz olur. Üst düzey Çinli bir politikacının ve
bürokratlarının çocuklarını J.P Morgan’da işe alma karşılığında Çin’in iç
işlerine ilişkin bir takım belge, bilgi elde etme manipülasyon olayından
söz ediyorum.
Hukukun buradaki önemini bir kez daha bu vesileyle vurgulamak
istiyorum. Şimdi Borsa İstanbul’a gelelim. Borsa İstanbul’la ilgili
yine en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Bir defa bu hakikaten
bence Marmaray’dan çok daha önemli bir proje; bana inanın. Aklınıza
gelebilecek her türlü projeden çok daha önemli bir proje. Şimdi bu proje
kimin sorumluluğunda, kişi lazım, hangi kurumun tekelinde gidiyor,
kurum lazım. Aksi takdirde bir takım işlerde bunun sahibi kimdi konusunda
başarılı olunmuyor.
Bu kişi aramızda, Sayın İbrahim Turhan ve Borsa İstanbul. Ben bir
defa kesinlikle başarılar diliyorum. Elimizden gelen her türlü desteği
hepimiz göstereceğiz. Bunun meyvelerini biz görürüz, çocuklarımız görür,
torunlarımız görür, bilemiyorum ama bu projeye bir şekilde başlanması
gerekiyordu. Ne şekilde, nasıl gideceği projeye inanmakla mümkündür.
Galata bankerleri dönemine bakın, “Bankers and Pashas’’ diye bir kitap var.
Mısırdan paralar geliyor, İstanbul üzerinden geçiyor ama koklatmıyorlar,
görmüyorsunuz bile.
Bizim Merkez Bankası kurulana kadar paranız dışarıda basılıp geliyor
buraya. Kim basıyor, ne kadar basıyor, nerde giriyor, nerde harcanıyor,
nerde kullanıyor, halkın tasarruf edebilecek durumu yok, para sizde değil.
Yani bu noktalardan geldiğimizde, tarihi boyutuna baktığımız zaman
böyle bir girişimin önemini ve girişime gönül vererek çalışan kim olursa
olsun bu ülkede, desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şimdi gelelim
bir diğer noktaya.
Şimdi bu son sözleri yine en başta söyleyelim. Hukuk, güven, istikrar.
Dün Sayın Babacan da söylemiş, kaçırdım konuşmasını ama bu girişimi
sonuna kadar desteklemeliyiz. Bilinen ve bilinmeyen rakiplerimiz var
bunları çok iyi takip etmeliyiz. Paranın akışı ve akış yönü önemlidir. Bu
konuda iki tane temel makale var ve ben bunları hem panelistlerimizle
31
Oturum 3A
hem Artunç Bey’le paylaşacağımı söyledim. “The Strange Geography of
Emerging Markets” çok ilginç bir makale, bir de “Money Flows Like a
Mercury” yani “Para Civa gibi Akıyor”.
Burada finansal piyasalara ilişkin çok ilginç bilgiler var. Bir tanesini
sizinle paylaşayım. Finansal piyasalarda yatırımcıları uyarmak için şöyle
bir şey var. Diyor ki, bu stratejiyi uyguladığınız takdirde ya da yatırım
yaptığınız zaman, kazanabilir de kaybedebilirsiniz, piyasa o yönde de
gidebilir. Sigaraların üzerinde de bir uyarı var, içerseniz ölürsünüz, şuyu
etkiler buyu etkiler diye ama neticede vurgulanan taraf diğer taraf. Yani
bu süreçte size bunu vermesine rağmen bir diğer taraftan sizden para
kazanıyor. Dolayısıyla uluslararası sermaye akımlarına dikkat etmek
gerekiyor.
Şimdi haritalar var, bunların çıkarılması birazcık emek gerektiriyor, bu
konuda Ayhan’ın yardımlarını inkar edemeyeceğim Finans Portföyden.
Etrafımızda “Sovereign Wealth Fund” yani ulusal varlık fonu bulunan
ülkeler hangileri, bunların ne kadar parası var diye baktık. Rakamsal
büyüklük olarak 5,6 trilyon dolar nakit var etrafımızda. Türkiye finans
merkezi olursa bu parayı çekebilir mi, evet, mutlaka çekebilir. Peki nasıl
çekebilir? Avantajlarımıza bakar mısınız, coğrafya, bunu her zaman
için vurgulamak lazım çünkü bir makale var, hatırlarsınız, “Prisoners
of Geography” yani artık doğanın kuralı, talihiniz, öyle bir yerde
doğmuşsunuzdur ki o ülke maalesef sıkıntı içindedir ama Türkiye’ye
baktığınız zaman tam merkezde bir ülke. İç üretim; bakın Dubai finansal
merkez, Dubai ne üretiyor? Petrolü geri çekince ne kalıyor Dubai’de.
Hâlbuki 1299’lardan bu tarafa bir devlet geleneği var. Köklü tarih yine
aynı şekilde var. Doğal kaynaklarımız var, yeraltı, yerüstü kaynaklarımız
var. Bakın bunlar avantaj, peki neyi iyileştirmemiz gerekiyor, hukuksal
altyapı, ihtisas mahkemeleri, tahkim. Biraz önce Baturalp Bey’in söylediği
gibi eğitim altyapısı, gelen kişilere çok iyi eğitim ve benzeri hizmetleri
sunabilme. Fiber optik sistemler ve “High-frequency-trading”. Highfrequency-trading’e soru işareti koydum ama onun ne kadar katkısı
olduğunu çok bilemeyeceğim.
Borsa İstanbul-NASDAQ işbirliği çok önemli, basından okuyoruz,
gerçekten burada ben çok ciddi bir bilgi alışverişi olduğuna inanıyorum
ama bu noktada belki bir takım sektörlerde çalışan kişilerin, şirketlerin
fiyat riskini yönetebilmeleri için enerji ve emtia borsaları çok önemli
32
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
diye düşünüyorum. Şimdi bakın Katar bir çalışma yapmış, Katar Finans
Merkezi Türkiye’yi orada kaçıncı sıraya koymuş? Türkiye, 50’nci, 60’ıncı
sıralarda yer almaktadır. Kendisi 34’üncü sıralarda yer alıyor. Şimdi
bunları kim yapıyor, nasıl yapıyor hangi parametreye bakıyor, bunları
sorgulamak lazım. Belki hani oturup ben de şimdi bir tane finans merkezi
endeksi yapayım, İstanbul dünyanın en büyük 18’inci merkezi.
Benim kriterlerim bu, itiraz eden varsa çıksın derim, kimse de çıkamaz.
Yani bu tip şeyleri de yapmak zorunda da bırakabiliyorlar zaman zaman.
Yani buna dikkat etmek lazım. Her türlü uluslararası raporda Türkiye’nin
ilk 50, ilk 60, ilk 90, ilk 140 da bile değiliz filan, bunların temeline
bakmak lazım. Bunlar hakikaten bir şekilde yatırımcıya da yansıyan ve
daha sonra sıkıntı yaratan rakamlar olarak çıkıyor. Şimdi sonlara doğru
gelirken Denzel Washington’ın başrolünü oynadığı “Dejavu” isimli bir
film vardı, hani nereye bakacağınızı bilmeniz gerekiyor. Hizmetlerdeki
yavaşlamayı görüyorsunuz. Yani uluslararası konjonktürü takip ettiğiniz
zaman stratejik bir planınızın olması ve planın son derece esnek olması
ve gelişmeleri anında içerecek tarzda nasıl söyleyeyim, bir takım şeylerin
olması gerekiyor.
Bakın neyse bunları bir şekilde koyacağız ama bir de şunu söyleyeceğim,
o nereye bakacağınızı bilme konusunda çok yeni bir rapor yayınlandı,
“From Rhetoric to Reality: Reframing U.S. Turkey Policy”. Bu rapor
çok dikkatle, satır satır okunması gereken bir rapordur. Buna çok çok iyi
bakmak gerekiyor. Teşekkür ediyorum.
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Sayın Hocam gerçekten doyurucu
bir sunum, beş dakika süre hiç kesmeden ilave verdik, keşke vaktimiz olsa
da bir 5-10 dakika daha hatta 5-10 saat sizi dinlesek. Özellikle yapılması,
iyileştirilmesi gereken alanlarla ilgili not almaya yetişemedim. Ümit
ediyorum sunumu bizimle paylaşırsınız. Çok çok teşekkür ediyoruz. Eğer
katılımcılardan soru sormak isteyen varsa 1-2 tane soru alabiliriz, yoksa
hep beraber geçeceğiz. Evet, kendinizi tanıtıp kime soruyu yönelttiğinizi
de söylerseniz.
Artunç Kocabalkan, İstanbul Finans Merkezi Girişimi- Ben
Sayın Mark Lewis’e bir soru sormak istiyorum, esasında Sayın Coşkun
Küçüközmen de belirtti, dünyadaki çeşitli sıralamalarda Türkiye Finans
Merkezi olarak nerede değil, bunun özüne bakmak lazım dedi. Şimdi
Doing Business diye bir internet sitesi var. Burada Türkiye’ye baktığınız
33
Oturum 3A
zaman Türkiye’nin üzerinde inanılmaz ülkeler var. Yani biz karşılaştırma
bile kabul etmeyiz. Şimdi bu merkezi gerçekleştirmek için biraz önce
bazı zayıflıklardan bahsetti Sayın Lewis. Ben de soruyorum. “What’s
next for Turkey?” Yani ne yapmalıyız bunları çözmek için? Eğer size
sorsalar deseler ki, üç tane elinizde dilek dileme imkânınız var, bunlar
gerçekleşecek. Bu üç tane dileği söyleyin biz de yapalım.
Mark White Lewis, IMF Türkiye Temsilcisi- Sorunuz için teşekkür
ederim. Sizi doğru bir şekilde anladıysam Borsa İstanbul’a dönük olarak
çalışıyorsunuz ve İbrahim Bey’den gelen bir soru olarak da görmüyorum.
Evet, peki, hedeflerimiz neler, güçlü, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme
istiyorsak, yani hem istihdamda hem de gelirde artış istiyorsak, elde
etmek istediğimiz ilerleme bu. Türk halkı için de istediğimiz hedefler
bunlar. Bunun için ne yapmamız lazım? Bizim açımızdan bunu yapmanın
bazı unsurları var. Elbette bir kere, düşük oranda tasarruf sorunsalı var
Türkiye’de. Neden bahsediyoruz, zaten bu konuya artık aşinasınız diye
düşünüyorum ama dinleyici kitlesine dönük ele almak gerekirse, bunun
iki önemi bulunmakta yani düşük tasarruf oranının iki önemli boyutu var,
diğer meslektaşlarımızın da değindikleri boyutlar bunlar.
Zaten düşük tasarruf olursa az paranız olur, az yatırım yaparsınız,
büyümeniz de düşer. Yani elde etmek istediğimiz büyüme hedefleri
açısından her şey ülke içindeki tasarruftan kaynaklanıyor. Diğer ikinci bir
unsur ise eğer herhangi bir ülke büyümek istiyorsa mutlaka yatırım yapmak
zorunda. Eğer ülke içerisinde yerel tasarruflarınız olmazsa, o zaman
yabancı tasarruf bulmanız lazım ve yabancı yatırım bulmak da zaten cari
hesabın diğer kısmını oluşturuyor. Hepimiz bundan bahsediyoruz. Yabancı
tasarruf kullanmak iyi mi kötü mü? Uzun vadede çok büyük oranda yabancı
tasarruf kullandığınız zaman kırılganlığınızı artırıyorsunuz değil mi? Tabii
ki, birçok ülkede bunu görüyoruz, sadece Türkiye’den bahsetmiyorum bu
arada yani genel olarak bahsediyorum.
Her şeyi istikrarlı tutmaya çalışıyorsunuz, bunun yanında daha fazla
büyüme de elde etmek istiyorsunuz. Eğer daha fazla finansal istikrar
istiyorsanız, kırılganlığı azaltmak gerekiyor. Yani öncelikle tasarrufu
artırmak lazım öte yandan da bir zıtlıktan bahsettik, cari açık artıyor ve aynı
konuya benzeri bir şekilde bakmamız gerekiyor. Yani politika perspektifi
de var tabii ki, daha önce de önerdiğim üzere, sağlam, makroekonomik
politikaların devam ettirilmesi önemli, güven muhafaza edilmeli,
34
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
yatırım ortamı sürdürülmeli. Tabii ki, faiz oranları, vs. uygun bir şekilde
belirlenmeli ki ülke içi tasarruflar artırılsın ve tüketimde değişimler olsun.
Tabii ki bu meşhur yapısal reformlardan bahsediyor insanlar. Yani sonuçta
bir bunlar ülkede üretimi artırır.
Rekabet edebilirlikten burada bahsediyoruz. Eğitim ve öğretimden
bahsediyoruz yani beşeri sermayenin iyileştirilmesi ve tabii ki üretimin
artması da önemli. Yine hukuki altyapı, iş ortamı, bunların hepsi önemli
üretimin artması için. Bu arada genel olarak konuşuyorum bu konularda.
Her ülke yani Çin olsun, Türkiye olsun, ABD olsun, Gambia veya hangi
ülke olursa olsun her ülkenin rekabet edebilirlik açısından yaşadığı
zorluklar bunlar. Bence Türkiye’deki kilit uğraşılması gereken alanlar
bunlar ve bunlarda ilerleme olursa Türkiye daha ileriye gider. Teşekkür
ediyoruz, demek ki daha çok tasarruf yapmamız gerekir, bunu anlıyoruz.
Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Başka sorusu olan varsa, son
bir soru daha alacağız yoksa kapatıyoruz. Peki, tekrar teşekkür ediyoruz
bizi dinlediğiniz için. Katılımcılara da, panelistlere de ayrı ayrı teşekkür
ediyorum.
35
OTURUM 3B
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
31 Ekim 2013
Panel Başkanı
Güngör Uras
Milliyet Gazetesi
Panelistler
Prof. Dr. Fatih Özatay
Radikal Gazetesi
Dr. Şeref Oğuz
Sabah Gazetesi
Erdal Sağlam
Hürriyet Gazetesi
Abdurrahman Yıldırım
Habertürk Gazetesi
Abdullah Bozkurt
Today’s Zaman
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Oturum 3B
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Panel Çerçevesi:
• Türkiye’nin temel ekonomik sorunları
• Ekonomiye yönelik fırsat ve tehditler
• Küresel ekonomik dinamikler içinde Türkiye’nin rolü ve etkisi
• Dünya’da ve Türkiye’deki ekonomi politikalarına medyanın katkısı ve etkisi
• Medya sektörünün bu alanlardaki olumlu rolünü güçlendirecek
adımlar
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Önce merhaba, İzmir’de hem 90’ıncı
yılını kutluyoruz İzmir İktisat Kongresinin ama İzmir’in başka özelliği
daha var. Ekonomi basını bakımından da benim derleyebildiğim bilgilere
göre Türkiye’de ekonomi gazeteciliği dediğimiz hareketin başlangıcı yine
İzmir’de ortaya çıkıyor. 1928 yılında Zeki Cemil Bey’in çıkardığı İzmir
Ticaret Gazetesi Türkiye’de bu konuda ilk ekonomi gazetesi. Tabii ki o
günün şartlarında ekonomi gazetesinden, ticaret gazetesinden beklenenler
farklı. İthalat ve ihracatla ilgili bilgileri veriyor. Sonra bakıyoruz,
Türkiye’de gazetelerde ekonomi yer almaya başlıyor. Gazetelerde yer
almaya başladığı dönemde gazete sütunlarında ekonomiden ilk söz edenler
Dr. Aydemir Aşkın, Prof. Dr. Haluk Cillov, sonra Fasih İnal.
Derken, gazetelerde bu ekonomi konuları daha fazla yer bulmaya
başlıyor. Önce yarım sayfa, sonra tek sayfa ekonomi sayfaları ayrılıyor.
Derken ekonomi gazeteleri çıkmaya başlıyor, ekonomi dergileri çıkmaya
başlıyor. Ondan sonra televizyon başladı. Televizyonda ekonomi ufak
haberler alırken, sadece ekonomi yayını yapan televizyonlar ortaya çıktı.
Şimdi bütün bu çerçeve içinde acaba ekonomi, bizim ekonomimiz bu
medyadan ne şekilde etkileniyor? Medya gözüyle ekonomi başlığını her
ne kadar bizim oturumumuz taşıyorsa da, acaba bugün medya ekonomiyi
sadece dışarıdan mı izliyor yoksa medya ekonomiyi etkileyecek, ekonomide
olan biteni eleştirecek güce de mi sahip? Bunları bu kısa sürede tartışmaya
çalışacağız.
39
Oturum 3B
Biraz konuşmaları kendi aramızda döndürme arayışında olacağız
müsaade ederseniz ama önce temel sorunlar var. Fırsatlar, tehditler var.
Küresel ekonomi dinamiklerinin rolü ve etkisi var. Ekonomi politikalarında
medyanın katkısı, etkisi var. Medyanın rolünü güçlendirme arayışları var.
Şimdi, bugün bu konularda Sayın Özatay toplu bir sunum yaptıktan sonra
isterseniz, diğer arkadaşlarımıza da sorular yöneltelim. Sayın Özatay ne
oluyor? Yani Türkiye’de “Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi” deniyor.
Siz medyada yer alan bir akademisyensiniz, yani gazeteci değilsiniz ama
medyanın içinde olan birisiniz, her gün yazıyorsunuz. Nedir, ne oluyor?
Medya gözüyle Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? İyi mi gidiyor, kötü
mü gidiyor?
Prof. Dr. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Teşekkürler Güngör Bey.
Ben bir sunum hazırlamıştım, buradan sanıyorum idare edebileceğim. Ben
hem Radikal Gazetesinde yazıyorum, hem de genel yayın yönetmenimizi
gördüm söylemeden edemeyeceğim, Dünya’da da yazıyorum. Ama
Güngör Bey’in de söylediği gibi bir akademisyen kimliğim var ve
akademisyen kimliği ile yazıyorum. Çok kısaca Türkiye’nin sorunlarına
ilişkin bir şey göstermek, bir kaç slayt göstermek istiyorum. Bu tablo
Türkiye’nin ortalama büyüme oranlarını, dönemleri itibarıyla bazı ülke
grupları ile karşılaştırıyor. 2002-2007 ayrımı, krizden sonra olduğu için
öyle. 2008-2012 ayrımını ben yaptım, küresel kriz ile birlikte. 1990-2001
de o istikrarsız yıllar. Buradan çok fazla tabloyu okumadan iki tane noktaya
dikkatinizi çekmek istiyorum.
2002-2007 döneminde Türkiye çok yüksek bir büyüme oranı ile büyüyor
ama dünyada da o kadar yüksek büyüme oranları var, sadece Türkiye’ye
özgü değil birinci nokta bu. İkinci nokta bu sürdürülebilir olmuyor, kalıcı
olmuyor. Düşüyor ve o kadar düşüyor ki Türkiye’nin büyüme oranı hem
çoğu ülkenin altında kalıyor ikinci saptama bu, hem de o çok istikrarsız
dediğimiz 1990-2001 döneminin de altında kalıyor. Dolayısıyla neden?
Yani neden bizim büyüme oranımız kalıcı olamıyor? Yüksek büyüme
oranlarını Türkiye’de 1980’lerde de gördük, sadece 2002-2007 dönemine
özgü değil. Neden kalıcı olmuyor? Bir de burada tabloda göstermiyorum,
büyümenin en fazla oynak olduğu dönem de 2008-2012 dönemi; yani çok
fazla negatif büyümeler var ve çok hızlı büyümeler de var. Ben iki tane
önemli kırılganlık görüyorum. Türkiye aslında 2001 krizinden sonra çok
önemli bir mesafe kat etti, bunu yadsımamak lazım.
40
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Bankacılık sektörü çok daha sağlam, kamu maliyesi çok daha sağlam,
enflasyon düştü, faizler düştü. Ama iki tane önemli kırılganlık var ki, bizi
yurt dışındaki gelişmelere son derece hassas hale getiriyor. Bunlardan
birisi; tasarruf oranımız çok düşük. Bu tablo yine aynı dönemler itibarıyla
dünyanın çeşitli ülkeleriyle ve yüksek orta gelir ülkelerle karşılaştırıyor
Türkiye’yi. İlk bölümde yatırım milli gelir oranını görüyoruz. Buradaki
saptama, yine rakamları fazla okumadan, Türkiye’nin yatırımlarının milli
gelire oranı çok fazla değil, böyle ortalama bir düzeyde yani dünyada
baktığınızda. Ama buna karşın tasarruf oranımız düşük, ikinci saptama.
Üçüncü saptama da giderek düşüyor. Böyle olunca biliyoruz ki bu
ikisinin farkı cari işlemler açığı. Yani iddialı olmayan bir tasarruf oranını
sürdürebilmek için bile kendi tasarruflarımız yetmiyor, yurt dışındakilerin
tasarruflarına ihtiyacımız var, yani borçlanmaya ihtiyacımız var. Bu, bizi
kırılgan yapan ilk unsurdur.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Müsaade eder misiniz burada bir
soru sorayım. Yani son zamanlarda bu tasarruf konusu gündeme geldiği
zaman, hep bizim tasarruf oranımız yetmediği için yatırımlarımızı yapmak
için yurt dışından borçlanıyoruz lafı var. Şimdi, yurt dışından gelen
dövizin üstünde şu döviz yatırım için geliyor, şu döviz tasarruf için geliyor
diye bir şey mi yazıyor? Yani acaba biz yine yatırımlarımızı eskisi gibi
kendi kaynaklarımızla yapıyoruz da yurt dışından gelen paranın büyük bir
bölümünü tüketimde mi harcıyoruz Sayın hocam?
Prof. Dr. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Doğru, zaten tasarruf
dediğimiz şey gelir eksi tüketim. Dolayısıyla ne kadar çok tüketiyorsak
aynı gelir düzeyinde o kadar az yatırım yapıyoruz demektir.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Yani sokak efsanesini yok edelim.
Yani, biz dışarıdan gelen dövizin tamamıyla yatırım mı yapıyoruz yoksa
yatırımın büyük bir bölümünü yiyor muyuz?
Prof. Dr. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Hayır, yani ne kadar efsane
bilmiyorum ama muhasebe denklemi olarak yazdığınız zaman, herhangi
bir varsayım yapmadan sonuçta cari işlemler açığı tasarruf eksi yatırımdır.
Dolayısıyla tasarrufunuz ne kadar düşük, yatırımınız ne kadar fazlaysa o
kadar cari işlemler açığı oluyor, tabii ki öbür taraftan da gelen dövizin
üzerinde, yatırım için, tüketim için yazmıyor ama çok tüketime gidiyorsa
yatırım o kadar az oluyor. İkinci kırılganlık kaynağımız ilkine bağlı olarak
ortaya çıkıyor.
41
Oturum 3B
Döviz cinsinden borçlarımızla, döviz cinsinden varlıklarımızı
karşılaştırdığımız zaman borçlar çok fazla. Kamu bundan kurtuldu ama
özellikle şirketler kesiminde bu böyledir. Negatif rakamlar durumun
vahametini gösteriyor ve milli gelire oran olarak özellikle şirketler kesiminin
döviz cinsinden borcu çok fazla. Bu neyi getiriyor? İlkinin sonucu olarak,
tasarruf yetmediği için dışarıdan borçlanmak zorundayız. Bu bir yerde
bir bağımlılık yaratıyor ve döviz kurundaki hareketlere karşı bizi çok
hassaslaştırıyor. Dolayısıyla iki temel kırılganlık budur. Bu ne yapıyor? Yurt
dışından yabancı sermaye girişine Türkiye’yi son derece hassaslaştırıyor.
Yabancı sermaye bol miktarda geldiği zaman, hangi biçimde olursa olsun, biz
şunu görüyoruz: Şirketlerin bilançoları düzeliyor dolayısıyla kredibiliteleri
artıyor, teminatları artıyor, çok rahat borçlanabiliyorlar bankalardan.
İkincisi, büyük şirketler dışarıdan doğrudan borçlanabiliyor. Üçüncüsü,
bankalar doğrudan dışarıdan borçlanıp yurt içinde çok fazla kredi açabiliyor.
Dolayısıyla çok fazla para girdiği dönemlerde ülkede çok fazla kredi
genişlemesi görüyoruz. Aynı zamanda da Türk Lirasının değerlendiğini
görüyoruz. Tersine dönemlerde, mesela küresel kriz zamanındaki gibi
dönemlerde de kredi daralması görüyoruz. Çünkü vadesi gelen dış borçlarımız
var, o kadar dış sermaye gelmediği için onları ödemek zorunda kalıyoruz,
ödediğimiz için yeni kredi açılamıyor vs. şirketler kesimi küçülmek zorunda
kalıyor. Döviz kuru çok fazla artıyor ama bu bize döviz kuru açısından çok
ilginç bir dinamik yaratıyor. Normalde öğretilen nedir; Türk Lirası değer
kaybettiği zaman ihracat artar, dolayısıyla büyüme artar, ithalat azalır
dolayısıyla büyümeye olumlu etki yapar.
Ama bizim gibi ülkelerde böyle olmuyor. Çünkü bizim gibi ülkelerde
döviz cinsinden borç çok fazla olduğu için ve özellikle de bu şirketler
kesiminde çok fazla olduğu için bilançolar bozuluyor, Türk Lirasının
değer kaybetmesi daraltıcı olabiliyor. Yani ihracattan gelen olumlu etkiyi
bertaraf edip, Türk Lirası değer kaybettikçe bizim şirketler nedeniyle ve
bankalar nedeniyle ekonomi olacağından daha yavaş büyüyebiliyor. Ama bu
istenilir bir şey değil bundan kurtulmak gerekiyor. Dolayısıyla bunun hem
para politikası üzerine hem de maliye politikası üzerine etkileri var. Şimdi
bunlar kısa vadeli sorunlar. Para politikası ve maliye politikasını son derece
zorlaştırıyor.
Bir de bizim kadim bir sorunumuz var. Daha uzun vadeli bir çözüm
perspektifi gerektiriyor. O da şu: Türkiye’nin zengin ülkelerle durumunu
42
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
karşılaştırırsanız, kişi başına gelir düzeyine bakarsanız ve mesela ABD’ye
oranlarsanız ya da AB’ne oranlarsanız, yıllardır aramızdaki fark kapanmıyor.
Yani büyüyoruz ama onlar da büyüdüğü için, bu büyüme aradaki gelir
farklılığını kapatmaya yardımcı olmuyor. Mesela, Kore bizden daha kötü
bir durumdaymış. Hem zenginlerle arasındaki farkı kapatmış, hem de
bizim çok üzerimize çıkmış. Biz 2002-2007 yılları arasındaki bir miktar
hızlı büyüme nedeniyle bir miktar kapatır gibi olmuşuz ama çok az aslında
yerimizde saymışız. Asıl temel sorun bu herhalde; zengin ülkelere bir
türlü yakınsayamıyoruz. Bizim aslında temel sormamız gereken soru bu:
Bu neden böyle? Bunu nasıl çözebiliriz? Yani kısa dönemli sorunlarımız
var, iki önemli kırılganlık kaynağımız var mutlaka çözmemiz gerekiyor.
ABD’de olan bitene ya da Avrupa’da olan bitene bizi son derece duyarlı
hale getiriyor ama bunları çözsek bile bir de uzun dönemli sorunumuz var.
Yapılan çalışmalar şunu gösteriyor: İki tür çalışma grubu var; birincisi
orta gelir tuzağı başlığı altında, işte bizim gibi kişi başına gelir düzeyi
orta gelir sınıflamasına girmiş ülkeler buradan çıkamayabiliyor. Çok azı
bu gruptan çıkıp, zengin ülkeler sınıfına girebiliyor. Bunun başka anlatım
biçimi de bizim 2002-2007 yılları arasında ya da 1980’li yılların bir
kısmında gördüğümüz o beş yıl, altı yıl süren çok yüksek büyüme oranı
periyodunun kalıcı olmaması. Neden kalıcı olmuyor? Yapılan çalışmalar
birkaç noktaya dikkat çekiyor. Biri; tasarruf oranının düşük olmasıdır. Bu
Türkiye’de çok düşüktür. Ama tasarruf oranı ve tabii ki buna bağlı olarak
yatırım oranının düşük olması.
Bunları yükseltseniz bile iki önemli faktör daha var bu çalışmalarda
ortaya çıkan. Biri eğitim ile ilgilidir. Eğitim düzeyimiz, özellikle
üniversite, lise ve üniversite eğitimi düzeyimiz de önemlidir. Türkiye bu
açıdan bakıldığında, 15 yaş ve yukarısı vatandaşların okulda kalma süresi,
Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya ile karşılaştırdığınızda, özellikle Kore ile
karşılaştırdığınız zaman çok düşüktür. Özellikle üniversite eğitimi süresi
çok kısadır. Bu bir handikaptır. Böyle bir handikabımız var. Bu sadece
niceliği gösteriyor, niteliği de göstermiyor hani bir de eğitimin nitelik
kısmı var.
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) test sonuçları;
o da olumsuz. İkincisi de yine buna bağlı olarak ihracatımız içinde ileri
teknoloji ihracat payının çok düşmesi mesela; Kore ile karşılaştırdığınız
zaman Türkiye çok farklı ya da Rusya ile karşılaştırdığınız zaman çok kötü.
43
Oturum 3B
Bu ikisi ve tasarruf oranının düşük olması birleştiğinde, yapılan çalışmalar
çerçevesinde, Türkiye’nin neden zengin ülkelere yakınsayamadığını da
gösteriyor. Teşekkür ederim.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim teşekkür ederim. Madem bu
konuya girdik, şimdi müsaade ederseniz sizin anlatımınıza dayalı olarak
birkaç soru sorayım sırayla. Sayın Yıldırım, eskiden beri çok iyi şekilde
Türkiye’de hem Türklerin birikimlerinin ne kadar arttığını hem de yabancı
girişlerin ne olduğunu ayrı tablolarla anlatıyor, biz de oradan izliyoruz.
Son zamanlarda Sayın Yıldırım’ın tablolarından gördüm, çok ilginç bir
gösterge vardı. Mevduatın miktar olarak artışının, kredilerdeki artışın iki
misli olduğunu gösteriyor. Nasıl oluyor, bankalarımız yurt dışından daha
fazla döviz kredisi kullanıyorlar, o döviz kredisini Türkiye’de Türk Lirasına
çeviriyorlar ve bunda böylece kredi büyümesi oluyor. Bütün bunun arkasında
ne var? Bir ikili para kullanımı Türkiye’de var. Şimdi bu nasıl işliyor? Bu
böyle gidecek mi diye Sayın Yıldırım herhalde bir şeyler söyler. Evet, Sayın
Yıldırım.
Abdurrahman Yıldırım, Habertürk Gazetesi- Türkiye’nin tasarruf
oranının düşük olduğuna gerçekte inanmıyorum. Ama resmi rakamlara bu
yansımıyor çünkü Türkiye’de kayıt dışılık yüksek, kayıt dışı tasarruf yüksek
ve de bu tasarrufların verimsiz alanlarda kullanım oranı yüksektir. Yine bu
tasarruflardan yurt dışına çıkan para miktarı da diğer ülkelere göre yüksektir.
Yani yurt dışına çıkan parayı şöyle açıklayabilirim; Türkiye’de 500 büyük
sanayi şirketinin öz sermayesi yaklaşık 100 milyar dolardır. Bankaların
toplam öz varlığı 100 milyar dolar, hizmetler sektörüne de 100 milyar dolar
koysak toplam 300 milyar dolarlık sermaye eder. Türklerin yurt dışındaki
toplam varlığının 138 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu hem bu işi
takip eden uluslararası kurumların tahmini hem ilgili kamu otoritelerinin
kabul ettiği bir orandır. Baktığımız zaman Türkiye’deki sermayenin
neredeyse yarısı kadar bir nakit varlık yurt dışına çıkmış, bu bir kayıp.
İkincisi, yurt içine baktığımız zaman 5-6 bin ton altın stokundan bahsedilir.
Bunun rakamsal değeri bugün 200 milyar doların üzerindedir. Yani o yurt
dışına çıkan paraya 200 milyar doları ekleyin 350 milyar dolar eder. Yastık
altı döviz ve diğer bazı likit varlıkları koyun. Üzerine bir de Türkiye’nin
bence hak edilmemiş bir gayrimenkul fiyat yükselişi var. Ama bunu tabii ki
balon oluştu anlamında söylemiyorum. Ekonomisiyle, üretimiyle, geliriyle,
servetiyle orantılı değil, yüksektir.
44
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Para, servet, gelir; kayıt dışı kalmış finansal sisteme gitmemiş, verimsiz
alanlara gitmiş, yurt dışına çıkmış ya da Türkiye’deki uygulamalardan da
korkmuş olabilir. Yatırıma giden paraların ya da sermayenin ne ölçüde
verimli kullanıldığına bakarsak, henüz yatırım aşamasında olan bir sürü
tesis görebiliriz. Kurulmuş ama kapasitesini kullanmayan tesis görebiliriz.
Düşük kapasiteli çalışanları görebiliriz.
Tekstil, un sanayii, makarna sanayii gibi sektörlerde aşırı yoğunlaşma
görebiliriz. Ticaret kesiminde pek çok örneğini görebiliriz. Türkiye’de her
beş dükkândan bir tanesi kahvehane, lokanta, eczane yani istemediğiniz
kadar. Bu sermayenin etkin kullanımını da engelliyor. Dolayısıyla bu
alanlara yatırılan kaynaklar da boşa yatırılmış oluyor. Tasarrufun düşük
kalmasının ya da finansal sisteme giren paranın büyüklüğünün düşük
kalmasının bence nedenlerinden bir tanesi budur.
Bir de 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi kararı
üzerinden yaklaşık bir çeyrek asır geçti, ben de hakikaten izliyorum.
Bunun Türkiye için çok yararlı sonuçlar doğurduğunu söyleyemem.
Neden derseniz; sığ bir piyasa vardı, gelişmemiş bir ekonomi vardı,
dolayısıyla tasarruf açığı vardı. Böyle bir ortamda sermaye hareketleri
serbestleştirilince dışarıdan gelen para Türkiye’de hakikaten yüksek
kazançlar elde etti ama asıl dışarıdaki kaynaklara Türkiye’yi bağımlı kıldı.
Dışarıdaki kaynaklar, Türkiye’de elde edilen kaynaklardan daha ucuza
geldi, daha düşük maliyetli geldi. Uygulanan kur politikalarının ve faiz
politikalarının da sonucu olarak, bir de makroekonomik dengelerin ve
risklerin de yüksek olması nedeniyle şöyle bir sonuç var; dışarıdan gelen
paranın stok miktarı 1987’de sıfır, bugüne geldiğimizde 150 milyar dolarlık
bir hacimden bahsediyoruz. Bunun milli gelire oranı da yüzde 20’dir.
Yani bunu ekonomi içerisinde çevirirseniz hakikaten ciddi bir miktara
ulaşırsınız. Yerli iş yapıcılar ya da parayı talep edenler, dışarıdan gelen
parayı bu şekilde talep edince de yerli tasarruflara ilgi azaldı ve sonuçta şu
oldu; yerli tasarruflar dışlandı aslında.
Yani zamanında nasıl devlet yüksek borçlanıp özel sektörü kredi
piyasalarından dışlıyordu, bu dışlamanın yerini şimdi dışarıdan gelen para
aldı. Dışarıdan gelen para yerli parayı finansal piyasalarımızdan dışlamaya
başladı. Bunun miktarı da dediğim gibi 150 milyar dolardır. Belki bunu
çeşitli şeylerle biraz daha artırabiliriz. Böyle olunca tasarruf oranımız
düşük gibi görünüyor. Yani yoksa ben tasarruf oranımızın o kadar düşük
45
Oturum 3B
olduğunu, servetimizin düşük olduğunu düşünmüyorum, daha yüksek
olduğunu düşünüyorum. Ama gizli, saklı, saklanmış, verimsiz alanlarda
kullanılmıştır.
Devletin vatandaşına yaklaşımı, demokratikleşme, mülkiyet haklarının
sağlamlaştırılması, yerli ile yabancının ayırımını esas almalı, yani yabancı
sermaye kurumsal olarak geliyor, kendi haklarını koruyor, gerektiğinde
devlet nezdinde devreye girebiliyor, ama yerli tek kişi ya da tek şirket
kendi devleti karşısında savunmasız gibi. Dolayısıyla mülkiyet haklarının
da sağlamlaştırılmasına ihtiyaç var.
Vergi oranlarında da bazı düzenlemeler var ama hepsinden önemlisi, bu
da bir yaklaşımla beraber her bir sorunun ele alınıp, belli bir perspektifle o
sorunların ayıklanıp bir tasarruf seferberliğine girilmesi halinde, ben yerli
tasarrufların artabileceğini ve finansal piyasalarda bunun net bir şekilde
görülebileceğini ve Türkiye’nin de önemli ölçüde rahatlayabileceğini
düşünüyorum.
Dışarıdan yabancı sermaye bulduğumuz için de ben cari açığın gereksiz
yere yüksek kaldığını düşünüyorum yani dışarıdan fazla para buluyoruz,
rahat buluyoruz, daha uzun vadeli buluyoruz, bize faizi ya da maliyeti daha
düşük geliyor çünkü Türk Lirasını daha değerli hale getiriyoruz. Yabancı
para Türkiye’ye gelirken Türk Lirasının değerini artırıyor. Böylece hem
spekülasyona dayalı hem böyle bazı gerçeklere dayalı bir sonuçla karşı
karşıyayız. Dolayısıyla bu döngüyü bir yerde kırmamız lazım çünkü 25 yıl
hakikaten yüksek bir oran Türkiye’de, yani Türklerin elde etmiş olduğu
servet ve gelirler, düşük ve verimsiz alanlarda kullanılırken bunun yerine
yabancı servetlerin kullanılması Türkiye’de elde edilen katma değerin
dışarıya transferi anlamına geliyor. Konu bence bir bütüncül yaklaşım
istiyor.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.
Şimdi son söyledikleriniz, özellikle tasarrufla ilgili, ilginç konular. Ümit
ederim ki bunları yazarsınız biz de yazılı olarak daha iyi okuruz.
Şimdi efendim, Sayın Özatay’ın açtığı pencereden devam ediyoruz.
Biraz sonra ekonomi politikalarına medyanın katkısı üzerinde duracağız
ama Sayın Özatay’ın açtığı pencereden bir sorum da Sayın Şeref Oğuz’a
olacak. Çünkü Şeref Oğuz da eskiden beri Türkiye’de özellikle işletmelerin
gelişmesini çok yakından izliyor. Şöyle bir hatırlatma yapmak istiyorum;
46
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Sayın Özatay, Kore ile Türkiye arasındaki farktan söz etti; yani Türkiye’de
planlama tecrübesine başladığımız zaman, İspanya ve Portekiz’den daha
ileriyiz. Hatta 2000’lere gelmeden önce de İtalya’ya yetişecektik. Böyle
hayallerimiz vardı.
Fakat bırakınız onları, bu Kore ile ilgili çok ilginç bir gelişme var.
Anadol’u yapmaya başladığımız zaman aynı Anadol üretim modeli ile
Hyundai, bizim modelimizden, bizim gittiğimiz tedarikçilerle temas
ederek, o da bizden daha bir sene sonra otomobil yapmaya başladı. Ama o
otomobil yapmaya başladığı zaman bizim İngiltere’deki tedarikçimizden,
şu şartı koştu; üç yıl içinde yüzde yüz Kore malı otomobil yapacaksın.
Yaptığı otomobiller tutmadı ama ısrar etti ve bugün Hyundai oldu. Gelelim
Sony’ye. Sony bizim Arçelik’imizden sonra kuruldu yani tekrar ediyorum,
o da Arçelik modeli ile kuruldu. Fakat bugün Sony işte dünyada en büyük
kuruluşlardan birisi oldu.
Şimdi Sayın Oğuz’a sormak istediğim şu; acaba Sayın Özatay’ın açtığı
pencereden gidiyorum, çünkü Sayın Özatay da diyor ki, Türkiye’de eğitim
görmüş insanlara ihtiyacımız var değil mi? Yani ihracata, teknolojiye
ihtiyacımız var. Acaba son zamanlarda Türkiye’de küçüğe dönük yani
KOBİ’lere yönelik mikro kredi, KOBİ kredisi gibi işletmelerimizin
ekonomik büyüklüğünü belirli bir seviyenin altında tutacak desteklerle
hiçbir şekilde dünya ölçeğinde, dünya piyasasına çıkabilecek ölçekte
üretim yapacak firmalar ortaya koyamamanın bir sorunu mu bu? Çünkü
Türkiye’de de okumuş bir takım çocuklar var, yurt dışında çalışıyorlar.
Türkiye’ye niye gelmiyorsun? Türkiye’de beni istihdam edecek firma
yok diyor. Hakikaten Türkiye’de İŞKUR’un rakamlarına bakıyorsunuz,
Türkiye’de lise mezunu veya okuma yazması olmayan daha kolay iş
bulabiliyor ama okumuşlarda iş bulma oranı daha da azalıyor. Acaba
bu bizim firma yapımızdan veya yatırımlarda küçüğe yönelmemizin bir
sonucu mu? Sayın Oğuz bu konuda herhalde bir şeyler söyleyecek.
Dr. Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi- Şimdi ben biraz farklı bakıyorum.
