İSLAM FELSEFESi DERSLERİ (GİRİŞ) Yaratılış (hilkat) macerasında devirler ve alemler sürükleyen insan, şuur kınlcımına sahip olup, gerek içinde bulunduğu objektif, gerekse kendi içinde bulduğu sUbjektif olayların etkisi altında kaldığı ve onları algılamağa başladığı andan itiharen önce hu olayları, sonra bu olaylara sehep olanları, daha sonra da bu sehep olanlara sehep olanları yine kendi varlığı hakıınıııdan ku tsal \·arlı k saymak \'C onlara bağlanmak zorunda kalmış ve bn yolda primitif (ilkel), mitolojik (usturcvi) ve tasyonel (akılcı) denen üç dü~ünce safhasından geçmiştir. Çeşitli varlıkların tek bir cevherin çeşitli görünüşleri olduğun u, ilc insanın asılda birliğini deyimleycn, başka bir deyişle, ohjeyi süj edc görmekten ibaret olan primitif düşünce ile insanın iç ve dış hayatını tabiata akscttirmekten, dolayısiyle, süjeyi objede görmekten ve önce Tanrılar dünyasını insan dünyası gibi sayıp daha sonra bu iki dünyayı ayırmak ve hayal dünyasını gerçek ve ölmez üstün dünya bilmek suretiyle asıl yaşanan Lu dünyayı ona tabi kılmakla insanı bir kul saymaktan ibaret olan mitolojik düşünce arasında ve bu düşünce ile varlık ve eşyayı, görünüş ve değerleri akıl düzenine göre ayaciamak ve aklın değişme kanunları ile açıklamaktan ibaret olan rasyonel clüşünce arasında kesin sınırlar çizmek imkansızdır. Zira, bu safhalar birbirinin üstünde fakat birbirinin içinde olup primitif saflıa mitolojik safhaya, mitolojik safha rasyonel safhaya beşiklik etmiş, mitolojik düşünce primitif düşünce içinde ve rayonel düşünce dı> mitolojik clüşünce içinde gelişmiş ve bu sebeple bir sonraki bir öncekinin etkisinden tamamiyle kurtulamamıştır. HCle rasyonel düşüncenin mitolojik düşünceden sıyrılıp bağımsızlık kazanması yüzyıllar sürmüştür. Rasyonel düşünce, önce, tecrübe içinde geliş­ mekle somut (nıüşahhas) Yakalardan uzaklaşmamış, ilk Yunan Feylesofları bile kainatın prensibi olarak su, ateş v.s. gibi maddi elemanları ileri eşya ı sürmüşlerdir. Aklın kendi başına işleme gücü kazanması, dolayısiyle, mctafiziklerle felsefe sistemlerinin doğuşu çok daha sonraları meydana gelebilmiştir. Bu üç safhanın kısa ve kaba bir panoramasını çizecek olursak durum şudur: İlk İnsanlar sadece nefislerini korumaktan başka birşey düşün­ medikierinden gerek tabiat olaylarını gerek varlıkları kendilerine faydalı ve zararlı olmaları bakımından ikiye ayırdılar ve bazan bitkiyi, bazan hayvanı veya suyu veya ateşi v.s. yi kutsal saydılar, onlara taptılar. Sonra daha gelişmiş bir cemiyet hayatına geçtikleri ve yiyeceklerilli ekip hiçrnek ile sağlamağa başladıkları vakit y ıldızl arın mahsuller üzerine etkide bulunduğunu, bolluk ve kıtlık yarattığını görerek onların hareketlerini, bu hareketlerin tckcrrürünü, ayları ve mevcimleri tesbit ve tanzim etmek zorunda kalmışlardı. Bu sefer de yine h ayatlan bakımın­ dan bazan asıl şekilleri ilc bazan da i şaret ve remizlerle dP.yimleyerek yıldızlara tapınağa ba~l amı şl ardı. Yıldızlara tapma, söylentiye göre, 15 bin sene önce Kil n ehri ve çok verimli toprakların sağladığı bol mahsul sebebiy le :\lısır'da başla mış vf' ondan sonra da Keldanistan'a geçmiş, Sabii mezhebine sebep Ye esas olmu~ tur. Sabitliğin aslı güneş manzumesiuc ve diğer yıldızlara tapmaktır. Bu mezhep, m erkezi, Urfa'nın 35 km. güneyindeki Harran şehri olan K eldanistan'da gelişmiştir. Silbiiler arasmda, özellikle, Abbasiler zamanında birçok alimler ve düşünürler yetişmiş, tıb ve felsefe kitaplannın Arapçaya tercümesinde Harran'lılar büyük rol oynamışlardır Puta tapıcı olan ve kendilerine mahsus namaz ve oruçları da bulunan Silbillerin ınenşci hakkmda (Keşşaf tefsirinde, Milcl ve Nihal'de, Alıteri v.s. de) muhtelif söylentiler vardır. Hatta Hz. İbrahim' i n de bu mezhebi kabül edip öğrettiği söylenir. Bu m ezhep , başlangıçta ve saf halinde, Allah'ın birliğini , ecza ve mükafat verilecek bir ahiret hayatını kabul eder ve eherli saadet için de iyi işler yapıl masını tavsiye eder 1 • Yine, Allah'a ancak akıllar n y a m elekeler v asıtasıyla yaklaşılabile­ ceğini ileri sürer ki bu akıllar onlara göre yıldızlarda sakindirler ve onlar aracıyla canlıdırlar. Bu yıldızlardaki akıll ar, alemi , Allah 'tan aldıkları emirlerle idare ederler. F akat sonradan bu akıllar, dolayısiyle, yıldızların Allah'la diğe r varlıklar arasındaki aracılık görevi unutularak kendilerine veya kendileri nanuna yapılan heykellere tapılınağa başlanmış ve bu heykellerio konuşup anlaşır olduklarına inaııılmıştır. Daha sonra, bu 1- BK . .\lahınud Esad. Tarih-i Oin·i İola m. Ciit: l , s. 419- -1-27 ve 492- 496, İstanbul, 13271929 Ayrıca bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ulken, İ s l am Fel;efesi Tarihi Cilt: 2, s: 40, !stanbul, 1957. es.·Seyyid Abd'ur·Ra~zak el·Hnsani, es·Sabie Kadimen ve Hadisen· düşünce birçok değişikliklere uğramış ve her kabile kendine mahsus bir veya onun narnma bir heykcl kabul etmiş ve onlara tapınağa baş­ lamıştır. Mesela, yerinde görüleceği gibi, araplardan Tayy kabilesi Suhayl'e, Himyeriler Güneşe, l\Iaysam Dcyran'a Kinane Kamer'e, Huzaa Şuaray-ı yenıani'ye, Beni Asad Utarid'e t aparlar ve özellikle kız çocuklarını hunlara kurban ederlerdi. Yıldızların kendilerini Yeya namlarına yapılan heykclleri kutsal sayından sonra yıldız topluluklarının gösterdikIeri şc kill ere , onların yeryüzündeki hen zerl eri cansız cisimlcrin, özellikle, hayvanların adlarını vererek gökteki cisimleri veya yıldızları yerdeki cisimlerden benzerlerinin adları il e ve mesela Sen, Asad, Sünbüle, Hamel, Akrep, Balık v. s. diye adlandırd ılar ve bu yeryüzündeki cisimleri kutsal saydılar. Bu yıldızların lıarekNi crini yer cisimlerine uy gulamak YC o hareketleri, yukarda da dediğ imiz gibi, onlarda mevcut saymaktan da puta tapıcılık doğdu. :\!esela, b azı Asya kaYimlerinin heykclleri, Şaman ve Lama Kahinierinin elbiseleri üzerindeki suretler ve şekiller, Hind'lilerin atmacası, :\Iısır'lıla rca kutsal Yarlığın bir varlık ve şeküd cn diğer bir \'arlık ve ı;ekl~ hullılüniin deyimi olan güneşin şekille­ rini aldığı \'C görevlerini gördüğü farz edilen oniki burç şekilleri hep bu yoldaki rcmz ve işaretlerd en haşka birşey değildir. Alemin yaratı­ lıştan önceki halini remzeden ve önce Hindistan'da zuhur edip oradan da Yunanlı'lara geçen ve Yunan mitoloji5inde önemli bir ye r kaplıyan, aym zamanda Japonlar'da da görülen kozmik yumurta m eselesinde Japon'ların yumurtayı kınlığını farzettikleri hoğalan, l\Iısır'lıların Apis Öküzü, Yahuuilerin :Mısır' dan kaçarken taptıkları Altmhoğa, hep Sevr burcuna i şaret olııp bütün hn mczheplcrin esası (la Baal veya İl denen güneşe tapmaktan ibarettir. Hatta, günc~in yaşadığı farzedilen mitolojik hayat safhal arı sonradan Hrı s tiyanlar tarafından İs a'nın hayatına uygul anmış ve Hrıstiyan rahiplarin.in haşinrının ortalarını traş etmeleriyle, zünnarlarıyle ve özel tcs bilıleriyle gi.iııeş, burçlar ve seyyareler remzen deyimle nmeğc başlanmıştır. Bunlardan maada ahireti, kıyamet gününü, dirilmryi, hesapiaşmayı deyimleyen birçok remizler de vardır. yıldız Güneşin, çeş itli yıldızların, hatta zaman, mekan, hareket gibi şey­ lerin kutsal sayıldığı, ve yine bunlara ait ve genel olarak hayır ve şer ilahları diye iki çeşit ilaha tapıldığı ve ibadetin ikiye ayrıldığı, kısaca, mitolojik dü~ünce içinde Sahilliğin yeni görü ~lcr ve faraziyelerle başka başka mezhepler meydana getirmek üzere dallandığı bu sıralardadır ki, Keldanlı Azer'in oğlu İbrahim gökte ve yerde olan ~ey1erin durmadan değiştiğini , baki kalmadığını görerek bunların muhakkak bir yaratıcı tarafından meydana getirildiğini iddia ilc tck bir Allah kabul etti. Fakat, Keltlan'lıları ve hükümdarları ~emrudu bu görü~e inandır3 ınağa mm·affak olamayınca Kenan diyarına göçtü. Kendisinden sonra oğlu İsmail, Arap kavmini, İshak ta İs railleri meydana getirdi. Bunların içinden de birçok peygamberler çıktı. Bu mitolojik düşünce safhası içinde ve yine onunla karışık olarak rasyonel düşünc enin başladığıııı ve alemin nizarnı ve tertibi hakkında incelemelere girişildiğini ve bir t akım yeni sebepler ve ku,·vetler keşfe­ dildiğini görüyoruz. Mesela, dünyanın yuva rlak olduğu anlaşıldı. Çevresi n çapı ölçüldü . Dünya yerine, güne~ . yedi gezegenin (seyyarcnin) merkezi oldu . Ye bunların da hareketleri hesaha vuruldu. Sonradan bu hareketlerin aşıl sebepleri arandı Ye alemi doldurduğu (kapladığı) ve cisimlere hayat n hareket verdiği farz t'dilcn esir faraziyesi ortaya atıldı ve alem mütccanis bir bütün sayıldı. Bunun sonucu olarak da maddenin kıdemi fikri ilt•ri siirülcrck alemde hiçbirşey yaratılamaz ve hiçbirşey kaybolmaz d üsturu ile değişikliklerin görünüşte olduğu, başka bir deyişle, alemin czelili ği, yani zaman ve mekanın sonsuzluğu kabul edildi. Daha sonra, alem tek ve zorunlu bir vücut, kanunları da değişmez olarak görüldü. Bu göriiı::c göre kutsal ,·arlık veya Allah hem etki yapan hem etki duyan, hem hareket ettiren hem hareket edici, hem sebep hem seheplenendir. Bu vahdet-i vücut fikrini. iki kuthun birliğini, hoş bulmayan bazı kahinlcr, tekrar, maddenin can!'ız olduğunu, ona hareketinin ve niteliklerinin başka bir fail tarafından verilmiş olması gerektiğini ileri sürerek alemi harckrt ettiren bir kuvvet ilc hareket eden bir madde ye ayırdılar ve cansızı caniıyı hareket ettirici hu faile bazan ateş veya güneş, lıazan da cther (cı-ir), bitki n hayYan hakımından da ruh dediler. lnsanı elı- aldıklarında aklı müşahade t'ttiklerinden bütün alemi harekete getiren asla rla ruh, akıl , zcka adını verdiler; ve bu yaratıcı akıl veya rulıuu en küçük zerrcyc bile yayılarak bütün alemi canlandırdı ğına inandılar. Bumm sonucu olarak ta bütün diğer cisimlerin ruhlarının va e i lı ·ül- Yi.icııcl olan bu seyyal alem ruhunun birer parçası olup onun hölünmeılik. basitlik, yok olmazlık gibi vasıflarına malik olduğu akidesi ıloğdu. Bu akidc de ruhların tenasühü, yani bu hayati a sıl ve csasm bir vüvuttan diğer bir v ücuda geçtiği, haşka bir deyişle, maddi un surların hakikate intılap ,.e intikali nazariyesini doğurdu. Bir alem ruhu, giinc~e için: T - Y aratıeı. Il - Kelime, III - Akıl veya ruh ait hir asL bir esas farzedilince ilahı şahıslar diye üç mertchenin kab ul ü yerinde ve lüzumlu görüldü. B u üç derece sonradan Hristiyan teslisine de esas oldu 1 • İtalya ve Yunanistan'daki mezheplere puta tapıcılık şekli altında geçen ve Mısır mabetlerinde, daha sonra da Hindlilerin ilk Kanun kurucusu l\IENO'nun "üçlü ilah" usulünde gelişen bu görüş, Pythagoras ve Platon'da görülen teslise de temel oldu. l\Hiik olduğu sıfatlar bakımından Hintliler ınabutlarını üç ayrı şekil­ de adl andırdılar ve aynı mabuda halik ve kaadir sıfatiy le "BRAHMA", hakim ve koruyucu sı fatiyle "VİCH~U" (Vişnu), yok edici, kalıredici sıfatiyle (SİVA) dediler. Güneş Brahma"ya, su Vislınu'ya, ateş de Siva'ya nisbet edildi. VEDA ilahilerinde kendisinden medet umulan üç gözlü Jubiter (Dusbeter) in aslı da budur ve üç mevsimde üç ayrı etkide bulunan güneşten ibarettir. Dört ha~lı ve dört elli olarak tasavvur edilen Brahma, asıl mutlak vücud değildi. Asıl mutlak ,-ücut, "Para-Brahma" diye adlanclırılır ve bütün insanların bunun dört oğlundan türediğine inanılırdı. Bu mezheptc olanlar ruhun bckasına ve tenasuha inanırlar, ruhun saflığına, saadete ermesi için de perhiz ve riyazata ziyade öne~ verirlerdi. Brahmacılar 2, yukarda gördüğümüz teslisden başka, bir de DEVA (Daiva) dedikleri bir takım meleklere inanır ve tapariardı ki ZERDÜŞT (Zarathustra) bu melekleri cin sayıp onlara tapmayı doğru bulmadı­ ğından Hintten koğulınuş ve Belh'c gidip yeni mezhebini orada yaymıştı. Zerdüşt mezhebinde cin ve ifrit manasında olan dev, Hint dilleri ile sıkı ilişkisi olan Avrupa dillerinde De os veya The os şekillerinde bir benzerlik gösterirler ve bu kelimeler ilah manasma gelmektedirler. Hindistan'da Meno'dan sorıra görülen ve Budha denilen mezhep te bu adlı zatın Brahma mezhebini deği~tirmesinden Ye Budha'yı akl-ı kül veya akl-ı küllü temsil eden bazı kimseler olarak kabulünden ibarettir. Budha'da bu remizleri değiştirecek tebliğler yaymaktan başka bir şey yapmadı. Bu tebliğler de önce canhya acımak ve caniıyı öldürmekten kaçınmak, ahiret aleminde ukubet korkusu, ibadet için mükafat vaadiydi. Lakin, sonraları, görünen bu maddi alemin Ye insan varlığının velıim ve hayalden ibaret olduğu, ruhun hakikatına u l aşmak için bir mezar sayılan cesetten ayrılması gerektiği ve daha bedende iken ilahi ışıkla ilgisi için riyazatta bulunmak suretiyle bedeni zayıflatıp, ruhu kuvvetlendirrnek noktaları üzerinde önem ve ısrarla duruldu. İşte bu gibi mitolojik fikirler önce ve birbiri peşinde olarak Mısır'da meydana çıkmış ve oradan da diğer yerlere yayılmı~tır. Bu fikirlere sahip 1- )!ahmud E;ad, ayni e~er, S: ~51. )falımud esad aynı eser, S: ·t91l-50l. 2- 5 olan Asyada, İslamın zuhuruna kadar, Fırat ve Karadeniz sahillerinde, fikirlcrle karı~ık türlü şekillerini vermek suretiyle hüyük bir rol oynadı. bunların