ZAYIF Anlam ve Yorum (Ýstanbul 2011). Bu konuda yapýlmýþ derleme türü çalýþmalar arasýnda ise þunlar zikredilebilir: R. Mahmûd Îsâ, el-E¼âdî¦ü’²-²a£îfe fî Silsileti’le¼âdî¦i’½-½a¼î¼a ve’stidrâkü mâ fâte eþ-ÞeyÅ Mu¼ammed Nâ½ýruddîn el-Elbânî (Hartum 1407); Abdurrahman Abdülhâlik, E¦erü’l-e¼âdî¦i’²-²a£îfe ve’l-mev²û£a fi’l-£aš¢de (Küveyt 1985); Zekeriyyâ b. Gulâm Kadir el-Pâkistânî, el-E¼âdî¦ü’ŠŠý£âf ve’l-mev²û£ât fi’l-esmâß ve’½-½ýfât (Beyrut 2001); Muhammed el-Hût, ¥üsnü’l-e¦er fîmâ fîhi ²a£fün ve’Åtilâfün min ¼adî¦in ve Åaberin ve e¦er (Beyrut, ts.); Ebû Ýshak el-Huveynî el-Eserî, en-Nâfile fi’l-e¼âdî¦i’²-²a£îfe ve’l-bâ¹ýla (Tanta 1988); Nâsýrüddin el-Elbânî, Silsiletü’l-e¼âdî¦i’²-²a£îfe ve’l-mev²û£a ve e¦eruhe’s-seyyißü fi’l-ümme (Riyad 1992). BÝBLÝYOGRAFYA : Þâfiî, er-Risâle (nþr. Ahmed M. Þâkir), Kahire 1417/1997, s. 139-140; Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Risâletü Ebî Dâvûd ilâ ehli Mekke fî va½fi Sünenih (nþr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1417/ 1997, s. 37-38; Hattâbî, Me£âlimü’s-Sünen (nþr. Abdüsselâm Abdüþþâfî Muhammed), Beyrut 1411/1991, I, 6; Hâkim en-Nîsâbûrî, Ma£rifetü £ulûmi’l-¼adî¦, Beyrut 1980, s. 58, 61; Hatîb elBaðdâdî, el-Kifâye, Beyrut 1409/1988, s. 134, 162; Ebü’l-Ferec Ýbnü’l-Cevzî, el-Mev²û£ât (nþr. Nureddin Boyacýlar), Riyad 1418/1997, I, 14, 138; Ýbnü’s-Salâh, £Ulûmü’l-¼adî¦, s. 34, 41, 98, 103104; Nevevî, el-Mecmû£ (nþr. Mahmûd Mitrahî), Beyrut 1417/1996, I, 63; Takýyyüddin Ýbn Teymiyye, Mecmû£u fetâvâ, Kahire 1404, XVIII, 23, 25, 248-249; Bedreddin ez-Zerkeþî, en-Nüket £alâ Mušaddimeti Ýbni’½-Øalâ¼ (nþr. Zeynelâbidîn b. Muhammed Bellâ Füreyc), Riyad 1419/1998, I, 322, 395; II, 253, 308 vd.; Ýbnü’l-Mülakkýn, elMušni £ fî £ulûmi’l-¼adî¦ (nþr. Abdullah b. Yûsuf el-Cüdey‘), Ýhsâ 1413/1992, s. 104; Zeynüddin elIrâký, et-Tašyîd ve’l-î²â¼, Beyrut 1350, s. 10, 49; Ýbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-na¾ar fî tav²î¼i NuÅbeti’l-fiker (nþr. Abdullah b. Dayfullah er-Ruhaylî), Riyad 1422/2001, s. 97-107; a.mlf., Fet¼u’l-bârî (nþr. Muhibbüddin el-Hatîb v.dðr.), Beyrut 1379, V, 372; Þemseddin es-Sehâvî, el-Æavlü’l-bedî£ fi’½-½alât £ale’l-¼abîbi’þ-þefî£, Beyrut, ts. (Dârü’r-Reyyân li’t-türâs), s. 255-258; a.mlf., Fet¼u’l-mu³¢¦, Beyrut 1403/1983, I, 288-289; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nþr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1401, I, 179; Ali el-Karî, el-Esrârü’lmerfû£a fî aÅbâri’l-mev²û£a (nþr. Muhammed esSabbâð), Beyrut 1406/1987, s. 35; M. Murtazâ ez-Zebîdî, Bül³atü’l-erîb (nþr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1408, s. 190; Þevkânî, el-Fevâßidü’l-mecmû£a (nþr. Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî), Beyrut, ts. (Dârü’l-mektebeti’l-ilmiyye), s. 283; Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâ²ýla (nþr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1384/1964, s. 37, 51-55, 77 vd.; Cemâleddin el-Kasýmî, Æavâ£idü’t-ta¼dî¦ (nþr. M. Behcet el-Baytâr), Beyrut 1414/1993, s. 112, 116; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-na¾ar (nþr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1416/1995, I, 178; Keþmîrî, Fey²ü’l-bârî £alâ Øa¼î¼i’l-BuÅârî, 160 Kahire 1357, I, 57; Yûsuf el-Kardâvî, Sünneti Anlamada Yöntem (trc. Bünyamin Erul), Ýstanbul 1991, s. 72, 88; a.mlf., el-Müntešå min Kitâbi’tTer³¢b ve’t-terhîb li’l-Mün×irî, Mansûre 1413/ 1993, I, 48-56; M. Nâsýrüddin el-Elbânî, Silsiletü’l-e¼âdî¦i’²-²a£îfe ve’l-mev²û£a, Riyad 1992, III, 25; Abdülazîz b. Abdurrahman el-Useym, Ta¼š¢šu’l-šavl bi’l-£amel bi’l-¼adî¦i’²-²a£îf, Riyad 1412/1992, s. 55-56; Subhî es-Sâlih, Hadîs Ýlimleri ve Hadîs Istýlahlarý (trc. M. Yaþar Kandemir), Ýstanbul 1997, s. 169-170; M. Accâc el-Hatîb, U½ûlü’l-¼adî¦, Cidde 1417/1997, s. 359-371; Salahattin Polat, Hadis Araþtýrmalarý, Ýstanbul 2003, s. 133-136; Ayþe Esra Aðýrakça Þahyar, “Zayýf Hadisle Fezâil Konusunda Amel Edilebilirlik Fikrinin Doðuþu ve Geliþimi”, Hadis Tetkikleri Dergisi, I/1, Ýstanbul 2003, s. 31-49; Jonathan A. C. Brown, “Even If It is Not True It’s True: Unreliable Hadýths in Sunni Islam”, Islamic Law and Society, XVIII/1, Leiden 2011, s. 1-52; T. W. Juynbol, “Hadis”, ÝA, V/1, s. 50-52; Ahmed M. Nûr Seyf, “Duafâ ve Metrûkîn”, DÝA, IX, 540; M. Yaþar Kandemir, “Hadis”, a.e., XV, 56; Ferhat Koca, “Hanbelî Mezhebi”, a.e., XV, 534; Ayhan Tekineþ, “Ýlelü’l-hadîs”, a.e., XXII, 85-86; Abdülhâdî el-Fazlî, “Usûlü’l-hadîþ”, Dâßiretü’l-ma£ârifi’l-Ýslâmiyyeti’þ-Þî£iyye (haz. Hasan el-Emîn), Beyrut 1423/2002, V, 5-94. Mahmut Demir ÿMehmet Emin Özafþar – — ZÂYÎÇE ˜ (bk. ZÂYÝRÇE). – ™ — ZÂYÝRÇE ( /»א% ) ˜ Yýldýzlarýn hareket ve konumlarýný gösteren cetvel, bu tür cetvellere dayanarak istikbali keþfetme yöntemi. ™ Bir görüþe göre zâyirçe (zâîrçe) Arapça zevr (ziyaret) kökünden türeyen zâir (ziyaret eden, ziyaretçi) kelimesinin sonuna Farsça küçültme eki “-çe”nin getirilmesi, bir baþka görüþe göre zâir ile câe (geldi) fiilinin birleþtirilmesi suretiyle oluþmuþ, bir diðer telakkiye göre ise Farsça zîç kelimesinden zâyîçe þeklinde türetilmiþ olup bazý bölgelerde zâyirçe biçiminde telaffuz edilmiþtir. Zâyirçe ve zâyîçe zaman zaman eþ anlamlý gibi kullanýlmýþ, bazan birincisi astronomi, ikincisi astrolojinin karþýlýðý kabul