Geleneksel yöntemlerle beraber arkadaşlarımız konuşuyor, yukarıda da pek
çok şey dinliyorum ama ben biraz daha farklı bakmak istiyorum. Bunun
bir zihin yapısıyla ve zihniyet dönüşümüyle ilgili olduğunu düşünüyorum.
KOBİ’ler de buna dâhil. Şimdi aslında Türkiye bu tür küresel başarıları siz
örnek verdiniz. 1937’de uçağımız vardı, 13 tane imal ettik. Nuri Demirağ
bu 2500 km demiryolu ağı döşeyen genç mühendis hatta soyadını Atatürk
47
Oturum 3B
verdi. Demirağlarla ördük anayurdu bir baştan denen o adam. Bir uçağının
pervanesi bende, 13 tane yaptı sattı sonra adamı doğmamışa çevirdik.
Anadol var, Türk arabasıydı. Medya linçi yaptık, eşekler yiyordu. Kia’nın
kaportasını da o dönemde eşekler yiyordu. Onu da doğmamışa çevirdik.
Dikkat ediyorum o süreç içerisinde o kadar çok yenilikleri budayan bir
yapımız oluştu.
O yapının altına baktığımda genel olarak okuduğum şu; bizler farklı
olandan korkma ve farklı olanı yok etme konusunda inanılmaz bir iştaha
sahibiz. Bu pek çok alanda, neyi desteklerseniz onu geliştirirsiniz tezinden
dolayı ayağımızı tökezletiyor. Bir örnek vermek istiyorum; bizden çok
iyi çocuklar çıkıyor, sorun bunların kitlesinde. Kimyada bir kural vardır,
zincirleme reaksiyonun başlayabilmesi için aktif madde miktarının kritik
kütleye ulaşması lazım. Bizde aktif madde miktarları var ama kritik
kütleye ulaşmamalarının iki tane sebebi var. Bir, kafalarını koparıyoruz.
Devlette, özel sektörde fark etmiyor. İkincisi, bunların arasında iletişim
yok. Yani iyiler ittifakı yok. Hal böyle olunca küçük küçük maytap atışları
gibi parıltılar var, sürdürülebilir olmuyorlar.
Geçen hafta bir arkadaşımın veda yemeğine katıldım. Ayşegül İldeniz
44 yaşında bir bayan. Intel’in on bölgeden sorumlu bölge başkanı, on yıldır
burada çalışıyordu. Intel onu performansından dolayı merkeze çağırdı,
enteresan bir pozisyon verdi ona; Yarından Sorumlu Başkan Yardımcısı.
Giyilebilir teknolojilerin başında ve nesnelerin interneti diye beş yıl sonra
para ödemeye başlayacağımız alanın başına getirdi bu kadını. Bu bir Türk.
Ondan önce başka bir arkadaşımız gitti. Beyin göçü yüzünden geriye
çevirmeye çalıştığımız arkadaşlarımız o dönem gittikleri coğrafyaları
değiştirdiklerini biliyoruz. Buraya geldikleri zaman ise kafalarını koparan
bir yapıya sahibiz. Şimdi insan zihni neye hazırsa onu kulak duyuyor, göz
onu görüyor.
İnsan zihni algıladığından ötesini isteyemiyor. Bu bir zihniyet değişimi
olduğunu düşünüyoruz. İslami literatürde de şöyle diyoruz: Allah insana
kabul etmeyeceği duayı ettirmez. Batıda da buna “Zihin neye hazırsa kulak
onu hisseder” ve ben medyanın zihinleri değiştirme yönündeki gücünden
dolayı çok büyük rollerimizin burada olduğunu, pek çok roller aldığımızı
düşünüyorum.
“Anadolu Kaplanları’’ diye sizin beraber çalıştığınız gazetede ekonomi
yönetmeniydim. Aydın Bey’e çıktım. Aydın Bey dedim ben bütün
48
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
gündemi reddediyorum. Bir ay boyunca bütün sayfalarımda borsa tabloları
hariç yeni bir kavramı işleyeceğim. Anadolu’daki bu uyanışı, kıpırdayışı
kavramlaştırmak için. Reddettim, hiçbir gündeme yer vermedim. Ben
dâhil bütün çocuklarım Anadolu’ya gitti geldiler ve ortaya bir Anadolu
Kaplanları ve akabinde KOBİ geldi.
Bunlar neydi küçük, dinamik, kaybedecek bir şeyi olmadığı için cesur,
risk alabilen yapılar. Çok az parayla çok fazla istihdam yarattıkları için
de bir bakıma sistemi rahatlatıyorlardı. 1990’lı yıllar bunların enerjisiyle
birleşti. Bir KOBİ kavramı oluştu fakat 2010’lara geldiğimde, tuhaf bir
şekilde bu KOBİ’lerin, aynı kalanlarının, Türkiye’nin o zaman kurtarıcısı
olanların şu anda baş belaları olduğunu da görmeye başladım. Çünkü
onların giderek OBİ’leşmesi yani orta büyüklüğe gelmesi, giderek daha
iyi iş yapmaları, kurumsallaşmaları ve aynı şekilde sürdürülebilir değerler
üzerinden iş yapmaları gerekiyor. Hala kurnazlık kültürünün burada en
büyük faktör olduğunu düşünüyorum.
Son iki yıldır konuşmalarımı genellikle medyanın da etkisi üzerinden
giderek, biz Türkler neden inovasyon yapamıyoruz üzerine harcıyorum.
Yani biz göçebeydik, geldik niye bunları beceremiyoruz? Yukarıdaki
salondaki konuşmacılardan biri “Efendim biz Ar-Ge’yi, inovasyonu
desteklemeliyiz” dedi. Daha ne yapalım? On senedir dünyanın parasını
akıttık. Binde 3’ten, binde 8,5’a geldi. Yani nerdeyse yüzde 1 olacak.
Yasaysa yasaları düzenledik, yine de işletmelerimiz Ar-Ge yapamıyor.
Hiç kimse de çıkıp söylemiyor, ya bu nasıl oluyor diye. Biz şimdi şunu
sorgulamaya başladık; acaba bunlara akıttığımız paraların geri dönüşlerine
bakıp da bunları kısalım mı? Sabır da yok. Gördüğüm kadarıyla bunun
ekonomi ile de alakası yok. Bir zihniyet yapısı ve bunun aslında bir kültür
değişimi olduğunu düşünüyorum.
O yapılardan sonra kendini cesaretlendiren KOBİ’ler örgütlendiler.
Kredi pastasından daha fazla kar almak için daha talepkâr oldular ve
bunların içerisinde nitelikli KOBİ dediğimiz yani biraz daha iyileri, şimdi
en büyükler sahnesinde en zenginler, ilk 10, ilk 100 profilini değiştirmeye
başladılar. Sorun buradaki süratin yavaş olmasında yatıyor. O anlamda
baktığımızda medyanın rolüne; özellikle bizim gibi toplumlarda iki
şeye tapan bir yapımız var. Bir, güce tapıyoruz bir de medya tarafından
onaylanmış başarıya. Şimdi medya hangi başarıyı onaylarsa açıkçası bunu
diğerlerinin önüne koyabiliyor. O anlamda çok büyük sorumluluklarımız
49
Oturum 3B
olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede güne saplanmış, düne saplanmış
yapılar içerisinde biraz da yarını konuşmak gerektiğini düşünüyorum.
Yani yarını kestirebilmenin en garantili yolu onu inşa etmekse, zihinlerde
bunu inşa edecek olan biz medya olduğumuzdan dolayı sanki gelecek
konularından ziyade düne bakıyoruz. Yani araba içindeki sürücü olarak
düşünün kendinizi, dikiz aynasına bakarak yol almaya çalışan bir Türkiye
medyası, kendimden yola çıkarak söylüyorum bunu. Hâlbuki dikiz aynası
dünü temsil ediyor ve o kadar da önemi yok. Bir yandan hızlı gitmek
istiyorsun ama ön cama bakmak, ön camda gelenleri görmek noktasında
bir kaygı yok.
Burnumuzun dibinde 2018 yılında yılda 120 milyar dolarlık petrol
ihraç edecek Kuzey Irak var. Bunun üzerine bir kavga, bir oluşum var.
Ancak olduktan sonra biz bunu yapacağız. ABD ile Avrupa arasındaki
serbest ticaret anlaşması var ve Türkiye’ye getireceği, götürecekleri
konusunu akademimiz tartışmıyor, biz medya tartışmıyoruz. Bu serbest
ticaret anlaşması görüşmelerinde ABD’ye gidiyordum. Uçakta yanıma bir
rapor almıştım. İsveç, olası bir transatlantik serbest ticaret anlaşmasına
karşı ülkesinin nasıl etkileneceğini, hangi sektörlerinin güçlü olduğunu,
hangilerinin var ama güçlendirilmesi gerektiğini, hangilerini ortadan
kaldırması gerektiğini ve hangilerini yaratması gerektiği konusunda tuğla
gibi bir kitap hazırlatmış ve buna on sene önce başlamışlar. Şimdi biz
bunu Sayın Çağlayan’a sorduğumuz zaman biz de bu konuda çalışıyoruz,
çalışmalıyız. Şimdi Gümrük Birliğini hatırlıyorum, siz de hatırlarsınız,
1996’da girdik. 80 bin sayfalık raporu iki sene sonra tercüme etmeye
başladık. Bugün ayağımıza dolanan pek çok şey şimdi gelip gidiyor. O
anlamda şunu demek istiyorum; medya olarak sorumluluklarımızın çok
daha arttığı bir ortamda yarına daha fazla bakmak gerekiyor.
Bir de sosyal medya diye belki de artık bizim bile içinde yazılı basın
olarak arkaik kaldığımız başka bir dinamik geldi, bizi yakaladı. Biz
eskiden birden çoğa hitap ederdik. Laflarımıza dikkat etmemiz gerektiğini
düşünürdük. İyi yaptıklarımızla toplumu olumlu yönde, kötü yaptıklarımızla
olumsuz yönde etkileyen bir yapımız vardı. Şimdi enteresan bir yapı var.
Herkesin dünya çapında yayıncı olduğu fakat izleyicisinin, okurunun 15
kişiyle sınırlı olduğu tuhaf bir dünya var. Bu dünya içerisinde şimdi çoktan
inanılmaz medya linçleri ya da sosyal medya yönlendirmeleri geliyor. Fakat
bir sonraki aşamasında bunun dengesi bulunup, çoktan çoğa olan yapı
içerisinde bunu yönetebilecek bir algı düzeyinde Türkiye’nin bulunduğu
50
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
fırsat penceresinde insan zihinlerindeki değişimi tetikleyecek şekilde
oluşturulacak yeni bir medyayı düşünmek ve buna evrilmek zorundayız.
Yoksa geçmişle övünen kimilerimiz patates gibi, biliyorsunuz patatesin
iyi tarafı toprağın altında kalmıştır, kimi de bir muhali metheden alkışla
yürüyeceğimizi zanneden bir yapı içerisinde sanıyorum patinaj yapacağız.
Teşekkür ediyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederim. Şimdi efendim, yine
Sayın Özatay’ın penceresinden gideceğiz ama biraz konuyu değiştirelim.
Şimdi ekonomi politikalarına medyanın katkısına ve etkisine doğru biraz
kayalım. Sayın Bozkurt’tan rica edeceğim. Yani Türkiye’de acaba medya
ekonomi politikalarına katkı yapabiliyor mu? Etkiliyor mu? Yani o konuya
ağırlık vererek isterseniz yine de Sayın Özatay’ın açtığı pencereye de
değinerek yani konu ile ilgili görüşlerinizi söyler misiniz?
Abdullah Bozkurt, Today’s Zaman- Memnuniyetle. Ben sahada
çalışan bir gazeteciyim. Ankara temsilcisi olarak görev yapıyorum. Şunu
bir kere çok rahat gözlemliyoruz; Türkiye sadece ekonomisiyle değil,
siyaseti, kültürü ve diğer değerleri ile beraber dikkat çekmeye başladığında
Ankara’da da çok ciddi bir trafik başladı son yıllarda özellikle. Ben Cuma
günü Singapur’daydım. Singapur’da bizi Sayın Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan’ın muadili aynı zamanda IMF’in asıl politika belirleyen
IFC yetkilisi Sayın Tarman karşıladı. Şimdi Türkiye ile alakalı çok ciddi
hesapları, planları var. Singapur gibi ufak bir ülke ama GSYH’nın üç katı
ticaret hacmine sahip inanılmaz bir ülke. AB ile imzaladıktan sonra Türkiye
ile de serbest ticaret anlaşması imzalamak istiyorlar. Şimdi Singapur
Başbakan Yardımcısı Tarman’ın söylediklerine baktığınızda az evvel
bahsedilen veya değişik platformlarda konuşulan fırsatlar, çeşitlendirme,
daha yeni pazarlar arama gibi ekonomik cazibe rakamları mutlaka göz
önüne geliyor.
Ama onun ötesinde söylediği bir şey var ki o bence dikkat çekmek
lazım ona. Türkiye oluşturduğu kültürle bir kültürel değer, bir para birimi
oluşturdu diyor. Bu bizim için son derece önemli. Bunu derken aslında
şunu kastediyor; Malezya ve Endonezya gibi devasa aynı zamanda
ekonomik olarak da gelişen, hızla gelişen ülkelerin yanında duran
Singapur’da belki ekonomik varlığı devam ettirebilmenin ötesinde, o
toplumdaki sosyal dokuyu hiç bozulmadan devam ettirebilme endişesi
daha fazla. Dolayısıyla bütün zafiyetlerine rağmen hem ekonomisinde
51
Oturum 3B
hem siyasetinde bugün demokratik reformları da konuşuyoruz, ekonomide
ticari açıkları da konuşuyoruz, bütün bu zafiyetlerimize rağmen Türkiye’nin
dışarıdan bakıldığında hakikaten önemli bir değer olarak görüldüğü ve
herkesin burada “Acaba nasıl pay alabiliriz?” şeklinde ilgisini artırdığı bir
döneme giriyoruz.
Her gün Ankara’ya çok enteresan, tahmin edilemeyecek ülkelerden
insanlar geliyorlar, lobi yapıyorlar. Ben bunu Mart ayında yaşamıştım.
Dünya Ticaret Örgütü’nün Başkanı Pascal Lemy emekli oldu biliyorsunuz.
Fransız. Emekli olduktan sonra yerine kimler geçecek konusunda tartışma
başladı. Ortaya çıkan adaylar içinde gelişmiş ülkelerden adaylar var,
gelişmekte olan Brezilya, Meksika, Güney Kore gibi ülkelerden adaylar
var. Şimdi eskiden ne olurdu, bunlar sadece bizim Cenevre’deki daimi
temsilciliklerin kapısını çalarlardı, orada bir dairede bir kulis olurdu
Türkiye’nin etkisi ne kadarsa. Ama şimdi bu insanlar, Pascal Lemy emekli
olmadan önce Türkiye’ye gelip Ankara’da lobi yapma ihtiyacı duyuyorlar.
Yeni Zelanda’nın Bakanı da geliyor, Tim Groser da gelip lobi yapma ihtiyacı
duyuyor veya Güney Kore’nin Ticaret Bakanı da, Meksika’nın Ticaret
Bakanı da gelip Ankara’da lobi yapmak ve basına da bir giriş sağlamak
istiyor.
Sadece yetkililer ile görüşmek değil, bir bağlamda bize medya
olarak yansıması da gelip sizinle röportaj yapabilir miyiz şeklinde
oluyor. Düşüncelerimizi, Türkiye hakkındaki kanaatlerimizi direkt
Türk okuyucularına aktarabilir miyiz şeklinde medyaya da yansımasını
görüyoruz. Şimdi bu tabii ki önemli, bu değerleri mutlaka göz önünde
bulundurmak lazım.
İkincisi bizim sahada gördüğümüz şu; yeni büyükelçilikler açmaya
başladıkça onlar da mütekabilen Türkiye’de açmaya başlıyor. Afrika’da
ismini daha önce telaffuz etmekte zorlandığımız bazı ülkeler gelip açmışlar
ve size baskı uygulamaya başlıyorlar yani bu karşılıklı bir iletişim haline
geliyor. Röportaj yapmak istiyor, bir Bakanı gelmiş size acaba gidip bir
röportaj yapar mısınız diyor, bir makaleyi yayınlamak istiyor. Yani geçmişte
olan şeyler çok daha fazla şekilde ve farklı ülkelerden gelmeye başlıyor. Bu
Türkiye’ye olan ilgiyi, aynı zamanda Türkiye’nin de bu ülkelere olan ilgisini
gösteriyor. Bu bizim için aslında güzel bir şey çünkü bu sezon bu şekilde,
sürekli devam etmeyecek. Bu sezonda ne kadar hasılat yapabilirseniz, ne
kadar yani manevra alanınızı genişletebilirseniz o kadar sizin için önemli.
52
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Tabii ki burada ekonomiyi siyasetten çok ayırmak da mümkün olmuyor.
Şimdi biz Gümrük Birliğini yıllardır tartışıyoruz, biliyorsunuz. Dünya
Bankasının bir çalışması var, yakında çıkacak veya çıkmak üzere. Ne kadar
her iki tarafada faydası veya zararı var şeklinde şikâyet edip duruyoruz.
Bakanımız artık bunu iptal edelim, AB ile bir serbest ticaret anlaşması
imzalayalım diyoruz çünkü anlaşmayı imzalarken kendi tarafımızdan
yaptığımız bir hatayla tek taraflı demişiz ki; biz AB’den gelen bütün ürünleri
kabul edeceğiz ama Güney Kıbrıs 700 bin nüfuslu bir yer, oradaki endişe ile
orada bir rezerv koymuşuz.
Şimdi onun acısını çekiyoruz. Fakat şimdi siyasi olarak sizin profiliniz
yükseldikçe ekonomik olarak da cazibe noktasına geldiğinizde işler değişiyor.
Örneğin, Meksika uzun yıllar sizinle serbest ticaret anlaşması imzalamayı
reddetti. Ama Cumhurbaşkanları St. Petersburg’daki G20 zirvesi öncesinde,
diğer konularda Türkiye ile çok yakın çalışmak istedikleri için, ekonomi
ve siyasi ve diğer konular, kendileri açısından çok cazip şekilde Gümrük
Birliğini kullanarak direkt Türkiye pazarına girmelerine rağmen, Türkiye’yle
paralel olarak bir ticaret anlaşması imzalamak istediklerini ifade etti.
Bunu ilk defa biliyorsunuz G20 ülkeleri içerisinde Güney Kore yaptı.
Özellikle imalat sanayi sektöründe. Şimdi onun ikinci kısmını yapmaya
çalışıyoruz. G20’ye baktığınızda belki kala kala sadece Güney Afrika kaldı
ayak direyen. O da yarın mecbur kalacak çünkü ikili ilişkilerde sürekli bir
sorun haline gelmeye başlıyor. Sürdürülebilir hale gelmiyor. Dolayısıyla bu
yansımalarını da görmek lazım diye düşünüyorum.
Sahada gördüğümüz bir üçüncü husus şu; bizim bir Yatırım Ajansımız
var biliyorsunuz. Değişik ülkelere gidiyorlar ve büyük şirketleri Türkiye’ye
çekip yatırım yapmak için lobi yapıyorlar. Bunlar Türkiye’ye geliyorlar, işte
değişik sorunlarla karşılaşıyorlar. Diyelim bir şirket, özellikle maden alanında
bir yatırım yapmış, izin süreçleri bürokraside tıkanmış. Şimdi bunlar bize
yansıyor ve siz bunu irdelemeye başlıyorsunuz. Bürokrasiden irdeliyorsunuz,
Kanada tarafından veya diğer ülkeler tarafından irdeliyorsunuz, hangi ülkenin
şirketiyse. Yani bizim burada her iki taraf için de hem Türk hükümeti üzerinde
bir baskı unsuru oluşturuyorsunuz hem de karşı taraftaki muhatap üzerinde
bir baskı oluşturmuş oluyorsunuz. Böyle bir dönüşüm var.
Dördüncüsü, çoğunlukla ticari alanda gördüğümüz ve bize gelen
şikâyetler, acaba kamu ihalelerinde ne kadar şeffafız, rüşvet konuları
Türk bürokrasisinde ne kadar problem? O konuda epeyce mesafe kat
53
Oturum 3B
ettik. Ama ona rağmen hala atmamız gereken adımlar var. Fakat soru
olarak muhataplar tarafından önümüze konanlar bunlar. Şeffaflık ve hesap
verebilirlik bunlardan bazıları. Sayıştay raporlarının bir kısmı geldi, bir
kısmı gelmedi, gelenler çok kapsamlı değil, geçen sene hiçbiri gelmemişti.
Şimdi bunlar Türkiye açısından sürdürülebilir şeyler değil. Eğer Türkiye,
gerçekten dünyanın ilk on ekonomisi içerisine girmek istiyorsa bu sorunları
mutlaka halletmemiz gerekiyor. Bunlar medya kanalı ile bize sadece yurt
içinden değil yurt dışından da bir şekilde iletilmiş oluyor.
Sahada gördüğümüz bir sıkıntı şu; şimdi o kadar çok teknik detaylarla
uğraşmak zorundasınız ki şimdi akademisyen olarak bunlar çok kolay
konular gelebilir ama özellikle muhabirler seviyesinde kapasitede çok
ciddi sıkıntı yaşıyoruz. Geçenlerde İslam Kalkınma Bankası Ankara’da
bir ofis açtı biliyorsunuz. Burada bir röportaj talebi var. Gönderdiğiniz
muhabir, o konuda geçmişi zayıf, iyi eğitim almamış veya kendini de
daha sonra yetiştirmemişse genel geçer sorular soruyor ve ya o kişinin
hiç sahasıyla alakası olmayan, alakasız, işte Mısır’daki darbe hakkında
ne düşünüyorsunuz? Ondan sonra, Birleşik Arap Emirliklerindeki özel bir
şirketin iptal ettiği veya ertelediği bir yatırımla alakalı ne düşünüyorsunuz?
Şimdi bunlar karşı taraftaki muhatapta Türkiye’deki insan kapasitesinin
algısı konusunda bir, sıkıntı oluşturuyor.
Burada medya olarak bizim ciddi sorgulama yapmamız lazım çünkü
medyada biz yıllardır muhabirlerin bir kısmının maaşını vermedik veya
çok az maaş verdik, yetiştirmedik. Daha çok işte köşe yazarı, Ankara
temsilcisi gibi idari pozisyonları öne çıkardık. Bu biraz hükümetlerle de
alakalı oldu. Şu anki hükümette de belki aynı sıkıntılar yaşıyoruz. Çünkü
muhatap olarak genel yayın yönetmenini, editörünü, Ankara temsilcisini
muhatap alıyor. Dolayısıyla muhabirlik biraz düşük gözüküyor, aslında
muhabirlik asıl olması gereken noktalarda olmadığı için en büyük sıkıntıyı
orada yaşıyoruz. Biz yurt dışına çıktığımızda görüyorum; ben uzun yıllar
Washington’da Dışişleri Bakanlığını takip ettim. Orada 30 yıldır Dışişleri
Bakanlığını takip eden Reuters muhabiri var, 50-60 yaşlarında adam. Ama
öyle sorular soruyorlar ki elinden bir sürü sözcü geçmiş, bir sürü Bakan
geçmiş, konuya son derece hâkim.
Dolayısıyla medya olarak bizim bu konuda biraz kendi eleştirimizi
de yapıp hakikaten kabiliyetli, kapasiteli muhabirler yetiştirmemiz lazım
çünkü haberleri besleyenler onlar. Bugün yurt dışından en çok gelen
54
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
eleştirilerden bir tanesi bu. Türkçe haberler tercüme ediliyor bir kısmı, onlara
bakıldığında haberde detay yok. Yani 5N1K kuralı dediğimiz neden, niçin,
nerede, nasıl yani bunlar yok; edebi cümleler kurmuş. Biz bazen İngilizce
Today’s Zaman’da Türk basınında çıkan haberleri yayınlamak istediğimizde
haber elimizde kalıyor, çünkü detay yok. Yani bir konferans olacak demiş
bu konferansın nerede olacağı, hangi tarihte olacağı yok. Yani bu konularda
hakikaten bizim medya olarak da kendimize dönük bazı sorgulamalar
yapmamız lazım. Teşekkür ediyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz Sayın Bozkurt. Medya
özeleştirisiyle bitirdiniz, çok güzel oldu. Şimdi efendim Sayın Erdal Sağlam
da deneyimli ve uzun yıllar Ankara’da gazeteciliğin her kademesinde
bulunmuş bir arkadaşımız. O bize en iyi şekilde ekonomi politikalarında
acaba medyanın bir etkisi oluyor mu sorusunun cevabını verecek Yani
gazetecilerin değil de, medya olarak, bir bütün olarak alıyorum. Yani medyada
çıkan haberler veya gazetede belli sütun yazarları yani pek çok şimdi önde
olan politika yazarları var, ekonomi yazarları var. Bunlar acaba ekonomi
politikalarını etkiliyor mu? Yahut şöyle diyelim, eleştiri dışında bunlardan
yararlanan var mı? Yani bunlar bir yarar sağlıyor mu, Ankara’da etkili oluyor
mu? Ankara’da bunu okuyan var mı yoksa hani sadece Ankara’da ekonomi
politikalarını yönlendirenler kendi isimleri geçen haberleri kestirip onlara
mı bakıyorlar? Bu konuda en iyi bilgiyi siz vereceksiniz bize.
Erdal Sağlam, Hürriyet Gazetesi- Her ikisi de var. Yalnız gazeteciliğin
söz konusu olduğu bir yerde çok akıllı uslu gittiğini düşünüyorum
ben bu oturumun. Açıkça söyleyelim size, yani siz soru soruyorsunuz,
moderatörlerin kaderidir bu, herkes kendi söylemek istediğini söylüyor. Ben
de yine aynısını yapacağım kusura bakmayın. Özellikle ekonomiye bakış
açısından biraz muzurluk yapmak istiyorum kusura bakmazsanız.
Gazetecilik böyle bir meslek; hiç akıllı uslu oturulacak bir meslek
ya da akıllı uslu konuşulacak bir meslek değil. Aslında böyle bir şey ve
şeytanın avukatlığını yapmak zorundayız. Biz bunu toplumsal refah için
yapmak zorundayız, ekonomi gazetecileri de bunu yapmak zorunda.
Kusura bakmayın, tüm toplum kusura bakmasın bunu son dönemde pek
yapamıyoruz. Çok özür diliyoruz ama asıl bizim işlevimiz böyle bir şey. Bir
kere bir yanlış anlaşılma olmasın. Yani gazeteciliğin niteliği değişmedi. Çok
dönemsel bir şey ve ikinci bölümde belki onları, fırsat olursa, medyanın niye
böyle olduğunu biraz da özeleştiri de vererek yapabiliriz.
55
Oturum 3B
Ekonomi basınında 30 yılını doldurmuş biri olarak, arkadaşlar da
öyle çok uzun zamandır buradayız, ben Ankara’dayım, farkım orada ve
bürokrasiyle, kamu yönetimiyle filan daha içli dışlıyım. Biz gazeteci
kökenli olarak rakamlardan da öte biraz daha farklı konuşmamız gerekir
diye düşünüyorum.
Bir, hiç konuşulmayan bir anlayış sorunumuz var, hamaset sorunumuz
var. Bakın yine dün toplantılarda Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız,
Bakanlarımız hepsi dünyanın üretim merkezi, küresel üretim, küresel
ekonomi Asya’ya kayıyor diye bir şey söylüyorlar. Bunun içini
doldurmuyoruz yani bir şey söylendiği zaman içini kurcalamıyoruz en
büyük derdimiz o. Asya’ya kayıyor üretimin büyük kısmı ama sermaye
hareketlerine bakıyor musunuz? Asya’da üretim yapanlar, üretime sahip
olanlar aslında kimler? Bilgi toplumu bizi nereye götürüyor? Yani bu
hamaset bizim işimize gelen bir hamaset. Niye?
Çünkü diplomatik olarak doğuya yaklaşma, doğuyla birlikte olma
politikamıza bir kılıf olarak uyduruyoruz ve böyle gidiyoruz. Bunu sadece
şimdi yapmıyoruz, çok yapıyoruz bunu. Hamaset, içini kurcalamadan,
soru sormadan. Soru sormayan bir toplumuz ve yöneticilerimiz de böyle,
hepimiz de böyleyiz. Bir gerçeklik sorunumuz doğuyor. Bunun çok
önemli olduğunu düşünüyorum. Analizlere de böyle yansıyor, yetişmiş
insan gücü açısından da böyledir. İleriye dönük olarak doğru yöntemleri
saptamadığımızı düşünüyorum. Hep Güney Kore örneği veriliyor, Güney
Kore örneği çok ciddi bir örnek. Ben bir başka yönünü söyleyeyim size;
1980’de, yakın zamanda, onlar da askeri darbe yaptı buraya geldi, biz de
askeri darbe yaptık buraya geldik. Güney Kore’nin askerleri popülizmden
uzak, gerçekten hazır böyle bir şey bulmuşken, toplumu gerçekten ileriye
taşıyacak bir politika belirlediler, bizim askerlerimiz yine popülizm yaptı.
Biz burada kaldık.
Kültür yapısı çok önemli; yani sorgulamamak ve Türkiye’nin bu
açıdan çok ciddi sorunlarından biri; batıdan uzaklaşma sorunu. Rasyonel
bilgi, ne olursa olsun, üretim Asya’ya ne kadar kayarsa kaysın, üretim
araçlarının sahipleri batı ve oradaki bilgi toplumu. Konuştuğumuz şeyler
bir kere gerçekçi olmalıdır. Bizim batıdan uzaklaşmak gibi bir lüksümüz
olamaz. Eğer ilerlemek istiyorsak da batıdan uzaklaşamayız. Bunu bir kere
herkesin kafasına yazması lazım. Kültür yapısı; tabularımız var, çok büyük
tabularımız var, din de dahil çok büyük tabularımız var.
56
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Bir ekonomi politikası belirlenirken ya da ekonomiyi tahlil ederken dini
referans verilmesini son 4-5 yıldır görüyorum. Ekonomiyi tahlil ederken ve
buna ilişkin analiz yaparken bizim bilimsel referanslara ihtiyacımız var. Dini
kitaplardan referanslara ihtiyacımız yok bizim. Bunu halka benimsetmek
için son dönemdeki en büyük anlayış budur. Halka benimsetmek için
onu yapalım, bunu yapalım. Bence doğru değil, gerçekçi olalım eğitim
seviyesi çok düşük. Bu toplumun yöneticilerinin asıl görevi daha ileriye,
gerekirse halka rağmen ama halkla çatışmadan bu işi götürmek. Liderlik
yapmak budur, liderlik yapmak halkın gerici yönlerini ya da geride kalan
yönlerini tatmin etmek değildir. Daha ileriye gitmektir ve liderlik aslında
budur. Hamasetle liderlik, o topluma uygun liderlik Türkiye toplumuna
sonunda zarar verecek bir şeydir. Dün Cumhurbaşkanı Gül’ün çok güzel
bir lafı var; yani aslında Başbakan da güzel laflar etti, Cumhurbaşkanı da
güzel laflar etti. Yani herkesin imza atacağı sözler ama uygulamaya geçtiği
zaman başka bir şey.
Sayın Cumhurbaşkanının çok güzel bir lafı var “Suyun akışına karşı
durursan önümüzdeki nesillere biz bunun borcunu ödeyemeyiz.” Suyun
akışını iyi saptamamız lazım. Suyun akışı bilimsel akıştır bu hiç değişmedi,
bundan sonra da böyle olacak. Ekonomide de analiz yaparken hamaseti
artık bir kenara bırakmamız gerekiyor.
Benim değinmek istediğim başka şey; kurumsallaşma sorunudur.
Türkiye’nin ekonomisinde de çok büyük bir sorun. İşte bu hamasetle
de ilgili bir sorun. Kurumsallaşmada çok eksiğiz. Kurumsallaşmayı bir
türlü beceremedik. Yani şu kadar söyleyeyim; Türkiye’de rüşvetin daha
az konuşulmasından ya da rüşvetin azalmasından bahsetti Abdullah, o
konuda epey yol aldık dedi. Epey yol almadık; yani konuşmaz olduk. Yani
bu sorunları konuşmamamız bu sorunları yok ettiğimizi göstermiyor. Yani
yolsuzlukların hiç yazılmadığı bir dönem yaşıyoruz. Muhalefet partisi
başkanı, “Yolsuzluklar artık toplumda tepki vermiyor bunun bir karşılığı
yok o yüzden yolsuzlukları da artık çok fazla kurcalamıyoruz” diyor. Bu
halkın parasıdır. Temel şeyleri kaçırmayalım. Halkın çalışarak verdiği
verginin nereye harcandığı konusu bu, bütün bunların unutulduğu bir
dönemden geçiyoruz.
Buna göre yine kurumsallaşmada eksikliklerimiz, bununla birlikte
bürokraside de çok büyük eksiklerimiz var. Ankara’da gazeteci olarak 30
yıldır yer alan birisi olarak gerçekten bürokrasinin, insan gücü kalitesinin
57
Oturum 3B
düştüğünü görüyorum. Burada çok bürokrat vardır ama kusura bakmasınlar
ben böyle görüyorum. Özel sektörle ilişki kurarken kendine güvenmeyen,
acaba şimdi kim ne diyecek kaygısını taşıyan, yani açık açık konuşmayan
bürokrasi var. Merkez Bankasında, piyasada insanlar piyasanın nabzını
tutmadan nasıl karar alabilir? Maalesef alıyor biliyor musunuz? Çünkü
bire bir ilişki kurup gerçekten bir şey yaptığı zaman oradaki ilişkinin
kötüye kullanılmasından korkuyorlar. Bürokrasinin kendine güveni
kayboldu. Uzmanlık konusunda güven kayboldu. En büyük şey liyakat idi
ancak liyakat konusunda çok büyük boşluklar var. Yani gerçekten daire
başkanlığından müsteşar olan birinin bürokrasiyi yönetebilmesi mümkün
değildir, oluyor.
Katılımcılık çok azaldı. Çok büyük bir gizlilik içerisinde yürüyor
bürokraside işler. Üç kişi biliyor en fazla. Eskiden biliyorum; Hazine’de,
BDDK’da ya da başka yerlerde müsteşar, bir rapor hazırlatır ve o raporu
hazırlayan genel müdürle birlikte uzman gelsin bana bunu anlatsın derdi;
uzman için aynı zamanda bir eğitim süreciydi bu. Şimdi müsteşar bir
konuyu ancak tek bir kişi ile konuşuyor. Bütün dert ne, şeffaflıktan uzak,
kol kırılır yen içinde kalır. Kol kırılır yen içinde kalır diye bir şey yok.
Kol kırılır yen içinde kalırsa kangren olur gider. Bu çağda her şeyin açık
biçimde tartışılması lazım. Bu yüzden bir sürü şey eksik çıkıyor, bir sürü şey
hazırlıksız çıkıyor, bir kanun bir yıl içerisinde dört kere değiştirilebiliyor.
Çünkü süreci yok. Yani yasalaşma sürecinde bile sıkıntı var. Mevzuat
sürecinde sıkıntı var çünkü bu interaktif bir paylaşımla, katılımcılıkla
çıkmıyor. Bunlar eskiden de olan sorunlardı. Bu konular mükemmel
değildi ama özellikle son 11 yıldır özellikle de 2007 yılından sonra çok
büyük ölçüde bürokrasi kalitesinde, dolayısıyla kamu yönetiminde sorun
olduğunu gözlüyorum ve bunu da söylemek zorunda hissediyorum
kendimi.
Başka bir sorun daha var; sermaye sorunu. Dün Sayın Başbakan
sermayenin rengine bakmayacağız artık bakılmamalı filan dedi. Valla otuz
yıldır her gelen iktidar kendi sermayesini yaratıyor. Ben bu işi anlamadım.
Diyorsunuz ya, işte Arçelik ile kıyaslama yapıyorsunuz. Orada devletin
gerçekten sermayeyle rasyonel bir ilişkisi var. Karşılıklı çıkar ilişkisi
var. Ama, biz boyuna kendi sermayemizi üretiyoruz. O geliyor kendi
sermayesini, öteki geliyor kendi sermayesini yaratıyor; o yüzden de ölçek
sorunumuz var. Bizim bu ölçeklerle bir yere varmamız mümkün değil. Bu
sermaye-devlet ilişkisiyle, sağlıklı olmayan ilişkiyle, siyasi çıkara dayalı
58
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
ilişkiyle bir yere varmamız mümkün değil. Benim özetle bu aşamada
söylemek istediklerim bunlar.
Bir şey daha ekleyeyim kusura bakmayınız. Yine Ar-Ge ile ilgili Şeref’in
dediği bir şey vardı. Gerçekten Ar-Ge’ye, eğitime bu son dönemde çok
fazla para ayrılıyor. Bu bir gerçek, rakamlar da gözüküyor. Ama kime
veriliyor, ne sonuç alınıyor? Oradaki insan parayı vermek için orada. O
paranın etkisinin ne olduğunu, sonucunun ne olduğunu hiçbir zaman takip
etmiyor. Örneğin, TÜBİTAK çok büyük paralar veriyor. Yani Ankara’da
TÜBİTAK’ın verdiği paraların nereye gittiği ile ilgili, nasıl verildiği ile
ilgili o kadar büyük şayialar var. Yani bu parayı veriyoruz, evet veriyoruz.
Ama nereye veriyoruz, boşa mı veriyoruz, nereye veriyoruz belli değil.
Bunun da çok ciddi ölçülmesi lazım. Bütün bunlar da medya ile ilgili.
Kamuoyu adına denetim görevi olan medya ile ilgili ve bizim en büyük
sorunlarımızdan biri bence; ikinci turda bunu söylemeye çalışalım.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim, teşekkür ederiz. Sayın
Sağlam, bizim tartışma konularımızın başında da zaten temel sorunlar
fırsatlar ve tehditler vardı. Sayın Sağlam o tehditler konusunu çok güzel
belirttiniz. Şimdi Sayın Sağlam’dan zamanının sonunda bir de medyanın
ekonomi politikalarıyla ilgisi konusuna da değinmesini isteyeceğim. Şimdi
efendim vaktimizi sınırlamak durumundayız ama bir tur daha yapacağız.
Birinci bölümde daha çok ekonomiyi kurtardık, Türkiye’nin sorunları
üzerinde durduk. Ama biraz da medyanın üzerinde duralım. Çünkü bu
panel konusunun biri de medyanın rolünü güçlendirecek adımlar yani değil
mi? Bize gündem konusu olarak verilmiş medyanın rolünü güçlendirecek
adımlar. Şimdi Türkiye’de acaba medyanın rolünü güçlendirecek adımlar
nasıl atılabilir? Şimdi gerçekçi olalım medyanın önünde son zamanlarda
belli engeller var. Nedir bu engeller? En büyüğü medyanın güç odaklarıyla
ilişkilerde dengesinin korunması. Nedir güç odakları? İşte bir tarafta iktidar
var bir güç odağı, sermaye var güç odağı, sonra değişik menfaat grupları
yahut ilgi grupları var, din grupları var. Yahut sosyal-siyasi gruplar var.
Sonra daha başka bir şeyler var. Medyanın haber kaynakları ile olan
ilişkilerdeki dengeyi koruması nedeniyle önünde engeller var. Sonra bir
başka husus daha geliyor bu da en önemli şey; medyanın bağlı olduğu
sermaye grubunun değişik ilişkileri nedeniyle dikkat edilmesi gereken
dengeler. Bütün bu dengeler içinde acaba önümüzdeki dönemde medya
nasıl gelişebilir? Medya Türk ekonomisinde olan biteni halka nasıl
59
Oturum 3B
ulaştırabilir? Halkın nabzını nasıl tutabilir? Ya da dolaylı olarak ekonomi
politikalarının daha iyi olmasında, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesinde
nasıl etkili olabilir? Eğer lütfederseniz kısa kısa bu konulara değinelim
çünkü bir de soru alacağız. Buyurunuz efendim, buradan başlayalım
sırayla gidelim o zaman.
Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Bürokrasiyi nasıl etkiliyor diye ilk
turda sorduğunuz bir soru vardı; bürokraside de çalışmış birisi olarak kısaca
ona cevap vereyim. Ben 1996 ya da 1997 yılında Radikal Gazetesinde
ilk başlangıçta yazmaya başladım. 2001 krizinden sonra Merkez Bankası
Başkan Yardımcısı oldum. Kendimi şöyle hissettim; şimdi Siyasal Bilgiler
Fakültesindeydim Cebeci’de. Öbürü de Ulus’ta yani Ankara’yı biliyorsanız
bir dolmuşla gidecek mesafede. Siyasaldayken işte bir yerlere çağırıyorlardı
böyle oturumlara falan, televizyonlara çıkarırlardı. Gazetelerde yazıyorduk,
bir şey biliyor muamelesi yapıyorlardı. Sonra işte üç kilometre ilerideki
bir yere gittim. 2001 krizi geçmiş, bürokratların kredibilitesi korkunç,
yerlerde sürünüyor. İşte bir açık oturuma çağırdılar, bir şeyler söylüyorum
kimse dinlemiyor böyle garip garip sorular soruyorlar falan. İşte bir kötü
etkileniyorsunuz dolayısıyla. Yani medya çok etkili oluyor.
