milli sivil toplum kuruluşu - Türkiye Kamu-Sen

advertisement
SUNUŞ
Kıymetli KAMUTÜRK okuyucuları…
Dergimizin 19 sayısı ile huzurlarınızdayız.
Ülkemizin ‘milli sivil toplum kuruluşu’ olan Türkiye Kamu-Sen’e
ve her bir neferinin sımsıkı sarıldığı ilkelerine yakışır bir
dergi hazırlamak için var gücümüzle çalışıyoruz.
Deneyimli KAMUTÜRK ekibi, gerek iç ve dış gelişmeleri ve gerekse ana eksenimizi oluşturan çalışma hayatındaki hareketliliği yakından izliyor.
Ekibimiz tüm bu gelişmeleri bir cerrah hassasiyeti ile
Sedat Yılmaz
analiz edip, gerekli olan editöryal çalışmaları yaptıktan
Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri
sonra haber ve dosya konularımızı siz değerli okuyucuve Türk Haber-Sen Genel Başkanı
larımızla paylaşıyor.
Türkiye Kamu-Sen, kamu sendikacılığında olduğu gibi
sendikal yayıncılıkta da öncü, iddialı ve yenilikçi bir anlayışa sahiptir.
Üç ayda bir düzenli olarak yayımladığımız dergimiz, geride bıraktığımız 5 yıl içerisinde hem kamu
çalışanlarının hem de Türk-İslam dünyasının gür sesi oldu, olmaya da devam edecek. Tüm gayretimiz
bu yöndedir.
Gerek Türkiye Kamu-Sen teşkilatlarımızın ve gerekse özgün çevrelerden aldığımız geri bildirimler
dergimizin doğru yolda olduğunu göstermektedir.
KAMUTÜRK sıradan bir dergi değildir.
Ve elbette mensubu olmaktan her daim iftihar ettiğimiz Türkiye Kamu-Sen de sıradan bir memur
konfederasyonu değildir.
Biz; çalışanların hak ve hukukunu son nefesimize kadar savunmaya-korumaya ant içmiş bir sendikal
hareketiz. Bunun dışında ülkemizin milli birliğine, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne
de sahip çıkmayı şiar edinmiş bir sivil toplum hareketiyiz.
Elbette sırtında böylesine şerefli yükleri taşıyan bir konfederasyonun yayın organı da bu istikamette
olacaktır.
KamuTürk bu kutlu istikameti ile kutlu davamızın sönmeyen meşalesi oldu, olmaya devam edecek
yüce Rab’bimizin izniyle…
KamuTürk’ün bu sayısı yine dopdolu…
Bu sayıda Türk tarihi, Türk edebiyatı ve İslam tarihinden önemli sayfaları aralıyoruz. Hazırladığımız
haber ve dosyalar ile yaptığımız röportajları zevkle okuyacağınıza eminim. Köşe yazarlarımız sizler
için yine her zaman ki gibi birbirinden çarpıcı konuları kaleme aldı.
Sözü daha fazla uzatmadan siz değerli okuyucularımızı dergimizin yeni sayısıyla baş başa bırakırken,
sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
01 - SEDAT YILMAZ –SUNUŞ yazısı
04 - BAŞYAZI- GENEL BAŞKAN İsmaİl Koncuk
06 - TÜRKİYE KAMU-SEN TEŞKİLATLARIYLA BULUŞMAYA DEVAM
EDİYOR
12 - TÜRKİYE KAMU-SEN EĞİTİM AKADEMİSİ KURULDU
14 - TÜRKİYE KAMU-SEN’Lİ KADINLARA ‘SENDİKACILIK’ EĞİTİMİ
16 - ATATÜRK’E SALDIRANLAR YA GAFİLDİR YA DA HAİN!
18 - YASAKLANAN 10. yıl MARŞI ‘NA SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ
20 - MEMUR VE EMEKLİLER DE İYİLEŞTİRME ZAMMINI HAK EDİYOR
24 - Çalışan tek kİşİnİn yoksulluk sınırı 2.451,81 TL
26 - TÜİK’İN ENFLASYONUNUN MUTFAK ENFLASYONUNU
YANSITMADIĞI BİR KEZ DAHA GÖRÜLDÜ
28 - ZAMLAR MEMURU TUŞ ETTİ!
30 - YENİ TOPLU SÖZLEŞMEYE YAKLAŞIRKEN, ESKİ TOPLU
SÖZLEŞMENİN TÜM HÜKÜMLERİ UYGULANMALI
33 - OHAL İŞLEMLERİNİ İNCELEME KOMİSYONU NASIL ÇALIŞACAK?
38 - TüRKİYE KAMU-SEN SARIKAMIŞ’ta
44 - TüRKİYE KAMU-SENden teröre lanet
50 - TERÖRLE MÜCADELE AKADEMİSİ KURULMALI
52 - ‘KARA YIL’ 2016 (ÖZEL ÇALIŞMA)
58 - Mİllİ mücadele kahramanlarından mİlİs yüzbaşı İPSİZ
RECEP (ÖZEL ÇALIŞMA)
60 - KOCA YÜREKLİ KÜÇÜK ADAM; ALİ ŞAMİL (ÖZEL ÇALIŞMA)
62 - KÂBE’Yİ EN SON YAPTIRAN OSMANLI (ÖZEL ÇALIŞMA)
66 - MİSAK-İ MİLLİ NEDİR? (ÖZEL ÇALIŞMA)
68 - TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 94 YAŞINDA (ÖZEL ÇALIŞMA)
74 - ŞEHİT ANA-BABASININ ÖRNEK DAVRANIŞI (ÖZEL ÇALIŞMA)
76 - KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞIMIZ
80 - TARİHTE TEBESSÜM ETTİREN DİYALOGLAR
86 - Prostat kanserİ tanısında ‘Füzyon Bİyopsİ’ yöntemİ (ÖZEL
RÖPORTAJ)
92 - TÜRK MÜZİĞİNE HEPİMİZİN SAHİP ÇIKMASI LAZIM (ÖZEL RÖPORTAJ)
94 - ABD’DE MÜSLÜMANLARA VİZE YASAĞINA KONCUK’TAN SERT TEPKİ
96 -“Alo! Zehİrlendİm mİ?” HİZMETİ
KÜNYE
Türkiye Kamu-Sen Adına Sahibi
İsmail KONCUK
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Sedat YILMAZ
TÜRKİYE KAMU-SEN YÖNETİM KURULU:
Genel Başkan: İsmail KONCUK
Genel Sekreter: Önder KAHVECİ
Genel Mali Sekreter: İlhan KOYUNCU
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Fahrettin YOKUŞ
Genel Eğitim Sekreteri: Hazım Zeki SERGİ
Genel Toplu Görüşme Sekreteri: Necati ALSANCAK
Genel Mevzuat Sekreteri: Mehmet ÖZER
Genel Basın Sekreteri: Sedat YILMAZ
Genel Dış İlişkiler Sekreteri: Ahmet DEMİRCİ
Genel Sosyal İşler Sekreteri: Şerafeddin DENİZ
Haber Koordinatörü: Esra Ocaklı YÜCE
AR-GE Koordinatörü: Ercan HAN
Editör: Gökhan ALTUNKAŞ
Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf Ziya ERARSLAN
Kültür ve Sanat Danışmanı
Hasan Hüseyin YILMAZ
Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı
Hukuk Danışmanı: Avukat İlhan KARA
Hazırlık: YZE Medya Ajans - 0 530 363 55 91
www.yzemedya.com.tr
Tasarım: Öznur ÖZTÜRK
Türkiye Kamu-Sen Konfederasyonu
Yerel Süreli Yayın Organıdır.
3 ayda bir yayınlanır.
Bu dergi Basın Ahlak İlkelerine uymayı taahhüt eder.
Dergideki yazıların sorumluluğu yazı sahibine aittir.
Yönetim Yeri : Talatpaşa Bulv. No: 160 Kat:7
Cebeci - ANKARA Tel: (0312) 424 22 00 (pbx)
Faks: (0312) 424 22 08
www.kamusen.org.tr
E-posta: [email protected]
Baskı: Semih Ofset Büyük Sanayi 1. Cadde Çilingir Sok.
No: 26/47 06060 İskitler - ANKARA
Baskı Tarihi: Şubat 2017
OHAL iŞLEMLERiNİiNCELEME
KOMiSYONU NASIL ÇALIŞACAK?
’
‘KARA YIL 2016
TüRKiYE KAMU-SENden
teröre lanet
MiSAK-ıİ MiLLi NEDiR?
’
KÂBE Yi EN SON
YAPTIRAN OSMANLI
4
İsmail KONCUK
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı
GÜNDEME
DAİR…
Aziz şehitlerimizin kanlarıyla sulayıp vatan yaptığı bu
topraklarda, sayısız bedeller ödeyerek kurduğumuz
ve bugünlere getirdiğimiz devletimizin ilelebet payidar kalması, yaklaşık iki yüz yıldır oluşturmaya çalıştığımız demokrasi kültürünün, olmazsa olmaz kurumlarıyla, başta kamu çalışma alanı olmak üzere siyasal
ve toplumsal hayatımıza tam olarak yerleşmesi, bütün
vatandaşlarımızla birlikte kamu görevlilerimizin de
huzurlu, mutlu, müreffeh bir ülkede insanca yaşayabilecekleri bir gelire kavuşarak, barış içinde hayat sürmesi için var gücümüzle mücadele ediyoruz.
Kıymetli kamu görevlisi arkadaşlarım,
Son günlerde Türkiye Kamu-Sen, hiç de arzu etmediğimiz bir biçimde, bizim irademize bağlı olmaksızın,
birtakım siyasi tartışmaların odağına yerleştirilmek
istenmektedir. Konfederasyonumuz, kurulduğu 1992
yılından bugüne kadar bağrından filizlendiği Türk milletinin; ilke, umde ve eylemlerinin ilham kaynağı olan
milli değerlerimizin ve bu vatan toprakları üzerindeki
Türk varlığının teminatı mefkuremizin karşısında olacak hiçbir fiil ve fikrin savunuculuğunu yapmamıştır.
Yakın ve uzak coğrafyamızda birtakım dış etkenlerle yaratılan suni gündemler sonucunda patlak veren
iç savaşları, dökülen kardeş kanını, ailelerine huzurlu bir hayat imkânı bulmak adına engin denizlerin
hırçın dalgalarında savrulup giden masum yaşamları,
kaybolan değerleri ve bu puslu havada emperyalist
ülkelerin üzerine üşüştüğü Müslüman kardeşlerimize
ait kaynakları gördüğümüzde, kahraman ecdadımızın
bizlere emanet ettiği bu vatan topraklarında nice koç
yiğidimizin kanlarıyla yeşerttiği devletimizin, hürriyetimizin, birliğimizin, kardeşliğimizin kıymetini bir kere
daha anlıyoruz.
Biliyoruz ki dünyanın öbür ucundan tanklarıyla, toplarıyla, hile ve desiseleriyle gelip, içimizdeki işbirlikçi
hainleri de kullanarak topraklarımıza zehirli düşüncelerini saçan karanlık güçlerin çıkardığı bu kavga, insanoğlunun yaratıldığından beri süregelen hak ile batılın,
doğru ile yanlışın kavgasıdır. Biz, bu kavgadaki yerimizi
5
haktan ve doğrudan yana almış, hakkı tutup kaldırmak
için yüreğini, bileğini, canını, malını ortaya koymuş bir
anlayışın temsilcileri olmaktan gurur duyuyoruz.
Müslüman mahallesinde salyangoz satmakta pek de
mahir olan karanlık güçlerin, sonsuz hoşgörü ve irfan
sahibi milletimizi; sosyal genetiği ile oynayarak, algı
operasyonları yaparak, türlü tefrikalar yumağında
parçalayıp boğmaya çalıştığını üzülerek görmekteyiz.
Oldukça uzun bir süreden beri yürütülen bu toplum
mühendisliği sonucunda ülkemizin derin bir fikrî ayrışmaya, sosyal bir kutuplaşmaya doğru sürüklendiği,
toplumsal yapımızda onarılması son derece güç yaralar açacak çatışmaların eşiğine getirildiği de gözümüzden kaçmamaktadır. Türklerin Anadolu topraklarında
at sürmeye, ocak tüttürmeye başladığı ilk günlerden
beri oynanan bilindik senaryo, bir kere daha sahnelenmek ve binlerce yıllık kutlu yürüyüşümüz bir
kere daha baltalanmak istenmektedir. İçimizdeki ve
dışımızdaki leş kargaları, parçalanmış, bölünmüş bir
toplumsal yapının yaratacağı kaostan beslenerek üzerimize çullanmak için fırsat kollamaktadır.
Geldiğimiz noktada toplumumuz, bir kez daha yeni
bir sürecin arifesindedir. Mensubu olmaktan gurur
duyduğum bu toplumun irfanına güveniyorum. Yürekten inanıyorum ki, egemenliğin yegane sahibi olan
Türk milletinin şaşmaz iradesi en isabetli şekilde tecelli edecektir. Lakin üzülerek görüyorum ki, muhtemel referandum üzerinden, insanlarımızı düşünce
ve duygu düzleminde bölmeyi ve ayrıştırmayı hedefleyen bir takım nifak tohumları topraklarımıza ekilmeye çalışılmakta; vatandaşlarımızın evet ya da hayır
tercihleri üzerinden toplumsal cepheleşme ve siyasi
çatlaklar derinleştirilmek istenmektedir.
İnanıyorum ki, aziz milletimiz ve bu milletin ferdi
olmaktan şeref duyan Türkiye Kamu-Sen üyeleri
kendi hür iradeleriyle karar verme kabiliyetine sahiptirler, bu anlayışla birlik ve beraberlik hasretimizden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir ve beraber
olarak geleceğe taşıma hedefinden asla vazgeçmeyeceklerdir.
İçinde bulunduğumuz ve var olma mücadelesi verdiğimiz bu kritik dönemde, her zaman itidalin ve aklıselimin adresi olan Türkiye Kamu-Sen, toplumsal
ayrışmanın bir argümanı, figürü ve malzemesi olma-
yacaktır. Türkiye Kamu-Sen’in, kişisel ve özel bir
tercih beyanımız üzerinden, üyelerimizin tercihlerine
yönelik kurumsal bir ipotek konulduğu algısıyla, asla
tasvip edemeyeceğimiz cepheleşmenin bir tarafıymış
gibi gösterilmesi yanlıştır ve tarafımızca kabul edilemezdir. Konfederasyonumuz, her zaman olduğu gibi
toplumsal barış, uzlaşma kültürü ve milli birlik ve beraberliğimizin gelişmesinden yanadır; bundan sonra
da her şart altında duruşunu devam ettirecektir.
Tekraren ifade ediyorum ki, Konfederasyonumuz,
bu süreçte bir kısım çevrelerin milletimizin tercihleri
üzerinden yürüttüğü çekişmelerin ve hesaplaşmaların
bir mevziisi gibi gösterilmekten son derece rahatsızdır. Türk milletinin tek tek her bir ferdi ve dolayısıyla
bütün üyelerimiz, her konuda, hür iradesi ile hiçbir
telkine gerek duymaksızın vatanımızın selameti, devletimizin bekası ve milletimizin huzuru için en doğru kararı verecek yetkinlik, irfan ve fazilete sahiptir.
Türkiye Kamu-Sen, her daim hür iradenin erdemine
vurgu yapan bir sivil toplum kuruluşu olarak, bundan
önce olduğu gibi bundan sonra da üyelerimizin tercihlerine müdahalede bulunmayı kendi namına en
büyük saygısızlık olarak addetmekte ve verecekleri
her türlü kararın arkasında olacağını peşinen ilan etmektedir.
Konfederasyonumuz, türlü siyasi tartışmaların ve
kamplaşmaların kaynağı haline getirilmek istenen bu
çetrefilli sürecin, devletimiz ve milletimizin yararına
olacak şekilde sonuca ulaşması için elinden gelen her
türlü itidali ve fedakârlığı sonuna kadar göstermeye
devam edecektir. Her zaman olduğu gibi öncelikli
kaygımız,
Türk milletinin menfaatleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilelebet hür ve bağımsız yaşaması
olacaktır.
Milli şairimiz M. Akif Ersoy’un da dile getirdiği gibi;
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez”
diyor; Türkiye sevdalılarının korunaklı sığınağı Türkiye Kamu-Sen’in yüzünün her şart altında Türk milletine dönük olduğunu, yüreğinin Türk milletiyle birlikte
attığını bir kere daha ifade etmek istiyorum.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
6
adana
Yönetim Kurulu Adana, Kahramanmaraş, Denizli,
Isparta, Erzurum ve Kars’ı ziyaret etti.
TÜRKİYE KAMU-SEN
TEŞKİLATLARIYLA
BULUŞMAYA
DEVAM EDİYOR
7
Türkiye Kamu-Sen’in teşkilatları ve üyeleri ile buluştuğu istişare toplantıları büyük bir coşku ve heyecanla
devam ediyor. Konfederasyon Yönetim Kurulu İstişare toplantıları çerçevesinde Adana, Kahramanmaraş,
Denizli, Isparta, Erzurum ve Kars illerimizi ziyaret etti.
Ahmet Demirci, Türkiye Kamu-Sen Genel Sosyal İşler Sekreteri ve Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Şerafeddin Deniz, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı
Hasan Hüseyin Yılmaz, teşkilat yöneticileri, kamu çalışanları ve üyelerimiz ile bir araya geldi.
Toplantılara Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail
Koncuk ile birlikte Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci,
Türkiye Kamu-Sen Genel Mali Sekreteri ve, Türk Yerel Hizmet-Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu, Türkiye Kamu-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri ve
Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Türkiye Kamu-Sen Genel Eğitim Sekreteri ve Türk Diyanet
Vakıf-Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi, Türkiye
Kamu-Sen Genel Toplu Sözleşme Sekreteri ve Türk
İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türkiye Kamu-Sen Genel Mevzuat Sekreteri ve Türk Enerji-Sen
Genel Başkanı Mehmet Özer, Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri ve Türk Haber-Sen Genel Başkanı
Sedat Yılmaz, Türkiye Kamu-Sen Genel Dış İlişkiler
Sekreteri ve Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı
Coşku ve heyecanın hakim olduğu Adana ve Kahramanmaraş istişare toplantılarımızda, Genel Başkan
İsmail Koncuk, ülke gündemi ve çalışma hayatına dair
önemli değerlendirmelerde bulundu.
BÖYLE SENDİKACILIK KABUL EDİLEMEZ!
“Tarihi toplu sözleşme imzaladık” diyenlerin uygulanmayan 21 madde için hiçbir adım atmadığının altını çizen Genel Başkan İsmail Koncuk, Türkiye Kamu-Sen’in
bu maddeleri yargıya taşıdığını hatırlattı. Koncuk, şunları kaydetti: “11 hizmet kolunda da kamu çalışanları yetkiyi bir konfederasyona verdi. Şimdi bu yetkiyi
memura hizmet noktasında vermiş olsalar ileri derece de mücadele eden bir sendika olsa yüreğim yanmayacak ama tüm memurlar bunun böyle olmadığını
8
Isparta
Isparta
biliyor. Onların sendikacılık yapmadıklarını biliyorlar ama “Şartlar böyle gerektiriyor, müdürüm böyle
söyledi, amirim böyle emretti” diye ifade ediyorlar. Geçenler de o sendikanın Genel Başkanı, “Tarihi bir
toplu sözleşme imzaladık, bizi hazmedemiyorlar, milleti aldatıyorlar” diyor. İnsan Allah’tan korkar, toplu
sözleşme hükümleri imzalandıktan sonra uygulamaya
geçmesi gereken hükümlerdir. Hükümet “Ben bunu
uygulamak istemiyorum” diyemez. Kanun bunu emrediyor, tam 21 madde uygulanmamış. 4-C’liler kadrolu olacaktı hala yok. Alınan kararda “Çalışma yapılacak” denilmiş. Bunlar alkışlar arasında imza atarken,
dışarı çıkıp basına, “Toplu sözleşmede yuvarlak kararlar olmaz, uygulanamaz” dedim. 4-C’li,ler dava açıp
ek ödeme emsali memur kadar alırken bir imza ile
159 TL brüt, neti 115 TL olan bir ödemeye mahkum
edildiler. Kimi kurtardın sen? Hükümeti. 4-C’liyi net
115 TL’ye mahkum ettin. Bunu söylemek kazanımları
hazmedememek anlamına mı gelir? Toplu sözleşmede bir madde daha, “Kültür Bakanlığı çalışanlarının
ekonomik durumlarının iyileştirilmesi” demişler. O
zaman Bakan sayın Süleyman Soylu idi. Kendisi, “Ben
bunun nesini uygulayım?” dedi. Orada ki Memur-Sen
Temsilcisi, “Biz o maddeyi kültür hizmet kolu temsilcisinin, bizimle ilgili de bir şey yazalım, çalışanlarımıza
söyleyecek bir şeyimiz olsun dediği için yazdık” dedi.
KPDK’da bu konuyu anlattım Kültür Memur-Sen
Temsilcisi “Kim söyledi bunu?” diyor. “Ben isim vermem ama söyleyen burada” dedim Genel Başkanları
zıplıyor. Dedim ki, “Yuvarlak kararlar alırsanız böyle yuvar yuvar yuvarlanırsınız” İnsanları aldatıyorlar.
Şimdi Kültür Bakanlığı çalışanları kendilerini aldatmak
üzere yazılan bir maddeyi, İsmail Koncuk Türkiye’ye
anlatacak, Kültür Bakanlığı çalışanları o sendikanın yakasına yapışmayacak, yapışacaksınız! Aldatanın yakasına yapışacaksın, tribüne oynamak adına bu yapılırsa
hesabını soracaksın. Kamu çalışanlarının zamları toplu
sözleşmede kararlaştırılır. Bu maddenin uygulanmayacağını memurlar bilmiyor mu, sendikacılar bilmiyor
mu? Geçen günlerde bu sendikanın temsilcilerinden
bir tanesi “Gelir vergisi dilimleri şöyle ayarlansın” diye
bir çağrıda bulunuyor. Bunun yeri toplu sözleşme masasıdır. O masada karar aldırtamıyorsun, şimdi bunu
söylüyorsun. Memurların, aldatanlara yönelik dikkatli
olması lazım. Yoksa bugün A sendikası, yarın B sendikası aldatır. Eğer aldanma aldatılana keyif veriyorsa
aldatan bugün buysa yarın başkası olur, her zaman değişir. Memurlar burada daha dikkatli olmalıdır. Bunun
hesabı sorulmalıdır. 21 madde uygulanmadı. Kadro aldın da hazmedemedim mi? Eğri oturup doğru konuşalım. Biz doğruları söyledik hep. Geçen bir anket yaptılar hepinizde gördünüz. Bir sendikanın Genel Başkanı
epeyce geride kaldı ankette. Bakmış oy alamayınca
birileri oturmuş oy sayısını 4 bin 500 iken yarım saat
sonra 24 bin 750 ye çıkarmış. “Bu işte bir hile var” dedim. Manipüle ediyorlar. Gerçekten bu sendika manipüle ettiyse çıksın anlatsın. İlgili site “Bu anketimiz
bir Genel Başkan lehine sahte 20 bin oy kullanarak
manipüle edilmiştir” dedi. Şayet denilse ki, “Bu anket İsmail Koncuk lehine manipüle edildi” ben hemen
gider bu pisliği yapana dava açarım. Bunlar dava açmadı, “Biz yapmadık” diye bir açıklamada yapmadılar. Ben bizzat kendileri yaptı da demiyorum ama o
zaman dava açacaksınız, IP adresi belli, yayınlanmış.
Sessiz kalıyorsanız olmaz. “Sükut ikrardan gelir” sesiz kalmak kabul etmek demektir, bu lekedir, bu leke
hemen temizlenmeli. Ahlaklı bir sendika peşine düşer
bunun. 21 maddeden biriside KİT çalışanları ile ilgili
bir madde idi. 31.01.2016 tarihine kadar KİT’lerdeki
ücret grup sayısının beşten üçe düşmesi. Üzerinden
bir yıl geçti, 2017’de yeniden toplu sözleşmeye oturacağız ama üzerinde trih yazan bir madde hala uy-
9
biz bunu yapıyorduk, siz neredeydiniz? Siz bu insanların 12 Eylül’de Mamak’ta, C-5’lerde neler çektiğini
biliyor musunuz? Siz o zaman nerelerde saklanıyordunuz acaba? Darbeler bunları palazlandırmıştır. Biz
darbelere hep karşı olduk, medet ummadık. Kimseye
iftirada atmadık.
Denizli
gulanmamış. Bir yıldır siz neredesiniz? O sözleşmede
imza yetkimiz yok ama uygulanmayan 21 maddenin
neden uygulanmadığını soran ve dava açan Türkiye
Kamu-Sen. Elde ettiğini söylediğin ama uygulanmayan bu maddeler için Türkiye Kamu-Sen dava açıyor
sen susuyorsun. Sesin çıkmıyor. Birçok madde var bu
maddeler içinde. Türk Haber-Sen’in kazanımı olan giyim yardımı vardı bu kazanımı siz neden genişletemediniz? Daha önce alınanı da kaybettiler. Bir çok madde
ve konu hayata geçirilemedi. Bunları söylemeyelim
mi? Deyin ki, ‘Şu madde hayata geçti, İsmail Koncuk
yalan söylüyor.’ Böyle sendikacılık kabul edilemez.”
12 Eylül darbesi sırasında ben öğrenciydim Erzurum’da. O darbeden sonra bizim arkadaşlarımız çok
çileler çekti. Suçları ülkenin bölünmez bütünlüğünü
savunmaktı. Hala dimdik ayaktayız. Biz darbelerle,
acılarla büyüyen bir nesiliz. Çok çektik, darbe kelimesi dahi bizim tüylerimizi diken diken ediyor. Türkiye Kamu-Sen misyonu olan insanların oluşturduğu
bir büyük hareketin adıdır. 15 Temmuz’da büyük bir
musibet yaşadık, kendi insanlarının üzerine bombalar
atan ihanet odaklarının darbe girişimini gördük. Bu
darbe geçmişte yaşananlar dahil olmak üzere herkes
için bir ders niteliğinde. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde ABD’de, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de darbe
olmuyor ama Türkiye’de darbe yapılmaya çalışılıyor.
Neden? Bunu sormamız lazım.
VATANSEVERLİKTE, MİLLİ BİRLİK VE
BERABERLİK KONUSUNDA HASSASİYETTE
TÜRKİYE KAMU-SEN’İN ELİNE SU DÖKECEK
BAŞKA BİRİLERİNİ TANIMIYORUM
Birçok sebep var ama milletin her bir ferdi bunu sorup cevap bulmalı. 15 Temmuz’da milletimiz darbeye
karşı yiğitçe direndi, canhıraş mücadele verdi. Siyasi
partilerin olumlu yaklaşımları darbenin başarısızlığı
sonucunu meydana getirdi. Bundan ders çıkarmalıyız.
15 Temmuz öncesinde nasıl bir Türkiye vardı? İnsanların ayrıştırıldığı hepinizin malumu. Türkiye Kamu-Sen
mensuplarına ikinci sınıf insan muamelesi yaptılar.
Türkiye Kamu-Sen üyesi olmak sanki farklı bir şeydi.
Fedakarlıkta, birlik ve beraberlikte, vatanseverlikte
Türkiye Kamu-Sen üyelerinin eline su dökecek başka
bir grup tanımıyorum.
15 Temmuz’dan önce kamuda Türkiye Kamu-Sen
mensuplarına ikinci sınıf muamelesi yapıldığını hatırlatan Genel Başkan İsmail Koncuk, “15 Temmuz’da yaşadığımız musibetten hala ders almayanlar var” dedi.
