Açılış Konferansı

advertisement
Değerli meslektaĢlarım,
Hepimizin bildiği gibi mantar infeksiyonları 30-40 yıl öncesine kadar insanlığın sorunu değil
iken farklılaĢan yaĢam koĢulları, teknik ilerlemeler ve dünya ekolojisi, günümüzde hem
mantarların hem de hasta özelliklerinin değiĢimine neden oldu. Hastaların baskılanan
bağıĢıklık sistemleri, infeksiyon etkeni olan mantarların zaman içinde direnç kazanması,
infeksiyon etkeni olmayan pek çok mantarın da insanlarda hastalık yapmaya baĢlaması,
hastaların yaĢam kalitesini düĢürdü ve biz hekimlerin dikkatinin bu alana daha çok
yönlenmesine neden oldu.
Bu amaçla 2006 yılında tamamen bağımsız ve gönüllük esasına dayanarak Batı Anadolu
Mantar ÇalıĢma Grubu (BAMCAG) kuruldu. Bu grup 12-13 Aralık 2009‟da ilk mantar
simpozyumunu (Mantar Simpozyumu – I) düzenleyerek deneyimlerini meslektaĢları ile
paylaĢtı. Nisan 2011‟de beĢinci yılını dolduran grupta, meslektaĢlarımızdan gelen istekler de
dikkate alınarak “TaĢı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir” felsefesi ile biriken
verileri paylaĢabilmek için ikinci mantar simpozyumunun düzenlenmesi kararı alındı ve
uygulama görevi tarafıma verildi.
Ben de sizlere 16-18 Aralık 2011 KuĢadası/Aydın‟da “Mantar Simpozyumu–II”nun
yapılacağını ve ancak sizlerin katılımı ile hedefimize ulaĢacağımızı bildirmek istiyorum. Bu
simpozyumda en sık görülen mantar infeksiyonu olan “Kandida” teorik ve pratik uygulama
farklılıkları, olgu bazında değerlendirmeler, farklı mikrobiyolojik/klinik yaklaĢımlarla
multidisipliner bir ortamda her yönüyle tartıĢılacaktır. Sizlerin programı içinde yer alabilmek
amacıyla Temmuz 2011‟de ilk duyurusu yapılan bu simpozyumda; çabamız 16-18 Aralık
2011 KuĢadası/Aydın‟da birlikte olmak, ortak bir dil oluĢturmak ve deneyimlerimizi bilimsel
bir ortamda paylaĢmaktır.
Sevgi ve Saygılarımla
Dr. Vildan AVKAN-OĞUZ
Simpozyum BaĢkanı
ĠÇĠNDEKĠLER
Dünden bugüne kandida……………………………………………………. 6 – 7
Murat AKOVA
Kandida infeksiyonlarının patogenezi…………………………………………….. 8 – 10
Esin ġENOL
Ġdentifikasyon testleri ve antifungal duyarlılık testleri……………………………. 11 – 14
Dilek YeĢim METĠN
Kandida infeksiyonlarında serolojik tanı………………………………………….. 15 – 25
Aydan ÖZKÜTÜK
Santral sinir sistemi ve oftalmik kandida infeksiyonları …………………………. 26 – 31
Emel YILMAZ
Kandida endokarditi ……………………………………………………………… 32 - 38
Selda SAYIN KUTLU
Kandida ve kemik-eklem infeksiyonları………………………………………….. 39 – 45
ġerife Barçın ÖZTÜRK
Üriner sistemin kandida infeksiyonları…………………………………………… 46 – 53
Meltem AVCI
Genital sistemin kandida infeksiyonları………………………………………….. 54 – 55
Aslı GÖKER
Deri ve eklerinin kandida infeksiyonları…………………………………………. 56 – 59
Gülsüm GENÇOĞLAN
Gastrointestinal sistemin kandida infeksiyonları………………………………… 60 – 63
ġebnem ġENOL
Kandida‟ ya bağlı kan dolaĢımı infeksiyonları…………………………………… 64 – 71
YeĢim TAġOVA
Azoller …………………………………………………………………………… 72 – 75
Çiğdem Banu ÇETĠN
Polyenler …………………………………………………………………………. 76 – 79
Mustafa Bülent ERTUĞRUL
Ekinokandinler …………………………………………………………………… 80 – 85
Tuba TURUNÇ
Kandida profilaksisi………………………………………………………………. 86 – 93
Sema ALP ÇAVUġ
Yoğun bakım hastasında kandida infeksiyonları…………………………………. 94 – 103
Murat DĠZBAY
Kandida infeksiyonlarında kılavuzlar ve gerçek hayat…………………………… 104 - 112
Hüsnü PULLUKÇU, Nur YAPAR
Son bir yılda yayınlarla kandida………………………………………………….. 113
Çağrı ERGĠN
2
MANTAR SĠMPOZYUMU II - KANDĠDA – BĠLĠMSEL PROGRAMI
16 Aralık 2011 Cuma
14.00-14.30
AçılıĢ
14.30-15.30
AçılıĢ Konferansı
Dünden bugüne kandida
Murat AKOVA
15.30-16.00
Kahve arası
16.00-17.30
1. Oturum Patogenez ve Tanı
Kandida infeksiyonlarının patogenezi
Esin ġENOL
Ġdentifikasyon testleri ve antifungal duyarlılık testleri
Dilek YeĢim METĠN
Kandida infeksiyonlarında serolojik tanı
Aydan ÖZKÜTÜK
19.00
AçılıĢ kokteyli
17 Aralık 2011 Cumartesi
09.00-10.30
2.Oturum Olgularla klinikte kandida infeksiyonları, tedavi ve
profilaksi
Santral sinir sistemi ve oftalmik kandida infeksiyonları
Emel YILMAZ
Kandida endokarditi
Selda SAYIN KUTLU
Kandida ve kemik-eklem infeksiyonları
ġerife Barçın ÖZTÜRK
10.30-11.00
Kahve arası
11.00-12.30
3.Oturum Sistemlere göre kandida infeksiyonları
Üriner sistemin kandida infeksiyonları
Meltem AVCI
Genital sistemin kandida infeksiyonları
Aslı GÖKER
Deri ve eklerinin kandida infeksiyonları
Gülsüm GENÇOĞLAN
3
13.30-14.30
4.Oturum Sistemlere göre kandida infeksiyonları
Gastrointestinal sistemin kandida infeksiyonları
ġebnem ġENOL
Kandida‟ ya bağlı kan dolaĢımı infeksiyonları
YeĢim TAġOVA
14.30-15.00
Kahve arası
15.00-16.30
5.Oturum Kandida infeksiyonlarında antifungaller
Azoller
Çiğdem Banu ÇETĠN
Polyenler
Mustafa Bülent ERTUĞRUL
Ekinokandinler
Tuba TURUNÇ
16.30-17.00
Kahve arası
17.00-18.00
6. Oturum Kandida ve özel durumlar
Kandida profilaksisi
Sema ALP ÇAVUġ
Yoğun bakım hastasında kandida infeksiyonları
Murat DĠZBAY
19.30
Gala yemeği
18 Aralık 2011 Pazar
09.30-10.30
7. Oturum Literatür ve kandida
Kandida infeksiyonlarında kılavuzlar ve gerçek hayat
Hüsnü PULLUKÇU
Nur YAPAR
Son bir yılda yayınlarla kandida
Çağrı ERGĠN
10.30
KapanıĢ
4
5
DÜNDEN BUGÜNE KANDĠDA
Dr. Murat AKOVA
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġç Hastalıkları Anabilim Dalı Ġnfeksiyon Hastalıkları
Ünitesi, Ankara
Kandida türleri, insanda saprofit olarak bulunur, ancak sistemik veya lokal olarak infeksiyona
konakçı direncinin azaldığı durumlarda patojen haline geçer. Böyle durumlarda kandida
türleri yüzeyel, lokal invazif veya yaygın (dissemine) infeksiyona neden olabilir.
Kandidiyaz, 150‟den fazla kandida türüyle meydana gelebilir. Kandida türleri, hastane içinde
rastlanan bakteremi/fungemi nedenleri arasında sıklık bakımından ilk beĢ patojen arasında
almaktadır.
Literatür verileri dünyada pek çok merkezde genel olarak kandida
infeksiyonlarının sıklığında bir azalma olduğunu, bu azalmanın özellikle C. albicans
sıklığında azalma ile iliĢkili olduğunu ortaya koymaktadır. Azalmadan baĢlıca sorumlu neden
yaygın flukonazol kullanımıdır. Bu denli yaygın kullanımına karĢın, AIDS hastaları bir tarafa
bırakılacak olursa, flukonazole karĢı C. albicans’da direnç hala nadir görülen bir durumdur.
Buna karĢın non-albicans kandida infeksiyonu oranlarında genel anlamda bir artıĢ söz
konusudur.
Ülkemizde
kandida
infeksiyonları
epidemiyolojik çalıĢmalar yayınlanmamıĢtır.
epidemiyolojisine
dair
geniĢ
çaplı
2001-2010 yılları arasında Hacetepe Tıp
Fakütesi‟nde alınarak bir patojen üretilen 18.980 kan kültürü örneği içinde 858 tanesinde
Candida spp. üremesi saptanmıĢtır. Bu yıllar içinde kandida türleri üreyen patojenler arasında
sıklık bakımından 5. sırada (yıllara göre 4-7 arasında değiĢmek üzere) yer almaktadır.
Üretilen kandida türleri arasında yeterli klinik verinin olduğu 381 kandidemi atağı dikkate
alındığında en sık etkenin C. albicans olduğu, bunu sırasıyla C. parapsilosis, C. tropicalis ve
C. glabrata’nın izlediği saptanmıĢtır. C. albicans 2008 yılı hariç tüm non-albicans kandida
suĢlarının toplamından daha fazla bir sıklıkta infeksiyon etkeni olarak belirlenmiĢtir. In vitro
antifungal duyarlılık sonuçlarının saptandığı 213 suĢa dair veriler incelendiğinde; 122 C.
albicans suĢundan sadece birinde yenilenmiĢ CLSI kriterlerine göre flukonazole direnç
olduğu ve sadece 2 suĢun doza bağımlı dirençli olduğu saptanmıĢtır. C. krusei suĢları dıĢında
hiç bir kandida türünde vorikonazol direnci saptanmazken, kaspofunginin izole edilen tüm
türlere karĢı duyarlı olduğu gözlenmiĢtir. En önemli direnç itrakonazole karĢı saptanmıĢ olup,
C. tropicalis suĢlarında bu antifungale karĢı direnç oranı %25‟e varmaktadır.
6
Yaygın organ tutulumu ve/veya fungemi ile karakterize dissemine kandidiyaz, immün sistemi
baskılanmıĢ hastalarda görülen kandida infeksiyonları içinde en sık rastlanan ve mortalitesi
%50‟ye varan bir hastalıktır. Bu hastalığın tedavisinde son yıllarda geliĢtirilen ilaçlar içinde
ekinokandin türevleri oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Ġnvazif kandida infeksiyonlarının
tanı ve tedavisi için son yıllarda IDSA, ECIL ve ESCMID tarafından yayınlanan kılavuzlar
mevcut olup, bu kılavuzlarda birbirinde ufak farklılıklarla çeĢitli tanı yöntemleri ve tedavi
biçimlerinin ayrıntıları yer almaktadır.
7
KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARININ PATOGENEZĠ
Dr. Esin ġENOL
GaziÜniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı, Ankara
Kandidemi ve sistemik veya yaygın kandidiyaz olarak tanımladığımız ciddi ya da invazif
kandida infeksiyonları, baĢta nötropenik hastalar olmak üzere genel olarak bağıĢıklık
sisteminin baskılandığı, “özel konak” olarak tanımlanan hasta gruplarında sıklıkla geliĢmekte
ve ciddi mortalite ile seyretmektedir.
Ancak son iki dekattır ciddi kandida infeksiyonlarının yalnızca nötropenik hasta ve özel
konakla iliĢkili bir klinik tablo olmadığı, özellikle hastaneye yatan tüm kritik hastalarda
geliĢebileceği bilinmektedir.
Çevrede özellikle yüzeylerde yaygın bulunan, bir bölümü kalıcı veya geçici olarak normal
florada bulunan Candida spp. lerin 200 den fazla türü olduğu bunların %10 „unun insanda
hastalandırıcı olduğu bilinmektedir.
Kolonizasyonun, ciddi infeksiyon geliĢimi için mutlak gerekli ön koĢul olduğu ancak her
zaman infeksiyon geliĢimine yol açmadığı bilinmektedir. Örneğin hastaneye yatan hastaların
önemli bir bölümü kolonize olduğu halde, %1-10‟unda invazif kandida infeksiyonu
geliĢmektedir. Ayrıca kolonize olan Candida spp. ile geliĢen infeksiyonlar, mukokutanöz ve
lokal infeksiyonlardan ciddi ve yüksek mortalite ile seyreden invazif infeksiyona geniĢ bir
yelpazede seyretmektedir.
Kandida infeksiyonlarının patogenezi, genel çerçeve olarak konak savunma mekanizmaları
ve etken ile iliĢkili, virulans, temas yoğunluğu ve temas yolu gibi, faktörler arasındaki
etkileĢim dinamiği eksenindedir. Ancak, konak savunma mekanizmalarının rolünün en önemli
belirleyici olduğu düĢünülmektedir.
Kandida infeksiyonlarının patogenezinde önemli rol oynayan konak savunma mekanizmaları
yetersizlikleri; özellikle Candida spp. sıklıkla kolonize olduğu gastrointestinal sistem (GIS)
ve cilt gibi anatomik bariyerlerde hasar, baĢta nötrofiller olmak üzere doğal ve edinsel
immunitede yetersizlik olarak tanımlanabilir.
Ġnvazif kandida infeksiyon geliĢimi üç aĢamalı olarak tanımlanmaktadır. Birinci aĢamada
Candida spp. ile kolonizasyon ve etken yoğunluğunun artması, ikinci aĢamada cilt ve
mukozal bariyerlerde bozulma üçüncü aĢamada ise bağıĢıklık sisteminin baskılanması
gerekmektedir. Birinci aĢamayı kolaylaĢtıran yoğun ve geniĢ spektrumlu antibiyotiklerin
8
kullanımı, ikinci aĢamayı kolaylaĢtıran,
yanık, intravenöz kateter uygulamaları ve
kemoteraptik ajanlar veya radyoterapi gibi mukozite yol açan tedavi uygulamalarıdır. Üçüncü
aĢamada ise özellikle nötropeni gibi fagositik fonksiyon bozukluğu, hücresel immuniteden
daha önemli bir rol oynamaktadır. GeliĢen kandida infeksiyonun mukozal ve yüzeyel veya
derin ve yaygın olacağını belirleyen en önemli faktör immun yetmezliğin türü ve derecesidir.
Hücresel immunite yetersizliği durumunda invazif kandida infeksiyonları daha nadir
geliĢirken kronik mukokütanöz kandidiyaz gibi klinik tablolar daha sık geliĢmektedir. Genel
olarak, hücresel immunite Candida spp. ile invazyon ve mukozal tutunmaya karĢı savunmada
nötrofil, monosit gibi fagositik hücreler ise kan dolaĢımına geçen Candida spp. öldürmede
etkin rol oynamaktadır. Ayrıca yapılan hayvan çalıĢmaları hücresel immunite ile iliĢkili
olarak CD4+ T lenfositlerin, Th1 ve Th2 yolu ile farklılaĢmasının da infeksiyonun sonucunu
belirlemede önemli rol oynadığını göstermektedir. Ancak patogenez yalınlaĢtırılarak kabaca
böylece özetlenilebilir olmakla birlikte fagositik hücreler ile iliĢkili doğal immunite ile bir
sonraki basamakta devreye giren edinsel immunite arasında bundan daha karmaĢık bir
etkileĢim olduğu ve bu etkileĢimi yürütmede dendritik hücrelerin önemli rol oynadığı
düĢünülmektedir.
Kandida infeksiyonlarının patogenezi ile iliĢkili son yıllarda yürütülen çok sayıda çalıĢma
bilinen genel mekanizmalara ek olarak, Candida spp. tanınmasını sağlayan “Toll-like
receptor”, “Dektin-1” gibi tanınma reseptörlerinin rolü, antimikrobiyel peptidler, endotel
hücrelerin rolü, Th lenfosit cevapları, lökosit adezyon molekülleri, pro-inflamatuvar sitokinler
ile iliĢkili önemli bulgular ortaya koymaktadır.
Son yıllarda immunsupresif olmayan kritik hastalarda artan invazif kandida infeksiyonları,
ayrıca Candida spp. ile iliĢkili olarak konak savunma mekanizmalarını aĢacak çok sayıda
yeni tanımlanan virulans faktörü yapımı sonucunda savunma mekanizmalarındaki hafif
düzeyde yetersizlik durumlarında bile hastalandırıcı olabileceğini gösteren veriler ile
açıklanmaktadır. Virulans ile iliĢkili bu faktörlerden,
Candida spp. nin mukozal veya
sentetik yüzeylere tutunmasını artıran salgısal proteinler ile proteolitik enzimler ve hif
formlarına geçiĢ gibi fenotipik formlar arası geçiĢ özelliği ile ilgili çalıĢmalar
sürdürülmektedir.
Sonuç olarak invazif kandida infeksiyonları hastane iliĢkisi olmayan sağlıklı bireylerde
geliĢmeyen
bir
fırsatçı
infeksiyon
olarak
tanımlanabilir.
Ancak
invazif
kandida
infeksiyonlarının yalnızca immun yetmezlikli hastalarla sınırlı olmadığı da bilinmektedir.
Ġnvazif kandida infeksiyonu geliĢen hastaların yaklaĢık %80‟inin, nötropeni ve immun
yetmezlik gibi faktörleri olmayan, anatomik bariyerlerinde veya etken yükünde artıĢ olan,
9
GIS ile iliĢkili cerrahi müdahaleler yapılmıĢ, steroid veya H2 reseptör blokürü kullanan,
hastalık skoru yüksek olan ve uzun süreli yoğun bakım hastaları olduğu bildirilmektedir.
KAYNAKLAR
1.Pappas PG.Invasive candidiasis.Infect Dis Clin North Am.2006;20:485-506
2.Eggiman P,Garbino J,Pittet D. Epidemiology of Candida species infections in critically ill
non-immunosuppresed patients. Lancet Infect Dis. 2003;3;685-702
3.Haynes K.Virulence in Candida species. Trends Microbiol.2001;9:591-96.
4.Hohl MT,Rivera A,Pamer EG. Immunity to fungi.Curr Op Immunol 2006:18:465-72.
10
ĠDENTĠFĠKASYON TESTLERĠ VE ANTĠFUNGAL DUYARLILIK TESTLERĠ
Dr. Dilek YeĢim METĠN
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ġzmir
Candida türleri yaygın görülen maya mantarları olup birçok bitki üzerinde, memelilerin
sindirim kanalı florasında, insanın mukoza ve derisinde bulunurlar. Bu nedenle klinik
örneklerde Candida‟ların saptanması, kolonizasyon, kontaminasyon ya da gerçek hastalık
etkeni olup olmadıklarının ayrımını gerektirmektedir (1, 2).
Normal florada bulunan Candida türleri, bir hastalık ya da tedavi giriĢimleri nedeniyle
bağıĢıklığı baskılanmıĢ hastalarda yaĢamı tehdit eden ciddi infeksiyonlara neden olabilirler.
Doğru tanı için klinik örnek uygun yerden uygun zamanda alınmalı ve iki saatten daha az bir
süre içinde laboratuara gönderilmelidir. Eğer bir gecikme olacaksa, normalde steril olan
örnekler 370C‟de saklanmalı, normal flora ile kontamine olma olasılığı yüksek olan örnekler
ise 40C‟de saklanmalıdır (1, 2).
Klinik örneğe laboratuarda uygulanan ilk iĢlem direkt mikroskobik incelemedir. Gram
boyama, kalkoflor beyazı ve %10-30 KOH‟le yapılan preparatlar mayaların varlığını veya
yokluğunu ortaya koyarak tanı için ön identifikasyon yapma olanağı sağlayacaktır.
Ġnfeksiyonun kesin tanısı etkenin kültürde üretilmesi ile konmaktadır. Steril olmayan, flora
içeren vücut bölgelerinde mayaların üremesinin önemini gösteren kesin kriterler yoktur ve
tanı koymak zordur. Balgam örneklerinde mayaların bulunması enfeksiyöz pnömonide baĢka
etiyoloji saptanamıyorsa, orofaringeyal kontaminasyon riski düĢük ve maya üremesi göreceli
olarak çok sayıda ise anlamlı kabul edilmelidir. Benzer Ģekilde idrarda maya varlığının anlamı
da tartıĢmalıdır. Kantitatif maya miktarının tür identifikasyonu ile birlikte anlamlı olabileceği
ileri sürülmüĢtür (1-3).
Candida infeksiyonlarında kan, doku biyopsi örnekleri ve steril vücut sıvılarındaki üremeler
anlamlıdır. Akut dissemine kandidiyazın tanısı kan kültüründeki üremenin olması ile konulur.
Ancak, akut durumlarda bile olguların en fazla % 50‟sinde kan kültür pozitifliği görülür.
Kronik dissemine kandidiyazda (hepatosplenik kandidiyaz) ise bu oran % 5‟lere kadar düĢer.
Kan kültürleri dıĢında dissemine olgularda bütün tutulan organlardan biyopsi örneklerinin ve
steril boĢluk sıvılarının alınması ve buralardan yapılan direkt boyasız ve boyalı mikroskobik
inceleme ve ekimler anlamlı etiyolojik tanıya götürür (4-6).
11
Candida’ların Tanımlanması:
Candida‟ların tanımlanması morfolojik ve biyokimyasal özelliklerinin değerlendirilmesi ile
yapılır. Morfolojik olarak koloni rengi ve görünümü, hif veya yalancı hif üretimi, germ tüp
veya klamidospor oluĢturma yetenekleri, blastosporların yapısı veya yerleĢim Ģekilleri gibi
özellikleri
değerlendirilir.
Biyokimyasal
olarak
ise
karbonhidrat
fermantasyon
ve
asimilasyonu, üre hidrolizi ve nitrat asimilasyonu değerlendirilir (1, 2).
Candida‟ların tiplendirilmesinde ilk olarak hızlı sonuç veren ve uygulaması kolay olan germ
tüp testi yapılmaktadır. Bu test C. albicans‟ın albicans dıĢı Candida‟lardan ayrılmasını
sağlamaktadır. Candida albicans dıĢında C. stellatoidea ve C. dubliniensis de germ tüp
oluĢturan Candida türlerindendir. Diğer albicans dıĢı Candida’ lardan ise C. tropicalis, C.
kefyr ve C. krusei‟de psödogerm tüp oluĢumu görülebilmektedir (1, 2).
Biyokimyasal tanıda kullanılmak üzere ticari olarak piyasada çok sayıda test bulunmaktadır.
Bu testlerden en sık kullanılanlar API 20C AUX (BioMerieux, France), API ID 32C
(BioMerieux, France), Vitek 2 (BioMerieux, France) kitleridir (4).
Kromojenik besiyerleri de primer izolasyon ve identifikasyon amacıyla kullanılabilir. Farklı
Candida türlerinin varlığını göstermeleri ve özellikle C. albicans olmak üzere erken dönemde
hızlı tanımlama yapmaları açısından yararlıdırlar (4). Son yıllarda klinik örneklerde üreyen
mayaların tanımlanmasında hızlı ve basit testler kullanıma girmiĢtir. Bunlardan biri peptide
nucleic acid (PNA) fluorescence in situ hybridization (FISH) testi olup, C. albicans‟ı diğer
albicans dıĢı Candida‟lardan ayırt etmek için kullanılmaktadır (2, 7). Ayrıca özellikle kan
kültürlerinden üreyen mayaların hızlı tanısı için “matrix-assisted laser desorption ionisation
time of flight mass spectrometry (MALDI TOF-MS)” de bazı merkezlerde kullanılmaya
baĢlanmıĢtır. Yapılan çalıĢmalarda (8, 9), tür identifikasyonu için yüksek duyarlılık ve
özgüllüğe sahip olduğu bildirilmektedir.
Antifungal Duyarlılık Testleri:
Antimikrobiyal duyarlılık testleri, çeĢitli mikroorganizmalara bağlı geliĢen infeksiyonların
tedavisini yönlendirmek, yeni geliĢtirilen ilaçların in vitro aktivite spektrumlarını saptamak ve
direnç oranları konusunda epidemiyolojik veriler elde etmek amacıyla uygulanan in vitro
testlerdir. Mantarlar için, standart antifungal duyarlılık testlerinin geliĢtirilmesine iliĢkin ilk
çalıĢmalar, 1982 yılında “Clinical and Laboratory Standarts Institute (CLSI, önceden National
Committee for Clinical Laboratory Standarts-NCCLS)” tarafından baĢlatılmıĢtır.1997‟de
mayalar, 1998 ve 2002‟de mayalar ve küfler için güncellenen kılavuzlar yayımlanmıĢtır (10).
Günümüzde Candida türlerinin antifungal ilaçlara in vitro duyarlılığının saptanması amacıyla
CLSI
tarafından
geliĢtirilmiĢ
olan
M27A3
sıvı
mikrodilüsyon
referans
yöntemi
12
kullanılmaktadır (11). Standart yöntemlerin ortaya çıkıĢı, hem bu testlerin klinik yanıtı
yansıtabilme oranı ile ilgili çalıĢmaların yoğunlaĢmasına, hem de rutin laboratuvarlarda
kullanılabilecek daha pratik alternatif yöntemlerin (disk difüzyon, Etest vb) araĢtırılmasına
olanak sağlamıĢtır.
KAYNAKLAR
1. Hazen KC, Howell SA (Çeviren Tümbay E). Candida, Cryptococcus ve Tıbbi Önemi
Olan Diğer Mayalar, “Murray PR, Baron EJ, Jorgensen JH, Landry ML, Pfaller MA
(eds): Manual of Clinical Microbiology (Klinik Mikrobiyoloji), 9ncu baskı” kitabında
s. 1762-1788, Atlas Kitapçılık, Ankara (2009).
2. Dignani MC, Solomkin JS, Anaissie EJ. Candida. In: Clinical Mycology. Anaissie EJ,
McGinnis MR, Pfaller MA (eds). Second Edition. Churchill Livingstone, Elsevier Inc.
s: 197-230, 2009.
3. Willinger B. Laboratory Diagnosis and Therapy of Invasive Fungal Infections.
Current Drug Targets, 2006; 513-522.
4. Posteraro B, Torelli R, De Carolis E, Posteraro P, Sanguinetti M. Update on the
laboratory diagnosis of invasive fungal infections. Mediterr J Hematol Infect Dis.
2011; 3 (1):e2011002. Epub 2011 Jan 14.
5. Oz Y, Kiraz N. Diagnostic methods for fungal infections in pediatric patients:
microbiological, serological and molecular methods. Expert Rev Anti Infect Ther.
2011; 9:289-98.
6. Pasqualotto AC, Denning DW. Diagnosis of Invasive Fungal Infections- Current
Limitations of Classical and New Diagnostic Methods. Business Briefing: European
Oncology Review 2005: 1-11.
7. Klutts
JS, Robinson-Dunn B. A Critical Appraisal of the Role of the Clinical
Microbiology Laboratory in Diagnosis of Invasive Fungal Infections J Clin Microbiol
2011; 49 (Suppl): 39-42.
8. Marinach-Patrice C, Fekkar A, Atanasova R, et al. Rapid species diagnosis for
invasive candidiasis using mass spectrometry. PLoS One. 2010; 25: 8862
9. Marklein G, Josten M, Klanke U, Müller E, Horré R, Maier T, Wenzel T, Kostrzewa
M, Bierbaum G, Hoerauf A, Sahl HG. Matrix-assisted laser desorption ionization-time
of flight mass spectrometry for fast and reliable identification of clinical yeast isolates.
J Clin Microbiol. 2009; 47: 2912-7.
13
10. Alexander BD, Byrne TC, Smith KL, et al. Comparative evaluation of Etest and
sensititre yeastone panels against the Clinical and Laboratory Standards Institute M27A2 reference broth microdilution method for testing Candida susceptibility to seven
antifungal agents. J Clin Microbiol 2007; 45: 698-706.
11. Clinical and Laboratory Standarts Institute: Reference method for broth dilution
antifungal susceptibility testing of yeasts. Approved Standard, CLSI document M27A3. 2008, 3rd ed. Clinical and Laboratory Standards Institute, Wayne, PA.
14
KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARINDA SEROLOJĠK TANI
Dr. Aydan ÖZKÜTÜK
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ġzmir
Günümüzde sistemik kandida infeksiyonları artan sıklıkta kendisini göstermektedir. Ġnvazif
kandidiyaz özellikle immun baskılı grupta önemli morbidite ve mortalite nedenidir. Klinik
bulgularının nonspesifik olması, kan kültürlerindeki duyarlılığın düĢük olması (%30-50) ve
uzun inkübasyon zamanına ihtiyaç göstermesi invazif kandidiyaz tanısında güçlüğe neden
olmaktadır (1-3). Halen ABD istatistiklerine bakıldığında kan akımı infeksiyonlarında
Candida türleri 4. sıklıkta yerini almakta ve mortalite oranları %49‟lara ulaĢmaktadır (1,4,5).
Candida türlerine bağlı infeksiyonlarda en sık karĢılaĢılan tür Candida albicans olmakla
birlikte 1990‟lı yıllardan itibaren albicans-dıĢı türlerin sıklığında artıĢ olmuĢ özellikle
C.glabrata anlamlı bir yükseliĢ göstermiĢtir (6). DeğiĢik Candida türlerinin sağaltıma farklı
cevap vermesi tür düzeyinde tanıyı önemli kılmaktadır. Kan, periton sıvısı gibi steril
örneklerden konvansiyonel yöntemlerle tanımlama yapılabilmektedir. Ancak hepatosplenik
kandidiyaz gibi bazı sistemik infeksiyonlarda kan kültürü ne yazıkki sıklıkla negatif sonuç
vermektedir ve bu durumda erken tanı için elde pek seçenek de kalmamaktadır. Bu ve bunun
gibi durumlar invazif kandidiyaz tanısında farklı laboratuvar yöntemlerinin arayıĢını
getirmiĢtir. Kültür dıĢı yöntemlerde ilk olarak akla serolojik yöntemler gelmektedir.
Candida infeksiyonlarının tanısında antikor arama, çeĢitli antijenlerin ve metabolitlerin
aranması gibi farklı serolojik yöntemler denenmiĢtir.
Antikor arama testleri:
Sistemik kandidiyazın tanısında çeĢitli antikor arama testleri denenmiĢtir. ELISA, Ġmmun
Floresan Antikor testleri daha fazla olmak üzere Counter immun elektroforez ve
hemaglutinasyon gibi değiĢik yöntemlerle antikor aranmasına gidilmiĢtir. Antikor arama
testlerinde antijen olarak C. albicans hücre duvarının önemli bir polisakkariti olan mannan,
230-250 kDa‟luk germ tüp hücre duvar mannoproteini, blastospor hücre duvarı, miçelyum
hücre duvarı, çeĢitli sitoplazmik antijenler 54 kDa‟luk sitoplazmik antijen, 52 kDa‟luk
metalloprotein, sekrete edilen aspartil proteinaz (sap), enolaz ve ısı labil antijen kullanılmıĢtır
(1,7). Testlerde kullanılan antijenik yapılara bağlı olarak testlerin duyarlılık ve
özgüllüklerinde farklı sonuçlar elde edilmiĢtir.
Antikor arama testlerindeki en önemli sorunlar yalancı negatif ve yalancı pozitif sonuçlardır.
Ġmmun yetmezlikli hasta grubunda antikor yokluğu ya da sağaltıma bağlı antikor azlığı
yalancı negatif sonuçlara neden olmakta testin duyarlılığını düĢürmektedir. Öte yandan
15
yüzeyel kolonizasyonu olan hastalarda yalancı pozitif sonuçlar alınabilmekte ve testin
özgüllüğü azalmaktadır. Bazı araĢtırmacılar bir kolonizasyon indeksi oluĢturarak (Kolonize
vücut bölgesi/tüm vücut bölgeleri ≥0,5) yalancı pozitiflikleri azaltabilmiĢlerdir. Testte bir eĢik
değer belirlenmesi özgüllüğü arttırabilmektedir. Ticari ELISA temelli bir mannan antikor
arama testi olan “Platelia Candida Antibody test”‟inde 10 AU cut off değeri pozitiflik için
sınır kabul edildiğinde testin duyarlılığı %53, özgüllüğü %94‟e ulaĢmıĢtır. Ġnfeksiyona neden
olan Candida türlerine göre testin duyarlılığı değiĢkenlik göstermiĢtir. C.parapsilosis,
C.krusei ve C.kefyr türlerine bağlı infeksiyonlarda ne yazık ki testin duyarlılığı %20 gibi çok
düĢük oranlarda kalmıĢtır (8).
“Candiquant” (Biomerica, USA) ve “Candida albicans ELISA” (Virotech GmbH, Germany)
gibi diğer ticari testlerin duyarlılık sonuçları da %59- 90.9 ve özgüllükleri %18.4- 63.1
arasında değiĢen sonuçlar vermiĢtir (9).
Pallavicini ve ark.larının 214 hasta üzerinde 42 aylık bir izlemi kapsayan çalıĢmalarında
hastaların %17‟sinde invazif kandidiyaz geliĢtiği saptanmıĢ, “double immunodiffusion”
yöntemiyle yaptıkları antikor arama testinde test duyarlılığının %29, özgüllüğünün %67
olduğu bildirilmiĢtir (10).
Yalancı pozitif sonuçları azaltmak için testlerde farklı sitoplazmik antijenlerin kullanımı da
denenmiĢtir. 54 kDa‟luk antijen kullanılarak hazırlanan antikor arama testinde dissemine
kandidiyazi olan hastaların ancak %25 inde antikor saptanabilmiĢ, kandidiyazı olmayan
hastaların da %10‟unda yalancı pozitif sonuçlar ortaya çıkmıĢtır (1). El Moudni ve ark.larının
52 kDa‟luk metalloproteinleri antijen olarak kullandığı ELISA testinde ise yüksek bir
duyarlılık (%83) ve özgüllük (%97) elde edildiği bildirilmektedir (11).
C. albicans‟ın sekrete edilen aspartil proteinazları (Sap) doku invazyonunda bir virulans
faktörü olarak salınmaları nedeniyle çeĢitli antikor arama testlerinde antijen olarak
kullanılmıĢlardır. Otuz üç hasta üzerinde yapılan retrospektif bir çalıĢmada testin duyarlılığı
%70 ve özgüllüğü %76 olarak bildirilmiĢtir (12).
Son yıllarda yalancı pozitiflikleri azaltmak için sağlıklı bireylerde bulunma olasılığı çok daha
düĢük olan hifal hücre duvar proteini 1 ve enolaz gibi intrastoplazmik antijenlere karĢı oluĢan
antikorları saptamaya yönelik testler geliĢtirilmiĢtir. Lain ve ark.ları “Candida Enolasa ELISA
IgG” ile 98 hasta üzerinde yaptıkları çalıĢmalarında immunitesi zayıf olan 47 ve immunitesi
sağlam olan 51hastada sırasıyla testin duyarlılığını %78.9 ve %82.6, özgüllüğünü de %89.3
ve %78.6 olarak saptamıĢlardır (13,14). Enolaza karĢı antikor arama testlerinde immunitesi
sağlam kiĢilerde duyarlılık % 50-92 ve özgüllük % 86-95 olarak saptanırken, immun
yetmezlikli hastalarda duyarlılık % 53 ve özgüllük de % 78 olarak bildirilmiĢtir (15-17).
16
Antikor arama testlerindeki bu çok değiĢken sonuçlar araĢtırıcıları birkaç testin bir arada
çalıĢılarak değerlendirme yapılması fikrine yönlendirmiĢtir. Antikor ve antijen arama testleri
birlikte kullandıklarında daha baĢarılı sonuçlar elde edilmiĢtir. Sendid ve ark.ları 43 hastaya
ait 162 serum örneğinde yaptıkları çalıĢmalarında iki ticari testi birbirleri ile
karĢılaĢtırmıĢlardır: ilki C. albicans‟ın hücre duvar mannan‟ına karĢı oluĢan antikor arama
testi (Platelia Candida Antibody test, Bio-Rad Laboratories, Fransa), diğeri bir monoklonal
antikor kullanılarak mannan serum antijeninin (Platelia Candida Antigen test, Bio-Rad),
saptanması testleridir. Antikor testi için duyarlılık ve özgüllük sırasıyla %53 ve %94 iken iki
testin kombinasyonu ile %80 ve %93‟e ulaĢmıĢtır (18).
Yera ve arkadaĢları aynı test gruplarını kan kültür pozitifliği ile karĢılaĢtırdıkları
çalıĢmalarında bu testler ile hastaların %73‟ünde en az 2 gün ve hatta bazı hastalarda 15 güne
varan sürelerde daha önce pozitiflik saptandığını bildirmektedir. Aynı çalıĢmada dikkati
çeken bir konu da ilgili test pozitifliklerinde antijen testlerinin hematoloji ve yoğun bakım
ünitelerinde antikor testlerinin ise cerrahi geçiren hasta gruplarında daha baĢarılı sonuçlar
vermesidir (19).
Antijen ve antikor testleri ile iliĢkili olarak bir saptama da invazif kandidiyaz geliĢiminde ilk
nötropenik atak geçiren hastalarda mannan antijen testinin, çok sayıda nötropenik atak
geçirmiĢ olan hastalarda ise mannan antikor arama testlerinin daha baĢarılı sonuç vermesidir
(20).
Yeni immunojenik rekombinan antijenlerin üretimi invazif kandidiyaz tanısında antikor
arama testlerinin kullanımını daha cazip hale getirecektir.
Antijen arama testleri:
Dissemine kandidiyaz tanısında çeĢitli antijenik yapılar araĢtırılmıĢtır. C. albicans ve diğer
bazı Candida türleri tarafından hücre dıĢı ortama sekrete edilen aspartil proteinazlar (Sap)
doku invazyonunda bir virulans faktörü olarak uzun yıllar çalıĢılmıĢtır. Ruchel ve ark. larının
çalıĢmasında anti-Sap antikoru kullanılarak yapılan araĢtırmada olasılıkla dolaĢımda Sap ve
alfa-2-makroglobulinlerin birleĢik oluĢturmaları sebebiyle test duyarlılığı % 50‟lerde kalmıĢtır
(21). Ancak daha sonra Na ve Song Sap antijenini saptamada bir inhibitör bir de “antigen
capture” ELISA yöntemleriyle çalıĢmıĢlar ve antijeni yakalamada antikor olarak CAP1‟i
kullanmıĢlardır. Duyarlılık ve özgüllük oranları sırasıyla “antigen capture” ELISA
yöntemleriyle %94 ve %92, inhibitör ELISA yöntemiyle %94 ve %96 olarak saptanmıĢtır
(12). Non invazif bir test olarak idrarda Sap aramaya yönelik testler de geliĢtirilmiĢ ve
duyarlılık ve özgüllük oranları sırasıyla %83 ve %92 olarak bildirilmiĢtir (22).
17
Candida hücre duvarındaki üç önemli polisakkarit yapıdan biri olan mannan önemli bir
tanısal antijendir. Bu antijen ısı stabildir ve kaynatmaya, proteinazlara ve asidik pH‟a
dayanıklıdır. Bu nedenle istenmeyen antijen-antikor kompleksleri
bu
yöntemlerle
uzaklaĢtırılabilir. Serumda mannan antijenlerini saptamaya yönelik ELISA (Platelia Ag)ve
lateks aglutinasyon (Pastorex) temelli ticari testler bulunmaktadır. ELISA testleri
geliĢtirildikten sonra mannan saptama testlerinin duyarlılığı 10 kat artmıĢtır (8).
Mannan dolaĢımdan çok hızlı temizlenmekte bu nedenle serum konstrasyonları düĢük
bulunmakta, optimal saptanabilirlik için birden fazla serum örneğinin alınmasına ihtiyaç
duyulmaktadır. Sadece tek serum örneği ile değerlendirme yapılan çalıĢmalarda testin
duyarlılığı %40 lardan %11‟ e kadar düĢebilmektedir (18).
Dissemine kandidiyazlı hastaların %31-90 ında mannanemi ortaya çıkmaktadır. Ancak farklı
Candida türlerine bağlı mannan antijen testinin duyarlılığı değiĢkenlik göstermektedir.
C.albicans, C.glabrata ve C.tropicalis infeksiyonlarında duyarlılık %58-70 olarak
belirlenirken C.parapsilosis, C.krusei ve C.kefyr infeksiyonlarında %25-30 olarak
saptanmıĢtır (23). Duyarlılıklar arasındaki farkın testte antikor olarak kullanılan Mab
EBCA1‟in Candida türlerinin mannoz epitoplarına bağlanmasındaki farktan kaynaklandığı
düĢünülmektedir (8).
Mannan antijen testinin nötropenik hastalarda C.tropicalis’ in etken olduğu fungemilerin
erken tanısında ve Candida menenjitlerinin tanısında yararlı olduğu bildirilmektedir (25-27).
Maligniteli hastalar üzerinde yapılan retrospektif bir çalıĢmada “sandwich ELISA” ile testin
duyarlılığı %65, özgüllüğü ise %100 olarak saptanmıĢtır (28). Candida hücrelerinden seruma
salınan α-bağlı oligomannoz rezidülerini saptamaya yönelik “sandwich ELISA” temelli ticari
bir test “Platelia Candida Antigen test” (Bio-Rad) ile yapılmıĢ birçok çalıĢma bulunmaktadır.
Testin özgüllüğü iyi olmasına rağmen kandan çabuk temizlenmesi en önemli sorun olarak
gözükmektedir. Bu nedenle testin duyarlılığını arttırmak üzere β-bağlı oligomannoz
rezidülerinin de saptanması için teste eklemeler yapılmıĢtır. Böylece 26 hasta üzerinde
yapılan bir çalıĢmada 22 hastada mannanemi saptanabilmiĢ, testin toplam özgüllüğü %95,
pozitif ve negatif prediktif değerleri %79 ve %97 olarak belirlenmiĢtir (29).
Yüksek riskli hastalarda antijen testi antikor testleri ile birlikte yapıldığında duyarlılık ve
özgüllük yükselmektedir. Mannan antijeni kan kültürüne göre 6 gün, antimannan antikoru ise
7 gün önce pozitif olarak saptanabilmektedir. Her ne kadar Candida kolonizasyonunda pozitif
sonuç vermesi nedeniyle testlerin özgüllüğü azalsa da antijen ve antikor testinin birlikte
kullanıldığı durumlarda duyarlılık %83, özgüllük ise %86 olarak bildirilmekte, mannan ve
18
antimannan testlerinin birlikte kullanımının nötropenik hastalarda hepatosplenik kandidiyaz
tanısında da yararlı olacağı belirtilmektedir (23).
Fareler ve tavĢanlar üzerinde yapılan hayvan çalıĢmalarında, kandidemi görülmeyen
dissemine hastalığa sahip hayvanların serumlarında ELISA testiyle 48 kDa‟luk bir antijen
(Enolaz) saptanmıĢtır. Bu antijeni saptamaya yönelik ticari bir test de geliĢtirilmiĢtir.
“Directigen Disseminated Candidiasis Test” (Becton Dickinson, USA) bir nitroselüloz