İki, özellikle para politikası konusunda kararlarınızı iyi anlatmanız çok
önemli yani siz istediğiniz kadar iyi karar alın, karar aldığınızı düşünün.
Nasıl algılandığı çok önemli. Burada medyanın büyük rolü var. Üç, biz
şöyle yapıyorduk, mesela bir grup kafamız karışmasın diye okumuyorduk.
Öyle kafamızda bir fikir var. Bir grup çok aykırı şeyler yazıyor ama
çok kaliteli. O tür görüşlere çok ihtiyacımız var çok etkiliyor sizi. Ya
demek ki böylede düşünülebiliyor. Benden farklı düşünüyor ama böyle
de düşünülebiliyor. Demek ki benim bakış açımda bir sorun var, benim
tartışıyor olmam gerekiyor. Bu tür etkileri oluyor. Ama özellikle para
politikası açısından kendinizi mutlaka anlatmaya çalışıyorsunuz. Diğer
tarafa geleyim, ben mesela şeye çok takılıyorum; hem yazar hem de bir
okuyucu olarak ekonomi sayfalarındaki hurafelere çok takılıyorum. Çok
fazla hurafe var.
Davranışsal iktisattan biliyoruz ki, mesela Nobel ödülü alan psikologlar
var, ekonomi ödülü alan. Çok hoş katkıları var. Bir şey çok tekrarlanıyorsa,
içi boş olsa da insanlar ona inanıyor. Hiçbir şey yapamıyorsunuz onu
değiştirebilmek için, bunu bürokraside de yaşıyorsunuz, köşe yazarı olarak
da yaşıyorsunuz. Mesela Türkiye’nin 16’ncı büyük ekonomi olmasının ya
60
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
da 10’uncu büyük ekonomi olması meselesi ne anlatıyor. Türkiye şimdi
1980’lere falan bakın orada da 16’ncı-17’nci büyük ekonomi olduğu var.
O bir tarafa yani ilk defa olmuyor. İki, Çin kaçıncı büyük ekonomi Allah
aşkına? İsviçre’nin çok önünde değil mi? Yani şimdi ortalama bir Çinliye
soralım Çin’de mi yaşamak istiyor, İsviçre’de mi? Şimdi mesela ben bunu
okumuyorum gazetelerde.
2-3 tane örnek size. Ben bunu bazen derslerde yazıyorum kusura
bakmayın çok basit. A ülkesi B ülkesi, A ülkesinin ekonomik büyüklüğü
bin dolar, bin kişi yaşıyor. B ülkesinin ekonomik büyüklüğü yüz dolar,
on kişi yaşıyor. Şimdi A ülkesinin ekonomisi B ülkesine göre çok büyük,
on katı. Birinin kişi başına gelir düzeyi bir dolar, öbürünün on dolar,
yani hangisi daha iyi; dolayısıyla kişi başına gelir düzeyi önemli. Ama
kişi başına gelir düzeyi de her şeyi ölçmüyor. Yani iktisatçılar kişi başına
gelir düzeyine bakıyor çünkü çocuk ölüm oranlarıyla ilişkisi var, ortalama
yaşam beklentisiyle falan ilişkileri var bir de şunu düşünün; yani bistro
düşünün. Orada orta gelirliler oturmuş sohbet ediyorlar falan. Bir ortalama
gelir düzeyi var oradaki insanların. Sonra içeri Bill Gates geliyor mesela
birden ortalama kişi başına gelir düzeyi artıyor. Demek ki gelir dağılımı
da önemli. Yani biz daha 16’ncı büyük ekonomi, 17’nci büyük ekonomi
meselesine kapılmış giderken kişi başına gelir düzeyini atlıyoruz ondan
sonra atladığımız gibi aile gelir dağılımını da atlıyoruz.
Bunların üzerine gidebiliyor olmamız lazım medyada. İkinci bir
hurafe “Nasıl da hızlı büyüdük.” Yani gösterdim rakamları işte; Planlama
Teşkilatının rakamları, yani sonuçta herkes biliyor bu rakamları. Hızlı
büyüdüğümüz dönem 2000 ile 2007 yıllarına tekabül ediyor. Bir, iki kere
daha önce de böyle hızlı büyümüşüz, üç hızlı büyüme de kalıcı olmamış.
Şimdi bunun siyasi falan bir tarafı yok. Eğer bunu saptayamıyorsanız o zaman
neden biz hızlı büyümeyi kalıcı kılamıyoruz sorusunu da soramıyorsunuz.
Soramazsanız, şimdi soramıyorsanız çözüm bulamazsınız. Gözünüzü
kapatmış oluyorsunuz. Daha böyle başka hurafeler de verebilirim. Benim
çok yanık olduğum konular ama lafı uzatmayayım. Sanıyorum medyanın
burada önemli görevi var diye düşünüyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki, teşekkür ediyoruz efendim.
Sayın Oğuz.
Dr. Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi- 25 yıl önce rahmetli Özal’ın
döneminde de çok güçlüydük. Ama 300 yıl öncesinden bir fıkra anlatmak
61
Oturum 3B
istiyorum. Bakanın biri, halk tarafından çok seviliyor ama bu medyanın
haz etmediği adam çünkü medyaya fazla prim vermiyor. Ne yapıyor ne
ediyorsa yaranamıyor. Köprüler, yollar, refah düzeyi son derece yüksek.
Şu medyayı bir çağırayım bunlara bir keramet göstereyim de artık
düşsünler yakamdan diyor. Nehrin kenarında basın toplantısı düzenliyor.
Gazeteciler nehrin bir tarafında, o bu tarafta. Yürüyerek karşıya geçiyor
basın toplantısını öyle yapıyor, batmadan. Ertesi gün bütün gazeteler
bakan yüzme bilmiyor şeklinde çıktı. Şimdi böylesine de güçlü bir
etkiden bugün geldiğimiz noktada enteresan bir erozyonu da tabii ki
beraberinde yaşıyoruz, tıpkı 1930’lardaki ABD basınında olduğu gibi.
Hızlı dönüşüm zamanlarında medyanın böyle enteresan bir durumu
var. Çeyrek asır önce genel yayın müdürlerimiz falan üyesiydi. Sonra
ticari Sivil Toplum Kurumu (STK) üyesi genel yayın müdürleri oldu.
Biz gazete derdik, ürün falan demeye başladık gazeteye. Sonra okur diye
birileri vardı, biz onları müşteri diye söz eder olduk. Etik sıkıntılarda
beraberinde geldi bu çerçevede, bu yakınlaşmada. Basın kartı ile kredi
kartı da karışmaya başladı. Şimdi bu kirlilik hikâyesinin bir yerde
aşağı vurup ondan sonra yukarı çıktığını gördük. En azından geçmişte
basın tarihinde öyle şeyler gördük. Biz bu anlamda en önemli erozyonu
yaşadığımız bu dalgadan yukarıya doğru çıkışta bir işaret görüyorum.
Diğer meslektaşlarım nasıl bilmiyorum ama 29-30 yıldır medya, ekonomi
basınında yönetici falan olduğum için, şimdi çok daha iyi arkadaşlarımız
var.
Çok daha iyi uzmanlarımız var. Daha nitelikli haberler yazıyoruz. Daha
nitelikli analizler yapabiliyoruz fakat önce okuru geri kazanmak için,
kaybettiğimiz toplam güveni almadan da fazla kendimizi duyuramıyoruz.
Medyanın etkisi üzerinde özellikle ekonomi basını için söyleyeceğim;
sadece iktisadi anlamda kendi baktığım pencereden konuşmayı daha
uygun buluyorum. O kadar haksızlık da etmeyelim kendimize, mesleğe
başladığım zaman soğan haberlerinin ekonomi haberi olduğunu düşünen
bir yapımız vardı, siz de hatırlarsınız. İlk borsayı kurduğumuz zaman
1986 yılında, Ziraat Bankasının Cağaloğlunda ikinci katında 24 tane
hisse senedi vardı telefonla alırdık fiyatlarını, önceki, sonraki artış. İşte
bütün yaptığımız bilimsel analiz de bu kadardı.
Bugün öyle değil, bugün inanılmaz analizler yapılıyor. Özellikle de
televizyonda arkadaşlarımız, uzmanlarımız var. Fakat toplamda bir güven
62
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
kaybı olduğundan dolayı doğru ile yanlış aynı anda gidiyor ancak beklenti
yönetiminin son derece önemli olduğunu, dünyadaki bütün ekonomilerde
beklentinin son derece önemli olduğunu, sadece Amerikan Merkez Bankası
(FED)’in beklentileri yöneterek dünyayı ne hale çevirdiğini biliyorum ve bu
ortamda biz medyanın sorumlulukları daha da artmış oldu. Sosyal medya
ile birlikte bir sürü yayın çoğaldı ama hala editöre, referanslı bilgiye ve
uzmanlığa ihtiyaç var. Beklenti de o kadar önemli ki, sevgilinize üç vaat
edin dört verin, sizden iyisi yoktur. Yine aynı sevgiliye on vaat edin sekiz
verin dördün iki katıdır, sizden kötüsü yoktur. Medya bunu manipüle etme
konusunda inanılmaz bir güç olma noktasına geldi. Özellikle tabletlerle,
cep telefonlarıyla artık ulaşılacak bir noktada. Biz sanki buna paralel olarak
kendi insan kaynaklarımızı ve uzmanlıklarımızı daha da genişletmek
durumundayız; çünkü yıkıcı etkimizin daha da arttığı düşüncesindeyim.
Teşekkür ederim.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz efendim. Sayın
Sağlam. Şimdi medya konusuna biraz daha fazla ilgi.
Erdal Sağlam, Hürriyet Gazetesi- Ekonomi konuşurken belki
eksik kalan bir şey, temkinli olunması gerekir yani biz son on yılda kriz
yaşamadık. 2008 krizinden sonraki dönem de, önceki dönem de bizim
gibi ülkelere yarayan bir süreçti, böyle gidiyor. Ama bu böyle mi gidecek,
bir hazırlığımız var mı? Sanmıyorum. Yani önümüzdeki on yılda bir kriz
olmayacağının garantisini kimse veremez. Nereden gelecek, konuttan mı
gelecek, reel sektörden mi gelecek bütün bunların tartışılıyor olması lazım.
Bu sistem içerisinde krizlere hazırlıklı olarak Türkiye’nin, fırsatsa eğer onu
kullanması lazım.
Ekonomide kriz olur mu bilmiyoruz ama medya kriz içerisinde. Yani
bunu çok açık tespit etmemiz gerekiyor, bu yeni başlayan Mourdock gibi
bir kriz de değil. Sadece bize özgü bir kriz de değil. Dışarıda da başlayan,
biliyorsunuz sıkça gündeme gelen şirketlerin medyaya hâkim olması
sorununu yaşıyoruz. Benim hayatımda en iyi gazetecilik, en tatmin olarak
gazetecilik yaptığım dönem; patronumun sadece bir tavuk çiftliği olduğu
dönemdi. Biz o dönem sadece yumurta fiyatlarına “Aman dikkat edelim”
derdik. Sadece yumurta fiyatlarına dikkat edelim derdik ama gazetecilik de
böyle bir şeydir. Sanırsınız boş kalsak her gün yumurta yazacakmışız gibi,
yumurtayı da çok yakından takip edip onun altında ne hinlik var ona da
bakardık.
63
Oturum 3B
Keşke öyle medya patronlarıyla çalışıyor olsaydık hala. O mutlu günler
artık yok. Dünya’da da yok bizde de yok. Sermaye ile medya ilişkisi çok
karmaşık bir ilişki içerisinde sürüyor. Bütün dünyada bu sorunu çözmek
için, iç içe geçmişliği çözmek için bir sürü yollar denendi. Ama sermaye her
seferinde galip oldu. Fransa’da denendi, editöryal bağımsızlık sistemi getirildi.
Editöryal bağımsızlığın, seçimle yazı işleri çalışanları tarafından seçilmesi
benimsendi bir süre. Daha sonra “Chinese Wall” denilen idare ile, reklamla
haber merkezi arasına duvarlar çekildi. Bu da olmadı, en son sanıyorum The
Guardian ya da bir başka örnek, reklam servisi yazı işlerine sormadan bir
sektör eki çıkardı ve orada da bitti bu iş. Yani sermaye sonunda buldu ve o
işi de götürdü. Sermaye krizi devam ediyor, bütün dünyada devam ediyor.
Bunun dışında bir başka kriz yaşıyoruz; dijital kriz yaşıyoruz, teknoloji krizi
yaşıyoruz gazetecilik olarak. Sosyal medya gazeteciliğin yerine geçer mi
geçmez mi? Haber olur mu olmaz mı? Bütün bunları yaşıyoruz.
Çok sancılı bir süreç, bütün dünyada sancılı bir süreç. Biliyorsunuz 100
yıllık dergiler, gazeteler kapatılıyor, sadece dijitale geçiyor. Önümüzdeki
dönem böyle bir şeye geçeceğiz. Bizde ilave olarak bir sorun daha var; son
dönemde yaşadığımız “İçerik krizi”. Biz rahatça haber yapamıyoruz yani çok
açık söyleyeyim. Özellikle son 4-5 yıldır doğru dürüst haber yapamıyoruz.
Yani hücrelere kadar inen, anlatamayacağım oto sansüre kadar giden bir genel
iklim var. Biz rahat haber yazamıyoruz. Biz rahat soru soramıyoruz. Daha
başından soruyu soramıyoruz. Yani politikacılara, başta en büyükleri olmak
üzere onlara soru soramıyoruz. Soru soranların sadece soru sorduğu için işten
atıldıkları oluyor. Bütün bunlar yazılmıyor, söylenmiyor ama bütün bunlar
yaşanıyor ve çok büyük bir erozyon gerçekten.
Basının biraz önce de söyledim bir sürü tanımı var, medyanın tanımı var.
Benim en sevdiğim tanımlardan biri; kamuoyu adına denetim yapmaktır. Yani
halk adına denetim yapmaktır. Maalesef biz bu işlevi yerine getiremiyoruz.
Sermaye yapısının değişiklikleri, gerçekten sadece siyasi otoriteye bağlı
gazetelerin çok artması, bunlarda reklam ilişkilerinin gerçekten çok çarpıtılması
yani bildiğiniz gibi değil. Ama en çok zarar gören medya patronları bile bunları
söyleyemiyor. Çünkü bütün patronlar üzerinde olduğu gibi, medya patronları
üzerinde de vergi dâhil bütün kamunun bütün gücü, bütün otoritesi çok ciddi
biçimde hissediliyor ve kendileri de artık itiraf ediyorlar. Böyle denetim, böyle
bir sindirme politikası olmaz. Maalesef oluyor, olmaya da devam ediyor. Bu
çok önemli gerçekten. Toplumun bunun önemini çok iyi bilmesi lazım.
64
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Sağlıklı bir medyanın kendisi için gerekli olan demokrasi, şimdiye
kadar uydurulmuş en iyi sistem. Demokrasi içerisinde son dönemde en çok
demokrasiyi gerçekçi kılmak için katılımcılığı konuşuyoruz, bütün bunların
hepsini konuşuyoruz, ortak azınlık haklarından bahsediyoruz, demokrasiden
bahsediyoruz. Bütün bunlar medya olmadan, sağlıklı bir medya olmadan
olamayacak konular. Dün büyüklerimizin de söylediği gibi, gerçek anlamda
demokrasi olmadan ekonomide de gelişme olmaz. Ama gerçek anlamda
medyadan şu anda söz etmemiz çok mümkün değil.
Bir yabancının bir sözünü aktaracağım. Yabancı bir gazeteci “Sıradan
insanların, muhaliflerin sesinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak
medya ölmek üzere ve muhabirler de yok olup gidiyor.” demektedir. Dolayısıyla
değişim için bir hareket kurmak üzere aktivistlerin seslerini duyurmaları şimdi
çok daha zor. Önümüzdeki yıllarda demokrasi için son mücadele direniş, sivil
itaatsizlik ve protesto demek olduğundan o kötü gazeteleri bile çok arayabiliriz.
Şirketlerin baskısı yanında son dönemde siyasi baskılar sonucu herkes kendine
ideolojik mecralar ve bu internet ortamında ideolojik köşeler bulmaya başladı.
Gerçeğin, yani yalanların gerçek olarak lanse edildiği bir dönemi de çok açıkçası
yaşıyoruz.
Bütün bunlar olurken gençlerin, yoksulların sesini veriyor muyduk yeterince?
Vermiyorduk. Ama şimdi sistemden zarar görenlerin sesini çıkartamadığı
zaman bunları duyuramadıkları zaman ondan sonra gezi protestoları niye
oldu diye kimse şaşırmasın. Burada medyanın bastırılmasını ve bunun sokak
hareketlerine dönüşmesini de, insanların bir şekilde kendilerini anlatmaları için
bu çok doğaldır, bütün bu sonuçları bununla birlikte değerlendirmek lazım.
Gerçekten sağlıklı bir medyanın toplum için gereğini herkesin çok daha iyi
anlaması gerektiğini düşünüyorum. Sağ olun.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim, bir kere Sayın Sağlam’a teşekkür
ediyorum. Çok açık şekilde medyanın bugünkü sorunlarını özetledi. Sayın
Sağlam’ın belirttiği gibi müsaade ederseniz ben de araya iki kelime sıkıştırayım.
Türkiye’de şu günlerde medya, iktidar ile sermaye grupları arasında sıkışmış
durumdadır. Yani bir tarafta iktidar var, bir tarafta sermaye grupları var. Sermaye
gruplarına niye sıkışmış? Çünkü hem sermayeden yani iş çevrelerinden reklam
almak zorunda hem de bugünkü medya kuruluşları belli sermaye gruplarının
yönetimindedir. Şimdi bu sıkışma içinde ne oluyor? Sayın Sağlam yoksullardan
söz etti, sokaktaki insandan söz etti ama dikkat edersek son zamanlarda medyada
hiç Anadolu haberi çıkmıyor. Çünkü Anadolu önemini kaybetti.
65
Oturum 3B
Burada bir kredi vereyim. Benim de yazdığım, Sayın Özatay’ın da
şimdi yazmaya başladığı Dünya Gazetesinden başka Anadolu’da olan
biteni izleyen bir yayın organı kalmadı şimdi. Tüketici konuları; eskiden
tüketici sayfaları vardı. Şimdi tüketici konusuyla ilgilenemiyorsunuz çünkü
tüketici menfaatini koruduğunuz zaman sermaye grupları, reklam grupları
ile çelişki içerisine girebiliyorsunuz. Çiftçi hiç yok, işçi hiç yok. Şimdi bu
çok ilginçtir. Yani son zamanlarda medya unuttuğu zaman çiftçi ve işçi de
unutuluyor. Yani dikkat buyurulursa içimde kalmış bir şeyi tekrarlamadan
geçemeyeceğim.
Birinci İktisat Kongresinden hep söz ediyoruz, Birinci İktisat Kongresi
şöyle iyiydi, Birinci İktisat Kongresi böyle iyiydi. Birinci İktisat Kongresine
katılanlar sadece Anadolu’dan her ilden seçilen beşer kişilik işçi, çiftçi ve
tüccar temsilcileriydi. Şimdi bakınız bizim bu kongremizde işçi, çiftçi ve
tüccar konularında gereken katılım, gereken şekilde sağlanamamış gibi
görünüyor. Ben bundan da rahatsızım onu da bir belirttikten sonra şimdi
Sayın Yıldırım’a devrediyorum. Bakalım Sayın Yıldırım neler söyleyecek.
Sonra yine de bitirmeden birkaç soru alacağız.
Abdurrahman Yıldırım, Habertürk Gazetesi- Erdal Sağlam’ın
bıraktığı yerden devam edeyim. Medyanın krizi yok bence, benim
tanımlamama göre medyanın sorunu var. Kriz çok akut bir şey, çok
yoğun bir şey, yaşanır ve sürekli kalamaz. Ya yıkar bitirir ya da yeni
bir hal alır. Dolayısıyla keşke medyanın yaşadığı kriz olsa, bir an önce
kurtulurduk. Dolayısıyla sorun yaşıyoruz. Bu uzun vadeli sorun. Sorunun
temelinde sermaye yapısı var ama asıl ülkenin yönetim biçimi var. Yani
nasıl bir demokrasiyle yönetildiğimiz var. Asıl kuvvetler ayrılığı sorunu
var. Kuvvetler ayrılığı artık yok. Türkiye’de yani yasama yürütmenin
birlikteliğine alışmıştık tamam ama bana göre yargı bağımsızlığı da yok.
Medyanın ayrı bir güç olarak gücünü koruması da buna bağlı olarak yok.
Dolayısıyla dört kuvvet tek bir kuvvete indirgenmiş durumda, yürütmenin
başında.
Böyle olunca medyanın özgürlüğü yok. Ondan sonra bu medya
kalkıp sadece özel sektöre karşı gazetecilik yaparsa haksızlık olur. Yani
sadece özel sektörün üzerine gitsin, şirketlerin üzerine gitsin, şirketlerin
yolsuzluklarını ortaya çıkarsın; burada bir adaletsizlik olur. Niye? Çünkü
asıl hükümetin ekonomik politikaları ve uygulamalarına yönelik bağımsız,
gerçekten olması gereken gazeteciliği yapamıyorsan o zaman özel sektöre
66
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
karşı da yapmaman bence normaldir. Dolayısıyla gazetecilik ve içerik
sorunu yaşıyoruz. İçerikte gerçek sorun var. Sorunlu olmaya da herhalde
devam edecek. Burada bir şey daha var, bir de Türkiye’de muhalefet zayıf.
Muhalefet gündemden düşmüş durumda. Ekonomik sorunları kavrayıcı
ve gündemi yakalayıcı yeni bir malzeme sunamıyor ve güçten düşmüş
durumda.
Demokrasi kısaca çok eksik işliyor. Yani yargımız bağımsız değil,
yasamamız değildi zaten, muhalefetimiz güçlü değil ve bağlı olarak
medyamız da bağımsız değil, medyamız da bağlı. Bence sorun buradan
kaynaklanıyor. Onun dışında yani tabii ki teknolojik sorunlarımız var.
Dijitalleşmeye geçeceğiz bu bir sorun değil. Kâğıttan değil ama dijital
medyadan okuyacaksınız. İçerik sorunumuz var bizim. Dolayısıyla
toplumun şu anda yaşamış olduğu demokratikleşme düzeyi ne kadarsa,
medyanın durumu da o kadar olacaktır. Sorun da bu zaten; bu kadar haber
verebiliyor, kısıtlı haber verebiliyor. Ekonomide de, ekonomi medyasında
da aynı şey söz konusudur.
Ekonomi medyasının yapacağı temel husus, elbette ki ekonominin
taraflarına bir medya ya da platform oluşturmak. Ama aynı zamanda
ekonominin mevcut fotoğrafını çekip geleceğe yönelik tartışma yaratmak,
tahmin yapmak, tahmin üretmek. Nereye gidiyoruz? Nereye doğru
gitmemiz gerekir? Ama orada da biraz ileri giderseniz yani ya benim
gibi karavanacı olabilirsiniz ya da işte faiz lobisi olabilirsiniz. Orada da
sınırlamalar var. Dolayısıyla yani şu durumda medya hakikaten kendi
görevini istediği, yapabildiği ölçüde yapamıyor. Bu durumda Türkiye’nin
yönetim ve siyasi konjonktürüyle çok yakından ilgilidir.
Bunun dışında bu ekonomi medyası kendisini geliştirmede haber
kaynakları olarak piyasalara ve ekonomik çevrelere dayandığı için
kendisini geliştirmiş olabilir. Ama medyanın geri kalan kısmı yani siyasi
çevre ya da diğer güvenlik falan gibi alanlarda çok ciddi anlamda geri
kalmış durumda. O taraf da ana kütleyi oluşturuyor ve ekonomi medyasının
daha ileri gitmesini engelliyor. Bunu okur olarak ya da dinleyici, seyirci
olarak siz belki görmeyebilirsiniz, ama medyanın da hantallaşmış bir insan
yapısı var, çünkü sektörün giriş çıkışı düzenli değildir. Meslek tanımı
yoktur. Olması gerekir. Yani bir gazetecinin belli eğitimi ya da belli bir
lisansı alıp bununla gazetecilik yapması gerekir. Ama psikolojisi bozuk
birisi de bu sektöre girebilir. Belki ilkokuldan mezun birisi de girebilir,
67
Oturum 3B
başka birisi de girebilir. Tamamen giriş çıkışın serbest olduğu bir sistem.
Dolayısıyla sorun çok. Belki yasayla düzenlemek gerekir ama yani yasayla
da düzenlediğiniz zaman nasıl düzenleyeceksiniz? O da ayrı bir şey.
Dolayısıyla ne kadar toplum ve toplum bilinci, eğitim, kentleşme,
demokratikleşme, o kadar medya gibi bir şey çıkıyor. Ciddi bir sorun
var. Finansal gazetecilik ve ekonomi gazeteciliğinde Türkiye’de bir
tasarruf etme alışkanlığı yok demeyeceğim, var, ama kayıt dışıdır. Kayıt
içerisinde finansal piyasalarda değerlendirilen tasarruflar düşük. Onun için
vatandaşların enformasyon alma ihtiyacı az. Sermayenin yaygınlaşması,
tabana ulaşması son derece düşüktür. Vatandaşın ekonomik haberciliğe
ilgisi azdır. Gelişmiş bir sermaye piyasası olsa ilgi son derece yoğun olur.
Ondan sonra insanların finansal varlığı olsa finansal sistem içerisinde
son derece yoğun olur. Dolayısıyla kayıt dışı bir sistem finansal sistem
ve gelişmemiş sermaye piyasası da bence bu ekonomi gazeteciliğini de
hakikatten frenleyen, ilgiyi azaltan, pastanın büyümesini engelleyen bir
yapısal sorun olarak karşımızda duruyor. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.
Sayın Bozkurt ile konuşmalarımızı tamamlıyoruz. Sayın Bozkurttan sonra
üç beş soru alacağız. Buyurun Sayın Bozkurt.
Today’s Zaman, Abdullah Bozkurt- Şimdi bu bahsedilen problemlerin
çoğu geçmişte de vardı hatta daha kötü bir şekilde yaşadık hep beraber,
bunu unutmamak lazım. Bütün bu problemlere rağmen aslında orta sınıf
geliştikçe Türkiye’de toplumdan gelen talep artıyor. Dolayısıyla hükümet
ne kadar baskı kurmaya çalışsa da veya şirketler lansman yapıyoruz diye
ekonomi muhabirlerini toparlayıp beş yıldızlı otellerde yurt dışına götürseler
de bu çok sürdürülebilir bir şey değil bunu görmek lazım. Üçüncüsü
bu problemlerin çoğu aslında sadece Türkiye’ye has problemler değil.
Yani bugün Beyaz Sarayda uçağa bindiğinizde çok serbest olduğunuzu
zannetmeyin yani yaşadığımız için orada da kimin hangi soruyu soracağı,
nasıl soracağı bellidir.
Ama benim de New York’tayken üyesi olduğum uluslararası kuruluşun
Gazetecileri Koruma Komitesi, bir rapor yayınladığında ve bu raporda
Türkiye, Çin’den ve İran’dan medya özgürlüğü konusunda çok daha kötü
dediğinde orada bir durmak gerekir. Yani ben hem Çin’e hem de İran’a
gitmiş bir gazeteci olarak bunun doğru olmadığını biliyorum, kendilerine
de söyledim. Yani biz Çin’e gittiğimizde kuzey bölgesinde çok büyük yerel
68
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
bir gazeteye uğradık. Her şeyi yazabiliyor musunuz diye sorduğumuzda
evet bugün işte şehrin merkezinde bir yangın vardı onu yazabildik demişti.
Yani oradaki özgürlük anlayışıyla Türkiye’deki özgürlük anlayışı arasında
çok büyük fark var. Yani bu karşılaştırmayı ve izafi durumu göz önüne
almak lazım.
Tabii ki burada liste hazırladığınızda içerisine siz polisi öldürmekten veya
başka terörden içeriye girmiş veya hüküm giymiş insanları da koyduğunuzda
az evvel Erdal ağabeyin bahsettiği ve diğer arkadaşlarımızın bahsettiği
problemleri gündeme getirmekte zorlanıyoruz. Yani gerçek sorunları
gündeme getirmekte zorlanıyorsun. Çünkü siz bir liste hazırlamışsınız.
İçerisinde gerçekten yazdığından dolayı hapse giren veya hüküm giyen
insan var, tutuklu olan var, ama diğer taraftan da polisi öldürmekten veya
bir soygun teşebbüsünden dolayı içeriye girmiş insan da var.
Dolayısıyla bu tür raporlar ve listeler bize fayda vermekten ziyade
zarar veriyor. Çünkü asıl işlememiz gereken problemleri işleyemiyoruz
ve hükümet hemen bu zaafı görüyor ve siyasi istismar konusu yapıyor. Bir
husus biz medya grupları olarak bir araya gelmekte o kadar zorlanıyoruz ki
yani tiraj denetimi konusunda bile biliyorsunuz bir araya gelmeye çalıştık,
bağımsız kurul kuralım dedik, onu da beceremedik. Yani şimdi bu kadar
parçalı bir yapı olunca hem hükümetin hem büyük şirketlerin istismarına
çok daha açık hale geliyorsunuz. Çünkü bir tarafta kendini hükümete yakın
olarak konumlandırmış bir medya grubu görüyorsunuz diğer tarafta bir
şirkete daha yakın, ona göre haberler üreten bir grup görüyorsunuz. Yani
orada çok fazla medya grubu göremiyorsunuz çünkü profesyonel olarak
bir araya gelip daha güçlü bir şekilde duruş ortaya koymakta zorlanıyoruz
gibi geliyor bana.
Neticede bütün bunları aslında kapasiteye ben indirgiyorum. Çünkü
medyadaki insan kapasitesiyle de alakalı yapılan haberlere baktığınızda,
yani ne bu hükümetin baskısıyla alakalı, ne şirketle alakalı, muhabirin
yazdığı haber elinize dökülüyor. Yani detay yok haberde. Şimdi bunu
ekonomi muhabiri olarak almışsınız veya Tarım Bakanlığına, Enerji
Bakanlığına tahsis etmişsiniz. Şimdi burada da kendimizi sorgulamamız
lazım; ne kadarı bizden kaynaklanıyor, ne kadarı hükümetten
kaynaklanıyor. Bunları bir kere ortaya koymak lazım ve son olarak
şunu söyleyeyim; hükümet istediği kadar baskı kurmaya çalışsın. Bu
ilk hükümet değil, bundan sonraki hükümetler de olacak, bunu batıdaki
69
Oturum 3B
hükümetler de yapıyor; onu da unutmayalım. Sarkozy’nin telefonu
kaldırıp Le Figaro’nun genel yayın yönetimine niye bunu yazdığınız,
niye şunu yazmıyorsunuz dediğini biliyoruz. Meslektaşlarımız bunu
bize anlatıyorlar. Bu her zaman olacak. Buna karşı sizin ne kadar sağlam
duracağınız ve ne kadar güçlü, profesyonel örgütler oluşturacağınız
önemlidir.
Son olarak şunu söyleyeyim; bunlar ne kadar olursa olsun eğer basın
görevini yapmazsa Twitter, Facebook gibi sosyal medyayla o boşluk
mutlaka doluyor. Bunu siz daha geleneksel medyayla, filtrelenmiş bir
medyayla mı yapmak istersiniz çünkü bir sürü denetim sistemleri var.
Muhabir yazdıktan sonra editörü görüyor, ondan sonra genel yayın
yönetmeni görüyor yani filtreden geçtikten sonra haberin doğruluğu
kontrol edildikten sonra giriyor. Sosyal medyada hemen bir tweetle,
Facebookla doğru olmayan bir haberi, fotoğrafı paylaşabiliyorsunuz.
Dolayısıyla hükümetler açısından da bence çok ciddi bir risk alanı
açılmış oluyor. Uygulanan baskı aslında geri tepmiş oluyor. Teşekkür
ediyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Çok teşekkür ederim. Efendim
bütün konuşmacılarımıza teşekkür ediyorum çünkü bizden önceki
konuşmanın gecikmesi ve bizim toplantıya geç başlamamıza rağmen
arkadaşlarımız zamanında toplantıyı tamamladılar ama müsaade
ederseniz şimdi üç tane soru alayım. Sorusuz geçmemiş olalım.
Buyurunuz efendim. Birinci soruyu sizden alalım, sonra ikinci soruyu
sizden alalım, başka, üçüncü soruyu da hanımefendilerden alalım.
Buyurunuz.
Vehbi Dinçerler, Eski Devlet Bakanı- Çok güzel itiraflar duyduk,
çok da memnun olduk. İyi kötü bu işlerin içinde bulunan birisi olarak
Şeref Bey size bir sorum var kısaca. Medyanın yıkıcılığından söz
ettiniz doğrudur yaşadıkda ben de şahsen yaşadım. Bu medyanın yapıcı
tarafı var mı? Ne kadar güçlü? Size sorum bu. Erdal Bey de medyayı
halk adına denetim yapan bir kurum olarak gösterdi. Keşke öyle olsa,
inşallah öyle olur. Ama bir taraftan da biz şeytanın rolünü oynuyoruz
dedi. Yani Erdal Bey, halk adına denetim yapan medya şeytan adına mı
yapıyor denetimi? Teşekkür ederim.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki teşekkür ederiz efendim.
Buyurun Erdal Bey.
70
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl, Yıldırım Beyazıt ÜniversitesiMerhaba ben Sayın Sağlam’a birkaç yorum yapmak istiyorum, sonra da
soru sormak istiyorum. Açıkçası Sayın Sağlam’a katılmadığımı açık bir
şekilde ifade etmek istiyorum. Sayın Sağlam’ın bu platformda görüşlerine
bakıldığında açıkçası çok hayal mahsulü fikirleri olduğunu görüyorum. Şu
anda Sayın Sağlam, tehdit olarak gördüğü bu hükümetin davetlisi olarak
burada konuşma yapmakta ve açık bir şekilde de tüm görüşlerini ifade etti.
Yine Sayın Sağlam, medya diyor, medya çeşidi diyor. Sayın Sağlam’ın
içinde bulunduğu gazete sayısının, televizyon sayısının çok olmasıyla mı
medya çeşitli oluyor? Bence şu anda önemli ölçüde bir medya çeşitliliği
var. Herkes fikirlerini, düşüncelerini açık bir şekilde ifade etmektedir.
Bir de Sayın Sağlam’ın son on yılda ekonomik büyümede, borçlanmada,
enflasyonda, Türkiye algısında, ülkenin kredi notunda meydana gelen bu
gelişmelerden neden bahsetmiyor ve iyi şeyler söylemiyor. Neden her şey
kötü? Bunu sormak istiyorum. Bir de hep kriz bekliyor, yani kriz olmuyor
sonuçta. Yani bir kriz olması mı gerekiyor? Hep kriz mi bekleyeceksiniz?
Teşekkür ediyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki efendim. Buyurunuz
hanımefendi siz söz istemiştiniz;
Banu Arslanyılmaz, Amasya Üniversitesi- Öncelikle çok teşekkür
ederim. Amasya Üniversitesinden akademisyenim. Benim sorum
tabii ki cevaplı bir soru olacak. Çünkü basın yayın kökenliyim ve
gazeteciyim. Gazetecilik düsturundan geliyorum. Şöyle ki, az önceki
soru soran arkadaşımıza da belki bir nevi cevap niteliğinde olacak. Bizim
zamanımızda hep şu tartışılırdı, yine her zaman gündemde olan şeyler
bunlar yani sadece bu hükümet döneminde olan bir şey değil. Her zaman
tartışılanlar arasında şu vardır; gazetecilerin bağımsızlığı problemi. Ben
bugüne gelindiğinde de bu alanda herhangi bir ilerleme olduğunu hiç
düşünmüyorum. Yani o zaman sermaye kökenli bir bağımsızlık problemi
vardı şimdi iktidar kökenli bir bağımsızlık problemi olduğu çok açık. Yani
bunu nasıl tartışamayız? Ülkede siyasi bir olay olduğunda yedi gazete
birden aynı başlığı manşetine taşıyabiliyorsa ve harf, hece değiştirmeden
tek bir cümleyi ya da tek bir manşeti yedi gazete birden atabiliyorsa bu
ülkede çok ciddi bir basın özgürlüğü sıkıntısı var demektir. Bu ülkede çok
ciddi bir özgürlük ve hak ve özgürlüklerin ifadesi sıkıntısı var demektir.
Yani bu benim için, bunun dışında bir söylem gerçekten hayal aleminde
olmakla eşdeğer. Biz çünkü biliyoruz ki geçmişte üretim araçlarını
71
Oturum 3B
ellerinde tutanlar gücü ve iktidarı ellerinde tutuyorlardı. Ama günümüzde
bilgi kaynaklarını ellerinde tutanlar güç ve iktidarı elinde tutuyorlar. Doğal
olarak tabii ki böyle sürüyor bu. Yani bu bugünün sorunu değil, yıllardır
böyle. Abdurrahman Bey’in dediği gibi bu bir kriz olmasın, bu bir sorun
olsun. Peki, bu sorun nasıl çözülecek? Benim sorum da bu olsun o zaman.
Teşekkür ederim.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki, teşekkür ederiz. Bir dakika
hanımefendi şimdi bir pozitif ayrımcılık yapacağız. Bir hanımefendi daha
var. Buyurunuz hanımefendi son söz.
Katılımcı- Hocam teşekkür ederim. 15 sene önce daha özel okullar
açılmamışken iletişim fakültesinde zaten hocamdınız. Gazetecilik
okuyordum. Abdurrahman Bey’in söylediği aynı zamanda eski Habertürk
çalışanıyım. Şükürler olsun ki bugün bir gazeteci değilim. Özel sektör
çalışanıyım. Abdullah Bey, zaman içinde çok görüştük, ekonomi üzerine
muhabirlik başvurusu yapmıştım yıllar önce ama beni almadılar. Cemaatcemiyet terimi var oradan olmadığım geri bildirimi geldi dolayısıyla
alınmadım. Belki içi boş gazetecilik ve sizin elinizde dökülen kâğıtların
sebebi budur. Bence insan kaynakları ile konuşmanızda bir fayda olabilir
diye düşünüyorum. Benim sorum şu; ben bugün sizler adınıza çok
üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm. Çünkü hem dijital medya hem yenilikçi
gazetecilikten bahsediyorsunuz. The Huffington Post gibi yayınların nasıl
tuttuğunu, oradaki editörlerin bugün sizlerin yazdığı gazetelerde yazan
ve yorum yapan arkadaşların birçoğundan daha iyi yorum yapabildiğini
kıyaslayabiliyorsanız, Türkiye’de gazeteciliğin geldiği yeri görmek zaten
çok mümkün. Bir günah çıkarma gibi görüyorum, hiç kimse hiçbir şeyden
mutlu değil. Bugün gazetecilikte herkesin şikâyet ettiği bir konu var
gibi; bu siyasi baskı olabilir, bu sektörel baskı olabilir. Abdullah Bey’e
bir sorum var samimiyetimle. Bu kadar insan kaynakları kalitesi sıkıntısı
var iken, bu kadar sevdiğimiz veya sevmediğimiz konular varken acaba
bana iki tane sebep sayabilir misiniz bugün yazdığınız gazetede ekonomi
bölümünü okumam için?
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz efendim. Efendim
buyurun Sayın Yıldırım siz mi cevap vereceksiniz?
Abdurrahman Yıldırım, Habertürk Gazetesi- Yani ekonomide
demeyeyim yani medyanın içerik sorunu var, bu hemen çözülemez. O
sorunu yaratan nedenler çözülür ve düzelirse bu da düzelir. Ne kadar
72
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
toplum ne kadar demokrasi o kadar medya. Medya daha ileri gidemez.
Aşağı çekilir toplum tarafından. Toplumun talebi var ama o talep medyada
değil asıl siyasette bir karşılığını bulursa, ülkenin yönetim yapısında
karşılığını bulursa tamam bu gerçekleşir. Yargı bağımsız olmazsa iktidar
karşısında ne yapacaksınız? Yani yargı bağımsız olmalı. Güçlü bir
muhalefet olmalı. Yani medya tek başına hem muhalefet görevi hem yargı
görevi yapamaz, yaptırtmazlar. Dolayısıyla güç şu anda tek, o tek güce
karşı medya da kendisini uyarlamış durumda. Bunu da toplum istiyor
böyle. Seçim sonuçlarına bakarız, ondan sonra belki ayrışma olur, belki
olmaz. Toplumun yaptığı bir tercih bu. O tercihe uygun ortaya bir şey
koyuyor medya, kendisini buna uyarlıyor. Maalesef tek tek belki kişilerin
talebine cevap vermiyor bu medya yapısı ama genel yapı bu. Yani kolay
çözümü yok.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Evet Sayın Oğuz siz cevap
vereceksiniz. Sayın Sağlam da cevap verecek. Buyurun.
Dr. Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi- Kısa soru, kısa cevap. Özdemir
Asaf’ın dediği gibi “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza
verdiler.” Ama iyi şeyler de yapıyoruz. Şimdi bakın sizin döneminizle
ilgili söyleyeyim; KDV’nin bütün topluma yaygınlaştırılmasına ve
hepimizi vergi mükellefi yapmasına medyanın getirdiği olumlu havanın
büyük bir katkısı var. Sigara yasağının gençler üzerinde sigara içmeyen
bir nesil yaratmada büyük bir öncülüğü oldu. Son örneğimi de yaşadığım
için biliyorum, Van depremi 7,2 şiddetinde oldu ama yardım şiddeti 9,2
oldu. Bu da tamamen medyanın eğer bir toplumsal faydayı kendine dert
ettiği zaman ne kadar etkili olabileceği noktasında birkaç tane güzel örnek
vermek istedim. Teşekkür ederim.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederim. Sayın Sağlam.