Koncuk, “Bunlar 15 Temmuz’da meydanlara çıkmışta
Türkiye Kamu-Sen çıkmamış. Sen meydanlara çıkanların hangi sendikaya üye olduklarının çetelesini mi
tuttun? İki üyemiz şehit oldu, yaralı arkadaşlarımız var.
Sen bir yerine kurşun mu yedin? Bunlar darbesavarmış. Bunların darbesavarlığını nedir anlamak mümkün
değil. Bunlar tatlı su demokratlarıdır. 28 Şubat sürecinde bizler tüm illerde insanların göğsüne “Kesintisiz
demokrasi” kokartları takıyorduk. Tanklar yürürken
Türk Eğitim-Sen’e bağlı neredeyse tüm okul müdürleri görevlerinden alaşağı edildi. Sağlık Bakanlığı’nda ve
diğer kurum kuruluşlarda bir tek yöneticimiz dahi bırakılmadı. Türkiye Kamu-Sen mensupları bu vatanı ve
milleti karşılıksız sevmekten başka ne yaptı? Makam
ve mevkii için kendi karakterlerinden vazgeçmeyen
insanlardır Türkiye Kamu-Sen mensupları. Size adam
gibi adam mı lazım, yoksa soytarımı lazım? Kimse, makam ve mevki için kimsenin ayağına turab olacağımızı düşünmesin. Bu ülke bir yere gidecekse bu ancak
vatansever insanlarla olur. Vefakar, cefakar kadrolar
olmadıkça hiçbir siyasi kurum başarıyı sağlayamaz,
Türkiye’yi geleceğe taşıyamaz. 10
milli birlik ve beraberlik hareketi başlatılmalı. Gelin
mevzuatı sil baştan değiştirelim, mülakatla yönetici
atama sistemini değiştirelim. Kuralsız, torpille yönetici
atama dönemi bitsin” dedi.
“Yenikapı ruhu için hiçbir kurum ve Bakanlık harekete geçmedi” diyen Genel Başkan İsmail Koncuk,
“Yenikapı Ruhunun kuru bir söz olarak kalmasını istemiyoruz” dedi.
Erzurum
KARS
Birkaç yıl önce çözüm süreci esansında Erzurum’da
düzenlenen toplantıda, Diyarbakır’da bölücü başının
mektubunu protesto eden Türkiye Kamu-Sen üyelerine gaz sıkanları eleştirip, “O talimatı hangi kuş beyinli
verdi?” dediği için 354 gün hapis cezası aldığını hatırlatan Genel Başkan Koncuk, “O günlerin hataları bugün
evlatlarımızın şehit olması, şehirlerde bombaların patlaması sonucunu doğuruyor” dedi.
“OHAL’e rağmen, kuralsızlık, hukuksuzluk yapılamaz” diyen Genel Başkan İsmail Koncuk, “Hangi sistem olursa olsun imzalamış olduğunuz uluslararası
sözleşmelerin gereğini yapmak zorundasınız” dedi.
SARI SENDİKACILIĞIN KÖKLENMESİNE
MÜSAADE ETMEYECEĞİZ
KARS
Hadi 15 Temmuz’a kadar bunları yaşadık ama artık bir
musibet yaşadık, bela yaşadık, Türkiye adeta direkten
döndü. 15 Temmuz’dan sonra ayrıştırmadan, ötekileştirmeden vazgeçilmeli. Bunun bir fayda sağlamadığını
acı şekilde gördük. Biz bunu istiyoruz. Türkiye’de,
Çalışma hayatında son 14 yılda çok ciddi sıkıntıların baş gösterdiğine vurgu yapan Genel Başkan İsmail Koncuk, “Sağlam bir sendikal mücadele
lazım, Kamu çalışanlarının kahir ekseriyetince desteklenen bir sendikal anlayış gerek. İşte onun adı Türkiye Kamu-Sen’dir” dedi. Koncuk, “Sendikacılık önemli
bir faaliyet. Çalışma hayatı sıkıntılarla dolu. 4-C’liler
,kadro alamadı 4-B’liler var, 2011’de 4-Blilik kaldırılsın
diye kanun çıkarttırdık. 2006’dan 2011’e kadar mücadele ettik, yapmadığımız eylem kalmadı. 4-B’ye kadro
taahhüdünü partiler seçim beyannamelerine koyunca AKP’de bu sözü vermek durumunda kaldı. Çabuk
unutuyoruz. Biz bu mücadeleyi yaptık ve bir sendika
diyor ki, “Biz yaptık” bir tane eylemin yok ayıptır.
4-B’lilik halen var ne yazık ki. Hem kaldırdılar hem de
almaya devam ettiler.
Öğretmenliği yine sözleşmeli hale getirdiler. Sadece
öğretmenlik değil yarın sağlık çalışanları da KHK ile
sözleşmeli olarak mülakat sistemi ile alınacaklar. Vekil ebe, vekil hemşire, vekil imam son 14 yılda ortaya
11
KAHRAMANMARAŞ
KAHRAMANMARAŞ
konuldu. Kiralık işçilik dönemi başladı, “Bu milletin evlatlarını kiralık hale getirmeyin” dedim. Taşeronlaşma
kamuda 2002’de 15-20 bin civarındayken bugün 730
bin oldu. Sayın Cumhurbaşkanı, dün bir konfederasyonu kabulünde taşerona kadro verileceğini çalışmaların
sürdüğünü ifade etti. Sevinelim mi üzülelim mi bilemedim. Bunu bu hale getiren bu iktidar. Bu sayıyı bu hale
getirenlere duamı edelim? Belediyeler ve özel sektör dahil edilince 2 milyonun
üzerinde taşeron var. Geleceği olmayan, kaderi patronun iki dudağı arasında şekillenen bir istihdam türü
konuldu. Sendikal mücadele lazım, sağlam bir sendikacılık. Kamu çalışanlarının kahir ekseriyetince desteklenen bir sendikal anlayış gerek. İşte onun adı Türkiye
Kamu-Sen’dir. Memurlarımızın maalesef büyük bir kısmı kendilerini alenen pazarlayan, mücadele etmeyen
bir yapıya üye oluyor. Neden? Şartlar böyleymiş. Türkiye Kamu-Sen’in yiğit 450 bin üyesi var, kim ne diyebilir? Sağlam bir sendikal mücadele ve tercih. Tesadüfen
sendikal tercihte bulunmamalıyız. Sarı sendikacılığım
köklenmesine, güçlenmesine müsaade etmemeliyiz.
Bunu anlatacağız. Hep birlikte mücadele edeceğiz. Bütün bedeniniz ve hücrelerinizle Türkiye Kamu-Sen’in
yanında olun, uyarın ülkemiz için çocuklarımızın gelecekleri için anlatın. Tüm kamu çalışanları gerçekleri
görmeli. Doğruları söyleyeceğiz, herkes için hepimiz
için. Milleti sivil toplum kuruluşları yönlendirir, sizler
insanları yönlendirebilirsiniz. Gelin bu mücadeleyi hep
birlikte zirveye taşıyalım. Hepinize teşekkür ediyor,
çalışmalarınızda başarılar diliyorum” diyerek sözlerini
tamamladı.
12
TÜRKİYE KAMU-SEN
EĞİTİM AKADEMİSİ KURULDU
Üyelerimizin ve yakınlarının yaşam boyu eğitim ihtiyaçlarını karşılamak üzere, tüm eğitim kurumlarıyla
yaptığımız anlaşmaların tek bir platform üzerinden takip edilebilmesi ve ayrıcalıklı fiyat avantajları sunarak
anında kayıt yaptırma imkânı sağlaması bakımından
sendikacılık alanında Türkiye’de örneği bulunmayan
bir çalışmaya imza atmış bulunuyoruz. Gelişen ve değişen dünyada kendimize ve yakınlarımıza daha iyi bir gelecek imkânı elde edebilmek için
eğitim seviyemizi, bilgi birikimimizi ve tecrübemizi
sürekli yükseltme zorunluluğumuz bulunuyor. Özellikle kamu görevlilerimizin çalışma yaşamında daha iyi
yerlere gelebilmesi amacıyla yeni eğitim imkânlarına
sahip olması, sertifika programlarıyla kendisini sürekli
geliştirmesi gerekiyor. Ne yazık ki, kamu çalışanlarımız yoğun çalışma temposu içerisinde eğitime ayıracak vakit bulmakta güçlükler yaşıyor, yüksek eğitim
giderleri nedeniyle bu ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
Türkiye Kamu-Sen, üyelerinin ve üye yakınlarının yük-
seköğrenim, yüksek lisans, doktora, kişisel gelişim,
sertifika gibi eğitim alanındaki tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere İstanbul European Institute Business School ile anlaşarak bu soruna kalıcı bir çözüm getirdi.
Üyelerimiz ve üye yakınları, Konfederasyonumuz ve
bağlı bütün sendikalarımızın sitelerinde yer alan linklere tıklayarak açılacak olan sayfada, ihtiyaç duydukları eğitim programları hakkında bilgi sahibi olabilecek,
eğitim programlarını görebilecek, kendilerine uygun
eğitim takvimini seçerek durumlarına göre örgün ya
da uzaktan eğitim hizmetlerinden herhangi birine
anında kayıt yaptırıp, en uygun fiyatlarla doğrudan
eğitimlerine başlayabilecekler.
Şu anda yükseköğrenim, yüksek lisans, doktora, sertifika, yabancı dil, kişisel gelişim gibi pek çok alanda
sunulan eğitim hizmetleri, ilerleyen dönemde sizlerden gelecek talepler doğrultusunda daha genişletilerek bu alandaki bütün ihtiyaçları karşılayacak
çeşitliliğe ulaşacak. Gerekli şartların
sağlanması durumunda örgün eğitimler, üyelerimizin bulunduğu illerde ya da en yakın bölgelerde, belli
dönemlerde gerçekleştirilebilecek.
Üyelerimiz, uzaktan eğitim hizmeti
de sunulan portalımızda, bazı eğitim-
13
leri sitelerimiz üzerinden, yerinden kalkmadan online
olarak alabilecek.
Türkiye’de eğitim alanında hiçbir sendikanın sunmadığı bu hizmeti, bir ilki gerçekleştirerek üyelerinin kullanımına sunan Türkiye Kamu-Sen, sendikacılıkta her
alanda çığır açmaya ve öncülük etmeye devam ediyor. KONCUK: İNSAN ÇAĞINA GİRİYORUZ
Türkiye Kamu-Sen Akademi hakkında açıklamalarda bulunan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail
Koncuk, “İnsanlık Sanayi, Uzay ve Bilgi çağlarından
sonra şimdi İnsan Çağı’na girmek üzeredir. İnsanoğlunun daha önce yaşadığı dönemler, etrafında keşfettiği hammaddelerle tanımlanıyordu. Daha sonra insan,
çağları gelişen teknolojiyle fethettikleri alanlar olarak
tanımladı ve Sanayi Çağı, Uzay Çağı ve Bilgi Çağı’nı
oluşturdu. Şimdilerde ise insan potansiyelinin ekonomik büyümenin temelini teşkil edeceği yeni bir çağa,
İnsan Çağı’na girmek üzereyiz.
Yetenek, potansiyeli harekete geçirmek ve sürekli gelişim bu çağın kilit noktası olacak. Türkiye, sanayi devriminden sonraki bütün çağların peşinden koşmuş, bir
türlü yakalayamamıştır. Bugün önümüze yeni fırsatlar
sunan bir değişim ve dönüşümün eşiğinde bulunuyoruz. Yeni çağ, yeni dönem, hayatın odağına insanın
oturduğu bir süreci işaret ediyor. Bu dönemde kamu
görevlilerimizin kariyer imkânlarını eğitim seviyesinin
yüksekliği yanında sahip olduğu yetenekler ve kendini
geliştirme potansiyeli belirleyecek.
Türkiye Kamu-Sen olarak çağı yakalamanın ve yeni
çağa devletimizin ve milletimizin damga vurmasının
yegâne yolunun, değişimleri takip etmekten değil bilakis değişimin mimarı olmaktan geçtiğini ifade ediyoruz. Biz, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da
bir çığır açıyor, kamu görevlilerimizin yakın gelecekte
yaşanacak dönüşüme uygun olarak yetkinliklerini artırmak, gelecekte ortaya çıkacak nitelik ihtiyacını şimdiden karşılayarak geleceği inşa eden bir toplum oluşturmak adına önemli bir adım atıyoruz. Bu uygulama
ile üyelerimiz ve yakınlarının bütün eğitim ihtiyaçlarını, yerinden kalkmadan, tek bir tıkla karşılayabilecekleri bir sistem sunuyoruz. Kamu görevlilerimiz yüzlerce eğitim programı arasından ihtiyaç duyduğu alanı
belirleyerek, rekabetçi şartlarda, kaliteli eğitim imkânına kavuşurken dilerse ülkemizde de denkliği kabul
edilmiş üniversitelerde yurt dışı eğitim programlarına
da kayıt yaptırabilecek. Üyelerimiz, sermayenin, kültürün ve bilginin küreselleştiği dünyada eğitimin küreselleşmesinin avantajlarını da Türkiye Kamu-Sen’le
yaşayacak.
Türkiye Kamu-Sen Akademi’nin, tüm üyelerimize ve
ülkemize hayırlar getirmesini dilerken, geleceği inşa
eden bir konfederasyon olmaktan duyduğum mutluluğu ifade etmek istiyorum.” dedi. 14
TÜRKİYE KAMU-SEN’Lİ
KADINLARA
‘SENDİKACILIK’ EĞİTİMİ
15
olarak yıllardır zorlu ve meşakkatli bir
yolda yürüyoruz. Kurulduğumuz günde
zorlu yollardan geçtik, bugünde zorlu bir
dönemden geçiyoruz.
Ancak, geçen bu süre zarfında her zaman
nitelikli bir sendikacılık yapmayı kendimize şiar edindik. Sendikacılık içerisinde
eğitimin önemine her zaman dikkat çektik ve bunu uygulamaya gayret ettik. İşte
bugün burada da verilen eğitim ve bunun
meyvesi olan bir töreni gerçekleştiriyoruz. Biz biliyoruz ki, kadın eli değemeyen
hiçbir işte başarı sağlanamaz. Bu nedenle
böyle çalışmalar gücümüze güç katacaktır.
Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonlarının geçtiğimiz aylarda düzenlediği Temel
Eğitim Programı’nın sertifika töreni Genel
Merkezimiz konferans salonunda gerçekleştirildi.
LEYLA POLAT: VERİLEN BU
EĞİTİMLE ÇOK ŞEYLER KAZANDIK
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail
Koncuk’un, Eğitim ve İstişare Toplantısı
sebebiyle Ankara dışında bulunmasından dolayı katılamadığı törenin açılışında
konuşan Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonları Başkanı Leyla Polat, “Verilen
bu eğitimde çok ciddi şeyler kazandık,
kendimize çok şeyler kattık. Emek veren
herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
ÖNDER KAHVECİ: BİZ NİTELİKLİ
SENDİKACILIK YAPIYORUZ
Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri ve
Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder
Kahveci ise, Türkiye Kamu-Sen’in nitelikli
bir sendikacılık yaptığını belirtti. Kahveci,
“Öncelikle bu eğitime katılan ve bugün
bu sertifikaları almaya hak kazanan tüm
bayanları kutluyorum. Türkiye Kamu-Sen
Türkiye Kamu-Sen, bugün hiçbir makam
ve mevkii beklentisi olmadan mücadele
eden 450 bin üyesiyle şerefli bir mücadele
vermektedir. Kamu çalışanlarının hak mücadelesi için kararlılıkla yürüyen, bir taraftan da bu ülkenin milli ve manevi değerlerine sahip çıkan bir konfederasyonuz.
Ben bu konfederasyona kurulduğu günden bugüne kadar katkı sağlayan, mücadele eden kadın erkek herkese ayrı ayrı
teşekkürlerimi sunuyorum. Ebediyete
intikal edenlere yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Bu eğitim programına katkı sağlayan ve bugün sertifikalarını almaya hak
kazanan siz değerli katılımcılara da şükranlarımı sunuyor, tebrik ediyorum” dedi.
Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz ve
Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin
Yokuş’ta, eğitim programı çerçevesinde
sertifika almaya hak kazanan tüm katılımcıları tebrik ederek, başarılar diledi.
Konuşmaların ardından “Temel Eğitim
Programı” çerçevesinde sertifika almaya hak kazananlara sertifikaları, Türkiye
Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci,
Türkiye Kamu-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri ve Türk Büro-Sen Genel
Başkanı Fahrettin Yokuş, Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonları Başkanı Leyla
Polat ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkan
Yardımcısı İsmail Türk tarafından takdim
edildi.
16
ATATÜRK’E SALDIRANLAR
YA GAFİLDİR
YA DA HAİN!
17
MEB’in müfredat çalışmasını bahane ederek Atatürk’e
saldırmak için fırsat kollayanları kınayan Genel Başkan
İsmail Koncuk, “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bugün, Atatürk’e saldıranlar ya gafil
ya da haindir. MEB bunlara itibar edemez.” dedi.
Genel Başkan Koncuk açıklamasında şu satırlara yer
verdi;
“MEB’in müfredat çalışmasını bahane ederek, Atatürk
adına saldırmak için fırsat kollayan embesilleri kınıyorum. Müfredat milli olmalıdır.
Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz
bugün, Atatürk’e saldıranlar ya gafil ya da haindir. MEB
bunlara itibar edemez.
Müfredat değişmez değildir, ancak bunu sanki kutupları yeniden keşfediyor gibi sunmak da doğru değildir.
Değişmesi gerekenler değişmelidir.
Müfredat milli olmalı, bilimden ve çağımızdan kopuk
olmamalıdır. Milli sembol ve kahramanlarımızı ise
kimse tartışmaya açamaz. Takip ediyoruz.
Müfredat çalışmaları asla gayri milli zihniyet sahipleri
ile yapılamaz. MEB bu konuda hassas olmalı, bu tür
kafalara fırsat vermemelidir.”
18
YASAKLANAN
10. YIL MARŞI’NA
SAHİP ÇIKMAYA
DEVAM EDECEĞİZ
19
Bilindiği üzere, Bolu İl Milli Eğitim Müdürü, okullarda 10. Yıl Marşının okunmasını yasaklamış ve okul müdürlerini bu konuda uyarmıştı. Bunun üzerine,
Türk Eğitim Sen olarak gerekli adli ve idari işlemlerin başlatılmasını istemiştik, ancak soruşturma izni verilmemiş, bunun üzerine Bölge İdare Mahkemesine dava açmıştık.
Maalesef, Ankara Bölge İdare Mahkemesi de, Bolu Milli Eğitim Müdürüne soruşturma açılması izni verilmemesi konusunda yaptığımız itirazı reddetmiştir.
Konuya ilişkin bir açıklama yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail
Koncuk şunları kaydetti:
“Bu ülkede kanunlar çiğnenmek için mi yapılır anlamak mümkün değildir.
Bolu İl Müdürü bu tavrı ile alenen Türk Milli Eğitiminin hedeflerine aykırı
davrandığı gibi, Cumhuriyetin ilk 10 yılındaki, bu milletin Atatürk liderliğinde
ortaya koyduğu başarılara açıkça hakaret etmiştir.
Yargı kararları önemlidir ancak bir insanla ilgili asıl kararı verecek olan vicdanlardır.
Ankara Bölge
İdare Mahkemesi,
10. Yıl Marşının
okunmasını
yasaklayan Bolu
Milli Eğitim
Müdürüne
soruşturma açılması
izni verilmemesi
konusunda Türkiye
Kamu-Sen’in yaptığı
itirazı reddetti!
Kim ne derse desin, bu şahıs, il milli eğitim müdürü olma kriterlerini taşımadığı gibi, bir bürokrat olarak duyulması gereken güveni kaybetmiştir.
Umarım, Milli Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz, bu şahısla Bolu’da milli eğitimin bir yere varamayacağını görür ve gerekeni en kısa sürede yapar. Takipçisiyiz.”
YASAKÇI MÜDÜR NE DEMİŞTİ?
Hatırlanacağı gibi Bolu Milli Eğitim Müdürü Yusuf Cengiz, okullarda 10’uncu
Yıl Marşı’nın söylenmesini yasakladı. Cengiz, okul müdürleri toplantısında
okullarda 10’uncu Yıl Marşı’nın çalınmaması talimatını verdi.
Cengiz, gazetecilerin bir sorusu üzerine, “Okullarda 10’uncu Yıl Marşı’nın
çalınmamasını söyledim. Artık 10’uncu Yıl Marşı mı kaldı? 2023’te 100’üncü
yıl marşını yazacağız” dedi.
Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Eğitim-Sen, gelişmelere kayıtsız kalmamış
ve gereğini yapmıştı. Bolu Milli Eğitim Müdürü Yusuf Cengiz hakkında suç
duyurusunda bulunulmuştu.
20
21
MEMUR VE
EMEKLİLER DE
İYİLEŞTİRME
ZAMMINI
HAK EDİYOR
Hakim ve savcılara yapılması planlanan maaş zammı olumlu
bir karardır ancak tüm memurlar ve emeklileri kapsayacak
şekilde genişletilmelidir. Şayet genişletilmezse, eksik ve
adaletsiz bir uygulama olarak akıllarda kalacaktır.
22
Genel Başkan İsmail Koncuk
değerlendirmesinde;
“Birkaç gündür basın yayın organlarında, çıkarılacak
bir Kanun Hükmünde Kararname ile hâkim ve savcılara ödenmekte olan özel hizmet tazminatının derecelere göre artırılacağı ve 1. sınıf hâkim ve savcıların
maaşlarına 2 bin 700 liraya ulaşan miktarda bir artış
sağlanacağı yönünde haberler yer almaktadır. Hâkim
ve savcılarımızın maaşlarının yükseltilmesi elbette
hepimizin arzusudur. Ancak talebimiz, bütün kamu
görevlilerinin ekonomik sorunlarının çözülmesi yönündedir.
Yapılması planlanan tazminat artışından halen görevde bulunan 11 bin 116 hâkim, 4 bin 828 savcı olmak
üzere 15 bin 944 yargı mensubu yararlanacaktır. Buna
karşın kamu kurum ve kuruluşlarında işçilerle birlikte
3 milyon 341 bin kamu çalışanı istihdam edilmekte,
yaklaşık iki milyon memur emeklisi bulunmaktadır.
Kamu görevlileri arasından 16 bin kişinin sorununa
çare üreten yetkililerin, geride kalan 3 milyon 325 bin
çalışanı, iki milyon emekliyi yok sayması, büyük bir
adaletsizliğin doğmasına neden olacaktır. Yine hâkim ve savcılarımıza yönelik olarak benzer bir
uygulama 3 yıl kadar önce de hayata geçirilmiş ve hâkim ve savcıların maaşlarına 2014 yılının Aralık ayından itibaren bin 155 lira zam yapılırken, diğer Adalet
teşkilatı çalışanları başta olmak üzere kamu görevlilerinin tamamı bu artıştan da mahrum bırakılmıştı.
Son bir yıl içinde dolar kurunda yaşanan %30’luk artışın yanında dört kişilik bir ailenin zorunlu harcamalarına %10,6 zam gelmiş, ailenin aylık zorunlu harcama tutarı 461,76 lira artmıştır. 2017’nin ilk enflasyon
rakamı, önümüzdeki gün açıklanacaktır. Beklentiler,
yılın ilk ayında enflasyonun oldukça yüksek çıkacağı
yönündedir. Buna karşın memur maaşlarına ocak ayı
itibarı ile yapılan %3’lük zammın maaşlara yansıması
ortalama 81,1 TL’dir. Dolayısıyla memurlarımızın ve
emeklilerimizin tamamı 2016 ve 2017 yıllarının kaybedeni olarak öne çıkmaktadır. Maalesef iktidar, kamu görevlilerinin sorunlarına kör
bakan uygulamalarını ısrarla sürdürmektedir. Milyonlarca memur ve emekli artan enflasyon karşısında %3
zam verilerek korumasız bırakılırken, kamu görevlileri arasında ayrıcalık tanınan bir kesimin maaşlarına
%30 artış yapılacak ve var olan adaletsizlik alabildiğine körüklenecektir.
Böyle bir çalışmada önce adalet çalışanlarının bir bütün olarak görülmesi, ardından da tüm memur ve
emeklilerin özellikle 2016 yılında yaşadıkları ve 2017
yılında karşı karşıya kalacakları ekonomik hak kayıplarının ele alınıp değerlendirilmesi gerekirken, yalnızca
bir kesimin sorunlarına eğilmek, doğru bir yaklaşım
değildir. Böyle bir durumda neden Adalet çalışanlarının tamamına maaş zammı yapılmadığı açıklanmalıdır.
Türkiye Kamu-Sen olarak yıl içinde gelişen ekonomik
olaylar karşısında ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara binaen
gündeme taşıdığımız mali taleplerimiz, “Toplu sözleşme hükümlerinin dışına çıkamayız” gerekçesiyle geri
23
çevrilmektedir. Demek ki istenildiğinde toplu sözleşme hükümlerinin dışına çıkılabilinmektedir. Bu durumda tüm kamu görevlilerinin maaş sorununu çözecek bir çalışma yapılmaması için iktidarın bir gerekçesi
de kalamamıştır.
çalışanları kadro beklemekte, yardımcı hizmetliler ek
gösterge hakkından faydalanmak istemektedir. KİT
çalışanları, toplu sözleşmede karar altına alınan ücret
gruplarının yeniden düzenlenmesi hükmünün uygulanmasını talep etmektedir. Bu düzenlemenin sınırlı kalması halinde, bir tarafta
81,1 lira zamma mahkûm edilen diğer tarafta 3 bin
liraya varan tutarda zam alan bir kesim ortaya çıkacak,
eşit işe eşit ücret sağladığı iddia edilen 666 sayılı KHK
ile oluşturulan adaletsiz sistem biraz daha bozulacak,
Adalet Bakanlığı bünyesinde maaş makası daha da açılacaktır.
Bu zam kararı, bütün memurları ve emeklileri kapsayacak şekilde genişletilmeli, kamu görevlilerinin dağ
gibi biriken sıkıntıları görmezden gelinmemeli, verilen
sözler unutulmamalı ve memurları mutlu edecek bir
çalışmaya imza atılmalıdır.
Memurlar eriyen maaşlarının telafisini istemektedir.
Nöbet ücretlerinin artması, fazla mesai ödemesinin
yeniden uygulanması, ek ders ücretlerinin yükseltilmesi gerekmektedir. 2015 yılında imza altına alınan
tolu sözleşmenin 21 maddesi hala uygulanmamış, verilen sözler tutulmamıştır. Sözleşmeli personel, memur işi yapan işçiler, 4/C’li geçici çalışanlar, taşeron
Memurları altı ay boyunca 81,1 TL’ye mahkûm eden
anlayış, bir kalemde hâkim ve savcılara bu paranın tam
37 katını vermeyi vaat ederken, diğer Adalet çalışanlarını ve tüm memurları yok saymaktadır. Hâkim ve
savcılarımıza yönelik bir düzenleme yapılırken diğer
kamu görevlileri bir köşeye atılmamalıdır. Hepimiz
aynı ekonomik koşullar altında yaşıyorsak, istisnasız
bütün ve memur emeklilerimiz de benzer bir iyileştirme zammını hak etmektedir” dedi.
24
OCAK AYI ASGARi GEÇiM SONUÇLARI AÇIKLANDI
Çalışan tek kişinin
yoksulluk sınırı
2.451,81 TL
Türkiye Kamu-Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin
yapmış olduğu 2017 Ocak ayına ait asgari geçim endeksi sonuçları açıklandı.
Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan Ocak 2017 fiyatlarına göre yapılan araştırmada çalışan tek kişinin
yoksulluk sınırı 2.451,81 TL olarak hesaplandı.
Çalışan tek kişinin yoksulluk sınırı geçtiğimiz aya göre,
79,7 TL arttı.
Çalışan tek kişinin açlık sınırı da bir önceki aya göre
%3,70 oranında yükselmiş ve 1.888,65 Lira olarak hesaplandı. Açlık sınırındaki bir aylık artış,
67, 47 TL’yi buldu.
Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin ortalama gıda
ve barınma harcamaları toplamı ise 2017 yılı
ocak ayında 1.925,72 Lira olarak tahmin edildi.
Dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddi ise 5.019,93
Lira olarak belirlenmiştir. Sonuçlar, dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddinin bir önceki aya göre %3,98
oranında arttığını ortaya koydu.
Yapılan araştırmada, 4 kişilik bir ailenin sağlık
kuruluşlarının belirlediği gibi sağlıklı bir biçimde beslenebilmesi için gerekli harcamanın
Ocak 2017 verilerine göre günlük 39,14 TL
olduğu belirlenirken, Ailenin aylık gıda harcaması toplamı ise 1.174,05 TL oldu.
Dört kişilik ailenin zorunlu harcama tutarı geçen aya
göre ortalama 192, 06 TL yükseldi.
Ocak 2017 itibarı ile ortalama 2.784,96 TL
ücret alan bir memurun ailesi için yaptığı
25
gıda harcaması, maaşının %42,16’sını oluşturdu. Türkiye İstatistik Kurumu verilerinde 751,67 TL olarak
belirlenen kira gideri ise Ocak 2017 ortalama maaşının %27’sine denk geldi.
Buna göre bir memur, ortalama maaşının %69,16’sını
yalnızca gıda ve barınma harcamalarına ayırmak zorunda kalırken, diğer ihtiyaçlarını karşılamak için ise
maaşının %30,84’ü kaldı.
Ortalama ücretle geçinen bir memur ailesinin ulaşım,
sağlık, eğitim, haberleşme, giyim gibi diğer zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması için Ocak 2017 maaşından geriye yalnızca 858,88 TL kaldı.
KONCUK: MEMURLAR 2017 YILINI ŞİMDİDEN
KAYBETTİ
Ocak ayı Asgari Geçim sonuçlarını değerlendiren
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk,
“Memurların daha ilk aydan zararla yıla başladılar”
dedi. Koncuk, “Hatırlanacağı gibi Ocak ayında kamu
görevlilerine yüzde 3 oranında zam yapılmıştı.
Bu zammın ortalama olarak maaşlara yansıması 81.1
TL oldu. Ancak aynı ay içerisinde harcamalara gelen
zam yüzde 3,98’i buldu. Buna göre, 81,1 TL zam alan
memurun harcamaları 192,06 TL arttı. Böylece memurlar yılın ilk ayı itibariyle yaklaşık 111 TL içeri girmiş oldu.
Tarihi başarı olarak adlandırılan, alkışlar eşliğinde sloganlarla imzalanan toplu sözleşmede ki zammın bugün hiçbir işe yaramadığı ve kamu çalışanlarının eline
geçmeden uçup gittiği ortaya çıkmıştır.
Bundan önce de belirttiğimiz gibi 2017 yılının geçtiğimiz yıldan daha zor geçeceği yılın ilk ayından ortaya
çıkmıştır. Hakim ve Savcılara ek bir zammın yapılacağı
haberleri basına yansırken, bu zammın sadece 16 bin
kamu görevlisini kapsayacak olması kamu vicdanında
derin yaralar açacaktır.
Tüm gerçekler ortadayken ve Ar-Ge Merkezimiz bu
gerçekleri resmi rakamlarla gözler önüne sermişken,
3,3 milyon kamu görevlisinin feryatlarına kulak tıkamak idarecilere yakışmamaktadır.
Yaşanan gerçekler göz önüne alındığında kamu görevlileri ve emeklilerin 2017 yılını kurtarabilmek için bir
iyileştirme yapılması şart olmuştur” dedi.
26
Bütün bu hesaplamalar
gösteriyor ki ne memur
ve emekli maaşlarına
ne asgari ücrete ne
de diğer çalışanların
ücretlerine yapılacak
zamlar kararlaştırılırken,
enflasyon hesabını
temel almak gerçekçi bir
yaklaşım değildir.
TÜİK’İN ENFLASYONUNUN
MUTFAK ENFLASYONUNU
YANSITMADIĞI BİR KEZ DAHA GÖRÜLDÜ
27
2015 yılı sonunda 2,91 TL olan dolar kuru 2016
yılının son gününde 3,52’ye yükseldi. 2015 yılı
sonunda 3,18 TL olan euro ise 2016 yılı sonunda
3,71 oldu. Buna göre dolar kurundaki yıllık artış
%21; euro’daki yıllık artış ise %17 olarak gerçekleşti. Dolayısıyla bütün ürünlere de döviz kurunda yaşanan bu artışa paralel olarak bir artış geldi.
Öyle ki, 2015 yılı sonunda 4,3 lira olan kurşunsuz
benzinin fiyatı da %21,4 oranında artarak 5,22
TL’ye yükseldi. Akaryakıt fiyatlarının artmasıyla
ulaşım giderleri de yükseldi ve bütün ürünlerin
fiyatına en azından taşıma maliyeti olarak bu rakamlar yansıtıldı. Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk
TÜİK’in açıkladığı 2016 enflasyon rakamına
ilişkin değerlendirmede bulundu.
Genel Başkan Koncuk açıklanan rakamların
cebimize yansıyan gerçek enflasyonu ortaya koymadığını belirtti.
Genel Başkan İsmail Koncuk değerlendirmesinde;
“2016 yılına ilişkin enflasyon rakamları açıklandı.
TÜİK’in açıkladığı verilere göre 2016 yılında enflasyon %8,53 olarak belirlendi. Buna göre ülkemizdeki bütün mal ve hizmetlerin bedeli, ortalama %8,53 oranında zamlandı.
Bilindiği gibi TÜİK, ülkemizdeki 417 çeşit ürünün
ortalama fiyat değişimi üzerinden bir enflasyon
hesabı yapıyor. Bu ürünlerin içerisinde flütten at
yarışına, sayısal lotodan milli piyangoya kadar vatandaşlarımızın ağırlıklı olarak kullanmadığı ürünleri de kapsamakta. Ama yapılan araştırmalara
göre vatandaşlarımızın düzenli olarak kullandığı
mal ve hizmet adedi, bu 417 ürün içerisinde yalnızca 80-90 arasında değişiyor.
Dolayısıyla TÜİK tarafından açıklanan enflasyon
rakamları bir ortalamayı gösterse de gerçek anlamda vatandaşlarımızın cebine yansıyan fiyat dalgalanmalarını yansıtmıyor.
Kaldı ki, geçtiğimiz yıl döviz kurlarında yaşanan
artışlar kamu görevlilerimizin ve vatandaşlarımızın alım gücünün düşmesine, maaşların reel olarak
azalmasına neden oldu. Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi’nin çalışmasına göre benzin fiyatlarının enflasyona göre 2,5 kat
daha fazla zamlandığı ortaya çıkıyor. Buna göre vatandaşlarımız, yılbaşında 215 liraya doldurdukları
50 litrelik depoyu, bugün 261 liraya doldurabiliyor. Benzin fiyatlarındaki artış, vatandaşların karşısına her depo doldurmada 46 lira ek yük olarak
çıkıyor. Hal böyle olunca belki şans topuna, sayısal loto fiyatına ya da flüt ve at yarışı oyunlarına zam gelmedi ama vatandaşlarımız için olmazsa olmaz nitelik
taşıyan gıda, giyim, ulaşım, temizlik, haberleşme,
eğitim gibi ürünler açıklanan enflasyonun üzerinde
zamlandı. Memur maaşları dolar karşısında reel olarak ortalama %7 eridi ve alım gücü 2008 yılının bile gerisine gitti.
Bütün bu hesaplamalar gösteriyor ki ne memur
ve emekli maaşlarına ne asgari ücrete ne de diğer
çalışanların ücretlerine yapılacak zamlar kararlaştırılırken, enflasyon hesabını temel almak gerçekçi
bir yaklaşım değildir.
Ülkemiz gerçeklerini ortaya koymayan, harcamalarda ortaya çıkan gerçek artışları karşılamayan ve
maaşların reel olarak artmasını sağlamayan zamlarla
kamu görevlilerimiz her geçen yıl biraz daha fakirleşmekte, alım gücümüz biraz aha düşmektedir. Sosyal devlet, çalışanların ve vatandaşların ekonomik gerçekler karşısında korunmasını öngörür.
Öyle ise bu yıl içinde gerçekleştireceğimiz toplu
sözleşme görüşmelerine hükümetin enflasyon hedefi doğrultusunda bir zam teklifi ile gelmesi kabul
edilemez” dedi. 28
ZAMLAR
MEMURUN, EMEKLİNİN
6 AYLIK ZAMMI OCAK
ENFLASYONUNA YENİLDİ
MEMURU TUŞ ETTİ!
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı
İsmail Koncuk, TÜİK’in %2,46 olarak
açıkladığı ocak ayı enflasyonunun
memur maaşlarına etkisine ilişkin
değerlendirmelerde bulundu. 2017’nin
6 ayı için verilen zammın ilk ayda
eridiğini ifade eden Koncuk, “Memur
ve emeklileri önümüzdeki dönemde
ortaya çıkması muhtemel çift haneli
enflasyondan koruyun” dedi. 29
İsmail Koncuk’un konu hakkındaki açıklamaları şu şekilde: ‘’2017 yılının ilk ayına ilişkin enflasyon verileri TÜİK
tarafından açıklandı. Buna göre enflasyon ocak ayında
%2,46 oldu. Hatırlanacağı gibi 2015 yılında imzalanan
ve geleneksel olarak tarihi başarı şeklinde nitelendirilen toplu sözleşmede memur ve emeklilerin maaşlarına
2017 yılının ilk 6 aylık dilimi için %3 artış yapılması kararlaştırılmış ve maaşlar da aybaşında buna göre artırılmıştı.
Ocak ayı enflasyonu %2,46 çıkınca, kamu görevlilerine
ve emeklilere yapılan %3’lük zammın neredeyse tamamının daha memurun eline geçmeden eridiği görüldü. Buna göre memurun elinde ocak maaşından geriye
yalnızca %0,54’lük bir zam kaldı. Bundan sonra her ay
enflasyon %0 bile çıksa, memurlar ve emekliler temmuz
ayına kadar %0,54’lük zamla geçinmek zorunda kalacaklar. Fiyat gelişimlerine bakıldığında, büyük ihtimalle memur ve emeklilerin maaşları şubat ayı itibarı ile bütünüyle
eriyecek ve alım gücü 2016 yılının da gerisine düşecek. Bilindiği üzere ülkemizde ailenin zorunlu harcamalarının
büyük çoğunluğunu gıda, barınma, ısınma, ulaşım, okul,
temizlik gibi gider kalıpları oluşturuyor. Son aylarda artan döviz kuru ve mevsimsel nedenlerin de etkisiyle gıda
fiyatlarında büyük bir artış yaşandı. Açıklanan enflasyonun, son değişikliklerle birlikte 414 çeşit ürünü kapsıyor
olması ve bu yıldan itibaren gıda fiyatlarının enflasyon
içindeki ağırlığının düşürüldüğü de hesaba katıldığında
aslında maaşlardaki erimenin ve ailenin ortalama harcama tutarındaki artışın çok daha yüksek olduğu gerçeği
ile karşı karşıya kalmaktayız. Dolayısıyla aslında vatandaşların cebine yansıyan gerçek enflasyonun açıklanan
%2,46’nın çok üzerinde olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Başka bir anlatımla memur ve emeklilere 6 ay için verilen zam daha cebine girmeden eridi, gitti. TÜİK ise
açıkladığı enflasyonla bu erimeyi biraz daha yumuşatarak tescillemiş oldu.
Yıllardan beri ifade ettiğimiz üzere, toplu sözleşme görüşmelerinde yetkili konfederasyonun ağırlığını gösterememesi, kamu görevlilerinin pazarlık gücünü ortaya
koyamaması nedeniyle memur ve emeklilere, ekonomik gerçeklerle bağdaşmayan maaş zamları konusunda
anlaşma yapılıyor. Çoğu zaman kamu görevlilerimizin
müktesep hak haline gelmiş kazanımları baltalanıyor.
Geçtiğimiz yıllarda enflasyon farkı hesabında yapılan
değişikliklerle memurlarımızın maaşlarından %1,8 çalınmıştı. 2014 yılında memurlara 123 lira seyyanen zam
yapılmış, hiç enflasyon farkı verilmemişti. 4/C’li çalışanların mahkeme kararıyla elde ettikleri 650 lira tutarındaki ek ödeme hakları aylık 150 liraya düşürülmüş, başta
TRT olmak üzere çalışanlarımızın giyim yardımı hakkı
budanmıştı. 2016 yılının ocak ayına kadar KİT’lerdeki ücret gruplarına ilişkin düzenleme yapılması gerekiyordu;
ancak şu ana kadar yapılmadı. Toplu sözleşme hükümlerinden 21 tanesi halen uygulamaya sokulmadı ve yetkili
konfederasyon attığı imzaya dahi sahip çıkıp, bunları dile
getirme basireti gösteremedi. Bunlar, tarihi başarı olarak
kamuoyuna duyurulan ama kapalı kapılar ardında, herkesten kaçırılarak imzalanan toplu sözleşmelerin defolarından yalnızca birkaçı.
Bugün de 2017 yılının ilk ayı itibarı ile sözde tarihi toplu sözleşme ile getirilen maaş zammının, ekonomik
gelişmeler karşısında yetersiz kaldığını görüyoruz. Bir
toplu sözleşme metni düşünün ki, daha ilk aydan itibaren fiyaskoya dönüşsün, bütün geçerliliğini yitirsin. Bir
konfederasyon düşünün ki, memurun, emeklinin yitip
giden hakları için kılını bile kıpırdatmasın. Ne yazık ki,
bunlar dünyada yalnızca bizim ülkemize özgü olarak
gerçekleşiyor.
Şimdi kamuoyunda hâkim ve savcılara 2 bin 700 liraya
varan miktarlarda bir zam yapılacağı yönünde haberler
dolaşıyor. Bu elbette olumlu bir girişim ancak görüldüğü
gibi ortada daha cebine girmeden aldığı maaş zammı eriyen 3,3 milyon çalışan ve 2 milyon emekli gerçeği var. Bu
gerçeği göz ardı etmek kul hakkı yemek olacaktır. Daha
önce de belirttiğimiz gibi artık kur yükselmese dahi, geçtiğimiz yıl döviz kurundaki hareketliliğin enflasyona asıl
yansımaları önümüzdeki üç aylık sürede olacak. Bu süre
zarfında çift haneli enflasyonlara yeniden dönülmesi ihtimali yüksek görünüyor. İşsizlik verileri, turizm gelirlerindeki düşüş, kapanan şirketler, düşen kârlılık oranları
ve piyasalardaki durgunluk ülkemizde adı henüz konmamış bir krizin işaretlerini veriyor. Bu durumda memur
ve emeklilerimizi ekonomik yönden koruyacak birtakım
adımlar atılması zorunludur. Bu yönde
atılacak olumlu adımların ekonomimize de hareketlilik olarak geri
döneceği unutulmamalı, yapılacak
çalışmaların bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekliliği
göz ardı edilmemelidir. 30
YENi TOPLU
SÖZLEŞMEYE
YAKLAŞIRKEN,
ESKi TOPLU
SÖZLEŞMENiN
TÜM
HÜKÜMLERi
UYGULANMALI
Türkiye Kamu-Sen Genel
Başkanı İsmail Koncuk, 2017
yılı Ağustos ayında yapılacak
olan toplu sözleşme öncesinde
2015 yılında imza altına
alınan ve hala uygulanmayan
21 maddenin bir an önce
hayata geçirilmesini istedi.
31
Genel Başkan İsmail Koncuk; “Bilindiği gibi, bu yılın Ağustos ayında 2018 ve 2019 yıllarına ilişkin toplu
sözleşme görüşmeleri gerçekleştirilecektir. 2015 yılında imzalanan toplu sözleşme iki yıl süre ile geçerli
idi. Dolayısıyla, 2015 yılında imzalanan toplu sözleşme
hükümleri de bu yıl sonunda hükmünü kaybedecektir.
Yeni bir toplu sözleşme
görüşmesine, eski
toplu sözleşmenin
uygulanmayan
maddelerinin hayata
geçirilmesi talebiyle
gitmek istemiyoruz. Kamu görevlilerinin
çözüm bekleyen sayısız
sorunu varken sorunu
çözmesi gereken toplu
sözleşme metinlerinin
de sorunlara çare
olmaması kabul
edilemez” dedi.
Toplu sözleşmenin geçerlilik süresinin neredeyse
sonuna gelinmiş olmasına rağmen, 2015 toplu sözleşmesinde yer alıp da uygulanmayan birçok konu
bulunmaktadır. KİT’lerde ücret gruplarının yeniden
düzenlenmesi, 4-C’li geçici ve sözleşmeli personel ile
kamu kurumlarında memur işi yapan işçilerin kadroya
geçirilmesi gibi hayati derecede önem taşıyan 21 konu
hala uygulanmış değildir. Türkiye Kamu-Sen olarak
uygulanmayan maddelerin hayata geçirilmesi için her
yolu denedikten sonra yargı yoluna da başvurmuştuk.
Bununla birlikte, Nisan ayında gerçekleştirilecek anayasa oylaması nedeniyle TBMM’nin tatile girmesi söz
konusu. Hal böyle olunca mevzuat değişikliği gerektiren bu maddelerin hayata geçirilmesi de 2017 toplu
sözleşme görüşmeleri öncesinde pek mümkün görünmemektedir.
Bu bakımdan hükümetin bu 21 maddeyi bir an önce
gündemine alarak TBMM tatile girmeden önce gerekli düzenlemeleri yapması gerekmektedir. Aksi halde,
kesin hükümler içeren ve yayınlandığı anda uygulanması zorunlu olan toplu sözleşmenin ciddiyetine ve
hukuki statüsüne gölge düşürecektir.
Yeni bir toplu sözleşme görüşmesine, eski toplu sözleşmenin uygulanmayan maddelerinin hayata geçirilmesi talebiyle gitmek istemiyoruz. Kamu görevlilerinin çözüm bekleyen sayısız sorunu varken sorunu
çözmesi gereken toplu sözleşme metinlerinin de sorunlara çare olmaması kabul edilemez” dedi.
32
33
OHAL
İŞLEMLERİNİ
İNCELEME
KOMİSYONU
NASIL
ÇALIŞACAK?
Olağanüstü hal
(OHAL) kapsamında
yayımlanan 685 sayılı
Kanun Hükmünde
Kararname (KHK)
ile Olağanüstü Hal
İşlemleri İnceleme
Komisyonu kurulacak.
Buna göre, OHAL
çerçevesinde ihraç
edilen kamu çalışanları
bu komisyona
başvurabilecek.
KOMİSYON NE ZAMAN VE KİMLERDEN
OLUŞACAK?
KHK’nın yayın tarihinden itibaren bir ay içerisinde seçilecektir.
Komisyon yedi üyeden oluşacak. Bu üyelerden üç tanesini Başbakan, bir tanesini Adalet bakanı, bir tanesini İçişleri Bakanı bire üye Yargıtay ve Danıştay’da görev yapan
tetkik Hakimleri arasında HSYK belirleyecek.
KOMİSYON NE ZAMAN GÖREVE
BAŞLAYACAK?
Komisyon tarafından başvuruların alınmaya başlanacağı
tarih bu maddenin yayınlandığı 23.01.2017 tarihinden
itibaren 6 ayı geçmemek üzere Başbakanlık tarafından
ilan edilecektir.
KOMİSYONUN GÖREV SÜRESİ NEDİR?
Komisyon, 685 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren iki yıl süreyle görev yapacak. Bakanlar Kurulu,
gerek görmesi halinde bu süreyi, bitiminden itibaren birer yıllık sürelerle uzatabilecek. Komisyonun ilk seçilen
34
üyeleri, iki yıllık sürenin sonuna kadar görev yapabilecek. Sürenin uzatılmasına karar verilmesi halinde
birinci maddenin ikinci fıkrasındaki usule göre yeni
üyeler belirlenecek. Daha önce görev yapan üyeler de
yeniden görev alabilecek. Üyelerin süreleri dolmadan
herhangi bir nedenle görevlerine son verilemeyecek.
KOMİSYONUN GÖREVLERİ NE OLACAK?
685 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile terör
örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı
veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları
değerlendirmek ve karara bağlamak üzere ‘Olağanüstü
Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’ kurulacak
Ayrıca 685 Sayılı KHK’da, komisyonun, olağanüstü
hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen işlemler hakkında, kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan
çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi, öğrencilikle ilişiğin
kesilmesi, dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve
konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim
kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber
ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması, emekli personelin rütbelerinin alınması gibi görev
alanları yer aldı.
DAHA ÖNCEKİ KHK’LAR İLE İHRAÇ EDİLENLER
KOMİSYONA BAŞVURABİLECEK Mİ?
685 sayılı KHK ile birlikte kurulan inceleme komisyonları şimdiye kadar OHAL KHK’sı ile yapılan ihraçların tamamını kapsamaktadır. Bu nedenle, belirtilen
durumda olanlar komisyona başvurabilecekler.
KOMİSYONUN İNCELEME YETKİSİ NEDİR?
Komisyon, görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her
türlü bilgi ve belgeyi, devlet sırlarına ilişkin ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kamu kurum ve
kuruluşları ile yargı mercilerinden talep edebilecek.
KOMİSYONA BAŞVURULAR NERELERE
YAPILACAK?
Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’na
başvurular valilikler aracılığıyla yapılacak. Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılanlar ya da ilişiği kesilenler, en son görev yaptıkları
kuruma da başvurabilecek.
Başvuru tarihi, valiliklere veya ilgili kurumlara başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilecek. Valilikler
ve ilgili kurumlar, kendilerine yapılan başvuruları gecikmeksizin komisyona iletilecek ve mükerrer başvurular işleme alınmayacak.
İHRAÇ KARARLARINA KARŞI DAHA ÖNCE
BAŞVURU YAPMIŞ, DAVA AÇMIŞ VEYA HİÇ
DAVA AÇMAMIŞ OLANLAR KOMİSYONA
BAŞVURUDA BULUNABİLECEK Mİ?
Komisyonun görev alanına giren konularla ilgili, başvuruda bulunmuş dava açmış olanlar ile hiç dava açmamış ve ya başvuruda bulunmamış olanlar da KHK’da
belirtilen komisyona başvuru usulünü işletebilecek.
HANGİ SÜREDE KOMİSYONA
BAŞVURULABİLECEK?
Komisyonun 685 sayılı KHK’ya göre, teşekkül ettirilip,
Komisyonun başvuru almaya başladığı, tarihten önce
yürürlüğe konulan KHK’larla ihraç edilenler, komisyonun başvuru alma tarihinden itibaren 60 gün içinde
başvuruda bulanacaklar.
Örneğin; 29 Ekim tarihinde yayınlanan 675 sayılı KHK
ile ihraç edilen bir kamu görevlisi komisyonun göreve
başladığı ve başvuruları aldığı tarihten itibaren 60 gün
içerisinde başvuruda bulunabilecek. Bu süreyi kaçırması halinde başvuru hakkını kaybetmiş olacaktır. Bu tarihten sonra, örneğin; Nisan ayında yürürlüğe
konulabilecek bir KHK ile ilgili ise, kamu görevlisi bu
KHK’nın Resmi Gazete’de yayınlandığı tarihten itibaren 60 gün içerisinde komisyona başvurabilecek.
KOMİSYON KARARLARI NASIL
UYGULANACAK?
İlgililerin başvurusunun kabulü halinde, karar Devlet
Personel Başkanlığına bildirilecek, bu şekilde bildirilen
personelin atama teklifleri, statüleri, unvanları, görevleri itibariyle başka kurumlarda görevlendirmeleri
mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumları dışındaki kamu kuruluşlarında istihdam edilecekler ve statülerine uygun kadro
35
ve pozisyonlara ikamet ettikleri il dikkate alınarak 15
gün içinde atamaları yapılacaktır.
Yönetici pozisyonundayken kamu görevinden ihraç
edilenlerin atamalarında yöneticilik görevinden önce
bulundukları kadro pozisyon unvanları dikkate alınacaktır.
KOMİSYON KARARLARINA KARŞI YARGI
YOLU VAR MI?
Daha önce dava açmış olsun ya da olmasın komisyona
başvuru yapan ve komisyondan olumsuz cevap alan
ihraç edilen kamu görevlileri komisyonun olumsuz
kararına karşı HSYK tarafından belirlenecek Ankara
İdare Mahkemelerinde dava açılabilecek.
667 sayılı OHAL KHK’sının 3. Maddesinin 1. Fıkrası ile
6749 sayılı kanunun 3. Maddesinin 1. Fıkrasına göre
ihraç edilenler ise komisyon kararının kesinleşmesinden itibaren 60 gün içerisinde ilk derece mahkemesi
olarak Danıştay’da dava açabilecekler. (Sadece; Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanları kapsamaktadır)
685 SAYILI KHK HÜKÜMLERİ;
MADDE 2 – (1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis
edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir.
a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan
teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi.
b) Öğrencilikle ilişiğin kesilmesi.
c) Dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve
televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması.
ç) Emekli personelin rütbelerinin alınması.
(2) Olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan
kanun hükmünde kararnamelerle gerçek veya tüzel
kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen ve birinci fıkra kapsamına girmeyen işlemler
de Komisyonun görev alanındadır.
(3) Bu maddede belirtilen işlemlere bağlı olarak olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun
hükmünde kararnamelerde yer alan ilave tedbirler ile
kanun yollarının açık olduğu işlemler hakkında ayrıca
başvuru yapılamaz.
Komisyonun görev süresi
MADDE 3 – (1) Komisyon, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl
süreyle görev yapar. Bakanlar Kurulu, gerek görmesi
halinde bu süreyi bitiminden itibaren birer yıllık sürelerle uzatabilir.
(2) Komisyonun ilk seçilen üyeleri, iki yıllık sürenin
sonuna kadar görev yapar. Sürenin uzatılmasına karar
verilmesi halinde 1 inci maddenin ikinci fıkrasındaki
usule göre yeni üyeler belirlenir. Daha önce görev yapan üyeler de yeniden görev alabilir.
Üyelerin güvenceleri ve hakları
MADDE 4 – (1) Üyelerin süreleri dolmadan herhangi
bir nedenle görevlerine son verilemez. Ancak üyenin;
a) Komisyon tarafından kabul edilebilir mazereti olmaksızın bir takvim yılı içinde toplam beş Komisyon
toplantısına katılmaması,
b) Ağır hastalık veya engellilik nedeniyle iş göremeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelenmesi,
c) Görevi ile ilgili olarak işlediği suçlardan dolayı hakkında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesi,
ç) Geçici iş göremezlik halinin üç aydan fazla sürmesi,
d) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302 nci, 309 uncu, 310 uncu, 311 inci, 312 nci,
313 üncü, 314 üncü ve 315 inci maddelerinde yazılı
suçlar nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma başlatılması,
e) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle hakkında Başbakanlıkça idari soruşturma başlatılması veya soruşturma izni verilmesi, hallerinin tespit
edilmesi üzerine Komisyon tarafından üyeliğine son
verilir. Ölüm, istifa veya herhangi bir diğer nedenle
boşalan üyelikler için en geç iki ay içinde 1 inci maddenin ikinci fıkrasındaki usule göre yeni üyeler belirlenir.