edilmiþtir. Terim olarak yýldýzlarýn belli bir zamandaki yerlerini ve durumlarýný gösteren cetveli, yýldýzlarýn ve burçlarýn vaziyet ve hareketlerinden hüküm çýkarýp geleceði keþfetme yöntemini ifade eder. Zâyirçe, yýldýzlarýn vaziyet ve hareketleriyle sürat ve istikametlerini hesaplayan zîç ilminden faydalanýlmasý ve gökyüzü- nün horoskopik haritasýnýn oluþturulmasýyla yapýlýr. Arzýn yörüngesine paralel þekilde devreden, yaklaþýk 18 derece geniþliðindeki bir daireden meydana gelen bu cetvel 30’ar derecelik eþit kýsýmlara ayrýlýr. Bu kýsýmlarýn her biri yýlýn bir ayýna tekabül eden bir burcu temsil eder. Günümüz astrologlarýnýn çoðu, Batlamyus’un Tetrabiblos adlý eserinde yer alan ve sonsuz çeþitlemesi bulunan temel horoskopiyi kullanmaktadýr. Yerin dönme ekseni bir topaç gibi yavaþça “kafa salladýðýndan” yýldýzlar her yýl ayný noktaya dönmez. Dolayýsýyla belli bir yýldýzýn konumu uzun bir süre boyunca ölçüldüðünde bunun gökyüzü düzleminde geriye doðru kaydýðý görülür. Astrologlara göre gök cisimleriyle insanlar arasýnda etkileme-etkilenme iliþkisi söz konusu olup her burcun bir özelliði bulunmakta ve kiþi hangi burcun tesiri altýnda doðarsa onun tabiat ve mizacýna sahip olmaktadýr. Meselâ hamelin (koç burcu) etkisi altýnda doðanlar maðrur, çalýþkan, kuvvetli ve saldýrgan; seretanýn (yengeç) etkisi altýnda doðanlar tembel ve kibirli olur. Maðrib tertibi üzere olan ebced harflerinin ve bugünkü Arap sayýlarýný teþkil eden Hint rakamlarýnýn deðerleri kullanýlarak hazýrlanan zâyirçelerin en meþhuru, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ca‘fer es-Sebtî’ye (ö. 601/1205) nisbet edilen ve kelimeler arasýndaki harf iliþkilerine dayanýlarak sorulardan cevap çýkarma yöntemiyle gerçekleþtirilen zâyirçe-i Sebtî’dir (zâyirçetü’lâlem; bk. DÝA, XXXVI, 260-261). Bu zâyirçe birbirine paralel bazý dairelerden meydana gelmekte ve her biri on iki burç sayýsýnca merkezden muhite geçen çizgilerle on ikiye ayrýlmaktadýr. Her çizginin üzerinde baþýndan sonuna kadar harfler ve sayýlar bulunur. Ýçinde ve daireler arasýnda ilimlerin adlarý ve oluþlarýn yerleri yazýlýdýr. Zâyirçenin arkasýnda uzunluk, geniþlik (tûl, arz) bakýmýndan birbirini kesen çizgilerden meydana gelen bir cetvel mevcut olup geniþliði 55, uzunluðu 131 hâneyi içerir. Bu hânelerin bazýsýnda sayý, bazýsýnda harfler vardýr, bir kýsmý ise boþtur. Zâyirçenin etrafýnda ondan arzu edilen sonucun çýkarýlmasýnýn biçimini anlatan “Kasîde-i Lâmiyye” yer alýr. Ancak Maðrib’de gaybdan haber verdiði ileri sürülen Mâlik b. Vüheyb’e ait olan kasidenin içerdiði beyitler bilmece gibidir. Ýbn Haldûn bu cetvelin yapýlýþý ve