Erdal Sağlam, Hürriyet Gazetesi- Ben de şeytanın avukatlığı derken
Van depreminden gireyim o zaman. Van depreminde ertesi gün yapılan
bütün yayınlara baktığınız zaman doğru dürüst, daha önceki depremlerde
olmadığı kadar tek tip yayın gördük. Yardım gitti bilmem ne yaptı ama
yayınlara baktığınız zaman tek tipti. Hanımefendinin bahsettiği yedi
gazete on gazete birden bazı toplumsal olaylarda aynı manşeti kelimesi
kelimesine atabiliyor ve bu çok fazla olmaya başladı. Yani ister istemez
siz bir okuyucu olarak burada “Ya bu başlık birinden mi geldi?” diye
düşünmelisiniz. Çünkü öyle. Yani yedi tane editör, her birinde 8-10 kişi
73
Oturum 3B
olduğunu düşünün. Masadaki 80 kişiden aynı başlık çıkmaz. Tıpatıp aynı başlık
çıkmaz yani böyle bir şey olduğu zaman. Şeytanın avukatlığı dediğim bu yani
Şeref’in dediği de bir bakış. Van depremi ile ilgili, benim söylemek istediğim
de bir bakış. Oradaki yardım, oradaki konut kalitesi, oradaki deprem sigortası
yani biz çok fazla şeye bakmak zorundayız.
Halkı aydınlatmak için halk adına denetim yapmak böyle bir şey. Halk
adına şeytanın avukatlığını yapmak, evet diyebiliriz. Çünkü dört senede bir
gidip oy kullanıyor halk ve iktidarlar, demokraside böyle oluşuyor, sandık
demiyor muyuz? Milli irade demiyor muyuz? Yani kutsallaştırıyoruz bunu. Ne
kadar kutsallaştırdığımız, sandığa gidene kadar o dört yıl içerisinde hükümetin
yaptıkları, sadece iyi yaptıkları yazılırsa orada ne karar verecek? Bu demokrasi
nasıl oluşacak? Ben eleştirel olmadıktan sonra, icraatı eleştirmedikten sonra,
ondan mağdur olanları dile getirmedikten sonra demokrasinin ne anlamı
var? Basının kamuoyu adına denetim yapmasından anlamak istediğim bu.
Demokrasi için vazgeçilmez dediğim bu. Şeytanın avukatlığını yapmak dediğim
bu. Aslına bakarsanız meslek olarak bizim vatan millet filan düşünmememiz
lazım. Başımdan 20 yıl önce geçti; gizli teşvik. Masada gördüm yazacağım
dedim yazamadım ama sonra da yazdım. Yani ne dediler; “Bunu yazarsan
bilmem ne ihracatı etkilenir.” “Gümrükleme Antrepoculuk Taşımacılık (GAT)
kurallarına aykırı, bilmem ne yazma.” Ama yazmak zorundayım ben bunu.
GAT kurallarına aykırı hareket eden o hükümet. O işi oraya getiren o hükümet.
Rekabet gücünü korumayan, artı sübvansiyon ve ben bunu yazmak zorundayım
ki bu sistem böyle devam etmesin. Anlatabiliyor muyum? Yani ben siyasetin,
çıkar gruplarının etkisi olmadan mümkün olduğunca fazla soruyu sorup bunun
cevabını almak zorundayım. Şeytanın avukatlığı dediğim o yani şeytanın
avukatlığını yapamıyoruz elbette ama söylediğimizde dahi akademik insanlara
bile zor geldiğini de gördüm.
Gerçekten ben burada baştan da söyledim, iyi yapılanlar olduğunu, en son
Fatih Bey’in, hocamızın söylediklerinde ekonomik tahlile de karışmadım
sadece kurumsal hususlara giriştim. Ben gazeteciyim. Ben üniversiteler
hakkında konuşmadım. Ben gazetecilik hakkında konuştum, yaşadığım şeyler
hakkında konuştum ve ideolojik bakmıyorum. Teşekkür ediyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz. Sayın Bozkurt da
şimdi konuşacaklar. Sonra kapayacağız çünkü 15-20 dakika geçmiş olduk.
Buyurunuz efendim.
74
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Abdullah Bozkurt, Today’s Zaman- Hanımefendinin sorusuna cevap
vermek istiyorum. Özel ne yaşadığını bilmiyorum ama Erdal Ağabeyin
bahsettiği bürokrasiyle alakalı çok önemli bir konu vardı; liyakat meselesi.
Biz gazetemizde liyakat meselesine bakıyoruz. Nasıl giyindiğiniz, nereden
geldiğiniz, nereye üye olduğunuz hiç önemli değil. En son benim aldığım üç
kişi; Ankara temsilcisiyim ve ofisi ben oluşturuyorum, üçü de hanımefendiydi.
Biri, Associated Press referansıyla geldi, diğeri Agence France-Presse’ten ve
üçüncüsü de bir uluslararası insan hakları örgütünde çalışan bir hanımefendi.
Bu üçü de dediğiniz gibi farklı; bir referans ile bakmıyoruz. Tamamen liyakata
odaklanıyoruz. Çünkü o gazeteyi benim yönetebilmem için o muhabiri basın
toplantısına gönderdiğimde hakikaten oturaklı, yerinde bir soru sorabilmesi
için liyakatının olması gerekiyor. Yoksa şu partiye, yok şu camiaya, cemaate,
şu gruba bu gruba, medya grubuna öyle baktığımız zaman Today’s Zaman’ı
ben çıkardığımda o haber benim elimde kalır, gülünç duruma düşerim ve
benim uluslararası rekabet, bırakın Türkiye’deki rekabeti, uluslararası rekabet
içerisinde olmam gerekiyor. Benim haberimi sadece Türkiye okumuyor tüm
dünya okuyor. Dolayısıyla o haber bir Reuters and API’nin haberine eşdeğer
olması lazım. New York Times’ın haberiyle eşdeğer olması lazım.
Bahsettiğiniz problemlere gelince, bu problemler eskiden daha derin
şeklinde vardı Türkiye’de, hala var, bundan sonra da olmaya devam edecek.
Bunun çözümü de ancak ve ancak medya gruplarının bir araya gelmesiyle olur.
İşte bugün Marmaray projesi açılıyor bence son derece önemli bir proje. 150
yılın projesidir. Ama birisi tamamen birinci sayfayı ona ayırırken, diğeri onun
karşısında nasıl çürütebilirim, nasıl hükümete buradan vurabilirim anlayışıyla
hareket ettiği için medya grupları ideolojik olarak olaya baktığından dolayı bir
araya gelemiyorlar ve gerek siyasi gruplara karşı gerekse sermaye gruplarına
karşı kendilerini daha zayıf durumda bırakıyorlar. Bu böyle olduğu müddetçe
bunun değişmesini ben çok mümkün görmüyorum. Ama Türkiye siyasetiyle,
ekonomisiyle, kültürüyle gelişmek zorunda, aksi takdirde bu bölgede sıkışıp
kalırız. Bunun da bir şekilde çözümleneceğini düşünüyorum. Özellikle yeni
nesille beraber Twitter’a, Facebook’a, sosyal medyaya son derece hâkim ve
her şeyi sorgulayan, son derece dinamik bir gençlik geliyor. Gezi protestoları da
belki bunun bir işaretiydi. Böyle okumak lazım diye düşünüyorum.
Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim çok teşekkür ederim. Efendim,
önce panelistlere teşekkür ediyoruz teker teker ama sizlere de teşekkür ediyoruz.
Sabır buyurdunuz biraz geçtik süreyi. İyi günler diliyoruz.
75
OTURUM 3C
Bilişim Politikaları
31 Ekim 2013
Panel Başkanı
Faruk Eczacıbaşı
Eczacıbaşı Holding
Panelistler
Turhan Menteş
Türkiye Bilişim Derneği
Prof. Dr. Erkan Erdil
ODTÜ
Doç. Dr. Mustafa Akgül
Bilkent Üniversitesi
Müjdat Altay
TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su
Bengi Korkmaz
McKinsey
Bilişim Politikaları
Oturum 3C
Kalkınmada Bilişim Politikaları
Panel Çerçevesi:
• Bilişim politikalarında küresel eğilimler
• Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında bilişim politikalarının rolü
• Sanayi ve hizmetlerde yüksek katma değerli üretim yapısına geçişte bilişimin katkısı
• Bilişim sektörüne yönelik nitelikli insan gücü ihtiyacı ve bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik tedbirler
• Türkiye’de bilişim sektörünün ihracata katkısının artırılmasına yönelik
politikalar
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Öğleden önce umarım herkese
zevkli bir panel yaşatma imkânı bulabiliriz. Ben söze şuradan başlamak
istiyorum müsaadenizle. Dünkü konuşmalardan aldığım bilgilere göre
gerek Başbakanımızın gerek Cumhurbaşkanımızın yaptığı konuşmalar
çerçevesinde aldığımız sonuçlar, nereden nereye geldik bunların hepsinin
üzerine değinme fırsatı bulundu. Hele son yıllarda yaşadıklarımız hakikaten
yüzümüzü ağartıyor. Ben biraz daha makro yaklaşımlardan söze girmek
istiyorum. Dünya Ekonomi Forumu’nun rekabet endeksinde aslında
bizim yerimiz nerede? Her sene yapılan bir analiz. Türkiye’nin yerini
son yıllarda gittikçe artıyor olarak görüyoruz. Büyük bir sıçrama görüyor
muyuz, hayır. Büyük bir sıçrama görmüyoruz. Tabii ki kulvarlardaki bütün
atletler koşuyor, herkes zaman zaman biraz hızlanıyor, zaman zaman biraz
yavaşlıyor.
Bizim de yerimiz bundan on sene evvel hatırladığım kadarıyla aşağı
yukarı 130 ülkenin arasında 60’lı sıralarda yer alırken, on sene sonra 144
ülke arasında şu anda 44’üncü sıradayız. Detaylara biraz bakacak olursak
en iyi olduğumuz konu piyasa ve pazar büyüklüğümüz; dünyada 16’ncı
sırada. Tabii bizim boyutumuzda bir ülke için de pek yadırganacak bir
şey değil. Fakat biraz da olumsuz ölçütlere baktığımız zaman işgücü
piyasasında 144 ülke içinde 130’uncu sıradayız. Pek parlak bir görüntü
değil. Makroekonomik ortamda tam ortalardayız aşağı yukarı, 76’ncı
79
Oturum 3C
sıradayız. Kadının işgücüne katılımında 134’üncü durumdayız. Sanayiye
baktığımız zaman sanayideki katma değerli ürünlerdeki durumumuz nedir?
Rakamlara pek girmek istemiyorum, panelistlere sözü bırakmak için.
Son on yıl içinde kaynak kullanımında verimliliğimizin aslında çok
fazla artmadığını görüyoruz. Sanayi üretiminde nispeten daha geriye
düşen rakamlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bence önemli bir sonuçtur.
Maalesef teknoloji düzeyine göre sektörlerin ihracat payında da biraz geri
durumdayız. Şimdi bunlar çok şey ifade ediyor mu? Bence ifade ediyor.
Yani biz bugün kendimize ne kadar motor yüklesek, ne kadar turbo
motoru giyersek giyelim, komşu ülkeler olsun, dünyanın her köşesindeki
ülkeler olsun herkes bizim gibi iddialı, bizim gibi uğraş veriyor. Herkes
gelecek için kendi beklentisi içinde. Tahmin ediyorum, bu koşu içinde
özellikle uluslararası rakamlarda nispeten daha hızlı koştuğumuzu izleme
fırsatı buluyoruz. Çok hızlı mı koşuyoruz, beklediğimiz kadar hızlı mı
koşuyoruz? Keşke beklediğimiz kadar hızlı koşabilsek diyorum.
Bu arada bizim inandığımız konu aslında teknolojidir. Bilgi ve iletişim
teknolojisini yeterince ve yerinde kullanmayı başarabildiğimiz takdirde
hem ekonomik boyutlarda hem sosyal boyutlarda çok farklılıklar
getireceğimize inanıyoruz. Eğer Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği’nin
yaptığı bir araştırmaya bakılacak olursa Bilgi İletişim Teknolojileri (BİT)
sektörü sermayesinde eğer yüzde 1’lik bir artış olduğu takdirde aşağı
yukarı yüzde 1,6’lık bir kaldıraç etkisi oluyor. Ama geleneksel sabit
sermaye yatırımlarına baktığımız zaman bu yüzde 1,3’e kadar düşüyor.
Bu konu üzerinde Kalkınma Bakanlığı Bilgi Toplumu Dairesi
Başkanlığının yaptığı bir çalışma aşağı yukarı bütün 2013 yılının
ortalarına kadar bir senelik çalışmayı aldı.
McKinsey tarafından, Bilgi Toplumu Dairesi Başkanlığı ile birlikte
yapıldı. Bengi Hanımı McKinsey’den aramızda görme fırsatı bulduk.
Panelde yerini aldı. Kendisinden isterseniz yaptığı çalışmalar hakkında
biraz bilgi alalım. Bengi Hanım.
Bengi Korkmaz, McKinsey- Faruk Bey’in de bahsettiği gibi 2012
sonundan itibaren yaklaşık altı aylık bir çalışmamız oldu Kalkınma
Bakanlığıyla. Burada dünyadaki trendler, Türkiye’nin önündeki fırsatlar ve
bu sektör Türkiye için ne demek ona biraz baktık. Bununla ilgili önerilerde
bulunduk. Bahsedeceğimiz konuşmanın sunumunda da burada çıkardığımız
80
Bilişim Politikaları
bütün dokümanlar ve bütün çıktıların özetini internetten ulaşabilirsiniz.
Ben isterseniz kısaca şundan bahsedeyim öncelikle. Birçok devlet için
bilgi teknolojileri son yıllara kadar uzakta bir sektördü. Yani bakıyorlardı
Çin’de, ABD’de, İsrail’de birtakım gelişmeler var ama özellikle orta gelir
ve düşük gelirli ülkeler bilgi teknolojileri sektörüne biraz uzaktalardı. Ama
son yıllarda bunun çok değiştiğini görüyoruz. Çünkü hepimizin de bildiği
gibi bilgi teknolojileri artık bir seçim değil bir zorunluluktur.
Hem bireysel hayatın içine tamamen girmiş bir sektör hem de aynı
zamanda diğer sektörlerin rekabetini ve oradaki katma değeri artıran bir rolü
olduğu için de bütün ülkeler bunu benimsemek durumundalar. Dolayısıyla
bizim gördüğümüz şey sadece önde gelen ileri teknolojiye sahip olan
ülkelerin değil şu son zamanda orta gelir seviyesindeki ülkelerin de bilgi
teknolojilerine dair bütünsel planlama yaptıkları.
Bu çerçevede de Bakanlığımızla çalıştığımız zaman Türkiye’de
gördüklerimizi ben kısaca özetleyeyim size öncelikle. Türkiye’de bilgi
teknolojileri sektörünün, ki biz bunu yazılım, donanım ve bilgi teknolojisi
servisleri olarak tanımlıyoruz, orta düzeyli ülkelerin altında seyrettiğini
görüyoruz, 2011 rakamlarıyla toplam GSYH’nın yaklaşık yüzde 1’ini
oluşturuyor. Biraz önce bahsettiğim gibi bize benzeyen ülkelerin, yani kişi
başına düşen GSYH’sı on bin dolar olan ülkelerin çok çok altında.
Bunun bireysel, kurumsal ve kamu kullanımı bağlamında alt kırılımına
baktığımız zaman; bireysel tarafta gördüğümüz şey şudur. Her ne kadar
hepimizin elinde bir cep telefonu olsa bile diğer ülkelerle karşılaştırdığımız
zaman özellikle akıllı telefon kullanımında, tablet bilgisayar kullanımında
geride olduğumuz bir gerçektir. Birkaç istatistik vermek gerekirse gelişmiş
ülkelerin tamamında yaklaşık ortalama yüzde 66’lık bir akıllı telefon
kullanımı varken Türkiye’de bu ancak yüzde 20’lere ulaşmış durumda.
Bilgisayar kullanımı yine yüzde 55 civarında.
Dolayısıyla düşük olmamızın sebeplerinden bir tanesi donanım ama
düşük olmamızın esas sebeplerinden bir tanesi diğer ülkelere göre yazılım
ve IT servisleri sektörünün çok küçük olmasıdır. Yani biz bunun kırılımına
baktığımız zaman Türkiye’de bahsettiğim bu toplam yedi, sekiz milyar
dolarlık rakamın yüzde 75’i donanımdır. Yazılım ve IT servisleri neredeyse
yok denecek kadar az. Bu da şu demek; bizim şirketlerimiz ve kamu aslında
kullanması gerektiği kadar bu teknolojileri kullanmıyor demek.
81
Oturum 3C
Şirketlere baktığımız zaman sektör sektör inceledik. Finans sektörü
dışındaki diğer sektörlerde orta gelir seviyesindeki ülkelerin altında bizim
kullanım oranımız. Bunun sebepleri var. Hem davranışsal hem de bir takım
yapısal sebepler var.
Bazı sektörlerimiz çok KOBİ ve mikro işletme odaklı, dolayısıyla
oralardaki düşük kullanımı bu sebepten dolayı anlayabiliyoruz. Ama bir
taraftan da baktığımız zaman şirketlerin içinde IT’yi gerçekten anlayıp
bunun nasıl sistemi verimlileştirebileceğine dair bilincin eksik olduğunu,
bunun da aslında temel sebeplerinden bir tanesinin insan kaynağı eksikliği,
öbürünün de enflasyonist ortamdan dolayı uzun dönemli düşünmek yerine
şirketlerin çok kısa dönemli düşündükleri, dolayısıyla IT’nin kullanımının
şirketler için çok da kritik bir konu olmadığını görüyoruz. Elbette birçok
sektördeki şirketler bu bağlamda değişiyor ancak bugün içinde olduğumuz
durum böyle.
Kamu tarafına baktığımız zaman da kamunun harcaması bağlamında yine
diğer orta düzey ülkelerin gerisinde bulunuyoruz. Yani başlangıç seviyemiz
kullanma açısından orta gelir seviyesi ülkelerin altında. Bu ne demek?
Dün Sayın Ali Babacan da bahsetti. Ülkenin ekonomik olarak
dönüşebilmesi için katma değerimizin artması lazım bunun da yollarından
bir tanesi, rekabetçiliğimizi sürdürmenin yollarından bir tanesi ve hatta
zorunluluklarından bir tanesi bilgi teknolojileridir dolayısıyla ülke olarak
burada önemli adımlar atmak durumundayız. Ülkenin ekonomisinin
dönüşümü için ve bu kongrenin tabii ki de temel öncelikli konulardan birisi
haline gelmiş bu konu.
Kısaca diğer ülkeler ne yapmış bu konuda çünkü bu aslında bir hayal
değil, olduğumuz noktada çok büyük avantajlarımız var, bir taraftan da
dezavantajlarımız var. Bunları çok gerçekçi şekilde görerek bir takım
seçimler yapmak zorundayız.
Biz birçok ülkeye baktık; Kore, ABD, Çin, İsrail, Polonya ve Rusya.
Buralarda gördüğümüz şey; bir defa bu bilgi teknolojileri sektörünü toplam
sektör olarak düşünmemek lazım çok parçalı bir sektör aslında. Hiçbir ülke
bilgi teknolojilerinde lider değil. ABD bile değil çünkü ABD donanımda
lider bir ülke değil. Donanımın lider ülkesi Çin’dir.
Dolayısıyla bu konuda adım atmış ülkeler odaklanmışlar, yani belli
konuları seçmişler ve onların etrafında bütünsel stratejiler geliştirmişler. Yine
82
Bilişim Politikaları
aynı şekilde gördüğümüz şey, devletin bu sektörün gelişiminde önemli bir rol
oynadığı. Çünkü buna bütünsel bakılması gerekiyor. Bu diğer sektörlerden
farklı olarak çok insan kaynağına dayalı bir sektör, dolayısıyla birçok ülkede
gördüğümüz şey, kümelenme stratejisi çerçevesinde üniversitelerin özel
şirketlerle yakın çalıştığı ortamların yaratıldığı ve bunun etrafında fiziksel
ortamlarda veya daha doğrusu bir büyük şirketin etrafında ya da bir temanın
etrafında kümelenme stratejisi çerçevesinde gelişmenin olduğu yönündedir.
Bunun örneklerini elbet siz de biliyorsunuz, mesela Hindistan’da Bengalor
var. Bengalor’a benzeyen birden çok kümelenme var. İsrail zaten küçük bir
ülke, Tel Aviv etrafı diyebiliriz. Rusya’da yeni bir “Skolkovo” kümelenmesi
oluştu. İngiltere’de “Text”. Yani bütün ülkelere baktığınız zaman bunların
Başbakanları, Cumhurbaşkanları ve devletler bu konuyu bir öncelik haline
getirip büyük şirketleri ve yabancı yatırımcıları çekerek bir kümelenme
stratejisi oluşturmuşlar. Bu da öğrendiğimiz şeylerden bir tanesi.
Belki de en önemlisi uzun dönemli ve orta uzun dönemli düşünmek
gerekliliğidir. Bu sektörü geliştirmek bir senelik, iki senelik bir iş değil.
Baktığımız zaman bütün bu ülkelere, Hindistan en hızlı bunu yapmış, bunu
on senede yapmış. Bunu çok bütünsel bir planlamayla yapmış. Örneğin
Nascom diye onların çok önde gelen IT şirketlerinin parçası olduğu, dâhil
olduğu bir kuruluş var, o kuruluş devletle bir araya gelmiş ve bütünsel bir
planlama yapmışlar. Bu böyle bir kişinin yapabileceği bir ya da birden fazla
şirketin yapabileceği bir konu değil, dolayısıyla devletin burada çok önemli
bir rolü var. Bu da öğrendiğimiz konulardan bir tanesidir.
Bütün bunları özetleyecek olursam; Türkiye de diğer ülkeler gibi belli
temalara odaklanmalı çünkü Türkiye’nin aslında çok büyük avantajları var.
Türkiye zaten belli alanlarda birikimi oluşmuş bir ülke. Bir Afrika ülkesi
gibi veya diğer ülkeler gibi bu konuda hiç çaba sarf etmemiş bir ülke değil.
Aslında iyi bir başlangıcımız var. Sağlık olsun, savunma olsun, içerik olsun
ciddi bir birikimimizin olduğu belli alanlar var. Bu alanların üzerine gidilip,
bu alanlar üzerinde bir yapılanma düşünülebilir.
İkincisi, Türkiye’nin birçok alanda çok büyük atılımlar yaptığını
görüyoruz ve mega projeler oluşturduğunu görüyoruz. IT aslında bu
projelerin birçoğunun önemli bir destekleyicisidir ve dolayısıyla bunlar
düşünülmelidir. Üçüncüsü Türkiye’nin bölgede çok önemli bir nüfuzu var
ve iyi ilişkileri var. Bölgede doğan bir takım fırsatlar var, Türkiye bunlardan
yararlanabilir.
83
Oturum 3C
Son olarak da insan kaynağı; bu iki taraflı bir şeydir. İnsan kaynağına
baktığımız zaman Türkiye ortalama rakamlarda çok iyi görünmese
bile genç nüfusumuzun olduğu net ve bu bilgi teknolojileri konusunda
özellikle ABD ve Hindistan’da gördüğümüz tecrübe aslında çok kısa
dönemde iyileştirmeler yapılabildiği yönündedir. Örnek vermek gerekirse,
Hindistan’da Vipro, Infosys gibi şirketler ellerini biraz taşın altına koyarak
eğitim programları geliştirip birkaç sene içinde ciddi bir insan kaynağını
dönüştürebilmişler ve onları bu sektöre kazandırabilmişler.
Türkiye’de eğitim konusunda yine bu konuya baktık. Arz talep arasında
bir dengesizlik var. Şu anlamda; mezun sayısı anlamında aslında fena bir
mezun sayısı vermiyoruz, yılda yaklaşık 75 bin hem teknik okuldan hem
lisans, ön lisanstan bilgi teknolojilerine odaklı insan yetişiyor. Toplam
sektördeki istihdam da 183 bindir. İş yerleriyle konuştuğumuz zaman ki
bu projede onlarla yakın temasımız oldu, söyledikleri şey; “Biz nitelikli
eleman bulamıyoruz”. Bu da şu demek bizim mezun ettiğimiz, mezun
ettiğimizi düşündüğümüz insanlar doğru becerilere sahip değiller. Doğru
şekilde eğitilmeleri gerekiyor.
Burada da sıkıntılar müfredatın giderilmesi, şirketlerin daha çok eğitim
kurumlarıyla beraber çalışması, belki onlara dersler ve eğitimler verilmesi
ve belli üniversitelerin de odaklanması gerekir. Çünkü bizim ülkemize
baktığınız zaman her üniversitede her şeyler öğretiliyor. Yurt dışına
baktığınız zaman bazı üniversiteler bazı konularda çok çok iyiler. Bizde
de bu alanlarda hangi temaları seçeceksek eğer bu temalar etrafında, sağlık
olabilir, savunma olabilir vesaire belli üniversitelerin mutlaka o konulara
odaklanıp insan yetiştirmesi gerekiyor. Olmayacak bir şey değil. Bizde
çok ciddi bir iç pazar ve insan kaynağı var.
Yaklaşık 23-24 milyon genç nüfusumuz var. Bunu dönüştürerek Türkiye
mutlaka bilgi teknolojilerinde adım atmalıdır. Aksi takdirde bu sektörde
varlığımız sıkıntıya girdiği gibi diğer sektörlerin de rekabetçiliğini
önümüzdeki dönemde negatif etkileyecek gelişmeler söz konusu olacaktır.
Dolayısıyla bu bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Ben sözlerimi böyle
bitirmek istiyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Şimdi müsaade
ederseniz Müjdat Bey’e geçmeden önce ben bir soruyla devam etmek
istiyorum. Şimdi özellikle insan kaynağı konusu çok karışık bir konu, yani
burada bizi önümüzdeki dönemde gerek meslek ihtiyaçlarına yönelik gerek
84
Bilişim Politikaları
bilgi ihtiyaçlarına yönelik bir açık bekliyor. Ama bunun karşılığında aynı
beklentiyi biz bütün dünyada görüyoruz. Üstelik de en iyilerinin beyin göçü
kanalıyla ABD, Avrupa gibi yerlere gidebileceğini görüyoruz. Buna karşı bir
önlem veya bir öngörümüz olabilir mi acaba Bengi Hanım?
Bengi Korkmaz, McKinsey- Hem bunu çözecek hem de bence sektörün
gelişmesini sağlayacak en önemli şey Türkiye’ye yabancı yatırım çekmek.
Çünkü bu konudaki eğitim sadece okulda olmuyor.Yani iş yeriyle görüştüğümüz
zaman söyledikleri şey eleman aldıktan sonra biz yetiştiriyoruz. Dolayısıyla
bu sektörün problemini önemli açıdan çözecek konulardan bir tanesi yabancı
yatırım çekip onların mutlaka bizim işgücümüzü, bizim genç nüfusumuzu
eğitmesi ve onların da ellerini taşın altına koyacak yapıların içine girmesi.
Böyle olursa eğer beyin göçünü de aynı zamanda engelleyebileceğimizi
düşünüyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Peki, çok teşekkürler Bengi
Hanım. Şimdi müsaade ederseniz Müjdat Beyle, hem NETAŞ Genel Müdürü
hem de yine sektördeki sivil kurumlarımızın birinin başında Türk Elektronik
Sanayiciler Derneği (TESİD) Başkanlığı görevini yürütüyor. Kendisine sözü
vermek istiyorum. Buyurun Müjdat Bey.
Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve NETAŞ CEO’su- Çok teşekkür ederim.
Şimdi biliyorsunuz bu günlerde hep bulut teknolojilerinden bahsediyoruz. Ben
de bulut deyince galiba yanlış bir yere gittim. Havacılık sektörü ile ilgilenmeye
başladım. Şimdi konuyla ne alakası var diyeceksiniz ama havacılık sektörüne
baktığımız zaman son 30 yılda çok büyük bir değişim olmuş. Dünyadaki
havacılık sektöründe bir odaklanma var. Bu odaklanma trafiğin odağını
gösteriyor. 1980’lerde trafiğin odağı ABD’nin ortasıymış. Bugün ise trafiğin
odağı Ege’nin hafif doğusu yani neredeyse Türkiye’ye çok yakın bir yer. Bu
neyi getiriyor? Aslında demek ki artık trafik, Çin’in de gelişmesi dolayısıyla
yavaş yavaş doğuya doğru kayıyor.
Türk Hava Yolları son on yılda müthiş bir atılım yaptı. Bu değişimi görerek
atılımını yaptı ve ben hakikaten oradaki gelişmelerden çok gurur duyan bir
Türk vatandaşıyım. İnşallah da çok daha iyi bir noktaya gidecek. Şimdi bunu
bir kenara bırakırsak bir de bilişime dönelim. Dünyada bilişim tarafında da çok
büyük bir değişim yaşandı. Ne oldu? Bilişim her sektörün önüne geçti. 19701980’li yıllarda eğitimlerimizi sadece kitapların arasına sıkışarak yapıyorduk.
Herhangi bir kütüphanede eğer çok önemli bir eser varsa o kütüphaneye kadar
gitmeniz gerekiyordu. Dokunarak okuyorduk ve bilgiye erişmek çok zordu.
85
Oturum 3C
Biraz evvel Bengi Hanım da çok güzel bahsetti. Dünyada akıllı telefon
oranının yüzde 60’a çıktığını, Türkiye’deki rakamın yüzde 30 olduğunu
belirtti. Ama ben bunun da kötü olduğuna inanmıyorum. Artık akıl her
yerde, bütün bilgilere ulaşabiliyoruz. Şimdi bu bilgilere ulaşıldığı zaman
ne oluyor bir de ona bakalım. Yine dünya sektörüne baktığımız zaman
100 yıl önce herhangi bir işe girmek istediğiniz zaman milyonlarca, on
milyonlarca dolar sermayeniz ve firmanızın da onlarca, yirmilerce sene
bir bilgi birikimi olması gerekiyordu.
Ama ABD’ye baktığımız zaman büyük şirketler, Microsoft, Cisco ve
buna benzer başka şirketlerin hepsi 20-25 yıl öncesi neredeyse merdiven
altı şirketleridir. Demek ki dünyada çok büyük bir değişim oldu. Aynı
havacılık sektöründe olduğu gibi eksen nasıl on bin kilometre kaydıysa
şimdi de eksen bambaşka bir sermaye birikimine doğru kaydı. O sermaye
birikimi de genç nüfus ve bilgiye erişebilme, şu anda Türkiye’de bunlar
var. Peki, istediğimiz noktaya gelebildik mi, bence hayır. Bence Türkiye
bilişimde istediği noktaya gelemedi, olması gereken noktaya gelemedi.
Bilgiye erişiyor muyuz, işte esas problem o, yani bilgi var da, biz
artık uçağa atlayıp New York’a gitmek zorunda değiliz, New York’ta
kütüphaneden bir bilgi almak için, yüzde 30 telefon da, akıllı cihaz da az
değil. Bir tıkla ulaşabileceğimiz bu bilgiye biz erişemiyoruz.
Bilgiye erişim konusunda dünyada 69’uncu sıradayız. Birinci sırada
Kore var ve Kore 1980’lerde Türkiye ile aşağı yukarı aynı noktalarda iken
bugün geldiği noktada Kore, bilgiye erişmede birinci noktada ve dünyada
da neredeyse birçok alanda da birinci noktada. Peki, ben bunun altına
baktığımız zaman neyi görmemiz gerektiği konusunda birkaç açıdan
bakacağım. Birincisi bizde şu anda inovasyon, araştırma, geliştirmeye
verilen önemde ve firmalarımızda veya kamu kuruluşlarında Bilgi ve
Haberleşme Teknolojileri (ICT)’ye verdiğimiz önemde ben eksiklik
olduğuna inanıyorum.
33 yıldır ben aynı firmada, NETAŞ firmasında çalışıyorum. Biz
yıllarca Türk Telekom’a, PTT adıyla ürün sattık. Türk Telekom’a biz
ürünü gayet rahat satardık ama hiçbir zaman ben Türk Telekom’a ilk
20-25 yıl yazılım satamadım. Yazılımı almıyoruz, şimdi tabii ki almaya
başladı, yani Türk Telekom da alıyor diğer kuruluşlarımız da alıyor ama
ilk 20 yıl yazılım almama anlayışımız vardı, biz yazılımı para olarak,
değer olarak görmüyorduk. NETAŞ ilk 1991 yılında bir yazılım ihracatı
86
Bilişim Politikaları
yapmak istedi. Ben o sırada Ar-Ge’nin başındaydım, ancak yazılımı nasıl
ihraç edeceğimizi bilmiyorduk. En sonunda teypleri metreyle gümrükte
ölçtürerek, bu teybin içinde yazılım var diyerek ihraç ettik.
Hâlbuki bilgi teknolojilerinin temelinde zaten yazılım var. Birincisi
bir değişikliğe ihtiyacımız var, dünyada çok büyük bir değişim var, önce
bu değişimi kendimizde görmemiz lazım. Ben hala yazılımın Türkiye’de
kişisel olarak satın alınabilir bir nesne olmadığını, yazılımı satın almadan
kullanabilme imkânı olduğu zaman kişilerin bile kullanmaya temayüllü
olduğunu, yazılımın bir değer olduğunu hissetmediğimizi, herhangi bir
olayda da öncelikle donanıma yaklaştığımızı görüyorum ki Bengi Hanımın
verdiği rakamlarda tüm sektörün içinde yazılım ve sistem entegrasyonu
payının çok düşük olduğunu, yüzde birlerde olduğunu görüyoruz. Bir
kere bu değişikliği Türkiye’nin yaşaması lazımdır. Bir konuya daha
değineceğim çok fazla da vaktinizi almak istemiyorum.
İkincisi gençlerimiz. Bugün her yıl 700 bin tane gencimiz okuldan
mezun oluyor ve iş hayatına katılmak için önümüze geliyorlar. Acaba
bunlar hakikaten ICT donanımına sahipler mi veya ICT sektörünün
gerçekten itici gücü olabilecekler mi? Eğitim sistemimizdeki ezberciliği
hakikaten bırakabildik mi? Eğitim sistemimiz inovasyon ve inovatif
düşünceyi getiriyor mu? Bence bu da çok önemli bir soru.
Üçüncüsü, ise bir Fatih Projesi var şu anda. Başbakanımız projeden
bahsettiğinden beri yaklaşık 3,5 yıl oldu. Bence Fatih Projesi bir yazılım
projesidir. Ama devamlı olarak bir tablet projesi olarak gazetelerde
görüyoruz, bir tablet projesi olarak ortada dolaşıyor. Bununla ilgili bir sürü
yazılım tabletler için yapılabilirdi. Acaba buralarda ne kadar yol aldık?
Bunlar da sorulması ve düşünülmesi gereken hususlar diye düşünüyorum.
Bir konuda da Bengi Hanım aslında firmaların eğitime katkısının çok
önemli olduğunu söyledi. Yüzde bin beş yüz katılıyorum yalnız bizim bu
konuda belki de kanuni bir değişikliğe ihtiyacımız var. Şöyle ki Netaş’ta
bundan yedi yıl evvel Ar-Ge’de çok büyük bir büyümeye ihtiyacımız vardı.
200 kişilik Ar-Ge’mizi 1000 kişiye büyütmemiz gerekiyordu. Nortel’den
büyük bir proje almıştık ve o dönemde ben şöyle yaptım. Dedim ki ilan
verelim ama askerlik şartı aramayalım, lisan şartı aramayalım ve tecrübe
aramayalım dedim. Bütün bunları biz sağlayacağız dedim ve hakikatten de
sağladık. İki yıl içinde 16 bin tam gün eğitim verdik.
87
Oturum 3C
Spesifik bir olay anlatacağım burada; bir genç arkadaş gelmiş ve altı
ay sonra istifa etmiş. Ben merak ettim. Biraz dibine indim. Ne olduğunu
anladım. Bu arkadaş altı ay önce bizimle birlikte bizim büyüklüğümüzde
başka bir enternasyonal bir firmaya müracaat etmiş, o firma deneyimsiz
ve bilgi yetersizliği gerekçesiyle almamış, bizim aldığımızı duymuş, altı
ay beklemiş, altı ayın sonunda eğitimimizi bitirdikten sonra bu arkadaşı
bizden birazcık daha fazla para vererek işe almış. Şimdi baktığınız zaman
siz isterseniz 50 bin dolar elemanınıza yatırım yapın, bir arkadaş bekliyor
diyor ki; evet, bunlar 50 bin dolar yatırım yapmışlar ne güzel. Ben 1000
dolar maaş versem 48 ay eder diyor, bu enayilerin yaptığı yatırımı yapmam
diyor ve gidiyor bu elemanı alıyor. Burada evet, çalışanımızı koruyalım,
ama çalışanımızı korumak isteyen işvereni de koruyalım diye bitirmek
istiyorum. Teşekkürler.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler Müjdat Bey.
Ben sizin söylediklerinize bir şey eklemek istiyorum müsaade ederseniz
madem Fatih Projesi’ne değindiniz, hakikatten belki de Türkiye’nin
geleceği için en önemli yatırımlardan bir tanesi. Bu konuda benim
yorumum yazılım da değil galiba. Biz aslında on yıl sonra üretime geçen
bir gencimizi hangi silahlara kuşanmış olarak görmek istediğimizden
hareket ederek geriye gitmemiz lazım. O zaman da maalesef donanım
en arkalarda kalıyor. Yani arada içerik gündeme geliyor. İçeriğin nasıl
verilmesi gündeme geliyor. İçeriğin nasıl verilmesi konusunda herhâlde
işin teknolojik boyutu önem kazanmaya başlıyor ama bu biraz daha geride
kalan noktalardan birisi. Yalnız herhalde konumuz Fatih Projesi değil.
Mustafa Hoca, eminim ki çok ekleyeceğiniz şeyler vardır ve sizi dinlemek
her zaman çok büyük zevktir. Buyurun.
Doç. Dr. Mustafa Akgül, Bilkent Üniversitesi- Bu kongre vesilesi ile
Türkiye’yi bu konuları düşündürmeyi başarabilsek iyi olurdu ama bugün
gazetelerde öyle bir şey görmedim. Yani Almanya’da bir önceki seçimde
ana konu Ar-Ge’de Almanya nasıl öne geçecek? Nobel Ödülünü kimya
dalında alan üç kişi bir yazılım geliştirdiler. O yazılımda bir sürü şeyler yaparak
Nobel Ödülünü almaya hak kazandılar. Biz bilişimciler bilişimin yatay rolünü
önemsiyoruz. Bütün sektörler için önemli. Onun üzerinde biraz duracağım.
Ben esas olarak interneti nasıl görüyorum, bilişimi nasıl görüyorum biraz onu
anlatacağım. Türkiye’ye bir bakacağım. Nerede hata yapıyoruz, o konuda kendi
düşüncelerimi ve özellikle eğitim konusunda bazı önerilerimi sunmak istiyorum.
88
Bilişim Politikaları
Şimdi internet derken aslında bilişim ve bütün Ar-Ge’yi temsil eden bir
sembol olarak düşünüyorum, öyle ifade ediyorum. Sanayi devriminden
daha önemli bir gelişme olarak görüyorum ve Türkiye’nin bunu algıladığı
kanısında değilim. Nedir bilgi toplumu? Belki bu konferansın adında da bir
bilgi toplumu olmasında büyük yarar vardı. Çünkü hedef o’dur. Yani bilgi
toplumu bütün yapmaya çalıştıklarımızı kapsayan bir terimdir. Tabii ki
herkes başka anlamlar veriyor. Ama önemli olan temel zenginlik, bilgidedir.
Bilgiden kasıtla tabii ki bilim, Ar-Ge, inovasyondur. Tabii ki bilişim onun
ayrılmaz bir parçası, tetikleyicisi, hızlandırıcısıdır.
Dolayısıyla bütün dünyanın gündemi aslında emek ve doğal kaynak
yoğun bir ekonomiden bilgi yoğun bir yapıya geçmektir. Birleşmiş Milletler
iki tane uluslararası zirve yaptı bu konuda. Milenyum Hedefleri içinde de
bu konu var ve sürekli takip etmeye çalışıyorlar. Ama Türkiye’de yeteri
kadar bunun üzerinde duramıyoruz.
Yeni bir kültür oluşturuyor. Yani onun farkında değiliz. Daha doğrusu
onu görüyoruz, yaşıyoruz ama bilinçli bir şekilde ona dönük çabalarımız
eksik. Tabii ki devrimsel bir gelişmedir. Bunun için sistematik, planlı,
bilimsel yaklaşmak gerekir. Eksik olan bence bunlardır. Şimdi ben bardağın
biraz boş tarafına bakacağım. Dolu tarafını biliyoruz. Bir şeyler yaptık ama
boş tarafına odaklanıp bir şeyler yapmamız lazım.
