5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 2013 5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 2013 KÜRESEL EKONOMİK YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİ 30 EKİM - 1 KASIM 2013 2 PANEL OTURUMLARI II. CİLT IV. CİLT ANKARA 2014 Takım No: 978-605-9041-29-4 (Tk) ISBN: 978-605-9041-33-1 (4.c) Yayın ve referans olarak kullanılması Kalkınma Bakanlığının iznini gerektirmez. 5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 30 EKİM - 1 KASIM 2013 İkinci Gün İçindekiler Oturum 3A : Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi...................7 Oturum 3B : Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi..................................37 Oturum 3C : Bilişim Politikaları...........................................................77 Ek: Sunumlar.......................................................................113 OTURUM 3A Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 31 Ekim 2013 Panel Başkanı Dr. Vahdettin Ertaş Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Panelistler Mukim Öztekin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı Dr. M. İbrahim Turhan Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Mark White Lewis IMF Türkiye Temsilcisi Baturalp Candemir TEB Yatırım Genel Müdürü Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen İzmir Ekonomi Üniversitesi Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Oturum 3A Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Panel Çerçevesi: • Küresel finansal kriz, Türkiye üzerine etkileri ve bu kapsamda geleceğe dönük politikalar • Finansal araç ve kurumsal sektörler (hane halkı, firmalar, kamu, bankacılık kesimi vb.) bağlamında finansal risk unsurları • Sistemik finansal riski yönetmek için izlenmesi gereken politikalar • Finansal sistemin geliştirilmesi için izlenmesi gereken politikalar • Türkiye’nin küresel bir finans merkezi olma potansiyeli ve bu konuda yapılması gerekenler • Finansal sektör ve reel sektör arasındaki ilişki ve bunu güçlendirme yolları Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Değerli konuklar 5. İzmir İktisat Kongresinin ikinci günü ikinci paneline hepiniz hoş geldiniz. Panelimizin konusu, “Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi.” Son yıllarda yaşanan küresel kriz, epeyce bir süredir uluslararası toplantıların gündem maddesi haline gelmiştir. Çok şey yazılıyor, çok şey söyleniyor ama genel kanı küresel krizin tam olarak sonlanmadığı, değişik düzeylerde, değişik bölgelerde etkisini maalesef sürdürdüğü yönündedir. Bugün panelimizde beş değerli konuşmacımız var. Bize ayrılan süre iki saatti ama bunun yarım saatini bizden önceki panelistler kullandığı için toplam 1,5 saat maksimum süremiz var. Ben kendilerine onar dakika maksimum süre vereceğim. Eğer vaktimiz kalırsa, bir kaç tane de sorucevap şeklinde sizlerin görüşleri, katkıları bu panele yansısın istiyorum. Panelistlerden, özellikle küresel finansal krizin Türkiye üzerine etkilerini ve bu kapsamda geleceğe yönelik politika önerilerini duymak istiyoruz. Finansal araç ve kurumlar, sektörler bağlamında finansal risk unsurlarıyla ilgili değerlendirmelerini duymak istiyoruz. Yine sistematik finansal riski yönetmek için izlenmesi gereken konular konusunda öneriler olursa memnun oluruz. Yine finansla reel sektör arasındaki ilişkiyi güçlendirme konusundaki önerilerini, görüşlerini de bizlerle paylaşırlarsa kendilerine müteşekkir olacağız. Ben ilk sözü Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanımıza vermek istiyorum. Buyurun Sayın Başkan, mikrofon sizin. 9 Oturum 3A Mukim Öztekin, BDDK Başkanı- Sayın Başkan, teşekkür ediyorum, Çok sağ olun. Süre kısıtlamanız nedeniyle on dakikaya nasıl sığdıracağımı düşünüyorum. İnşallah çok fazla aşmadan sunumumu bitiririm. Değerli katılımcılar, öncelikle herkesi saygıyla selamlar, katılımcılarla beraber böyle seçkin bir kongreyi düzenlediği için başta Kalkınma Bakanlığına ve emeği geçen tüm kurumlara teşekkür ederim. Konuşmama “Küresel Finansal Kriz ve Türk Bankacılık Sektörü” konusu üzerinden devam edeceğim. İlk olarak küresel krizle ilgili bazı hatırlatmalarda bulunacağım. İkinci olarak, çıkardığımız temel dersler konusuna değineceğim. Üçüncü olarak Türk Bankacılık Sektörümüzün nasıl etkilendiğini, nasıl bir seyir izlediğini, temel değişkenler üzerinden açıklamaya çalışacağım. Akabinde bu kriz tecrübesi çerçevesinde BDDK olarak ileriye dönük beklentilerimizi ve kurumun regülasyon vizyonunu sizlere sunmaya çalışacağım. Beşinci olarak da finans sektörümüzün geleceği açısından büyük önem arz eden İstanbul’un küresel finans merkezi olma potansiyeli hakkındaki düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Son bölümde de bu konulara ilişkin genel kısa bir değerlendirmede bulunacağım. Değerli katılımcılar, 2007 yılının ikinci yarısında ABD’de başlayıp dünyayı etkisi altına alan küresel kriz altıncı yılını doldurdu. Dünya ölçeğinde sonuçlar doğuran bu krizin etkisinin bütünüyle ne zaman sona ereceğine ilişkin henüz güvenilir bir öngörü mevcut değildir. Bu kriz finansal istikrarı, devletin ekonomiye müdahalesinin temel gerekçelerinden biri haline getirmiştir. Piyasa ağırlıklı ekonominin en belirgin örneği olan ABD’de bile kamusal otorite, finansal istikrarı sağlama uğruna ekonomiye büyük ölçekli doğrudan ve dolaylı müdahalelerde bulunmuştur. Günümüzde ülkeler ekonomi politikalarını finansal istikrar üzerine kurgulamak zorunda kalmışlardır. Finansal piyasaların işleyişinde meydana gelen aksaklıklar, ekonominin tamamı üzerinde önemli derecede negatif etkiler doğurmaktadır. Finans sektöründe yaşanan kırılganlıklar toplumlara, toplumumuza, herkese ağır maliyetler ödetmektedir. Bizler bu maliyetleri ne kadar iyi algılayabilirsek hayata geçireceğimiz politikaların muhtemel sonuçları konusunda daha titiz sorgulamada bulunabileceğiz. Kuşkusuz böyle bir kazanım, ileriki krizlerin refah maliyetini önemli ölçüde de azaltacaktır. 10 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Finansçı jargonuyla, kıssadan hisseyi yetkiye dönüştürmemiz gerekmektedir. Krizin maliyet boyutuna ilişkin olarak birkaç hatırlatmada bulunmak istiyorum. Kriz döneminde, başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, ülkelerin hemen hemen hepsinde büyüme oranlarında büyük ölçekli gerilemeler yaşanmıştır. Ülkelerin uzun dönemli büyüme oranları özellikle krizden sonra oldukça gerilemiş, ekonominin zayıflaması nedeniyle de önemli ölçüde refah kaybı oluşmuştur. Büyüme oranları hala da kriz öncesi dönemin altında seyretmeye devam etmektedir ve toplumsal refah kaybı da sürmektedir. Bu kriz milyonlarca insanın işsiz kalmasına sebebiyet vermiştir. Nihayetinde işsizlik oranı tüm dünya genelinde endişe verici oranlara yükselmiştir. Kriz nedeniyle birçok ülke finansal piyasalara yüklü miktarda fon aktarmak zorunda kalmıştır. Kriz dönemlerinde merkez bankalarının bilançoları 4-5 kat, bazı merkez bankalarının bilançoları beş kat büyümek zorunda kalmıştır. Eylül 2013 verilerine göre dünyanın önde gelen dört merkez bankasının bilançoları 2007 yılsonunda 3 trilyon dolar iken şu anda 7,6 trilyon dolar civarına ulaşmıştır. Ülke bazında baktığımız zaman bilançoları beş katı civarında büyüyen ülkelerin olduğunu da biliyoruz. Yine bu dönemde küresel şirketler, bankalar, trilyonlarca doları bulan kredi zararları sonrasında aynı miktarda sermaye artırımı yapmak durumunda kalmışlardır. Bankacılık, sigortacılık ve mortgage başta olmak üzere üç sektörde dünya genelinde toplam kredi zararları 2 trilyon doları, sermaye artırımı için sağlanan fonlar da 1,5 trilyon doları aşmıştır. Söz konusu zararların önemli bir kısmı ve sermaye artırımlarının önemli bir kısmı Avrupa ve Amerika kıtalarında gerçekleşmiştir. Günümüz dünya sisteminde herhangi bir coğrafyada yaşanan finansal sorunlar kolayca sınır ötesine geçebilmekte, yayılabilmektedir. Finans piyasasına ilişkin değerlendirmeleri yaparken büyük resmi sürekli göz önünde bulundurmamız gerekir. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra dünya yeniden şekillenmiş ve tek merkezli bir düzene geçilmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi birlikteliği her ülke için hemen hemen olmazsa olmaz halini almıştır. Yeni dünya düzeninin kurgusunda ve işleyişinde finans piyasaları da merkezi unsur halini almıştır. Global dünyada, küreselleşme anlamında finans piyasalarının zaman zaman en önde ve en etkin olarak, en yüksek seviyede bulunduğu da bir gerçektir. 11 Oturum 3A Bu durum gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere önemli katkılar sağlarken diğer yandan yönetilmesi gereken risk unsurlarını da beraberinde getirmiştir. Dünyanın herhangi bir tarafında yaşanan sorun, bulaşıcılık nedeniyle hemen hemen tüm dünyaya yayılır olmuş ve tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Son krizde de görüldüğü üzere, hele bu kriz en önemli merkezde bulunan bir ülkede gerçekleşince ondan etkilenmek de kaçınılmaz olmaktadır. Gelişmiş ülkelerin krizi bertaraf etmek üzere uyguladıkları genişletici para politikaları da ne yazık ki kriz üzerinde beklenen olumlu etkileri elde etmekte ve olumsuz sonuçları bertaraf etmekte yetersiz kalmıştır. Başka bir ifadeyle salt para politikasıyla krizin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak mümkün olmamış ve kalıcı bir finansal istikrar da sağlanamamıştır. Gelişmiş ülkelerde devam eden dengesizliklerin Türkiye gibi birçok ülkeye finansal istikrar üzerinden dışsal maliyet yüklediğine de şahit oluyoruz. Bu negatif dışsallığının ana kanalını kısa vadeli sermaye akımları oluşturmaktadır. Allaha şükür ki yaşanan bu krizden bankacılığımız olumsuz bir şekilde etkilenmeden, çok sağlıklı ve sağlam bir şekilde çıkmayı başarabilmiştir. Genel bir değerlendirmeden sonra bankacılığımızın son on yıllık süreçte ve bu kriz sürecinde nasıl bir gelişme gösterdiğine ilişkin ve temel büyüklüklerine ilişkin bilgiler vermeye çalışacağım. 2000–2001 kriziyle ülkemize yüksek bir maliyet yükleyen bankacılık sektörü yeniden yapılanma sürecini çok iyi değerlendirip kısa bir süre içerisinde hızlı ve sağlıklı bir gelişme trendine girmiştir. Sektörün aktif toplamı Ağustos 2013 verilerine göre yaklaşık 800 milyar dolardır. Dolar değeri üzerinden aktif toplamının on yıllık süreçte dört kattan daha fazla arttığını görüyoruz. Aktif tarafta menkul değerlerin ağırlığı düşerken kredilerin nispi olarak ağırlığı artmıştır. Krediler yaklaşık on kat artmıştır. Bu durum son on yıllık süreçte sektörün asli fonksiyonları olan kredi işlemine ağırlık verdiğine de şahitlik etmiş oluyoruz. Kredilerdeki gelişmeye yöneltilen en önemli eleştiri ise bireysel kredilerin gelişim seyridir. Ticari krediler 8,3 kat artarken, bireysel krediler ise 17 kat artmıştır. Pasif tarafında en yüksek artış ise sekiz kat ile yurtdışı borçlarda kaydedilmiş, yurtdışı borçlar 130 milyar doların üzerine çıkmıştır. Bu gelişme son yıllarda sektörde kaynak bulma tercihi açısından önemli bir bilgiyi de sunmaktadır. Sektörün son on yıllık 12 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi seyri açısından bir diğer önemli gelişme de 2012 yılı itibarıyla krediler toplamının mevduat toplamını da aşmış olmasıdır. Temel büyüklüklerdeki artışın kriz öncesi dönemde 2003 ile 2007 arasında, kriz sonrası döneme, 2008’den sonraki döneme göre çok daha yüksek olduğunu da görüyoruz. Örneğin; bireysel krediler 2003–2007 arasında dokuz kat artarken, 2008’den günümüze iki kat artmıştır. Bu temel büyüklüklerin gayri safi oranlarına baktığımızda 2003 yılında aktif toplamı milli gelirin yarısı kadar iken günümüz itibarıyla aktif toplamı milli geliri aşmıştır. Menkul kıymetlerin milli gelire oranında gerileme olmuştur. En belirgin artış bireysel kredilerde olmuştur. 2003 yılında bireysel kredilerin GSYH’ya oranı yüzde 2,8 gibi oldukça düşük ve mütevazı bir rakam iken, bu oran yüzde 20’yi aşmış bulunmaktadır. Türkiye’de kredilerdeki genişlemeye rağmen toplam kredi tutarının GSYH’ya oranının diğer birçok ülkeye göre çok düşük olduğu da bir gerçektir. Kamuoyunda bireysel kredilerin artışı üzerinden ciddi tartışmalar da yapılmaktadır. Sektörümüzün toplam kredileri bir trilyona ulaşmış durumdadır. Bu kredilerin yaklaşık yüzde 33’ü bireysel kredilerden oluşmuş ve bireysel krediler 2005 yılındaki seviyesini hemen hemen oransal anlamda korumuştur. Bilindiği üzere hem Merkez Bankası hem BDDK olarak birlikte yürürlüğe koyduğumuz makro ihtiyati tedbirlerde bireysel kredilerin artış hızını düşürmeyi de hedeflemekteyiz. Son dönemde gerçekleştirdiğimiz değişikliklerle bankacılığımızın kaynaklarının bireysel krediler yerine üretime ve sanayiye aktarılmasını da hedeflemekteyiz. Performans göstergelerine baktığımızda özellikle aktif kârlılığı ve özkaynak karlılığı açısından 2009 yılından bu yana sektör sürekli olarak aşağı yönde bir trend içerisindedir. Buna rağmen sektörde halihazırda karlılık göstergelerinin oldukça sağlıklı olduğunu da belirtmek isterim. Başka ülkeler ile kıyasladığımız zaman da Türk Bankacılık Sektörünün performans göstergelerinin anlamlı derecede ayrıştığını görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki, krizin sonuçlarının belli derecede devam ettiği ortamlarda bile uluslararası üne sahip kuruluşlar sektöre giriş talebinde bulunmaktadır. Kredi mevduat oranı son on yıl içerisinde hızlı bir yükseliş kaydedip 2012 yılı itibarıyla sektörün mevduat toplamı üzerinde kredi üretebilir hale gelmiştir. Performans göstergelerinin seyrinde krediler kaleminde yaşanan gelişmelerin belirleyici olduğunu da söyleyebiliriz. 13 Oturum 3A Karlılık oranlarının seyrine benzer şekilde 2009 yılından itibaren de net faiz marjında gerileme olmuş, son dönemde ise kısmi bir artış gerçekleşmiştir. Bu artışın temel sebebi de yurtdışından sağlanan fonlama maliyetindeki gerilemedir diyebiliriz. Doğal olarak topluma ağır maliyetler getirebilen bankacılık sektörünün risk göstergelerinin seyri de büyük önem arz etmektedir. Kredi genişlemesinin muhtemel riskleri üzerinden politikalar geliştirildiği bir dönemde en çok ilgiyi hak eden değişkenlerin başında “Takibe Dönüşüm Oranı” gelir. 2013 yılı Ağustos ayı itibarıyla takipteki alacakların toplam krediler içerisindeki seyri yaklaşık yüzde 3’ün altındadır. Bu, sektörümüzün ne kadar sağlıklı bir kredi portföyüne sahip olduğunu göstermektedir. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Nihayetinde toleranslı davrandık. Sayın BDDK Başkanımıza teşekkür ediyoruz. Sayın Başkan, bugüne kadar çok sözü edilmeyen özellikle işten çıkarılmalar, refah kaybı, 2 trilyon dolar zarar gibi krizin maliyetlerinden bahsetti. Belki burada altı çizilmesi gereken husus, Türk Bankacılık Sisteminin son on yılda dolar bazında dört kat büyümesine rağmen, ticari kredilerin sekiz kat, bireysel kredilerin 17 kat artmasıdır. Biz özellikle yatırım ihtiyacı olan bir ülkeyiz. Sanıyorum kredileri biraz daha bireysel kredilerden yatırım kredilerine ya da ticari kredilere yöneltme konusunda alınan son kararların da arkasında yatan politik tercih bu olsa gerek. Tekrar teşekkür ediyoruz Sayın Başkana. İkinci olarak, tahmin ediyorum ki konuyu sermaye piyasalarıyla değerlendirecektir Sayın Borsa Başkanımız. Buyurun İbrahim Bey, söz sizin. İbrahim Turhan, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü- Değerli Başkanım, kıymetli BDDK Başkanımız, hanımefendiler, beyefendiler. Ben de öncelikle hepinizi en içten duygularımla, sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Tabii ki İzmir İktisat Kongresi gibi Cumhuriyetimizle yaşıt hatta Cumhuriyetimizden daha kıdemli bir etkinlikte, kendi ata yurdumda, ana yurdumda, kendi memleketimde olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bu vesileyle de bütün İzmir’e buradan selamlarımı iletmek istiyorum. Bu toplantıyla ilgili ayrıntılı bir sunum hazırlanmıştı ama biz finans sektöründe anlık gelişmelere uyum sağlamak mecburiyetindeyiz. 14 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Dolayısıyla müsaadenizle ben o sunumu şimdilik hıfza kaldıracağım ve Sayın Başkanın çizdiği perspektif içerisinde kalmaya çalışacağım, ne de olsa aramızda düzenleyici otorite ve düzenlenen ilişkisi var. Yani onu da aklımızda tutuyoruz tabii ki sürekli. Bu son yaşanan krizde dünya neler öğrendi, oradan belki başlamak lazım. Hemen madde madde birkaç hususu dikkatinize arz edeceğim. Bir kere belki herhalde herkesin ilk evvela öğrenmiş olması gereken şey, bu kadar yüksek finansal kaldıraç oranlarıyla sürdürülebilir olarak sistemin varlığını devam ettirebilmesi mümkün değil. Yani finansal kaldıraç, belli bir dozda, belli bir oranda kullanıldığı zaman iyidir ama o limiti, o sınırı aşmamak gerekir. Peki, bu finansal kaldıraç sınırlarına dikkat edeceksek yani başka bir deyişle borçluluğu fazla artırmayacaksak, etkin risk yönetimi yapıyoruz diye, alabildiğine yükümlükleri bu şekilde katlamayacaksak ne yapmamız lazım? Tabii ki ihtiyaçlardan da fedakârlık edemeyeceğimize göre, bütün dünyanın da öğrendiği, daha dengeli bir finans sektörüne sahip olmanın gerekliliği ortaya çıkacaktır. Buradan bizim hemen Türkiye ile ilgili çıkarmamız gereken bir ders var. Bugün itibarıyla baktığımız zaman sektörümüzün kompozisyonuna, finans sektöründeki işlemlerin yüzde 85’i bankacılık sektöründe gerçekleşiyor. Şimdi böyle deyince BDDK Başkanımızın da hoşgörüsüne sığınıyorum, aramızdaki bankacıların da hoşgörüsüne sığınıyorum, lütfen yanlış anlaşılmasın, bankaların, bankacılık sektörünün Türkiye ekonomisine ne kadar önemli bir katkı yaptığını, ne kadar yüksek bir performans gösterdiğini asla ve asla inkâr etmiyoruz. Bu çok önemli bir kazanım ve bunun da devam etmesi bizim için çok önemlidir. Ancak bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin milli gelire oranı 2000’li yılların başında Türkiye’de yüzde 40’larda iken bugün artık yüzde 100’lere gelmişse, mevduatın krediye dönüşme oranı, yüzde 100’ün de hatta bir miktar üstüne çıkmışsa artık bankacılık sektöründen organik büyüme beklemenin zamanı gelmiştir. Yani bundan sonra bankacılık sektörü yine büyümeye devam edecek. Onlar geçtiğimiz on yılda sorumluluklarını çok büyük bir başarıyla yerine getirdiler ama bundan sonra da bu sağlıklı sürecin devam etmesi daha fazla zorlamamaya dayanıyor. Peki, o zaman ne yapacağız? O zaman benim burada arz etmeye çalışacağım hususa geliyoruz; sermaye 15 Oturum 3A piyasalarının önemi ortaya çıkıyor. Sermaye piyasaları derken de özellikle özkaynak piyasalarından bahsettiğimi söylemem gerekir. Sermaye piyasalarıyla ilgili olarak bu krizden dünyada neler öğrenildi diye baktığımız zaman, bir kere organize piyasaların ne kadar önemli olduğu tekrar keşfedildi. Bildiğiniz gibi 2010 yılındaki G–20 Liderler Zirvesinde, 20 büyük ekonominin liderlerinin üzerinde durdukları ve dünyaya verdikleri mesaj şuydu: sermaye piyasalarındaki işlemler mümkün mertebe organize piyasalarda gerçekleşmeli, bunun mümkün olmadığı durumlarda bile mutlaka merkezi takas kuruluşları, merkezi karşı taraf diye isimlendirilen ve sermaye piyasası işlemlerinde alıcıya karşı satıcı, satıcıya karşı alıcı yükümlülüklerini taahhüt eden kuruluşlar ortaya konmalı ve veri merkezlerinin yani bilginin merkezileştirildiği yapıların ne kadar önemli olduğu anlaşılmalı. Entegrasyonun önemi anlaşıldı. Yani borsalarla emirlerin eşleştirilmesi süreciyle emir sonrası yani alım-satım sonrası süreçlerin entegrasyonunun ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Farklı piyasaların, özellikle de spot piyasalarla türev piyasaların entegrasyonunun ne kadar önemli olduğu, farklı varlık türlerinde entegrasyonun etkin risk yönetimi açısından çok önemli olduğu anlaşıldı. Bu konuda eklenmesi gereken son nokta, özellikle dalgalanmaların önlenmesi noktasında uzun vadeli perspektife ve etkin risk yönetimi kapasitesine sahip olan kurumsal portföylerin önemi anlaşıldı. Keza aracılık faaliyetlerinde sermaye yeterliliği eskiden çok fazla üstünde durulan bir konu değildi ama özellikle bu hani “Shadow banking” diye ifade edilen hepimizin artık İngilizcesiyle aşina olduğumuz bankacılık dışı finansal aracılık kurumlarında da sermaye yeterliliğinin ne kadar önemli olduğu anlaşılmış oldu. Son olarak da etkin ama piyasa odaklı, piyasanın gelişimini de engellemeyecek bir düzenleme ve denetim çerçevesinin, özellikle de uluslararası uyum içerisinde bir düzenleme ve denetleme çerçevesinin, ki piyasalar arası arbitraja izin verilmesinin, ne kadar önemli olduğu anlaşıldı. Peki, şimdi ben buradan müsaade ederseniz hemen sonuç kısmına atlamak istiyorum, biz neler yaptık? Yani dünyada bütün dünya ile beraber bunları öğrendik, gördük, peki biz neler yaptık? Değerli katılımcılar, kıymetli başkanlar, biz de 2012 yılından itibaren öncelikle tabii ki sermaye piyasalarımızda bize hayat alanı belirleyen, üzerinde durduğumuz zemini 16 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi oluşturan “Sermaye Piyasası Kanununu” yeniden oluşturduk ve bu belki de son 30 yılın sermaye piyasalarındaki en önemli dönüm noktalarından birisini oluşturdu. Öyle ki bu dönüşüm ve değişimle beraber bu krizin bütün dünyaya öğrettiği derslerden etkin bir şekilde yararlandık, uluslararası uyum içerisinde Türkiye’nin özellikle önümüzdeki yıllarda ihtiyaç duyacağı finansman meselesini de göz önüne alarak “İstanbul Finans Merkezi Projesini” mutlaka göz önünde bulundurarak yeni bir sermaye piyasası yapısına kavuştuk. Burada tabii ki ben müsaadenizle biraz konuyu borsaya getirmek istiyorum. Borsamız biliyorsunuz önce yeniden yapılandırıldı, Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca bir anonim şirkete dönüştürüldü. Ondan sonra yine krizin en önemli derslerinden bir tanesi bütün piyasaları entegre edecek çatı bir organizasyon mahiyetine, hüviyetine kavuştu. Öyle ki şu anda borsamızda hem spot hem vadeli işlemler hem borçlanma araçları hem özkaynağa dayalı varlıklar, hatta ve hatta önümüzdeki dönemde inşallah enerji sözleşmeleri, emtia sözleşmeleriyle beraber topyekun bir finansal süpermarket mantığıyla entegre bir yapıyı oluşturacağız. Keza borsayla hem takas kuruluşunun hem merkezi saklama kuruluşunun entegrasyonu artırıldı. Özellikle verilerin, bilgilerin paylaşılması ve etkin risk yönetimi açısından bu da çok önemlidir. Son olarak da bildiğiniz gibi “NASDAQ OMX” ile yapmış olduğumuz stratejik ortaklık anlaşması çerçevesinde teknolojik altyapımızı da iyileştiriyoruz. Sadece teknolojiyi kullanma anlamında söylemiyorum bunu özellikle Know-How transferiyle teknolojiyi kendimiz üretebilecek kapasiteye ulaşacağımız bir nokta için önemli bir adım atmış olduk. Bunun sağladığı fayda da, her ne kadar kurumsal yapıyı birleştirdiysek de şu anda birbirinden kopuk ve parçalı olan teknoloji ona bu ölçüde el vermiyor ama bu yeni teknoloji ile beraber piyasalar arası etkin risk yönetimini de teminat yönetimini de gerçekleştirebilir kapasiteye ulaşacağız ve çok süratli işlemlerin yapılmasına ve bu süratli işlemlerin aynı etkinlikte gözetilmesine, denetlenmesine imkân sağlayacak bir yapıya kavuşmuş olacağız. İşte bütün bu attığımız adımlar neticesinde memnuniyetle görüyoruz ki dünyadaki finansal merkezleri küresel ölçekte derecelendiren, sıralandıran “Z/Yen” isimli şirketin yapmış olduğu sıralamada İstanbul 2011 yılı sonu itibarıyla 71’inci sıradayken, 2013 yılı sonu itibarıyla yeni açıklanan 17 Oturum 3A sıralamada 44’üncü sıraya yükseldi. Tabii ki bu asla bizim için yeterli değil çünkü şunun farkındayız: önümüzdeki on yıl boyunca Türkiye’nin bir miktar daha yurtiçi tasarruflarının dışında uluslararası tasarruf havuzundan istifade etmeye ihtiyacı var. Bizim özellikle 2023, Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl hedeflerine ulaşabilmemiz için yıllık milli gelirimizin yüzde 23’ü ile 25’i arasında bir yatırım harcamasına ihtiyacımız var. Şu anda tasarruflarımızın milli gelire oranı yüzde 15 seviyesinde, bu tabii ki dönem içerisinde artacak ama bu artış gerçekleşinceye kadar bizim bu tasarruflardan istifade etmemiz lazım. Onun için de uluslararası finans merkezi projesi ülkemizin geleceği için ve hepimiz için son derece önemlidir. Bu çerçevede inşallah geleceğin bu günden daha iyi olacağına inanıyorum. Çok teşekkür ediyorum. Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Sayın Başkana hem süre için hem de konuları itibarıyla teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, öncelikle finansal kaldıraç oranlarının yüksekliğinden bahsetti. Belki de küresel krizin en önemli nedenlerinden birisi budur. Yani hem firmalar hem de bankalar özkaynaklarının çok ötesinde borçlandılar ve küresel krizle tüm dünyayı karşı karşıya bıraktılar. Bankacılık sisteminde büyümenin artık bundan sonra ancak organik olabileceği, Türkiye’de de büyümenin finansman kaynağının bundan sonra sermaye piyasaları olması gerektiğinin altını çizdi. Burada da hisse senedi piyasaları ön plana çıkıyor. Biz neler yaptık konusunda Sermaye Piyasası Kanunu ve ardından da Borsa Anonim Şirketindeki dönüşümden bahsettikten sonra çok önemli bir konuya vurgu yaptı. O da ülkemizdeki son yıllardaki tasarruf oranının maalesef giderek çok alt düzeylere, özellikle OECD ülkelerinde yüzde 26 olan oranın, bizim ülkemizde yüzde 12-13’lere kadar düşmesi konusu hepimizin dikkatini çekiyor. İnşallah alınan politika tedbirleri ile de bundan sonra tasarruf oranlarını hiç olmazsa önümüzdeki beş yıl içerisinde yüzde 18, on yıllık bir ortalama vade içerisinde OECD ortalamasına getirme, Türkiye’nin temel hedeflerinden bir tanesidir. Kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Üçüncü konuğumuz Mark White Lewis. Ülkemizi Sayın Lewis yakından tanıyan bir isim. Yaklaşık üç yıldır Türkiye’de yaşıyor. Hem bizi hem de küresel piyasaları yakından izleyen bir isim olması nedeniyle de görüşleri hepimiz için değerli olacaktır. Buyurun söz sizin, teşekkür ediyorum. 18 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Mark White Lewis, IMF Türkiye Temsilcisi- Çok teşekkür ederim Vahdettin Bey. Öncelikle Kalkınma Bakanlığına, bana burada bu tarihi konferansta bulunma fırsatı verdikleri için teşekkür ederim. Yine bütün katılımcılara da görüşlerimizi paylaşma fırsatını bizlere verdikleri için teşekkür ederim. Gerçekten son derece etkileyici, profesyonel ve dost panelistlerle beraberim. İbrahim Bey’in de bahsettiği üzere, çok ilginç bir zamandan geçiyoruz, bu arada İbrahim Bey çok önemli bir düzenleyici kurumun Başkanı. Düzenleme ile ilgili bir takım kısıtlamalardan bahsettiniz piyasa baskılarından da bahsetmek istiyorum. Öncelikle dostlarımızın da söylediği üzere Türkiye’deki finansal istikrar ve elde edilen kazanımlara değindikten sonra önümüzdeki dönemde durumu nasıl iyileştirebiliriz, bunlardan bahsetmek istiyorum. Elbette ki küresel kriz karşısında Türkiye iyi bir performans ortaya koydu. Türkiye’de ekonominin temelleri güçlüdür. Bu tespitlerden bir tanesidir. Bu arada temelleri güçlü derken, bilançoları genel olarak güçlüdür. Eğer Türkiye’ye bakacak olursak cari açık çok fazla, tasarruf hesapları daha az vs. ama şu da doğru ki finans sektöründe, bankacılık sektöründe, hane halklarının bilançoları vs. hatta şirketlerin bilançoları bile genel olarak oldukça güçlüdür. Bu neden önemli bir şey? Önemli, çünkü global şoklar karşısında bu sizin esnek olduğunuz anlamına gelir. Yani daha etkin bir şekilde bu global şokları atlatabilirsiniz. Özel olarak da finans sektöründen bahsetmek gerekirse tabii ki Türkiye’deki finans sektörü derken hem şimdiyi hem de geleceği konuşuyor olacağız ama şu anda bankacılık sektörü çoğunluğunu oluşturuyor. Finans sektörü ve bankacılık sektörü çok yumuşak bir şekilde küresel krizi atlattı. Hala da büyümeye devam ediyor Türk Bankaları. Bu sayede ekonomideki büyümeyi de destekliyorlar. Genel olarak şunu söyleyebilirim; finans sektöründeki gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki bağlantı aslında bir nevi tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan konusuna dönüyor ama ampirik açıdan her ikisi birlikte hareket eden unsurlardır. Bunu Türkiye’de kesinlikle olumlu şekilde görüyoruz. Böylesi bir esneklik olduğu zaman finansal sektörde finansal istikrar oluşuyor ve bu hala günümüz için geçerli bir gerçek. İlginç bir nokta daha var, meslektaşlarım da bunu ilginç buluyor, eminim siz de ilginç bulacaksınız, mesela son dönemde International Money Fund (IMF)’daki meslektaşlarımızın bazıları çalışmalar yaptılar ve dünya 19 Oturum 3A ekonomi görüntüsünü tartıştılar. Mesela sermaye akışlarına baktıklarında bu açıdan volatilite riski olan ülkeler yani büyük yükselen piyasalar ve bu tür ülkeler, Türkiye’de böyle bir ülke, daha fazla sermaye akışını cezbediyor, bu genel olarak güzel bir şey ama bu da büyük oranda volatiliteye neden oluyor ve komplike bir politika yapımına sebebiyet veriyor. Yine ilginç bir başka husus daha var. Özellikle bu tür bir durumla mücadele eden ülkelerdeki gözlemim şöyle: Malezya, Şili, Çek Cumhuriyeti’ni de içeren bir vaka çalışması yaptık, bu tür ülkelerde yapabileceğiniz şeylerden birisi şu; büyük bir “Inflow” yani girişiniz varsa büyük bir “Outflow” yani çıkışınız olmalı. Yani tam tersi olabilir; eğer yabancı sermaye sizden çıkarsa o zaman sizin ülkenizin içinde sürekli kalan sermayenin artması lazım. Her biri böylelikle birbirinin tamponu olabiliyor. Bu ampirik olarak da gözlemlenen bir şeydir. Yani siz büyük oranda “Inflow” yani sermaye akışı elde ederseniz, büyük bir volatilite elde etmiş oluyorsunuz. Yani neden böyle bir durum var? Genellikle açık sermaye hesapları olan ülkeler, güçlü finansal sektörü olanlar, sermaye piyasası düzenlemeleri düzgün olan ülkeler zaten başarılı oluyorlar ve güçlü bir yapıya sahip oluyorlar. Zaten Türkiye’de bu yapılar var, bir sonraki aşamada ise kurumlarınızı, enflasyon hedefli politikalar açısından güçlendirmeniz gerekiyor. Yalnızca kamu borcu açısından güçlendirme değil ekonomik şartları da yaratabilmeniz gerekiyor. Yani Türkiye artık bu alanda çok daha ileri noktadadır. Son anlatacağım kısım ise şu; özellikle değindiğim ülkeler yani Malezya, Şili ve Çek Cumhuriyeti’nde gördüklerimiz çok ilginçtir. Onlar çok güçlü ve büyük bankalara, finans merkezlerine sahipler. Diğer vaka çalışmaları da ilginç şeyler ortaya koyuyor. Bankacılık dışı kurumlarda da büyük oranda tasarruflar bulunuyor. İşte tampon buradan elde edilebilir. Yani emeklilik fonları olabilir, sigorta şirketlerinin emeklilik fonları olabilir veya borsa hisse senetleri vs. olabilir. Diğer enstrümanlar da büyük tasarruf miktarlarına sahip yani istikrarın sağlanabilmesi açısından ve önümüzdeki kalkınma hedeflerinden birisi de bu ki eminim sağımdaki meslektaşlarım da bana katılacaklar, böylesi bir yöntem Türkiye için çok faydalı olabilir. Tabii ki yapılan birçok reform var, sermaye piyasaları reformu yapıldı, kanun çıktı, İbrahim Bey ve meslektaşları Borsa İstanbul’u kuvvetlendiriyorlar. Geçen sene başlatılmış olan bireysel emeklilik 20 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi fonlarına daha fazla oranda teşvik verilmesiyle ilgili birçok reform ve adım bu yönde ilerliyor. Diğer konulara da gelmek istiyorum. Öncelikle Malezya, Çek Cumhuriyeti ve Şili vaka çalışmalarına tekrar dönmek istiyorum. Fark ettiğimiz unsurlardan birisi şuydu; yani bir ülkenin ne kadar zengin olduğu önemli değil ya da o ülkenin doğal kaynaklarının olup olmaması vs. bu tür sorunsallar da önemli değil, sadece politika meseleleri açısından bu konulara bakacak olursak, yani biraz, bir adım geri atarsak ve ülke içinde tasarruf nasıl oluşturabiliriz sorularıyla karşı karşıya kalıyoruz, ki bu da finansmanı oluşturuyor, finansmanda yatırım yapmamızı sağlar, yatırım sayesinde büyüme olur, büyüme olunca da Türkiye’de yaşam standardı yükselir. Bariz bir şekilde farklı politikalar söz konusudur. Yani özellikle makroekonomik politikalar önem kazanıyor. Türkiye’nin de genel olarak sağlam makroekonomik politikalarının olduğunu görmekteyiz son yıllarda. Özellikle kamu finansmanı pozisyonunu Türkiye iyileştirdi, enflasyonu düşürdü ve bu sayede faiz oranları da düştü. Faiz oranlarının düşmesi finansal gelişimi de destekledi. Özellikle faiz oranları çok önemli, eğer tasarrufu cezbetmek istiyorsak tabii ki enflasyon oranı bunlar için önemli olacaktır ve finans sektörü düzenlemesine baktığımızda bankacılık dışı kurumlar doğru yönlerde ilerliyorlar. Kendi açımızdan baktığımızda sadece bir örnek vermek gerekirse, son dönemde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nın atmış olduğu adımlar, tüketici açısından aşırı eğilimleri kısıtlamaktadır. Tabii ki tüketicilere daha fazla oranda kredi veriliyor ama diğer ülkelerin yaşadığı örnek dönemlere bakacak olursak, mesela borç, borçlu olmak, kredi alma, gelir düzeyleri vs. arasındaki ilişkilere baktığımızda Türkiye’de yakın gelecekte çok pozitif tedbirler alınmış olduğunu görüyoruz. Şu anda da Türkiye kredilerin verilmesi anlamında günümüzdeki aşırılıkları yönetmeye çalışıyor. Bankacılık dışı enstrümanlar ve kurumlar da yine bizleri bu yolda ileriye doğru taşıyor ve daha fazla tasarruf elde etmemizi sağlıyor ve daha büyük bir finansal istikrar getiriyor. Teşekkür ederim. Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Teşekkür ediyoruz Sayın Lewis’e. Sayın Lewis, Türkiye’nin global krizden olabildiğince az etkilendiğini, finansal sektör, hükümet, şirketler ve hane halkı bilançolarının güçlü olmasının bunun en önemli nedenlerinin başında geldiğinin altını çizdi. Yine finansal sektör gelişmişliğinin ekonomik büyümeyle birlikte 21 Oturum 3A hareket ettiğine, Türkiye’nin de bunun iyi bir örneği olduğuna vurgu yaptı. Hepimizin üzerinde durduğu kısa vadeli sermaye hareketlerinin Türkiye açısından zaman zaman sıkıntı olduğuna ve politika seçeneklerini sınırlandırdığına dikkat çekti ve tasarruf oranlarının yükseltilmesinin gereğine dikkat çekti. Belki ifade edilmesi gereken bir başka husus olarak da açık ekonomi, dalgalı kur ve sağlıklı finansal düzenlemenin sermaye hareketlerinden az etkilenmemizin temel nedenleri içerisinde yer aldığına dikkat çekti, kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Tabii ki finansal kriz deyince ilk akla gelen şey portföy yatırımlarıdır. Krizin ilk dalgası orada kendisini hissettiriyor. Bankalarda ve aracı kurumlarda sermaye çok akışkan, bir gecede milyar dolarlar bir yerden bir başka yere yönelebiliyor. Bunu en iyi hisseden de tabii ki bir aracı kurumumuzun Sayın Genel Müdürü, TEB Yatırım’ın Genel Müdürü Baturalp Candemir Bey de sanırım konuyu bu boyutuyla değerlendirecektir. Buyurun Sayın Candemir söz sizin. Baturalp Candemir, TEB Yatırım Genel Müdürü- Teşekkürler Sayın Başkan, bu toplantıda konuşmaktan büyük mutluluk duyuyorum ve Kalkınma Bakanlığına bu hakikaten çok iyi organizasyon için ve beni davet ettiği için teşekkür ediyorum. Ben de bir konuşma hazırlamıştım ama üç tane değerli konuşmacıdan sonra konuşuyor olmanın zorluğunu fark ediyorum biraz dikkatleri çekebilmek için de Sayın Başkan izin verirseniz provokatif bir giriş yapacağım. Global kriz toplumun geniş kesimlerine zarar verdi, dünyanın geri kalanında işsiz kalan insanlar oldu, şirketler battı falan ama Türkiye açısından aslında sonuçları itibarıyla başladığımız bir noktadan daha iyi bir noktaya varmamıza yardım etti. Nasıl oldu bu? Yaklaşık 15 senedir Türkiye’ye hem portföy yatırımı yapıp hem şirket alıp satmak isteyen yabancı yatırımcılarla hem de hisse senedi, tahvil, devlet tahvili almak isteyen Türk şirketlerine ortak olmak isteyen yatırımcılarla sürekli görüşen ve onlarla beraber iş yapan şirketlerde çalıştım. Global krize kadar Türkiye 2000’li yılların başından itibaren ciddi önlemler alıp istikrara kavuşturmaya çalıştı ekonomisini ama bunun ne kadar başarılı olduğu konusunda herkesin farklı bir fikri vardı, her yatırımcının farklı bir fikri vardı ama 2008 yılında kriz gelip vurduğu zaman, global yatırımcı algısı değişmeye başladı. Daha önce iyi bildiği piyasalar göçerken daha önce kafasında soru işareti olan bazı piyasaların 22 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi da aslında düşündüğünden daha da sağlam olduğunu gördü. Türkiye de bunlardan bir tanesiydi. 2008 öncesinde Türkiye’ye yatırım yapan yabancı portföylerine bakın, şimdiki duruma bakın, çok ciddi bir artış göreceksiniz. Bu artış, 2008 yılında bu ülke aslında daha önce düşündüğümüz kadar da fazla riskli bir ülke değilmiş değerlendirmesinin sonucu olan bir şeydir. Bunun için 2000’li yılların başındaki bütün reform hareketlerine hakikaten teşekkür etmemiz lazım. Çünkü onlar sağlamış bunu. O zamanlardan itibaren kurulmaya başlanmış kurumlar, hakikaten Türkiye’nin hakikaten, sağlam bir ekonomiye, sağlıklı bir ekonomiye ulaşması için yardım eden ciddi faktörler olmuşlar. Şimdi risklerimiz var mı? Var tabii ki ama 2008, hatta 2000 öncesi risklerle karşılaştırdığımız zaman şimdiki risklerimiz veya streslerimiz çok daha azdır. 2000 yıllarının başlarında ben ekonomist olarak çalışıyordum. 2000– 2001 yıllarında en çok yaptığım iş neydi biliyor musunuz? Hazine kaç ay sonra tıkanabilir egzersizini yapıp müşterilere bunu duyurmaktı. Sekiz senedir bir daha o modeli çalıştırmadık. Yatırımcılar neredeyse iki ayda bir yurtdışından gelirlerdi. Bir yatırım yapıyor, karar veriyor ama sürekli nereye gittiğini, ne yaptığını anlamaya çalışıyor. Şimdi 3-4 senedir gelmeyen ama bu arada yatırımlarını çok fazla sayıda artıran yatırımcı da var. Bu şu demek; aslında bu ülkede bir istikrar olduğu konusunda global yatırımcı kitlesine bir mesaj verebilmişiz. Krizin hayırlı sonuçlarının bir tanesi de şu oldu; ya bugün ya yarın ne yapsak da durumu kurtarsaktan farklı bir bakış açısıyla, on sene sonra ne yapmak lazım, on sene sonra bu ülkeyi nerde görüyoruzun sorularını sormaya başladık kendimize. Şimdi SPK’nın çıkan kanununu, tebliğlerini okuduğunuz zaman, şöyle bir izlenim ediniyorsunuz; bir otorite var ve bu otorite bugün nasıl problemleri hallederizi bir kenara bırakmış yani onu çözmüş artık. Ama on sene sonra nerede olması lazım bu ülke, bu ülkenin sürekli büyümesine katkıda bulunmak için sadece bankalar değil, banka dışı finansal kesimin de neler yapması lazım ve onları yaparken de nelere dikkat etmemiz lazım konusunda bir şey yapıyor, bir plan yapıyor. Kanun dediğimiz şey aslında bunu sağlayan bir araçtır. İstanbul Finans Merkezi diye bir şeyler duyuyoruz son zamanlarda. Hani Türkiye AB üyesi olsun, AB reformları yapsın, işte Türkiye şuraya gidecek, oraya giderken şu tip önlemler alsın. Hatırlarsınız 2000’li yılların başında öyle 23 Oturum 3A bir bütçe disiplini öngörülüyordu ki Planda, kimse de inanmıyordu ona. Ama sonunda gerçekleşti bu, gerçekleşmesi kolay olmadı ama gerçekleşti. Avrupa Birliğine üye olacağız diye en azından kanuni altyapı açısından insan haklarında, demokratikleşmede bayağı bir ilerleme sağlandı. AB üyesi olmadık ancak ekonomik önlemler işe yaradı, istikrarı sağladık. AB üyesi olmadık ama 2005–2006 yıllarında insan hakları konusunda, demokratikleşme konusundaki hiçbirimiz aldığımız önlemlerin hiçbirisinden de şikâyetçi değiliz. İstanbul finans merkezi olur mu olmaz mı ben şimdi bilmiyorum ama İstanbul’un finans merkezi olması için pek çok koşul aslında şu an var. Kanuni altyapı, SPK Kanunu, çok ciddi bir altyapı hazırlıyor, kanuni altyapı hazırlıyor. Evet, finans merkezi olabilmemiz için bizim bazı yerelliklerden kurtulmamız lazım. Tekrar söylüyorum olmayacak bir dua değil bu, olabilir bir şey, ama Türkiye’deki finansal kurumları, finansal araçları, her şeyi yerellikten kurtarıp biraz daha global bir kurum niteliğine kavuşturmamız lazım. Onun altyapıları hazırlanıyor şimdi. Daha önce ne vardı? Paramızı götürüp mevduat olarak yatırıyorduk ya da hani biraz daha sofistike yatırımcıysak tahvil ve hisse senedi alıyorduk. Fakat bunlar çok temel şeyler olmakla beraber önümüzdeki 50 senede mevduat hala paramızın en büyük kısmını koyduğumuz finansal araç olmaya devam edecek, bunda kuşku yok. Ama ne var, şimdi hisse senedini ancak piyasa yükselirken alırsınız. Piyasanın düşeceğini düşündüğünüz zaman bir finansal araç yok. İki tane aracımız vardı; tahvil ve hisse senedi. Tek yönlü getiri sağlıyordu, düşerken ne kendinizi riskten koruyabiliyordunuz, ne de para kazanabiliyordunuz. 