membrana emdirilmiĢ murine IgA monoklonal antikor kullanılarak hazırlanmıĢ “doublesandwich liposomal assay” ticari testtir. Kanser merkezleri arasında 2 yıl süreyle yapılan çok
merkezli bir çalıĢmada testin duyarlılığı tek örnek için % 54 iken, tekrarlayan örneklerde
%85‟e ulaĢmıĢtır (30). Ancak bu test piyasada uzun süre kalmamıĢtır. Antijen aramak için
kullanılan bir ticari test de “Cand-Tec assay” (Ramco Lab., Houston, Tex.) dir. Bu test ile
yapısal formülü tam bilinmeyen 56°C-labil antijen saptanmaktadır. Testte C.albicans
blastokonidyalarıyla immunize edilmiĢ tavĢanlardan elde edilen serumla kaplı lateks
partikülleri kullanılmaktadır. Testin kullanımı kolay olmakla birlikte duyarlılık ve özgüllük
değerleri düĢük bulunmuĢtur. Ayrıca romatoid faktöre bağlı olarak testte yalancı pozitiflik
görülebilmektedir (31). “Cand-Tec assay” invazif kandidiyaz için iyi bir gösterge olmamakla
birlikte antifungal sağaltıma baĢlama zamanını belirlemekte yararlı olabilir. Çünkü sağaltıma
cevap vermeyen olgularda “Cand-Tec” titresi yükselirken cevap veren olgularda bazal
seviyelere inmektedir. Son zamanlarda “Cand-Tec test”inde bir modifikasyon yapılarak
kolorimetrik mikroplak formatında “Cand-Tec MT” (Ramco, Japonya) adıyla bir test
kullanıma sunulmuĢtur. Hematolojik hastalığa sahip 25 hastada derin yerleĢimli kandida
infeksiyonlarının araĢtırıldığı çalıĢmada bu test kullanılmıĢ; duyarlılık ve özgüllük sırasıyla
%100 ve %80 olarak saptanmıĢtır (1). Yoğun bakım ünitesinde yatan 140 hasta üzerinde
yapılan diğer bir çalıĢmada “Cand-Tec LA” testi bir antikor arama testi ile birlikte çalıĢılmıĢ;
duyarlılık ve özgüllük değerleri sırasıyla antijen arama testinde %58.8 ve %97.6, antikor
arama testinde %52.9 ve %85.7 ve kombine kullanımda %100 ve % 83.3 olarak belirlenmiĢtir
(1).
D-arabinitol Aranması:
C.krusei ve kısmen de C.glabrata haricinde çoğu önemli Candida türlerince serum ya da
idrarda oluĢturulan bir metabolit olan D-arabinitol‟ün saptanması ile invazif kandidiyaz tanısı
konabilmektedir. Ancak arabinitolün konaktaki diyetle alıma ya da barsaklar tarafından
emilime bağlı olarak ortaya çıkan bazal seviyeleri belirsizdir. Öte yandan böbrek yetmezliği
olan hastalarda arabinitol birikimi olmaktadır. Bu nedenle D-arabinitol seviyesinin Darabinitol/ kreatinin oranı Ģeklinde verilmesinin daha uygun olduğu belirtilmektedir (32). Yeo
19
ve ark. larının yaptıkları bir çalıĢmada rekombinan C.albicans D-arabinitol dehidrogenaz
enzimi kullanılarak COBAS FARA II otoanalizöründe NADH üretimi spektroflorometrik
olarak ölçülmüĢ, kreatinin seviyeleri de eĢ zamanlı belirlenmiĢtir. Normal kiĢilerde Darabinitol/ kreatinin oranı 1.14 µM/mg/dl olarak saptanırken invazif kandidiyazlı 11 hastada
ortalama 2.74 µM/mg/dl değeri elde edilmiĢtir (33). D-arabinitol testinin duyarlılığı % 50
civarındadır (25).
(13)- β-D-Glukan Saptanması:
Candida türlerinin hücre duvarında önemli polisakkarit yapılardan biri de (13)- β-DGlukan‟dır. Bu polisakkarit Candida ve Aspergillus türleri baĢta olmak üzere birçok maya ve
küf mantarının hücre duvar yapısında bulunan bir moleküldür. Fusarium, Trichosporon,
Saccharomyces ve Acremonium gibi nadiren sistemik hastalık etkeni olan mantarlarda da
bulunur. Buna karĢın Zygomycetes (Mucor ve Rhizopus) ve Cryptococcus cinslerinde ya
bulunmaz ya da saptanamayacak kadar azdır. Virüsler ve insan hücrelerinde beta glukan
bulunmamasına rağmen bazı sağlıklı bireylerin serumlarında az miktarda bulunabildiği
bildirilmektedir (25, 34-36).
Bu polisakkaritin saptanması için geliĢtirilen testte “Tachypleus tridentalis” olarak da
adlandırılan Japon “horseshoe crab” denilen bir deniz canlısında bulunan pıhtılaĢma yolunun
aktivasyonu aracılığıyla beta glukan saptanmaktadır (1). Bu konuda ilk geliĢtirilen test
Japonya orijinli “Fungitec-G” beta glukan testidir (Seikagaku Corporation, Tokyo, Japan).
Japonya‟da yapılan çok merkezli bir çalıĢmada 202 febril atak geçiren hasta üzerinde kan
kültürüyle eĢ zamanlı olarak beta glukan testi uygulanmıĢtır. Elde edilen veriler ıĢığında beta
glukan plazma konsantrasyonunun normal bireylerde 10 pg/ml‟yi geçmediği, fungal febril
atakların fungal olmayanlardan ayrılması için 20 pg/ml‟lik cut-off değerinin kullanılabileceği
bildirilmiĢtir. Bu cut-off değeri kullanıldığında testin duyarlılığı %90 ve özgüllüğü %100
olarak saptanmıĢtır (37).
Beta glukan testinin performansı seçilen pozitiflik kriterine göre çok değiĢkenlik
gösterebilmektedir. Duyarlılık ve özgüllük değerleri sırasıyla %44-100 ve %20-96, pozitif
prediktif değerleri %43-79 ve negatif prediktif değerleri de
%80-100 arasında
saptanabilmektedir. Testin ardıĢık örnek alınarak tekrar edilmesi özgüllük oranlarını
yükseltmektedir (38).
Beta glukan testinin preemptif sağaltıma karar vermede kullanılması konusunda ise değiĢik
görüĢler bulunmaktadır. Takesue ve ark. ları 32 hasta üzerinde yaptıkları çalıĢmalarında beta
glukan test pozitifliği ile empirik sağaltıma yanıt arasında anlamlı bir iliĢki olduğunu
bildirmektedir (1). Racil ve ark.ları ise yaptıkları değerlendirmede testin pozitif prediktif
20
değerlerinin çok düĢük olabilmesi nedeniyle preemptif sağaltım kararında kullanılmasını
önermemektedir (38).
Beta glukan testinde hangi mantara bağlı infeksiyonun ortaya çıktığı anlaĢılamasa da 2 saat
içinde
testin
pozitif
sonuç
vermesi
bir
tarama
testi
olarak
kullanılabileceğini
düĢündürmektedir. Ancak testin yalancı pozitiflik gösterdiği durumlarla iliĢkili olarak çok
sayıda makale bulunmaktadır: Selülozik membran ile hemodiyaliz yapılan hastalarda, ɣglobulin gibi plazma komponentlerinin parenteral infüzyonunda, Candida kolonizasyonu
varlığında, bakteriyel infeksiyonlarda, Pneumocystis jirovecii infeksiyonlarında, sefepim,
piperasilin tazobaktam, amoksisilin klavulonat ve meropenem gibi bazı antibiyotiklerin
kullanımında yalancı pozitif sonuçlar bildirilmiĢtir (37, 39). Racil ve arkadaĢlarının yalancı
pozitiflik nedenlerini inceleyen çalıĢmalarında bahsi geçen durumların yalancı pozitifliklerin
temel nedeni olmayıp ancak bu duruma katkıda bulunabilecekleri bildirilmektedir (38).
Beta glukan saptayan diğer bir test de ABD de geliĢtirilen “Glucatell test” (Associates of
Cape Cod, Falmouth, Mass) tir. Testin duyarlılığı ve özgüllüğü Candida türleri için kan
kültürü pozitif hastalarla yapılan karĢılaĢtırmalı çalıĢmada %93‟ten fazla bulunmuĢtur (1).
OdabaĢı ve ark.larının lösemili ve myelodisplastik sendromlu hastalarda yaptıkları
çalıĢmalarında haftada iki kan örneği alındığında ve cut off değeri 60 pg/mL kabul edilirse
testin duyarlılığı %100, özgüllüğü %80-94 (iki veya daha fazla sayıda ardıĢık serum örneği
pozitif olduğunda %100), negatif prediktif değeri % 100 ve pozitif prediktif değeri
tekrarlayan örneklerde %98-100 olarak belirlenmiĢtir. Empirik antifungal kullanımının testi
etkilemediği görülmüĢtür. Klinik olarak fungal infeksiyon tanısından ortalama 4-12 gün önce
testin pozitifleĢmeye baĢladığı gösterilmiĢtir (34). Ayrıca yüksek riskli pediyatrik hastalar
üzerinde yapılan bir çalıĢmada da hastaların %72‟sinde tomografi ve kültür sonuçlarından
önce testin pozitif olarak sonuç verdiği bildirilmektedir (39).
Beta glukan testinin kan dıĢındaki diğer vücut sıvılarındaki durumunu değerlendiren klinik
çalıĢmalar bulunmamaktadır. Candida meningoensefalitli nötropenik olmayan tavĢanlar
üzerinde yapılan bir çalıĢmada BOS beta glukan düzeyi plazma düzeyinden yüksek bulunmuĢ
ve terapötik yanıtla korele sonuçlar elde edilmiĢtir (40).
Beta glukan testinin tanı spektrumunun geniĢ olması bir avantajı, ancak tür belirleyememesi
dezavantajıdır. Daha geniĢ çaplı ileriye yönelik araĢtırmalara ihtiyaç duyulmakla birlikte
mevcut verilerle test ümit vaat etmektedir.
Sonuç olarak serolojik testlerin invazif kandidiyaz tanısında yeri ancak destekleyici nitelikte
olabilir. Ġleriye yönelik, immun sistemi normal ve hasarlı gruplarda çok sayıda ve farklı
21
Candida türlerini de kapsayacak Ģekilde, periyodik serum örnekleriyle uzun süreli izlemi
kapsayan çalıĢmalara ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
1. Ellepola ANB, Morrison CJ. Laboratory Diagnosis of Invasive Candidiasis. J
Microbiol. 2005; 43: 65-84.
2. Pfaller MA, Diekema DJ. Epidemiology of Invasive Candidiasis: a Persistent Public
Health Problem. Clin Microbiol Rev. 2007; 20: 133-163.
3. Jones JM. Laboratory Diagnosis of Invasive Candidiasis. Clin Microbiol Rev. 1990;
3: 32-45.
4. Centers for Disease Control and Prevention. Monitoring hospital acquired infections
to promote patient safety in the United States, 1990-1999. Morb. Mortal Wkly Rep.
2000; 49: 149-153.
5. Gudlaugsson O, Gillespie S, Lee K, et al. Attributable mortality of nosocomial
candidemia, revisited. Clin. Infect Dis. 2003;37: 1172-1177.
6. Trick WE, Fridkin SK, Edwards JR, Hajjeh RA, Gaynes RP. Secular trend of
hospital-acquired candidemia among intensive care unit patients in the United States
during 1989-1999. Clin. Infect. Dis. 2002; 35: 627-630.
7. Quindós G, Moragues MD, Pontón J. Is there a role for antibody testing in the
diagnosis of invasive candidiasis? Rev Iberoam Micol 2004; 21: 10-14.
8. Sendid, B., Poirot, J. L., Tabouret, M., et al. Combined detection of mannanaemia and
anti-mannan antibodies as a strategy for the diagnosis of systemic infection caused by
pathogenic Candida species. J Med Microbiol 2002; 51: 433–442.
9. Persat F, Topenot R, Piens MA, et al. Evaluation of different commercial ELISA
methods for the serodiagnosis of systemic candidosis. Mycoses 2002; 45: 455-460.
10. Pallavicini F, Izzi I, Pennisi MA, et al. Evaluation of the utility of serological tests in
the diagnosis of candidemia. Minerva Anestesiologica. 1999; 65: 637-639.
11. El Moudni B, Rodier MH, Daniault G, Jacquemin JL. Improved immunodiagnosis of
human candidiasis by an enzyme-linked immunosorbent assay using a Candida
albicans 52-kilodalton metallopeptidase. Clin. Diagn. Lab. Immunol. 1998; 5: 823825.
12. Na BK, Song CY. Use of monoclonal antibody in diagnosis of candidiasis caused by
Candida albicans: detection of circulating aspartyl proteinase antigen. Clin. Diagn.
Lab. Immunol. 1999; 6: 924-929.
22
13. Laín A, Elguezabal N, Brena S, et al. Diagnosis of invasive candidiasis by enzymelinked immunosorbent assay using the N-terminal fragment of Candida albicans
hyphal wall protein 1. BMC Microbiol 2007; 21: 35.
14. Laín A, Elguezabal N, Amutio E, et al. Use of Recombinant Antigens for the
Diagnosis of Invasive Candidiasis. Clin Dev Immunol. 2008; 1-7.
15. Deventer AJM van, Vliet HJA van, Hop WCJ, Goessens WHF. Diagnostic value of
anti-Candida enolase antibodies. J Clin Microbiol 1994; 32:17-23.
16. Mitsutake K, Kohno S, Miyazaki T, Miyazaki H, Maesaki S, Koga H. Detection of
Candida enolase antibody in patients with candidiasis. J Clin Lab Anal 1994; 8:207210.
17. Mitsutake K, Miyazaki T, Tashiro T, Yamamoto Y, Kakeya H, Otsubo T, Kawamura
S, Hossain MA, Noda T, Hirakata Y, Kohno S. Enolase antigen, mannan antigen,
Cand-Tec antigen, and ß-glucan in patients with candidemia. J Clin Microbiol 1996;
34:1918-1921.
18. Sendid B, Tabouret M, Poirot JL,et al. New enzyme immunoassays for sensitive
detection of circulating Candida albicans mannan and antimannan antibodies: useful
combined test for diagnosis of systemic candidiasis. J Clin Microbiol 1999; 37: 1510–
1517.
19. Yera H, Sendid B, Francois N, Camus D, Poulain D. Contribution of serological tests
and blood culture to the early diagnosis of systemic candidiasis. Eur. J Clin.
Microbiol. Infect. Dis. 2001; 20: 864-870.
20. Verduyn Lunel FM, Donnelly JP, Van Der Lee HAL, Blijlevens NMA, Verweij PE.
Circulating Candida-specific anti-mannan antibodies precede invasive candidiasis in
patients undergoing myelo-ablative chemotherapy. Clin Microbiol Infect 2009; 15:
380-386.
21. Ruchel R, Boning-Stutzer B, Mari A. A synoptical approach to the diagnosis of
candidosis, relying on serological antigen and antibody tests, on culture, and on
evaluation of clinical data. Mycoses. 1988; 31: 87-106.
22. Morrison CJ, Hurst SF, Reiss E. Competitive binding inhibition enzyme-linked
immunosorbent assay that uses the secreted aspartyl proteinase of Candida albicans as
an antigenic marker for diagnosis of disseminated candidiasis. Clin. Diagn. Lab.
Immunol. 2003; 10: 835-848.
23. Mikulska M, Calandra T, Sanguinetti M, Poulain D, Viscoli C and the Third
European Conference on Infections in Leukemia Group. The use of mannan antigen
23
and anti-mannan antibodies in the diagnosis of invasive candidiasis: recommendations
from the Third European Conference on Infections in Leukemia Critical Care 2010;
14: R222
24. Sendid B, Caillot D, Baccouch-Humbert B, et al. Contribution of the Platelia
Candida-specific antibody and antigen tests to early diagnosis of systemic Candida
tropicalis infection in neutropenic adults. J Clin Microbiol 2003; 41: 4551-4558.
25. Hilmioğlu Polat S. Sık görülen sistemik mikozlarda serolojik tanı. Ġnfeksiyon dergisi.
S63-67.
26. Wheat LJ. Antigen detection, serology, and molecular diagnosis of invasive mycoses
in the immunocompromised host. Transplant Infect Dis 2006; 8: 128-139.
27. McLintock LA, Jones BL. Advances in the molecular and serological diagnosis of
invasive fungal infection in hemato-oncology patients. Br J Haematol 2004; 126: 289297.
28. De Repentigny L, Marr LD, Keller JW, et al. Comparison of enzyme immunoassay
and gas-liquid chromatography for the rapid diagnosis of invasive candidiasis in
cancer patients. J Clin. Microbiol. 1985; 21: 972-979.
29. Sendid B, Jouault T, Coudriau R, et al. Increased sensitivity of mannanemia detection
tests by joint detection of α- and β-linked oligomannosides during experimental and
human systemic candidiasis. J Clin Microbiol 2004; 42: 164-171.
30. Walsh TJ, Hathorn JW, Sobel JD, et al. Detection of circulating candida enolase by
immunoassay in patients with cancer and invasive candidiasis. N Engl J Med 1991;
324: 1026-1031.
31. Yeo SF; Wong B. Current status of nonculture methods for diagnosis of invasive
fungal infections. Clin Microbiol Rev 2002; 15: 465-484.
32. Wong B, Brauer KL, Clemons JR, Beggs S. Effects of gastrointestinal candidiasis,
antibiotics, dietary arabinitol, and cortisone acetate on levels of the Candida
metabolite Darabinitol in rat serum and urine. Infect. Immun. 1990; 58: 283-288.
33. Yeo SF, Zhang Y, Schafer D, Campbell S, Wong B.. A rapid, automated enzymatic
fluorometric assay for determination of D-arabinitol in serum. J Clin. Microbiol. 2000;
38: 1439-1443.
34. Odabasi Z, Mattiuzzi G, Estey E, et al. β-D-glucan as a diagnostic adjunct for
invasive fungal infections: Validation, cutoff development, and performance in
patients with acute myelogenous leukemia and myelodisplastic syndrome. Clin Infect
Dis 2004; 39: 199-205.
24
35. Alexander BD, Pfaller MA. Contemporary tools for the diagnosis and management of
invasive mycoses. Clin. Infect. Dis. 2006; 43: 15–27.
36. Miyazaki T, Kohno S, Mitsutake K, et al. Plasma (1-->3)-beta-D-glucan and fungal
antigenemia in patients with candidemia, aspergillosis, and cryptococcosis. J Clin
Microbiol. 1995; 33: 3115–3118.
37. Obayashi T, Yoshida M, Mori T, et al. Plasma (1→3)-beta-D-glucan measurement in
diagnosis of invasive deep mycosis and fungal febrile episodes. Lancet. 1995; 345: 1720.
38. Racil Z, Kocmanova I, Lengerova M, et al. Difficulties in using 1,3-β-d-glucan as the
screening test for the early diagnosis of invasive fungal infections in patients with
haematological malignancies – high frequency of false-positive results and their
analysis J Med Microbiol 2010; 59: 1016-1022.
39. Öz Y, Kiraz N. Diagnostic methods for fungal infections in pediatric patients:
microbiological, serological and molecular methods. Expert Review of Anti-infective
Therapy, 2011; 9: 289-298.
40. Petraitiene R, Petraitis V, Hope WW, et al. Cerebrospinal Fluid and Plasma (1 3)-βD-Glucan as Surrogate Markers for Detection and Monitoring of Therapeutic
Response in Experimental Hematogenous Candida Meningoencephalitis. Antimicrob
Agents Chemother 2008; 52: 4121-4129.
25
SSS ve OFTALMĠK KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARI
Dr.Emel YILMAZ
Uludağ
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi,
Ġnfeksiyon
Hastalıkları
ve
Klinik
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bursa
Santral Sinir Sistemi Kandida Ġnfeksiyonları:
Kandidalar 3-5 µm çapında, yuvarlak, oval Ģekilli, blastospor ile çoğalan maya Ģeklinde
mantarlardır. Deri, mukoza ve gastrointestinal sistemin normal florasında bulunurlar. Sistemik
mikozlar içinde en sık rastlanan etkendir. Kandidalar, mukozal kolonizasyondan, çoklu organ
tutulumuna kadar geniĢ yelpazede yer alan infeksiyonlara yol açabilir. Normalde kandidaların
infeksiyon oluĢturması için, altta yatan nedenler (malignite, diabetes mellitus, kortizon
kullanımı), uzun süre antibiyotik kullanımı, uzun süre IV kateter varlığı, karın içi
reoperasyonlar gibi Ģartların olması gereklidir (Tablo 1).
Tablo 1. Dissemine kandidiyazın risk faktörleri (1)
Risk Faktörleri
Olası kaynak
Organ tutulumu
Ġmmünsüpresyon
Endojen
Karaciğer ve dalak tutulumu
Malignite
Çapraz kontaminasyon ve
Böbrek tutulumu
Nötropeni
yabancı cisim kolonizasyonu
Endoftalmit
Operasyon
Endokardit
TPN
Menenjit
DüĢük doğum ağırlıklı YD
Gastrointestinal
Steroid kullanımı
tutulumu
UyuĢturucu kullanımı
Kemik tutulumu (geç dönem)
sistem
Yanık
Yabancı cisim varlığı
YD: Yenidoğan
SSS tutulumu genellikle sık rastlanan bir tablo değildir. Dissemine kandidiyazın bir belirtisi
olabildiği gibi, bağımsız bir klinik tablo olarak da karĢımıza çıkabilir. DüĢük doğum ağırlıklı
bebeklerde veya ventriküloperitoneal Ģantı olan hastalarda, hematojen yayılım ile infeksiyona
neden olurken, travma sonucu mantarın santral sinir sistemine inokülasyonu sonucu da ortaya
çıkabilir. Dissemine kandidiyazı olan bir hastada nörolojik belirtiler ortaya çıkarsa ya da
26
antibiyotiklere yanıtsız menenjit durumlarında mutlaka düĢünülmelidir. En sık etken C
albicans (>%60), onu C glabrata, C tropicalis, C parapsilosis izler. Son zamanlarda C
tropicalis‟in artıĢı dikkat çekicidir (2).
Kandida menenjitlerinin %60‟ı düĢük doğum ağırlıklı yenidoğanlarda (özellikle <26 haftalık
yenidoğan) gözlenir. Uygun tedavi verilmez ise mortalite %100‟dür. Uygun tedavi verilmesi
durumunda bile mortalite %30-40 civarındadır (3). Tedavi sonrası iyileĢen olgularda nörolojik
defisit sık görülür (4).
EriĢkin hastalarda görülen kandida menenjiti, çoğunlukla beyin cerrahisi operasyonları
sonrasında ender de olsa görülen komplikasyondur. UzamıĢ geniĢ spektrumlu antibiyotik,
operasyon sonrası önceden geçirilmiĢ bakteriyel menenjit ve persiste eden BOS (Beyin
Omurilik Sıvısı) kaçağı önemli risk faktörleridir.
Kandida türleri dissemine kandidiasiz
sonrası hematojen yolla ya da direkt inokülasyon ile SSS infeksiyonu yapabildiği gibi
ventriküloperitoneal Ģantı olan bir hastada bağırsak perforasyonu var ise distal uçtan retrograt
yol ile de infeksiyona neden olabilir (1).
Bulgular nonspesifiktir ve genellikle kronik menenjitleri taklit eder. Semptomlar bazen 3-4
hafta sürebilir (3, 4). Kandida menenjitinde ateĢ yüksek olmayabilir, baĢ ağrısı, mental
değiĢiklikler ve meninks irritasyon bulgusu vardır. Direkt bakıda genelde görülmez, kültürde
üreme her zaman olmayabilir. Bu durumda tanıyı koymak zordur, risk faktörü olan hastalarda
Ģüphelenmek esastır (2, 4). Antibiyotik tedavisine yanıt alınamayan beyin cerrahisi hastasında
mutlaka kandida menenjiti düĢünülmelidir (1).
Nadiren kandidaya bağlı beyin apsesi görülür. Büyük apselerde nörolojik muayenede taraf
tutulumu olabilir. Özellikle nfektif endokardit varlığında hematojen yayılım ile birden fazla
mikroapse görülebilir, nörolojik muayenede özellik saptanmayabilir (1).
Santral Sinir Sistemi Kandidiyazında Tanı:
BOS incelemesi normal olabilir ya da bakteriyel menenjiti taklit eder. BOS biyokimyasında
protein artmıĢ, glikoz normal ya da düĢük olabilir. Nötrofilik ya da lenfositik pleositoz
görülebilir. BOS‟un direkt bakısında mantar elemanı görülebilir ve kültürde üreme ile tanı
konur. Ancak her zaman direkt bakıda görme ve kültürde üreme mümkün olmayabilir.
Genellikle EVDS (eksternal ventriküler drenaj seti), lomber drenaj, VP (ventriküloperitoneal) Ģant gibi yabancı cisim olduğundan anlamlı olması için birden fazla kültürde
üremesi beklenmektedir. Ancak hastanın kliniği var ise tek kültürde üreme de anlamlı kabul
edilmelidir. Beyin apseleri için MRI (Magnetic Resonance Image) ve BT‟den (Bilgisayarlı
Tomografi) yararlanılabilir (2). Ayrıca son zamanlarda tanı ve tedaviye yanıtı izlemek için
27
BOS ve serumda β-Glukan bakılmasının yararlı olduğunu gösteren yayınlar da bulunmaktadır
(5).
Santral Sinir Sistemi Kandidiyazında Tedavi:
Kandida menenjitinde uygun tedavi için randomize kontrollü çalıĢma yoktur. Genellikle
yayınlar tek olgu ya da küçük hasta grupları Ģeklindedir. Tedavide amfoterisin B deoksikolat
(0,7-1 mg/kg/gün) ile birlikte flusitozin (4 X 25 mg/kg) verilir. Flusitozinin çocuklarda
yarılanma ömrü uzun olduğundan 12 saat ya da 24 saatte bir verilmesi önerilir. Son
zamanlarda uzman görüĢü olarak amfoterisin B deoksikolatın nefrotoksitesi ve yapılan tavĢan
deneylerinde lipozomal amfoterisin B‟nin BOS‟a daha iyi geçmesi nedeniyle kandida
menenjitinde lipozomal form (3-5 mg/kg/gün) ±flusitozin ile tedavi önerilmektedir (6, 7).
Amfoterisin B ile flusitozinin invitro sinerjik olduğu gösterilmiĢ olmasına rağmen kombine
kullanımının tek kullanımına üstünlüğü kesin değildir. Ancak uzman görüĢü, birkaç hafta
(BOS bulguları düzelinceye kadar) kombine kullanılmalarını takiben flukonazol ile (6-12
mg/kg/gün) devam edilmesi Ģeklindedir. Ġlk tercih flukonazol olması ile ilgili deneyim azdır.
BOS‟a iyi geçmesine rağmen baĢarısız sonuçların alındığı olgular vardır. Amfoterisin B‟nin
kontrendike olduğu durumlarda denenebilir. Flukonazol ile birlikte flusitozin kullanılmıĢ
birkaç olguda baĢarılı sonuçların olduğu bildirilmiĢtir (8, 9). C glabrata ve C krusei gibi
flukonazole dirençli kandidaya bağlı menenjit olgularında amfoterisin B+flusitozin
sonrasında, ardıĢık tedavi olarak vorikonazol verilebilir. Vorikonazolün BOS‟a iyi geçtiği
bilinmektedir
(10).
Ekinokandinler,
SSS
infeksiyonlarında
genellikle
önerilmez.
Ekinokandinlerin baĢarısız olduğunu belirten yayınlar yanında refrakter kandidemi ile birlikte
olan olgularda baĢarılı olduğunu belirten yayınlar da vardır. Yine de ekinokandinler tek
baĢına menenjit tedavisinde kullanılmamalıdır (11, 12). Tedavi süresi semptom ve bulgular
düzeldikten sonra en az 4-6 hafta kadar olmalıdır. ġant varlığında enfekte Ģant çıkarılmalıdır
ya da değiĢtirilmelidir. ġant varlığında amfoterisin B deoksikolat intratekal uygulaması da
önerilmektedir (13, 14). Bazı klinisyenler sistemik antifungal tedavisinin yanında kateter
değiĢimi olmadan hemen önce intraventriküler amfoterisin B deoksikolat uygulamayı
önermektedir (15).
Oftalmik Kandida Ġnfeksiyonları:
Kandidanın hematojen yayılımı sonrası, iatrojenik ya da oküler travmayı takiben oluĢur.
Etken çoğunlukla C albicans’tır (>%40). Hastada görme bulanıklığı, oküler ağrı ve akıntı
olabilir. Kandidemili olguların %0-45‟inde endojen candida endoftalmiti gözlenmektedir (16).
Koriyoretinit olarak baĢlar, daha sonra maküla tutulumu ve arkasından körlük oluĢabilir.
Erken tanı ve tedavi esastır (1). Rosa FG ve ark‟nın (16) izledikleri fungemili olguların
28
%16‟sında (5/31) göz tutulumu tespit edilmiĢtir. Koryoretinitli olgularda tek baĢına antifungal
tedavi ile kür Ģansı yüksektir. Ancak endoftalmit söz konusu ise parsiyel vitrektomi ve
intravitreal antifungal tedavi verilmesi gerekebilir.
Oftalmik Kandidiyazda Tanı:
Kandidemisi olan tüm olguların görme bozukluğu olması beklenmeden en az bir defa
oftalmik muayenelerinin yapılması önerilir. Fundoskopik muayenede retinal, koriyoretinal ya
da vitreoretinal sarı-beyaz lezyonlar görülür. Göz bulguları ile birlikte kan kültüründe maya
üremesi tanıyı destekler. Ġntravitreal biopsi kültürü, histopatolojisi, vitruesun mikroskopik
incelemesinde mayanın görülmesi tanıyı kesinleĢtirir (10, 16).
Oftalmik Kandidiyazda Tedavi:
Önerilen tedavi amfoterisin B deoksikolat (0,7-1 mg/kg/gün) ile birlikte flusitozindir (100
mg/kg/ gün 4 eĢit doz). Ayrıca amfoterisin B‟nin lipozomal formu (3-5 mg/kg/gün)
±flusitozin verilebilir. Tedavi süresi semptom ve bulgular düzelinceye kadar en az 6-12 hafta
olmalıdır. Flukonazol (400-800 mg/gün ya da 12 mg/kg yükleme dozunun ardından 6-12
mg/kg/gün) vitreusta yüksek konsantrasyonda olmasına rağmen fazla deneyim olmadığından
ikinci seçenek olarak önerilmektedir. Vorikonazol (2 doz 6 mg/kg yüklemenin ardından
2
X 3-4 mg/kg idame) de vitreusta yüksek konsantrasyonda olduğundan alternatif ilaç olarak
önerilmektedir (10). Vorikonazolün topikal kullanımına ait yayınlar da bulunmaktadır.
Ekinokandiler de denenmiĢ olmasına rağmen vitreusa geçiĢi sınırlı olduğundan ilk sırada
önerilmemektedir (17). Lezyonlar hızlı ilerlerse parsiyel vitrektomi ve intravitreal amfoterisin
B deoksikolat verilebilir. Ancak toksik olabildiğinden 2 ya da 3 doz halinde her bir
uygulamada 5 µg intravitreal uygulama önerilir. Amfoterisin B‟nin subkonjonktival
uygulaması önerilmemektedir (14, 18). Tedavi kesildikten sonra periyodik oftalmik muayene
yapılmalıdır.
Mantarlara bağlı menenjit baĢta olmak üzere bir çok organ tutulumunda klinik olarak spesifik
bulguların olmaması ve tanının geç konulması nedeniyle mortalite ve morbidite yüksektir. Bu
yüzden risk grubundaki hastalarda mutlaka mantar infeksiyonları akılda tutulmalıdır. Bu grup
hastalara multidisipliner yaklaĢımın olması gerektiği açıktır.
KAYNAKLAR
1.Denning DW. Epidemiology and pathogenesis of systemic fungal infections in the
immuncompromised host. J Antimicrob Chemother. 1991(suppl B); 28: 1-16.
2. Goldani LZ, Santos RP. Candida tropicalis as an emerging pathogen in candida
meningitis: case report and review. Braz J Infect Dis. 2010; 14(6): 631-3.
29
3. Voice RA, Bradley SF, Sangeorzan JA, Kauffman CA. Chronic candidal meningitis: an
uncommon manifestation of candidiasis. Clin Infect Dis. 1994; 19 (1): 60-6.
4. Ahmadi F, Ahmadi M, Yaqhmaei B, Nejat F, Rezaei N, Mamishi S. Candida albicans
meningitis in an infant with noonan syndrome. Braz J Infect Dis. 2009; 13 (6): 452-3.
5. Petraitiene R, Petraitis V, Hope WW, Mickiene D, Kelaher AM, Murray HA et al.
Cerebrospinal fluid and plasma (1→3) β D Glucan as surrogate markers for detection and
monitoring
of
therapeutic
response
in
experimental
hematogenous
candida
meningoencephalitis. Antimicrob Agents Chemother. 2008; 52 (11): 4121-9.
6. Scarcella A, Pasquariello MB, Giugliano B, Vendemmia M, de Lucia A. Liposomal
amphotericin B treatment for neonatal fungal infections. Pediatr Infect Dis. J 1998; 17 (2):
146-8.
7. Pfaller MA, Diekema DJ, Sheehan DJ. Interpretive breakpoints for flucanozole and
candida revisited: a blueprint for the future of antifungal susceptibility testing. Clin
Microbiol Rev. 2006; 19 (2): 435-47.
8. Epelbaum S, Laurent C, Morin G, Berquin P, Puisson C. Failure of fluconazole
treatment in candida meningitis. J Pediatr. 1993 (1); 123: 168-9.
9. Marr B, Gross S, Cunningham C, Weiner L. Candidal sepsis and meningitis in a very
low birth weight infant succesfully treated with fluconazole and flucytosine. Clin Infect
Dis. 1994 (4); 19: 765-6.
10. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, Benjamin DK, Calandra TF, Edwards JE et al.
Clinical practice guidelines fort he management of candidiasis: 2009 update by the
infectious diseases society of America. Clin Infect Dis. 2009; 48 (5): 503-35.
11. Prabhu RM, Orenstein R. Failure of caspofungin to treat brain abscesses secondary to
candida albicans prosthetic valve endocarditis. Clin Infect Dis. 2004; 39 (8): 1253-4.
12. Liu KH, Wu CJ, Chou CH, Lee HC, Lee NY, Hung ST et al. Refractory candidal
meningitis in an immuncompromised patient cured by caspofungin. J Clin Microbiol.
2004; 42 (12): 5950-3.
13. Fernandez M, Moylett EH, Noyola DE Baker CJ. Candidal meningitis in neonates: a
10 year review. Clin Infect Dis. 2000; 31: 458-63.
14. Rex JH, Walsh TJ, Sobel JD, Filler SG, Pappas PG, Dismukes WE et al. Practice
guidelines fort he treatment of candidiasis. Clin Infect Dis. 2000; 30 (4): 662-78.
15. Geers TA, Gordon SM. Clinical significance of candida species isolated from
cerebrospinal fluid following neurosurgery. Clin Infect Dis. 1999; 28 (5): 1139-47.
30
16. Rosa FG, Garazzino S, Pasero D, Di Perri G, Ranieri VM. Invasive candidiasis and
candidemia: new guidelines. Minerva Anestesiol. 2009; 75 (7-8): 453-8.
17. Thiel MA, Zinkernagel AS, Burhenne J, Kaufman C, Haefeli WE. Voriconazole
concentration in human aqueus humor and plasma during topical or combined topical and
systemic administration for fungal keratitis. Antimicrob Agents Chemother. 2007; 51 (1):
239-44.
18. Martinez-Vazquez C, Fernandez Ulloa, Bordon J, Sopena B, de La Fuente J, Ocampo
A. Candida albicans endophthalmitis in Brown heroin addicts: response to early
vitrectomy preceded and followed by antifungal therapy. Clin Infect Dis. 1998; 27 (5):
1130-3.
31
KANDĠDA ENDOKARDĠTĠ
Dr. Selda SAYIN-KUTLU
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı, Denizli
Fungal endokardit, nadir görülen bir hastalıktır. Ancak, son 20 yıl içerisinde görülme
sıklığında artıĢ saptanmaktadır. Tüm infektif endokarditlerin %1.3-6‟sı ve prostetik kapak
endokarditlerinin %10‟unda etken funguslardır. Fungal endokarditlerde en sık etkenler
sırasıyla Candida ve Aspergillus türleridir. Kandida endokarditlerinde en sık etken %46.5
oranında Candida albicans‟dır. Son yıllarda albicans dıĢı Candida türleri ile geliĢen
endokarditlerin sıklığı artmaktadır. Bunlar arasında ise Candida parapsilosis en sık etkendir.
Kandida endokarditi genellikle hazırlayıcı bazı klinik durumlar ile iliĢkilidir; 1) Altta yatan
konjenital veya romatizmal kapak hastalığı 2) Damar içi uyuĢturucu bağımlılığı 3) Kanser
kemoterapisi ve yenidoğan gibi immün baskılayıcı durumlar 4) Prostetik kapak yerleĢtirilmesi
5) Uzun süreli damar içi kateter kullanımı 6) Önceden bakteriyel endokardit geçirilmesi.
Uzun yıllardır uyuĢturucu bağımlılığı ile kandida endokarditi arasındaki iliĢki bilinmektedir.
Son yıllarda ise sağlık bakımı ile iliĢkili kandida endokarditi vakaları artarak, en önemli risk
faktörü haline gelmiĢtir. Yakın zamanda yayınlanan bir çalıĢmada, kandida endokarditlerin
%51‟inde sağlık bakımı ile iliĢkili bulunurken, sadece %12‟sinde damar içi uyuĢturucu
bağımlılığı saptanmıĢtır. Pierrotti ve arkadaĢlarının yaptığı derlemede de olguların sadece
%6‟sı uyuĢturucu bağımlılığı ile iliĢkili bulunmuĢtur. Geri kalan hastaların çoğunda cerrahi,
prostetik kapak, santral venöz kateter varlığı ve geniĢ spektrumlu antibiyotik kullanımı gibi
sağlık bakımı ile iliĢkili risk faktörleri mevcuttur. Sağlık bakımı iliĢkili endokarditlerin
yaklaĢık %50‟si kardiyak cerrahi sonrasında meydana gelmektedir. Kandida endokarditi en
sık olarak koroner arter bypass grefti yapılmıĢ ve prostetik kapak takılan hastalarda ortaya
çıkmaktadır. Kardiyak cerrahi geçirmiĢ hastalar aĢağıdaki nedenlerden dolayı kandidemi için
yüksek risklidir; 1) Bu hastalarda çoğunlukla uzun süreli antibiyotik kullanılmakta ve bu da
Candida türlerininin barsakta aĢırı çoğalmasına neden olmaktadır 2) Cerrahi sürenin uzun
olması, operasyon sonrası iç organlarda hipoperfüzyona yol açabilmektedir 3) Ventilatör
iliĢkili pnömoni ve antibiyotik tedavisi iliĢkili olarak görülen endotoksemi, barsak mukoza
bariyerini bozabilmektedir 4) Santral venöz kateter, total parenteral nutrisyon ve akut renal
yetmezlik gibi beraberinde diğer risk faktörleri de bulunabilmektedir. Bu faktörler Candida
türlerinin sistemik dolaĢıma girmesi ve kandidemi geliĢmesine neden olmaktadır. Bu durum
prostetik kalp kapağı veya damar içi prostetik aleti olan kandidemili hastalarda daha sık
32
oluĢmaktadır. Sol kapak endokarditinde en sık risk faktörü, kapak cerrahisi iken, sağ kalp
endokarditinde ise, damar içi uyuĢturucu bağımlılığı, total parenteral nutrisyon tedavisi ve
santral venöz kateter varlığıdır. Sağlık bakımı ile iliĢkili olan fungal endokarditlerde C.
albicans ve Aspergillus türleri ve uyuĢturu bağımlılarında ise, C. parapsilosis baĢta olmak
üzere albicans dıĢı Candida türleri daha fazla saptanmaktadır. Aynı zamanda C. parapsilosis,
C. albicans‟a göre parenteral nutrisyon tedavisi alan hastalarda daha fazla görülmektedir.
Fungal endokardit patogenezi tam olarak anlaĢılamamakla birlikte endokard hasarı ve
prostetik materyal varlığı Candida türlerinin tutunması için uygun ortam oluĢturmaktadır.
Ayrıca sütur materyali, homograft ve heterograftların kontaminasyonu sonrası bildirilen
vakalar bulunmaktadır. Deneysel modellerde Candida‟nın, trombosit fibrin komleksleri
ve/veya fibronektinlere yapıĢmasının patogenezde rol aldığı gösterilmiĢtir. Deney
hayvanlarında, C. albicans’ın insanlarda nadiren endokardite neden olan C. krusei’ye göre
trombotik lezyonlara daha kolay yapıĢtığı gösterilmiĢtir. Fungal endokarditlerin incelendiği
bir derlemede, invazif fungal infeksiyon için yüksek riskli olan hematolojik kanserli hastaların
hiçbirinde fungal endokardit saptanmadığı belirtilerek, vasküler endotelyuma fungusun
yapıĢmasında rol alan trombositlerin, bu hasta grubunda düĢük olması, endokarditin az
rastlanılmasının nedeni olabileceği ileri sürülmüĢtür.
Kandida endokarditlerinde en sık aort ve mitral kapaklar tutulmaktadır. Kandida infeksiyonu,