diğer bazı Tam bu sıralarda Hz. l\Insa zulıur etti 1 ve bir taraftan Mısır'lılardaki hayır ve şer tanncıhğı ilc diğer taraftan da Sabiiliklc pek ziyade ülfet eden İsraillcre ilahi vahdet fikrini a~ılamağa çalıştı. Cemal ve Kemal sıfatiariyle muttas ıf AHalı'ın birliğini Musa dini kayıtsız şartsız kabul etmi~, fakat maddiyatı ınanc,· iyattan üstün tutmakla teşbih fikrini hakim kılmıştı. Ahd-ı- Atik'rle görüleceği üzrc ~!usa dininde ilahi vahdet fikri üç mcrlıale geçirmiştir: I - İlk ınerhaledc birçok ilahların Yarlığına ve fakat bunlardan kendi milli mabutları "YAHOYA"ııın diğerlerinden daha kuvvetli bulund uğu na, II - İkinci mcrhalede diğer nıahutların birer ifrit ve gasıp olduğuna inanılmı ~. III - Üçüncü ıncrhaledc ise t enzih fikrine oldukça yaklaşılmakla beraber Yalıonı milli \"C özel bir mabut tclakki edilmekten geri kalın­ mamış ve mesela İslamiyetteki gibi tevhid ve tenzih ilc mutlak yaratıcı fikrine ulaşılanıamış tır ~. Fakat yahudiler alıştıkları fikirlerden vaz geçıniyerek paral ardan altın bir bu zağı yaptılar ve ona taptılar ki bu buzağı Mısır'lıların Hamcl-i Scmavi'Eindcn başka birşey değildir. Hükümetlerinin ikiye ayrılmasınJan sonra da zaten pek gc,·şek olan dini bağlan­ tıları büsbütün söndü. Zira, Hz. Süleyman'ın torunları elinde bulunan Yahu di devlct iniıı. bir dereceye kadar da olsa, )!usa şeri:ıtı üzre hareket etmesine karş ılık İsraillerin dı•Yieti adı geçen dedetin otoritesinden kurtulmak için tehaasım puta tapıcılı~a tc~vik etti. Sonuçta da Musa Şeriatı unuttılup Ba'al Ycya İl denen güneş mabuduna tapılrnağa başlandı. Musa'dan çok sonra gelen Zerdüşt 3, yukarda söylediğimiz sebepten, Hindistan'dan koğulduktaıı sonra Kcyyaniyan'dan Guştasb Bn. Lahrasb zamanında Belh'tc :\Iecus:ilik Yeya ateşe tapıcılık ınczhebini kurdu ve Mısır'ın Oziris ve Thyphon"undaıı mülhem olurak biri hayır diğeri şer ilalıı olmak üzre ·Hürmüz ve Ehrimen adıyla iki mahud ve bir nevi ölümden sonra dirilme, ahiret, cennet ve cehennem tanıdı. O zamana kadar yıldızlara tapan İranlı'ları Ja ateşgedeiere davet etti. Zerdü~t, düşünce ladı, ve ak1delerini Zcnd adını verdiği bir kitapta yayın­ sonradan bu kitaba bir şerh yazıldı ve adına da AVESTA dendi ki 1- .\Ialıınud e;:ıd ayııı eser. S: ·IS·k 2- :\Ialımud E.ad, a~· ni eser. S: .ı56 . 50 1 -50~. 3- AhmetHilmi (~clıhenıler Zadr), Tarih-i !,lam, Cilt: 1, S: 65-66, 297- 303 !stanbul, 1326 6 bugün ikisi birden ZEND-AVESTA adı ile bu mezhebin kutsal kitabını eder. Bu mezhebin esası şudur: Her şeyin yaratıcısı bir Allah vardır. Allah alemi yaratırken bütün hayırların kendisinden çıktığı Hürmüz ve bütün şerlerin kendisinden çıktığı Ehrimen diye iki eleman yarattı. İşte bu iki eleman daimi mücadelede bulunmak üzre alemi meydana getirdi. Bazan birinin bazan diğerinin galip geleceği bu mücadele nihayet birgün sona erecek, kıyamet kopacak Ye Hiirmüz (iyilik) muvaffak teşkil olacaktır. Mecfısilcr, başlangıçta Allah'a taparlar, ı~ ık ve sıcaklığın menbaı de Allah'ın bulunduğu yer sayarlardı. Diğer yıldızlar da bu güneşten meydana gelmişlerdi. Yerde ki ateş de gökteki güneşten alın­ dığından güneş battıktan sonra ışık vermek için dağ başlarında ve mabetlerdc ateş yakarlar, malıetler rahiplerin geeeli giindüzlü nezaretleri altında bulunurdu. Sonradan, i~in ilahi tarafı unutulup ışık ve ateş ilah sayıldı ve ona tapıldı. Hz. Süleyman'ın mesellerinde gerek Sabii gerek Meclisi itikatları tenkitlere sebep oldu. En nihayet Hz. Ömer'in İran'ı i stilası ile mecfısilik en müthiş darbeyi yedi. olan güneşi Yahudiler, esaretleri sebebiyle, bu Zerdüşt dininden ve diğer kavimlerin dini fikirlerinden çok mütcessir oldular. Önce Ninova ve Babil hükümdarlarının istilası sonucu İsrail oğullarının genel ilişkisi kesilince Yahudi memleketlerinde puta tapıcılık açıkça görülıneğe başlandı. Bunun arkasından As ur mu hacirierinin Yahudi aşiretleri ilc münasebete geçmeleri sonucunda Yahudi hükümetine kahiniere mahsus birtakım kaideler geçti. Kudüs'ün zaptı, Mısır ve Suriye'li arap l a rın oraya hücumu ile de Yahudilere yeni bir takım fikirler aşılandı. Babil'de Keldani ilimleri ile yetişen bir takım rahipler de 1\Iusevi şeriatını bu fikirlerle büsbütün karıştırdı. Bundan ba~ka Keyhnsre,· zamanına kadar İran'da esir bulunan Yahudiler Zerdüşt dinini benimsediler. Esaretten kurtulduktan sonra da bu fikirleri bırakmadılar. Bu arada Yah udiliktc son bir kurtarıcı fikri doğdu. Buna da hem Kudüs'ün zaptı hem de Asya'nın her tarafında yayılmış olan "en sonda Kanun kurucu, iyiliği hakim kılıcı, mabud bir hükümdar gelecektir" fikri sebep oldu. Özellikle İran ve Keldanlıların mukaddes kitaplarında görülen biri altıbin sene devam edecek kötülük (Şer) devri, diğeri, yine, altıbin sene devam edecek iyilik (Hayır) devri olmak üzre alemin onikibin seneden ibaret devirlerden meydana geleceği fikri de kendi Mi.ikaddes kitaplarını y ukarda söylediğimiz kitaplardan ilham alarak yazan Yahudi alimleri üzerinde son kurtarıcı meselesi h akkında ayrıca etki yaptı. Diğer taraftan, daha önceleri , çeşitli kanallarla Arabistan'a gelerek merasimlerden, adet ve rıvayetlerden birçoğunu Araplara empoze eden 7 'ı alıııd;lik , ılal ıa ,o ı ı r:ı. 'ı alıııılil ı-r iıı ,\ , iı ı·l ıı l ar. tar:ıfııııhıı ku ;!ıılııp \ı·:ıp ıı t l'ıııl.- kt'll ıTitıı' l\.alıilı· lni il,· lıirlı·~ ııil'lı·ri iiı· ı·,a~ lı rıılıı ) ııaıııağa ı, u ra~ ~.a Hoıııalılar 'e ,.; ı ~ı ıııııaları \T \ ı' Huııılar )l'l"li Arap l!i ,·az kıta s ında 13eııi i lı· Bı·ııi l\.:1) ııııka_, 1Lı' lıt'r 'ı· '1 ı·sril' ,.;, arınıla Bı·ni Nadir, 1\.:lap ,,. l(iııdı· kalıilı·h-riııiıı lıir kısıııı lliııı~ar , j,i ı ı:lııı·, Bı·ııi ILiri ,; lııı. ar.ı ,. ııııla .,a,ılıııa···· a lı:ı.- laılı. . ... llatta . lıir :t. aıııaıı 'IL· ııll'll lliikiiını·tiııiıı rı•:mıl ıli11i olılıı. Fak:ıı . \ra plar .1;; 'ı : ılııııliln gi l,i keııılilniııi ll z . il,ralıiııı'ı· '1 lıa ~ l;ıııı.ıkl a a lıııılıli ;!.- ııın· lt'lt iln j,, . ılı · ı · ı ı ııilıa ' uııd . ııı ıla el u z akla:;;- ı ılar. i~ı·· '1 ııkarıl:ı lıalı,; i gn;<'tı 'ı a lıııılili ğ iıı IHı ılurı ı ııııııı da i , a ııın•daııa ı;ıl,ıı ' . 'ı :ılııızlıir kıırtarıı· ı j,,, kli)<'ll Y:ılıudiln dii~ıı!aıılara ııııılıalılıel "' :;- ı· fkaıla ıııııaııı..lı· ) i t·ııın·dı·ıı b:ı ' ) ı tı • IJir ı·ı till'r. Bıı ,;,·hqı l ı · iiı; s ı·ıH·de ~;,lııı z o niiı; ı:ı r.ıi'ıar ıopl:ı \;dıi l ı·ıı h.oıı ~ l:ııııiıı z :ıııı a ıı ı ıııl:ı l,;a ıliı ı i aıı t' ak lhııııa iıııparaıunı k ıı,,t'l l i· ı .. ·l, ilıli . i ,:ı ıliııiııılı · d. · •·ı· ıııiil ,,. k ı·ıı ıü l :; ıfa ıları i lı · ıııııttası f .