Sayfa 6 Haziran 2003 Serxwebûn Halklar›n çözüm alternatifi demokrasi ve özgürlük çizgisindedir I rak’taki rejimin çözülmesinin ardından yaşanan güncel olaylarla da, sorunun sadece bir Irak sorunu olmadığı kanıtlanıyor. Mesele; Saddam Hüseyin ya da onun yönetimi değildi, uluslararası boyutları olan Ortadoğu çapında bir sorundu. Dolayısıyla Saddam Hüseyin rejiminin çözülmesi için başlatılan müdahale ile gündemleşen değişim süreci, hızından hiçbir şey kaybetmeksizin devam ediyor. Onu hızla Filistin-İsrail çatışmasına bağladılar. ABD’nin siyasal planda orada çözüm aramak için Irak’a yaptığı askeri müdahalede etkisi hiç de az olmayan müdahaleleri, bölgesel girişimleri devam ediyor. Bu süreçte İsrail ile, ABD başkanlığı, savunma bakanlığı, dış işleri bakanlığının, hatta müttefiki olarak İngiltere’nin de çok yoğun siyasi girişimleri yaşandı. Tüm bunların Irak müdahalesiyle bağlantısı var. ABD’nin; yeni bir bölge sistemi yaratma arayışını sürdürmek, ilerletmek, bu noktada çözümler yaratmak amacına yönelik çabaları sürüyor. ABD başkanının Arap ülkelerine yaptığı son ziyaretini bu kapsamda ele almak gerekir. Bu ziyaret, G-8 Toplantısının ardından gerçekleşti. Bu süreci, Irak’a müdahale ederken karşısına çıkan bütün dünya güçlerini yedeklemiş olarak devam ettiriyor. Demek ki, uluslararası politika yürüten güçler arasındaki gergin, çatışmalı mücadeleli ortamdan; uzlaşma yanı ağır basan ortama geçildi, geçiliyor. Dünyaya hakim olan büyük devletler ya da emperyalist güçler arasında zaman zaman uzlaşma yanı ağır basan, zaman zaman çelişki çatışma yanı öne çıkan bir ilişki ve mücadele durumu sürüyor. Dün Irak’a karşıtken müdahale ettiler ve öylece rejimi çözülmeye götürdüler. Şimdi daha birbirine yakın bir politik duruşla, Filistin-İsrail sorununu çözmek üzere girişmelerde bulunuyorlar. Mevcut durumun da ulaşılmış bir sonuç olduğunu düşünmemek gerekiyor. Fakat önemli olan, ABD’nin bu temelde yaptığı girişimlerdir. Bu girişim önemlidir ve etkisi fazla olacaktır. ‘ABD eskiden de bu girişimleri çok yaptı. Başkanları da, bakanları da yaptı. Devlet tümden sürdürdü, ama geçmişte ciddi ve kalıcı bir sonuç ortaya çıkmadı, şimdi de çıkmaz’ diye düşünmek, yetersiz olabilir. Çözümün, kolay geliştirileceğini düşünmemek gerekir. Nasıl ki, Irak’ta yalnız başına ileri bir sonuç, çözüm ve yeniden yapılanma olmadıysa, Filistin sorununda da yalnız başına çok ileri bir çözüm elbette olamaz. Bölge bütünlüğü içinde bu işler yürüyor. ABD’nin bu çabalarıyla birlikte, geçmişteki girişimleri aşacak bir durum ortaya çıkacaktır. ABD, Irak’ta rejimi değiştirecek bir ortamı yakalayabilmek için on yıl Filistin ve Kürdistan sorunlarıyla uğraştı. ’92’den itibaren hem Filistin-İsrail çatışmasını hem de Kürdistan’daki mücadeleyi üzerine aldı. Uluslararası komplo o zaman başladı. Filistin-İsrail çelişki ve çatışmasında, dengeleri değiştirerek kendi çıkarları doğrultusunda çözüm yaratacakları bir ortamı yakalama mücadelesi de o zaman başladı. Filistin