Uzun yolculuklari oldum olasi sevmemisimdir. Arabanin arka

advertisement
Postmodernistlerden Romantiklere Kitap Okuma Sevdam
Uzun yolculukları oldum olası sevmemişimdir. Arabanın
arka koltuğundan cama bakıp saatlerce bomboş yolları,
tarlaları izlemek… Aynı müzikleri dinlemek saatler boyu…
Küçüklüğümden beri katlanmak zorunda olduğum bu
yolculuklarda canım çok sıkılırdı. Aslında hâla sıkılırım.
“Sıkı can iyidir.” der hep babam. Ama maalesef saatler
süren yolculuklarda uğraşacak bir şey, konuşacak bir
konu bulamıyor insan; uyku da tutmuyor… Yapacak
hiçbir şey yok. Oyalanmak için elime ne geçse okumaya
başladım ben de. Mola verdiğimiz yerlerde ne bulursam
onu okudum; gazeteler, gideceğimiz yerlerle ilgili
broşürler, hikâyeler, çocuk masalları, tarihi, siyasi
kitaplar, bazen çizgi romanlar… Canı sıkılan küçük bir
ilkokul çocuğu iken başladığım bu okumalar artık hevesli
bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak hayatımın göz ardı
edilemeyecek bir parçası. Sadece dersler bakımından
söylemiyorum bunu. Küçük yaşta vakit öldürmek için
başladığım bu okumalar, sonradan ne yaptığımın, ne
okuduğumun farkına vardıkça vaktime değer kattığını
anladığım, zevkli bir uğraş hâline geldi. Uzun yol
hikâyesine geri dönersek; artık yolculuğa çıkarken
yanıma kalınlığı fark etmeksizin en az üç kitap aldığımı
söyleyebilirim; birincisi gidişte, ikincisi tatilde, üçüncüsü
dönüşte okunmak üzere. Son olarak geçen ay Kurban
Bayram’ında böyle uzun bir araba yolculuğuna çıktım.
Uzun zamandır ertelediğim bir kitabı aldım ben de
yanıma. Orhan Pamuk’tan Kırmızı Saçlı Kadın. Bu kitap
elime her geçtiğinde okumak yerine kitaplığıma geri
koymamım başlıca iki sebebi var aslında. Birincisi, daha
önce okuduğum Masumiyet Müzesi’ni çok fazla
sevmemiş olmamın bir sonucu olarak Pamuk’un
anlatımına karşı bir önyargımın oluşması, ikincisi ise
yazar kimliğinden sıyırarak kişisel olarak Orhan
Pamuk’tan çok fazla hoşlanmamam. Şu bir gerçek ki
Pamuk’un kitaplarını yazarken kullandığı dil diğer
yazarlardan oldukça farklı. Evet, edebiyatçılara göre
Pamuk postmodernist bir yazar. Ancak diğer
postmodernist yazarlarla kıyasladığımızda Pamuk’un ayrı
bir yeri var, gerek kullandığı dil gerekse konuyu ele alışı
bakımından. Postmodernist anlayışın getirisi olarak dil
oyunlarına çokça yer verilmesi ya da zaman-mekân
gerçekliğinden sık sık uzaklaşma eğilimi kitabı okurken
beni yoruyor, olayları kaçırmama sürekli başa dönmeme
sebep oluyor. Kitap üzerindeki hâkimiyetim azaldıkça
okumamdan aldığım zevk de aynı oranda düşüyor. Belki
de bu yüzden klasikleri, özellikle romantik ya da realist
romanları okumayı daha çok seviyorum. Dizi izlemek gibi
geliyor bana bu tür kitaplar. Hiç tanımadığım ya da hiç
tanışamayacağım insanların hiçbir zaman
yaşamayacakları hayatlarını gerçekten yaşandığına
inanarak okumak daha zevkli geliyor bana. Kim ne demiş,
ne yapmış, sonra ne olmuş? Bazense tam tersi, kuru
kuru bilgi okumak, ders çalışmak, ilgi alanlarıma göre ya
da derste öğrenmek zorunda olduğum konular
bağlamında okumalar yapmak daha tahammül edilebilir
benim için. Ancak felsefi kitaplar, modernist,
potmodernist romanlar ya da bazı ekspresyonist
romanlar… Sanatla gerçek arasındaki bağları koparmak
ve tüm yerleşik değerleri, okuyucunun rahatını kaçıracak
yöntemler kullanarak sorgulamak, şeklinde bir tanımla
karşılaştım araştırma yaparken. Tam olarak
hissettiklerimi açıklayan bir söz rahatı kaçmak. Bu
yüzdendir ki bu gibi postmodernist eserlere, hele hele
Pamuk’un kitaplarına –çünkü bu tarzı çok yoğun
kullandığını düşünüyorum- daha mesafeli yaklaşıyorum.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş, Masumiyet
Müzesi bende olumsuz bir ilk izlenim oluşturmuştu. Öte
yandan Kırmızı Saçlı Kadın ‘ı göz ardı edişimin ikinci
önemli sebebi ise kişisel olarak Orhan Pamuk’la ilgili.
Türkiye’nin yakın geçmişiyle ilgili bazı politik konular
hakkında –örneğin türban yasağı, Ermeni tehciri- açıkçası
çok da doğru bulmadığım bazı görüşlerinin olması ve bu
görüşlerini kitaplarına yoğun bir şekilde aktarması
kitaplarından soğumama sebep oluyor diyebilirim. Öyle
ki, kitabın arkasında verilmek istenen yanlı politik görüş o
kadar keskin ki kitabın içinden çıkmama sebep oluyor,
başka bir deyişle akıcılığını kesiyor. İşte bu saydığım
sebeplerden ötürü elim bir türlü varmadı Pamuk’un son
kitabına başlamaya. Ancak oflayarak başladığım Kırmızı
Saçlı Kadın daha ilk sayfalardan beni şaşırttı diyebilirim.
Kitabın içeriğinden bahsetmek istemiyorum ki sürprizi
kaçmasın.
“İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi? Yoksa
kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü
müdür?” Arka kapakta yer alan bu söz bile başlı başına
büyük bir merak uyandırdı bende. Kitapta gerek nispeten
sadeleşmiş, anlaşılması daha kolay bir dil kullanılmış
olması gerekse kitaba farklılık katan bazı mitolojik
hikâyelere sahip olması ve bu hikâyelerin romanın
devamıyla bağlantılı olması; kitabı sevmeme, bir an önce
bitirmek istememe yardımcı oldu. Pamuk’un diğer
kitaplarından farklı olarak bazı siyasal ideolojiler yerine
aşkın, vicdanın, pişmanlık duygusunun, sırların genişçe
yer kapladığı bir kitap bu. Karmaşık cümlelerle dolu, sizi
sürekli düşünmeye sevk eden bir postmodernist roman
mı yoksa benim gibi hayata film kadrajından bakan
romantik eserler mi tercih edersiniz bilmiyorum. Eğer
ikisinin arasında bir şeyler okumak istiyorsanız ve bol
vaktiniz varsa Kırmızı Saçlı Kadın tam size göredir derim.
Sizlere şimdiden keyifli okumalar…
Cansu Özden
Download