basit valvulatomiler, prostetik materyal yerleĢtirilmesi, heterograft ve homograftlarda
görülmektedir. Kalp pili endokardit vakaları da bildirilmiĢtir. Kandida endokarditinin
semptom ve fizik muayene bulguları, ana damarlarda büyük emboliler oluĢması dıĢında,
bakteriyel endokardit bulgularından farklı değildir. Osler nodülleri, janeway lezyonları,
splinter hemorajileri, hepatosplenomegali, hematüri, proteinüri, piyüri ve eritrosit silendirleri
görülebilmektedir. Kandida endoftalmiti, endokardit bulunmayan dissemine kandidiyaz
vakalarında daha sık görülmekle birlikte, endokardit vakalarında da saptanabilmektedir.
Kandida endokardit komplikasyonları da bakteriyel endokardit komplikasyonları ile benzerlik
göstermektedir. Kapak perforasyonu, miyokardit, konjestif kalp yetmezliği, mikotik
anevrizma ve büyük emboliler görülebilmektedir. Bir derlemede fungal endokarditlerin
%45‟inde büyük arteriyel damarlarda emboli oluĢtuğu gösterilmiĢtir. En sık olarak serebral
(%17) ve femoral (%16) arterlerde emboli saptanmıĢtır. Cerrahi sonrası görülen kandida
endokarditi vakalarının çoğu, cerrahi sonrası ilk iki ayda ortaya çıkmaktadır. Tedavi edilen
vakaların %30-40‟ında bir iki yıl bazen daha uzun zaman sonra rekürrens görülebilmektedir.
Bu nedenle, cerrahi sonrası oluĢan kandida endokardit vakaları, tedavi sonrası uzun süre takip
edilmelidir.
33
Kandida endokardit vakalarının çoğunda kan kültüründe üreme olmaktadır. Seeling ve
arkadaĢları, yayınlanmıĢ 91 vakayı 1974 yılında değerlendirdiklerinde, kan kültüründe üreme
oranını %26 olarak bildirmiĢlerdir. Günümüzde modern tekniklerle bu oran artarak %70-80‟e
ulaĢmıĢtır.
Ayrıca
vejetasyon
kültürü
ve
histopatolojik
inceleme
ile
etken
belirlenebilmektedir. Bir derlemede vejetasyon kültürü ile %73 ve vejetasyonun histopatolojik
incelenmesi ile %95 oranında mikolojik tanı konulmuĢtur. Ekokardiyografi her geçen gün
geliĢerek, daha yararlı olmaktadır. Yalancı negatif sonuçlar özellikle kapak tutulumunun
olmadığı mural endokardit vakalarında sık görülmektedir. Transösefagial ekokardiyografinin,
özellikle mitral kapak değerlendirilmesinde duyarlılığı daha yüksektir. Kandida antikorlarının
değerlendirildiği serolojik testler, yüksek oranda yalancı pozitiflik ve yalancı negatiflik
görülmesi nedeniyle, kandida endokardit tanısında yararlı bulunmamıĢtır.
Fungal endokardit tanısı genellikle gecikmektedir. Bu nedenle kalp kapak hastalığı, subakut
bakteriyel endokardit Ģüphesi, açıklanamayan nörolojik bulgular, son dönemde dökümente
edilmiĢ ancak tedavi edilmemiĢ fungeminin olması hallerinde hastalıktan Ģüphenilmesi ve
fungal endokardit araĢtırılması önemlidir. Tanı testleri olarak, fungal kan kültürlerinin, uygun
fungal antijen ve nükleik asit tanı testlerinin ve ulaĢılabilir embolilerden mikolojik inceleme
yapılması uygundur.
Kandida endokarditinde kür oranı düĢüktür. Büyük vejetasyonlar, miyokard tutulumuna
eğilim, yaygın sistemik septik emboliler, vejetasyonlara antifungal ilaçların zayıf
penetrasyonu, antifungal ilaçların düĢük toksik-terapötik orana sahip olmaları ve çoğunlukla
antifungisidal aktivitenin olmaması kür oranını düĢüren faktörlerdir. Kandida endokardit
vakalarında, 1974 yılından önce sağ kalım %20‟den düĢük iken, günümüzde tanı tekniklerin
geliĢmesi, endokardit tanısının daha erken konulması, cerrahinin ve daha iyi destek
tedavisinin yapılması ile birlikte bu oran yaklaĢık %40-70‟e yükselmiĢtir. 1995-2000
yıllarında yayınlanan yayınların incelendiği bir derlemede maya endokarditlerinde sağ kalım,
kapak cerrahisi yapılanlarda %68 cerrahi yapılmayanlarda ise %52 olarak bulunmuĢtur.
Kandida endokarditinin tedavisinin değerlendirildiği bir meta analizde, mortalite, antifungal
ve cerrahi tedavi yapılanlarda ve kombine antifungal tedavi alanlarda benzer bulunmuĢtur.
Monoterapi alan hastalar da ise, mortalite oranı daha yüksektir. Bu calıĢmada 1980 yılından
önce tedavi edilen, C. parapsilosis ile infekte olan ve sol kalp endokarditi olan hastalarda da
mortalite oranı daha yüksek bulunmuĢtur. Mortalite oranı tutulan kalp kapağına göre de
değiĢmektedir; mortalite en fazla mitral kapak tutulumunda, en az ise trikuspit kapak
tutulumunda görülmektedir. Aynı zamanda mortalite oranı protez kapak kandida
endokarditinde daha yüksektir.
34
Amfoterisin B‟nin, vejetasyonlara ve kan pıhtılarına penetrasyonu zayıftır ve kandida
biyofilmi
varlığında
etkinliği
azalmaktadır.
Bununla
birlikte, kandida endokarditi
saptandığında Amfoterisin B‟nin lipid fomüllü preparatları, flusitozinle birlikte veya tek
baĢına önerilmektedir. Tedavinin uzun süreli olması ve böbrek yan etkisinin daha az olması
nedeniyle, Amfoterisin B‟nin lipid formülleri, Amfoterisin B deoksikolattan daha çok tercih
edilmektedir. Amfoterisin B deoksikolat veya ekinokandinler alternatif olarak önerilmektedir.
Prospektif klinik çalıĢma ve çeĢitli olgu sunumları ile ekinokandinlerin endokardit
tedavisindeki
etkinliği
gösterilmiĢtir.
Özellikle
kaspofungin
tedavide
baĢarıyla
kullanılmaktadır. Kaspofungin biyofilm içinde yer alan kandidalara karĢı invitro etkili
bulunmuĢtur. Kaspofunginin, Amfoterisin B lipid formüllü preparatları, flukonazol veya
vorikonazol ile kombinasyon tedavisinde baĢarı ile kullanıldığını gösteren olgu sunumları da
bulunmaktadır. Mural tutulum olduğunda tedavi baĢarısı düĢük olmasına rağmen,
kaspofungin ve vorikonazol kombinasyon tedavisi ile baĢarılı tedavi sonuçları bildirilmiĢtir.
Diğer ekinokandinler ile ilgili veriler daha sınırlıdır. Ekinokandinlerin, endokardit tedavisinde
kandidemide kullanıldıklarından daha yüksek dozlarda kullanılması gerekebilmektedir.
Flukonazol, sıklıkla uzun süreli süpresyon tedavisi için kullanılmaktadır. DüĢük toksitesi ve
yüksek dozlarda kullanılabilir olması, tedavinin devamında tercih edilmesine neden
olmaktadır. Kardiyak cerrahinin riskli olduğu, kapak replasmanı yapılamayan protez kapak
endokarditlerinde, geç rekürensleri önlemek için, primer tedaviden sonra günlük 400-800 mg
flukonazol ile hayat boyu süpresyon tedavisi önerilmektedir. Cerrahi öncesi antifungal
tedavinin ne kadar süre verilmesi gerektiği bilinmemekte birlikte, günümüzde mümkün olan
her vakada en kısa sürede cerrahi tedavi önerilmektedir. Kandida endokarditinde yüksek
emboli riski, büyük fungal vejetasyonların sterilizasyonunun güçlüğü, sadece medikal tedavi
ile yüksek mortalite oranları ve cerrahi ve medikal tedavi ile iyileĢmiĢ vakaların olması bu
önerinin yapılmasını sağlamıĢtır. Ancak cerrahi tedavi yapılması aĢağıdaki nedenlerden dolayı
da tartıĢmalı bulunmaktadır; 1) Kandida endokardit insidansının düĢük olması nedeniyle, olgu
sunumları ve olgu serilerine göre bu öneride bulunulmuĢtur 2) Bazı yazarlar kombine
antifungal tedavi ile kandida endokarditini baĢarıyla tedavi etmiĢlerdir 3) Komplike olmayan
kandida prostetik kapak endokarditli hastalarda, cerrahi tedavinin medikal tedavi ile
karĢılaĢtırılmasında sonucu etkilemediği gösterilmiĢtir 4) Bazı hastalar cerrahi için uygun
değildir. Kandida endokarditlerinde prospektif veriler toplanıncaya kadar, günümüze kadar
olan tüm klinik veriler ile cerrahi tedavi ile birlikte medikal tedavi önerilmektedir. Son
yıllarda yayınlanan prospektif çok merkezli bir çalıĢmada kandida endokarditlerinde, emboli,
persistan fungemi ve miyokardiyal abse en sık cerrahi tedavi nedenleri iken, fungus dıĢı
35
endokarditlerde ise en sık cerrahi tedavi nedenleri konjestif kalp yetmezliği ve valvuler
regurjitasyon olarak bulunmuĢtu. Ġzole trikuspit endokardit vakalarında total trikuspit
valvulektomi yapılabilmektedir. Nadiren sadece vejetasyonun uzaklaĢtırılması tedavi edici
olabilmektedir. Sol taraf fungal endokarditlerinde kapak replasmanı gerekmektedir. Kapak
replasmanı sonrası antifungal tedavi, relaps oranının yüksek olması nedeniyle en az 6-10 hafta
verilmelidir. Ancak perivalvüler abse ve diğer komplikasyonlar varsa medikal tedavi daha
uzun süreli olmalıdır. Bazı vakalarda cerrahi sonrası yıllarda relaps ortaya çıkabilmektedir. Bu
nedenle cerrahi sonrası kandida endokarditli vakalar en az iki yıl yakın takip edilmelidir.
Prostetik kapak endokarditlerinin tedavisi, doğal kapak endokarditlerinde önerilen tedavi ile
aynıdır. Kapağın çıkarılması mümkün olmayan durumlarda süpresyon tedavisine, yaĢam boyu
devam edilmelidir. Miyokardit, perikardit gibi diğer kardiyovasküler infeksiyonlarda
çoğunlukla Amfoterisin B‟nin lipid formüllerinin uzun süreli kullanılması önerilmekte ve
izolatların flukonazol, vorikonazol veya ekinokandin duyarlılığına göre tedavi modifiye
edilmektedir. Süpüratif tromboflebitlerde infekte venin insizyonu ve drenajı ve kateterin
çıkarılması ile birlikte antifungal tedavi uygulanmalıdır. Kalp pili ve kardiyak defibrilatör
infeksiyonlarında aletin çıkarılması ile birlikte, endokarditte önerilen sürede, antifungal tedavi
verilmelidir. Sadece kalp pilinde bulunan jeneratörün infeksiyonu ve/veya cep infeksiyonunda
aletin çıkarılmasını takiben dört hafta antifungal tedavi önerilmektedir. Ancak kalp pili ve
kardiyak defibrilatörün teli infekte ise, telin çıkarılmasını takiben en az altı hafta tedavi
verilmelidir. Ventriküler destek cihazının kandida infeksiyonu ile ilgili veriler yetersiz
olmakla birlikte, cihaz çıkarılamaz ise, tedavi endokarditte olduğu gibidir. Cihazın
çıkarılıncaya kadar, baĢlangıç tedavisinden sonra flukonazol ile kronik süpresyon tedavisi
gerekmektedir.
Falcone ve arkadaĢları kandida endokardit tedavisinde aĢağıdaki önerilerde bulunmuĢlardır;
1) Prostetik damar içi aleti bulunan ve nozokomiyal kandidemi için önemli risk faktörleri
olan hastalarda preemptif olarak fungisidal ilaç kullanılmalıdır.
2) Prostetik kalp kapağı olan nozokomiyal kandidemili hastalarda tedavi süresi
tanımlanmalı ve geç baĢlangıçlı endokardit olasılığı nedeniyle tedavinin daha uzun
süre (örneğin 6-8 hafta) verilmesi düĢünülmelidir.
3) Prostetik kalp kapağı olan kandidemik hastalarda, prostetik kapak endokardit
bulguları, çoğunlukla geciktiği için, bu hastalarda endokardit kanıtı aranması için çaba
gösterilmelidir.
4) Tedavinin baĢarılı olması için kombine medikal ve cerrahi tedavi gereklidir.
36
Fungal endokardit için, kompleks abdominal cerrahi, uzun süreli antibiyotik tedavisi, bilinen
kalp kapak hastalığı ve mukozal fungal kolonizasyon gibi risk faktörleri olan hastalarda
antifungal proflaksi veya preemptif tedavinin değerlendirilebileceği çalıĢmalar yapılarak, sağ
kalım oranları arttırılabilir.
Sonuç olarak, morbidite ve mortalitesi yüksek olan kandida endokarditlerin önemi
artmaktadır. Kandida endokarditinin epidemiyolojisi, risk faktörleri ve tedavi yöntemlerinin
daha iyi anlaĢılması, bu infeksiyonların morbidite ve mortalitesinin azalmasını sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
1. Bachmann SP, VandeWalle K, Ramage G, Patterson TF, Wickes BL, Graybill JR, et
al. In vitro activity of caspofungin against Candida albicans biofilms. Antimicrob
Agents Chemother 2002;46(11):3591-6.
2. Baddley JW, Benjamin DK Jr, Patel M, Miró J, Athan E, Barsic B, et al. Candida
infective endocarditis. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2008;27(7):519-29.
3. Cornely OA, Lasso M, Betts R, Klimko N, Vazquez J, Dobb G, et al. Caspofungin for
the treatment of less common forms of invasive candidiasis. J Antimicrob Chemother
2007;60:363-9.
4. Edwards JE. Candida species. In: Mandel GL, Bennet JE, Dolin R, (eds). Principles
and Practice ıf Infectious Diseases. 7th ed. New York: Churchill Livingstone, 2010:
3225-40.
5. Ellis ME, Al-Abdely H, Sandridge A, Greer W, Ventura W. Fungal endocarditis:
evidence in the world literature, 1965-1995. Clin Infect Dis. 2001;32(1):50-62.
6. Falcone M, Barzaghi N, Carosi G, Grossi P, Minoli L, et al. Candida infective
endocarditis: report of 15 cases from a prospective multicenter study. Medicine
(Baltimore) 2009;88(3):160-8.
7. Fowler VG, Scheld WM, Bayer AS. Endocarditis and Intravascular Infections. In:
Mandel GL, Bennet JE, Dolin R, (eds). Principles and Practice ıf Infectious Diseases.
7th ed. New York: Churchill Livingstone, 2010: 1067-1112.
8. Garzoni C, Nobre VA, Garbino J. Candida parapsilosis endocarditis: a comparative
review of the literature. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2007; 26 (12): 915-26.
9. Jiménez-Expósito MJ, Torres G, Baraldés A, Benito N, Marco F, Paré JC, et al. Native
valve endocarditis due to Candida glabrata treated without valvular replacement: a
37
potential role for caspofungin in the induction and maintenance treatment. Clin Infect
Dis 2004;39(7):e70-3.
10. Lopez-Ciudad V, Castro-Orjales MJ, Leon C, Sanz-Rodríguez C, de la TorreFernández MJ, Pérez de Juan-Romero MA et al. Successful treatment of Candida
parapsilosis mural endocarditis with combined caspofungin and voriconazole. BMC
Infect Dis 2006; 6:73.
11. Lye DC, Hughes A, O‟Brien D, Athan E. Candida glabrata prosthetic valve
endocarditis treated successfully with fluconazole plus caspofungin without surgery: a
case report and literature review. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2005; 24:753–5.
12. Muehrcke DD. Fungal prosthetic valve endocarditis. Semin Thorac Cardiovasc Surg
1995;7(1):20-4.
13. Muehrcke DD, Lytle BW, Cosgrove DM 3rd. Surgical and long-term antifungal
therapy for fungal prosthetic valve endocarditis. Ann Thorac Surg. 1995;60(3):538-43.
14. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, Benjamin DK Jr, Calandra TF, Edwards JE Jr, et
al. Clinical practice guidelines for the management of candidiasis: 2009 update by the
Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis 2009;48(5):503-35.
15. Pierrotti LC, Baddour LM. Fungal endocarditis, 1995-2000. Chest 2002;122(1):30210.
16. Rubinstein E, Noriega ER, Simberkoff MS, Holzman R, Rahal JJ Jr. Fungal
endocarditis: analysis of 24 cases and review of the literature. Medicine (Baltimore)
1975;54(4):331-4.
17. Rubinstein E, Noriega ER, Simberkoff MS, Rahal JJ Jr. Tissue penetration of
amphotericin B in Candida endocarditis. Chest 1974;66(4):376-7.
18. Scheld WM, Calderone RA, Alliegro GM, Sande MA. Yeast adherence in the
pathogenesis of Candida endocarditis. Proc Soc Exp Biol Med 1981; 168(2): 208-13.
19. Seelig MS, Speth CP, Kozinn PJ, Taschdjian CL, Toni EF, Goldberg P. Patterns of
Candida endocarditis following cardiac surgery: Importance of early diagnosis and
therapy (an analysis of 91 cases). Prog Cardiovasc Dis 1974;17(2):125-60.
20. Steinbach WJ, Perfect JR, Cabell CH, Fowler VG, Corey GR, Li JS, et al. A metaanalysis of medical versus surgical therapy for Candida endocarditis. J Infect
2005;51(3):230-47.
38
KANDĠDA VE KEMĠK – EKLEM ĠNFEKSĠYONLARI
Dr. ġ. Barçın ÖZTÜRK
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı, Aydın
GiriĢ:
Kandida türlerinin etken olduğu kemik ve eklem infeksiyonları; invazif kandida
infeksiyonlarının bir formu olup, oldukça nadir görülürler. Kandidiyazı hazırlayan faktörler;
immunsupresyon, parenteral beslenme, kateterler, IV ilaç kullanımı, diabet, HIV infeksiyonu,
çoğul cerrahi giriĢim, malignite, siroz, malnutrisyon,
steroidler ve geniĢ spektrumlu
antibiyotiklerdir. Kandida türlerinin kemik ve eklem tutulumu en sık olarak dissemine
hastalık ortamında ortaya çıkar; ancak bunun yanında, cerrahi veya travma sırasında direkt
inokülasyon ya da diabetik ayak ülseri gibi kontamine bir odağın geniĢlemesi sonucu da
geliĢebilir.
Kemik ve eklem infeksiyonlarının patofizyolojisi ile ilgili bugünkü bilgilerimizin çoğu,
Staphylococcus aureus ile ilgili çalıĢmalardan kaynaklanmaktadır. Kan damarlarının bakteri
ve inflamatuvar hücrelerle oklüzyonu, doku nekrozu ile sonuçlanabilir. Bakteri, avasküler
kemiğe adhere olarak glikokaliks formunu alır. Sinoviyal membran infeksiyonunu takiben,
polimorfonükleer lökositlerden eklem yüzeyini hasarlayan enzimler serbestleĢir. Sitokinlerin
salınımı, kemiksi trabeküllerin ve matriksin yıkımına ve kollajen sentezinin inhibisyonu ile
kemik lizisine yol açar. Avasküler kemik segmenti “sekestra kemik” Ģeklini alır; bununla
birlikte bu süreç fungal osteomyelitlerde daha az sıklıkta ortaya çıkar. Bakteriyel
osteomyelitten farklı olarak, bu hastalığın sürecinde reaktif yeni kemik formasyonu daha geç
ortaya çıkar. Yeni kemik oluĢumunun veya bir periosteal reaksiyonun yokluğu fungal
osteomyeliti düĢündürür.
Kandida Osteomyeliti:
Kandidanın etken olduğu osteomyelit 1970‟ lere kadar bildirilmemiĢtir. Ġnvazif kandidiyazı
kolaylaĢtıran
faktörlerin
prevalansının
artması
ile,
kandida
osteomyeliti
seçilmiĢ
populasyonda daha sık görülmeye baĢlamıĢtır. Özellikle, kandida türlerinin kemik patojeni
olarak geç tanınmasına bağlı olarak anlamlı morbidite gösterebilir.
Osteomyelit kandideminin geç bir komplikasyonudur. Genellikle nötropenik hastalarda ve
düĢük doğum ağırlıklı infantlarda, organizmanın hematojen yayılımının geç komplikasyonu
olarak ortaya çıkar. Cerrahi ya da travmayı izleyen direkt inokülasyon da görülebilir. Gathe ve
arkadaĢları, 3 ay öncesinde lumbar laminektomi operasyonu geçiren bir hastada, lumbar
39
vertebrada Candida parapsilosis osteomyeliti olgusu bildirmiĢlerdir. Kandida osteomyeliti
ayrıca, eklem infeksiyonundan direkt yayılımı izleyebilir. Ġntraabdominal infeksiyonu olan
hastalarda vertebral osteomyelit sıklığı, infeksiyonun retroperitoneum boyunca yayılımını
düĢündürmektedir.
En sık ortaya çıkan yakınma, lokalize ağrıdır. Ağrı sıklıkla yapısal semptomlar olmaksızın
ortaya çıkar. Olguların yarıdan azında ateĢ ve artmıĢ sedimantasyon hızı rapor edilmiĢtir.
Ġnfeksiyon, karakteristik osteolitik lezyonlarla ortaya çıkar. BaĢlangıç görüntülemede litik
lezyonlar ve küçük yeni kemik oluĢumları izlenir. Kronik infeksiyon soğuk yumuĢak doku
abselerine ve sinüs traktı oluĢumuna yol açabilir.
Hematojen kandida osteomyeliti için en sık lokalizasyon omurga (vertebra ve intervertebral
diskler) dır. EriĢkin hastalarda sıklıkla lumbar vertebra tutulur. Çocuklarda ise uzun kemik
tutulumları ön plandadır. El bileği, femur, servikal omur, kaburgaların kostokondral
bileĢkeleri, skapula ve proksimal humerus tutulumun görüldüğü diğer bölgelerdir. Sternum
tutulduğu zaman sıklıkla drene olan sinüs traktı görülür.
Kandida Artriti:
Kandida artriti son iki dekadda, bu organizmaya bağlı sistemik ve fokal infeksiyon sıklığının
artıĢı ile paralellik göstermektedir. Doğal ve protez eklemleri tutabilir. Artrit olgularının çoğu
sinoviyal dokunun vaskülaritesi nedeniyle hematojen yayılımı izleyerek ortaya çıkar. Kandida
türleri hematojen yayılım ile eklemleri tuttuğu zaman en yaygın sonuç, normal eklemlerin
etkilendiği monoartiküler artrittir. Dissemine infeksiyonun sonucu olarak kandida artriti olan
hastalar sıklıkla febrildir ve lökopeni ya da lökositoz görülebilir. Fungemi epizodu ile
dissemine hastalık arasında uzun bir latent periyod görülebilir. Candida glabrata fungemisi
olan ve amfoterisin B ile tedavi edilen bir hastada, fungemi epizodundan 31 ay sonra kalçada
Candida glabrata artriti geliĢtiği bildirilmiĢtir.
Kandida artriti cerrahi giriĢim ya da intraartiküler kortikosteroid uygulaması sırasında direkt
inokülasyonla ortaya çıkabilir. Hastalar sıklıkla 60 yaĢ üzerindedir ve kronik artrit öyküleri
vardır. Sistemik veya lokal kortikosteroid kullanımı inflamatuvar reaksiyonu maskeleyebilir
ve daha ağrısız bir seyirle, hastalığın ortaya çıkıĢının ve tanının gecikmesine yol açar.
Kandida tipik olarak büyük, ağırlık taĢıyan eklemleri etkiler. En sık diz eklemi tutulumu
bildirilmekle birlikte, kalça, omuz, ayak bileği, kostokondral eklem tutulumu da
tanımlanmıĢtır. IV ilaç bağımlılarında fibrokartilajinöz eklemler (sternoklavikular, sakroiliak,
kostokondral eklemler gibi) tutulabilir. Bakteriyel artritlerden farklı olarak kandida artriti,
sinovit gibi baĢlar ve komĢu kemiği tutarak osteomyelit ile sonuçlanabilir. Ağrı, hareket
40
kısıtlılığı, ağırlık taĢımada zorlanma baĢlıca klinik bulgulardır. Etkilenen eklem sıklıkla
hassas, ödemli ve orta derecede sıcaktır.
Protez Eklem Ġnfeksiyonu:
Fungal protez eklem infeksiyonları, tüm protez eklem infeksiyonları arasında % 1‟ den az
görülür ve en sık etken Candida spp.‟ dir. En yaygın izolat Candida albicans olmakla birlikte,
Candida parapsilosis, Candida tropicalis ve Candida glabrata da etken olarak bildirilmiĢtir.
Hücresel ve mekanik faktörler kandida protez eklem infeksiyonu geliĢimine katkıda
bulunurlar. Candida spp., plastik yüzeylere ve fibrinle trombosit içeren matrikslere yapıĢmayı
kolaylaĢtıran mannoprotein örtüye sahiptir. Memeli hücreleri tarafından üretilen bir
glikoprotein olan fibronektin, implante yabancı cisimler üzerinde birikir. Candida albicans ve
Candida tropicalis, daha az virulan olan Candida pseudotropicalis ve Candida krusei gibi
kandida türlerine oranla fibronektine yapıĢmaya daha yüksek afinite gösterir. Bunun yanı sıra
kullanılan kemik dolgu, implantasyon sonrası çevre dokuya yayılarak nötrofil kemotaksisini
inhibe eder ve infeksiyon geliĢimine katkıda bulunur.
Kalça ve diz en sık tutulan protez eklemler olmakla birlikte omuz tutulumu da görülebilir.
Kalça ve diz protezleri, cerrahi süresinin uzunluğu, yabancı cisim yüzeyinin geniĢliği ve
kortikal kemiğe düĢük kan akımı nedeniyle yüksek infeksiyon riski taĢırlar.
Protez eklem infeksiyonu için risk faktörleri, cerrahi alan infeksiyonu, önceki total eklem
artroplasti öyküsü, malignite, ileri yaĢ ve obezitedir. Kandida protez eklem infeksiyonu tipik
olarak erken bakteriyel infeksiyon sonrası ortaya çıkar. Genellikle cerrahi sonrası 3 ay ile 2 yıl
arasında geliĢir ve yavaĢ Ģekilde kendini gösterir. Hastalar eklemin gevĢemesine bağlı olarak
ağrıdan yakınabilirler, ancak ateĢ gibi inflamasyon bulguları sıklıkla yoktur. Periosteal kemik
formasyonu derin periprotez infeksiyonunu düĢündürür.
Tanı:
Kandida osteomyelit ve artritinde tanı koymak güçtür. Kan kültürleri sıklıkla negatiftir ve
dissemine kandidiyazı olan hastaların sadece % 30-50‟ sinde kan kültür pozitifliği saptanır.
Kemik harabiyeti veya eklem invazyonunun fungal orijinli olduğunu düĢündüren birkaç klinik
ve radyolojik özellik vardır. Antibiyotik tedavisine yanıtsız kemik ya da eklem infeksiyonu
olan ve fungal infeksiyon açısından riskli olgular yüksek derecede Ģüphe taĢır.
Etken mikroorganizma identifikasyonu için doku biyopsi kültürü gereklidir. Sternal
osteomyelit olgularında perkütan iğne biyopsisi tanıyı ortaya koymada etkilidir. Artrit
olgularında sinoviyal sıvının sıklıkla pürülan olması Kandida‟ yı diğer fungal patojenlerden
ayırt ettirir. Sinoviyal sıvı analizinde lökosit sayısı 15 000 – 100 000 hücre/mm3 arasında,
genellikle 50 000 hücre/mm3 kadar saptanır. Nötrofil hakimiyeti görülür. Sinoviyal sıvı
41
glukoz miktarı düĢük ya da normal, protein miktarı ise sıklıkla yüksektir. Sinoviyal sıvının
Gram boyama incelemesinde olguların sadece % 20‟ sinde mikroorganizma görülür.
Potasyum hidroksit ile direkt bakı da baĢarısız olabilir. Buna karĢılık sinoviyal sıvı ya da
dokunun kültürü ile daha iyi sonuçlar elde edilebilir. Sinoviyal sıvıda Candida spp. varlığı,
invazif kandidiyaz için predispozan faktörlerin yokluğunda kontaminasyon yönünde
yorumlanmamalıdır, immunkompetan olan bireylerde de kandida artriti olguları bildirilmiĢtir.
Sinoviyum biyopsisi mononükleer hücre infiltrasyonunu gösterebilir ancak granülom yapısı
tipik olarak yoktur. Cerrahi bulgular, fibrozis ve skar dokusu ile kalınlaĢmıĢ hiperemik
sinoviyum, kıkırdak erozyonu ve pürülan pyoartrittir.
Kandida kemik infeksiyonunun erken tanısında, invazif mikoz ve fungemi durumunda
plazmada artan bir fungus bileĢeni olan serum  - D – glukan düzeyinin ölçülmesi yararlı
olabilir. Ancak tür düzeyinde ayrım sağlamaz.
Protez eklem infeksiyonlarının tanısında eklem sıvı kültürünün yanı sıra periprotez dokunun
kültürü de yararlı olabilir. Kültür pozitif eklem sıvısı olan olguları % 20‟ sinden azında etken
mikroskobik olarak görülebilmiĢtir. Bir olguda mikrobiyolojik tanı, diz implant biyofilm
kültürünü gerektirmiĢtir. Eritrosit sedimentasyon hızı erken infeksiyon fazında normal olabilir
ve total lökosit sayısı nadiren artar. C – reaktif protein tedavi yanıtını değerlendirmede ve
izlemde faydalı olabilir.
Kandida vertebral osteomyeliti ile ilgili radyolojik bulgular bakteriyel infeksiyondan ayırt
edilemez. Vertebral cismin üst plağı ile bitiĢik cismin alt plağında hasarlanma ile birlikte, disk
aralıklarının sırasıyla daralmasını içerir. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, kord basısı, paraspinal abse, disk aralığı ya da vertebral cisim tutulumunu
göstermede yararlı olabilir. Artrit olgularında sinoviyal efüzyon ve komĢu osteomyelite ait
radyolojik kanıtlar görülebilir. Uzun kemiklerin osteomyelitinde demineralizasyon ve benekli
trabeküler patern ortaya çıkabilir.
Tedavi:
Kandida osteoartiküler infeksiyonlarında tedavi yaklaĢımı anekdotal olgu sunumlarına ve açık
etiketli çalıĢma serilerine dayanmaktadır. YayınlanmıĢ deneyimlerde ağırlıklı olarak
amfoterisin B, flukonazol ve son zamanlarda kaspofungin kullanımı bildirilmiĢtir. Ancak
deneyimler sınırlıdır.
Infectious Diseases Society of America (IDSA) tarafından 2009 yılında güncellenen
kandidiyaz tedavi kılavuzu bu deneyimleri birleĢtirerek tedavi konusundaki tartıĢmalara
açıklık getirmiĢtir (Tablo I) .
42
Tablo I Kandidiyaz Tedavisinde Klinik Uygulama Kılavuzu: 2009 IDSA Güncellemesi
Primer tedavi
Alternatif tedavi
Yorum
Flukonazol 400 mg (6 mg/kg) Ekinokandin2 veya AmpB-d3 Tedavi süresi 6-12
Osteomyelit
günlük 6-12 ay veya LFAmB1 0.5-1 mg/kg en az 2 hafta, aya
uzatılabilir.
3-5 mg/kg günlük en az 2 ardından flukonazol 6-12 ay
Cerrahi
hafta, ardından flukonazol 6-
sıklıkla gereklidir.
debritman
12 ay
Flukonazol 400 mg (6 mg/kg) Ekinokandin2 veya AmpB-d3 Tedavi süresi en az
Septik
günlük en az 6 hafta veya 0.5-1 mg/kg en az 2 hafta, 6
hafta
olmalı.
Artrit
LFAmB1 3-5 mg/kg günlük en ardından flukonazol 400 mg Cerrahi
debritman
az 2 hafta, ardından flukonazol günlük idame
tüm
olgularda
400 mg günlük idame
önerilmektedir.
Ġnfekte
protez
eklem için olguların
çoğunda çıkarılması
öneriliyor.
1
Lipozomal Amfoterisin B
Ekinokandinler için eriĢkin dozları: anidulafungin 200 mg yükleme dozu ardından 100 mg/gün; kaspofungin 70
mg yükleme dozu ardından 50 mg/gün; mikafungin 100 mg/gün
3
Amfoterisin B deoksikolat
2
Kandida osteomyeliti için en iyi tedavi seçeneği, antifungal tedaviye ek olarak etkilenen
alanın cerrahi debritmanıdır. Kemik dolguya amfoterisin B deoksikolat eklenmesi güvenlidir
ve komplike olgularda değerli olabilir. Sternotomiyi takiben kandida mediastiniti ve sternal
osteomyeliti geliĢen az sayıda olguda, cerrahi debritmanı izleyen amfoterisin B ve flukonazol
tedavisi ile baĢarılı sonuçlar elde edilmiĢtir. Mediastinal alanın amfoterisin B deoksikolat ile
yıkanması, iritasyona neden olabileceğinden önerilmez.
Kandida artritinin baĢarılı tedavisinde uygun drenaj önemli rol oynar. Kalçadaki kandida
artriti açık drenaj gerektirir. Olgu sunumlarında drenaj tedavisi ile kombine amfoterisin B,
flukonazol ve kaspofungin kullanımı ile kür sağlandığı bildirilmiĢtir. Amfoterisin B ve
flukonazolün sinoviyal sıvı düzeyleri yeterli olduğundan, intraartiküler tedavi gerekli değildir.
Kandida artriti olan hastalarda serum ve eklem amfoterisin B düzeyleri ölçülmüĢ ve serum
konsantrasyonunun % 20‟ si ile % 100‟ ü arasında değiĢen düzeylerde bulunmuĢtur. Bu
değiĢken düzeylere rağmen eklem sıvısı ilaç düzeyinin fungal üremeyi inhibe etmek için
43
yeterli olduğu gözlenmiĢtir. Flukonazolun eklem sıvısı ilaç düzeyleri ise plazmaya yaklaĢık
olarak bildirilmiĢtir.
Kandida protez eklem infeksiyonu sıklıkla rezeksiyon artroplastisini gerektirir, bununla
birlikte tek baĢına medikal tedavi ile baĢarı sağlanan olgular bildirilmiĢtir. Yeni protez,
infeksiyonda kür sağlandığının gösterilmesini takiben, protezin çıkarılmasından haftalar, aylar
sonra yerleĢtirilebilir. Optimal reimplantasyon zamanı net değildir. Reimplantasyon öncesi IV
tedavinin tamamlandığı ve eklem içi sıvı aspirat kültürü ile doğrulanan 3 aylık infeksiyonsuz
dönem gereklidir. Protezin çıkarılamadığı durumlarda sıklıkla flukonazol ile kronik supresyon
tedavisi gereklidir.
Kandida kemik ve eklem infeksiyonlarında iyileĢme, radyolojik bulgular ve klinik
semptomlarda düzelmeye göre belirlenir. BaĢarılı eradikasyonun en iyi doğrulaması, tedavi
sonrası biyopsidir. Kandida septik artritinde klinik olarak anlamlı tedavi baĢarısızlığı, in vitro
duyarlı olduğu halde flukonazol kullanımı ile sinoviyal sıvı kültürünün kandida açısından
steril olmaması olarak tanımlanmıĢtır.
KAYNAKLAR:
1. Arias F, Mata-Essayag S, Landaeta ME, et al. Candida albicans osteomyelitis: case
report and literature review. Int J Infect Dis 2004;8(5):307–14.
2. Bayer AS, Guze LB. Fungal arthritis. I. Candida arthritis: diagnostic and prognostic
implications and therapeutic considerations. Semin Arthritis Rheum 1978;8(2):142–
50.
3. Calvo Romero JM, Alvarez Vega JL, Salazar Vallinas JM, et al. Candida arthritis in an
immunocompetent
patient
without
predisposing
factors.
Clin
Rheumatol
1998;17(5):393–4.
4. Christopher AO. Infectious Arthritis of Native Joints In Mandell GL, Bennett JE,
Dolin R (eds). Principles and Practice of Infectious Diseases 6th ed. New York:
Churchill Livingstone, 2005: 1317-22.
5. Darouiche RO, Hamill RJ, Musher DM, et al. Periprosthetic candidal infections
following arthroplasty. Rev Infect Dis 1989;11(1):89–96.
6. Frazier DD, Campbell DR, Garvey TA, et al. Fungal infections of the spine. Report of
eleven patients with long-term follow-up. J Bone Joint Surg Am 2001;83-A(4):560–5.
7. Garvin KL, Hanssen AD. Infection after total hip arthroplasty. Past, present, and
future. J Bone Joint Surg Am 1995;77(10):1576–88.
44
8. Gathe JC Jr, Harris RL, Garland B, et al. Candida osteomyelitis. Report of five cases
and review of the literature. Am J Med 1987;82(5):927–37.
9. Jones JM. Laboratory diagnosis of invasive candidiasis. Clin Microbiol Rev
1990;3(1): 32–45.
10. Katzenstein D. Isolated Candida arthritis: report of a case and definition of a distinct
clinical syndrome. Arthritis Rheum 1985;28(12):1421–4.
11. Kemper CA, Deresinski SC. Fungal disease of bone and joint. In: Kibbler CC,
Mackenzie DWR, Odds FC, editors. Principles and practice of clinical mycology.
Chichester: John Wiley & Sons; 1996. p. 49–68.
12. Kojic EM, Darouiche RO. Candida infections of medical devices. Clin Microbiol Rev
2004; 17(2):255–67.
13. Lambertus M, Thordarson D, Goetz MB. Fungal prosthetic arthritis: presentation of
two cases and review of the literature. Rev Infect Dis 1988;10(5):1038–43.
14. Lasday SD, Jay RM. Candida osteomyelitis. J Foot Ankle Surg 1994;33(2):173–6.
15. Lazzarini L, Manfrin V, De Lalla F. Candidal prosthetic hip infection in a patient with
previous candidal septic arthritis. J Arthroplasty 2004;19(2):248–52.
16. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, Benjamin Jr. DK, Calandra TF, Edwards JE et
al. Clinical Practice Guidelines for the Management of Candidiasis: 2009 Update by
the Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis. 2009; 48:503-35
17. Richardson MD, Warnock DW Invasive Candidosis In: Richardson MD, Warnock
DW (eds). Fungal infection diagnosis and management 3th ed. Blackwell Publishing,
2003 : 194-207
18. Silveira LH, Cuellar ML, Citera G, et al. Candida arthritis. Rheum Dis Clin North Am
1993; 19(2):427–37.
19. Simonian PT, Brause BD, Wickiewicz TL. Candida infection after total knee
arthroplasty. Management without resection or amphotericin B. J Arthroplasty
1997;12(7):825–9.
20. Smith JW, Piercy EA. Infectious arthritis. Clin Infect Dis 1995;20(2):225–30.
45
ÜRĠNER KANDĠDA ENFEKSĠYONLARI
Dr. Meltem AVCI
Ġzmir Bozyaka Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Kliniği, Ġzmir
GiriĢ:
Tıp alanında son 30 yılda oluĢan hızlı geliĢmelere paralel olarak kandidüri ve üriner kandida
infeksiyon insidansında artıĢ gözlenmektedir. Kandidüri ya da diğer bir deyiĢle idrar
örneğinde kandida saptanması, klinisyenler açısından hem tanı hem de tedavide zorlukların
yaĢandığı bir sağlık sorunudur. Ġdrar kültüründe kandida üremesi, idrar örneği alımı sırasında
oluĢan
kontaminasyonu,
mesane
kolonizasyonunu,
böbrek
ve
toplayıcı
sistemin
infeksiyonunu ya da yaĢamı tehdit edici yaygın kandidiyazı akla getirmektedir.
Epidemiyoloji:
Kandidüri, özellikle hastanede yatan hastalarda sık saptanan bir bulgudur. Temiz orta akım
idrar örneklerinde kandida üremesi sağlıklı eriĢkinlerde %1‟in altında, genel hastane
örneklerinde %5 ve üçüncü basamak hastane örneklerinde %10 olarak rapor edilmiĢtir.
Hastane kaynaklı üriner sistem infeksiyonlarının en az %10-15‟inde etkenin kandida türleri
olduğu bildirilmektedir. Kandidüri ya da üriner kandida infeksiyonları sıklıkla birçok risk
faktörünü bir arada bulunduran yoğun bakım hastalarında saptanmaktadır. Nosocomial
Infections Surveillance System (NNIS) verilerine göre yoğun bakım üniteleri (YBÜ)‟nde
hastane kaynaklı üriner kandida infeksiyon oranı 1986-1989 döneminde %22 iken, 1992-1997
döneminde %40‟lara yükselmiĢtir. Ülkemizden Dizbay ve ark‟nın çalıĢmasında YBÜ‟nde
üriner sistem infeksiyonlarında en sık kandida türleri (%48.7) etken olarak saptanmıĢtır.
Fransa‟da 24 eriĢkin YBÜ‟ndeki hastaların izlenmesiyle gerçekleĢtirilen prospektif çalıĢmada
ortalama kandidüri insidansının 27.4/1000 baĢvuru ve 2.8/1000 hasta günü olarak
bildirilmiĢtir. Yazarlar yanık ünitesindeki kandidüri insidansının dahili ve cerrahi YBÜ‟ne
göre üç kat daha fazla saptandığını belirtmiĢlerdir.
