XV. Hicri Asra Girerken İSLAM DAVETİNİN UFUKLARI1 İslam

advertisement
XV. Hicri Asra Girerken
İSLAM DAVETİNİN UFUKLARI 1
İslam dünyasının değerli âlimleri, aziz misafirler.
Bilindiği üzere İslami hizmetin en önemli unsuru davet ve irşad hizmetidir. İslami
hayata canlılık kazandıracak en önemli faktör budur. İslam’ın yayılması, hatta sınırlarını
koruyabilmesi, canlı, aktif bir irşad hizmetine muhtaçtır. Bu gerçeğe dikkatimizi çeken
Sevgili Peygamberimiz “Din nasihattir” buyurmuştur 2. İhlas ve samimiyetle yapılan nasihat
varsa din vardır. Nasihatin bulunmadığı yerde dini ve dinî hayatı bulmaya imkân yoktur.
İslam nasihatle, davetle başlamış, nasihatle ve davetle yayılmıştır. “Ey örtüsüne
bürünen! Kalk ve uyar” 3 buyuran Yüce Allah, Sevgili Peygamberimize, davet işini fiilen ele
almasını emretmiştir. Bu emri ilahi üzerine Hz. Peygamber harekete geçmiş, davetini
açıklamış, bu sayede imana erenlerin sayısı peyderpey çoğalmıştır. Davetçi Peygamberin ilk
ele aldığı işlerden biri de davetçi bir nesil yetiştirmek olmuştur. Onun örnek neslinin, sevgili
ashabının hemen her ferdi, aynı zamanda birer mürşid, birer davetçi idi. Daha sonra Medine-i
Münevvere’de bu iş kurumlaştırılmıştır. Mescid-i Nebevî’de ilk yatılı okul hizmet devresine
sokulmuştur. Ashâb-ı Suffe bu okulun bahtiyar öğrencileridir. Davet ve irşaddan söz ederken,
bu büyük sorumluluk üzerinde söz söylerken hiç şüphesiz bazı ayet-i kerimeler de dikkatle
göz önünde bulundurulmalıdır. Bunlardan birinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir”. 4
Aziz misafirler, ‘’emr-i bilma‘ruf ve nehy-i ‘ani’l-münker’’ diye de
adlandırabileceğimiz davet ve irşad hizmeti, hiç şüphesiz, İslami hayatın hava ve su kadar
muhtaç olduğu bir hizmettir. Allah Teâla bu ayet-i kerimede bir taraftan bunun önemine işaret
ederken diğer taraftan bu hizmet için özel bir kadro yetiştirilmesi lüzumuna da dikkatimizi
çekmiş bulunmaktadır. Felaha kavuşmayı, bu işin ciddi olarak ele alınması ve bu maksatla
yetiştirilecek özel bir kadronun mevcudiyeti şartına bağlanmıştır. Şu ayet-i kerimede de aynı
prensibi bir başka vesile ile buluyoruz: “Bununla beraber müminlerin hepsinin toptan savaşa
çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde yeterli bilgi sahibi olmaya
çalışmak ve seferden dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki
sakınırlar”. 5
Aziz misafirler,
Bu ayet-i kerimelerden ve Sevgili Peygamberimizin hadislerinden bu konuda ortaya
çıkan sonuç şudur:
1
2
3
4
5
Bu metin Cezayir’in başkenti Cezayir şehrinde her yıl tekrarlanan “el-Mültekā” lardan birinde (Eylül 1980)
tebliğ olarak sunulmuştur.
Müslim, es-Sahih, I,74, Kahire 1374 /1955.
el-Müddesir 74/1-2.
Âl-i İmran 3/104.
et-Tevbe 9/122.
1
1. İslam’da davet hizmeti, İslam’ın bize yüklediği en önemli görevlerden biridir.
2.İslam davasının yaygınlaşması, hatta mevcut durumunu muhafaza edebilmesi, bu
hizmetin varlığına bağlıdır.
3.Dünyada ve ahirette felahı bulmamız, İslami davet ve irşad hizmetini başarmamız
şartına bağlanmıştır.