\llah ' ııı lıirliği l'i k ri kal ııll ı· ılilııı i~ " ı· ılı· I Jt ı ıliıı ıııa ' ıın 1\ :ılı ınaıldi , :ıllaıı ii:;tiiıı ıııııı ı ıı ~ ,,. tı· ıı ~.i lı fi krini lıi\kiııı !, ılını :; tır. Fakat . hıı ~f'l'iatııı iyi zapl ve ı n- ! ı iı ı·ıl i l ı·ıııı· nıı ·- iııılı·;ı ıi ıı la ) ı lıirı;o k incilinin ıııı·;daııa \'ıkıııası ., ,. aııl a:;ııı:ı/.l ık ı!ıı~ ıırııı:ı- ı ıoli~ f i k ri ıı ııı lıuııa kııla; .-;ı g irıııı•s iııl' 'ı' lsa' ııııı Hıılı ' ul -l,ud ~ "' \il : ılı'la a~ ıı ı n ı n it'lll'dı · ,;a y ılıııasııı:ı ;;t"lıcp oldu ve ilahi \ :tlııkı :-iizılo · ıı ilı:ı r..ı kaldı. llın,ıi;:ı ıılığ ııı , l{uıııa iıııparatıını Kayser t :ı ı·a fııııiaıı kalıııl ii ııd ı· ıı :-onra i ,. k ı•ııılı · ri y t ' l~~':; k u po:; ıı :\riıı s. to·s li:; akiılı ·:- iııi ro·ıl ı · tıi i ,;ı· ıl ı· İ z ııikt,· luplaııaıı rnlırml ıııı ·l'lis lııı akitlcyi kc- , iıı ııL.ır;;k k : ılılıl il i' llırı~ıi v aııl:ırı lıir ara \ u rııldııi oıll'o·li:-l ı·r iıı \ı· paııal ar ııı ıı rl ; ı ~ a l ı ·r ııilı<ı ) l'l ı• rnı ı· ~ ıaıılı ğ ııı ıuııladı. Bııııdaıı s oııra kı ,~ ılukl:trı dalıa lı ir :< iir ii kaidc- kıırı n ıı nı sıı o laıı ~!a r t i n Lııtlıı · r tarafından lıid.aı " '"ıl aı· a k rı · dılı-d ii ıı ıi': , ,. lo·s li <- il .. , ;ıfti z uı c:;de :; i diııiıı e:; a s ı ulaı·ak ıııl:ı \a kıı ıı ııııı :; l ıı r . Huııı :ıl ı Lııııı ll r i, ı i~aı ılı ğ ı k a hııl lı· riııd ı·, puta tapıcı­ lık tn ıı:ı~ iillni ııiıı d naıııı Inı d i ııılı· dı · ı·:- a ~ g a yl' ıınulııla ra k y anı~ ) il- ' a ': 1' ııılara ' ı · rı·s i ı ıı In ı · ı ap ılııı a, ıı ıa, ııııı rı·,iııı ',. l ıı·:ı kı · ll ,· r i ııiıı ıı ııl ht'l In i Lw ·ıı ıı ı, ~ i,·r~ ı• ııı 'iıı 'e ha , ·arileri- dol dıı rııı :ı.~ ıı ı:ı , dıqı o ldu. ~! iLi ı li :~. ~· ii zy ıl lı:ı ': l:ırıııd a ~ ark kili :-,ı •siııdı· lıa ~giis t<• rı·ıı a ııla~ ıııazlık­ l:ır dııla : ı ,.;i ) lı· ll ll' ) daıı :ı o; ı k aıı fır k:ıl ar ' <' .~0 1111 \' lıakıınıııd aıı nı e ııılı·kl't­ l.... iııi lıırak ı p \rap ı;iillı· riııdı · :ı a:;:ı ıııa: ı tl'lkiıılni il ı· Inı di ıı ) l'll ll'll · .ı,, lı ıı ıliıı i i i ~ Liiıı lııtaıı llırı ,; ti yaıılarııı \rap k alıil ı ·lı-ri ara,ı ııd a d a y a y ıldı n: ) t · rlı::ı ti. Yinı' kal ı ıll ·· dı·ıılı · rılı · ıı "' c e raıı k a bil ı · s iııi gib t e n·lıilirirz. lhıııı!aıı h:ı': ka Si n i\ y:ırıııı :ı da,.ı , S ııri ~·t·. Irak , EI - CPzi rı·, D alırcyn , 1-l a r\l.ılııııııd IO: . . :ıd :ı ~ ui l· ... ~r . :-': H ~tı . .\lıııh't llilıııi , a~ ui t.' :-.l'l' . S: ı :sc) ıı :L ran, Damet'ul-Cendel arapları da Hırıstiyanlığı kahullenmişlerdi. Hatta, Gasssan ve Hayre meliklerinden bir kısmı da Hırıstiyan oldular. Rabia, Huzaa, Taglip, Tayy gibi bazı kabileler de bu etkiden kurtulamadılar. M. 343 yılında Roma imparatoru II. Konstans'ın İran aleyhine üzre Hımyer Hükümetine gönderdiği sefaret heyeti arasında bulunan bazı rahiplerin de bu elinin bazı arap ülkelerinde yerleşmesinde rol oynadıkları, mesela, alınan resmi müsaade ile Zufar'da, Aden'de ve Basra körfeziueleki bir şehirde üç kilise kurulduğu ve Yemen'de, evvclce, Yahudiliği kabul etmiş olan ZUNUVAS'ın, mağlubiyeti üzerine, 530 tarihlerinde Hırıstiyanlığı kabi'tl ettiği bilinmektedir. Hatta, Kureyş kabilesi Kabe içine Meryem'in ve İsa'nın resimlerini yapmıştır. Tarihte Fil diye meşhur olan vak'a Habeş Valisi Ebrehe'nin Araplara Hıristiyanlığı zorla kabul ettirmesinden doğdu. Fakat, buzatın mağlubiyeti üzerine puta tapıcılık büsbütün meydan aldı. Çünkü Araplarda eline karşı doğuştan bir Ilikaydi mevcut olduğu gibi hayal güçleri de pek zayıf, fakat, buna karşılık maddiyat ve fiiliyatı kıymet­ lendirmeleri pek kuvvetli idi. İşte bu sebeple İslamiyetten önce Arabistan'da da durum Roma'dakinin aşağı yukarı aynı olup, Asya kara parçasında doğu ve doğu güneyinde Uruman denizi, doğu kuzeyinde Basra Körfezi, batısında Kızıl deniz, güneyinde Adnan Körfezi ve Hint denizi, kuzeyinde de Asya kıtası ile sınırlanıİnş olan ve Süveyş kanalı ile Afrika'ya bağlandığı gibi Bab'ul-Mendep ile de bu kıtadan ayrılan ve doğuda Basra Körfezi ile de İran kıyılarına yaklaşan, kısaca, batı ve güney ticaret merkezlerinde bulunan bu yarımadadaki kuzey ve güney veya Nizari ve Yemen'li diye iki esaslı kısma ayrılan 1 araplar birçok kavim ve milletierin kültür ve medeniyetleri ile temasları sonucu İs­ lamiyetten önceki bir çok fikir ve itikatların etkisi altında kalmışlar ve mesela, Basra körfezi halkı ve Himyeri'ler Sabii mezhebine, İran hududunda olanlar meeusi mezhebine, Amman halkı Brahma mezhebine, bazı kabileler de Yahudiliğe ve Hırıstiyanlığa, Curhemi ve Amalika da İbrahim ve İsmail şeriatma meyletmişler, fakat, puta tapıcılığı bir türlü elden bırakamamışlardı. Puta tapıcılığın Hicaz'a girişi, söylentiye göre M. 310-380 de İran meliklerinden Erdeşir'in oğlu Şapur Z'li-Ektaf zamanına rastlar. Ondan önce Hicaz halkı, İbrahim şeriatınca, Allah'ın birliğine ve insa nların ilahi iradeye boyun eğmek zorunda olduklarına inanmakta idiler. Fakat, Beni Huzaa'nın Kabe'ye reis yaptıkları Amru, puta tapan Amalikadan insan şeklinde olan Hubel adlı bir put alıyor ve onu Kabe'ye yakın bir yere dikerek halkı buna tapınağa teşvik ediyor ve ittifakını sağlamak · l- Arapların soyu hakkında bk. İslam Ansik.lopedisi, Arabistan maddesi S,: 4.81. 9 bu put sonradan, Kussay tarafından Kabe'nin içine konuyor. Daha sonra kabe kabilelere ait putlarla doluyor ve kabileler onlaratapıyor 1• Arap'· ların başlıca putlarını ve tapınak yerlerini şöylece gösterebiliriz: Başta olmak üzre, Kureyş Kabilesi insan şeklindeki HUBAL'a, Mekke yakmında oturan HUZA YL Kabilesi kadın şeklindeki SUVA'ya, Dumet'ül-Cendel'de oturan Kelb Kabilesi erkek şeklinde olan VEDD'e Tayy ve Cures'liler arslan şeklindeki YAGUS'a, Yemen'de Hamdan kabilesi at şeklindeki YAUK'a, Zülkelağ Kabilesi de K erkes kuşu şeklindeki NESH'e Beni milkan Bn. Kinane kabilesi SA'D-I ZAHRA adındaki büyük bir kayaya, EVS ve HAZREÇ kabilesi ile Yesrip halkından bir kısmı Müşellel ME NAT adındaki bir mabuda. Yesrip kabilelerinden BENİ ABDÜ'L-EŞHEL kabilesi EŞHEL adındaki mabuda, dağındaki Davs, Has'am ve Bacile kabilcleri ZULHALASA denen kare şek­ . linde beyaz taştan bir kayaya taparlardı. Başta Hubal olmak üzere erkek sayılan iSAF, dişi sayılan NAİLE ve Zu'l-Keffeyn, zu·ş-Şara gibi Kabc'yi dolduran 360 kadar put vardı. Hatta, her ailenin de kendilerine mahsus bir veya birkaç putu bulunurdu. Araplarda insan şeklindeki putlara değil de t epelere, büyük kayalara ve daha ziyade yenebilecek gcyik, deve, hurma ağaçlan gibi hayvaniara ve nchatlara tapan kabileler de vardı. Mesela, Beni Hanife'nin hurma ile süt yağından yapılmış bir mabutları vardı ki bir kıtlık zamanında onu yediler. l\Ieşhur tarihçi Heredot'a göre Araplar ilk olarak UROTAL ve ALİLAT adında iki mabut tanımışlardır ki bunlar güneş ve ayı göstermekte idiler 2 • _L\.rapların Kabe'den ve Hacer'ül-Esved'den maada tavaf ettikleri, hediye verip kurban kestikleri birçok tapınakları daha vardı ki bunlar da Kabe gibi birer ticaret merkezi idi. Mesela, Kurcyş ile Beni Kinane'nın Mekke dışındaki. Uzza adlı tapınağı. Taif'de Beni Saklf'in Lat Beni Rebia'nın Riza adlı Hımyeri'lerin Risam adlı adlı tapınağı, tapınağı, tapınağı, Bekr ve Tağlip ve İyad kabilelerinin Zülkeabad adlı tapınaklan en önemlilerindendir 3 bunların 1- Ahmet Hilmi, Ayni eser, S: 127- 136. 