Toplum kaynaklı kandidüri epidemiyolojisi ile ilgili çalıĢma sayısı oldukça azdır. Toplum
kaynaklı kandidüri sıklıkla hamile, diyabetik, yatağa bağımlı ve/veya yakın zamanda
antibiyotik kullanan hastalarda gözlenmektedir.
Üriner kandida infeksiyonlarında %50-70 oranları ile halen en sık saptanan tür Candida
albicans’tır. Ancak son yıllarda non-albicans kandida türlerindeki artıĢ dikkat çekici
bulunmaktadır. Non-albicans kandida türleri bazı çalıĢmalarda %50‟lerin üzerinde rapor
46
edilmektedir. Non-albicans kandida türlerinin üriner sisteme daha iyi uyum sağladığı
bildirilmektedir. Üriner kandida infeksiyonlu hastaların %5-10‟unda bakterilerle veya çeĢitli
kandida türleri ile oluĢan polimikrobiyal infeksiyon saptanmaktadır.
Kandidüri ve üriner kandida infeksiyonları için bildirilen predispozan faktörler: diabetes
mellitus, uç yaĢlar, kadın cinsiyet, uzun süreli hastanede yatıĢ, YBÜ‟nde bulunma, geniĢ
spektrumlu antibiyotik kullanımı, mesane disfonksiyonu, mesane taĢları, üriner staz,
nefrolitiyazis, mesane kateteri ve üreteral stentlerin birlikte kullanıldığı renal transplantasyon
sonrası erken dönem, üriner sistem instrumentasyonu, üriner sistemde konjenital bozukluk,
üriner sistemde yapısal bozukluk, üriner kateter, üreteral stent gibi üriner sisteme uygulanılan
yabancı cisimler, birlikte bakteriüri bulunması, abdominal cerrahi ve nötropenidir.
Ġspanya‟dan yapılan çok merkezli çalıĢmada YBÜ‟nde yedi günden fazla yatan hastaların
%22‟sinde kandidüri geliĢtiği rapor edilmiĢtir. Fransa çalıĢmasında YBÜ‟ne yatıĢ ile
kandidüri geliĢmesi arasındaki ortalama süre 17.2±1.1 gün olarak bulunmuĢtur. Antibiyotik
kullanımı kandidüri insidansını etkileyen bir diğer önemli predispozan faktördür.
Kandidüri epizodlarının veya üriner kandida infeksiyonlarının çoğunluğu üriner kateteri
uygulanan hastalarda geliĢir. Amerika‟da büyük bir merkezde yapılan çalıĢmada üriner
kandida infeksiyonlarının %90‟ı üriner kateter kullanımı ile iliĢkilendirilmiĢtir. Bir baĢka
çalıĢmada üriner kandida infeksiyonu, kateteri olan hastalarda %40, katetersiz hastalarda
%22 oranında saptanmıĢtır.
Kandidüri
özellikle
komorbiditeli
hastalarda
yüksek
kaba
mortalite
oranları
ile
iliĢkilendirilmiĢtir. Örneğin Fransa çalıĢmasında kandidemili ve kandidürili hastalarda total
mortalite oranı sırasıyla %61.8 ve %31.3 olarak bulunmuĢtur. Kandidüri tanısı ile ölüm
arasında geçen ortalama süre 20.0±25.4 gün olarak gözlenmiĢtir. Ġspanya çalıĢmasında ise
kaba mortalite oranı kandiürili hastalarda %38, bu komplikasyonun olmadığı hastalarda % 28
(p<0.001) olarak saptanmıĢtır. Ancak üriner kandida infeksiyonuna atfedilen mortalitenin,
kaba mortaliteye göre oldukça düĢük olduğu belirtilmektedir.
Patogenez:
Kandida türleri üriner sisteme kan yoluyla ya da asendan yol ile ulaĢmaktadır. Hematojen
infeksiyon: Hematojen infeksiyon öncelikle kandidemi için risk faktörü taĢıyan olgularda
oluĢur. Hematojen infeksiyon patogenezi hakkında elde edilen bilgilerin çoğu kemirgen
hayvan ve tavĢan deneylerinden elde edilmiĢtir. Kandidemi tanısıyla ölen insan otopsi verileri
ile hayvan deneylerinden elde edilen sonuçlar arasında benzerlik saptanmıĢtır. Deney hayvanı
renal patoloji sonuçları incelemesinde, infeksiyon Ģiddeti ile inokulum miktarı arasında iliĢki
bulunmuĢtur. Letal inokulum değerlerinde multipl kortikal-medüller abseler, böbrek
47
yetmezliği ve sepsis gözlenmiĢtir. Subletal inokulumda renal pelvise sınırlı lezyonlar ve
toplayıcı sistemde mantar topları oluĢmuĢtur.
Asendan infeksiyon: Üretra ya da üretraya yakın bölgede kolonize olan kandida türleri
asendan yolla üriner sisteme ulaĢıp, infeksiyon oluĢturabilirler. Üriner sistem obstrüksiyonu,
üriner
sisteme
instrumentasyon,
diabetes
mellitus,
antimikrobiyal
tedavi,
derin
immunsupresyon ve birlikte bakteriüri varlığı asendan infeksiyon olasılığını arttıran
faktörlerdir. Obstrüksiyon olmadığı sürece asendan infeksiyon genellikle kandidemi ile
sonuçlanmamaktadır.
Kandida türleri genetik farklılık, spesifik ve spesifik olmayan aderens mekanizmaları,
fenotipik değiĢim, dimorfizm, galvano- ve tigmotropizm, aspartat proteinaz ve fosfolipaz gibi
hidrolitik enzimler, biyofilm formasyonu ve immun cevaptan kaçınma gibi virülans
faktörlerine sahiptirler. Bahsedilen virülans faktörleri ile üriner sisteme kolonizasyon ve
invazyon gerçekleĢmektedir.
Tanı:
Klinik Değerlendirme:
Ġdrar örneklerinde saptanan mayaların çoğunluğu kontaminandır. Kontaminasyonu,
kolonizasyon ya da infeksiyondan ayırt etmek için mutlaka idrar kültürü tekrarlanmalıdır.
Temiz orta akım idrar örneği alınmasına dikkat edilmelidir. Temiz orta akım idrar alınması
konusunda iletiĢim problemi yaĢanabilecek hastalara, bazen örnek alımı için kateter takılması
gerekli olabilir. Üriner kateteri olan hastalarda ise önce kateter değiĢtirilmeli ve kültür örneği
yeni kateterden alınmalıdır. Ġkinci kez alınan örnekte üreme saptanmaması, bulaĢ olarak
değerlendirilir. Bu hastalarda ileri tanısal iĢlemler gereksizdir.
Kandidürili hastaların çoğunluğu asemptomatiktir. Bakteriürinin tersine, kandidürili hastaların
çoğunluğunda kandidemi geliĢmez. Yapılan çalıĢmalarda kandidemi geliĢme oranı düĢük
(%1-8) olarak saptanmıĢtır.
Üriner kandida infeksiyonu olan hastalarda oluĢan semptomlar bakteriyel infeksiyonlarla
benzerlik gösterir. Kandida sistitinde dizüri, idrar sıkıĢması, suprapubik hassasiyet ve nadiren
ateĢ gibi yakınmalar bulunur. Piyelonefritte ateĢ, üĢüme-titreme, kostovertebral açı hassasiyeti
ve/veya alt üriner sistem semptomları saptanır. Oligüri, strangüri, partikül pasajı ve/veya
pnömatüri varlığı mantar topu gibi bir komplikasyonu düĢündürür.
Kandidürili bazı hastalarda semptom olmayabilir. Örneğin inflamatuvar yanıtın olmadığı
nötropenik hastalarda dizüri, sıkıĢma hissi ve yan ağrısı gibi yakınmalar nadirdir. Yoğun
bakım ünitesinde yatan sedatize ve entübe hastalar yakınmalarını dile getiremezler. Üriner
48
kateteri olan hastalarda dizüri yakınması nadirdir ancak bu hastalarda bazen suprapubik
hassasiyet ve yan ağrısı gibi semptomlar gözlenir.
Kandida prostatiti nadir olarak rapor edilmiĢtir. Sıklıkla saptanan yakınmalar alt abdomen
bölgesinde rahatsızlık, perine ya da simfizis pubis arkasında baskı, anorektal hissizlik ya da
seksüel disfonksiyondur. Nadiren olgular apselerin eĢlik ettiği akut prostatit ya da
amfizamatöz prostatit tablosuyla baĢvurabilir. Bu hastalarda ateĢ, üriner retansiyon ve hassas
prostat saptanmaktadır.
Nadir olarak rapor edilen diğer bir üriner kandida infeksiyonu akut ya da kronik kandida
epididimiorĢitidir. Kandida epididimiorĢitli olguların tümünde büyümüĢ, hassas testisler
ve/veya skrotal kitleler saptanmıĢ ve en sık saptanan risk faktörü kateterizasyon olarak
bildirilmiĢtir.
Durumu kritik olan hastalarda saptanan kandidüri semptomlara bakılmaksızın olası yaygın
kandidiyaz göstergesi olarak kabul edilmelidir. Kandidemili olguların %16-80‟inde
kandidürinin saptanabileceği ancak kandidürili hastada kandidemi geliĢme riskinin daha
düĢük olduğunu belirtilmektedir. Kandidürili kritik hastalarda tanısal amaçla kan kültürü
alınmalı, yaygın kandidiyaz açısından retina ve deri incelemesi yapılmalıdır.
İdrar Analizi, Mikroskopi ve İdrar kültürü:
Piyüri üriner kandida infeksiyonlarının tanısında yardımcı bir bulgudur. Ancak mesane
kateteri olan hastalarda duyarlılığını ve özgüllüğünü kaybeder. Üriner kateterli hastaların
çoğunluğunda idrarda lökosit saptanması nonspesifik bir bulgu olarak kabul edilmektedir.
Mikroskopide maya saptanması üriner kandida infeksiyonunu iĢareti olabilir. Ġdrar örneğinin
Gram boyama incelemesi yapılmalıdır. Gram boyamada Candida albicans ve daha az oranda
görülen C. parapsilosis ve C. tropicalis gibi türler 4-10 µm çapında tomurcuklanan mayalar
Ģeklinde görülür. Bu yapılara sıklıkla hifal elemanlar eĢlik eder.
Antifungallere yüksek
oranda dirençli olan C. glabrata 2-4 µm çapında olup gerçek veya psödohif oluĢturmaz.
Ġdrarda kandida hiflerini içeren granüler silindirlerin saptanması renal parankim
infeksiyonunun göstergesidir ancak nadiren görülen bir bulgudur.
Rutin kültür teknikleri ile mayalar saptanır. Ancak C. glabrata‟nın kanlı agarda yavaĢ ürediği
ve kolonilerin 48 saat veya daha fazla sürede oluĢtuğu unutulmamalıdır. Üriner kandida
infeksiyonlarının tanısında koloni sayımının önemi yoktur. ÇeĢitli çalıĢmalarda idrarda
herhangi bir konsantrasyonda saptanan bir kandidanın renal tutulumun göstergesi olduğu
belirtilmiĢtir.
49
Görüntüleme Yöntemleri:
Kandidürili
hastalarda
değerlendirme
için
ultrasonografisidir.
görüntüleme
önerilen
yöntemlerine
görüntüleme
yöntemi
de
baĢvurulmalıdır.
böbrek
ve
BaĢlangıç
toplayıcı
sistem
Bununla birlikte piyelonefrit ya da perinefritik abseler bilgisayarlı
tomografi (BT) ile daha iyi ayırt edilmektedir. Ayrıca BT ile perinefritik sıvı, dokularda
oluĢan gaz ve obstrüksiyona neden olan mantar toplarının daha iyi görüntülendiği
bildirilmektedir. Üriner kandida infeksiyonu tanısında manyetik rezonans görüntüleme ve
renal sintigrafi ile deneyimler sınırlıdır.
Tedavi:
Asemptomatik Kandidürili Hastada Tedavi Önerileri:
Ayaktan baĢvuran ve önceden sağlıklı olan hastada asemptomatik kandidüri saptanırsa
antifungal tedavi verilmez ve predizpozan faktörlerin araĢtırılması önerilir. Bu amaçla
ayrıntılı öykü, fizik muayene ve laboratuvar tetkikleri yapılmalıdır. AraĢtırmalar sonucunda
bazen latent diabetes mellitus, genitoüriner sisteme ait yapısal bozukluklar, renal fonksiyon
kaybı ve metabolik bozuklukların saptandığı bildirilmektedir. Predispozan faktörlerin
saptanmadığı durumlarda, idrar kültür takibinin yeterli olacağı bildirilmekte ve kandidürinin
kendiliğinden birkaç hafta ile birkaç ay içinde düzeldiği belirtilmektedir.
Ayaktan baĢvuran veya hastanede yatan ve predizpozan faktörleri olan asemptomatik
hastalarda
kandidüri
genellikle
iyi
seyirlidir.
Bu
hastalarda
predispoze
faktörler
düzeltilmelidir (A-III). Diyabetik bir hastada serum glukoz seviyelerinin regülasyonuyla,
benign prostat hiperplazisi ve hafif obstrüksiyon bulguları olan bir hastada α adrenerjik bloker
ajanın verilmesiyle, antibiyotik alan bir hastada mümkünse antibiyotiğin kesilmesiyle, üriner
kateteri olan bir hastada kateter değiĢtirilmesiyle ya da çıkartılmasıyla, çoğu hastada
kandidüri kendiliğinden kaybolmaktadır. Kateter değiĢtirilmesi veya çıkarılması ile %20-40
oranında kandidürinin temizlendiği bildirilmektedir. Ayrıca bu hastalarda ürolojik bozukluk,
renal apse ya da mantar toplarının araĢtırılması amacıyla böbrek ve toplayıcı sistem
görüntüleme yöntemlerine baĢvurulmalıdır (B-III). Antifungal tedavi, infeksiyon yayılımı
açısından yüksek risk grubu olan nötropenik hastalara, yenidoğanlara ve ürolojik giriĢim
yapılacak hastalara önerilmektedir (A-III). Nötropenik hastalar ve yenidoğanlar yaygın
kandidiyaz gibi tedavi edilmelidir. Ürolojik giriĢim uygulanacak hastalara, flukonazol 200400 mg (3-6 mg/kg) /gün veya klasik amfoteresin B (AmB-d) 0.3-0.6 mg /kg/gün giriĢimden
önce ve sonra birkaç gün uygulanmalıdır (B-III).
50
Semptomatik Kandidüri Tedavi Önerileri:
Sistit Tedavisi:
Kandida sistiti tedavisinde birçok kandida türüne duyarlı olması, yüksek oranda suda
çözünmesi, yüksek idrar konsantrasyonlarına sahip olması, hasta tarafından iyi tolere edilmesi
ve ucuz olması nedeniyle seçilecek ilk ajan flukonazoldur. Diğer azollerin idrar
konsantrasyonları düĢüktür ve sistit tedavisinde yararlı bulunmamıĢlardır. Flukonazol 200 mg
(3 mg/kg)/gün iki hafta süreyle uygulanır (A-III). C. krusei, C. glabrata gibi flukonazol
dirençli suĢlarda, AmB-d (0.3-0.6 mg /kg/gün) 1-7 gün veya oral flusitozin (4x25mg/kg/gün)
7-10 gün süreyle uygulanır (B-III). Flusitozin bir çok kandida suĢuna duyarlıdır ve idrar geçiĢi
iyi olan bir ajandır. Ancak toksisitesi ve tek baĢına uygulanıldığında hızlı direnç geliĢimi bu
ilacın kullanımını sınırlamaktadır. AmB-d mesane irrigasyon tedavisi genellikle önerilmez
fakat flukonazol dirençli suĢların etken olduğu refrakter sistit tedavisinde yararlı olabilir (BIII).
Piyelonefrit Tedavisi:
Kandida piyelonefriti olan hastaların çoğunda seçilecek ajan flukonazoldür. Flukonazol 200400 mg (3-6 mg/kg) /gün iki hafta süreyle uygulanır (B-III). C. glabrata gibi flukonazol
dirençli suĢlarda, AmB-d (0.5-0.7 mg /kg/gün) ve/veya flusitozin (4x25mg/kg/gün) iki hafta
süreyle verilir. Dirençli suĢ tedavisinde flusitozin iki hafta süreyle tek baĢına da uygulanabilir
(B-III). Lipid formulasyonlu AmB (LFAmB) preparatları ise hem idrar hem de renal doku
konsantrasyonları düĢük olması nedeniyle kandida piyelonefriti tedavisinde ilk seçenek olarak
düĢünülmemelidir. Ekinokandinler veya vorikonazol üriner sistem konsantrasyonlarının zayıf
olması ve klinik veri azlığından dolayı kandida piyelonefriti tedavisinde günümüz için
önerilmemektedirler. Piyelonefritle birlikte yaygın kandidiyaz Ģüphesi olan hastalar
kandidemi gibi tedavi edilmelidir.
Kandida Prostatiti Ve EpididimiorĢit Tedavisi:
Kandida prostatiti tedavisinde cerrahi giriĢim yanında AmB ya da flukonazol kullanılması
önerilmektedir. Antifungal ajanların dozları ve tedavi süresi konusunda ek çalıĢmalara
gereksinim olduğu bildirilmektedir. Kandida epididimiorĢiti tedavisinde ise apse drenajı
ve/veya orĢiektomi ile birlikte flukonazol ya da AmB ve/veya flusitozin önerilmektedir.
Mantar Topları Tedavisi:
Mantar topları üriner toplayıcı sistemin herhangi bir yerinde oluĢabilirler. Yenidoğan
dıĢındaki hastalara kuvvetle önerilen tedavi yöntemi cerrahi giriĢimdir (B-III). Sistemik
antifungal tedavide flukonazol 200-400 mg (3-6 mg/kg) /gün kullanılması önerilmektedir (BIII). Alternatif tedavide AmB-d (0.5-0.7 mg /kg/gün) ve/veya flusitozin (4x25mg/kg/gün)
51
uygulanabilir (B-III). Eğer perkütan yolla renal pelvise, üreterlere ve mesaneye direkt olarak
girilebilirse, sistemik antifungal tedavi ile birlikte lokal AmB-d irrigasyon tedavisi yararlı ek
tedavi uygulanması önerilmektedir (B-III). Semptomlar kaybolana ve idrar kültürü
negatifleĢene kadar tedavi sürdürülmelidir (B-III).
Klinik Olarak Stabil Olmayan Kandidürili Hastada Tedavi Önerileri:
Klinik olarak stabil olmayan hastaya semptomlara bakılmaksızın kandidemi tedavisi
uygulanmalıdır.
KAYNAKLAR
1. Achkar JM, Fries BC. Candida infections of the genitourinary tract. Clin Microbiol Rev
2010; 23(2): 253-273.
2. AktaĢ F. Kandidüri ve üriner sistem kandidiyazı. Hastane Ġnfeksiyonları Dergisi 2008; 12:
191-197.
3. Alvarez-Lerma F, Nolla-Salas J, Leon C, Palomar M, Jorda R, Carrasco N, et al.
Candiduria in critically ill patients admitted to intensive care medical units. Intensive Care
Med 2003; 29: 1069–1076.
4. Avkan-Oguz V, Yapar N, Avci M, Mermut G, Pullukcu H, Sacar S, Sayin-Kutlu S, Cetin
B, Ertugrul B (on behalf of the West Anatolian Fungal Infection Study Group). “Management
of Candiduria: An Interview Schedule”, European Congress of Clinical Microbiology and
Infectious Diseases, Poster number: P1735. Helsinki – Finland, 2009.
5. Berrouane YF, Herwaldt LA, Pfaller MA. Trends in antifungal use and epidemiology of
nosocomial yeast infections in a university hospital. J Clin Microbiol 1999; 37(3): 531-537.
6. Bougnoux ME, Kac G, Aegerter P, d'Enfert C, Fagon JY; CandiRea Study Group.
Candidemia and candiduria in critically ill patients admitted to intensive care units in France:
incidence, molecular diversity, management and outcome. Intensive Care Med 2008; 34(2):
292-299.
7. Dizbay M, BaĢ S, Gürsoy A, ġimĢek H, Maral I, AktaĢ F. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi Yoğun Bakım Ünitelerinde 2006-2007 Yıllarında Saptanan Ġnvazif Araç ĠliĢkili
Ġnfeksiyonlar Turkiye Klinikleri J Med Sci 2009; 29(1): 140-145.
8. Fisher JF, Kavanagh K, Sobel JD, Kauffman CA, Newman CA. Candida urinary tract
infection: pathogenesis. Clin Infect Dis 2011; 52 (S6): S437-S451.
9. Fisher JF, Sobel JD, Kauffman CA, Newman CA. Candida urinary tract infections-treatment. Clin Infect Dis 2011; 52 (S6): S457-S466.
52
10. Kauffman CA, Fisher JF, Sobel JD, Newman CA. Candida urinary tract infections-diagnosis. Clin Infect Dis 2011; 52 (S6): S452-S456.
11.Nayman Alpat S, ÖzguneĢ I, Ertem OT, Erben N, Doyuk Kartal E, Tözun M, et al.
Evaluation of risk factors in patients with candiduria. Mikrobiyol Bul 2011; 45(2): 318-324.
12. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, Benjamin DK Jr, Calandra TF, Edwards JE Jr, et al.
Clinical practice guidelines for the management of candidiasis: 2009 update by the Infectious
Diseases Society of America. Clin Infect Dis 2009; 48(5): 503-535.
13. Richards MJ, Edwards JR, Culver DH, Gaynes RP. Nosocomial infections in medical
intensive care units in the United States. National Nosocomial Infections Surveillance
System. Crit Care Med 1999; 27: 887-892.
14. Richards MJ, Edwards JR, Culver DH, Gaynes RP. Nosocomial infections in combined
medical-surgical intensive care units in the United States. Infect Control Hosp Epidemiol
2000; 21(8): 510-515.
15. Rivett AG, Perry JA, Cohen J. Urinary candidiasis: A prospective study. Urol Res 1986;
183-186.
16. Sobel JD, Fisher JF, Kauffman CA, Newman CA. Candida urinary tract infections-epidemiology. Clin Infect Dis 2011; 52 (S6): S433-S436.
17. ġahin HE, Kandemir Ö, Göksu M, Karaçorlu S, Kaya A. Yoğun bakım hastalarından
gönderilen idrar örneklerinde kandidüri oranı ve kandidemi. FLORA 2011; 16 (2): 77-81.
18. Weinberger M, Sweet S, Leibovici L, Pitlik SD, Samra Z. Correlation between candiduria
and departmental antibiotic use. J Hosp Infect 2003; 53(3): 183-186.
53
GENĠTAL KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARI
Dr. Aslı GÖKER
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Manisa
Genital kandida infeksiyonları en sık görülen alt genital sistem infeksiyonlarından biridir.
Kadınların üçte ikisinin hayatlarında en az bir defa genital kandida infeksiyonu geçirdikleri
bildirilmektedir. Bir yıl içinde en az dört defa infeksiyon geçirilmesi rekürren vulvovajinal
kandidiyaz olarak adlandırılır ve sıklığı %5 olarak bildirilmiĢtir. Vulvovajinal kandidiyaz
kadında tıbbi bir rahatsızlık olmanın dıĢında kendine güven duygusunu da zedelemekte,
disparoni, cinsel isteksizlik gibi psikoseksüel problemlere yol açmakta ve yaĢam kalitesini
olumsuz etkilemektedir.
Genital kandida infeksiyonlarının en sık sebebi Candida albicans (%85-90) olup bunu
Candida glabrata (%5-10) ve sonra Candida tropicalis, Candida parapsilosis, Candida
krusei, Candida kefyr ve Candida guilliermondii takip etmektedir. Candida glabrata özellikle
reküreen infeksiyonlarda kültürlerde izole edilmiĢtir. Kadınların %15-20‟de asemptomatik
kolonizasyon mevcuttur ve esas olarak barsak florası kandida rezervuarı olarak görev
yapmaktadır.
Genital kandida için en önemli risk faktörleri gebelik, geniĢ spektrumlu antibiyotik kullanımı,
eĢlik eden cinsel yolla bulaĢan hastalıklar, immunosupresyon, dar ve terleten çamaĢır
kullanımı, diyabetes mellitus, Addison hastalığı, tiroid fonksiyon bozukluklarıdır. Puberte
öncesi dönemde kandida infeksiyonu nadirdir ve bu grupta predispozan faktör yok ise ampirik
antifungal tedavi endikedir.
Vulvovajinal kandidiyazın belirtileri yanma ve kaĢıntı olup bunlar özellikle cinsel iliĢki
sonrası artıĢ gösterirler. Bulgular vulvada eritem ve ödem, beyaz renkli peynir kıvamında
vajinal akıntı ve eritemli vajina epitelidir. Ayırıcı tanıda kontakt dermatit, vulvit, fizyolojik
vajinal mukus artıĢı, sperm allerjisine bağlı vajinit, antifungale karĢı reaksiyon gibi etkenler
dıĢlanmalıdır.
Hastadan ayrıntılı bir anamnez sonrası antibiyotik, sistemik steroid, oral kontraseptif
kullanımı mutlaka sorgulanmalı, vajinal duĢ alıĢkanlığı, diyet ve cinsel iliĢki alıĢkanlıkları da
belirlenmelidir. Ġnspeksiyon sonrası özellikle rekürren vakalarda vajinal ve vulvar kültür
alınmalıdır. Vajina pH‟nın bazik olarak belirlenmesi de yol göstericidir.
Vulvovajinal kandidiyazda tedavi intravajinal ve oral olarak uygulanmaktadır. Lokal
tedavilerde botokonazol, klotrimazol, mikonazol, nistatin, tiokonazol, terkonazol tercih
edilirken oral ajanlar flukonazol ve ketokonazoldür. Vajinit tedavisinde ovül tedavisi ön
54
plandayken vulvitlerde ovül ile krem kombinasyonu daha uygun görülmektedir. Gebelik
döneminde mikonazol preparatları güvenle kullanılabilmektedir. Erkek partnerde kandida
pozitifliği %5-25 olup erkeğin tedavisinin rekürense katkısı bulunamamıĢtır.
Günümüzde Anethum graveolum gibi probiyotikler, zafirlukast, çay ağacı özütü, saponinler,
borik asit gibi alternatif tedavi yöntemleri de kullanılmakta, reküren vulvovajinal kandidiyaz
için aĢı geliĢtirme araĢtırmaları yürütülmektedir.
55
DERĠ VE EKLERĠNĠN KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARI
Dr. Gülsüm GENÇOĞLAN
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı, Manisa
Kutanöz Kandidiyaz (Monilyasis):
Kandidiyaz dünyanın her yerinde en sık görülen fırsatçı mikozdur. Nemli deri bölgeleri, üst
solunum yolu ve vulvavajen mukozasında oluĢan yüzeyel mantar infeksiyonudur. Ana patojen
mantar Candida albicans olup deri, mukoza ve tırnaklarda hastalığa neden olurlar. Genel
olarak infantil dönem ve yaĢlılıkda daha çok görülürler. Candida albicans genellikle saprofit
olarak bulunurken, uygun çevrenin oluĢması veya konağın direncinde zayıflaması durumunda
prolifere olarak patojen hale geçebilir. Kandida infeksiyonunu tetikleyen faktörler; mekanik
(travma, takma diĢ, obesite, yanık, infeksiyon), nutrisyonel (avitaminosis, demir eksikliği
gibi..), fizyolojik (yenidoğan, hamilelik, ileri yaĢ), immun sistemi etkileyen sistemik
hastalıklar (diyabet, hipoparatiroidizm, Addison hastalığı, malignite, immun supressif tedavi,
akrodermatitis enteropatika, HIV infeksiyonu gibi...), iatrojenik (bakteriyel florayı bozan
ilaçlar, steroid, katater, çeĢitli protezler gibi..) Ģeklindedir. Candida albicans deri (intertrigo,
erosyo interdijitalis blastomiçetika, follikülit, diaper dermatiti, perianal kandidiyaz, konjenital
kutanöz kandidiyaz, neonatal kutanöz kandidiyaz, jeneralize kutanöz kandidiyaz), tırnak
(onikomikozis, paroniĢi) ve mukozalarda (oral ve genital) farklı lezyonlara neden olabilir. Ek
olarak, Candida albicans konak defansı kırıldığında Ģiddetli, yıkıcı, dissemine hastalığa yol
açabilir (sistemik kandidiyaz). Nadiren diğer kandida türleri ile de meydana gelen kandida
infeksiyonları primer ya da sekonder olarak ortaya çıkabilir.
Epidermis mikroorganizmaların deriye invazyonunu önleyen primer bir bariyerdir. Epidermal
bariyer fonksiyonu onun yapısal özellikleri yanında mikrobiyal flora ile de iliĢkilidir. Akut ve
kronik deri hasarı, canlı veya cansız çevresel etkenler ve antimikrobiyal ajanlar deri florasını
değiĢtirebilir, böylece kalıcı ve geçici florayla infeksiyona yatkınlık oluĢur.
Deri Kandidiyazı:
İntertrigo:
Koltuk altları, kasıklar, göğüs altları gibi intertriginöz bölgelerde ortaya çıkar. Sınırları net,
eritemli, papülo-skuamöz, kenarlarında vezikül ve püstüller bulunan eksüdatif plaklar
Ģeklinde ortaya çıkar. Obez ve diabetik hastalarda daha fazla görülür. Katlantı alanları ve
nemli bölgeleri tutma eğilimindedir. KaĢıntıdan çok yanma hissi ön plandadır.
56
Diyaper Kandidiyaz:
Çocuklardaki kutanöz kandidiyazların çoğu bez bölgesinde yerleĢir. Diyaper kandidiyaz
benign olmakla birlikte, rekürrensler göstermesi sebebiyle önemli bir sağlık sorunu
oluĢturmaktadır. Çocuk bezi bölgesinin (napkin bölge, diyaper bölge) nemli ve ılık olması
yanında, idrar ve feçesle kirlenmesi deri pH‟sını ve florayı değiĢtirerek mikroorganizmaların
üremesi için uygun ortam sağlamaktadır. Bez bölgesine uygulanan topikal steroidler klinik
özellikleri değiĢtirmesi yanında, kandidaların üremesini de kolaylaĢtırır. Ayrıca bakteriyel
flora, topikal veya sistemik antibiyotiklerle baskılanmıĢ ise yine mayaların üremesi kolaylaĢır.
Diyaper kandidiyazlı çocukların çoğunda geniĢ spektrumlu antibiyotik kullanım öyküsü
vardır.
Erosio İnterdigitalis Blastomycetica:
Su ile fazla temas halinde olan kiĢilerin el ve bazen de ayak parmakları arasında eritemli,
ödemli, masere ve fissüre lezyonlar Ģeklinde ortaya çıkar.
Generalize Deri Kandidiyazı:
Gövdede ve ekstremitelerde yaygın eritemli skuamlı ya da vezikülo-püstülöz plaklar Ģeklinde
görülür.
Kandida Granülomu:
Nadirdir. Genellikle çocuklarda görülür. Granülomatöz veya ülserleĢen nodüler lezyonlar
Ģeklinde gözlenir.
Perianal Kandidiyaz:
Anüs çevresinde kaĢıntılı, eritemli, masere ve fissüre lezyonlarla kendini gösterir.
Tekrarlama eğiliminde olup tedavisi güçtür.
Kandidal Paronişi:
Elleri sık suya maruz kalan ya da manikürle travmatize edilmiĢ, bariyer fonksiyonu bozulmuĢ
periungual derinin kandidial infeksiyonudur. Deri bariyer fonksiyonu kısa sürede
düzelmediğinden ve hastalar rutin alıĢkanlıklarını sürdürme eğiliminde olduğundan
tekrarlayan ataklarla seyreder. Bu ataklar sonrasında tırnak distrofisi ve kandidal onikomikoz
geliĢebilir.
Mukozal Kandidiyaz:
Perleche:
Ağrı ve yanma hissi ile birlikte alt ve üst dudağın birleĢme yerlerinde eritemli, ödemli, fissüre
lezyonlarla karakterizedir. Hastanın tükrük irritasyonu sonucu ortaya çıktığı düĢünülmektedir.
Kandidalar lezyon üzerine sekonder olarak yerleĢip klinik durumun sebat etmesine neden olur
57
Pamukçuk (Muguet):
En sık rastlanan kandidiyaz tipidir. Bakımsız, zayıf, immunitesi iyi olamayan çocuklarıda,
kemaoterapi alan hastalarda ve yenidoğanlarda ağız içinde süt kalıntısı görünümünde beyazgri renkte zarımsı plaklar Ģeklinde ortaya çıkar. Bu zarımsı plaklar kaldırıldığında alt yüzde
eritemli, kanamalı alanlar görülür.
Glossit:
YaĢlılarda ve sindirim sistemi rahatsızlığı olanlarda sık görülür. Dilde papillalar atrofik
olabilir, derin fissürler gözlenebilir. Bazen dil üzerinde gri renkli zarımsı plaklar bulunabilir.
Dilde yanma ve ağrı hissi vardır.
Hem kandidal glossit hem de muguetin lökoplaki ve oral liken planustan ayırıcı tanısının
yapılması gerekir.
Vaginal Kandidiyaz:
Hamile, diabetik veya oral kontraseptif kullanan kadınlarda sık görülmekle birlikte, bu alanı
sürekli yıkama ve temizleme eğiliminde olan kadınlarda yukarıdaki durumlar olmadan da
ortaya çıkabilir. Vagina mukozasında eritemli, ödemli, üzerlerinde veziküller, püstüller bazen
de gri-beyaz renkte zarımsı örtü bulunan lezyonlar Ģeklinde ortaya çıkar. ġiddetli vaginal
kaĢıntı ve beyaz koyu kıvamlı akıntı yakınması ön plandadır. Çoğu kez sadece vajinal
mukozaya sınırlı kalmayıp inguinal kıvrım ve labiumlarda da deri kandidiyazi eĢlik eder. Bu
durumun yarattığı yoğun kaĢıntı hissi aynı zamanda sosyal sıkıntıya yol açar. Hasta, eĢi ile
birlikte tedavi edilmelidir.
Tırnak Kandidiyazı:
Klinik olarak su ile fazla temas eden ya da nemli kalan ellerde ortaya çıkar. Tekrarlayan
kandidial paroniĢi sonrası tırnak tutulumu Ģeklinde ortaya çıkabileceği gibi dermatofitlerde
olduğu gibi tırnak distal uçtan baĢlayıp proksimale doğruda ilerleyebilir. Genellikle tam kat
tutulumu yaparak tırnağı kalınlaĢtırır, sertleĢtirir, rengi tipik olarak beyazdır. Genellikle tırnak
çevresindeki deride ağrı, eritem, ödem (perioniksiz) tabloya eĢlik eder. HIV pozitif hastalarda
proksimal onikomikoz Ģeklinde ve çok sayıda tırnak tutulumu ile karĢımıza çıkar.
Pseudomonas aeruginosa infeksiyonu eklendiğinde tırnağın rengi yeĢile dönüĢür.
Mukokutanöz kandidiyaz:
Ġmmun yetmezliği olan kiĢilerde deri, mukoza ve tırnaklarda görülen inatçı kandida
infeksiyonudur. Kutanöz ve sistemik infeksiyonlarla birlikte ortaya çıkabilir.
Kandidid: Kandida‟ lara karĢı geliĢen hipersensitivite reaksiyondur. Lezyonlarda Kandida‟ ya
rastlanmaz.
58
KAYNAKLAR
1. Seçkin D, Baba M. Kandidiyazın Kliniği. Turkiye Klinikleri J Int Med Sci 2005,
1(13):16-22.
2. Sarıcaoğlu H. Diaper Area Infections in Children. Journal of Current Pediatrics 2008;
6: 31-9.
59
GASTROĠNTESTĠNAL SĠSTEMĠ TUTAN KANDĠDA ENFEKSĠYONLARI
Dr. ġebnem ġENOL
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı- Manisa
GiriĢ:
Mantar infeksiyonlarının klinik önemi geçen yüzyılın son yarılarında daha fazla dikkati
çekmiĢtir. Bunun en büyük nedeni son 20-30 yıldır HIV infeksiyonu, transplantasyonlar, ağır
kemoterapi, immün sistemi baskılayıcı ilaçların yaygın kullanımı nedeni ile bağıĢıklık sistemi
baskılanmıĢ hasta sayısına paralel olarak artan fungal infeksiyon insidansıdır. Bu tırmanıĢın
21. yüzyılda da süreceği malumdur. Çünkü biyolojik ajanlar gibi spesifik bağıĢıklığı
baskılayıcı tedavi yöntemi günlük pratiğimize girmekte, ayrıca yaygınlaĢan antifungal
kullanımı beraberinde antifungal direncini getirmektedir. Candida türleri insanlarda en yaygın
fungal patojendir. Kandidalar hemen her sistemi tutan infeksiyonlara neden olurlar.
Kandidalar oral ve gastrointestinal flora elemanı olarak bulunmalarına rağmen oral ve
gastointestinal kandidiyaz dünyada milyonlarca insanı etkileyen yüksek maliyetli tedavilere
neden olan mortal seyredebilen, morbiditesi yüksek bir hastalıktır.
Patogenez:
Gastrointestinal sistemin flora elemanı olan Candida türleri gastrointestinal sistem boyunca
en sık oral kavite ve özofagusta infeksiyona neden olur. Kandida infeksiyonu olabilmesi için
flora elemanının patojen sinyaller vermesi ve bağıĢıklık sistemini harekete geçirmesi
gerekmektedir. Kandidaları patojen olarak tanıyan bağıĢıklık hücreleri makrofajlar, dendritik
hücreler ve nötrofillerdir. Moleküler araĢtırmalar ile fagositer hücreler tarafından kandidaların
tanınması, antijen olarak sunulması ve miyeloperoksidaz ve hidrojen peroksit üretim
mekanizmaları ile ortadan kaldırılması açıklanmıĢtır. Lenfositlerin kandidalara karĢı
savunmadaki rolü net olarak açıklanmıĢ olmamasına rağmen, kandidaların önemli antijenik
yapısı olan manan lenfosit yanıtını güçlü olarak uyarır. Ayrıca kronik mukokutanöz
kandidiyaz (KMK) ve AIDS gibi lenfosit yanıtını bozan durumlarda kandidaların ciddi bir
sorun olduğu gerçektir.
Günümüzde bağıĢıklık hücreleri – epiteliyal hücreler – mantar hücreleri arasındaki karmaĢık
iliĢkiler bütününün
hastalık
hali
ve kommensal
hal
arasındaki
farkı belirlediği
düĢünülmektedir. Bu karmaĢık ve hayli enteresan süreç henüz tam olarak tanımlanmamıĢtır.
Yeni tanımlanan bir grup T hücrenin epiteliyal hüceleri hedef alan sitokinler salgılayarak
mukozal bariyerin devamında önemli rol oynadığı düĢünülmektedir.
60
Oral Kandidiyaz:
Candida infeksiyonları HIV pozitif hastalarda en sık karĢılaĢılan oral problemdir. HIV pozitif
hastaların %50‟si, AIDS‟li hastaları %90‟ında oral kandidiyaz görülür. Bunun yanı sıra
kanserlilerde, anne sütü alan bebeklerde, yaĢlılarda (özellikle takma diĢlerin neden olduğu
stomatitlere ek olarak), inhaler steroit kullananlarda görülen lezyonlardır. Dil, yanak
mukozası, sert damak ve jinjivada görülen bazen de farinkse uzanan lezyonlar, beyaz yama
tarzında mukozadan hafif kabarık plaklar Ģeklinde görülür. Bu plaklar dökülmüĢ epitelyum
hücreleri, lökositler, kandidalar ve oral flora bakterilerinden oluĢur. Plaklar kaldırılmaya
çalıĢıldığında kanama olur. AIDS hastaları dıĢındaki gruplarda infeksiyon kendini sınırlama
eğilimindedir.
Mukozal lezyonların tipik görünümü tanı koydurucudur. Ancak özellikle nötropenik
hastalarda HSV lezyonlarından ayırt edebilmek için sürüntü örneklerinden doğrudan
mikroskopi ve kültür kandida infeksiyonu tanısını koydurur.
Flukonazol oral kandidiyazın tedavisinde iyi bir seçenektir. Özellikle AIDS hastalarında sık
relapslar ve tekrarlayan tedaviler, profilaktik kullanımlar, flukonazol direncini beraberinde
getirir. Bu durumlarda amfoterisin B, kullanılabilir. Ayrıca özellikle HIV pozitif hastalar
dıĢında oral amfoterisin B solüsyonu, nistatin süspansiyonu; ketokonazol, itrokonazol veya
flukonazol tablet kullanılabimektedir.
ÖZOFAGEAL Kandidiyaz:
Özofagus mukozası ve submukozasında kandida türleri ile oluĢan infeksiyona Kandida
özofajiti adı verilir. Altta yatan sistemik veya lokal bir hastalık olmaksızın kandida
özofajitinin ortaya çıkması çok nadirdir yayınlarda kandida özofajiti tanısı koyulan olguların
%2-20‟sinde herhangi bir risk faktörü tanımlanmamıĢtır. Kandida türleri HIV (+)‟lerde
oldukça sıktır. HIV (-) hastalara yapılan üst GIS endoskopilerinde % - 0,9 sıklığında kandida
özofajiti tanısı koyulurken HIV (+) hastalarda bu oran % „ yükselmektedir. HIV dıĢında bazı
antineoplastik ajanların, lokal ve sistemik steroitlerin kullanımı kandida özofajitine yatkınlığı
arttırmaktadır. Diyabet, malinite, transplantasyon, malnütrisyon, alkolizim, ileri yaĢ gibi
kronik immün süpresyon durumlarında da kandida özofajitine rastlanablir. Reflü özofajiti
genelde kandida özofajiti ile birliktedir. Burada unutulmaması gereken bir durum da reflü
hastalarında kullanılan proton pompa inhibitörleri ve H2 resptör antagonistlerinin tedavide
verilen azol türevlerinin emilimini azalttığıdır.
Klinik bulgular diğer özofajitler ile benzerdir. Disfaji, odinofaji, substernal, boyun ön yüzü ya
da epigastriumda hissedilen yanıcı olarak tarif edilen ağrı en yaygın yakınmalardır. Odinofaji
katı veya asiditesi fazla yiyecekler ile daha belirgindir. Yutma olmaksızın odinofaji de
61
olabilir. Özellikle HIV(+) hastalarda hemen her zaman oral kandida infeksiyonları ile
birliktedir. Hastalarda bulantı- kusma ve hematemez de görülebilir.
Sağlıklı popülasyonda özofagusta %20 oranında kandida kolonizasyonu saptanabilmektedir.
Kandida
türleri
arasında
en
sık
rastlanan
tür
C.albicans‟tır.
C.tropicalis,
C.krusei ve C.stellatoidea özofajite neden olan diğer türlerdir. C.albicans ve C.albicans dıĢı
türler arasında risk faktörü, prognoz ve tedavi yanıtı arasında değiĢiklik gözlenmemiĢtir.
Özofajit tanısında altın standart endoskopi ile alınan biyopsi örneklerinin kültüründe Candida
spp. üremesi veya histopatolojik olarak incelenmesi ile mantar elemanlarının görülmesidir.
