ZORLA GÜZELLİK OLMAZ Zorla güzellik olmaz, zorla bir şeyleri yapabilir ve yaptırabilirsiniz fakat ne yaparsanız yapın sonuç güzel veya kaliteli olamaz. Her hafta yeni bir yazı yazmak istemeyen bir gence tabii ki teslim tarihleri koyarak düşünce yazıları yazdırabilirsiniz, fakat peki ya genç bunu istemiyorsa? Her ne olursa olsun o düşünce yazısı yazılacaktır ama güzel de olmayacaktır bu yazı. Yazıların kalitesi her geçen hafta düşecek, yazıda imla hataları ve özen eksikleri boy gösterecektir. Sonuç olarak tüm anlamını yitirmiş olacaktır bu “özgün” düşünce yazısı. Aşk kavramını da bu bağlamda inceleyecek olursak, zorlama ilişkilerin dünyamızın acı bir gerçeği olduğunu ve bu ilişkilerin aşktan uzak ve ne kadar boş olduğunu görebiliriz. Neredeyse her toplumda yerleşmiş ve köklenmiş algılar yüzünden kendilerini bir ilişki sahibi olmak zorunda görenler ve bu kişilerin meydana getirdikleri anlamsız evlilikler adeta her yerde. Bu anlamsızlığın kaynağı da tarihin başlangıcından, Âdem ve Havva‘dan beri süregelen çift olma algısının geçmişten günümüze kendini pekiştirerek toplumda çok yaygın ve güçlü bir yer edinmiş olmasıdır. O kadar güçlü bir algı ki aksine inanmak veya bu algıya karşı çıkmak insanı toplumdan dışlar bir hâl almıştır. Dolayısıyla günümüzde her bireye, kendine bir çift bulma baskısı doğrudan veya dolaylı olarak dayatılmaktadır. Bu baskı ve zorlamanın beraberinde getirdiği birliktelikler de bir amacı olmayan üzerinde düşünülmemiş birliktelikler olarak hüsranla sonuçlanmakta. Bu hüsran da her zaman ayrılık olmayabiliyor, çok daha kötüsü bir evlilik olabiliyor böylelikle bu hüsran geçici bir acı olmaktan çıkıp uzun sureli bir rahatsızlık kaynağı hâlini alıyor ve bireyi hayati boyunca taciz ediyor. Böyle bir rahatsızlığın sonucunda insanların aydınlanmasını, toplumun baskısı tarafından akılsızca bir ilişkiye sürüklendiklerini fark edip en yakın zamanda bu ilişkiden çıkmalarını beklersiniz, fakat evlilik ve aile kuramı yıllarca öyle bir şekilde işlenmiş ki bu hüsran çocuk yaparak giderilmeye çalışılıyor. Bir yanlışı daha büyük bir yanlışla kapatmak da mümkün olmadığı için bireyler yaptıkları çocuk ile adeta kendilerini sağlıksız ilişkilerinin bir mahkûmu durumuna getirmiş oluyorlar. Aynı zamanda bu bireyler, kendilerine verdikleri zarar ve yol açtıkları zaman kaybı yetmezmiş gibi dünyaya getirdikleri çocuğa da mutsuz bir aile ortamı içinde geçecek zor bir hayat sunarak büyük bir kötülük yapmış olurlar. Bu çocuklar da yetiştikleri toplumdaki kalıplaşmış düşünce yapıları sebebiyle dışlanmamak adına toplum doğrularına uygun olacak şekilde hayatlarını şekillendirmeye çalışırlar. Doğrunun ve yanlışın toplum tarafından belirlenmesi bireylerin objektif karar verme yeteneklerini kısıtlayacağından, bireyler kendileri için mutlu olmalarını sağlayanı seçmek yerine, toplum tarafından uygun olanı seçme mecburiyetine girerler. Bu durumun sonucunda mutlu olmak uğruna topluma karşı çıkmayı deneseniz bile gerçekten mutlu olmanız çok zor. Film boyunca David karakterinin toplumca onaylanan ilişkilerinde mutsuz olması, sonrasında ise mutlu olduğu ilişkisinin toplum tarafından onaylanmaması bu çift taraflı kılıcın acı bir yansımasıdır. Yozlaşmış aile ve evlilik kuramını Türkiye’de irdeleyecek olursak ülkemizin içler acısı bir halde olduğunu görebiliriz. Çocuk yaşta evlendirilen kızları, töre evliliklerini, görücü usulü evlilikleri bir kenara bırakacak olsak bile kendi rızasıyla(ya da en azından herhangi bir zorlama olmadan) nedensizce evlenen, düşünmeden çocuk yapan aileler, toplumun baskısıyla başa çıkmak için cinsiyet tercihlerini gizleyen ve sahte evlilikler yapan bireyler, izdivaç programlarında mal alır gibi aşk almaya çalışan insanlar her tarafımızda. Bu örneklerin hepsi aşk gibi bir kavramın ülkemizde basmakalıp düşünceler ile nasıl anlamsızlaştırıldığının ve çirkin bir hâle getirildiğinin göstergesi. Ne Türkiye’de ne de başka bir yerde hiçbir güzellik zorlama ile doğmadı ve doğamaz, Mozart bestelerini severek yaptı, Leonardo Da Vinci eserlerini heves ve coşkuyla yaptı, eğer öyle olmasaydı bu kimseler şu anda bütün dünya tarafından tanınmaz ve bu kişilere hayranlıkla bakılmazdı. Konu aşk gibi özgür bırakılması gereken bir kavram olunca bu durum çok daha önemli oluyor, bağnazca kabul edilmiş yaygın düşünceler aşkı dar kalıplara sokarak yok etmeye çalışıyor ve toplumsal bir mutsuzluk doğuyor. Aşkın tam anlamıyla aşk olabilmesi için bu durumun önüne geçmeli ve toplumda oluşmuş yanlış algıları yok etmeliyiz, aksi takdirde mutsuzluklarla dolu bir çukurun içinde sıkışıp kalırız. Ege Özcan