BD TEMMUZ 2016 Türkiye’nin “Düşündüğünü Açıklayabilen Adam”ı Doğan Kuban, Anlatıyor ve Uyarıyor: Gelişmesi Engellenen Toplum Tümel Bir Köleleştirme Operasyonu Konusudur Yazan: DOĞAN KUBAN T kimseye borçlanmadan biten bir ürkiye’de insanlara asılan eski yaftaların anlamı kalma- bağımsız Cumhuriyet saltanatı dı. Nâzım Hikmet’i hâlâ dışlamanın gördüler. O özgür Türkiye, arabalı, alışveriş merkezleri, gökdelenli nedeni sadece cehalet yoğunluğuna tüketim curcunasından bağlı bir toplumsal ‘padaha insanca ve uygar ranoia’ olabilir. Komübir toplumun ifadesiydi. nizmin sadece adı ve gün Savaştepe kuramı kaldı. Komünist . KöyGeçen Enstitüsü mezunu Çin’de bile yok. Ona bir eski öğretmenin sade, karşın kapitalizm, özelfakat insanlık dolu yaşalikle cahil ülkelerde, en bir mına ilişkin ‘Zeytin’in görkemli çağını yaşıyor. Teri’ adında bir küçük Bizim gibi eski hikâye okudum. Bir sevkuşaklar ‘Vatandaş yerli gili arkadaşım gönderifadesiydi. malı kullan!’ diyerek O özgür Türkiye.. daha insanca ve uygar toplumun 11 BD TEMMUZ 2016 miş. 1923-38, 1938-1950, ne kutlu ve mutlu ve ne insanca yıllarmış. İlk aşama kurucu, ikinci aşama Dünya Savaşı’ndan koruyucu olarak bizi bugüne gelene kadar yaşatan altyapı ve uygar çağdaş iradeyi biçimlendirip yönlendirdi. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların parça parça ettikleri ve savaş sonrasında Rusların işgal ettikleri bir Türkiye düşündünüz mü hiç? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğanlar, bunları bilmez. Akıllarına da getirmezler. Bugün ülkeyi yönettiklerini düşünenlerin de böyle bir tarih birikimi yok. yeni düşünce yapısını bilmiyormuşum. Fakat bu denli bir kargaşalığı toplumun kendisi üretemez. Burada bir komplo var. Ne var ki bu komplo ülkeye özgü bir komplo değil. Çağdaş cehaletle kapitalizmin buluşmasından kaynaklanan evrensel bir komplo. Sömürü, sistematik soygun, hırsızlık, ekonomik plansızlık, kurumsal yozlaşma, eğitim yozlaşması ve Batı’ya kölelik, her ülkede bunun ayrılmaz görüntüleri. Türkiye’ye özgü değil. Müslüman ülkelere, eğitim düzeyi düşük, yeni gelişen ve L iberal kapitalizmle gelişmemişliğin birbiriyle örtüşüp sarmaş dolaş oldukları bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizm dünyaya egemen zengin toplumların ekonomik sistemi olarak, geri kalmış ülkelere ideolojik beyin yıkama, savaş, ekonomik baskı, o toplumların içindeki karşıtlıkları fitilleyip ve yerel ortaklar bularak dayatılıyor. Bu, Avrupa ve Amerika tarafından yürütülen tek politika olarak neredeyse bütün dünyada geçerli. Fakat bu yazımın amacı kapitalizm değil. Müslüman toplumların geri kalmasının temel nedeni olan cehalete dayalı toplumsal aymazlığın sürüp gitmesi. Son günlerde bunun aklı karıştıran örneklerini dinliyor, doğrusu Cumhuriyet’i kuran kuşakların arta kalan üyesi olarak şaşırıyorum. Dünyayı tanıyorum sanıyordum. Ama Türkiye’nin 12 kentlileşemeyen ülkelere uygulanan, neredeyse klişeleşmiş sömürü kurguları. Uluslararası sömürü söyleminin yerelleşmiş versiyonu da yerli politikacıların ağzında. Dilden dile, kültürden kültüre, dinden dine değişiyor. Ama mekanizma aynı. Bu evrensel dayatmanın konusu olan ve çoğunluğu Müslüman olan Yakın ve Ortadoğu ülkeleri fırtınanın ortasındalar. Bu bir uygarlaşamama çürümesidir. Çürümüş BD TEMMUZ 2016 meyvenin dalından ne zaman düşeceği bilinmez. Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Sudan, Yemen ve şimdi Türkiye… Bunlar dallarında çürüyen meyvelere benzemiyorlar mı? Ülkeler hep birlikte nasıl bu duruma düşüyorlar? Haydi ötekiler için nedenler bulalım. Türkiye onların arasında sağlıklı ve örnek bir ülke değil miydi? Bizi Huntington’un projeleri mi buraya getirdi? Aslında ikinci Dünya Savaşı sonunda yeni bir dünya planla- ülkeye özgü bir komplo değil. Bu komplo Çağdaş cehaletle kapitalizmin buluşmasından kaynaklanan evrensel bir komplo. nırken Türkiye 1950’den önceki şansını Demokrat Parti döneminde yitirmiş, Batı’nın yeni Yakındoğu projesinin konusuna dönüşmüştü. Egemen batının dayatmasının içeriğini, daha doğrusu dünyanın yeni yapılanmasının doğasını Türkler anlamadı. Uluslararası ilişkileri bir diplomasi oyunu, usta alışveriş anlaşmaları olarak gördük. Dünyanın yaşamsal, kökten