halkı buna intifadayla karşılık verdi. Uluslararası komplo; Kürdistan’daki ulusal demokratik gelişmeyi, özgürlük devrimini sınırlandırmak, kontrol altına almak, bastırmak için yürütülen bir saldırıydı. Buna karşı fedai direnişi oldu. Her yerde yaşanmayan tarzda, direniş eylemleri ortaya çıktı. Kürdistan’da insanın kendini patlatmasından öte, kendini cayır cayır yakmayı göze alan büyük bir direniş ortaya çıktı. Önderlik, Atina savunmasını bu direnişçilerin anısına adadı. Simitis hükümeti’nin komplodaki rolü, Atina mahkemesiyle belgelenmiştir Ş imdi komplo yeniden irdeleniyor. Atina’da; uluslararası komplo sürecini, hukuksal tartışmalarını içeren bölümlerden birisi yaşanıyor. Buna karşı Önderliğin savunmaları var. Komployu bir kere daha çözümlemesiyle açığa çıkan gerçekler var. Davayı açmakla, Kürt ulusal demokratik hareketini kötüleme, komplocuların kendilerini maskeleyerek temize çıkarması amaçlansa da tartışmalar öyle yürümüyor. Komplo daha fazla çözülüyor, komplocular daha çok açı- çok güçlü yaklaşılsa, daha aktif işin üzerine gidilse daha çok tersine döneceğe de benziyor. Çünkü bu konuda gerçekler gizlenemeyecek derecede, açıktır. Atina hükümeti bunları yaptı, ancak yaptırtan güç olarak Amerika vardı. Bu bağlantılar da ortaya çıkıyor. Pangalos, Amerika’nın baskı ve yönlendirmesinin ne denli olduğunu, bu durumun kendilerini ne kadar zorladığını resmen açıkladı. Bu da; ’92’den başlayan süreci gösteriyor. Filistin-İsrail çatışmasındaki girişimleri gibi –ki oraya sözde Ortadoğu Barış Planı adıyla dayatılanlar vardı– ’92’den sonra Kürdistan’da komplo niteliğinde yürütülen topyekün saldırının da ABD tarafından yönetildiği açık. Bununla amaç- le yaşanacaksa, bunun denetim altında yürütülmesi için gerekli düzeyin yakalanması gerekiyordu. Saddam Hüseyin’i görevden düşürecek, Irak rejimini çözecek müdahale ortamı bu temelde yaratıldı. ABD’nin statükocu güçlerle çelişki ve mücadele konumu devam ediyor B undan on yıl önce Irak’ta yönetimsiz geçecek bir saat bile, Irak etrafında, Ortadoğu’da ne tür gelişmelerin, isyanların ortaya çıkacağı bilinemezdi. Çok yönlü gelişme ihtimallerini içinde taşıyan, ürkütücü, korkutucu bir ortam vardı. Şimdi aylardır ortada bir yönetim, hükümet ya da “Atina yönetiminin uzun vadeli bir ihanet yaklafl›m› içinde oldu¤u, bu davayla daha iyi görülüyor ve somut olarak belgeleniyor. Olay nas›l planlanm›fl, tezgahlanm›fl, nas›l yürütülmüfl daha fazla anlafl›l›yor. Bu mahkeme senaryosu onu örtbas etmek için düzenlenmiflse de tersine dönen yanlar› da var. Asl›nda çok güçlü yaklafl›lsa, daha aktif iflin üzerine gidilse daha çok tersine dönece¤e de benziyor. Çünkü bu konuda gerçekler gizlenemeyecek derecede.” “ABD; Avrupa, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, ‹ran, Türkiye ve bütün Arap devletlerinin karfl› durufllar›na yine Kürdistan’da KDP benzeri güçlerin yalpalamalar›na ra¤men yapt›¤› haz›rl›klara, oluflturdu¤u zemine dayanarak ortam› müdahalesi için uygun gördü ve