Endoskopide lezyonlar genellikle özofagusun alt üçte birlik bölümünde görülür. Ġnfeksiyonun
ağırlığına göre lezyonlar dört evrede değerlendirilir. Birinci evrede mukozada sadece mukozal
hiperemi vardır, ödem de eĢlik edebilir. Lezyon ilerledikçe (2. evre) ve enflamasyon arttıkça
mukozada beyaz plaklar oluĢmaya baĢlar. Üçüncü evrede gri nekrotik tabanlı ülserasyonlar
olarak görülürken dördüncü evrede kanama ya da perforasyon bulguları görülür. Hastalarda
endoskopik bulgular ile kliniğin Ģiddeti arasında her zaman paralellik gözlenmez.
Ayırıcı tanıda Barret özofagusu, özellikle HIV(+) hastalarda CMV ve HSV özofajiti
düĢünülmelidir. Endoskopik görünüm, ayırt edici özelliklere sahip olsa da kesin tanı kültür ve
histopatoloji ile koyulmalıdır.
Tedavide parenteral azol türevleri, azol dirençli olgularda amfoterisin B kullanılabilir. Ġnvazif
kandida infeksiyonu olarak değerlendirilmeli ve sistemik antifungal tedavi uygulanmalıdır.
Tedavi süresi 2-3 haftadır.
Diğer Gastrointestinal Sistem Kandidiyazları:
Oral mukoza ve özofagus dıĢında kalan gastrointestinal sistem bölümlerinde kandidaya bağlı
infeksiyonlar nadirdir. Örneğin gastrik kandidiyaz sadece bağıĢıklık sistemi baskılanmıĢ
kanser hastalarında genellikle tesadüfen tanı koyulan bir durumdur. Mukozal ülserasyon
gastrik kandidiyazda en sık gözlenen lezyondur. Ancak bunların kronik gastrik ülserin
üzerinde geliĢen kandida infeksiyonu olup olmadığı bilinmemektedir. Ġntestinal kandidiyaz
tartıĢmalı bir durumdur. Özellikle mukozal ülserasyon olmayan, AIDS ve kanser hastalarında
kolonizasyon veya infeksiyon ayrımını yapmak çok zordur. Bazı çalıĢmalarda bu hastalarda
gastrointestinal sistemin kandida ile kolonizasyonunun kilo kaybı, baĢ ağrısı, diyare ve
halsizlik gibi bazı semptomlara yol açabileceği söylenmektedir. Ancak bu konuda titiz
çalıĢmalar yapılmalıdır. BağıĢıklık sistemi sağlam hastalarda özellikle yaĢlılarda ve
yenidoğanlarda kandidaların antibiyotikle iliĢkili ishale neden olabileceğini bildiren bazı
yayınlar mevcuttur.
62
KAYNAKLAR
1. Bhaijee F, Subramony C, Tang SJ, Pepper DJ. Human Immunodeficiency Virus-Associated
Gastrointestinal Disease: Common Endoscopic Biopsy Diagnoses. Patholog Res Int. 2011
Apr 26;2011:247923.
2. Danna PL, Urban C, Bellin E, et al. Role of Candida in pathogenesis of antibioticassociated diarrhoea in elderly inpatients. Lancet 1991;337:511.
3. Fidan F, Uslan Ġ, Çetinkaya Z, Sezer M, Kara Z, Ünlü M. Ġnhale Steroid Kullanmakta Olan
ve Tedavilerine Kısa Süreli Sistemik Steroid Eklenen Hastalarda Özefagial Kandidiyaz
Prevalansı; Kocatepe Tıp Dergisi, Cilt 7 No: 1, Ocak 2006.
4. Kliemann DA, Pasqualotto AC, Falavigna M, Giaretta T, Severo LC. Candida esophagitis:
species distribution and risk factors for infection. Rev Inst Med Trop Sao Paulo. 2008 SepOct;50(5):261-3.
5. Kumamoto CA, Pierce JV. Immunosensing during colonization by Candida albicans: does
it take a village to colonize the intestine? Trends Microbiol. 2011 Jun;19(6):263-7. Epub 2011
Feb 25
6. Levine J Dykoski RK Janoff EN. Candida-associated diarrhea: a syndrome in search of
credibility; Clin Infect Dis. 1995 Oct;21(4):881-6.
7. Parm U, Metsvaht T, Sepp E, Ilmoja ML, Pisarev H, Pauskar M, Lutsar I. Risk factors
associated with gut and nasopharyngeal colonization by common Gram-negative species and
yeasts in neonatal intensive care units patients. Early Hum Dev. 2011 Jun;87(6):391-9.
8. Richardson MD, Warnock DW. Fungal Infection Diagnosis and Management. 3th ed.
Oxford UK: Blackwell, 2003: 198-199
9. Sankaranarayanan VS. Role of Candida in indirect pathogenesis of antibiotic associated
diarrhoea in infants. Mycopathologia 1996;135:145.
63
KANDĠDA’ YA BAĞLI KAN DOLAġIMI ĠNFEKSĠYONLARI
Dr. YeĢim TAġOVA
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı, Adana
Epidemiyoloji:
Kan dolaĢımı infeksiyonları etken ne olursa olsun hastane infeksiyonları ve immunsuprese
hastalarda en korkulan infeksiyonlardır. Sepsis olgularında mantarların 1979‟dan 2000 yılı
arasında % 207 artıĢ göstermesi endiĢe verici bir geliĢmedir (1). Kandidemi Amerika BirleĢik
Devletleri
hastanelerinde
1995-2002
yılları
arasında
nozokomiyal
kan
dolaĢımı
infeksiyonlarında dördüncü sırayı alarak hastanelerde en sık karĢılaĢılan invazif mantar
infeksiyonu olarak yerini almaktadır (2). Bu sıralama ülkemizde özellikle üçüncü basamak
pek çok hastanede de artık bilinen ve belgelenen bir bulgudur. Kan kültüründe Candida
raporu çoğu hastada dissemine kandidiyazın bir belirtisi diğer hastalarda da intravasküler
kateter kontaminantı olabilir. Ancak bu pozitif sonuç klinisyenin kaynağı hemen araĢtırması
ve tedaviyi değerlendirmesi için önemli bir bir uyarıdır. Bununla birlikte halen kan
kültürlerinde kandidemiyi saptama oranı %50‟dir (3).
Kandida infeksiyonlarında bugünlerde en sıcak gündem herkesin gözü önünde gerçekleĢen
albikan /non-albikan Ģiftidir. Pfaller ve arkadaĢlarının 10,5 yılı içeren ( 1997-2007 ) 41
ülkeden 142 merkezden topladıkları 256 882 Candida suĢu ile yaptıkları çalıĢmada yıllar
içindeki değiĢim Ģekil 1‟de gösterilmiĢtir (4). Yine 2019 kan izolatının incelendiği bir diğer
çalıĢmada da non-albikanlar %54 ile öne geçmiĢtir. (5). Non-albikan kandidalarının
dağılımında C.glabrata ve C.parapsilosis’i C.tropicalis ve C.krusei izlemektedir. Candida
türlerinin dağılımının bilinmesi tedavide özellikle önemlidir. Antifungal duyarllılık türlere
göre tahmin edilebilir. C.krusei flukonazol direnci, C.glabrata’da değiĢen oranlarda
flukonazol direnci, C.parapsilosis’de yüksek ekinokandinlerde MĠK değerleri gibi
değiĢkenlerin değerlendirilmesi tedavinin zamanında ve etkin olarak baĢlanmasında önemlidir
(6). Tablo 1‟de Candida türlerine göre antifungallerin öngörülen duyarlılık profilleri
verilmiĢtir.
C.glabrata kandidemilerde hemen C.albicans‟dan sonra gelerek % 20-24‟lük oranı ile önemli
bir fırsatçı mantardır. Tüm Candida türleri gibi biyofilm yapabilir. Hastanın yaĢının artması
ile C.glabrata fungemileri arasında doğru orantı dikkat çekicidir (6). C.parapsilosis ise daha
çok genç hastalarda ve yenidoğan yoğun bakımlarında (özellikle düĢük doğum tartılı,
64
premature bebeklere) sorun olan bir mantardır. Mukoza yerine daha çok deride bulunan
C.parapsilosis de biyofilm yapar ve sıklıkla santral venöz kateter ve eklem protezlerini
enfekte edebilir ki buda nozokomiyal infeksiyonlarda C.parapsilosis‟I öne çıkarır. Bunun
diğer anlamı da infeksiyon kontrol önlemleri ile önlenebilir olmasıdır (6-8). Bunları takiben
gelen C.tropicalis ve C.krusei daha sıklıkla hematolojik malinitesi olan veya kök hücre
transplantı yapılan hastalarda kandidemi etkeni olarak görülür. Bu hastalarda azol profilkasisi
ve preemtif tedavi bu türlerin artıĢından sorumlu tutulmaktadır (6-8).
Kandidemi mortalitesi farklı hasta populasyonlarında % 30-81 arasında değiĢmektedir.
Antifungal tedavideki ilerlemeler rağmen mortalitesi halen yüksek olan kandidemiler
hastanede yatıĢ süresini ortalama 4,3 - 30 gün, maliyeti de ortalama 40 000 dolar
arttırmaktadır (6).
Kandidemide kaynak endojen (gastrointestinal sistem) veya nozokomiyal (intravasküler
kateter) olabilir. Kontamine solusyonlar, sağlık personelinin elleri de olası kaynaklardır.
Yanısıra
localize
infeksiyondan
örneğin
pyelonefritten
kan
yolu
ile
yayılabilir.
Gastrointestinal sistem mukoza penetrasyonu nötropenik ve yoğun bakım hastalarında
kandideminin en sık kaynağıdır.
Bununla birlikte kandidemiye eĢlik eden pek çok risk faktörü çalıĢmalar ile ortaya konmuĢtur.
Bu risk faktörleri tablo 2‟de gösterilmiĢtir. Hemen her yaĢta risk faktörleri taĢıyan hastalar
kandidemi geliĢimi için aday olsa da özellikle < 1 yaĢ ve > 65 yaĢ aralıkları daha duyarlıdır
(1). Nozokomiyal kandidemi için risk faktörlerinin araĢtırıldığı 113 hastanın değerlendirildiği
bir vaka kontrol çalıĢmada Hickman kateteri, antiasitler, yoğun bakıma giriĢ, nosogastrik tüp
ve antibiyotik verilmesi öne çıkan prediktörler olmuĢtur (7). Yoğun bakım hastaları özellikle
cerrahi yoğun bakımlar kandidemilerin yarısının oluĢtuğu alanlardır. Travma ve yanık
hastalarının yanısıra yenidoğanlar en baĢta gelen riskli grubu oluĢturmaktadır. Non-albikan
kandida türlerinin yoğun bakımlarda giderek artıĢı da dikkat çekicidir. Özellikle santral venöz
kateter ve flukonazole maruz kalma bu olasılığı arttırmaktadır. Yanısıra geniĢ spektrumlu
antifungallere maruz kalma ve gastrointestinal cerrahi öyküsü non-albikan kandida sıklığının
yanısıra flukonazol dirençli C.albicans ile geliĢen fungemi sıklığını da arttırmaktadır (8).
Gerek yoğun bakım gerekse immunsuprese hastalarda kandida kolonizasyonunun kandidemi
için risk faktörü olup olmadığı hala açık değildir. Kolonizasyon kandidemi için bağımsız risk
faktörü olarak kabul edilir. Kolonizasyon ile kandidemi artıĢı randomize, büyük çalıĢmalar
yapılmadığı için gösterilememek ile birlikte bazı küçük çalıĢmalarda gösterilmiĢtir (9). Ancak
kandideminin kolonizasyona yol açan kandida türü ile geliĢtiği de gösterilmiĢtir (6, 10).
65
Klinik ve Komplikasyonlar:
Klinik tablo hafif ateĢden sepsise kadar değiĢebilir. Hematojen yayılım sonunda birçok
organın tutulumu ile akut dissemine kandidiyaz geliĢir. Kandidemi sonunda gözde infeksiyon
(% 2-26, koryoretinit ± vitrit) deri lezyonları ve daha az olarak kaslarda abseler geliĢebilir.
Kandidemili hastaların hemen hepsinde mutlaka dilatasyon sonrası oftalmatolojik muayene
yapılmalıdır. Bu muayene hemen değilde antifungal tedavi baĢlanıp kandidemi için ön
görülen tedavi süresinin sonunda tedavi, bitmeden yapılması önerilir. Antifungallerin
çoğunun göz penetrasyonu iyi değildir. Yetersiz tedavi (uygun olmayan antifungal; örn
ekinokandinler, yetersiz sure tedavi; 4-6 hf kadar uzayan tedavi gerekebilir) hastalığın
progresyonuna yol açarak relapsa neden olabilir. Deri lezyonları eritemli zeminde, ağrısız
püstüler lezyonlar lezyonlar Ģeklindedir. Aniden ortaya çıkan deri lezyonları vücutta herhangi
bir yerde geliĢebilir. Ayrıca nodüler, nekrotik merkezli veya kolayca gözden kaçabilien hafif
lezyonlar Ģeklinde de olabilir. Ciddi nötropenik hastalarda daha çok maküler tarzda lezyonlar
geliĢebilir. Bu lezyonlardan alınan biyopsi tanı koymada önemlidir. Ayrıca endokardit,
menenjit ve osteomyelit gibi komplikasyonlar da geliĢebilir. Fungal endokarditlerin 2/3‟ü
etken Candida türleridir. Endokardit ve diğer komplikasyonların mortalitesi yüksektir (11,12).
Tanı:
Hızlı tanı erken tedaviye baĢlamada önemlidir. Morrell ve arkadaĢları kan kültürünün pozitif
olmasından sonra > 12 saat geçikmenin mortaliteyi anlamlı olarak arttırdığını göstermiĢtir
(%33 vs %11, p=0,018) (13). Hastanın özellikleri ve risk faktörlerine dayanarak pek çok hasta
bu yönden yakın olarak takip edilmelidir. Klinik bulguların da eklenmesi ile tanı olasılığının
arttırılması mümkündür. Ancak pek çok hastada bu bulgular gözden kaçabilmektedir.
Bunlardan yola çıkarak erken dönemde tanısal iĢlemlerin yapılması ve izlenmesi vaktinde
tedaviye baĢlanması için önemlidir (11,14). Altın standart kan kültürüdür. Fokal bulguları
olan hastalardan alınan biyopsiler de ( deri lezyonları gibi) yararlıdır. Kan kültürleri sadece %
50 pozitif sonuç verir. Geri kalan hastada otopside kandida infeksiyon tanısı konabilir. Kan
kültürlerinde pozitif sonuç oranı lizis – santrifügasyon tekniği ile arttırılmıĢtır. Yine BACTEC
ve BactiAlert sistemleri ile de mantar izolasyonu arttırılmıĢtır. Ancak kan kültürlerinde sonuç
alınması için 1-3 gün beklenmesi gereklidir. Buna ek olarak organizmanın identifikasyonu
için 1-2 gün daha gerekir. Daha çabuk sonuç alınması için geliĢtirilen “peptit nükleik asit
floresan in situ hibridiizasyon”- PNA-FISH, kültürün pozitifleĢmesinden sonra saatler içinde
C.albicans ve C.galabrata‟yı identifye edebilir. Ayrıca Candida‟nın kolayca identifiye
edilmesi için kullanılan türe spesifik enzimlerin olmasından yararlanılarak geliĢtirilen
“CHOROMagar” besiyeri de kullanılabilir (6,12,14).
66
Kültür dıĢında Cryptococcus neoformans ve Zygomycetes mantarları hariç tüm mantarların
tanısında kullanılabilen mantar hücre duvar komponenti β-D-glukan testinin pozitif prediktif
değeri %86 olarak gösterilmiĢtir. Klinik, mikrobiyoloji ve radyolojik bulgular ıĢığında bu
testin kullanımı yarar sağlamıĢtır (11,12,14). Antikor taramaya yönelik testler halen istenilen
düzeyde değildir. Polimeraz zincir reaksiyonu ise ümit veren ama halen standartların
oluĢmadığı tanı yöntemidir (11,14).
Tedavi:
Tedavinin temeli uygun antifungal ile uygun dozda hızla tedavinin baĢlamasıdır. Bu amaçla
tedavide son dönemde çıkan kılavuzların ( IDSA 2009 ) ve uzman görüĢlerinin yer aldığı
derlemelerin ( ESCMID Uzman görüĢleri ) gözönünde bulundurulması gereklidir (12,15).
Nosokomiyal kandidemide mortalitenin yüksek olması ve 24 saatten sonra bile hastaların %
85‟I uygun antifungal tedavi almadıkları gözönüne alınırsa bir kan kültür pozitifliğinde bile
tüm hastalarda edaviye baĢlanması önerilmektedir (16).
Kandida türlerinin identifikasyonu için ek 1-2 gün daha gerektiği yukarda belirtilmiĢ idi.
Buna göre hastanın risk faktörleri ve local epidemiyolojik verilere göre en olası etkene
yönelik ve hemodinamik durumu gözönüne alınarak tedavi planlanmalıdır. Risk faktörleri
içinde önceden azole maruz kalma durumu tedavi ajanın seçilmesinde kilit noktalardan
biridir. Bu hastalarda azol dıĢındaki seçeneklerin öncelenmesi daha yaygın kabul görmektedir
(12). Ancak azol naïf ve komplikasyonsuz sepsis olan hastalarda da flukonazol halen
öncelenen ajandır. Bu durumdaki hastalarda amfoterisin B özellikle lipid formülasyonlarının
kullanımı mümkündür ama özellikle ekonomik yönü bunu engellemektedir. Yine uzun süreli
hastanede yatan ve daha once azol ile karĢılaĢmamıĢ hastada non-albikan kandida türlerinin
de
kolonizasyonunun
artmıĢ
olabileceği
ve
özellikle
lokal
verilerin
bu
yönde
değerlendirilmesi gerekliliği de unutulmamalıdır. Bununla birlikte flukonazol almayan uzun
süreli yatan hastalarda flukonazol direncinin geliĢtiğine dair kanıt yoktur ve flukonazol ve
diğer azoller ilk tedavi için kullanılabilir. Ancak azol alan uzun süreli yatan hastalarda
hastanın genel durumu ve yine local paterne göre belirlenmek sureti ile ekinokandinlerin
öncelenmesi önerilir (12,15).
Yoğun bakımda yatan, nötropenik olmayan ve azol naïf hastalarda böbrek ve karaciğer
fonksiyonları gözönünde bulundurulmalıdır. Bu hastalarda komplikasyon sepsis durumunda
flukonazol ancak daha ağır hastalarda ekinokandinlerin öncelenmesi tercih edilir. Nötropenik
hematolojik malinitesi olan kandidemili hastalarda azol profilaksisi almıyorsa empirik
tedavide kaspofungin, LAMB, vorikonazol daha önde önerilmektedir (12,16).
Tür ayrımından sonra tedavi belirginleĢebilir. Buna göre C.albicans bağlı geliĢen kan
67
dolaĢımı infeksiyonlarında hasta hemodinamik olarak stabil, flukonazole maruz kalmadı ve
komplikasyon yoksa ve duyarlı ise flukonazol kullanılabilir. Burada da flukonazol dozunun
tam verilmesi önemlidir. Yükleme 12 mg/kg ve idamenin 6 mg/kg olacak Ģekilde ayarlanması
gereklidir ( 800 mg ve 400 mg ). Uygun olmayan flukonazol dozu ölüm riskini 9 kat arttırır.
Bu hastaya ekinokandin baĢlandı ve tedaviye yanıt Verdi ise hasta stabil olunca ve izolat
duyarlı ise tedavinin flukonazole geçilmesi ekonumik olarak önerilir. C.glabrata
infeksiyonlarında hasta komplikasyon yoksa flukonazole duyarlı ise yüksek doz flukonazol
verilebilir. Ama hastanın genel durumu ve lokal veriler burada tedaviyi belirleyen en önemli
faktörlerdir. Bu durumda flukonazol baĢlanacak ise dozun ≥ 800 mg/gün olması daha güvenli
olarak görülmektedir. C.glabrata fungemilerinde ekinokandinlerin baĢlanması daha çok
önerilmek ile birlikte flukonazol baĢlandı ve özellikle 400 mg gibi bir dozda baĢlandı ise ve
yanıt alındı ise tedavinin devamı veya dozun 800 mg/gün veya tedavinin ekinokandine
değiĢtirilmesi gibi seçeneklerin hastanın durumuna göre değerlendirilmesi önerilmektedir.
C.krusei fungemilerinde ise ekinokandin ve vorikonazol tedavi seçenekleridir. C.parapsilosis
fungemisinde her ne kadar klinik korelasyonu tam kurulamadı ise de ekinokonadin MĠK
değerlerinin yüksek olması nedeni ile ağır infeksiyonlarda azol grubunun kullanımı önerilir.
Eğer ekinokandinler ile tedaviye baĢlandı ve tedaviye yanıt alındı ise hastanın durumuna göre
tedaviye devam edilebilir(12,16).
Tedavi süresi klinik belirti ve bulgular çözüldükten sonra son pozitif kan kültüründen sonra 2
hafta tedavi önerilir. Kandidemi tanısı ile tedavi edilen hastalarda kandidiyal endoftalmit veya
koryoretinit riski nedeni ile tedavi sonlandırılmadan oftalmatolojik muayene yapılması
önerilir. Bu muayenenin çok erken yapılması yalancı negatif sonuca yol açabilir. Ġntravenöz
kateter varsa çıkarılmalıdır. Kılavuz tel ile kateterin değiĢtirilmesi önerilmez (12,16).
Nötropenik hastada LAMB veya ekinokandin gibi biyofilmlere etkili bir ajan kullanılıyorsa
kar-zarar hesabı yapılarak kateterin bırakılabileceğini öne süren bir çalıĢma son dönemlerde
yapılmıĢtır (17).
68
ġekil 1: Kandida infeksiyonlarında etkenlerin yıllara göre dağılımı (Kaynak 4)
Kandida Enfeksiyonlarında Etkenlerin Yıllara Göre Dağılımı
80
70
60
50
40
30
20
10
0
C.albicans
70,9
62,9
65
1997-2000
2001-2004
2005-2007
Sütun1
C.nonalbicans
29,1
37,1
35
Tablo 1: Candida türleri ve antifungal duyralılıkları ( kaynak 6)
Patojen
AMB
Flukonazol
Ġtrakonazol
Vorikonazol
Ekinokandin
ve
Posakonazol
C.albicans
S
S
S
S
S
C.tropicalis
S
S
S
S
S
C.parapsilosis
S
S
S
S
S -I
C.glabrata
S-I
SDD*-R
S/I-R
S-I
S
C.krusei
S-I
R
S/I-R
S-I
S
C.lusitaniae
S-I
S
S
S
S
* Doza bağlı duyarlılık
69
Tablo 2: Kandidemi için risk faktörleri (Kaynak 6,12).
Yoğun Bakım
 Uzun süreli yoğun bakımda yatma
 Kandida kolonizasyonu, çoklu bölgede
 DüĢük doğum tartılı yenidoğan
 Santral venöz kateter
 Total parenteral nutrisyon
 GeniĢ spektrumlu antibiyotik kullanımı
 Yüksek APACHE skoru
 Akut renal yetmezlik, özellikle hemodiyaliz gerektiren
 Önceden cerrahi giriĢim, özellikle abdominal cerrahi
 Gastrointestinal system perforasyonu ve anatomic sızıntılar
 Ġmmunosupresyon, kortikosteroid tedavi dahil
 Diabetes mellitus
 Transplantasyon
 Pankreatit
Ġmmunsuprese hastalar
 Hematolojik malinitesi olan hastalr
 Solid organ veya hematolojik kök hücre alıcıları
 Kemoterapötik ajan alan hastalar
KAYNAKLAR
1. Pfaller MA, Diekema DJ: Epidemiology of invasive candidiasis: a persistent public
health problem. Clin. Microbiol. Rev. 20(1), 133–163 (2007).
2. Wisplinghoff H, Bischoff T, Tallent SM, Seifert H, Wenzel RP, Edmond MB:
Nosocomial bloodstream infections in US hospitals: analysis of 24,179cases from a
prospective nationwide surveillance study. Clin. Infect. Dis. 39(3), 309–317 (2004).
3. Fridkin SK: Candidemia is costly: plain and simple. Clin. Infect. Dis. 41(9), 1240–
1241 (2005).
4. Pfaller MA, Diekema DJ, Gibbs DL et al. Results from the ARTEMIS DISK Global
Antifungal Surveillance Study, 1997 to 2007: a 10.5-Year Analysis of Susceptibilities
of Candida Species to Fluconazole and Voriconazole as Determined by CLSI
Standardized Disk Diffusion J. Clin. Microbiol. 2010, 48(4):1366-1377
70
5. Horn DL, Neofytos D, Anaissie EJ et al. Epidemiology and outcomes of candidemia in
2019 patients: data from the prosoective antifungal therapy alliance registry. Clin
Infect Dis 2009;48:1695-1700.
6. Chang A, Neofytos D, Horn DL Candidemia in th 21st Centrury
Future
Microbiology. 2008;3(4):463-472.
7. Puzniak L, Teutsch S, Powderly W et al. Has the epidemiology of nosocomial
candidemia changed? Infect Control Hosp Epidemiol 2004;25:628-632.
8. Playford EG, Marriott D, Nguyen Q et al. Candidemia in nonneutropenic critically ill
patients: risk factors for non-albicans Candida spp. Crit Care Med 2008;36:2034-2038.
9. Wey SB, Mori M, Pfaller MA, Woolson RF, Wenzel RP: Risk factors for hospitalacquired candidemia: a matched case–control study. Arch. Intern. Med. 149(10),
2349–2353 (1989).
10. Pittet D, Monod M, Suter PM, Frenk E, Auckenthaler R: Candida colonization and
subsequent infections in critically ill surgical patients. Ann. Surg. 220(6), 751–758
(1994).
11. Pappas PG: Invasive candidiasis. Infect. Dis. Clin. North Am. 20(3), 485–506 (2006).
12. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D et al. Clinical practice guidelines for the
management of candidiasis: 2009 update by the Infectious Diseases Society of
America. Clin Infect Dis. 2009; 48:503-35.
13. Morrell M, Fraser VJ, Kollef MH: Delaying the empiric treatment of Candida
bloodstream infection until positive blood culture results are obtained: a potential risk
factor for hospital mortality. Antimicrob. Agents Chemother. 49(9), 3640–3645
(2005).
14. Alexander BD, Pfaller MA: Contemporary tools for the diagnosis and managment of
invasive mycoses. Clin. Infect. Dis. 43, S15–S27 (2006).
15. Bassetti M, Mikulska M, Viscoli C. Bench-to-bedside review: Therapeutic
management of invasive candidiasis in the intensive care unit Cirtical Care
2010;14:244-256
16. Kullberg BJ, Verweji E, Akova M et al. European expert opinion on the management
of invasive candidiasis in adults. Cllin Microbiol Infect 2011;17 (Suppl 5):1-12
17. Nucci M, Anaissie E, Betts RF et al. Clin Infect Dis 2010;51:295-303.
71
AZOLLER
Dr. Çiğdem Banu ÇETĠN
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Mikrobiyoloji ve Ġnfeksiyon Hastalıkları AD,
Manisa
Azoller sık kullanılan antifungal ilaçlardır ve imidazol ve triazol olmak üzere iki gruptan
oluĢmaktadır. Ġmidazollerin kullanımı yüzeyel mantar infeksiyonları ile sınırlı iken, triazoller
ise hem yüzeyel hem de invazif mantar infeksiyonların tedavisinde kullanılmaktadır.
Triazoller etkilerini lanesterolü ergosterole dönüĢtüren lanosterol 14-alfa demetilaz enziminin
inhibisyonu ile oluĢturmaktadır.
Ġlk kullanıma giren birinci jenerasyon triazol grubunda flukonazol ve itrakonazol, ikinci
jenerasyon triazoller arasında ise albakonazol, isavukonazol, ravukonazol, vorikonazol ve
posakonazol bulunmaktadır. Ġkinci jenerasyon triazollerin hepsinin oral formları ve
vorikonazol, isavukonazol, ravukonazolun ise iv formları da bulunmaktadır.
Yapılan çalıĢmalar sonucunda vorikonazol ve posakonazolun klinik kullanımı onaylanmıĢtır.
Vorikonazolun invazif aspergillozun primer tedavisinde, nötropenik olmayan olgularda
kandidemi tedavisinde ve Scedosporium apiospermum ve Fusarium türlerinin oluĢturduğu
ciddi invazif infeksiyonların kurtarma tedavisinde kullanımı FDA tarafından onaylanmıĢtır.
Posakonazolun ise akut myeloid lösemi ve graft versus host hastalığı olan allojenik kök hücre
nakil hastalarının Aspergillus ve kandida infeksiyonları profilaksisinde ve bağıĢık yetmezlikli
hastalarda orofarengial kandidiyaz tedavisinde kullanımı FDA tarafından onaylıdır.
Zigomikoz tedavisinde kullanılması ise onaylı değildir. Vorikonazol ve posakonazolun
metabolizma ve emilim oranlarının olgular arasında değiĢkenlik gösteriyor olmasının yetersiz
tedavi veya toksisite sorunu oluĢturabileceği unutulmamalı ve özellikle ciddi seyirli invazif
fungal infeksiyon tedavilerinde plazma ilaç düzeylerinin izlemi yapılmalıdır.
Flukonazol:
Flukonazol C.krusei (intrensik dirençli) ve bazı C.glabrata suĢları dıĢında birçok kandida
türüne karĢı etkindir. Ayrıca Cryptococcus türleri ve Coccidioidomyces türlerine karĢı iyi bir
etkinlik gösterir.
Flukonazol %90‟dan fazla biyoyararlanım göstererek kolaylıkla emilir. Diğer azollerden
farklı olarak proteinlere düĢük oranda bağlanması nedeni ile BOS‟da dahil olmak üzere serum
düzeylerinin %60-80‟ine eriĢen düzeylerde tüm doku ve sıvılara dağılır. Esas olarak renal
yolla atılmaktadır, bu nedenle böbrek yetmezliğinde doz ayarlamalarının yapılması gereklidir.
72
Ender yan etkileri arasında agranulositoz, lökopeni ve trombositopeni yer alır. Ayrıca
angioödem, anafilaksi, QT uzaması, döküntü, Steven-Johnson sendromu yapabilir. Uzun
süreli kullanımında geri dönüĢlü alopesi geliĢebilir.
Flukonazolun asıl indikasyonları orofarengial ve özefageal kandidiyaz, kandidemi,
kriptokokal menenjit (idame tedavisi), hafif ve orta Ģiddette santral sinir sistemi
coccidioidomyces infeksiyonlarıdır. Ayrıca solid organ transplantasyonu, yüksek riskli yoğun
bakım hastaları, nötropenik kök hücre transplant alıcılarında antifungal profilakside uzun süre
kullanılmıĢtır.
Itrakonazol:
Flukonazole göre daha geniĢ etki spektrumuna sahip bir azoldür. Candida türleri,
C.neoformans,
Trichosporon
türleri,
Aspergillus
türleri,
Histoplasma
capsulatum,
Blastomyces dermatitidis, Coccidioides immitis, Paracoccidioides braziliensis ve Sporothrix
schenkii ve dermatofitlere etkilidir. Itrakonazolun Zygomycetes ve Fusarium türlerine klinik
etkinliği yoktur.
Oral formunun biyoyararlanımı yaklaĢık %55‟dir ve emilimi tok karnına ve asid pH ile artar.
Büyük oranda karaciğerde metabolize olur ve karaciğer yetmezliğinde doz ayarlaması
gereklidir. Biyoyararlanım sorunu nedeni ile siklodekstrin ile kombine edilerek oral solüsyon
ve iv formları oluĢturulmuĢtur.
Vorikonazol:
Vorikonazol itrakonazol ve flukonazole göre daha geniĢ spektrumlu bir azoldür. Vorikonazol
C.krusei ve C.glabrata dahil kandida türleri, C.neoformans, Fusarium türleri, Aspergillus
türleri, dimorfik mantarlara karĢı etkindir. Ancak, Zygomycetes türlerine etkinliği yoktur.
Hem oral hem de parenteral formu bulunmaktadır. Oral formülasyonu ile biyoyararlanımı
%90‟dan fazladır. Yağlı yiyecekler ile biyoyararlanımı azalabileceğinden aç karnına kullanım
önerilmektedir.
BOS‟da dahil dokulara dağılımı iyidir. Sitokrom p450 enzim sistemi ile metabolize edilir, bu
nedenle kullanımında ilaç etkileĢimleri göz önüne alınmalıdır. Vorikonazolun %2‟den azı
değiĢmeden idrarla atılır ve alt üriner sistem infeksiyon tedavisi için yeterli idrar düzeylerine
ulaĢamaz.
Vorikonazol döküntü, geçici görme bozukluğu, nörotoksisite ve hepatit gibi yan etkilere yol
açar. Fotosensitivite genellikle hafiftir, kullanımı sırasında güneĢten korunmak gerekir.
Görme bozukluğu diğer triazollerle bildirilmeyen bir yan etkidir ve tedavinin ilk haftasında
%20-40 oranında gözlenebilir. Görme bozukluğu genellikle doz iliĢkili olup fotofobi, renk
ayrımında değiĢiklikler ve bulanık görme Ģeklindedir. Nörolojik toksisite vorikonazolun
73
serum konsantrasyonları ile iliĢkilidir, görsel ve duyusal halüsinasyonlar, konfüzyon,
ajitasyon gözlenebilir.
Vorikonazol invazif aspergillozun primer tedavisinde önerilmektedir ve kullanımı ile santral
sinir sistemi aspergilloz tedavisinde geliĢme sağlanmıĢtır.
Posakonazol:
Posakonazol geniĢ etkinliğe sahip 2. kuĢak triazoldür. Flukonazole dirençli kökenler dahil
Candida türleri, amfoterisine dirençli Aspergillus terreus dahil Aspergillus türleri,
Zygomycetes, Fusarium Cryptococcus, Histoplasma türleri bu geniĢ spektrum içinde yer
almaktadır.
Posakonazolun yalnızca oral formu bulunmaktadır ve biyoyararlanımı yağlı yiyeceklerle
artmaktadır. Emilim sonrası dokulara iyi dağılır ve sabit konsantrasyona 7-10 gün içerisinde
ulaĢır. Kullanım dozu günde ikiye bölündüğünde biyoyararlanım %98, dörde bölündüğünde
%220 artar, bu nedenle günde tek doz Ģeklinde kullanım önerilmemektedir.
Posakonazol karaciğerde glukuronidasyon ile metabolize olur, ancak ilacın çoğunluğu
değiĢmeden dıĢkı ile atılır.
Posakonazol kullanımında çoğunluğunu gastrointestinal bozuklukların oluĢturduğu
%6
oranında yan etki bildirilmiĢtir. Ender olarak hepatotoksisite ve QT uzaması yaptığı
gösterilmiĢtir.
Yapılan invitro çalıĢmalar, diğer antifungal ajanlarla karĢılaĢtırıldığında, birçok maya ve küf
mantarına eĢit veya daha iyi bir etkinliği bulunduğunu göstermektedir. Bu geniĢ etki
spektrumu nedeni ile invazif fungal infeksiyonlar açısından riskli gruplarda profilakside
seçilecek iyi bir antifungal ajan olacağını düĢündürmektedir.
GeniĢ etki spektrumu nedeni ile ağır seyirli ve tedaviye dirençli aspergilloz, fusarioz,
zigomikoz, coccidioidomikoz, histoplazmoz gibi invazif fungal infeksiyonların kurtarma
tedavisinde kullanılmaktadır. Posakonazol bağıĢık yetmezlikli hastaların invazif aspergilloz
ve kandidiyaz profilaksisinde ve orofarenks kandidiyaz tedavisinde onaylıdır.
KAYNAKLAR
1-Girmenia C. Azoles. Mycoses 2011; 54(Suppl 2):25-26.
2-Arnold TM, Dotson E, Sarosi GA, Hage CA. Traditional and Emerging Antifungal
Therapies Proc Am Thorac Soc 2010; 7: 222–228.
3-Girmenia C. New generation azole antifungals in clinical investigation. Expert Opin
Investig Drugs 2009;18:1279-95.
74
4-Cornely OA. Aspergillus to Zygomycetes: causes, risk factors, prevention, and treatment of
invasive fungal infections. Infection 2008; 36: 296-313.
5-Kriengkauykiat J, Ito JI, Dadwal SS. Epidemiology and treatment approaches
in management of invasive fungal infections. Clinical Epidemiology 2011;3: 175-191.
6- Clinical practice guidelines for the management of candidiasis: 2009 update by the
Infectious Diseases Society of America.
7-Uzun Ö. Sistemik Etkili antifungal ajanlar. Arman D, OdabaĢı Z(ed).Fungal Ġnfeksiyonlar
ve Tedavisi.Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi, 2009:37-53.
75
POLYENLER
Dr. M. Bülent ERTUĞRUL
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı, Aydın
Polyenler sistemik kullanılan antifungal ajanlar içinde yer alır ve bu grup içinde günümüzde
amfoterisin B, nistatin ve pimarisin olmak üzere üç grup bulunmaktadır. Özellikle amfoterisin
B bilinen en eski antifungal ilaç olmasının yanı sıra pek çok fungal etkenin oluĢturduğu
infeksiyonlarda halen birinci seçenek olma özelliğini sürdürmektedir.
Amfoterisin B:
1955 yılında Gold ve arkadaĢları tarafından bir Streptomyces nodosus suĢundan elde
edilmiĢtir. 1960 yılında klinik kullanıma giren amfoterisin B yaĢamı tehdit eden, ilerleyici
sistemik mantar infeksiyonlarının tedavisinde kullanılan en eski ilaçtır[1, 2]. Duyarlı mantar
türlerinin hücre membranında bulunan ergostrole geri dönüĢümsüz olarak bağlanır ve mantar
hücre mebranında porlar açılmasına neden olur. Bunun sonucu olarak membranın ozmotik
bütünlüğü bozulur ve geçirgenliği artar. Sonuç olarak hücre içinden baĢta katyonik
moleküllerin hücre dıĢına kaybı ile mantar hücresinin ölümüne (fungusid etki) neden olur[2].
Lipofilik yapısı nedeniyle mantar hücre mebranında bulunan ergostrol dıĢında memeli
hücresinde bulunan kolesterole de düĢük affinitede de olsa bağlanması bu ilaçların kullanımı
sırasında oluĢan yan etkilerin baĢlıca nedenidir.
Amfoterisin B bilinen en geniĢ spektrumlu antifungal ilaçtır. Amfoterisin B‟nin etkinliğinin
belirlenmesinde en önemli sorun Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI) referans
mikrodilüsyon yönteminin dirençli suĢları duyarlı suĢlardan ayırmada çoğu kez yetersiz
kalmasıdır. Buna karĢın Amfoterisin B‟nin Candida (azol dirençliler dahil), Cryptococcus
neoformans, Aspergillus, Zygomycetes, Histoplasma capsulatum, Blastomyces dermatitidis,
Coccidioides immitis ve Paracoccidioides brasiliensis suĢlarının çoğuna etkilidir. Candida
lusitaniae, Candida krusei, Candida guilliermondii, Candida glabrata ve Candida rugosa
suĢları diğer Candida türlerine göre amfoterisin B‟ye daha az duyarlıdır veta dirençlidir[3].
Yapılan bir çalıĢmada C. lusitaniae ve C. rugosa suĢlarının %5 – 20‟sinin, C. kurusei suĢlanın
%10 – 15‟inin, C. gulliermondii suĢlarının ise %5 – 10‟unun amfoterisin B‟ye dirençli
oldukları belirtilmiĢtir[4].
Amfoterisin B‟nin klinik kullanımını kısıtlayan en önemli faktör yan etkilerdir. Özellikle
konvansiyonel amfotrisin B‟nin (amfoterisin B deoksikolat) nefrotoksisite potansiyelinin
yüksek olması ve bu nedenle yüksek dozlarda kullanılamaması, daha az toksik ve daha
76
yüksek dozlarda kullanılabilen amfoterisin B‟nin lipid içerikli formlarının geliĢtirilmesi ile
sonuçlanmıĢtır. Amfoterisin B‟nin üç lipid bileĢikli formu bulunmaktadır; Lipozomal
amfoterisin B (AmBisome®), lipid kompleks amfoterisin B (Abelcet®) ve amfoterisin B
kolloidal dispersiyon (Amphocil®).
Ülkemizde invasif fungal infeksiyonu olası veya kanıtlanmıĢ olan hastalarda Sağlık
Uygulama Tebliği (SUT) nedeniyle baĢlangıç tedavisinde lipid formülasyonlu amfoterisin B
preparatları yerine konvansiyonel amfoterisin B kullanım zorunluluğu bulunmaktadır.
SUT‟un uygulanması zorunluluğu bulunmayan ve baĢlangıç tedavisine konvansiyonel
amfoterisin B ile baĢlanmıĢ hastalarda lipid formülasyonlu preparatlara geçme indikasyonları
Ģu Ģekilde özetlenebilir:
1. Amfoterisin B‟ye refrakter veya intolerans geliĢen sistemik mikozlar ve özellikle
birincil aspergillozu olanlar,
2. BaĢlangıç serum kreatinin değerinin > 2.0 mg/dL olması veya kreatinin klerensinin
<40 mL/dakika olması ve tedavi sırasında serum kreatininde artma (2.0 mg/dL‟ye
kadar) veya kreatinin klerensinde azalma (< 40 mL/dakika),
3. Birlikte birden fazla nefrotoksik ajanın kullanılması,
4. Amfoterisin B total dozunun 500 mg‟a ulaĢmasına karĢın hastalığın ilerlemesi,
5. Kullanım sırasında kontrol edilemeyen ve tolere edilemeyen ciddi reaksiyonlar olması
(maksimum premedikesyona karĢın kontrol edilemeyen ve ilacın verilmesini
engelleyen infüzyonla iliĢkili yan etkiler, maksimum elektrolit replasmanına karĢın
ağır hipokalemi ve/veya hipomagnezemi vb.).
Yan Etkiler:
1. Nefrotoksik yan etkiler:
Amfoterisin B deoksikolat doza bağlı olarak glomerülerfiltrasyon hızını azaltır.
Afferent renal arteriollere direkt vazokonstrüktif etkisi vardır. Eritropoetin yapımını
azaltır. Uygulama sırasında hipopotasemi geliĢebilir ve bu nedenle potasyum
replasmanı yapılmalıdır. Eğer baĢka nefrotoksik ajanlar kullanılıyorsa (siklosporin,
aminoglikozid vb.) ya da hipotansiyon, renal transplantasyon, intravasküler sıvı açığı
nefrorotoksite geliĢme olasılığını arttırır. Lipid formülasyonlar bu yan etki olasılığını