4.Her İslami toplum, davet ve irşad hizmeti için (bir başka ifade ile ‘’emr-i bi’lma‘ruf, neyh-i ‘ani’l-münker’’ görevi yapmak üzere) özel bir kadro yetiştirecek, bu kadro,
topluma en doğru yolu gösterecek, irşad edecek, küfrün her çeşit tasallutlarından onları
koruyacak, ayrıca faaliyetlerini daha da yaygınlaştırarak İslam imanına erememiş kitleler
üzerine eğilecek, onları İslam’a davet edecektir.
5.Bu kadro, yalnız hazarda ve barışta değil, savaşta bile ihmal edilmeyecektir. Bu
kadronun yetiştirilmesi bütün bir ümmet üzerine farz-ı kifâyedir. Bu kadronun her ferdi,
cemiyetinin parlayan yıldızı olacaktır. Yolunu şaşıranlar, onunla yolunu bulacaktır. İrşad ve
davet hizmeti özellikle bu kadro eliyle sürdürülecektir.
Aslında ‘’emr-i bi’l-ma‘ruf nehy-i ‘ani’l-münker’’ görevi, aynı zamanda davet ve
irşad hizmeti sadece bu kadronun sorumluluğunda değildir. Herkes aklının erdiği, gücünün
yettiği kadar bu hizmete bir şeyler katmaya çalışacaktır. Nitekim bu ölçü Kur’an-ı Kerimde
açık bir dille ortaya konmuştur. Asr suresi bu konuda en muhkem delilimizdir. Yüce
Rabbimiz bu sûre-i celîlede şöyle buyurmuştur: “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten
ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı
tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır”. 6
Sevgili Peygamberimiz (s.a.) de bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Sizden kim
yanlış (münker) bir iş görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle bunu yapsın.
Bunu da yapamıyorsa kalbiyle o münkere tavır alsin”. 7
Bu ilahî ve peygamberî açıklamalardan açıkça anlaşılacağı üzere doğruyu bulmak ve
doğru yolu göstermek, aynı zamanda kötülüklerden sakındırmak için herkesin yapabileceği
şeyler vardır. Bu hizmete hiçbir katkıda bulunmamak, iman zaafının işaretidir. Ancak,
herkesin bu hizmete bir şeyler katmakla mükellef olması, davet ve irşad hizmeti için özel bir
kadronun yetiştirilmesi sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. O halde mukaddes davetin
kadrosu, her İslami toplumda büyük bir itina ile yetiştirilecek ve insanlığın istifadesine
sunulacaktır. Bu kadroyu yetiştirenler, mükellefiyetlerini yerine getirmiş olarak felaha
erecekler, bu büyük vecibeyi ihmal edenler ise ziyanda olacaklardır.
İslam Ülkelerinde Davet ve İrşad Hizmetinin Günümüzdeki Görüntüleri: Davet ve
irşad hizmetinin, günümüzde çeşitli yollarla yapıldığını biliyoruz. Bunları şöyle özetlememiz
mümkündür:
6
7
el-Asr 103/1-3.
Müslim, es-Sahih, I, 69.
2
Cami ve mescitlerde yapılan vaazlar: Kanaatim odur ki, toplumun yapısını
bozulmaktan korumada vaaz hizmetinin önemli bir yeri vardır. Bilindiği üzere bugünkü
İslami toplumlar, gerek akidelerini sarsıcı, gerek ahlaki değerlerini tahrip edici pek çok
tehlikelerle yüz yüzedir. Denebilir ki, pek çok İslam ülkesinde bu tehlikeler mevcuttur.
Radyosu ile televizyonu ile, gazete ve dergileri ile, sinema ve diğer unsurlarıyla hemen her
şey bu tehlikeli ve zararlı şeyler arasındadır. Müslüman erkek ve kadın, özellikle Müslüman
genç, değil kendini sokağa attıktan sonra, kendi öz yuvasında bile bu tehlikelerin bazıları ile
iç içedir. Bu konuda vaaz hizmetinin ve vaizlerin halk üzerinde büyük etkisi olduğunda şüphe
yoktur. Türkiye, vaaz müessesinin hiç arızaya uğramadan işlediği bir ülke olarak, bu
müesseseden büyük ölçüde yararlanmıştır. Türk halkı bozulmadan bugüne gelmişse bunda
vaizlerin büyük payı vardır.