müdahale iradesini gösterdi. K›sa vadeli olarak rejimi çözme ve Irak’a girme anlam›nda bir sonuç da ald›. fiimdi Irak’ta Amerika stratejisine göre bir hamle yap›lm›fl, bir ön ad›m at›lm›fl oldu.” ğa çıkıyorlar. Yani; mızrak çuvala sığmıyor. Özellikle Atina hükümetinin ve devletinin bu konuda çok kirli, iki yüzlü, aldatıcı, hain bir konumda olduğu ortaya çıkıyor. Önderlik ihaneti tanımladı. Kendi çıkarlarını yürütmeleri, onların ihaneti anlamına gelmiyor; fakat insanlara güven verme, hareketin içine sızma, daha sonra da kendi çıkarı için, iyi niyeti, dürüst tutumu, güveni kötüye kullanacak, satacak şekilde değerlendirme durumu, ihanettir. Atina yönetiminin uzun vadeli böyle bir ihanet yaklaşımı içinde olduğu, bu davayla daha iyi görülüyor ve somut olarak belgeleniyor. Olay nasıl planlanmış, tezgahlanmış, nasıl yürütülmüş daha fazla anlaşılıyor. Bu mahkeme senaryosu onu örtbas etmek için düzenlenmişse de tersine dönen yanları da var. Aslında lanan; her iki sahanın da zayıflatılarak, kontrol altına alınması ve böylece Irak’a müdahalenin önünün açılmasıydı. “Clinton zayıftı, savaş karşıtıydı; onun için bir türlü Saddam rejimine karşı silahlı müdahalede bulunmadı” görüşü elbette doğru değil. Çünkü aynı Clinton yönetimi; Balkanlar’da Bosna’ya, Sırbistan’a müdahale etti. Savaş yapmayan bir yönetim olarak ortaya çıkmadı. Irak’a müdahale edemediyse, bölgede müdahale edecek kadar denetimleri, hakimiyetleri olmadığı içindi. Müdahale için öncelikle bunun sağlanması gerekiyordu. Clinton yönetimi, bu denetimi sağlama çalışmalarını yürüten yönetim oldu. Ortadoğu Barış Planı’yla, uluslararası komployla amaç, bölgede kontrolü sağlamaktı. Eğer bölgede statükoyu değiştirecek bir müdaha- devlet yok. Aslında çok güçlü bir askeri denetim de yok. Amerikan ordusu, temel stratejik noktaları tutuyor, gittikçe de kontrolünü, denetimini arttırıyor, ama hala her alanda hakimiyet sağlamış değil. Buna rağmen Irak’ta hiçbir şey olmuyor. Ortadoğu’da ne bir isyan ne de farklı bir gelişme var. Sanki Irak’ta kendiliğinden bir yönetim, düzen oluşmuş gibi yaşam sürüp gidiyor. İşte bu, Filistin’de ve Kürdistan’da geçen on yılda yürütülen mücadelelerle sağlandı. ABD bu duruma ulaştığını hesap ettikten sonra, Saddam Hüseyin rejimini çözmek, değiştirmek için askeri müdahalede bulundu. Bu durumu böyle değerlendirdiği için, bütün dünya devletleri, bölge güçleri kendisine karşı çıkmasına rağmen yalnız başına Irak’a müdahale etme gücünü gösterdi. O zaman çoğumuz; “ABD’nin bu kadar karşıtlığa rağmen yalnız başına bir müdahaleye girişmesi çılgınlık olur, maceracı bir tutum olur ve ABD gibi bir devlet böyle bir maceraya giremez” diyorduk. Gerçeğin öyle olmadığı ortaya çıktı. Müdahaleye karşıtlık vardı, ama ABD de buna karşı bir mücadele yürütmüş, zemin hazırlamıştı. O zemini görmemek, elbette doğru bir değerlendirme olmazdı. Nitekim ABD; Avrupa, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, İran, Türkiye ve bütün Arap devletlerinin karşı