azaltır[2].
2. Ġnfüzyona bağlı yan etkiler:
Ġnfüzyona baĢlandıktan 30 – 45 dakika sonra titreme, ateĢ, takipne geliĢebilir. Bu
bulgular infüzyonun ilerleyen saatlerinde ve tekrarlayan infüzyonlar sonrası azalır.
77
Ayrıca infüzyon öncesi parasetamol veya 25 – 50 mg hidrokortizon ile premedikasyon
uygulanması infüzyona bağlı bu reaksiyonların Ģiddetini azaltır[2].
3. Diğer yan etkiler:
Amfoterisin B kullanımı sırasında bulantı, kusma ve iĢtahsızlık yakınmaları sık olarak
karĢılaĢılan yan etkilerdir. Ġlacın periferik ven kateteri ile uygulanmasına bağlı olarak
flebit geliĢebilir. Diğer nadir görülen yan etkiler, trombositopeni, lökopeni, aritmiler
(özellikle hipopotasemiye bağlı olarak), koagülasyon bozuklukları, hemorajik enterit,
vertigo, ensefalopati, konvülziyonlar ve hemolizdir[2].
Amfoterisin B Lipid Kompleks (Abelcet®:)
Dimiristoil fosfatidilkolin ve dimiristoil fosfatidil gliserolün amfoterisin B ile Ģeritler halinde
kompleks oluĢturan bileĢiğidir. Uygulama dozu 5 mg/kg/gün Ģeklindedir. Ciddi kandida
infeksiyonu bulunan 231 hastada amfoterisin B lipid kompleks ile konvansiyonel amfoterisin
B‟nin etkinliğinin karĢılaĢtırıldığı çalıĢmada yanıt oranlarının her iki preparat için benzer
olduğu gözlenmiĢ (%65‟e %61) ancak nefrotoksisite geliĢme oranı lipid komplekste anlamlı
olarak düĢük bulunmuĢtur. Ġnvasif kandida infeksiyonu bulunan 900‟ün üzerinde hastayı
içeren çok merkezli CLEAR çalıĢmasında amfoterisin B lipid kompleks tedavisine yanıt oranı
%61 olarak saptanmıĢ ve bu yanıt oranı etkenin C. albicans ya da albicans dıĢı Candida
olmasına göre değiĢmemiĢtir[5].
Amfoterisin B Kolloidal Dispersiyon (Amphocil®):
Amfoterisin B ile kolesteril sülfatın 1/1 oranında oluĢturulmuĢ birleĢimidir. Amfoterisin B
deoksikolat tedavisine yanıt vermeyen veya böbrek fonksiyonu bozuk olan 168 hastada
yapılan bir çalıĢmada kandida infeksiyunu olan 33 hastanın 19‟unda (%58) tedaviye yanıt
gözlenmiĢtir. Ġnvazif kandida infeksiyonlarında 3 mg/kg/gün dozunda kullanılması
önerilmektedir[6].
Lipozomal Amfoterisin B (AmBisome®:)
Tek gerçek lipozomal preparattır. Diğer iki preparattan farklı olarak, uniform ve sferik yapıda
unilamellar veziküllerden oluĢur. Önerilen kullanım Ģekli 3 – 5 mg/kg/gün dozundadır.
Önerilen dozlarda iki lipid formülasyonlu preparata oranla daha yüksek serum düzeylerine
ulaĢabilmektedir. Yapılan çalıĢmalar, lipozomal amfoterisin B tedavisi sırasında gerek
konvansiyonel amfoterisin B gerekse amfoterisin B lipid komplekse oranla daha az
nefrotoksisite ve infüzyona bağlı yan etki geliĢtiğini göstermiĢtir [7]. Beyin omurilik sıvısına
geçiĢi diğer amfoterisin B preparatları ile benzer oranlarda olmasına karĢın infekte veya
infekte olamayan beyin dokusuna geçiĢi diğer preparatlara oranla daha iyidir[8].
78
KAYNAKLAR
1.
Usluer G. Antifungal ilaçlar. In: Ulusoy S, Arman D, Uzun Ö, (eds). Önemli ve
sorunlu fungal infeksiyonlar. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınları, 2006: 147-57.
2.
Uzun Ö. Poliyenler In: Leblebicioğlu H, Usluer G, Ulusoy S, (eds). Güncel Bilgiler
IĢığında Antibiyotikler. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınları, 2008: 683-90.
3.
Arikan S, Rex JH. Lipid-based antifungal agents: current status. Curr Pharm Des.
2001; 7(5):393-415.
4.
Arıkan S. Lipozomal amfoterisin B yapısal ve farmakokinetik özellikleri, invitro etki
spektrumu. Flora 2007; 12(Ek 2):3-7.
5.
Ito JI, Hooshmand-Rad R. Treatment of Candida infections with amphotericin B lipid
complex. Clin Infect Dis. 2005; 40 (Suppl 6):S384-91.
6.
White MH, Anaissie EJ, Kusne S, Wingard JR, Hiemenz JW, Cantor A, et al.
Amphotericin B colloidal dispersion vs. amphotericin B as therapy for invasive
aspergillosis. Clin Infect Dis. 1997; 24(4):635-42.
7.
Wingard JR, White MH, Anaissie E, Raffalli J, Goodman J, Arrieta A. A randomized,
double-blind comparative trial evaluating the safety of liposomal amphotericin B
versus amphotericin B lipid complex in the empirical treatment of febrile neutropenia.
L Amph/ABLC Collaborative Study Group. Clin Infect Dis. 2000; 31(5):1155-63.
8.
Groll AH, Giri N, Petraitis V, Petraitiene R, Candelario M, Bacher JS, et al.
Comparative efficacy and distribution of lipid formulations of amphotericin B in
experimental Candida albicans infection of the central nervous system. J Infect Dis.
2000; 182(1):274-82.
79
EKĠNOKANDĠNLER
Dr. Tuba TURUNÇ
BaĢkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü,
Adana
Gerek mevcut antifungal ilaçlara direnç yüzünden, gerekse mayalarda tür düzeyinde dağılımın
albicans dıĢı mayalar ve önceden ender görülen küflerin lehine geliĢmesi sonucu yeni
antifungal ilaçlara gereksinim doğmuĢtur. Son on yıl, antifungal tedavi için „altın çağ‟
olmuĢtur. Yeni bir antifungal sınıfı olan ekinokandinlerin kullanıma sunulması, invazif
kandidiyaz tedavisinde devrim yapmıĢ, yüksek risk taĢıyan hastalarda antifungal profilaksi
için seçenekleri artırmıĢ ve invazif mikozlarda kombine antifungal tedavi konusundaki
tartıĢmaları alevlendirmiĢtir.
Ekinokandinler mantar hücrelerinin duvarında yer alan 1,3-β-D-glucan adlı bir polisakkaridin
sentezinde görevli enzimi inhibe ederek hücre duvarının yapısını bozarlar ve hücre ölümüne
neden olurlar. Ġnsan hücrelerine toksik değildirler. Azol ve poliyen antifungallerle çarpraz
dirençleri yoktur. Azollere dirençli olanlar dahil olmak üzere, Candida türlerinin çoğuna
fungisidal, Aspergillus türlerine karĢı fungistatik etki gösterirler. ġu ana kadar türe bağlı
direnç saptanmamıĢ olmakla birlikte, bazı yayınlarda, C. parapsilosis, C.glabrata ve C.
albicans türlerinde direnç bildirilmiĢtir. Fusarium veya Scedosporium türlerine etkili
değildirler. Buna karĢın Blastomyces, Penicillium ve Pneumocystis türlerine kısmi etkileri
vardır. Sonuç olarak bu grup ajanların kullanım alanları Candida ve Aspergillus
infeksiyonlarının tedavisi ile sınırlıdır. Etki mekanizmalarından ve diğer antifungal ajanlarla
antagonizma göstermediklerinden dolayı ekinokandinler antifungal kombinasyonlarda da
kullanılmaktadırlar. Ekinokandinlere karĢı direnç geliĢimi nadir olmakla birlikte bildirilmiĢtir.
Diğer antifungal ajanlarla çapraz direnç geliĢmemektedir. Direnç geliĢiminde en önemli
mekanizma FKS1ve FKS2 genlerindeki mutasyonlar sonucu olmaktadır. Bu genler 1.3-β-Dglucan synthase enzimini kodlamaktadırlar. Az sayıdaki yayında C. albicans ve C. glabrata
suĢlarında MIK düzeylerinde artıĢ bildirilmiĢ ve bunun sonucu geliĢen tedavi baĢarısızlığı
rapor edilmiĢtir. Caspofungine karĢı geliĢen bu direncin aynı zamanda micafungin ve
anidulafungin direnciyle de birlikte olduğu not edilmektedir. 2001-2006 yılları arasında
toplanan 5346 Candida izolatının değerlendirildiği bir çalıĢmada her 3 ajanın minimum
inhibitör konsantrasyon (MĠK) değerleri benzer saptanmıĢtır.
Kaspofungin, mikafungin ve anidulafungini içeren ekinokandinler kimyasal olarak modifiye
edilmiĢ mantar moleküllerdir. Aralarında farmakokinetik, farmakodinamik, yan etkiler ve ilaç
80
etkileĢimleri açısından minimal farklar olmakla birlikte, etki mekanizmaları ve spektrumları
benzerdir.
Kaspofungin:
Kaspofungin ilk ruhsat alan ekinokandin grubu antifungal olup Ocak 2001‟de FDA tarafından
eriĢkinlerde geliĢen ösofageal ve invazif kandisiyazisin primer tedavisinde ve diğer
antifungallere yanıtsız invazif aspergillozda ve febril nötropeninin empirik tedavisinde
kullanım onayı almıĢtır. Çocuklarda yapılan birçok retrospektif ve iki prospektif çalıĢma
sonucunda da FDA Temmuz 2008‟de caspofunginin 3 ay ve üzeri çocuklarda kullanımına
onay vermiĢtir.
Farmakolojik Özellikler:
Kaspofungin (Cancidas®) 50 ve 70 mg dozunda toz flakon olarak bulunmaktadır. Steril su
veya serum fizyolojik ile sulandırılarak IV infüzyon Ģeklinde uygulanmaktadır. Oral
biyoyararlanımı son derece azdır. Ajan yüksek oranda proteine bağlanmaktadır (≥%97) ve
tüm organ ve dokulara dağılmaktadır. Hayvan çalıĢmalarında kaspofunginin karaciğer, böbrek
ve kalın bağırsaklardaki düzeyleri serum düzeylerinden yüksek, kalp, beyin ve kas dokusunda
düĢük, akciğer dokusu ve dalakta ise serum ile aynı bulunmuĢtur. Kaspofungin metabolizması
sınırlıdır. Kimyasal olarak doku ve kanda spontan yıkılım veya karaciğerde hidroliz ve Nasetilasyon sonucu parçalandıktan sonra idrar ve dıĢkıdan yavaĢça atılır. Çok az miktarları
(<%2) idrarda değiĢmeden atılmaktadır Ġlaç diyalizabl değildir, böbrek yetersizliği veya hafif
karaciğer
yetersizliğinde
doz
ayarlaması
gerekmez.
Orta
derecedeki
karaciğer
yetersizliklerinde caspofungin klirensi biraz azalmaktadır (Child-Pugh skoru 7-9) ve bu
durumda doz azaltılması gerekmektedir. EriĢkinlerde kaspofungin 70 mg yükleme dozunu
izleyerek günlük 50 mg dozunda uygulanmaktadır.
İlaç etkileşimleri:
Kaspofungin sitokrom P-450 enzim sisteminin veya intestinal glikopeptidlerin inhibitör veya
uyarıcısı olmadığından ilaç etkileĢimi nadirdir. Klinik çalıĢmalarda kaspofungin düzeylerinin
itraconazole, amphotericin B, mycophenolate, nelfinavir veya tacrolimusdan etkilenmediği
gösterilmiĢtir. Buna karĢın kaspofungin ile birlikte verildiğinde tacrolimus düzeylerinde %20
azalma saptanmakta olup doz ayarlaması gerekmektedir. Buna karĢın siklosporin düzeylerine
etkisi yoktur. Ancak siklosporin kaspofungin düzeylerini %35 oranında arttırabilir ve
gönüllülerde geçici karaciğer transaminaz yükselmeleri bildirilmiĢtir. Bu nedenle caspofungin
ve siklosporinin birlikte kullanımına olası risk ve kazanç değerlendirmesi yapılarak karar
verilmelidir. Ġlaç klirensini arttıran efavirenz, nelfinavir, nevirapine, phenytoin, rifampin,
81
dexamethasone ve carbamazepine gibi ilaçlar caspofungin düzeylerini azaltabilir ve bu
durumda günlük dozunu 70 mg‟a çıkarılması düĢünülebilir.
İstenmeyen etkiler:
Kaspofungine bağlı geliĢen istenmeyen etkiler nadirdir ve sıklıkla minordur. Kaspofungin
hepatotoksik veya nefrotoksik değildir. Diğer bazı polipeptidler gibi histamin salınımına
neden olabilir. EriĢkinlerde buna bağlı ateĢ, baĢ ağrısı, kusma ve ishal bildirilmiĢtir. Ayrıca
döküntü, yüzde ĢiĢme, kaĢıntı veya sıcaklık hissi, anafilaktik reaksiyonlar ve injeksiyon
yerinde iritasyon geliĢebilir.
Kaspofungin kullanım endikasyonları:
YetiĢkin hastalarda günde 50 mg (1'inci gündeki 70 mg'nin ardından) kaspofunginle günde 3
mg/kg lipozomal amfoterisin B'nin (LAmB) karĢılaĢtırıldığı çift kör, randomize, çok merkezli
bir çalıĢma da (26 ülkedeki 116 merkezde) Febril nötropenik hastalarda Ģüpheli fungal
infeksiyonun ampirik terapisi olarak kaspofungin LAmBa kadar etkili bulunmuĢtur.
EriĢkinlerde ve pediatrik hastalarda (3 aylıktan büyük) onaylanmıĢ endikasyonlar
– AteĢli, nötropenik hastalarda kuĢkulanılan fungal infeksiyonların ampirik
tedavisi
– Kandidemi ve aĢağıdaki Candida infeksiyonlarının tedavisi: intra-abdominal
abseler, peritonit ve plevra boĢluğu infeksiyonları
– Özofageal kandidiyaz tedavisi
– Diğer tedavilere (amfoterisin B, amfoterisin B'nin lipid formülasyonları
ve/veya itrakonazol) yanıt vermeyen† veya toleranssız olan eriĢkinlerde invazif
aspergilloz tedavisi
Anidulafungin:
Farmakolojik Özellikler:
Anidulafungin 50 ve 10 mg doz içeren toz flakonlarda sulandırıcısı ile bulunmaktadı.
Ġçerdiğinde bulunan etanol miktarı çok az olup klinik etkisibildirilmemiĢtir. Plazma
proteinlerine %99 oranında bağlanmaktadır. DolaĢıma dağılımı son derece hızlıdır ve
kimyasal yol ile yavaĢça degrade olur. Hayvan çalıĢmalarındakaraciğer, akciğer, böbrek ve
dalak konsantrasyonları serumun 3-6 katı bulunmakla birlikte deri, kas dokusu ve BOS
konsantrasyonları çok düĢüktür. Böbrek yetersizliği veya karaciğer yetersizliğinde doz
ayarlanmasına gerek yoktur.
82
Pediatrik yaĢ grubunda (2-11 yaĢ) ve adolesanlarda (12-17 yaĢ) 0.75 mg/kg/gün ve 1.5
mg/kg/gün dozları eriĢkinlerdeki 50- ve 100 mg/gün dozları ile eĢdeğer kan düzeyleri
göstermektedir.
İlaç Etkileşimleri:
Anidulafunginin sitokrom P450 enzim sistemi ile anlamlı bir etkileĢimi yoktur. Bu sistemin
uyaranı, inhibitörü veya sübstratı değildir (7). Dolayısıyla siklosporin,
vorikonazol, tacrolimus, lipozomal amfoterisin B veya rifampisin ile birlikte uygulandığında
doz ayarlanmasına veya özel önlemler almaya gerek yoktur.
İstenmeyen Etkiler:
Histamin aracılı semptomlar (döküntü, ürtiker, flaĢing, kaĢıntı, dispne, hipotansiyon gibi)
nadir olarak 1.1 mg/dakikayı aĢan hızlı infüzyonlarda bildirilmektedir.
Diğer istenmeyen etkiler son derece nadir ve hafiftir ve flukonazol ile karĢılaĢtırılabilir
düzeydedir. Hepatotoksik veya nefrotoksik değildir.
Anidulafungin Kullanım Endikasyonları:
Anidulafungin kullanım onayı eriĢkinlerin invazif kandidiyaz ve ösofageal kandida
infeksiyonları ile sınırlıdır. Ġnvazif kandidiyaz vakalarında baĢarı oranı flukonazol ile
kıyaslandığında daha yüksek bulunmuĢtur (%76‟ya %60). Bu baĢarılı sonuçlar baĢka klinik
araĢtırmalarla
da
desteklenmiĢtir.
Ösofageal
kandidiyaz
baĢarısı
ise
%97
olarak
bildirilmektedir.
Anidulafungin Aspergillus türlerine bakteriyostatik etkilidir. Ülkemizde eriĢkinlerde kullanım
ruhsatı olan preparatı olmakla birlikte yeterli çalıĢma olmadığından henüz pediatri
vakalarında kullanımı önerilmemektedir.
Mikafungin:
Farmakolojik Özellikler:
Mikafungin (Mycamine) 50 ve 100 mglık flakonlarda bulunmaktadır. Ġlacın %99.5‟i proteine
bağlanır (özellikle albümin) ve çok az oranda metabolik değiĢime uğrar. Asıl atılım yolu fekal
ekskresyondur. Böbrek yetersizliğinde veya karaciğer yetersizliklerinde (Hafif veya orta) doz
ayarlanmasına gerek yoktur. 2-8 yaĢ arası çocuklarda micafunginin dağılımı ve klirensi büyük
çocuk ve eriĢkinle benzerdir. Mikafungin akciğer, karaciğer, dalak ve böbrekte çok yüksek
konsantrasyonlara ulaĢırken BOS‟da hiç saptanamamaktadır. Genellikle 2 mg/kg/gün dozu
prematüre bebeklerde ve çocuklarda yeterli klinik yanıt sağlamaktadır.
İlaç Etkileşimleri:
Mikafunginin de diğer ekinokandinler gibi sitokrom P450 sistemi ile bir etkileĢimi yoktur.
Siklosporin, tacrolimus, amfoterisin B, vorikonazol, prednizolon, flukonazol, ritonavir veya
83
rifampin ile birlikte kullanım durumlarında doz ayarlamasına gerek yoktur. Ancak
itrakonazol, nifedipin ve sirolimus düzeyini %20 oranında arttırabilmektedir. Buna karĢın bu
ajanlarla birlikte kullanımında doz ayarlamasına gerek yoktur, ancak toksisite açısından izlem
önerilmektedir.
İstenmeyen Etkiler:
Mikafungine bağlı geliĢen istenmeyen etkiler genellikle az olup hafif seyirlidir. Histamin
salınımına bağlı semptomlar geliĢebilir. Hepatotoksik veya nefrotoksik değildir.
Mikafungin Kullanım Endikasyonları:
Mikafungin eriĢkinlerde immün kompromize hastaların invazif fungal infeksiyonların
tedavisinde (invazif aspergilloz dahil) ve kök-hücre nakli vakalarının profilaksisinde etkili
bulunmuĢtur. Bir pediatrik alt çalıĢma grubunda ise invazif kandidiyaz vakalarında
micafungin ile lipozomal amfoterisin B karĢılaĢtırılmıĢtır. Ġki ilacın da etkisi benzer oranlarda
bulunmuĢtur (%72.9‟a %76.0). Buna karĢın mikafungin lipozomal amfoterisin B‟ye oranla
daha iyi tolere edilmiĢ ve tedavinin kesilmesini gerektirecek istenmeyen etki oranları çok az
saptanmıĢtır. Mikafungin in vitro olarak Aspergillus suĢlarına etkisiz bulunmakla birlikte
ajanın bu organizmaya etkinliğini araĢtıran çok az sayıda çalıĢma vardır. Benzer Ģekilde febril
nötropenik hastaların ampirik tedavisinde kullanımı konusunda da veriler yetersizdir.
Mikafungin, Avrupa‟da Nisan 2008‟de çocuk ve yenidoğanlarda kullanım onayı almakla
birlikte henüz FDA tarafından çocuk yaĢ grubunda bu onayı almamıĢtır.
KAYNAKLAR
1- Benjamin Jr DK, Driscoll T, Seibel NL, et al. Safety and pharmacokinetics of
intravenous anidulafungin in children with neutropenia at high risk for invasive fungal
infections. Antimicrob Agents Chemother 2006; 50: 632-8.
2- Denning DW. Echinocandin antifungal drugs. Lancet 2003; 362:1142-51.
3- Douglas CM. Understanding the microbiology of the Aspergillus cell wall and the
efficacy of caspofungin. Med Mycol 2006; 44: 95-9.
4- Feldmesser M, Kress Y, Mednick A, Casadevall A. The effect of the echinocandin
analogue caspofungin on cell wall glucan synthesis by Cryptococcus neoformans. J
Infect Dis 2000; 182: 1791-5.
5- Graybill JR. The echinocandins, first novel class of antifungals in two decades: will
they live up to their promise? Int J Clin Pract 2001; 55: 633-8.
84
6- Groll AH, Walsh TJ. Antifungal agents. In: Feigin RD, Demmler-Harrison GJ, Cherry
JD, Kaplan SL, eds. Feigin and Cherry‟s Textbook of Pediatric Infectious Diseases,
sixth ed. Saunders Elsevier: Philadelphia 2009: 3271-308.
7- Kurtz MB, Douglas CM. Lipopeptide inhibitors of fungal glucan synthase. J Med Vet
Mycol 1997; 35: 79-86.
8- Pfaller MA, Boyken L, Hollis HJ et al. In vitro susceptibilities of invasive isolates of
Candida spp. to anidulafungin, caspofungin and micafungin: six years of global
surveillance. J Clin Microbiol 2008; 46: 150-6.
9- Product information. Cancidas (caspofungin). Whitehouse Station, NJ: Merck and Co,
July 2009
10- Product information. Eraxis (anidulafungin). New York, NY: Pfizer Inc, June 2009.
11- Reboli AC, Rotstein C, Pappas PG, et al. Anidulafungin versus fluconazole for
invasive candidiasis. N Eng J Med 2007; 356: 2472-82.
12- Vehreschild JJ, Kummerle T, Karthaus M, et al. Anidulafungin- state of affairs from a
clinical perspective. Mycoses 2007; 50: 38-43.
13- Wiederhold NP, Lewis JS. The echinocandin micafungin: a review of the
pharmacology, spectrum of activity, clinical efficacy and safety. Expert Opin
Pharmacother 2007; 8: 1155-66.
14- Zaoutis TE, Benjamin DK, Steinbach WJ. Antifungal treatment in pediatric patients.
Drug Resist Update 2005; 8: 235-45.
15- Zeng
J,
Kamei
K,
Zheng
Y,
Nishimura
K.
Susceptibility
of
Pseudallescheriaboydii and Scedosporium apiospermum to new antifungal agents.
Nippon Ishinkin Gakkai Zasshi 2004; 45: 101-4.
85
KANDĠDA PROFĠLAKSĠSĠ
Dr. Sema ALP ÇAVUġ
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD,
Ġzmir
GiriĢ
1980‟li yıllardan bu yana tıbbi bakım hizmetlerindeki geliĢmelere bağlı –ve paradoksalolarak hastanede izlenen hastalarda invazif fungal infeksiyon insidansında dramatik bir artıĢ
yaĢanmıĢtır. Özellikle kandidalar hastane kaynaklı kan dolaĢımı infeksiyonlarında dördüncü
sırada yer almaktadır.
Yedi Avrupa ülkesinde yapılmıĢ olan prospektif hastane bazlı bir çalıĢmada kandidemi oranı
1000 hastane baĢvurusu baĢına 0.20-0.38 olarak bildirilmiĢtir. Kandida infeksiyonlarının
yaklaĢık yarısı yoğun bakım ünitelerinde görülür. Hematolojik maligniteli, kök hücre ve solid
organ nakilli hastalar için de yüksek risk söz konusudur.
Ġnvazif kandidiyazın (ĠK), hasta grubuna göre %36-63 olarak değiĢen yüksek mortalite oranı
vardır. Ayrıca tanı ve tedavisi son derecede pahalıdır; antifungal ilaçların kutu fiyatlarının
yüksek olmasının yanısıra hastanede yatıĢın uzamasına bağlı, yan etkilerin tanı ve tedavisine
bağlı ek maaliyet söz konusudur. Ġkinci sıra antifungal ajanların kullanılmasını gerektiren
tedavi yetmezliği ya da nüks görülebilmesi de maaliyeti arttırmaktadır. Invazif kandidiyazın
hasta yönetimi ve sağlık bakımı maaliyeti açısından halk sağlığı sistemleri üzerine önemli bir
yük getirmesi nedeniyle dikkatler ve çabalar yüksek riskli hastalara antifungal profilaksi
uygulanması konusuna yoğunlaĢmıĢtır.
Bu yazıda kandida profilaksisi önerilen risk altındaki gruplar ve önerilen antifungal ajanlar
özetlenecektir.
Hematolojik Maligniteli Hastalarda ve Hematopoetik Kök Hücre Nakilli Hastalarda
Kandida Profilaksisi:
Allojenik kök hücre nakilli hastalar ve yoğun remisyon-indüksiyon ya da salvage indüksiyon
kemoterapisi alan akut lösemili hastalar invazif kandidiyaz açısından yüksek risk
altındadırlar, bu hasta gruplarına antifungal profilaksi önerilir (A-I). Flukonazol, itrakonazol,
vorikonazol, posakonazol, mikafungin ve kaspofungin kabul edilen alternatiflerdir.
Beklenen nötropeni süresi 7 günden az olan hastalar düĢük riskli kabul edilir ve bunlara
antifungal profilaksi önerilmez (A-III).
86
Nötropenik hastalarda flukonazol profilaksisi kandida infeksiyonu riskini azaltmada etkilidir,
iyi tolere edilir, hem oral hem de intravenöz formülasyonu mevcuttur. Kandidemi
epidemiyolojisinin flukonazol profilaksisinin yaygın kullanımı ile değiĢtiği, flukonazole daha
az duyarlı olan kandida türlerinde (C.glabrata ve C.krusei gibi) artıĢa yol açtığı
bildirilmektedir. C.glabrata infeksiyonları bazı merkezlerde sıktır. Bu nedenle flukonazol
profilaksisi sadece yüksek riskli hastalarla sınırlandırılmıĢtır. Kontrollü çalıĢmalar ve
metaanalizlerde flukonazol profilaksisinin etkili bulunduğu eĢik kandida infeksiyonu
insidansının %6-10 olduğu saptanmıĢtır. Bu düzeyde kandida infeksiyon oranları genellikle
profilaksi almayan yüksek riskli kanser hastalarında görülür. Buna preengraftman
dönemindeki miyeloablatif kondisyon rejimleri alan allojenik hematopoetik kök hücre
(HSCT) alıcıları, hematopoietik büyüme faktörleri ile desteklenmemiĢ bazı otolog HSCT
alıcıları ve akut myeloid lösemi (AML) için yoğun indüksiyon kemoterapi rejimleri alan
Ģiddetli oral ve gastrointestinal mukoziti olan hastalar dahildir. DüĢük riskli hastalarda ĠK
nadirdir, genelde rutin profilaksi önerilmez. Mukozit derecesinin daha az olması ve beklenen
nötropeni süresinin kısa olması nedeniyle otolog kök hücre naklinde kandida profilaksisi
önerilmemektedir. Flukonazolün invazif aspergillozdan ya da diğer küf mantarlarından
korumayacağı unutulmamalıdır.
Itrakonazol de invazif kandidiyazı önlemede etkilidir, aspergillus gibi küf mantarlarına da
etkili olması önemli bir avantajıdır ancak hastalar tarafından zor tolere edilmesi, ilaç
etkileĢimleri
ve
yiyeceklerden
etkilenen
emilimi
ve
biyoyararlanımı
kullanımını
güçleĢtirmektedir.
Amfoterisin B deoksikolatın toksisitesi, çok geniĢ antifungal aktivitesine rağmen profilakside
kullanımını kısıtlamaktadır.
Kök hücre nakilli hastalarda engraftmandan önce mikafungin 50 mg/g kullanılması, 400 mg/g
flukonazolle karĢılaĢtırıldığında kandida ataklarını anlamlı olarak azaltmıĢtır, ve aspergillus
oranlarında azalmayla da iliĢkili bulunmuĢtur.
Mikafungin ve kaspofungin yüksek riskli hastalarda kandidiyaz ve aspergillozdan korunmada
etkilidir ve iyi tolere edilirler. Yüksek maliyetleri ve parenteral uygulanmalarının gerekliliği
bu ilaçların kısıtlılıklarıdır.
Yakın zamanda tamamlanan randomize çift kör çalıĢmada 400 mg /g flukonazol ile 2X200
mg/g vorikonazol allojenik HSCT alıcılarında transplantasyondan sonra 100 gün boyunca
primer profilaskide uygulanmıĢtır, ĠFĠ insidansı ve fungal infeksiyonsuz yaĢam süresi her iki
grupta benzer bulunmuĢtur.
87
Transplantasyondan sonra ciddi greft versus host hastalığı geliĢenlerde ĠFĠ önleme
bakımından posakonazol flukonazolden daha etkili bulunmuĢtur. Asıl amacı küf
mantarlarından korunma olan yüksek riskli hastalarda posakonazol profilaksisi çalıĢmalarında
invazif kandidiyaz oranlarının düĢük olduğu görülmüĢtür, bu nedenle posakonazol yüksek
riskli hastalarda kandida profilakisisi için de önerilir.
AML‟li hastalarda antifungal profilaksisinin yararı remisyon sonrası konsolidasyon tedavisi
sırasında gösterilememiĢtir, rutin olarak önerilmemektedir. AML için indüksiyon KT alan ya
da miyelodisplastik sendrom (MDS) için yoğun kemoterapi alan hastalarda posakonazol
profilaksisi itrokanozal ve flukonazolle karĢılaĢtırılmıĢtır. EriĢkin ve ergenlerde (13 yaĢ
üzerinde) anlamlı olarak aspergillus infeksiyonlarında azalma ve artmıĢ sağkalım ile iliĢkili
bulunmuĢtur ancak çoğunluğu flukonazol almıĢ olan heterojen kontrol grubu ile
karĢılaĢtırıldığında daha ciddi yan etki görülmüĢtür.
Posakonazolün sadece oral formülasyonu vardır, oral emilimi büyük oranda her dozda
beraberinde alınacak yağlı yiyeceklere bağlıdır. Biyoyararlanımı değiĢkendir ve yiyecekle
birlikte alınmazsa güvenilmezdir.
Karaciğerden metabolize olan kemoterapi ajanlarıyla
(vinkristin gibi vinka alkoloidleri ve siklofosfamid) etkileĢimi söz konusudur. Daha iyi
çalıĢmalar yapılıncaya kadar küflere etkili triazollerle vinka alkoloidlerinin ya da yüksek doz
siklofosfamidin birlikte kullanımından kaçınılmalıdır.
Kemotrapiye bağlı nötropenide, flukonazol (400 mg(6 mg/kg)/gün) (A-I), posokonazol (3X200
mg/g) (A I), kaspofungin (50 mg/g) (BII) indüksiyon kemoterapisi sırasında nötropeni
boyunca önerilir. Oral ıtrakonazol de (2X200 mg/g) etkili bir seçenektir (A-I) ancak daha az
tolere edilir.
Nötropenili allojenik kök hücre alıcılarında flukonazol (400 mg(6 mg/kg)/gün), posakonazol
(3X200 mg/g) veya mikafungin (50 mg/g) nötropeni riski boyunca önerilir (A-I).
Solid Organ Transplantasyonlarında Kandida Profilaksisi:
Solid organ transplantlı (SOT) hastalarda immünsüpresyonun istenmeyen etkilerinden birisi
de invazif fungal infeksiyonlarıdır. Amerika BirleĢik Devletleri‟nde 23 merkezde izlenen
SOT li hastalarda ĠFĠ sıklığının araĢtırıldığı 2001-2006 yılları arasında sürdürülen
TRANSNET çalıĢmasında en sık görülen invazif fungal infeksiyonun kandidiyaz (%53)
olduğu belirlenmiĢtir. Ortalama ortaya çıkıĢ zamanı 103. gündür. Bir yıl içindeki en yüksek
ĠFĠ insidansı, incebarsak naklinde en yüksektir (%11.6) bunu karaciğer (%4.7), kalp (%4.0)
ve pankreas (%3.4) izler. ĠFĠ insidansı böbrek naklinde en düĢüktür (%1.3).
88
Karaciğer Transplantasyonunda Kandida Profilaksisi:
Karaciğer
nakilli
hastalarda
ĠFĠ
açısından
risk
faktörleri,
allogreft
yetmezliği,
retransplantasyon, abdominal ya da torasik reoperasyon, renal yetmezlik-özellikle
posttransplantasyon diyaliz gerekliliği-, spontan bakteriyel peritonit için geniĢ spektrumlu
antibiyotik kullanımı, koledokojejunostomi anastamozları, hipoalbüminemi, aĢırı miktarda
kan ürünü transfüzyonu gereksinimi ve kandida kolonizasyonudur. Daha sonraları operasyon
tekniklerinin geliĢmesi bu risk faktörlerinin bazılarını ortadan kaldırmıĢtır. Karaciğer naklinde
profilaksi ile ilgili ilk çalıĢmalarda herhangi bir risk sınıflaması ve karĢılaĢtırma grubu
olmaksızın tüm hastalara profilaksi uygulanmıĢtır. Ancak Ģimdiki yaklaĢım hastaları risk
gruplarına göre sınıflandırarak sadece yüksek riskli hastalara profilaksi uygulanmasıdır.
Genelde karaciğer naklinde iki ya da daha fazla risk faktörünün varlığı “yüksek risk” olarak
sınıflandırılmaktadır.
1990‟larda daha triazol antifungaller olmadığından çalıĢmalar klasik ve lipozomal amfoterisin
B (Lamb) ile yapılmıĢtır.
Flukonazol (400 mg/g) ile plasebonun karĢılaĢtırıldığı 212 hastalık seride insidans sırasıyla
%6/%16 (p<0.001) bulunmuĢtur. Toplam hasta sağkalımı 10.haftada %89/%86‟dır ancak
ĠFĠ‟a bağlı-atfedilen mortalite oranı flukonazol grubunda azalmıĢtır (sırasıyla %2/%13).
Flukonazol hiçbir hastada hepatotoksisite nedeniyle kesilmek zorunda kalmamıĢtır ancak
ortalama siklosporin düzeyi ve nörolojik yan etkiler flukonazol kolunda daha yüksek
bulunmuĢtur. Itrakonazolle flukonazolun karĢılaĢtırıldığı çalıĢmada 10. haftada sırasıyla ĠFĠ
insidansı %7/%3, sağkalım %88/%92, yan etki %51/%21 bulunmuĢtur. Hepatosoksisite ve
immünsüpresif toksisitesi her iki grupta da görülmemiĢtir. Aspergilloza karĢı etkinlik
nedeniyle otörler itrakonazolün diyaliz gerektiren renal yetmezlik gibi yüksek risk taĢıyan
hastalarda değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiĢlerdir.
Antifungal profilaksinin düĢük risk taĢıyan hastalarda yararı gösterilememiĢtir. Pappas ve
arkadaĢları 193 düĢük riskli hastayı takip etmiĢler profilaksi vermeden 100 gün izlemiĢler,
kanıtlanmıĢ ĠFĠ insidansını %3.6 bulmuĢlardır.
En az iki anahtar risk faktörüne sahip olan taĢıyan karaciğer nakilli hastalar invazif kandidiyaz
açısından
yüksek
rikslidirler:
retransplantasyon,
kreatinin
düzeyi>
2
mg/dl,
koledokojejunostomi, operasyon sırasında>40 ünite kan ürünü kullanımı, uzamıĢ operasyon
zamanı (11 saat), transplantasyondan önceki 2 ya da sonraki 3 gün içinde kandida
kolonizasyonu saptanmıĢ olması.
Yüksek riskli hastalara flukonazol ya da lipozomal amfoterisin profilaksisi verilmelidir.
Transplantasyon sonrası diyaliz ihtiyacı özellikle invazif aspergilloz riskini arttırdığından
89
diyaliz süresince lipozomal amfoterisin B 5 mg/kg/gün verilmeye çalıĢılmalıdır. Diyalize
girmeyen yüksek riskli karaciğer nakilli hastalara ise 400 mg/gün flukonazol 4-6 hafta
boyunca verilmelidir.
Ekinokandinlerin SOT hastalarında kandida profilaksisinde kullanımına iliĢkin çok az veri
vardır. Yüksek riskli 71 karaciğer nakilli hastaya 21 gün süreyle kaspofungin verildiğinde ĠFĠ
insidansı %2.8 saptandığı bildirilmiĢtir ancak bu çalıĢma karĢılaĢtırmalı değildir. Güvenli ve
etkin bulunmuĢtur ancak destekleyen verilere ihtiyaç vardır.
Pankreas Transplantasyonunda Kandida Profilaksisi:
Pankreas nakilli hastalarda invazif kandidiyaz (ĠK) riski karaciğer nakilli hastalardan azdır
ancak 445 ardıĢık pankreas nakilli hastanın retrospektif değerlendirilmesinde intraabdominal
fungal infeksiyon insidansı transplantasyondan sonraki 7 gün flukonazol 400 mg/gün
alanlarda %6 iken almayanlarda %10 bulunmuĢ (p=0.2), bir yıllık greft yaĢam oranı ve
toplam infeksiyonsuz sağkalımda anlamlı iyileĢme görülmüĢtür. Bu çalıĢmada kandida
infeksiyonu geliĢimi için saptanan risk faktörleri, alıcının ileri yaĢta olması, enterik drenajlı
transplantasyon yapılmıĢ olması, böbrek naklinden sonra pankreas nakli yapılmıĢ olmasıdır.
Bir baĢka çalıĢmada 1984-1994 (367 hasta) ile 1994-1997 (213 hasta) yılları arasında tek bir
merkezdeki iki dönem karĢılaĢtırılmıĢtır. 1994 yılında birkaç protokol değiĢikliği yapıldığı,
immünsüpresif rejim siklosporin ve azatiyoprinden takrolimus ve mikofenata değiĢtirildiği,
heparin ve aspirinle trombüs profilaksisine baĢlandığı ve tüm hastalara 7 gün flukonazol
profilaksisi verildiği bildirilmiĢtir. Ġntraabdominal ĠFĠ insidansının önceki dönemde %34 iken
flukonazol profilaksisi verilen dönemde 0.9 olduğu görülmüĢtür. ĠFĠ açısından önemli risk
faktörü olan relaparotomi oranının da %32‟den %19‟a düĢtüğü sonuçları etkileyebileceği için
belirtilmiĢtir.
İnce Barsak Transplantasyonunda Kandida Profilaksisi:
Ġnce barsak nakilli hastalarda görece yüksek ĠFĠ insidansı (%40-59) söz konusudur ve çoğu
kandidaya bağlıdır. Risk faktörleri iyi tanımlanmamıĢtır, kontrollü çalıĢmalar yoktur ancak
yüksek ĠFĠ insidansı nedeniyle 400 mg/g flukonazol (çocuklarda 6 mg/kg/g) ün en az 2 hafta
verilmesi önerilir.
Diğer solid organ alıcılarında (böbrek, kalp gibi) invazif kandidiyaz riski profilaksi
verilmesini gerektirecek düzeyde değildir, önerilmemektedir.
Solid organ transplantasyonunda flukonazol (200-400 mg (3-6 mg/kg) /gün ) ya da lipozomal
amfoterisin (L-AmB) (1-2 mg/kg gün 7-14 gün), ile postoperatif profilaksi kandidiyaz
90
açısından yüksek risk taşıyan karaciğer, (A-I), pankreas (B-II), ve ince barsak (B-III)
alıcılarına önerilir.
Yoğun Bakım Hastalarında Kandida Profilaksisi:
Ġnvazif kandidiyaz 1000 yoğun bakım ünitesi baĢvurusu baĢına 5-10 olgudur, tüm sepsis,
septik Ģoklu mortal yoğun bakım kaynaklı infeksiyonların %5-10‟unu yansıtır. Bunların çoğu
Candida albicans‟a bağlıdır ancak flukonazol duyarlılığında azalma ya da direnci giderek
artan oranda bildirilmektedir. Yoğun bakımda kandida kolonizasyonu yüksek orandadır,
bunların sadece %5-30‟unda invazif infeksiyon geliĢir. Giderek daha çok bölgenin kolonize
olması ve büyük abdominal cerrahi yoğun bakımda en sık karĢılaĢılan risk faktörleridir, ancak
yine de invazif kandidiyazı öngörmek ya da erkenden tanımak güçtür. Hastaların çok azında
kan kültürü pozitiftir ki genellikle infeksiyonun geç dönemindedir. Kültür dıĢındaki
laboratuvar teknikleri invazif kandidiyazın erken tanısına katkıda bulunabilir. Hem serolojik
(mannan, antimannan ve betaglukan) hem de moleküler (kan ve serumda kandidaya özgülspesifik PCR) testlerle yüksek riskli hastalarda seri tarama prosedürleri uygulanmaktadır. Bu
testlerin duyarlılık ve özgüllükleri büyük araĢtırma serilerinde gösterilmiĢ olsa da klinik
kullanımları hala oturtulmamıĢtır. Ampirik antifungal tedaviden yarar görmeye aday
hastaların
saptanması
kullanımlarından
hala
kaçınılması
güçtür
için
ancak
bu
kritik
zorunludur.
hastalarda
Cerrahi
antifungallerin
hastalarda
aĢırı
kandida
kolonizasyonunun izlenmesi ve prediktör risk faktörlerinin kullanılması yoluyla profilaksi ya
da preemptif tedaviden fayda görecek hastaların belirlenmesini destekleyen artan oranda kanıt
vardır.
Profilaksi çalıĢmalarının tamamı yoğun bakım hastalarının tümünde değil seçilmiĢ yüksek
riskli hasta gruplarında yapılmıĢtır. Kandida profilaksisi gereken en önemli risk grubu yüksek
riskli solid organ transplantasyonu yapılan hastalardır (karaciğer, böbrek-pankreas). Diğer
riskli gruplar majör abdominal cerrahi, hemodiyaliz gerektiren yeni böbrek yetmezliği, total
parenteral nütrisyon, uzun süre geniĢ spektrumlu antibiyotik kullanımı, uzamıĢ yoğun bakım
yatıĢı, gastrointestinal perforasyon ve anastomoz kaçağıdır.
Yoğun bakımda yüksek riskli hastalara flukonazol (400 mg(6 mg/kg)/gün) profilaksisi önerilir
(B-II).
İnvazif kandidiyaz oranları yüksek olduğundan <1000 g bebeklere flukonazol profilaksisi
önerilir (AI). Antifungal ilaç direnci, ilaç ilişkili toksisite ve nörolojik gelişim sonuçları
izlenmelidir (A-III).
91
Sonuç olarak
Yoğun bakımda izlenen yüksek riskli hastalara, düĢük doğum ağırlıklı prematüre bebeklere,
solid organ alıcılarından yüksek riskli karaciğer nakilli, pankreas ve ince barsak nakilli
hastalara, indüksiyon kemoterapisi alan AML‟lilere, MDS‟lilere, allojenik HSCT alıcılarına
kandida infeksiyonlarından korumak amacıyla profilaksi verilmelidir. Flukonazol ucuz ve
güvenli olması, oral formülasyonunun da bulunması nedeniyle ilk tercih edilecek ajandır, küf
mantarları açısından yüksek risk taĢıyan hasta gruplarında ıtrakonazol, yeni azoller,