(2) Üyeler, mali ve sosyal haklarını kurumlarından almaya devam ederler. Üyelere, kurumlarınca mali haklar kapsamında bir ayda yapılan toplam ödeme tutarı
ile (142.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunan tutar arasındaki fark,
damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye
tabi tutulmaksızın ve görev yaptıkları süreyle orantılı
olmak üzere Başbakanlıkça ayrıca her ay ilave ücret
olarak ödenir.
36
(3) 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun
uyarınca Komisyon üyeleri için soruşturma yapılması
Başbakan veya görevlendireceği bakanın iznine tabidir. Soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin kararlara karşı itirazlar Danıştay tarafından karara
bağlanır.
Bilgi ve belge talep etme yetkisi
MADDE 5 – (1) Komisyon, görev alanı ile ilgili her
türlü bilgi ve belgeyi ilgililerden talep edebilir.
(2) Soruşturmanın gizliliğine ve Devlet sırlarına ilişkin
ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla kamu
kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun
görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve
belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek veya
yerinde incelenmesine imkân sağlamak zorundadır.
Gizlilik MADDE 6 – (1) Üyeler ve Komisyon çalışmalarında
görevlendirilenler, görevlerini yerine getirmeleri sırasında edindikleri, kamuya, ilgililere ve üçüncü kişilere ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri, ticari
sırları ve bunlara ait belgeleri, bu konuda kanunen
yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamaz,
kendilerinin veya üçüncü kişilerin yararına kullanamaz. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra
da devam eder.
Başvurularda usul ve süre
MADDE 7 – (1) Komisyona başvurular valilikler
aracılığıyla yapılır. Kamu görevinden, meslekten
veya görev yapılan teşkilattan çıkarılanlar ya da ilişiği kesilenler, en son görev yaptıkları kuruma da
başvurabilir. Başvuru tarihi, valiliklere veya ilgili
kurumlara başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul
edilir. Valilikler ve ilgili kurumlar kendilerine yapılan
başvuruları gecikmeksizin Komisyona iletir. Mükerrer başvurular işleme alınmaz.
(2) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında
yapılan başvurular hakkında 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükümleri uygulanmaz.
(3) Komisyonun başvuru almaya başladığı tarihten
önce yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak başvuru alma tarihinden itibaren
altmış gün içinde; bu tarihten sonra yürürlüğe konulan
kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak ise Resmi Gazetede yayımlanma tarihinden itibaren altmış
gün içinde yapılmayan başvurular işleme alınmaz.
Ön inceleme
MADDE 8 – (1) Komisyona yapılan başvurular, aranan şartlara uygunluk bakımından ön incelemeye tabi
tutulur. Ön inceleme sonucunda süresi içinde yapılmadığı, başvuru sahibinin konuyla ilgili hukuki menfaatinin bulunmadığı, bu Kanun Hükmünde Kararname
kapsamına girmediği veya diğer şekil şartlarını taşımadığı tespit edilen başvurular reddedilir. Bu maddenin
uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Komisyon tarafından belirlenir.
İnceleme ve karar
MADDE 9 – (1) Komisyon incelemelerini dosya üzerinden yapar. Komisyon, inceleme sonucunda başvurunun reddine veya kabulüne karar verebilir.
Kararların uygulanması
MADDE 10 – (1) Kamu görevinden, meslekten veya
görev yapılan teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü halinde karar Devlet
Personel Başkanlığına bildirilir. Bu şekilde bildirilen
personelin atama teklifleri; statüleri, unvanları ve
yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak
üzere daha önce istihdam edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve
unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara Devlet Personel Başkanlığı tarafından ikamet ettikleri il dikkate
alınarak onbeş gün içinde yapılır. Bu fıkra kapsamında
kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerden,
yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, yöneticilik görevinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları
37
den itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi
olarak Danıştaya dava açabilir.
dikkate alınır. Bu kapsamda yer alan personele ilişkin
kadro ve pozisyonlar; atama teklifi gerçekleştirilen
kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgililere ilişkin
atama onaylarının alındığı tarih itibarıyla diğer kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme
gerek kalmaksızın ihdas, tahsis ve vize edilmiş sayılır.
İhdas, tahsis ve vize edilmiş sayılan kadro ve pozisyonlar 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli
cetvellerin ilgili bölümüne eklenmiş sayılır.
(2) Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin başvurunun
kabulü halinde ilgili kanun hükmünde kararname hükümleri, söz konusu kurum ve kuruluş bakımından tüm
hüküm ve sonuçlarıyla birlikte söz konusu kanun hükmünde kararnamenin yayımı tarihinden geçerli olmak
üzere ortadan kalkmış sayılır. Buna ilişkin işlemler ilgisine
göre İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı
veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilir.
Yargı denetimi
MADDE 11 – (1) Komisyon kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecek Ankara
idare mahkemelerinde iptal davası açılabilir.
(2) 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile
18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair
Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında
meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten
çıkarılmalarına karar verilenler, kararın kesinleşmesin-
Sekretarya
MADDE 12 (1) Komisyonun sekretarya hizmetleri
Başbakanlık tarafından yerine getirilir. Bu hizmetler
için yeteri kadar personel Komisyona tahsis edilir.
(2) Komisyon çalışmaları kapsamında sekretaryada
görevlendirilenlere her ay (11.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunan
tutarı geçmemek kaydıyla Başbakanlıkça ilave ücret
ödenir. İlave ücret ödemesi damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz. İlave ücret
ödemesi; görevlendirilen personelin sınıfı, kadro unvanı, atanma biçimi, yapmış olduğu görevin önem ve
güçlüğü ve çalışma süresi gibi kriterler dikkate alınmak
suretiyle Komisyon Başkanı tarafından belirlenen usul
ve esaslar çerçevesinde yapılır. Bu personele ayrıca
herhangi bir ad altında fazla mesai ücreti ödenmez.
Usul ve esaslar
MADDE 13 – (1) Başvurulara ve Komisyonun çalışmasına ilişkin usul ve esaslar, Komisyonun teklifi üzerine Başbakanlık tarafından belirlenir ve ilan edilir.
Geçiş hükümleri
GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Komisyonun ilk üyeleri, bu
maddenin yayımından itibaren bir ay içinde seçilir.
(2) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında Komisyon tarafından başvuruların alınmaya başlanacağı
tarih, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren altı
ayı geçmemek üzere Başbakanlık tarafından ilan edilir.
(3) Komisyonun görev alanına giren konularda daha
önce herhangi bir yargı merciine başvurmuş veya
dava açmış olanlar için de 7 nci maddedeki usul ve
süreler uygulanır.
(4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı
tarihten önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 6749 sayılı
Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında
meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten
çıkarılmalarına karar verilenler, bu Kanun Hükmünde
Kararnamenin yayımlandığı tarihten itibaren altmış
gün içinde 11 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan
hükümlere göre dava açabilir. Bu kapsamda idare
mahkemelerinde derdest olan davalar Danıştaya gönderilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce açılmış olup da karar verilen dosyalarda da bu fıkra hükümleri uygulanır.
38
39
40
41
KONCUK: SARIKAMIŞ BİRLİK VE
KARDEŞLİĞİMİZİN SİMGESİDİR
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail
Koncuk ve Yönetim Kurulumuz, memleketimizin zorlu ve karanlık bir dönemden
geçtiği günlerde, işgal altındaki vatan topraklarımızı namahrem ellerden kurtarmak
amacıyla çıktıkları yolda, düşmana değil de
kara kışa, kör ayaza yenik düşerek şehadete yürüyen Sarıkamış kahramanlarının aziz
hatıralarını yad etmek üzere, Kars Valiliği
tarafından düzenlenen “102. Yılında Sarıkamış Şehitleri” programına katıldı.
Sarıkamış Şehitlerini anma programına
Türkiye Kamu-Sen Konfederasyonu da
tam kadro katılıyor. Başta Genel Başkanımız İsmail Koncuk olmak üzere, Türkiye
Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türkiye Kamu-Sen Genel Mali Sekreteri ve Türk Yerel
Hizmet-Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu, Türkiye
Kamu-Sen Genel Toplu Sözleşme Sekreteri ve Türk
İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türkiye Kamu-Sen Genel Mevzuat Sekreteri ve Türk Enerji-Sen
Genel Başkanı Mehmet Özer, Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri ve Türk Haber-Sen Genel Başkanı
Sedat Yılmaz, Türkiye Kamu-Sen Genel Dış İlişkiler
Sekreteri ve Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı
Ahmet Demirci, Türkiye Kamu-Sen Genel Sosyal İşler
Sekreteri ve Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Şerafeddin Deniz, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hasan Hüseyin Yılmaz, Türk Emekli-Sen Genel Başkanı
Osman Özdemir, Genel Merkez Yöneticilerimiz ve
Şube Başkanlarımız da şehitlerimizi anma etkinlikleri
çerçevesinde Sarıkamış’a gittiler.
“Türkiye Şehitleriyle Yürüyor” sloganı ile 102 yıl önce
karlar altında kalarak şehit düşen 90 bin askerimiz,
okunan Kuran-ı Kerim tilavetleri, Mevlid-i Şerifler,
meşaleli yürüyüş, kardan heykeller, tarihi sohbetler
ve Sarıkamış Şehitlerini Anma Yürüyüşünü yapılacağı
bir dizi etkinlikle anılıyorlar.
Genel Başkanımız İsmail Koncuk, bağlı sendikalarımızın Genel Başkanları, Genel Merkez Yöneticilerimiz
ve şube başkanlarımız bugün Sarıkamış Şehitlerini
Anma Yürüyüşüne katılarak şehitlerimize olan minnet
duygumuzu bir kez daha dile getirdiler.
42
KONCUK: İÇİNDE VATAN SEVGİSİ OLAN HERKES
SARIKAMIŞ’I GÖRMELİDİR
Sarıkamış’ın Türk tarihinde ayrı bir anlamı ve önemi olduğuna vurgu yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Vatan topraklarına namert eli değmesin diye kara kışın tam ortasında
düşmana değil karlara, ayaza ve soğuğa yenilen 90 bin yiğidimizi
rahmet ve saygıyla anıyoruz” dedi. Koncuk, “Bundan tam 102 yıl
önce, şu anda üzerinde bulunduğumuz bu topraklarda, dört bir
tarafı düşman tarafından kuşatılan memleketlerini kurtarmak için
yokluk ve sefalet içinde cepheye gönderilen 90 bin vatan evladı
karlar altında şehit düştü.
Yaşadıkları zorluklar ile birlikte kar ve tipiye karşı mücadele veren
Mehmetçiklerimizin bu coğrafyayı bizlere vatan yapmak için ortaya
koydukları kudreti anlamak, yaşamak ve yaşattırmak için buradayız.
Anadolu coğrafyasının her bir karışında bu vatan için kanını dökmüş
tüm aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.
Sarıkamış Türk tarihinin ve bu coğrafyanın asla unutamayacağı hüzün dolu bir hikayedir. 90 bin askerimiz, vatanın birliği ve bütünlüğü bozulmasın, ay yıldızlı al bayrağımız daima göklerde dalgalansın,
ezanımız susmasın diyerek bu kutlu yolda şehadete yürümüşlerdir.
Dondurucu soğuk ve tipi altında şehit olurken dahi, ele ele, kol kola
ebediyete yürüyen Mehmetçiğimizin bu acı destanı tam bir fedakarlık ve kahramanlık örneği olduğu kadar, birlik ve kardeşliğimizin
de dersidir.
Vatan ve millet sevgisiyle dolu olan Mehmetçikler bundan 102 yıl
önce bu topraklarda vatanları için şehit düştüler. Ne acıdır ki, 102
yıl sonra bugün yine bu vatanın gencecik fidanları gözlerini bile
kırpmadan, “Her şey vatan için” diyerek şehadete yürüyorlar.
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Kayseri’de, Diyarbakır’da, Hakkari’de, Van’da ve ülkemizin dört bir yanında güvenlik güçlerimiz,
teröre, hainlere, vatanımızın bölünmez bütünlüğüne kast edenlere
karşı mücadele ediyor, savaş veriyorlar.
Türk askerinin bile bile ölüme yürüdüğü Sarıkamış’tan tüm dünyaya sesleniyoruz; ‘Biliniz ki, birbiri ardına patlatılan bombalar, ateşlenen silahlar bu milletin birlik ve beraberliğini bozamayacaktır.
Türkiye’nin üzerinde oynadığınız tüm kirli ve sinsi oyunlarınız yine
bu millet tarafından başınıza geçirilecek ve yok olacaksınız.
Sarıkamış, tıpkı Çanakkale gibi bu ülkede yaşayan, içinde birazcık
vatan sevgisi olan herkesin gelip görmesi gereken kocaman bir tarihin yattığı yerdir. Özellikle öğrencilerimizin mutlaka buraları gelip
görmesi ve vatan topraklarının bizlere nasıl miras bırakıldığını anlamaları bakımından bu son derece önemlidir.
Türkiye Kamu-Sen olarak, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah
arkadaşları, bu ülkenin birliği ve dirliği için gerek Sarıkamış’ta gerekse diğer bölgelerimizde şehit olan tüm vatan evlatlarımıza yüce
Allah’tan bir kez daha rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde saygıyla
eğiliyoruz. Ne Mutlu Türküm Diyene” dedi. 43
44
45
Bu vatan ve bu dava bize Bilge
Kağanların, Alparslanların,
Sultan Kılınçarslanların,
Selahaddin-i Eyyubilerin,
Fatihlerin, Mustafa Kemal
Atatürk’lerin emanetidir. Bizler
de bu davayı, bu Devleti, bu
vatanı daha güçlü, daha güvenli
hale getirerek gelecek nesillere
teslim etmek zorundayız.
’
Türkiye Kamu-Sen den
teröre lanet
46
Allah bizimledir! Allah
birlik ve beraberliğimizi
daim eylesin. Bir kez
daha bu toprakları vatan
yapan, gelmiş geçmiş tüm
şehitlerimize Allah’tan
rahmet, yaralı gazilerimize
şifa, milletimize başsağlığı
diliyorum. Kahpe
teröristler bilmelidir ki,
hevesleri kursaklarında
kalacak. Bizi kimse ölümle
sınamasın.
Ülkemizde son dönemlerde peş peşe yaşanan terör
olaylarını protesto eden Türkiye Kamu-Sen ailesi, Ankara Kızılay Meydanında “Teröre Hayır” dedi. Güvenpark’ta düzenlediğimiz “Teröre Hayır” mitingine binlerce vatandaşımız katılırken, Türkiye Kamu-Sen, dost düşman herkese Türk milletinin birlik
ve beraberliğini kimsenin bozamayacağını, teröre
teslim olmayacağımızı hep bir ağızdan bir kez daha
haykırdı.
Ankara Kızılay’da toplanan binler, “Şehitler ölmez, vatan
bölünmez, Şehidim hakkını helal et bize, Hepimiz Mehmet’iz, PKK’ya yeteriz” sloganları ile başkenti inletti.
“Teröre Hayır” mitingimiz başta Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve tüm şehitlerimiz için saygı
duruşu ve ardından okunan İstiklal Marşı ile başladı.
Hemen ardından eller semaya tüm şehitlerimiz için
kalktı. Şehitlerimiz için duayı Türk Diyanet Vakıf-Sen
Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi yaptı.
47
BÜYÜK BEDELLERLE BU TOPRAKLARI
VATAN YAPTIK, KİMSEYE BIRAKMAYA DA
NİYETİMİZ YOK!
Şehitlerimizin ruhları için yapılan duanın ardından,
kalabalığa hitap eden Türkiye Kamu-Sen Genel
Başkanı İsmail Koncuk, “Acılara tutunarak insan-ı
kâmil olunur; çektiğimiz acılara göstereceğimiz toplumsal sabır da bizleri millet-i kâmil yapacaktır” dedi.
Koncuk, “Son günlerde, insanlıktan nasibini almamış,
eli kanlı alçakların kahpece planladıkları eylemler
büyük bir artış gösterdi. Neredeyse her gün, bir
yerlerde bombalar patlıyor; neredeyse her gün bir
ocağa ateş düşüyor; bu ateş, yurdun dört bir yanına
yayılıyor. Patlayan bombalar, her hain saldırıdan sonra kaybettiğimiz canlarımız, onları uğurlama anında,
ardında bıraktığı anne, baba, kardeş, eş ve evlatlarının gönüllerimizde yarattığı ıstırap milletimizi derin
bir infiale sürüklüyor. Maalesef, bir acıyı yaşamadan,
başka bir şehit acısıyla kavruluyor yüreklerimiz. Bu
acıların tarifi yok; tahammülü imkânsız… Yüce Allah
bizleri, derin acılarla sınıyor. Acılara tutunarak insan-ı
kâmil olunur; çektiğimiz acılara göstereceğimiz toplumsal sabır da bizleri millet-i kâmil yapacaktır. Türk
milleti, tarihin başlangıcından beri çetin bir mücadelenin içindedir. Bu mücadele mert ile namerdin,
iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın mücadelesidir. Bu nedenle bu millet, tarih boyunca en
hayâsız saldırıların, en hain tuzakların, kahpeliklerin,
ihanetlerin hedefi oldu. Biz biliyoruz ki, bu milletin
yolu Hak yoludur, adalet yoludur, hakikat yoludur.
Türk milletini bu yoldan döndürmek isteyen, Hakkı
mağlup edip, batılı, doğruyu yok edip, yanlışı hâkim
kılmak için hainlerin gerçekleştirdiği saldırılar, kurdukları tuzaklar, ebediyete kadar sürüp gidecektir.
Bu nedenledir ki, hain planlarıyla, namert işbirlikçileriyle, bombalarıyla, silahlarıyla bütün şer odaklar
üstümüze çullanıyor; dört bir yanımız kahpe düşman
kaynıyor. Bu vatan ve bu dava bize Bilge Kağanların,
Alparslanların, Sultan Kılınçarslanların, Selahaddin-i
Eyyubilerin, Fatihlerin, Mustafa Kemal Atatürk’lerin
emanetidir. Bizler de bu davayı, bu Devleti, bu vatanı
48
daha güçlü, daha güvenli hale getirerek gelecek nesillere teslim etmek zorundayız.
Allah bizimledir! Allah birlik ve beraberliğimizi daim
eylesin. Bir kez daha bu toprakları vatan yapan, gelmiş geçmiş tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı gazilerimize şifa, milletimize başsağlığı diliyorum.
Kahpe teröristler bilmelidir ki, hevesleri kursaklarında
kalacak. Bizi kimse ölümle sınamasın. Hainler, iç ve dış
düşmanlarımız şunu iyi bellesin; her patlayan bomba,
her şehidimiz, akan her şehit kanı, gözümüzden süzülen her damla yaş bizi birbirimize biraz daha yaklaştırmaktadır. Ne Mutlu Türk’üm diyene!” diyerek
sözlerini noktaladı.
49
50
Prof. Dr. Hamit Hancı
Adli Bilimciler Derneği Başkanı ve Adli Tıp Uzmanı
TERÖRLE
MÜCADELE
AKADEMiSi
KURULMALI
Adli Bilimciler Derneği Başkanı ve
Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Hamit
Hancı, Türkiye’de terörle mücadelenin kalitesinin arttırılması, bilimsel
yöntemlerle etkinliğinin geliştirilmesi, alanda çalışanlarla, bilimsel olarak
araştırma yapanların bir araya gelerek bilgilerin paylaşılması için bir
akademi kurulması gerektiğini söyledi.
51
Terörle Mücadelenin tamamen tarafsız bir şekilde ele
alarak bir beyin fırtınası yapılıp, bir akademi modeli oluşturulması gerektiğinin altını çizen Hancı, “ Yaşanan iç ve
dış gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde Terörle Mücadelenin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için Türkiye
Cumhuriyeti Devleti olarak artık bir TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ oluşturmamız gerekmektedir. İç ve
dış politikaların oluşturulmasında ülke menfaatlerinin korunması temel hedef olarak alınırken; bu
politikaların Terörle Mücadeleyle uyum içerisinde
gelişmesini sağlamak, bu kapsamda tüm kurumların işbirliği içinde çalışmasını temin etmek asli amaç
olmalıdır” dedi.
Böyle bir konsept için; farklı disiplinlerden bilim insanları ile farklı meslek alanlarından uzmanların bir araya
getirilecekleri bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu belirten
Prof. Dr. Hamit Hancı, “Bu kurulda yer alacak kişiler liyakat
esasına göre belirlenmeli, liyakat sahibi olanların siyasi-dini-dünyevi farklılıkları zenginlik kabul edilerek, bu kurulda
görev almalarına engel olmamalıdır. Beyin fırtınası, serbest
çağrışım ve özgür düşünme yoluyla elde edilecek çıktıların,
Sağduyulu bilimsel analizlerle uygulamaya geçmesi sağlanmalıdır. Kurul çalışmaları neticesinde ortaya çıkacak tespit,
görüş ve diğer sonuçların, mevcut idarenin uygulamalarına
ters düşmesi durumunda, idareyle uyumlu olması yönünde
herhangi bir müdahale söz konusu olmamalıdır. Benzer bir
bilim kurulu, EGM Uyuşturucuyla Mücadele Daire Başkanlığı TUBİM e bağlı olarak çalışmaktadır.”
Adli Bilimlerden faydalanılmalı
Adli bilimlerin 116 alt alanı olduğunu söyleyen Adli Bilimciler Derneği Başkanı Hancı, “Bu alanlardan terör konusunda da yararlanılabilir. Kurulun oluşumunda Teoloji , Güvenlik, Yöneylem, Jeostrateji, Ekonomi, Enerji, Hukuk,Adli
Sinergoloji, Adli Jeopolitik, Sosyoloji, psikoloji, Adli Tıp
ve adli bilimler gibi pek çok alandan uzmanlardan yararlanarak kurumsal bir yapı oluşturulmalıdır. Ülkemizde
her türlü uzman mevcut olup, esas sorun organizasyondadır. Mevcut kurum direk Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak çalışabilir. Terör le ilgili narkoterör
, siber terör, siyasal terör, algı operasyonu, fuhuş, tıbbi
istihbarat, KBRN terörü, canlı bomba analizleri , terör istihbaratı gibi pek çok alanda çalışma yapılmalıdır. Akademi
nin resmi görevliler ayağında, TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma, Sahil Güvenlik, Gümrük ve Muhafaza
, Orman Muhafaza gibi güvenlik birimleri yanı sıra, İstihbarat , dışişleri, sağlık , diyanet, maliye birimleri de yer
almalıdır. Bilimsel ayağı ise akademisyenlerden oluşmalıdır. Tıp, Fen, Mühendislik ve sosyal bilimler alanlarından
bilim insanlarının, laboratuvarlar ve diğer teknik imkânlarla donatılmış bir merkezde, yapacakları özgün çalışmalar,
Terörle mücadele de ülkemizin elini sağlamlaştıracaktır.
Yakın süreçte kurulması düşünülen Milli DNA Bankası da
bu Akademi ye bağlanabilir. Strateji Geliştirme ve Uzman
Personel yetiştirme görevleri olacak akademi Y.Lisans ve
Doktora eğitimleri de verebilir.” diye konuştu.
Algı Araştırmaları Merkezi (ALARM)
kilit öneme sahip
Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı böyle bir akademinin içerisinde günümüz koşulları düşünüldüğünde algı yönetimi ile ilgili bir merkezin bulunmasının da
çok önemli olduğunu belirtti. Hancı, “Akademisyen-Yazar
Sefer Darıcı tarafından projelendirilen ve Adli Bilimciler
Derneği bünyesinde ilk kuruluşu yapılan Algı Araştırmaları
Merkezi (ALARM) toplumun terör olaylarına bakışı ve teröre karşı güç birliğinin geliştirilmesinde hayati önemi vardır. Algıları yönetmek bu anlamda geleceğin güvenli Türkiye’sinin inşa edilmesinde de fayda sağlayacaktır” dedi.
52
‘KARA YIL’
2016
KAMUTÜRK, 2016 yılında Türkiye gündemine damga vuran
olayları ele aldı. 2016 yılı Türkiye’nin gündemi yoğun geçti.
Başkanlık tartışmaları, dokunulmazlık, mülteci sorunları,
bombalı terör saldırıları, siyasi tartışmalar ve en önemlisi
hain 15 Temmuz darbe girişimi ülkemizde zorlu bir yılın
geçmesine neden oldu. İşte 2016 yılı detayları…
53
2016 TARİHE GEÇTİ
2016 yılında Türkiye’nin en önemli olayı darbe kalkışmasıydı. Ülke, 15 Temmuz gecesi demokrasi ve
hukuk yolunda alarma geçti. FETÖ terör örgütüne
bağlı bir grup asker tarafından başlatılan darbe kalkışması halkın meydanlara çıkması sonucu engellendi. Bastırılan darbe girişimi sonrasında gözaltına alma,
tutuklama ve görevden ihraç süreçleri başlatıldı. 20
Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
Bakanlar Kurulu’nu toplamasından sonra MGK kararları açıklandı ve ülkede 3 aylığına OHAL ilan edildi.
Olağanüstü hal süresinin, daha sonra 3 ay daha uzatılmasına karar verildi.
OHAL döneminde Kanun Hükmünde Kararname gereği Resmi Gazete’de birçok yayının kapatılacağı yayımlandı. 3 haber ajansı, 16 televizyon, 23 radyo, 45
gazete, 15 dergi ile 29 yayınevi ve dağıtım kanalı kapatıldı. 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da Türkiye’nin
en büyük mitingi, “Demokrasi ve Şehitler Mitingi”
gerçekleşti. Siyaset, spor ve sanat dünyasından birçok
isim birlik, beraberlik ve bölünmezlik mesajı verdi.
Türkiye terör olayları ile sarsıldı…
2016 yılında tüm dünyayı saran terör olaylarının kendini en fazla hissettirdiği ülkelerin başında Türkiye vardı.
Büyük çaplı terör olaylarının ilki, eski İstanbul’un gözbebeği olan Sultan Ahmet meydanında yaşandı.
SULTAN AHMET’TE PATLAMA
Türkiye’nin tarihi yerleri arasında ilk sıralarda olan
ve her yıl birçok turistin uğramadan geçmediği Sultan Ahmet Meydanı’nda 12 Ocak‘ta yaşanan patlama
sonucu 13 kişi hayatını kaybetti. Toplamda 27 bin 654
habere konu olan patlama, yazılı basında 3 bin 330,
görsel medyada 768, internet medyasında ise 23 bin
556 haberle yer aldı.
54
HAVALİMANINA SALDIRI
28 Haziran’da hedefte bir kez daha İstanbul vardı.
Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen silahlı ve bombalı
intihar saldırısı sonucu 45 kişi hayatını kaybederken
236 kişi de yaralandı. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyet’inde bir günlük ulusal yas ilan edilirken,
Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov
bayraklar yarıya indirildi.
ANKARA’YA 2 AYRI SALDIRI
GAZİANTEP’TE HAİN SALDIRI
17 Şubat ve 17 Mart’ta Başkent Ankara’da bir ay
20 Ağustos’ta bu kez Gaziantep kent merkezinde bir
arayla iki patlama meydana geldi. Ankara’nın merkezi
Kızılay’da yaşanan bombalı saldırıda çok sayıda insan
düğünde patlama meydana geldi. Terör saldırısında 50
kişi yaşamını yitirirken, 4 kişi yaralandı.
hayatını kaybetti.