bir strüktüral değişiklik geçirdiğini, özellikle teknoloji, üretim ve öğretim arasındaki ilişkilerin önemini göremedik. Bütün değerlendirmeler politik dengeler ve parasal ölçülere dönüşünce toplumun Cumhuriyetçi öğretisi ve eğitimi niteliğini yitirdi. Kuşkusuz Türkiye’de de bilinçli milyonlar var. Fakat ortalıkta cirit atanlar, Türkiye’yi Mısır, Irak, Suriye düzeyine düşürenlerdir. Daha aydınlanmamış köylüler, sömürücü Batı’nın sözde demokrasi perdesi altında manipüle ettiği şekilsiz kalabalıklar olarak kentlere doldu. Bugün dünya nüfusunun neredeyse dörtte birini oluşturan Müslümanların haline bakıp bu mekanizmayı anlamayanlar İslam dünyasını yönetiyorsa, bunun sonu ‘Ört ki ölem!’dir. Toplumun gelişmesini engel- leyenler sade politikacı değil. Aralarında para karşılığı yataklık yapanlar, cahil ideologlar, işadamları, akademisyenler, her ipte yürüyen cambazlar var. Bunlar küresel bir oyunun bazen bağımsız, bazen akıntıya kapılmış fakat aynı mekanizma içinde işleyen öğeleri. Evrensel sömürü mekanizması sonsuz ortaklı bir anonim şirket gibi çalışıyor. İnsanların çoğunun ne geçmişten ne de gelecekten haberleri var. İster villa sahibi, ister çöplük sakini, ister CEO ya da asgari ücretli işçi, aynı mekanizmanın organik üyesi oluyorlar. Bu yaygın, karmaşık, ekonomik ve politik olgular her toplumda fark13 BD TEMMUZ 2016 İslama politik ideoloji gözlüğü ile bakmak dinin karakterini değiştiriyor. lılaşan bir intihar sendromu olabilir. Bilimsel analizi kolay değil. Sevgili okuyucular, Cahil toplumlarda sorun ideolojik değil. İslama politik ideoloji gözlüğü ile bakmak dinin karakterini değiştiriyor. Gerçi çok oynanan bir oyun. Fakat Müslümanı Hıristiyan ya da Yahudi ile savaşa zorlamak intihar etmek demek. Sonunda Cihat Müslümanın Müslümanı kırmasına indirgendi. Halk namaz, oruç, hac dışında, ne İslam tari14 hi, ne fıkıh, ne kelam biliyor. Bu bağlamda okumuşla da bir noktada buluşuyorlar. Çünkü toplumun okumuşu da İslam’ı bilmiyor. İslam ideolojisi denen şey, cami-namaz teması üzerine kurulu siyasal egemenlik söylemine dönüştü. Bunun ekonomik altyapısı batılı sömürüye payandalık. Başka koşulu da yok. Çünkü küresel ekonomi, üretim ve tüketime kilitlenmiş. Anahtarı Batı’da. Üretemeyen, fakat tüketen ekonomik köle. Dışarıyı sömüremeyen de içeriyi sömürüyor. Çağdaş yaşamın bu kadar basit parametrelere indirgenmiş olması acı. Ama cahilin tüketimi, sanat ya da bilgiye değil, alışveriş merkezindeki incik boncuğa dönük. Cahil toplumların oyuncakları otomobilden başlıyor. Bunun için yol ve enerji gerek. Bu, geri kalmış teknoloji olan inşaatı, Türkiye’de iyi bildiğimiz gibi, temel üretim etkinliğine dönüştürüyor. Üzerinden hırsızlık yapılabilecek en ilkel teknoloji. Her BD TEMMUZ 2016 şey büyük bir uyum içinde sömürülen geri kalmışlık modeline uyuyor. Bu sistemin çalışması öğretimi bile tüketim üzerine kuruyor. Bu durumun çaresi bir tane: Öğretim üretim üzerine kurulacak. Bilim ve teknolojide araştırma, geliştirme ve yenilik gerek. Bunda Türkiye, İslam ülkeleri içinde ilerde ama, dünya listelerinde çok geride; PİSA istatistiklerine bakmak yetiyor. B atılılar bize ‘araştırma yapmayın’ demiyorlar. Ama lise düzeyinde üniversite açıp eğitimi bir parasal olguya, bir tiyatro ya da ortaoyununa çevirince, 2 yıl önce açılmış üniversite mezunu, en eski üniversite mezunlarıyla eş oluyor, uzmanlığın baş köşelerini işgal ediyor. Bu sözde demokratik politikaya da uygun. Fakat ehliyetsizlik, üretimi harekete geçiremez. Kendimizi zehirliyoruz. ‘Geri Kalmışlık’ çağdaş teknoloji ve ekonomik sistemin cahil toplumlarda etkili olan bir virüsüdür. Amerika’ya giden İspanyolların taşıdıkları hastalıkların yerlileri yok etmesine benziyor. Cahil bir topluma teknoloji-kapitalizm karışımı şırınga edilince toplumu felç ediyor. Yerel kültür onu yanlış algılıyor. Modern teknoloji, otomobil, alışveriş merkezi ve gökdelene indirgeniyor. Medyanın seçim propagandasını izlemek yeterli. Kısaca Batı’nın her olayda komplo yapması gerekmiyor. Zaten hazırlanmış politik bataklığa cahil Müslümanlar kendiliğinden düşüyor. Buna eskiden ‘Vay benim köse sakalım!’ denirdi. • Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder. Mustafa Kemal Atatürk 15