Kadınlık, meşk tahtasında sema dönmek gibi. Yalnız bizimki sancılı.

advertisement
Elif Aygün
MEŞK TAHTASI
“Kadınlık, meşk tahtasında sema dönmek gibi. Yalnız bizimki sancılı.”(Altun 36) Uzun süredir
takip ettiğim Feyza Altun’un kitabını okurken beni en çok etkileyen cümle bu oldu. Semaya durmayı
öğrenirken üzerine çivi çakılı bir tahta üzerinde aylarca dönüldüğünü bilmiyordum ve semazenlerin o
çiviyi ayak parmaklarının arasına geçirdiklerinde canları acımasın diye tahtaya tuz serpmeleri ve huzur
içinde semaya durmaları yukarıdaki cümleyi okuduktan sonra öğrendiklerimdendi. Henüz 19 yaşında
bir kadınım, hayatla ilgili çok tecrübem olduğunu, çok şey yaşadığımı ve çok şey bildiğimi
söyleyemem, söylemem de zaten; meşk tahtası bile bunu kanıtlıyor. Ama şu ana kadar ne
yaşadıysam ve ne okuduysam hepsi bana kadın olmanın başkaları tarafından yüzeyselce sanatsal,
şiirsel ve masalsı olarak betimlenip de meşk tahtasına çakılı çivinin parmaklarımızın arasını kanatıp
yara yaptığı gerçeğini herkesin görmezden geldiğini anlattı.
Ben anne değilim, çocuklarım yok. Evli değilim, sorumlu olduğum bir evim ve eşim yok,
çalışmıyorum yerine getirmem gereken görevlerim ve aldığım bir maaşım yok; yine de rahatsızım. Bu
ülkede, kadın olmamla beni bu derece zincirlemeye çalışmalarından rahatsızım.
Galiba çok değişken olan meslek tercihlerime ve geniş ilgi alanlarıma rağmen ben mühendis
olmayı hep istedim ve çok şanslıydım. Lisedeki robot takımında aktiftim ve ne bir kız ne de bir erkek
takım arkadaşım beni aşağılamadı, dışlamadı, cesaretimi kırmadı. Mühendisliğin, cinsiyetçi bir şekilde,
erkekler için olduğunu söyleyen insanlar çok fazla; buna rağmen o takımda hiç kimse bana mühendis
olamayacağımı hissettirmedi, ta ki ben üniversiteye başlayana kadar.
İlk şokumu bölüm tanıtımı sırasında insanlarla tanışırken yaşadım, özellikle kadınlara karşı ön
yargı konusunda bazı duyumlarım olduğundan, kendi kendime deneyip görmek için öne atılmadım ve
bekledim; sonuç berbattı. Neredeyse tanışmak için içinde bulunduğum arkadaş grubunun yanına
gelen tüm erkekler, grupta tek kız olan benim ismimi sormayı ya sonradan hatırladı ya da buna hiç
tenezzül etmediler bile. Erkekler erkeklerle tanıştı ben de izledim, sanki diğerlerinden önemsizmişim,
arka planda kalması gereken bir figürmüşüm gibi hissettim. Üzülerek söylüyorum ki bu yaşadığım son
şok değildi, erkekler tarafından yapabileceğim şeyler konusunda küçümsendim, dinlenmedim, hatta
çalışmalardan uzaklaştırılmaya çalıştığımı hissettim. Yetmedi seviyesiz konuşmalarını dinlemek
istemediğim için bir etkinlik sonrası yemek yemek amacıyla girdiğimiz çarşıda gördüğüm kozmetik
mağazasına girip orda kısa bir süre geçirdikten sonra masaya döndüğümde bir erkek başka bir erkeğe
“Hayret işi kısa sürdü” deme cesaretini gösterdi, ben masada oturuyorken ve söylediklerini
duyuyorken; cinsiyetçiliğe maruz kaldım. Kadın olabilmek, haklarımı özgürce ve sonuna kadar
yaşamak için verdiğim mücadele küçümsendi, ezildi, başka ülkelerde yaşama hakkı bile olmayan
insanlar olmasını öne sürerek özgür bir kadın olmaya çalışmamdan utandırmaya çalıştırdılar beni,
konuşalı beş dakika geçmemiş olmasına rağmen “Güzelim” diye seslenebildiler bana mesela.