kullanýlýþý hakkýnda bilgi verir. Levhanýn ön yüzünde zodyak ve diðer takým yýldýzlarý için bölünmüþ, ayný merkezli bir daire sistemi vardýr (bk. Þekil). ZÂYÝRÇE Ýbn Haldûn’un Mušaddime adlý eserinin Ahmed Cevdet Paþa tercümesinde yer alan zâyirçe-i âlemin açýk ve kapalý þekli Zâyirçenin arka planýný meydana getiren çok eski bir geçmiþe sahip bulunan astroloji özellikle Mezopotamya’da yaygýn bir kullaným alanýna sahipti. Kadîm tarihin önemli milletlerinden Keldânîler, Harran ve Irak’ýn berrak semasý altýnda ilm-i ahkâm-ý nücûmun temelini atmýþlardý. Bu yöntemin Araplar’a buradan geçtiði tahmin edilmektedir. Ýslâm’ýn ilk döneminde müslümanlar arasýnda zâyirçe, astroloji, esrâr-ý hurûf vb. uygulamalar yoktu. Ýslâm dünyasýnda bu tür uygulamalar Bâtýniyye’nin ve gulât-ý mutasavvifenin zuhurundan sonra görülmeye baþlanmýþtýr. Söz konusu akýmlar bu yollarla idrak perdesinin açýldýðýný, ellerinde birtakým olaðan üstü olaylarýn zuhur ettiðini ve unsurlar âleminde tasarrufta bulunduklarýný iddia etmiþ, yazdýklarý kitaplar da feleklerin ve yýldýzlarýn ruhlarýnýn ilâhî isimlerdeki kemalden zuhur ettiðini, harflerin tabiat ve sýrlarýnýn isim ve kelimelere, bunlarýn da kâinatta müþahede edilen düzene geçtiðini ileri sürmüþtür. Esrâr-ý hurûf böylece ortaya çýkmýþtýr. Daha sonra bu ilimle uðraþanlar sýrlý harflerdeki sihirli tasarrufun sebebini tesbitte fikir ayrýlýðýna düþmüþtür. Bazýlarý bu sýrrý harflerin terkibindeki mizaca baðlayýp unsurlar gibi harfleri de tabiatlarý itibariyle dört sýnýfa ayýrmýþ, unsurlardaki tabiatlardan her birini harflerden bir sýnýfa tahsis etmiþtir. Böylece harfler ateþ, hava, su ve toprak tabiatlý olarak taksim edilmiþtir. Buna göre “ebced”deki elif ateþ, be hava, cîm su, dâl toprak ta- biatlýdýr. Ardýndan ebced harfleri ayný iþlemle alt alta gruplandýrýlmýþ, dört gruptan her birine ait yediþer harf belirlenmiþtir. Abbâsî halifelerinden özellikle Me’mûn devrinde birçok kiþi bu konuyla ilgilenip eser yazmýþtýr. Bunlardan biri olan Ebû Ma‘þer Ca‘fer b. Muhammed baþlangýçta hadis ehlinden iken kýrk yedi yaþýndan sonra ilm-i nücûma merak sarýp bu ilmi öðrenmiþ ve 272 (886) yýlýnda 100 yaþýný aþkýn olarak Vâsýt’ta ölmüþtür. Ýbnü’n-Nedîm el-Fihrist’te (s. 336) astroloji ve zâyirçe hakkýnda þu eserleri zikreder: Kitâbü’l-MedÅali’l-kebîr, Kitâbü’l-MedÅali’½-½a³¢r, Kitâbü Zîci’l-hezârât, Kitâbü’l-Mevâlîdi’l-kebîr, Kitâbü Heyßeti’lfelek ve’Åtilâfi ¹ulû£ihî, Kitâbü’l-Æýrânât, Kitâbü’l-ÝÅtiyârât £alâ menâzili’lšamer, Kitâbü Zâßircâti’l-intihâßât ve’lmemerrât. Harfleri insan topluluklarýna benzeten Muhyiddin Ýbnü’l-Arabî insanlar gibi onlarýn da