Bir İnce Sızı Çanakkale Cephesi, 33. Tepe. Nisan 1915. Efsane bir tarih var burada, Çanakkale’nin geçilmez tarihi var. Ermeniler, Türkler ve niceleriyle omuz omuza verilen bir savaş var. Annelerin gözyaşı, elleri yüreklerinde kocalarının yolunu gözleyen kadınlar, babasını görmeden büyümek zorunda kalan çocuklar ve şanlı askerlerimizin kanları var. Bir de bu efsane destanı efsane bir şekilde sahneye koyan insanlar, sahnede oynayan insanlar var. Kısacası aşk da var kavga da, savaş da var barış da. Başından sonuna nefesler tutularak izlenen bir oyun. Her silah sesinde yürekleri zıplayan seyirciler ve tahmin edilebileceği gibi sonunda gözyaşlarıyla birlikte gelen ve dakikalar boyunca süren coşkulu alkışlar. Gerçek bir destanın gerçeğe yakın bir gösterimi. Anlatılmaz, izlenir ve hatta yaşanır bir oyun. Kalabalık bir bölükle başlandı cephe, gümbür gümbür. Bir yandan Levent ve Hasmik’in aşkları, bir yandan Hasmik’in abisinin ve Levent’in cepheye gitmesi var. Karabet’in, Avşar Onbaşı’nın ve Yörük Bahri’nin kendilerinden büyük hikâyeleri var. Gözü yollarda sevdiklerinden mektup bekleyen askerler de var, tüm ailesini savaşta kaybedip bir başına kalan askerler de var. Çanakkale Savaşı’nın tek bir özeti var aslında; cephe ne olursa olsun terk edilemez. Geriye sadece bir kişi gönderilebilir, o da kalanların şehit olduğunu haber vermek için. Mehmetçiklerin soluk almaz mücadelesi var. Aslında bir avuç asker var bu tepede ama hepsinin yüreği kocaman. Onları ayakta tutan şey cesareti, yiğitliği, sevgiyi, sadakati ve en önemlisi toprağı kaybetmek yok. Hepsinin sonunda burada “Bir İnce Sızı” oluşuyor ki, oyunun sonuna kadar boğazınızdan aşağı inmiyor. Ölmekten, savaştan, kurşun yemekten korkan çocuk yaşta askerler de var; onlarca cephede savaşmış ölmeyi umursamayan askerler de var. Kazanılan zaferlere sevinilmiyor, kaybedilen değerlere ve yitirilen canlara ağlanılıyor. Yani kazanmanın değil kaybetmemenin peşinde koşan insanlar.Kazanan devlet oluyor, kaybeden geride kalanlar oluyor. En önemlisi de Türkü, gâvuru fark etmeden hepsi bir birlik oluyor. “Gavurlar” tam taaruzdan önce son isteklerinde bulunuyorlar; “Bizi kardeşlerimizden ayırmayın!”. Birlikte savaşan bu yürekler, ırkları ne olursa olsun aynı yere gömülüyorlar. İçine doğulan topraklar ve atalarının mezarının bulunduğu yer vatandır. Vatan kendini ait hissettiğin yerdir; bulunduğun yer değil. Aslında devlet bile o kadar emin ki öleceklerine, otuz dokuz kişilik tepeye beş tane sargı bezi gönderiyorlar. Yani yaralanma ihtimalleri bile yok! Türk aklını benimsemiş Ermeni bir dostumuz var; kum torbalarından sargı bezi yapıp Türklerin yaralarını sarmaya çalışan. Tabii ki kahraman kadınlarımız da var. Erkekler cephedeyken cesur yürekleriyle köylerini korumaya çalışıp, gece baskınlarında haince öldürülenler var. Oyun “Bir, iki, üç, … otuz dokuz!” diye başlıyor. “Bir, iki, üç, … altı, son!” diye bitiyor. Avşar Onbaşı bağırıyor cesetlerin ortasında altıncı ve son asker olarak. Evet, yanlış duymadınız; cesetlerin ortasında. Ne kadar da etkileyici bir final! Tüm salon ayakta alkışlıyor. Herkesin tüyleri ürpermiş. Bir tarih gözler önüne seriliyor. Hem de sadece zafer kısımları değil, başından beri konuştuğumuz kaybetmemek için uğraşan insanların kaybetmesini bize gösteriyor. Otuz üç askerin ailesini, geride kalan kadınların tek tek öldürülmesini, Osmanlı’da yaşayan kardeş halkın birbirlerine düşman edilip kaos ortamı yaratılmasını bir bir anlatıyor. “Geçilmeyen Çanakkale” işte böyle “Geçilmez” oluyor. Bu askerler gibi nice askerlerin sayesinde şuanda bir tarihimiz var bizim. Nice askerler sayesinde ülkemizde nefes alıyoruz şuanda. Huzur içinde uyusunlar. Yaşadıkları bu ince sızıları hiç unutmayacağız...