Temel eksiklik TÜBİTAK’ın raporunda da vardı. İki hafta kadar önce
Ankara’da Atılım ve Bilişim Konferansında da gündemdeydi. Bütünsel,
kapsayıcı politikalar var ama hayata geçirilmesi yok. Zaman zaman
dokümanlarda çok güzel şeyleri görebilirsiniz, hayata geçmiyor. Sadece
raporlarda yazıyoruz ama aynı ölçüde hayata geçmiyor.
Birkaç örnek vereyim; 2003 Bilişim Zirvesi’nde Başbakan dedi ki:
“Yazılımda Türkiye geliyor” dedi. Bu noktada değiliz. Nükhet Yetiş
TÜBİTAK Başkanı oldu. Ar-Ge’de büyük hedefler söylendi. Ulusal gelir
içerisindeki Ar-Ge’nin payında biraz artış oldu tabii ki ama hala binde
8,6’dayız.
2005’te Bill Gates geldiği zaman bir Bilişim Vadisi gündeme geldi.
Bir sürü çalışma yapıldı. Bakanlar Kurulundan bir şeyler çıktı ama ben ne
olduğunu bilmiyorum. 2006–2010 arasında bir Bilgi Toplumu Stratejisi
vardı. Ben bu tip konuşmalarda sorardım ve hiç kimsenin haberi yoktu.
2010’da bitti. Şimdi anlattı arkadaşımız. Bu sefer daha katılımcı bir şekilde
89
Oturum 3C
yeniden yapıyoruz ama üç sene geçti. Böyle bir şey bittiği zaman öteki
hemen hazır olur. Yani ne kadar önem veriyoruz, ne kadar takip ediyoruz.
Başka ilginç örnekler var ama onlara girmeyeyim. Şimdi ne durumdayız
biraz da rakamlarla vereyim. İnternet kullanımında Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK)’in rakamları yüzde 50’yi bulamadığımızı söylüyor. Yani
dünya ortalamasını aşmış durumdayız ama Avrupa’da belki Romanya,
Kosova falan bizim gerimizde. Yani Avrupa’nın gerisindeyiz büyük ölçüde.
Kırsala ve kadınlara baktığımız zaman internete dokunmuş insanın oranı
yüzde 18’dir. Kır ve şehir arasında, kadın ve erkek arasında ciddi bir ayrım
söz konusudur. Şimdi gelişmenin göstergesi olarak kişi önemlidir. Kişi
başına milli gelire mi bakacağız başka şeye mi bakacağız tartışması var
tabii ki ama insani gelişim endeksinde hep 90’lardayız.
Ben on yıldır falan bakarım. 80’i bulduğumuzu hatırlamıyorum. Sosyal
kapital endeksi yeni çıktı. Onda 120 ülke arasında 60’ıncıyız. Şimdi,
rekabet endeksinde iyiyiz. İnovasyon endeksinde mesela geçen yıl rekabette
ilerledik, inovasyonda geri gittik. Bu sene inovasyonda biraz iyileşme oldu.
Ama hala 60-70’lerdeyiz. İnternet kullanımında başka bir kaynak rakamı
140 ülke arasında 64’üncüyüz. Birleşmiş Milletlerin iki yılda bir yaptığı
e-devlet indeksinde 80’inciyiz. E-katılımda 111’inciyiz. International
Telecomunication Union (ITU) fiyat sepeti sıralamasında bu yılki rakam
157 ülke arasında 61’inciyiz. Avrupa’da bizden kötü iki üç ülke var.
Bu Integrated Development Environment (IDE) ve ICT Development
indekste, Avrupa’nın en kötüsüyüz, 69’uncuyuz. Dünya Ekonomik
Forumu’nun indeksinde böyle bir yo-yo gibi oynadık, iyileştik. Bu arada
indekste de ciddi değişiklikler oldu. Sosyal ağların etkisiyle mi oldu tam
şeyini bilmiyorum. Ama bir parçalı bulutlu hava var. Şimdi bazı sorunları
söylemek lazım.
Birincisi; rekabet eksikliği söz konusudur. Biz birkaç ay önce geçiş
üstünlüğü konusunda Bakana teşekkür açıklaması yaptık ama sorun hala
çözülmedi. Kablo devri değiştirildi ne zaman özelleşeceğini bilmiyoruz.
Ciddi bir altyapı seçeneğini yok etmiş durumdayız. Temel sorun STK’lar
açısından, en azından benim açımdan yönetişim eksikliğidir. Yani paydaşlar
bu sürecin içinde değil maalesef. Her ne kadar Bakanlarla arada bir araya
gelsek de çok samimi ilişkilerimiz olsa da çok da sevsek birbirimizi
paydaşlar sürecin içinde değil. Politikalar arasında uyum sorunları var.
Gümrük boyutu çok sorunludur.
90
Bilişim Politikaları
Bunlara çok girmek istemiyorum. Geri besleme yapıları maalesef yok.
Şimdi, sadece şunun altını çizmek istiyorum. Bizim yaratmak istediğimiz
yeni neslin; bağımsız, sorgulayan, girişimci, yaratıcı, aykırı sorular
sorabilen, düşünebilen insanlar olması lazım. Bizim “Başımıza icat
çıkarma” lafından kurtulmamız lazım. Yani Türkiye bir yere gelecekse
bütün her şeye bakmamız lazım. Bilişim bunun çok önemli bir parçası,
tetikleyicisi, hızlandırıcısıdır. Ama başka alanlara, başka boyutlara da
bakmak zorundayız. Bunun için kurumlar ve ortam gerekiyor. Tabii
ki demokrasi ve yönetişim çok kritik şeyler. Artık demokrasi olmadan
kalkınma mümkün değil bence.
Kurumsal olarak ne yapılması gerekir sorusunu biz yıllardır tartışırız.
Bu konu çok gündeme geldi. Nihayetinde arkadaşlar vazgeçtiler ama ben
söylemekten vazgeçmiyorum. Aslında bu çok açık bir şekilde TÜRKSAT
raporunda söyleniyor. Bilgi toplumundan sorumlu, tam zamanlı, vaktinin
büyük çoğunluğunu buna ayıran bir siyasi lider gerekiyor. Mesela Binali
Yıldırım çok seviyor bu işleri ama başında o kadar çok iş var ki Bakanlık da
bunu destekleyecek yapıda değil. Yani böyle bir kurum gerekiyor. Klasik
anlamda Bakanlık olmamalıdır. Ama Bakan gücü ve esnekliği gerekir.
Bunun katılımcı, saydam, paydaşlarıyla çalışabilecek bir yapıda olması
lazım. Esnek adam çalıştırabilmesi lazımdır. Özel sektörden birilerini alıp
birkaç ay çalıştırabilmesi lazım, araştırma yapabilmesi lazım. Belki eski
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı gibi esnek bir yapı gerekir.
Nasıl olması gerekir konusunda kafa yormak lazım. TBMM’de bu işin
bir ayağı olması gerekir. Yani bu iş Sanayi Komisyonu içinde çok küçük
bir yerde olmuyor. Bağımsız çalışan sektörel yapılar gerekiyor. Onu biz
yapmaya çalışıyoruz ama daha örgütlü olması lazım. Yıllık değerlendirme
raporlarının, tartışmaların kamuya açık olması lazım. Yani burada saatlerce
konuşabilmemiz lazım. Proje bazında bakabilmemiz lazım.
Bağımsız kaynaklarca Türkiye internetindeki sorunlar nedir bunu
araştıracak, ölçme değerlendirme yapacak birileri lazım. Türkiye’de mesela
internet konusunda bir tane araştırma enstitümüz yok. Bilişim enstitüleri
bu konuda kafa yormuyorlar. Yani biz biraz saldım çayıra mevlam kayıra
mantığıyla kendi kendine düzelmesini bekliyoruz. Bazı teşvikler olumlu
ama yeterli değil. Daha sistematik şekilde kafa yormamız lazım.
Şimdi biraz insan gücüne yönelelim. Gerçi biraz azaldı ama şöyle bir
yanılsama var. Bilişimde istihdam çok ucuz durumdadır. Bir bilgisayar,
91
Oturum 3C
bir masa al tamam. Bir otomobil fabrikasına göre, bir uçak fabrikasına göre
daha ucuz ama üniversite mezunu olması lazım, iyi yetişmiş eleman olması
lazım. Sıradan aldığın adamla bir şey yapamazsın ki. Bilgisayar meslek lisesi
mezunlarını kullanamazsın ki. Onların başka sorunları var. Şimdi özel sektör,
bilişim sektörü biraz ucuz insan peşinde. O yüzden iki yıllıkları falan çok
istiyor ama bu sefer toplum iki yıllıkları istemiyor. Dört yıllık varken niye iki
yıllık okuyayım diyor; belki askerliğin etkisi var, tam öyle mi bilmiyorum.
Ama kaliteli işgücü konusunda artık Türkiye, Hindistan ile yarışamaz. Yani
Hindistan’daki parayla yapamaz. Onu kaçırdık. Doktoralı vesaire çok insan
yetiştirmemiz lazım. Şu anda her üniversite canı ne isterse yapıyor. Belki
kendi aramızda etkileşim de eksik ama farklı bölümler, uzmanlaşma gerekir.
Şimdi ortaöğretimde bir lise fen kolu mezununun en az beş altı bilişim dersi
alması öneriliyor. Yani her lise mezunu temel kavram olarak ağ, güvenlik,
mahremiyet, veri tabanı, bilişim sistemi ile bu işin etiğini öğrensin. Tarihçi
de olsa, muhasebeci de olsa bilsin istiyorum. Limitleri nedir, potansiyeli
nedir, tek düğmeye basılan mucize olmadığını anlasın, artısının eksisinin
farkında olsun. Bu kavramları her öğrenciye vermeyi hedeflememiz lazım.
Tabii ki yine daha temelde bilime, bilişime merakı tetikleyecek bir ortam
yaratmamız lazım. Ama merak uyandırmak, soru sormayı öğretmemiz lazım.
Şimdi biraz özgür yazılımdan bahsedeceğim. Bilişim sektörümüz birazcık
uzak davranıyor ama Bengi hanımların raporunda da var. Dünyada çok ciddi
bir eğilim var. Şu anda dünya üzerinde bir milyona yakın özgür yazılım
projesi var. Bunu yapanların hepsi gönüllüler değil, bazıları ticari şirketler.
International Business Machines (IBM)’den falan da bahsetmiyorum.
Onun dışında başka bir sürü şirket var. Ne yapıyorlar? On milyon kadar
gönüllü geliştirici var. Yani bir milyon yazılım, on milyon geliştirmeden
bahsediyorum. Ülke için, bireyler için neden önemli? Bunu, tasarruf,
güvenlik, rekabet ve istihdam olarak görüyorum. Gittikçe yaygınlaşıyor.
İkili bir sistem var. Şirketler şunu yapabilirler; bir tanesini özgür olarak
dağıtabilirler, bir tanesini kullanım kısıtlamaları koyarak paralı satabilirler.
Bunun yansımaları var; açık ders, açık bilim, açık veri, yani devletin elindeki
verileri açıp özel sektörle paylaşan uygulamalar çok yaygın.
Türkiye’de biz bunları tartışamıyoruz. Sonra otuz beş dolara, yirmi beş
dolara, yüz dolara yeni aletler çıktı. Çocuklara bilgisayar öğretmek için
programları donanımlı oynamaları için yapıldı; Ardino, Galileo, RaspberyPie.
Yeni bir şey daha çıktı, sürekli yeni bir şeyleri çıkıyor. Dolayısıyla bizim
92
Bilişim Politikaları
öğrencilerimizin hepsi özgür yazılımla tanışmalı ve platform bağımsız temel
eğitim almak zorundalar. Yani dünya sadece Microsoft’tan ibaret değil.
Türkiye için gömülü sistemler hem donanım sektörü için anlamlı hem
yazılım sektörü için anlamlıdır. Yani bilişimin bütün sektörlere girmesi
gerekir. Şimdi bütün sektörlere yönelik birtakım çalışmaları belki bu yapı
örgütleyebilir. Önerdiğim yapı örgütleyebilir. Yani bizim tarım sektöründe
de kullanmamız lazım, turizm sektöründe de kullanmamız lazım,
hayvancılıkta da kullanmamız lazım. Hayatın her yerinde kullanmaya
çalışmamız lazım ama belki daha sistematik olarak firmaların girişiminin
ötesinde yarışmalar yapabiliriz, meslek örgütleri kurabiliriz, belki
enstitüler yapabiliriz. Milli Eğitim Bakanlığına zaman zaman gönderdik
ama olmuyor. Yani birkaç tane yazılım ürettirelim, parasını ödeyelim,
okullar serbestçe kullansın dedik. Yani o rekabetten bir sürü şey çıkacak.
Tek tuşlu ve bütün Türkiye’de aynı modeli uygulama hastalığından
vazgeçmemiz lazım. Firmalar hazırlasın, ihaleye girsin, devlet beğenirse
alacak. Olmuyor tabii ki o zaman. Kamu İhale Kanunundan vazgeçmemiz
lazım; devletin inşaat işlerine uygun olarak hazırlanmış ancak bilişim için
uygun bir kanun değil.
Şimdi sayısal bölünme konusu ile ilgili birkaç şey söyleyeyim. İlk olarak
bilgisayar okuryazarlığı, bilişim okuryazarlığı ve de medya okuryazarlığı
dediğimiz şey bir yelpazedir. Ben geç kaldığım kanısındayım. Bir sürü
şeyleri unuttuğum, öğrenemediğim kanısındayım.
Başkalarından geride kaldığımı biliyorum. Evrensel hizmeti bu
anlamda doğru kullanmamız lazım. Şu ana kadar çok yanlış kullandık.
Bütçeden kaynak ayırarak okullara bilgisayar almak bence yanlıştır.
Parası olmayanlara vermek uygun olabilir. Fatih Projesi buna uygun katkı
verebilir. Şöyle de yapılabilir; verilecek tabletler için özgürlük verilirse
anne babalar kullanabilir. İnternete çıkma izni verilirse, çok anlamlı olur.
Ondan şüphelerim var çünkü pilotlarda internete girişlerde sorunlar vardı.
Ama Fatih Projesi konusunda benim ciddi endişelerim var. Çünkü hiçbir
yönetişim yok. Milli Eğitim Bakanlığı, TÜBİTAK ile beraber çalışıyor, bazı
firmalarla çalışıyor ama yeteri kadar açık bir şekilde tartışılmıyor. Hiçbir
sivil toplum örgütü memnun değil ama yeteri kadar gürültü çıkaramıyorlar.
İşin özgürlük boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Basın özgürlüğünde
132’nciyiz. Freedom House’ın genel özgürlük ve internet özgürlüğü
konusunda kötü durumdayız. Bence interneti her şeyin merkezine koymayı
93
Oturum 3C
ciddi bir şekilde düşünmemiz lazım. Siyasi sahiplenme ve doğru strateji
gerekir ama yetmez. Bunun yanında katılımcı, esnek yönetişim yapıları
kurmamız lazım. Üniversitelerle kavga etmeden, beraberce çalışmamız
lazım. Tüm sektörleri içine katan bir seferberlik gerekir. Bunu epeydir
söylüyoruz ama yorulduk söylemekten vazgeçiyoruz. Teşekkür ederim.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Şimdiye
kadar dinlediğimiz üç konuşmacının da belki en önemli ortak tarafı
eğitime verilen ağırlık. Bundan sonraki kuşaktan hem beklentilere yönelik
hem de bundan sonraki kuşağın taleplerine yönelik yapılması gereken
organizasyonlar. Bu şunu gösteriyor; gerek iş hayatında, politik hayatta,
ekonomik hayatta bugünkü hâkim kuşağın hakikaten gelecek kuşaklara
karşı çok önemli bir sorumluluğunu, özellikle bilişim dünyasındaki
gelişmelerde çok görüyoruz. Bunun sorumluluğunu bir şekilde taşımak
zorunda olduğumuzu da ben hissediyorum. Tahmin ediyorum hazirun da
aynı duygular içindedir. Şimdi isterseniz ODTÜ’ye geçelim. Hocam, söz
sizde.
Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Öncelikle daha mikro bir çalışmayı
sizlerle paylaşacağım. Onun sonuçlarından hareketle sektörün geneline
ilişkin gözlemlerimi sizlerle paylaşacağım. Aslında mikro bir çalışma,
belki Ankara Bölgesi ile sınırlı ama Ankara Bölgesinin kapasitesi
düşünüldüğünde önemli genellemeler yapmaya el veren bir bölgedir
diye düşünüyorum. Ama buna başlamadan önce özellikle geçen yıl
tamamladığımız bu çalışmaya destek veren Ankara Kalkınma Ajansına
ve tüm çalışanlarına çok teşekkür ediyorum. Şimdi bu çalışmanın amacı,
Ankara Bölgesinin küresel düzeydeki rekabetçi pozisyonunun, inovasyon
kapasitesinin ve üniversite sanayi işbirliklerini doğrudan etkileyen bilgi
iletişim teknolojileri sektörünün mevcut durumunun analiz edilerek
bölgesel kalkınma açısından etkin, stratejik ve politik analizinin
hazırlanması idi.
Öncelikle ulusal dokümanlara baktık. Onuncu Kalkınma Planına
baktığımızda daha çok e-devlet uygulamaları üzerine yoğunlaştığını
görüyoruz. Öncelikle ulusal anlamda patent ve yayın değerlendirmesi ve
proje değerlendirmesi üzerinden bir yetkinlik matrisi oluşturmaya çalıştık.
Buradaki uzmanlık alanları AB’nin Yedinci Çerçeve Programlarındaki
çağrı alanlarıdır. Bu önemli bir göstergedir. Küresel eğilimler nereye
gidiyor anlamında bir matris oldu. Bu ticari ve akademik yetkinliği
94
Bilişim Politikaları
ayırıyor. Ama temel bulgu, düşük katma değerli alanlarda gelişmiş
yetkinlikler varken yüksek katma değerli alanlarda gerek ticari gerek
akademik yetkinliklerimizin oldukça zayıf olduğunu görüyoruz.
Önce adet olduğu üzere bir SWOT analizi yapıldı. Burada da genel
olarak işgücü ile ilgili başlıkların daha öne çıktığını görüyoruz. Onu
pazarla ilgili başlıklar takip ediyor. Daha sonra altyapı ile ilgili fırsatlar
ve güçlü yönler söylenirken yine tehditler ve zayıf yönlerde de altyapıyı
görüyoruz. Bu analiz sonucunda kurumsal gelişim çok ön plana çıkmıyor.
Burada yarı yapılandırılmış bir mülakat çalışmasına giriştik. Ankara’da
bununla ilgili yaklaşık 590 tane firma var. Bunların aşağı yukarı 100150 kadarına ulaşıldı. Burada da işletme sektör pazar bilgileri, başka
kuruluşlarla ilişkiler, yakınlıklar, Ar-Ge tasarım, inovasyon ve farkındalık
kapsam içinde yer aldı. Çok fazla soru ve çok fazla veri var burada. Ben
sizinle en çarpıcı olanlarını paylaşmaya çalışacağım.
Çalışan sayısı dağılımından; gördüğümüz üzere küçük ve orta ölçekli
işletmeler bunlar. Nitelikli bir işgücü hareketliliği sektörde yoğun bir
şekilde yaşanıyor. Hani Müjdat Bey için belki ya da sanayici açısından
baktığımızda çok sevindirici olmayabilir ama bilginin transferi üzerinden
bir akademi gözlüğü ile baktığımızda bu kadar hareketlilik çok çok iyi
bir şeydir. Çoğu da bu işletmenin bir biçimde ihracat yaptığını söylüyor.
Neredeyse firmaların dörtte üçü çok ciddi bir şekilde kamu ihalelerindeki
yoğun rekabet ortamından şikâyet etmektedir. Bu temel uzmanlık alanları
üzerinden baktığımızda genelde kendilerini bilgi iletişim teknolojilerinde
tanımlıyorlar, mühendislik üzerinden tanımlayanlar var, savunma sanayi
üzerinden tanımlayanlar var ve bir miktar da yoğun olarak danışmanlık
yaptıklarını söylüyorlar. Birden fazla seçeneği işaretledikleri için bayağı
dağılım var.
İşbirliklerinin çok fazla olmadığını görüyorum. Ben, ODTÜ Teknokenti
de biliyorum. Genelde teknokentin içinde böyle şeyleri daha fazla
söylüyorum ama burada da daha kısıtlı paylaşabilirim sizinle. İşbirlikleri
maalesef bu sektörde az. Yani konsorsiyum şeklinde teklif vermek, birlikte
öğrenmek, birlikte üretim ve Ar-Ge planlaması yapmak başka diğer
sektörlerde olduğu gibi bu sektörde de maalesef zayıf durumdadır. Ama
yine en fazla öne çıkan işbirliği nedenleri Ar-Ge, bilgi paylaşma ve yeni
teknolojiyi edinme, geliştirme konularındadır. Peki, bunlar bilgiyi nereden
alıyorlar ve niçin dışarıdan bilgi alıyorlar diye baktığımızda da genellikle
95
Oturum 3C
teknik danışmanlık alındığını görüyoruz. Zaman zaman fikri mülkiyet hakları
ile ilgili danışmanlıklar var. Ama altını çizdiğimiz ve önemsediğimiz bilgi
temelli hizmetlerden buradaki firmaların çok yararlanmadığını görüyoruz.
Yine ürün veya süreç yeniliği için kurulan işbirlikleri var; başka
kuruluşlarla yapıyor musunuz diye soruluyor. Genelde verilen cevaplara da
çok güvenmiyorum. Bazen inovasyon yapıyor musunuz diye sorulduğunda,
bizim kültürümüzde yapmamak ayıp olduğu için evet deniyor. Bu kültürel
bir şey, biraz altını deşmek gerekiyor. Zaten o yüzden yarı yapılandırılmış
mülakatlarla devam ediyoruz. Bu ürün ve süreç yeniliği için kurulan
işbirliklerinin niteliğine baktığınızda da işbirliği yapılan kuruluştaki
fiziksel kaynakların ve şu ana kadar devam eden mevcut ve uzun vadeli
ilişkiler potansiyelinin öne çıktığı görülüyor. Yine yenilik için kimlerle
işbirliği yapıyorsunuz dendiğinde daha çok piyasadan gelen sinyallerin
değerlendirildiği ve satıcılarla işbirliği yapıldığı görülüyor. Yine bu
firmaların yüzde yetmişe yakını bir Ar-Ge ve görev tanımının varlığından
bahsediyor. Çok daha büyük bir çoğunluğu bir Ar-Ge bütçesinin varlığından
bahsediyor. Ürün yeniliğinin de ağırlıklı olarak genel anlamda Türkiye ve
bölge için olduğunu görüyoruz. Henüz küresel piyasalar için çok da gelişkin
olduğunu söyleyemeyiz.
Teknoloji transferi yapmaları gerekiyor bu firmaların ve genelde
bu teknoloji transferinin lisans alımları ve makine teçhizat alımları ile
yapıldığını görüyoruz. Örneğin küresel anlamda bir Ar-Ge için iş birliği
gibi yaklaşımlara çok sık rastlamıyoruz maalesef. Süreç yeniliğinin de
yine büyük bir çoğunlukla yapıldığı ifade ediliyor. Süreç yeniliğinin de
genelde daha az bir biçimde küresel piyasalar için olmadığını görüyoruz,
yine daha çok ulusal ve bölgesel sınırlar içinde kalıyor. Genelde yenilik
kaynağı olarak da firma içi Ar-Ge ve tasarım birimlerini kullanıyorlar yani
dış dünyaya kapalılığın devam ettiğini başka bir yönden de kontrol etmiş
oluyoruz.
Yenilik finansmanı ve kaynaklarına baktığımızda da bu sefer yine daha
fazla bir biçimde kendi öz kaynaklarını kullanıyor, uluslararası projelere
çok bulaşmayı düşünmüyorlar. Yine göreceli olarak en çok bulaşan bilişim
sektörüdür.
Son olarak gerek bu çalışmanın sonuçlarından gerekse izlenimlerimden
yararlanarak nedir bu sektörün genel durumu ve neler yapılabilir bağlamında
bir şeyler söylemek istiyorum. Yetkinlik matrisi sonuçları, küresel
96
Bilişim Politikaları
yönelimlerin doygunluğa ulaşmaya başladığı alanlarda yaygın güvenilir
ağ servisi altyapıları, dijital kütüphaneler gibi yetkinliklerin Türkiye’de
de oluştuğunu gösteriyor. Küresel piyasalarda bir rekabet etme şansı var.
Ancak küresel piyasalarda çok büyük bir rekabet var. Gelişkin olduğu
için bu alanda ulusal piyasada da çok rekabet var ve bu nedenle yüksek
katma değer vaat etmiyor bu sektörler. Firmaların gerek ulusal gerekse
uluslararası yoğun rekabet koşullarına vurgu yapmaları da zaten bunu
kanıtlıyor.
Yetkinliklerin zayıf olduğu alanlar, bağımsız yaşam, yönetişim için ileri
iletişim teknolojileri, sürdürülebilir çevre için bilgi iletişim teknolojileri
gibi küresel rekabetin az olduğu ve yüksek katma değer içeren alanlardır.
Bu alanlardaki zayıf yetkinlikler de Türkiye’yi küresel piyasalarda takipçi
konumuna yönlendiriyor. Şimdi bütün bunlar bize politika için ipuçları
veriyor aslında, nerelere ne yapılmalı? Gerek bölgesel gerekse ulusal
kalkınma politikaları çerçevesinde zayıf ve gelişmeye açık yetkinlikleri
destekleyecek (CSA) Computer Science Academy uygulamalarına ihtiyaç
olduğu çok açık. Sanayide ve hizmetlerde yüksek katma değerli üretim
yapısına geçişi hızlandıracak bir bilgi iletişim teknolojileri stratejisine
ihtiyaç vardır.
Umuyorum Bilgi Toplumu Stratejisi ve bunun eylem planı bunu da
hızlandıracaktır. Zaten bu strateji buna ilişkin önlemleri de içermektedir.
Stratejinin eylem planı kurgulanırken bu çalışmada önerilere benzeyen
bir yetkinlik analizinin tekrarlanması ya da mevcut yetkinlik analizlerinin
kullanılarak eylem planının oluşturulması önemlidir. Bilişim sektöründe
nitelikli ve yüksek nitelikli insan gücüne ihtiyaç var. Sadece nitelikleriyle
de kısıtlı değil. Bilgi Toplumu Stratejisi çerçevesinde yapılan çalışmalar
Bengi Hanım’ın söylediği gibi her iki tip insan gücü için arz ve talep
arasında ciddi uyumsuzluklara işaret ediyor.
Türkiye’de baktığımızda bu sektör yarattığı istihdam açısından küçük
bir sektördür ancak sorun sadece kapasite sorunu değildir, bir yetkinlik
sorunudur. Buradaki davranış biçimi de bir politika tercihi meselesidir.
Türkiye ucuz işgücü maliyetlerinin, işte çağrı merkezi, program yazma
gibi ön plana çıktığı alanlarda uzmanlaşmak istiyorsa sorun daha kısa
vadede daha basit eğitim politikaları ile aşılarak bir kapasite yaratılabilir.
Bunun için gerekli demografik yapı da mevcut görünmektedir. Her SWOT
analizinde çıkan genç ve dinamik nüfus lafı bize bunu gösteriyor. Mevcut
97
Oturum 3C
yükseköğretim politikaları ve artan üniversite sayısı da bunu karşılayacak
ön koşulları yaratmaktadır aslında.
Ancak bu eğitim kurumlarının niteliği ise çok derin ve başka bir tartışmanın
konusudur. Yüksek katma değerli alanlarda ise sorunun çözümü daha karmaşık
ve uzun soluklu önlemler gerektiriyor. Bu alanlardaki akademik yetkinlikler
de zayıf. Öncelikle yükseköğretim politikalarının bu çerçevede tasarlanması
ve yüksek işgücü yetiştirilecek altyapının oluşturulması gereklidir.
Tüm bu tartışma çerçevesinde bileşik bir politika tercihi de mümkündür.
Bir bileşik politikayla hem nitelikli hem yüksek nitelikli işgücünü bir arada
yetiştirmek, hem düşük katma değerli hem yüksek katma değerli alanlarda
uzmanlaşmak da mümkündür. Mevcut yetkinliklerde ve ucuz işgücü
maliyetlerinin olduğu alanlarda kapasite artırmaya yönelik politika tercihleri
yapılırken yüksek nitelikli işgücü ihtiyacının yoğun olduğu ama yetkinliklerin
zayıf olduğu alanlarda da uzun soluklu önlemler alınabilir. Tüm bu tercihlerin
önündeki en büyük engel ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sıkça görülen
populist ve ideolojik yanı fazlasıyla ağar basan eğitim politikalarıdır. Tabii
ki bir politikanın ideolojisi vardır, bu yadsınamaz. İdeolojisiz bir politika
olamaz. Ama sürekli ideolojik yanı öne çıkan bir eğitim politikası da burada
önemli bir engeldir ve bu davranış biçiminin bence en kısa sürede terk
edilmesi gereklidir.
Tabii ki her şeyi devletten beklemiyoruz, özel sektörden de beklenenler var,
bunlar biraz önce konuşuldu. Onun ötesinde akademik çalışmalar, gelişmiş
ülkeler için bu bilgi iletişim teknolojileri yatırımlarının etkisinin ortalama on
yıllık bir gecikme ile gerçekleştiğini göstermektedir. Yani biz bugün yüksek
nitelikli işgücü yetiştirmeye yönelik yatırımlarımızı yapsak en erken on yıl
içinde belli sonuçları alabileceğiz.
Bu nedenle bilgi iletişim teknolojilerinin genel amaçlı bir teknoloji olduğu
da düşünülürse görece zayıf olduğumuz yüksek katma değerli alanlara
yapılacak bilgi iletişim teknolojileri yatırımları uzun dönemde panelin
yine ana temalarından birisi olan ihracata önemli katkılar yapacaktır. Yani
bugünden yapacağımız şeyler çok uzun vadede bizim 2023 hedeflerine
ulaşmamıza katkı sağlayacaktır. Bu anlamda gelecek sınır teknolojilerine
ilişkin öngörü çalışmalarının düzenli olarak yapılması, fiziksel ve beşeri
sermaye yatırımlarının bu yönde belirlenmesi de önemli görülmektedir.
Yani hem sektörel öngörü çalışmalarının, gerekiyorsa bölgesel öngörü
çalışmalarının düzenli olarak yapılması lazım.
98
Bilişim Politikaları
Son olarak sektörde paydaşlar, firmalar, meslek kuruluşları adına çok
parçalı bir yapı var Türkiye’de. Bunları diri tutmak adına periyodik olarak
bunları bir araya getirilmesi, uygulanacak eylem planlarının sahipliğinin ve
bunların katılımcı bir sürecin de ivmelenmesi gerekiyor. Böylesi bir oturumun
bu kongrede yer alması nedeniyle de çok teşekkür ederim.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Hocam çok teşekkürler. Bir
sorum olacaktı. Sizin çalışmanızda uluslararası işbirliklerine yönelik bir şey
var mıydı?
Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Var, evet. Onların oldukça zayıf olduğunu
görüyoruz.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Evet, şimdi Türkiye Bilişim
Derneği Başkanımız, Sayın Turhan Menteş’e sözü vermek istiyorum,
buyurun.
Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Teşekkür ederim. Hepinize
şahsım ve Türkiye Bilişim Derneği adına saygılar sunuyorum. Böyle bir
oturumda yer almaktan da onur duyduğumu belirtmek isterim. Şimdi son
konuşmacı olmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde, hepsinin ara boşluklarını
doldurma görevini de üstleneyim diye düşündüm. Çünkü ülkemizin
koyduğu hedefler, yüksek hedeflerdir. Yüksek hedefler koyması da gerekiyor
ülkemizin. Bunları gerçekleştirmek için yapılması gerekenler de hepimizin şu
andaki konusudur. Burada ben çok önemli bir noktadan başlamak istiyorum.
Ülkemizde benim gördüğüm en büyük eksiklik, bunu geçmiş dönemlerde
de gördük, bugün de gördük, kendi sektörümüzle ilgili konuşuyorum, bu
sektörün bir yönetim ve yönetişim modelinin olmamasıdır.
Şimdi, gelecek öngörüleri yapmaya çalışıyoruz. Ciddi hedefler koyuyoruz.
Ama yönetim ve yönetişim modeli olmayan bir yapıyla bunu yapmaya
çalışıyoruz. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Yani yönetişimi geçtim,
yönetim modeli yok. Bu işin sorumlusu, planlayıcısı, gelecek öngörülerinin
yapılması, düşünce gruplarını oluşturma sorumluluğu kimdedir ülkemizde?
Şimdi geriye dönerek, bir hatırlatma yaparak başlamak istiyorum
burada. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Bilişim Teknolojileri
Komisyonunda görev aldık, hatta başkanı da Mustafa Hocaydı. Beraber
çalıştık. Çok değerli katkılar verdiğimizi düşünüyorum. O zaman en
çok vurguladığımız konu Bengi Hanım’ın daha konuşmasına başlarken
söylediği yazılım ve servisler payının artırılmasıydı. O günden bugüne
99
Oturum 3C
kadar bu gerçekleşmiş değil, çünkü o zamanlar yüzde 9’lar civarındaydı.
Biz de yüzde 16’lara çıkarılmasını önermiştik minimum olarak ki dünyada
bu yüzde 30’ların üzerinde. Yani bilişim projelerinde ulusal katma değerli
hizmet dediğimiz kısmının yüzde 30’lara çıkartılmasının hedeflenmesi
gerekiyor diye konuşmuştuk.
Planlama ayrı bir olaydır. Türkiye’de planlamadan sorumlu bir
kuruluşumuz var Kalkınma Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatıydı,
Bakanlık oldu. Bilişim teknolojileri ile ilgili Bilgi Topluluğu Daire
Başkanlığımız var. Beş kişi ile başladılar şimdi 20 kişi oldular. Şimdi
gelinen bu noktada Türkiye’nin bu konuda politikalarının belirlenme
yükümlülüğü şu anda Emin Bey’in başkan olduğu bir Daire Başkanlığı
tarafından yürütülüyor. Ama sahiplenme Türkiye’de çok farklı konularda.
Çünkü Türkiye’de ulusal bazda bir politikanın gerçekleştirilebilmesi için
bunun Başbakanlık düzeyinde sahiplenilmesi gerekiyor. Başbakanlık
düzeyinde sahiplenilmeyen bir projenin kurumlar arası bir koordinasyon
sağlama şansı da yok.
Yani tek bir Bakanlığın üstlenmesi de problemi çözmüyor. Çünkü
kurumların birbirine karşı korumacı yaklaşımları ortak hareket etmeyi
zorlaştırıyor, bu geleneksel bir davranış biçimi ülkemizde. Bunun da
değişmesi gerekiyor. Ama burada daha yönetişim modeline geçmeden,
yönetim sahiplenmesi konusunu Türkiye’nin gündemine taşıması
gerekiyor. Çünkü bugüne kadar yapılan planlamaların hiçbirinde bu konu
konuşulmadı. Son çıkacak Bilgi Toplumu Stratejisi raporunda da bir
yönetişim modeli olmayacağını ben biliyorum. Bunu ilk toplantımızda da
konuşmuştuk. Bir yönetişim modeli önerisi çıkmayacak. Şimdi böyle bir
şey çıkmadan ben 2023 hedeflerinin gerçekleşmesinde sorumlu kuruluş
kimdir sorusunu sormak istiyorum. Var mıdır böyle bir kuruluş? Ülkemizde
yok.
Yani bir hedef koyup, o hedeflerin gerçekleşmesini takip edecek,
sorumlu olacak, gerektiği anda müdahaleleri yapacak, hibelendirmeleri
yapacak kuruluş var mı ülkemizde? Maalesef yok. Kurumlar arası
koordinasyon yapacak bir kurum da yok. İş bu noktadan başlayınca gerisi
çorap söküğü gibi geliyor. Çünkü ülkemizin plansız kalkınma lüksü artık
yok. Ülkemiz planlı kalkınmak zorunda ve öngörülerini düzgün yapmak
zorunda, zaman kaybetmemek durumundadır. Burada birçok konunun
planlamaya bağlı olduğunu söylüyoruz. Örneğin burada konuşulanların
100
Bilişim Politikaları
hepsi aslında planlamanın uçlarıdır. Eğitim işgücü planlaması, arz-talep
dengelemesi diyoruz. Bu, planlama yapılmadan olmaz. Bütün kalkınma
planlarına bakın, hepsinde eğitim işgücü planlaması önemli bir yer tutar.
Hepsinde yazılmıştır, ama hiçbiri hayata geçirilmemiştir. Demek ki başka
şeylerin yapılması gerekiyor. Eğitim işgücü planlamasını yapacak bir
kurumun yaratılması gerekiyor. Bunun sahibi de yok Türkiye’de.
Milli Eğitim Bakanlığı falan değil bu planlamayı yapması gereken.
Üniversitelerin de içinde olduğu farklı yapılanmaların öngörülmesi lazım.
İş camiasının da içinde olacağı bir yapılanmanın olması gerekir. Çünkü
talep iş camiasında oluşturuluyor. Eğitim, eğitim kurumları tarafından
oluşturuluyor. Bu birlikteliği sağlayacak altyapının kurulması gerekiyor.
Bu çok kolay bir iş değil. Ama bütün ülkelerin ilk yaptığı iş budur.
Eğitim işgücü planlaması, geleceğe yönelik öngörüleri yapıp, ona yönelik
planlama yapmayı gerektiriyor. On yılda bir eğitim altyapısını değiştirip,
yeni bir altyapıyı öngörüyorsanız, bu kolay bir süreç değil, bunların
planlanması gerekiyor.
Ar-Ge, inovasyon diyoruz, planlanması gerekiyor. TÜBİTAK son
yıllarda inanılmaz Ar-Ge önceliklendirmesi yaptı. Biz önceliklendirilmiş
Ar-Ge’ye ihtiyacı olan bir ülkeyiz. Bütün dünya ülkeleri önceliklendirilmiş
Ar-Ge’lerini belirliyor. Biz şu anda TÜBİTAK’ın son yaptığı ile beş yılda
cari açığı kapatacak Ar-Ge önceliklendirmesini yaptık. Yani beş yıllık
süre içerisinde gerçekleşecek ve şu anki cari açığımızın kapanmasını
sağlayacak veya katkısı olacak bir Ar-Ge önceliklendirmesi ve doğru
bir çalışmaydı. Bunun biraz daha ilerisini görüp 2020-2023-2050
önceliklendirme çalışmalarını bizim şimdiden planlayıp yapmamız
gerekiyor. Bunu yapmazsak 2020 yılında da yaya kalacağız, 2050 yılında
da yaya kalacağız.
Ülke olarak her alanda Ar-Ge yapma lüksümüz yok. Önceliklenmiş
Ar-Ge yapmak durumundayız. Her ülke belli bir noktadan çıkış yaptı.
Güney Kore, Ar-Ge çalışmasını tamamen bilişim teknolojilerinde
yaptı. Başka bir alanda yapmadı, çıkışını buradan buldu, buradan
yaptı. 2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisine girme gibi bir hedef
öngörüyorsak şunu bilmemiz gerekir; 2023 yılında kullanılacak tüm
ürünler şu anda üretildi. Tüketilmeyi bekliyor. Mevcut teknolojilerin
ekonomik ömrünü doldurması bekleniyor. Eğer 2023 yılında biz belli
konularda lider olmak istiyorsak, mevcuttan daha farklı bir şeyler
101
Oturum 3C
yapmak durumundayız. Bu da gelişigüzel yapılabilecek bir şey değil.
Planlanması gereken bir şey, özel çalışılması gereken bir şey.
Yapılması gerekenler konusunun konuşulmaya başlandığı anda
da yapılması gerekenleri söyleyeyim. Mustafa Hoca enstitülerin
oluşturulması gerektiğini söyledi. Şimdi enstitüler ülkemizde üniversite
kavramı içerisinde düşünülen bir kavram. Eğitim yapan kuruluşlar,
daha doğrusu normal eğitimle alamadığınız konulardaki uzmanlıkları
yaratan kurumlardır. Yüksek lisans yaptırır, doktora yaptırır, o konuda
uzman yaratır. Zamanında belli mesleklerin sahibi yoktu. Mesela TÜİK
istatistikçi yetiştirirdi. Hizmet içi eğitimle uzman yetiştiren yapılardır.
Şu anda üniversiteler belli alanlarda uzman yetiştiren yapılardır. Bizim
istediğimiz bu değil. Bizim ihtiyacımız olan merkezler. Bizim merkez
kurmamız gerekiyor. Özel araştırma merkezleri, özel inovasyon
merkezleri, hatta gizli çalışacak merkezlere ihtiyacımız var, dünya
araştırmalarını yapacak. Bunları planlayıp yapmamız gerekiyor. Bu
konuda devletin rolü olmalıdır. Serbest rekabetçi ekonomi demek,
devletin rolünün sıfıra inmesi demek değildir. Şu anda serbest
rekabetçi ekonominin savunuculuğunu yapan bütün ülkelerin en
gelişmiş teşkilatları planlama teşkilatlarıdır. Bunu da herkesin bilmesi
gerektiğini düşünüyorum.
Planlama yapmak ayıp değil. Her şeyi planlı yapmak durumundayız.