resul, âlim, zengin-fakir, þakî-saîd ve avamdan olanlarýnýn bulunduðunu iddia etmiþtir. Meselâ elif, dâl, râ ve vâv harflerinin resulleri; zâl ve zâ harflerinin râsih âlimleri; bâ, sîn ve tâ harflerinin sâlihleri; hâ, sâd ve lâm harflerinin aðniyâyý; yâ, tâ, kâf harflerinin fukarayý; sâ ve þîn harflerinin eþkýyayý, geri kalanlarýn da avamý temsil ettiðini, ayrýca sayýlarýn erkek ve diþilerinin olduðunu kaydetmektedir (Ahmed Mûsâ ez-Zerkavî, s. 72-74). Zâyirçenin onu öðrenip gereðiyle amel edene sonsuz itibar ve þeref kazandýrdý- ðýný söyleyen Ahmed b. Ali el-Bûnî bunun fal vb. þekillerde yapýlan (müstear), dörtlü veya altýlý vefkler vasýtasýyla yapýlan (basit) ve þiir vezinlerine dayanýp nazým üzerinden yapýlaný (recezî) olmak üzere üç çeþidinin bulunduðunu kaydeder (bk. bibl.). Ahmed Mûsâ ez-Zerkavî el-Felekî er-Risâle fi’z-zâyirce adlý eserinde (s. 71) zâyirçenin bütün türlerini bu risâlede topladýðýný, onu okuyanýn baþka bir esere ihtiyaç duymayacaðýný ileri sürer. Harflerin kendi hallerinde baþka bir âlemi ifade ettiklerini, sýr ve havaslarýnýn olduðunu, bazýlarýnýn þuursuz canlýlar, bazýlarýnýn ise þuurlular üzerinde etkide bulunduðunu iddia eder ve aralarýndaki iliþkinin mýknatýsla demir arasýndaki çekim iliþkisine benzediðini söyler. Osmanlýlar’da yýldýzlara bakmak ve gök cisimlerinin yerlerini gösteren cetveller hazýrlamak suretiyle insanlarýn kaderini bilmeye çalýþanlara müneccim denilirdi. Bunlar üç farklý sistemle çalýþýrlardý. 1. Mesâil: Kayýp ve hýrsýzlýk gibi günlük hayatta rastlanan olaylarý tesbit etmek için yapýlýr. 2. Ýhtiyârât: Buna padiþahýn tahta çýkmasý, savaþ açma, sefere çýkma, düðün vb. önemli iþler için en uygun zamaný (eþref-i sâat) belirlemek için baþvurulurdu. 3. Doðum gününün esas alýnmasý: Doðum anýnda gökkürenin gösterdiði manzaranýn yeni doðan bebeðin kaderini etkileyeceði düþüncesinden hareketle oluþturulan bir sistemdi. Maðribli astrolog Ahmed Mûsa ezZerkavî, zâyirçeyi konu edindiði risâlesinde dört deðiþik türüne yer verdikten sonra bunlarýn her biri hakkýnda açýklamalar yapar (a.g.e., s. 77-87). Týlsým, ilm-i ahkâm-ý nücûm ve zâyirçe gibi yöntemler, canlý olduðuna inanýlan feleklerin ruhaniyetinden faydalanmak suretiyle yeryüzünde tasarrufta bulunma sistemlerine dayanýr. Bu sebeple yýldýz ve burçlarýn konum ve hareketleriyle insanlarýn tabiat ve mizaçlarý arasýnda irtibat kurulur. Bu yönteme baþvuranlar nefisleri güçlendirmek üzere riyâzet yapýlmasýný gerekli görürler. Ancak böylelerinin yaptýðý riyâzet çoðu zaman din bakýmýndan olumsuz, hatta küfür diye nitelendirilebilecek bazý söz ve temrinleri içerir. Çünkü bu gibiler Allah yerine