2- Mahmud Esed, ayni eser, S: 479-484. 3- siahmud Esad ayni eser, S: 48+-489. ı o Cahiliyye devri Araplarına göre putların rolleri Allah nezdinde bulunmaktır. Kainatta tasarrufları da Allah'ın kendilerine verdiği iktidar sayesindedir. Bu sebeple kahinler mahsullerle hayvanları Allah'la put arasında taksim ederler, fakat, ekseriya putların, dolayısiyle kendilerinin mcnfaatları bakımından, özellikle Yemen'deki Havlan Kahilcsinde görüldüğü gibi, Allah ganidir, ihtiyaçtan uzaktır diyerek Allah'ın hakkına tecavüz ederler ve ondan aldıkları hakkı fıkaralara ve misafirlere dağıtırlardı. şefaatta Arapların putperest ttikatları hakkında en mühim kaynak aslının kaybolduğu ve Yakut ve Bağdaeli'nin ondan parçalar aldığı İbn'ül Katibi'nin KİTAB'UL-AS~AM'ıdır 1 • Miladi 6. Yüzyıldan sonra Araplar zaten istedikleri olmadığı vakit daima hor ve hakir gördükleri putlardan büsbütün yüz çevirdiler. Araplar putlara bağlı olmakla beraber cinlere ve meleklere de inanırlardı. Kur'an'da İsra suresinde, Milel ve Nihai'de bildirildiğine göre Araplar cinleri Allah 'ın kızları sayarlardı. Onlara göre cinler insanlar gibi yeryüzü mahlı1klarıdır. Bünyeleri ateş veya havadan müteşekkil olduğundan insanlara görünmezler. Bunlar kayalarda, ağaçlarda ve özellikle putların içinde yer alırlar. Hayır ve şerre muktedir olduklarından şerlerinden korunmak, hayırlarına kavuşmak için onlara ibadet zorunludur. Bu sebeple her kabilenin, bazan birkaç kabilenin, etrafında yerleşip oturdukları cinııi, kayası, ağacı, heykeli v .s. bulunur ve bunlardan geldiği farzedilen seslerle aile ve kabile kahinieri kehanette bulunurlardı. Yine Kur'an'da en' am silresinin 8. ve 9. ayetleri ile Milel ve Nihai'da göre Arapların bir kısmı da gök meleklerinin varlığına ina- bildirildiğine nırlardı. Araplar, esasta, puta tapıcı oldukları halde kainatın yaratıcısı ve gibi kullanıcısı ve kilinat dışında insan gibi şahsiyeti olan bir Allah'ı da kabul ettikleri mü'min sures.inin 85., Ankebı1t suresinin 63., Zümer silresinin de 8 . ayetleri ile ve hac zamanında "Lebbeyke Allahümme Leblıeyk" şeklindeki hitaplarıyla da sabittir. istediği ALLAH FiKRiNİN MENŞE'İ HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ Dozy gibi bazı müsteşrikler İslamiyetteki bütün varlıkların yaratıcısı ve alem dışında mutlak hakim bir Allah fikrinin, İslamiyetten önce arap· larda mevcut bir dinin biraz tanzim edilmiş şekli olduğunu ileri sürerler. t- ,\yrıca bk. Ord. Prof. H.Z. L' Iken, İslôrn Düşüncesi, S: 34- 38; İstanbul, 1946. ll Renan gibi bazı kimseler de tek Allah'a ibadeti Sami kavimlere, tabiata ibadeti, dolayısıyle panteizm fikrini de Aryani kavimlere mahsus görmüşlerdir. Halbuki Sami Kavimlerde ma'bud için kullanılan İL, EL, BEL, BA'AL, ALiH, ALLAH gibi kelimeler has bir isim değil nevi'isınİ gösterirler ve ilk defa Tevratta Halik anlamına olarak ALOHIM şeklinde kullanılmıştır. İşte putlara, ağaçlara ve cinlere tapan Arapların Allah'ı da bir sürü ilahların sıfatını ifade eden bir nevi'ismi olup islamiyetİn teşbih ile tenzih arasında Allah'dan ba~ka ilah yoktur şeklinde ifade ve telkin ettiği tek Allah'ın ayni değildir. Wellhausen'ın da işaret ettiği gibi Muhammed'in Allah'ı AL-iLAH denen kabile tanrılarının genelleşmiş olan adı değildir. Zira Allah'ın sıfatı bütün alemleri yaratıcı olmasıdır. N asturi ve Ya 'kfıhilerin tek tanrıcılığı ile İslamiyetİn tek tanrısı arasında da fark vardır. Kısaca, Arapların arasında İbrahim ilininden kalan şey bir nevi ifade eden Allah Fikri ile tırnak kesmek, sünnet olmak, gusl etmek ve tavaf gibi bazı adetler ve ayimlerdi 1• İşte arap halkının dini esası da hep putperestlikti. Ancak adet ve gelenekiere çok bağlı olan araplar bu putların en meşhurları olan Lat, l\Ienat, Uzza, Hubal'i bile hiçe saymakta geri kalmadılar. Fakat, ne de olsa, Musa ve İsa dininden müteessir olan ve İbrahim şeriatından kalma bazı müphem fikirleri muhafaza edenler bulundu ve bunlara da HANİF dendi. Haııifler 2 İnrahim şeriatını kabal eden Hanifler arasında hiçbir anlaşma ve birlik Ye müşterek bir ibadet şekli yoktu. Bunlar Allah'ın birliğine inanıp onun iradesine boyun eğen kimselerdir ki İslam da bundan başka değildir. İbrahim'den kalan suhuf (sayfalar), söylentiye göre, Harun Reşit zamanına kadar devam etmiş ve Ahmet b. Abdullah b. Sellam tarafından Keldani dilinden arapçaya çevrilmiştir. Hanif, lügatta, dalaletten doğruluğa meyl anlamındadır. Hanif kelimesi Kur'anda Bakara, Ali-İmran, Nisa, En'am, Nahl, Rum, Saffat surelerinde geçmektedir. Haniflerin en önemlileri 4 tane olup bunlar peygamherle çağdaş­ tılar. l- VEREKA b. NEVFEL b. ASAD: Bu zat Hz. Hatice'nin amcazadesidir. Şam'da Hırıstiyanlığı öğrendi, Te...-rat ve İncil'i arapçaya çe1- :llahmud Esad, ayni escı·, S: 543-55-! 2- "Iahmud Esad, ayni eser, S: 520- 528. 12 virdi; hatta peygamberin ilk vahiyleri hakkında Hatice bu zatla istişa­ rede bulundu. 2- ABDULLAH b. CAHŞ: Haz. Muhammed'in amcası oğludur. Önce Hınstiyandı. Sonradan Muhammed' e iyman etti. Fakat, hayatımn sonlarına doğru yine Hırıstiyanlığa döndü. 