HAİNLER HAKKARİ’DE KARAKOLA SALDIRDI
KANLI TERÖR İSTİKLAL CADDESİNİ VURDU
9 Ekim tarihinde Hakkâri’de karakola bomba yüklü
19 Mart tarihinde devam eden terör saldırıları, bu kez
araçla saldırı düzenlendi.
İstanbul’un merkezi İstiklal Caddesi’nde canlı bom-
Hakkari’nin Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri arasındaki
bayla gerçekleşti. Patlamada 5 kişi yaşamını yitirirken,
karayolunda askeri birlik önündeki Durak Jandarma
20 kişi de yaralandı.
Kontrol Noktası’na ‘canlı bomba’ PKK’lı teröristin
55
bomba yüklü kamyonetle düzenlediği saldırıda 10’u
KAYSERİ’DE İÇİMİZ YANDI
asker 18 kişi şehit oldu. 5 ton bomba yüklü kamyo-
17 Aralık’ta Kayseri Komando Tugay Komutanlığı’n-
netle, kontrol noktasında bekleyen araçların arasına
dan izne çıkan er ve erbaşları taşıyan araç bombalı
‘intihar dalışı’ şeklinde gerçekleşen saldırıda, 11’i as-
saldırıya uğradı. Saldırıda 15 asker şehit olurken, 53
ker 27 kişi de yaralandı.
asker yaralandı.
İSTANBUL’DA ÇEVİK KUVVET OTOBÜSÜNE
Başbakan Davutoğlu’nun istifasından
SALDIRI
görevi Binali Yıldırım devraldı
10 Aralık’ta terör yüzünü yeniden İstanbul’a çevirdi.
Nisan ayında Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ile
Beşiktaş’ta bulunan Vodafone Arena stadı yakınlarında
görüşmelerini tamamladıktan sonra görevinden istifa
maç çıkışı yaşanan iki ayrı bombalı saldırıda 36’sı polis
etti. Mayıs’ta AKP Kongresi’nde Binali Yıldırım genel
8’i sivil 44 vatan evladı şehit oldu. Saldırının ardından
bir günlük milli yas ilan edildi.
başkan seçildi ve hükümeti kurmakla görevlendirildi.
56
Fırat Kalkanı Harekâtı
öldürüldü. Türkiye-Rusya ilişkisinde önemli adımlar-
Türk ordusu, 24 Ağustos tarihinde Suriye’nin Halep
dan olan Rusya’dan Türkiye’ye aktarılacak olan Türk
Kenti’ne bağlı Cerablus’u terör örgütlerinden temiz-
Akım Gaz Boru Hattı projesi imzalandı.
lemek amacıyla askeri harekât başlattı. Harekata ‘’Fırat Kalkanı’’ adı verildi.
Turizmde kötü dönem
Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı iç güvenlik
Türkiye - Rusya İlişkisi…
endişeleri ve Rus ziyaretçi sayısında yaşanan drama-
2016 yılında Türkiye ve Rusya ilişkileri inişli çıkışlı gra-
tik düşüşün etkisiyle turizm sezonunun açıldığı Mayıs
fikler çizdi. İki ülke arasındaki buzlar tam erimişken,
ayında yüzde 34.7 azalarak 1994 yılından bu yana en
19 Aralık tarihinde Rusya’nın Büyükelçisi Andrey Kar-
büyük düşüşü kaydetti.
lov’a yapılan suikast gündeme bomba gibi düştü. Karlov, Ankara’da katıldığı bir sergide yaptığı bir konuşma
esnasında silahlı saldırı sonucu hayatını kaybederken,
saldırgan ise polisin düzenlediği operasyon sırasında
57
Siyaset, iş, bilim, spor ve sanat
dünyasında art arda kayıplar
yaşandı…
Toprak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Halis Toprak 3 Ocak’ta hayatını kaybetti. Koç
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa
Koç da yine Ocak ayında aramızdan ayrılanlardan oldu.
Şubat ayında, Arıkanlı Holding’in sahibi işadamı İbrahim Arıkan hayata veda
etti. Kale Grubu kurucusu İbrahim Bodur
da hayatını kaybetti. 2016 yılı Nisan ayında,
Müzisyen Atilla Özdemiroğlu, 73 yaşında yaşamını yitirdi.
2016’da hayatını kaybeden diğer ünlüler:
- Sanatçı Oya Aydoğan
- Eski efsane boksör Muhammed Ali
- Gazeteci Hakkı Devrim
- İlahiyat Profesörü Yaşar Nuri Öztürk
- Sanatçı Tanju Gürsu
- Tiyatro oyuncusu Nezih Tuncay
- Müzisyen, gitarist Asım Can Gündüz
- Ünlü tarihçi Halil İnalcık
- Eski milli futbolcu Turgay Şeren
- Sanatçı Hüseyin Altın
- Türk edebiyatının usta ismi Vedat Türkali
- Ses sanatçısı Naşide Göktürk
- Yeşilçam’ın jön oyuncusu Tarık Akan
- Maliye Eski Bakanı Kemal Unakıtan
- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler
Sendikası eski Başkanı Nail Güreli
- Sanatçı Gönül Ülkü Özcan
- Gazeteci ve yazar Mete Akyol
- Siyasetçi Korkut Özal
- Meclis eski Başkanı İsmet Sezgin
58
iPSiZ RECEP
Recep Reis savaş sonrası İstiklal
Madalyası’na hak kazananlardan
biriydi. Efradı ile birlikte Ankara’ya
gelmiş ve bando ile karşılanmıştı.
Ankara’da bir hafta kalmışlar ve
Atatürk’ün iltifatlarına mazhar
olmuşlardı. Atatürk:
“Recep Reis bir daha harp
olursa ne kadar kuvvetle
gelirsin?” dediğinde
şu cevabı vermişti:
“Adamlarım dağıldı artık.
Yanımda bir yeğenim var.
Ne zaman emredersen
atımı ve silahımı alır
gelirim.”
59
İpsiz Recep' in annesi Cemile, babası Hüseyin'dir. Emiroğulları’ndan olan İpsiz Recep genç yaşında çalışmak için
İstanbul'a gider. Yelkenli teknesiyle Boğaziçi'nde çalışmaya
başlar. Cesareti, gözü pekliği ve ataklığı sayesinde "İpsiz"
lakabını alır.
İstiklal Harbi başlayınca Recep 15 arkadaşıyla birlikte İstanbul’dan ayrılıp Kefken Adası’na gelir. Arkadaşları ile
birlikte dinlendikleri bir zamanda yabancı bandıralı bir geminin kendilerine doğru geldiğini fark eder. İyice yaklaştığı
zaman geminin Fransız olduğu anlaşılır. 15 arkadaşı ile birlikte gemiyi çevirip teslim alırlar. Gemiyi Sakarya Nehrine kadar getirip zamanın Karasu Bucak müdürüne teslim
ederler. Geminin arpa yüklü olduğu görülür. Bu hareketinden sonra İpsiz Recep Karasu’da karargâh kurup Ankara
ile irtibat sağlar. Ankara Hükümeti kendisine Milis Kuvvetleri Komutanlığı olarak Yüzbaşı rütbesi verir. Bundan sonra İpsiz Recep etrafında 1800–2000 kişi kadar genç toplar.
İpsiz Recep'in Savunduğu Yerler
Bu gençlerin katılması ile İpsiz Recep Karasu ve civarının
savunmasını ele alır. İpsiz Recep dürüstlüğü ve mertliği
sayesinde, etrafın takdirini toplayıp sözü geçen kişi durumuna gelmiş, halk kendisine "EMİCE" unvanı vermiştir.
İpsiz Recep’in bu durumunu tespit eden Ankara emrine üç
İstihbarat subayı vererek harp hali ve şekli üzerinde nasıl
hareket edeceğine dair emirler göndermiştir. İpsiz Recep
aldığı emir gereğince Karasu’ya saldırmak üzere hazırlık yapan Yunan ordusuna karşı taarruza geçerek Yunan
kuvvetlerini püskürtmüş, bozguna uğrayan düşmanı takip
ederek Geyve Boğazı, Bilecik, Eskişehir Milis kuvvetlerine
katılarak püskürtmede başarı sağlamıştır.
İstiklal Savaşı’nda gösterdiği başarıdan dolayı kendisine İstiklal Madalyası verilmiştir. İstiklal savaşında iç ve dış düşmanlara karşı milli duygularla dolu olarak saldıran bu konuda anlayış gösterenlerin yardımlarından yararlanan İpsiz
Recep ve mahiyetindekiler amansız bir mücadele ile Yunan kuvvetlerinin herhangi bir şekilde zarar vermelerine
meydan vermemişlerdir. Düşman denizden bombalarla
dağları dövmüşse de çıkarma yapma imkanı bulamamıştır.
Karasu’da ilerleyemediği gibi çekilip bilinmeyen yönlere
doğru gitmek zorunda kalmıştır.
İstiklal savaşında her türlü zorluğa karşı mücadelesini sürdürüp milli duygularının sesine uyarak fedakârlıktan çekinmeden başarı gösteren İpsiz Recep, 1928 yılında Adapazarı’nın Karasu ilçesi Yenimahalle’deki evinde ölmüş ve
vasiyeti üzerine şehir mezarlığına defnedilmiştir.
Recep Reis ve Mustafa Kemal
Recep Reis savaş sonrası İstiklal Madalyası’na hak kazananlardan biriydi. Efradı ile birlikte Ankara’ya gelmiş ve
bando ile karşılanmıştı. Ankara’da bir hafta kalmışlar ve
Atatürk’ün iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Atatürk:
“Recep Reis bir daha harp olursa ne kadar kuvvetle gelirsin?” dediğinde şu cevabı vermişti: “Adamlarım dağıldı
artık. Yanımda bir yeğenim var. Ne zaman emredersen
atımı ve silahımı alır gelirim.”
Atatürk Recep Reis’e 250 lira maaş bağlamıştı. Paradan
başka her şeye önem veren Recep Reis, maaşını da Tayyare Cemiyeti’ne bağışlayacaktı. Kendisine verilen arazinin altı dönümünü bırakıp gerisini de etrafındakilere
dağıtacaktı.
Artık tek dostu topraktı. Silahını duvara asmış, toprağını
bekliyordu. 35 numaralı ahşap evinde yanında sadece
eşi Nadire vardı. 1928 yılı geldiğinde son aylarını yaşıyordu. Son gündoğumunu karşıladığında ihtimaldir ki
yeniden doğuyordu.
60
ALİ ŞAMİL…
Ali Şamil, 110 cm boyunda
saray görevlisiydi. Ancak
Kurtuluş Savaşı başladığında
kuştüyü yatağını bırakıp
Mustafa Kemal’in askerlerine
katıldı.
61
GÖREVİ SULTANI EĞLENDİRMEKTİ
Kurtuluş Savaşı’na katılan her kahramanının kendine
özgü bir hikâyesi vardır. Ancak Ali Şamil Güler‘in öyküsü, kuşkusuz en ilginçlerinden biridir. Birinci Dünya
Savaşı’nın ilk yılları. Harbiye Nazırı ve Başkumandan
Vekili Enver Paşa, Doğu Cephesi’ni teftişe gittiğinde,
sadece 110 cm boyu olan Ahlatlı bir genç ile tanıştırılır.
Ali Şamil İstanbul’daki sarayda Enver Paşa ile eşi Naciye
Sultan’ın emrine verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda
işler tersine gidince, Enver Paşa alelacele İstanbul’dan
ayrılır. Bunun üzerine Ali Şamil, bu kez Padişah Vahdettin’in kızı Ulviye Sultan’ın sarayına alınır. Ali Şamil
burada kırmızı sırmalı elbisesi ve heybetli, ipekli sarığı
ile ortalıkta dolaşmakta Sultan’a hizmet etmektedir.
Ali Şamil hazırcevap ve nüktedanlığıyla kısa zamanda
herkese kendisini sevdirmiştir. Ancak bütün şakacılığına rağmen Ali Şamil, kısa boyuna bakarak onunla alay
etmeye kalkanları, birkaç dakika içinde ağızlarını açtıklarına pişman edecek bir yapıya da sahiptir. Ulviye Sultan’ın eşi, Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın oğlu olan
İsmail Hakkı Bey, Ali Şamil’i çok sevmektedir. Kurmay
yüzbaşı olan İsmail Hakkı Bey ile Ali Şamil arasındaki
iddialı tavla partileri meşhurdur. Ali Şamil’in saray günleri heyecanlı tavla partileriyle geçerken, Anadolu’da
Milli Mücadele hareketi başlar. Bütün vatanseverler, İstiklal Savaşı’na katılmak için hazırlıklara başlar.
zarı’na ulaşırlar. Bu ikilinin yolculuk haberi, Mustafa
Kemal’e kadar gelir. Başkomutan, Ankara’ya getirilmelerini ister. İkili Ankara’ya vardıkları günün akşamı Kurmay Yüzbaşı Çopur Neşet’in evinde Mustafa
Kemal’le karşılaşır. O gece, Ali Şamil için hayatının
en unutulmaz gecesidir. Mustafa Kemal misafirleriyle
sohbet ederken, Ali Şamil‘le oradaydı.
“YA BENİ DE GÖTÜRÜRSÜN YA DA…’’
Padişahın damadı olan İsmail Hakkı Bey de Balkan ve
1. Dünya Savaşlarına iştirak etmiş mert bir subaydır.
Eşi Ulviye Sultan’la bir geçimsizliği bahane ederek
Anadolu’ya geçmek için gizlice hazırlık yapar. Bu işi
herkesten sakladığı halde, Ali Şamil’den gizleyemez.
Ali Şamil’in küçücük göğsünde kocaman bir aslan kalbi
çarpıyordu. O da bu kutsal savaşa katılmak için can atıyordu. İsmail Hakkı Bey kendisini yanında götürmek
istemeyince Ali Şamil müthiş bir tehdit savurur: “Ya
beni de götürürsün, ya da her şeyi Sultan’a anlatırım.”
Böylelikle Damat İsmail Hakkı Bey ve Şamil, sarayın
kuş tüyü yataklarını bırakarak üç yıl sürecek meşakkatli bir çadır hayatına doğru ilk adımlarını attılar. Sadrazam Tevfik Paşa’nın başyaveri Albay Hüseyin Hüsnü
de kendilerine katılmıştı. Sahte hüviyet ve köylü elbiseleriyle İngilizlerin kontrolünü aşarlar ve Adapa-
AKİBETİ HAKKINDA NET BİLGİLER YOK
İsmail Hakkı Bey, Kurtuluş Savaşı için kendisine verilen büro işini reddedip cepheye koşunca, Ali Şamil’e
de büyük işler düşer. Kendisine bir er elbisesi bulur;
bunu boyuna göre yaptırıp, büyük de bir kalpak edinir. Artık hayatı, atlı araba üzerinde, eşyalar arasında
cepheden cepheye düşman peşinde dolaşmakla geçer. Saray hayatının konforlu yaşamını terk edip, Kurtuluş Savaşı’nın meşakkatli mücadelesine girişen bu
“Aslan yürekli cüce”, yaşamının daha sonraki yıllarını
kışın Ankara, yazın ise İzmir’de geçirdi. İki kez evlenip
boşandı. 1973 yılında 75 yaşında ve sağlıklı olduğunu
bildiğimiz Ali Şamil’in daha sonraki yılları ve ölümüne
ilişkin elimizde maalesef herhangi bir bilgi yok.
62
Müminlerin kıblegâhı Kâbe ve etrafındaki Mescidü'l-Haram'ın projesini hazırlayan ve bir
ahşap bina olmaktan kurtaran da Osmanlı mimarı ünlü usta Mimar Sinan'dır.
KÂBE’Yİ EN SON YAPTIRAN
OSMANLI
Yusuf Ziya Erarslan
Gazeteci-Yazar
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerime göre Hz.
İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından
yapılan ve daha sonra defalarca zarar
gören Müslümanların kıblegâhı Kâbe,
bugünkü son hali itibariyle Türkler
(Osmanlı) tarafından inşa edildi.
İftiharla söylüyoruz ki, şu andaki Kâbe-i
Muazzama binası atalarımızın eseridir.
Kâbe’nin olduğu gibi, onun etrafındaki
Mescidü'l-Haram'ın projesini hazırlayan
ve bir ahşap bina olmaktan kurtaran
da Osmanlı mimarı ünlü usta Mimar
Sinan'dır.
63
KURAN-I KERİM’DE KÂBE İLE ALAKALI
AYET-İ KERİMELER
-(ALİ İMRAN-96) Muhakkak ki mübarek ve âlemlere bir hidayet olarak insanlar için kurulan ilk ev (ilk
ma'bed), elbette Mekke’deki (Kâbe’dir.)
-(ÂLİ İMRÂN-97) Onda apaçık deliller, İbrahim'in
makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol
bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah
bütün âlemlerden müstağnidir. (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)
-(HAC-26) Bir zamanlar Kâbe´nin yerini İbrahim´e
şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak
koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, rükû
edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.
-(MAİDE 97) Allah, Kâbe'yi, o Beyti haram'ı, haram
ayı, kurbanı ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar
için bir nizam kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan
herşeyi bildiğini ve Allah'ın herşeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.
-(BAKARA 125) Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı
ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den
kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e
şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete
verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi)
tertemiz tutun.”
-(BAKARA 127) Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin
(Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.
için Mekke’ye geldiği sırada, “Kâbe’nin yerini aradığından” söz ediliyor. İnanışa göre Kâbe çok önceleri de
vardı. Fakat Nuh Tufanı sırasında yıkılarak kayboldu.
İşte Hz. İbrahim de Kâbe’nin özgün yerini bulmak ve
onu yeniden inşa etmekle görevlendirilmişti.
NUH TUFANINDA YIKILDI, HZ. İBRAHİM
TEKRAR YAPTI
Dünyada yaşayan ve çeşitli dinlere mensup insanların
farklı farklı ibadet şekilleri vardır. Her inanç sahibi,
kendi dininin gerektirdiği şekilde her gün ibadetini
sürdürür. Kâbe, Müslümanların ibadetinde çok önemli
bir yer tutar. Her gün dünya üzerinde yaşayan milyonlarca Müslüman, nerede olurlarsa olsunlar, Kâbe’nin
bulunduğu yönü hedef alıp, o yöne doğru namaz kılarlar.
Birçok kaynağın bildirdiğine göre, Kâbe’nin bu günkü
duruma gelişi, Hz. İbrahim’in zamanına dek uzanır. İslam metinlerinde Allah’ın Hz. İbrahim’i Kâbe’yi inşa
etmekle görevlendirerek Mekke’ye gönderdiği yazılıdır. Bununla birlikte, Kâbe’nin Hz. İbrahim’den çok
çok daha eski dönemlere uzanan bir geçmişi olduğu da
söyleniyor. Çünkü Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa etmek
MİR’ATÜL HARAMEYN KİTABINA GÖRE
KÂBE’NİN İNŞAASI
Mesela Eyyub Sabri Paşa'nın ‘’Mir'atü'l-Haremeyn’’
isimli eserinde şu bilgilere yer veriliyor:
‘’Kâbe’nin yapılış tarihi hususunda iki temel görüş vardır. Bir görüşe göre Kâbe 10 sefer yapılmış ve yıkılmıştır. ll. sefer ise Osmanlı döneminde yapılmış ve bir
daha yıkılmamıştır. Ancak zaman zaman kısmi tamirat
geçirmiştir. Bu görüşe göre Kabe ilk sefer Melekler, 2.
sefer Adem (a.s.), 3. sefer Şit (a.s.), 4. sefer İbrahim
(a.s.) 5. sefer Amalika, 6. sefer Curhumiler, 7. sefer
Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay b.Kilab, 8.sefer Kureyş Kabilesi, 9. sefer Abdullah b. Zübeyr, 10.
sefer Haccac b. Yusufes-Sakafi tarafından inşa edilmiştir. Böylece Kâbe Osmanlı'dan önce 10 sefer yeniden
inşa edilmiştir. İşte bu görüşe göre Kâbe 11. sefer Osmanlı tarafından yapılmış ve bir daha yıkılmamıştır.
İSLAMDAN ÖNCE KÂBE
Ka'b: sözlük anlamı itibariyle genelde dört köşeli yapı
demektir. Kâbe de Ka'b kökünden olup dört köşeli olması hasebiyle bu ismi almıştır.
İlmi istilahta ise Kâbe: Bazı rivayetlere göre Melekler
veya Adem (a.s.) tarafından temeli atılan ve daha sonra Hz. İbrahim (a.s.) tarafından inşa edildiği kesin olan
Mekke vadisinin ortasında etrafı Harem'le çevrili meşhur ve malum olan Beytullah'tır (Allah'ın evi).Kâbe’nin
birçok isimleri vardır.
Bunların da en meşhur olanları şunlardır:
1- Kâbe, 2- Bekke, 3- Beytullah, 4- Beytü'l-Atik, 5Hatime, 6- Basse, 7- Beytü'l Haram, 8- Kadis, 9- Nazır, 10- Karye-i Kadimeı.
Konumuzun özelliği nedeniyle bu isimleri ayrı ayrı ele
alıp bunların konuluş sebepleri ve ne anlama geldikleri
hususu üzerinde duramıyoruz.
Kâbe’nin inşa tarihine gelince, bu hususta değişik rivayetler söz konusudur. Ancak konumuz daha ziyade
Osmanlı dönemi olması nedeniyle elden geldiği kadar
Kâbe’nin İslam ve Osmanlı öncesi inşa tarihini kısa tutmaya çalışacağız. Onun için öncelikle İslam'dan önce
Kâbe’nin kaç kez inşa edilip ve yıkıldığını tespite çalışmak istiyoruz.
64
DİĞER BİR GÖRÜŞ…
Din İşleri Yüksek Kurulu eski Üyesi
Dr. Sadık Eraslan’ın, ‘’Osmanlıların
Haremeyn-i Şerifeyn Hizmetleri’’
başlıklı çalışmasında ise Kâbe’nin
inşasına ilişkin şu görüşlere yer veriyor:
‘’Kâbe’nin 7 sefer yeniden inşa edildiği görüşüne göre ise 1. sefer Melekler, 2. sefer Hz. İbrahim (a.s.), 3.
sefer Amalika, 4. sefer Curhümiler,
5. sefer Kureyş kabilesi, 6. sefer Abdullah b.Zübeyr, 7. sefer Haccac b.
Yusufes-Sakafi tarafından yıkılıp yeniden yapılmıştır.
Bu görüşe göre Kâbe’nin Osmanlı tarafından yapılışı 8. sefer olmuş olur. Kâbe’nin ilk yapılışı ve daha
sonra kimler tarafından yeniden inşa edildiği ile ilgili
bunlar ve bunlara benzer daha başka görüşler de vardır. Ancak yaptığımız araştırma sonucunda elde edebildiğimiz bilgilere göre Hz. İbrahim'den evveline ait
tarihi bilgiler bizim için ilmi açıdan delil olarak geçerli
değildir. Zira birçok kaynakta yer almakla beraber
çoğu israiliyyat kabilinden olan bu bilgiler kuvvetli bir
delile dayanmamaktadır. Ancak şu var ki, aynı bilgiler mesela İbn Kesir gibi ilim adamlarına göre, inkâr
ve red de edilmez. Zira kendisi de Kâbe’nin ilk defa
Hz. İbrahim tarafından yapıldığını, fakat bunun Adem
(a.s.)'den beri bilinen bir saha üzerinde inşa edildiğini
savunmaktadır. Bu nedenle Hz. İbrahim'den evvelki
bilgiler İsrailiyat kabul edilip delil olarak kabul edilmemekle birlikte, birçok önemli ilmi kaynakta yer aldığı
içinbilgi babından okuyucunun takdirine sunulmuştur.
Kâbe’nin banisinin Hz. İbrahim ve oğlu İsmail olduğu
Kur'an-ı Kerim ile sabit olduğundanbiz de bunu esas
aldık. Buna göre Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından
yapılan Kâbe binası sadece dokuz zira yüksekliğinde,
üstü açık ve kapısı da yerden olan çok sade bir yapı idi.
65
li itibariyle en, boy ve yükseklik bakımından bugünkü Kâbe’den farklı idi. Özellikle uzunluk bakımından
Kâbe, şimdiki Hatim duvarını içine alacak şekilde büyüktü. Kureşliler Kâbe’yi yıkıp yeniden yapmak isteyince, eski şekli üzerinde tamamlayamadılar. Bu sefer
Kâbe’nin boyunu Hatem tarafından altı arşın bir karış
kadar kısaltıp artan malzemeyi geride bıraktıkları temel üzerinde yarım ay biçiminde bir duvar yaptılar.
İşte yarım ay gibi çevrilen bu mekâna Hatim denir.
Nitekim İslam'ın gelişine kadar Kâbe’nin yapısı bu şekilde kaldı.
HZ. İBRAHİM KÂBE’Yİ ‘TAVANSIZ’ YAPTI
Hz. İbrahim tarafından çok sade bir şekilde yapılan bu
bina onun devri boyunca hep tavansız kalmıştır. Bu
da, Hz. İbrahim (a.s.)'ın, Allah (c.c.)'a sonsuz itaat ve
tevazuundan dolayı tevhid akidesinin sembolü olarak
israfa girmek istemeyişinden ileri gelmektedir. Zira bu
asırda her tarafta insanlar taptıkları putları için Mısır
ehramları gibi çok görkemli yapılar tesis etmekteydiler. Hz. İbrahim (a.s.) inanç ve itikat itibariyle olduğu
gibi, ibadet etmekte olduğu mekân ve kullandığı sembol itibariyle de müşriklere en ufak bir şekilde benzemek istememişti.
Hz. İbrahim (a.s.)'den sonra yukarıda belirtildiği şekilde Kâbe, değişik zamanlarda ve değişik kimseler
tarafından yıkılıp yeniden yaptırılmış ve nihayet Hz.
Peygamber 35 yaşlarında iken Kureyş kabilesi tarafından yeniden inşa edilme lüzumu ortaya çıkmıştır. İşte
Kâbe’nin bu seferki inşası, İslam tarihi açısından bazı
önemli özellikler içermektedir. Bu özelliklerden biri,
Hz. Peygamber'in Haceru'l-Esved'i duvardaki yerine
yerleştirme konusunda yaptığı meşhur hakemlik olayıdır ki, bununla hemen o anda çıkmak üzere olan bir
savaşı ve fitneyi önlemiştir.
İkinci özellik ise, o zamana kadar daima Hz. İbrahim'in
attığı temel üzerinde inşa edilen Kâbe binasında maddi imkânsızlıklar nedeniyle değişiklik yapılmasıdır.
Şimdi önemine binen kısaca da olsa bu husus üzerinde
duralım. Şöyle ki: Kâbe binası, İslam'dan önceki şek-
BUGÜNKÜ KÂBE BİNASINI OSMANLI
YAPTI, MİMARI İSE MİMAR SİNAN
Emeviler döneminde iktidar uğuruna bütün Müslümanların kıblegahı olan Kâbe-i Muazzama mancınıklarla yıkılıp yakıldı. Emevi Halifesi Muaviye’ ölünce
zalim ve gaddar oğlu Yezid halifeliğini ilan etti. Resulullah’ın (sav) torunu Hz. Hüseyin’in de katili olan Yezid,
Mekke’ye saldırdı. Mancınıklarla şehri yerle bir eden
gözü iktidar hırsı bürümüş bu cani, Kâbe’yi yıktı.
Ve 600 yıllık varlığı ile ‘Türk-İslam dünyasının sigortası’ Osmanlı İmparatorluğu bugünkü haliyle onardı.