ekinokandinler düĢünülebilir. Profilaksinin yaygın kullanımı dirence ve gereksiz ekonomik
yüke neden olacağından profilaksiden gerçekten yarar görecek hastaların seçimine özen
gösterilmelidir. Profilaksinin yönlendirilebilmesi ve etkinliğinin değerlendirilebilmesi için
invazif kandida infeksiyonu oranları ve tür dağılımı izlenmelidir.
KAYNAKLAR
1. Brizendine KD, Vishin S, Baddley JW. Antifungal prophylaxis in solid organ
transplant recipients. Expert Rev Anti Infect Ther 2011;9(5):571-81.
2. Cornely OA, Maertens J, Winston DJ, Perfect J, Ullmann AJ, Walsh TJ, et al.
Posaconazole vs. fluconazole or itraconazole prophylaxis in patients with neutropenia.
N Engl J Med. 2007;356(4):348-59.
3. Echeverria PM, Kett DH, Azoulay E. Candida prophylaxis and therapy in the ICU.
Semin Respir Crit Care Med 2011;32:159-73.
4. Eggimann P, Bille J, Marchetti O. Diagnosis of invasive candidiasis in the ICU.
Annals of Intensive Care 2011 1:37.
5. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, Boeckh MJ, Ito JI, Mullen CA, et al. Clinical
practice guideline for the use of antimicrobial agents in neutropenic patients with
cancer: 2010 update by the Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis
2011;52(4):e56-e93.
6. Glöckner A. Treatment and prophylaxis of invasive candidiasis with anidulafungin,
caspofungin and mikafungin- Review of the literature. Eur J Med Res, 2011;16:16779.
7. Kullberg BJ, Verweij PE, Akova M, Arendrup MC, Bille J, Calandra T, et al.
European expert opinion on the management of invasive candidiasis in adults. Clin
Microbiol Infect 2011;17(Suppl 5):s1-s12.
92
8. Maertens J, Marchetti O, Herbrecht R, Cornely OA, Fluckiger U, Frere P, et al.
European guidelines for antifungal management in leukemia and hematopoietic stem
cell transplant recipients: summary of the ECIL 3–2009 update. Bone Marrow
Transplant 2011, 46:709-718.
9. Pappas P, Kauffman CA, Andes D, Benjamin DK, Calandra TF, Edwards JE, et al.
Clinical practice guidelines candida for the management of the candidiasis:2009
update by the Infectious Diseases Society of America.Clin Infect Dis 2009;48:503-35.
10. Tomblyn M, Chiller T, Einsele H, Gres R, Sepkowitz K, Storek J, et al. Guidelines for
preventing infectious complications among hematopoietic cell transplantation
recipients:A global perspective. Biol Blood Marrow Transplant, 2009;15:1143-238.
11. Ullmann AJ, Lipton JH, Vesole DH, Chandrasekar P, Langstone A, Tarantolo SR, et
al. Posaconazole or fluconazole for prophylaxis in severe graft-versus-host disease. N
Engl J Med. 2007;356:335-47.
12. van Burik JA, Ratanatharathorn V, Stepan DE, Miller CB, Lipton JH, Vesole DH, et
al. Micafungin versus fluconazole for prophylaxis against invasive fungal infections
during neutropenia in patients undergoing hematopoietic stem cell transplantation.
Clin Infect Dis 2004;39:1407-16.
13. Wingard JR, Carter SL, Walsh TJ, Kurtzberg J, Small TN, Baden LR, et al.
Randomized, double-blind trial of fluconazole versus voriconazole for prevention of
invasive fungal infection after allogeneic hematopoietic cell transplantation. Blood.
2010;116:5111-8.
14. Zoller E, Valente C, Baker K, Klepser ME. Development, clinical utility, and place
in therapy of posaconazole for prevention and treatment of invasive fungal infections.
Drug Design, Development and Therapy 2010:4 299–311
93
YOĞUN BAKIM HASTASINDA KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARI
Dr. Murat DĠZBAY
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı, ANKARA
Ġnvazif mantar infeksiyonları immunsuprese hastalarda çok iyi bilinen bir morbidite ve
mortalite nedenidir. Ancak yoğun bakım ünitesi (YBÜ) hastalarında açık tanımların olmayıĢı,
tanı testlerinin yetersiz oluĢu gibi nedenlerle invazif mantar infeksiyonlarının gerçek
insidansını saptamak zordur. Bununla birlikte son yıllarda bu hasta grubunda da mantar
infeksiyonu insidansının arttığı bildirilmektedir (1).
Yoğun bakım ünitesinde fungal infeksiyonlar, genellikle nonspesifik klinik tabloya neden
olduklarından yüksek mortalite ve morbidite ile seyrederler. Nozokomiyal fungal
infeksiyonların büyük çoğunluğundan özellikle YBÜ‟lerde Candida spp. sorumludur. Bu
yazıda YBÜ‟deki kandida infeksiyonlarının epidemiyolojisi, risk faktörleri, tanısı ve tedavisi
irdelenecektir.
Ġnvazif Kandida Enfeksiyonları:
Ġnvazif kandida infeksiyonları (ĠKĠ), hayatı tehdit eden ciddi infeksiyonlardır ve özellikle
YBÜ‟lerde önemli bir nozokomiyal infeksiyon olarak ön plana çıkmıĢlardır. 1980‟li yıllardan
baĢlayarak 1990‟lı yılların sonuna kadar ĠKĠ‟de ciddi bir artıĢ gözlenmiĢtir. Daha sonra
2000‟li yıllarda ise rölatif olarak daha stabil bir periyod takip etmiĢtir (2-4).
ĠKĠ olgularının büyük çoğunluğunu kandidemiler oluĢturmaktadır. Bir veya daha fazla kan
kültüründen kandida türlerinden birinin izolasyonu kandidemi olarak adlandırılmaktadır.
Endokard, santral sinir sistemi, göz ve diğer iç organları da tutabilir. ĠKĠ, idrar dıĢı steril vücut
sıvalarından kandida türlerinin izolasyonu olarak tanımlanmaktadır.
ĠKĠ‟lar yüksek morbidite ve mortaliteye neden olamalarının yanı sıra hem hastanede yatıĢ
süresinin hem de maliyeti anlamlı derecede artırırlar. YBÜ hastalarında altta yatan
hastalıkların ağırlığı ve invazif prosedürlerin sıklıkla uygulanması ĠKĠ riskini artırmaktadır.
Özellikle intravasküler kateter kullanımı ve total parenteral nütrisyon (TPN) uygulamaları
kandidemi riskini artırmaktadır.
Yüksek riskli hasta grubunda flukonazol profilaksisi uygulamaları ile insidansta azalma
sağlanan merkezler olmakla birlikte hâlâ birçok merkezde önemlerini korumaktadırlar.
Saptanan baĢlıca kandida türü Candida albicans olmakla birlikte diğer kandida türlerinin
94
sıklığında artıĢ olması ve yeni yeni dikkati çekmeye baĢlayan antifungal direnç durumu, takibi
gereken konulardır.
Epidemiyoloji:
YBÜ‟de ĠKĠ insidansı YBÜ‟nün tipine ve hasta profiline göre farklılıklar göstermektedir.
Ayrıca ĠKĠ tanısındaki güçlükler nedeniyle gerçek insidansı belirlemek her zaman mümkün
olmayabilir. En çok baĢvurulan veri kaynağı olarak Amerika BirleĢik Devletleri‟nde
nozokomiyal kan dolaĢım infeksiyonu (KDĠ) etkenleri arasında kandidalar dördüncü sırada,
YBÜ‟deki KDĠ etkenleri arsında ise üçüncü sırada izole edilmiĢlerdir (5). 75 ülkeden 1265
YBÜ‟nün katıldığı EPIC II çalıĢmasında nozokomiyal etkenlerin %17‟sini Candida spp.‟nin
oluĢturduğu gösterilmiĢtir (6). Bu çalıĢmanın verileri kullanılarak KDĠ‟lerin incelendiği baĢka
bir çalıĢmada ise Candida spp. olguların %12.6‟sında etken olarak izole edilmiĢtir.
Kandidemi prevelansı ise 1000 YBÜ hastasında 6.87 olarak bildirilmiĢtir (7).
Kandidemi insidansı hastanelere ve hasta grubuna göre farklılık göstermekle birlikte 1000
hastada 0.01 ile 94; 10000 hasta gününde ise 0.17 ile 22 arasında değiĢmektedir (8). Özellikle
YBÜ‟lerde bu oranlar daha yüksektir. Kandidemilerin >%50‟si YBÜ‟lerde geliĢmektedir.
Ülkemizde yapılan çalıĢmalarda Yapar ve ark. 2000-2003 yıllarında kandidemi insidansını
1000 yatıĢ için 0.24 olarak bildirmiĢlerdir ve bu olguların %53‟ü YBÜ‟lerde geliĢmiĢtir (9).
Hastanemizde yapılan bir çalıĢmada ise Candida spp. YBÜ‟deki KDĠ‟lerin %17.8‟inde etken
olarak saptanmıĢtır ve kandidemi insidansı 1000 yatıĢ için 39.1, 1000 hasta günü için ise 2.85
olarak tespit edilmiĢtir (10).
YBÜ‟lerde kandidemi insidansının yüksek oluĢunda uygulanan invazif giriĢimlerin sıklığı,
geniĢ spektrumlu antibiyotik kullanımı, altta yatan hastalıkların ağırlığı gibi durumların yanı
sıra nozokomiyal bulaĢ da sorumludur. ÇeĢitli çalıĢmalarda sağlık çalıĢanları, intravenöz ilaç
ve TPN uygulamaları veya çevresel kontaminasyon aracılığıyla geliĢen kandidemi salgınları
bildirilmiĢtir.
ĠKĠ olgularından elde edilen kandida türlerinin dağılımı YBÜ tipine, coğrafik bölgeye vb.
göre değiĢiklik göstermektedir. 2000‟li yıllarda C. albicans sıklığındaki azalma ve rölatif
olarak nonalbicans kandida türlerindeki artıĢın nedeni tam olarak açıklanamamakla birlikte
yüksek riskli hastalarda daha yaygın olarak uygulamaya baĢlanan azol profilaksisine bağlı
olabileceği düĢünülmektedir (2,3). ARTEMIS DĠSK çalıĢmasında ĠKĠ etkeni kandidaların tür
dağılımına bakıldığında 1997-2003 yılları arasında C.albicans hâlâ en sık izole edilen etken
olmakla birlike izolasyon sıklığında dikkate değer bir azalma, buna mukabil Candida
tropicalis ve Candida parapsilosis‟de ise bir artıĢ göze çarpmaktadır (11). ABD‟de Candida
glabrata en sık izole edilen ikinci patojen olmakla birlikte Avrupa ve Güney Amerika‟da
95
C.tropicalis ve C.parapsilosis daha sık izole edilmektedir. Ülkemizde yapılan çalıĢmalarda
merkezler arasında belirgin farklılıklar mevcuttur. Bazı merkezlerde C.albicans en sık görülen
etken olmaya devam ederken bazı merkezlerde ise nonalbicans türü kandidaların baskın hale
geldiği görülmektedir. Merkezler arasında değiĢmekle birlikte C.albicans‟la birlikte en sık
izole edilen diğer iki kandida türü C.tropicalis ve C.parapsilosis‟tir (9,10,12-15).
Risk Faktörleri:
ĠKĠ için risk faktörleri birçok çalıĢmada detaylı olarak incelenerek univariate ve multivariate
analizlerle ortaya konmuĢtur. Bağımsız risk faktörleri arasında, geniĢ spektrumlu antibiyotik
kullanımı, kandida kolonizasyonu, santral venöz kateterizasyon, TPN, nötropeni özellikle
gastrointestinal cerrahi uygulamaları, renal yetmezlik, hemodiyaliz, kemoterapi, mekanik
ventilasyon uygulamaları bildirilmiĢtir (3,16).
YBÜ hastalarında ĠKĠ için risk faktörlerinin bilinmesi tanı konulmasında zorluklar olan bu
klinik durum tanısında faydalı olabileceği kadar gerek profilaksi uygulamaları gerekse
empirik/preemptif tedavinin yönlendirilmesine yardımcı olacaktır.
Tanı:
YBÜ‟de yatan hastalarda yukarıda belirtilen risk faktörlerinin varlığı ĠKĠ‟nu öngörmede
yardımcı olmakla birlikte tam bir netlik olmaması nedeniyle risk sınıflama çalıĢmaları
yapılmıĢtır. Ġlk olarak Pittet ve ark. (17) tarafından kandida kolonizasyon indeksi (KKĠ)
tanımlanmıĢtır. Burada çeĢitli vücut bölgelerinden kültür alınmakta ve kültür pozitif bölge
sayısının kültür alınan bölge sayısına oranı hesaplanmaktadır. KKĠ‟nin ≥0.5 olması
durumunda ĠK-kandidemi riski yüksek olarak bildirilmiĢtir. KKĠ, ĠKĠ geliĢmeden ortalama 6
gün önce ≥0.5 düzeyine ulaĢmaktadır. DüzeltilmiĢ KKĠ ise kolonizasyon derecesini ve
yoğunluğunu da hesaba katmaktadır ve ĠKĠ ayrım gücü daha fazladır.
Leon ve ark. tarafından önerilen “kandida skoru” (KS) önceden bilinen 4 bağımsız risk
faktörünün puanlanması esasına dayanmaktadır (18). Klinik sepsis 2 puan, abdominal cerrahi
1 puan, TPN 1 puan ve multifokal kandida kolonizasyonu 1 puan olarak belirlenmiĢ ve 2.5
değeri cut-off olarak alındığında duyarlılığı %81 ve özgüllüğü %74 olarak bildirilmiĢtir. Skor
≥2.5 olduğunda ĠKĠ riskinin 7.75 kat arttığı gösterilmiĢtir. Kandida skorunun YBÜ
hastalarında kolonizasyon ve ĠKĠ ayrımındaki değerini göstermek amacıyla gerçekleĢtirilen
prospektif çok merkezli bir çalıĢmada 36 YBÜ‟de 1107 hasta çalıĢmaya alınmıĢ. Hastaların
KKĠ ve KS‟leri değerlendirilmiĢ. KS ≥3, KKĠ ise ≥0.5 cut-off değeri olarak kabul edilmiĢ.
892 hastada kandida kolonizasyonu veya ĠKĠ saptanmıĢ. KS ≥3 olan 327 hastanın 45‟inde
(%13.8) ĠKĠ geliĢirken; KS <3 olan 565 hastanın 13‟ünde (%2.3) ĠKĠ saptanmıĢtır. Aradaki
fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur (p≤0.001). KKĠ‟ye göre değerlendirme
96
yapıldığında KKĠ <0.5 olanların %3.9‟unda, KKĠ ≥0.5 olanların ise %8.7‟sinde ĠKĠ geliĢtiği
görülmüĢtür. KS‟nun ĠKĠ‟ nu öngörmede KKĠ‟den daha iyi olduğu bildirilmiĢtir (19).
Yoğun bakım hastalarında yapılan çalıĢmalarda gösterilmiĢtir ki, kandidürili hastaların %4668‟inde kandidemi geliĢmektedir. Bu çalıĢmalarda kandidüri, kandidemiden önce geliĢmiĢtir
ve asendan yolla infeksiyon geliĢtiğini düĢündürmektedir. Bu nedenle özellikle sepsisli
hastalarda, kandidüri, ĠKĠ‟nın erken bulgusu olabilir. Ayrıca kandidüri, sistemik bir
kandidiyazın bir komponenti olabilir. Kandidürinin diğer vücut bölegerindeki kandida
kolonizasyonuna göre ĠKĠ için daha fazla değeri vardır (20).
Mikrobiyolojik Tanı:
YBÜ‟de ĠKĠ tanısında örneklerin mikroskobik incelenmesi ve kültürü mikrobiyoloji
laboratuvarında en sık uygulanan yöntemlerdir. Kan kültüründe kandida üretimi tanıda altın
standarttır. Eski çalıĢmalarda otopsi ile kanıtlanmıĢ ĠKĠ olan hastaların ancak %50‟sinde kan
kültürlerinin pozitif olarak saptandığı bildirilmektedir. Otomatize kan kültür sistemlerinin
kullanıldığı günümüzde örneklerin uygun Ģekilde alınması ve lizis satrifügasyon gibi
tekniklerin uygulanması ile bu oranlar artmakla birlikte duyarlılık hâlâ çok yüksek değildir.
Ayrıca üremenin geç olması nedeniyle tanı konamadan hastalarda mortalite gerçekleĢmektedir
(21). Nitekim hastanemizde yapılan bir çalıĢmada fatal sonuçlanan kandidemi olgularının
%41.2‟sinde kan kültürlerinde üreme ölümden sonra gerçekleĢmiĢtir (10).
YBÜ hastalarında ĠKĠ tanısı için çeĢitli antijenlerin saptanmasına yönelik serolojik testler
bulunmaktadır. Mannan antijeninin saptanması ĠK tanısında spesifik bir test olarak saptanmıĢ
ancak kandan bu antijenlerin hızla temizlenmesi nedeniyle sık aralıklarla çalıĢmak
gerekmektedir. Antimannan antikorların saptanması da iyi bir tanısal etkinliğe sahip olarak
gösterilmiĢtir (22). C.albicans germ tüp antikor (CAGTA) testi ise YBÜ hastalarında
infeksiyon-kolonizasyon ayrımında faydalı olabilir bir yöntem olarak bildirilmiĢtir (23).
Serolojik testler arasında en çok çalıĢılanlar ise 1,3-β-D glukan (BG) testidir. BG birçok
mantar hücre duvar komponenti olarak bulunmuĢ. Duyarlılığı çeĢitli çalıĢmalarda % 67-100,
özgüllüğü ise % 84-100 olarak bildirilmiĢtir. Ancak hemodiyaliz hastalarında, siroz,
abdominal cerrahi durumlarında yanlıĢ pozitiflikler bildirilmiĢtir. Tedaviye yanıt alınan
olgularda titre düĢüĢü beklenmektedir (21).
Mantar nükleik asit amplifikasyon teknikleri tanıda geçerli bir alternatif olabilir. Hızlı sonuç
alınabilmesi, antifungal kullananlarda dahi pozitif sonuç alınabilmesi, epidemiyolojik
verilerin sağlanabilmesi gibi avantajları mevcut olmakla birlikte bu yöntemlerde en önemli
problem duyarlılıklarının çok yüksek olması nedeniyle kolonizasyon-infeksiyon ayrımının
yapılamamasıdır.
97
YBÜ’de İnvazif Kandidiyaz Tedavisi:
Kan kültüründe bir kez kandida üremesi olduğunda veya diğer steril vücut sıvılarından veya
dokulardan izole edildiğinde tedavinin hemen baĢlanması gerekir. Tedavinin ilk 48 saati
içinde baĢlanması mortaliteyi azaltmaktadır (22). Kan kültüründe kandida üremesi varlığında
mutlaka endokardit ve endoftalmit açısından inceleme yapılmalıdır. Fungal endoftalmit, YBÜ
hastalarında kandidemiyi takiben % 9-15 oranında ortaya çıkmaktadır.
YBÜ‟de antifungal tedavinin seçiminde antifungal ajanın etki spektrumu, farmakokinetiği,
ilaç-ilaç etkileĢimi yan etkileri ve etkinliği dikkate alınmalıdır. Kandida türü ve duyarlılığı
yanı sıra hastaya iliĢkin faktörlerde infeksiyonun yeri, hastanın hemodinamik stabilitesi, organ
yetmezliği ve immunsupresanlar gibi diğer ilaçların kullanımı antifungal seçiminde en çok
önem verilen noktalardır.
Kandidemi tedavisinde en çok baĢvurulan kaynak olan IDSA (Infectious Diseases Society of
America) kılavuzunda baĢlangıç tedavisi olarak flukonazol veya ekinokandinler (kaspofungin,
anidulafungin, mikafungin) önerilmektedir (24). Eğer hastanın durumu orta-ağır ise veya daha
önceden azol kullanımı öyküsü varsa tedaviye ekinokandinlerle baĢlanması, aksi taktirde
flukonazol kullanılması önerilmektedir. C.glabrata varlığında bir ekinokandin, C.parapsilosis
varlığında ise flukonazol tercih edilecek ajanlardır. Ancak tedavi farklı bir ajanla baĢlanmıĢ ve
de yanıt alınmıĢsa değiĢtirme yapılmadan devam edilir. Amfoterisin B deoksikolat veya lipid
formülasyonlarının kullanımı oldukça kısıtlıdır. Sadece diğer ajanlara intolerans varsa veya
mevcut değillerse ilk seçenek olarak kullanılabilirler. Vorikonazolün ise Candida krusei ve
bazı duyarlı C.glabrata suĢları dıĢında flukonazole pek üstünlüğü yoktur. Ancak beraberinde
aspergilloz riski varsa tercih edilir. Kılavuzda nötropenik olmayan hastalarda kateterin
çıkarılması kuvvetle önerilmektedir. Bununla birlikte Nucci ve ark. iki randomize kontrollü
klinik çalıĢmadan 842 hastayı analiz ettikleri çalıĢmalarında, santral venöz kateterin (SVK)
erkenden (ilk 24 saatte) çıkarılması ile geç (48 saat) çıkarılması arasında mikolojik
eradikasyon zamanı ve persistan/rekürren kandidemi oranı açısından bir fark olmadığını,
ancak tedavi baĢarısı ve hayatta kalma oranlarının daha iyi olduğunu bildirmiĢlerdir. SVK
çıkarılmasının hastaya göre bireyselleĢtirilmesi gerektiğini savunmuĢlardır (25).
Multiorgan yetmezliği veya ciddi sepsisi olan hastalarda mikrobiyolojik doğrulama
olmaksızın antifungal tedavinin baĢlanması empirik tedavi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki
amaç gecikmiĢ tedaviden kaynaklanabilecek mortaliteyi en aza indirmektedir. BaĢlangıç
tedavisinin uygun olması çok önemlidir. Bir çalıĢmada baĢlangıç antifungal tedavinin
uygunsuz oluĢunun (geç baĢlanması veya uygunsuz dozlama) hastanede yatıĢ süresinin
98
uzamasına, maliyetin artmasına neden olduğu ve daha yüksek mortalite ile iliĢkili olduğu
bildirilmiĢtir (26). Ampirik tedavi uygulaması kanıtlanmıĢ kandidemi tedavisi ile benzerdir.
Ampirik tedavi ile YBÜ‟de birçok hastaya antifungal tedavi baĢlanması söz konusudur. Bu
durum antifungallerin aĢırı kullanımına ve kaynak israfına yol açmaktadır. O nedenle
antifungallerin sadece ĠKĠ için risk faktörleri varlığında veya biyolojik belirteçler pozitif
olduğunda baĢlanması yönünde uygulamalar mevcuttur. Preemptif tedavi olarak bilinen bu
yaklaĢımda kandida kolonizasyonu indeksi veya 1-3-beta-D-glukan gibi fungal antijenlerin
varlığında tedavi baĢlanmaktadır (27).
Yoğun bakım ünitelerinde geliĢen kandidemilerin tanısında zorluklar olması ve mortalitesinin
yüksek olması nedeniyle profilaktik antifungal uygulamalarının etkinliği araĢtırılmıĢtır.
Yüksek riskli hastalarda antifungal profilaksinin ĠKĠ insidansını azalttığını gösteren üç adet
randomize kontrollü çalıĢma bulunmaktadır. Profilaktik antifungal uygulaması ĠKĠ riskinin
yüksek olduğu ünitelerde ve yüksek riskli hasta grubunda önerilmektedir. Flukonazol
profilakside önerilen ajandır. Profilaktik flukonazol kullanımı ile azol direnci geliĢimi
arasında ise bir iliĢki saptanmamıĢtır (26).
Üriner Kandida Ġnfeksiyonları:
Ġdrardan Candida spp.nin izole edilmesi geniĢ bir klinik tablo ile iliĢkili olabilir, bu nedenle
YBÜ‟deki klinisyenler için tanı ve tedavide zorluklara neden olmaktadır. Örneğin
kontaminasyonu sözkonusu olabileceği gibi, asemptomatik kandidüriden ciddi dissemine
kandidiyaza varan bir tabloyu bize gösterebilir. Bu nedenle YBÜ‟deki hastaların idrar
örneklerinde kandida varlığı her zaman dikkatle yorumlanmalıdır.
YBÜ hastalarının %19-44‟ünde Candida türleri ile üriner sistem infeksiyonu geliĢmektedir
(28). Kandidürinin klinik önemini saptamada ne üriner sistem infeksiyonu belirti ve
bulgularının varlığı ne de idrar kültüründeki kandida kolonisi sayısı yardımcı değildir. Ġdrarda
>103 cfu/ml kandida varlığı pozitif olarak kabul edilirken >104 cfu/ml kandida varlığından
yoğun kandidüri olarak tanımlanmaktadır (29). C. albicans en sık izole edilen tür olmakla
birlikte nonalbicans türlerin sıklığı son yıllarda artmıĢtır ve bugün bir çok çalıĢmada
etkenlerin >%50‟sini nonalbicans türler oluĢturmaktadır (30). Özellikle C. torpicalis ve C.
glabrata bazı merkezlerde daha sık izole edilmektedir. Kandidüri için en önemli risk faktörü
üriner kateter varlığıdır. YBÜ hastalarında bunun dıĢında geniĢ spektrumlu antibiyotik
kullanımı, kadın cinsiyet, >65 yaĢ, YBÜ öncesinde hastanede uzun süre yatma, diyabet, total
parentereal nutrisyon ve mekanik ventilasyon kandidüri için risk faktörü olarak belirlenmiĢtir
(28).
99
Kandidürili hastaların yaklaĢık yarısında vücudun baĢka yerinde kandida kolonizasyonu
bulunmaktadır. Kolonizasyon indeksinde yer alan diğer parametrelere nazarda idrarda
kandida varlığı invazif kandida infeksiyonu ile daha fazla iliĢkilidir. Kandidemili hastaların
%46-68‟inde kandidüri saptanmaktadır. Bir çalıĢmada idrarda kandida yokluğunun sistemik
infeksiyon geliĢimi için negatif prediktif değeri ise neredeyse %100‟e yakın olarak
bildirilmiĢtir (31).
YBÜ‟de yatan hastaların idrarında kandida saptandığında bütün hastalara preemptif olarak
antifungal tedavi verilmesi durumu net değildir. Kandidüri yoğun bir kolonizasyon
olabileceği gibi sistemik dissemine bir infeksiyonun bulgusu da olabilir. Klinik olarak bu
ayrımı yapmak zor olabilir. Paphitou ve ark. YBÜ‟de 48 saatten uzun süre kalmıĢ cerrahi
hastalarında retrospektif bir analiz yapmıĢlar ve diyabetes mellitus, yeni baĢlanan
hemodiyaliz, geniĢ spektrumlu antibiyotik ve TPN kullanımı durumlarının herhangi bir
kombinasyonunun varlığının dissemine infeksiyonla iliĢkili olduğunu bildirmiĢlerdir (32).
Kandidürili
hastalarda
kateterin
çekilmesi
ile
%20
ila
%40
hastade
kandidüri
temizlenmektedir. Antibiyotiklerin mümkünse kesilmesi de uygun olacaktır. Bütün bu
önlemlere rağmen kandidüri devam ediyorsa dissemine veya derin infeksiyondan
Ģüphelenilmeli. Renal apse, fungus topu persistan kandidüriye neden olabilir (33).
Kandidüriye invazif bir infeksiyonun eĢlik ettiği düĢünülüyorsa tedavi buna göre
planlanmalıdır. Kandida sistiti veya pyelonefriti düĢünüldüğünde tedavide ilk seçilecek ajan
flukonazoldur (24). Tedaviye 2 hafta süre ile devam edilir. Azol dirençli bir suĢ varlığında,
özellikle C. glabrata, konvansiyel amfoterisin B ile tedavi yapılır. Amfoterisin B ile mesane
yıkama genellikle önerilen bir yöntem olmamakla birlikte dirençli suĢ ile infeksiyon veya
fungus topu varlığında düĢünülebilir.
KAYNAKLAR
1.Shoham S, Marwaha S. Invasive fungal infections in the ICU. J Int Care Med 2010;25:7892.
2. Arendrup MC. Epidemiology of invasive candidiasis, Curr Opin Crit Care 2010;16(5):445452.
3. Concia E, Azzini AM, Conti M. Epidemiology, incidence and risk factors for invasive
candidiasis in high-risk patients, Drugs 2009;69(Suppl 1):5-14.
4. Richardson M, Lass-Flörl C. Changing epidemiology of systemic fungal infections, Clin
Microbiol Infect 2008;14(Suppl 4):5-24.
100
5. Wisplinghoff H, Bischoff T, Tallent SM et al. Nosocomial bloodstream infections in US
hospitals: analysis of 24,179 cases from a prospective nationwide surveillance study, Clin
Infect Dis 2004;39(3):309-317.
6.Vincent JL, Rello J, Marshall J and EPIC Group of Investigators. International study of the
prevalence and outcomes of infection in intensive care units, JAMA 2009;302(21):23232329.
7.Kett DH, Azoulay E, Echeveria PM, Vincent JL; for the Extended Prevalence of Infection
in the ICU Study (EPIC 11) Group of Investigators. Candida bloodstream infections in
intensive care units: Analysis of the extended prevalence of infection in a intensive care unit
study, Crit Care Med 2011;39:665-670.
8. Eggimann P, Garbino J, Pittet D. Epidemiology of Candida species infections in critically
ill non-immunosuppressed patients, Lancet Infect Dis 2003;3(11):685-702.
9. Yapar N, Uysal U, Yucesoy M, Çakır N, Yuce A. Nosocomial bloodstream infections
associated with Candida species in a Turkish University Hospital, Mycoses 2006;49(2):134138
10.Dizbay M, Fidan I, Kalkanci A et al. High incidence of Candida parapsilosis candidaemia
in non-neutropenic critically ill patients: epidemiology and antifungal susceptibility, Scand J
Infect Dis 2010;42(2):114-120.
11. Pfaller MA, Diekema DJ, Rinaldi MG et al and the Global Antifungal Surveillance
Group. Results from the ARTEMIS DISK Global Antifungal Surveillance Study: a 6.5-year
analysis of susceptibilities of Candida and other yeast species to fluconazole and
voriconazole by standardized disk diffusion testing, J Clin Microbiol 2005;43(12): 58485859.
12. Bakir M, Cerikcioglu N, Barton R, Yagci A. Epidemiology of candidemia in a Turkish
tertiary care hospital, APMIS 2006;114(9):601-610.
13. Erdem I, Oguzoglu N, Engin DO et al. Incidence, etiology and risk factors associated
with mortality of nosocomial candidemia in a tertiary care hospital in Istanbul, Turkey, Med
Princ Pract 2010;19(6):463-467.
14. Horasan ES, Ersöz G, Goksu M et al. Increase in Candida parapsilosis fungemia in
critical care units: a 6-years study, Mycopathologia 2010;170(4):263-268.
15. Yapar N, Pullukcu H, Avkan-Oguz V et al. Evaluation of species distribution and risk
factors of candidemia: a multicenter case-control study, Med Mycol 2011;49(1):26-31.
16. Glöckner A, Karthaus M. Current aspects of invasive candidiasis and aspergillosis in
adult intensive care patients, Mycoses 2010 doi:10.1111/j.1439-0507.2010.01885.
101
17. Pittet D, Monod M, Suter PM, Frenk E, Auckenthaler R. Candida colonization and
subsequent infections in critically ill surgical patients, Ann Surg 1994;220(6):751-758.
18. Leon C, Ruiz-Santana S, Saavedra P et al. A bedside scoring system (“Candida score”)
for early antifungal treatment in non neutropenic critically ill patients with Candida
colonization, Crit Care Med 2006;34(3):730-737.
19. Leon C, Ruiz-Santana S, Saavedra P et al: Usefulness of the “Candida score” for
discriminating between Candida colonization and invasive candidiasis in non-neutropenic
critically ill patients: a prospective multicenter study, Crit Care Med 2009;37(5):1624-1633.
20. Viale P. Candida colonization and candiduria in critically ill patients in the intensive
care unit, Drugs 2009;69(Suppl 1):51-7.
21. Montagna MT, Caggiano G, Borghi E, Morace G. The role of the laboratory in the
diagnosis of invasive candidiasis, Drugs 2009;69(Suppl 1):59-63.
22. Schelenz S. Management of candidiasis in the intensive care unit, J Antimicrob
Chemother 2008;61 (Suppl 1):31-34
23. Peman J, Zaragoza R, Quindos G et al. Clinical factors associated with a Candida
albicans germ tube antibody positive test in intensive care unit patiens, BMC Infect Dis
2011;11(1):60.
24. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D et al. Clinical practice guidelines for the
management of candidiasis: 2009 update by the Infectious Diseases Society of America,
Clin Infect Dis 2009;48(5):503-535.
25. Nucci M, Anaissie E, Betts RF et al. Early removal of central venous catheter in patients
with candidemia does not improve outcome: analysis of 842 patients from 2 randomized
clinical trials, Clin Infect Dis 2010;51(3):295-303.
26. Zilberberg MD, Kollef MH, Arnold H et al. Inappropriate empiric antifungal therapy for
candidemia in the ICU and hospital resource utilization: a retrospective cohort study, BMC
Infect Dis 2010;10:150.
27. Playford EG, Lipman J, Sorrell TC. Prophylaxis, empirical and preemptive treatment of
invasive candidiasis, Curr Opin Crit Care 2010;16(5):470-474.
28. Toya SP, Schraufnagel DE, Tzelepis GE. Candiduria in intensive care units: association
with heavy colonization and candidaemia. J Hosp Infect 2007;66:201-206.
29. Kauffman CA. Candiduria. Clin Infect Dis 2005;41:S371-S376.
30. Sobel JD, Fisher JF, Kauffman CA, Newman CA. Candida urinary tract infections –
Epidemiology. Clin Infect Dis 2011;52 (Suppl 6): S433-S436.
102
31. Magill SS, Swobodac SM, Johnson EA, et al. The association between anatomic site of
candida colonization, invasive candidiasis, and mortality in critically ill surgical patients.
Diagn Microbiol Infect Dis 2006;55:293-301.
32. Paphitou NI, Ostrosky-Zeichner L, Rex JH. Rules for identifying patients at increased
risk for candidal infections in the surgical intensive care unit: approach to developing
practical criteria for systematic use in antifungal prophylaxis trials. Med Mycol 2005;43:235243.
33. Fisher JF, Sobel JD, Kauffman CA, Newman CA. Candida urinary tract infections –
Treatment. Clin Infect Dis 2011;52 (Suppl 6): S457-S466.
103
KANDĠDA ĠNFEKSĠYONLARINDA KILAVUZLAR VE GERÇEK HAYAT
Dr.Hüsnü PULLUKÇU
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı,Ġzmir
Dr.Nur YAPAR
Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Ġnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Ġzmir
Artan tanı ve tedavi amaçlı invazif giriĢimler, geliĢen cerrahi teknikler, bağıĢıklığı baskılanan
hasta sayılarının artıĢına paralel olarak hastane kökenli infeksiyon sorunlarının da arttığı
bilinen bir gerçektir. Özellikle büyük cerrahi giriĢimlerin yapıldığı, organ transplantasyonu ve
kanser tedavilerinin yoğun olarak uygulandığı üçüncü basamak hastanelerle, büyük yoğun
bakım üniteleri (YBÜ)‟ne sahip hastanelerde bu infeksiyonlar önemli problemler arasında yer
almaktadır. Hem ulusal hem de uluslar arası platformlarda bu infeksiyonların tedavisi içi,n
çeĢitli rehberler hazırlanmıĢ hatta hazırlanmaktadır.
Ülkemizde nozokomiyal infeksiyonların sıklığına bakıldığında; 22 merkezin katıldığı bir
nokta prevalans çalıĢmasında YBÜ‟lerde %49, anestezi ve reanimasyon ünitesi bazlı bir
çalıĢmada %51.8, nöroloji yoğun bakım ünitesi bazlı bir diğer çalıĢmada ise %88.9 oranında
olduğu görülmektedir.1-3 Ülkemizdeki benzer çalıĢmalarda kan dolaĢımı infeksiyonları (KDE)
2.-3. sıralarda yer almaktadır.4-5 Kateter ile iliĢkili KDE baĢlığı altında yayınlanan çalıĢmalara
bakıldığında etkenler içerisinde KNS ve S. aureus‟un 1-2. sıralarda oldukları, bu iki etkeni
Pseudomonas spp, Acinetobacter spp, Klebsiella spp, enterokok, E. coli ve kandidaların
izlediği görülmektedir. Günümüze yakın çalıĢmalarda önceki yıllara göre kandida türlerinin
7.sıralardan 3-5.sıralara yükseldiği oldukça dikkat çekicidir (Tablo 1).6
Kandida türleri normal floranın bir parçasıdır. Normalde yenidoğan döneminde ve doğumdan
kısa bir süre sonra ağız, boğaz, bağırsaklar ve genitoüriner bölgeye kolonize olur. Normal
durumlarda, mukokütanöz yüzeyin kolonizasyonu nadirdir. Gastrointestinal kanalda,
balgamda, kadın genital yolunda ve foley kateteri yerleĢtirilmiĢ hastaların idrarında bulunur;
aynı zamanda sağlık çalıĢanlarının cildinde, göreceli olarak yüksek oranda taĢınır. Endojen
floranın ekolojisinde değiĢiklikler sonucu cilt ve mukoza yüzeylerinde çoğalırlar.
104
Tablo 1. Ülkemizde bildirilen yayınlarda kateter iliĢkili KDE‟lerin sıklığı ve etken dağılımı
(Kaynak 6‟dan alınmıĢtır).
En
yayın
yılı, çalıĢmanın
yapıldığı
bölüm,
Çiftçi
C,
fazla
1. sıra etken
Kan
Etken sayısı (n)
merkez,
KĠKDE*
kültürün
görülen
de
klinik
üreme
26
YBÜ
2. sıra etken
3. sıra
4.sıra etken
etken
5.sıra
etken
de
(%)
Veri yok
S. aureus
KNS
Klebsiella spp
Antalya, 2003,
Enterococcus
Kandidemi ****
AraĢtırmacı,
E.coli
7.sıra
Enterokok
7.sıra
spp
Hastane geneli
Can
B,
243
-
Veri yok
KNS
S.aureus
Ġstanbul, 2005,
Pseudomonas
Acinetobacter
spp
spp,
Hastane geneli
Gazi
H,
Klebsiella spp
202
YBÜ
Veri yok
KNS
P. aeruginosa
A. baumannii
Kandida
S. aureus
4.sıra
47
-
26
KNS
S.aureus
Acinetobacter
P. aeruginosa
E.coli
6.sıra
Pseudomonas
Acinetobacter
Kandida
5.sıra
spp
spp
Pseudomonas
Stenotrophomo
Klebsiella spp
-
spp
nas maltophilia
A.baumannii
KNS
Pseudomonas
Kandida
5.sıra
Proteus spp
3.sıra
Kandida
5.sıra
Manisa, 2006
Hastane geneli
Ergin
ÖY,
Ġzmir, 2006,
spp
YBÜ***
Bayraktar
B,
83
Nefroloji
Veri yok
S. aureus
KNS
Ġstanbul, 2007,
Hastane geneli
Geyik
MF,
15
-
Veri yok
Diyarbakır,
Staphylococcus
E.coli
spp
2007, Hastane
geneli
Leblebicioğlu
H,
-
-
Veri yok
Samsun,
2007,
Çok
Acinetobacter
Enterobacteriac
spp
eae
spp
S. aureus
merkezli, YBÜ
PiĢkin
N,
Enterobacter
P.
Zonguldak,
spp
E.coli
2008
K. pneumoniae,
Acinetobacter
Hastane geneli
kandida
spp,
Pseudomonas
Acinetobacter
Enterobacter
spp
spp
spp
Engin
DÖ,
37
7
Nefroloji
-
94
Veri yok
Ġstanbul, 2009
S. aureus
S. aureus
KNS
aeruginosa,
Beyin Cerrahisi
*KĠKDE: Kateter iliĢkili kan dolaĢımı infeksiyonu
**Ġzole edilen Gram olumlu bakterilerin yüzde oranı/izole edilen Gram olumsuz bakterilerin
yüzde oranı
***YBÜ: Yoğun bakım ünitesi
****Kandidemilerin KDE içindeki sıklık sırası
105
Kolonizasyon, kandidiyaz geliĢimini kolaylaĢtırır. Kandidemisi olan akut lösemili hastaların
otopsilerinde hemen hemen tüm hastalarda gastrointestinal kanalda yaygın tutulum ve
submukozal invazyon saptanmıĢtır.7 Nötropenik kanser hastalarını kapsayan retrospektif bir
seride, birden fazla vücut bölgesinde kolonize olan hastaların % 32‟sinde dissemine
kandidiyaz geliĢirken bu oran kolonize olmayan hastalarda % 0,5 olarak bulunmuĢtur.8
Yoğun bakımda kalıĢ süresi ile invazif kandidiyaz riski arasında doğrudan iliĢki
bulunmaktadır. Ġnfeksiyonun pek çok olguda yatısın 7. ile 21. günleri 16 arasında geliĢtiği
tespit edilmiĢtir.9 Yeni eklenen önemli bir risk faktörünün akut pankreatit olduğu ve
kandidiyazın bu hastalıkla yaklaĢık % 25 oranında komplike olduğu bildirmektedir.10
Candida albicans en sık kandidemi etkeni olmasına rağmen son yıllarda kandidemilerde
albikans dıĢı kandida türlerinin oranının arttığı bilinmektedir. Ege bölgesinde çalıĢma
grubumuz (BAMÇAG) tarafından yapılan çok merkezli çalıĢmada kandidemili hastalarda C.
albicans en sık izole edilen kandida olarak saptanmıĢtır. Bunu C. tropicalis, C. parapsilosis,
C. glabrata izlemiĢtir.11
Bütün bu bilgiler ıĢığında kandida infeksiyonlarında tedavi planlamasının deneyim
gerektirdiği, karar verilme aĢamasının kolay olmadığı söylenebilir. Zira bu infeksiyonların
çoğu hayatı tehdit eden infeksiyonlardır ve gecikme bu riski arttırmaktadır. Ancak kandida
üremesi saptanan her hastada invazif infeksiyon olmadığı gibi üreme saptanmayan kiĢide
kandida infeksiyonu olmadığını söylemek de güçtür. Bu konuda uluslar arası iĢlev gören
rehberler bulunmaktadır. Kandida infeksiyonlarının tedavisi için yayınlanan IDSA
kılavuzunda aĢağıda parametreler yer almaktadır12:
1) Kandidemi ve Akut Hematojen Dissemine Kandidiyaz