3- OSMA~ b. HUVAYRS b. ASAD: Hatice ile Varaka'nın amcazadedir. Fakat, bu da Hırıstiyanlığı kabul ve Konstantıniyye'ye giderek Kayser'i Hicaz'ın zaptma trşvik etti ve orada öldü: 4- ZEYD b. AMR b. NUFEYL el-ADAVİ: Nufeyl'in amcazadesidir. Bu zat ta İbrahim şeriati üzre olup ~airdi. Bunlardan maada Allah'ın birliğine ve kıyamet gününe inananIardan en başta gelenlerden Umcyyet'iibni Abi's-Salt Kus b. Saide'dir. Abi's-Salt, Peygamberin çağdaşı, km-·vetli bir ~airdir. Kur'arun 64. suresinde kıyamet günü hakkında kullamlan "Yevm'ut-tekabun" ta'birinin daha önce bu zatın şiirlerinde kullanıldığını görüyoruz. Allah'a (Hükümdar, Tacidar) gibi adiarda takmıştır. Zünnar kullanan bu şair kendisinin ahir zaman peygamberi olduğnnu iddia ettiğinden peygambere karşı koydu. İkinci hicri yılda Taif'de öldii. Allah'a münaeaatı ile meşhur olan bu zatın şiirlarini peygamber pek bcğenirdi. İyad kabilesinden olan Kus b. Saidc de meşhur şair ve hakimlerdcndir. Milel ve Nihai'de yazıldığına göre: "Öyle değil! Cenab-ı Hak tek mabuddur, doğmamış ve doğurmaınıştır, malılukatı icad eyledi, yine kendisine rucu edilecektir." d ermiş. yarın Yine Amir b. ad-Darib al-Udvani, hakim, hakem ve hatiplerden olup demektedir:, "Hiçbir şeyin kendini halkettiğini görmedim her şeyin sonradan yapılmış olduğunu, her gelenin gittiğini gördüm ... Ben bir takım şeyler görüyorum, hatta şunu görüyorum ki ölüler dirilecek, Adem'den olanlar vücuda gelecek, işte semavat ve arz bunun için yaratılmıştır. Ve yine Abd'ut-Tabiha bir şiirinde şöyle demektedir;" "Yarabbi, sen kadimsin mucitsin, halaıki yokluktan meydana getirdin", ve yine Mütelemmis Mekke halkına şöyle diyordu: "Siz başka başka mabutlar edindiniz, halbuki Allah bu mabutların rabbıdır. Allah'ın rızası yalnız kendisine ibadet olunmaktır." Ve yine bunlardan Züheyr h . Sulma ile İlaf b. Şahab. Tamimi'nin ~iirlerinde Allalı'ın birliğinden Ye ahiret gününden bahsedildiği ve cahiliyet devri Şairlerinden olan Kays b. Asım Tamim!, Safvan b. Ume_y ye el-Kinani Afif h. Ma'di Kerib (Kcrb)'in şiirlerinde de şarabın ve zinamn haram sayıldığı görülmektedir 1 • şöyle 1- :\lahmud Esad, ayni eser, S: S30-5t2. 13 Daha eski zamanlarda Arab-ı Aribc arasında bazı peygamberler de zuhur etmiş, fakat, zamanla bunlar unutulmuştur. Bunlardan Nuh kavminden Hud, Semud kavminden Salih ve Lut Kavminden Şuayb Kur'ancia yazılıdır. Yazılı olmayanlardan da mü'min suresinin 78. ayetinde ve bazı tefsir kitaplarında ve Kamus'ta bahsedilir. En nihayet, Hz. Muhammed de Araba gönderilen peygamberlerden İsmail'in soyundandır. İslamın zuhurundan evvelki dünya durumuna bir göz atacak olsak ~unu görürüz: İran medeniyeti sönmüş ve Zcrdü~t dini bir takım hurafeler ve kuru merasimlerden ibaret kalmıştı. Musa'nın tek Allah fikri üzerine kurulmuş olan dini tabiata tapıcı Aryanilerc geçince, yani Sami fikirler aryani fikirlerle çatışınca Hırıstiyanlık doğdu. Aryaniler ihranilerin ilali vahdet fikrine çok ilahçılık fikrini ilave ilc eski l\lısır ve Hindin teslisterini andıran üçlü bir Allah kabul ettiler. İkinci derecedeki ilahlar yerine de şehitler ve azizler kafilesini geçirdiler; bu suretle de Hırıstiyanlıkla Roma ve Yunan puta tapıcılığı arasında hiçbir fark kalmamış oldu. Fakat, Yunanlılarm Romahiara ma'nen galebcsinden sonra Hırıstiyanlığın ~ark imparatorluğunda da hiçbir hükmii kalmamıştır. ve çok Allah'çı Yunan ve Roma'lılara Hint'lilerden de bazı felsefi fikirler ulaşmışsa da bunlar kendi mitoljik ve akli düşünceleri içinde eriyip gittiler. Bir müddet sonra da ne Yunan ve Roma medeniyetlerinin yaşadıklarını gösterir eserler ne de Sokratlar, Fisagurlar, Eflatunlar, Aristolar ve Çiçeron'lar gibi miitefekkirler kaldı. Bunların yerini bir takım ebleh Papazlar aldı. İşte bu sıralarda idi ki Muhammed zuhur e tti. Hz. Muhammed Hz. Muhammed, 570 miladide fil yılında doğdu ve 632 miladide de öldü. Zamanında İslam ~eriatı tamamlanmı~ ve kurulmuş, Kur'an ve hadisler de tamamen zaptedilmi~ti. Güzellik ve zarafete meftun, nüfuz-u nazara sahip olan Hz. Muhammed, hataları bağışlar, halka da tatlılıkla muamele ederdi. ''İslamda zarar ve zararla mukabele yoktur", "Müsamaha edin müsamaha görürsünüz", "Müslüman ona denir ki halk onun elinden ve dilinden selamette olur," gibi hadislerin hikmetleri onun hareket noktalarını teşkil eder. "Allah'ın ipine toptan yapışınız" mealli ayet de onun cemiyet görüşünü ifade eder. 14 Hz. Peygamber dini veeibeleri (vucub= terki caiz olmayan, zarun ve luzumlu olan), şer'i hükümleri nazari d e ğil de ameli bir tarz ve şekilde ortay a koyar ve ekserisini emir ve nehiy suretinde bildirirdi. Emirden vücup mu y oksa nedip (emirlerden ve nehiy'lerden olmayıp ancak işlen­ mesi makbul olan şeylerin hali) ve ibahayı (şeriatça emir veya nehyedilmeyip insanların arzusuna bırakılan şeylerin hali) mi nehiyden de hürmet (şeriatça kullanılması yasak edilen şeyin hali) v eya kerahat (şeriatça açıkça haram sayılınayıp mubah olduğu , harama yakınlığı dolayısiyle sakınılması ger eken şeyin hali) mi kasd ettiğini hildirmez, bu noktalan .;ahabelerin f irasetlerine bırakırdı. Beyanatları ve fetvaları da külli kaide .;üretinde idi. En ziyade i'tikad ve ahlak balıisierine önem verirdi. İ'ti­ kadları t evhid ve ahlakı da ulviyyat (yüksek duy gular) esasları üzerine kurdu. Eşyanın hakikatine a ykırı hurafeleri ve insan faziletlerine a~·km a dilikleri şidd etle reddetti. K endisinin en büyük duası şu idi: - Yarabbi bize eşyanın hakikatlerini olduğu gibi göster" .. İ'tikatlar bahsinde batıl fikirleri red hususunda şiddet gösterdiği lulde, m uamelelere ait kısmi ve cüzi hümüklerde miilayim, müsamahakar F iilierde esas olarak vücub ve mükellefiyet yokluğunu ileri daHanırdı. sürmüştür. Sahabalerine içtihatta bulunmalarına izin vermiştir. İçtihad ise kitap , sünnet ve kıyas yolu ile olabileceğinden Hz. Muhammed devrinde fıkhın esası bu üç şe ydi. Kitap ve sünnet asli hükümleri ihtiva eder. Kıyas ile de cüzi hükümler asli hükümlerden çıkarılır. İbn Kayyim Cevziyye "l'Lam' ul-Muvakkiin" adlı kitabında şöyle der : "Din, Fıkıh ve ilim islamda Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b . Sabit, Abdullah h. Ömer v e Abdullah b. Abbas'dan Ye bunların talebelerinden yayılmıştır." İslam dininin başlıca şartları ilim ve akıldır 1 • "İl mi isteyiniz", ' 'öğ­ retici, öğrenici v eya dinleyici olun uz" gibi akli idrak ve tefekkür hakkın­ da kur' anda 500 kadar ayet vardır; eliiy e yakın yerde "Ya'kılune, ta'kılıine" denmektedir. Bütün bunlar islamlıkta akla verilen kıyınet ve önemin açık delilleridir. İslam diııinde insanların mükellef tutulduklan vecibelerin başında akli idrak gelir. Bu sebepledir ki aklın kabul etmedidiğini şeriat ta reddeder. Zira iymanın elde edilmesinde ve y akin m ertebesine ulaşınada yegane vasıta akıldır ki alemde bir nizarn ve t ertip görür, seb eplerle bunların sonuçları arasında t am bir bağlılık v e mantıki akıl yürüt m elerle çokluktan birliğe yükseler ek bunların yaratıcısı bulun1- İsl am'da aklın kıymeti için bk. İzmirli İsmail Hakkı, Mülahhas İlm-i Tevhid; İstannl, 1338. 