10 bin müşteriye hitap eden bir şirketimiz var. Yavaş işliyordu ve borsamızda son alınan önlemler olmadan önce biz 10 bin müşteriye saniyede altı tane emir gönderebiliyorduk, yedincisi geldi mi bekliyordu. Yurtdışında finansal merkez dediğimiz yerlerde saniyede ne kadar emir gönderebiliyorsunuz? 500 tane, 1000 tane emir gönderebiliyorsunuz. Şimdi altı aylık bir çalışmanın sonunda artık 130 civarında emir gönderebiliyoruz. Bu tip şeyler ufak gibi gözüken ama çok önemli şeyler yani Türkiye’nin finansal merkez olup olmayacağını bilmiyorum ama şu anda yapılmaya çalışılan şeyler, oraya giden yolda birer adım niteliğinde ve bu anlamda da değerlidir. İstanbul’un finans merkezi olup olmaması aslında şunu da ima ediyor; İstanbul’da bir finans piyasası olması lazım. Finans piyasası iki tane araçla 24 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi olmaz. Son zamanlarda neler yapıldı, opsiyon piyasası işleme başladı, “Future” piyasası işleme başladı. Sadece bir tane iki tane enstrüman değil, pek çok enstrüman var artık. Parayı, yatırımı yapabileceğiniz ya da yaptığınız yatırımın riskini azaltmak istediğiniz zaman kullanabileceğiniz pek çok şey var. Hisse senedi, reposundan bilmem opsiyonların altı ay sonraki vadesi için fiyatlara kadar pek çok şey var. Dolayısıyla evet bunlar bir günde iki günde büyüyen piyasalar değil ama zaman içerisinde bunlar hızla büyüyecek ve farklı bir yere doğru gideceğiz. Eninde sonunda finans piyasasının temelinde şu var; temel görevi kaynakların daha etkin kullanımı için yardımcı olmak. Bu fonksiyonu daha iyi yerine getirecek. İstanbul’da veya Türkiye’de kullandığımız finansal araç çeşitlemesi artıyor. Finansal araçlara ulaşım, erişim kolaylaşıyor ama hani borsa deyince buradan çıktığınız zaman sokakta kime sorsanız herkesin iyi bir arkadaştan aldığı kötü bir tavsiyesi vardır ve öyle bir canı yanmışlığı vardır. Şimdiki bazı tebliğler işte böyle arkadaştan ya da kötü tavsiyeleri sınırlayan bazı şeyleri de içeriyor. Bu anlamda da piyasanın biraz daha sağlıklı yürümesi için yardımcı olacak. Reel faizlerin yüzde 25 olduğu yerde kimse götürüp hisse senedine ya da özel sektör tahviline para koymaz ama bakın özel sektör tahvillerinin talebi çok artıyor. Özel sektör tahvilinin önemi nedir? Banka kredi veriyor ama banka bir risk alıyor. Giderek krediler arttığı zaman bankanın üstlendiği riskler de artıyor. Özel sektör tahvili bu riskleri biraz azaltan bir araçtır. Ayrıca bankaya gidip kredi istediğiniz zaman teminat ister ama özel sektör tahvil çıkarttığı zaman teminat vermezsiniz. Farklı araçtır, aynı şey değildir. Onun için farklı kullanım alanı vardır. Bu opsiyonların olması, farklı nitelikte yatırım araçlarının ya da paraya ulaşma, krediye ulaşma, fonlamaya ulaşma araçlarının farklılaşması mutlaka ciddi katkı yapacaktır. Türkiye’de tasarruf oranının düşüklüğü ile ilgili bir hususun altını çizmek istiyorum. Tasarruf oranı düşük ama dün buradaki sunuşta İbrahim Çanakçı Bey’in söylediği gibi aslında olan doğru işler var, onların paralelinde tasarruf oranı biraz aşağıya geliyor. Ama yılbaşında uygulamaya konulan bireysel emeklilikle ilgili bir karar vardı. Bu desteği biraz daha pratikte uygulanabilir, kullanılabilir hale getiren bir önlemdi 25 Oturum 3A ve bu önlemin sonucunda bakın sisteme giren para ne kadar artıyor. Yani insanlar, halk gerçekten faydası olacağını düşündüğü, gerçekten kendisine katkısı olan bir şey olduğu zaman o aracı kullanmaya çekinmiyor. Ciddi bir para girişi oluyor. Tekrar en başa dönüyorum; net bakarsanız krizin en azından düşünsel bazda Türkiye’ye faydası olan sonuçları olmuştur. Sadece günü kurtarmaya değil, on sene sonrasının Türkiye’sinin reel sektörünün nasıl bir finansman ihtiyacı olduğunu görüp, o finansman ihtiyacını karşılamak için sadece 1-2 tane değil 20-30 tane farklı aracı geliştirmeye yönelik bir politika dizisi var şu anda gündemde. Onlar yavaş yavaş ilerledikçe bizim kullandığımız araçlar, sizin kullandığınız araçlar artacak ve gerçekten daha etkin bir kaynak kullanımına doğru bizi götürecek. Bunun sonucunda finans merkezi olabilir mi, evet olabilir. Çok şeye gerek var mı, çok acayip şeyler yapmaya gerek yok ama şu anda dünya konjonktürü İstanbul gibi aslında hakikaten herkesin yaşamak isteyeceği bir yerde finansal sistemin şirketlerini buraya taşımaya teşne olabilirler. Bakın ABD’de, Fransa’da, Londra’da finansal sistem çok gelişmiş ama oralarda vergiler o kadar arttı ki kriz yüzünden, biz de öyle bir problem yok. Bordro gelirlerinin yüzde 55’ini vergi veriyor insanlar. Bizim şu anda vergi oranlarını indirmemize falan hiç gerek yok. Düzgün bir şekilde yabancı insanlarla beraber çalışabileceğimizi gösterdiğimiz zaman bir gelişme olur. Sadece üç tane binayı İstanbul’a taşımaktan bahsetmiyorum. Yabancı insanlar Türkiye’de çalışacak, bunun ortamını sağlamak lazım. Bu insanlar okula gidecek, demek ki yabancı dille eğitim yapan yerler gerekecek. İşte o insanların çocuklarını gönderebilecekleri yerler, öğretmenler, bütün bunların sağlanması aslında bir projedir. Bu projeyi sadece kamu üstlenemez çünkü bunun reklam boyutu var. Bunun başka yerde duyurulması boyutu var. Özel sektörün de buna destek olması lazım. Bildiğim kadarıyla özel inisiyatifleri de var. İşte İstanbul Finans Merkezi diye bir portal var. Orada kamu ile birlikte bir şeyler yapılmaya çalışıyor. Dolayısıyla özel sektörün katkısıyla İstanbul Finans Merkezi olabilir. Olmasa da, o yolda yürüyor olmanın bize mutlaka çok büyük faydası olacak. Burada kesiyorum, soru olursa cevaplandırmaktan mutluluk duyarım, teşekkürler. Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Sayın Candemir’e teşekkür ediyoruz. Sayın Candemir’in vurgu yaptığı bir iki başlık benim de 26 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi dikkatimi çekti. Özellikle global krize kadar Türkiye’nin finansal başarıları konusunda küresel yatırımcıların bir tereddütlerinin olduğuna ancak küresel krizle birlikte bu algının değiştiğini, Türkiye’nin gerçekten düşündüklerinden daha sağlam bir ekonomiye sahip olduğu kanaatinin hakim olduğunu ifade etti. Krizin hayırlı sonuçlarından bahsetti, bu çok kullanılan bir kavram değil. Özellikle kısa vadeli bakış açıları yerine her ülkenin artık on yılını planladığını söyledi. Gerçekten de bu böyle. Artık şirketlerimiz de uzun süreli planlama yapmaya başladılar. İstanbul finans merkezi olur mu sorusunu sorguladı, cevaplarını da kendisi verdi Sayın Candemir. Olmasak da atacağımız her adımın bizi doğru yola yönlendireceğini ama olma ihtimalinin daha kuvvetli olduğunun altını çizdi, kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Sözü Sayın Hocama bırakıyoruz, Coşkun Küçüközmen Hocam. Hem Merkez Bankası tecrübesi hem BDDK tecrübesi, uluslararası tecrübesi var ve son olarak da akademisyen olarak sanıyorum yaptıklarımızı ve yapmamız gerekenleri bize en iyi şekilde özetleyecektir. Hocam söz sizin, buyurun. Doç. Dr. Coşkun Küçüközmen, İzmir Ekonomi ÜniversitesiTeşekkür ediyorum. Zamanın kıymetini bilerek hemen sunumuma geçmek istiyorum. Şimdi hemen Financial Times gazetesinde 28 Ekim tarihli bir grafik ile başlamak istiyorum. “Deceptive Calm” adını taşıyor bu makale ve “Aldatıcı Sükûnet” diyor. Esasında bu aldatıcı sükûnet kısmında, şu dönemde AB üyesi ülkelerin tahvil “Spreadleri” arasında en ufak bir fark yok ama kriz dönemi yaşandığı anda ülkelerin gerçek gücünün ortaya çıkması ve bunun bir birlikten ziyade gemisini kurtaran kaptan şekline dönüşmesinin en güzel ifadesi bu. Şu an için dikkat ederseniz, ne AB Merkez Bankası (ECM), ne de diğer bir yetkili, gerek tahvil alımları konusunda, gerekse ne yapacakları konusunda, hatta AB Bankacılık Birliği de dâhil olmak üzere net bir fikir, net bir görüş ortaya koyamıyorlar. Durumun burada sıkışmış olduğunu ifade etmek istiyorum. Şimdi ülkemizle ilgili bir takım sorunlar var, kriz dönemi de yaşandı, cari açık bir sorun denildi. Vergileme ya da vergi adaleti, gerekli verginin toplanması sorun denildi. Biz içerde bir sürü şey yaparken dışarısı bunu çok güzel bir fırsat olarak yakaladı, değerlendirdi ve “Capital-freeze’’ indeksi diye bir şey yayınladılar, bunu sanırım son bir kaç ay içerisinde defalarca gördünüz. Excel hatası yaptık filan da dediler. 27 Oturum 3A Ama bunlar bir şekilde neticede ülkenin kırılganlığının belli merkezler, belli odaklar tarafından teyit edilmesi anlamına geliyor. Bu hoş bir konu değil. Bu konuda esasında yapılması gereken şeylere ilerleyen slaytlarda değinmek istiyorum. Şimdi finansal riskler konusuna gelindiği zaman çok kısa bir ufuk turu yapmaya kalkışacak olursak 1990’larda Hazine gerçekten ciddi bir kur riski taşıyordu, faiz riski taşıyordu. O dönemki kur riski gerçekten inanılmazdı. Hem yabancı para cinsinden tahvil ihraç ediyordunuz hem de dövizdeki yani yabancı paradaki özellikle Amerikan Dolarındaki artışı ya da değişimleri kontrol edebilecek çok fazla araç yoktu. 2000 krizi, esasında tüm Türkiye’nin öğrendiği hatta bugün birçok ülkenin, başta AB üyesi ülkeler olmak üzere örnek aldıkları demem herhalde abartı olmaz diye düşünüyorum, önemli dersler içeriyor ve bu noktada 20002001 krizinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunda gerçekten krizle uğraşmanın ne demek olduğunu fiilen yaşamak şansına eriştim. Bu şanstır esasında kötü anlamda da olsa şanstır. Yine 1994-1995’te Merkez Bankasında gecelik faizlerin 400–500 olduğu zamanları gördük. Sanırım Baturalp de o zamanlarda Merkez Bankasındaydı. Arkasından bankaların kur riski BDDK düzenlemeleriyle kontrol altına alındı ve her ne kadar bankaların faiz riski devam etmekte ise de artık bir takım araçlar bunları büyük ölçüde kontrol edebiliyor. Ama şu an için baktığımızda bankaların temel riski kredi riskidir. Özellikle şu anda hane halklarının yabancı para cinsinden borçlanması üzerine büyük sınırlamalar getirildi. Belki yasaklandı Mukim Bey bilmiyorum, yasaklandı değil mi? Çok da iyi oldu. Çünkü döviz kuru riski yönetimi profesyonelce yapılması gereken bir şey. Yani döviz geliriniz yok ama siz o para cinsinden borçlanıyorsunuz. Daha da ilginç olan nokta esasında, reel kesimin kur riskidir. Esasında bu konudaki açık, çok önemli bir açık ve bu önemli açığın sanırım bu döviz riski yönetimi konusunda hatta döviz cinsinden borç, yani yükümlülük riski konusunda Hazine’nin 2003 yılından itibaren yayınlamaya başladığı Kamu Borcu Risk Yönetimi Raporu ya da benzeri raporlarda yine Hazine tarafından yayınlanan çok ciddi ipuçları var. Belki bu konuda Hazine’nin reel sektöre birazcık böyle “Forward guidence” gibi bir önderlik, bir rehberlik etmesi önemli olabilir, gerekli olabilir diye düşünüyorum. Şimdi finansal riskler konusuna gelince, finansal risk unsurlarının başında asimetrik bilgi geliyor, esasında tüm finansal risk sürecini siz 28 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi asimetrik bilgi kavramıyla açıklayabilirsiniz. Şimdi bakın hane halklarının, firmaların çoğu riskler konusunda bankalara göre daha eksik bilgiye sahip ve bundan doğan risklere maruz. Bunların dışında kamu kesiminde de finansal araç konusunda yine eksik bilgi var. Dolayısıyla bu eksik bilgi finansal piyasaların en temel sorunudur. Akerlof’un 1974 makalesi “Market for Lemons”, asimetrik bilgide Nobel ödülü olan bir çalışmadır. Önemli olan nokta şu, bugün ülkeler arasında da var, diplomaside de var, politikada da var, aklınıza gelebilecek her konuda asimetrik bilgi var yani hiçbir zaman için taraflar birbirleri hakkında masaya oturdukları net ve gerekli bilgiye sahip olamıyorlar. Bunu nasıl yönetecekleri konusu çok önemlidir. Bunu nasıl minimize edecekleri konusu çok önemlidir. Dolayısıyla “Market making” denilen süreçte, aslında piyasa yapıcılığı bir noktada denetim ve düzenleme açısından baktığımız zaman, bu kurumların yani şu an başkanlarının burada oturduğu kurumlar hem sorumlu hem yükümlü hem de bu konuda gerçekten omuzlarında çok ağır bir yük var. Çünkü neticede bir şey olduğu zaman ilk önce gidilecek adresler bellidir. Bugün mesela birazdan İstanbul Finans Merkezi konusuna gelince değineceğim, burada bilmemiz gereken şey şu, asimetrik bilgi çağında yaşıyoruz. Şimdi arkasından Merkez Bankasının da önderlik ettiği bir sistemik risk konusu var. Bu konuyla ilgili olarak bir kaç şey söylemek istiyorum. Şimdi sistemik risk denilen şey esasında sistem içerisinde bir ya da birden fazla kuruluşun ya da büyük bir kuruluşun başına gelebilecek olan herhangi bir sıkıntının sistemin tümüne sirayet etmesi problemidir. Şimdi bu problemi nasıl tespit edeceğiz, nasıl önleyeceğiz? “Too big to fail”; batmasına izin verilemeyecek kadar büyük banka. Bu ciddi bir “Moral hazard’’ yani istismar riski yaratıyor. Nasıl olsa biri beni kurtarır riski. Basel Komitesi tüm dünya ülkeleri için ve özellikle küresel çapta bir “Systemically Important Financial Institution” (SIFI) adı verilen önemli kuruluşları açıkladı. Şimdi bu kuruluşların önemli olması, aman efendim bunlar önemli, bunlara bir şey olmasın mı yoksa piyasanın canına mı okuyorlar, bu iki taraftan bakmak lazım buna. Bugün J.P. Morgan gerçekten önemli, birazdan sistemik riskteki payını göreceğiz, 13 milyar dolar cezaya çarptırılıyor. Bununla ilgili müzakere yapılıyor, demek ki bir şeyleri, kuralına, kaidesine uygun olarak yapmamış. Neyi yapmamış, niçin yapmamış? Bu kurumlarla uğraşmak 29 Oturum 3A gerçekten kolay mıdır? Hukuki altyapı bunlarla uğraşmaya yetecek midir? Bir de bunun dışında “Federal Reserve” dahi olsa bu kurumların kulağını çekebilecek, kolunu kıvırabilecek güce sahip mi? Bu noktaya dikkat edilmesi gerekiyor bu çerçevede. Şimdi sistemik risk konusunda, Türkiye esasında kendi emsali ülkeler arasında bu konuda çok mesafe kat etti diye düşünüyorum. Burada sistemik riskin yönetimi konusunda en azından finansal piyasalarda ben ciddi farkındalık oluştuğunu düşünüyorum. Şimdi sistemik riskler ve yönetimi konusunda bir de “Macro-prudential” denilen makro ihtiyati tedbirler var. Bunların büyük bir kısmı Basel’den geldi. Ama ben burada sizlerle ilginç bir şeyi paylaşmak istiyorum. Sistemik risk üzerinde Nobel ödüllü Robert Engle’ın başını çektiği New York Stern University’de bir sistemik risk laboratuvarı var. Bu laboratuvar, anı anına dünyadaki sistemik riskleri yayınlıyor. Bakın dikkat ederseniz ABD için en büyük risk J.P. Morgan’dan geliyor, en tepeye komuş. ABD’de parasallaşmada da aşağı yukarı 4 trilyon dolarlık bir sistemik risk var. Küresel olarak baktığımız zaman bir numarada Japonya, iki numarada Çin, üç numarada ABD’ni görebiliyorsunuz. Fransa, İngiltere, Almanya sonradan geliyor. Yani bu sistemik risk oluşturma potansiyeli ülkelerin büyüklüğü ile de doğru orantılıdır. Avrupa’ya baktığımız zaman Türkiye en altlarda. Türkiye, bugün GSYH’sı kadar bankacılık sektörü aktifleri olan bir ülkedir. Neticede sistemik riske katkı açısından baktığınız zaman bu da ilginç bir başka konudur. Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya yine başı çeken ülkeler arasında. Afrika çok ilginç, bir tane ülke var yani diğerlerinin hepsi batsa hiçbir şey olmaz sonucunu da çıkarabilirsiniz buradan. Tabii ki bu işin mizah tarafı ama bir tek Güney Afrika herhalde yeterli miktarda veri sağlıyor ve oradan elde edilen sonuç bu. Şimdi gelelim finansal sistemin geliştirilmesi için izlenmesi gereken politikalara. Şimdi en son söyleyeceğimi en başta söylemek istiyorum; temel kavram armoni yani bir ülkenin hukuk başta olmak üzere piyasa düzeni uluslararası piyasalarla uyum içinde çalışmadığı sürece finansal sisteminizin entegre olması ve uluslararasılaşması mümkün değildir. Bu genel bir kural. Bakın bu ifademi özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum. Şimdi bu bir J.P. Morgan, bir de vatandaş Mehmet Efendi örneğini verdim. Bugün ikisi için olan her türlü hukuki altyapı ve hukuki haklar herkes için geçerli olmalıdır. Şimdi J.P. Morgan imtiyaz sahibiyim, ben 30 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi buradan çeker giderim diyebilir ama aynı zamanda bir ülkeye çalışmaya geldiği zaman ben o ülkenin vatandaşıyla aynı hukuki koşullara tabiyim de diyebilmelidir. Aksi takdirde bugün J.P Morgan’ın Kore’de ve Çin’de yaptıklarını, Kore’de 1990’larda; Çin’de de bu senenin başlarında çıkan korkunç skandallar kaçınılmaz olur. Üst düzey Çinli bir politikacının ve bürokratlarının çocuklarını J.P Morgan’da işe alma karşılığında Çin’in iç işlerine ilişkin bir takım belge, bilgi elde etme manipülasyon olayından söz ediyorum. Hukukun buradaki önemini bir kez daha bu vesileyle vurgulamak istiyorum. Şimdi Borsa İstanbul’a gelelim. Borsa İstanbul’la ilgili yine en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Bir defa bu hakikaten bence Marmaray’dan çok daha önemli bir proje; bana inanın. Aklınıza gelebilecek her türlü projeden çok daha önemli bir proje. Şimdi bu proje kimin sorumluluğunda, kişi lazım, hangi kurumun tekelinde gidiyor, kurum lazım. Aksi takdirde bir takım işlerde bunun sahibi kimdi konusunda başarılı olunmuyor. Bu kişi aramızda, Sayın İbrahim Turhan ve Borsa İstanbul. Ben bir defa kesinlikle başarılar diliyorum. Elimizden gelen her türlü desteği hepimiz göstereceğiz. Bunun meyvelerini biz görürüz, çocuklarımız görür, torunlarımız görür, bilemiyorum ama bu projeye bir şekilde başlanması gerekiyordu. Ne şekilde, nasıl gideceği projeye inanmakla mümkündür. Galata bankerleri dönemine bakın, “Bankers and Pashas’’ diye bir kitap var. Mısırdan paralar geliyor, İstanbul üzerinden geçiyor ama koklatmıyorlar, görmüyorsunuz bile. Bizim Merkez Bankası kurulana kadar paranız dışarıda basılıp geliyor buraya. Kim basıyor, ne kadar basıyor, nerde giriyor, nerde harcanıyor, nerde kullanıyor, halkın tasarruf edebilecek durumu yok, para sizde değil. Yani bu noktalardan geldiğimizde, tarihi boyutuna baktığımız zaman böyle bir girişimin önemini ve girişime gönül vererek çalışan kim olursa olsun bu ülkede, desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şimdi gelelim bir diğer noktaya. Şimdi bu son sözleri yine en başta söyleyelim. Hukuk, güven, istikrar. Dün Sayın Babacan da söylemiş, kaçırdım konuşmasını ama bu girişimi sonuna kadar desteklemeliyiz. Bilinen ve bilinmeyen rakiplerimiz var bunları çok iyi takip etmeliyiz. Paranın akışı ve akış yönü önemlidir. Bu konuda iki tane temel makale var ve ben bunları hem panelistlerimizle 31 Oturum 3A hem Artunç Bey’le paylaşacağımı söyledim. “The Strange Geography of Emerging Markets” çok ilginç bir makale, bir de “Money Flows Like a Mercury” yani “Para Civa gibi Akıyor”. Burada finansal piyasalara ilişkin çok ilginç bilgiler var. Bir tanesini sizinle paylaşayım. Finansal piyasalarda yatırımcıları uyarmak için şöyle bir şey var. Diyor ki, bu stratejiyi uyguladığınız takdirde ya da yatırım yaptığınız zaman, kazanabilir de kaybedebilirsiniz, piyasa o yönde de gidebilir. Sigaraların üzerinde de bir uyarı var, içerseniz ölürsünüz, şuyu etkiler buyu etkiler diye ama neticede vurgulanan taraf diğer taraf. Yani bu süreçte size bunu vermesine rağmen bir diğer taraftan sizden para kazanıyor. Dolayısıyla uluslararası sermaye akımlarına dikkat etmek gerekiyor. Şimdi haritalar var, bunların çıkarılması birazcık emek gerektiriyor, bu konuda Ayhan’ın yardımlarını inkar edemeyeceğim Finans Portföyden. Etrafımızda “Sovereign Wealth Fund” yani ulusal varlık fonu bulunan ülkeler hangileri, bunların ne kadar parası var diye baktık. Rakamsal büyüklük olarak 5,6 trilyon dolar nakit var etrafımızda. Türkiye finans merkezi olursa bu parayı çekebilir mi, evet, mutlaka çekebilir. Peki nasıl çekebilir? Avantajlarımıza bakar mısınız, coğrafya, bunu her zaman için vurgulamak lazım çünkü bir makale var, hatırlarsınız, “Prisoners of Geography” yani artık doğanın kuralı, talihiniz, öyle bir yerde doğmuşsunuzdur ki o ülke maalesef sıkıntı içindedir ama Türkiye’ye baktığınız zaman tam merkezde bir ülke. İç üretim; bakın Dubai finansal merkez, Dubai ne üretiyor? Petrolü geri çekince ne kalıyor Dubai’de. Hâlbuki 1299’lardan bu tarafa bir devlet geleneği var. Köklü tarih yine aynı şekilde var. Doğal kaynaklarımız var, yeraltı, yerüstü kaynaklarımız var. Bakın bunlar avantaj, peki neyi iyileştirmemiz gerekiyor, hukuksal altyapı, ihtisas mahkemeleri, tahkim. Biraz önce Baturalp Bey’in söylediği gibi eğitim altyapısı, gelen kişilere çok iyi eğitim ve benzeri hizmetleri sunabilme. Fiber optik sistemler ve “High-frequency-trading”. Highfrequency-trading’e soru işareti koydum ama onun ne kadar katkısı olduğunu çok bilemeyeceğim. Borsa İstanbul-NASDAQ işbirliği çok önemli, basından okuyoruz, gerçekten burada ben çok ciddi bir bilgi alışverişi olduğuna inanıyorum ama bu noktada belki bir takım sektörlerde çalışan kişilerin, şirketlerin fiyat riskini yönetebilmeleri için enerji ve emtia borsaları çok önemli 32 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi diye düşünüyorum. Şimdi bakın Katar bir çalışma yapmış, Katar Finans Merkezi Türkiye’yi orada kaçıncı sıraya koymuş? Türkiye, 50’nci, 60’ıncı sıralarda yer almaktadır. Kendisi 34’üncü sıralarda yer alıyor. Şimdi bunları kim yapıyor, nasıl yapıyor hangi parametreye bakıyor, bunları sorgulamak lazım. Belki hani oturup ben de şimdi bir tane finans merkezi endeksi yapayım, İstanbul dünyanın en büyük 18’inci merkezi. Benim kriterlerim bu, itiraz eden varsa çıksın derim, kimse de çıkamaz. Yani bu tip şeyleri de yapmak zorunda da bırakabiliyorlar zaman zaman. Yani buna dikkat etmek lazım. Her türlü uluslararası raporda Türkiye’nin ilk 50, ilk 60, ilk 90, ilk 140 da bile değiliz filan, bunların temeline bakmak lazım. Bunlar hakikaten bir şekilde yatırımcıya da yansıyan ve daha sonra sıkıntı yaratan rakamlar olarak çıkıyor. Şimdi sonlara doğru gelirken Denzel Washington’ın başrolünü oynadığı “Dejavu” isimli bir film vardı, hani nereye bakacağınızı bilmeniz gerekiyor. Hizmetlerdeki yavaşlamayı görüyorsunuz. Yani uluslararası konjonktürü takip ettiğiniz zaman stratejik bir planınızın olması ve planın son derece esnek olması ve gelişmeleri anında içerecek tarzda nasıl söyleyeyim, bir takım şeylerin olması gerekiyor. Bakın neyse bunları bir şekilde koyacağız ama bir de şunu söyleyeceğim, o nereye bakacağınızı bilme konusunda çok yeni bir rapor yayınlandı, “From Rhetoric to Reality: Reframing U.S. Turkey Policy”. Bu rapor çok dikkatle, satır satır okunması gereken bir rapordur. Buna çok çok iyi bakmak gerekiyor. Teşekkür ediyorum. Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Sayın Hocam gerçekten doyurucu bir sunum, beş dakika süre hiç kesmeden ilave verdik, keşke vaktimiz olsa da bir 5-10 dakika daha hatta 5-10 saat sizi dinlesek. Özellikle yapılması, iyileştirilmesi gereken alanlarla ilgili not almaya yetişemedim. Ümit ediyorum sunumu bizimle paylaşırsınız. Çok çok teşekkür ediyoruz. Eğer katılımcılardan soru sormak isteyen varsa 1-2 tane soru alabiliriz, yoksa hep beraber geçeceğiz. Evet, kendinizi tanıtıp kime soruyu yönelttiğinizi de söylerseniz. Artunç Kocabalkan, İstanbul Finans Merkezi Girişimi- Ben Sayın Mark Lewis’e bir soru sormak istiyorum, esasında Sayın Coşkun Küçüközmen de belirtti, dünyadaki çeşitli sıralamalarda Türkiye Finans Merkezi olarak nerede değil, bunun özüne bakmak lazım dedi. Şimdi Doing Business diye bir internet sitesi var. Burada Türkiye’ye baktığınız 33 Oturum 3A zaman Türkiye’nin üzerinde inanılmaz ülkeler var. Yani biz karşılaştırma bile kabul etmeyiz. Şimdi bu merkezi gerçekleştirmek için biraz önce bazı zayıflıklardan bahsetti Sayın Lewis. Ben de soruyorum. “What’s next for Turkey?” Yani ne yapmalıyız bunları çözmek için? Eğer size sorsalar deseler ki, üç tane elinizde dilek dileme imkânınız var, bunlar gerçekleşecek. Bu üç tane dileği söyleyin biz de yapalım. Mark White Lewis, IMF Türkiye Temsilcisi- Sorunuz için teşekkür ederim. Sizi doğru bir şekilde anladıysam Borsa İstanbul’a dönük olarak çalışıyorsunuz ve İbrahim Bey’den gelen bir soru olarak da görmüyorum. Evet, peki, hedeflerimiz neler, güçlü, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme istiyorsak, yani hem istihdamda hem de gelirde artış istiyorsak, elde etmek istediğimiz ilerleme bu. Türk halkı için de istediğimiz hedefler bunlar. Bunun için ne yapmamız lazım? Bizim açımızdan bunu yapmanın bazı unsurları var. Elbette bir kere, düşük oranda tasarruf sorunsalı var Türkiye’de. Neden bahsediyoruz, zaten bu konuya artık aşinasınız diye düşünüyorum ama dinleyici kitlesine dönük ele almak gerekirse, bunun iki önemi bulunmakta yani düşük tasarruf oranının iki önemli boyutu var, diğer meslektaşlarımızın da değindikleri boyutlar bunlar. Zaten düşük tasarruf olursa az paranız olur, az yatırım yaparsınız, büyümeniz de düşer. Yani elde etmek istediğimiz büyüme hedefleri açısından her şey ülke içindeki tasarruftan kaynaklanıyor. Diğer ikinci bir unsur ise eğer herhangi bir ülke büyümek istiyorsa mutlaka yatırım yapmak zorunda. Eğer ülke içerisinde yerel tasarruflarınız olmazsa, o zaman yabancı tasarruf bulmanız lazım ve yabancı yatırım bulmak da zaten cari hesabın diğer kısmını oluşturuyor. Hepimiz bundan bahsediyoruz. Yabancı tasarruf kullanmak iyi mi kötü mü? Uzun vadede çok büyük oranda yabancı tasarruf kullandığınız zaman kırılganlığınızı artırıyorsunuz değil mi? Tabii ki, birçok ülkede bunu görüyoruz, sadece Türkiye’den bahsetmiyorum bu arada yani genel olarak bahsediyorum. Her şeyi istikrarlı tutmaya çalışıyorsunuz, bunun yanında daha fazla büyüme de elde etmek istiyorsunuz. Eğer daha fazla finansal istikrar istiyorsanız, kırılganlığı azaltmak gerekiyor. Yani öncelikle tasarrufu artırmak lazım öte yandan da bir zıtlıktan bahsettik, cari açık artıyor ve aynı konuya benzeri bir şekilde bakmamız gerekiyor. Yani politika perspektifi de var tabii ki, daha önce de önerdiğim üzere, sağlam, makroekonomik politikaların devam ettirilmesi önemli, güven muhafaza edilmeli, 34 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi yatırım ortamı sürdürülmeli. Tabii ki, faiz oranları, vs. uygun bir şekilde belirlenmeli ki ülke içi tasarruflar artırılsın ve tüketimde değişimler olsun. Tabii ki bu meşhur yapısal reformlardan bahsediyor insanlar. Yani sonuçta bir bunlar ülkede üretimi artırır. Rekabet edebilirlikten burada bahsediyoruz. Eğitim ve öğretimden bahsediyoruz yani beşeri sermayenin iyileştirilmesi ve tabii ki üretimin artması da önemli. Yine hukuki altyapı, iş ortamı, bunların hepsi önemli üretimin artması için. Bu arada genel olarak konuşuyorum bu konularda. Her ülke yani Çin olsun, Türkiye olsun, ABD olsun, Gambia veya hangi ülke olursa olsun her ülkenin rekabet edebilirlik açısından yaşadığı zorluklar bunlar. Bence Türkiye’deki kilit uğraşılması gereken alanlar bunlar ve bunlarda ilerleme olursa Türkiye daha ileriye gider. Teşekkür ediyoruz, demek ki daha çok tasarruf yapmamız gerekir, bunu anlıyoruz. Dr. Vahdettin Ertaş, SPK Başkanı- Başka sorusu olan varsa, son bir soru daha alacağız yoksa kapatıyoruz. Peki, tekrar teşekkür ediyoruz bizi dinlediğiniz için. Katılımcılara da, panelistlere de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. 35 OTURUM 3B Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi 31 Ekim 2013 Panel Başkanı Güngör Uras Milliyet Gazetesi Panelistler Prof. Dr. Fatih Özatay Radikal Gazetesi Dr. Şeref Oğuz Sabah Gazetesi Erdal Sağlam Hürriyet Gazetesi Abdurrahman Yıldırım Habertürk Gazetesi Abdullah Bozkurt Today’s Zaman Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Oturum 3B Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Panel Çerçevesi: • Türkiye’nin temel ekonomik sorunları • Ekonomiye yönelik fırsat ve tehditler • Küresel ekonomik dinamikler içinde Türkiye’nin rolü ve etkisi • Dünya’da ve Türkiye’deki ekonomi politikalarına medyanın katkısı ve etkisi • Medya sektörünün bu alanlardaki olumlu rolünü güçlendirecek adımlar Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Önce merhaba, İzmir’de hem 90’ıncı yılını kutluyoruz İzmir İktisat Kongresinin ama İzmir’in başka özelliği daha var. Ekonomi basını bakımından da benim derleyebildiğim bilgilere göre Türkiye’de ekonomi gazeteciliği dediğimiz hareketin başlangıcı yine İzmir’de ortaya çıkıyor. 1928 yılında Zeki Cemil Bey’in çıkardığı İzmir Ticaret Gazetesi Türkiye’de bu konuda ilk ekonomi gazetesi. Tabii ki o günün şartlarında ekonomi gazetesinden, ticaret gazetesinden beklenenler farklı. İthalat ve ihracatla ilgili bilgileri veriyor. Sonra bakıyoruz, Türkiye’de gazetelerde ekonomi yer almaya başlıyor. Gazetelerde yer almaya başladığı dönemde gazete sütunlarında ekonomiden ilk söz edenler Dr. Aydemir Aşkın, Prof. Dr. Haluk Cillov, sonra Fasih İnal. Derken, gazetelerde bu ekonomi konuları daha fazla yer bulmaya başlıyor. Önce yarım sayfa, sonra tek sayfa ekonomi sayfaları ayrılıyor. Derken ekonomi gazeteleri çıkmaya başlıyor, ekonomi dergileri çıkmaya başlıyor. Ondan sonra televizyon başladı. Televizyonda ekonomi ufak haberler alırken, sadece ekonomi yayını yapan televizyonlar ortaya çıktı. Şimdi bütün bu çerçeve içinde acaba ekonomi, bizim ekonomimiz bu medyadan ne şekilde etkileniyor? Medya gözüyle ekonomi başlığını her ne kadar bizim oturumumuz taşıyorsa da, acaba bugün medya ekonomiyi sadece dışarıdan mı izliyor yoksa medya ekonomiyi etkileyecek, ekonomide olan biteni eleştirecek güce de mi sahip? Bunları bu kısa sürede tartışmaya çalışacağız. 39 Oturum 3B Biraz konuşmaları kendi aramızda döndürme arayışında olacağız müsaade ederseniz ama önce temel sorunlar var. Fırsatlar, tehditler var. Küresel ekonomi dinamiklerinin rolü ve etkisi var. Ekonomi politikalarında medyanın katkısı, etkisi var. Medyanın rolünü güçlendirme arayışları var. Şimdi, bugün bu konularda Sayın Özatay toplu bir sunum yaptıktan sonra isterseniz, diğer arkadaşlarımıza da sorular yöneltelim. Sayın Özatay ne oluyor? Yani Türkiye’de “Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi” deniyor. Siz medyada yer alan bir akademisyensiniz, yani gazeteci değilsiniz ama medyanın içinde olan birisiniz, her gün yazıyorsunuz. Nedir, ne oluyor? Medya gözüyle Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? İyi mi gidiyor, kötü mü gidiyor? Prof. Dr. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Teşekkürler Güngör Bey. Ben bir sunum hazırlamıştım, buradan sanıyorum idare edebileceğim. Ben hem Radikal Gazetesinde yazıyorum, hem de genel yayın yönetmenimizi gördüm söylemeden edemeyeceğim, Dünya’da da yazıyorum. Ama Güngör Bey’in de söylediği gibi bir akademisyen kimliğim var ve akademisyen kimliği ile yazıyorum. Çok kısaca Türkiye’nin sorunlarına ilişkin bir şey göstermek, bir kaç slayt göstermek istiyorum. Bu tablo Türkiye’nin ortalama büyüme oranlarını, dönemleri itibarıyla bazı ülke grupları ile karşılaştırıyor. 2002-2007 ayrımı, krizden sonra olduğu için öyle. 2008-2012 ayrımını ben yaptım, küresel kriz ile birlikte. 1990-2001 de o istikrarsız yıllar. Buradan çok fazla tabloyu okumadan iki tane noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. 2002-2007 döneminde Türkiye çok yüksek bir büyüme oranı ile büyüyor ama dünyada da o kadar yüksek büyüme oranları var, sadece Türkiye’ye özgü değil birinci nokta bu. İkinci nokta bu sürdürülebilir olmuyor, kalıcı olmuyor. Düşüyor ve o kadar düşüyor ki Türkiye’nin büyüme oranı hem çoğu ülkenin altında kalıyor ikinci saptama bu, hem de o çok istikrarsız dediğimiz 1990-2001 döneminin de altında kalıyor. Dolayısıyla neden? Yani neden bizim büyüme oranımız kalıcı olamıyor? Yüksek büyüme oranlarını Türkiye’de 1980’lerde de gördük, sadece 2002-2007 dönemine özgü değil. Neden kalıcı olmuyor? Bir de burada tabloda göstermiyorum, büyümenin en fazla oynak olduğu dönem de 2008-2012 dönemi; yani çok fazla negatif büyümeler var ve çok hızlı büyümeler de var. Ben iki tane önemli kırılganlık görüyorum. Türkiye aslında 2001 krizinden sonra çok önemli bir mesafe kat etti, bunu yadsımamak lazım. 40 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Bankacılık sektörü çok daha sağlam, kamu maliyesi çok daha sağlam, enflasyon düştü, faizler düştü. Ama iki tane önemli kırılganlık var ki, bizi yurt dışındaki gelişmelere son derece hassas hale getiriyor. Bunlardan birisi; tasarruf oranımız çok düşük. Bu tablo yine aynı dönemler itibarıyla dünyanın çeşitli ülkeleriyle ve yüksek orta gelir ülkelerle karşılaştırıyor Türkiye’yi. İlk bölümde yatırım milli gelir oranını görüyoruz. Buradaki saptama, yine rakamları fazla okumadan, Türkiye’nin yatırımlarının milli gelire oranı çok fazla değil, böyle ortalama bir düzeyde yani dünyada baktığınızda. Ama buna karşın tasarruf oranımız düşük, ikinci saptama. Üçüncü saptama da giderek düşüyor. Böyle olunca biliyoruz ki bu ikisinin farkı cari işlemler açığı. Yani iddialı olmayan bir tasarruf oranını sürdürebilmek için bile kendi tasarruflarımız yetmiyor, yurt dışındakilerin tasarruflarına ihtiyacımız var, yani borçlanmaya ihtiyacımız var. Bu, bizi kırılgan yapan ilk unsurdur. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Müsaade eder misiniz burada bir soru sorayım. Yani son zamanlarda bu tasarruf konusu gündeme geldiği zaman, hep bizim tasarruf oranımız yetmediği için yatırımlarımızı yapmak için yurt dışından borçlanıyoruz lafı var. Şimdi, yurt dışından gelen dövizin üstünde şu döviz yatırım için geliyor, şu döviz tasarruf için geliyor diye bir şey mi yazıyor? Yani acaba biz yine yatırımlarımızı eskisi gibi kendi kaynaklarımızla yapıyoruz da yurt dışından gelen paranın büyük bir bölümünü tüketimde mi harcıyoruz Sayın hocam? Prof. Dr. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Doğru, zaten tasarruf dediğimiz şey gelir eksi tüketim. Dolayısıyla ne kadar çok tüketiyorsak aynı gelir düzeyinde o kadar az yatırım yapıyoruz demektir. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Yani sokak efsanesini yok edelim. Yani, biz dışarıdan gelen dövizin tamamıyla yatırım mı yapıyoruz yoksa yatırımın büyük bir bölümünü yiyor muyuz? Prof. Dr. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Hayır, yani ne kadar efsane bilmiyorum ama muhasebe denklemi olarak yazdığınız zaman, herhangi bir varsayım yapmadan sonuçta cari işlemler açığı tasarruf eksi yatırımdır. Dolayısıyla tasarrufunuz ne kadar düşük, yatırımınız ne kadar fazlaysa o kadar cari işlemler açığı oluyor, tabii ki öbür taraftan da gelen dövizin üzerinde, yatırım için, tüketim için yazmıyor ama çok tüketime gidiyorsa yatırım o kadar az oluyor. İkinci kırılganlık kaynağımız ilkine bağlı olarak ortaya çıkıyor. 41 Oturum 3B Döviz cinsinden borçlarımızla, döviz cinsinden varlıklarımızı karşılaştırdığımız zaman borçlar çok fazla. Kamu bundan kurtuldu ama özellikle şirketler kesiminde bu böyledir. Negatif rakamlar durumun vahametini gösteriyor ve milli gelire oran olarak özellikle şirketler kesiminin döviz cinsinden borcu çok fazla. Bu neyi getiriyor? İlkinin sonucu olarak, tasarruf yetmediği için dışarıdan borçlanmak zorundayız. Bu bir yerde bir bağımlılık yaratıyor ve döviz kurundaki hareketlere karşı bizi çok hassaslaştırıyor. Dolayısıyla iki temel kırılganlık budur. Bu ne yapıyor? Yurt dışından yabancı sermaye girişine Türkiye’yi son derece hassaslaştırıyor. Yabancı sermaye bol miktarda geldiği zaman, hangi biçimde olursa olsun, biz şunu görüyoruz: Şirketlerin bilançoları düzeliyor dolayısıyla kredibiliteleri artıyor, teminatları artıyor, çok rahat borçlanabiliyorlar bankalardan. İkincisi, büyük şirketler dışarıdan doğrudan borçlanabiliyor. Üçüncüsü, bankalar doğrudan dışarıdan borçlanıp yurt içinde çok fazla kredi açabiliyor. Dolayısıyla çok fazla para girdiği dönemlerde ülkede çok fazla kredi genişlemesi görüyoruz. Aynı zamanda da Türk Lirasının değerlendiğini görüyoruz. Tersine dönemlerde, mesela küresel kriz zamanındaki gibi dönemlerde de kredi daralması görüyoruz. Çünkü vadesi gelen dış borçlarımız var, o kadar dış sermaye gelmediği için onları ödemek zorunda kalıyoruz, ödediğimiz için yeni kredi açılamıyor vs. şirketler kesimi küçülmek zorunda kalıyor. Döviz kuru çok fazla artıyor ama bu bize döviz kuru açısından çok ilginç bir dinamik yaratıyor. Normalde öğretilen nedir; Türk Lirası değer kaybettiği zaman ihracat artar, dolayısıyla büyüme artar, ithalat azalır dolayısıyla büyümeye olumlu etki yapar. Ama bizim gibi ülkelerde böyle olmuyor. Çünkü bizim gibi ülkelerde döviz cinsinden borç çok fazla olduğu için ve özellikle de bu şirketler kesiminde çok fazla olduğu için bilançolar bozuluyor, Türk Lirasının değer kaybetmesi daraltıcı olabiliyor. Yani ihracattan gelen olumlu etkiyi bertaraf edip, Türk Lirası değer kaybettikçe bizim şirketler nedeniyle ve bankalar nedeniyle ekonomi olacağından daha yavaş büyüyebiliyor. Ama bu istenilir bir şey değil bundan kurtulmak gerekiyor. Dolayısıyla bunun hem para politikası üzerine hem de maliye politikası üzerine etkileri var. Şimdi bunlar kısa vadeli sorunlar. Para politikası ve maliye politikasını son derece zorlaştırıyor. Bir de bizim kadim bir sorunumuz var. Daha uzun vadeli bir çözüm perspektifi gerektiriyor. O da şu: Türkiye’nin zengin ülkelerle durumunu 42 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi karşılaştırırsanız, kişi başına gelir düzeyine bakarsanız ve mesela ABD’ye oranlarsanız ya da AB’ne oranlarsanız, yıllardır aramızdaki fark kapanmıyor. Yani büyüyoruz ama onlar da büyüdüğü için, bu büyüme aradaki gelir farklılığını kapatmaya yardımcı olmuyor. Mesela, Kore bizden daha kötü bir durumdaymış. Hem zenginlerle arasındaki farkı kapatmış, hem de bizim çok üzerimize çıkmış. Biz 2002-2007 yılları arasındaki bir miktar hızlı büyüme nedeniyle bir miktar kapatır gibi olmuşuz ama çok az aslında yerimizde saymışız. Asıl temel sorun bu herhalde; zengin ülkelere bir türlü yakınsayamıyoruz. Bizim aslında temel sormamız gereken soru bu: Bu neden böyle? Bunu nasıl çözebiliriz? Yani kısa dönemli sorunlarımız var, iki önemli kırılganlık kaynağımız var mutlaka çözmemiz gerekiyor. ABD’de olan bitene ya da Avrupa’da olan bitene bizi son derece duyarlı hale getiriyor ama bunları çözsek bile bir de uzun dönemli sorunumuz var. Yapılan çalışmalar şunu gösteriyor: İki tür çalışma grubu var; birincisi orta gelir tuzağı başlığı altında, işte bizim gibi kişi başına gelir düzeyi orta gelir sınıflamasına girmiş ülkeler buradan çıkamayabiliyor. Çok azı bu gruptan çıkıp, zengin ülkeler sınıfına girebiliyor. Bunun başka anlatım biçimi de bizim 2002-2007 yılları arasında ya da 1980’li yılların bir kısmında gördüğümüz o beş yıl, altı yıl süren çok yüksek büyüme oranı periyodunun kalıcı olmaması. Neden kalıcı olmuyor? Yapılan çalışmalar birkaç noktaya dikkat çekiyor. Biri; tasarruf oranının düşük olmasıdır. Bu Türkiye’de çok düşüktür. Ama tasarruf oranı ve tabii ki buna bağlı olarak yatırım oranının düşük olması. Bunları yükseltseniz bile iki önemli faktör daha var bu çalışmalarda ortaya çıkan. Biri eğitim ile ilgilidir. Eğitim düzeyimiz, özellikle üniversite, lise ve üniversite eğitimi düzeyimiz de önemlidir. Türkiye bu açıdan bakıldığında, 15 yaş ve yukarısı vatandaşların okulda kalma süresi, Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya ile karşılaştırdığınızda, özellikle Kore ile karşılaştırdığınız zaman çok düşüktür. Özellikle üniversite eğitimi süresi çok kısadır. Bu bir handikaptır. Böyle bir handikabımız var. Bu sadece niceliği gösteriyor, niteliği de göstermiyor hani bir de eğitimin nitelik kısmı var. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) test sonuçları; o da olumsuz. İkincisi de yine buna bağlı olarak ihracatımız içinde ileri teknoloji ihracat payının çok düşmesi mesela; Kore ile karşılaştırdığınız zaman Türkiye çok farklı ya da Rusya ile karşılaştırdığınız zaman çok kötü. 43 Oturum 3B Bu ikisi ve tasarruf oranının düşük olması birleştiğinde, yapılan çalışmalar çerçevesinde, Türkiye’nin neden zengin ülkelere yakınsayamadığını da gösteriyor. Teşekkür ederim. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim teşekkür ederim. Madem bu konuya girdik, şimdi müsaade ederseniz sizin anlatımınıza dayalı olarak birkaç soru sorayım sırayla. Sayın Yıldırım, eskiden beri çok iyi şekilde Türkiye’de hem Türklerin birikimlerinin ne kadar arttığını hem de yabancı girişlerin ne olduğunu ayrı tablolarla anlatıyor, biz de oradan izliyoruz. Son zamanlarda Sayın Yıldırım’ın tablolarından gördüm, çok ilginç bir gösterge vardı. Mevduatın miktar olarak artışının, kredilerdeki artışın iki misli olduğunu gösteriyor. Nasıl oluyor, bankalarımız yurt dışından daha fazla döviz kredisi kullanıyorlar, o döviz kredisini Türkiye’de Türk Lirasına çeviriyorlar ve bunda böylece kredi büyümesi oluyor. Bütün bunun arkasında ne var? Bir ikili para kullanımı Türkiye’de var. Şimdi bu nasıl işliyor? Bu böyle gidecek mi diye Sayın Yıldırım herhalde bir şeyler söyler. Evet, Sayın Yıldırım. Abdurrahman Yıldırım, Habertürk Gazetesi- Türkiye’nin tasarruf oranının düşük olduğuna gerçekte inanmıyorum. Ama resmi rakamlara bu yansımıyor çünkü Türkiye’de kayıt dışılık yüksek, kayıt dışı tasarruf yüksek ve de bu tasarrufların verimsiz alanlarda kullanım oranı yüksektir. Yine bu tasarruflardan yurt dışına çıkan para miktarı da diğer ülkelere göre yüksektir. Yani yurt dışına çıkan parayı şöyle açıklayabilirim; Türkiye’de 500 büyük sanayi şirketinin öz sermayesi yaklaşık 100 milyar dolardır. Bankaların toplam öz varlığı 100 milyar dolar, hizmetler sektörüne de 100 milyar dolar koysak toplam 300 milyar dolarlık sermaye eder. Türklerin yurt dışındaki toplam varlığının 138 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu hem bu işi takip eden uluslararası kurumların tahmini hem ilgili kamu otoritelerinin kabul ettiği bir orandır. Baktığımız zaman Türkiye’deki sermayenin neredeyse yarısı kadar bir nakit varlık yurt dışına çıkmış, bu bir kayıp. İkincisi, yurt içine baktığımız zaman 5-6 bin ton altın stokundan bahsedilir. Bunun rakamsal değeri bugün 200 milyar doların üzerindedir. Yani o yurt dışına çıkan paraya 200 milyar doları ekleyin 350 milyar dolar eder. Yastık altı döviz ve diğer bazı likit varlıkları koyun. Üzerine bir de Türkiye’nin bence hak edilmemiş bir gayrimenkul fiyat yükselişi var. Ama bunu tabii ki balon oluştu anlamında söylemiyorum. Ekonomisiyle, üretimiyle, geliriyle, servetiyle orantılı değil, yüksektir. 44 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Para, servet, gelir; kayıt dışı kalmış finansal sisteme gitmemiş, verimsiz alanlara gitmiş, yurt dışına çıkmış ya da Türkiye’deki uygulamalardan da korkmuş olabilir. Yatırıma giden paraların ya da sermayenin ne ölçüde verimli kullanıldığına bakarsak, henüz yatırım aşamasında olan bir sürü tesis görebiliriz. Kurulmuş ama kapasitesini kullanmayan tesis görebiliriz. Düşük kapasiteli çalışanları görebiliriz. Tekstil, un sanayii, makarna sanayii gibi sektörlerde aşırı yoğunlaşma görebiliriz. Ticaret kesiminde pek çok örneğini görebiliriz. Türkiye’de her beş dükkândan bir tanesi kahvehane, lokanta, eczane yani istemediğiniz kadar. Bu sermayenin etkin kullanımını da engelliyor. Dolayısıyla bu alanlara yatırılan kaynaklar da boşa yatırılmış oluyor. Tasarrufun düşük kalmasının ya da finansal sisteme giren paranın büyüklüğünün düşük kalmasının bence nedenlerinden bir tanesi budur. Bir de 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi kararı üzerinden yaklaşık bir çeyrek asır geçti, ben de hakikaten izliyorum. Bunun Türkiye için çok yararlı sonuçlar doğurduğunu söyleyemem. Neden derseniz; sığ bir piyasa vardı, gelişmemiş bir ekonomi vardı, dolayısıyla tasarruf açığı vardı. Böyle bir ortamda sermaye hareketleri serbestleştirilince dışarıdan gelen para Türkiye’de hakikaten yüksek kazançlar elde etti ama asıl dışarıdaki kaynaklara Türkiye’yi bağımlı kıldı. Dışarıdaki kaynaklar, Türkiye’de elde edilen kaynaklardan daha ucuza geldi, daha düşük maliyetli geldi. Uygulanan kur politikalarının ve faiz politikalarının da sonucu olarak, bir de makroekonomik dengelerin ve risklerin de yüksek olması nedeniyle şöyle bir sonuç var; dışarıdan gelen paranın stok miktarı 1987’de sıfır, bugüne geldiğimizde 150 milyar dolarlık bir hacimden bahsediyoruz. Bunun milli gelire oranı da yüzde 20’dir. Yani bunu ekonomi içerisinde çevirirseniz hakikaten ciddi bir miktara ulaşırsınız. Yerli iş yapıcılar ya da parayı talep edenler, dışarıdan gelen parayı bu şekilde talep edince de yerli tasarruflara ilgi azaldı ve sonuçta şu oldu; yerli tasarruflar dışlandı aslında. Yani zamanında nasıl devlet yüksek borçlanıp özel sektörü kredi piyasalarından dışlıyordu, bu dışlamanın yerini şimdi dışarıdan gelen para aldı. Dışarıdan gelen para yerli parayı finansal piyasalarımızdan dışlamaya başladı. Bunun miktarı da dediğim gibi 150 milyar dolardır. Belki bunu çeşitli şeylerle biraz daha artırabiliriz. Böyle olunca tasarruf oranımız düşük gibi görünüyor. Yani yoksa ben tasarruf oranımızın o kadar düşük 45 Oturum 3B olduğunu, servetimizin düşük olduğunu düşünmüyorum, daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Ama gizli, saklı, saklanmış, verimsiz alanlarda kullanılmıştır. Devletin vatandaşına yaklaşımı, demokratikleşme, mülkiyet haklarının sağlamlaştırılması, yerli ile yabancının ayırımını esas almalı, yani yabancı sermaye kurumsal olarak geliyor, kendi haklarını koruyor, gerektiğinde devlet nezdinde devreye girebiliyor, ama yerli tek kişi ya da tek şirket kendi devleti karşısında savunmasız gibi. Dolayısıyla mülkiyet haklarının da sağlamlaştırılmasına ihtiyaç var. Vergi oranlarında da bazı düzenlemeler var ama hepsinden önemlisi, bu da bir yaklaşımla beraber her bir sorunun ele alınıp, belli bir perspektifle o sorunların ayıklanıp bir tasarruf seferberliğine girilmesi halinde, ben yerli tasarrufların artabileceğini ve finansal piyasalarda bunun net bir şekilde görülebileceğini ve Türkiye’nin de önemli ölçüde rahatlayabileceğini düşünüyorum. Dışarıdan yabancı sermaye bulduğumuz için de ben cari açığın gereksiz yere yüksek kaldığını düşünüyorum yani dışarıdan fazla para buluyoruz, rahat buluyoruz, daha uzun vadeli buluyoruz, bize faizi ya da maliyeti daha düşük geliyor çünkü Türk Lirasını daha değerli hale getiriyoruz. Yabancı para Türkiye’ye gelirken Türk Lirasının değerini artırıyor. Böylece hem spekülasyona dayalı hem böyle bazı gerçeklere dayalı bir sonuçla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu döngüyü bir yerde kırmamız lazım çünkü 25 yıl hakikaten yüksek bir oran Türkiye’de, yani Türklerin elde etmiş olduğu servet ve gelirler, düşük ve verimsiz alanlarda kullanılırken bunun yerine yabancı servetlerin kullanılması Türkiye’de elde edilen katma değerin dışarıya transferi anlamına geliyor. Konu bence bir bütüncül yaklaşım istiyor. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım. Şimdi son söyledikleriniz, özellikle tasarrufla ilgili, ilginç konular. Ümit ederim ki bunları yazarsınız biz de yazılı olarak daha iyi okuruz. Şimdi efendim, Sayın Özatay’ın açtığı pencereden devam ediyoruz. Biraz sonra ekonomi politikalarına medyanın katkısı üzerinde duracağız ama Sayın Özatay’ın açtığı pencereden bir sorum da Sayın Şeref Oğuz’a olacak. Çünkü Şeref Oğuz da eskiden beri Türkiye’de özellikle işletmelerin gelişmesini çok yakından izliyor. Şöyle bir hatırlatma yapmak istiyorum; 46 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Sayın Özatay, Kore ile Türkiye arasındaki farktan söz etti; yani Türkiye’de planlama tecrübesine başladığımız zaman, İspanya ve Portekiz’den daha ileriyiz. Hatta 2000’lere gelmeden önce de İtalya’ya yetişecektik. Böyle hayallerimiz vardı. Fakat bırakınız onları, bu Kore ile ilgili çok ilginç bir gelişme var. Anadol’u yapmaya başladığımız zaman aynı Anadol üretim modeli ile Hyundai, bizim modelimizden, bizim gittiğimiz tedarikçilerle temas ederek, o da bizden daha bir sene sonra otomobil yapmaya başladı. Ama o otomobil yapmaya başladığı zaman bizim İngiltere’deki tedarikçimizden, şu şartı koştu; üç yıl içinde yüzde yüz Kore malı otomobil yapacaksın. Yaptığı otomobiller tutmadı ama ısrar etti ve bugün Hyundai oldu. Gelelim Sony’ye. Sony bizim Arçelik’imizden sonra kuruldu yani tekrar ediyorum, o da Arçelik modeli ile kuruldu. Fakat bugün Sony işte dünyada en büyük kuruluşlardan birisi oldu. Şimdi Sayın Oğuz’a sormak istediğim şu; acaba Sayın Özatay’ın açtığı pencereden gidiyorum, çünkü Sayın Özatay da diyor ki, Türkiye’de eğitim görmüş insanlara ihtiyacımız var değil mi? Yani ihracata, teknolojiye ihtiyacımız var. Acaba son zamanlarda Türkiye’de küçüğe dönük yani KOBİ’lere yönelik mikro kredi, KOBİ kredisi gibi işletmelerimizin ekonomik büyüklüğünü belirli bir seviyenin altında tutacak desteklerle hiçbir şekilde dünya ölçeğinde, dünya piyasasına çıkabilecek ölçekte üretim yapacak firmalar ortaya koyamamanın bir sorunu mu bu? Çünkü Türkiye’de de okumuş bir takım çocuklar var, yurt dışında çalışıyorlar. Türkiye’ye niye gelmiyorsun? Türkiye’de beni istihdam edecek firma yok diyor. Hakikaten Türkiye’de İŞKUR’un rakamlarına bakıyorsunuz, Türkiye’de lise mezunu veya okuma yazması olmayan daha kolay iş bulabiliyor ama okumuşlarda iş bulma oranı daha da azalıyor. Acaba bu bizim firma yapımızdan veya yatırımlarda küçüğe yönelmemizin bir sonucu mu? Sayın Oğuz bu konuda herhalde bir şeyler söyleyecek. Dr. Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi- Şimdi ben biraz farklı bakıyorum. Geleneksel yöntemlerle beraber arkadaşlarımız konuşuyor, yukarıda da pek çok şey dinliyorum ama ben biraz daha farklı bakmak istiyorum. Bunun bir zihin yapısıyla ve zihniyet dönüşümüyle ilgili olduğunu düşünüyorum. KOBİ’ler de buna dâhil. Şimdi aslında Türkiye bu tür küresel başarıları siz örnek verdiniz. 1937’de uçağımız vardı, 13 tane imal ettik. Nuri Demirağ bu 2500 km demiryolu ağı döşeyen genç mühendis hatta soyadını Atatürk 47 Oturum 3B verdi. Demirağlarla ördük anayurdu bir baştan denen o adam. Bir uçağının pervanesi bende, 13 tane yaptı sattı sonra adamı doğmamışa çevirdik. Anadol var, Türk arabasıydı. Medya linçi yaptık, eşekler yiyordu. Kia’nın kaportasını da o dönemde eşekler yiyordu. Onu da doğmamışa çevirdik. Dikkat ediyorum o süreç içerisinde o kadar çok yenilikleri budayan bir yapımız oluştu. O yapının altına baktığımda genel olarak okuduğum şu; bizler farklı olandan korkma ve farklı olanı yok etme konusunda inanılmaz bir iştaha sahibiz. Bu pek çok alanda, neyi desteklerseniz onu geliştirirsiniz tezinden dolayı ayağımızı tökezletiyor. Bir örnek vermek istiyorum; bizden çok iyi çocuklar çıkıyor, sorun bunların kitlesinde. Kimyada bir kural vardır, zincirleme reaksiyonun başlayabilmesi için aktif madde miktarının kritik kütleye ulaşması lazım. Bizde aktif madde miktarları var ama kritik kütleye ulaşmamalarının iki tane sebebi var. Bir, kafalarını koparıyoruz. Devlette, özel sektörde fark etmiyor. İkincisi, bunların arasında iletişim yok. Yani iyiler ittifakı yok. Hal böyle olunca küçük küçük maytap atışları gibi parıltılar var, sürdürülebilir olmuyorlar. Geçen hafta bir arkadaşımın veda yemeğine katıldım. Ayşegül İldeniz 44 yaşında bir bayan. Intel’in on bölgeden sorumlu bölge başkanı, on yıldır burada çalışıyordu. Intel onu performansından dolayı merkeze çağırdı, enteresan bir pozisyon verdi ona; Yarından Sorumlu Başkan Yardımcısı. Giyilebilir teknolojilerin başında ve nesnelerin interneti diye beş yıl sonra para ödemeye başlayacağımız alanın başına getirdi bu kadını. Bu bir Türk. Ondan önce başka bir arkadaşımız gitti. Beyin göçü yüzünden geriye çevirmeye çalıştığımız arkadaşlarımız o dönem gittikleri coğrafyaları değiştirdiklerini biliyoruz. Buraya geldikleri zaman ise kafalarını koparan bir yapıya sahibiz. Şimdi insan zihni neye hazırsa onu kulak duyuyor, göz onu görüyor. İnsan zihni algıladığından ötesini isteyemiyor. Bu bir zihniyet değişimi olduğunu düşünüyoruz. İslami literatürde de şöyle diyoruz: Allah insana kabul etmeyeceği duayı ettirmez. Batıda da buna “Zihin neye hazırsa kulak onu hisseder” ve ben medyanın zihinleri değiştirme yönündeki gücünden dolayı çok büyük rollerimizin burada olduğunu, pek çok roller aldığımızı düşünüyorum. “Anadolu Kaplanları’’ diye sizin beraber çalıştığınız gazetede ekonomi yönetmeniydim. Aydın Bey’e çıktım. Aydın Bey dedim ben bütün 48 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi gündemi reddediyorum. Bir ay boyunca bütün sayfalarımda borsa tabloları hariç yeni bir kavramı işleyeceğim. Anadolu’daki bu uyanışı, kıpırdayışı kavramlaştırmak için. Reddettim, hiçbir gündeme yer vermedim. Ben dâhil bütün çocuklarım Anadolu’ya gitti geldiler ve ortaya bir Anadolu Kaplanları ve akabinde KOBİ geldi. Bunlar neydi küçük, dinamik, kaybedecek bir şeyi olmadığı için cesur, risk alabilen yapılar. Çok az parayla çok fazla istihdam yarattıkları için de bir bakıma sistemi rahatlatıyorlardı. 1990’lı yıllar bunların enerjisiyle birleşti. Bir KOBİ kavramı oluştu fakat 2010’lara geldiğimde, tuhaf bir şekilde bu KOBİ’lerin, aynı kalanlarının, Türkiye’nin o zaman kurtarıcısı olanların şu anda baş belaları olduğunu da görmeye başladım. Çünkü onların giderek OBİ’leşmesi yani orta büyüklüğe gelmesi, giderek daha iyi iş yapmaları, kurumsallaşmaları ve aynı şekilde sürdürülebilir değerler üzerinden iş yapmaları gerekiyor. Hala kurnazlık kültürünün burada en büyük faktör olduğunu düşünüyorum. Son iki yıldır konuşmalarımı genellikle medyanın da etkisi üzerinden giderek, biz Türkler neden inovasyon yapamıyoruz üzerine harcıyorum. Yani biz göçebeydik, geldik niye bunları beceremiyoruz? Yukarıdaki salondaki konuşmacılardan biri “Efendim biz Ar-Ge’yi, inovasyonu desteklemeliyiz” dedi. Daha ne yapalım? On senedir dünyanın parasını akıttık. Binde 3’ten, binde 8,5’a geldi. Yani nerdeyse yüzde 1 olacak. Yasaysa yasaları düzenledik, yine de işletmelerimiz Ar-Ge yapamıyor. Hiç kimse de çıkıp söylemiyor, ya bu nasıl oluyor diye. Biz şimdi şunu sorgulamaya başladık; acaba bunlara akıttığımız paraların geri dönüşlerine bakıp da bunları kısalım mı? Sabır da yok. Gördüğüm kadarıyla bunun ekonomi ile de alakası yok. Bir zihniyet yapısı ve bunun aslında bir kültür değişimi olduğunu düşünüyorum. O yapılardan sonra kendini cesaretlendiren KOBİ’ler örgütlendiler. Kredi pastasından daha fazla kar almak için daha talepkâr oldular ve bunların içerisinde nitelikli KOBİ dediğimiz yani biraz daha iyileri, şimdi en büyükler sahnesinde en zenginler, ilk 10, ilk 100 profilini değiştirmeye başladılar. Sorun buradaki süratin yavaş olmasında yatıyor. O anlamda baktığımızda medyanın rolüne; özellikle bizim gibi toplumlarda iki şeye tapan bir yapımız var. Bir, güce tapıyoruz bir de medya tarafından onaylanmış başarıya. Şimdi medya hangi başarıyı onaylarsa açıkçası bunu diğerlerinin önüne koyabiliyor. O anlamda çok büyük sorumluluklarımız 49 Oturum 3B olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede güne saplanmış, düne saplanmış yapılar içerisinde biraz da yarını konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Yani yarını kestirebilmenin en garantili yolu onu inşa etmekse, zihinlerde bunu inşa edecek olan biz medya olduğumuzdan dolayı sanki gelecek konularından ziyade düne bakıyoruz. Yani araba içindeki sürücü olarak düşünün kendinizi, dikiz aynasına bakarak yol almaya çalışan bir Türkiye medyası, kendimden yola çıkarak söylüyorum bunu. Hâlbuki dikiz aynası dünü temsil ediyor ve o kadar da önemi yok. Bir yandan hızlı gitmek istiyorsun ama ön cama bakmak, ön camda gelenleri görmek noktasında bir kaygı yok. Burnumuzun dibinde 2018 yılında yılda 120 milyar dolarlık petrol ihraç edecek Kuzey Irak var. Bunun üzerine bir kavga, bir oluşum var. Ancak olduktan sonra biz bunu yapacağız. ABD ile Avrupa arasındaki serbest ticaret anlaşması var ve Türkiye’ye getireceği, götürecekleri konusunu akademimiz tartışmıyor, biz medya tartışmıyoruz. Bu serbest ticaret anlaşması görüşmelerinde ABD’ye gidiyordum. Uçakta yanıma bir rapor almıştım. İsveç, olası bir transatlantik serbest ticaret anlaşmasına karşı ülkesinin nasıl etkileneceğini, hangi sektörlerinin güçlü olduğunu, hangilerinin var ama güçlendirilmesi gerektiğini, hangilerini ortadan kaldırması gerektiğini ve hangilerini yaratması gerektiği konusunda tuğla gibi bir kitap hazırlatmış ve buna on sene önce başlamışlar. Şimdi biz bunu Sayın Çağlayan’a sorduğumuz zaman biz de bu konuda çalışıyoruz, çalışmalıyız. Şimdi Gümrük Birliğini hatırlıyorum, siz de hatırlarsınız, 1996’da girdik. 80 bin sayfalık raporu iki sene sonra tercüme etmeye başladık. Bugün ayağımıza dolanan pek çok şey şimdi gelip gidiyor. O anlamda şunu demek istiyorum; medya olarak sorumluluklarımızın çok daha arttığı bir ortamda yarına daha fazla bakmak gerekiyor. Bir de sosyal medya diye belki de artık bizim bile içinde yazılı basın olarak arkaik kaldığımız başka bir dinamik geldi, bizi yakaladı. Biz eskiden birden çoğa hitap ederdik. Laflarımıza dikkat etmemiz gerektiğini düşünürdük. İyi yaptıklarımızla toplumu olumlu yönde, kötü yaptıklarımızla olumsuz yönde etkileyen bir yapımız vardı. Şimdi enteresan bir yapı var. Herkesin dünya çapında yayıncı olduğu fakat izleyicisinin, okurunun 15 kişiyle sınırlı olduğu tuhaf bir dünya var. Bu dünya içerisinde şimdi çoktan inanılmaz medya linçleri ya da sosyal medya yönlendirmeleri geliyor. Fakat bir sonraki aşamasında bunun dengesi bulunup, çoktan çoğa olan yapı içerisinde bunu yönetebilecek bir algı düzeyinde Türkiye’nin bulunduğu 50 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi fırsat penceresinde insan zihinlerindeki değişimi tetikleyecek şekilde oluşturulacak yeni bir medyayı düşünmek ve buna evrilmek zorundayız. Yoksa geçmişle övünen kimilerimiz patates gibi, biliyorsunuz patatesin iyi tarafı toprağın altında kalmıştır, kimi de bir muhali metheden alkışla yürüyeceğimizi zanneden bir yapı içerisinde sanıyorum patinaj yapacağız. Teşekkür ediyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederim. Şimdi efendim, yine Sayın Özatay’ın penceresinden gideceğiz ama biraz konuyu değiştirelim. Şimdi ekonomi politikalarına medyanın katkısına ve etkisine doğru biraz kayalım. Sayın Bozkurt’tan rica edeceğim. Yani Türkiye’de acaba medya ekonomi politikalarına katkı yapabiliyor mu? Etkiliyor mu? Yani o konuya ağırlık vererek isterseniz yine de Sayın Özatay’ın açtığı pencereye de değinerek yani konu ile ilgili görüşlerinizi söyler misiniz? Abdullah Bozkurt, Today’s Zaman- Memnuniyetle. Ben sahada çalışan bir gazeteciyim. Ankara temsilcisi olarak görev yapıyorum. Şunu bir kere çok rahat gözlemliyoruz; Türkiye sadece ekonomisiyle değil, siyaseti, kültürü ve diğer değerleri ile beraber dikkat çekmeye başladığında Ankara’da da çok ciddi bir trafik başladı son yıllarda özellikle. Ben Cuma günü Singapur’daydım. Singapur’da bizi Sayın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın muadili aynı zamanda IMF’in asıl politika belirleyen IFC yetkilisi Sayın Tarman karşıladı. Şimdi Türkiye ile alakalı çok ciddi hesapları, planları var. Singapur gibi ufak bir ülke ama GSYH’nın üç katı ticaret hacmine sahip inanılmaz bir ülke. AB ile imzaladıktan sonra Türkiye ile de serbest ticaret anlaşması imzalamak istiyorlar. Şimdi Singapur Başbakan Yardımcısı Tarman’ın söylediklerine baktığınızda az evvel bahsedilen veya değişik platformlarda konuşulan fırsatlar, çeşitlendirme, daha yeni pazarlar arama gibi ekonomik cazibe rakamları mutlaka göz önüne geliyor. Ama onun ötesinde söylediği bir şey var ki o bence dikkat çekmek lazım ona. Türkiye oluşturduğu kültürle bir kültürel değer, bir para birimi oluşturdu diyor. Bu bizim için son derece önemli. Bunu derken aslında şunu kastediyor; Malezya ve Endonezya gibi devasa aynı zamanda ekonomik olarak da gelişen, hızla gelişen ülkelerin yanında duran Singapur’da belki ekonomik varlığı devam ettirebilmenin ötesinde, o toplumdaki sosyal dokuyu hiç bozulmadan devam ettirebilme endişesi daha fazla. Dolayısıyla bütün zafiyetlerine rağmen hem ekonomisinde 51 Oturum 3B hem siyasetinde bugün demokratik reformları da konuşuyoruz, ekonomide ticari açıkları da konuşuyoruz, bütün bu zafiyetlerimize rağmen Türkiye’nin dışarıdan bakıldığında hakikaten önemli bir değer olarak görüldüğü ve herkesin burada “Acaba nasıl pay alabiliriz?” şeklinde ilgisini artırdığı bir döneme giriyoruz. Her gün Ankara’ya çok enteresan, tahmin edilemeyecek ülkelerden insanlar geliyorlar, lobi yapıyorlar. Ben bunu Mart ayında yaşamıştım. Dünya Ticaret Örgütü’nün Başkanı Pascal Lemy emekli oldu biliyorsunuz. Fransız. Emekli olduktan sonra yerine kimler geçecek konusunda tartışma başladı. Ortaya çıkan adaylar içinde gelişmiş ülkelerden adaylar var, gelişmekte olan Brezilya, Meksika, Güney Kore gibi ülkelerden adaylar var. Şimdi eskiden ne olurdu, bunlar sadece bizim Cenevre’deki daimi temsilciliklerin kapısını çalarlardı, orada bir dairede bir kulis olurdu Türkiye’nin etkisi ne kadarsa. Ama şimdi bu insanlar, Pascal Lemy emekli olmadan önce Türkiye’ye gelip Ankara’da lobi yapma ihtiyacı duyuyorlar. Yeni Zelanda’nın Bakanı da geliyor, Tim Groser da gelip lobi yapma ihtiyacı duyuyor veya Güney Kore’nin Ticaret Bakanı da, Meksika’nın Ticaret Bakanı da gelip Ankara’da lobi yapmak ve basına da bir giriş sağlamak istiyor. Sadece yetkililer ile görüşmek değil, bir bağlamda bize medya olarak yansıması da gelip sizinle röportaj yapabilir miyiz şeklinde oluyor. Düşüncelerimizi, Türkiye hakkındaki kanaatlerimizi direkt Türk okuyucularına aktarabilir miyiz şeklinde medyaya da yansımasını görüyoruz. Şimdi bu tabii ki önemli, bu değerleri mutlaka göz önünde bulundurmak lazım. İkincisi bizim sahada gördüğümüz şu; yeni büyükelçilikler açmaya başladıkça onlar da mütekabilen Türkiye’de açmaya başlıyor. Afrika’da ismini daha önce telaffuz etmekte zorlandığımız bazı ülkeler gelip açmışlar ve size baskı uygulamaya başlıyorlar yani bu karşılıklı bir iletişim haline geliyor. Röportaj yapmak istiyor, bir Bakanı gelmiş size acaba gidip bir röportaj yapar mısınız diyor, bir makaleyi yayınlamak istiyor. Yani geçmişte olan şeyler çok daha fazla şekilde ve farklı ülkelerden gelmeye başlıyor. Bu Türkiye’ye olan ilgiyi, aynı zamanda Türkiye’nin de bu ülkelere olan ilgisini gösteriyor. Bu bizim için aslında güzel bir şey çünkü bu sezon bu şekilde, sürekli devam etmeyecek. Bu sezonda ne kadar hasılat yapabilirseniz, ne kadar yani manevra alanınızı genişletebilirseniz o kadar sizin için önemli. 52 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Tabii ki burada ekonomiyi siyasetten çok ayırmak da mümkün olmuyor. Şimdi biz Gümrük Birliğini yıllardır tartışıyoruz, biliyorsunuz. Dünya Bankasının bir çalışması var, yakında çıkacak veya çıkmak üzere. Ne kadar her iki tarafada faydası veya zararı var şeklinde şikâyet edip duruyoruz. Bakanımız artık bunu iptal edelim, AB ile bir serbest ticaret anlaşması imzalayalım diyoruz çünkü anlaşmayı imzalarken kendi tarafımızdan yaptığımız bir hatayla tek taraflı demişiz ki; biz AB’den gelen bütün ürünleri kabul edeceğiz ama Güney Kıbrıs 700 bin nüfuslu bir yer, oradaki endişe ile orada bir rezerv koymuşuz. Şimdi onun acısını çekiyoruz. Fakat şimdi siyasi olarak sizin profiliniz yükseldikçe ekonomik olarak da cazibe noktasına geldiğinizde işler değişiyor. Örneğin, Meksika uzun yıllar sizinle serbest ticaret anlaşması imzalamayı reddetti. Ama Cumhurbaşkanları St. Petersburg’daki G20 zirvesi öncesinde, diğer konularda Türkiye ile çok yakın çalışmak istedikleri için, ekonomi ve siyasi ve diğer konular, kendileri açısından çok cazip şekilde Gümrük Birliğini kullanarak direkt Türkiye pazarına girmelerine rağmen, Türkiye’yle paralel olarak bir ticaret anlaşması imzalamak istediklerini ifade etti. Bunu ilk defa biliyorsunuz G20 ülkeleri içerisinde Güney Kore yaptı. Özellikle imalat sanayi sektöründe. Şimdi onun ikinci kısmını yapmaya çalışıyoruz. G20’ye baktığınızda belki kala kala sadece Güney Afrika kaldı ayak direyen. O da yarın mecbur kalacak çünkü ikili ilişkilerde sürekli bir sorun haline gelmeye başlıyor. Sürdürülebilir hale gelmiyor. Dolayısıyla bu yansımalarını da görmek lazım diye düşünüyorum. Sahada gördüğümüz bir üçüncü husus şu; bizim bir Yatırım Ajansımız var biliyorsunuz. Değişik ülkelere gidiyorlar ve büyük şirketleri Türkiye’ye çekip yatırım yapmak için lobi yapıyorlar. Bunlar Türkiye’ye geliyorlar, işte değişik sorunlarla karşılaşıyorlar. Diyelim bir şirket, özellikle maden alanında bir yatırım yapmış, izin süreçleri bürokraside tıkanmış. Şimdi bunlar bize yansıyor ve siz bunu irdelemeye başlıyorsunuz. Bürokrasiden irdeliyorsunuz, Kanada tarafından veya diğer ülkeler tarafından irdeliyorsunuz, hangi ülkenin şirketiyse. Yani bizim burada her iki taraf için de hem Türk hükümeti üzerinde bir baskı unsuru oluşturuyorsunuz hem de karşı taraftaki muhatap üzerinde bir baskı oluşturmuş oluyorsunuz. Böyle bir dönüşüm var. Dördüncüsü, çoğunlukla ticari alanda gördüğümüz ve bize gelen şikâyetler, acaba kamu ihalelerinde ne kadar şeffafız, rüşvet konuları Türk bürokrasisinde ne kadar problem? O konuda epeyce mesafe kat 53 Oturum 3B ettik. Ama ona rağmen hala atmamız gereken adımlar var. Fakat soru olarak muhataplar tarafından önümüze konanlar bunlar. Şeffaflık ve hesap verebilirlik bunlardan bazıları. Sayıştay raporlarının bir kısmı geldi, bir kısmı gelmedi, gelenler çok kapsamlı değil, geçen sene hiçbiri gelmemişti. Şimdi bunlar Türkiye açısından sürdürülebilir şeyler değil. Eğer Türkiye, gerçekten dünyanın ilk on ekonomisi içerisine girmek istiyorsa bu sorunları mutlaka halletmemiz gerekiyor. Bunlar medya kanalı ile bize sadece yurt içinden değil yurt dışından da bir şekilde iletilmiş oluyor. Sahada gördüğümüz bir sıkıntı şu; şimdi o kadar çok teknik detaylarla uğraşmak zorundasınız ki şimdi akademisyen olarak bunlar çok kolay konular gelebilir ama özellikle muhabirler seviyesinde kapasitede çok ciddi sıkıntı yaşıyoruz. Geçenlerde İslam Kalkınma Bankası Ankara’da bir ofis açtı biliyorsunuz. Burada bir röportaj talebi var. Gönderdiğiniz muhabir, o konuda geçmişi zayıf, iyi eğitim almamış veya kendini de daha sonra yetiştirmemişse genel geçer sorular soruyor ve ya o kişinin hiç sahasıyla alakası olmayan, alakasız, işte Mısır’daki darbe hakkında ne düşünüyorsunuz? Ondan sonra, Birleşik Arap Emirliklerindeki özel bir şirketin iptal ettiği veya ertelediği bir yatırımla alakalı ne düşünüyorsunuz? Şimdi bunlar karşı taraftaki muhatapta Türkiye’deki insan kapasitesinin algısı konusunda bir, sıkıntı oluşturuyor. Burada medya olarak bizim ciddi sorgulama yapmamız lazım çünkü medyada biz yıllardır muhabirlerin bir kısmının maaşını vermedik veya çok az maaş verdik, yetiştirmedik. Daha çok işte köşe yazarı, Ankara temsilcisi gibi idari pozisyonları öne çıkardık. Bu biraz hükümetlerle de alakalı oldu. Şu anki hükümette de belki aynı sıkıntılar yaşıyoruz. Çünkü muhatap olarak genel yayın yönetmenini, editörünü, Ankara temsilcisini muhatap alıyor. Dolayısıyla muhabirlik biraz düşük gözüküyor, aslında muhabirlik asıl olması gereken noktalarda olmadığı için en büyük sıkıntıyı orada yaşıyoruz. Biz yurt dışına çıktığımızda görüyorum; ben uzun yıllar Washington’da Dışişleri Bakanlığını takip ettim. Orada 30 yıldır Dışişleri Bakanlığını takip eden Reuters muhabiri var, 50-60 yaşlarında adam. Ama öyle sorular soruyorlar ki elinden bir sürü sözcü geçmiş, bir sürü Bakan geçmiş, konuya son derece hâkim. Dolayısıyla medya olarak bizim bu konuda biraz kendi eleştirimizi de yapıp hakikaten kabiliyetli, kapasiteli muhabirler yetiştirmemiz lazım çünkü haberleri besleyenler onlar. Bugün yurt dışından en çok gelen 54 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi eleştirilerden bir tanesi bu. Türkçe haberler tercüme ediliyor bir kısmı, onlara bakıldığında haberde detay yok. Yani 5N1K kuralı dediğimiz neden, niçin, nerede, nasıl yani bunlar yok; edebi cümleler kurmuş. Biz bazen İngilizce Today’s Zaman’da Türk basınında çıkan haberleri yayınlamak istediğimizde haber elimizde kalıyor, çünkü detay yok. Yani bir konferans olacak demiş bu konferansın nerede olacağı, hangi tarihte olacağı yok. Yani bu konularda hakikaten bizim medya olarak da kendimize dönük bazı sorgulamalar yapmamız lazım. Teşekkür ediyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz Sayın Bozkurt. Medya özeleştirisiyle bitirdiniz, çok güzel oldu. Şimdi efendim Sayın Erdal Sağlam da deneyimli ve uzun yıllar Ankara’da gazeteciliğin her kademesinde bulunmuş bir arkadaşımız. O bize en iyi şekilde ekonomi politikalarında acaba medyanın bir etkisi oluyor mu sorusunun cevabını verecek Yani gazetecilerin değil de, medya olarak, bir bütün olarak alıyorum. Yani medyada çıkan haberler veya gazetede belli sütun yazarları yani pek çok şimdi önde olan politika yazarları var, ekonomi yazarları var. Bunlar acaba ekonomi politikalarını etkiliyor mu? Yahut şöyle diyelim, eleştiri dışında bunlardan yararlanan var mı? Yani bunlar bir yarar sağlıyor mu, Ankara’da etkili oluyor mu? Ankara’da bunu okuyan var mı yoksa hani sadece Ankara’da ekonomi politikalarını yönlendirenler kendi isimleri geçen haberleri kestirip onlara mı bakıyorlar? Bu konuda en iyi bilgiyi siz vereceksiniz bize. Erdal Sağlam, Hürriyet Gazetesi- Her ikisi de var. Yalnız gazeteciliğin söz konusu olduğu bir yerde çok akıllı uslu gittiğini düşünüyorum ben bu oturumun. Açıkça söyleyelim size, yani siz soru soruyorsunuz, moderatörlerin kaderidir bu, herkes kendi söylemek istediğini söylüyor. Ben de yine aynısını yapacağım kusura bakmayın. Özellikle ekonomiye bakış açısından biraz muzurluk yapmak istiyorum kusura bakmazsanız. Gazetecilik böyle bir meslek; hiç akıllı uslu oturulacak bir meslek ya da akıllı uslu konuşulacak bir meslek değil. Aslında böyle bir şey ve şeytanın avukatlığını yapmak zorundayız. Biz bunu toplumsal refah için yapmak zorundayız, ekonomi gazetecileri de bunu yapmak zorunda. Kusura bakmayın, tüm toplum kusura bakmasın bunu son dönemde pek yapamıyoruz. Çok özür diliyoruz ama asıl bizim işlevimiz böyle bir şey. Bir kere bir yanlış anlaşılma olmasın. Yani gazeteciliğin niteliği değişmedi. Çok dönemsel bir şey ve ikinci bölümde belki onları, fırsat olursa, medyanın niye böyle olduğunu biraz da özeleştiri de vererek yapabiliriz. 55 Oturum 3B Ekonomi basınında 30 yılını doldurmuş biri olarak, arkadaşlar da öyle çok uzun zamandır buradayız, ben Ankara’dayım, farkım orada ve bürokrasiyle, kamu yönetimiyle filan daha içli dışlıyım. Biz gazeteci kökenli olarak rakamlardan da öte biraz daha farklı konuşmamız gerekir diye düşünüyorum. Bir, hiç konuşulmayan bir anlayış sorunumuz var, hamaset sorunumuz var. Bakın yine dün toplantılarda Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Bakanlarımız hepsi dünyanın üretim merkezi, küresel üretim, küresel ekonomi Asya’ya kayıyor diye bir şey söylüyorlar. Bunun içini doldurmuyoruz yani bir şey söylendiği zaman içini kurcalamıyoruz en büyük derdimiz o. Asya’ya kayıyor üretimin büyük kısmı ama sermaye hareketlerine bakıyor musunuz? Asya’da üretim yapanlar, üretime sahip olanlar aslında kimler? Bilgi toplumu bizi nereye götürüyor? Yani bu hamaset bizim işimize gelen bir hamaset. Niye? Çünkü diplomatik olarak doğuya yaklaşma, doğuyla birlikte olma politikamıza bir kılıf olarak uyduruyoruz ve böyle gidiyoruz. Bunu sadece şimdi yapmıyoruz, çok yapıyoruz bunu. Hamaset, içini kurcalamadan, soru sormadan. Soru sormayan bir toplumuz ve yöneticilerimiz de böyle, hepimiz de böyleyiz. Bir gerçeklik sorunumuz doğuyor. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Analizlere de böyle yansıyor, yetişmiş insan gücü açısından da böyledir. İleriye dönük olarak doğru yöntemleri saptamadığımızı düşünüyorum. Hep Güney Kore örneği veriliyor, Güney Kore örneği çok ciddi bir örnek. Ben bir başka yönünü söyleyeyim size; 1980’de, yakın zamanda, onlar da askeri darbe yaptı buraya geldi, biz de askeri darbe yaptık buraya geldik. Güney Kore’nin askerleri popülizmden uzak, gerçekten hazır böyle bir şey bulmuşken, toplumu gerçekten ileriye taşıyacak bir politika belirlediler, bizim askerlerimiz yine popülizm yaptı. Biz burada kaldık. Kültür yapısı çok önemli; yani sorgulamamak ve Türkiye’nin bu açıdan çok ciddi sorunlarından biri; batıdan uzaklaşma sorunu. Rasyonel bilgi, ne olursa olsun, üretim Asya’ya ne kadar kayarsa kaysın, üretim araçlarının sahipleri batı ve oradaki bilgi toplumu. Konuştuğumuz şeyler bir kere gerçekçi olmalıdır. Bizim batıdan uzaklaşmak gibi bir lüksümüz olamaz. Eğer ilerlemek istiyorsak da batıdan uzaklaşamayız. Bunu bir kere herkesin kafasına yazması lazım. Kültür yapısı; tabularımız var, çok büyük tabularımız var, din de dahil çok büyük tabularımız var. 56 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Bir ekonomi politikası belirlenirken ya da ekonomiyi tahlil ederken dini referans verilmesini son 4-5 yıldır görüyorum. Ekonomiyi tahlil ederken ve buna ilişkin analiz yaparken bizim bilimsel referanslara ihtiyacımız var. Dini kitaplardan referanslara ihtiyacımız yok bizim. Bunu halka benimsetmek için son dönemdeki en büyük anlayış budur. Halka benimsetmek için onu yapalım, bunu yapalım. Bence doğru değil, gerçekçi olalım eğitim seviyesi çok düşük. Bu toplumun yöneticilerinin asıl görevi daha ileriye, gerekirse halka rağmen ama halkla çatışmadan bu işi götürmek. Liderlik yapmak budur, liderlik yapmak halkın gerici yönlerini ya da geride kalan yönlerini tatmin etmek değildir. Daha ileriye gitmektir ve liderlik aslında budur. Hamasetle liderlik, o topluma uygun liderlik Türkiye toplumuna sonunda zarar verecek bir şeydir. Dün Cumhurbaşkanı Gül’ün çok güzel bir lafı var; yani aslında Başbakan da güzel laflar etti, Cumhurbaşkanı da güzel laflar etti. Yani herkesin imza atacağı sözler ama uygulamaya geçtiği zaman başka bir şey. Sayın Cumhurbaşkanının çok güzel bir lafı var “Suyun akışına karşı durursan önümüzdeki nesillere biz bunun borcunu ödeyemeyiz.” Suyun akışını iyi saptamamız lazım. Suyun akışı bilimsel akıştır bu hiç değişmedi, bundan sonra da böyle olacak. Ekonomide de analiz yaparken hamaseti artık bir kenara bırakmamız gerekiyor. Benim değinmek istediğim başka şey; kurumsallaşma sorunudur. Türkiye’nin ekonomisinde de çok büyük bir sorun. İşte bu hamasetle de ilgili bir sorun. Kurumsallaşmada çok eksiğiz. Kurumsallaşmayı bir türlü beceremedik. Yani şu kadar söyleyeyim; Türkiye’de rüşvetin daha az konuşulmasından ya da rüşvetin azalmasından bahsetti Abdullah, o konuda epey yol aldık dedi. Epey yol almadık; yani konuşmaz olduk. Yani bu sorunları konuşmamamız bu sorunları yok ettiğimizi göstermiyor. Yani yolsuzlukların hiç yazılmadığı bir dönem yaşıyoruz. Muhalefet partisi başkanı, “Yolsuzluklar artık toplumda tepki vermiyor bunun bir karşılığı yok o yüzden yolsuzlukları da artık çok fazla kurcalamıyoruz” diyor. Bu halkın parasıdır. Temel şeyleri kaçırmayalım. Halkın çalışarak verdiği verginin nereye harcandığı konusu bu, bütün bunların unutulduğu bir dönemden geçiyoruz. Buna göre yine kurumsallaşmada eksikliklerimiz, bununla birlikte bürokraside de çok büyük eksiklerimiz var. Ankara’da gazeteci olarak 30 yıldır yer alan birisi olarak gerçekten bürokrasinin, insan gücü kalitesinin 57 Oturum 3B düştüğünü görüyorum. Burada çok bürokrat vardır ama kusura bakmasınlar ben böyle görüyorum. Özel sektörle ilişki kurarken kendine güvenmeyen, acaba şimdi kim ne diyecek kaygısını taşıyan, yani açık açık konuşmayan bürokrasi var. Merkez Bankasında, piyasada insanlar piyasanın nabzını tutmadan nasıl karar alabilir? Maalesef alıyor biliyor musunuz? Çünkü bire bir ilişki kurup gerçekten bir şey yaptığı zaman oradaki ilişkinin kötüye kullanılmasından korkuyorlar. Bürokrasinin kendine güveni kayboldu. Uzmanlık konusunda güven kayboldu. En büyük şey liyakat idi ancak liyakat konusunda çok büyük boşluklar var. Yani gerçekten daire başkanlığından müsteşar olan birinin bürokrasiyi yönetebilmesi mümkün değildir, oluyor. Katılımcılık çok azaldı. Çok büyük bir gizlilik içerisinde yürüyor bürokraside işler. Üç kişi biliyor en fazla. Eskiden biliyorum; Hazine’de, BDDK’da ya da başka yerlerde müsteşar, bir rapor hazırlatır ve o raporu hazırlayan genel müdürle birlikte uzman gelsin bana bunu anlatsın derdi; uzman için aynı zamanda bir eğitim süreciydi bu. Şimdi müsteşar bir konuyu ancak tek bir kişi ile konuşuyor. Bütün dert ne, şeffaflıktan uzak, kol kırılır yen içinde kalır. Kol kırılır yen içinde kalır diye bir şey yok. Kol kırılır yen içinde kalırsa kangren olur gider. Bu çağda her şeyin açık biçimde tartışılması lazım. Bu yüzden bir sürü şey eksik çıkıyor, bir sürü şey hazırlıksız çıkıyor, bir kanun bir yıl içerisinde dört kere değiştirilebiliyor. Çünkü süreci yok. Yani yasalaşma sürecinde bile sıkıntı var. Mevzuat sürecinde sıkıntı var çünkü bu interaktif bir paylaşımla, katılımcılıkla çıkmıyor. Bunlar eskiden de olan sorunlardı. Bu konular mükemmel değildi ama özellikle son 11 yıldır özellikle de 2007 yılından sonra çok büyük ölçüde bürokrasi kalitesinde, dolayısıyla kamu yönetiminde sorun olduğunu gözlüyorum ve bunu da söylemek zorunda hissediyorum kendimi. Başka bir sorun daha var; sermaye sorunu. Dün Sayın Başbakan sermayenin rengine bakmayacağız artık bakılmamalı filan dedi. Valla otuz yıldır her gelen iktidar kendi sermayesini yaratıyor. Ben bu işi anlamadım. Diyorsunuz ya, işte Arçelik ile kıyaslama yapıyorsunuz. Orada devletin gerçekten sermayeyle rasyonel bir ilişkisi var. Karşılıklı çıkar ilişkisi var. Ama, biz boyuna kendi sermayemizi üretiyoruz. O geliyor kendi sermayesini, öteki geliyor kendi sermayesini yaratıyor; o yüzden de ölçek sorunumuz var. Bizim bu ölçeklerle bir yere varmamız mümkün değil. Bu sermaye-devlet ilişkisiyle, sağlıklı olmayan ilişkiyle, siyasi çıkara dayalı 58 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi ilişkiyle bir yere varmamız mümkün değil. Benim özetle bu aşamada söylemek istediklerim bunlar. Bir şey daha ekleyeyim kusura bakmayınız. Yine Ar-Ge ile ilgili Şeref’in dediği bir şey vardı. Gerçekten Ar-Ge’ye, eğitime bu son dönemde çok fazla para ayrılıyor. Bu bir gerçek, rakamlar da gözüküyor. Ama kime veriliyor, ne sonuç alınıyor? Oradaki insan parayı vermek için orada. O paranın etkisinin ne olduğunu, sonucunun ne olduğunu hiçbir zaman takip etmiyor. Örneğin, TÜBİTAK çok büyük paralar veriyor. Yani Ankara’da TÜBİTAK’ın verdiği paraların nereye gittiği ile ilgili, nasıl verildiği ile ilgili o kadar büyük şayialar var. Yani bu parayı veriyoruz, evet veriyoruz. Ama nereye veriyoruz, boşa mı veriyoruz, nereye veriyoruz belli değil. Bunun da çok ciddi ölçülmesi lazım. Bütün bunlar da medya ile ilgili. Kamuoyu adına denetim görevi olan medya ile ilgili ve bizim en büyük sorunlarımızdan biri bence; ikinci turda bunu söylemeye çalışalım. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim, teşekkür ederiz. Sayın Sağlam, bizim tartışma konularımızın başında da zaten temel sorunlar fırsatlar ve tehditler vardı. Sayın Sağlam o tehditler konusunu çok güzel belirttiniz. Şimdi Sayın Sağlam’dan zamanının sonunda bir de medyanın ekonomi politikalarıyla ilgisi konusuna da değinmesini isteyeceğim. Şimdi efendim vaktimizi sınırlamak durumundayız ama bir tur daha yapacağız. Birinci bölümde daha çok ekonomiyi kurtardık, Türkiye’nin sorunları üzerinde durduk. Ama biraz da medyanın üzerinde duralım. Çünkü bu panel konusunun biri de medyanın rolünü güçlendirecek adımlar yani değil mi? Bize gündem konusu olarak verilmiş medyanın rolünü güçlendirecek adımlar. Şimdi Türkiye’de acaba medyanın rolünü güçlendirecek adımlar nasıl atılabilir? Şimdi gerçekçi olalım medyanın önünde son zamanlarda belli engeller var. Nedir bu engeller? En büyüğü medyanın güç odaklarıyla ilişkilerde dengesinin korunması. Nedir güç odakları? İşte bir tarafta iktidar var bir güç odağı, sermaye var güç odağı, sonra değişik menfaat grupları yahut ilgi grupları var, din grupları var. Yahut sosyal-siyasi gruplar var. Sonra daha başka bir şeyler var. Medyanın haber kaynakları ile olan ilişkilerdeki dengeyi koruması nedeniyle önünde engeller var. Sonra bir başka husus daha geliyor bu da en önemli şey; medyanın bağlı olduğu sermaye grubunun değişik ilişkileri nedeniyle dikkat edilmesi gereken dengeler. Bütün bu dengeler içinde acaba önümüzdeki dönemde medya nasıl gelişebilir? Medya Türk ekonomisinde olan biteni halka nasıl 59 Oturum 3B ulaştırabilir? Halkın nabzını nasıl tutabilir? Ya da dolaylı olarak ekonomi politikalarının daha iyi olmasında, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesinde nasıl etkili olabilir? Eğer lütfederseniz kısa kısa bu konulara değinelim çünkü bir de soru alacağız. Buyurunuz efendim, buradan başlayalım sırayla gidelim o zaman. Fatih Özatay, Radikal Gazetesi- Bürokrasiyi nasıl etkiliyor diye ilk turda sorduğunuz bir soru vardı; bürokraside de çalışmış birisi olarak kısaca ona cevap vereyim. Ben 1996 ya da 1997 yılında Radikal Gazetesinde ilk başlangıçta yazmaya başladım. 2001 krizinden sonra Merkez Bankası Başkan Yardımcısı oldum. Kendimi şöyle hissettim; şimdi Siyasal Bilgiler Fakültesindeydim Cebeci’de. Öbürü de Ulus’ta yani Ankara’yı biliyorsanız bir dolmuşla gidecek mesafede. Siyasaldayken işte bir yerlere çağırıyorlardı böyle oturumlara falan, televizyonlara çıkarırlardı. Gazetelerde yazıyorduk, bir şey biliyor muamelesi yapıyorlardı. Sonra işte üç kilometre ilerideki bir yere gittim. 2001 krizi geçmiş, bürokratların kredibilitesi korkunç, yerlerde sürünüyor. İşte bir açık oturuma çağırdılar, bir şeyler söylüyorum kimse dinlemiyor böyle garip garip sorular soruyorlar falan. İşte bir kötü etkileniyorsunuz dolayısıyla. Yani medya çok etkili oluyor. İki, özellikle para politikası konusunda kararlarınızı iyi anlatmanız çok önemli yani siz istediğiniz kadar iyi karar alın, karar aldığınızı düşünün. Nasıl algılandığı çok önemli. Burada medyanın büyük rolü var. Üç, biz şöyle yapıyorduk, mesela bir grup kafamız karışmasın diye okumuyorduk. Öyle kafamızda bir fikir var. Bir grup çok aykırı şeyler yazıyor ama çok kaliteli. O tür görüşlere çok ihtiyacımız var çok etkiliyor sizi. Ya demek ki böylede düşünülebiliyor. Benden farklı düşünüyor ama böyle de düşünülebiliyor. Demek ki benim bakış açımda bir sorun var, benim tartışıyor olmam gerekiyor. Bu tür etkileri oluyor. Ama özellikle para politikası açısından kendinizi mutlaka anlatmaya çalışıyorsunuz. Diğer tarafa geleyim, ben mesela şeye çok takılıyorum; hem yazar hem de bir okuyucu olarak ekonomi sayfalarındaki hurafelere çok takılıyorum. Çok fazla hurafe var. Davranışsal iktisattan biliyoruz ki, mesela Nobel ödülü alan psikologlar var, ekonomi ödülü alan. Çok hoş katkıları var. Bir şey çok tekrarlanıyorsa, içi boş olsa da insanlar ona inanıyor. Hiçbir şey yapamıyorsunuz onu değiştirebilmek için, bunu bürokraside de yaşıyorsunuz, köşe yazarı olarak da yaşıyorsunuz. Mesela Türkiye’nin 16’ncı büyük ekonomi olmasının ya 60 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi da 10’uncu büyük ekonomi olması meselesi ne anlatıyor. Türkiye şimdi 1980’lere falan bakın orada da 16’ncı-17’nci büyük ekonomi olduğu var. O bir tarafa yani ilk defa olmuyor. İki, Çin kaçıncı büyük ekonomi Allah aşkına? İsviçre’nin çok önünde değil mi? Yani şimdi ortalama bir Çinliye soralım Çin’de mi yaşamak istiyor, İsviçre’de mi? Şimdi mesela ben bunu okumuyorum gazetelerde. 2-3 tane örnek size. Ben bunu bazen derslerde yazıyorum kusura bakmayın çok basit. A ülkesi B ülkesi, A ülkesinin ekonomik büyüklüğü bin dolar, bin kişi yaşıyor. B ülkesinin ekonomik büyüklüğü yüz dolar, on kişi yaşıyor. Şimdi A ülkesinin ekonomisi B ülkesine göre çok büyük, on katı. Birinin kişi başına gelir düzeyi bir dolar, öbürünün on dolar, yani hangisi daha iyi; dolayısıyla kişi başına gelir düzeyi önemli. Ama kişi başına gelir düzeyi de her şeyi ölçmüyor. Yani iktisatçılar kişi başına gelir düzeyine bakıyor çünkü çocuk ölüm oranlarıyla ilişkisi var, ortalama yaşam beklentisiyle falan ilişkileri var bir de şunu düşünün; yani bistro düşünün. Orada orta gelirliler oturmuş sohbet ediyorlar falan. Bir ortalama gelir düzeyi var oradaki insanların. Sonra içeri Bill Gates geliyor mesela birden ortalama kişi başına gelir düzeyi artıyor. Demek ki gelir dağılımı da önemli. Yani biz daha 16’ncı büyük ekonomi, 17’nci büyük ekonomi meselesine kapılmış giderken kişi başına gelir düzeyini atlıyoruz ondan sonra atladığımız gibi aile gelir dağılımını da atlıyoruz. Bunların üzerine gidebiliyor olmamız lazım medyada. İkinci bir hurafe “Nasıl da hızlı büyüdük.” Yani gösterdim rakamları işte; Planlama Teşkilatının rakamları, yani sonuçta herkes biliyor bu rakamları. Hızlı büyüdüğümüz dönem 2000 ile 2007 yıllarına tekabül ediyor. Bir, iki kere daha önce de böyle hızlı büyümüşüz, üç hızlı büyüme de kalıcı olmamış. Şimdi bunun siyasi falan bir tarafı yok. Eğer bunu saptayamıyorsanız o zaman neden biz hızlı büyümeyi kalıcı kılamıyoruz sorusunu da soramıyorsunuz. Soramazsanız, şimdi soramıyorsanız çözüm bulamazsınız. Gözünüzü kapatmış oluyorsunuz. Daha böyle başka hurafeler de verebilirim. Benim çok yanık olduğum konular ama lafı uzatmayayım. Sanıyorum medyanın burada önemli görevi var diye düşünüyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki, teşekkür ediyoruz efendim. Sayın Oğuz. Dr. Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi- 25 yıl önce rahmetli Özal’ın döneminde de çok güçlüydük. Ama 300 yıl öncesinden bir fıkra anlatmak 61 Oturum 3B istiyorum. Bakanın biri, halk tarafından çok seviliyor ama bu medyanın haz etmediği adam çünkü medyaya fazla prim vermiyor. Ne yapıyor ne ediyorsa yaranamıyor. Köprüler, yollar, refah düzeyi son derece yüksek. Şu medyayı bir çağırayım bunlara bir keramet göstereyim de artık düşsünler yakamdan diyor. Nehrin kenarında basın toplantısı düzenliyor. Gazeteciler nehrin bir tarafında, o bu tarafta. Yürüyerek karşıya geçiyor basın toplantısını öyle yapıyor, batmadan. Ertesi gün bütün gazeteler bakan yüzme bilmiyor şeklinde çıktı. Şimdi böylesine de güçlü bir etkiden bugün geldiğimiz noktada enteresan bir erozyonu da tabii ki beraberinde yaşıyoruz, tıpkı 1930’lardaki ABD basınında olduğu gibi. Hızlı dönüşüm zamanlarında medyanın böyle enteresan bir durumu var. Çeyrek asır önce genel yayın müdürlerimiz falan üyesiydi. Sonra ticari Sivil Toplum Kurumu (STK) üyesi genel yayın müdürleri oldu. Biz gazete derdik, ürün falan demeye başladık gazeteye. Sonra okur diye birileri vardı, biz onları müşteri diye söz eder olduk. Etik sıkıntılarda beraberinde geldi bu çerçevede, bu yakınlaşmada. Basın kartı ile kredi kartı da karışmaya başladı. Şimdi bu kirlilik hikâyesinin bir yerde aşağı vurup ondan sonra yukarı çıktığını gördük. En azından geçmişte basın tarihinde öyle şeyler gördük. Biz bu anlamda en önemli erozyonu yaşadığımız bu dalgadan yukarıya doğru çıkışta bir işaret görüyorum. Diğer meslektaşlarım nasıl bilmiyorum ama 29-30 yıldır medya, ekonomi basınında yönetici falan olduğum için, şimdi çok daha iyi arkadaşlarımız var. Çok daha iyi uzmanlarımız var. Daha nitelikli haberler yazıyoruz. Daha nitelikli analizler yapabiliyoruz fakat önce okuru geri kazanmak için, kaybettiğimiz toplam güveni almadan da fazla kendimizi duyuramıyoruz. Medyanın etkisi üzerinde özellikle ekonomi basını için söyleyeceğim; sadece iktisadi anlamda kendi baktığım pencereden konuşmayı daha uygun buluyorum. O kadar haksızlık da etmeyelim kendimize, mesleğe başladığım zaman soğan haberlerinin ekonomi haberi olduğunu düşünen bir yapımız vardı, siz de hatırlarsınız. İlk borsayı kurduğumuz zaman 1986 yılında, Ziraat Bankasının Cağaloğlunda ikinci katında 24 tane hisse senedi vardı telefonla alırdık fiyatlarını, önceki, sonraki artış. İşte bütün yaptığımız bilimsel analiz de bu kadardı. Bugün öyle değil, bugün inanılmaz analizler yapılıyor. Özellikle de televizyonda arkadaşlarımız, uzmanlarımız var. Fakat toplamda bir güven 62 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi kaybı olduğundan dolayı doğru ile yanlış aynı anda gidiyor ancak beklenti yönetiminin son derece önemli olduğunu, dünyadaki bütün ekonomilerde beklentinin son derece önemli olduğunu, sadece Amerikan Merkez Bankası (FED)’in beklentileri yöneterek dünyayı ne hale çevirdiğini biliyorum ve bu ortamda biz medyanın sorumlulukları daha da artmış oldu. Sosyal medya ile birlikte bir sürü yayın çoğaldı ama hala editöre, referanslı bilgiye ve uzmanlığa ihtiyaç var. Beklenti de o kadar önemli ki, sevgilinize üç vaat edin dört verin, sizden iyisi yoktur. Yine aynı sevgiliye on vaat edin sekiz verin dördün iki katıdır, sizden kötüsü yoktur. Medya bunu manipüle etme konusunda inanılmaz bir güç olma noktasına geldi. Özellikle tabletlerle, cep telefonlarıyla artık ulaşılacak bir noktada. Biz sanki buna paralel olarak kendi insan kaynaklarımızı ve uzmanlıklarımızı daha da genişletmek durumundayız; çünkü yıkıcı etkimizin daha da arttığı düşüncesindeyim. Teşekkür ederim. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz efendim. Sayın Sağlam. Şimdi medya konusuna biraz daha fazla ilgi. Erdal Sağlam, Hürriyet Gazetesi- Ekonomi konuşurken belki eksik kalan bir şey, temkinli olunması gerekir yani biz son on yılda kriz yaşamadık. 2008 krizinden sonraki dönem de, önceki dönem de bizim gibi ülkelere yarayan bir süreçti, böyle gidiyor. Ama bu böyle mi gidecek, bir hazırlığımız var mı? Sanmıyorum. Yani önümüzdeki on yılda bir kriz olmayacağının garantisini kimse veremez. Nereden gelecek, konuttan mı gelecek, reel sektörden mi gelecek bütün bunların tartışılıyor olması lazım. Bu sistem içerisinde krizlere hazırlıklı olarak Türkiye’nin, fırsatsa eğer onu kullanması lazım. Ekonomide kriz olur mu bilmiyoruz ama medya kriz içerisinde. Yani bunu çok açık tespit etmemiz gerekiyor, bu yeni başlayan Mourdock gibi bir kriz de değil. Sadece bize özgü bir kriz de değil. Dışarıda da başlayan, biliyorsunuz sıkça gündeme gelen şirketlerin medyaya hâkim olması sorununu yaşıyoruz. Benim hayatımda en iyi gazetecilik, en tatmin olarak gazetecilik yaptığım dönem; patronumun sadece bir tavuk çiftliği olduğu dönemdi. Biz o dönem sadece yumurta fiyatlarına “Aman dikkat edelim” derdik. Sadece yumurta fiyatlarına dikkat edelim derdik ama gazetecilik de böyle bir şeydir. Sanırsınız boş kalsak her gün yumurta yazacakmışız gibi, yumurtayı da çok yakından takip edip onun altında ne hinlik var ona da bakardık. 63 Oturum 3B Keşke öyle medya patronlarıyla çalışıyor olsaydık hala. O mutlu günler artık yok. Dünya’da da yok bizde de yok. Sermaye ile medya ilişkisi çok karmaşık bir ilişki içerisinde sürüyor. Bütün dünyada bu sorunu çözmek için, iç içe geçmişliği çözmek için bir sürü yollar denendi. Ama sermaye her seferinde galip oldu. Fransa’da denendi, editöryal bağımsızlık sistemi getirildi. Editöryal bağımsızlığın, seçimle yazı işleri çalışanları tarafından seçilmesi benimsendi bir süre. Daha sonra “Chinese Wall” denilen idare ile, reklamla haber merkezi arasına duvarlar çekildi. Bu da olmadı, en son sanıyorum The Guardian ya da bir başka örnek, reklam servisi yazı işlerine sormadan bir sektör eki çıkardı ve orada da bitti bu iş. Yani sermaye sonunda buldu ve o işi de götürdü. Sermaye krizi devam ediyor, bütün dünyada devam ediyor. Bunun dışında bir başka kriz yaşıyoruz; dijital kriz yaşıyoruz, teknoloji krizi yaşıyoruz gazetecilik olarak. Sosyal medya gazeteciliğin yerine geçer mi geçmez mi? Haber olur mu olmaz mı? Bütün bunları yaşıyoruz. Çok sancılı bir süreç, bütün dünyada sancılı bir süreç. Biliyorsunuz 100 yıllık dergiler, gazeteler kapatılıyor, sadece dijitale geçiyor. Önümüzdeki dönem böyle bir şeye geçeceğiz. Bizde ilave olarak bir sorun daha var; son dönemde yaşadığımız “İçerik krizi”. Biz rahatça haber yapamıyoruz yani çok açık söyleyeyim. Özellikle son 4-5 yıldır doğru dürüst haber yapamıyoruz. Yani hücrelere kadar inen, anlatamayacağım oto sansüre kadar giden bir genel iklim var. Biz rahat haber yazamıyoruz. Biz rahat soru soramıyoruz. Daha başından soruyu soramıyoruz. Yani politikacılara, başta en büyükleri olmak üzere onlara soru soramıyoruz. Soru soranların sadece soru sorduğu için işten atıldıkları oluyor. Bütün bunlar yazılmıyor, söylenmiyor ama bütün bunlar yaşanıyor ve çok büyük bir erozyon gerçekten. Basının biraz önce de söyledim bir sürü tanımı var, medyanın tanımı var. Benim en sevdiğim tanımlardan biri; kamuoyu adına denetim yapmaktır. Yani halk adına denetim yapmaktır. Maalesef biz bu işlevi yerine getiremiyoruz. Sermaye yapısının değişiklikleri, gerçekten sadece siyasi otoriteye bağlı gazetelerin çok artması, bunlarda reklam ilişkilerinin gerçekten çok çarpıtılması yani bildiğiniz gibi değil. Ama en çok zarar gören medya patronları bile bunları söyleyemiyor. Çünkü bütün patronlar üzerinde olduğu gibi, medya patronları üzerinde de vergi dâhil bütün kamunun bütün gücü, bütün otoritesi çok ciddi biçimde hissediliyor ve kendileri de artık itiraf ediyorlar. Böyle denetim, böyle bir sindirme politikası olmaz. Maalesef oluyor, olmaya da devam ediyor. Bu çok önemli gerçekten. Toplumun bunun önemini çok iyi bilmesi lazım. 64 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Sağlıklı bir medyanın kendisi için gerekli olan demokrasi, şimdiye kadar uydurulmuş en iyi sistem. Demokrasi içerisinde son dönemde en çok demokrasiyi gerçekçi kılmak için katılımcılığı konuşuyoruz, bütün bunların hepsini konuşuyoruz, ortak azınlık haklarından bahsediyoruz, demokrasiden bahsediyoruz. Bütün bunlar medya olmadan, sağlıklı bir medya olmadan olamayacak konular. Dün büyüklerimizin de söylediği gibi, gerçek anlamda demokrasi olmadan ekonomide de gelişme olmaz. Ama gerçek anlamda medyadan şu anda söz etmemiz çok mümkün değil. Bir yabancının bir sözünü aktaracağım. Yabancı bir gazeteci “Sıradan insanların, muhaliflerin sesinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak medya ölmek üzere ve muhabirler de yok olup gidiyor.” demektedir. Dolayısıyla değişim için bir hareket kurmak üzere aktivistlerin seslerini duyurmaları şimdi çok daha zor. Önümüzdeki yıllarda demokrasi için son mücadele direniş, sivil itaatsizlik ve protesto demek olduğundan o kötü gazeteleri bile çok arayabiliriz. Şirketlerin baskısı yanında son dönemde siyasi baskılar sonucu herkes kendine ideolojik mecralar ve bu internet ortamında ideolojik köşeler bulmaya başladı. Gerçeğin, yani yalanların gerçek olarak lanse edildiği bir dönemi de çok açıkçası yaşıyoruz. Bütün bunlar olurken gençlerin, yoksulların sesini veriyor muyduk yeterince? Vermiyorduk. Ama şimdi sistemden zarar görenlerin sesini çıkartamadığı zaman bunları duyuramadıkları zaman ondan sonra gezi protestoları niye oldu diye kimse şaşırmasın. Burada medyanın bastırılmasını ve bunun sokak hareketlerine dönüşmesini de, insanların bir şekilde kendilerini anlatmaları için bu çok doğaldır, bütün bu sonuçları bununla birlikte değerlendirmek lazım. Gerçekten sağlıklı bir medyanın toplum için gereğini herkesin çok daha iyi anlaması gerektiğini düşünüyorum. Sağ olun. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim, bir kere Sayın Sağlam’a teşekkür ediyorum. Çok açık şekilde medyanın bugünkü sorunlarını özetledi. Sayın Sağlam’ın belirttiği gibi müsaade ederseniz ben de araya iki kelime sıkıştırayım. Türkiye’de şu günlerde medya, iktidar ile sermaye grupları arasında sıkışmış durumdadır. Yani bir tarafta iktidar var, bir tarafta sermaye grupları var. Sermaye gruplarına niye sıkışmış? Çünkü hem sermayeden yani iş çevrelerinden reklam almak zorunda hem de bugünkü medya kuruluşları belli sermaye gruplarının yönetimindedir. Şimdi bu sıkışma içinde ne oluyor? Sayın Sağlam yoksullardan söz etti, sokaktaki insandan söz etti ama dikkat edersek son zamanlarda medyada hiç Anadolu haberi çıkmıyor. Çünkü Anadolu önemini kaybetti. 65 Oturum 3B Burada bir kredi vereyim. Benim de yazdığım, Sayın Özatay’ın da şimdi yazmaya başladığı Dünya Gazetesinden başka Anadolu’da olan biteni izleyen bir yayın organı kalmadı şimdi. Tüketici konuları; eskiden tüketici sayfaları vardı. Şimdi tüketici konusuyla ilgilenemiyorsunuz çünkü tüketici menfaatini koruduğunuz zaman sermaye grupları, reklam grupları ile çelişki içerisine girebiliyorsunuz. Çiftçi hiç yok, işçi hiç yok. Şimdi bu çok ilginçtir. Yani son zamanlarda medya unuttuğu zaman çiftçi ve işçi de unutuluyor. Yani dikkat buyurulursa içimde kalmış bir şeyi tekrarlamadan geçemeyeceğim. Birinci İktisat Kongresinden hep söz ediyoruz, Birinci İktisat Kongresi şöyle iyiydi, Birinci İktisat Kongresi böyle iyiydi. Birinci İktisat Kongresine katılanlar sadece Anadolu’dan her ilden seçilen beşer kişilik işçi, çiftçi ve tüccar temsilcileriydi. Şimdi bakınız bizim bu kongremizde işçi, çiftçi ve tüccar konularında gereken katılım, gereken şekilde sağlanamamış gibi görünüyor. Ben bundan da rahatsızım onu da bir belirttikten sonra şimdi Sayın Yıldırım’a devrediyorum. Bakalım Sayın Yıldırım neler söyleyecek. Sonra yine de bitirmeden birkaç soru alacağız. Abdurrahman Yıldırım, Habertürk Gazetesi- Erdal Sağlam’ın bıraktığı yerden devam edeyim. Medyanın krizi yok bence, benim tanımlamama göre medyanın sorunu var. Kriz çok akut bir şey, çok yoğun bir şey, yaşanır ve sürekli kalamaz. Ya yıkar bitirir ya da yeni bir hal alır. Dolayısıyla keşke medyanın yaşadığı kriz olsa, bir an önce kurtulurduk. Dolayısıyla sorun yaşıyoruz. Bu uzun vadeli sorun. Sorunun temelinde sermaye yapısı var ama asıl ülkenin yönetim biçimi var. Yani nasıl bir demokrasiyle yönetildiğimiz var. Asıl kuvvetler ayrılığı sorunu var. Kuvvetler ayrılığı artık yok. Türkiye’de yani yasama yürütmenin birlikteliğine alışmıştık tamam ama bana göre yargı bağımsızlığı da yok. Medyanın ayrı bir güç olarak gücünü koruması da buna bağlı olarak yok. Dolayısıyla dört kuvvet tek bir kuvvete indirgenmiş durumda, yürütmenin başında. Böyle olunca medyanın özgürlüğü yok. Ondan sonra bu medya kalkıp sadece özel sektöre karşı gazetecilik yaparsa haksızlık olur. Yani sadece özel sektörün üzerine gitsin, şirketlerin üzerine gitsin, şirketlerin yolsuzluklarını ortaya çıkarsın; burada bir adaletsizlik olur. Niye? Çünkü asıl hükümetin ekonomik politikaları ve uygulamalarına yönelik bağımsız, gerçekten olması gereken gazeteciliği yapamıyorsan o zaman özel sektöre 66 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi karşı da yapmaman bence normaldir. Dolayısıyla gazetecilik ve içerik sorunu yaşıyoruz. İçerikte gerçek sorun var. Sorunlu olmaya da herhalde devam edecek. Burada bir şey daha var, bir de Türkiye’de muhalefet zayıf. Muhalefet gündemden düşmüş durumda. Ekonomik sorunları kavrayıcı ve gündemi yakalayıcı yeni bir malzeme sunamıyor ve güçten düşmüş durumda. Demokrasi kısaca çok eksik işliyor. Yani yargımız bağımsız değil, yasamamız değildi zaten, muhalefetimiz güçlü değil ve bağlı olarak medyamız da bağımsız değil, medyamız da bağlı. Bence sorun buradan kaynaklanıyor. Onun dışında yani tabii ki teknolojik sorunlarımız var. Dijitalleşmeye geçeceğiz bu bir sorun değil. Kâğıttan değil ama dijital medyadan okuyacaksınız. İçerik sorunumuz var bizim. Dolayısıyla toplumun şu anda yaşamış olduğu demokratikleşme düzeyi ne kadarsa, medyanın durumu da o kadar olacaktır. Sorun da bu zaten; bu kadar haber verebiliyor, kısıtlı haber verebiliyor. Ekonomide de, ekonomi medyasında da aynı şey söz konusudur. Ekonomi medyasının yapacağı temel husus, elbette ki ekonominin taraflarına bir medya ya da platform oluşturmak. Ama aynı zamanda ekonominin mevcut fotoğrafını çekip geleceğe yönelik tartışma yaratmak, tahmin yapmak, tahmin üretmek. Nereye gidiyoruz? Nereye doğru gitmemiz gerekir? Ama orada da biraz ileri giderseniz yani ya benim gibi karavanacı olabilirsiniz ya da işte faiz lobisi olabilirsiniz. Orada da sınırlamalar var. Dolayısıyla yani şu durumda medya hakikaten kendi görevini istediği, yapabildiği ölçüde yapamıyor. Bu durumda Türkiye’nin yönetim ve siyasi konjonktürüyle çok yakından ilgilidir. Bunun dışında bu ekonomi medyası kendisini geliştirmede haber kaynakları olarak piyasalara ve ekonomik çevrelere dayandığı için kendisini geliştirmiş olabilir. Ama medyanın geri kalan kısmı yani siyasi çevre ya da diğer güvenlik falan gibi alanlarda çok ciddi anlamda geri kalmış durumda. O taraf da ana kütleyi oluşturuyor ve ekonomi medyasının daha ileri gitmesini engelliyor. Bunu okur olarak ya da dinleyici, seyirci olarak siz belki görmeyebilirsiniz, ama medyanın da hantallaşmış bir insan yapısı var, çünkü sektörün giriş çıkışı düzenli değildir. Meslek tanımı yoktur. Olması gerekir. Yani bir gazetecinin belli eğitimi ya da belli bir lisansı alıp bununla gazetecilik yapması gerekir. Ama psikolojisi bozuk birisi de bu sektöre girebilir. Belki ilkokuldan mezun birisi de girebilir, 67 Oturum 3B başka birisi de girebilir. Tamamen giriş çıkışın serbest olduğu bir sistem. Dolayısıyla sorun çok. Belki yasayla düzenlemek gerekir ama yani yasayla da düzenlediğiniz zaman nasıl düzenleyeceksiniz? O da ayrı bir şey. Dolayısıyla ne kadar toplum ve toplum bilinci, eğitim, kentleşme, demokratikleşme, o kadar medya gibi bir şey çıkıyor. Ciddi bir sorun var. Finansal gazetecilik ve ekonomi gazeteciliğinde Türkiye’de bir tasarruf etme alışkanlığı yok demeyeceğim, var, ama kayıt dışıdır. Kayıt içerisinde finansal piyasalarda değerlendirilen tasarruflar düşük. Onun için vatandaşların enformasyon alma ihtiyacı az. Sermayenin yaygınlaşması, tabana ulaşması son derece düşüktür. Vatandaşın ekonomik haberciliğe ilgisi azdır. Gelişmiş bir sermaye piyasası olsa ilgi son derece yoğun olur. Ondan sonra insanların finansal varlığı olsa finansal sistem içerisinde son derece yoğun olur. Dolayısıyla kayıt dışı bir sistem finansal sistem ve gelişmemiş sermaye piyasası da bence bu ekonomi gazeteciliğini de hakikatten frenleyen, ilgiyi azaltan, pastanın büyümesini engelleyen bir yapısal sorun olarak karşımızda duruyor. Dinlediğiniz için teşekkür ederim. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım. Sayın Bozkurt ile konuşmalarımızı tamamlıyoruz. Sayın Bozkurttan sonra üç beş soru alacağız. Buyurun Sayın Bozkurt. Today’s Zaman, Abdullah Bozkurt- Şimdi bu bahsedilen problemlerin çoğu geçmişte de vardı hatta daha kötü bir şekilde yaşadık hep beraber, bunu unutmamak lazım. Bütün bu problemlere rağmen aslında orta sınıf geliştikçe Türkiye’de toplumdan gelen talep artıyor. Dolayısıyla hükümet ne kadar baskı kurmaya çalışsa da veya şirketler lansman yapıyoruz diye ekonomi muhabirlerini toparlayıp beş yıldızlı otellerde yurt dışına götürseler de bu çok sürdürülebilir bir şey değil bunu görmek lazım. Üçüncüsü bu problemlerin çoğu aslında sadece Türkiye’ye has problemler değil. Yani bugün Beyaz Sarayda uçağa bindiğinizde çok serbest olduğunuzu zannetmeyin yani yaşadığımız için orada da kimin hangi soruyu soracağı, nasıl soracağı bellidir. Ama benim de New York’tayken üyesi olduğum uluslararası kuruluşun Gazetecileri Koruma Komitesi, bir rapor yayınladığında ve bu raporda Türkiye, Çin’den ve İran’dan medya özgürlüğü konusunda çok daha kötü dediğinde orada bir durmak gerekir. Yani ben hem Çin’e hem de İran’a gitmiş bir gazeteci olarak bunun doğru olmadığını biliyorum, kendilerine de söyledim. Yani biz Çin’e gittiğimizde kuzey bölgesinde çok büyük yerel 68 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi bir gazeteye uğradık. Her şeyi yazabiliyor musunuz diye sorduğumuzda evet bugün işte şehrin merkezinde bir yangın vardı onu yazabildik demişti. Yani oradaki özgürlük anlayışıyla Türkiye’deki özgürlük anlayışı arasında çok büyük fark var. Yani bu karşılaştırmayı ve izafi durumu göz önüne almak lazım. Tabii ki burada liste hazırladığınızda içerisine siz polisi öldürmekten veya başka terörden içeriye girmiş veya hüküm giymiş insanları da koyduğunuzda az evvel Erdal ağabeyin bahsettiği ve diğer arkadaşlarımızın bahsettiği problemleri gündeme getirmekte zorlanıyoruz. Yani gerçek sorunları gündeme getirmekte zorlanıyorsun. Çünkü siz bir liste hazırlamışsınız. İçerisinde gerçekten yazdığından dolayı hapse giren veya hüküm giyen insan var, tutuklu olan var, ama diğer taraftan da polisi öldürmekten veya bir soygun teşebbüsünden dolayı içeriye girmiş insan da var. Dolayısıyla bu tür raporlar ve listeler bize fayda vermekten ziyade zarar veriyor. Çünkü asıl işlememiz gereken problemleri işleyemiyoruz ve hükümet hemen bu zaafı görüyor ve siyasi istismar konusu yapıyor. Bir husus biz medya grupları olarak bir araya gelmekte o kadar zorlanıyoruz ki yani tiraj denetimi konusunda bile biliyorsunuz bir araya gelmeye çalıştık, bağımsız kurul kuralım dedik, onu da beceremedik. Yani şimdi bu kadar parçalı bir yapı olunca hem hükümetin hem büyük şirketlerin istismarına çok daha açık hale geliyorsunuz. Çünkü bir tarafta kendini hükümete yakın olarak konumlandırmış bir medya grubu görüyorsunuz diğer tarafta bir şirkete daha yakın, ona göre haberler üreten bir grup görüyorsunuz. Yani orada çok fazla medya grubu göremiyorsunuz çünkü profesyonel olarak bir araya gelip daha güçlü bir şekilde duruş ortaya koymakta zorlanıyoruz gibi geliyor bana. Neticede bütün bunları aslında kapasiteye ben indirgiyorum. Çünkü medyadaki insan kapasitesiyle de alakalı yapılan haberlere baktığınızda, yani ne bu hükümetin baskısıyla alakalı, ne şirketle alakalı, muhabirin yazdığı haber elinize dökülüyor. Yani detay yok haberde. Şimdi bunu ekonomi muhabiri olarak almışsınız veya Tarım Bakanlığına, Enerji Bakanlığına tahsis etmişsiniz. Şimdi burada da kendimizi sorgulamamız lazım; ne kadarı bizden kaynaklanıyor, ne kadarı hükümetten kaynaklanıyor. Bunları bir kere ortaya koymak lazım ve son olarak şunu söyleyeyim; hükümet istediği kadar baskı kurmaya çalışsın. Bu ilk hükümet değil, bundan sonraki hükümetler de olacak, bunu batıdaki 69 Oturum 3B hükümetler de yapıyor; onu da unutmayalım. Sarkozy’nin telefonu kaldırıp Le Figaro’nun genel yayın yönetimine niye bunu yazdığınız, niye şunu yazmıyorsunuz dediğini biliyoruz. Meslektaşlarımız bunu bize anlatıyorlar. Bu her zaman olacak. Buna karşı sizin ne kadar sağlam duracağınız ve ne kadar güçlü, profesyonel örgütler oluşturacağınız önemlidir. Son olarak şunu söyleyeyim; bunlar ne kadar olursa olsun eğer basın görevini yapmazsa Twitter, Facebook gibi sosyal medyayla o boşluk mutlaka doluyor. Bunu siz daha geleneksel medyayla, filtrelenmiş bir medyayla mı yapmak istersiniz çünkü bir sürü denetim sistemleri var. Muhabir yazdıktan sonra editörü görüyor, ondan sonra genel yayın yönetmeni görüyor yani filtreden geçtikten sonra haberin doğruluğu kontrol edildikten sonra giriyor. Sosyal medyada hemen bir tweetle, Facebookla doğru olmayan bir haberi, fotoğrafı paylaşabiliyorsunuz. Dolayısıyla hükümetler açısından da bence çok ciddi bir risk alanı açılmış oluyor. Uygulanan baskı aslında geri tepmiş oluyor. Teşekkür ediyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Çok teşekkür ederim. Efendim bütün konuşmacılarımıza teşekkür ediyorum çünkü bizden önceki konuşmanın gecikmesi ve bizim toplantıya geç başlamamıza rağmen arkadaşlarımız zamanında toplantıyı tamamladılar ama müsaade ederseniz şimdi üç tane soru alayım. Sorusuz geçmemiş olalım. Buyurunuz efendim. Birinci soruyu sizden alalım, sonra ikinci soruyu sizden alalım, başka, üçüncü soruyu da hanımefendilerden alalım. Buyurunuz. Vehbi Dinçerler, Eski Devlet Bakanı- Çok güzel itiraflar duyduk, çok da memnun olduk. İyi kötü bu işlerin içinde bulunan birisi olarak Şeref Bey size bir sorum var kısaca. Medyanın yıkıcılığından söz ettiniz doğrudur yaşadıkda ben de şahsen yaşadım. Bu medyanın yapıcı tarafı var mı? Ne kadar güçlü? Size sorum bu. Erdal Bey de medyayı halk adına denetim yapan bir kurum olarak gösterdi. Keşke öyle olsa, inşallah öyle olur. Ama bir taraftan da biz şeytanın rolünü oynuyoruz dedi. Yani Erdal Bey, halk adına denetim yapan medya şeytan adına mı yapıyor denetimi? Teşekkür ederim. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki teşekkür ederiz efendim. Buyurun Erdal Bey. 70 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl, Yıldırım Beyazıt ÜniversitesiMerhaba ben Sayın Sağlam’a birkaç yorum yapmak istiyorum, sonra da soru sormak istiyorum. Açıkçası Sayın Sağlam’a katılmadığımı açık bir şekilde ifade etmek istiyorum. Sayın Sağlam’ın bu platformda görüşlerine bakıldığında açıkçası çok hayal mahsulü fikirleri olduğunu görüyorum. Şu anda Sayın Sağlam, tehdit olarak gördüğü bu hükümetin davetlisi olarak burada konuşma yapmakta ve açık bir şekilde de tüm görüşlerini ifade etti. Yine Sayın Sağlam, medya diyor, medya çeşidi diyor. Sayın Sağlam’ın içinde bulunduğu gazete sayısının, televizyon sayısının çok olmasıyla mı medya çeşitli oluyor? Bence şu anda önemli ölçüde bir medya çeşitliliği var. Herkes fikirlerini, düşüncelerini açık bir şekilde ifade etmektedir. Bir de Sayın Sağlam’ın son on yılda ekonomik büyümede, borçlanmada, enflasyonda, Türkiye algısında, ülkenin kredi notunda meydana gelen bu gelişmelerden neden bahsetmiyor ve iyi şeyler söylemiyor. Neden her şey kötü? Bunu sormak istiyorum. Bir de hep kriz bekliyor, yani kriz olmuyor sonuçta. Yani bir kriz olması mı gerekiyor? Hep kriz mi bekleyeceksiniz? Teşekkür ediyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki efendim. Buyurunuz hanımefendi siz söz istemiştiniz; Banu Arslanyılmaz, Amasya Üniversitesi- Öncelikle çok teşekkür ederim. Amasya Üniversitesinden akademisyenim. Benim sorum tabii ki cevaplı bir soru olacak. Çünkü basın yayın kökenliyim ve gazeteciyim. Gazetecilik düsturundan geliyorum. Şöyle ki, az önceki soru soran arkadaşımıza da belki bir nevi cevap niteliğinde olacak. Bizim zamanımızda hep şu tartışılırdı, yine her zaman gündemde olan şeyler bunlar yani sadece bu hükümet döneminde olan bir şey değil. Her zaman tartışılanlar arasında şu vardır; gazetecilerin bağımsızlığı problemi. Ben bugüne gelindiğinde de bu alanda herhangi bir ilerleme olduğunu hiç düşünmüyorum. Yani o zaman sermaye kökenli bir bağımsızlık problemi vardı şimdi iktidar kökenli bir bağımsızlık problemi olduğu çok açık. Yani bunu nasıl tartışamayız? Ülkede siyasi bir olay olduğunda yedi gazete birden aynı başlığı manşetine taşıyabiliyorsa ve harf, hece değiştirmeden tek bir cümleyi ya da tek bir manşeti yedi gazete birden atabiliyorsa bu ülkede çok ciddi bir basın özgürlüğü sıkıntısı var demektir. Bu ülkede çok ciddi bir özgürlük ve hak ve özgürlüklerin ifadesi sıkıntısı var demektir. Yani bu benim için, bunun dışında bir söylem gerçekten hayal aleminde olmakla eşdeğer. Biz çünkü biliyoruz ki geçmişte üretim araçlarını 71 Oturum 3B ellerinde tutanlar gücü ve iktidarı ellerinde tutuyorlardı. Ama günümüzde bilgi kaynaklarını ellerinde tutanlar güç ve iktidarı elinde tutuyorlar. Doğal olarak tabii ki böyle sürüyor bu. Yani bu bugünün sorunu değil, yıllardır böyle. Abdurrahman Bey’in dediği gibi bu bir kriz olmasın, bu bir sorun olsun. Peki, bu sorun nasıl çözülecek? Benim sorum da bu olsun o zaman. Teşekkür ederim. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Peki, teşekkür ederiz. Bir dakika hanımefendi şimdi bir pozitif ayrımcılık yapacağız. Bir hanımefendi daha var. Buyurunuz hanımefendi son söz. Katılımcı- Hocam teşekkür ederim. 15 sene önce daha özel okullar açılmamışken iletişim fakültesinde zaten hocamdınız. Gazetecilik okuyordum. Abdurrahman Bey’in söylediği aynı zamanda eski Habertürk çalışanıyım. Şükürler olsun ki bugün bir gazeteci değilim. Özel sektör çalışanıyım. Abdullah Bey, zaman içinde çok görüştük, ekonomi üzerine muhabirlik başvurusu yapmıştım yıllar önce ama beni almadılar. Cemaatcemiyet terimi var oradan olmadığım geri bildirimi geldi dolayısıyla alınmadım. Belki içi boş gazetecilik ve sizin elinizde dökülen kâğıtların sebebi budur. Bence insan kaynakları ile konuşmanızda bir fayda olabilir diye düşünüyorum. Benim sorum şu; ben bugün sizler adınıza çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm. Çünkü hem dijital medya hem yenilikçi gazetecilikten bahsediyorsunuz. The Huffington Post gibi yayınların nasıl tuttuğunu, oradaki editörlerin bugün sizlerin yazdığı gazetelerde yazan ve yorum yapan arkadaşların birçoğundan daha iyi yorum yapabildiğini kıyaslayabiliyorsanız, Türkiye’de gazeteciliğin geldiği yeri görmek zaten çok mümkün. Bir günah çıkarma gibi görüyorum, hiç kimse hiçbir şeyden mutlu değil. Bugün gazetecilikte herkesin şikâyet ettiği bir konu var gibi; bu siyasi baskı olabilir, bu sektörel baskı olabilir. Abdullah Bey’e bir sorum var samimiyetimle. Bu kadar insan kaynakları kalitesi sıkıntısı var iken, bu kadar sevdiğimiz veya sevmediğimiz konular varken acaba bana iki tane sebep sayabilir misiniz bugün yazdığınız gazetede ekonomi bölümünü okumam için? Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz efendim. Efendim buyurun Sayın Yıldırım siz mi cevap vereceksiniz? Abdurrahman Yıldırım, Habertürk Gazetesi- Yani ekonomide demeyeyim yani medyanın içerik sorunu var, bu hemen çözülemez. O sorunu yaratan nedenler çözülür ve düzelirse bu da düzelir. Ne kadar 72 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi toplum ne kadar demokrasi o kadar medya. Medya daha ileri gidemez. Aşağı çekilir toplum tarafından. Toplumun talebi var ama o talep medyada değil asıl siyasette bir karşılığını bulursa, ülkenin yönetim yapısında karşılığını bulursa tamam bu gerçekleşir. Yargı bağımsız olmazsa iktidar karşısında ne yapacaksınız? Yani yargı bağımsız olmalı. Güçlü bir muhalefet olmalı. Yani medya tek başına hem muhalefet görevi hem yargı görevi yapamaz, yaptırtmazlar. Dolayısıyla güç şu anda tek, o tek güce karşı medya da kendisini uyarlamış durumda. Bunu da toplum istiyor böyle. Seçim sonuçlarına bakarız, ondan sonra belki ayrışma olur, belki olmaz. Toplumun yaptığı bir tercih bu. O tercihe uygun ortaya bir şey koyuyor medya, kendisini buna uyarlıyor. Maalesef tek tek belki kişilerin talebine cevap vermiyor bu medya yapısı ama genel yapı bu. Yani kolay çözümü yok. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Evet Sayın Oğuz siz cevap vereceksiniz. Sayın Sağlam da cevap verecek. Buyurun. Dr. Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi- Kısa soru, kısa cevap. Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” Ama iyi şeyler de yapıyoruz. Şimdi bakın sizin döneminizle ilgili söyleyeyim; KDV’nin bütün topluma yaygınlaştırılmasına ve hepimizi vergi mükellefi yapmasına medyanın getirdiği olumlu havanın büyük bir katkısı var. Sigara yasağının gençler üzerinde sigara içmeyen bir nesil yaratmada büyük bir öncülüğü oldu. Son örneğimi de yaşadığım için biliyorum, Van depremi 7,2 şiddetinde oldu ama yardım şiddeti 9,2 oldu. Bu da tamamen medyanın eğer bir toplumsal faydayı kendine dert ettiği zaman ne kadar etkili olabileceği noktasında birkaç tane güzel örnek vermek istedim. Teşekkür ederim. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederim. Sayın Sağlam. Erdal Sağlam, Hürriyet Gazetesi- Ben de şeytanın avukatlığı derken Van depreminden gireyim o zaman. Van depreminde ertesi gün yapılan bütün yayınlara baktığınız zaman doğru dürüst, daha önceki depremlerde olmadığı kadar tek tip yayın gördük. Yardım gitti bilmem ne yaptı ama yayınlara baktığınız zaman tek tipti. Hanımefendinin bahsettiği yedi gazete on gazete birden bazı toplumsal olaylarda aynı manşeti kelimesi kelimesine atabiliyor ve bu çok fazla olmaya başladı. Yani ister istemez siz bir okuyucu olarak burada “Ya bu başlık birinden mi geldi?” diye düşünmelisiniz. Çünkü öyle. Yani yedi tane editör, her birinde 8-10 kişi 73 Oturum 3B olduğunu düşünün. Masadaki 80 kişiden aynı başlık çıkmaz. Tıpatıp aynı başlık çıkmaz yani böyle bir şey olduğu zaman. Şeytanın avukatlığı dediğim bu yani Şeref’in dediği de bir bakış. Van depremi ile ilgili, benim söylemek istediğim de bir bakış. Oradaki yardım, oradaki konut kalitesi, oradaki deprem sigortası yani biz çok fazla şeye bakmak zorundayız. Halkı aydınlatmak için halk adına denetim yapmak böyle bir şey. Halk adına şeytanın avukatlığını yapmak, evet diyebiliriz. Çünkü dört senede bir gidip oy kullanıyor halk ve iktidarlar, demokraside böyle oluşuyor, sandık demiyor muyuz? Milli irade demiyor muyuz? Yani kutsallaştırıyoruz bunu. Ne kadar kutsallaştırdığımız, sandığa gidene kadar o dört yıl içerisinde hükümetin yaptıkları, sadece iyi yaptıkları yazılırsa orada ne karar verecek? Bu demokrasi nasıl oluşacak? Ben eleştirel olmadıktan sonra, icraatı eleştirmedikten sonra, ondan mağdur olanları dile getirmedikten sonra demokrasinin ne anlamı var? Basının kamuoyu adına denetim yapmasından anlamak istediğim bu. Demokrasi için vazgeçilmez dediğim bu. Şeytanın avukatlığını yapmak dediğim bu. Aslına bakarsanız meslek olarak bizim vatan millet filan düşünmememiz lazım. Başımdan 20 yıl önce geçti; gizli teşvik. Masada gördüm yazacağım dedim yazamadım ama sonra da yazdım. Yani ne dediler; “Bunu yazarsan bilmem ne ihracatı etkilenir.” “Gümrükleme Antrepoculuk Taşımacılık (GAT) kurallarına aykırı, bilmem ne yazma.” Ama yazmak zorundayım ben bunu. GAT kurallarına aykırı hareket eden o hükümet. O işi oraya getiren o hükümet. Rekabet gücünü korumayan, artı sübvansiyon ve ben bunu yazmak zorundayım ki bu sistem böyle devam etmesin. Anlatabiliyor muyum? Yani ben siyasetin, çıkar gruplarının etkisi olmadan mümkün olduğunca fazla soruyu sorup bunun cevabını almak zorundayım. Şeytanın avukatlığı dediğim o yani şeytanın avukatlığını yapamıyoruz elbette ama söylediğimizde dahi akademik insanlara bile zor geldiğini de gördüm. Gerçekten ben burada baştan da söyledim, iyi yapılanlar olduğunu, en son Fatih Bey’in, hocamızın söylediklerinde ekonomik tahlile de karışmadım sadece kurumsal hususlara giriştim. Ben gazeteciyim. Ben üniversiteler hakkında konuşmadım. Ben gazetecilik hakkında konuştum, yaşadığım şeyler hakkında konuştum ve ideolojik bakmıyorum. Teşekkür ediyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Teşekkür ederiz. Sayın Bozkurt da şimdi konuşacaklar. Sonra kapayacağız çünkü 15-20 dakika geçmiş olduk. Buyurunuz efendim. 