yýldýzlarý etkili sayar, onlara dua eder, insan fiillerini onlarýn konum ve hareketlerine baðlarlar. Kendilerine “ehl-i esmâ” adý veren bazý kiþiler ise bu yöntemle deðil Kur’an ve hadislerden seçilen dua ve zikirlerle tasarrufta bulunmayý tercih ederler. Bunlar, mücâ161 ZÂYÝRÇE hede ve keþif sonucu kendilerinde hâsýl olan ilâhî nur ve rabbânî inâyet sayesinde tasarrufta bulunduklarýný ileri sürerler. Literatürde Sehl et-Tüsterî’ye nisbet edilen Risâle fi’l-¼urûf onun Zâyirçe adlý risâlesi olmalýdýr (bk. SEHL et-TÜSTERÎ). Ýbn Haldûn esmâ sahibinin, keþif ve mücâhede neticesinde hâsýl olan ilâhî esrar ve melekûtî hakikatler konusundaki mârifetten uzak, sýrf isim, harf ve kelimelerin tabiatlarý arasýndaki münasebetle yetinmesi ve onlarla tasarrufta bulunmasý durumunda týlsýmcýlardan hiçbir farkýnýn kalmayacaðýný, hatta onlardan daha aþaðý düzeye ineceðini kaydeder. Esmâ sahipleri, bazan kelime ve isimlerde var saydýklarý kuvvetleri yýldýzlarýn kuvvetleriyle mezcederek âlemde mevcut her þeyi yedi yýldýzýn tesirine göre zatlar, sýfatlar ve fiiller þeklinde taksime tâbi tutar, bunun için uygun gün ve saatler belirler, esmâ-i hüsnâya denk gelen gezegenin haz ve ta‘lîlerinden uygun vefkler oluþtururlar. Sihirbazlarla ayný paralelde yer almamak için iþlemlerini birtakým zikir ve dualarla yapýlan riyâzet perdesi arkasýnda gizlerler. Bûnî ve Ýbnü’l-Hâc et-Tilimsânî gibi þahsiyetlerin eserlerindeki iþlemler bu türdendir. Netice itibariyle bunlarýn yaptýklarý þeyler de sihirbazlýða benzeyen iþlemlerdir. Dolayýsýyla bu tür uygulamalarýn meþrû olduðu sonucuna varmak mümkün deðildir. Ýbn Haldûn, zâyirçeden söz ederken kendi döneminde zâyirçe ile kayýp ve hýrsýzlýk gibi olaylarla gayba dair bilgi edinmeye çalýþan pek çok kimseyle karþýlaþtýðýný, ancak gaybdan haber veren birine rastlamadýðýný belirtmektedir (Mukaddime, trc. Süleyman Uludað, I, 411). BÝBLÝYOGRAFYA : Ýlhan Ayverdi – Ahmet Topaloðlu, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Ýstanbul 2005, III, 3481; Ýbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 336; Hatîb el-Baðdâdî, el-Æavl fî £ilmi’n-nücûm (nþr. Yûsuf b. Muhammed Saîd), Riyad 1420/1999, s. 221229; Yûsuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig (nþr. Reþid Rahmeti Arat), Ankara 1979, I, 30; Ahmed b. Ali el-Bûnî, Þemsü’l-ma£ârifi’l-kübrâ, Beyrut, ts. (elMektebetü’s-sekafiyye), s. 345-348; Ýbn Haldûn, Mukaddime: Osmanlý Tercümesi (trc. Ahmed Cevdet Paþa, haz. Yavuz Yýldýrým v.dðr.), Ýstanbul 2008, III, 151-157; a.mlf., Mukaddime (trc. Süleyman Uludað), Ýstanbul 1982-83, I, 407-412; II, 1194-1205; Sýddîk Hasan