Geleceğimizi ona göre planlamak durumundayız. Bir başka konuyu
da söyleyeceğim. Fatih Projesi, Türkiye’nin geleceği ile ilgili çok
yakından ilgilidir. İnovasyonu etkileyecek, ürün üretimini tetikleyecek,
yüzde 60’larda yerli katma değer hedefi olan bir proje. Yani çok ciddi
bir ilerleme sağlayacağını düşündüğümüz bir proje. Şimdi ben bunu
çok araştırdım ve sordum.
Fatih Projesi Sayın Başbakanımız tarafından telaffuz edilmeden önce bu
projeden haberi olan kim vardı diye araştırdım. Ben bu sorunun cevabını
bulamadım. Fatih Projesi telaffuz edilmeden önce, bir planı yoktu. Söylendikten
sonra planlama yapılmaya başlandı. Daha önce hazırlanmış bir öngörüye
dayanmadan sadece bir vizyon görüşüyle ortaya atıldığını düşünüyorum.
Bir kişi daha, iki kişi daha olabilir yanında. Mesela Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakan Yardımcısı Davut Bey olabilirdi. 2011 yılında bu ortaya
çıktı. 2010 yılında yayınlanan strateji raporunda adı yok. Yani o konuda bir
şey yok, ipucu yok. Planlaması arkadan hızlıca yapılır, ama üçüncü senedeyiz
102
Bilişim Politikaları
ve hala belli ihaleleri tamamlamakla uğraşıyoruz. Çok hızlı geçildi, Mustafa
Hoca da söyledi. 2006-2010 Bilgi Toplumu Stratejisi Raporunda geçen bir
deyim vardı. Silikon Vadisi; ne oldu, bilen var mı? Kocaeli’nde sektör olarak
toplantılar yaptık.
Kümeleme mantığı içerisinde, biraz Teknoloji geliştirme bölgelerinin
yapısını değiştirerek oluştuğu söyleniyor. Bizim 2006 yılı öngörülerimizin
içerisinde Silikon Vadisi kurmak vardı. Silikon Vadisini şu anda kimse
konuşmuyor. Niye oluşmadığını da konuşmuyor. Üstelik biz araştırıp vadi de
bulduk. Silikon Vadisini bir kavram olarak algılarsak biz gerçekten İstanbul’da
vadi bulduk. Ona rağmen gerçekleşmedi. Bütün sivil toplum kuruluşlarının
ortak görüşü olarak burası uygundur dedik. İş camiasının da onayını alarak bu
sunumu yaptık. Silikon Vadisi hayata bir türlü geçmedi. Kocaeli’nde yeniden
yaratılacak bir uydu kent olarak planlandı. O gün bugündür de sanıyorum
finans kaynağı yaratılması için bekleniyor.
Bu kadar çalışmanın üstüne, bu kadar yapılanmanın üstüne zaman
kaybetme lüksümüz yok. Yani bu planlama ve ucu açık konuları, gerçekten
erişilebilecek halde hedefleri koyarak, izleyerek, sorumlularını belirleyerek
yapılmasında çok büyük yarar görüyorum. Tabii ki bu konularda söylenecek
çok şey olabilir.
Önümüzdeki dönemde karşımıza da çıkacak. Bulut bilişim dedik. Bir de
arkasından açık veri dediğimiz konu var. Açık veri, sizin isteğinizle veya
isteğiniz dışında tutulan ve devlet tarafından üretilen bilgilerin açılması,
kullanıma açılması, ticari değer kazanması demek.
Örneğin Meteoroloji Genel Müdürlüğü kendi cihazlarından bilgi topluyor.
Bunu kamuya açıp satmalı mıdır? Yani kamunun elindeki verilerin satışının
sağlanması dediğimiz modellerin geçerli olup olmadığı konuşuluyor. Bununla
ilgili yasal düzenlemeler de yapılacak. Yazılım sektörünün gelişmesi çok
önemlidir. Türkiye, son 30 yıldır bilişim bütçesinin yüzde 50’sini kamu
projelerinden sağlamıştır.
Yani bugün birçok firma varsa kamudaki bilişim projeleri nedeniyle
vardır. Belli dönemlerde kamunun büyük bilişim projeleri sektörü
ivmelendirmiştir. Yani büyümenin yüzde 1’lere indiği dönemde, bizim
sektörümüzün yüzde 35 büyüdüğü dönemleri gördük. Bunlar da söz
konusu oldu. Bilişim sektörünün yüzde 50 bütçesi kamudan gelirdi. Şimdi
biraz daha farklılaştı. Çünkü finans sektörü kendi içinde çok ciddi gelişti.
103
Oturum 3C
Savunma sanayii başlı başına bir ekol oldu ki oradaki Offset modellerinin
de incelenmesi gerekiyor.
Çünkü tek karar vericiye indiği anda Offset modelinin uygulanabileceği
en iyi örnek savunma sanayiidir ve şu anda bütün savunma sanayi
ürünlerinde ortalama yüzde 65’in üzerinde millileştirme sağlanmıştır.
Offset modellerinin düzgün kullanılmasıyla hem dışa bağımlılık açısından,
hem ulusal güvenlik açısından anlamlı noktaya gelinmiştir. Bu modelleri
bizim hepimizin konuşması gerekiyor. Bunlarla ilgili tek muhatap olduğu
anda bunların yapılabilirliğini ön plana çıkartmamız gerekiyor. Bu işin
sorumlusu belirleninceye kadar, bizim sektörümüzün ısrarcı olması
gerektiğini düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Sayın
Menteş’in bilişim vadisi konusunda söylediği konuya bir ek yapmak
istiyorum. Bu hakikaten uzun zamandan beri aramızda tartıştığımız bir
konu. Soruyu ben şu şekilde de formüle edebilirim, gerçekten bilişim vadisi
gerekiyor mu acaba? Çünkü kurulan ilk örnek vadi, 1940’ların sonundaki
bir konsepte dayanarak Stanford Üniversitesinin civarında oluşan bir
yapı. Onun üzerinde herkes yarım küsur asırdır çalışıyor. Ama bu arada
teknoloji o kadar farklı noktalara geldi ki, acaba vadi gibi bir coğrafi yöreye
kısıtlamak mıdır konu yoksa belli merkezleri oluşturmak için Türkiye’nin
her tarafına yayılabilecek yapıları oluşturup, onların içinde genişağ bir
sinir sistemi mi oluşturmaktır? Bu bence bizim tartışmamıza da yakışacak
bir konudur diye düşünüyorum.
Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Çok kısa bir cevap vereyim.
Ar-Ge bir kültürdür. Ar-Ge yap denilince Ar-Ge yapılacak bir durum söz
konusu değildir. Geçen gün Binali Bey ilk defa bir toplantısında Ar-Ge’nin
ne olduğunu söyledi. 1000 tane Ar-Ge yaparsınız, bir tanesi tutar dedi.
İlk defa Binali Bey’in ağzından bu lafı duymak beni memnun etti. Çünkü
Ar-Ge’nin büyük bir kısmı başarısız Ar-Ge’dir. Ama bizde başarısızlıktan
korkulduğu için bütün Ar-Ge’lerin başarılı olması gibi bir beklenti var.
Şimdi bu bir kültür meselesidir. Şimdi teknoloji geliştirme bölgeleri yasası
çıkarken, üniversite alanlarında kurulması gibi bir yol belirlendi. Şu anda
onun geldiği noktayı ayrıca tartışırız. Neden üniversiteler seçildi? Çünkü
Türkiye’de Ar-Ge’nin yüzde 95’i üniversitelerde yapılıyor. Yüzde 5’i özel
sektörde yapılıyor. Şimdi bu kültür burada yaşanmışken özel sektörden
yüzde 5’lik bir Ar-Ge kapasitesiyle tüm Türkiye’de Ar-Ge yapmasını
104
Bilişim Politikaları
beklemek apayrı bir konudur. Hızlandırıcı bir faktör olarak üniversitesanayi işbirliğinin oluşabileceği en yakın ortamlar olarak üniversiteler
tercih ediliyor. Ama bu konu da yanlış anlaşıldı.
Çünkü üniversitelerin mevcut laboratuvar olanaklarını kullanma
yerine üniversiteler içerisinde tamamen izole edilmiş Ar-Ge bölgeleri
yaratılmaya çalışıldı. Yani karşılıklı kültür etkileşiminin doğacağı ortamlar
yok edildi.
Türkiye’deki modelin de yanlışlığı buradandır. Yoksa Ar-Ge’yi
Türkiye’nin her yerinde yapabilirsiniz ama o kültüre sahip insanlarla
yapabilirsiniz, bu da çok kolay yaratılmıyor. Bilgi toplama sürecinin en
son gelişen kısmı kültürel dönüşüm kısmıdır. Sosyal dönüşüm, ekonomik
dönüşüm, teknolojik dönüşüm; bunları yaptığınız zaman yani Ar-Ge’yi
ortaya çıkartacak kültürel dönüşüm en sonda gelir. Bunu hızlandırmak
sizin elinizdeki ara araçları iyi kullanarak yapabilirsiniz.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Peki, çok teşekkürler. Şimdi
ben çok kısa ikişer dakikalık bir turdan sonra hazırlanan sorulara açmayı
düşünüyorum. Teker teker sayın panelistlere bir sorum olacak. Nasıl
değil, ne? Evvelsi gün Cumhuriyetimizin 90’ıncı yılını kutladık. 2023’e
bir on senemiz var. Bundan on sene sonrası için konumuzla ilgili neyi
görmek istediklerini sormak istiyorum. Bunu bir cümlede mümkünse dile
getirmelerini istiyorum. Önce kendimden başlamak istiyorum.
On sene sonra Türkiye’de üretimde olan kişilerin o günün dünya
rekabetinde ön sıralarda bulunabilecek düzeyde olması benim gözümde
en birincil konudur. Müsaadenizle Bengi Hanım’dan başlamak üzere
devam edebiliriz ama bir cümle içinde eğer mümkünse dile getirmenizi
isterim.
Bengi Korkmaz, McKinsey- Benim görmek istediğim şey gerçekten
Türkiye’nin dünyanın ilk on ekonomisinin içerisine girmesi, zaten bunun
için de bilişim teknolojisini kullanmak zorundayız. Ona paralel olarak da
özellikle sosyal dönüşümde ve toplumsal dönüşümde bilgi teknolojilerinin
etkin olarak kullanıldığı bir toplum görmek istiyorum ki bunun verleri
daha önce paylaşıldı. Ciddi bir dijital bölünme var, bu haksızlıkların ve
eksikliklerin giderildiği bir Türkiye görmek istiyorum.
Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su- Benim bir inancım
var ki aslında dünyada artık savaşlar topla tüfekle kazanılmıyor. Dünyada
105
Oturum 3C
savaşlardaki güç ekseni bilgi üzerine oluştu. Oradan doğru yola çıkıyoruz.
Ben on sene sonra dünyaya satış yapan, dünya ekonomisinde etkisi olan en
azından beş veya altı tane bilişim sektöründen markamızı görmek istiyorum.
Ama bu markanın bir bilişim ürünü olmasını istiyorum.
Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su- Ben sonuç niteliğinde
bir şey söylemek istiyorum. İnsani gelişme indeksinde şu anda 90’lardayız.
Ben 40’larda bir şey hayal ediyorum. 90’dan 40’a gelmek büyük bir
ilerlemedir.
Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Nitelikli üretim yapabilen ve bundan
dolayı yaratılan katma değeri de eşitçe bölüşebilen bir Türkiye görmek
istiyorum. Çin ve Hindistan gibi değil ama Norveç gibi bir Türkiye görmek
istiyorum. Hayal mi, evet. Ama hayalsiz de olmuyor.
Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- AB’nin 2020 hedeflerinin
Türkiye için de gerçekleşmesini ümit ediyorum. AB çok ciddi 2020 hedefleri
koydu. Günlük skorlamayı da takip ediyor. Ülkemizde onların takip ettikleri
konuların uzmanlıkları bile yok. Bu uzmanlıkların yaratılması gerektiğini
düşünüyorum. Şu anda AB’nin kendi yayınladığı skorlama tablolarında çok
kötü durumda değiliz. Daha iyi pozisyonlara gelme, hiç olmazsa Avrupa’daki
ilk beşin arasına girme gibi bir hedef yakalayabiliriz diye düşünüyorum.
Bunun gerçekleşmesini arzu ediyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Bir 15
dakikamız daha var benim gördüğüm kadarıyla. Şimdi sizlerden soruları rica
ediyorum. Yalnız bir tek ricam var efendim müsaade ederseniz. Soruların
beklenen cevaplardan daha kısa olmasını rica ediyorum. Buyurun efendim.
Kendinizi tanıtabilirseniz, buyurun.
Bora Andemir, İnşaat Mühendisi- 2023 yılında bilişim teknolojisi kulvarı
olarak, elektronik demokrasiye geçebilir miyiz? Bu elektronik demokrasiyle
2023 yılında dünya birleşik devletlerini kurabilir miyiz?
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Bu soru beni aşar. Ben veririm,
ama Mustafa Hoca daha hevesli olacak bu soruya cevap vermek için, Mustafa
Hoca’ya vereyim sözü.
Doç. Dr. Mustafa Akgül, Bilkent Üniversitesi- Tek tek mi cevap
verelim yoksa soruları alıp mı? Şimdi elektronik demokraside ne kattığınıza
bağlı. Çok yavaş ilerliyor, çünkü çok temel sorunlar var orada, kimlik
meselesi, güven meselesi. Maliyet etkin değil, yani seçim olarak bakarsak
106
Bilişim Politikaları
fayda maliyet analizi anlamlı değil. Brezilya bunda ciddi bir yatırım yaptı
ama şu anda ne vaziyette bilmiyorum. Onlar bilişim sektörünü geliştirmek
için dikta döneminde öyle bir zorlamaya gittiler. Bilişim sektörü ciddi
büyüme aldı. Ama demokrasiye o kadar büyük bir katkısı olmadı.
Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Şimdi teknolojinin
geldiği noktada kişinin tekilleşmesi yani teknolojinin tanınacağı şekilde
teknolojinin tekilleşmesi mümkün olduğunda yani güven unsuru
yaratıldığı anda bu sistemler daha kolay kullanılacak. Yani elektronik
seçim, elektronik oylama gibi sistemler; şu anda güvenlik sorunları
var. Güvensizlik ortamları daha fazladır. Bütün konuşulanlar da bunun
üzerinedir. Bu güvenler oluştukça, sanıyorum, bilgi toplumunun birinci
koşulu olan katılımcılık bu nedenle artacaktır. Sizin dediğiniz noktaya
gelmemize daha vakit var diye düşünüyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Oradan bir soru daha vardı,
pardon. Buyurun efendim.
Mustafa Zuhal, Marmara Üniversitesi- Marmara Üniversitesinde
araştırma görevlisiyim. Daha önceki konuşmalarda da değinildiği gibi
Güney Kore ve Türkiye karşılaştırması ve bunun üzerinden sonuçlar
çıkartılıyor. Fikri sınai mülkiyet haklarının Güney Kore’de ilk 1960’lı
yıllarda başlamasıyla birlikte şu anki Türkiye’de bulunan fikri sınai mülkiyet
haklarının bu bilişim sektörü ve yazılım sektöründe bu konulan hedefleri
ne derece desteklediği noktasında bir sorum olacak. Diğer bir sorum ise
teknoloji geliştirme bölgelerinin üniversiteler bölgesinde bulunması ve
bu bünyenin belli bir kapasite içerisinde olması bir sınırlama getiriyor.
Bu işten faydalanmak isteyen şirketlerin bunlardan faydalanabilmesi için
herhangi bir öngörü, bir ilginiz var mıdır? Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- İkinci soruya belki cevap vererek
başlayabilirim ben. Teknoloji geliştirme bölgelerinin üniversiteler dışına
çıkması da söz konusu oldu. ODTÜ’nün bu konuda Ostim’de bir yeri
vardı. Başka yerlerde de var bu tip örnekler var. Yani 4691 sayılı Kanunun
uygulamaları olarak. Şu ana kadarki tecrübeler üniversitede olmasından
daha kötü sonuçlar doğurduğu yönünde. Yani bilgi transferi, bilginin
akışı sorunu var. Üniversite hocası tembel maalesef pek üniversitenin
dışına çıkmak istemiyor. Üniversitedeyken bile zor iletişim kuruluyor.
Üniversitenin dışına çıktığında oradaki bilginin ticarileşmesi çok daha
zor oluyor benim gördüğüm kadarıyla. Türkiye gibi ülkeleri Kore ile
107
Oturum 3C
karşılaştırmak çok sıkıntılı. İyi kötü bizim bir demokrasimiz vardı. Kore
çok uzun süre diktayla yönetildi. O kadar çalışınca kalkınıyorsunuz
mecburen. Hafta sonu tatili bile yapmadan çalışınca kalkınıyorsunuz.
İşte büyüyorsunuz. Fikri sınai mülkiyet hakları; Türkiye’de son bir yasal
düzenleme vardı. Bildiğim kadarıyla o konu hala TBMM’de bekliyor. Ciddi
bir sorun yarattığını sanmıyorum. Ama Kore ile ilgili bir şey söyledim.
Hala çok çalışıyorlar.
Yusuf Işık, İktisatçı- Benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin bilişim
ihracatı yüksek değil. Bu kapasitesinin azlığından mı kaynaklanıyor. Eğer
böyleyse bunun ana nedenleri neler ve bu nedenler arasında şirketleşme
açısından biraz geride kalmak da sayılabilir mi? Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Saha çalışmalarından gördüğüm;
kapasitenin azlığından da kaynaklanıyor ama küresel rekabet edebilecek
büyüklükte firmaların olmamasından da kaynaklanıyor ve yeteneğin
olmamasından kaynaklanıyor. Bu üçünden kaynaklanıyor. Bir de içeride
mal satabiliyorsanız çok dışarı çıkmıyorsunuz. Kamuya satmayı tercih
edebiliyorsunuz. O yüzden dışarı rekabete gitmiyorsunuz çok fazla. Onun
da etkisi var sanıyorum. Başka etkiler de vardır tabi. Müjdat Bey siz
başlayın lütfen.
Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş Genel MüdürlüğüTürkiye’de bilişim ihracatı öncelikle yazılımla başlaması gereken bir yapı.
Biraz evvel de kendi sıramda söylemiştim; Türkiye, yazılımı öncelikle
araştırma, geliştirme olarak bile çok içselleştiremedi. Daha 6-7 senedir
yazılım bir Ar-Ge olarak kabul edildi. Biz NETAŞ olarak 2004-2005
yıllarında Ar-Ge kanununun içine yazılım yazısının yazılması için çok
çaba gösterdik. Çünkü biz hep donanımlar tasarlanacak, illa ki makineler
yapılacak Ar-Ge budur diyorduk. Biz aslında bilişime ülke olarak biraz geç
başladık. İkincisi biz geniş bant devrimini çok geç yakaladık. 2004 yılında
Türkiye’de geniş bantta 60.000 abone vardı. Bunların da bant genişliği 1
megabit civarındaydı. Ancak yeni yeni bu bant genişlikleri arttı.
Üçüncüsü Türkiye’nin bir marka değeri yok. Yani bilişimde veya
teknolojide Türkiye’nin bir marka değeri yok. Bu tür yazılımlar Hindistan
gibi Çin gibi ülkelere gidiyor. Bence aslında Türk insanının yazılıma
müthiş bir kabiliyeti var. Ben onu çok gurur duyarak söylüyorum. NETAŞ
olarak şu anda 700 tane yazılımcımız çalışıyor ve aşağı yukarı son 7-8
senede 300 milyon dolar civarında yazılım ihracatı yaptık. Mühendisimiz
108
Bilişim Politikaları
üçüncü ayından itibaren üretken oluyor. Bunun birçok ölçümü var. Biz her
ay ölçümler hazırlarız. Kapasite raporları hazırlar ne kadar başarılıyız diye
bakarız. Bizim mühendislerimiz bir Amerikalı mühendisten çok çok daha
kabiliyetlidir. Hindistan’ın mühendisinde iki misli daha kabiliyetlidir. Çin
mühendislerinden yüzde 30-35 daha fazla kabiliyetlidir. Ama marka çok
çok önemlidir.
Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Ben de bu konuda görüş
belirtmek istiyorum. Çünkü söyleyeceğim görüş Müjdat Bey’i yakından
ilgilendirecek. Türkiye belli konuları belli dönemlerinde denedi, denemeye
çalıştı. Bengi Hanım’ın bahsettiği kümeleme yaklaşımı; yani doğru bir
modeldir. Büyük firmaların ihracat yapabilmesi için onların yanında da
ekosistem yaratmak durumundayız ki bütün dünya ülkeleri böyle yapmış.
Bunun itici gücü de Telekom sektörüdür. Bildiğiniz işte Dodge Telekom,
yanında SAP gibi bir sürü firma yaratmıştır. France Telekom, Alcatel
olmak üzere bir sürü bilişim firmasını yaratmıştır.
Biz Türk Telekom’un yanında bir şey yaratamadık. Ama zamanında
bir başarı öyküsüydü. Ne oldu diye soracak? Çünkü Müjdat Bey’e
dokunacak ucu, Teletaş örneğimiz vardır. Teletaş teknoloji üretmek için
kurulmuş bir firmamızdı. Bunu biliyorsunuz satın aldılar ve Teletaş
ortadan yok oldu. Böyle bir noktaya geldi. 1000 tane Ar-Ge mühendisinin
çalıştığı bir yerdi. Ben bir şeye katılmıyorum. Bunu Türkiye’deki bütün
toplantılarda söyledim. Türkiye’nin geleceği sadece yazılım değil.
Bakın, beyaz eşya üreticisi Vestel, Beko Avrupa’da teknoloji üretmede
birinci iken, donanım üretmede AirTies gibi bir uluslararası ürün üreten
firmalarımız varken geleceğimizi sadece yazılıma bağlamış olmak doğru
değil. Türkiye’nin donanım alanında da atılım yapması gerekiyor. Bu
teknolojiyi üretebileceğini göstermesi gerekiyor. Gömülü ürünler diyoruz,
önümüzdeki dönem yani makineden makineye teknolojilerin gelişeceği
dönem diyoruz. Bunun en iyi kullanılacağı yerler, ev cihazları ve diğer
aletler. Önceliklendirilmiş Ar-Ge ile biz bu planlamaları yapabilirsek, bu
işbirliklerini sağlayabiliriz ve Türkiye’de ihraç kapasitesini artırabiliriz.
Çok basit bir örnek olarak da söyleyeyim. Eğlence sektörü ürünleri
Türkiye’den çok ciddi para transferine sebep oluyor. Geçen gün gazete
yazıyordu. Yani sadece bir Candy Crush Türkiye’den 500 bin dolarlık bir
gelir elde ediyorsa, bunu yapabilecek birkaç tane firmayı da biz kendimiz
planlayıp ortaya çıkartabiliriz diye düşünüyorum. Ama bu planlama
mantığını karşılıklı kabullenebilirsek. Teşekkür ediyorum.
109
Oturum 3C
Doç. Dr. Mustafa Akgül, Bilkent Üniversitesi- Ben bir ekleme
yapmak istiyorum. Yazılım için bile diğer alanlarda, mühendislik vs.
çok iyi uzmanların olması lazım ve ekiplerin çalışması lazım. Sadece
yazılımcıların oturup bunları üretmesi mümkün değil zaten.
Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su- Burada bir yanlış
yapılıyor kusura bakmayın. Bugün Netaş 4G tasarımı yapıyor. 4G’de
yaptığımız tasarım dünya ile eş zamanlıdır. Şimdi 4G tasarımı yaparken
öyle bir şey oldu ki dünyada silikon öyle bir gelişti ki. Digital Signal
Processing (DSP) diye bir şey var. 5-6 tane entegre devreyi yan yana
getirdiğiniz zaman üzerine yazılım koyduğunuz zaman muhteşem şeyler
elde ediyorsunuz. Yazılım deyince de uygulama yazılımını düşünmeyelim
lütfen. DSP yazılımda biz OFT yapıyoruz. Bu 4G’nin temelidir. Gömülü
yazılım diye bir şey var. Çünkü hakikaten biz bu kültür dönüşümünü
gerçekleştiremezsek bir noktaya gidemeyiz. Bugün Apple’ın tamamı
yazılımdır. Biz CEN konsorsisuyumu olarak Casper, Exper ve Netaş tablet
yapımına soyunduk. Bütün tabletin içini açtım baktım. Tabletin içinde
şöyle iki tane kocaman pil var. Açın lütfen, bir tane eski evde tabletinizi.
Şu kadarcık bir devre, içinde üç tane entegre. Ben her türlü donanımı
yaparım, siz bana on milyon müşteriyi verin.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Yazılım konusu hep aklımı
karıştırmıştır ama ona girmek istemiyorum. Efendim buyurun.
Yıldırım Aktürk, DPT Eski Müsteşarı- Ben Sayın Eczacıbaşı’nı
zannediyorum birkaç sene oldu bu konuda taciz etmiştim. Benim bir
“Pet projem” var. Madem ki dershanelerden vazgeçeceğiz, ki bu doğru
bir şeydir, ben TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi olarak; o zamanlar
hazırlanmış bir eğitim raporunda da yeterli kaynak var ama dağıtımında
problem var Türkiye’de velilerin özel olarak harcadıkları kaynağı eğitim
sisteminin içine koyarsak mesele yok, iyi bir eğitim verebiliriz diyordum.
Fazla uzatmayayım. Dershaneler kapatılamaz ama yeni yapılandırma ile
IT sektörüne insan gücü yetiştiren ve sertifika veren kuruluşlar haline
getirilebilir. Bunun için kabaca 80 bin tane eğitmen önce eğitilir belki
buradaki güzide kuruluşlarda buna yardımcı olurlar. Ondan sonra yılda
kabaca bir milyon kişiye beyaz yakalı ve işsiz gençlerimize, kabiliyetli
gençlerimize bir istihdam kapısı açılır ve yine küçük bir hesapla altı
milyar dolar civarında da bir döviz kazancı sağlanır. Çünkü katma değeri
çok düşüktür ve cari açığa da ciddi katkısı bulunur. Sayın Recep Tayyip
110
Bilişim Politikaları
Erdoğan’a belki 5-6 sene evvel, mouse’la ve klavyeyle büyümüş birisi IT
sektörünün başında olmalı, o zaman daha yaşlı bir Devlet Bakanımız vardı,
bununla olmaz diye bir serzenişte bulunmuştum. Bana Ali Babacan’ın
söylediği Cevdet Bey bugünkü Kalkınma Bakanımız hakikaten pırıl pırıl
ve bölümünü birincilikle bitirmiş bir arkadaşımız. Kalkınma Ajansı gibi
tek başına bir misyonla odaklanmış bir politikayla bir noktaya gelinebilir
ben hala treni kaçırdık diye düşünmüyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Ben son bir soru daha alıp
zamanında bitirme açısından bir rekora imza atmak istiyorum. Orada bir
beyefendi var, buyurun.
Orhan Özçatalbaş, Akdeniz Üniversitesi- Ben lisans programlarındaki
verilen eski bilişim dersleriyle şu andaki bilişim dersleri arasındaki
farkın durumuna bakarak bilişim kültürünün ve programlama kültürünün
yaygınlaşması yönünde aslında geriye gidişimizi bir miktar ifade etmek
istiyorum. Geçmişte Ziraat Fakültelerinde bilgisayar programlama dersi
vardı. Fortran 4 almıştık. Visual basic almıştık. O sektörde, daha doğrusu
o alandaki insanlar kendi alanlarında program yazmaya başlamışlardı.
Ama bugüne geldiğimizde enformatik dersi adı altında Microsoft
Office’ın programları öğretiliyor, öğretilmeye çalışılıyor. Ama aslında
bu ilköğretim düzeyindeki içerikten farklı bir şey değil. Dolayısıyla bu
bilişim kültürünün yaygınlaştırılmasında bizlerin akademisyenler olarak
da söyleyecek sözleri olmalıdır diye düşünüyorum. Sektör zannediyorum
bu konuda destek verecektir diye düşünüyorum.
Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Değerli dostlar galiba bir
panelimiz daha bitti. Ben katılımcılara ve özellikle Bilgi Toplumu Daire
Başkanlığına çok teşekkür etmek istiyorum bugünkü panel için. Benim
için de çok öğretici bir panel oldu. Ben son bir konunun altını vurgulamak
istiyorum ve zannedersem son anda çok gündeme geldi. Artık bizim ne
donanım, ne yazılım, ne servis; bu alanlarda bilişim sektöründen bahsetmek
diye bir konumuz kalmıyor. Çünkü bunların hepsi diğer sektörlerle,
diğer alanlarla tamamen sınırı belli olmayacak bir şekilde iç içe geçmek
durumunda. Öncelikle tabiî ki ticaret, tabiî ki birçok üretim sektöründe
bunu zaten görüyoruz ama en çok dikkat etmemiz gereken ve vurgulamamız
gereken konulardan birisi herhalde eğitimdir ki bugün sıklıkla gündeme
geldi. Bizim bundan sonraki kuşak için üzerimize almamız gereken çok
önemli sorumluluklar var. Benim bugünkü tartışmaları eleyip altındaki
111
Oturum 3C
tortuya baktığım zaman ortaya çıkan en önemli konunun kendi açımdan bu
olduğunu ve benim dersimin bu olduğunu düşünüyorum. Umarım herkese
belli bir artı değeri olmuştur. Katıldığınız için hem panelistlere hem sizlere
çok teşekkür etmek istiyorum.
112
EK: SUNUMLAR
Oturum 3A
Sunum
Baturalp Candemir
TEB Yatırım Genel Müdürü
114
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Türkiye’de Finans Sektörünün
Geliştirilmesi
5. İzmir İktisat Kongresi
31 Ekim 2013
Baturalp Candemir
TEB Yatırım Menkul Değerler AŞ
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 1 / 15
Türkiye Sermaye Piyasasında Son Gelişmeler
Aralık 2009: VOB'da vade sonunda fiziki (hesaben) teslimatla sonlanan döviz vadeli işlem
(VOB-TLDolar ve VOBTLEuro) sözleşmeleri işlem görmeye başladı.
Ağustos 2010: İMKB'de aracı kuruluş varantlarının işlem gördüğü Varant Pazarı işleme
açıldı.
Aralık 2010: VOB'da "VOB-İMKB 30-100 Endeks Farkı", "VOB-EUR/USD Çapraz Kuru" ve
"VOB-Dolar/Ons Altın" vadeli işlem sözleşmeleri işlem görmeye başladı.
Ağustos 2012: Tek hisse senedine dayalı vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin İMKB’de
işlem görmesi uygun bulundu
Eylül 2012: İlk İskontolu ve Turbo Sertifikalar işlem görmeye başladı
Ekim 2012: Elektronik Genel Kurul Sistemi (EGKS) devreye alındı. Global yatırımcıların
şirket genel kurullarına New York’dan Tokyo’ya kadar elektronik ortamda katılmalarına imkan
sağlayan hukuki ve teknik alt yapı kurulmuş oldu.
Aralık 2012: İMKB Borçlanma Araçları Piyasası bünyesinde, payların konu edildiği repo
işlemleri yapılmasına ve bu payların alıcıya teslimine olanak veren "İMKB Pay Senedi Repo
Pazarı" faaliyete geçti.
Aralık 2012: İMKB Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası (VİOP) faaliyete geçti.
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 2 / 15
115
Oturum 3A
Türkiye Sermaye Piyasasında Son Gelişmeler
Aralık 2012: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ve NYSE Euronext'in Avrupa Türev
Ürünler Piyasası olan NYSE Liffe, İMKB 30 Endeksinde yer alan pay senetleri ve İMKB 30
endeksine dayalı vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin her iki borsada da işlem göreceği
duyuruldu.
Aralık 2012: Yeni Sermaye Piyasası Kanunu yürürlüğe girdi
Nisan 2013: Üç borsa (İMKB, İstanbul Altın Borsası ve Vadeli İşlemler Borsası) Borsa
İstanbul çatısı altında birleşti
Sukuk, gayrimenkul sertifikaları gibi faizsiz yeni finansal enstrümanlar
Haziran 2013: Uluslararası alanda genel kabul gören 5 yeni sukuk düzenlemesi yapıldı
Haziran 2013: Yeni yatırım fonu düzenlemesi ile “Katılım Fonu” adıyla sadece faizsiz
finansman ürünlerine ve katılım bankacılığı prensiplerine uygun çalışan şirketlerin pay
senetlerine yatırım yapacak yeni bir yatırım fonu türü oluşturuldu
Temmuz 2013: Borsa İstanbul ve Nasdaq OMX arasında stratejik ortaklık için ön anlaşma
imzalandı
Eylül 2013: TAKASBANK’ın merkezi karşı taraf olmasına ilişkin ilk uygulama ödünç
piyasasında başlatıldı. Böylece yatırımcılar için takas riski sıfırlanarak güvenli bir alan
oluşturuldu.
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 3 / 15
Hedefe Uygun Planlama
Makroekonomik Koşulların Sağlanması
Kanun ve Kuralların Oluşturulması
Altyapının Kurulması
Kanun ve Kurallara Uyumun Sağlanması
Rekabetçi, Etkin Çalışan Kurumsal Yapılar
İnsan Kaynağı ve Eğitim
Reklam
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 4 / 15
116
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Türkiye Sermaye Piyasasında Geçiş Dönemi
Sadece iki (tahvil ve hisse senedi) yatırım aracı olan,
Tek yönlü getiri sağlanabilen,
Yavaş işleyen,
Sığ
bir piyasadan;
Çok sayıda yatırım aracı bulunan
Çok yönlü getiri sunabilen
Hızlı işleyen
Derin
piyasalara geçiş
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 5 / 15
GSYİH ve BIST-100 Endeksi
GSYİH ve BIST-100 yıllık yüzde değişimleri (TL bazında)
30%
120%
Reel GSYİH yıllık yüzde değişim (sol eksen)
20%
80%
BIST-100 yıllık yüzde değişim
10%
40%
0%
0%
2013 2Ç
2013 1Ç
2012 4Ç
2012 3Ç
2012 2Ç
2012 1Ç
2011 4Ç
2011 3Ç
2011 2Ç
2011 1Ç
2010 4Ç
2010 3Ç
2010 2Ç
2010 1Ç
2009 4Ç
2009 3Ç
2009 2Ç
2009 1Ç
2008 4Ç
2008 3Ç
2008 2Ç
2008 1Ç
2007 4Ç
2007 3Ç
2007 2Ç
2007 1Ç
2006 4Ç
-80%
2006 3Ç
-20%
2006 2Ç
-40%
2006 1Ç
-10%
GSYİH ve BIST-100 yıllık yüzde değişimleri (USD bazında)
60%
140%
USD bazlı GSYİH yıllık yüzde değişim (sol eksen)
40%
BIST-100 (USD bazında yıllık yüzde değişim)
100%
20%
60%
0%
20%
2013 2Ç
2013 1Ç
2012 4Ç
2012 3Ç
2012 2Ç
2012 1Ç
2011 4Ç
2011 3Ç
2011 2Ç
2011 1Ç
2010 4Ç
2010 3Ç
2010 2Ç
2010 1Ç
2009 4Ç
2009 3Ç
2009 2Ç
2009 1Ç
2008 4Ç
2008 3Ç
2008 2Ç
2008 1Ç
2007 4Ç
2007 3Ç
2007 2Ç
2007 1Ç
2006 4Ç
-100%
2006 3Ç
-60%
-60%
2006 2Ç
-20%
-40%
2006 1Ç
-20%
Kaynak: TUİK, Borsa İstanbul
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 6 / 15
117
0
Oca.10
Şub.10
Mar.10
Nis.10
May.10
Haz.10
Tem.10
Ağu.10
Eyl.10
Eki.10
Kas.10
Ara.10
Oca.11
Şub.11
Mar.11
Nis.11
May.11
Haz.11
Tem.11
Ağu.11
Eyl.11
Eki.11
Kas.11
Ara.11
Oca.12
Şub.12
Mar.12
Nis.12
May.12
Haz.12
Tem.12
Ağu.12
Eyl.12
Eki.12
Kas.12
Ara.12
Oca.13
Şub.13
Mar.13
Nis.13
May.13
Haz.13
Tem.13
Ağu.13
Eyl.13
31.12.2009
31.01.2010
28.02.2010
31.03.2010
30.04.2010
31.05.2010
30.06.2010
31.07.2010
31.08.2010
30.09.2010
31.10.2010
30.11.2010
31.12.2010
31.01.2011
28.02.2011
31.03.2011
30.04.2011
31.05.2011
30.06.2011
31.07.2011
31.08.2011
30.09.2011
31.10.2011
30.11.2011
31.12.2011
31.01.2012
29.02.2012
31.03.2012
30.04.2012
31.05.2012
30.06.2012
31.07.2012
31.08.2012
30.09.2012
31.10.2012
30.11.2012
31.12.2012
31.01.2013
28.02.2013
31.03.2013
30.04.2013
31.05.2013
30.06.2013
31.07.2013
31.08.2013
30.09.2013
Oturum 3A
Fonların Yatırım Türlerine Göre Kırılımı
Yatırım Fonları
Diğer
34,18%
Yabancı
Menkul
Kıymet
0,61%
Borsa
Para
Piyasası
10,96%
25
(milyar TL)
600
(milyon TL)
Emeklilik Yatırım Fonları
Hisse
Senedi
6,39%
Kamu
Borçlanma
Senedi
17,59%
Kamu
Borçlanma
Senedi
59,33%
Hisse
Senedi
15,72%
Ters Repo
30,28%
Diğer
17,77%
Kaynak: SPK
Yabancı
Menkul
Kıymet
0,72%
118
Borsa
Para
Piyasası
1,02%
Ters Repo
5,44%
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 7 / 15
Emeklilik Fonları
BES Toplam Portföy Büyüklüğü
20
15
10
5
BES Aylık Fon Girişi
500
400
300
200
100
Kaynak: SPK, Emeklilik Gözetim Merkezi
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 8 / 15
Oca.10
Şub.10
Mar.10
Nis.10
May.10
Haz.10
Tem.10
Ağu.10
Eyl.10
Eki.10
Kas.10
Ara.10
Oca.11
Şub.11
Mar.11
Nis.11
May.11
Haz.11
Tem.11
Ağu.11
Eyl.11
Eki.11
Kas.11
Ara.11
Oca.12
Şub.12
Mar.12
Nis.12
May.12
Haz.12
Tem.12
Ağu.12
Eyl.12
Eki.12
Kas.12
Ara.12
Oca.13
Şub.13
Mar.13
Nis.13
0
0
0
Oca.10
Şub.10
Mar.10
Nis.10
May.10
Haz.10
Tem.10
Ağu.10
Eyl.10
Eki.10
Kas.10
Ara.10
Oca.11
Şub.11
Mar.11
Nis.11
May.11
Haz.11
Tem.11
Ağu.11
Eyl.11
Eki.11
Kas.11
Ara.11
Oca.12
Şub.12
Mar.12
Nis.12
May.12
Haz.12
Tem.12
Ağu.12
Eyl.12
Eki.12
Kas.12
Ara.12
Oca.13
Şub.13
Mar.13
Nis.13
May.13
Haz.13
Tem.13
Ağu.13
Eyl.13
Eki.13
(milyar TL)
Oca.10
Şub.10
Mar.10
Nis.10
May.10
Haz.10
Tem.10
Ağu.10
Eyl.10
Eki.10
Kas.10
Ara.10
Oca.11
Şub.11
Mar.11
Nis.11
May.11
Haz.11
Tem.11
Ağu.11
Eyl.11
Eki.11
Kas.11
Ara.11
Oca.12
Şub.12
Mar.12
Nis.12
May.12
Haz.12
Tem.12
Ağu.12
Eyl.12
Eki.12
Kas.12
Ara.12
Oca.13
Şub.13
Mar.13
Nis.13
0
Oca.10
Şub.10
Mar.10
Nis.10
May.10
Haz.10
Tem.10
Ağu.10
Eyl.10
Eki.10
Kas.10
Ara.10
Oca.11
Şub.11
Mar.11
Nis.11
May.11
Haz.11
Tem.11
Ağu.11
Eyl.11
Eki.11
Kas.11
Ara.11
Oca.12
Şub.12
Mar.12
Nis.12
May.12
Haz.12
Tem.12
Ağu.12
Eyl.12
Eki.12
Kas.12
Ara.12
Oca.13
Şub.13
Mar.13
Nis.13
May.13
Haz.13
Tem.13
Ağu.13
Eyl.13
Eki.13
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
(milyar TL)
Özel Sektör Tahvil Bono Piyasası
35
(milyon TL)
(milyon TL)
Özel Sektör Tahvil Bono Piyasası Toplam Büyüklüğü
30
25
20
15
10
5
6
5
Özel Sektör Tahvil Bono İhraçları
4
3
2
1
Kaynak: SPK
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 9 / 15
Bono ve Tahvil Piyasası İşlem Hacimleri
3.000
Hazine bono ve tahvil piyasası günlük ortalama işlem hacmi
2.500
2.000
1.500
1.000
500
100
Özel sektör tahvil bono piyasası günlük ortalama işlem hacmi
80
60
40
20
Kaynak: Borsa İstanbul
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 10 / 15
119
Oturum 3A
A Tipi Fonların Getirisi
2012
2011
12,2%
8,3% 6,9%
69,9%
3,8% 3,7%
65,8% 64,1%
61,4% 58,7%
52,6%
30,0%
BIST100
Medyan
5. Fon
4. Fon
3. Fon
1. Fon
BIST100
2. Fon
-22,3%
Medyan
5. Fon
4. Fon
3. Fon
2. Fon
1. Fon
-16,1%
2013 (22 Ekim itibariyle)
25,9%
24,1%
19,6%
17,8%
16,3%
1,4%
Kaynak: www.fonmarket.com
BIST100
Medyan
5. Fon
4. Fon
3. Fon
2. Fon
1. Fon
3,2%
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 11 / 15
Halka Arz Sonrası 60 Günlük Performanslar
2012
2011
160
160
140
140
120
120
100
100
80
80
60
60
40
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
50
55
60
40
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
50
55
Kaynak: Borsa İstanbul
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 12 / 15
120
60
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Halka Arz Sonrası 60 Günlük Performanslar
2013
160
140
120
100
80
60
40
0
2
4
6
8 10 12 14 16 18 20 22 24 26 28 30 32 34 36 38 40 42 44 46 48 50 52 54 56 58 60
Kaynak: Borsa İstanbul
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 13 / 15
Bir İflasın Hikayesi
2,45
2,35
2,25
2,15
2,05
1,95
1,85
1,75
1,65
1
3
5
7
9 11 13 15 17 19 21 23 25 27 29 31 33 35 37 39 41 43 45 47 49 51 53 55 57 59
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 14 / 15
121
Oturum 3A
Bir Hisse Satış Hikayesi
2,10
1,00
1,90
1,70
1,50
1,30
1,10
60
58
56
54
52
50
48
46
44
42
40
38
36
34
32
30
28
26
24
22
20
18
16
14
12
8
10
6
4
2
0,00
0
0,90
5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sayfa No: 15 / 15
122
Sunum
Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen İzmir Ekonomi Üniversitesi
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
1
/ 29
5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 2013
Türkiye’de Finans Sektörünün
Geliştirilmesi
Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
31 Ekim 2013
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
Aldatıcı sükûnet
2
/ 29
A deceptive calm
“Debt investors are wary of the tranquility in eurozone bond markets, eyeing risks such as Overreliance on domestic buyers”. Financial Times, 28 Oct ‘13
We have no details on OMTs….Outright Monetary Transactions ("OMT") is a program
of the ECB under which the bank makes purchases ("outright transactions")
in secondary, sovereign bond markets, under certain conditions, of bonds issued
by Eurozone member-states.