Gezdiğim ve gördüğüm kadarı ile bu müessese İslam ülkelerinde yeteri kadar
işletilmemektedir. Camideki cemaat kadar dini telkine açık topluluklar bulmak, kanaatimce
zordur. Bu topluluklar iyi değerlendirilmeli, yapıcı, uyarıcı, birlik şuurunu güçlendirici
telkinler camilerden eksik edilmemelidir. İslam ülkelerinde gördüğüm manzara odur ki,
büyük Cuma kalabalıkları bile vaaz hizmetinden yoksundur. Genellikle Cuma günleri
camilerde namazdan önce Kur’an tilavet edilmektedir. Bazen o da yoktur. Halkın Cuma’ya
gelişi, davet ve irşad hizmeti açısından değerlendirilmemektedir. Müslüman cemaatler,
Kur’an tilaveti dinlemekten çok onun ahlakını ve ahkâmını anlatacak, onun aklına ve
duygularına hitap edecek seslere muhtaçtır. Ama ne yazık ki, bundan yoksundur. Kabukla
meşgul edilmekte, özden mahrum bırakılmaktadır. Bu sözlerimle Kur’an tilaveti dinlemeye
müminlerin ihtiyacı yoktur, demek istemiyorum. Elbette o da bir ihtiyaçtır. Ama
unutulmamalıdır ki, müminler, onun getirdiği yüce prensipleri öğrenmeye, onun ahlakı ile
ahlaklanmaya daha çok muhtaçtır.
Mekke-i Mükerreme’de ve Medine-i Münevvere’de yüzbinlerin ve bazen milyonların
bir araya geldiği “harem” lerde bile şahit olduğumuz suskunluğa bir mana vermek mümkün
değildir. Hele o Arafat… Dinî heyecanın doruk noktasına ulaştığı Arafat… Milyonlar bir
aradadır orada. Herkesin güzel telkinlere açık olduğu yerdir orası. Merkezî sistemle herkese
duyurulabilecek bir seslendirme teşkilatı ile ve değişik dillerde yapılacak bir vaazın tesirini
düşünmeliyiz. Ama ne yazık ki, koca bir gün milyonlarca insan mübarek yerde her günkü
hayatını yaşamaktadır. Çay demlemekle, yemek pişirmekle, artan zamanında ise ayağını
uzatıp yatmakla meşguldür. Bastığı toprakların hangi topraklar olduğunu ona anlatacak sese
muhtaçtır ve bu sesten mahrumdur. Büyük bir fırsat heba olmaktadır. Görüşüm odur ki, büyük
kalabalıklar, Cuma ve teravih toplulukları, Harem ve Arefe kalabalıkları, İslami mesajın
yaygınlaştırılması, İslam davetine yeni ufuklar açılması için değerlendirilmelidir.
Vaizlerimizin müessir hitabeleriyle toplumlar hayra ve hakka yönetilmeli, kötülüklerden
sakındırılmalıdır. Aksi halde bu kalabalıklar -Allah korusun- çağımızın toplumlarını saran
tehlikelerinden kendilerini koruyamayacaklar, gerek akideleri ve gerek ahlak yönünden her
geçen gün zaafa uğrayacaklardır.
Türkiye’de vaaz ve irşad hizmetleri: Bu konuda yüksek heyetinize bilgi vermem
gerekirse kısaca şu özeti sunmam mümkündür:
3
1. Ülkemizde 67 il, 572 ilçe vardır: Her il ve ilçede bir müftü bulunur ve bölgesindeki
her çeşit dini hizmetlerin yürütülmesinden sorumlu olur. Camileri yönetir. Her müftü, idari ve
fetva işleri yanında irşad hizmetlerini de fiilen yürütmek, vaaz etmekle mükelleftir. Ayrıca her
il ve ilçede yeteri kadar vâiz de bulunur. Halen bunların sayısı 547dir. Vaizler haftada en az
12 saat vaaz etmekle yükümlüdürler. Gerek müftü gerek vâiz olabilmek için dini
yükseköğrenim görmek şartı aranır. Ayrıca bu maksatla açılmış imtihanda başarılı olmak da
şarttır.