Han, Ebcedü’l-£ulûm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 51-52; Ahmed Mûsâ ez-Zerkavî, er-Risâle fi’z-zâyirce (Mefâtî¼u’l-³ayb: Seb£ Resâßil içinde), Kahire 1325/ 1907, s. 71-102; Râgýb Rýfký, Esrârü’l-hurûf: Ýlm-i Harf-Zâyirçe-Vefk, Ýstanbul 1336, tür.yer.; Muhammed Gayûr, Zayiçenizi Biliniz, Ýstanbul 1928, s. 3-6; Seyyid Muhammed Ali Dâî el-Ýslâm, Ferheng-i Ni¾âm, Tahran 1363, III, 224; Abdülfet- 162 tâh es-Seyyid et-Tûhî, ez-Zâyircetü’l-hendesiyye fî keþfi’l-esrâri’l-Åafiyye, Beyrut 1411/1991, s. 7; a.mlf., Zâyircetü’t-TûÅî el-Felekî, Beyrut, ts. (Mektebetü’s-sekafe), s. 7-14; Ayþe Duvarcý, Türkiye’de Falcýlýk Geleneði ile Bu Konuda Ýki Eser: Risâle-i Falnâme li-Ca‘fer-i Sâdýk ve Tefeülnâme, Ankara 1993, s. 23-25; J. Ruska, “Vefk”, ÝA, XIII, 256-258; a.mlf., “Zayirce”, a.e., XIII, 476477; Yusuf Þevki Yavuz, “Fahreddin er-Râzî”, DÝA, XII, 94; Reþat Öngören, “Sebtî, Ahmed b. Ca‘fer”, a.e., XXXVI, 260-261. ÿÝlyas Çelebi – — ZEÂMET ( ) ˜ Osmanlý timar sisteminde 20.000 akçeden fazla dirlik tasarrufuna verilen ad. ™ Osmanlý askerî teþkilâtý terminolojisinde genel olarak askerî hizmette bulunanlara verilen, 20.000 ile 100.000 akçe arasýndaki dirlikleri ifade eder. Bu dirlikleri tasarruf eden kimselere zaîm denilir. Osmanlý kanunnâmelerinde þöyle tarif edilir: “Zeâmet þuna derler ki kâmil yirmi bin akçelik üzere veyahut daha ziyade ile bir kimseye berat olmuþ ola. Yirmi binden bir akçe eksik olsa ona zeâmet denilmez, timar denilir. Zira zeâmet ekseri haddi yüz bin ve ekalli kâmil yirmi bindir” (Sofyalý Ali Çavuþ Kanunnâmesi, s. 79). Ayrýca Dîvân-ý Hümâyun’da görev yapan bürokratlara ve savaþlarda büyük yararlýlýk gösterenlere tahsis edildiði eklenir. Zeâmetin idarî bir mýntýka anlamý da vardýr (meselâ Trabzon bölgesinde “Zeâmet-i Kürtün” adlý idarî birim). Bu þekliyle, “timar sistemi içinde zeâmet sahibine tâbi olan timarlý sipahilerinin topluca bulunduðu askerî ve idarî bölge” demektir. Zeâmet kelimesine II. Murad dönemine ait bugüne ulaþan defterlerde rastlanmaz. Bu defterlerde 20.000 akçe ile 100.000 akçe arasýndaki birçok dirlik has veya timar olarak adlandýrýlmýþtýr. Ancak zaîm tabiri kullanýlýr. Timurhisar ve Pirlepe bölgelerinde iki zaîmin on dört cebelü ile sefere gittiði kayýtlýdýr (BA, MAD, nr. 303, s. 20; BA, MAD, nr. 525, s. 2). Bu durum muhtemelen timar-zeâmet ayýrýmýnýn henüz tam gerçekleþmediðine iþaret eder. Fâtih Sultan Mehmed döneminden itibaren tahrir defterlerinde zeâmet terimi sýkça geçer (BA, TD, nr. 15, s. 25-28). II. Bayezid dönemine ait ilk timar rûznâmçe defterinde de zeâmet tevcihleri görülür (BA, MAD, nr. 17893, s. 5, 20). Fâtih