74 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Abdullah Bozkurt, Today’s Zaman- Hanımefendinin sorusuna cevap vermek istiyorum. Özel ne yaşadığını bilmiyorum ama Erdal Ağabeyin bahsettiği bürokrasiyle alakalı çok önemli bir konu vardı; liyakat meselesi. Biz gazetemizde liyakat meselesine bakıyoruz. Nasıl giyindiğiniz, nereden geldiğiniz, nereye üye olduğunuz hiç önemli değil. En son benim aldığım üç kişi; Ankara temsilcisiyim ve ofisi ben oluşturuyorum, üçü de hanımefendiydi. Biri, Associated Press referansıyla geldi, diğeri Agence France-Presse’ten ve üçüncüsü de bir uluslararası insan hakları örgütünde çalışan bir hanımefendi. Bu üçü de dediğiniz gibi farklı; bir referans ile bakmıyoruz. Tamamen liyakata odaklanıyoruz. Çünkü o gazeteyi benim yönetebilmem için o muhabiri basın toplantısına gönderdiğimde hakikaten oturaklı, yerinde bir soru sorabilmesi için liyakatının olması gerekiyor. Yoksa şu partiye, yok şu camiaya, cemaate, şu gruba bu gruba, medya grubuna öyle baktığımız zaman Today’s Zaman’ı ben çıkardığımda o haber benim elimde kalır, gülünç duruma düşerim ve benim uluslararası rekabet, bırakın Türkiye’deki rekabeti, uluslararası rekabet içerisinde olmam gerekiyor. Benim haberimi sadece Türkiye okumuyor tüm dünya okuyor. Dolayısıyla o haber bir Reuters and API’nin haberine eşdeğer olması lazım. New York Times’ın haberiyle eşdeğer olması lazım. Bahsettiğiniz problemlere gelince, bu problemler eskiden daha derin şeklinde vardı Türkiye’de, hala var, bundan sonra da olmaya devam edecek. Bunun çözümü de ancak ve ancak medya gruplarının bir araya gelmesiyle olur. İşte bugün Marmaray projesi açılıyor bence son derece önemli bir proje. 150 yılın projesidir. Ama birisi tamamen birinci sayfayı ona ayırırken, diğeri onun karşısında nasıl çürütebilirim, nasıl hükümete buradan vurabilirim anlayışıyla hareket ettiği için medya grupları ideolojik olarak olaya baktığından dolayı bir araya gelemiyorlar ve gerek siyasi gruplara karşı gerekse sermaye gruplarına karşı kendilerini daha zayıf durumda bırakıyorlar. Bu böyle olduğu müddetçe bunun değişmesini ben çok mümkün görmüyorum. Ama Türkiye siyasetiyle, ekonomisiyle, kültürüyle gelişmek zorunda, aksi takdirde bu bölgede sıkışıp kalırız. Bunun da bir şekilde çözümleneceğini düşünüyorum. Özellikle yeni nesille beraber Twitter’a, Facebook’a, sosyal medyaya son derece hâkim ve her şeyi sorgulayan, son derece dinamik bir gençlik geliyor. Gezi protestoları da belki bunun bir işaretiydi. Böyle okumak lazım diye düşünüyorum. Güngör Uras, Milliyet Gazetesi- Efendim çok teşekkür ederim. Efendim, önce panelistlere teşekkür ediyoruz teker teker ama sizlere de teşekkür ediyoruz. Sabır buyurdunuz biraz geçtik süreyi. İyi günler diliyoruz. 75 OTURUM 3C Bilişim Politikaları 31 Ekim 2013 Panel Başkanı Faruk Eczacıbaşı Eczacıbaşı Holding Panelistler Turhan Menteş Türkiye Bilişim Derneği Prof. Dr. Erkan Erdil ODTÜ Doç. Dr. Mustafa Akgül Bilkent Üniversitesi Müjdat Altay TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su Bengi Korkmaz McKinsey Bilişim Politikaları Oturum 3C Kalkınmada Bilişim Politikaları Panel Çerçevesi: • Bilişim politikalarında küresel eğilimler • Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında bilişim politikalarının rolü • Sanayi ve hizmetlerde yüksek katma değerli üretim yapısına geçişte bilişimin katkısı • Bilişim sektörüne yönelik nitelikli insan gücü ihtiyacı ve bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik tedbirler • Türkiye’de bilişim sektörünün ihracata katkısının artırılmasına yönelik politikalar Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Öğleden önce umarım herkese zevkli bir panel yaşatma imkânı bulabiliriz. Ben söze şuradan başlamak istiyorum müsaadenizle. Dünkü konuşmalardan aldığım bilgilere göre gerek Başbakanımızın gerek Cumhurbaşkanımızın yaptığı konuşmalar çerçevesinde aldığımız sonuçlar, nereden nereye geldik bunların hepsinin üzerine değinme fırsatı bulundu. Hele son yıllarda yaşadıklarımız hakikaten yüzümüzü ağartıyor. Ben biraz daha makro yaklaşımlardan söze girmek istiyorum. Dünya Ekonomi Forumu’nun rekabet endeksinde aslında bizim yerimiz nerede? Her sene yapılan bir analiz. Türkiye’nin yerini son yıllarda gittikçe artıyor olarak görüyoruz. Büyük bir sıçrama görüyor muyuz, hayır. Büyük bir sıçrama görmüyoruz. Tabii ki kulvarlardaki bütün atletler koşuyor, herkes zaman zaman biraz hızlanıyor, zaman zaman biraz yavaşlıyor. Bizim de yerimiz bundan on sene evvel hatırladığım kadarıyla aşağı yukarı 130 ülkenin arasında 60’lı sıralarda yer alırken, on sene sonra 144 ülke arasında şu anda 44’üncü sıradayız. Detaylara biraz bakacak olursak en iyi olduğumuz konu piyasa ve pazar büyüklüğümüz; dünyada 16’ncı sırada. Tabii bizim boyutumuzda bir ülke için de pek yadırganacak bir şey değil. Fakat biraz da olumsuz ölçütlere baktığımız zaman işgücü piyasasında 144 ülke içinde 130’uncu sıradayız. Pek parlak bir görüntü değil. Makroekonomik ortamda tam ortalardayız aşağı yukarı, 76’ncı 79 Oturum 3C sıradayız. Kadının işgücüne katılımında 134’üncü durumdayız. Sanayiye baktığımız zaman sanayideki katma değerli ürünlerdeki durumumuz nedir? Rakamlara pek girmek istemiyorum, panelistlere sözü bırakmak için. Son on yıl içinde kaynak kullanımında verimliliğimizin aslında çok fazla artmadığını görüyoruz. Sanayi üretiminde nispeten daha geriye düşen rakamlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bence önemli bir sonuçtur. Maalesef teknoloji düzeyine göre sektörlerin ihracat payında da biraz geri durumdayız. Şimdi bunlar çok şey ifade ediyor mu? Bence ifade ediyor. Yani biz bugün kendimize ne kadar motor yüklesek, ne kadar turbo motoru giyersek giyelim, komşu ülkeler olsun, dünyanın her köşesindeki ülkeler olsun herkes bizim gibi iddialı, bizim gibi uğraş veriyor. Herkes gelecek için kendi beklentisi içinde. Tahmin ediyorum, bu koşu içinde özellikle uluslararası rakamlarda nispeten daha hızlı koştuğumuzu izleme fırsatı buluyoruz. Çok hızlı mı koşuyoruz, beklediğimiz kadar hızlı mı koşuyoruz? Keşke beklediğimiz kadar hızlı koşabilsek diyorum. Bu arada bizim inandığımız konu aslında teknolojidir. Bilgi ve iletişim teknolojisini yeterince ve yerinde kullanmayı başarabildiğimiz takdirde hem ekonomik boyutlarda hem sosyal boyutlarda çok farklılıklar getireceğimize inanıyoruz. Eğer Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği’nin yaptığı bir araştırmaya bakılacak olursa Bilgi İletişim Teknolojileri (BİT) sektörü sermayesinde eğer yüzde 1’lik bir artış olduğu takdirde aşağı yukarı yüzde 1,6’lık bir kaldıraç etkisi oluyor. Ama geleneksel sabit sermaye yatırımlarına baktığımız zaman bu yüzde 1,3’e kadar düşüyor. Bu konu üzerinde Kalkınma Bakanlığı Bilgi Toplumu Dairesi Başkanlığının yaptığı bir çalışma aşağı yukarı bütün 2013 yılının ortalarına kadar bir senelik çalışmayı aldı. McKinsey tarafından, Bilgi Toplumu Dairesi Başkanlığı ile birlikte yapıldı. Bengi Hanımı McKinsey’den aramızda görme fırsatı bulduk. Panelde yerini aldı. Kendisinden isterseniz yaptığı çalışmalar hakkında biraz bilgi alalım. Bengi Hanım. Bengi Korkmaz, McKinsey- Faruk Bey’in de bahsettiği gibi 2012 sonundan itibaren yaklaşık altı aylık bir çalışmamız oldu Kalkınma Bakanlığıyla. Burada dünyadaki trendler, Türkiye’nin önündeki fırsatlar ve bu sektör Türkiye için ne demek ona biraz baktık. Bununla ilgili önerilerde bulunduk. Bahsedeceğimiz konuşmanın sunumunda da burada çıkardığımız 80 Bilişim Politikaları bütün dokümanlar ve bütün çıktıların özetini internetten ulaşabilirsiniz. Ben isterseniz kısaca şundan bahsedeyim öncelikle. Birçok devlet için bilgi teknolojileri son yıllara kadar uzakta bir sektördü. Yani bakıyorlardı Çin’de, ABD’de, İsrail’de birtakım gelişmeler var ama özellikle orta gelir ve düşük gelirli ülkeler bilgi teknolojileri sektörüne biraz uzaktalardı. Ama son yıllarda bunun çok değiştiğini görüyoruz. Çünkü hepimizin de bildiği gibi bilgi teknolojileri artık bir seçim değil bir zorunluluktur. Hem bireysel hayatın içine tamamen girmiş bir sektör hem de aynı zamanda diğer sektörlerin rekabetini ve oradaki katma değeri artıran bir rolü olduğu için de bütün ülkeler bunu benimsemek durumundalar. Dolayısıyla bizim gördüğümüz şey sadece önde gelen ileri teknolojiye sahip olan ülkelerin değil şu son zamanda orta gelir seviyesindeki ülkelerin de bilgi teknolojilerine dair bütünsel planlama yaptıkları. Bu çerçevede de Bakanlığımızla çalıştığımız zaman Türkiye’de gördüklerimizi ben kısaca özetleyeyim size öncelikle. Türkiye’de bilgi teknolojileri sektörünün, ki biz bunu yazılım, donanım ve bilgi teknolojisi servisleri olarak tanımlıyoruz, orta düzeyli ülkelerin altında seyrettiğini görüyoruz, 2011 rakamlarıyla toplam GSYH’nın yaklaşık yüzde 1’ini oluşturuyor. Biraz önce bahsettiğim gibi bize benzeyen ülkelerin, yani kişi başına düşen GSYH’sı on bin dolar olan ülkelerin çok çok altında. Bunun bireysel, kurumsal ve kamu kullanımı bağlamında alt kırılımına baktığımız zaman; bireysel tarafta gördüğümüz şey şudur. Her ne kadar hepimizin elinde bir cep telefonu olsa bile diğer ülkelerle karşılaştırdığımız zaman özellikle akıllı telefon kullanımında, tablet bilgisayar kullanımında geride olduğumuz bir gerçektir. Birkaç istatistik vermek gerekirse gelişmiş ülkelerin tamamında yaklaşık ortalama yüzde 66’lık bir akıllı telefon kullanımı varken Türkiye’de bu ancak yüzde 20’lere ulaşmış durumda. Bilgisayar kullanımı yine yüzde 55 civarında. Dolayısıyla düşük olmamızın sebeplerinden bir tanesi donanım ama düşük olmamızın esas sebeplerinden bir tanesi diğer ülkelere göre yazılım ve IT servisleri sektörünün çok küçük olmasıdır. Yani biz bunun kırılımına baktığımız zaman Türkiye’de bahsettiğim bu toplam yedi, sekiz milyar dolarlık rakamın yüzde 75’i donanımdır. Yazılım ve IT servisleri neredeyse yok denecek kadar az. Bu da şu demek; bizim şirketlerimiz ve kamu aslında kullanması gerektiği kadar bu teknolojileri kullanmıyor demek. 81 Oturum 3C Şirketlere baktığımız zaman sektör sektör inceledik. Finans sektörü dışındaki diğer sektörlerde orta gelir seviyesindeki ülkelerin altında bizim kullanım oranımız. Bunun sebepleri var. Hem davranışsal hem de bir takım yapısal sebepler var. Bazı sektörlerimiz çok KOBİ ve mikro işletme odaklı, dolayısıyla oralardaki düşük kullanımı bu sebepten dolayı anlayabiliyoruz. Ama bir taraftan da baktığımız zaman şirketlerin içinde IT’yi gerçekten anlayıp bunun nasıl sistemi verimlileştirebileceğine dair bilincin eksik olduğunu, bunun da aslında temel sebeplerinden bir tanesinin insan kaynağı eksikliği, öbürünün de enflasyonist ortamdan dolayı uzun dönemli düşünmek yerine şirketlerin çok kısa dönemli düşündükleri, dolayısıyla IT’nin kullanımının şirketler için çok da kritik bir konu olmadığını görüyoruz. Elbette birçok sektördeki şirketler bu bağlamda değişiyor ancak bugün içinde olduğumuz durum böyle. Kamu tarafına baktığımız zaman da kamunun harcaması bağlamında yine diğer orta düzey ülkelerin gerisinde bulunuyoruz. Yani başlangıç seviyemiz kullanma açısından orta gelir seviyesi ülkelerin altında. Bu ne demek? Dün Sayın Ali Babacan da bahsetti. Ülkenin ekonomik olarak dönüşebilmesi için katma değerimizin artması lazım bunun da yollarından bir tanesi, rekabetçiliğimizi sürdürmenin yollarından bir tanesi ve hatta zorunluluklarından bir tanesi bilgi teknolojileridir dolayısıyla ülke olarak burada önemli adımlar atmak durumundayız. Ülkenin ekonomisinin dönüşümü için ve bu kongrenin tabii ki de temel öncelikli konulardan birisi haline gelmiş bu konu. Kısaca diğer ülkeler ne yapmış bu konuda çünkü bu aslında bir hayal değil, olduğumuz noktada çok büyük avantajlarımız var, bir taraftan da dezavantajlarımız var. Bunları çok gerçekçi şekilde görerek bir takım seçimler yapmak zorundayız. Biz birçok ülkeye baktık; Kore, ABD, Çin, İsrail, Polonya ve Rusya. Buralarda gördüğümüz şey; bir defa bu bilgi teknolojileri sektörünü toplam sektör olarak düşünmemek lazım çok parçalı bir sektör aslında. Hiçbir ülke bilgi teknolojilerinde lider değil. ABD bile değil çünkü ABD donanımda lider bir ülke değil. Donanımın lider ülkesi Çin’dir. Dolayısıyla bu konuda adım atmış ülkeler odaklanmışlar, yani belli konuları seçmişler ve onların etrafında bütünsel stratejiler geliştirmişler. Yine 82 Bilişim Politikaları aynı şekilde gördüğümüz şey, devletin bu sektörün gelişiminde önemli bir rol oynadığı. Çünkü buna bütünsel bakılması gerekiyor. Bu diğer sektörlerden farklı olarak çok insan kaynağına dayalı bir sektör, dolayısıyla birçok ülkede gördüğümüz şey, kümelenme stratejisi çerçevesinde üniversitelerin özel şirketlerle yakın çalıştığı ortamların yaratıldığı ve bunun etrafında fiziksel ortamlarda veya daha doğrusu bir büyük şirketin etrafında ya da bir temanın etrafında kümelenme stratejisi çerçevesinde gelişmenin olduğu yönündedir. Bunun örneklerini elbet siz de biliyorsunuz, mesela Hindistan’da Bengalor var. Bengalor’a benzeyen birden çok kümelenme var. İsrail zaten küçük bir ülke, Tel Aviv etrafı diyebiliriz. Rusya’da yeni bir “Skolkovo” kümelenmesi oluştu. İngiltere’de “Text”. Yani bütün ülkelere baktığınız zaman bunların Başbakanları, Cumhurbaşkanları ve devletler bu konuyu bir öncelik haline getirip büyük şirketleri ve yabancı yatırımcıları çekerek bir kümelenme stratejisi oluşturmuşlar. Bu da öğrendiğimiz şeylerden bir tanesi. Belki de en önemlisi uzun dönemli ve orta uzun dönemli düşünmek gerekliliğidir. Bu sektörü geliştirmek bir senelik, iki senelik bir iş değil. Baktığımız zaman bütün bu ülkelere, Hindistan en hızlı bunu yapmış, bunu on senede yapmış. Bunu çok bütünsel bir planlamayla yapmış. Örneğin Nascom diye onların çok önde gelen IT şirketlerinin parçası olduğu, dâhil olduğu bir kuruluş var, o kuruluş devletle bir araya gelmiş ve bütünsel bir planlama yapmışlar. Bu böyle bir kişinin yapabileceği bir ya da birden fazla şirketin yapabileceği bir konu değil, dolayısıyla devletin burada çok önemli bir rolü var. Bu da öğrendiğimiz konulardan bir tanesidir. Bütün bunları özetleyecek olursam; Türkiye de diğer ülkeler gibi belli temalara odaklanmalı çünkü Türkiye’nin aslında çok büyük avantajları var. Türkiye zaten belli alanlarda birikimi oluşmuş bir ülke. Bir Afrika ülkesi gibi veya diğer ülkeler gibi bu konuda hiç çaba sarf etmemiş bir ülke değil. Aslında iyi bir başlangıcımız var. Sağlık olsun, savunma olsun, içerik olsun ciddi bir birikimimizin olduğu belli alanlar var. Bu alanların üzerine gidilip, bu alanlar üzerinde bir yapılanma düşünülebilir. İkincisi, Türkiye’nin birçok alanda çok büyük atılımlar yaptığını görüyoruz ve mega projeler oluşturduğunu görüyoruz. IT aslında bu projelerin birçoğunun önemli bir destekleyicisidir ve dolayısıyla bunlar düşünülmelidir. Üçüncüsü Türkiye’nin bölgede çok önemli bir nüfuzu var ve iyi ilişkileri var. Bölgede doğan bir takım fırsatlar var, Türkiye bunlardan yararlanabilir. 83 Oturum 3C Son olarak da insan kaynağı; bu iki taraflı bir şeydir. İnsan kaynağına baktığımız zaman Türkiye ortalama rakamlarda çok iyi görünmese bile genç nüfusumuzun olduğu net ve bu bilgi teknolojileri konusunda özellikle ABD ve Hindistan’da gördüğümüz tecrübe aslında çok kısa dönemde iyileştirmeler yapılabildiği yönündedir. Örnek vermek gerekirse, Hindistan’da Vipro, Infosys gibi şirketler ellerini biraz taşın altına koyarak eğitim programları geliştirip birkaç sene içinde ciddi bir insan kaynağını dönüştürebilmişler ve onları bu sektöre kazandırabilmişler. Türkiye’de eğitim konusunda yine bu konuya baktık. Arz talep arasında bir dengesizlik var. Şu anlamda; mezun sayısı anlamında aslında fena bir mezun sayısı vermiyoruz, yılda yaklaşık 75 bin hem teknik okuldan hem lisans, ön lisanstan bilgi teknolojilerine odaklı insan yetişiyor. Toplam sektördeki istihdam da 183 bindir. İş yerleriyle konuştuğumuz zaman ki bu projede onlarla yakın temasımız oldu, söyledikleri şey; “Biz nitelikli eleman bulamıyoruz”. Bu da şu demek bizim mezun ettiğimiz, mezun ettiğimizi düşündüğümüz insanlar doğru becerilere sahip değiller. Doğru şekilde eğitilmeleri gerekiyor. Burada da sıkıntılar müfredatın giderilmesi, şirketlerin daha çok eğitim kurumlarıyla beraber çalışması, belki onlara dersler ve eğitimler verilmesi ve belli üniversitelerin de odaklanması gerekir. Çünkü bizim ülkemize baktığınız zaman her üniversitede her şeyler öğretiliyor. Yurt dışına baktığınız zaman bazı üniversiteler bazı konularda çok çok iyiler. Bizde de bu alanlarda hangi temaları seçeceksek eğer bu temalar etrafında, sağlık olabilir, savunma olabilir vesaire belli üniversitelerin mutlaka o konulara odaklanıp insan yetiştirmesi gerekiyor. Olmayacak bir şey değil. Bizde çok ciddi bir iç pazar ve insan kaynağı var. Yaklaşık 23-24 milyon genç nüfusumuz var. Bunu dönüştürerek Türkiye mutlaka bilgi teknolojilerinde adım atmalıdır. Aksi takdirde bu sektörde varlığımız sıkıntıya girdiği gibi diğer sektörlerin de rekabetçiliğini önümüzdeki dönemde negatif etkileyecek gelişmeler söz konusu olacaktır. Dolayısıyla bu bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Ben sözlerimi böyle bitirmek istiyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Şimdi müsaade ederseniz Müjdat Bey’e geçmeden önce ben bir soruyla devam etmek istiyorum. Şimdi özellikle insan kaynağı konusu çok karışık bir konu, yani burada bizi önümüzdeki dönemde gerek meslek ihtiyaçlarına yönelik gerek 84 Bilişim Politikaları bilgi ihtiyaçlarına yönelik bir açık bekliyor. Ama bunun karşılığında aynı beklentiyi biz bütün dünyada görüyoruz. Üstelik de en iyilerinin beyin göçü kanalıyla ABD, Avrupa gibi yerlere gidebileceğini görüyoruz. Buna karşı bir önlem veya bir öngörümüz olabilir mi acaba Bengi Hanım? Bengi Korkmaz, McKinsey- Hem bunu çözecek hem de bence sektörün gelişmesini sağlayacak en önemli şey Türkiye’ye yabancı yatırım çekmek. Çünkü bu konudaki eğitim sadece okulda olmuyor.Yani iş yeriyle görüştüğümüz zaman söyledikleri şey eleman aldıktan sonra biz yetiştiriyoruz. Dolayısıyla bu sektörün problemini önemli açıdan çözecek konulardan bir tanesi yabancı yatırım çekip onların mutlaka bizim işgücümüzü, bizim genç nüfusumuzu eğitmesi ve onların da ellerini taşın altına koyacak yapıların içine girmesi. Böyle olursa eğer beyin göçünü de aynı zamanda engelleyebileceğimizi düşünüyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Peki, çok teşekkürler Bengi Hanım. Şimdi müsaade ederseniz Müjdat Beyle, hem NETAŞ Genel Müdürü hem de yine sektördeki sivil kurumlarımızın birinin başında Türk Elektronik Sanayiciler Derneği (TESİD) Başkanlığı görevini yürütüyor. Kendisine sözü vermek istiyorum. Buyurun Müjdat Bey. Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve NETAŞ CEO’su- Çok teşekkür ederim. Şimdi biliyorsunuz bu günlerde hep bulut teknolojilerinden bahsediyoruz. Ben de bulut deyince galiba yanlış bir yere gittim. Havacılık sektörü ile ilgilenmeye başladım. Şimdi konuyla ne alakası var diyeceksiniz ama havacılık sektörüne baktığımız zaman son 30 yılda çok büyük bir değişim olmuş. Dünyadaki havacılık sektöründe bir odaklanma var. Bu odaklanma trafiğin odağını gösteriyor. 1980’lerde trafiğin odağı ABD’nin ortasıymış. Bugün ise trafiğin odağı Ege’nin hafif doğusu yani neredeyse Türkiye’ye çok yakın bir yer. Bu neyi getiriyor? Aslında demek ki artık trafik, Çin’in de gelişmesi dolayısıyla yavaş yavaş doğuya doğru kayıyor. Türk Hava Yolları son on yılda müthiş bir atılım yaptı. Bu değişimi görerek atılımını yaptı ve ben hakikaten oradaki gelişmelerden çok gurur duyan bir Türk vatandaşıyım. İnşallah da çok daha iyi bir noktaya gidecek. Şimdi bunu bir kenara bırakırsak bir de bilişime dönelim. Dünyada bilişim tarafında da çok büyük bir değişim yaşandı. Ne oldu? Bilişim her sektörün önüne geçti. 19701980’li yıllarda eğitimlerimizi sadece kitapların arasına sıkışarak yapıyorduk. Herhangi bir kütüphanede eğer çok önemli bir eser varsa o kütüphaneye kadar gitmeniz gerekiyordu. Dokunarak okuyorduk ve bilgiye erişmek çok zordu. 85 Oturum 3C Biraz evvel Bengi Hanım da çok güzel bahsetti. Dünyada akıllı telefon oranının yüzde 60’a çıktığını, Türkiye’deki rakamın yüzde 30 olduğunu belirtti. Ama ben bunun da kötü olduğuna inanmıyorum. Artık akıl her yerde, bütün bilgilere ulaşabiliyoruz. Şimdi bu bilgilere ulaşıldığı zaman ne oluyor bir de ona bakalım. Yine dünya sektörüne baktığımız zaman 100 yıl önce herhangi bir işe girmek istediğiniz zaman milyonlarca, on milyonlarca dolar sermayeniz ve firmanızın da onlarca, yirmilerce sene bir bilgi birikimi olması gerekiyordu. Ama ABD’ye baktığımız zaman büyük şirketler, Microsoft, Cisco ve buna benzer başka şirketlerin hepsi 20-25 yıl öncesi neredeyse merdiven altı şirketleridir. Demek ki dünyada çok büyük bir değişim oldu. Aynı havacılık sektöründe olduğu gibi eksen nasıl on bin kilometre kaydıysa şimdi de eksen bambaşka bir sermaye birikimine doğru kaydı. O sermaye birikimi de genç nüfus ve bilgiye erişebilme, şu anda Türkiye’de bunlar var. Peki, istediğimiz noktaya gelebildik mi, bence hayır. Bence Türkiye bilişimde istediği noktaya gelemedi, olması gereken noktaya gelemedi. Bilgiye erişiyor muyuz, işte esas problem o, yani bilgi var da, biz artık uçağa atlayıp New York’a gitmek zorunda değiliz, New York’ta kütüphaneden bir bilgi almak için, yüzde 30 telefon da, akıllı cihaz da az değil. Bir tıkla ulaşabileceğimiz bu bilgiye biz erişemiyoruz. Bilgiye erişim konusunda dünyada 69’uncu sıradayız. Birinci sırada Kore var ve Kore 1980’lerde Türkiye ile aşağı yukarı aynı noktalarda iken bugün geldiği noktada Kore, bilgiye erişmede birinci noktada ve dünyada da neredeyse birçok alanda da birinci noktada. Peki, ben bunun altına baktığımız zaman neyi görmemiz gerektiği konusunda birkaç açıdan bakacağım. Birincisi bizde şu anda inovasyon, araştırma, geliştirmeye verilen önemde ve firmalarımızda veya kamu kuruluşlarında Bilgi ve Haberleşme Teknolojileri (ICT)’ye verdiğimiz önemde ben eksiklik olduğuna inanıyorum. 33 yıldır ben aynı firmada, NETAŞ firmasında çalışıyorum. Biz yıllarca Türk Telekom’a, PTT adıyla ürün sattık. Türk Telekom’a biz ürünü gayet rahat satardık ama hiçbir zaman ben Türk Telekom’a ilk 20-25 yıl yazılım satamadım. Yazılımı almıyoruz, şimdi tabii ki almaya başladı, yani Türk Telekom da alıyor diğer kuruluşlarımız da alıyor ama ilk 20 yıl yazılım almama anlayışımız vardı, biz yazılımı para olarak, değer olarak görmüyorduk. NETAŞ ilk 1991 yılında bir yazılım ihracatı 86 Bilişim Politikaları yapmak istedi. Ben o sırada Ar-Ge’nin başındaydım, ancak yazılımı nasıl ihraç edeceğimizi bilmiyorduk. En sonunda teypleri metreyle gümrükte ölçtürerek, bu teybin içinde yazılım var diyerek ihraç ettik. Hâlbuki bilgi teknolojilerinin temelinde zaten yazılım var. Birincisi bir değişikliğe ihtiyacımız var, dünyada çok büyük bir değişim var, önce bu değişimi kendimizde görmemiz lazım. Ben hala yazılımın Türkiye’de kişisel olarak satın alınabilir bir nesne olmadığını, yazılımı satın almadan kullanabilme imkânı olduğu zaman kişilerin bile kullanmaya temayüllü olduğunu, yazılımın bir değer olduğunu hissetmediğimizi, herhangi bir olayda da öncelikle donanıma yaklaştığımızı görüyorum ki Bengi Hanımın verdiği rakamlarda tüm sektörün içinde yazılım ve sistem entegrasyonu payının çok düşük olduğunu, yüzde birlerde olduğunu görüyoruz. Bir kere bu değişikliği Türkiye’nin yaşaması lazımdır. Bir konuya daha değineceğim çok fazla da vaktinizi almak istemiyorum. İkincisi gençlerimiz. Bugün her yıl 700 bin tane gencimiz okuldan mezun oluyor ve iş hayatına katılmak için önümüze geliyorlar. Acaba bunlar hakikaten ICT donanımına sahipler mi veya ICT sektörünün gerçekten itici gücü olabilecekler mi? Eğitim sistemimizdeki ezberciliği hakikaten bırakabildik mi? Eğitim sistemimiz inovasyon ve inovatif düşünceyi getiriyor mu? Bence bu da çok önemli bir soru. Üçüncüsü, ise bir Fatih Projesi var şu anda. Başbakanımız projeden bahsettiğinden beri yaklaşık 3,5 yıl oldu. Bence Fatih Projesi bir yazılım projesidir. Ama devamlı olarak bir tablet projesi olarak gazetelerde görüyoruz, bir tablet projesi olarak ortada dolaşıyor. Bununla ilgili bir sürü yazılım tabletler için yapılabilirdi. Acaba buralarda ne kadar yol aldık? Bunlar da sorulması ve düşünülmesi gereken hususlar diye düşünüyorum. Bir konuda da Bengi Hanım aslında firmaların eğitime katkısının çok önemli olduğunu söyledi. Yüzde bin beş yüz katılıyorum yalnız bizim bu konuda belki de kanuni bir değişikliğe ihtiyacımız var. Şöyle ki Netaş’ta bundan yedi yıl evvel Ar-Ge’de çok büyük bir büyümeye ihtiyacımız vardı. 200 kişilik Ar-Ge’mizi 1000 kişiye büyütmemiz gerekiyordu. Nortel’den büyük bir proje almıştık ve o dönemde ben şöyle yaptım. Dedim ki ilan verelim ama askerlik şartı aramayalım, lisan şartı aramayalım ve tecrübe aramayalım dedim. Bütün bunları biz sağlayacağız dedim ve hakikatten de sağladık. İki yıl içinde 16 bin tam gün eğitim verdik. 87 Oturum 3C Spesifik bir olay anlatacağım burada; bir genç arkadaş gelmiş ve altı ay sonra istifa etmiş. Ben merak ettim. Biraz dibine indim. Ne olduğunu anladım. Bu arkadaş altı ay önce bizimle birlikte bizim büyüklüğümüzde başka bir enternasyonal bir firmaya müracaat etmiş, o firma deneyimsiz ve bilgi yetersizliği gerekçesiyle almamış, bizim aldığımızı duymuş, altı ay beklemiş, altı ayın sonunda eğitimimizi bitirdikten sonra bu arkadaşı bizden birazcık daha fazla para vererek işe almış. Şimdi baktığınız zaman siz isterseniz 50 bin dolar elemanınıza yatırım yapın, bir arkadaş bekliyor diyor ki; evet, bunlar 50 bin dolar yatırım yapmışlar ne güzel. Ben 1000 dolar maaş versem 48 ay eder diyor, bu enayilerin yaptığı yatırımı yapmam diyor ve gidiyor bu elemanı alıyor. Burada evet, çalışanımızı koruyalım, ama çalışanımızı korumak isteyen işvereni de koruyalım diye bitirmek istiyorum. Teşekkürler. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler Müjdat Bey. Ben sizin söylediklerinize bir şey eklemek istiyorum müsaade ederseniz madem Fatih Projesi’ne değindiniz, hakikatten belki de Türkiye’nin geleceği için en önemli yatırımlardan bir tanesi. Bu konuda benim yorumum yazılım da değil galiba. Biz aslında on yıl sonra üretime geçen bir gencimizi hangi silahlara kuşanmış olarak görmek istediğimizden hareket ederek geriye gitmemiz lazım. O zaman da maalesef donanım en arkalarda kalıyor. Yani arada içerik gündeme geliyor. İçeriğin nasıl verilmesi gündeme geliyor. İçeriğin nasıl verilmesi konusunda herhâlde işin teknolojik boyutu önem kazanmaya başlıyor ama bu biraz daha geride kalan noktalardan birisi. Yalnız herhalde konumuz Fatih Projesi değil. Mustafa Hoca, eminim ki çok ekleyeceğiniz şeyler vardır ve sizi dinlemek her zaman çok büyük zevktir. Buyurun. Doç. Dr. Mustafa Akgül, Bilkent Üniversitesi- Bu kongre vesilesi ile Türkiye’yi bu konuları düşündürmeyi başarabilsek iyi olurdu ama bugün gazetelerde öyle bir şey görmedim. Yani Almanya’da bir önceki seçimde ana konu Ar-Ge’de Almanya nasıl öne geçecek? Nobel Ödülünü kimya dalında alan üç kişi bir yazılım geliştirdiler. O yazılımda bir sürü şeyler yaparak Nobel Ödülünü almaya hak kazandılar. Biz bilişimciler bilişimin yatay rolünü önemsiyoruz. Bütün sektörler için önemli. Onun üzerinde biraz duracağım. Ben esas olarak interneti nasıl görüyorum, bilişimi nasıl görüyorum biraz onu anlatacağım. Türkiye’ye bir bakacağım. Nerede hata yapıyoruz, o konuda kendi düşüncelerimi ve özellikle eğitim konusunda bazı önerilerimi sunmak istiyorum. 88 Bilişim Politikaları Şimdi internet derken aslında bilişim ve bütün Ar-Ge’yi temsil eden bir sembol olarak düşünüyorum, öyle ifade ediyorum. Sanayi devriminden daha önemli bir gelişme olarak görüyorum ve Türkiye’nin bunu algıladığı kanısında değilim. Nedir bilgi toplumu? Belki bu konferansın adında da bir bilgi toplumu olmasında büyük yarar vardı. Çünkü hedef o’dur. Yani bilgi toplumu bütün yapmaya çalıştıklarımızı kapsayan bir terimdir. Tabii ki herkes başka anlamlar veriyor. Ama önemli olan temel zenginlik, bilgidedir. Bilgiden kasıtla tabii ki bilim, Ar-Ge, inovasyondur. Tabii ki bilişim onun ayrılmaz bir parçası, tetikleyicisi, hızlandırıcısıdır. Dolayısıyla bütün dünyanın gündemi aslında emek ve doğal kaynak yoğun bir ekonomiden bilgi yoğun bir yapıya geçmektir. Birleşmiş Milletler iki tane uluslararası zirve yaptı bu konuda. Milenyum Hedefleri içinde de bu konu var ve sürekli takip etmeye çalışıyorlar. Ama Türkiye’de yeteri kadar bunun üzerinde duramıyoruz. Yeni bir kültür oluşturuyor. Yani onun farkında değiliz. Daha doğrusu onu görüyoruz, yaşıyoruz ama bilinçli bir şekilde ona dönük çabalarımız eksik. Tabii ki devrimsel bir gelişmedir. Bunun için sistematik, planlı, bilimsel yaklaşmak gerekir. Eksik olan bence bunlardır. Şimdi ben bardağın biraz boş tarafına bakacağım. Dolu tarafını biliyoruz. Bir şeyler yaptık ama boş tarafına odaklanıp bir şeyler yapmamız lazım. Temel eksiklik TÜBİTAK’ın raporunda da vardı. İki hafta kadar önce Ankara’da Atılım ve Bilişim Konferansında da gündemdeydi. Bütünsel, kapsayıcı politikalar var ama hayata geçirilmesi yok. Zaman zaman dokümanlarda çok güzel şeyleri görebilirsiniz, hayata geçmiyor. Sadece raporlarda yazıyoruz ama aynı ölçüde hayata geçmiyor. Birkaç örnek vereyim; 2003 Bilişim Zirvesi’nde Başbakan dedi ki: “Yazılımda Türkiye geliyor” dedi. Bu noktada değiliz. Nükhet Yetiş TÜBİTAK Başkanı oldu. Ar-Ge’de büyük hedefler söylendi. Ulusal gelir içerisindeki Ar-Ge’nin payında biraz artış oldu tabii ki ama hala binde 8,6’dayız. 2005’te Bill Gates geldiği zaman bir Bilişim Vadisi gündeme geldi. Bir sürü çalışma yapıldı. Bakanlar Kurulundan bir şeyler çıktı ama ben ne olduğunu bilmiyorum. 2006–2010 arasında bir Bilgi Toplumu Stratejisi vardı. Ben bu tip konuşmalarda sorardım ve hiç kimsenin haberi yoktu. 2010’da bitti. Şimdi anlattı arkadaşımız. Bu sefer daha katılımcı bir şekilde 89 Oturum 3C yeniden yapıyoruz ama üç sene geçti. Böyle bir şey bittiği zaman öteki hemen hazır olur. Yani ne kadar önem veriyoruz, ne kadar takip ediyoruz. Başka ilginç örnekler var ama onlara girmeyeyim. Şimdi ne durumdayız biraz da rakamlarla vereyim. İnternet kullanımında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in rakamları yüzde 50’yi bulamadığımızı söylüyor. Yani dünya ortalamasını aşmış durumdayız ama Avrupa’da belki Romanya, Kosova falan bizim gerimizde. Yani Avrupa’nın gerisindeyiz büyük ölçüde. Kırsala ve kadınlara baktığımız zaman internete dokunmuş insanın oranı yüzde 18’dir. Kır ve şehir arasında, kadın ve erkek arasında ciddi bir ayrım söz konusudur. Şimdi gelişmenin göstergesi olarak kişi önemlidir. Kişi başına milli gelire mi bakacağız başka şeye mi bakacağız tartışması var tabii ki ama insani gelişim endeksinde hep 90’lardayız. Ben on yıldır falan bakarım. 80’i bulduğumuzu hatırlamıyorum. Sosyal kapital endeksi yeni çıktı. Onda 120 ülke arasında 60’ıncıyız. Şimdi, rekabet endeksinde iyiyiz. İnovasyon endeksinde mesela geçen yıl rekabette ilerledik, inovasyonda geri gittik. Bu sene inovasyonda biraz iyileşme oldu. Ama hala 60-70’lerdeyiz. İnternet kullanımında başka bir kaynak rakamı 140 ülke arasında 64’üncüyüz. Birleşmiş Milletlerin iki yılda bir yaptığı e-devlet indeksinde 80’inciyiz. E-katılımda 111’inciyiz. International Telecomunication Union (ITU) fiyat sepeti sıralamasında bu yılki rakam 157 ülke arasında 61’inciyiz. Avrupa’da bizden kötü iki üç ülke var. Bu Integrated Development Environment (IDE) ve ICT Development indekste, Avrupa’nın en kötüsüyüz, 69’uncuyuz. Dünya Ekonomik Forumu’nun indeksinde böyle bir yo-yo gibi oynadık, iyileştik. Bu arada indekste de ciddi değişiklikler oldu. Sosyal ağların etkisiyle mi oldu tam şeyini bilmiyorum. Ama bir parçalı bulutlu hava var. Şimdi bazı sorunları söylemek lazım. Birincisi; rekabet eksikliği söz konusudur. Biz birkaç ay önce geçiş üstünlüğü konusunda Bakana teşekkür açıklaması yaptık ama sorun hala çözülmedi. Kablo devri değiştirildi ne zaman özelleşeceğini bilmiyoruz. Ciddi bir altyapı seçeneğini yok etmiş durumdayız. Temel sorun STK’lar açısından, en azından benim açımdan yönetişim eksikliğidir. Yani paydaşlar bu sürecin içinde değil maalesef. Her ne kadar Bakanlarla arada bir araya gelsek de çok samimi ilişkilerimiz olsa da çok da sevsek birbirimizi paydaşlar sürecin içinde değil. Politikalar arasında uyum sorunları var. Gümrük boyutu çok sorunludur. 90 Bilişim Politikaları Bunlara çok girmek istemiyorum. Geri besleme yapıları maalesef yok. Şimdi, sadece şunun altını çizmek istiyorum. Bizim yaratmak istediğimiz yeni neslin; bağımsız, sorgulayan, girişimci, yaratıcı, aykırı sorular sorabilen, düşünebilen insanlar olması lazım. Bizim “Başımıza icat çıkarma” lafından kurtulmamız lazım. Yani Türkiye bir yere gelecekse bütün her şeye bakmamız lazım. Bilişim bunun çok önemli bir parçası, tetikleyicisi, hızlandırıcısıdır. Ama başka alanlara, başka boyutlara da bakmak zorundayız. Bunun için kurumlar ve ortam gerekiyor. Tabii ki demokrasi ve yönetişim çok kritik şeyler. Artık demokrasi olmadan kalkınma mümkün değil bence. Kurumsal olarak ne yapılması gerekir sorusunu biz yıllardır tartışırız. Bu konu çok gündeme geldi. Nihayetinde arkadaşlar vazgeçtiler ama ben söylemekten vazgeçmiyorum. Aslında bu çok açık bir şekilde TÜRKSAT raporunda söyleniyor. Bilgi toplumundan sorumlu, tam zamanlı, vaktinin büyük çoğunluğunu buna ayıran bir siyasi lider gerekiyor. Mesela Binali Yıldırım çok seviyor bu işleri ama başında o kadar çok iş var ki Bakanlık da bunu destekleyecek yapıda değil. Yani böyle bir kurum gerekiyor. Klasik anlamda Bakanlık olmamalıdır. Ama Bakan gücü ve esnekliği gerekir. Bunun katılımcı, saydam, paydaşlarıyla çalışabilecek bir yapıda olması lazım. Esnek adam çalıştırabilmesi lazımdır. Özel sektörden birilerini alıp birkaç ay çalıştırabilmesi lazım, araştırma yapabilmesi lazım. Belki eski Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı gibi esnek bir yapı gerekir. Nasıl olması gerekir konusunda kafa yormak lazım. TBMM’de bu işin bir ayağı olması gerekir. Yani bu iş Sanayi Komisyonu içinde çok küçük bir yerde olmuyor. Bağımsız çalışan sektörel yapılar gerekiyor. Onu biz yapmaya çalışıyoruz ama daha örgütlü olması lazım. Yıllık değerlendirme raporlarının, tartışmaların kamuya açık olması lazım. Yani burada saatlerce konuşabilmemiz lazım. Proje bazında bakabilmemiz lazım. Bağımsız kaynaklarca Türkiye internetindeki sorunlar nedir bunu araştıracak, ölçme değerlendirme yapacak birileri lazım. Türkiye’de mesela internet konusunda bir tane araştırma enstitümüz yok. Bilişim enstitüleri bu konuda kafa yormuyorlar. Yani biz biraz saldım çayıra mevlam kayıra mantığıyla kendi kendine düzelmesini bekliyoruz. Bazı teşvikler olumlu ama yeterli değil. Daha sistematik şekilde kafa yormamız lazım. Şimdi biraz insan gücüne yönelelim. Gerçi biraz azaldı ama şöyle bir yanılsama var. Bilişimde istihdam çok ucuz durumdadır. Bir bilgisayar, 91 Oturum 3C bir masa al tamam. Bir otomobil fabrikasına göre, bir uçak fabrikasına göre daha ucuz ama üniversite mezunu olması lazım, iyi yetişmiş eleman olması lazım. Sıradan aldığın adamla bir şey yapamazsın ki. Bilgisayar meslek lisesi mezunlarını kullanamazsın ki. Onların başka sorunları var. Şimdi özel sektör, bilişim sektörü biraz ucuz insan peşinde. O yüzden iki yıllıkları falan çok istiyor ama bu sefer toplum iki yıllıkları istemiyor. Dört yıllık varken niye iki yıllık okuyayım diyor; belki askerliğin etkisi var, tam öyle mi bilmiyorum. Ama kaliteli işgücü konusunda artık Türkiye, Hindistan ile yarışamaz. Yani Hindistan’daki parayla yapamaz. Onu kaçırdık. Doktoralı vesaire çok insan yetiştirmemiz lazım. Şu anda her üniversite canı ne isterse yapıyor. Belki kendi aramızda etkileşim de eksik ama farklı bölümler, uzmanlaşma gerekir. Şimdi ortaöğretimde bir lise fen kolu mezununun en az beş altı bilişim dersi alması öneriliyor. Yani her lise mezunu temel kavram olarak ağ, güvenlik, mahremiyet, veri tabanı, bilişim sistemi ile bu işin etiğini öğrensin. Tarihçi de olsa, muhasebeci de olsa bilsin istiyorum. Limitleri nedir, potansiyeli nedir, tek düğmeye basılan mucize olmadığını anlasın, artısının eksisinin farkında olsun. Bu kavramları her öğrenciye vermeyi hedeflememiz lazım. Tabii ki yine daha temelde bilime, bilişime merakı tetikleyecek bir ortam yaratmamız lazım. Ama merak uyandırmak, soru sormayı öğretmemiz lazım. Şimdi biraz özgür yazılımdan bahsedeceğim. Bilişim sektörümüz birazcık uzak davranıyor ama Bengi hanımların raporunda da var. Dünyada çok ciddi bir eğilim var. Şu anda dünya üzerinde bir milyona yakın özgür yazılım projesi var. Bunu yapanların hepsi gönüllüler değil, bazıları ticari şirketler. International Business Machines (IBM)’den falan da bahsetmiyorum. Onun dışında başka bir sürü şirket var. Ne yapıyorlar? On milyon kadar gönüllü geliştirici var. Yani bir milyon yazılım, on milyon geliştirmeden bahsediyorum. Ülke için, bireyler için neden önemli? Bunu, tasarruf, güvenlik, rekabet ve istihdam olarak görüyorum. Gittikçe yaygınlaşıyor. İkili bir sistem var. Şirketler şunu yapabilirler; bir tanesini özgür olarak dağıtabilirler, bir tanesini kullanım kısıtlamaları koyarak paralı satabilirler. Bunun yansımaları var; açık ders, açık bilim, açık veri, yani devletin elindeki verileri açıp özel sektörle paylaşan uygulamalar çok yaygın. Türkiye’de biz bunları tartışamıyoruz. Sonra otuz beş dolara, yirmi beş dolara, yüz dolara yeni aletler çıktı. Çocuklara bilgisayar öğretmek için programları donanımlı oynamaları için yapıldı; Ardino, Galileo, RaspberyPie. Yeni bir şey daha çıktı, sürekli yeni bir şeyleri çıkıyor. Dolayısıyla bizim 92 Bilişim Politikaları öğrencilerimizin hepsi özgür yazılımla tanışmalı ve platform bağımsız temel eğitim almak zorundalar. Yani dünya sadece Microsoft’tan ibaret değil. Türkiye için gömülü sistemler hem donanım sektörü için anlamlı hem yazılım sektörü için anlamlıdır. Yani bilişimin bütün sektörlere girmesi gerekir. Şimdi bütün sektörlere yönelik birtakım çalışmaları belki bu yapı örgütleyebilir. Önerdiğim yapı örgütleyebilir. Yani bizim tarım sektöründe de kullanmamız lazım, turizm sektöründe de kullanmamız lazım, hayvancılıkta da kullanmamız lazım. Hayatın her yerinde kullanmaya çalışmamız lazım ama belki daha sistematik olarak firmaların girişiminin ötesinde yarışmalar yapabiliriz, meslek örgütleri kurabiliriz, belki enstitüler yapabiliriz. Milli Eğitim Bakanlığına zaman zaman gönderdik ama olmuyor. Yani birkaç tane yazılım ürettirelim, parasını ödeyelim, okullar serbestçe kullansın dedik. Yani o rekabetten bir sürü şey çıkacak. Tek tuşlu ve bütün Türkiye’de aynı modeli uygulama hastalığından vazgeçmemiz lazım. Firmalar hazırlasın, ihaleye girsin, devlet beğenirse alacak. Olmuyor tabii ki o zaman. Kamu İhale Kanunundan vazgeçmemiz lazım; devletin inşaat işlerine uygun olarak hazırlanmış ancak bilişim için uygun bir kanun değil. Şimdi sayısal bölünme konusu ile ilgili birkaç şey söyleyeyim. İlk olarak bilgisayar okuryazarlığı, bilişim okuryazarlığı ve de medya okuryazarlığı dediğimiz şey bir yelpazedir. Ben geç kaldığım kanısındayım. Bir sürü şeyleri unuttuğum, öğrenemediğim kanısındayım. Başkalarından geride kaldığımı biliyorum. Evrensel hizmeti bu anlamda doğru kullanmamız lazım. Şu ana kadar çok yanlış kullandık. Bütçeden kaynak ayırarak okullara bilgisayar almak bence yanlıştır. Parası olmayanlara vermek uygun olabilir. Fatih Projesi buna uygun katkı verebilir. Şöyle de yapılabilir; verilecek tabletler için özgürlük verilirse anne babalar kullanabilir. İnternete çıkma izni verilirse, çok anlamlı olur. Ondan şüphelerim var çünkü pilotlarda internete girişlerde sorunlar vardı. Ama Fatih Projesi konusunda benim ciddi endişelerim var. Çünkü hiçbir yönetişim yok. Milli Eğitim Bakanlığı, TÜBİTAK ile beraber çalışıyor, bazı firmalarla çalışıyor ama yeteri kadar açık bir şekilde tartışılmıyor. Hiçbir sivil toplum örgütü memnun değil ama yeteri kadar gürültü çıkaramıyorlar. İşin özgürlük boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Basın özgürlüğünde 132’nciyiz. Freedom House’ın genel özgürlük ve internet özgürlüğü konusunda kötü durumdayız. Bence interneti her şeyin merkezine koymayı 93 Oturum 3C ciddi bir şekilde düşünmemiz lazım. Siyasi sahiplenme ve doğru strateji gerekir ama yetmez. Bunun yanında katılımcı, esnek yönetişim yapıları kurmamız lazım. Üniversitelerle kavga etmeden, beraberce çalışmamız lazım. Tüm sektörleri içine katan bir seferberlik gerekir. Bunu epeydir söylüyoruz ama yorulduk söylemekten vazgeçiyoruz. Teşekkür ederim. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Şimdiye kadar dinlediğimiz üç konuşmacının da belki en önemli ortak tarafı eğitime verilen ağırlık. Bundan sonraki kuşaktan hem beklentilere yönelik hem de bundan sonraki kuşağın taleplerine yönelik yapılması gereken organizasyonlar. Bu şunu gösteriyor; gerek iş hayatında, politik hayatta, ekonomik hayatta bugünkü hâkim kuşağın hakikaten gelecek kuşaklara karşı çok önemli bir sorumluluğunu, özellikle bilişim dünyasındaki gelişmelerde çok görüyoruz. Bunun sorumluluğunu bir şekilde taşımak zorunda olduğumuzu da ben hissediyorum. Tahmin ediyorum hazirun da aynı duygular içindedir. Şimdi isterseniz ODTÜ’ye geçelim. Hocam, söz sizde. Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Öncelikle daha mikro bir çalışmayı sizlerle paylaşacağım. Onun sonuçlarından hareketle sektörün geneline ilişkin gözlemlerimi sizlerle paylaşacağım. Aslında mikro bir çalışma, belki Ankara Bölgesi ile sınırlı ama Ankara Bölgesinin kapasitesi düşünüldüğünde önemli genellemeler yapmaya el veren bir bölgedir diye düşünüyorum. Ama buna başlamadan önce özellikle geçen yıl tamamladığımız bu çalışmaya destek veren Ankara Kalkınma Ajansına ve tüm çalışanlarına çok teşekkür ediyorum. Şimdi bu çalışmanın amacı, Ankara Bölgesinin küresel düzeydeki rekabetçi pozisyonunun, inovasyon kapasitesinin ve üniversite sanayi işbirliklerini doğrudan etkileyen bilgi iletişim teknolojileri sektörünün mevcut durumunun analiz edilerek bölgesel kalkınma açısından etkin, stratejik ve politik analizinin hazırlanması idi. Öncelikle ulusal dokümanlara baktık. Onuncu Kalkınma Planına baktığımızda daha çok e-devlet uygulamaları üzerine yoğunlaştığını görüyoruz. Öncelikle ulusal anlamda patent ve yayın değerlendirmesi ve proje değerlendirmesi üzerinden bir yetkinlik matrisi oluşturmaya çalıştık. Buradaki uzmanlık alanları AB’nin Yedinci Çerçeve Programlarındaki çağrı alanlarıdır. Bu önemli bir göstergedir. Küresel eğilimler nereye gidiyor anlamında bir matris oldu. Bu ticari ve akademik yetkinliği 94 Bilişim Politikaları ayırıyor. Ama temel bulgu, düşük katma değerli alanlarda gelişmiş yetkinlikler varken yüksek katma değerli alanlarda gerek ticari gerek akademik yetkinliklerimizin oldukça zayıf olduğunu görüyoruz. Önce adet olduğu üzere bir SWOT analizi yapıldı. Burada da genel olarak işgücü ile ilgili başlıkların daha öne çıktığını görüyoruz. Onu pazarla ilgili başlıklar takip ediyor. Daha sonra altyapı ile ilgili fırsatlar ve güçlü yönler söylenirken yine tehditler ve zayıf yönlerde de altyapıyı görüyoruz. Bu analiz sonucunda kurumsal gelişim çok ön plana çıkmıyor. Burada yarı yapılandırılmış bir mülakat çalışmasına giriştik. Ankara’da bununla ilgili yaklaşık 590 tane firma var. Bunların aşağı yukarı 100150 kadarına ulaşıldı. Burada da işletme sektör pazar bilgileri, başka kuruluşlarla ilişkiler, yakınlıklar, Ar-Ge tasarım, inovasyon ve farkındalık kapsam içinde yer aldı. Çok fazla soru ve çok fazla veri var burada. Ben sizinle en çarpıcı olanlarını paylaşmaya çalışacağım. Çalışan sayısı dağılımından; gördüğümüz üzere küçük ve orta ölçekli işletmeler bunlar. Nitelikli bir işgücü hareketliliği sektörde yoğun bir şekilde yaşanıyor. Hani Müjdat Bey için belki ya da sanayici açısından baktığımızda çok sevindirici olmayabilir ama bilginin transferi üzerinden bir akademi gözlüğü ile baktığımızda bu kadar hareketlilik çok çok iyi bir şeydir. Çoğu da bu işletmenin bir biçimde ihracat yaptığını söylüyor. Neredeyse firmaların dörtte üçü çok ciddi bir şekilde kamu ihalelerindeki yoğun rekabet ortamından şikâyet etmektedir. Bu temel uzmanlık alanları üzerinden baktığımızda genelde kendilerini bilgi iletişim teknolojilerinde tanımlıyorlar, mühendislik üzerinden tanımlayanlar var, savunma sanayi üzerinden tanımlayanlar var ve bir miktar da yoğun olarak danışmanlık yaptıklarını söylüyorlar. Birden fazla seçeneği işaretledikleri için bayağı dağılım var. İşbirliklerinin çok fazla olmadığını görüyorum. Ben, ODTÜ Teknokenti de biliyorum. Genelde teknokentin içinde böyle şeyleri daha fazla söylüyorum ama burada da daha kısıtlı paylaşabilirim sizinle. İşbirlikleri maalesef bu sektörde az. Yani konsorsiyum şeklinde teklif vermek, birlikte öğrenmek, birlikte üretim ve Ar-Ge planlaması yapmak başka diğer sektörlerde olduğu gibi bu sektörde de maalesef zayıf durumdadır. Ama yine en fazla öne çıkan işbirliği nedenleri Ar-Ge, bilgi paylaşma ve yeni teknolojiyi edinme, geliştirme konularındadır. Peki, bunlar bilgiyi nereden alıyorlar ve niçin dışarıdan bilgi alıyorlar diye baktığımızda da genellikle 95 Oturum 3C teknik danışmanlık alındığını görüyoruz. Zaman zaman fikri mülkiyet hakları ile ilgili danışmanlıklar var. Ama altını çizdiğimiz ve önemsediğimiz bilgi temelli hizmetlerden buradaki firmaların çok yararlanmadığını görüyoruz. Yine ürün veya süreç yeniliği için kurulan işbirlikleri var; başka kuruluşlarla yapıyor musunuz diye soruluyor. Genelde verilen cevaplara da çok güvenmiyorum. Bazen inovasyon yapıyor musunuz diye sorulduğunda, bizim kültürümüzde yapmamak ayıp olduğu için evet deniyor. Bu kültürel bir şey, biraz altını deşmek gerekiyor. Zaten o yüzden yarı yapılandırılmış mülakatlarla devam ediyoruz. Bu ürün ve süreç yeniliği için kurulan işbirliklerinin niteliğine baktığınızda da işbirliği yapılan kuruluştaki fiziksel kaynakların ve şu ana kadar devam eden mevcut ve uzun vadeli ilişkiler potansiyelinin öne çıktığı görülüyor. Yine yenilik için kimlerle işbirliği yapıyorsunuz dendiğinde daha çok piyasadan gelen sinyallerin değerlendirildiği ve satıcılarla işbirliği yapıldığı görülüyor. Yine bu firmaların yüzde yetmişe yakını bir Ar-Ge ve görev tanımının varlığından bahsediyor. Çok daha büyük bir çoğunluğu bir Ar-Ge bütçesinin varlığından bahsediyor. Ürün yeniliğinin de ağırlıklı olarak genel anlamda Türkiye ve bölge için olduğunu görüyoruz. Henüz küresel piyasalar için çok da gelişkin olduğunu söyleyemeyiz. Teknoloji transferi yapmaları gerekiyor bu firmaların ve genelde bu teknoloji transferinin lisans alımları ve makine teçhizat alımları ile yapıldığını görüyoruz. Örneğin küresel anlamda bir Ar-Ge için iş birliği gibi yaklaşımlara çok sık rastlamıyoruz maalesef. Süreç yeniliğinin de yine büyük bir çoğunlukla yapıldığı ifade ediliyor. Süreç yeniliğinin de genelde daha az bir biçimde küresel piyasalar için olmadığını görüyoruz, yine daha çok ulusal ve bölgesel sınırlar içinde kalıyor. Genelde yenilik kaynağı olarak da firma içi Ar-Ge ve tasarım birimlerini kullanıyorlar yani dış dünyaya kapalılığın devam ettiğini başka bir yönden de kontrol etmiş oluyoruz. Yenilik finansmanı ve kaynaklarına baktığımızda da bu sefer yine daha fazla bir biçimde kendi öz kaynaklarını kullanıyor, uluslararası projelere çok bulaşmayı düşünmüyorlar. Yine göreceli olarak en çok bulaşan bilişim sektörüdür. Son olarak gerek bu çalışmanın sonuçlarından gerekse izlenimlerimden yararlanarak nedir bu sektörün genel durumu ve neler yapılabilir bağlamında bir şeyler söylemek istiyorum. Yetkinlik matrisi sonuçları, küresel 96 Bilişim Politikaları yönelimlerin doygunluğa ulaşmaya başladığı alanlarda yaygın güvenilir ağ servisi altyapıları, dijital kütüphaneler gibi yetkinliklerin Türkiye’de de oluştuğunu gösteriyor. Küresel piyasalarda bir rekabet etme şansı var. Ancak küresel piyasalarda çok büyük bir rekabet var. Gelişkin olduğu için bu alanda ulusal piyasada da çok rekabet var ve bu nedenle yüksek katma değer vaat etmiyor bu sektörler. Firmaların gerek ulusal gerekse uluslararası yoğun rekabet koşullarına vurgu yapmaları da zaten bunu kanıtlıyor. Yetkinliklerin zayıf olduğu alanlar, bağımsız yaşam, yönetişim için ileri iletişim teknolojileri, sürdürülebilir çevre için bilgi iletişim teknolojileri gibi küresel rekabetin az olduğu ve yüksek katma değer içeren alanlardır. Bu alanlardaki zayıf yetkinlikler de Türkiye’yi küresel piyasalarda takipçi konumuna yönlendiriyor. Şimdi bütün bunlar bize politika için ipuçları veriyor aslında, nerelere ne yapılmalı? Gerek bölgesel gerekse ulusal kalkınma politikaları çerçevesinde zayıf ve gelişmeye açık yetkinlikleri destekleyecek (CSA) Computer Science Academy uygulamalarına ihtiyaç olduğu çok açık. Sanayide ve hizmetlerde yüksek katma değerli üretim yapısına geçişi hızlandıracak bir bilgi iletişim teknolojileri stratejisine ihtiyaç vardır. Umuyorum Bilgi Toplumu Stratejisi ve bunun eylem planı bunu da hızlandıracaktır. Zaten bu strateji buna ilişkin önlemleri de içermektedir. Stratejinin eylem planı kurgulanırken bu çalışmada önerilere benzeyen bir yetkinlik analizinin tekrarlanması ya da mevcut yetkinlik analizlerinin kullanılarak eylem planının oluşturulması önemlidir. Bilişim sektöründe nitelikli ve yüksek nitelikli insan gücüne ihtiyaç var. Sadece nitelikleriyle de kısıtlı değil. Bilgi Toplumu Stratejisi çerçevesinde yapılan çalışmalar Bengi Hanım’ın söylediği gibi her iki tip insan gücü için arz ve talep arasında ciddi uyumsuzluklara işaret ediyor. Türkiye’de baktığımızda bu sektör yarattığı istihdam açısından küçük bir sektördür ancak sorun sadece kapasite sorunu değildir, bir yetkinlik sorunudur. Buradaki davranış biçimi de bir politika tercihi meselesidir. Türkiye ucuz işgücü maliyetlerinin, işte çağrı merkezi, program yazma gibi ön plana çıktığı alanlarda uzmanlaşmak istiyorsa sorun daha kısa vadede daha basit eğitim politikaları ile aşılarak bir kapasite yaratılabilir. Bunun için gerekli demografik yapı da mevcut görünmektedir. Her SWOT analizinde çıkan genç ve dinamik nüfus lafı bize bunu gösteriyor. Mevcut 97 Oturum 3C yükseköğretim politikaları ve artan üniversite sayısı da bunu karşılayacak ön koşulları yaratmaktadır aslında. Ancak bu eğitim kurumlarının niteliği ise çok derin ve başka bir tartışmanın konusudur. Yüksek katma değerli alanlarda ise sorunun çözümü daha karmaşık ve uzun soluklu önlemler gerektiriyor. Bu alanlardaki akademik yetkinlikler de zayıf. Öncelikle yükseköğretim politikalarının bu çerçevede tasarlanması ve yüksek işgücü yetiştirilecek altyapının oluşturulması gereklidir. Tüm bu tartışma çerçevesinde bileşik bir politika tercihi de mümkündür. Bir bileşik politikayla hem nitelikli hem yüksek nitelikli işgücünü bir arada yetiştirmek, hem düşük katma değerli hem yüksek katma değerli alanlarda uzmanlaşmak da mümkündür. Mevcut yetkinliklerde ve ucuz işgücü maliyetlerinin olduğu alanlarda kapasite artırmaya yönelik politika tercihleri yapılırken yüksek nitelikli işgücü ihtiyacının yoğun olduğu ama yetkinliklerin zayıf olduğu alanlarda da uzun soluklu önlemler alınabilir. Tüm bu tercihlerin önündeki en büyük engel ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sıkça görülen populist ve ideolojik yanı fazlasıyla ağar basan eğitim politikalarıdır. Tabii ki bir politikanın ideolojisi vardır, bu yadsınamaz. İdeolojisiz bir politika olamaz. Ama sürekli ideolojik yanı öne çıkan bir eğitim politikası da burada önemli bir engeldir ve bu davranış biçiminin bence en kısa sürede terk edilmesi gereklidir. Tabii ki her şeyi devletten beklemiyoruz, özel sektörden de beklenenler var, bunlar biraz önce konuşuldu. Onun ötesinde akademik çalışmalar, gelişmiş ülkeler için bu bilgi iletişim teknolojileri yatırımlarının etkisinin ortalama on yıllık bir gecikme ile gerçekleştiğini göstermektedir. Yani biz bugün yüksek nitelikli işgücü yetiştirmeye yönelik yatırımlarımızı yapsak en erken on yıl içinde belli sonuçları alabileceğiz. Bu nedenle bilgi iletişim teknolojilerinin genel amaçlı bir teknoloji olduğu da düşünülürse görece zayıf olduğumuz yüksek katma değerli alanlara yapılacak bilgi iletişim teknolojileri yatırımları uzun dönemde panelin yine ana temalarından birisi olan ihracata önemli katkılar yapacaktır. Yani bugünden yapacağımız şeyler çok uzun vadede bizim 2023 hedeflerine ulaşmamıza katkı sağlayacaktır. Bu anlamda gelecek sınır teknolojilerine ilişkin öngörü çalışmalarının düzenli olarak yapılması, fiziksel ve beşeri sermaye yatırımlarının bu yönde belirlenmesi de önemli görülmektedir. Yani hem sektörel öngörü çalışmalarının, gerekiyorsa bölgesel öngörü çalışmalarının düzenli olarak yapılması lazım. 98 Bilişim Politikaları Son olarak sektörde paydaşlar, firmalar, meslek kuruluşları adına çok parçalı bir yapı var Türkiye’de. Bunları diri tutmak adına periyodik olarak bunları bir araya getirilmesi, uygulanacak eylem planlarının sahipliğinin ve bunların katılımcı bir sürecin de ivmelenmesi gerekiyor. Böylesi bir oturumun bu kongrede yer alması nedeniyle de çok teşekkür ederim. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Hocam çok teşekkürler. Bir sorum olacaktı. Sizin çalışmanızda uluslararası işbirliklerine yönelik bir şey var mıydı? Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Var, evet. Onların oldukça zayıf olduğunu görüyoruz. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Evet, şimdi Türkiye Bilişim Derneği Başkanımız, Sayın Turhan Menteş’e sözü vermek istiyorum, buyurun. Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Teşekkür ederim. Hepinize şahsım ve Türkiye Bilişim Derneği adına saygılar sunuyorum. Böyle bir oturumda yer almaktan da onur duyduğumu belirtmek isterim. Şimdi son konuşmacı olmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde, hepsinin ara boşluklarını doldurma görevini de üstleneyim diye düşündüm. Çünkü ülkemizin koyduğu hedefler, yüksek hedeflerdir. Yüksek hedefler koyması da gerekiyor ülkemizin. Bunları gerçekleştirmek için yapılması gerekenler de hepimizin şu andaki konusudur. Burada ben çok önemli bir noktadan başlamak istiyorum. Ülkemizde benim gördüğüm en büyük eksiklik, bunu geçmiş dönemlerde de gördük, bugün de gördük, kendi sektörümüzle ilgili konuşuyorum, bu sektörün bir yönetim ve yönetişim modelinin olmamasıdır. Şimdi, gelecek öngörüleri yapmaya çalışıyoruz. Ciddi hedefler koyuyoruz. Ama yönetim ve yönetişim modeli olmayan bir yapıyla bunu yapmaya çalışıyoruz. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Yani yönetişimi geçtim, yönetim modeli yok. Bu işin sorumlusu, planlayıcısı, gelecek öngörülerinin yapılması, düşünce gruplarını oluşturma sorumluluğu kimdedir ülkemizde? Şimdi geriye dönerek, bir hatırlatma yaparak başlamak istiyorum burada. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Bilişim Teknolojileri Komisyonunda görev aldık, hatta başkanı da Mustafa Hocaydı. Beraber çalıştık. Çok değerli katkılar verdiğimizi düşünüyorum. O zaman en çok vurguladığımız konu Bengi Hanım’ın daha konuşmasına başlarken söylediği yazılım ve servisler payının artırılmasıydı. O günden bugüne 99 Oturum 3C kadar bu gerçekleşmiş değil, çünkü o zamanlar yüzde 9’lar civarındaydı. Biz de yüzde 16’lara çıkarılmasını önermiştik minimum olarak ki dünyada bu yüzde 30’ların üzerinde. Yani bilişim projelerinde ulusal katma değerli hizmet dediğimiz kısmının yüzde 30’lara çıkartılmasının hedeflenmesi gerekiyor diye konuşmuştuk. Planlama ayrı bir olaydır. Türkiye’de planlamadan sorumlu bir kuruluşumuz var Kalkınma Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatıydı, Bakanlık oldu. Bilişim teknolojileri ile ilgili Bilgi Topluluğu Daire Başkanlığımız var. Beş kişi ile başladılar şimdi 20 kişi oldular. Şimdi gelinen bu noktada Türkiye’nin bu konuda politikalarının belirlenme yükümlülüğü şu anda Emin Bey’in başkan olduğu bir Daire Başkanlığı tarafından yürütülüyor. Ama sahiplenme Türkiye’de çok farklı konularda. Çünkü Türkiye’de ulusal bazda bir politikanın gerçekleştirilebilmesi için bunun Başbakanlık düzeyinde sahiplenilmesi gerekiyor. Başbakanlık düzeyinde sahiplenilmeyen bir projenin kurumlar arası bir koordinasyon sağlama şansı da yok. Yani tek bir Bakanlığın üstlenmesi de problemi çözmüyor. Çünkü kurumların birbirine karşı korumacı yaklaşımları ortak hareket etmeyi zorlaştırıyor, bu geleneksel bir davranış biçimi ülkemizde. Bunun da değişmesi gerekiyor. Ama burada daha yönetişim modeline geçmeden, yönetim sahiplenmesi konusunu Türkiye’nin gündemine taşıması gerekiyor. Çünkü bugüne kadar yapılan planlamaların hiçbirinde bu konu konuşulmadı. Son çıkacak Bilgi Toplumu Stratejisi raporunda da bir yönetişim modeli olmayacağını ben biliyorum. Bunu ilk toplantımızda da konuşmuştuk. Bir yönetişim modeli önerisi çıkmayacak. Şimdi böyle bir şey çıkmadan ben 2023 hedeflerinin gerçekleşmesinde sorumlu kuruluş kimdir sorusunu sormak istiyorum. Var mıdır böyle bir kuruluş? Ülkemizde yok. Yani bir hedef koyup, o hedeflerin gerçekleşmesini takip edecek, sorumlu olacak, gerektiği anda müdahaleleri yapacak, hibelendirmeleri yapacak kuruluş var mı ülkemizde? Maalesef yok. Kurumlar arası koordinasyon yapacak bir kurum da yok. İş bu noktadan başlayınca gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Çünkü ülkemizin plansız kalkınma lüksü artık yok. Ülkemiz planlı kalkınmak zorunda ve öngörülerini düzgün yapmak zorunda, zaman kaybetmemek durumundadır. Burada birçok konunun planlamaya bağlı olduğunu söylüyoruz. Örneğin burada konuşulanların 100 Bilişim Politikaları hepsi aslında planlamanın uçlarıdır. Eğitim işgücü planlaması, arz-talep dengelemesi diyoruz. Bu, planlama yapılmadan olmaz. Bütün kalkınma planlarına bakın, hepsinde eğitim işgücü planlaması önemli bir yer tutar. Hepsinde yazılmıştır, ama hiçbiri hayata geçirilmemiştir. Demek ki başka şeylerin yapılması gerekiyor. Eğitim işgücü planlamasını yapacak bir kurumun yaratılması gerekiyor. Bunun sahibi de yok Türkiye’de. Milli Eğitim Bakanlığı falan değil bu planlamayı yapması gereken. Üniversitelerin de içinde olduğu farklı yapılanmaların öngörülmesi lazım. İş camiasının da içinde olacağı bir yapılanmanın olması gerekir. Çünkü talep iş camiasında oluşturuluyor. Eğitim, eğitim kurumları tarafından oluşturuluyor. Bu birlikteliği sağlayacak altyapının kurulması gerekiyor. Bu çok kolay bir iş değil. Ama bütün ülkelerin ilk yaptığı iş budur. Eğitim işgücü planlaması, geleceğe yönelik öngörüleri yapıp, ona yönelik planlama yapmayı gerektiriyor. On yılda bir eğitim altyapısını değiştirip, yeni bir altyapıyı öngörüyorsanız, bu kolay bir süreç değil, bunların planlanması gerekiyor. Ar-Ge, inovasyon diyoruz, planlanması gerekiyor. TÜBİTAK son yıllarda inanılmaz Ar-Ge önceliklendirmesi yaptı. Biz önceliklendirilmiş Ar-Ge’ye ihtiyacı olan bir ülkeyiz. Bütün dünya ülkeleri önceliklendirilmiş Ar-Ge’lerini belirliyor. Biz şu anda TÜBİTAK’ın son yaptığı ile beş yılda cari açığı kapatacak Ar-Ge önceliklendirmesini yaptık. Yani beş yıllık süre içerisinde gerçekleşecek ve şu anki cari açığımızın kapanmasını sağlayacak veya katkısı olacak bir Ar-Ge önceliklendirmesi ve doğru bir çalışmaydı. Bunun biraz daha ilerisini görüp 2020-2023-2050 önceliklendirme çalışmalarını bizim şimdiden planlayıp yapmamız gerekiyor. Bunu yapmazsak 2020 yılında da yaya kalacağız, 2050 yılında da yaya kalacağız. Ülke olarak her alanda Ar-Ge yapma lüksümüz yok. Önceliklenmiş Ar-Ge yapmak durumundayız. Her ülke belli bir noktadan çıkış yaptı. Güney Kore, Ar-Ge çalışmasını tamamen bilişim teknolojilerinde yaptı. Başka bir alanda yapmadı, çıkışını buradan buldu, buradan yaptı. 2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisine girme gibi bir hedef öngörüyorsak şunu bilmemiz gerekir; 2023 yılında kullanılacak tüm ürünler şu anda üretildi. Tüketilmeyi bekliyor. Mevcut teknolojilerin ekonomik ömrünü doldurması bekleniyor. Eğer 2023 yılında biz belli konularda lider olmak istiyorsak, mevcuttan daha farklı bir şeyler 101 Oturum 3C yapmak durumundayız. Bu da gelişigüzel yapılabilecek bir şey değil. Planlanması gereken bir şey, özel çalışılması gereken bir şey. Yapılması gerekenler konusunun konuşulmaya başlandığı anda da yapılması gerekenleri söyleyeyim. Mustafa Hoca enstitülerin oluşturulması gerektiğini söyledi. Şimdi enstitüler ülkemizde üniversite kavramı içerisinde düşünülen bir kavram. Eğitim yapan kuruluşlar, daha doğrusu normal eğitimle alamadığınız konulardaki uzmanlıkları yaratan kurumlardır. Yüksek lisans yaptırır, doktora yaptırır, o konuda uzman yaratır. Zamanında belli mesleklerin sahibi yoktu. Mesela TÜİK istatistikçi yetiştirirdi. Hizmet içi eğitimle uzman yetiştiren yapılardır. Şu anda üniversiteler belli alanlarda uzman yetiştiren yapılardır. Bizim istediğimiz bu değil. Bizim ihtiyacımız olan merkezler. Bizim merkez kurmamız gerekiyor. Özel araştırma merkezleri, özel inovasyon merkezleri, hatta gizli çalışacak merkezlere ihtiyacımız var, dünya araştırmalarını yapacak. Bunları planlayıp yapmamız gerekiyor. Bu konuda devletin rolü olmalıdır. Serbest rekabetçi ekonomi demek, devletin rolünün sıfıra inmesi demek değildir. Şu anda serbest rekabetçi ekonominin savunuculuğunu yapan bütün ülkelerin en gelişmiş teşkilatları planlama teşkilatlarıdır. Bunu da herkesin bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Planlama yapmak ayıp değil. Her şeyi planlı yapmak durumundayız. Geleceğimizi ona göre planlamak durumundayız. Bir başka konuyu da söyleyeceğim. Fatih Projesi, Türkiye’nin geleceği ile ilgili çok yakından ilgilidir. İnovasyonu etkileyecek, ürün üretimini tetikleyecek, yüzde 60’larda yerli katma değer hedefi olan bir proje. Yani çok ciddi bir ilerleme sağlayacağını düşündüğümüz bir proje. Şimdi ben bunu çok araştırdım ve sordum. Fatih Projesi Sayın Başbakanımız tarafından telaffuz edilmeden önce bu projeden haberi olan kim vardı diye araştırdım. Ben bu sorunun cevabını bulamadım. Fatih Projesi telaffuz edilmeden önce, bir planı yoktu. Söylendikten sonra planlama yapılmaya başlandı. Daha önce hazırlanmış bir öngörüye dayanmadan sadece bir vizyon görüşüyle ortaya atıldığını düşünüyorum. Bir kişi daha, iki kişi daha olabilir yanında. Mesela Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Davut Bey olabilirdi. 2011 yılında bu ortaya çıktı. 2010 yılında yayınlanan strateji raporunda adı yok. Yani o konuda bir şey yok, ipucu yok. Planlaması arkadan hızlıca yapılır, ama üçüncü senedeyiz 102 Bilişim Politikaları ve hala belli ihaleleri tamamlamakla uğraşıyoruz. Çok hızlı geçildi, Mustafa Hoca da söyledi. 2006-2010 Bilgi Toplumu Stratejisi Raporunda geçen bir deyim vardı. Silikon Vadisi; ne oldu, bilen var mı? Kocaeli’nde sektör olarak toplantılar yaptık. Kümeleme mantığı içerisinde, biraz Teknoloji geliştirme bölgelerinin yapısını değiştirerek oluştuğu söyleniyor. Bizim 2006 yılı öngörülerimizin içerisinde Silikon Vadisi kurmak vardı. Silikon Vadisini şu anda kimse konuşmuyor. Niye oluşmadığını da konuşmuyor. Üstelik biz araştırıp vadi de bulduk. Silikon Vadisini bir kavram olarak algılarsak biz gerçekten İstanbul’da vadi bulduk. Ona rağmen gerçekleşmedi. Bütün sivil toplum kuruluşlarının ortak görüşü olarak burası uygundur dedik. İş camiasının da onayını alarak bu sunumu yaptık. Silikon Vadisi hayata bir türlü geçmedi. Kocaeli’nde yeniden yaratılacak bir uydu kent olarak planlandı. O gün bugündür de sanıyorum finans kaynağı yaratılması için bekleniyor. Bu kadar çalışmanın üstüne, bu kadar yapılanmanın üstüne zaman kaybetme lüksümüz yok. Yani bu planlama ve ucu açık konuları, gerçekten erişilebilecek halde hedefleri koyarak, izleyerek, sorumlularını belirleyerek yapılmasında çok büyük yarar görüyorum. Tabii ki bu konularda söylenecek çok şey olabilir. Önümüzdeki dönemde karşımıza da çıkacak. Bulut bilişim dedik. Bir de arkasından açık veri dediğimiz konu var. Açık veri, sizin isteğinizle veya isteğiniz dışında tutulan ve devlet tarafından üretilen bilgilerin açılması, kullanıma açılması, ticari değer kazanması demek. Örneğin Meteoroloji Genel Müdürlüğü kendi cihazlarından bilgi topluyor. Bunu kamuya açıp satmalı mıdır? Yani kamunun elindeki verilerin satışının sağlanması dediğimiz modellerin geçerli olup olmadığı konuşuluyor. Bununla ilgili yasal düzenlemeler de yapılacak. Yazılım sektörünün gelişmesi çok önemlidir. Türkiye, son 30 yıldır bilişim bütçesinin yüzde 50’sini kamu projelerinden sağlamıştır. Yani bugün birçok firma varsa kamudaki bilişim projeleri nedeniyle vardır. Belli dönemlerde kamunun büyük bilişim projeleri sektörü ivmelendirmiştir. Yani büyümenin yüzde 1’lere indiği dönemde, bizim sektörümüzün yüzde 35 büyüdüğü dönemleri gördük. Bunlar da söz konusu oldu. Bilişim sektörünün yüzde 50 bütçesi kamudan gelirdi. Şimdi biraz daha farklılaştı. Çünkü finans sektörü kendi içinde çok ciddi gelişti. 103 Oturum 3C Savunma sanayii başlı başına bir ekol oldu ki oradaki Offset modellerinin de incelenmesi gerekiyor. Çünkü tek karar vericiye indiği anda Offset modelinin uygulanabileceği en iyi örnek savunma sanayiidir ve şu anda bütün savunma sanayi ürünlerinde ortalama yüzde 65’in üzerinde millileştirme sağlanmıştır. Offset modellerinin düzgün kullanılmasıyla hem dışa bağımlılık açısından, hem ulusal güvenlik açısından anlamlı noktaya gelinmiştir. Bu modelleri bizim hepimizin konuşması gerekiyor. Bunlarla ilgili tek muhatap olduğu anda bunların yapılabilirliğini ön plana çıkartmamız gerekiyor. Bu işin sorumlusu belirleninceye kadar, bizim sektörümüzün ısrarcı olması gerektiğini düşünüyorum. Teşekkür ediyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Sayın Menteş’in bilişim vadisi konusunda söylediği konuya bir ek yapmak istiyorum. Bu hakikaten uzun zamandan beri aramızda tartıştığımız bir konu. Soruyu ben şu şekilde de formüle edebilirim, gerçekten bilişim vadisi gerekiyor mu acaba? Çünkü kurulan ilk örnek vadi, 1940’ların sonundaki bir konsepte dayanarak Stanford Üniversitesinin civarında oluşan bir yapı. Onun üzerinde herkes yarım küsur asırdır çalışıyor. Ama bu arada teknoloji o kadar farklı noktalara geldi ki, acaba vadi gibi bir coğrafi yöreye kısıtlamak mıdır konu yoksa belli merkezleri oluşturmak için Türkiye’nin her tarafına yayılabilecek yapıları oluşturup, onların içinde genişağ bir sinir sistemi mi oluşturmaktır? Bu bence bizim tartışmamıza da yakışacak bir konudur diye düşünüyorum. Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Çok kısa bir cevap vereyim. Ar-Ge bir kültürdür. Ar-Ge yap denilince Ar-Ge yapılacak bir durum söz konusu değildir. Geçen gün Binali Bey ilk defa bir toplantısında Ar-Ge’nin ne olduğunu söyledi. 1000 tane Ar-Ge yaparsınız, bir tanesi tutar dedi. İlk defa Binali Bey’in ağzından bu lafı duymak beni memnun etti. Çünkü Ar-Ge’nin büyük bir kısmı başarısız Ar-Ge’dir. Ama bizde başarısızlıktan korkulduğu için bütün Ar-Ge’lerin başarılı olması gibi bir beklenti var. Şimdi bu bir kültür meselesidir. Şimdi teknoloji geliştirme bölgeleri yasası çıkarken, üniversite alanlarında kurulması gibi bir yol belirlendi. Şu anda onun geldiği noktayı ayrıca tartışırız. Neden üniversiteler seçildi? Çünkü Türkiye’de Ar-Ge’nin yüzde 95’i üniversitelerde yapılıyor. Yüzde 5’i özel sektörde yapılıyor. Şimdi bu kültür burada yaşanmışken özel sektörden yüzde 5’lik bir Ar-Ge kapasitesiyle tüm Türkiye’de Ar-Ge yapmasını 104 Bilişim Politikaları beklemek apayrı bir konudur. Hızlandırıcı bir faktör olarak üniversitesanayi işbirliğinin oluşabileceği en yakın ortamlar olarak üniversiteler tercih ediliyor. Ama bu konu da yanlış anlaşıldı. Çünkü üniversitelerin mevcut laboratuvar olanaklarını kullanma yerine üniversiteler içerisinde tamamen izole edilmiş Ar-Ge bölgeleri yaratılmaya çalışıldı. Yani karşılıklı kültür etkileşiminin doğacağı ortamlar yok edildi. Türkiye’deki modelin de yanlışlığı buradandır. Yoksa Ar-Ge’yi Türkiye’nin her yerinde yapabilirsiniz ama o kültüre sahip insanlarla yapabilirsiniz, bu da çok kolay yaratılmıyor. Bilgi toplama sürecinin en son gelişen kısmı kültürel dönüşüm kısmıdır. Sosyal dönüşüm, ekonomik dönüşüm, teknolojik dönüşüm; bunları yaptığınız zaman yani Ar-Ge’yi ortaya çıkartacak kültürel dönüşüm en sonda gelir. Bunu hızlandırmak sizin elinizdeki ara araçları iyi kullanarak yapabilirsiniz. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Peki, çok teşekkürler. Şimdi ben çok kısa ikişer dakikalık bir turdan sonra hazırlanan sorulara açmayı düşünüyorum. Teker teker sayın panelistlere bir sorum olacak. Nasıl değil, ne? Evvelsi gün Cumhuriyetimizin 90’ıncı yılını kutladık. 2023’e bir on senemiz var. Bundan on sene sonrası için konumuzla ilgili neyi görmek istediklerini sormak istiyorum. Bunu bir cümlede mümkünse dile getirmelerini istiyorum. Önce kendimden başlamak istiyorum. On sene sonra Türkiye’de üretimde olan kişilerin o günün dünya rekabetinde ön sıralarda bulunabilecek düzeyde olması benim gözümde en birincil konudur. Müsaadenizle Bengi Hanım’dan başlamak üzere devam edebiliriz ama bir cümle içinde eğer mümkünse dile getirmenizi isterim. Bengi Korkmaz, McKinsey- Benim görmek istediğim şey gerçekten Türkiye’nin dünyanın ilk on ekonomisinin içerisine girmesi, zaten bunun için de bilişim teknolojisini kullanmak zorundayız. Ona paralel olarak da özellikle sosyal dönüşümde ve toplumsal dönüşümde bilgi teknolojilerinin etkin olarak kullanıldığı bir toplum görmek istiyorum ki bunun verleri daha önce paylaşıldı. Ciddi bir dijital bölünme var, bu haksızlıkların ve eksikliklerin giderildiği bir Türkiye görmek istiyorum. Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su- Benim bir inancım var ki aslında dünyada artık savaşlar topla tüfekle kazanılmıyor. Dünyada 105 Oturum 3C savaşlardaki güç ekseni bilgi üzerine oluştu. Oradan doğru yola çıkıyoruz. Ben on sene sonra dünyaya satış yapan, dünya ekonomisinde etkisi olan en azından beş veya altı tane bilişim sektöründen markamızı görmek istiyorum. Ama bu markanın bir bilişim ürünü olmasını istiyorum. Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su- Ben sonuç niteliğinde bir şey söylemek istiyorum. İnsani gelişme indeksinde şu anda 90’lardayız. Ben 40’larda bir şey hayal ediyorum. 90’dan 40’a gelmek büyük bir ilerlemedir. Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Nitelikli üretim yapabilen ve bundan dolayı yaratılan katma değeri de eşitçe bölüşebilen bir Türkiye görmek istiyorum. Çin ve Hindistan gibi değil ama Norveç gibi bir Türkiye görmek istiyorum. Hayal mi, evet. Ama hayalsiz de olmuyor. Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- AB’nin 2020 hedeflerinin Türkiye için de gerçekleşmesini ümit ediyorum. AB çok ciddi 2020 hedefleri koydu. Günlük skorlamayı da takip ediyor. Ülkemizde onların takip ettikleri konuların uzmanlıkları bile yok. Bu uzmanlıkların yaratılması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda AB’nin kendi yayınladığı skorlama tablolarında çok kötü durumda değiliz. Daha iyi pozisyonlara gelme, hiç olmazsa Avrupa’daki ilk beşin arasına girme gibi bir hedef yakalayabiliriz diye düşünüyorum. Bunun gerçekleşmesini arzu ediyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Çok teşekkürler. Bir 15 dakikamız daha var benim gördüğüm kadarıyla. Şimdi sizlerden soruları rica ediyorum. Yalnız bir tek ricam var efendim müsaade ederseniz. Soruların beklenen cevaplardan daha kısa olmasını rica ediyorum. Buyurun efendim. Kendinizi tanıtabilirseniz, buyurun. Bora Andemir, İnşaat Mühendisi- 2023 yılında bilişim teknolojisi kulvarı olarak, elektronik demokrasiye geçebilir miyiz? Bu elektronik demokrasiyle 2023 yılında dünya birleşik devletlerini kurabilir miyiz? Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Bu soru beni aşar. Ben veririm, ama Mustafa Hoca daha hevesli olacak bu soruya cevap vermek için, Mustafa Hoca’ya vereyim sözü. Doç. Dr. Mustafa Akgül, Bilkent Üniversitesi- Tek tek mi cevap verelim yoksa soruları alıp mı? Şimdi elektronik demokraside ne kattığınıza bağlı. Çok yavaş ilerliyor, çünkü çok temel sorunlar var orada, kimlik meselesi, güven meselesi. Maliyet etkin değil, yani seçim olarak bakarsak 106 Bilişim Politikaları fayda maliyet analizi anlamlı değil. Brezilya bunda ciddi bir yatırım yaptı ama şu anda ne vaziyette bilmiyorum. Onlar bilişim sektörünü geliştirmek için dikta döneminde öyle bir zorlamaya gittiler. Bilişim sektörü ciddi büyüme aldı. Ama demokrasiye o kadar büyük bir katkısı olmadı. Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Şimdi teknolojinin geldiği noktada kişinin tekilleşmesi yani teknolojinin tanınacağı şekilde teknolojinin tekilleşmesi mümkün olduğunda yani güven unsuru yaratıldığı anda bu sistemler daha kolay kullanılacak. Yani elektronik seçim, elektronik oylama gibi sistemler; şu anda güvenlik sorunları var. Güvensizlik ortamları daha fazladır. Bütün konuşulanlar da bunun üzerinedir. Bu güvenler oluştukça, sanıyorum, bilgi toplumunun birinci koşulu olan katılımcılık bu nedenle artacaktır. Sizin dediğiniz noktaya gelmemize daha vakit var diye düşünüyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Oradan bir soru daha vardı, pardon. Buyurun efendim. Mustafa Zuhal, Marmara Üniversitesi- Marmara Üniversitesinde araştırma görevlisiyim. Daha önceki konuşmalarda da değinildiği gibi Güney Kore ve Türkiye karşılaştırması ve bunun üzerinden sonuçlar çıkartılıyor. Fikri sınai mülkiyet haklarının Güney Kore’de ilk 1960’lı yıllarda başlamasıyla birlikte şu anki Türkiye’de bulunan fikri sınai mülkiyet haklarının bu bilişim sektörü ve yazılım sektöründe bu konulan hedefleri ne derece desteklediği noktasında bir sorum olacak. Diğer bir sorum ise teknoloji geliştirme bölgelerinin üniversiteler bölgesinde bulunması ve bu bünyenin belli bir kapasite içerisinde olması bir sınırlama getiriyor. Bu işten faydalanmak isteyen şirketlerin bunlardan faydalanabilmesi için herhangi bir öngörü, bir ilginiz var mıdır? Teşekkür ederim. Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- İkinci soruya belki cevap vererek başlayabilirim ben. Teknoloji geliştirme bölgelerinin üniversiteler dışına çıkması da söz konusu oldu. ODTÜ’nün bu konuda Ostim’de bir yeri vardı. Başka yerlerde de var bu tip örnekler var. Yani 4691 sayılı Kanunun uygulamaları olarak. Şu ana kadarki tecrübeler üniversitede olmasından daha kötü sonuçlar doğurduğu yönünde. Yani bilgi transferi, bilginin akışı sorunu var. Üniversite hocası tembel maalesef pek üniversitenin dışına çıkmak istemiyor. Üniversitedeyken bile zor iletişim kuruluyor. Üniversitenin dışına çıktığında oradaki bilginin ticarileşmesi çok daha zor oluyor benim gördüğüm kadarıyla. Türkiye gibi ülkeleri Kore ile 107 Oturum 3C karşılaştırmak çok sıkıntılı. İyi kötü bizim bir demokrasimiz vardı. Kore çok uzun süre diktayla yönetildi. O kadar çalışınca kalkınıyorsunuz mecburen. Hafta sonu tatili bile yapmadan çalışınca kalkınıyorsunuz. İşte büyüyorsunuz. Fikri sınai mülkiyet hakları; Türkiye’de son bir yasal düzenleme vardı. Bildiğim kadarıyla o konu hala TBMM’de bekliyor. Ciddi bir sorun yarattığını sanmıyorum. Ama Kore ile ilgili bir şey söyledim. Hala çok çalışıyorlar. Yusuf Işık, İktisatçı- Benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin bilişim ihracatı yüksek değil. Bu kapasitesinin azlığından mı kaynaklanıyor. Eğer böyleyse bunun ana nedenleri neler ve bu nedenler arasında şirketleşme açısından biraz geride kalmak da sayılabilir mi? Teşekkür ederim. Prof. Dr. Erkan Erdil, ODTÜ- Saha çalışmalarından gördüğüm; kapasitenin azlığından da kaynaklanıyor ama küresel rekabet edebilecek büyüklükte firmaların olmamasından da kaynaklanıyor ve yeteneğin olmamasından kaynaklanıyor. Bu üçünden kaynaklanıyor. Bir de içeride mal satabiliyorsanız çok dışarı çıkmıyorsunuz. Kamuya satmayı tercih edebiliyorsunuz. O yüzden dışarı rekabete gitmiyorsunuz çok fazla. Onun da etkisi var sanıyorum. Başka etkiler de vardır tabi. Müjdat Bey siz başlayın lütfen. Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş Genel MüdürlüğüTürkiye’de bilişim ihracatı öncelikle yazılımla başlaması gereken bir yapı. Biraz evvel de kendi sıramda söylemiştim; Türkiye, yazılımı öncelikle araştırma, geliştirme olarak bile çok içselleştiremedi. Daha 6-7 senedir yazılım bir Ar-Ge olarak kabul edildi. Biz NETAŞ olarak 2004-2005 yıllarında Ar-Ge kanununun içine yazılım yazısının yazılması için çok çaba gösterdik. Çünkü biz hep donanımlar tasarlanacak, illa ki makineler yapılacak Ar-Ge budur diyorduk. Biz aslında bilişime ülke olarak biraz geç başladık. İkincisi biz geniş bant devrimini çok geç yakaladık. 2004 yılında Türkiye’de geniş bantta 60.000 abone vardı. Bunların da bant genişliği 1 megabit civarındaydı. Ancak yeni yeni bu bant genişlikleri arttı. Üçüncüsü Türkiye’nin bir marka değeri yok. Yani bilişimde veya teknolojide Türkiye’nin bir marka değeri yok. Bu tür yazılımlar Hindistan gibi Çin gibi ülkelere gidiyor. Bence aslında Türk insanının yazılıma müthiş bir kabiliyeti var. Ben onu çok gurur duyarak söylüyorum. NETAŞ olarak şu anda 700 tane yazılımcımız çalışıyor ve aşağı yukarı son 7-8 senede 300 milyon dolar civarında yazılım ihracatı yaptık. Mühendisimiz 108 Bilişim Politikaları üçüncü ayından itibaren üretken oluyor. Bunun birçok ölçümü var. Biz her ay ölçümler hazırlarız. Kapasite raporları hazırlar ne kadar başarılıyız diye bakarız. Bizim mühendislerimiz bir Amerikalı mühendisten çok çok daha kabiliyetlidir. Hindistan’ın mühendisinde iki misli daha kabiliyetlidir. Çin mühendislerinden yüzde 30-35 daha fazla kabiliyetlidir. Ama marka çok çok önemlidir. Turhan Menteş, Türkiye Bilişim Derneği- Ben de bu konuda görüş belirtmek istiyorum. Çünkü söyleyeceğim görüş Müjdat Bey’i yakından ilgilendirecek. Türkiye belli konuları belli dönemlerinde denedi, denemeye çalıştı. Bengi Hanım’ın bahsettiği kümeleme yaklaşımı; yani doğru bir modeldir. Büyük firmaların ihracat yapabilmesi için onların yanında da ekosistem yaratmak durumundayız ki bütün dünya ülkeleri böyle yapmış. Bunun itici gücü de Telekom sektörüdür. Bildiğiniz işte Dodge Telekom, yanında SAP gibi bir sürü firma yaratmıştır. France Telekom, Alcatel olmak üzere bir sürü bilişim firmasını yaratmıştır. Biz Türk Telekom’un yanında bir şey yaratamadık. Ama zamanında bir başarı öyküsüydü. Ne oldu diye soracak? Çünkü Müjdat Bey’e dokunacak ucu, Teletaş örneğimiz vardır. Teletaş teknoloji üretmek için kurulmuş bir firmamızdı. Bunu biliyorsunuz satın aldılar ve Teletaş ortadan yok oldu. Böyle bir noktaya geldi. 