Bu kadronun dışında, özellikle Cuma namazlarında ve Ramazan aylarında vaaz
hizmetini yaygınlaştırmak üzere okullardaki din dersi öğretmenlerinden de yararlanılır.
Onlara da cami kürsülerinde kalabalık cemaatlere hitap etmek üzere vaaz görevi verilir.
2. Radyo ve televizyonlarda yapılan dini yayınlar: Bilindiği üzere radyo ve televizyon,
çağımızın en etkili eğitim araçları arasındadır. Zira bu araçlar, evlerimize kadar girmiştir.
İslam daveti için bu araçlardan yararlanmak şarttır. Ancak İslam ülkelerinde -bazı istisnaları
hariç olmak üzere- bu imkânın, Radyo ve Televizyon idareleri tarafından yeteri kadar din
hizmetine tahsis edildiğini söylemek güçtür. Aksine bu araçlar, ulvi davetin tesirlerini ortadan
kaldırıcı zararlı yayınlar içindedir. Diyanet işlerinden sorumlu idarecilerin konu üzerine
eğilerek ülkelerindeki Radyo ve Televizyon yayınları arasında dini programların yer alması
için akıllı ve sabırlı bir mücadele içine girmeleri şarttır. Bu programların mevcut olduğu
ülkelerde ise yapılacak iş, onların kemiyet ve keyfiyetini artırmak olacaktır. Ayrıca dini ve
ahlaki değerlere ters düşüren diğer yayınlara karşı da bilinçli bir mücadele vermek
gerekecektir. Bugünkü görüntüsü ile İslam davetçilerinin bu araçlardan yeteri kadar
yararlanmadıkları bir gerçektir. Benim ülkemde, Türkiye’de ise kısaca durum şudur.
Radyoda haftada üç defa din programları yayınlanmakta, Kur’an okunmakta, okunan
ayetler Türkçe olarak açıklanmaktadır. Ayrıca dini sohbetlere yer verilmektedir. Ramazan
ayında ise bu programlara iftar saatinden önce her gün yer verilmekte, ayrıca sahur
programları yapılmaktadır.
Televizyonda ise haftada bir gün 40 dakikalık bir dini program yer almaktadır. Bu
programda da Kur’an okunmakta, dini sohbetlere yer verilmektedir. Ramazan ayında ise
televizyonda her gün dini programlara yer verilmektedir. Bunlara ek olarak kandil gecelerinde
gerek radyoda, gerek televizyonda özel programlar yayımlanmaktadır.
Görüldüğü üzere Türkiye için bu programlar yeterli değildir. Bundan birkaç ay
öncesine kadar televizyonda haftalık program da yoktu. Bugün çok şükür var. Amacımız bu
programları daha yeterli hale getirmek ve süresini artırmaktır.
3. Neşriyat yolu ile yapılan davet hizmeti: Modern asrın, İslam davetinin
yaygınlaştırılması yolunda yararlanılabilecek en önemli vasıtalarından biri de hiç şüphesiz
neşriyattır. Gazete ve dergilerdir. Kitaplardır. Bu konuda İslam dünyasında oldukça yoğun
çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar içinde gerçekten faydalı olanlar, samimi ve ihlaslı
duygulardan kaynaklananlar az değildir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, bunlar arasında
menfaat hesapları ile çalakalem yazılıp çizilen eserler, makaleler de pek çoktur. Bu gibilere
‘’te’lifat’’ yerine ‘’telefat’’ demek, herhalde daha doğru olacaktır. Kanaatim odur ki, Dünya
4
İslam Birliği Genel Sekreterliği gibi ülkeler arası çapta faaliyet gösteren İslami kuruluşlar, bu
konuyu ciddi olarak ele almalı, İslam dünyası çapında problemler ve ihtiyaçlar araştırılmalı,
ilmî heyetler kurulmalı, İslami davet bu heyetler tarafından ele alınmalı, ortaya çıkacak
eserler çeşitli dillere çevrilerek istifadeye sunulmalıdır. Ayrıca bu çalışmalara her ülke kendi
çapında hız kazandırmalı, din işleri ile ilgili kuruluşlar, İslam davetinin bu yolunda biraz daha
hızlı adımlar atmaya çalışmalıdır.