döneminde zeâmetlerin çok olmadýðý ve belirli bölgelerin genellikle bir zeâmeti bulunduðu dikkati çeker. Eyâlet-i Rûm’da zeâmet tevcih edilirken zeâmet tabirinden sonra çoðunlukla Zile, Yýldýz, Gelmugad, Karahisarýbehramþah gibi bir yerin ismi zikredilmiþtir (BA, TD, nr. 15, s. 25-35). Bu da zeâmetin idarî bir ünite için kullanýlmasýyla ilgili olmalýdýr. Zaîmlerin en önemli görevi askerî harekâtlara iþtirak etmektir. Zeâmet sahipleri sefere 5000 akçede bir cebelü götürmekle mükelleftir. Resmî kayýtlarda zaîmlerin mutlaka sefere gitmeleri gerektiðine özellikle vurgu yapýlýr (BA, Mühimme Zeyli, nr. III, s. 129). Sefere katýlmayanlarýn zeâmetleri geri alýnýp baþkalarýna verilir. Lutfi Paþa mahlûl zeâmetlerin kudretli savaþçýlara verilmesini, vezirlerin bu dirlikleri kendi adamlarýna tahsis etmemelerini özellikle belirtir. Vezirlerin kendi adamlarýnýn timarla kanaat etmelerini, eðer verilirse de bunun çok az olmasý gerektiðini yazar (Âsafnâme, s. 65-66). Fakat XVI. yüzyýlýn sonlarýndan itibaren vezirlerin kendi yakýn adamlarýna zeâmet daðýtma temayülü giderek artmýþtýr. Budin’de mahlûl timar ve zeâmetlerin ellerinde tahsis emri bulunmayan askerlere verilmeyip sancak beyleri tarafýndan kendi haslarýna eklenmesi gibi uygulamalarýn yasaklandýðýna dair kayýtlara rastlanýr (BA, Mühimme Zeyli, nr. III, s. 126). XVI. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda Rumeli kadýlarýna yazýlan bir hükümde beylerbeyi ve sancak beyi haslarý ile zeâmetlerin iltizama verilmemesinin emredilmesi, zeâmet sahipleri arasýnda kendilerine tahsis edilen vergileri toplama iþini aracýlara devretme alýþkanlýðýnýn yaygýnlaþtýðý anlamýna gelmektedir. Ayrýca padiþah haslarýndan da zeâmet tahsisi yasaklanmýþtýr (BA, Mühimme Zeyli, nr. III, s. 117, 305). Zeâmet sahipleri hizmetlerini aksatmamak þartýyla dirliklerini muhafaza edebilirlerdi ve sebepsiz yere zeâmetleri alýnýp baþkasýna verilmezdi. Bir zaîm vefat ettiðinde zeâmetinin bir kýsmý oðluna intikal ederdi. Zaîmin birden fazla çocuðu varsa genellikle ikisine dirlik verilir, üçüncüsüne tevcihat yapýlmazdý. Büyük oðula ikincisine göre daha fazla dirlik ayrýlýrdý. Zaîmlerin çocuklarýna verilecek dirlik miktarý zeâmet sahibinin evinde veya seferde iken vefatýna göre farklý miktarlarda olurdu. Sefer görevini aksatmanýn yaný sýra zaîmlerin baþka iþlerle uðraþmasý halinde de zeâmetleri ellerinden alýnýrdý (BA, Mühimme Zeyli, nr. III, s. 126). Zeâmet tahsisi için gereken berat merkezde hazýrlanýrdý. Zeâmet tevcihini belirten tezkire için ilgili kalemde binde yirmi beþ akçe harç alýnýrdý. Beratýn yenilenmesi durumunda bu rakamýn yarýsý ödenirdi