İftiharla söylüyoruz ki, şu andaki Kâbe-i Muazzama
binası atalarımızın eseridir. Kâbe’nin olduğu gibi, onun
etrafındaki Mescidü'l-Haram'ın projesini hazırlayan ve
bir ahşap bina olmaktan kurtaran da Osmanlı mimarı
ünlü usta Mimar Sinan'dır.
SULTAN SELİM’DEN MISIR BEYLERBEYİNE
KÂBE TALİMATI
Ceddimiz Haremeyn-i Şerifeyn, yani Mekke-Medine'ye sayısız hizmetler getirmiştir.
İşte bunlardan biri Osmanlı Sultanı 2. Selim’in 18 Eylül
1573 tarihinde Kâbe-i Muazzama’nın ve suyollarının
tamiri için gereken çalışmanın yapılması talimatı ve
gönderilen paranın belgesi bulunuyor.
Mısır beylerbeyi ve defterdarına gönderilen talimatnamede özetle şu ifadeler yer alıyor:
‘’Mısır beylerbeyisine ve defterdarına hüküm ki:
Harem-i Şerîf'in otuz iki kubbesine on dört bin sikke
altın sarf edildi. Kalan altı yüz altmış sekiz kubbeye
üç yüz otuz altı bin altın daha sarf edilecektir. Ayrıca suyolunun tamiri de gerekmektedir. Hacıların bu
sene su ihtiyaçlarını karşılamak üzere suyollarının ve
kubbelerin tamiri için lüzumlu malzemenin temini hususunda gereken parayı bir an önce tedarik edip gönderesin. Asla ihmalkârlık göstermeyesin.’’
66
İlk adı “Ahd-ı Milli Beyannamesi”
olan Türk devletinin ve Türk
Milletinin ‘milli yemini…
MİSAK-I
MİLLİ
NEDİR?
Misak-ı Milli (Milli Yemin), Türklerin Kurtuluş Savaşının siyasi manifestosu olan altı maddelik bir bildiri adıdır. İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi tarafından bu bildiri 28 Ocak 1920 yılında oybirliği ile kabul
edilmiştir ve kabul edildikten sonraki 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklanmıştır. Bildiri, Birinci Dünya Savaşı’nı
sona erdirecek olan barış antlaşmasından Türkiye’nin
kabul ettiği askeri şartları içerir.
Bildiri Mebusan Meclisi’nde ‘’Ahd-ı Milli Beyannamesi” adıyla kabul edilmiş, daha sonradan “Misak-ı Milli” olarak adlandırılmıştır. Her iki deyimle ‘’Ulusal Yemin’’ anlamına gelir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin sınırları, tabi bazı ayrıntılar hariç,
Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda gerçekleşmiştir.
Misak-ı Milli’ de Alınan Kararlar
Erzurum ve Sivas civarlarında oluşan kongrelerinde
saptanıp ve ardından olgunlaştırılan ilkeler doğrultusunda son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından gizli
oturumda oy birliği ile 28 Ocak 1920 tarihinde alınan
ve Türkiye’ nin kabul edebileceği barış koşullarını
açıklayan 6 maddelik bildiridir. Mısak-ı Milli temelinde
Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık savaşlarının bir programı niteliğindedir.
67
ATATÜRK’ÜN MİSAK-I MİLLİ TARİFİ
Atatürk, ilk defa 1 Mayıs 1920’deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklamasında
olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Milli sınırlarını tanımladı: “Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya’dan,
Halep ile Katma istasyonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor’a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve
Süleymaniye’yi içine alır.”
Hatay -İskenderun sancağı 1921’de Fransız mandasına bırakılmış, ama karşılığında Adana, Maraş, Antep,
Urfa alınmıştı. Ama bu demek değildi ki tamamen
terk edildi. O günden başlayan mücadele gerek yeraltı, gerek diplomasi ile Misakı Milliye dahil olması
nedeniyle 1939 da resmen Türkiye ye katıldı. Kıbrıs’a 1974’de Barış Harekatı gerçekleştirildi. Yavru’da dense bağımsız bir KKTC kuruldu.
di istekleri doğrultusunda anavatana katılan Kars,
Ardahan ve Batum’da gerekirse tekrardan bir halk
oylaması yapılabilecektir.
• Batı Trakya’nın hukuki durumu da, halkın
kendi özgürlüğü içinde verecekleri oylarla saptanacaktır.
• İstanbul ve Marmara Denizinin her türlü güvenliği, tehlikeden uzak tutulması, Boğazların ise
ticaret gemilerine açılması ilgili devletler aralarındaki anlaşma ile sağlanmalıdır.
• Misak-ı Milli kararları doğrultusunda belirlenen ilkeler çerçevesinde azınlıkların hukuki hakları, komşu ülkelerde yer alan Müslümanlarında aynı
haklardan yararlanması koşuluyla azınlıklar güvence altında alınacaktır.
• Türkiye’nin siyasal, adli ve mali olarak tam bağımsızlığı kabul edilecektir ; bu konularda hiç bir
kayıt ve kısıtlama getirilmeyecektir.
6 Maddeden Oluşan Misak-ı Milli
Kararları Özetle Şunlardır:
• Arap kökenli halkın oturduğu aynı zaman da
Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı
devletlerin işgal ettikleri bölgelerin gelecekleri,
halkın serbest ve kendi oyuyla belirlenecektir. Mütareke sınırları içerisinde Osmanlı - İslam çoğunluğunun çoğunluk olarak yerleşmiş bulunduğu kısımların tümü, gerçekte ya da hükmen hiç bir neden
ile birbirinden ayrılmayacak bir bütündürler.
• İlk serbest bırakıldıkları anda tekrardan ken-
Misak-ı Milli’nin Önemi
• Milli sınırların ne anlama geldiği açıkça ifade
edilmiştir.
• Siyasî, askeri ve ekonomik isteklerle tam bağımsızlık istendiği açıkça vurgulanmıştır.
• Milli egemenlik hariç, Sivas ve Erzurum Kongrelerinde alınan kararlar ve M. Kemal’in fikirleri
Osmanlı Parlamentosunca da kabul edilmiştir.
• Alınan kararlar TBMM tarafından uygulanmıştır.
• Milli Mücadele’nin siyasî programı belirlenmiştir.
68
94
TÜRK-YUNAN
MÜBADELESİ
YAŞINDA
Mübadele (değiş-tokuş) anlaşmasına göre, 400 bin Müslüman-Türk Yunanistan’dan
Türkiye’ye, 1.5 milyona yakın Rum ise Türkiye’den Yunanistan’a gitmek zorunda kaldı
Hazırlayan: Yusuf Ziya ERARSLAN /Gazeteci-Yazar
(Fotoğraflar: Tamer Uysal arşivi)
69
Yüzyılın ilk çeyreği biterken
(1924); Ege Denizi’nin iki
yanında oturan yüz binlerce
insan, karşılıklı yurt değiştirdi.
Vapurlar ya da trenler mi
yol alıyor yoksa evler mi,
bilemediler. 1912’de Balkan
Savaşı ile başlayan göç
dalgası binlerce Müslümanı
Anadolu’ya savurmuştu.
Ardından I. Dünya Savaşı
patlak verdi. Kurtuluş Savaşı
sırasında ve sonrasında, bu
göç dalgası daha da büyüdü.
1924’de Lozan’da imzalanan
“Nüfus Mübadelesi (değişimi)
Sözleşmesi” ile büyük bir
nüfus değişimi yaşandı.
Selanik’ten Kavala’dan
Girit’ten, Kesriye’den,
Kozana’dan yaklaşık 400
bin Müslüman geldi.
Anadolu’da yaşayan 1
milyon 300 bin Ortadoks
Rum, Yunanistan’a göç etti.
Orada yeni yurtlarını, yeni
evlerini kurmaları kolay
olmadı. Yıllarca çadırlarda
ve barakalarda, büyük acı ve
kayıplarla yaşadılar. Yolda ve
yeni yurtlarında pek çoğu
hastalandı ve öldü. Herkes
doğduğu evi, diktiği ağacı ve
komşularını özledi.
70
HEM TÜRKLER İÇİN HEM RUMLAR BÜYÜK
ACILAR YAŞADI
Türk tarihinde mübadele Kurtuluş Savaşı’nın ardından,
30 Ocak 1923’te Lozan’da imzalanan Yunan ve Türk
Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol
gereği Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Müslümanların büyük bölümünün karşılıklı olarak yer değiştirmesi. 30 Ocak 1923’te Türk ve Yunan makamları
tarafından imzalanan antlaşmaya göre, Batı Trakya’da
yaşayan Türkler ve İstanbul’da yaşayan Rumlar dışında,
Türkiye ve Yunanistan’daki tüm Rum ve Türk nüfusun
yer değiştirmesi kararlaştırılmıştı. Daha sonra Lozan
Barış Antlaşması’yla Gökçeada ve Bozcaada’daki Rumlar mübadele dışı tutuldu. Antlaşmanın uygulanabilmesi için iki ülkeden dörder üye ve Milletler Cemiyeti
Kurulu’nun belirlediği üç üyeden oluşan bir karma komisyon, Ekim 1923’te çalışmalarına başladı.
Antlaşma, mübadele edilen halkın bir daha geri dönemeyeceğini, taşınır mallarını yanlarında götürebileceklerini, taşınmazlarını ise karma komisyon gözetiminde altın değerine göre tasfiye edebileceklerini
karara bağlıyordu. Ahalinin değiştirilmeye başlanmasıyla birlikte sorunlar su yüzüne çıktı. En önemli sorun da, İstanbul’da yaşayan Rumların (mübadeleye
tabi tutulmayan Rumlar) belirlenmesi konusuydu.
Yunan makamları, İstanbul’da oturan bütün Rumların, doğum yeri ve İstanbul’a yerleştikleri tarihe bakılmaksızın “etabli (oturmakta olan)” sayılması, dolayısıyla mübadele dışı bırakılması konusunda ısrar
ediyordu. Türk tarafı ise, bu konuda belirleyicinin,
Türk yasaları olması gerektiği yönünde görüş bildirdi.
“Etabli” adı verilen sorun geniş yankılar uyandırdı.
Milletler Cemiyeti’ne, oradan da Uluslararası Adalet
Divanı’na sevk edilen sorun, Türkiye’nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da, Yunanistan bu
karara uymadı ve Batı Trakya’daki Türklerin mallarına
el koyarak, bu malları Rum göçmenlere dağıttı. Buna
karşılık Türkiye de İstanbul’daki Rumların mallarına
el koydu. Problem, 1926’da taraflarca imzalanan bir
antlaşmayla çözüme kavuşturulmaya çalışılsa da bu
antlaşma uygulanamadı ve ilişkiler yeniden gerginleşti. Ancak 30 Haziran 1930’da, Yunanistan Başbakanı
Venizelos’un girişimiyle imzalanan antlaşma sonrası iki ülke arasındaki ahali mübadelesi resmen sona
erdi. Bu son antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum
yerlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ve Batı Trakya’daki Müslüman ahalinin tamamı etabli statüsünde
kabul edilip mübadele dışı bırakıldı. Ahali Mübadelesi
1923’ten başlayarak fiilen 1927’ye kadar sürdü. Türkiye’de bu amaçla Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti
kuruldu. Mübadele sonucu 400 bin Müslüman Türk,
Yunanistan’dan Türkiye’ye gelirken, 1 milyonu aşkın
Rum da Türkiye’den Yunanistan’a gitti. Mübadeleye
71
konu olan Rumların yüzde 80’i Anadolu’da, yüzde
20’si ise Trakya’da yaşıyordu. Mübadele sonrası Türkiye’de, tamamı İstanbul’da olmak üzere 110 bin Rum
kaldı. Mübadele hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da önemli değişikliklere sebep oldu. Türkiye’de,
savaş kayıpları dışında kentli nüfusta, Rumların da gidişiyle önemli bir azalma görüldü. Rumların ağırlıklı olarak uğraştığı imalat sanayii sekteye uğradı. Rumların
bıraktığı toprağa yerel eşraf el koyduysa da, hükumetin dengeli toprak dağıtımı politikası sonucu problem
giderildi ve yeni gelenlerin ekonomik hayata uyumu
sağlandı. 1923-1934 arası dağıtılan 7 milyon dönüm
toprağın tamamına yakını göçmenlere verildi. Mübadelenin Yunanistan’daki etkisi daha da ağır oldu. Dağıtılacak toprağın azlığı ve gelen göçmenlerin fazlalılığı,
önemli ölçüde işsizliğe yol açtı. Türkiye’deki yaşamları
sırasında daha iyi durumda olan göçmenlerin yaşadığı
statü kaybı, toplumla bütünleşmelerinde problemlere yol açtı. Bu problemler, iki savaş arası dönemde
Yunanistan’ın siyasi istikrarsızlığa sürüklenmesinin en
önemli nedenlerinden biri oldu.
YUNANİSTAN ‘SADECE RUMLARDAN
OLUŞAN’ DEVLET HAYALİ!
(1)
Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de
“ulus devlet” oluşturmaya yönelik önemli bir tarihsel olaydır. Yunanistan, 1830’da bağımsızlığım
kazandıktan sonra, “Megali İdea”sına göre çizdiği
sınırlar içinde, sadece Yunanlılardan oluşan bir
devlet kurmayı amaçlarken Türkiye de, benimsediği
Misakı Milli sınırları içinde Müslümanlardan
oluşan bir devlet kurma çabası içindedir.
TBMM Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki nedeni vardır: Öncelikli amaç, Batı’nın müdahalesine gerekçe oluşturan azınlıklardan kurtulmaktır. İkinci neden
de, Müslüman unsurların kolayca uyum sağlayabileceği
düşüncesiyle, Misakı Milli sınırları içinde “ulus devlete
giden yolu açabilmektir. Çünkü Misakı Milli sınırları,
Araplar dışında, Osmanlı İmparatorluğu içinde kalan
son Müslüman yerleşim bölgelerini kapsamaktadır.
Her iki ülkenin de isteği olan nüfus mübadelesi, Yunanistan’ın “Megali İdea”sının gerçekleşme şansının
ortadan kalkmasıyla anlaşmazlık konusu olmuştur.
Yunanistan mübadelenin isteğe bağlı olmasını istemişse de Lozan Görüşmelerinde, Türkiye ve Müttefik
Devletlerin zorunlu mübadele düşüncesi benimsenmiştir. Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp, Kurtuluş Sa-
vaşı ile hızlanan Rum göçü, Yunanistan’ı da zorunlu
mübadele fikrini benimseme noktasına getirmiştir.
Lozan’da imzalanan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi ile zorunlu mübadele birçok sorunlara yol açmasına rağmen gerçekleştirilmiştir. “Etabli” ve
Patrikhane konularında çıkan sorunlar iki ülke ilişkilerini zaman zaman gerginleştirmesine rağmen yapılan anlaşmalarla bu sorunlar da çözümlenmiştir.
ANLAŞMA ÖNCESİNDE DURUM NASILDI?
Osmanlı Devleti 1912 yılında, Balkan Savaşı sonrasında Rumeli’deki topraklarının neredeyse tamamına
yakınını kaybederken geride, Osmanlı tebaasıyken
bir anda başka bir devletin azınlık statüsündeki vatandaşları konumuna düşen yüzbinlerce Müslüman
Türk bırakmıştı. Yunanlılar tarafından potansiyel
tehlike olarak görülen Epir bölgesindeki, Selanik
ve çevresindeki şehirler ile birlikte adalardaki
Müslümanlara karşı yoğun baskı ve yer yer katliamlar
yapılmaktaydı. Bu durum yaklaşık on sene sürmüştü.
1922’de Yunan Ordusu‘nun Anadolu’dan mağlup ayrılmasının ardından artık Anadolu’da can ve mal güvenliğini kaybettiğini düşünen 1,069,957 Anadolulu
Rum’un Yunanistan’a göç etmesiyle göçmenleri boş
arazi ve evlere yerleştirme sorununun baş gösterdiği
Yunanistan’da, Anadolu’dan gelen göçmenler Müslümanları evlerinden çıkarmaya ve onların evlerine yerleşmeye başlamıştı. Rum göçmenlerin barınması için
gerekli arazi ve evlerin bir kısmı Müslümanların Türkiye’ye gitmesiyle sağlanacaktı. Hem Yunanistan’daki
hem de Türkiye’deki azınlıkların sorunlarının daha da
artması üzerine Lozan şehrinde barış anlaşmasının hazırlığı için görüşmelerin başladığı dönemde 30 Ocak
1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleyi öngören sözleşme imzalandı.
TÜRK KOMŞULARIMIZ BİZE EL SALLIYOR,
AĞLIYORLARDI
(2)
Rum asıllı Politeseni Katrancis, “cin arabası” dediği bisiklete binemeden göçte ölen kardeşini ve göçü
anımsadığını, göz yaşları içinde anlattı: “Yayla zamanı
idi. Mayıs ya da haziran ayı. Gelveri’den Ihlara’dan ya
da Aksaray’dan Hasan Dağı’nın yamaçlarına sürüleriyle göç eden komşularımız (Müslüman) bize ağlayarak
el sallıyorlardı. Hakkınızı helal edin, dediler. Helallik
Türkler de çok önemli bir inanç. Yunanistan’dan gelen
72
bir komisyon ile Türk yetkililer mallarımıza kıymet biçtiler. Taşınmaz tüm mallarımızı ucuza verdik, çoğunu
bağışladık. Komşularımız arkamızdan su attılar. Tekrar geri gelelim diye. Kağnılarla, at arabaları ile Konya
Ereğli’ye geldik. Bir kısmımız da Niğde üzerinden (o
tarihte Niğde’de tren yolu yoktu) Ulukışla’ya geldi. Bir
hafta burada, Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda konakladık. Tren vagonları içine doluştuk. Tren Toros Dağları’nın içinden geçen tünellerden ilerlerken, bir bilinmeyene doğru yol alıyorduk. Tren mi yol alıyor, evler mi,
bilemiyorduk. Karaisalı ve Yenice istasyonlarında bizleri taşlayanlar oldu. Sonra, Mersin Limanı’na geldik.
AZİZ’İN NAAŞI DA GÖÇ ETTİ
Başımıza kötülük gelmesin diye Hıristiyanlığı Anadolu’da yayan Aziz Grigoryos’un naaşını, bulunduğu yerden çıkardık. Elliye yakın sandığın içine yerleştirdik.
Her kasa 80 okka kadardı. Arabalara yükledik. Trene ve oradan da vapura bindirdik. Denizde bir fırtına
başlayınca Aziz’in parçalara ayrılmış naaş sandıklarına
sarılarak dua ediyorduk. Ama hiç faydası olmuyordu.
Çünkü yolda çok insan öldü. Babam, ‘goyu mu olur,
gabardıcın gölgesi…’ türküsünü ünlemeye başladı.
İtalyan ve Türk gemileriyle Selanik’in Karabur-
73
nu Limanı’na geldik. Burada karantinadan geçtikten sonra Türklerin başlattıkları köylere gittik.
Sıtma, hastalıklar yakamızı bırakmadı. Yerli Rumlar, bize göçmen olduğumuz için çok kötü davrandılar. Mutluluk ve komşuluk, Anadolu’da kaldı.’’
YAŞANAN ACILAR İKİ ÜLKENİN
SİNEMALARINDA YER ALMAYA BAŞLADI
(3)
30 Ocak 1923 tarihinde Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Nüfus Mübadele Sözleşmesi “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk
uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının zorunlu mübadelesini (Exchange obligatoire)” ön görmüştü. Lozan Barış Antlaşmasına ek yapılan Türkiye-Yunanistan Nüfus
Mübadelesi ardından insanların doğdukları toprakları
terk etmek zorunda kalışları yani nüfus değişimi bir insanın başına gelebilecek en acı olaylardan birisidir. İnsanlar yüzyıllar sonra ev barklarını, yurtlarını ve yakınlarının mezarlarını bırakıp çelişikli bir şekilde doğdukları
topraklardan sadece hatıralarıyla beraber anavatan
diye saydıkları topraklara göç ediyordu. Evlad-ı Fati-
han (Balkan Türkleri) bu defa da mübadil sayılıyordu.
Mübadele edebiyatı yeni çıkan yapıtlarla daha da gelişiyor. Bu alandaki araştırmalara gün geçtikçe başka
edebi yapıtlar da ekleniyor. Benim ilk aklıma gelen
roman Feride Çiçekoğlu’nun Suyun Öte Yanı oluyor.
“Suyun Öte Yanı” Ege’nin iki yakasından biri Yunanlı
biri Türk iki ulustan insanın “özgürlük” için yıllar önceki değişimin tersine iki yakaya yine iki ayrı vatana
sığınmasının öyküsüdür. Feride Çiçekoğlu kaçış ya da
arayış öyküsü diyebileceğimiz Cunda (şimdi Alibey)
Adası’nda geçen anlatıda anıları, tutkuları, sevdalarıyla
ortak geçmişe uzanır direnci ya da insanlardaki değişimi bu insanların tarihinde varolmuş mübadele ve
sürgün temasını işleyerek kökleri gibi derinlere inen
bir yazgıda birleşen ince bir mesaj yoluyla aktarır.
Kemal Yalçın “Emanet Çeyiz”, Canan Tan “Hasret”, Kemal Anadol “Büyük Ayrılık”, Figen Ünal Şen
“Bir Avuç Mazi”, Yılmaz Karakoyunlu “Mor Kaftanlı Selanik” ile mübadele konusunu ele almışlardır. Usta yazar Yaşar Kemal de “Bir Ada Hikayesi”
ile birbirini izleyen dört mübadele romanına el atar.
Mübadele, karşılıklı iki ülkenin sinemasında da yer
buldu. Son dönemlerde art arda mübadele filmleri çekiliyor. Kimi edebiyat uyarlaması kimi ise özgün birer sinema filmi olarak. Suyun Öte Yanı mübadele konusuna kapı aralayan ilk sinema filmiydi.
Ardından başka filmler de peş peşe geldi. “Bulutları
Beklerken” (Yeşim Ustaoğlu), “Dedemin İnsanları”
(Çağan Irmak), “Rüzgarlar” (Selim Evci) ve “Evdeki
Yabancılar” (Dilek Keser) bunlar arasında sayılabilir.
Rum kökeni Arapça rumi sözünden gelir. Anadolulu
demektir. Bıraktığı büyük izlerle doğal olarak bölgenin
edebiyatına da yansıyan mübadele Türklerden farklı
Yunanistan topraklarına geçen Rumlar tarafından
“mültecilik” biçiminde yorumlanmıştır. Türkiye’de
mübadeleye ilişkin tesir aynı derece olmadığından
örnekler de aynı zaman ve nispette ortaya çıkmamıştır. Suyun Öte Yanı belki bu konuda bu tarafta kaleme alınmış andığımız nadir örnekten birisi sayılmakta. Trajik takasın üzerinden geçen bir asır (30 Ocak
1923) neredeyse bu acıklı hatıraları hala silemedi.
KAYNAK:
1-H. Cevahir KAYAM
L​ ozan Barış Andlaşmasına Göre Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve
Konunun TBMM’de Görüşülmesi
2-Gazeteci-Yazar
Dursun
(www.dursunozden.com.tr)
Özden’in
röportajı
3- Tamer Uysal -“TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 94 YAŞINDA”
74
ŞEHİT ANA-BABASININ ÖRNEK DAVRANIŞI
ŞEHİT OĞULLARININ
EŞYALARININ SATILARAK
PARASININ KIZILAY’A
VERİLMESİNİ İSTEDİLER!
Sivas Aziziyeli şehit Mülazım Rasim’in annesi Ayşe
hatun ve babası Osman Nuri Bey, oğullarının
şehadet haberinden sonra komutanlığa mektup
yazarak, oğullarının geride bıraktığı eşyasının
satılarak bedelinin Kızılay’a teslimini talep ettiler.
Araştırma: Yusuf Ziya Erarslan
75
Bir ana düşünün… Evladı-yavrusu-kınalı kuzusu cephede şehit düşmüş…. Yüreği yaralı, kanadı kırık, dünyası
kararmış bir anne…
Binbir zahmetle büyüttüğü, üstünü açıp üşümesin diye
gecelerce uykusunu bölüp yavrusunun üzerindeki battaniyeyi örten…
Düşüp çizdiği parmağını defalarca öpen, hastalandığında saatlerce başında nöbet tutan… Evladı ateşlenince
onun içinde ormanlar yanan, o üşüyünce yüreği zemheri ayını yaşayan bir ana…
Üzerine bir papatya çiçeği gibi titrediği oğlu hiç
tanımadığı, ta dünyanın öbür ucundan ismini bile bilmediği ülkelerden gelen gavur askerleri tarafından vurulup
oğlu şehit edilen bir anne…
Bir an kendinizi bu kadının yerine koyun… Ne hissederdiniz? O acı haberi aldığınızda ne yapardınız, nasıl
davranırdınız mesela?
Bir anlık empati bile ne kadar ağır geliyor değil mi insana…
Peki o ne yaptı biliyor musunuz?
Hiç birimizin yapamayacağını yaptı?
Şehit oğlundan geriye kalan eşyaların satılarak bedelinin
o dönem ki adı Hilal-i Ahmer olan Kızılay’a verilmesini
istedi!
O bir Türk kadınıydı…
‘’Vatan evlattan da yardan da üstündür, kıymetlidir’’ diyecek kadar vatansever bir Türk kadını…
Tarih 14 Nisan 1916
Sivas Aziziyeli şehit Mülazım Rasim’in annesi Ayşe hatun ve babası Osman Nuri Bey, oğullarının şehadet
haberinden sonra komutanlığa mektup yazarak, oğullarının geride bıraktığı eşyasının satılarak bedelinin Kızılay’a teslimini talep ettiler.
Merkez komutanlığı ise bu mektubun gazetede yayınlanması Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi’ne gönderdi.
O dönem mecmua da (gazetede) yansıyan bu mektup
memlekette büyük bir alaka uyandırdı.
Yokluk ve acılarla yürütülen İstiklal Harbi bu mektupla
bambaşka bir ivme kazandı.
Bu eli öpülesi şehit ana ve babaları sayesinde bu ülke
bağımsızlığını kazandı.
Türk Milleti onlara minnettar…
Yüce Allah (c.c) onlardan razı olsun. Mekanları cennet
olsun.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ‘’Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi’’ isimli
eserde yayınlanan mektup Türk Milleti’nin iftihar vesikası olarak şerefli tarih sayfalarında yerini aldı.
76
Abdullah AYATA
Öğretmen-Yazar
[email protected]
77
KİTAP OKUMA
ALIŞKANLIĞIMIZ
Okumak, çocukların kültürel gelişmelerini tamamlamaları ve bilgi çağını yakalayabilmeleri için zorunlu,
arzulu bir ihtiyaç haline getirilmelidir, gibi sözleri zaman zaman dile getiririz.
Daha sonra, her kitap okuyucuya başka hayatlar, başka insanlar, değişik karakterler hakkında bakış açıları kazandırır. Kişinin duygudaşlık
yetisini geliştirir. Yapılan bilimsel araştırmalara
göre bireyin beyninde yeni nöron bağlantıları
oluşturduğu, zekâyı geliştirdiği ispatlanmıştır.
Bilgi birikimini genişletip derinleştirmesi de en önemli
yararlarından birisidir. Hayatın gerçekleri sıkıcı ve siyah beyaz olabilir ama kitaplarla kurulacak düşlerle
monotonluktan kurtarılıp renkli, canlı hale getirilebilir.
Yaratıcılığı geliştirir. Normal şartlarda tanıma,
inceleme imkânı bulamayacağımız farklı kültürleri öğrenme fırsatı verir. İşimize odaklanmamızı,
yaptığımız mesleğimizde uzmanlaşmamıza yardımcı
olarak işimizi keyif alarak yapmamızı, alanımızda uzmanlaşmamızı sağlar. Hafızayı güçlendirir. Daha
düzenli ve disiplinli olmamıza katkı yaparak başarı oranımızı artırır. Stresi azaltıp, normal düşünmemizi sağlar. Kısacası ilaç gibidir. Hayatı sevdirip, düşüncelerimizi olgunlaştırır, benzeri yararlarını sıralarız.