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
125
Oturum 3A
1.Küresel Finansal Kriz
3
/ 29
•Küresel finansal kriz, Türkiye üzerine etkileri ve bu kapsamda
geleceğe dönük politikalar üzerine….
Her ne kadar 2008 krizinin etkileri bir Yunanistan, Portekiz,
İspanya, İtalya, İrlanda ve İzlanda kadar olmasa da Türkiye
geçmişteki deneyimleriyle küresel ve yerel finansal krizlere açık
bir ülke olduğunu göstermiştir.
Bu açıklığı yaratan temel neden yapısal sorunların kısa vadeli
çözümlerle geçiştirilmesidir (cari açıklar, vergi vb) .
Bu fırsatı birileri asla kaçırmıyor???
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
1.Küresel Finansal Kriz
4
/ 29
Soru: Bu yapı
böyle mi
bırakılacaktır
yoksa radikal
çözümler mi
aranacaktır?
* Excel hatası?
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
126
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
2.Finansal Riskler
5
/ 29
•Finansal araç ve kurumsal sektörler (hane halkı, firmalar, kamu,
bankacılık kesimi vb.) bağlamında finansal risk unsurları üzerine
tespitler…
1. 1990’larda Hazine ciddi boyutta kur riski taşırken,
bankalar da hem kur hem de faiz riski taşıyordu.
2. 2000 krizi sonrasında günümüze kadar olan dönemde
Hazine’nin kur riski çok azaldı (FX cinsi kağıt ihracındaki
azalma nedeniyle) ve FRN ihraçlarıyla faiz riski de azaldı.
3. Bankaların kur riski özellikle BDDK düzenlemeleri
nedeniyle büyük ölçüde kontrol altına alındı.
4. Bankaların faiz riski halen devam etmekle birlikte faizin
volatilitesi azaldığı için toplam risk nispeten daha az….
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
2.Finansal Riskler
6
/ 29
•…DEVAM
5. Bankaların temel riski –hatta artan riski- kredi riski.
6. Hane halkının yabancı para cinsinden kredi alması üzerine
sınırlamaların getirilmesiyle toplamda kur riski azaldı….
Ancak tüketici kredileri çok fazla arttığı için hane halkı
borçluluk oranı adeta uçtu…. Faiz riski çok arttı.
7. Daha da önemlisi asıl kur ve faiz riski artışı firmalar
kesiminde gözlendi… Reel kesim kur riski diyor ki..…
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
127
Oturum 3A
Finans dışı Şirketlerin Net Döviz Pozisyonu
7
/ 29
Kırmızı bayrak: Firmaların kur riski büyük ölçüde artmıştır.
Reel Kesim (Firmalar) Döviz Pozisyonu
120000
5000
0
100000
80000
-5000
60000
-10000
40000
-15000
20000
-20000
-25000
0
2008
Kaynak: TCMB
2009
2010
KV Varlıklar
2011
2012
KV Yükümlülükler
2013-3
2013-6
2013-7
Net Döviz Pozisyonu
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
2.Finansal Riskler
8
/ 29
DEĞERLENDİRME:
1. Finansal risk unsurlarının başında asimetrik bilgi gelmektedir.
2. Hane halkı ve firmaların çoğu riskler konusunda kamu ve bankalara
göre daha fazla eksik bilgiye ve bundan doğan risklere maruzdur.
3. Öte yandan bankaların yanı sıra kamu kesimi de finansal araçlar
konusunda uluslararası sermayeye göre eksik bilgi ve bunun
risklerine tabidir.
4. Genel olarak bakıldığında ülkenin tüm kurumları da bir
şekilde eksik bilgi riskine tabidir.
5. Bu sorun sadece ülkemize özgü değildir. Birçok ülkede ve
kurumlarda farklı şekilde yaşanmaktadır.
6. Önemli olan Asimetrik Bilgi kavramının öneminin yeterince
anlaşılmasıdır. Unutmayalım! Asimetrik Bilgi çağında yaşıyoruz!
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
128
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
3.Sistemik Riskler
9
/ 29
Sistemik finansal riski yönetmek için izlenmesi gereken politikalar
1. Basel’ düzenlemelerine giren en yeni kavram SIFIs, yani sistemik olarak
önemli finansal kuruluşlar. Birçok ülkenin denetim otoritesinin de bu konuda
çalışmalar yaptığı biliniyor.
2. TCMB sistemik risk özel sayısı yayınladı, (CB Review, V.13 Special Issue, March
2013).
3. Temel hedef kredi büyümesinin yönetiminde pro aktif rol almak. TCMB’nin
kredi büyümesi ile cari açık ilişkisini gösteren birçok araştırması var. Sanırım
bu noktada detaylı bir TCMB/BDDK işbirliği gerekiyor.
4. Sistemik riskin yönetilmesinde Basel Komitesi tarafından önerilen ve Basel3’te yer alan “çekirdek sermaye/countercyclical sermaye” hususu, mevduat
dışı fonlama (non-core liabilities) için farklılaştırılmış munzam karşılıklar gibi
önlemler sayılabilir.
5. BDDK son yaptığı düzenleme ile tüketici kredilerine ilişkin karşılık
yükümlülüklerini artırırken, ihracat ve KOBİ kredileri için azalttı.
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
3.Sistemik Riskler
10 / 29
Sistemik risk yönetiminde AB halen kurumsallaşma sıkıntıları çekiyor.
Bankacılık Birliği kurulması işi bir türlü istenilen şekilde olamadı. ECB tekrar
stres testlerine başlayacak.
DEĞERLENDİRME: Sistemik riskler ve yönetimi konusunda makro-ihtiyati (macro
prudential) ve uzun vadeli yapısal çözümlere gidilmesi önerilir. Kısa vadeli
çözümler-kuramsal olarak-yapısal sorunları çözemez, tam tersine
sistemikleştirir.
Sistemik Riskler için ilgi çekecek bir site: V-LAB
The Volatility Laboratory (V-Lab) provides real time measurement, modeling
and forecasting of financial volatility, correlations and risk for a wide
spectrum of assets.
http://vlab.stern.nyu.edu/
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
129
Oturum 3A
3.Sistemik Risk-V-Lab
US Top 10 SRISK
SRISK%
LRMES
LVG
JP Morgan Chase
20.2
59.10
12.38
Bank Of America
15.5
49.98
13.43
Citigroup
14.6
57.47
12.18
MetLife
8.1
63.29
15.15
Morgan Stanley
7.8
65.25
13.90
Prudential Financial
7.6
60.19
18.69
Goldman Sachs
6.6
50.76
12.36
Hartford Financial Services
3.1
60.11
19.06
Capital One Financial
2.8
86.17
7.06
Lincoln National Corp
2.5
64.47
18.78
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
11 / 29
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
3.Sistemik Risk-V-Lab
12 / 29
Global Systemic Risk by Country
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
130
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
3.Sistemik Risk-V-Lab
13 / 29
Global Systemic Risk -Europe
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
3.Sistemik Risk-V-Lab
14 / 29
Global Systemic Risk -Africa
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
131
Oturum 3A
4.Finansal Sistemin Geliştirilmesi İçin
İzlenmesi Gereken Politikalar
15 / 29
EN SON SÖYLEYECEĞİMİZİ EN BAŞTA SÖYLEYELİM:
Bu konudaki temel kavram “(h)armoni"dir. Bir ülkenin hukuk başta olmak
üzere piyasa düzeni uluslararası piyasalarla uyum içinde çalışmadığı sürece
finansal sistemin gelişmesi mümkün değildir.
Hukuk geneldir. Yani, JP Morgan bir ülkede kendini ne kadar güvende
hissediyorsa vatandaş Mehmet Efendi de kendini "en az" o kadar güvende
hissedebilmelidir. Bu genelliğin olmaması JP Morgan'ı göreli olarak daha
güvenli bir yere koymaz.
Tam tersine, elindeki hakkın bir imtiyaz olduğunu bilen JP Morgan bunun aynı
mekanizma ile geri alınabileceğini de herkesten iyi bilir. Bu nedenle
Vatandaş Mehmet Efendinin yasal güvenceleri aslında JP Morgan için de bazdır,
esastır, temeldir.
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
4.Finansal Sistemin Geliştirilmesi İçin
İzlenmesi Gereken Politikalar
16 / 29
•Hükümet sermaye piyasalarına çok ciddi destek vermiştir. Yeni TTK,
Borçlar Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunalrı milât niteliğindedir.
•Borsa İstanbul-NASDAQ işbirliği çok önemli ve desteklenmesi
gerekiyor
•İslami Finans Merkezi girişimi çok önemli , treni kaçırmamalıyız,
Almanya, İngiltere bu konuda çok hızlı, yenileri katılabilir…
•Bireysel emeklilik sistemi (BES) kritik önemde…
•Türkiye’nin hedeflenen yüksek büyümeyi yakalayabilmesinin tek
yolu iç tasarrufu artırmak. Bu konuda Dünya Bankası Raporu var:
Sustaining High Growth: The Role of Domestic Savings in Turkey
Gördüğümüz kadarıyla Hükümet bu raporda yer alan önerileri tek
tek gerçekleştiriyor…
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
132
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
5.İstanbul Finans Merkezi
17 / 29
SON SÖZLERİ YİNE EN BAŞTA SÖYLEYELİM:
1. Hukuk, güven, istikrar
2. Girişim sonuna kadar desteklenmeli
3. Bilinen ve bilinmeyen rakiplerimiz var, iyi takip etmeli
4. Paranın akışı ve akış yönü önemli bu konuda iki temel makale
The Strange Geographies of 'Emerging Markets‘ Sidaway and Pryke, Transactions of
the Institute of British Geographers, New Series, Vol. 25, No. 2 (2000).
MONEY FLOWS LIKE MERCURY: THE GEOGRAPHY OF GLOBAL FINANCE, Geografiska
Annaler: Series B, Human Geography, Volume 87, Issue 2, pages 99–112, June 2005
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
5.İstanbul Finans Merkezi
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
18 / 29
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
133
Oturum 3A
5.İstanbul Finans Merkezi
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
19 / 29
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
5.İstanbul Finans Merkezi
20 / 29
http://www.viewsoftheworld.net/
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
134
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
5.İstanbul Finans Merkezi
21 / 29
Sovereign Wealth Funds & Turkey
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
5.İstanbul Finans Merkezi
22 / 29
Kaynak:
Qatar Financial Services Authority
Bir çalışma da biz yapalım,
nasıl olsa endeks oluşturma,
parametrelere ağırlık verme
gibi konularda meydan boş 
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
135
Oturum 3A
5.İstanbul Finans Merkezi
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
23 / 29
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
5.İstanbul Finans Merkezi
24 / 29
AVANTAJLARIMIZ
Coğrafya
İç üretim (Dubai?)
Devlet geleneği
Köklü tarih
Doğal kaynaklar (yer altı / yer üstü)
İYİLEŞTİRİLMESİ /YAPILMASI GERKENLER
Hukuksal altyapı, İhtisas mahkemeleri / Tahkim
Eğitim altyapısı (yabancılara hitap edebilecek nitelikte)
Fiberoptik sistemler & HFT (?)
Bu çerçevede “Borsa İstanbul-NASDAQ” işbirliği ÇOK önemli
Enerji ve Emtia borsaları (organize olmayan piyasalarda FİYAT
RİSKİ çok yüksek)
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
136
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
6.Finansal Sektör-Reel Sektör İlişkisi ve
Güçlendirilmesi
25 / 29
KKB’nin risk raporunun ticari alanda da kullanılmaya
başlaması önemli bir gelişmedir. Şeffaflığa katkıda
bulunur, asimetrik bilgiyi azaltır
Finansal sektörde derinlik sağlanması şarttır. Yani, reel
sektör kredi peşinde değil finans sektörü kredi
kullandıracak müşteri peşinde koşmaya başlamalıdır.
Sığ bir finans sektörü reel sektörü besleyemez tam
tersine yüksek maliyetli kredilerle bu sektörün gelişimini
bloke eder.
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
Son sözler…..
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
26 / 29
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
137
Oturum 3A
Son sözler…..
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
Son sözler…..
Nereye bakmamız
bilmeliyiz
gerektiğini
çok
27 / 29
28 / 29
iyi
Yabancı basına DİKKAT! Yanımıza almalı,
anlatmalıyız, savaşa gerek YOK!
İç kaynaklarımızı özellikle insan kaynağımızı
öyle değerlendirmeli ve yönlendirmeliyiz ki
tam anlamıyla kazan-kazan politikası ortaya
çıksın…
Teşekkürleri asla unutmamalıyız
Dr. Ali Tarhan (TCMB)*
Ayhan Yüksel (Quant, PhD Candidate)
Emir Çetinkaya (ex-VOB Director)
Prof. Dr. Ahmet Kesik (Süpermen)
Prof.Dr. N. Oğuzhan Altay (Ege Ünv)
Tezer Yelkenci (asistanım)
İzmir Ekonomi Üniversitesi Ailesi
(*) “Financial Crises and Center-Periphery Capital Flows”,
JOURNAL OF ECONOMIC ISSUES, Vol. XLVII No.2, June 2013.
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
138
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Thank You
İletişim
İzmir Ekonomi Üniversitesi,
İşletme Fakültesi
Sakarya Caddesi No:156, 35330
Balçova – İZMİR
29 / 29
For Listening
Telefon
0(232) 488 98 68
Sosyal Medya
Twitter: @ckucukozmen
Facebook: /coskun.kucukozmen
E-posta
[email protected]
Web-site
www.coskunkucukozmen.com
Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen
5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS
31/10/2013
Izmir University of Economics, International Trade and Finance
P. 232 488 9868 / [email protected]
139
Sunum
Dr. M. İbrahim Turhan Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Küresel Değişim Sürecinde Türkiye
ve İstanbul Finans Merkezi
Dr. M. İbrahim TURHAN
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür
Borsa İstanbul
31 Ekim 2013
5.İzmir İktisat Kongresi
Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor?
Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (1982-1987)
Dünya Büyüme
Payı (%)
39
61
Gelişmekte Olan Ül.
Gelişmiş Ül.
Kanada
2,6
G.Kore
4,2
ABD
29,8
İngiltere
3,5
2,9
İtalya
3,1
Almanya
Hindistan
Çin
9,9
Japonya
10,3
3,8
4,1
Brezilya
Kaynak: IMF, FT Research
31.10.2013
141
1
Oturum 3A
Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor?
Dünya Büyüme
Payı (%)
Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (1992-1997)
46
54
Gelişmekte Olan Ül.
Gelişmiş Ül.
Kanada
2
G.Kore
3,8
ABD
24,2
3,7
İngiltere
3,8
Çin
18,9
Hindistan
Japonya
6,1
2,1
3,7
Meksika
Brezilya
3
Endonezya
Kaynak: IMF, FT Research
31.10.2013
2
Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor?
Dünya Büyüme
Payı (%)
Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (2002-2007)
33
67
Gelişmekte Olan Ül.
Gelişmiş Ül.
Rusya
2,2
İngiltere
ABD
12,6
G.Kore
4,7
1,7
Türkiye
1,8
Hindistan
Çin
23,6
Japonya
2,6
7,7
1,6
2,3
Meksika
Brezilya
Kaynak: IMF, FT Research
31.10.2013
142
3
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor?
Dünya GSYH Payı
(%)
Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (2012-2017)
26
74
Gelişmekte Olan Ül.
Gelişmiş Ül.
Rusya
G.Kore
2,5
1,8
Japonya
Türkiye
ABD
13,9
1,3
1,4
Çin
33,6
Hindistan
9,4
1,6
2,6
Meksika
Brezilya
2,4
Endonezya
Kaynak: IMF, FT Research
4
31.10.2013
Türkiye Değişen Küresel Ekonomik Sürecin Neresinde?
2010
yıllarında Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi
2011
20.127
20.000
% 9,2
% 8,5
15.001
15.000
10.000
14
11,9
90
70
60
40
2013
/07
2012
2011
50
2010
2017
2015
2013
2011
2009
2007
2005
2003
2001
1999
1997
İşsizlik % 9,3. Avro Bölgesi işsizlik: % 11,3
9,8 9,2 9,3
75
80
2009
2008
2007
2006
İşsizlik %
16
14
12 10,2 10,3 11
10
8
6
4
2
0
0
1995
5.000
IMF: Türkiye GSYH’nın 2017’de 20.000
ABD Dolar üzerinde
30
20
61 62 62 63 62 59 62
74
68
60
53 47
85
80
83
Maastricht
Kriteri
% 60
40 40 46 42 39 36
Kamu borcu/GSYH % 36. Avrupa Birliği’nde % 85
Kaynak: TÜİK, IMF, WB
31.10.2013
143
5
Oturum 3A
Fırsatları Değerlendirmek için Finans Sektörü Gelişimi Şart
2012
2012
2000
119 Trilyon 225 Trilyon
217
Milyar ABD
Doları
ABD Doları
ABD Doları
1181
Milyar ABD
Doları
2000
FIRSAT!
Özel Sermaye Girişleri
Küresel Finansal Varlıklar
Kaynak: McKinsey, Financial Globalization: Retreat or Reset?
25
22,8
20
15,3
15
10
5
0
2002
2003
2004
2005
2006
Tasarruflar/GSYH Oranı (%)
2007
2008
2009
2010
2011
2012
Yatırımlar/GSYH Oranı (%)
Kaynak: Dünya Bankası
2023 hedeflerine uygun büyüme için artan küresel sermayeden daha fazla pay almalıyız
31.10.2013
6
31.10.2013
7
Küresel Finans Merkezi Olmak için Ne Gerekiyor?
2013
1951
4C 1S
Uluslararası Finansal merkezlerde bulunması gerekenler:
C1-Kapasite C2-Bağlantı C3-Sermaye C4-Rekabet S1-Hususiyet
144
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız
C1:Kapasite
GSYH’nın % 27’si İstanbul’dan
Kültürel ve Toplumsal Zenginlik
Yeterli Bilişim Altyapısı
Genç ve Dinamik Nüfus
Aracı Kurumlarda çalışan profili
50
40
30
20
6911 şubesinde
5258 uzman personel
% 81 yüksekokul ve üzeri eğitim
Ülkelerin Medyan Yaşları (2010)
28,9
Japan
Germany
Italy
Crotia
Spain
France
Hungary
UK
Czech…
Poland
Russia
S.Korea
USA
China
Thailand
Chile
Turkey
Indone…
Malaysia
S.Africa
50 aracı kurumun
% 70’i 40 yaşının altında
Kaynak: TSPB, TÜİK
31.10.2013
8
İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız
C1:Kapasite
152 Milyar ABD dolarına ulaşan ihracat
2012
2008
2007
2006
2009
102
86
152
114
2011
107
73
2005
2004
47
2003
2002
2001
2000
36
27 28 31
63
135
132
2010
CAGR:
%14.2
1999
180
160
140
120
100
80
60
40
20
0
İhracatta artan ülke grupları oranı
Sanayi sabit sermaye oluşumu 161
Milyar ABD Doları’na ulaştı
Kaynak: TÜİK
31.10.2013
145
9
Oturum 3A
İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız
C1:Kapasite
Borçlanma araçları piyasası hacmi 2,7 trilyon ABD Doları ile dünyada 4. elektronik işlem platformu
1,8
1,8
1,6
1,4
1,2
1,0
0,8
4.500
4.000
3.500
3.000
2.500
2.000
1.500
1.000
500
0
2.69
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2012/9
2013/9*
2,0
0,6
0,4
0,2
Pay piyasasında artan likidite: Günlük
ortalama işlem 1,8 Milyar ABD Doları
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013/9
0,0
Kaynak: Borsa İstanbul
31.10.2013
10
İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız
C2:Bağlantı
Geniş kargo ve deniz ulaşım ağı
150 noktaya direkt uçuş
20 bin üzerinde yabancı ortaklı şirket İstanbul’da
Bölgesel Merkezleri İstanbul’da
Saat dilimi Finans ve Ticaret Merkezleri ortasında
60 ülkeye 4 saatte ulaşılabilir
146
31.10.2013
11
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız
C2:Bağlantı
Uluslararası kurduğumuz bağlantılarımız
MoU anlaşması yapılan borsalar
31.10.2013
12
İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız
S1:Hususiyet
Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezi
SPK kanunu ile borsalar tek çatı altında
31.10.2013
147
13
Oturum 3A
İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor?
C3:Sermaye
Ulusal ve Uluslararası Sermaye Derinleştirme projeleri
Uluslararası sermayeli şirket sayısı artıyor
10
9,6
15,9
8,4
9
1,7 2,8
Kaynak: T.C. Hazine Müsteşarlığı
2012
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
19,5
2011
10
22
2010
15
5
2005
2004
20,2
20
2009
11,7
25
2008
8,8
32,6
0
2003
0
6,7
5,1 5,6
2002
5
2001
10
29,2
1995-…
15
15
25 25,5
2007
20
18,7
21
2006
25
2005
30
2004
35
Yurtdışı yatırım 15,9 milyar ABD dolarına
ulaştı
31.10.2013
14
İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor?
C3:Sermaye
Borsa kurumsal yatırımcı tabanı geliştiriliyor
Borsada Kurumsal Yatırımcı
Saklama Payı 85 Milyar ABD
Doları
Borsada 9145 Kurumsal
Yatırımcı
Emeklilik fonu büyüklüğü 12 milyar ABD Doları,
kullanıcı sayısı 3,5 milyon kişi
4,0
3,5
3,5
Yatırım fonu büyüklüğü: 18 milyar
ABD Doları, kullanıcı sayısı 3,3 milyon
kişi
16
14
3,0
12
12
2,5
10
2,0
8
1,5
6
1,0
4
0,5
2
0,0
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012 2013/4
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
3,3
35
30
25
20
18
15
10
5
0
0
Kaynak: MKK, SPK
148
31.10.2013
15
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor?
C4:Rekabet
NASDAQ-OMX ile Stratejik Ortaklık: Küresel Rekabetçi Yapı
En İleri Teknoloji
Eşanlı Çoklu İşlem
Platformu
İşlem Sonrası Süreçleri
Entegrasyonu
Borsa İstanbul
ürünlerinin Nasdaq
OMX’de İşlem Görme
İmkanı
Yeni Bölgesel İşbirlikleri
İmkanları
31.10.2013
16
İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor?
C4:Rekabet
2013 Mart ayında çıkan yeni Elektrik Piyasası Kanunu ile bölgenin fiyat belirleyicisi olma imkanı
Borsa İstanbul
Standart Enerji
Kontratları
2.500
Emir/Sn.
5.000
Emir/Sn.
Enerji Vadeli
İşlemleri
30.000
Emir/Sn.
2012 öncesi
2013
EPİAŞ
Spot Market
Gün içi Piyasa
(Oluşturulacak)
100.000
Emir/Sn.
TEİAŞ
Enerji Piyasası
Dengesi
Teknolojik altyapı
tamamlanınca
100.000
Emir/saniye hizmet
verilmesi
planlanıyor
Orta Vade Hedef
31.10.2013
Kaynak: Borsa İstanbul
149
17
Oturum 3A
İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor?
C4:Rekabet
Vergi avantajı düzenlemeleri
Bölgesel
Yatırım
Teşvik Şeması
Destek
Enstrümanlar
Kurumlar Vergisi % 20
Sermaye Gelir Vergisi % 0
Temettü Vergisi % 0
Borsa İstanbul % 0.00092125
Deutsche Börse % 0.00360000
LSE
% 0.00450000
HKEx
% 0.00500000
NYSE Euronext % 0.00550000
JSE
% 0.00550000
SGX
% 0.00750000
BM&F BOVESPA % 0.00700000
Büyük Ölçekli
Yatırım
Teşvik Şeması
Stratejik
Yatırım
Teşvik Şeması
KDV Muafiyeti
+
+
+
Gümrük Vergisi
Muafiyeti
+
+
+
Vergi İndirimi
+
+
+
Sosyal Sigorta
Yard. (İşveren)
+
+
+
Gelir Vergisi
Kolaylığı*
+
+
+
Sosyal Sigorta
Yard. (Çalışan) *
+
+
+
Faiz İndirimi**
+
Land Allocation
+
+
+
+
KDV İadesi***
+
Düşük işlem komisyonu
Kaynak: İSPAT, Borsa İstanbul
31.10.2013
18
İstanbul Finans Merkezi: Gidilecek Çok Yol Var
Londra
New York
Hong Kong
Singapur
Frankfurt
Seul
Şangay
Viyana
Katar
Dubai
Rio
Sao Paulo
İstanbul
Bangkok
Moskova
2008
1
2
3
4
6
31
43
47
24
51
2009
1
2
4
3
8
53
35
42
46
23
54
50
60
2010
1
1
3
4
13
28
11
43
36
24
54
40
74
61
68
2011
1
2
3
4
14
16
5
43
30
28
50
44
71
61
68
2012
1
2
3
4
13
6
19
36
35
22
52
48
56
57
64
2013
1
2
3
4
9
10
16
20
24
25
31
38
44
58
69
Kaynak: Zyen, The Global Financial Centers Index 2014
En İleri
Teknolojik
Altyapı
Bölgesel
İşbirlikleri
Küresel IPO
Ürün Çeşitliliği
Yatay ve Dikey
Entegrasyon
Yeni Sermaye
Piyasaları
Kanunu
Özelleşme
2012-2016
Borsa İstanbul: İstanbul
Finans Merkezi Projesi
merkezinde
31.10.2013
150
19
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
Sermaye Piyasaları için Yeni İş Modeli
İstanbul Finans
Merkezi sadece
bir yerleşke
girişimi
değildir!
İFM Eylem planı ve OVP kapsamında yeni iş modeli gerekli
Sermaye kuruluşları aynı teknik altyapıyı oluşturmalı
31.10.2013
20
Küresel Finans Merkezi İş Modeli Örneği: Londra
Tüm finansal hizmetler tek çatı altında:
Financial Service Authority
Sistemik risk takibi: İngiltere Merkez Bankası
TheCityUK girişimi
İngiltere’nin silikon vadisi: Tech City
1986: Big Bang, finansal hizmet düzenlemeleri
2003: İslami mortgage çift vergilendirme kaldırıldı
Canary Wharf Bölgesi düzenlemesi
31.10.2013
151
21
Oturum 3A
Küresel Finans Merkezi İş Modeli Örneği: Hong Kong
1999 tüm finansal hizmetler tek çatı altında:
Menkul Kıymetler ve Vadeli İşlemler Kurulu
Hong Kong Borsalar ve Takas Limited’nın
(HKEx) şirketleşme süreci
En ileri teknolojik hizmetlerin kullanılması
Dış kaynaklı gelirler, sermaye kazançları vergisi, KDV, satış vergisi, temettü vergisi, veraset
vergisi, temettüler üzerinden stopaj gibi vergilerin kaldırılması; kurumlar vergisi % 16,5
İstikrarlı, basit ve şeffaf sermaye piyasaları
31.10.2013
22
31.10.2013
23
İstanbul Finans Merkezi
2013-2015 OVP kapsamında gelişme ekseni ile belirlenmiştir
yeni iş modeliyle ile gerekli adımlar atılmalı
basit ve etkin
vergilendirme
sisteminin
oluşturulması
düzenleyici ve
denetleyici
çerçevenin
geliştirilmesi
fiziksel
altyapının
iyileştirilmesi
hukuk
altyapısının
güçlendirilmesi
İFM
Eylem
Planı
teknolojik
altyapının
güçlendirilmesi
152
finansal ürün
ve hizmet
çeşitliliğinin
artırılması
İFM
tanıtımının
yapılması ve
imajının
oluşturulması
İFM
organizasyon
yapısının
kurulması
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
153
Sunum
Mukim Öztekin
Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu Başkanı
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
KÜRESEL FİNANSAL KRİZ
ve
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ
Mukim ÖZTEKİN
BDDK Başkanı
1
1
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
SUNUM İÇERİĞİ
I. Giriş: Küresel Finansal Krizin Boyutu
II. Küresel Kriz Sürecinden Çıkarılan Temel Dersler
III. Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü
a. Temel büyüklükler ve gelişimi
b. Performans göstergelerinin seyri
c. Risk göstergelerinin seyri
IV. Beklentiler ve BDDK’nın Regülasyon Vizyonu
V. İstanbul’un Küresel Finans Merkezi Olma Potansiyeli
VI. Sonuç: Kısa Değerlendirme
2
2
155
Oturum 3A
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Giriş: Küresel Finansal Krizin Boyutu
⌂ Küresel finansal kriz 6. yılını doldurdu; fakat, krizin
⌂
⌂
⌂
etkilerinin bütünüyle ne zaman sona ereceğine ilişkin
güvenilir bir öngörü henüz yok.
Finansal istikrar, devletin ekonomiye müdahalesinin
temel gerekçelerinden biri haline geldi.
Finansal piyasalarda yaşanan sorun(lar) kısa sürede
ekonominin geri kalanına yayılmakta ve ülke dışına taşan
sonuçlar doğurabilmektedir.
Finansal krizler büyük refah kayıpları doğurabilmektedir.
3
3
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Küresel Finansal Krizin Maliyet Boyutu
⌂ Bu kriz gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkeler üzerine ağır maliyetler
⌂
getirmiştir. Biz bu maliyetleri ne kadar iyi algılayabilirsek, ileriki krizlerin
refah maliyetini düşürebilecek politikaları bir o kadar iyi geliştirebiliriz.
Krizin maliyet boyutuna ilişkin birkaç husus;
 ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkenin büyüme
oranında gerilemeler kaydedilmiştir. Kriz öncesi trendlere ne zaman
dönüleceği belirsizdir.
 İşsizlik oranları her yerde yükseldi: Sadece piyasalara kote olan
şirketlerde 5 milyonun üzerinde çalışan işten çıkarılmıştır.
 Birçok ülke finans piyasasına likidite desteği yapmak zorunda kaldı.
Eylül 2013 itibarıyla dört büyük merkez bankasının (BoE, FED, BoJ ve
ECB) bilanço büyüklüğü toplamda 7,6 trilyon dolara ulaşmıştır.
 Trilyon dolarları bulan kredi zararları ve trilyon dolarları bulan sermaye
artırımları gerçekleşmiştir.
4
4
156
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Küresel Kriz Sürecinden Çıkarılan Temel Dersler
5
5
⌂ Yeni dünya düzeninde finansal krizlerin uluslararasılaşması kaçınılmaz
⌂
⌂
⌂
olmuştur.
 Soğuk savaş sonrasında piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi
birlikteliği hemen hemen her ülke için “olmazsa olmaz” halini aldı.
 Yeni dünya düzeninde finansal piyasalar merkezi bir rol üstlenmiştir.
 Finansal piyasalarda globalleşme en hızlı ve yüksek derecede
olmuştur.
 Finansal piyasaların ekonominin geri kalanı üzerinde hegamonik bir
baskı gücü oluşmuştur.
Salt para politikası uygulamaları finansal istikrarın tesisinde yetersiz
kalmıştır.
Gelişmiş ülkelerde uygulanan para politikaları, kısa vadeli sermaye
akımları kanalıyla Türkiye gibi birçok ülkeye finansal istikrar üzerinden
“dışsal maliyet” yüklemektedir.
Bütün ülkeler (gelişmiş veya gelişmemiş) finansal istikrara yönelik yeni
stratejiler geliştirmek zorunda kalmaktadır.
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü
Bankacılık Sektörü Temel Büyüklükleri (Milyar ABD Doları)
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013-08
AKTİF TOPLAMI
179,2
229,3
303,3
355,5
501,7
481,4
560,8
654,7
644,7
771,1
793,3
MEVDUAT
111,5
143,0
187,4
218,9
307,8
298,7
346,0
401,3
368,2
434,4
433,7
MENKUL DEĞERLER
76,7
92,6
106,6
113,1
142,1
127,5
176,7
187,2
150,9
151,9
139,7
ÖZKAYNAKLAR
25,5
34,4
40,8
42,4
65,4
56,8
74,6
87,5
76,6
102,4
90,2
YURTDIŞI BORÇLAR (*)
16,5
21,9
36,0
49,5
60,7
61,6
61,0
81,6
98,4
111,7
130,8
KREDİLER
47,5
74,3
116,6
155,8
246,4
241,5
264,0
342,0
361,5
447,1
475,2
TİCARİ KREDİLER
38,3
54,5
81,7
106,6
164,4
164,5
176,6
229,7
243,0
297,5
320,5
BİREYSEL KREDİLER
9,2
19,8
34,8
49,2
81,9
77,0
87,3
112,3
118,5
149,6
154,7
(*) Yurt dışı borç tutarına çıkarılan menkul kıymetler dahil değildir.
6
6
157
Oturum 3A
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü
Bankacılık Sektörü Temel Büyüklüklerinin GSYH'ya Oranları (%)
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013-08
AKTİF TOPLAMI/GSYH
54,9
54,8
62,7
65,9
69,0
77,1
87,6
91,6
93,8
96,8
108,8
MEVDUAT/GSYH
34,2
34,2
38,8
40,6
42,3
47,8
54,0
56,2
53,6
54,5
59,5
MENKUL DEĞERLER/GSYH
23,5
22,1
22,0
21,0
19,5
20,4
27,6
26,2
22,0
19,1
19,2
ÖZKAYNAKLAR/GSYH
7,8
8,2
8,4
7,9
9,0
9,1
11,6
12,2
11,1
12,9
12,4
YURTDIŞI BORÇLAR/GSYH
5,1
5,3
7,5
9,2
8,4
9,8
9,5
11,4
14,2
14,0
17,9
KREDİLER/GSYH
14,6
17,8
24,1
28,9
33,9
38,7
41,2
47,9
52,6
56,1
65,2
TİCARİ ve KOBİ KREDİLERİ/GSYH
11,7
13,0
16,9
19,8
22,6
26,3
27,6
32,1
35,4
37,4
44,0
BİREYSEL KREDİLER/GSYH
2,8
4,7
7,2
9,1
11,3
12,3
13,6
15,7
17,3
18,8
21,2
7
7
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü
PERFORMANS GÖSTERGELERİ
%
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013-08
AKTİF KARLILIĞI
2,5
2,4
1,7
2,6
2,8
2,0
2,6
2,5
1,7
1,8
1,2
ÖZKAYNAK KARLILIĞI
18,1
15,8
12,1
21,0
24,8
18,7
22,9
20,1
15,5
15,7
10,2
KREDİ/MEVDUAT ORANI
42,6
52,0
62,2
71,2
80,0
80,8
76,3
85,2
98,2 102,9
109,6
NET FAİZ MARJI
5,1
6,5
5,4
4,9
4,9
4,7
5,4
4,3
3,5
8
8
158
4,1
4,0
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü
RİSK GÖSTERGELERİ
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012 2013-08
TAKİBE DÖNÜŞÜM ORANLARI (%)
Krediler
11,5
6,0
4,7
3,7
3,5
3,7
5,3
3,7
2,7
2,9
2,8
Ticari Krediler
13,4
7,2
5,4
4,1
3,8
3,7
4,9
3,4
2,6
2,8
2,5
Bireysel Krediler
2,7
2,7
3,2
3,0
2,9
3,7
6,0
4,1
2,9
2,9
2,8
Kredi Kartları
3,6
4,4
7,3
7,4
6,3
6,5
10,4
8,0
5,8
5,1
5,1
Sermaye Yeterlilik Oranı (%)
30,93
YPNGP (milyon TL)
150,00
28,24 23,73 21,90 18,94 17,99 20,62 18,97 16,55 17,86
(74)
(86)
Likidite Yeterlilik Oranı (%)
199
204
(93)
606
81
603 3.910
168,5 166,9 169,5 165,1 151,8 160,7
15,53
(1.401)
149,1
9
9
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü
⌂
Hane Halkı
Hane Halkı
Yükümlülük/Varlık(%)
2005
25
2006
27
2007
33
2008
35
2009
35
2010
41
2011
46
2012
50
Kaynak: BDDK, TCMB
⌂
Reel Sektör
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013-07
Kaynak: BDDK, TCMB
10
10
159
Reel Sektör Borç Dağılımı(%)
TP Borç
Yurt İçi YP
Yurt Dışı YP
45
22
33
44
21
35
47
19
34
43
18
39
46
18
36
45
25
29
41
30
29
44
30
26
42
33
25
Oturum 3A
Beklentiler ve BDDK’nın Regülasyon Vizyonu (I)
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
-Beklentiler
⌂ Yurtdışı dalgalanmalar devam etse bile ekonomimizin gelişme hedeflerine
paralel olarak sektörün büyümesi devam edecektir.
⌂ Aktiflerde 2008-2012 yılları arasında yıllık ortalama %10 reel büyüme
⌂
⌂
⌂
⌂
⌂
oranı kaydetmiştir. Önümüzdeki yıllarda benzer bir trend beklentisi
yerindedir.
Büyüme oranı ve banka sayısına ilişkin olarak salt rakamsal bir hedefimiz
yoktur.
Türkiye, makro ihtiyatlılık çerçevesinde bir çok politikayı hayata geçirdi. Bu
uygulamalar sisteme yönelik risk unsurlarını sınırlandırmayı sürdürecektir.
ABD’de parasal genişlemenin yavaşlatılmasının sektörümüze etkileri
hakkında abartılı bir dilin hakim olduğunu görüyoruz.
Önümüzdeki süreçte, yeni müşterilere hizmet sunulması kanalıyla anlamlı
büyüme sağlanacağına inanıyoruz.
Hem klasik hem de faizsiz bankacılık alanında girişler olabilir.
11
11
Beklentiler ve BDDK’nın Regülasyon Vizyonu (II)
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
-Regülasyon Vizyonu
⌂ BDDK’nın yaptığı düzenlemeler güçlü sinyal etkisi doğurmaktadır.
⌂
⌂
⌂
⌂
⌂
Düzenleme yaparken yüksek ihtiyat gösterme gayretindeyiz.
BDDK’nın görevi/sorumluluğu sadece hizmet arz eden kesimle sınırlı
değildir.
Sorunların olabildiğince piyasa koşulları içerisinde çözülmesi ve denetimin
olabildiğince “piyasa denetimi” kapsamında olması tercihimizdir.
Düzenlemelere dinamik bir karakter verme gayreti içerisindeyiz.
Regülasyon yaparken sektörün sağlığı ile karlılığı arasında bir trade off
durumu oluşabileceğinin bilincindeyiz.
Proaktif hareket etme ve şeffaflığı ön plana çıkarma Kurumumuz açısından
önceliklidir.
Fiyatların karşılaştırılabilirliğini engelleyen “bir ürün için birden fazla ücret
uygulamasının” şeffaflığa gölge düşürdüğünü söylemeliyiz
12
12
160
Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
İstanbul’un Küresel Finans Merkezi Olma Potansiyeli (I)
⌂ Yeni finans merkezlerinin ortaya çıkmasına yönelik
⌂
⌂
⌂
⌂
13
beklentiler, ekonomik gerçeklik açısından anlamlı
görünmektedir.
Ekonomik olarak gelişen bölgeler finans merkezleri
çıkarabilmiştir.
İstanbul’un Dubai, Katar ve Moskova ile yarıştığı sıkça dile
getirilmektedir.