15 duğunu ve onun da tek olduğunu kesin olarak kabul ve müdafaa eder. Sırf taklitle bir Allah'a iyman etmeyi şeriat ta hor görür ve hakkın delili şart koşar. Bu ise akıl ile mümkündür. Bu sebeple akılla kavrayış ve mantık yolu dini vccibelerdendir. Doğruyu ve yaniışı akıl yolu ile bilcmiyenler islam nazarında alim sayılmazlar. Şeriat yolu gerçek felsefe yolundan ayrılmaz. Zira felsefenin dayandığı temel taşları onun da dayanaklarıdır. Akli düşünce ve delillerdeki bu dayanaklann da dayandığı.biricik prensip ise taklit değil yalnız ve yalnız hür düşüncedir. Bu sebeple bir çok münekkitlerde Musa dini eski Asur ve Babillilerin mitolojilerine İsa da bakire Meryem'e, Teslis te Hind ve Mısır mitolojilerine irca edilmiş fakat islamdatabii sayılmayan şeyler yalnız nübüvvet, vahy ve mi'raç olmuştur. aranmasında Halifeler Devri: Hz. Muhammed'ten sonra sıra ile Ebubekir, Ömer, Osman, Ali halife oldular. Ebubekir sıkı sıkıya Hz. )!uhammed'in izinden gitmiş ve bir söylentiye göre de kur'anı toplama işine girişmiştir. Ömer zamanında Medine'de İslamın saf adetleri, Hz. Peygamber'in sünneti hüküm süsürerken Basra, Küfe, İran, Şam ve Mısır, Roma medeniyetinin etkisi altına girmiştir. Osman zamanında Kur'an toplanmış Ye her tarafa yayılmı~. hadisler zaptedilerek elden ele dolaştırılmağa ve hatta tefsir edilmeğe ba~lanmıştır. O zamana kadar islam bilginleri yalnız sahabiler iken bu zamanda bilginler, fakihler, muhaddisler, kadılar yetişmiş kur'an Ye hadise dayanılarak içtihat kapısı büsbütün açılmıştır. Hz. Ali, kendi zamanında bizzat i'rab usulünü zaptetmekle arap gramerinin kurulmasında ilk adımı atmıştır. Kısaca 632-661 miladiye kadar süren ve hulefa-i raşidin diye adlandırılan bu dcvirde siyasi alanda İran tamamiyle ve Doğu Roma İmparatorluğunun Surye, Mısır gibi iki büyük eyaleti İslam hudutları içine alınmış, dolayısıyle, birçok medeni milletierin adet ve an'aneleriyle temasa geçilmi~, İslamın merkezi olan Medine'ye karşılık ta Şam, Basra, K life ve Mısır gibi merkezler türemişti. ilmi alanda da Medine'de hadis ve Fıkıh ile uğraşılmaktaydı. Hz. Ali'nin sıffin muharesinde Muaviye'ye hile ile yenilmesi üzerine de Ali taraftarları Şia ve Hariciler diye ikiye bölündüler. Siyasi sebeplerle ayrılan bu fırkalar daha sonra dini ve ilmi birer kisveye büründüler ve birçok koliara ayrıldılar. Bunlar, Şer'i naslarm dış manalarından başka iç ma'nalan olduğunu iddia ile ayetleri ve hadisleri dil kaideleri dışında te'vile kalkıştılar. 16 Emevlier 1 : Emeviler dcni H. 41-132 /l\!.661-iSO ye kadar sürer. Bu devirde İslam aleminin sınırları Atlas Okyanusundan Türkitan ve Hind sınırları­ nın ortalarına, Hint Okyanusundan Kafkasya ve İstanbul'a ulaştı. Aşağı yukarı 150 milyonluk bir müslüman kitlesi meydana geldi. Bu kitle bir taraftan Arap dilini kabullenme zorunda kaldı ve arapça devlet, din, şiir ve ilim dili oldu. Fakat diğer taraftan kendi hayat ve düşünce­ sini de İsliima soktu. Basra ve Küfe'de Müslüman Araplar, Yahndiler, Hm::ıtiyanlar, Mecıisiler ve İranlı'larla kaynaşmakta ve Surye'de de Hırıstiyan mektcpleri ilim işini iJare etmekte idiler; bu sebeple İslami ilimler Hırıstiyan hclenistİk n İran etkisi altında bu merkezlerde baş­ ladı. EmeYilcr devrinde islamiycte etki yapa n öz~lliklc İran medeniyeti olmuştur. Abhasi devrinde de Yunan mctleniyeti oldu . İslam dinini ilk inceliyenler arasında İran'lılar da çoktur. Araplardan dini meselelere ilgi gösterenler ancak üçüncü yüzyıldadır. Ve hatta Ömer b. Abdülaziz'leri pek namlıdır. İşte bu İran.lılar tcfsirleri. hadisleri w özellikle akldeleri ineelerneğe ba~ladılar. Arap olmayan müslümanlar sebebiyle önce kelimeler ve terirolerin ma'nalan zapt ve mukayese edilmcğe, fikirler ve anlamları analiz edilmeğe başlandı. Önce gayret yalnız ameliyat ve muamelata hasredilmişken şimdi özellikle akaid ve felsefe cihetleri incelenrneğe başlanıldı ve bu sebeple ilk mezhcplerin temelleri de Emeviler devrinde atılmış oldu. Ancak, hayalleri pek geniş olan İran'lıları gerek elı l-i beytin uğradığı belalar gerekse Ömer'in saltanatlarına son vermesi sebebiyle her şeyden önce ilgilendiren meselc ~ia fikriydi ve bu fikir İran'­ da birçok mezhcplerin doğruasma sehep oldu. Şii mezhepler karşısında da birçok harici mezhepler doğdu . Yukarda da kısaca deyimlendiği gibi Emeviler devrinde hudutlar genişledikçe İslamiyet, içine birçok milletler ve medeniyetler almış ve dolayısiyle bunların gelenek ve fikirlerinden etkilenmeğe başlamıştır. Bu sebeple akaid ve muamelatın incelenmesi, açıklanıp tefsir edilmesi ve hepsinin tasnif edilmesi lüzumlu görüldü. Bundan dolayı da birçok fakihler, müçtehitler, bilginler, müfcssirler yetişti. İlk halifelerle ErneviIerin ilk günlerinde dinin şiire karşı koyuş u devam etmekte idi. Dini veedin yavaş yavaı: sönmesi üzerine Emevi saltanatının sonlarına doğru münevverler ve zenginler cahiliyet de'\Ti adetlerine döndüler ve aşk "iirleriyle ata sözleri birer sanat olarak geli~ti. Ata sözlerine Emevi'lerden 1- Alıuıet Hilmi, ayni e.er, cilt: !!. S: 414-42~. A)·nca bk. T. J. de Boer; Arap. Çev. Ahu R~yde; Tarih'ul-Falsafa fi'J. İ;,liim; Kalıire, 1948. Ali Sami an<'iaşşar, ::\eşet'ul-Fikr'il-Felsefi %il· bl anı, S: 56-85, K ahir e, 1954, 17 Muaviye"nin o~lu 1. Yczid (H. 60-)1.680), a~k şi irl erine de 1. Velid (H. 86-M.705) YC IT. Yclid (ll. 125-)l. 74-3) zamanlarında pek önem verilmcktcyidi. İlıne gelince, Emevile rd cıı Emir b. Halid b. Yezid astroloji, tıb ve özellikle kimya ile uğraşmış Vf' Yahudi i\asercoye, haham Ahason'u n tıbha ait eserlerini, bir söylenti ye göre l\IerYan 'ın, bir söylenti ye göre de II. Ömer'in emri ilc arapçaya çevirmi~t ir. Bazı garp düşünürlerine göre de Emc,·i saraylarında birer otorite sayılan Hırıst i ya n bilgin lı-ri ilk Kdam münaka~al arına sebep ol muşlardır. Fakat. lı u dt: \o irclc bütün fik ir hareketleri genel olarak fıkıh meseleleri ii zerinde ccrcyan ct mektl'yı.l i. Bir kısm ı Medine 'li olan fakihlerin ilk ele aldıkl arı ml'seleler de şunlar olm w;tur: 1- Allalı'ın sıfatları, 2- Kaza ve Kader, yani mcselc ş u idi: Al!alı"m sı fatları zatın aynı mı, gayrımıdır? Kaza ve Kaderle kulu n mcs'uli yeti keyfiyeti naıl bağdaştınlabilir? Abbasiler 1 : Erneviierden sonra İraul ıl arın da yardımı ile İslam imp aratorluğunu ellerine geçiren Abbasllerin M. 750-1258 c kadar