Fransız halkının %21’i, Japonların %14’ü, Amerikalıların %12’si düzenli okuma alışkanlığı kazanmışken bu
oran bizim ülkemizde ne yazık ki 2500 kişiden
birisi düzenli okuma alışkanlığına sahiptir. Nüfusu 7
milyon olan Azerbaycan’da yayınlanan kitapların sayısı 100 binli baskılarla başlarken bizdeki baskı sayısı
2-3 binlerle sınırlı kalmaktadır.
Ayrıca yazarlar tarafından üretilen eserlerin çoğunluğu kaliteden uzaktır. Milli, manevi değerlerimizi koruyup, tarihimiz ve geçmişimizdeki
önemli olayları işleyerek gençlerimize birlik,
beraberlik, vatan sevgisi mesajı vermeye çalışan
yazarlarımız az sayıdaki yazarımızın eserlerinin
ise yeteri kadar tanıtımı yapılmamakta, böylece
hedefledikleri Türk gençlerine ulaşmaları zorlaşmaktadır.
Kitap okumaya ayrılan zamanda ise ülkemiz dünya ortalamasının üç kat gerisindedir. Bir yıl içerisinde ABD
de basılan kitap sayısı 72 bin, Rusya’da 58 bin, Japonya’da 27 bin civarındayken Türkiye’de bu sayı 7 bin
kadardır. Bir Norveçli yıllık kitap alımı için yılda 137
dolar, Alman 122 dolar ayırırken Türkiye’de ise bu
miktar kişi başı 0,45 dolardır. Dünya çocuklarına
özel günlerinde kitap hediye edilmesi sıralamasında
180 ülke arasında Türkiye 140. Sıradadır. Ayrıca, Türkiye Birleşmiş Milletler gelişim programında
kitap ve gazete okumada Malezya, Libya, Nijerya
gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülkenin bulunduğu
kategoride 86. sıradadır.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Gerçek olan şudur. Bir
ülkede sanayii ve teknoloji gelişimiyle aynı hizada kültür de gelişmezse ileriki zamanlarda o
ülkenin ekonomisi çökmeye mahkûmdur. Öyleyse, çocuklarımıza küçük yaşlarda kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için neler yapmalıyız? Bu önemli meselemizin birinci derecede
sorumlusu olarak görülen öğretmenlerimiz neler
yapmalılar?
78
Milli Eğitim camiası öğretmenleri, çalışanlarıyla
birlikte bir milyon civarında kişiden oluşmaktadır. Eğer bu sayının yarısı düzenli okuma alışkanlığı kazanmış olsa ülkemizdeki kitap okuru sayısı en
az ikiye katlayacaktır. Bilindiği gibi, şahsiyet olarak
kendisini öğrencilere sevdiren öğretmen örnek olarak
görülmekte, sürekli öğrencileri tarafından hareketleri taklit edilmektedir. Elinde bir kitapla derse giren
öğretmen de sürekli olarak öğrencilerinin dikkatini
çekecektir. Mesleğinde kendisini geliştirmek isteyen
öğretmen öncelikle kitap okuması gereğine inanmalıdır. Araba almak, yaz aylarında tatile çıkmak elbette
öğretmenlerimizin en tabii hakkıdır. Bunları yapabilen
eğitimcilerin ayda bir kitap almaları, bir dergiye abone
olmaları kitap satın alma alışkanlığını ihtiyaç listelerine
eklemeleri pek masraflı olay değildir. Ayrıca, öğretmen sendikaları, milli eğitim müdürlükleri bulundukları yerlerdeki kitapçılarla anlaşma yaparak öğretmenlerin ucuz kitap alabilmelerine öncülük edebilirler.
Seminer çalışması adı verilen dönemlerde öğretmenler kitap okumaya, hızlı okuma kurslarına yönlendirebilirler. Okul nöbetlerinin yanı sıra öğretmenlere
kütüphane nöbeti de verilebilir. Öğretmen camiası içerisinde birçok şair, öykü, roman, çocuk
kitabı yazarı bulunmaktadır. Bunların eserleri tarafsız
bir kurul tarafından incelenerek, milli, manevi değerlerimize uygun olan kaliteli eserler maliyet fiyatlarına
öğretmen ve öğrencilere sunulabilir. Yazan, üreten
öğretmen ve emekli öğretmenler hazırlanan projelerle okullarda öğrencilerle buluşturulup okumaya
teşvik edilebilir. Resim, müzik, güzel sanatlar ve edebiyat alanlarında üretim yapan öğretmenlerin eserleri
değerlendirilerek uzmanlık, ek gösterge gibi katkılarla gelir düzeyleri yükseltilebilir. Edebiyat alanında
yetenekli öğrenciler tespit edilerek yazar okulu,
hızlı okuma, kitap değerlendirmesi gibi kurslara
alınarak önleri açılabilir.
Ne yazık ki, 1924 Tevhid-i Tedrisat (Eğitimin
Millileştirilmesi) kanunundan bu yana zaman
geçtikçe eğitimin gerileyip, öğretimin ön plana
çıkması, iyi matematik, fizik problemi çözen çocuklarımızın birbirleriyle yarıştırılarak önemli
meslek ve makamlara getirilişleri, acımasız kapitalizmin neferleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
79
Milli, manevi değerlerimizi öğretmeden, vatan,
millet, devlet Türklük kavramları verilmeden,
kitap okuma alışkanlığı kazandırmadan görev
alan bu yetiştirilmiş robotlar ülke geleceğimize, gelişmemize yaradan çok zarar vermektedirler.
Öğretmen ve okul başarısının, fen lisesi, tıp fakültesi,
mimarlık gibi para getirisi fazla olan üniversite bölümlerini kazanan öğrencilerle ölçülmesi oldukça yanlış
bir uygulamadır. Aslında okulların başarısı yetiştirmiş oldukları ahlaklı, dürüst, saygılı, özverili
öğrencilerle ölçülmelidir.
Özellikle lise son sınıflarda toplumdan tecrit edilerek
oyundan, eğlenceden, dinlenmeden, kitap okumadan
mahrum edilen çocuklar ileriki yıllarda birçok psikolojik sorunlarla karşılaşarak kendilerine ve çevrelerine
zarar vermekte zoraki seçtirilmiş olan mesleklerinde
beklenilen başarıyı gösterememektedirler. Sürekli
olarak devletten iş beklemeye alışmış olan insanımız çocuklarını hep önünde markası olan
mesleklere yönlendirmek istemekte, hiç kimse
iyi bekçi, ahlaklı işçi, dürüst çiftçi, temiz çöpçü,
özverili hasta bakıcı gibi mesleklere mecbur kalmadıkça yanaşmamaktadır.
Oysa düzenli kitap okuma alışkanlığı olan insanlar
yeteneklerine göre mesleklerini seçmeye, sevdikleri
işleri yaparak mutlu olmaya rahatlıkla yönelebilirler.
Bu durumda geçimlerini sağlayacakları işleri onlara
sevdikleri birer hobi olarak görünür. Mutlu, huzurlu,
başarılı vaziyette hayatlarını sürdürürler.
Bu sebepten okullarımıza konulan kitap okuma
saatleri, öğretmenler tarafından dayatma olarak verilen kitap okuyup özet çıkaramaya yönelik ödevler okuma alışkanlığı kazandırılmasına
fazla etki etmemektedir. Bazı sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin gösterişten öteye gitmeyen kitap okuma kampanyaları da magazin haberi
olmaktan öteye gidememektedir. Kitap okuma
bir sevgi işidir. Severek isteyerek yapılmalıdır.
Ancak bu sevgiyi çocuklarımıza her türlü eğitimi
vermekle yükümlü öğretmenlerimiz verebilir.
Bu sebepten öncelikle okuma alışkanlığı kazandırılmaya öğretmenlerimizden başlanılmalıdır.
Artık Uzakdoğu ülkelerinin birçoğunda bizdeki nöbetçi eczaneler gibi nöbetçi kitapçılar
hizmet vermeye başlamıştır. Bu durumu örnek alan Adana ve Ankara illerinde benzeri bir
proje başlatılmış bulunmaktadır. Ayrıca, özellikle
bu sene yurdun çeşitli bölgelerinde başlatılan kitap
okuma kampanyaları, oluşturulan okuma ve tartışma
gurupları ciddi mesafeler kat etmeye başlamışlardır.
Bunların en önemli örneği Gaziantep ilinde bir
öğretmen arkadaşımız tarafından başlatılarak
kısa zamanında ülke geneline yayılan kitap okuma ve değerlendirme kampanyasıdır. Bu özverili öğretmenlerimiz tarafından başlatılan kitap
okuma kampanyasının tüm illerimize örnek olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.
80
Emrah Bekçi
Araştırmacı/Yazar
81
BOYNUZSUZ KOÇ
Osmanlı İmparatorluğu’nda yetişmiş bir iki kadın
şairden biri olan Fitnat Hanım (Ölm. 1780) ile
çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet
arasında geçtiği rivayet edilen birçok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde
birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat
Hanım’a aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir. Bir Kurban Bayramı arifesinde, Fitnat
Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde
dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanım’ı
görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir
emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir
emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir
koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş:
— Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?
— Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.
**
KOLAYI VAR
İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan Şair Haşmet’in (18. yüzyıl), kendine
göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli
bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş
yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet’in böyle bir
defter tuttuğundan haberdar olan padişah (III.
Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş.
Padişah zevk ve merakla defterin sayfalarını karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek
olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet’in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden
paylamaya başlamış:
— Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?
— Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz
geçenlerde imrahora (baş seyis) yüklü bir
para vererek cins bir Arap atı almaya gönderiniz. O kadar parayla Arabistan’a gönderilen kimse artık döner mi? Bunun için
sizin adınız da orada bulunuyor.
— Peki, ya imrahor geri dönerse?
— Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler,
onunkini yazarız.
**
CAN ÇEKİŞME
Büyük vatan şairi Namık Kemal, yazı ve konuşmalarında, imparatorluğun sürekli gerileyen,
zayıflayan durumunu anlatabilmek için sık sık
“İmparatorluk can çekişiyor” ifadesini kullanıyormuş. Bu ifade üzerine bazıları kendisine
sataşmışlar:
— Yıllardır “İmparatorluk can çekişiyor”
diye yazıp söylüyorsun, ama hâlâ ayakta duruyor, yıkılacak gibi de görünmüyor..
— Benim dediğim bakkal Mehmet ağanın
can çekişmesi değil, koskoca İmparatorluğun can çekişmesidir. 600 yıllık İmparatorluğun can çekişmesi elbette bir yarım yüzyıl
sürer.
**
MURETTİBİN SEVABI
Abdullah Cevdet, Süleyman Nazif’e, bir şiirinde
geçen “Vatanın öksüzüyüm.” sözünün mürettip hatası yüzünden “Vatanın öküzüyüm.”
diye çıkmasından yakınmış. Süleyman Nazif bunu
duyunca çok keyiflenmiş:
— Abdullah Cevdet, buna mürettibin hatası
değil sevabı derler, sevabı, demiş.
**
82
AND İÇMEK
Meşhur akıl hastalıkları doktoru Mazhar Osman,
Neyzen Tevfik’e içki içmeyi yasaklamış. İçmeye
devam ettiği takdirde hayati tehlike doğacağını
söylemiş. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak içki içmeyeceğine dair bir de and içirmiş.
Fakat aradan zaman geçmiş, Mazhar Osman,
Neyzen Tevfik’e bir yerde içki içerken rastlamış.
Hemen hatırlatmış: “Hani sen içki içmemek
üzere and içmiştin?” Neyzen söyle cevap vermiş: “Üstat, biz fakir adamız. Bulunca içki
içeriz, bulmayınca and içeriz!...
“Kellik, yalnız benim başımda beladır!” sözünü tekrarlarmış.
**
BİRAZ NEFES
Yahya Kemal’e yakıştırılan esprilerden bir de şudur:
Yahya Kemal iri gövdesiyle çok sevdiği Boğaz
içinde bir yokuşu tırmanırken yorulmuş. Hemen
yolu üzerindeki bir bakkal dükkânının önündeki
tabureye ilişmiş. Bakkal, Yahya Kemal’i yağlı bir
müşteri sanarak sormuş:
**
— Bir şey mi alacaktınız?
BENİMKİ ALTTA
— Evet, efendim, müsaade ederseniz biraz
nefes alacağım.
Mazhar Osman, Neyzen’le doktor olarak ilgilendiği kadar dost olarak da ilgilenirmiş. İçkiyi bırakmamasının sağlığı için bir tehlike oluşturduğunu
Neyzen’in kafasına sokmaya çalışırmış. Ama başarılı olamıyormuş. Mazhar Osman bir gün Neyzen’e, elinde içinde kiloluk bir rakı, yanında çeşitli
mezeler bulunan bir file ile rastlamış ve sormuş:
— Eskiden yarım içerdin, artık kiloluk mu
içiyorsun?
— Hayır, efendim yine yarım içiyorum, bunun yarısı Çallı İbrahim’in, birlikte içeceğiz.
— Öyleyse senin payını dök, Çalı’nınkini beraber içersiniz...
— Maalesef dökemem.
— Neden?
— Çünkü benim payım şikenin altında.
**
KELLİK
Kel kafalı erkeklerin, bazı kadınlarca tercihe sayan bulunduğu, ilgili bilim adamlarınca yazılıp
söylenmektedir. Ahmet Haşim, ileri derecede
bir kel olduğu halde bir kadın tarafından tercih
edilme şansı hiç olmamış. Bunun için her fırsatta,
**
YUVARLANMAK
Yahya Kemal, aralarında Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük edebiyat hocalarından biri olan Ali
Nihat Tarlan’ın da bulunduğu bir mecliste içiyormuş. Bir ara içkinin de etkisiyle Ali Nihat Tarlan
Hoca’ya sataşmış:
“Ey hâce Ali Nihat Tarlan, birkaç kadeh çek
de toparlan!...”
Tarlan Hoca bu sataşmaya kafiyeli bir cevap vermiş:
“Birkaç kadeh çek de yuvarlan!” deseniz
daha isabetli olurdu üstat!
**
YA İLERİ YA GERİ
Cumhuriyetin onuncu yıldönümü törenleri çerçevesinde yapılan konuşmalardan birinde, bir konuşmacı, hızını alamayıp, “On yılda Avrupa’yı
on asır geride bıraktık!” diye bir cümle sarf
etmiş. Yahya Kemal bunu duyunca hayıflanmış:
83
— Yahu nedense şu Avrupa’yla bir türlü yan
yana olamıyoruz. Ya geri kalıyoruz, ya ileri
gidiyoruz.
**
ÇEKMEK
1937’de ölen Abdülhak Hamit’in cenaze töreninden sonra, aralarında İbnül’emin’in de bulunduğu
bir grup dostu Hamit’i konuşuyorlarmış. Birisi,
ona acır şekilde “Zavallı çok çekti” demiş. İbnül’emin müdahale etmiş: “Yok canım, o kadar çok çekmedi; sadece üç şey çekti: Akşamları mey çekti, sineye dilber çekti, bir
de hazineden para çekti.”
**
BATAKLIK
Osman Yüksel Serdengeçti, hayatının büyük bölümünde yayıncılıkla (kitap, dergi vs.) meşgul olmuştur. Bu işi yaparken hiçbir zaman kalifiye bir
ekibe sahip olmamış, genellikle lise ve üniversite
örgencilerinden yararlanmıştır. Çalışmalar sırasında öğün vakti geldiğinde yemek işini lokantaya
falan giderek değil de matbaada mütevazı bir şekilde idare ederlermiş. Sözgelişi, mevsim yazsa
yemek listesi fırından yeni alınmış ekmek ve bol
domates salatasından oluşuyormuş. Bu yemekle
doymaya çalıştıkları bir gün, yemekte bulunan bir
delikanlı, taze ekmekten kopardığı büyük parçaları salatanın suyuna sünger gibi bandırıp atıştırıyormuş. Osman Yüksel bakmış salatada su diye
bir şey kalmayacak (çünkü herkesin ona ihtiyacı
var) genci ikaz etmiş:
— Ulan kerata, bataklık mı kurutuyorsun,
biraz yavaş ol!
**
ACABA
1953 yılında Malatya’da Ahmet Emin Yalman’a
yapılan ve yaralanmasıyla sonuçlanan suikastla ilgili olarak Necip Fazıl da tutuklanıp yargılanmış.
Hâkim, Necip Fazıl’ın suçunun azmettirmek,
yazılarıyla sanıkları böyle bir eyleme itmek olduğunu söylemiş. Necip Fazıl’ın uzun savunması
içinde en etkili cümlesi şu olmuş:
“Kıskanç bir koca, bu ruh hali içindeyken
karısını öldürse, cebinden de kıskançlığın
şaheseri Othello çıksa, acaba cinayetten
Shaekspeare mi sorumlu tutulur?...
**
CERVANTES’İN AŞKI
Don Kişot’un unutulmaz yazarı Cervantes, yaşlılığında zaman zaman uğradığı bir köy meyhanesindeki garson kıza âşık olmuş ve bunu ilan etmiş.
Kız bu aşk ilânına:
— Otuz yıl önce buralara yolunuz düşseydi
size belki bakardım, diye karşılık vermiş.
Ünlü yazar gururunu kurtarmasını bilmiş:
— Otuz yıl önce de ben buraya uğradım, o
zaman annen vardı. Ben de ona aynen senin
bana verdiğin cevabı vermiştim.
**
ZEHİR İÇMEK
İngiliz yazar meşhur Bernard Show, kadın erkek eşitliğinin, kadın haklarının savunulduğu bir
feministler toplantısında konuşmacı olarak bulunuyormuş. Konuşmasında bir aralık kadın erkek
eşitliğinin, kadın haklarının aleyhine ifadeler kullanmış. Bunun üzerine bir kadın yerinden fırlayıp
çıldırmış gibi bağırmış:
— Sen benim kocam olsaydın seni tereddüt
etmeden zehirlerdim!
Kadın bunları söylerken öyle ürkütücü bir görünüş ve tavır içindeymiş ki Bernard Show:
— Sen benim karım olsaydın o zehri gözümü kırpmadan içerdim, diye cevap vermiş.
84
**
YARDIMSEVENLER BALOSU
Yardımseverlerin düzenlediği bir baloda Bernard
Show, yaşlılığın kompleksi içinde görünen bir bayanı iyilik olsun diye dansa kaldırmış. Kadın kimsenin düşünmeyeceği böyle bir şeyi yapmasından
dolayı Show’a minnetlerini arz etmiş. Bernard
Show da gerçeği saklamamış:
— Aldırmayın madam, nasıl olsa yardımseverler balosundayız.
**
ANCAK SENİ...
Bernard Show bir gün seçme zevki üzerine karısıyla iddialaşıyormuş. Sonunda dayatmış:
— Boşuna inat etme hanım, demiş, erkeklerin seçme zevki kadınlarınkinden daima
üstündür!
Karısı bu gerçeği kabul etmiş:
— Haklısın Bernard, sen kadın olarak beni
seçmişsin, bense koca olarak ancak seni seçebildim.
konuşmacı olarak sıra kendisinde olan bir avukat
ayağa kalkmış ve ellerini cebine sokarak konuşmaya başlamış:
— Mart Twain gibi profesyonel bir mizahçının bu kadar boş ve yavan konuşması size
hayret vermedi mi?
Twain oturduğu yerden kalkarak müdahale etmiş:
— Esas hayret verici olan bir avukatın ellerini kendi cebine sokuşu değil mi?
**
YÜZME ÖĞRENMİŞLER
Zamanımız Fransız Yazar ve düşünürlerinden,
egzistansiyalizmin günümüzdeki temsilcisi Jean
Paule Sartre, aşırı derecede içki içermiş. Bir dostu sormuş:
— Niçin bu kadar içiyorsunuz?
— Kederlerimi boğmak için.
— O kadar içtiniz ki, kederleriniz hâlâ boğulmadı mı?
— Maalesef yüzme öğrenmişler...
**
HAYRET
Amerika’da ziyafet şeklinde düzenlenen yemeklerde, ağzı laf yapan, dinletmesini bilen birkaç
kişinin konuşması âdetmiş. Böyle bir yemekte
konuşan Mark Twain yerine oturduktan sonra
**
ARALARINDA NE İŞİN VAR?
Tarihimizde çeşitli lakaplarla (takma ad) anılan
çok sayıda meşhur kişiler vardır. Bunlardan biri
de Öküz Mehmet Paşa’dır. (Ölm. 1619) Öküz
85
Mehmet Paşa sadrazamlığı sırasında bir kaç defa
ordunun başında sefere çıkmış. Bu seferlerden
birinde kırda çadır kurulmuş, devlet erkânı bu
çadırda toplanmış, sırayla savaş hakkındaki fikirlerini söylüyorlarmış. Konuşma sırası M. Paşa’da
iken bir öküz çadırın kapısından başını uzatıp böğürmüş. Bunun üzerine içerdeki hemen herkes
gülmüş. Mehmet Paşa öyle bir ortamda kendisine gülünmesine alınmış. “Öküz içeri baktığında ne söyledi biliyor musunuz?” demiş. “Ben
onun cinsinden olduğum için dilini anladım.
Öküz bana dedi ki, “Sen bizim soyumuzdan
sevimli bir hayvansın, ne işin var bu eşeklerin arasında?...”
**
İNCİR AĞACI
Zalimliği ile tanınan bir Osmanlı veziri, konağının
bahçesindeki bir incir ağacını görüntüyü bozuyor
diye söktürmeye karar vermiş. Bundan İncili Çavuş’a da bahsetmiş. İncili Çavuş, yerinde bir laf
etmek için çıkan bu fırsatı hemen değerlendirmiş:
— Aman vezir hazretleri, bu incir ağacı
şimdilik yerinde dursun. Nasıl olsa yakın
zamanda birisinin ocağına dikmek için size
lazım olacaktır.
**
GÜVENEBİLİRSİNİZ
Sultan Aziz’in Fransa gezisi sırasında Fransa hükümdarı bulunan III. Napolyon, yakın adamlarıyla
yalnız kaldığı bir sırada Sultan Abdülaziz’i çekiştiriyormuş. Tam bu sırada Türk Dışişleri Bakanı
olan Fuat Paşa bir konuyu arz etmek için Napolyon’un huzuruna çıkmış. III. Napolyon, Fuat Paşa’yı ansızın karsısında görünce şaşırmış:
— Ekselans, hakkında söylediğim şeyleri
herhalde padişahınıza iletmezsiniz?
— Elbette haşmetmeap, bu konuda bana
güvenebilirsiniz. Padişahımızın sizin hakkınızda söylediği sözleri size illettim mi?
**
BİZ MÜSLÜMANIZ DOMUZ ETİ YEMEYİZ
Kafkas kartalı diye anılan Şeyh Şâmil, Çarlık Rusya’sının düzenli ordularına karşı Kafkasya’nın bağımsızlığı için bir avuç fedakâr ve sadık adamıyla
uzun yıllar mücadele vermiş bir lider ve kahramandı. Çarlık Rusya’sının her imkâna sahip orduları karşısında insan da dâhil eksilen hiçbir şeyi
yerine koyamadığı için sonunda mağlup olmuş ve
Ruslara esir düşmüştü. Fakat Rus Çarı onu, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı bir
esir gibi değil, bir misafir gibi karşılamış. Üstelik
sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet düzenlemiş. İmam Şamil, bu ziyafet sırasında, yıllardır
savaş meydanlarında bulup yemesine imkân olmayan yemeklerle karışlaşınca öylesine iştahlı
yemek yemiş ki Rus Çarı bir aralık “Yahu bu
adam beni de yiyecek.” Demekten kendini
alamamış. Şeyh Şamil bunu duyunca çekinmeden
karşılık vermiş: “Elhamdülillah biz Müslümanız, domuz eti yemeyiz!...”
FAYDANILAN KAYNAKLAR:
Şemsettin Kutlu, Eski İstanbul’un Ünlüleri, Hürriyet Yayınlan; İst. 1978
Nejat Muallimoğlu, Politikada Fıkra ve Nükte, Muallimoğlu Yayınlan; İst. 1976
Hilmi Yücebaş, Hiciv Edebiyatı Antolojisi, İst. 1955
Şinasi Hisar, Geçmiş zaman Fıkraları, Varlık Yayınevi; İst.
1971
Mümtaz Yener, Meşhurların Fıkraları, Varlık Yayınevi; İst.
1960
Yusuf Ziya Ortaç, Meşhurların Nükteleri, Akbaba Yayınevi; İst. 1955
Yusuf Ziya Ortaç, Portreler, Akbaba Yayınevi; İst. 1960
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları Bilgi Yayınevi, Ank. 1969
Emrah Bekçi, Kayseri Hâkimiyet 2000 Gazetesi ‘Fikir-Kültür-San’at Hâkimiyeti’ 17 Ocak 2017.
86
Radyoloji Uzmanı
Prof. Dr. Hakan
Özdemir, prostat
kanseri tanısında
kullanılan yeni
teknolojiler ve
‘Füzyon Biyopsi’
yöntemi hakkında
bilgiler verdi.
Röportaj: Gökhan ALTUNKAŞ
Fotoğraflar: Yusuf Ziya ERARSLAN
Prostat kanseri tanısında
‘Füzyon Biyopsi’
yöntemi
87
KAMUTÜRK: PROSTAT KANSERİ
HAKKINDA GENEL BİLGİ VERİR MİSİNİZ?
Prof. Dr. Özdemir: Prostat kanseri 50 yaş üzerindeki erkeklerde en sık görülen kanser türüdür ve
kansere bağlı ölümlerde akciğer kanserinden sonra
ikinci sırada yer almaktadır. Yapılan çalışmalarda her
5-6 erkekten birisinin yaşamı boyunca prostat kanserine yakalanacağı belirtilmektedir.
Tüm dünyada yılda yaklaşık 900 bin kişiye ‘prostat
kanseri’ tanısı konulmaktadır. Örneğin İngiltere’de
her yıl yaklaşık olarak 37.000 erkeğe prostat kanseri
tanısı konulmaktadır. Her yıl ortalama 260 bin kişinin bu nedenle hayatını kaybettiği belirtilmektedir.
Prostat kanseri için dünya ortalaması yüzbinde 28,
Avrupa için yüzbinde 60 ve ülkemizde yüzbinde 37
dir. Türkiye’de yılda yaklaşık 14 bin kişi prostat kanserine yakalanmaktadır.
Türkiye’de de prostat kanserinde belirgin artış görülmektedir ve erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıraya yerleşmiş bulunmaktadır.
KAMUTÜRK: PROSTAT
KANSERİNDE RİSK
FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Prof. Dr. Özdemir:
Yaş; prostat kanserindeki en
güçlü risk faktörüdür. 50 yaş
altı erkeklerde prostat kanseri görülme riski oldukça
düşüktür, ancak bu risk yaş
ilerledikçe artmaktadır. 80
yaşındaki erkeklerin yaklaşık
%80’inde bir dereceye kadar
prostat kanseri gelişebileceği
tahmin edilmektedir.
Aile Geçmişi; yakınları, yani
babası, kardeşi, büyükbabası
veya amcası prostat kanseri
geçirmiş erkeklerin bu kansere yakalanma riski biraz daha
yüksektir.
Etnik Köken; bazı etnik grupların prostat kanserine yakalanma ihtimali daha yüksektir.