Sadece erkeklerden de görmedim ben aslında bu tacizleri, ne zaman etek giysem, topuklu
ayakkabılarımla özgüvenle yürüsem birkaç kadın kafasını çevirip onaylamayan gözlerle baktı bana,
eteğimin boyunu yadırgayıp, yürüyüş şeklimi kötülediler. Sanki bir grup insan toplanıp özgüvenimi
öldürmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlarmış gibi hissediyorum paranoyakça. Her gün ölen,
tecavüze uğrayan, şiddet gören onca kadın için içimin kan ağlaması yetmiyormuş gibi bir de bu
üniversitede kişiliğim, adım ve cinsel kimliğimle var olmaya çalıştığım için sinirlerim bozuluyor.
Eve geldiğimde ders mi çalışsam yoksa ev işleriyle çok yorulmuş olan anneme mi yardım
etsem bilemiyorum. Babam neden ayaklarını uzatıp televizyon izleyebilirken annem yemek pişirmek
zorunda kalıyor? Neden annem ve babam yorulabilme hakkına sahipken ve ben tüm gün derslerle
boğuşmuşken evde dinlenerek geçirmek istediğim her saniye için suçlanıyorum? Daha da önemlisi
neden erkek olsaydım kimse benim dinlenme hakkıma laf etmeyecekmiş gibi hissediyorum? Neden
bir erkeğin annesi ona ev işlerinde yardım etmediği için kendisine eziyet ettiğini söylemiyor da ben
bunu annemden duyup üzülüyorum?
Neden benim cinsel kimliğim üzerinden gereksiz tartışmalara giriyor bir sürü erkek bu ülkede?
Neden kızlığım ya da kadınlığım insanların dilinde dolaşıyor? Neden ben insanların en özgür olması
gereken yerde, üniversitede daha önce tanık olmadığım bir cinsiyetçilikle mücadele ediyor ve kendimi
özgür hissedemiyorum? Neden ben 19 yaşımda meşk tahtasında huzurla dönmek yerine ayak
parmaklarımın arası kanarken ve acıdan iki büklüm kıvrılırken buluyorum kendimi? Neden ben bu
kadar gençken ve yolun başındayken özgüvenimi ve cesaretimi kırmak için ellerinden geleni
yapıyorlar?
Çok sinirliyim, öfkeliyim. Temel insan hakları değil mi aslında kadın hakları? Sırf kas kütleleri
benden fazla diye, erkeklere göre daha zayıf, ezik, güçsüz görülmek istemiyorum ya da çocuk
doğurabildiğim için erkeklere kıyasla kutsal sayılmak istemiyorum. Ben sadece erkek ya da kadın
olarak anılmadan önce insan olarak anılmak istiyorum.
Tam da bu noktada kitap bir kez daha yol gösteriyor bana. Feyza Altun’un da dediği gibi “O
kadar iyi anladım ki kimsenin beni kurtarmayacağını” (Altun 148). Ben susmadıkça, sesimi çıkardıkça
istediğim gibi özgür, cesaretli ve güçlü olacağım. Semaya durduğum meşk tahtasını ancak ben kandan
temizleyebilirim, ancak ben sağlayabilirim parmaklarımın arasındaki yaranın iyileşmesini, ancak ben
kurtarabilirim kendimi ve kurtaracağım da.
KAYNAKÇA
Altun, Feyza. Kadının Fenni. İstanbul: İnkılâp Yayınevi, 2015. Baskı.
Download