devam eden saltanat larında en önemli nokta tercümeler kanaliyle islami olmayan İran-ijind ve Yunan ilim lerinin ve felşefcs inin islaıniyete gi rmiş olmasıdır . Yukarda da işaret ed ildiği gibi ilk ilmi faaliyet yabancı etkiler alHalid lı. Yezid ilc ha~l adı vc özellikle tıb a lanında Yunancadan Arapçaya birçok tercümeler yapıl dı. tında MerYan h. Hakem zamanında da Süryaniceden arapçaya tercümeler ~·apıldığı görülüyor. Sonra Abdiilmelik zamanında Aristo'nun İskendere gönderdiiri ~· azılar tercüme ı-dil<.li. Ömer b . Abdülazi7. zamanında ise Şam· da büyük bir kitaplık kuruldu, Mısır \"C Bizanstan kitaplar buraya getirildi ki bunlar sonradan tercümecile re malzeme oldu. Fakat, t ereümtfaaliyeti akli ilimiere düşkün olan Ahbasi'lerdc ve özellikle Mansuı zamanında gelişınişti r. II. Abbasi Halifesi l\Iansur (762) Bağdatı devlet merkezi yapmı~. Bağdat Basra Ye KUfe birer ilim ve kültür yuvası halini almıştı. Bilginler ve Şairlerin Mansur'un (750-775 /136-158) Harun Reşid'in (886-908 ,'170-193), Me'mun'un (813-833 /199-218) zamanlarında Bağdat"ta toplandıkları görülür. bulunan Gundi~apiır'lu lıir tabip tarafından tıbba, başkaları tarafından da yıldızlara, hendeseye, feleklere ait eserleri (• Bizan<tan gelen hikmet kitapları, Oklides'in tabiat elamanlarına ait kitapları da tercüme edildi. )1ansur deninde, sarayında 1- Ahmed Hilmi, ayni eser, S: 510-521. 18 Ayrıca bk. Abu Rcydc, ayni eser. HarCın Reşid devrinde ruldu. Yuhanna h. Bağdat'ta Mfıs evcyh hir akademi ilc bir kitaplık kubu devrin en meşhur mütcrcimidir . .Me 'mu n Bağdat 'ta bir kitaplık ile bir hastahaneden ibaret olan B cy t-ül Hikınc'yi kurmuş ve idaresini vediği Salın 'in sayesinde burası ilmi hayatın canlı bir merkezi olmu~tıır. Mansur'dan sonra özellikle Me'mun ve halcfJeri zamanında çoğu Süryaniler tarafından olmak i.izrc Yunan ilimirinin Arapçaya tercümesi hususunda lıü yük hir faaliyetin ba~ladığı görülmektedir ki bu 4- 8 inci yüzyıl arasındadır. Siiryani .Miitercimler 1 : }liladi 4- 8. yüzyıllar arası ha1.ı Yunan felsefi e;:erkriııin Süryaniceye tPrcümc d c n-idir. 4. Yüzyılda Hikm•'t .:\lccnıuaları :\rapçaya çevrilmiştir. Probus'iin, Aristo"nun kategorilcrini, Hcrmenia · yı, Porphyr'in İsa­ goci'sini şer lı ett iği şöylenir. Sergis'ün ilahiyat, ahlak, tercümeler yaptığı göri.i lür. ınistisizm. f izik, tılı V(' fı·lsefe alanlarında Urfa'lı Ya"kuh, ilahiyat ,.c fclsefeyc ait eserler tercüme etmıştır. Fakat bu türciimelPnle ve özellikle alıluka ve mctafiziğl" ait olanlar da tercümeler anlayış kısırlığından veya bazı maksatla rdan dolayı yanlış yapılmış 'e hazı fikirlcrirı yerine ba~ka fiki rler konmu~tur. Bu Süryarıi nıütcrcimlerin tercümelerinde kendilerini özellikle iki konu ilgilendiriyordu. Bunlardan biri Pythagoriau-Platonic bir mi~tik görüşü ileri süren a hlak anlayışıdır ki hu hikmet mecmualarının felsefe tarih i şeklinde biraraya gctirilmelcrinin sonucudur. Bunda esas Pythagoras, Sokrat, Plutarch, Dionysius v.s. nin hikmet kitaplarıdır. Bu konuda Eflatun'un Sokrat hakkındaki görüşü mer kezi teşkil etmek üzre daha sonraki Fi~agurcu, yeni Eflatuncu ve Hırıstiyan görüşleri buna bağlanır ve teslis Eflatun görüşü olarak ortaya konulur. İlgilcndikleri ikinci konu da Aristo'ııun mantığıdır. Zira Yunan. dini eserleri şekil Lakımından rla olsa mantığın etkisinde kaldığından Süryaniler de mantığa şanlmak zorunda kaldılar, Fakat mantığı PavlusPersa'nın Rusrev ::'{w;irevan için yazdığı ve bilgiyi iymandarı üstün tut· tuğu eserdeki yeni Eflatun ·cu kılığı ilc öğrendiklerinden Aristo'nun mantığını 1- Bk. hakkıyle Abıı kavrıyamadılar. Rcyde, ayni eoer. 19 İslamda ikinci hicri yüzyıldan beri gelenek halini almış olan Yunan felsefesi Atina mektcbinin dağılma ,.e ) ıkılma sonucunda geliş is· tİkarnetini Rodos'tan İskendt"riye·ye çcYirmiştir. Bu İskenderiye'ye çevrilen İstİkarnet yeni Eflatun"cu istikamcttir. İskenderiye'ye kaçan Atina ınektebi mensupları Ptoleınc hanc~anı zamanında yeni Eflantun· culuğu meydana getirnıi~tir. Roclos"ta da Rodos'lu Andromikos bir mektep kurmuştur. İskenderiye'ye kaçanlar İskenderiye mek~ebini oldukça başka yönlere yöncltmişlcrdir. Kısaca, Yunan ilimleri Atina'dan Rodos Ye İske nderiyc'ye. İskenileriy e 'den Antakya 'ya Antakya'dan Urfa'ya, Urfa'dan Harrarı 'a geçi:; istikamcti ~östererek l\astı1r1, Ya'kubi ve Yahudilerin yardımı ile yavaş yuva~ yayılmı~tır. Yukarda da işaret ettiğimiz gibi isHımiyetin geli~mci:i sırasmda İslam ilimlerinin yayılmasm· dan önce Şam, Basra, Kufc ,.e daha sonra da Bağdat merkezleri rol oynamışlardı. Önce Basra w .Kı1fe'de mektcplcr kurulnıuş ve Abbasi halifeliği Bağdat'ı merkez yapınca bütün Lu ilimler Bağdat'a geçmiştir. Fakat bunlardan çok önce İran ilc Bizans arasında muharebeler sebebiyle İranlılar Anadolu içlerine karlar girmişler ,.c buralardan bir çok eser· ler ile birlikte bazı bilginleri beraberlerinde gctirmişlerdi. İşte bundan sonradır ki İslam ilimleri Şam'da, Basra'da KG.fe'dc ve Bağdat'ta yerleşti. İran"lılar esir ettikleri alimleri Gundi~apfır Şchrine getirdiler ve orada bir ilim merkezi kurdular, adına da Cundisapür veya Gundi Şapı1r dediler. Fakat burada çalı~an bir takım bilginler Hint'ten geldiklerinden bu merkezde İran Bizans ilmi ile Hint birleşti. 8. Yüz),ldan sonra 10. yüzyıla kadar Yunanca eserler gerek eski Süryanice tercümelerinden gerek yeni tertiplenen nüshalardan Süryaniler tarafından Arapça'ya çevrildi. Emcvi cmiri Halid h. Yezid'in (yukarda bahsetmiştik) bir Hırıstiyan rabibinin yardımı ilc kimya ile uğraşması SO· nucu, Yunan Kimya eserleri Arapça 'ya çe,·rildi, bunu da felsefe tarihlerinin tercümeleri pc~ledi. Mansur zamanında tahiata, tıp ve mantığa ait Yunan eserlerinin bir kısmının Pehlevi dilinden Arapça'ya tercümesinde İbn Mukaffa'nın önemli rolü oldu. Bu zat bir dt' terminoloji meydana getirdi. Ayrıca Hint hikmet kitabı olan Kelik n· Dimne ile Ayinname'yi, Mazdek kitabı, Taç Kitabını da tl'rcümc ctıni~tir. Fakat gerek onun tercümeleri gerekse 8. yüzyılda yapılan tercümeler kaybolmuş ...-e elimizde bulunan en eski tercüme 9. yüzyıla, yani )le'mun·a ve halefierine ait tercümeler olmuştur. 9. yiizy1l mütercimleriniıı çoğu doktordur. Bu sebeple Ptoleme (Batlamyus) ve Oklides'dcn sonra hemen Hipokrat ilc Galen tercüme edildi. Fclsefeye gelince: Yah)a b. Batrik 9. yüzyıl ha~ında ve söylentiye göre Eflatun'un Timaios'unu. Aristo .mın meteorolijisini, el-hayvan'ını ve özet olarak da psikoloji ve f'il-Aleın "ini tercüme etti. ~o