1000 tane Ar-Ge mühendisinin çalıştığı bir yerdi. Ben bir şeye katılmıyorum. Bunu Türkiye’deki bütün toplantılarda söyledim. Türkiye’nin geleceği sadece yazılım değil. Bakın, beyaz eşya üreticisi Vestel, Beko Avrupa’da teknoloji üretmede birinci iken, donanım üretmede AirTies gibi bir uluslararası ürün üreten firmalarımız varken geleceğimizi sadece yazılıma bağlamış olmak doğru değil. Türkiye’nin donanım alanında da atılım yapması gerekiyor. Bu teknolojiyi üretebileceğini göstermesi gerekiyor. Gömülü ürünler diyoruz, önümüzdeki dönem yani makineden makineye teknolojilerin gelişeceği dönem diyoruz. Bunun en iyi kullanılacağı yerler, ev cihazları ve diğer aletler. Önceliklendirilmiş Ar-Ge ile biz bu planlamaları yapabilirsek, bu işbirliklerini sağlayabiliriz ve Türkiye’de ihraç kapasitesini artırabiliriz. Çok basit bir örnek olarak da söyleyeyim. Eğlence sektörü ürünleri Türkiye’den çok ciddi para transferine sebep oluyor. Geçen gün gazete yazıyordu. Yani sadece bir Candy Crush Türkiye’den 500 bin dolarlık bir gelir elde ediyorsa, bunu yapabilecek birkaç tane firmayı da biz kendimiz planlayıp ortaya çıkartabiliriz diye düşünüyorum. Ama bu planlama mantığını karşılıklı kabullenebilirsek. Teşekkür ediyorum. 109 Oturum 3C Doç. Dr. Mustafa Akgül, Bilkent Üniversitesi- Ben bir ekleme yapmak istiyorum. Yazılım için bile diğer alanlarda, mühendislik vs. çok iyi uzmanların olması lazım ve ekiplerin çalışması lazım. Sadece yazılımcıların oturup bunları üretmesi mümkün değil zaten. Müjdat Altay, TESİD Başkanı ve Netaş CEO’su- Burada bir yanlış yapılıyor kusura bakmayın. Bugün Netaş 4G tasarımı yapıyor. 4G’de yaptığımız tasarım dünya ile eş zamanlıdır. Şimdi 4G tasarımı yaparken öyle bir şey oldu ki dünyada silikon öyle bir gelişti ki. Digital Signal Processing (DSP) diye bir şey var. 5-6 tane entegre devreyi yan yana getirdiğiniz zaman üzerine yazılım koyduğunuz zaman muhteşem şeyler elde ediyorsunuz. Yazılım deyince de uygulama yazılımını düşünmeyelim lütfen. DSP yazılımda biz OFT yapıyoruz. Bu 4G’nin temelidir. Gömülü yazılım diye bir şey var. Çünkü hakikaten biz bu kültür dönüşümünü gerçekleştiremezsek bir noktaya gidemeyiz. Bugün Apple’ın tamamı yazılımdır. Biz CEN konsorsisuyumu olarak Casper, Exper ve Netaş tablet yapımına soyunduk. Bütün tabletin içini açtım baktım. Tabletin içinde şöyle iki tane kocaman pil var. Açın lütfen, bir tane eski evde tabletinizi. Şu kadarcık bir devre, içinde üç tane entegre. Ben her türlü donanımı yaparım, siz bana on milyon müşteriyi verin. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Yazılım konusu hep aklımı karıştırmıştır ama ona girmek istemiyorum. Efendim buyurun. Yıldırım Aktürk, DPT Eski Müsteşarı- Ben Sayın Eczacıbaşı’nı zannediyorum birkaç sene oldu bu konuda taciz etmiştim. Benim bir “Pet projem” var. Madem ki dershanelerden vazgeçeceğiz, ki bu doğru bir şeydir, ben TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi olarak; o zamanlar hazırlanmış bir eğitim raporunda da yeterli kaynak var ama dağıtımında problem var Türkiye’de velilerin özel olarak harcadıkları kaynağı eğitim sisteminin içine koyarsak mesele yok, iyi bir eğitim verebiliriz diyordum. Fazla uzatmayayım. Dershaneler kapatılamaz ama yeni yapılandırma ile IT sektörüne insan gücü yetiştiren ve sertifika veren kuruluşlar haline getirilebilir. Bunun için kabaca 80 bin tane eğitmen önce eğitilir belki buradaki güzide kuruluşlarda buna yardımcı olurlar. Ondan sonra yılda kabaca bir milyon kişiye beyaz yakalı ve işsiz gençlerimize, kabiliyetli gençlerimize bir istihdam kapısı açılır ve yine küçük bir hesapla altı milyar dolar civarında da bir döviz kazancı sağlanır. Çünkü katma değeri çok düşüktür ve cari açığa da ciddi katkısı bulunur. Sayın Recep Tayyip 110 Bilişim Politikaları Erdoğan’a belki 5-6 sene evvel, mouse’la ve klavyeyle büyümüş birisi IT sektörünün başında olmalı, o zaman daha yaşlı bir Devlet Bakanımız vardı, bununla olmaz diye bir serzenişte bulunmuştum. Bana Ali Babacan’ın söylediği Cevdet Bey bugünkü Kalkınma Bakanımız hakikaten pırıl pırıl ve bölümünü birincilikle bitirmiş bir arkadaşımız. Kalkınma Ajansı gibi tek başına bir misyonla odaklanmış bir politikayla bir noktaya gelinebilir ben hala treni kaçırdık diye düşünmüyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Ben son bir soru daha alıp zamanında bitirme açısından bir rekora imza atmak istiyorum. Orada bir beyefendi var, buyurun. Orhan Özçatalbaş, Akdeniz Üniversitesi- Ben lisans programlarındaki verilen eski bilişim dersleriyle şu andaki bilişim dersleri arasındaki farkın durumuna bakarak bilişim kültürünün ve programlama kültürünün yaygınlaşması yönünde aslında geriye gidişimizi bir miktar ifade etmek istiyorum. Geçmişte Ziraat Fakültelerinde bilgisayar programlama dersi vardı. Fortran 4 almıştık. Visual basic almıştık. O sektörde, daha doğrusu o alandaki insanlar kendi alanlarında program yazmaya başlamışlardı. Ama bugüne geldiğimizde enformatik dersi adı altında Microsoft Office’ın programları öğretiliyor, öğretilmeye çalışılıyor. Ama aslında bu ilköğretim düzeyindeki içerikten farklı bir şey değil. Dolayısıyla bu bilişim kültürünün yaygınlaştırılmasında bizlerin akademisyenler olarak da söyleyecek sözleri olmalıdır diye düşünüyorum. Sektör zannediyorum bu konuda destek verecektir diye düşünüyorum. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding- Değerli dostlar galiba bir panelimiz daha bitti. Ben katılımcılara ve özellikle Bilgi Toplumu Daire Başkanlığına çok teşekkür etmek istiyorum bugünkü panel için. Benim için de çok öğretici bir panel oldu. Ben son bir konunun altını vurgulamak istiyorum ve zannedersem son anda çok gündeme geldi. Artık bizim ne donanım, ne yazılım, ne servis; bu alanlarda bilişim sektöründen bahsetmek diye bir konumuz kalmıyor. Çünkü bunların hepsi diğer sektörlerle, diğer alanlarla tamamen sınırı belli olmayacak bir şekilde iç içe geçmek durumunda. Öncelikle tabiî ki ticaret, tabiî ki birçok üretim sektöründe bunu zaten görüyoruz ama en çok dikkat etmemiz gereken ve vurgulamamız gereken konulardan birisi herhalde eğitimdir ki bugün sıklıkla gündeme geldi. Bizim bundan sonraki kuşak için üzerimize almamız gereken çok önemli sorumluluklar var. Benim bugünkü tartışmaları eleyip altındaki 111 Oturum 3C tortuya baktığım zaman ortaya çıkan en önemli konunun kendi açımdan bu olduğunu ve benim dersimin bu olduğunu düşünüyorum. Umarım herkese belli bir artı değeri olmuştur. Katıldığınız için hem panelistlere hem sizlere çok teşekkür etmek istiyorum. 112 EK: SUNUMLAR Oturum 3A Sunum Baturalp Candemir TEB Yatırım Genel Müdürü 114 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 5. İzmir İktisat Kongresi 31 Ekim 2013 Baturalp Candemir TEB Yatırım Menkul Değerler AŞ 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 1 / 15 Türkiye Sermaye Piyasasında Son Gelişmeler Aralık 2009: VOB'da vade sonunda fiziki (hesaben) teslimatla sonlanan döviz vadeli işlem (VOB-TLDolar ve VOBTLEuro) sözleşmeleri işlem görmeye başladı. Ağustos 2010: İMKB'de aracı kuruluş varantlarının işlem gördüğü Varant Pazarı işleme açıldı. Aralık 2010: VOB'da "VOB-İMKB 30-100 Endeks Farkı", "VOB-EUR/USD Çapraz Kuru" ve "VOB-Dolar/Ons Altın" vadeli işlem sözleşmeleri işlem görmeye başladı. Ağustos 2012: Tek hisse senedine dayalı vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin İMKB’de işlem görmesi uygun bulundu Eylül 2012: İlk İskontolu ve Turbo Sertifikalar işlem görmeye başladı Ekim 2012: Elektronik Genel Kurul Sistemi (EGKS) devreye alındı. Global yatırımcıların şirket genel kurullarına New York’dan Tokyo’ya kadar elektronik ortamda katılmalarına imkan sağlayan hukuki ve teknik alt yapı kurulmuş oldu. Aralık 2012: İMKB Borçlanma Araçları Piyasası bünyesinde, payların konu edildiği repo işlemleri yapılmasına ve bu payların alıcıya teslimine olanak veren "İMKB Pay Senedi Repo Pazarı" faaliyete geçti. Aralık 2012: İMKB Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası (VİOP) faaliyete geçti. 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 2 / 15 115 Oturum 3A Türkiye Sermaye Piyasasında Son Gelişmeler Aralık 2012: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ve NYSE Euronext'in Avrupa Türev Ürünler Piyasası olan NYSE Liffe, İMKB 30 Endeksinde yer alan pay senetleri ve İMKB 30 endeksine dayalı vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerinin her iki borsada da işlem göreceği duyuruldu. Aralık 2012: Yeni Sermaye Piyasası Kanunu yürürlüğe girdi Nisan 2013: Üç borsa (İMKB, İstanbul Altın Borsası ve Vadeli İşlemler Borsası) Borsa İstanbul çatısı altında birleşti Sukuk, gayrimenkul sertifikaları gibi faizsiz yeni finansal enstrümanlar Haziran 2013: Uluslararası alanda genel kabul gören 5 yeni sukuk düzenlemesi yapıldı Haziran 2013: Yeni yatırım fonu düzenlemesi ile “Katılım Fonu” adıyla sadece faizsiz finansman ürünlerine ve katılım bankacılığı prensiplerine uygun çalışan şirketlerin pay senetlerine yatırım yapacak yeni bir yatırım fonu türü oluşturuldu Temmuz 2013: Borsa İstanbul ve Nasdaq OMX arasında stratejik ortaklık için ön anlaşma imzalandı Eylül 2013: TAKASBANK’ın merkezi karşı taraf olmasına ilişkin ilk uygulama ödünç piyasasında başlatıldı. Böylece yatırımcılar için takas riski sıfırlanarak güvenli bir alan oluşturuldu. 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 3 / 15 Hedefe Uygun Planlama Makroekonomik Koşulların Sağlanması Kanun ve Kuralların Oluşturulması Altyapının Kurulması Kanun ve Kurallara Uyumun Sağlanması Rekabetçi, Etkin Çalışan Kurumsal Yapılar İnsan Kaynağı ve Eğitim Reklam 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 4 / 15 116 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Türkiye Sermaye Piyasasında Geçiş Dönemi Sadece iki (tahvil ve hisse senedi) yatırım aracı olan, Tek yönlü getiri sağlanabilen, Yavaş işleyen, Sığ bir piyasadan; Çok sayıda yatırım aracı bulunan Çok yönlü getiri sunabilen Hızlı işleyen Derin piyasalara geçiş 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 5 / 15 GSYİH ve BIST-100 Endeksi GSYİH ve BIST-100 yıllık yüzde değişimleri (TL bazında) 30% 120% Reel GSYİH yıllık yüzde değişim (sol eksen) 20% 80% BIST-100 yıllık yüzde değişim 10% 40% 0% 0% 2013 2Ç 2013 1Ç 2012 4Ç 2012 3Ç 2012 2Ç 2012 1Ç 2011 4Ç 2011 3Ç 2011 2Ç 2011 1Ç 2010 4Ç 2010 3Ç 2010 2Ç 2010 1Ç 2009 4Ç 2009 3Ç 2009 2Ç 2009 1Ç 2008 4Ç 2008 3Ç 2008 2Ç 2008 1Ç 2007 4Ç 2007 3Ç 2007 2Ç 2007 1Ç 2006 4Ç -80% 2006 3Ç -20% 2006 2Ç -40% 2006 1Ç -10% GSYİH ve BIST-100 yıllık yüzde değişimleri (USD bazında) 60% 140% USD bazlı GSYİH yıllık yüzde değişim (sol eksen) 40% BIST-100 (USD bazında yıllık yüzde değişim) 100% 20% 60% 0% 20% 2013 2Ç 2013 1Ç 2012 4Ç 2012 3Ç 2012 2Ç 2012 1Ç 2011 4Ç 2011 3Ç 2011 2Ç 2011 1Ç 2010 4Ç 2010 3Ç 2010 2Ç 2010 1Ç 2009 4Ç 2009 3Ç 2009 2Ç 2009 1Ç 2008 4Ç 2008 3Ç 2008 2Ç 2008 1Ç 2007 4Ç 2007 3Ç 2007 2Ç 2007 1Ç 2006 4Ç -100% 2006 3Ç -60% -60% 2006 2Ç -20% -40% 2006 1Ç -20% Kaynak: TUİK, Borsa İstanbul 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 6 / 15 117 0 Oca.10 Şub.10 Mar.10 Nis.10 May.10 Haz.10 Tem.10 Ağu.10 Eyl.10 Eki.10 Kas.10 Ara.10 Oca.11 Şub.11 Mar.11 Nis.11 May.11 Haz.11 Tem.11 Ağu.11 Eyl.11 Eki.11 Kas.11 Ara.11 Oca.12 Şub.12 Mar.12 Nis.12 May.12 Haz.12 Tem.12 Ağu.12 Eyl.12 Eki.12 Kas.12 Ara.12 Oca.13 Şub.13 Mar.13 Nis.13 May.13 Haz.13 Tem.13 Ağu.13 Eyl.13 31.12.2009 31.01.2010 28.02.2010 31.03.2010 30.04.2010 31.05.2010 30.06.2010 31.07.2010 31.08.2010 30.09.2010 31.10.2010 30.11.2010 31.12.2010 31.01.2011 28.02.2011 31.03.2011 30.04.2011 31.05.2011 30.06.2011 31.07.2011 31.08.2011 30.09.2011 31.10.2011 30.11.2011 31.12.2011 31.01.2012 29.02.2012 31.03.2012 30.04.2012 31.05.2012 30.06.2012 31.07.2012 31.08.2012 30.09.2012 31.10.2012 30.11.2012 31.12.2012 31.01.2013 28.02.2013 31.03.2013 30.04.2013 31.05.2013 30.06.2013 31.07.2013 31.08.2013 30.09.2013 Oturum 3A Fonların Yatırım Türlerine Göre Kırılımı Yatırım Fonları Diğer 34,18% Yabancı Menkul Kıymet 0,61% Borsa Para Piyasası 10,96% 25 (milyar TL) 600 (milyon TL) Emeklilik Yatırım Fonları Hisse Senedi 6,39% Kamu Borçlanma Senedi 17,59% Kamu Borçlanma Senedi 59,33% Hisse Senedi 15,72% Ters Repo 30,28% Diğer 17,77% Kaynak: SPK Yabancı Menkul Kıymet 0,72% 118 Borsa Para Piyasası 1,02% Ters Repo 5,44% 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 7 / 15 Emeklilik Fonları BES Toplam Portföy Büyüklüğü 20 15 10 5 BES Aylık Fon Girişi 500 400 300 200 100 Kaynak: SPK, Emeklilik Gözetim Merkezi 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 8 / 15 Oca.10 Şub.10 Mar.10 Nis.10 May.10 Haz.10 Tem.10 Ağu.10 Eyl.10 Eki.10 Kas.10 Ara.10 Oca.11 Şub.11 Mar.11 Nis.11 May.11 Haz.11 Tem.11 Ağu.11 Eyl.11 Eki.11 Kas.11 Ara.11 Oca.12 Şub.12 Mar.12 Nis.12 May.12 Haz.12 Tem.12 Ağu.12 Eyl.12 Eki.12 Kas.12 Ara.12 Oca.13 Şub.13 Mar.13 Nis.13 0 0 0 Oca.10 Şub.10 Mar.10 Nis.10 May.10 Haz.10 Tem.10 Ağu.10 Eyl.10 Eki.10 Kas.10 Ara.10 Oca.11 Şub.11 Mar.11 Nis.11 May.11 Haz.11 Tem.11 Ağu.11 Eyl.11 Eki.11 Kas.11 Ara.11 Oca.12 Şub.12 Mar.12 Nis.12 May.12 Haz.12 Tem.12 Ağu.12 Eyl.12 Eki.12 Kas.12 Ara.12 Oca.13 Şub.13 Mar.13 Nis.13 May.13 Haz.13 Tem.13 Ağu.13 Eyl.13 Eki.13 (milyar TL) Oca.10 Şub.10 Mar.10 Nis.10 May.10 Haz.10 Tem.10 Ağu.10 Eyl.10 Eki.10 Kas.10 Ara.10 Oca.11 Şub.11 Mar.11 Nis.11 May.11 Haz.11 Tem.11 Ağu.11 Eyl.11 Eki.11 Kas.11 Ara.11 Oca.12 Şub.12 Mar.12 Nis.12 May.12 Haz.12 Tem.12 Ağu.12 Eyl.12 Eki.12 Kas.12 Ara.12 Oca.13 Şub.13 Mar.13 Nis.13 0 Oca.10 Şub.10 Mar.10 Nis.10 May.10 Haz.10 Tem.10 Ağu.10 Eyl.10 Eki.10 Kas.10 Ara.10 Oca.11 Şub.11 Mar.11 Nis.11 May.11 Haz.11 Tem.11 Ağu.11 Eyl.11 Eki.11 Kas.11 Ara.11 Oca.12 Şub.12 Mar.12 Nis.12 May.12 Haz.12 Tem.12 Ağu.12 Eyl.12 Eki.12 Kas.12 Ara.12 Oca.13 Şub.13 Mar.13 Nis.13 May.13 Haz.13 Tem.13 Ağu.13 Eyl.13 Eki.13 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi (milyar TL) Özel Sektör Tahvil Bono Piyasası 35 (milyon TL) (milyon TL) Özel Sektör Tahvil Bono Piyasası Toplam Büyüklüğü 30 25 20 15 10 5 6 5 Özel Sektör Tahvil Bono İhraçları 4 3 2 1 Kaynak: SPK 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 9 / 15 Bono ve Tahvil Piyasası İşlem Hacimleri 3.000 Hazine bono ve tahvil piyasası günlük ortalama işlem hacmi 2.500 2.000 1.500 1.000 500 100 Özel sektör tahvil bono piyasası günlük ortalama işlem hacmi 80 60 40 20 Kaynak: Borsa İstanbul 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 10 / 15 119 Oturum 3A A Tipi Fonların Getirisi 2012 2011 12,2% 8,3% 6,9% 69,9% 3,8% 3,7% 65,8% 64,1% 61,4% 58,7% 52,6% 30,0% BIST100 Medyan 5. Fon 4. Fon 3. Fon 1. Fon BIST100 2. Fon -22,3% Medyan 5. Fon 4. Fon 3. Fon 2. Fon 1. Fon -16,1% 2013 (22 Ekim itibariyle) 25,9% 24,1% 19,6% 17,8% 16,3% 1,4% Kaynak: www.fonmarket.com BIST100 Medyan 5. Fon 4. Fon 3. Fon 2. Fon 1. Fon 3,2% 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 11 / 15 Halka Arz Sonrası 60 Günlük Performanslar 2012 2011 160 160 140 140 120 120 100 100 80 80 60 60 40 0 5 10 15 20 25 30 35 40 45 50 55 60 40 0 5 10 15 20 25 30 35 40 45 50 55 Kaynak: Borsa İstanbul 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 12 / 15 120 60 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Halka Arz Sonrası 60 Günlük Performanslar 2013 160 140 120 100 80 60 40 0 2 4 6 8 10 12 14 16 18 20 22 24 26 28 30 32 34 36 38 40 42 44 46 48 50 52 54 56 58 60 Kaynak: Borsa İstanbul 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 13 / 15 Bir İflasın Hikayesi 2,45 2,35 2,25 2,15 2,05 1,95 1,85 1,75 1,65 1 3 5 7 9 11 13 15 17 19 21 23 25 27 29 31 33 35 37 39 41 43 45 47 49 51 53 55 57 59 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 14 / 15 121 Oturum 3A Bir Hisse Satış Hikayesi 2,10 1,00 1,90 1,70 1,50 1,30 1,10 60 58 56 54 52 50 48 46 44 42 40 38 36 34 32 30 28 26 24 22 20 18 16 14 12 8 10 6 4 2 0,00 0 0,90 5. İzmir İktisat Kongresi – 31 Ekim 2013 / Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sayfa No: 15 / 15 122 Sunum Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen İzmir Ekonomi Üniversitesi Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 1 / 29 5. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 2013 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 31 Ekim 2013 Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] Aldatıcı sükûnet 2 / 29 A deceptive calm “Debt investors are wary of the tranquility in eurozone bond markets, eyeing risks such as Overreliance on domestic buyers”. Financial Times, 28 Oct ‘13 We have no details on OMTs….Outright Monetary Transactions ("OMT") is a program of the ECB under which the bank makes purchases ("outright transactions") in secondary, sovereign bond markets, under certain conditions, of bonds issued by Eurozone member-states. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 125 Oturum 3A 1.Küresel Finansal Kriz 3 / 29 •Küresel finansal kriz, Türkiye üzerine etkileri ve bu kapsamda geleceğe dönük politikalar üzerine…. Her ne kadar 2008 krizinin etkileri bir Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya, İrlanda ve İzlanda kadar olmasa da Türkiye geçmişteki deneyimleriyle küresel ve yerel finansal krizlere açık bir ülke olduğunu göstermiştir. Bu açıklığı yaratan temel neden yapısal sorunların kısa vadeli çözümlerle geçiştirilmesidir (cari açıklar, vergi vb) . Bu fırsatı birileri asla kaçırmıyor??? Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 1.Küresel Finansal Kriz 4 / 29 Soru: Bu yapı böyle mi bırakılacaktır yoksa radikal çözümler mi aranacaktır? * Excel hatası? Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 126 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 2.Finansal Riskler 5 / 29 •Finansal araç ve kurumsal sektörler (hane halkı, firmalar, kamu, bankacılık kesimi vb.) bağlamında finansal risk unsurları üzerine tespitler… 1. 1990’larda Hazine ciddi boyutta kur riski taşırken, bankalar da hem kur hem de faiz riski taşıyordu. 2. 2000 krizi sonrasında günümüze kadar olan dönemde Hazine’nin kur riski çok azaldı (FX cinsi kağıt ihracındaki azalma nedeniyle) ve FRN ihraçlarıyla faiz riski de azaldı. 3. Bankaların kur riski özellikle BDDK düzenlemeleri nedeniyle büyük ölçüde kontrol altına alındı. 4. Bankaların faiz riski halen devam etmekle birlikte faizin volatilitesi azaldığı için toplam risk nispeten daha az…. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 2.Finansal Riskler 6 / 29 •…DEVAM 5. Bankaların temel riski –hatta artan riski- kredi riski. 6. Hane halkının yabancı para cinsinden kredi alması üzerine sınırlamaların getirilmesiyle toplamda kur riski azaldı…. Ancak tüketici kredileri çok fazla arttığı için hane halkı borçluluk oranı adeta uçtu…. Faiz riski çok arttı. 7. Daha da önemlisi asıl kur ve faiz riski artışı firmalar kesiminde gözlendi… Reel kesim kur riski diyor ki..… Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 127 Oturum 3A Finans dışı Şirketlerin Net Döviz Pozisyonu 7 / 29 Kırmızı bayrak: Firmaların kur riski büyük ölçüde artmıştır. Reel Kesim (Firmalar) Döviz Pozisyonu 120000 5000 0 100000 80000 -5000 60000 -10000 40000 -15000 20000 -20000 -25000 0 2008 Kaynak: TCMB 2009 2010 KV Varlıklar 2011 2012 KV Yükümlülükler 2013-3 2013-6 2013-7 Net Döviz Pozisyonu Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 2.Finansal Riskler 8 / 29 DEĞERLENDİRME: 1. Finansal risk unsurlarının başında asimetrik bilgi gelmektedir. 2. Hane halkı ve firmaların çoğu riskler konusunda kamu ve bankalara göre daha fazla eksik bilgiye ve bundan doğan risklere maruzdur. 3. Öte yandan bankaların yanı sıra kamu kesimi de finansal araçlar konusunda uluslararası sermayeye göre eksik bilgi ve bunun risklerine tabidir. 4. Genel olarak bakıldığında ülkenin tüm kurumları da bir şekilde eksik bilgi riskine tabidir. 5. Bu sorun sadece ülkemize özgü değildir. Birçok ülkede ve kurumlarda farklı şekilde yaşanmaktadır. 6. Önemli olan Asimetrik Bilgi kavramının öneminin yeterince anlaşılmasıdır. Unutmayalım! Asimetrik Bilgi çağında yaşıyoruz! Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 128 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 3.Sistemik Riskler 9 / 29 Sistemik finansal riski yönetmek için izlenmesi gereken politikalar 1. Basel’ düzenlemelerine giren en yeni kavram SIFIs, yani sistemik olarak önemli finansal kuruluşlar. Birçok ülkenin denetim otoritesinin de bu konuda çalışmalar yaptığı biliniyor. 2. TCMB sistemik risk özel sayısı yayınladı, (CB Review, V.13 Special Issue, March 2013). 3. Temel hedef kredi büyümesinin yönetiminde pro aktif rol almak. TCMB’nin kredi büyümesi ile cari açık ilişkisini gösteren birçok araştırması var. Sanırım bu noktada detaylı bir TCMB/BDDK işbirliği gerekiyor. 4. Sistemik riskin yönetilmesinde Basel Komitesi tarafından önerilen ve Basel3’te yer alan “çekirdek sermaye/countercyclical sermaye” hususu, mevduat dışı fonlama (non-core liabilities) için farklılaştırılmış munzam karşılıklar gibi önlemler sayılabilir. 5. BDDK son yaptığı düzenleme ile tüketici kredilerine ilişkin karşılık yükümlülüklerini artırırken, ihracat ve KOBİ kredileri için azalttı. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 3.Sistemik Riskler 10 / 29 Sistemik risk yönetiminde AB halen kurumsallaşma sıkıntıları çekiyor. Bankacılık Birliği kurulması işi bir türlü istenilen şekilde olamadı. ECB tekrar stres testlerine başlayacak. DEĞERLENDİRME: Sistemik riskler ve yönetimi konusunda makro-ihtiyati (macro prudential) ve uzun vadeli yapısal çözümlere gidilmesi önerilir. Kısa vadeli çözümler-kuramsal olarak-yapısal sorunları çözemez, tam tersine sistemikleştirir. Sistemik Riskler için ilgi çekecek bir site: V-LAB The Volatility Laboratory (V-Lab) provides real time measurement, modeling and forecasting of financial volatility, correlations and risk for a wide spectrum of assets. http://vlab.stern.nyu.edu/ Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 129 Oturum 3A 3.Sistemik Risk-V-Lab US Top 10 SRISK SRISK% LRMES LVG JP Morgan Chase 20.2 59.10 12.38 Bank Of America 15.5 49.98 13.43 Citigroup 14.6 57.47 12.18 MetLife 8.1 63.29 15.15 Morgan Stanley 7.8 65.25 13.90 Prudential Financial 7.6 60.19 18.69 Goldman Sachs 6.6 50.76 12.36 Hartford Financial Services 3.1 60.11 19.06 Capital One Financial 2.8 86.17 7.06 Lincoln National Corp 2.5 64.47 18.78 Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 11 / 29 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 3.Sistemik Risk-V-Lab 12 / 29 Global Systemic Risk by Country Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 130 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 3.Sistemik Risk-V-Lab 13 / 29 Global Systemic Risk -Europe Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 3.Sistemik Risk-V-Lab 14 / 29 Global Systemic Risk -Africa Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 131 Oturum 3A 4.Finansal Sistemin Geliştirilmesi İçin İzlenmesi Gereken Politikalar 15 / 29 EN SON SÖYLEYECEĞİMİZİ EN BAŞTA SÖYLEYELİM: Bu konudaki temel kavram “(h)armoni"dir. Bir ülkenin hukuk başta olmak üzere piyasa düzeni uluslararası piyasalarla uyum içinde çalışmadığı sürece finansal sistemin gelişmesi mümkün değildir. Hukuk geneldir. Yani, JP Morgan bir ülkede kendini ne kadar güvende hissediyorsa vatandaş Mehmet Efendi de kendini "en az" o kadar güvende hissedebilmelidir. Bu genelliğin olmaması JP Morgan'ı göreli olarak daha güvenli bir yere koymaz. Tam tersine, elindeki hakkın bir imtiyaz olduğunu bilen JP Morgan bunun aynı mekanizma ile geri alınabileceğini de herkesten iyi bilir. Bu nedenle Vatandaş Mehmet Efendinin yasal güvenceleri aslında JP Morgan için de bazdır, esastır, temeldir. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 4.Finansal Sistemin Geliştirilmesi İçin İzlenmesi Gereken Politikalar 16 / 29 •Hükümet sermaye piyasalarına çok ciddi destek vermiştir. Yeni TTK, Borçlar Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunalrı milât niteliğindedir. •Borsa İstanbul-NASDAQ işbirliği çok önemli ve desteklenmesi gerekiyor •İslami Finans Merkezi girişimi çok önemli , treni kaçırmamalıyız, Almanya, İngiltere bu konuda çok hızlı, yenileri katılabilir… •Bireysel emeklilik sistemi (BES) kritik önemde… •Türkiye’nin hedeflenen yüksek büyümeyi yakalayabilmesinin tek yolu iç tasarrufu artırmak. Bu konuda Dünya Bankası Raporu var: Sustaining High Growth: The Role of Domestic Savings in Turkey Gördüğümüz kadarıyla Hükümet bu raporda yer alan önerileri tek tek gerçekleştiriyor… Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 132 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 5.İstanbul Finans Merkezi 17 / 29 SON SÖZLERİ YİNE EN BAŞTA SÖYLEYELİM: 1. Hukuk, güven, istikrar 2. Girişim sonuna kadar desteklenmeli 3. Bilinen ve bilinmeyen rakiplerimiz var, iyi takip etmeli 4. Paranın akışı ve akış yönü önemli bu konuda iki temel makale The Strange Geographies of 'Emerging Markets‘ Sidaway and Pryke, Transactions of the Institute of British Geographers, New Series, Vol. 25, No. 2 (2000). MONEY FLOWS LIKE MERCURY: THE GEOGRAPHY OF GLOBAL FINANCE, Geografiska Annaler: Series B, Human Geography, Volume 87, Issue 2, pages 99–112, June 2005 Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 5.İstanbul Finans Merkezi Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 18 / 29 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 133 Oturum 3A 5.İstanbul Finans Merkezi Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 19 / 29 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 5.İstanbul Finans Merkezi 20 / 29 http://www.viewsoftheworld.net/ Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 134 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 5.İstanbul Finans Merkezi 21 / 29 Sovereign Wealth Funds & Turkey Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 5.İstanbul Finans Merkezi 22 / 29 Kaynak: Qatar Financial Services Authority Bir çalışma da biz yapalım, nasıl olsa endeks oluşturma, parametrelere ağırlık verme gibi konularda meydan boş Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 135 Oturum 3A 5.İstanbul Finans Merkezi Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 23 / 29 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 5.İstanbul Finans Merkezi 24 / 29 AVANTAJLARIMIZ Coğrafya İç üretim (Dubai?) Devlet geleneği Köklü tarih Doğal kaynaklar (yer altı / yer üstü) İYİLEŞTİRİLMESİ /YAPILMASI GERKENLER Hukuksal altyapı, İhtisas mahkemeleri / Tahkim Eğitim altyapısı (yabancılara hitap edebilecek nitelikte) Fiberoptik sistemler & HFT (?) Bu çerçevede “Borsa İstanbul-NASDAQ” işbirliği ÇOK önemli Enerji ve Emtia borsaları (organize olmayan piyasalarda FİYAT RİSKİ çok yüksek) Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 136 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 6.Finansal Sektör-Reel Sektör İlişkisi ve Güçlendirilmesi 25 / 29 KKB’nin risk raporunun ticari alanda da kullanılmaya başlaması önemli bir gelişmedir. Şeffaflığa katkıda bulunur, asimetrik bilgiyi azaltır Finansal sektörde derinlik sağlanması şarttır. Yani, reel sektör kredi peşinde değil finans sektörü kredi kullandıracak müşteri peşinde koşmaya başlamalıdır. Sığ bir finans sektörü reel sektörü besleyemez tam tersine yüksek maliyetli kredilerle bu sektörün gelişimini bloke eder. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] Son sözler….. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 26 / 29 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 137 Oturum 3A Son sözler….. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] Son sözler….. Nereye bakmamız bilmeliyiz gerektiğini çok 27 / 29 28 / 29 iyi Yabancı basına DİKKAT! Yanımıza almalı, anlatmalıyız, savaşa gerek YOK! İç kaynaklarımızı özellikle insan kaynağımızı öyle değerlendirmeli ve yönlendirmeliyiz ki tam anlamıyla kazan-kazan politikası ortaya çıksın… Teşekkürleri asla unutmamalıyız Dr. Ali Tarhan (TCMB)* Ayhan Yüksel (Quant, PhD Candidate) Emir Çetinkaya (ex-VOB Director) Prof. Dr. Ahmet Kesik (Süpermen) Prof.Dr. N. Oğuzhan Altay (Ege Ünv) Tezer Yelkenci (asistanım) İzmir Ekonomi Üniversitesi Ailesi (*) “Financial Crises and Center-Periphery Capital Flows”, JOURNAL OF ECONOMIC ISSUES, Vol. XLVII No.2, June 2013. Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 138 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Thank You İletişim İzmir Ekonomi Üniversitesi, İşletme Fakültesi Sakarya Caddesi No:156, 35330 Balçova – İZMİR 29 / 29 For Listening Telefon 0(232) 488 98 68 Sosyal Medya Twitter: @ckucukozmen Facebook: /coskun.kucukozmen E-posta [email protected] Web-site www.coskunkucukozmen.com Assoc. Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen 5TH İZMİR ECONOMIC CONGRESS 31/10/2013 Izmir University of Economics, International Trade and Finance P. 232 488 9868 / [email protected] 139 Sunum Dr. M. İbrahim Turhan Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Küresel Değişim Sürecinde Türkiye ve İstanbul Finans Merkezi Dr. M. İbrahim TURHAN Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür Borsa İstanbul 31 Ekim 2013 5.İzmir İktisat Kongresi Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor? Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (1982-1987) Dünya Büyüme Payı (%) 39 61 Gelişmekte Olan Ül. Gelişmiş Ül. Kanada 2,6 G.Kore 4,2 ABD 29,8 İngiltere 3,5 2,9 İtalya 3,1 Almanya Hindistan Çin 9,9 Japonya 10,3 3,8 4,1 Brezilya Kaynak: IMF, FT Research 31.10.2013 141 1 Oturum 3A Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor? Dünya Büyüme Payı (%) Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (1992-1997) 46 54 Gelişmekte Olan Ül. Gelişmiş Ül. Kanada 2 G.Kore 3,8 ABD 24,2 3,7 İngiltere 3,8 Çin 18,9 Hindistan Japonya 6,1 2,1 3,7 Meksika Brezilya 3 Endonezya Kaynak: IMF, FT Research 31.10.2013 2 Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor? Dünya Büyüme Payı (%) Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (2002-2007) 33 67 Gelişmekte Olan Ül. Gelişmiş Ül. Rusya 2,2 İngiltere ABD 12,6 G.Kore 4,7 1,7 Türkiye 1,8 Hindistan Çin 23,6 Japonya 2,6 7,7 1,6 2,3 Meksika Brezilya Kaynak: IMF, FT Research 31.10.2013 142 3 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Dünya Ekonomilerinde Ne Değişiyor? Dünya GSYH Payı (%) Küresel Büyümeye Katkı Sağlayan ilk 10 Ekonominin % Payı (2012-2017) 26 74 Gelişmekte Olan Ül. Gelişmiş Ül. Rusya G.Kore 2,5 1,8 Japonya Türkiye ABD 13,9 1,3 1,4 Çin 33,6 Hindistan 9,4 1,6 2,6 Meksika Brezilya 2,4 Endonezya Kaynak: IMF, FT Research 4 31.10.2013 Türkiye Değişen Küresel Ekonomik Sürecin Neresinde? 2010 yıllarında Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi 2011 20.127 20.000 % 9,2 % 8,5 15.001 15.000 10.000 14 11,9 90 70 60 40 2013 /07 2012 2011 50 2010 2017 2015 2013 2011 2009 2007 2005 2003 2001 1999 1997 İşsizlik % 9,3. Avro Bölgesi işsizlik: % 11,3 9,8 9,2 9,3 75 80 2009 2008 2007 2006 İşsizlik % 16 14 12 10,2 10,3 11 10 8 6 4 2 0 0 1995 5.000 IMF: Türkiye GSYH’nın 2017’de 20.000 ABD Dolar üzerinde 30 20 61 62 62 63 62 59 62 74 68 60 53 47 85 80 83 Maastricht Kriteri % 60 40 40 46 42 39 36 Kamu borcu/GSYH % 36. Avrupa Birliği’nde % 85 Kaynak: TÜİK, IMF, WB 31.10.2013 143 5 Oturum 3A Fırsatları Değerlendirmek için Finans Sektörü Gelişimi Şart 2012 2012 2000 119 Trilyon 225 Trilyon 217 Milyar ABD Doları ABD Doları ABD Doları 1181 Milyar ABD Doları 2000 FIRSAT! Özel Sermaye Girişleri Küresel Finansal Varlıklar Kaynak: McKinsey, Financial Globalization: Retreat or Reset? 25 22,8 20 15,3 15 10 5 0 2002 2003 2004 2005 2006 Tasarruflar/GSYH Oranı (%) 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Yatırımlar/GSYH Oranı (%) Kaynak: Dünya Bankası 2023 hedeflerine uygun büyüme için artan küresel sermayeden daha fazla pay almalıyız 31.10.2013 6 31.10.2013 7 Küresel Finans Merkezi Olmak için Ne Gerekiyor? 2013 1951 4C 1S Uluslararası Finansal merkezlerde bulunması gerekenler: C1-Kapasite C2-Bağlantı C3-Sermaye C4-Rekabet S1-Hususiyet 144 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız C1:Kapasite GSYH’nın % 27’si İstanbul’dan Kültürel ve Toplumsal Zenginlik Yeterli Bilişim Altyapısı Genç ve Dinamik Nüfus Aracı Kurumlarda çalışan profili 50 40 30 20 6911 şubesinde 5258 uzman personel % 81 yüksekokul ve üzeri eğitim Ülkelerin Medyan Yaşları (2010) 28,9 Japan Germany Italy Crotia Spain France Hungary UK Czech… Poland Russia S.Korea USA China Thailand Chile Turkey Indone… Malaysia S.Africa 50 aracı kurumun % 70’i 40 yaşının altında Kaynak: TSPB, TÜİK 31.10.2013 8 İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız C1:Kapasite 152 Milyar ABD dolarına ulaşan ihracat 2012 2008 2007 2006 2009 102 86 152 114 2011 107 73 2005 2004 47 2003 2002 2001 2000 36 27 28 31 63 135 132 2010 CAGR: %14.2 1999 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 İhracatta artan ülke grupları oranı Sanayi sabit sermaye oluşumu 161 Milyar ABD Doları’na ulaştı Kaynak: TÜİK 31.10.2013 145 9 Oturum 3A İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız C1:Kapasite Borçlanma araçları piyasası hacmi 2,7 trilyon ABD Doları ile dünyada 4. elektronik işlem platformu 1,8 1,8 1,6 1,4 1,2 1,0 0,8 4.500 4.000 3.500 3.000 2.500 2.000 1.500 1.000 500 0 2.69 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2012/9 2013/9* 2,0 0,6 0,4 0,2 Pay piyasasında artan likidite: Günlük ortalama işlem 1,8 Milyar ABD Doları 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013/9 0,0 Kaynak: Borsa İstanbul 31.10.2013 10 İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız C2:Bağlantı Geniş kargo ve deniz ulaşım ağı 150 noktaya direkt uçuş 20 bin üzerinde yabancı ortaklı şirket İstanbul’da Bölgesel Merkezleri İstanbul’da Saat dilimi Finans ve Ticaret Merkezleri ortasında 60 ülkeye 4 saatte ulaşılabilir 146 31.10.2013 11 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız C2:Bağlantı Uluslararası kurduğumuz bağlantılarımız MoU anlaşması yapılan borsalar 31.10.2013 12 İstanbul Finans Merkezi: Avantajlarımız S1:Hususiyet Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezi SPK kanunu ile borsalar tek çatı altında 31.10.2013 147 13 Oturum 3A İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor? C3:Sermaye Ulusal ve Uluslararası Sermaye Derinleştirme projeleri Uluslararası sermayeli şirket sayısı artıyor 10 9,6 15,9 8,4 9 1,7 2,8 Kaynak: T.C. Hazine Müsteşarlığı 2012 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 19,5 2011 10 22 2010 15 5 2005 2004 20,2 20 2009 11,7 25 2008 8,8 32,6 0 2003 0 6,7 5,1 5,6 2002 5 2001 10 29,2 1995-… 15 15 25 25,5 2007 20 18,7 21 2006 25 2005 30 2004 35 Yurtdışı yatırım 15,9 milyar ABD dolarına ulaştı 31.10.2013 14 İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor? C3:Sermaye Borsa kurumsal yatırımcı tabanı geliştiriliyor Borsada Kurumsal Yatırımcı Saklama Payı 85 Milyar ABD Doları Borsada 9145 Kurumsal Yatırımcı Emeklilik fonu büyüklüğü 12 milyar ABD Doları, kullanıcı sayısı 3,5 milyon kişi 4,0 3,5 3,5 Yatırım fonu büyüklüğü: 18 milyar ABD Doları, kullanıcı sayısı 3,3 milyon kişi 16 14 3,0 12 12 2,5 10 2,0 8 1,5 6 1,0 4 0,5 2 0,0 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013/4 4 3,5 3 2,5 2 1,5 1 0,5 0 3,3 35 30 25 20 18 15 10 5 0 0 Kaynak: MKK, SPK 148 31.10.2013 15 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor? C4:Rekabet NASDAQ-OMX ile Stratejik Ortaklık: Küresel Rekabetçi Yapı En İleri Teknoloji Eşanlı Çoklu İşlem Platformu İşlem Sonrası Süreçleri Entegrasyonu Borsa İstanbul ürünlerinin Nasdaq OMX’de İşlem Görme İmkanı Yeni Bölgesel İşbirlikleri İmkanları 31.10.2013 16 İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor? C4:Rekabet 2013 Mart ayında çıkan yeni Elektrik Piyasası Kanunu ile bölgenin fiyat belirleyicisi olma imkanı Borsa İstanbul Standart Enerji Kontratları 2.500 Emir/Sn. 5.000 Emir/Sn. Enerji Vadeli İşlemleri 30.000 Emir/Sn. 2012 öncesi 2013 EPİAŞ Spot Market Gün içi Piyasa (Oluşturulacak) 100.000 Emir/Sn. TEİAŞ Enerji Piyasası Dengesi Teknolojik altyapı tamamlanınca 100.000 Emir/saniye hizmet verilmesi planlanıyor Orta Vade Hedef 31.10.2013 Kaynak: Borsa İstanbul 149 17 Oturum 3A İstanbul Finans Merkezi: Neler Yapılıyor? C4:Rekabet Vergi avantajı düzenlemeleri Bölgesel Yatırım Teşvik Şeması Destek Enstrümanlar Kurumlar Vergisi % 20 Sermaye Gelir Vergisi % 0 Temettü Vergisi % 0 Borsa İstanbul % 0.00092125 Deutsche Börse % 0.00360000 LSE % 0.00450000 HKEx % 0.00500000 NYSE Euronext % 0.00550000 JSE % 0.00550000 SGX % 0.00750000 BM&F BOVESPA % 0.00700000 Büyük Ölçekli Yatırım Teşvik Şeması Stratejik Yatırım Teşvik Şeması KDV Muafiyeti + + + Gümrük Vergisi Muafiyeti + + + Vergi İndirimi + + + Sosyal Sigorta Yard. (İşveren) + + + Gelir Vergisi Kolaylığı* + + + Sosyal Sigorta Yard. (Çalışan) * + + + Faiz İndirimi** + Land Allocation + + + + KDV İadesi*** + Düşük işlem komisyonu Kaynak: İSPAT, Borsa İstanbul 31.10.2013 18 İstanbul Finans Merkezi: Gidilecek Çok Yol Var Londra New York Hong Kong Singapur Frankfurt Seul Şangay Viyana Katar Dubai Rio Sao Paulo İstanbul Bangkok Moskova 2008 1 2 3 4 6 31 43 47 24 51 2009 1 2 4 3 8 53 35 42 46 23 54 50 60 2010 1 1 3 4 13 28 11 43 36 24 54 40 74 61 68 2011 1 2 3 4 14 16 5 43 30 28 50 44 71 61 68 2012 1 2 3 4 13 6 19 36 35 22 52 48 56 57 64 2013 1 2 3 4 9 10 16 20 24 25 31 38 44 58 69 Kaynak: Zyen, The Global Financial Centers Index 2014 En İleri Teknolojik Altyapı Bölgesel İşbirlikleri Küresel IPO Ürün Çeşitliliği Yatay ve Dikey Entegrasyon Yeni Sermaye Piyasaları Kanunu Özelleşme 2012-2016 Borsa İstanbul: İstanbul Finans Merkezi Projesi merkezinde 31.10.2013 150 19 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi Sermaye Piyasaları için Yeni İş Modeli İstanbul Finans Merkezi sadece bir yerleşke girişimi değildir! İFM Eylem planı ve OVP kapsamında yeni iş modeli gerekli Sermaye kuruluşları aynı teknik altyapıyı oluşturmalı 31.10.2013 20 Küresel Finans Merkezi İş Modeli Örneği: Londra Tüm finansal hizmetler tek çatı altında: Financial Service Authority Sistemik risk takibi: İngiltere Merkez Bankası TheCityUK girişimi İngiltere’nin silikon vadisi: Tech City 1986: Big Bang, finansal hizmet düzenlemeleri 2003: İslami mortgage çift vergilendirme kaldırıldı Canary Wharf Bölgesi düzenlemesi 31.10.2013 151 21 Oturum 3A Küresel Finans Merkezi İş Modeli Örneği: Hong Kong 1999 tüm finansal hizmetler tek çatı altında: Menkul Kıymetler ve Vadeli İşlemler Kurulu Hong Kong Borsalar ve Takas Limited’nın (HKEx) şirketleşme süreci En ileri teknolojik hizmetlerin kullanılması Dış kaynaklı gelirler, sermaye kazançları vergisi, KDV, satış vergisi, temettü vergisi, veraset vergisi, temettüler üzerinden stopaj gibi vergilerin kaldırılması; kurumlar vergisi % 16,5 İstikrarlı, basit ve şeffaf sermaye piyasaları 31.10.2013 22 31.10.2013 23 İstanbul Finans Merkezi 2013-2015 OVP kapsamında gelişme ekseni ile belirlenmiştir yeni iş modeliyle ile gerekli adımlar atılmalı basit ve etkin vergilendirme sisteminin oluşturulması düzenleyici ve denetleyici çerçevenin geliştirilmesi fiziksel altyapının iyileştirilmesi hukuk altyapısının güçlendirilmesi İFM Eylem Planı teknolojik altyapının güçlendirilmesi 152 finansal ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılması İFM tanıtımının yapılması ve imajının oluşturulması İFM organizasyon yapısının kurulması Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi 153 Sunum Mukim Öztekin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi KÜRESEL FİNANSAL KRİZ ve TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ Mukim ÖZTEKİN BDDK Başkanı 1 1 BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU SUNUM İÇERİĞİ I. Giriş: Küresel Finansal Krizin Boyutu II. Küresel Kriz Sürecinden Çıkarılan Temel Dersler III. Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü a. Temel büyüklükler ve gelişimi b. Performans göstergelerinin seyri c. Risk göstergelerinin seyri IV. Beklentiler ve BDDK’nın Regülasyon Vizyonu V. İstanbul’un Küresel Finans Merkezi Olma Potansiyeli VI. Sonuç: Kısa Değerlendirme 2 2 155 Oturum 3A BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Giriş: Küresel Finansal Krizin Boyutu ⌂ Küresel finansal kriz 6. yılını doldurdu; fakat, krizin ⌂ ⌂ ⌂ etkilerinin bütünüyle ne zaman sona ereceğine ilişkin güvenilir bir öngörü henüz yok. Finansal istikrar, devletin ekonomiye müdahalesinin temel gerekçelerinden biri haline geldi. Finansal piyasalarda yaşanan sorun(lar) kısa sürede ekonominin geri kalanına yayılmakta ve ülke dışına taşan sonuçlar doğurabilmektedir. Finansal krizler büyük refah kayıpları doğurabilmektedir. 3 3 BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Küresel Finansal Krizin Maliyet Boyutu ⌂ Bu kriz gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkeler üzerine ağır maliyetler ⌂ getirmiştir. Biz bu maliyetleri ne kadar iyi algılayabilirsek, ileriki krizlerin refah maliyetini düşürebilecek politikaları bir o kadar iyi geliştirebiliriz. Krizin maliyet boyutuna ilişkin birkaç husus; ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkenin büyüme oranında gerilemeler kaydedilmiştir. Kriz öncesi trendlere ne zaman dönüleceği belirsizdir. İşsizlik oranları her yerde yükseldi: Sadece piyasalara kote olan şirketlerde 5 milyonun üzerinde çalışan işten çıkarılmıştır. Birçok ülke finans piyasasına likidite desteği yapmak zorunda kaldı. Eylül 2013 itibarıyla dört büyük merkez bankasının (BoE, FED, BoJ ve ECB) bilanço büyüklüğü toplamda 7,6 trilyon dolara ulaşmıştır. Trilyon dolarları bulan kredi zararları ve trilyon dolarları bulan sermaye artırımları gerçekleşmiştir. 4 4 156 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Küresel Kriz Sürecinden Çıkarılan Temel Dersler 5 5 ⌂ Yeni dünya düzeninde finansal krizlerin uluslararasılaşması kaçınılmaz ⌂ ⌂ ⌂ olmuştur. Soğuk savaş sonrasında piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi birlikteliği hemen hemen her ülke için “olmazsa olmaz” halini aldı. Yeni dünya düzeninde finansal piyasalar merkezi bir rol üstlenmiştir. Finansal piyasalarda globalleşme en hızlı ve yüksek derecede olmuştur. Finansal piyasaların ekonominin geri kalanı üzerinde hegamonik bir baskı gücü oluşmuştur. Salt para politikası uygulamaları finansal istikrarın tesisinde yetersiz kalmıştır. Gelişmiş ülkelerde uygulanan para politikaları, kısa vadeli sermaye akımları kanalıyla Türkiye gibi birçok ülkeye finansal istikrar üzerinden “dışsal maliyet” yüklemektedir. Bütün ülkeler (gelişmiş veya gelişmemiş) finansal istikrara yönelik yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalmaktadır. BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü Bankacılık Sektörü Temel Büyüklükleri (Milyar ABD Doları) 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013-08 AKTİF TOPLAMI 179,2 229,3 303,3 355,5 501,7 481,4 560,8 654,7 644,7 771,1 793,3 MEVDUAT 111,5 143,0 187,4 218,9 307,8 298,7 346,0 401,3 368,2 434,4 433,7 MENKUL DEĞERLER 76,7 92,6 106,6 113,1 142,1 127,5 176,7 187,2 150,9 151,9 139,7 ÖZKAYNAKLAR 25,5 34,4 40,8 42,4 65,4 56,8 74,6 87,5 76,6 102,4 90,2 YURTDIŞI BORÇLAR (*) 16,5 21,9 36,0 49,5 60,7 61,6 61,0 81,6 98,4 111,7 130,8 KREDİLER 47,5 74,3 116,6 155,8 246,4 241,5 264,0 342,0 361,5 447,1 475,2 TİCARİ KREDİLER 38,3 54,5 81,7 106,6 164,4 164,5 176,6 229,7 243,0 297,5 320,5 BİREYSEL KREDİLER 9,2 19,8 34,8 49,2 81,9 77,0 87,3 112,3 118,5 149,6 154,7 (*) Yurt dışı borç tutarına çıkarılan menkul kıymetler dahil değildir. 6 6 157 Oturum 3A BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü Bankacılık Sektörü Temel Büyüklüklerinin GSYH'ya Oranları (%) 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013-08 AKTİF TOPLAMI/GSYH 54,9 54,8 62,7 65,9 69,0 77,1 87,6 91,6 93,8 96,8 108,8 MEVDUAT/GSYH 34,2 34,2 38,8 40,6 42,3 47,8 54,0 56,2 53,6 54,5 59,5 MENKUL DEĞERLER/GSYH 23,5 22,1 22,0 21,0 19,5 20,4 27,6 26,2 22,0 19,1 19,2 ÖZKAYNAKLAR/GSYH 7,8 8,2 8,4 7,9 9,0 9,1 11,6 12,2 11,1 12,9 12,4 YURTDIŞI BORÇLAR/GSYH 5,1 5,3 7,5 9,2 8,4 9,8 9,5 11,4 14,2 14,0 17,9 KREDİLER/GSYH 14,6 17,8 24,1 28,9 33,9 38,7 41,2 47,9 52,6 56,1 65,2 TİCARİ ve KOBİ KREDİLERİ/GSYH 11,7 13,0 16,9 19,8 22,6 26,3 27,6 32,1 35,4 37,4 44,0 BİREYSEL KREDİLER/GSYH 2,8 4,7 7,2 9,1 11,3 12,3 13,6 15,7 17,3 18,8 21,2 7 7 BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü PERFORMANS GÖSTERGELERİ % 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013-08 AKTİF KARLILIĞI 2,5 2,4 1,7 2,6 2,8 2,0 2,6 2,5 1,7 1,8 1,2 ÖZKAYNAK KARLILIĞI 18,1 15,8 12,1 21,0 24,8 18,7 22,9 20,1 15,5 15,7 10,2 KREDİ/MEVDUAT ORANI 42,6 52,0 62,2 71,2 80,0 80,8 76,3 85,2 98,2 102,9 109,6 NET FAİZ MARJI 5,1 6,5 5,4 4,9 4,9 4,7 5,4 4,3 3,5 8 8 158 4,1 4,0 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü RİSK GÖSTERGELERİ 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013-08 TAKİBE DÖNÜŞÜM ORANLARI (%) Krediler 11,5 6,0 4,7 3,7 3,5 3,7 5,3 3,7 2,7 2,9 2,8 Ticari Krediler 13,4 7,2 5,4 4,1 3,8 3,7 4,9 3,4 2,6 2,8 2,5 Bireysel Krediler 2,7 2,7 3,2 3,0 2,9 3,7 6,0 4,1 2,9 2,9 2,8 Kredi Kartları 3,6 4,4 7,3 7,4 6,3 6,5 10,4 8,0 5,8 5,1 5,1 Sermaye Yeterlilik Oranı (%) 30,93 YPNGP (milyon TL) 150,00 28,24 23,73 21,90 18,94 17,99 20,62 18,97 16,55 17,86 (74) (86) Likidite Yeterlilik Oranı (%) 199 204 (93) 606 81 603 3.910 168,5 166,9 169,5 165,1 151,8 160,7 15,53 (1.401) 149,1 9 9 BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Kriz Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü ⌂ Hane Halkı Hane Halkı Yükümlülük/Varlık(%) 2005 25 2006 27 2007 33 2008 35 2009 35 2010 41 2011 46 2012 50 Kaynak: BDDK, TCMB ⌂ Reel Sektör 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013-07 Kaynak: BDDK, TCMB 10 10 159 Reel Sektör Borç Dağılımı(%) TP Borç Yurt İçi YP Yurt Dışı YP 45 22 33 44 21 35 47 19 34 43 18 39 46 18 36 45 25 29 41 30 29 44 30 26 42 33 25 Oturum 3A Beklentiler ve BDDK’nın Regülasyon Vizyonu (I) BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU -Beklentiler ⌂ Yurtdışı dalgalanmalar devam etse bile ekonomimizin gelişme hedeflerine paralel olarak sektörün büyümesi devam edecektir. ⌂ Aktiflerde 2008-2012 yılları arasında yıllık ortalama %10 reel büyüme ⌂ ⌂ ⌂ ⌂ ⌂ oranı kaydetmiştir. Önümüzdeki yıllarda benzer bir trend beklentisi yerindedir. Büyüme oranı ve banka sayısına ilişkin olarak salt rakamsal bir hedefimiz yoktur. Türkiye, makro ihtiyatlılık çerçevesinde bir çok politikayı hayata geçirdi. Bu uygulamalar sisteme yönelik risk unsurlarını sınırlandırmayı sürdürecektir. ABD’de parasal genişlemenin yavaşlatılmasının sektörümüze etkileri hakkında abartılı bir dilin hakim olduğunu görüyoruz. Önümüzdeki süreçte, yeni müşterilere hizmet sunulması kanalıyla anlamlı büyüme sağlanacağına inanıyoruz. Hem klasik hem de faizsiz bankacılık alanında girişler olabilir. 11 11 Beklentiler ve BDDK’nın Regülasyon Vizyonu (II) BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU -Regülasyon Vizyonu ⌂ BDDK’nın yaptığı düzenlemeler güçlü sinyal etkisi doğurmaktadır. ⌂ ⌂ ⌂ ⌂ ⌂ Düzenleme yaparken yüksek ihtiyat gösterme gayretindeyiz. BDDK’nın görevi/sorumluluğu sadece hizmet arz eden kesimle sınırlı değildir. Sorunların olabildiğince piyasa koşulları içerisinde çözülmesi ve denetimin olabildiğince “piyasa denetimi” kapsamında olması tercihimizdir. Düzenlemelere dinamik bir karakter verme gayreti içerisindeyiz. Regülasyon yaparken sektörün sağlığı ile karlılığı arasında bir trade off durumu oluşabileceğinin bilincindeyiz. Proaktif hareket etme ve şeffaflığı ön plana çıkarma Kurumumuz açısından önceliklidir. Fiyatların karşılaştırılabilirliğini engelleyen “bir ürün için birden fazla ücret uygulamasının” şeffaflığa gölge düşürdüğünü söylemeliyiz 12 12 160 Türkiye’de Finans Sektörünün Geliştirilmesi BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU İstanbul’un Küresel Finans Merkezi Olma Potansiyeli (I) ⌂ Yeni finans merkezlerinin ortaya çıkmasına yönelik ⌂ ⌂ ⌂ ⌂ 13 beklentiler, ekonomik gerçeklik açısından anlamlı görünmektedir. Ekonomik olarak gelişen bölgeler finans merkezleri çıkarabilmiştir. İstanbul’un Dubai, Katar ve Moskova ile yarıştığı sıkça dile getirilmektedir. İstanbul, kültürlerin ve kıtaların buluştuğu çok önemli bir coğrafi konumda olan yüklü bir ticaret ve nakit akışına aracılık eden bilinirliği yüksek bir cazibe merkezidir Coğrafi konum, uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmeler, Körfez ülkeleri ile olan ilişkiler gibi faktörler dikkate alındığında İstanbul’un güçlü bir aday olduğunu söyleyebiliriz. 13 BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU İstanbul’un Küresel Finans Merkezi Olma Potansiyeli (II) 14 ⌂ ⌂ ⌂ ⌂ İstanbul’un küresel finans merkezi olması, finans sektörümüze hem nicelik hem de nitelik olarak sınıf atlatacaktır. Coğrafi konum, doğal güzellik, tarihi ve kültürel doku gibi özellikler İstanbul’u finans merkezi yapmaya yetmeyecektir. Ön Koşullar: Güçlü ekonomi Gelişmiş finansal sistem Bankacılık sektörü Sermaye piyasaları Ek koşullar: Finansal piyasalardaki hukuksal aksaklıkları giderecek yargı düzenlemeleri Sermaye akışkanlığını destekleyecek vergi yasaları Finansal ürün çeşitliğini arttıracak ve işlem maliyetini azaltacak mevzuat düzenlemeleri Yaşam kalitesini arttıracak altyapı yatırımları Sektörde istihdam edilecek insan kaynağı 14 161 Oturum 3A BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU Sonuç: Kısa Değerlendirme 15 BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU 15 ⌂ Yeni dünya düzeninin merkezinde, reel sektör üzerine hegamonik bir baskı kuran finansal piyasalar yer almaktadır. ⌂ Finansal kırılganlığın yüksek bulaşıcılığı, kısa vadeli sermaye akımlarının yoğunluk kazanması gibi sorunlar bu sistemin ayrılmaz parçalarıdır. ⌂ Bu gerçekliklerin farkında olarak politikalar geliştirmemiz gerekir. ⌂ Bankacılık sistemimiz ülkemizin kaynak ihtiyacını finanse edecek ⌂ ⌂ ⌂ yeterliliktedir ve sağlıklı büyümesi sürmektedir. Regülasyon konusunda klasik bürokrasi tavrı yerine “piyasacı” bir yaklaşım içerisindeyiz. Şeffaflık olmazsa olmazımızdır. Sektörün ekonominin geri kalanı ile gerçekçi bir bütünlük içinde olmasını hassasiyetle gözetleyeceğiz. Tecrübe önemli. Reinhart ve Rogoff son 8 yüzyıldaki krizlere toplu olarak inceledikleri “Bu Defa Farklı” isimli çalışmanın sonucunda, “Kriz yaşayan ülkelerin iyi zamanlarında gereğinden fazla borçlanmalarından dolayı, piyasaların aşağı yönlü olduğu sıkıntılı zamanlarda çok kırılgan bir yapıya sahip oldukları” belirtilmektedir. TEŞEKKÜRLER… 16 16 162 Sunum Prof. Dr. Fatih Özatay Radikal Gazetesi Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Türkiye Ekonomisi: Kısa ve Uzun Dönemde Sorunlar Fatih Özatay TOBB ETÜ ve TEPAV 31 Ekim 2013, İK, İzmir 1 Türkiye Ekonomisi: Kısa ve Uzun Dönemde Sorunlar Fatih Özatay TOBB ETÜ ve TEPAV 31 Ekim 2013, İK, İzmir 1 165 Oturum 3B 2002-07’deki yüksek büyüme sürmedi Ortalama (%) 1990-2001 2002-07 2008-12 Dünya 3.1 4.5 2.9 Yükselen ekonomiler ve gelişmekte olanlar 3.9 7.2 5.6 Merkezi ve Doğu Avrupa 1.9 5.7 2.2 Eski Sovyetler Birliği -1.6 7.6 2.4 Gelişen Asya 7.2 9.2 7.9 Asya-5 4.9 5.7 4.8 Latin Amerika ve Karayipler 2.8 4.1 3.3 Orta Doğu ve Kuzey Afrika 4.3 6.4 4.5 Türkiye 3.4 6.8 3.2 2 İki önemli kırılganlık • 2001 krizinden sonra makroekonomik istikrarı sağlamak üzere önemli bir mesafe alındı. • Bazı önemli reformlar da gerçekleştirildi. • Bu sayede geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde düzgün bir bütçemiz ve düşük kamu borcumuz var. Bankacılık sektörümüz de o yıllara kıyasla çok daha sağlam. • Ancak küresel kriz ve sonrasında yaşananların gösterdiği gibi iki önemli kırılganlık var hala. 3 166 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Tasarruf ve yatırım oranı Yatırım/GSYH (%) Dünya Yükselen ekonomiler ve gelişmekte olanlar Merkezi ve Doğu Avrupa Eski Sovyetler Birliği Gelişen Asya Asya-5 Latin Amerika ve Karayipler Orta Doğu ve Kuzey Afrika Türkiye Tasarruf/GSYH (%) 1990-2001 2002-07 2008-12 22.7 22.3 23.1 25.4 27.1 31.1 21.8 21.8 21.7 24.2 22.5 23.1 32.8 35.6 41.3 31.2 25.1 27.8 20.9 20.7 21.9 23.5 24.6 27.4 21.7 19.6 20.3 1990-2001 2002-07 2008-12 Dünya 22.0 22.5 23.4 Yükselen ekonomiler ve gelişmekte olanlar Merkezi ve Doğu Avrupa 23.8 19.5 30.1 16.3 33.0 16.4 Eski Sovyetler Birliği 26.6 29.4 27.0 Gelişen Asya Asya-5 Latin Amerika ve Karayipler Orta Doğu ve Kuzey Afrika Türkiye 32.3 28.4 18.4 23.1 20.8 39.7 28.9 21.4 34.8 15.8 44.3 30.7 20.6 36.4 14.3 4 Yüksek dolarizasyon 5 167 Oturum 3B İki önemli kırılganlık • (1) Tasarruf oranımız düşük ve son yıllarda daha da düşme eğiliminde. • Bu nedenle, iddialı olmayan bir yatırım/GSYH oranını gerçekleştirmek için bile önemli ölçüde dış kaynak bulmamız gerekiyor. Bunun sonucunda; • (2) Döviz cinsi yükümlülükler, döviz cinsi varlıklardan çok daha fazla: Yükümlülük dolarizasyonu yüksek. • Sonuç: Uluslararası finansal yatırımcıların risk alma iştahındaki oynaklığa (sermaye hareketlerindeki oynaklığa) karşı kırılganız dolayısıyla. 6 Net sermaye girişleri/GSYH (%) (Yatay kalın çizgiler: Ortalama+1.5σ ve Ortalama-1.5σ) 7 168 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Aşırı sermaye girişlerinin ve ani duruşların aktif fiyatlarına etkileri Aşırı girişler 2005M9-2006M2 2010M3-2011M4 2012M4-2013M4 Ani duruışlar 2008M10-2009M4 Getiri farkı (EMBI) Sepet döviz kuru Ortalama Değişim (bp) Ortalama Değişim (%) Önce Sırasında Sonra Önce Sırasında Sonra Önce Sırasında Sonra 292.3 227.0 221.0 246.7 214.0 266.1 350.9 238.6 Önce Sırasında Sonra 322.7 546.6 310.5 -65.3 6.0 -32.7 -52.1 -112.3 223.9 236.1 1.52 1.48 1.64 1.82 1.78 2.05 2.11 2.05 2.23 1.56 1.85 1.83 -2.6 -9.8 -2.2 -13.2 -2.8 -8.1 18.6 1.1 8 Net sermaye girişleri ve reel kredi devreleri 9 169 Oturum 3B Aşırı sermaye girişlerinin ve ani duruşların yarattığı reel kredi devreleri Aşırı girişler 2005M9-2006M2 2010M3-2011M4 2012M4-2013M4 Reel kredi devresi Dip Tepe 2005M8 2006M7 2010M2 2011M9 2012M11 Ani duruşlar 2008M10-2009M4 Tepe 2008M10 Dip 2010M2 10 Net sermaye girişleri ve reel kredi devreleri • Günay ve Kılıç (2011): Dış ticarete konu olmayan sektörler krediye karşı çok duyarlı. Bu nedenle devreleri çok daha oynak. • Binici ve Köksal (2012): Net sermaye girişleri arttıkça kredi patlaması olması olasılığı artıyor. 11 170 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Kredi ve GSYH • Özatay (2008): Ip=f(.., KR) ve Cp=f(…, KR) • Ermişoğlu vd. (2013): Kredi stokundaki değişim GSYH’yi öngörmekte anlamlı. • Kara ve Tiryaki (2013): Kredi stokundaki değişimin büyüme üzerine önemli etkisi var. • Geçmişte de böyle: Özatay ve Sak (2002). 12 Kur ve GSYH • Rekabetçi etki: Reel değerlenme büyümeyi düşürüyor. • Bilanço etkisi: Reel değerlenme büyümeye pozitif etkide bulunuyor: – Kara vd. (2007), Yeyati ve Sturzenegger (2009), Frenkel 2013), Kesriyeli vd. (2013). 13 171 Oturum 3B Oynak sermaye girişleri: Politika problemleri • Bu oynaklık aşırı kredi devreleri yaratıyor: • Aşırı kredi devreleri: Finansal istikrarı bozuyor. • Yüksek kredi artışları: Finansal krizlerden önce sıkça rastlanan bir olgu (aşırı risk alma iştahı; animal spirits). Cari açık da sıçrıyor. • Kredi düşüşleri: Yavaş büyüme, hatta daralma. İşsizlik, iflaslar… 14 Oynak sermaye girişleri: Politika problemleri • Aktif fiyatlarını aşırı oynaklaştırıyor. • Özellikle aşırı reel kur hareketleri can sıkıcı. • Aşırı reel değerlenme: Rekabet gücünü törpülüyor. Bilanço etkisi nedeniyle GSYH üzerine olumlu bir etki yaratsa da bu bir anomali. Dolarizasyon sorunu giderek ağırlaşıyor. • Aşırı reel değer kaybı: Bilançolar bozuluyor; enflasyon artıyor. 15 172 Medya Gözüyle Türkiye Ekonomisi Zenginlere yakınsama çok yavaş G7 ülkelerininkine kıyasla kişi başına gelir (%) Brazil China India Russia Turkey S. Korea 80,0 70,0 60,0 50,0 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 1980 1984 1988 1992 1996 2000 2004 2008 2012 16 Zenginlere yakınsama çok yavaş G7 ülkelerininkine kıyasla kişi başına gelir (%) Türkiye/G7 Kore/G7 80,0 70,0 60,0 50,0 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 17 173 Oturum 3B Orta gelir tuzağına karşı iki önemli unsur Brezilya Çin Hindistan Rusya Türkiye 2010 yılında 15 yaş ve yukarısının ortalama okulda kalış süresi (yıl) Kore Total Secondary Tertiary 7,54 2,12 0,24 8,17 2,88 0,29 5,13 1,64 0,18 Yüksek teknolojili ihracatın toplam içindeki payı (%) 1990-99 average 6,6 11,3 5,3 2000-09 average 14,0 26,2 6,6 2010 11,2 27,5 7,2 11,52 4,82 1,59 7,02 2,32 0,29 11,85 4,95 1,13 10,8 12,0 8,8 1,8 2,3 1,9 23,6 31,3 28,7 18 Sunum Prof. Dr. Erkan Erdil ODTÜ Bilişim Politikaları Erkan Erdil ODTÜ-TEKPOL Araştırma Merkezi ve İktisat Bölümü Orta Doğu Teknik Üniversitesi V. İzmir İktisat Kongresi 30 Ekim-1 Kasım 2013 1 ÇALIŞMANIN GENEL AMACI* Ankara bölgesinin (TR51) küresel düzeydeki rekabetçi pozisyonunu, inovasyon kapasitesini ve üniversitesanayi işbirliklerini doğrudan etkileyen Bilgi İletişim Teknolojileri (BİT) sektörünün mevcut durumunun analiz edilerek, bölgesel kalkınma açısından etkin strateji ve politika analizinin hazırlanması bu projenin genel amacını oluşturmaktır. *Bu çalışmanın yapılmasına DFD destekleri çerçevesinde katkı sağlayan Ankara Kalkınma Ajansı’na ve çalışanlarına teşekkür ederiz. 2 177 Oturum 3C TÜRKİYE’DE BİT-ATG ALANINDA ULUSAL STRATEJİ / POLİTİKA DOKÜMANLARININ MEVCUT ÇERÇEVESİ Sayı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Strateji/Politika Dokümanının İsmi Vizyon 2023 Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları Vizyon 2023 Bilgi ve İletişim Teknolojileri Panel Raporu Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisi Bilgi Toplumu Stratejisi Bilgi Toplumu Eylem Planı Uluslararası Araştırma ve Teknoloji Geliştirme Stratejisi 9. Kalkınma Planı 10. Kalkınma Planı Bilgi Toplumu Stratejisi Kurum BTYK- TÜBİTAK BTYK- TÜBİTAK BTYK- TÜBİTAK DPT DPT BTYK- TÜBİTAK DPT Kalkınma Bakanlığı Kalkınma Bakanlığı Zaman Kapsamı 2003-2023 2003-2023 2005-2010 2006-2010 2006-2010 2007-2010 2007-2013 2014-2018 2013- 3 PATENT VE YAYIN DEĞERLENDİRMESİ Bibliyometrik çalışmanın sonuçları, aşağıdaki yetkinlik matrisinden de görülebileceği üzere BİT sektörü için öncelikli alanların dijital kütüphaneler ve içerik; yaygın ve güvenilir ağ servisi altyapıları ve bileşenler, sistemler, mühendislik olduğunu ortaya koymaktadır. Yetkinlik Matrisi UZMANLIK ALANLARI Ticari Yetkinlik Akademik Yetkinlik 1.YAYGIN VE GÜVENİLİR AĞ SERVİSİ ALTYPILARI ** 2. BİLİŞSEL SİSTEMLER, ETKİLEŞİM, ROBOTBİLİM * ** ** *** 3. BİLEŞENLER, SİSTEMLER, MÜHENDİSLİK *** *** *** 5. KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK SİSTEMELERİ İÇİN BİT ** * 6. HAREKETLİLİK, BİT ** * * * 4. DİJİTAL KÜTÜPHANELER VE İÇERİK SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE İÇİN 7. BAĞIMSIZ YAŞAM, DAHİL OLMA VE YÖNETİŞİM İÇİN BİT *** İleri yetkinlik, ** Gelişmeye Açık, * Zayıf Yetkinlik 4 178 Bilişim Politikaları SEKTÖREL GZFT ANALİZİ GZFT Analizi ve Durum Tespiti Toplantısı; Teknokentlere bağlı olarak kurulmuş, BİT alanında faaliyet gösteren işletme temsilcilerinin ve Ankara’daki üniversitelere bağlı Teknokent yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. 5 SEKTÖREL GZFT ANALİZİ - SONUÇLAR GÜÇLÜ YÖNLER İyi üniversitelerin ve dolayısıyla kaliteli mezunların Ankara'dan çıkıyor olması Sektörde en büyük alıcıların (pazarın) Ankara’da olması Savunma sanayinin Ankara'da kümeleşmesi ZAYIF YÖNLER FIRSATLAR Ürün rekabeti yerine fiyat rekabeti Güçlü bir üniversite altyapısının olması olması Yüksek işgücü devir oranı (kamu Ağırlıklı kamu yatırımının ve karar merciinin Ankara'da olması projeleri dahil) İşletmelerin uluslararası düzeyde proje geliştirme kabiliyetinin zayıf olması Teknokent sayısının görece fazla Proje yönetim süreci konusunda olması yetersizlik Nitelikli personelin varlığı ve Desteklerle yapılan projeler yaşam kalitesi açısından daha sonucu ortaya çıkan ürünlerin avantajlı olması pazarlama stratejilerinin yetersiz olması Özel sektörün zayıf olması -Ankara özelinde Büyük yazılım projelerinde yer almış, deneyimli personel bulma sıkıntısı Altyapı Kurumsal Gelişim Teknokentlerin olması Savunma Sanayinin yoğunluk göstermesi TEHDİTLER Yasal ve uygulama eksikliği nedeniyle gelişen haksız rekabet Yetişmiş elemanın yurtdışına veya İstanbul’a kayması Özel sektörün -yerli yabancıİstanbul’da olması Ankara'da Globalleşen yazılım sektörü ve yabancı kaynaklı ürünler Kamunun bilişim yatırımı Savunma işletmelerinin politikalarının olmaması veya merkezlerinin bir arada olması devamlılığının olmaması (yeni iş birlikleri için fırsat) Pazar Maliyet İşgücü 6 179 Oturum 3C SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI Metodoloji: “Ankara İli Bilgi İletişim Teknolojileri Sektörü İnovasyon Kapasitesi ve Üniversite-Sanayi İşbirlikleri” çalışması, Ankara’da BİT Sektörü’nde faaliyet gösteren işletmelerin inovasyon (ticari yenilik) kapasitelerini doğru ve uygun istatistik yöntemlerle ölçmeyi hedeflemiştir. Görüşme örnekleminin ve oluşturulan anket formunun bu ölçüme uygun olması araştırmanın seyri ve bilimselliği açısından büyük önem taşımaktadır. Araştırma örneklemi, Ankara İli BİT Sektöründe faaliyet gösteren işletmelerden oluşmuştur. İl genelinde bu alanda faaliyet gösteren işletmeler çoğunlukla teknoloji geliştirme bölgelerinde yer aldıkları için; örneklemi oluşturacak olan işletmeler bu bölgelerde faaliyet gösteren işletmeler arasından seçilmiştir. 7 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI Anket formu dört bölümden oluşmaktadır. 1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri 2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık 4. GZFT (Güçlü-Zayıf Yönler ve Fırsatlar-Tehditler) benzeri bir bölüm. 8 180 Bilişim Politikaları SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI 1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri İşletmelerin Çalışan Sayısına Göre Dağılımı 9; 9% 7; 7% 21; 21% A) <5 B) 5-10 24; 24% 39; 39% C) 10-50 D) 50-100 E) >100 9 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI 1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri Nitelikli İşgücü Hareketliliğinin Varlığı 18; 17% Evet 85; 83% Hayır 10 181 Oturum 3C SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI 1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri İhracat Yapan İşletmeler 48; 47% 55; 53% Evet Hayır 11 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI 1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri Rekabet Ortamı 6; 6% 19; 18% 1; 1% 38; 37% Çok yoğun Yoğun Normal 39; 38% Az yoğun Hiç yoğun değil 12 182 Bilişim Politikaları SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI 1. İşletme, Sektör ve Pazar Bilgileri Temel Uzmanlık Alanları – Faaliyet Gösteren İşletme Sayısı 90 80 70 60 50 40 88 30 40 20 10 0 18 8 10 6 25 42 34 11 15 13 5 15 13 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ: SAHA ÇALIŞMASI 2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar İşletmeler Arası İşbirliklerine Dair Genel Değerlendirme Diğer işletmelerle yapılan işbirliği türleri 1. Firma bilgilerini ve becerilerini paylaşma 2. Ar-Ge 3. Tasarım 4. Yeni teknoloji edinme/geliştirme 5. Üretim 6. Yeni ürün geliştirme 7. Pazarlama 8. Eğitim 9. Finansman 10. Fuar, sergi, yayın vb. açık bilgi kaynaklarından yararlanmak için işbirliği 11. Diğerleri Toplam endeks 3,09 3,32 2,88 3,08 2,38 3,02 2,21 2,25 1,84 Değerlendirme <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=2,5 - Az Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=2,5 - Az Önemli <=2,5 - Az Önemli <=2,5 - Az Önemli 1,75 <=2,5 - Az Önemli 1,10 <=1,5 - Önemsiz 14 183 Oturum 3C SEKTÖREL VERİ ANALİZİ:SAHA ÇALIŞMASI 2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar Bilgi Temelli Hizmetler Veren Kuruluşlardan Yararlanma – Genel Değerlendirme Bilgi temelli hizmetler veren kuruşlardan Toplam yararlanma Endeks 1. Ar-Ge 2. Tasarım 3. Teknoloji geliştirme 4. Ürün geliştirme 5. Bilgi teknolojileri ve iletişim sistemleri 6. Pazarlama 7. Teknik danışmanlık 8. Yasal danışmanlık (patent ve fikri mülkiyet hakları danışmanlığı da dahil olmak üzere) 9. Denetleme ve muhasebe 10. Diğer Değerlendirme 2,79 2,06 2,26 2,48 <=3,5 - Orta Önemli <=2,5 - Az Önemli <=2,5 - Az Önemli <=2,5 - Az Önemli 2,05 <=2,5 - Az Önemli 1,72 <=2,5 - Az Önemli 2,95 <=3,5 - Orta Önemli 2,56 <=3,5 - Orta Önemli 2,38 <=2,5 - Az Önemli 1,74 <=2,5 - Az Önemli 15 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI 2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar Ürün veya Proses Yeniliği için Kurulan İşbirlikleri (İşletme sayısı, yüzde) 45; 44% 58; 56% Evet Hayır 16 184 Bilişim Politikaları SEKTÖREL VERİ ANALİZİ:SAHA ÇALIŞMASI 2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar Ürün veya Proses Yeniliği için Kurulan İşbirliklerinin Nedenleri – Genel Değerlendirme Ürün veya Proses Yeniliği için Kurulan İşbirliklerinin Nedenleri Toplam Endeks Değerlendirme 1. İşbirliği yapan kuruluşun sahip olduğu fiziksel kaynaklar 3,61 <=4,5 - Çok Önemli 2. İşbirliği yapan kuruluşun sahip olduğu uzmanlık 3,89 <=4,5 - Çok Önemli 3. İşbirliği yapan kuruluşun sahip olduğu dış ilişkiler 2,96 <=3,5 - Orta Önemli 4. İşbirliğinin firmaya sağladığı mali avantajlar 3,33 <=3,5 - Orta Önemli 5. Pazar koşullarının/talebinin işbirliğini gerektirmesi 3,19 <=3,5 - Orta Önemli 6. İşbirliği yapan kuruluş ile mevcut uzun vadeli ilişkiler (karşılıklı güven) 3,59 <=4,5 - Çok Önemli 7. Kuruluş ile yapılan uzun vadeli işbirliği (stratejik ortaklık) 3,26 <=3,5 - Orta Önemli 17 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ - SAHA ÇALIŞMASI 2. Başka Kuruluşlarla İlişkiler ve Yakınlıklar Yenilik için İşbirliği Yapılan Kuruluşlar – Genel Değerlendirme Toplam Endeks Yenilik için İşbirliği Yapılan Kuruluşlar Değerlendirme 1. Satıcılar 1,81 <=2,5 - Az Önemli 2. Alıcılar 2,81 <=3,5 - Orta Önemli 3. Rakipler 1,85 <=2,5 - Az Önemli 4. Bunların dışındaki firmalar 1,91 <=2,5 - Az Önemli 5. Yüksek öğretim kurumları (üniversiteler vb.) 3,16 <=3,5 - Orta Önemli 6. Kamu araştırma ve teknik destek kurumları (üniversite vb. hariç) 2,09 <=2,5 - Az Önemli 7. Kamu yenilik finansmanı kuruluşları (bakanlıklar, KOSGEB, DPT, TUBİTAK, TTGV vb.) 3,47 <=3,5 - Orta Önemli 8. Özel danışmanlık kuruluşları, bilgi tabanlı hizmet sunucular 2,04 <=2,5 - Az Önemli 9. Meslek kuruluşları (odalar, dernekler vb.- TOBB, ASO, ATO vb.) 1,76 <=2,5 - Az Önemli 10. Özel yenilik finansmanı kuruluşları (bankalar, risk sermayesi vb.) 1,90 <=2,5 - Az Önemli 18 185 Oturum 3C SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Ar-Ge Birimi ve Görev Tanımı Varlığı (İşletme sayısı, yüzde) 31; 30% Evet 72; 70% Hayır 19 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Ar-Ge Bütçesi Varlığı (İşletme sayısı, yüzde) 16; 16% Evet 87; 84% Hayır 20 186 Bilişim Politikaları SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Ürün Yeniliğinin Başarısı (Yüzde dağılım) 53% 66% Ankara İli için Yenilik Türkiye için Yenilik 81% Dünya için Yenilik 21 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Teknoloji Transferi Yöntemlerine Dair Genel Değerlendirme Toplam Endeks 1. Lisans alımı 2. Makine ve teçhizat alımı 3. Ar-Ge için işbirliği 4. Üretim için işbirliği 5. Yeni uzman istihdamı 6. Firma birleşmesi 7. Danışmanlık hizmeti alımı 8. Açık dış bilgi kaynakları (fuar, sergi, yayın vb.) 9. Diğer Değerlendirme 3,46 3,43 2,80 2,52 2,73 1,16 2,66 <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=3,5 - Orta Önemli <=1,5 - Önemsiz <=3,5 - Orta Önemli 2,83 <=3,5 - Orta Önemli 1,65 <=2,5 - Az Önemli 22 187 Oturum 3C SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Proses Yeniliği 24% Evet Hayır 76% 23 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Proses Yeniliğinin Başarısı (Yüzde dağılım) 29% 63% Ankara İli için Yenilik Türkiye için Yenilik 68% Dünya için Yenilik 24 188 Bilişim Politikaları SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Yenilik Kaynaklarına Dair Genel Değerlendirme Toplam Endeks 1. Firma içi Ar-Ge ve Tasarım birimleri 2. Firmanın diğer birimleri 3. İçinde yer alınan firma grubu 4. Alıcılar ve müşteriler (talep ve bilgi) 5. Başka kuruluşlarla Ar-GeTasarım işbirliği Değerlendirme 4,23 <=4,5 - Çok Önemli 3,11 <=3,5 - Orta Önemli 1,70 <=2,5 - Az Önemli 3,73 <=4,5 - Çok Önemli 2,43 <=2,5 - Az Önemli 6. Teknik danışmanlık kuruluşları 7. Patentler 8. Sektördeki diğer firmaların yeni çıkan ürünleri 9. Açık dış bilgi kaynakları (fuarlar, yayınlar vb.) 10. Diğer 2,08 <=2,5 - Az Önemli 1,79 <=2,5 - Az Önemli 2,57 <=3,5 - Orta Önemli 3,14 <=3,5 - Orta Önemli 1,15 <=1,5 - Önemsiz 25 SEKTÖREL VERİ ANALİZİ-SAHA ÇALIŞMASI 3. Ar-Ge, Tasarım, İnovasyon ve Farkındalık Yenilik Finansmanı Kaynaklarına Dair Genel Değerlendirme 1. Özkaynaklar 2. Ticari krediler 3. Aile veya tanıdık çevre içinden borçlanma 4. Ortakların kaynakları 5. Kamu proje teşvikleri 6. Yurtdışı kaynaklar (AB çerçeve programları, diğer uluslar arası kaynaklar) 7. Meslek birlikleri 8. Diğer Toplam Değerlendirme Endeks 4,47 <=4,5 - Çok Önemli 2,09 <=2,5 - Az Önemli 1,55 <=2,5 - Az Önemli 2,67 <=3,5 - Orta Önemli 3,15 <=3,5 - Orta Önemli 1,54 <=2,5 - Az Önemli 1,22 <=1,5 - Önemsiz 1,55 <=2,5 - Az Önemli 26 189 Oturum 3C POLİTİKA ÖNERİLERİ VE SONUÇLAR-1 Yetkinlik matisi sonuçları, küresel yönelimlerin doygunluğa ulaşmaya başladığı alanlarda (yaygın ve güvenilir ağ servisi altyapıları, dijital kütüphaneler gibi) yetkinliklerin Türkiye’de de oluştuğunu göstermektedir. Ancak bu alanlar mevcut rekabet yapıları nedeniyle Türkiye için yüksek katma değer vaad etmemektedir. Firmaların gerek ulusal gerekse uluslararası yoğun rekabet koşullarına vurgu yapmaları bu bulguyu doğrulamaktadır. Yekinliklerin zayıf olduğu alanlar ise (Bağımsız yaşam, yönetişim için BİT, sürüdürülebilir çevre) görece küresel rekabetin az oduğu ve yüksek katma değer içeren alanlardır. Bu alanlardaki zayıf yetkinlikler Türkiye’yi küresel piyasalarda takipçi konumuna yönlendirmektedir. 27 POLİTİKA ÖNERİLERİ VE SONUÇLAR-2 Gerek bölgesel gerekse ulusal kalkınma politikaları çerçevesinde, zayıf ve gelişmeye açık yetkinlikleri destekleyecek siyasa uygulamalarına ihtiyaç vardır. Bilişim sektöründe nitelikli ve yüksek nitelkli insan gücüne ihtiyaç vardır. Bilgi Toplumu Startejisi çerçevesinde yapılan çalışmalar her iki tip insan gücü için arz ve talep arasındaki uyumsuzluklara işaret etmektedir. Türkiye’de BİT sektörü yarattığı istihdam açısından küçük bir sektördür. Ancak sorun sadece kapasite sorunu değil yetkinlik sorunudur. 28 190 Bilişim Politikaları POLİTİKA ÖNERİLERİ VE SONUÇLAR-3 Akademik çalışmalar, gelişmiş ülkeler için de, BİT yatrıımlarının etkisinin ortalama 10 yıllık bir gecikme ile gerçekleştiğini göstermektedir. Bu nedenle, BİT ‘nin genel amaçlı bir teknoloji olduğu da düşünülürse, görece zayıf olduğumuz yüksek katma değerli alanlara yapılacak BİT yatırımları uzun dönemde ihracata öenmli katkılar yapacaktır. Son olarak, kamunun şu ana kadar bir ölçüde yaptığı gibi, sektördeki paydaşları (firmalar, meslek kuruluşları, üniversite ve kamu kurumları) diri tutmak adına, periyodik olarak bir araya getirmesi, uygulanacak eylem planlarınının sahipliğini artırması, katılımcı bir süreci ivmelendirmesi gereklidir. 29 TEŞEKKÜRLER. GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN [email protected] 30 191 Oturum 3C Sunum Doç. Dr. Mustafa Akgül Bilkent Üniversitesi 192 Bilişim Politikaları Bilgi Toplumu ve Bilişim Mustafa Akgül Bilkent Ü./INETD blog.akgul.web.tr [email protected] Özet • • • • • • Bilgi Toplumu ve Bilişim Türkiye Ne durumda ? Katılım, Demokrasi, Yönetişim Nasıl bir Yapılanma Eğitim ve Üniversiteler Özgür Yazılım 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 193 2 Oturum 3C Bilgi Toplumu ve Bilişim • İnternet/bilişim ---> (sanayi dev)-->Bilgi T. • Temel zenginlik kaynağı: bilim/bilgi/ar-ge .. • Gündem: Emek ve doğal kaynak yoğundan -> Bilgi yoğun ekonomi ve topluma geciş • Tüm yaşam değişiyor! • Yeni bir kültür oluşuyor! • Devrimsel bir gelişme • Sistematik, planlı, bilimsel yaklaşmak ... 31 Ekip 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 3 Türkiye Ne durumda ? • Bardağın dolu ve boş tarafı ! • Bütünsel, kapsayıcı, örgütlenme, politika ve eylem eksikliği • 2003: “yazılımda Türkiye Geliyor!” • 2008 “ ar-ge orani 1.5 – >.86 • 2005 “Bilişim Vadisi” – ? • BT Starteji ve eylem planı: 2006-2010, ... 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 194 4 Bilişim Politikaları Ne durumdayız II • İnternet kullanımı < %50 (48.9, 59.3,38.7) Kırsal (28.6, 29.4, 18.4) Kent(58,68,48) • İnsani gelisme: 92, sosyal kapital 60 • Inovasyon 68, internet erisim/kul 64/142 • UN e-devlet: 80, e-katilim: 111 • ITU: fiyat sepeti: 61/157, IDI: 69/157 • Broadband: fixed 10.5/100, 70/173 • GITR: 52, 55, 69, 76, 55, 52 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 5 Bazı Sorunlar • • • • • • • Sektör de tam rekabet eksikliği Kablo tekeli devam (davalı) Yönetişim eksikliği Kamuda yetki/görev dağınıklığı Poltikalar arası uyum eksikliği Özgürlük boyutu çok sorunlu Geri besleme yapıları yok 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 195 6 Oturum 3C Kültür Boyutu • Katılım, saydamlık, paylaşım öne çıkıyor • Web 2.0 ve sosyal ağlar, yeni medya ile kitleler öne çıkıyor, üretiyor, eğleniyor, öğr. • Bağımsız, sorgulayan, yaratıcı, girişimci .. • Aykırı düşünceleri hoş gören, yeşerten .. • Kurumlar ve ortam gerekiyor • Demokrasi ve yönetişim öne çıkıyor 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 7 • Katılım, Demokrasi ve İnternet • • • • • • Sosyal aglar - global Geniş kitlelere ulaşım – örgütlenme Kitleler, saydamlık, yönetime katılım, bilgiye erişim Bilgilenme, denetim ve refahtay pay istiyor Internet bir araçlar topluluğu Strateji ve örgütlenme gerek 8 196 Bilişim Politikaları Kurumsal Yapılanma • BT sorumlu, tam zamanlı siyasal sahiplen. • BT için bir kurum, katılımcı, saydam, paydaşlarla çalışan, esnek bir yapı • TBMM de BT icin bir yapı • Bağımsız çalışan çoklu sektörel yapılar • Yıllık değerlendirme kamuya açık toplantı.. • Bağımsız araştırma: ölçme, değerl., ar-ge 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 9 İnsan Gücü - eğitim • • • • • Yanılsama: bilişimde bilgisayarla istihdam Ucuz iş gücü değil, kaliteli iş gücü Doktoralı bilişimler yetiştirmeli Bilişim alanı yeni bölümlerle çeşitlenmeli Orta öğretimde prog. Ağ, güvenlik, mahremiyet, veritabanı, bilişim sistemi, etik • Her öğrenci temel kavramları almalı • Bilim/bilişime merak uyandırmalıyız 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 197 10 Oturum 3C Özgür yazılım • • • • • Insanlığın ortak malı; 1M yaz. 10M geliş. Tasarruf, güvenlik, rekabet, istihdam Gittikçe yaygınlaşıyor; ikili lisanslı Yansıma: acik ders, açık bilim, MOOC, CC RaspberyPie, Ardino, Galileo, 35$ tablet ile öğrencilerin merakları canlandırabiliriz • Özgür yazılımla tanışmalı, platform bagıms • Gömülü sistemlere öncelik vermeliyiz 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 11 Bilişim / İnternet • Bilgisayarlar her yerde: gömülü, cep, masa, süper, santral, • • • • • • Üretim aracı, Kişisel/kurumsal verimlilik aracı Kişisel haberleşme, gelişme, eğlence, kültür aracı Yeni ilaç, malzeme, oto, uçak, güvenlik, bilim Elektrik ve telefon gibi, sorgulamayın (bilgisayar/internet) Tüm sektörler için elzemdir! İş süreçlerinin internet/bilişime uygun olması gerekir • Düşük yatırım, yetişmiş insan ister! • Tüm bilim dallarında uzmanlık, ekip çalışması • Tutarlı politikalar ve sistemik yaklaşım gerekir 198 Bilişim Politikaları Bilişimin Yatay ve dikey boyutu • Bütün sektörlere yönelik çalışmak gerek • Meslek örgüt., enstitü kurmak, yarışma yap. • Savunma sanayi iyi bir örnek • Otomobil, sağlık, tarım, turizm, ... • Dikey boyutta, universitelerde uzmanlaşma, doktora öğrencisi gönderme, meslek STK • Cok disiplinli takım çalışması 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 13 • Aykırı düşünceleri hoş gören, yeşerten .. Sayısal Bölünme • • • • • • • Bilişim/bilgi/medya Okuryazarlıgı yelpaze Evrensel hizmeti doğru kullanmak lazım Fatih projesi buna olumlu katkı verebilir Universiteler, STK'lar, TV'ler ... Kamu (spotlar, yarışmalar, sergiler) ... Okuma yazma seferberliği benzeri Mahremiyet, güvenlik, etik kapsanamlı 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 199 14 Oturum 3C Özgürlük Boyutu • • • • • • • İfade özgürlüğü temel insan hakkıdır Yaratıcılık aykırı düşünce hoş görü de ... Yasaklardan kaçınıp, insana güvenmeli Şimdi demokrasi vakti Ailede, ilk-orta eğitimde, yüksek eğitim Wikipedia, openstreetmap, inavasyon için ö. Zararlı içerige Devlet değil, yurttaş karar vermeli 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 15 Sonuç • • • • • • • İnterneti her şeyin merkezine koymalı Siyasal sahiplenme, doğru strateji Katılımcı, esnek yapı,yönetişim Paydaşlarla etkileşim, açıklık, saydamlık Üniversitelerle birlikte çalışılmalı Tüm sektörler, açık veri, kamu-özel-stk işb Seferberlik, açık ortamlar, kitleler 31 Ekim 2013 5. İzmir İktisat Kongresi 200 16 Bilişim Politikaları Sorular • • • • • • Teşekkür ederim Blog.akgul.web.tr akgul.web.tr/yazilar/ akgul.bilkent.edu.tr Akgul-duyuru, edu-net [email protected] 17 Ne Yapılmalı - III • • • • • • • • Bilişim/sayısal okur yazarlık tüm okullar, Yetişkinler, memurlar, ... Orta öğretimde bilgisayar bilimleri kavramları Özgür yazılımları ve markadan bağımsız eğitimler Öğretim üyesi yetiştirme planları Doktoralı araştırmacı yetiştirme, Enstitüler Geri besleme yapıları Ifade özgürlüğü, bireysel tercihler, veli eğitimi temelinde “zararlı içerik” sorunu 18 • İnternet Yaşamdır ! 201 Oturum 3C Özet: • • • • • • • Bilişim ve İnternet tercih meselesi değil Bilgi Toplumu hedefi doğru hedef Sistemik ve uyumlu politikalar gerekli Açık kaynak öncelikli, ama tek değil Katılımcı, saydam, Demokratik yapılar Kendi somut planlarımızı biz geliştirmeliyiz Tek başına bilişim değil, ama bilişim şart 19 Universiteler • • • • • • • • internet araçlarını yoğun kullanmalı wiki, blog, rss, chat, liste, forum liberal/önder: öğrenci, eleman, özgür e-öğrenme; deney, destek, karma Açık erişim, açık ders malzemeleri Topluma önderlik: stk, ticaret yaratıcı, girişimci, araştırma , inovasyon kültürü sanayi işbirliği, toplumun sorun. 202 Bilişim Politikaları Universiteler • • • • • • • opencourse consorsium academicearth.org best video lectures acik kaynak yazilimlar: 300K gnu.org, directory.fsf.org 7K sf.net, freshmeat.net acik-kaynak.org.tr Açık Kaynak Yansımaları • • • • • • • • 350-500 linux surumu, 2 milyon gelistirici Bilişimi yeniden tanımlıyor, farklı bir model Açık erişim Acik-ders malzemeleri, OCW Wikipedia, stanford felsefe sözlüğü 100$ dizüstü, her çocuga dizüstü Acik biyoloji, acik-donanim, facebook Google, facebook, twitter, amazon, yahoo ... 203 Oturum 3C e-öğrenme ... • • • • • • • işin başındayız: ne kadar hazırız? paradigma değişikliği: aktif öğrenme zenginleştirici ---> degree program dinazor, göçmen, native “mass ...”, lab, öğrenme, katılım virtual classroom, atutor, moodle opencourseware, acik-ders malzeme 23 web önerileri: • • • • • • • Enformasyon/hizmet önemlidir ! Flash, büyük resim, animasyondan uzak dur Platform bagımsız! Her tarayıcı, görme özü. Ana bilgi text, html olmalıdır (pdf, word.) Navigasyon ... Kurumsal bütünlük İletisim bilgileri, stil üzerine okuyun, düşünün 24 204