duruşlarına yine Kürdistan’da KDP benzeri güçlerin yalpalamalarına rağmen yaptığı hazırlıklara, oluşturduğu zemine dayanarak ortamı müdahalesi için uygun gördü ve müdahale iradesini gösterdi. Bunda bir sonuç aldı mı, aldı. Kısa vadeli olarak rejimi çözme ve Irak’a girme anlamında da sonuç aldı. Şimdi Irak’ta Amerika stratejisine göre bir hamle yapılmış, bir ön adım atılmış oldu. Bunu diğer alanlara taşırıyorlar. Nasıl ki geçen on yılda Kürdistan’da, Filistin’de sağlanan kontrolle Bağdat’a müdahalenin zemini hazırlandı ve müdahale yapıldıysa, şimdi de; Irak’ta atılmış adımın ortaya çıkardığı sonuçlar dış sahalara taşırılıyor, oralarda adımlar atılıyor. ABD’nin Filistinİsrail sorununu çözmek üzere yürüttüğü çabaları, içinde bulunduğu girişimleri böyle değerlendirmek gerekiyor. Bu girişim içinde önemli bir mesaj da var. Bazı Arap devletlerini yakın denetimde uyarıyla değiştirmeye yöneliyorlar, bazılarını da karşılarına alıyorlar. Örneğin Suriye dışlandı, Lübnan yine öyle bir konumda. Böylece; zayıf tutumlarla, idare edici yaklaşımlarla, ortada kalan politik davranışlarla uzlaşma olmayacağını onlara gösteriyorlar. ABD uzlaşmaktan yana değil, onu çok net gösteriyor. Bush’un son gezisi bize bunu gösterdi. Bütün bölgeyi ilgilendiren Filistin-İsrail çatışması öyledir. Öyle dar bir Filistinİsrail çatışması değil. Arap-İsrail, aynı zamanda müslüman-yahudi-hıristiyan çatışması anlamına da geliyor. Bütün bölgeyi, islam alemini çok yakından etkileyen, ilgilendiren bir çatışma. Dikkat edilirse, bölgenin Arap aleminin bir kesimini çözümün içine aldı, belli güçlerini de bunun dışında tuttu. Dışında tutulanlar; ABD’nin Irak’a müdahale ederken uyardığı, eleştirdiği güçler oluyor. Bunlar; Suriye, Türkiye ve İran’dır. Bush, politikada hiçbir ağırlığı olmayan o küçücük emirlikleri bile ziyaret ederken; Filistin sorununa çözüm ararken Suriye, Türkiye ve İran’a danışmaması, onlarla görüşmemesi tabii ki çok önemli bir siyasal olaydır. Suriye, Türkiye ve İran, en az Arap devletleri kadar Filistin-İsrail çatışmasının içinde oldular. Onunla ilgili ve ilişkili oldular. O zaman ABD Başkanı’nın mevcut yaklaşımlarını, politik bir tutum olarak değerlendirmek gerekli. Bu da; bu güçlerle uzlaşmadıkları anlamına geliyor. ABD’nin bu rejimlerle çelişki ve mücadele konumu devam ediyor. Türkiye-ABD ilişkileri ve çelişkileri sürüyor. Pentagon’un en çok düşünen, çalışan kişilerinden birisi, aynı zamanda Irak savaşının hazırlanmasında da en faal çalışan Wolfovitz, Türkiye rejimi içinde en temel güç olarak orduyu ciddi biçimde sarsan eleştiriler geliştirdi. ABD’nin Türkiye’yi, Irak Savaşı gibi çok somut bir olay içinde denemesi ardından şimdi, üzerinde yoğun bir eleştirel baskısı sürüyor. Savaşta ortaya çıkan gerçekler, ilişkilerdeki gerginlik, karşıtlık aşılmış değil. Bush’un G-8 Toplantısı’nda AB ve Rusya’nın başkanlarıyla görüşmesi ve Arap alemine gezi düzenlemeye karar vermesi ardından, Türkiye basınında “herkesle barışta sadece bizle de-