Sonuç olarak denebilir ki, hicri 15. Asra girerken İslam daveti birçok yönleriyle arızalı
olarak işleyen bir müessese görünümündedir. Bu konuda İslam dünyasının her ferdi, sanki bir
hicret soluğuna ve heyecanına muhtaçtır. Bu soluğa ermedikçe, bu heyecanı yaşamadıkça
ancak yerimizde saymamız, belki de yüce davetin sınırlarını daha da daraltmaya razı olmamız
söz konusudur. Bu da, yüce davetin icaplarına aykırıdır.
İslam Ülkeleri Dışında İslam Daveti:
Bilindiği üzere İslam, cihanşümuldür. Belli bir topluma, belli bir çağa hitap etmez.
Seslenişi ve çağrısı bütün insanlığadır. Nitekim birçok ayet-i kerimelerde Cenâb-ı Allah “Ey
insanlar” diye söze başlamaktadır. Sevgili Peygamberimiz de bir kavmin Peygamberi olarak
değil, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” 8,
buyurulmasındaki hikmet budur. Bu yüzdendir ki, Sevgili Peygamberimiz Medine devrinde
davetinin sınırlarını genişletmiş. Bizans İmparatoru’na, İran Kisrası’na ve diğerlerine
mektuplar göndererek onları İslam’a davet etmiştir. İslam ülkelerinin ve İslam davetçilerinin
İslam ülkelerinin ve İslam davetçilerinin bu vadideki faaliyetleri ve hizmetleri yok
denecek kadar azdır. İslam ile müşerref olan ve hidayete eren nice kişiler vardır ki, bunların
hakkı bulması ya kendi iradi çalışmaları, ya da tesadüflere bağlı olmuştur. Bugün İslam
dünyası, başkalarının hidayeti bulmalarına yardımcı olmak şöyle dursun, müslüman
toplumların ayaklarının kaymasını önleyecek tedbirleri almaktan bile uzaktır.
Bilindiği üzere günümüzde mesafe mefhumu ortadan kalkmış, dünyamız iyice
küçülmüştür. Çeşitli sebeplerle, bilhassa ekonomik zaruretler yüzünden kıtalar arası göçler
hızlanmıştır. Bu nedenledir ki, gerek Avrupa ülkelerinde, gerek Avusturalya’da milyonlarca
müslüman, müslüman olmayan milletlerle iç içe yaşamak durumunda kalmıştır. Bugün
Avrupa ülkelerinde işçi olarak çalışanlardan sadece Türklerin sayısı, resmi bilgilere göre
1.800.000 kişidir. Avusturalya’da çeşitli ülkelerden gelmiş 300.000 müslümanın yaşamakta
olduğunu biliyoruz. Sayıları milyonları aşan bu müslüman varlığın geleceği- tedbir alınmazsakaranlıktır. Özellikle yeni nesil, büyük tehlikelerle yüz yüzedir. Mekke’de Harem-i Şerif’in
minarelerinden yükselen ezan sesleri arasında, İstanbul’da Fatih camiinin civarında,
Kahire’de Ezher-i Şerif’in gölgesinde müslümanca yaşamak ve müslüman varlığımızı
korumak zor değildir. Ama küfrün ortasında her şeyin küfre göre ayarlandığı toplumlar içinde
müslümanca yaşamak ve müslüman varlığını korumak kolay olmasa gerektir. Bir
müşahedemi sizlere sunarak işin ne kadar ciddi olduğunu anlatmak istiyorum..