Örneğin, siyahi Afrikalı er-
keklerin prostat kanserine yakalanma olasılığı beyaz
erkeklerden daha fazladır. Asyalı erkeklerin yakalanması ihtimali ise daha düşüktür.
Diyet; lif oranı yüksek, yağ ve şeker oranı düşük beslenmenin prostat kanserine yakalanma riskini azaltabildiği bilinmektedir. Örneğin İngiltere ve Amerika
Birleşik Devletleri gibi batı ülkelerinde prostat kanseri oranı Çin ve Japonya gibi doğu ülkelerine göre
daha yüksektir. Bunun sebebinin, batı diyetlerindeki
yağ oranın yüksek (süt ürünleri dahil), taze meyve
ve sebze oranın ise düşük olmasından kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Asyalı erkekler ise diyetlerinde soyaya daha fazla yer vermektedir. Soya ve soya
ürünleri bitki östrojenleri adı verilen kimyasallar
içermektedir. Araştırmacılar bu bitki östrojenlerinin
prostat kanseri riskini azalttığına düşünmektedir, ancak bunun doğrulanması için daha fazla araştırmaya
ihtiyaç duyulmaktadır.
​ üksek kalsiyum alımı(örneğin süt ürünleri) prostat
Y
kanseri riskini arttırabilir.
Türkiye’de yılda
yaklaşık 14 bin kişi
prostat kanserine
yakalanmaktadır.
Türkiye’de de
prostat kanserinde
belirgin artış
görülmektedir ve
erkeklerde akciğer
kanserinden
sonra ikinci
sıraya yerleşmiş
bulunmaktadır.
KAMUTÜRK: PROSTAT
KANSERİNDEN NASIL
ŞÜPHELENİLİR?
Prof. Dr. Özdemir: Üroloji doktoru idrar yapma zorluğu
yakınmasıyla başvuran kişinin yakınmasını dinledikten sonra fiziki
muayene yapmakta ve bazı laboratuvar testleri istemektedir.
Öncelikle makad bölgesinden
parmakla rektal muayene yapılır.
Bu muayenede prostatın büyüklüğü, kıvamı ve kitle içerip içermediği kontrol edilir.
Fiziki muayeneden sonra kan
testlerine geçilir ki burada en
önemlisi kandaki Prostat Spesifik
Antijen (PSA) denilen, prostattan salgılanan ve kana belli oranda geçen bir protein düzeyinin
belirlenmesidir. PSA oranındaki
artma hastanın kanser yönünden incelenmesi konusunda yol
göstericidir. Ancak bilinmelidir
ki PSA seviyesindeki yükselme
88
prostat kanserinin yanında prostatın iyi huylu büyümesi ve iltihabi hastalıklarında da görülebilir.
Bu nedenle sadece PSA seviyesindeki artmaya dayanılarak biyopsi yapılması bazı gereksiz biyopsilere
neden olabilmektedir.
KAMUTÜRK: KLİNİK
OLARAK PROSTAT
KANSERİNDEN
ŞÜPHELENİLDİĞİ
ZAMAN NE YAPILMASI
GEREKMEKTEDİR?
Prof. Dr. Özdemir: Klinik
bulgulara dayanarak prostat
kanseri şüphesi olan kişilerde
prostat kanseri olup olmadığını anlamak amacıyla prostat
biyopsisi yapılması gerekmektedir. Biyopside temel amaç
hastada kanser bulunup bulunmadığının ortaya konmasıdır.
KAMUTÜRK: DÜNYADA
VE ÜLKEMİZDE
UYGULANAN STANDART
PROSTAT BİYOPSİ
YÖNTEMİ HAKKINDA
BİLGİ VERİR MİSİNİZ?
Prof. Dr. Özdemir: Standart
prostat biyopsi yöntemi makad bölgesinden yerleştirilen
ultrasonografi cihazı kılavuzluğunda, ki bunun tıpdaki kullanım adı transrektal ultrason(TRUS)dur, prostattan sistematik
olarak örnekleme yapılmasıdır
ve ortalama 12 parça alınmaktadır. Prostat bezi sistematik
olarak oniki bölgeye ayrılmakta ve her bir bölgeden doku
örneği alınmaktadır. Ancak bu
yöntemin önemli bir kısıtlaması bulunmaktadır; transrektal
ultrasonografi sistemi ile prostat dokusundaki kanser odakları görüntülenemeyebilir. Yani
biyopsi sırasında transrektal ultrasonografi sisteminin temel rolü iğnenin prostat içerisindeki gidişini
yönlendirme, kılavuzluk etmektir.
Bu yöntem ile şüpheli bölge görülemediği ve şüpheli bölgeden direkt örnekleme yapılamadığı için, yapılan
çalışmalarda, standart TRUS
eşliğinde uygulanan prostat
biyopsilerinde kanser saptama
oranının ortalama %30-40 olduğu bildirilmektedir. Hastanın prostat glandında kanserli
doku bulunmasına ragmen
yanlışlıkla normal tanı konulabilmekte ve hastanın tedavisinde geçikme olabilmektedir.
Her zaman söylediğim gibi
doğru tanı, doğru tedavinin temelidir.
Prostat kanseri
tanısında en
yenilikçi, en güvenilir
yöntem füzyon
biyopsi yöntemidir.
Füzyon Biyopsi
yöntemi ile hem
gereksiz biyopsiler
sonlanmakta hem de
kanser odaklarının
saptanamaması
sorunu bitmektedir.
Bu teknik ile
‘körleme’ parça
almak yerine
işlemin prostat bezi
içerisinde saptanan
şüpheli bölgelerden
‘hedef gözeterek’
yapılması esas
alınmaktadır.
Önemli bir sorun da biyopsi ile
kanser tanısı konulamamasına
rağmen anormal olarak yüksek
kalan veya yükselmeye devam
eden PSA değerleri nedeniyle
prostat kanseri şüphesinin devam ettiği çok sayıda hastada
biyopsinin tekrar edilmesi zorunluluğudur. Böyle durumlarda hastaya 2., 3., 4. ve hatta 5.
kez biyopsi yapmak gerekebilmektedir.
KAMUTÜRK: SON
YILLARDA PROSTAT
KANSERİ TANISINDA
MANYETİK REZONANS
GÖRÜNTÜLEMEDEN
SÖZ EDİLMEKTEDİR, BU
YÖNTEMİN ÖNEMİNDEN
BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
Prof. Dr. Özdemir: Son yıllarda gelişen ve yaygın olarak
kullanılmaya başlanan multiparametrik manyetik rezonans görüntüleme yöntemi
ile prostat detaylı olarak incelenebilmektedir. Prostatta
kanser olup olmadığını, varsa
89
yerleşimini, boyutunu ve belki en önemlisi kanserin
agresif/saldırgan olup olmadığını anlayabilmek mümkün olmaktadır. Bu yöntem ile 2-3 mm lik olası kanser odakları saptanabilmektedir. Bu nedenle klinik
olarak prostat kanserinden şüphelenilen hastalarda
biyopsi öncesinde bu yöntemi kullanmak, biyopsi
endikasyonun doğru konulmasını sağlayacak ve gereksiz biyopsilerden hastalarımızı koruyacaktır. Dolayısıyla biyopsi öncesinde multiparametrik MR yöntemini kullanmak ve bu incelemede şüpheli odaklar
saptanırsa biyopsi sırasında MR kılavuzluğundan yararlanmak son derece önemlidir.
Prostat biyopsisi sırasında MR kılavuzluğundan yararlanmak iki şekilde olabilir. Birincisi, direkt olarak
MR cihazında prostat biyopsisi yapılabilir. Ancak, bu
yöntem uygulaması zor, hasta açısından konforsuz
ve pahalı bir yöntemdir. Bu nedenle, dünyada yeni
bir yöntem olarak manyetik rezonans görüntülerini ultrasonografi cihazında kullanmaya, MR
ve ultrason görüntülerini eşlemeye ve bu şekilde MR da şüphelenilen bölgeden ultrasonografi eşliğinde biyopsi almaya yönelik bir yöntem
olan füzyon biyopsi yöntemi geliştirilmiştir.
90
KAMUTÜRK: BİZE BAHSETTİĞİNİZ YENİ
YÖNTEM OLAN ULTRASON-MR PROSTAT
FÜZYON BİYOPSİYİ ANLATABİLİR MİSİNİZ?
Prof. Dr. Özdemir: Prostat kanseri tanısında en
yenilikçi, en güvenilir yöntem füzyon biyopsi yöntemidir. Füzyon Biyopsi yöntemi ile hem gereksiz
biyopsiler sonlanmakta hem de kanser odaklarının
saptanamaması sorunu bitmektedir. Bu teknik ile
‘körleme’ parça almak yerine işlemin prostat bezi
içerisinde saptanan şüpheli bölgelerden ‘hedef gözeterek’ yapılması esas alınmaktadır.
Bu yöntemde hastanın daha önceden çekilmiş prostata ait multiparametrik MR görüntüleri, biyopsi yapılacak özel donanım ve yazılıma sahip ultrasonografi sistemine aktarılmaktadır.
Tümörün yerini tam olarak belirleyebilen yöntem sayesinde ultrason eşliğinde rastgele alınan çok sayıda
parça yerine, 1-2 örnek alınması bile yeterli olabilmektedir. Ayrıca MR ile kanserin görüntülenmesinde
sağlanan başarı sayesinde MR çekimi sonrasında prostatında patolojik bulgu saptanmayan hastalarda biyopsi yapılması gerekliliği ortadan kalkabilmektedir.
Biyopsi esnasında MR ve TRUS görüntüleri üst üste
getirilmek suretiyle ‘füzyon’ işlemi gerçekleştirilmektedir. Burada önemli olan ultrason ve MR görüntülerinin aynı düzlemde eşleşmesidir ve bu konuda
GPS uygulamasını kullanmaktayız. GPS işaretliyeciler
sayesinde biyopsi yapılacak hedef lezyon işaretlenmekte, biyopsi işlemi daha kolay ve doğru bir şekilde
yapılmaktadır. GPS işaretleyicilerini, aynen araç kullanırken aradığımız bir adrese ulaşmak için kullandığımız GPS gibi düşünebilirsiniz. Füzyon görüntüleri
oluşabilmesi için kullanılan ultrason probu üzerinde
2 adet sensör bulunmaktadır. Bu sensörler ile eş zamanlı olarak prob hareketini takip edebilmek için
iletişimde olan 3 boyutlu magnetic field(manyetik
alan) kullanılmaktadır. Bu aparatların hiçbirisi hastanın üzerine direkt temas etmemekte, hasta konforu
ön planda tutulmaktadır.
Bu teknik ile MR da saptanan özellikle küçük boyutlu kanserlerin ultrason görüntüsünde nereye karşılık
geldiği tam olarak belirlenir ve iğnenin tam olarak
bu bölgeye ‘denk getirilmesi’ sağlanır. Füzyon tekniği sayesinde doğru yerden parça aldığımızdan emin
olabiliyoruz. Böylece standart biyopsi yönteminin
önemli dezavantajlarından biri olan defalarca biyopsi
yapma zorunluluğu ortadan kalkıyor ve hastaya daha
erken dönemde, doğru tanı konmuş oluyor. Aynı şekilde problemli bölgeyi ‘görerek’ parça alındığı için
toplamda daha az parça almış oluyoruz. Sonuç olarak biyopsi işlemi hastalar açısından daha konforlu
hale geliyor ve komplikasyon olasılığı azalıyor.
KAMUTÜRK: FÜZYON BİYOPSİDE
FARKLI UYGULAMALAR YAPILDIĞINI
DUYUYORUZ, MERKEZİNİZDE SİZİN
UYGULADIĞINIZ YÖNTEMİ VE
AVANTAJLARINI ANLATABİLİR MİSİNİZ?
Prof. Dr. Özdemir: Merkezimde uyguladığım füzyon biyopsi yönteminde hem ultrason görüntüsü hem
de MR görüntüsü gerçek zamanlıdır, eş zamanlıdır.
Dolayısıyla lezyonun ultrason ve MR da eşleşmesi daha büyük doğruluk oranı ile gerçekleşmektedir.
Yani ultrason probumuzu hareket ettirdiğimiz zaman
ekranda hem ultrason hem de MR görüntüleri hareket etmektedir. En doğru eşleşme yöntemi budur.
Füzyon biyopsi uygulaması iki yöntemle yapılabilir; birincisi genital bölgeden ciltten girilerek yapılan transperineal yöntemdir ki bu yöntem çok ağrılı olduğu
91
için genel anestezi eşiliğinde yapılması gerekmektedir.
Genel anestezi riski ve hastaların bir sürede hastanede kalma gereksinimi gibi dezavantajlarının yanında
enfeksiyon riskinin olmaması avantajıdır.
Bizim uyguladığımız ve tercih ettiğimiz transrektal
yani makaddan girilerek yapılan yöntemde ise genel
anesteziye ve hastane ortamına gerek olmamaktadır.
İşlem sırasında sadece lokal uyuşturma yapılmaktadır, hastalar herhangi bir ağrı hissetmemektedir ve
yaklaşık olarak 15-20 dakikada biyopsi işlemi gerçekleştirilmektedir. İşlemden bir saat sonra hastalar
kolaylıkla günlük yaşamlarına dönebilmektedirler. Bu
yöntemde oluşabilecek enfeksiyon riski açısından
işlem öncesinde, sırasında ve sonrasında antibiotik
desteği, proflaksisi uygulanmaktadır ve bu son derece önemlidir.
Son olarak füzyon biyopsi yönteminde biyopsiyi yapan doktorun MR bilgisi, öğrenimi ve üç boyutlu düşünebilme becerisi son derece önemlidir. Yani doktorun hem ultrason hem de MR görüntülerine hakim
olması işlemin başarısında önemli bir faktördür.
KAMUTÜRK: SON OLARAK NE SÖYLEMEK
İSTERSİNİZ?
Prof. Dr. Özdemir: Klinik olarak prostat kanseri
şüphesi olan hastalarda biyopsi öncesinde multiparametrik MR incelemesi yapılması son derece önemlidir.
MR incelemesi sonrasında prostat dokusunda kanser
olabilecek alanlardan şüphelenilirse, standart biyopsi
yöntemi yerine MR-US füzyon biyopsi yöntemi tercih edilmelidir.
Füzyon biyopsi yöntemi olarak da teknolojik olarak
en üstün yöntem olan, hem ultrason hem de MR görüntülerinin gerçek zamanlı olduğu, dolayısıyla görüntü eşlemenin daha büyük doğruluk oranı ile yapılabildiği ve girişim yolunun makad olduğu, dolayısıyla
genel anesteziye gereksinim göstermeyen yöntemin
hastalar tarafından tercih edilmesinin isabetli olacağı
kanısındayım.
(www.diason.info)
92
Röportaj: Gökhan Altunkaş
Türk Sanat Musikisi’nin yeni kuşak başarılı sanatçılarından Bahadır
Özüşen KAMUTÜRK’e konuk oldu.
TÜRK MÜZİĞİNE HEPİMİZİN
SAHİP ÇIKMASI LAZIM
Yabancı müziğe sempati beslenebilir ama önce kendi müziğimizi
özümsememiz lazım. Kendi kültürümüzü almadan, benimsemeden bir
kültür karmaşası içine giriyor ve boğuluyor gençlerimiz. Bu sefer bir kişilik
çatışması oluyor. Bu da toplumumuza yansıyor.
93
Bahadır Özüşen’i yakından tanımak
isteriz…Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ankara doğumluyum aslen Selanik göçmeniyiz, Sivas, Gürün’lüyüz. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi de Ankara’da
tamamladım. Halen TRT Ankara Radyosunda Türk Sanat
Müziği ses sanatçısı olarak görev yapmaktayım.
Müzik yaşantınıza ne zaman başladınız?
Babanız Akif Özüşen’de TRT sanatçısı
idi. Bu mesleğe başlamanızda babanızın
etkisi büyük mü?
Babamın üzerimde emeği çoktur ve kendisi ilk üstadımdır,
ustamdır. Aslında ilk başta Türk Halk Müziği ile başladım, annem çok severdi. Abim bağlama çalardı. Babam bir gün mandolin getirdi bende biraz mandolin çalma gayretindeydim
ama abim bağlama saz çalarken görünce hoşuma gitmeye
başladı. Rahmetli annemin sesi de çok güzeldi. Bağlama çalarken onları izlemek keyif veriyordu, bir de baktım ki bende
bağlama çalmaya başlamışım. Zaman geçtikçe daha akıl baliğ
oldukça Türk Sanat Musikisine yöneldim. Babam evde ud
çalardı. Bende bundan etkilendim. Ud’a sempati duydum ve
aldım elime çalmaya başladım. Böylelikle bir anda kendimi
müziğin içinde buldum.
Albümlerinizden bahsedebilir misiniz? İlk
albümünüzü ne zaman çıkardınız?
İlk albümüm 2010 yılında TRT Arşivleri adı altında çıktı.
TRT’mizin bize kazandırdığı güzel bir işti. Bizim ilkimizdi
ve çok önemliydi. 2013 sonuna doğru kendi imkanlarımla
“TUT” isimli albümümü “Cansuyu” olarak da bilinir bu albümümü çıkardım. Kendi bestelerimde var içinde. Halen de
albüm çalışmalarım var, bunlar bizim kartvizitimiz gibidir.
Çok kıymetli ve değerli bir sessiniz…
Ekranlarda, konserlerde Türk
müziği sevenlerle sık sık bir araya
geliyorsunuz… Kocaman bir derya olan
bu alanda örnek aldığınız isimler var mı?
Elbette var. Bulunduğumuz şu stüdyoda Zeki Müren, Safiye
Ayla, Müzeyyen Senar gibi bir çok isim gelip geçmiş. Gerçekten çok anlamlı yerler burası. TRT bir okuldur bu konuda.
Toplumuzun kültürünü ve misyonunu kendine şiar edinmiş
ve bu kültürü gelecek nesillere taşımayı amaç edinmiş bir
kurumdur. Örnek aldığım ilk sanatçı, sevgili babamdır. Bu
stüdyoya ismini veren sevgili Ziya Taşkent örnek aldığım bir
diğer insandır, kaliteli bir sanatçıydı Allah rahmet eylesin.
Yine örnek aldığım çok kıymetli bir sanatçı Mustafa Erses’tir.
Her şeyi bütün repertuarı belleğinde tutan biriydi. İyi sesler
bulur ve çıkarırdı. Harika konserlere imza atardı. Allah rahmet eylesin ona da.
Türk Sanat Müziğinin toplum üzerindeki
etkisi nedir?
Türk Sanat Müziği bir terapidir. Hastalık ve iyileşme sürecinde makamların her hastalığa ayrı ayrı iyi geldiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Müzikle terapi yapan hastaneler var çok
eskiden beri. Süreci çok hızlandırdığı nettir. Özellikle psikolojik ve ruhsal sorunlarda ciddi iyileştirme potansiyeli olduğu
ortadadır. Doğru sesler ve doğru ağızlardan bunu dinlemek
lazım. Eğitimini alan ve pişmiş insanlardan bunları dinleyince
o terapi sıfatını kazanabilir.
Gençlerimizin Türk Sanat Müziğine
bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müziğin yanlışı olmaz ama bizi biz yapan değerlerimiz ve kültürümüz var. Yabancı müziğe sempati beslenebilir ama önce
kendi müziğimizi özümsememiz lazım. Kendi kültürümüzü
almadan, benimsemeden bir kültür karmaşası içine giriyor ve
boğuluyor gençlerimiz. Bu sefer bir kişilik çatışması oluyor.
Bu da toplumuza yansıyor. Kültürel faaliyetler çok önemli.
Örfümüz, adetlerimiz, inançlarımız… Bunlar son derece
önemli ve anlamlı şeyler. Onlarla bezenir ve zırhlanırsak dışarıdan gelen oklara karşı kendimizi korumuş oluruz.
Türk Sanat Müziğini ilgi duyan
insanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
İlgi duyanlar zaten bunu yapıyorlar, izliyorlar, dinliyorlar, sahip çıkıyorlar. Sahip çıkma konusunda biraz problemimiz var.
Müzik halka indirilmez, halk sanatı benimser. Biz sanatı itibarlı hale getirmeye çalışıyoruz. Devlet, kurumlar, şahıslar…
Herkes kendi müziğine sahip çıkmalı. Yani müziğimizi, kültürümüzü itibarsızlaştırmayacağız.
TRT dışında ne gibi çalışmalarınız var?
Konserler, Koro çalışmaları vs.
Birçok koro ve konserlerde yer alıyoruz. İnsanlarla bir araya
geliyoruz. Usta, çırak ilişkisiyle bu işi yapmaya çalışıyorum.
Korolar çalıştırıyorum. Korolar kültürümüzün yayılmasında
korunmasında son derece önemli. Biz hep bu işin içindeyiz
ve kendimizi her gün güncelliyoruz ama dışarıdaki insanlar
sürekli bu işle uğraşmıyorlar. Farklı telaşları var ama o telaşlar içinde onlara haftada birkaç saat bu imkanı verince bu
tam bir terapi gibi oluyor. Kabiliyeti olan o insanların o çabalarını biz pişirmeye çalışıyoruz. Türkiye Kamu-Sen’de bunu
çok güzel yapıyoruz. Çok özel bir koromuz var. Geçtiğimiz
aylarda bir konser verdik, kısmetse 19 Mayıs’ta da bir konserimiz olacak. Sayın Başkanımız İsmail Koncuk, kültürümüze
olan bu destekleri ile bizi aydınlatıyor, ışık tutuyor. Kendisine
minnettarız. İmkanlar sunuldukça biz sanatımızı icra edebiliriz. Çok teşekkür ediyoruz Türkiye Kamu-Sen ailesine bizlere verdikleri destek için.
Ülkemizde müziğin özellikle Türk
müziğinin gelişimi noktasında yeterli
adımlar atıldığını düşünüyor musunuz?
Bu işi götüren sadece TRT kurumu var. Kültür Bakanlığı
var ama TRT kadar ses getiremiyor. Bu işe ne kadar itibar
ederseniz ve sahiplenirseniz daha da gelişebilir. Bu iş değer
vermekle alakalı bir şey. TRT Müzik kanalı müziğimizin yayılmasında ciddi katkılar sağladı. Müziğimize yeniden bir geri
dönüş var. Bu son derece sevindirici. Önemli olan bu işin
alıcısının olması lazım. Alkışlanmalı ki emek boşa gitmesin.
94
ABD’de Müslümanlara
vize yasağına
Koncuk’tan sert tepki
95
Bir Müslüman
Türk olarak
kınıyorum
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, yedi
Müslüman ülkenin vatandaşına vize yasağı getiren
ABD Başkanı Trump’ı eleştirerek, “ABD'nin çirkin yüzünü tüm dünyaya göstermiştir. Bir müslüman Türk olarak kınıyorum” dedi.
Genel başkan İsmail Koncuk; ‘’Müslüman 7 ülke vatandaşına, giriş yasağı koyan Trump, ABD'nin çirkin
yüzünü tüm dünyaya göstermiştir. Bir Müslüman Türk
olarak kınıyorum.
Meşhur sözümüzdür, ‘Türk'ün Türk'ten başka dostu
yoktur.’ Buradan hareketle, İslam dünyasının kardeşlik
şuuruna ermesini, bu tahkir ve aşağılama karşısında
kucaklaşmanın, bir olabilmenin farkına varabilmesini
Yüce Allah'tan niyaz ediyorum.
Bunun ilk adımının, tüm İslam aleminin ABD ve AB
patentli, sözde büyük, aslında köle zihniyetli yöneticilerden kurtulması olduğunu bu vesile ile bir daha vurgulamak gerektiğine inanıyorum. Tüm İslam alemini,
Yüce dinimizin de vurguladığı üzere, bilimin, akıl ve
izanın ışığı kuşatsın inşallah.’’ diye konuştu.
96
Hacettepe Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi
bünyesinde faaliyet
gösteren HİZBİB,
topluma ve tüm sağlık
çalışanlarına ilaç
kullanımının yanında
zehirlenmelerle ilgili
danışmanlık hizmeti
veriyor.
İlacı kullanmadan önce sorun!
“Alo! Zehirlendim
mi?”
hizmeti
Hacettepe İlaç ve Zehir Bilgi Birimi (HİZBİB), topluma ve başta hekimler, eczacılar, hemşireler olmak
üzere tüm sağlık çalışanlarına hızlı bir şekilde ilaç ve
zehir bilgisi sunuyor. Modern bir sağlık hizmeti birimi
olan HİZBİB, ilaçlar dahil kimyasal maddelerin istenmeyen zararlı etkileri ve zehirlenme tedavisiyle ilgili güncel bilgi vererek, akılcı ilaç kullanımına katkıda
bulunuyor. Etkili ve güvenli ilaç kullanımının yanı sıra,
zehirlenmelerde ölüm oranının ve tedavi maliyetinin
azaltılmasını da sağlıyor.
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi İlaç ve
Zehir Bilgi Birimi Koordinatörü Dr. Ayçe Çeliker,
akılcı ilaç kullanımına ve hasta tedavisine katkıda bulunan HİZBİB’in 1992 yılından beri hizmet verdiğini
söyledi. Tıp ve eczacılık alanında özellikle 20. yüzyılın son yarısında ortaya çıkan gelişmelerin, etkinliği
ile birlikte zarar potansiyelleri de yüksek olan çok
sayıda ilacı tıbbın hizmetine sunduğunu belirten Çeliker şöyle konuştu: “İlaçlara ilişkin bilimsel literatür
büyük boyutlarda artış göstermektedir. Bu nedenle
etkin ve güvenli ilaç tedavisi, bu veri ve bilgilerin çok
iyi şekilde değerlendirilip kullanılmasıyla mümkündür. Diğer taraftan endüstrileşmenin ve hızla ilerleyen teknolojinin günlük yaşamımıza, çevremize
soktuğu binlerce kimyasal maddeyle zehirlenmeler,
etkin tedaviyi gerektiren birinci derecede öneme sahip acil vakalardır.”
Çeliker, bu amaçlara yönelik, tüm birikim ve olanaklarını deneyimli bir kadroyla, sağlık personelinin ve toplumun hizmetine sunduklarını dile getirdi.
SORULAR EN ÇOK GEBELİKLE İLGİLİ
HİZBİB’e gelen soruların çoğunun gebelikle ilgili olduğunu belirten Çeliker, gebelikte ve emzirme döneminde ilaç kullanımı, ilaç etkileşimleri ve yan etkilerin
sıkça sorulduğunu, zehirlenme sorularının çok büyük
bir kısmının ise hekimlerden geldiğini açıkladı. İlaçların piyasada bulunurluğu veya yurt dışındaki bir ilacın
Türkiye’deki eş değeri gibi konularla ilgili soruların da
eczacılar tarafından sıkça sorulduğunu söyledi.
HİZBİB’E NASIL ULAŞILIYOR?
Uzun zamandır hizmet veren bir merkez olduklarını
fakat yeterince tanınmadıklarını ifade eden, Öğretim
Görevlisi Dr. Ayçe Çeliker, “Tüm Türkiye’ye açığız.
Hatta yurt dışından arayanlarımız bile oluyor. Doğru,
güncel, tarafsız olmak ilk hedefimiz. Olabildiğince hızlı
bilgi sağlıyoruz. Genelde sorularımızı ilk 5 dakika içinde yanıtlıyoruz.” dedi.
İlaç kullanımı ve zehirlenmelerle ilgili danışmanlık hizmeti veren HİZBİB’e telefonla ya da e-posta yoluyla
ulaşılıyor. Mesai saatleri içinde, 0312- 311 89 40, 0312305 21 33-34 numaralı telefonlardan ve [email protected] adresinden sorular yönlendirilebiliyor.
Download