İstanbul, kültürlerin ve kıtaların buluştuğu çok önemli bir
coğrafi konumda olan yüklü bir ticaret ve nakit akışına aracılık
eden bilinirliği yüksek bir cazibe merkezidir
Coğrafi konum, uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmeler,
Körfez ülkeleri ile olan ilişkiler gibi faktörler dikkate
alındığında İstanbul’un güçlü bir aday olduğunu söyleyebiliriz.
13
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
İstanbul’un Küresel Finans Merkezi Olma Potansiyeli (II)
14
⌂
⌂
⌂
⌂
İstanbul’un küresel finans merkezi olması, finans sektörümüze hem nicelik
hem de nitelik olarak sınıf atlatacaktır.
Coğrafi konum, doğal güzellik, tarihi ve kültürel doku gibi özellikler İstanbul’u
finans merkezi yapmaya yetmeyecektir.
Ön Koşullar:
 Güçlü ekonomi
 Gelişmiş finansal sistem
Bankacılık sektörü
Sermaye piyasaları
Ek koşullar:
 Finansal piyasalardaki hukuksal aksaklıkları giderecek yargı düzenlemeleri
 Sermaye akışkanlığını destekleyecek vergi yasaları
 Finansal ürün çeşitliğini arttıracak ve işlem maliyetini azaltacak mevzuat
düzenlemeleri
 Yaşam kalitesini arttıracak altyapı yatırımları
 Sektörde istihdam edilecek insan kaynağı
14
161
Oturum 3A
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
Sonuç: Kısa Değerlendirme
15
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
15
⌂ Yeni dünya düzeninin merkezinde, reel sektör üzerine hegamonik bir baskı
kuran finansal piyasalar yer almaktadır.
⌂ Finansal kırılganlığın yüksek bulaşıcılığı, kısa vadeli sermaye akımlarının
yoğunluk kazanması gibi sorunlar bu sistemin ayrılmaz parçalarıdır.
⌂ Bu gerçekliklerin farkında olarak politikalar geliştirmemiz gerekir.
⌂ Bankacılık sistemimiz ülkemizin kaynak ihtiyacını finanse edecek
⌂
⌂
⌂
yeterliliktedir ve sağlıklı büyümesi sürmektedir.
Regülasyon konusunda klasik bürokrasi tavrı yerine “piyasacı” bir yaklaşım
içerisindeyiz.
Şeffaflık olmazsa olmazımızdır.
Sektörün ekonominin geri kalanı ile gerçekçi bir bütünlük içinde olmasını
hassasiyetle gözetleyeceğiz.
 Tecrübe önemli. Reinhart ve Rogoff son 8 yüzyıldaki krizlere toplu
olarak inceledikleri “Bu Defa Farklı” isimli çalışmanın sonucunda, “Kriz
yaşayan ülkelerin iyi zamanlarında gereğinden fazla
borçlanmalarından dolayı, piyasaların aşağı yönlü olduğu sıkıntılı
zamanlarda çok kırılgan bir yapıya sahip oldukları” belirtilmektedir.
TEŞEKKÜRLER…
16
16
162
Sunum
Prof. Dr. Fatih Özatay
Radikal Gazetesi
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Türkiye Ekonomisi: Kısa ve Uzun Dönemde
Sorunlar
Fatih Özatay
TOBB ETÜ ve TEPAV
31 Ekim 2013, İK, İzmir
1
Türkiye Ekonomisi: Kısa ve Uzun Dönemde
Sorunlar
Fatih Özatay
TOBB ETÜ ve TEPAV
31 Ekim 2013, İK, İzmir
1
165
Oturum 3B
2002-07’deki yüksek büyüme sürmedi
Ortalama (%)
1990-2001 2002-07 2008-12
Dünya
3.1
4.5
2.9
Yükselen ekonomiler ve gelişmekte olanlar
3.9
7.2
5.6
Merkezi ve Doğu Avrupa
1.9
5.7
2.2
Eski Sovyetler Birliği
-1.6
7.6
2.4
Gelişen Asya
7.2
9.2
7.9
Asya-5
4.9
5.7
4.8
Latin Amerika ve Karayipler
2.8
4.1
3.3
Orta Doğu ve Kuzey Afrika
4.3
6.4
4.5
Türkiye
3.4
6.8
3.2
2
İki önemli kırılganlık
• 2001 krizinden sonra makroekonomik istikrarı
sağlamak üzere önemli bir mesafe alındı.
• Bazı önemli reformlar da gerçekleştirildi.
• Bu sayede geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde düzgün
bir bütçemiz ve düşük kamu borcumuz var. Bankacılık
sektörümüz de o yıllara kıyasla çok daha sağlam.
• Ancak küresel kriz ve sonrasında yaşananların
gösterdiği gibi iki önemli kırılganlık var hala.
3
166
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Tasarruf ve yatırım oranı
Yatırım/GSYH (%)
Dünya
Yükselen ekonomiler ve gelişmekte olanlar
Merkezi ve Doğu Avrupa
Eski Sovyetler Birliği
Gelişen Asya
Asya-5
Latin Amerika ve Karayipler
Orta Doğu ve Kuzey Afrika
Türkiye
Tasarruf/GSYH (%)
1990-2001 2002-07 2008-12
22.7
22.3
23.1
25.4
27.1
31.1
21.8
21.8
21.7
24.2
22.5
23.1
32.8
35.6
41.3
31.2
25.1
27.8
20.9
20.7
21.9
23.5
24.6
27.4
21.7
19.6
20.3
1990-2001 2002-07 2008-12
Dünya
22.0
22.5
23.4
Yükselen ekonomiler ve gelişmekte olanlar
Merkezi ve Doğu Avrupa
23.8
19.5
30.1
16.3
33.0
16.4
Eski Sovyetler Birliği
26.6
29.4
27.0
Gelişen Asya
Asya-5
Latin Amerika ve Karayipler
Orta Doğu ve Kuzey Afrika
Türkiye
32.3
28.4
18.4
23.1
20.8
39.7
28.9
21.4
34.8
15.8
44.3
30.7
20.6
36.4
14.3
4
Yüksek dolarizasyon
5
167
Oturum 3B
İki önemli kırılganlık
• (1) Tasarruf oranımız düşük ve son yıllarda daha da
düşme eğiliminde.
• Bu nedenle, iddialı olmayan bir yatırım/GSYH oranını
gerçekleştirmek için bile önemli ölçüde dış kaynak
bulmamız gerekiyor. Bunun sonucunda;
• (2) Döviz cinsi yükümlülükler, döviz cinsi varlıklardan
çok daha fazla: Yükümlülük dolarizasyonu yüksek.
• Sonuç: Uluslararası finansal yatırımcıların risk alma
iştahındaki oynaklığa (sermaye hareketlerindeki
oynaklığa) karşı kırılganız dolayısıyla.
6
Net sermaye girişleri/GSYH (%)
(Yatay kalın çizgiler: Ortalama+1.5σ ve Ortalama-1.5σ)
7
168
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Aşırı sermaye girişlerinin ve ani duruşların aktif
fiyatlarına etkileri
Aşırı girişler
2005M9-2006M2
2010M3-2011M4
2012M4-2013M4
Ani duruışlar
2008M10-2009M4
Getiri farkı (EMBI)
Sepet döviz kuru
Ortalama Değişim (bp) Ortalama Değişim (%)
Önce
Sırasında
Sonra
Önce
Sırasında
Sonra
Önce
Sırasında
Sonra
292.3
227.0
221.0
246.7
214.0
266.1
350.9
238.6
Önce
Sırasında
Sonra
322.7
546.6
310.5
-65.3
6.0
-32.7
-52.1
-112.3
223.9
236.1
1.52
1.48
1.64
1.82
1.78
2.05
2.11
2.05
2.23
1.56
1.85
1.83
-2.6
-9.8
-2.2
-13.2
-2.8
-8.1
18.6
1.1
8
Net sermaye girişleri ve reel kredi devreleri
9
169
Oturum 3B
Aşırı sermaye girişlerinin ve ani duruşların
yarattığı reel kredi devreleri
Aşırı girişler
2005M9-2006M2
2010M3-2011M4
2012M4-2013M4
Reel kredi devresi
Dip
Tepe
2005M8 2006M7
2010M2 2011M9
2012M11
Ani duruşlar
2008M10-2009M4
Tepe
2008M10
Dip
2010M2
10
Net sermaye girişleri ve reel kredi devreleri
• Günay ve Kılıç (2011): Dış ticarete konu
olmayan sektörler krediye karşı çok duyarlı. Bu
nedenle devreleri çok daha oynak.
• Binici ve Köksal (2012): Net sermaye girişleri
arttıkça kredi patlaması olması olasılığı artıyor.
11
170
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Kredi ve GSYH
• Özatay (2008): Ip=f(.., KR) ve Cp=f(…, KR)
• Ermişoğlu vd. (2013): Kredi stokundaki değişim
GSYH’yi öngörmekte anlamlı.
• Kara ve Tiryaki (2013): Kredi stokundaki
değişimin büyüme üzerine önemli etkisi var.
• Geçmişte de böyle: Özatay ve Sak (2002).
12
Kur ve GSYH
• Rekabetçi etki: Reel değerlenme büyümeyi
düşürüyor.
• Bilanço etkisi: Reel değerlenme büyümeye
pozitif etkide bulunuyor:
– Kara vd. (2007), Yeyati ve Sturzenegger (2009),
Frenkel 2013), Kesriyeli vd. (2013).
13
171
Oturum 3B
Oynak sermaye girişleri: Politika problemleri
• Bu oynaklık aşırı kredi devreleri yaratıyor:
• Aşırı kredi devreleri: Finansal istikrarı bozuyor.
• Yüksek kredi artışları: Finansal krizlerden önce
sıkça rastlanan bir olgu (aşırı risk alma iştahı;
animal spirits). Cari açık da sıçrıyor.
• Kredi düşüşleri: Yavaş büyüme, hatta daralma.
İşsizlik, iflaslar…
14
Oynak sermaye girişleri: Politika problemleri
• Aktif fiyatlarını aşırı oynaklaştırıyor.
• Özellikle aşırı reel kur hareketleri can sıkıcı.
• Aşırı reel değerlenme: Rekabet gücünü
törpülüyor. Bilanço etkisi nedeniyle GSYH
üzerine olumlu bir etki yaratsa da bu bir
anomali. Dolarizasyon sorunu giderek
ağırlaşıyor.
• Aşırı reel değer kaybı: Bilançolar bozuluyor;
enflasyon artıyor.
15
172
Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi
Zenginlere yakınsama çok yavaş
G7 ülkelerininkine kıyasla kişi başına gelir (%)
Brazil
China
India
Russia
Turkey
S. Korea
80,0
70,0
60,0
50,0
40,0
30,0
20,0
10,0
0,0
1980
1984
1988
1992
1996
2000
2004
2008
2012
16
Zenginlere yakınsama çok yavaş
G7 ülkelerininkine kıyasla kişi başına gelir (%)
Türkiye/G7
Kore/G7
80,0
70,0
60,0
50,0
40,0
30,0
20,0
10,0
0,0
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
17
173
Oturum 3B
Orta gelir tuzağına karşı iki önemli unsur
Brezilya
Çin
Hindistan Rusya Türkiye
2010 yılında 15 yaş ve yukarısının ortalama okulda kalış süresi (yıl)
Kore
Total
Secondary
Tertiary
7,54
2,12
0,24
8,17
2,88
0,29
5,13
1,64
0,18
Yüksek teknolojili ihracatın toplam içindeki payı (%)
1990-99 average
6,6
11,3
5,3
2000-09 average 14,0
26,2
6,6
2010
11,2
27,5
7,2
11,52
4,82
1,59
7,02
2,32
0,29
11,85
4,95
1,13
10,8
12,0
8,8
1,8
2,3
1,9
23,6
31,3
28,7
18
Sunum
Prof. Dr. Erkan Erdil
ODTÜ
Bilişim Politikaları
Erkan Erdil
ODTÜ-TEKPOL Araştırma Merkezi
ve İktisat Bölümü
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
V. İzmir İktisat Kongresi
30 Ekim-1 Kasım 2013
1
ÇALIŞMANIN GENEL AMACI*
 Ankara bölgesinin (TR51) küresel düzeydeki rekabetçi
pozisyonunu, inovasyon kapasitesini ve üniversitesanayi işbirliklerini doğrudan etkileyen Bilgi İletişim
Teknolojileri (BİT) sektörünün mevcut durumunun
analiz edilerek, bölgesel kalkınma açısından etkin
strateji ve politika analizinin hazırlanması bu projenin
genel amacını oluşturmaktır.
*Bu çalışmanın yapılmasına DFD destekleri çerçevesinde katkı sağlayan Ankara Kalkınma Ajansı’na ve çalışanlarına teşekkür ederiz.
2
177
Oturum 3C
TÜRKİYE’DE BİT-ATG ALANINDA ULUSAL STRATEJİ / POLİTİKA DOKÜMANLARININ
MEVCUT ÇERÇEVESİ
Sayı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Strateji/Politika Dokümanının İsmi
Vizyon 2023 Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları
Vizyon 2023 Bilgi ve İletişim Teknolojileri Panel Raporu
Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisi
Bilgi Toplumu Stratejisi
Bilgi Toplumu Eylem Planı
Uluslararası Araştırma ve Teknoloji Geliştirme Stratejisi
9. Kalkınma Planı
10. Kalkınma Planı
Bilgi Toplumu Stratejisi
Kurum
BTYK- TÜBİTAK
BTYK- TÜBİTAK
BTYK- TÜBİTAK
DPT
DPT
BTYK- TÜBİTAK
DPT
Kalkınma Bakanlığı
Kalkınma Bakanlığı
Zaman Kapsamı
2003-2023
2003-2023
2005-2010
2006-2010
2006-2010
2007-2010
2007-2013
2014-2018
2013-
3
PATENT VE YAYIN DEĞERLENDİRMESİ
Bibliyometrik çalışmanın sonuçları, aşağıdaki yetkinlik matrisinden de görülebileceği üzere BİT sektörü için
öncelikli alanların dijital kütüphaneler ve içerik; yaygın ve güvenilir ağ servisi altyapıları ve bileşenler,
sistemler, mühendislik olduğunu ortaya koymaktadır.
Yetkinlik Matrisi
UZMANLIK ALANLARI
Ticari
Yetkinlik
Akademik
Yetkinlik
1.YAYGIN VE GÜVENİLİR AĞ SERVİSİ ALTYPILARI
**
2. BİLİŞSEL SİSTEMLER, ETKİLEŞİM, ROBOTBİLİM
*
**
**
***
3. BİLEŞENLER, SİSTEMLER, MÜHENDİSLİK
***
***
***
5. KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK SİSTEMELERİ İÇİN
BİT
**
*
6. HAREKETLİLİK,
BİT
**
*
*
*
4. DİJİTAL KÜTÜPHANELER VE İÇERİK
SÜRDÜRÜLEBİLİR
ÇEVRE
İÇİN
7. BAĞIMSIZ YAŞAM, DAHİL OLMA VE YÖNETİŞİM
İÇİN BİT
*** İleri yetkinlik, ** Gelişmeye Açık, * Zayıf Yetkinlik
4
178
Bilişim Politikaları
SEKTÖREL GZFT ANALİZİ
 GZFT Analizi ve Durum Tespiti Toplantısı;
Teknokentlere bağlı olarak kurulmuş, BİT alanında
faaliyet gösteren işletme temsilcilerinin ve Ankara’daki
üniversitelere
bağlı
Teknokent
yöneticilerinin
katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
5
SEKTÖREL GZFT ANALİZİ - SONUÇLAR
GÜÇLÜ YÖNLER
İyi üniversitelerin ve dolayısıyla
kaliteli mezunların Ankara'dan
çıkıyor olması
Sektörde en büyük alıcıların
(pazarın) Ankara’da olması
Savunma sanayinin Ankara'da
kümeleşmesi
ZAYIF YÖNLER
FIRSATLAR
Ürün rekabeti yerine fiyat rekabeti
Güçlü bir üniversite altyapısının
olması
olması
Yüksek işgücü devir oranı (kamu Ağırlıklı kamu yatırımının ve karar
merciinin Ankara'da olması
projeleri dahil)
İşletmelerin uluslararası düzeyde
proje geliştirme kabiliyetinin zayıf
olması
Teknokent sayısının görece fazla Proje yönetim süreci konusunda
olması
yetersizlik
Nitelikli personelin varlığı ve Desteklerle
yapılan
projeler
yaşam kalitesi açısından daha sonucu ortaya çıkan ürünlerin
avantajlı olması
pazarlama stratejilerinin yetersiz
olması
Özel sektörün zayıf olması -Ankara
özelinde
Büyük yazılım projelerinde yer
almış, deneyimli personel bulma
sıkıntısı
Altyapı
Kurumsal Gelişim
Teknokentlerin olması
Savunma Sanayinin
yoğunluk göstermesi
TEHDİTLER
Yasal ve uygulama eksikliği
nedeniyle gelişen haksız rekabet
Yetişmiş elemanın yurtdışına veya
İstanbul’a kayması
Özel sektörün -yerli yabancıİstanbul’da olması
Ankara'da Globalleşen yazılım sektörü ve
yabancı kaynaklı ürünler
Kamunun
bilişim
yatırımı
Savunma
işletmelerinin politikalarının
olmaması veya
merkezlerinin bir arada olması devamlılığının olmaması
(yeni iş birlikleri için fırsat)
Pazar
Maliyet
İşgücü
6
179
Oturum 3C
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI
Metodoloji: “Ankara İli Bilgi İletişim Teknolojileri Sektörü İnovasyon Kapasitesi ve
Üniversite-Sanayi İşbirlikleri” çalışması, Ankara’da BİT Sektörü’nde faaliyet gösteren
işletmelerin inovasyon (ticari yenilik) kapasitelerini doğru ve uygun istatistik
yöntemlerle ölçmeyi hedeflemiştir. Görüşme örnekleminin ve oluşturulan anket
formunun bu ölçüme uygun olması araştırmanın seyri ve bilimselliği açısından
büyük önem taşımaktadır.
Araştırma örneklemi, Ankara İli BİT Sektöründe faaliyet gösteren işletmelerden
oluşmuştur. İl genelinde bu alanda faaliyet gösteren işletmeler çoğunlukla teknoloji
geliştirme bölgelerinde yer aldıkları için; örneklemi oluşturacak olan işletmeler bu
bölgelerde faaliyet gösteren işletmeler arasından seçilmiştir.
7
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI
Anket formu dört bölümden oluşmaktadır.
1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri
2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
4. GZFT (Güçlü-Zayıf Yönler ve Fırsatlar-Tehditler) benzeri bir bölüm.
8
180
Bilişim Politikaları
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI
1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri
İşletmelerin Çalışan Sayısına Göre Dağılımı
9; 9%
7; 7%
21; 21%
A) <5
B) 5-10
24; 24%
39; 39%
C) 10-50
D) 50-100
E) >100
9
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI
1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri
Nitelikli İşgücü Hareketliliğinin Varlığı
18; 17%
Evet
85; 83%
Hayır
10
181
Oturum 3C
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI
1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri
İhracat Yapan İşletmeler
48; 47%
55; 53%
Evet
Hayır
11
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI
1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri
Rekabet Ortamı
6; 6%
19; 18%
1; 1%
38; 37%
Çok yoğun
Yoğun
Normal
39; 38%
Az yoğun
Hiç yoğun değil
12
182
Bilişim Politikaları
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI
1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri
Temel Uzmanlık Alanları – Faaliyet Gösteren İşletme Sayısı
90
80
70
60
50
40
88
30
40
20
10
0
18
8
10
6
25
42
34
11
15
13
5
15
13
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI
2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar
İşletmeler Arası İşbirliklerine Dair Genel Değerlendirme
Diğer işletmelerle yapılan işbirliği türleri
1. Firma bilgilerini ve becerilerini paylaşma
2. Ar-Ge
3. Tasarım
4. Yeni teknoloji edinme/geliştirme
5. Üretim
6. Yeni ürün geliştirme
7. Pazarlama
8. Eğitim
9. Finansman
10. Fuar, sergi, yayın vb. açık bilgi
kaynaklarından yararlanmak için işbirliği
11. Diğerleri
Toplam endeks
3,09
3,32
2,88
3,08
2,38
3,02
2,21
2,25
1,84
Değerlendirme
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=2,5 - Az Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=2,5 - Az Önemli
<=2,5 - Az Önemli
<=2,5 - Az Önemli
1,75 <=2,5 - Az Önemli
1,10 <=1,5 - Önemsiz
14
183
Oturum 3C
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ:SAHA ÇALIŞMASI
2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar
Bilgi Temelli Hizmetler Veren Kuruluşlardan Yararlanma – Genel Değerlendirme
Bilgi temelli hizmetler veren kuruşlardan Toplam
yararlanma
Endeks
1. Ar-Ge
2. Tasarım
3. Teknoloji geliştirme
4. Ürün geliştirme
5. Bilgi teknolojileri ve iletişim sistemleri
6. Pazarlama
7. Teknik danışmanlık
8. Yasal danışmanlık (patent ve fikri
mülkiyet hakları danışmanlığı da dahil
olmak üzere)
9. Denetleme ve muhasebe
10. Diğer
Değerlendirme
2,79
2,06
2,26
2,48
<=3,5 - Orta Önemli
<=2,5 - Az Önemli
<=2,5 - Az Önemli
<=2,5 - Az Önemli
2,05 <=2,5 - Az Önemli
1,72 <=2,5 - Az Önemli
2,95 <=3,5 - Orta Önemli
2,56 <=3,5 - Orta Önemli
2,38 <=2,5 - Az Önemli
1,74 <=2,5 - Az Önemli
15
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI
2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar
Ürün veya Proses Yeniliği için Kurulan İşbirlikleri (İşletme sayısı, yüzde)
45; 44%
58; 56%
Evet
Hayır
16
184
Bilişim Politikaları
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ:SAHA ÇALIŞMASI
2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar
Ürün veya Proses Yeniliği için Kurulan İşbirliklerinin Nedenleri – Genel Değerlendirme
Ürün veya Proses Yeniliği için Kurulan İşbirliklerinin
Nedenleri
Toplam
Endeks
Değerlendirme
1. İşbirliği yapan kuruluşun sahip olduğu fiziksel
kaynaklar
3,61 <=4,5 - Çok Önemli
2. İşbirliği yapan kuruluşun sahip olduğu uzmanlık
3,89 <=4,5 - Çok Önemli
3. İşbirliği yapan kuruluşun sahip olduğu dış ilişkiler
2,96 <=3,5 - Orta Önemli
4. İşbirliğinin firmaya sağladığı mali avantajlar
3,33 <=3,5 - Orta Önemli
5. Pazar koşullarının/talebinin işbirliğini gerektirmesi
3,19 <=3,5 - Orta Önemli
6. İşbirliği yapan kuruluş ile mevcut uzun vadeli ilişkiler
(karşılıklı güven)
3,59 <=4,5 - Çok Önemli
7. Kuruluş ile yapılan uzun vadeli işbirliği (stratejik
ortaklık)
3,26 <=3,5 - Orta Önemli
17
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI
2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar
Yenilik için İşbirliği Yapılan Kuruluşlar – Genel Değerlendirme
Toplam
Endeks
Yenilik için İşbirliği Yapılan Kuruluşlar
Değerlendirme
1. Satıcılar
1,81 <=2,5 - Az Önemli
2. Alıcılar
2,81 <=3,5 - Orta Önemli
3. Rakipler
1,85 <=2,5 - Az Önemli
4. Bunların dışındaki firmalar
1,91 <=2,5 - Az Önemli
5. Yüksek öğretim kurumları (üniversiteler vb.)
3,16 <=3,5 - Orta Önemli
6. Kamu araştırma ve teknik destek kurumları (üniversite
vb. hariç)
2,09 <=2,5 - Az Önemli
7. Kamu yenilik finansmanı kuruluşları (bakanlıklar,
KOSGEB, DPT, TUBİTAK, TTGV vb.)
3,47 <=3,5 - Orta Önemli
8. Özel danışmanlık kuruluşları, bilgi tabanlı hizmet
sunucular
2,04 <=2,5 - Az Önemli
9. Meslek kuruluşları (odalar, dernekler vb.- TOBB, ASO,
ATO vb.)
1,76 <=2,5 - Az Önemli
10. Özel yenilik finansmanı kuruluşları (bankalar, risk
sermayesi vb.)
1,90 <=2,5 - Az Önemli
18
185
Oturum 3C
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Ar-Ge Birimi ve Görev Tanımı Varlığı (İşletme sayısı, yüzde)
31; 30%
Evet
72; 70%
Hayır
19
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Ar-Ge Bütçesi Varlığı (İşletme sayısı, yüzde)
16; 16%
Evet
87; 84%
Hayır
20
186
Bilişim Politikaları
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Ürün Yeniliğinin Başarısı (Yüzde dağılım)
53%
66%
Ankara İli için Yenilik
Türkiye için Yenilik
81%
Dünya için Yenilik
21
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Teknoloji Transferi Yöntemlerine Dair Genel Değerlendirme
Toplam
Endeks
1. Lisans alımı
2. Makine ve teçhizat alımı
3. Ar-Ge için işbirliği
4. Üretim için işbirliği
5. Yeni uzman istihdamı
6. Firma birleşmesi
7. Danışmanlık hizmeti alımı
8. Açık dış bilgi kaynakları (fuar,
sergi, yayın vb.)
9. Diğer
Değerlendirme
3,46
3,43
2,80
2,52
2,73
1,16
2,66
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=3,5 - Orta Önemli
<=1,5 - Önemsiz
<=3,5 - Orta Önemli
2,83 <=3,5 - Orta Önemli
1,65 <=2,5 - Az Önemli
22
187
Oturum 3C
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Proses Yeniliği
24%
Evet
Hayır
76%
23
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Proses Yeniliğinin Başarısı (Yüzde dağılım)
29%
63%
Ankara İli için Yenilik
Türkiye için Yenilik
68%
Dünya için Yenilik
24
188
Bilişim Politikaları
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Yenilik Kaynaklarına Dair Genel Değerlendirme
Toplam
Endeks
1. Firma içi Ar-Ge ve Tasarım
birimleri
2. Firmanın diğer birimleri
3. İçinde yer alınan firma grubu
4. Alıcılar ve müşteriler (talep ve
bilgi)
5. Başka kuruluşlarla Ar-GeTasarım işbirliği
Değerlendirme
4,23 <=4,5 - Çok Önemli
3,11 <=3,5 - Orta Önemli
1,70 <=2,5 - Az Önemli
3,73 <=4,5 - Çok Önemli
2,43 <=2,5 - Az Önemli
6. Teknik danışmanlık kuruluşları
7. Patentler
8. Sektördeki diğer firmaların
yeni çıkan ürünleri
9. Açık dış bilgi kaynakları
(fuarlar, yayınlar vb.)
10. Diğer
2,08 <=2,5 - Az Önemli
1,79 <=2,5 - Az Önemli
2,57 <=3,5 - Orta Önemli
3,14 <=3,5 - Orta Önemli
1,15 <=1,5 - Önemsiz
25
SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI
3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık
Yenilik Finansmanı Kaynaklarına Dair Genel Değerlendirme
1. Özkaynaklar
2. Ticari krediler
3. Aile veya tanıdık çevre içinden
borçlanma
4. Ortakların kaynakları
5. Kamu proje teşvikleri
6. Yurtdışı kaynaklar (AB çerçeve
programları, diğer uluslar arası
kaynaklar)
7. Meslek birlikleri
8. Diğer
Toplam
Değerlendirme
Endeks
4,47 <=4,5 - Çok Önemli
2,09 <=2,5 - Az Önemli
1,55 <=2,5 - Az Önemli
2,67 <=3,5 - Orta Önemli
3,15 <=3,5 - Orta Önemli
1,54 <=2,5 - Az Önemli
1,22 <=1,5 - Önemsiz
1,55 <=2,5 - Az Önemli
26
189
Oturum 3C
POLİTİKA ÖNERİLERİ VE SONUÇLAR-1
 Yetkinlik matisi sonuçları, küresel yönelimlerin doygunluğa ulaşmaya başladığı alanlarda
(yaygın ve güvenilir ağ servisi altyapıları, dijital kütüphaneler gibi) yetkinliklerin Türkiye’de
de oluştuğunu göstermektedir.
 Ancak bu alanlar mevcut rekabet yapıları nedeniyle Türkiye için yüksek katma değer vaad
etmemektedir. Firmaların gerek ulusal gerekse uluslararası yoğun rekabet koşullarına
vurgu yapmaları bu bulguyu doğrulamaktadır.
 Yekinliklerin zayıf olduğu alanlar ise (Bağımsız yaşam, yönetişim için BİT, sürüdürülebilir
çevre) görece küresel rekabetin az oduğu ve yüksek katma değer içeren alanlardır. Bu
alanlardaki
zayıf
yetkinlikler
Türkiye’yi
küresel
piyasalarda
takipçi
konumuna
yönlendirmektedir.
27
POLİTİKA ÖNERİLERİ VE SONUÇLAR-2
 Gerek bölgesel gerekse ulusal kalkınma politikaları çerçevesinde, zayıf
ve gelişmeye açık yetkinlikleri destekleyecek siyasa
uygulamalarına
ihtiyaç vardır.
 Bilişim sektöründe nitelikli ve yüksek nitelkli insan gücüne ihtiyaç vardır.
Bilgi Toplumu Startejisi çerçevesinde yapılan çalışmalar her iki tip insan
gücü için arz ve talep arasındaki uyumsuzluklara işaret etmektedir.
Türkiye’de BİT sektörü yarattığı istihdam açısından küçük bir sektördür.
Ancak sorun sadece kapasite sorunu değil yetkinlik sorunudur.
28
190
Bilişim Politikaları
POLİTİKA ÖNERİLERİ VE SONUÇLAR-3
 Akademik çalışmalar, gelişmiş ülkeler için de, BİT yatrıımlarının etkisinin ortalama
10 yıllık bir gecikme ile gerçekleştiğini göstermektedir. Bu nedenle, BİT ‘nin genel
amaçlı bir teknoloji olduğu da düşünülürse, görece zayıf olduğumuz yüksek katma
değerli alanlara yapılacak BİT yatırımları uzun dönemde ihracata öenmli katkılar
yapacaktır.
 Son olarak, kamunun şu ana kadar bir ölçüde yaptığı gibi, sektördeki paydaşları
(firmalar, meslek kuruluşları, üniversite ve kamu kurumları) diri tutmak adına,
periyodik olarak bir araya getirmesi, uygulanacak eylem planlarınının sahipliğini
artırması, katılımcı bir süreci ivmelendirmesi gereklidir.
29
TEŞEKKÜRLER.
GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN
[email protected]
30
191
Oturum 3C
Sunum
Doç. Dr. Mustafa Akgül
Bilkent Üniversitesi
192
Bilişim Politikaları
Bilgi Toplumu ve
Bilişim
Mustafa Akgül
Bilkent Ü./INETD
blog.akgul.web.tr
[email protected]
Özet
•
•
•
•
•
•
Bilgi Toplumu ve Bilişim
Türkiye Ne durumda ?
Katılım, Demokrasi, Yönetişim
Nasıl bir Yapılanma
Eğitim ve Üniversiteler
Özgür Yazılım
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
193
2
Oturum 3C
Bilgi Toplumu ve Bilişim
• İnternet/bilişim ---> (sanayi dev)-->Bilgi T.
• Temel zenginlik kaynağı: bilim/bilgi/ar-ge ..
• Gündem: Emek ve doğal kaynak yoğundan
-> Bilgi yoğun ekonomi ve topluma geciş
• Tüm yaşam değişiyor!
• Yeni bir kültür oluşuyor!
• Devrimsel bir gelişme
• Sistematik, planlı, bilimsel yaklaşmak ...
31 Ekip 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
3
Türkiye Ne durumda ?
• Bardağın dolu ve boş tarafı !
• Bütünsel, kapsayıcı, örgütlenme, politika ve
eylem eksikliği
• 2003: “yazılımda Türkiye Geliyor!”
• 2008 “ ar-ge orani 1.5 – >.86
• 2005 “Bilişim Vadisi” – ?
• BT Starteji ve eylem planı: 2006-2010, ...
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
194
4
Bilişim Politikaları
Ne durumdayız II
• İnternet kullanımı < %50 (48.9, 59.3,38.7)
Kırsal (28.6, 29.4, 18.4) Kent(58,68,48)
• İnsani gelisme: 92, sosyal kapital 60
• Inovasyon 68, internet erisim/kul 64/142
• UN e-devlet: 80, e-katilim: 111
• ITU: fiyat sepeti: 61/157, IDI: 69/157
• Broadband: fixed 10.5/100, 70/173
• GITR: 52, 55, 69, 76, 55, 52
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
5
Bazı Sorunlar
•
•
•
•
•
•
•
Sektör de tam rekabet eksikliği
Kablo tekeli devam (davalı)
Yönetişim eksikliği
Kamuda yetki/görev dağınıklığı
Poltikalar arası uyum eksikliği
Özgürlük boyutu çok sorunlu
Geri besleme yapıları yok
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
195
6
Oturum 3C
Kültür Boyutu
• Katılım, saydamlık, paylaşım öne çıkıyor
• Web 2.0 ve sosyal ağlar, yeni medya ile
kitleler öne çıkıyor, üretiyor, eğleniyor, öğr.
• Bağımsız, sorgulayan, yaratıcı, girişimci ..
• Aykırı düşünceleri hoş gören, yeşerten ..
• Kurumlar ve ortam gerekiyor
• Demokrasi ve yönetişim öne çıkıyor
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
7
• Katılım, Demokrasi ve İnternet
•
•
•
•
•
•
Sosyal aglar - global
Geniş kitlelere ulaşım – örgütlenme
Kitleler, saydamlık, yönetime katılım, bilgiye erişim
Bilgilenme, denetim ve refahtay pay istiyor
Internet bir araçlar topluluğu
Strateji ve örgütlenme gerek
8
196
Bilişim Politikaları
Kurumsal Yapılanma
• BT sorumlu, tam zamanlı siyasal sahiplen.
• BT için bir kurum, katılımcı, saydam,
paydaşlarla çalışan, esnek bir yapı
• TBMM de BT icin bir yapı
• Bağımsız çalışan çoklu sektörel yapılar
• Yıllık değerlendirme kamuya açık toplantı..
• Bağımsız araştırma: ölçme, değerl., ar-ge
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
9
İnsan Gücü - eğitim
•
•
•
•
•
Yanılsama: bilişimde bilgisayarla istihdam
Ucuz iş gücü değil, kaliteli iş gücü
Doktoralı bilişimler yetiştirmeli
Bilişim alanı yeni bölümlerle çeşitlenmeli
Orta öğretimde prog. Ağ, güvenlik,
mahremiyet, veritabanı, bilişim sistemi, etik
• Her öğrenci temel kavramları almalı
• Bilim/bilişime merak uyandırmalıyız
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
197
10
Oturum 3C
Özgür yazılım
•
•
•
•
•
Insanlığın ortak malı; 1M yaz. 10M geliş.
Tasarruf, güvenlik, rekabet, istihdam
Gittikçe yaygınlaşıyor; ikili lisanslı
Yansıma: acik ders, açık bilim, MOOC, CC
RaspberyPie, Ardino, Galileo, 35$ tablet ile
öğrencilerin merakları canlandırabiliriz
• Özgür yazılımla tanışmalı, platform bagıms
• Gömülü sistemlere öncelik vermeliyiz
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
11
Bilişim / İnternet
• Bilgisayarlar her yerde: gömülü, cep, masa, süper, santral,
•
•
•
•
•
•
Üretim aracı, Kişisel/kurumsal verimlilik aracı
Kişisel haberleşme, gelişme, eğlence, kültür aracı
Yeni ilaç, malzeme, oto, uçak, güvenlik, bilim
Elektrik ve telefon gibi, sorgulamayın (bilgisayar/internet)
Tüm sektörler için elzemdir!
İş süreçlerinin internet/bilişime uygun olması gerekir
• Düşük yatırım, yetişmiş insan ister!
• Tüm bilim dallarında uzmanlık, ekip çalışması
• Tutarlı politikalar ve sistemik yaklaşım gerekir
198
Bilişim Politikaları
Bilişimin Yatay ve dikey boyutu
• Bütün sektörlere yönelik çalışmak gerek
• Meslek örgüt., enstitü kurmak, yarışma yap.
• Savunma sanayi iyi bir örnek
• Otomobil, sağlık, tarım, turizm, ...
• Dikey boyutta, universitelerde uzmanlaşma,
doktora öğrencisi gönderme, meslek STK
• Cok disiplinli takım çalışması
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
13
• Aykırı düşünceleri hoş gören, yeşerten ..
Sayısal Bölünme
•
•
•
•
•
•
•
Bilişim/bilgi/medya Okuryazarlıgı yelpaze
Evrensel hizmeti doğru kullanmak lazım
Fatih projesi buna olumlu katkı verebilir
Universiteler, STK'lar, TV'ler ...
Kamu (spotlar, yarışmalar, sergiler) ...
Okuma yazma seferberliği benzeri
Mahremiyet, güvenlik, etik kapsanamlı
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
199
14
Oturum 3C
Özgürlük Boyutu
•
•
•
•
•
•
•
İfade özgürlüğü temel insan hakkıdır
Yaratıcılık aykırı düşünce hoş görü de ...
Yasaklardan kaçınıp, insana güvenmeli
Şimdi demokrasi vakti
Ailede, ilk-orta eğitimde, yüksek eğitim
Wikipedia, openstreetmap, inavasyon için ö.
Zararlı içerige Devlet değil, yurttaş karar
vermeli
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
15
Sonuç
•
•
•
•
•
•
•
İnterneti her şeyin merkezine koymalı
Siyasal sahiplenme, doğru strateji
Katılımcı, esnek yapı,yönetişim
Paydaşlarla etkileşim, açıklık, saydamlık
Üniversitelerle birlikte çalışılmalı
Tüm sektörler, açık veri, kamu-özel-stk işb
Seferberlik, açık ortamlar, kitleler
31 Ekim 2013
5. İzmir İktisat Kongresi
200
16
Bilişim Politikaları
Sorular
•
•
•
•
•
•
Teşekkür ederim
Blog.akgul.web.tr
akgul.web.tr/yazilar/
akgul.bilkent.edu.tr
Akgul-duyuru, edu-net
[email protected]
17
Ne Yapılmalı - III
•
•
•
•
•
•
•
•
Bilişim/sayısal okur yazarlık tüm okullar,
Yetişkinler, memurlar, ...
Orta öğretimde bilgisayar bilimleri kavramları
Özgür yazılımları ve markadan bağımsız eğitimler
Öğretim üyesi yetiştirme planları
Doktoralı araştırmacı yetiştirme, Enstitüler
Geri besleme yapıları
Ifade özgürlüğü, bireysel tercihler, veli eğitimi
temelinde “zararlı içerik” sorunu
18
• İnternet Yaşamdır !
201
Oturum 3C
Özet:
•
•
•
•
•
•
•
Bilişim ve İnternet tercih meselesi değil
Bilgi Toplumu hedefi doğru hedef
Sistemik ve uyumlu politikalar gerekli
Açık kaynak öncelikli, ama tek değil
Katılımcı, saydam, Demokratik yapılar
Kendi somut planlarımızı biz geliştirmeliyiz
Tek başına bilişim değil, ama bilişim şart
19
Universiteler
•
•
•
•
•
•
•
•
internet araçlarını yoğun kullanmalı
wiki, blog, rss, chat, liste, forum
liberal/önder: öğrenci, eleman, özgür
e-öğrenme; deney, destek, karma
Açık erişim, açık ders malzemeleri
Topluma önderlik: stk, ticaret
yaratıcı, girişimci, araştırma , inovasyon kültürü
sanayi işbirliği, toplumun sorun.
202
Bilişim Politikaları
Universiteler
•
•
•
•
•
•
•
opencourse consorsium
academicearth.org
best video lectures
acik kaynak yazilimlar: 300K
gnu.org, directory.fsf.org 7K
sf.net, freshmeat.net
acik-kaynak.org.tr
Açık Kaynak Yansımaları
•
•
•
•
•
•
•
•
350-500 linux surumu, 2 milyon gelistirici
Bilişimi yeniden tanımlıyor, farklı bir model
Açık erişim
Acik-ders malzemeleri, OCW
Wikipedia, stanford felsefe sözlüğü
100$ dizüstü, her çocuga dizüstü
Acik biyoloji, acik-donanim, facebook
Google, facebook, twitter, amazon, yahoo ...
203
Oturum 3C
e-öğrenme ...
•
•
•
•
•
•
•
işin başındayız: ne kadar hazırız?
paradigma değişikliği: aktif öğrenme
zenginleştirici ---> degree program
dinazor, göçmen, native
“mass ...”, lab, öğrenme, katılım
virtual classroom, atutor, moodle
opencourseware, acik-ders malzeme
23
web önerileri:
•
•
•
•
•
•
•
Enformasyon/hizmet önemlidir !
Flash, büyük resim, animasyondan uzak dur
Platform bagımsız! Her tarayıcı, görme özü.
Ana bilgi text, html olmalıdır (pdf, word.)
Navigasyon ...
Kurumsal bütünlük
İletisim bilgileri, stil üzerine okuyun, düşünün
24
204
Download