8
el-Enbiyâ 21/107.
5
Ocak 1980’de Avusturalya’yı ziyaret ettim. 300 bin müslümanın, 14 milyonluk gayr-i
müslim toplum içinde yaşadığı Avusturalya’yı. Melborn’u ziyaret sırasında iki bayanın beni
takip ettiklerini, görüşmek istediklerini bildirdiler. Nihayet bir yerde kendileriyle karşılaştık.
Bu iki bayan, 1880 yılında (100 yıl önce) Avusturalya’ya gelmiş müslüman bir Türk’ün
torunları iki kız kardeş. Biri 45-48 yaşlarında, diğeri 55-58 arası. Bana anlattıkları şu:
“Bizim dedemiz buraya 100 yıl önce gelmiş. Kendisi iyi bir müslümandı, dindardı.
Bizi de çok severdi. Devamlı seccadesi üzerinde Kur’an okurdu. Herhalde bizim de iyi bir
müslüman olmamızı istemiş olmalıdır. Ancak biz çok küçükken vefat eden dedemizin
yolunda olamadık. Acaba bu yüzden dedemizin ruhu bizim için bir üzüntü duymakta mıdır ?”.
Aziz misafirler, bu iki kız kardeş bir kelime dahi Türkçe bilmiyorlar ve Katolik
mezhebine mensup olduklarını da sözlerine ekliyorlardı. Köyleri de bugün 200 haneyi
bulmuş, tamamı Katolik mezhebinde bir Türk köyü olmuştu. Görüldüğü üzere bu ülkelerdeki
müslüman varlığı ciddi tehlikelerle yüz yüzedir. Bu tehlike, İslami varlığın erimesi, gelecek
nesillerin mahvolması tehlikesidir. Bunun ifade ettiği mana şudur: İslam ülkelerinin ilgili
kuruluşları, -müslüman olmayan toplumları İslam’a davet çalışmaları bir tarafa- kendi
ülkelerinin yurtdışına göçmüş müslüman varlığının erimemesi için çok süratli tedbirler almak
durumundadır. Başkalarının hidayete ermeleri için değil, her şeyden önce hidayete ermiş
vatandaşlarını korumak için ciddi çalışmalar yapmak zorundadır. Aksi halde bu göçler yakın
bir gelecekte müslüman varlığını kemiren bir tehlike olmaya devam edecektir.
T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu konuda yapılan çalışmaları şöylece
özetlemem mümkündür.
a) Yurtdışı dinî Hizmetler Müşavirlikleri kurulmuştur.
b) Her yıl Ramazan boyunca vaaz ve irşad görevi yapmak üzere Avrupa ve
Avusturalya’ya 150 civarında din görevlisi gönderilmektedir. Bu görevliler ancak bu
ülkelerdeki Türk işçilerine hizmet verebilmektedir.
c) İki yıldan bu yana Avrupa ve Avusturalya’ya bu ülkelerde devamlı hizmet vermek
üzere eleman gönderilmeye başlanmıştır. Bunların sayısı şu anda 150’ye yaklaşmıştır. Ancak
bu görevlilerin vaaz ve irşad hizmetlerinden sadece Türk işçi toplulukları
yararlanabilmektedir.
d) Dini sohbetler hazırlanarak bu ülkelerin Türkçe yayın yapan radyolarında her hafta
yayınlanması sağlanmaktadır.
e) Ayrıca Avrupa ülkelerinin televizyonlarında T.C. Diyanet İşleri Başkanı’nın Türkçe
dinî sohbetleri zaman zaman yer almaktadır.
Aziz misafirler, diğer kardeş ülkelerin kendi yurttaşları için yurtdışına hangi hizmetleri
götürebildiklerini bilmiyorum, ama sanıyorum yaptıklarımızın yeterli olduğunu söylemek
mümkün değildir. Bu hizmetler, bütün imkânlar ortaya konularak arttırılmalıdır.
Hepinize derin saygılarımı sunuyorum.
6
Download