Nötropenik olmayan hastada kandidemi tedavisi

Nötropenik hastada kandidemi

Nötropenik olmayan hastada Ģüpheli invazif kandidiyaz için empirik tedavi

Nötropenik hastada Ģüpheli invazif kandidiyaz için empirik tedavi

Kronik dissemine kandidiyaz (Hepatosplenik Kandidiyaz)
2) Dissemine kutanöz neonatal kandidiyaz
3) Üriner kandidiyaz
4) Alt solunum yolu kandidiyazı (Pulmoner ve laringeal kandiiyaz)
5) Kandidal osteomiyelit
6) Safra kesesi, pankreas ve peritonun kandidal infeksiyonları
106
7) Kardiyovasküler sistem kandida infeksiyonları
8) Kandida menejitleri
9) Kandida endoftalmiti
10) Genital olmayan mukokutanöz kandida infeksiyonları
11) Genital kandidiyaz
12) Antifungal profilaksi gereken durumlar
Rehberler kullanım kolaylığı nedeniyle gereklidirler. Ancak bazı klinik tablolarda yetersiz
kalabilirler. Yine bazı kliniklerde bazı hekimlerle çalıĢılırken farklı durumlar ortaya çıkabilir.
Bir olgu ile buna bir örnekleme yapalım:
Kırk bir yaĢında erkek hasta, Hematoloji kliniğince Hodgkin dıĢı lenfoma tanısıyla takip
ediliyor. Hastanın yaklaĢık bir aydır 39-40 dereceye ulaĢan ateĢ yüksekliği oluyor.
BaĢvurduğu özel hastanelerde yatırılarak geniĢ spektrumlu antibiyotik tedavileri veriliyor. Bu
arada hematolojik malinitesi kontrol altında, nötropenik değil ve genel durumu ateĢli
dönemler dıĢında oldukça iyi. Hasta telefonla kliniğimize danıĢılıyor, ateĢ tetkiki amacıyla
yatıĢ öneriliyor. Kliniğimize gelen hastanın anamnezinde yatmıĢ olduğu hastanede kan
kültüründe kandida ürediği (türü belirtilmemiĢ) bu nedenle önce amfoterisin B, üremenin
devam etmesi üzerine kaspofungin kullanıldığı öğreniliyor.
***Burada kılavuza bir göz atalım:
Hastanın nötropenik olmadığını göz önüne alarak Nötropenik olmayan hastada kandidemi
tedavisi bölümünü irdelememiz gerekir. Buna göre tedavide Flukonazol [800 mg yükleme (12
mg/kg) dozunu takiben 400 mg (6 mg/kg)/gün], Kaspofungin (70 mg yükleme dozunu takiben
50 mg), Mikafungin (100 mg/gün), Anidulafungin (200 mg yükleme dozunu takiben 100
mg/gün) kullanılması gereklidir.
Bu antifungal ilaçlar bir çok hastanın tedavisinde ilk sıralarda önerilmektedir (A-I). Durumu
iyi, infeksiyonu ağır olmayan ve önceden azol almamıĢ olan hastalarda flukonazol, ancak
orta-ciddi
infeksiyonlarda
kaspofungin
kullanımı
A-III
düzeyinde
önerilmektedir.
Ekinokandin ile tedaviye baĢlandıktan sonra flukonazole duyarlı olduğu bilinen bir köken
izole edilirse (örneğin kandida albikans) flukonazole geçilebilir (A-II). Candida glabrata ile
oluĢan infeksiyonlarda kaspofungin tercih edilmelidir. Flukonazol ya da vorikonazole geçiĢ
duyarlılık sonuçları belirlenene dek önerilmez (B-III). Ancak bu iki ilacı kullanmakta olan
hastalarda klinik stabil ise ve kültürler negatifleĢmiĢ ise tedavinin devamı kabuledilebilir.
Candida parapsilosis ile oluĢan infeksiyonlarda flukonazol önerilir (B-III).
107
Klasik amfoterisin B (KAMB) ve lipit formülasyonlar yukarıdaki antifungallere intoleransı
olan hastalarda tedavi alternatifidirler (A-I). Ġlk tedavide bu ilaçlar baĢlanmıĢ ve fukonazole
duyarlı bir etken saptanmıĢsa tedavi değiĢikliği yapılması mümkündür (A-I). Vorikonazol
kandidemide flukonazole oranla az bir avantaja sahip olmakla birlikte C. krusei ya da
vorikonazole duyarlı C. glabrata‟nın oral tedavisine geçiĢte kullanılabilir (B-III).
Tedavi süresi kan kültüründe üreme olan hastalarda kültür negatifliği sağlandıktan sonra iki
hafta olmalıdır (A-III). Kandida infeksiyonuna bağlı olduğu düĢünülen bulguların
kaybolmasına kadar tedavi de öneriler arasındadır (AIII). Kateter infeksiyonu olan hastalarda
kateterin uzaklaĢtırılması kuvvetle önerilmektedir (A-II). Hastaya bize gelmeden önce
yapılanlar Ģöyle yorumlanabilir:

Kandidemi saptanmıĢ, ancak tiplendirme yapılmamıĢ (Kılavuza uyum YOK)

Hastaya önce lipozomal amfoterisin B verilmiĢ, üreme devam edince kaspofungine
geçilmiĢ (kılavuza KISMĠ UYUM VAR)

Olası odaklar aranmamıĢ (Klavuza uyum YOK)
Hasta bize geldiğinde hala kaspofungin kullanıyordu. Muayenesinde serebral adenom
nedeniyle olan konuĢma bozukluğu dıĢında patolojik bulgu yoktu. Port kateteri mevcuttu,
kateter giriĢ yerinin muayenesi normaldi. AteĢ yüksekliği olunca kan kültürü alındı. Bu
kültürde C. albicans üredi, aynı zamanda port kateterden alınan kan kültüründe de ayni etken
üredi. Göz dibi bakısı normal bulundu, EKO‟da triküspit kapakta 2X1.5 cm boyutunda
vejetasyon saptandı.
Bu durumda bizden önceki merkezde hatalı iĢlemlerin oranının daha da artmıĢ olduğunu
söyleyebiliriz. Hastanın kateterinin göz ardı edilmesi, kandidemi nedeni olabilecek bir odak
aranmaması hastanın daha sonraki tedavisinin yanlıĢ yönlendirilmesine neden olabilir.
Hastanın endokarditinin de olduğunu öğrendik. Bu durumda hangi bölümü irdelemek gerekir?
“nötropenik olmayan hastada kandidemi tedavisi” ya da “kandida endokarditi”.
***ġimdi IDSA rehberine ve Enfektif Endokardit rehberine13 tekrar bir göz atalım:
Kardiyovasküler sistem kandida infeksiyonlarında tedavi:
Bu infeksiyonlarda tüm tedavi önerileri B-III düzeyindedir. Doğal kapak endokarditinde
flusitozin (günde 4 kez 25 mg/kg) ile beraber ya da flusitozinsiz LAMB (3-5 mg/kg/gün)
önerilmektedir. Alternatif olarak ekinokandinler (yüksek doz gerekebilir; kaspofungin 50-150
mg/gün, mikafungin 100-150 mg/gün, anidulafungin 100-200 mg/gün) kullanılabilir.
Flukonazole duyarlı kökenlerle oluĢan infeksiyonlarda basamak tedavisi olarak, kliniği stabil
ve kandidemi sona ermiĢ ise flukonazol 400-800 mg/gün dozunda uygulanabilir. Tedavi
kapak replasmanından sonra altı hafta devam etmelidir. Perivalvüler abse ve diğer
108
komplikasyonlarda tedavi süresi daha uzun olmalıdır. Kapak replasmanı yapılamayan
hastalarda tedavi dozundaki flukonazol ile uzun süreli baskılama tedavisi verilmelidir.
Hastanın port kateteri 4 gün sonra çekilebildi. Batın USG ve göz dibi bakısı yapıldı. Bu arada
operasyon açısından kalp damar cerrahisi konsültasyonu (KDC) istendi. Acil ameliyat
planlanmadı, hastada tromboembolik bir durum olmadığı sürece medikal tedavi verilmesi
önerildi.
Doğrulara ve gerçeklere tekrar bakalım:

Hastada olası odaklar aranmıĢ 

Hastanın kateteri hemen çekilememiĢ 

KDC konsültasyonu istenmiĢ )

Medikal tedavi ??? önerilmiĢ 

Ne kadar süre tedavi verelim? Ömür boyu ? 
***Operasyon için Rehberler ve yayınlar ne diyor?
 Avrupa Kardiyoloji Derneği rehberi14 mortalitenin %50 nin üzerinde olduğunu
ve genellikle kapak replasmanıyla beraber antifungal tedavinin gerektiğini
(amfoterisin B, azol, ekinokandin) belirmekte ayrıntı vermemektedir. Ancak
cerrahi endikasyonlar içerisinde kontrol edilemeyen fungal infeksiyonlar yer
almaktadır.
 Mycoses dergisinde yayınlanan kardiyak cihazlarla beraber görülen kandida
infeksiyonlarıyla ilgili makalede kateterlerin ya da cihazın uzaklaĢtırılması
gerektiği belirtilmektedir.15
 Avrupa kardiyoloji derneğinin görüĢleri önerisinde enfektif endokardite
Avrupa BakıĢı adı altında yayınlanan makalede antifungal tedaviye yanıtın
düĢük olduğu bildirilmektedir. Bu yazıda 15 mm üzerinde vejetasyon, kontrol
edilemeyen
infeksiyonların
cerrahi
endikasyon
grubunda
olduğu
görülmektedir.
 Head ve arkadaĢlarının 2011 de yayınlanan “Enfektif endokarditte güncel
cerrahi tedavi” baĢlıklı makalesinde fungal infeksiyon, devam eden sepsiste,
sağ kalp endokarditinde, pacemaker vb alet iliĢkili endokarditlerde ve emboli
oluĢması durumunda cerrahi tedavi gerekliliği vurgulanmaktadır.16
Hastamızda ateĢ kontrolü sağlanamadı, kan kültüründe üreme tekrarladı. Tedaviye
kaspofungin + flukonazol olarak devam edildi. Batın USG normal olarak saptandı, idrar
109
kültüründe üreme olmadı. Bir hafta sonra hastada baĢka odak araĢtırılması amacıyla yapılan
spiral akciğer tomografisinde yaygın pulmoner trombo emboli saptandı.
***Bir daha rehberlere göre yapılan iĢlemlere tekrar bakalım:

Odak araĢtırmaları yapılmıĢ 

Kateter çekilmiĢ )

Antifungal tedavi alıyor (kaspofungin + flukonazol ?) I

Üreme devam ediyor 

Akciğerde tromboemboli mevcut 

Ameliyat için KDC onay vermiyor 
Hastaya operasyon açısından tekrar KDC konsültasyonu istendi. Ancak hastanın yüksek riskli
olduğu, hematoloji, beyin cerrahisi, nöroloji, göğüs hastalıkları, anesteziyoloji ve
reanimasyon kliniklerinden ameliyat olabileceğine dair konsültasyon yazısı alınması sonrası
tekrar danıĢılması istendi. Tek tek bu kliniklerden konsültasyon istendi, hepsinin oluru alındı.
Hasta yakını “KDC hekimleri ile görüĢtüğünü” ve “ameliyatta ölüm riskinin %99” olduğunu
belirterek “ameliyat yapılmasını istemediğini” belirtti. Tekrar KDC ile görüĢmeler yapıldı
ancak sonuç alınamadı. Daha sonra hasta baĢka bir hastanenin KDC kliniğine ameliyat olmak
üzere nakledildi.
Bu olgu aslında yaĢanılan karıĢık bir çok olgudan sadece bir tanesidir. Günlük yaĢam
içerisinde bu gibi durumlarla karĢılaĢmamak için mutlaka ekip çalıĢması yürütülmesi
gereklidir. Yine farklı branĢlardaki hekimler olguya “hastam” ya da “hastanız” Ģeklinde değil
“HASTAMIZ” düĢüncesiye yaklaĢmalıdır. Rehberler çoğu zaman kolaylık sağlamaktadır
ancak bazı durumlarda kafa karıĢıklığı da oluĢabilmektedir. Bu nedenle rehber hazırlayanların
akıcı, net, sınırları belirli, önünü gören yorumlar yapmaları gereklidir.
KAYNAKLAR
1. Esen S, Leblebicioglu H. Prevalence of nosocomial infections at intensive care units in
Turkey: a multicentre 1-day point prevalence study. Scand J Infect Dis 2004;36:144148.
110
2. Erbay H, Yalçin AN, Serin S, Turgut H, Tomatir E, Cetin B et al. Nosocomial
infections in intensive care unit in a Turkish university hospital: a 2-year survey.
Intensive Care Med 2003;29:1482-8.
3. Cevik MA, Yılmaz GR, Erdinc FS, Ucler S, Tulek NE. Relationship between
nosocomial infection and mortality in a neurology intensive care unit in Turkey J Hosp
Infect 2005;59:324-30.
4. Erdinç FS, Yetkin MA, Hatipoglu CA, Yücel M, Karakoc AE, Cevik MA et all. Fiveyear surveillance of nosocomial infections in Ankara Training and Research Hospital.
Journal of Hospital Infection (2006) 64, 391-396.
5. Çelik Ġ, ġenol A, Karlıdağ GE, Ġnci NA. Fırat Üniversitesi Hastanesi 2006 yılı hastane
infeksiyonları sürveyans sonuçları. Fırat Tıp Dergisi 2009; 14(4):242-6.
6. Pullukçu H. Hastane kökenli kan akımı infeksiyonları. Türkiye Klinikleri Dergisi
(Hastane infeksiyonları özel sayısı) 2010;3(1):28-39.
7. Walsh TJ, Merz WG. Pathologic features in the human alimentary tract associated
with the invasiveness of Candida tropicalis. Am J Clin Pathol, 1986; 85: 498-502.
8. Martino P, Girmenia C. Candida colonization and systemic infection in neutropenic
patients. A retrospective study. Cancer, 1989; 64: 2030-4.
9. Rex JH, Sobel JD. Prophylactic antifungal therapy in the intensive unit. Clin Infect
Dis, 2001; 32:1191-1200.
10. DeWaele JJ, Vogelaers D. Fungal infections in patients with severe acute pancreatitis
and the use of prophylactic therapy. Clin Infect Dis, 2003; 37: 208-13.
11. Yapar N, Pullukcu H, Avkan-Oguz V, Sayin-Kutlu S, Ertugrul B, Sacar S, Cetin B,
Kaya O. Evaluation of species distribution and risk factors of candidemia: a
multicenter case-control study. Med Mycol. 2011 Jan;49(1):26-31. Epub 2010 Jul 22.
12. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, Benjamin DK Jr, Calandra TF, Edwards JE Jr,
Filler SG, Fisher JF, Kullberg BJ, Ostrosky-Zeichner L, Reboli AC, Rex JH, Walsh
TJ, Sobel JD; Infectious Diseases Society of America. Clinical practice guidelines for
the management of candidiasis: 2009 update by the Infectious Diseases Society of
America. Clin Infect Dis. 2009 Mar 1;48(5):503-35.
13. Tornos P, Gonzalez-Alujas T, Thuny F, Habib G.Infective endocarditis: the European
viewpoint.Curr Probl Cardiol. 2011 May;36(5):175-222.
14. Habib G, Hoen B, Tornos P, Thuny F, Prendergast B, Vilacosta I et al. Guidelines on
the prevention, diagnosis, and treatment of infective endocarditis (new version 2009):
the Task Force on the Prevention, Diagnosis, and Treatment of Infective Endocarditis
111
of the European Society of Cardiology (ESC). Endorsed by the European Society of
Clinical Microbiology and Infectious Diseases (ESCMID)and the International
Society of Chemotherapy (ISC) for Infection and Cancer.Eur Heart J. 2009
Oct;30(19):2369-413. Epub 2009 Aug 27.
15. Halawa A, Henry PD, Sarubbi FA.Candida endocarditis associated with cardiac
rhythm management devices: review with current treatment guidelines.Mycoses. 2011
Jul;54(4):e168-74.
16. Head SJ, Mokhles MM, Osnabrugge RL, Bogers AJ, Kappetein AP. Surgery in
current therapy for infective endocarditis.Vasc Health Risk Manag. 2011;7:255-63.
Epub 2011 Apr 19.
112
SON BĠR YILDA YAYINLARDA KANDĠDA
Dr.Çağrı ERGĠN
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Denizli
Mikoz etkenleri arasında hem sağlıklı hem de immün düĢkün bireylerde hastalık etkeni olarak
en sık görülen mikotik patojen Kandida maya mantarlarıdır. Toplumun genelini ilgilendiren
bu patojen ile ilgili olarak güncel literatürün takip edilmesi, ileri sürülen hipotezlerin test
edilmesi ve yeni fikirlerin tartıĢmaya açılması gereklidir. Bilimsel ilerlemenin en büyük
getirisi ve aynı zamanda itici gücü, ortaya çıkan “gereksinim”lerdir. Güncel olan literatürün
takibi, bilimsel kurumlarda ortaya çıkan platformlardan haberdar olunmasına ve bilim
dallarının kendi gereksinimlerine göre kendilerine yön vermelerine olanak sağlar.
Teknik ilerlemelere bağlı olarak, son 5 yıl içerisinde yapılmıĢ olan araĢtırmalara göre çok
daha fazla sayıda araĢtırma son bir yıl içinde bildirilmiĢtir. Yeni teknik imkanların araĢtırma
kurumlarında daha yaygın olarak kullanılması bunun en önemli etkenlerinden biridir. Bununla
birlikte teknik ilerlemenin, ihtiyaca bağlı olarak ilerlemesi, tanısal mikrobiyolojinin
geliĢmesini sağlarken, özellikle tedavi amacına yönelik araĢtırmalar (yeni antifungal ilaç
araĢtırmaları vb) daha geri planda kalmıĢtır. Yeni teknik cihazlar ile yapılan son yılların
araĢtırmalarındaki en büyük hız kısıtlayıcı faktör, bu araĢtırmaların sektörel tabanlı
desteklenmesidir.
Bilim insanlarının paylaĢımcı tutuları yanında, günümüzde telif hakkı oluĢturacak verilerin
dağılmaması da bilim insanlarının “ketum” yönlerini oluĢturmaktadır. Bu nedenle güncel
verilerin değerlendirilmesi günümüzde yapılanları değil, gelecekte yapılacak olanların
öngörülmesine dayandırılmalıdır. BAMCAG-2011 Kandida sempozyumunun bu son
oturumunda ele alınacak konular 2011 yılı içinde literatürde mikrobiyoloji ve infeksiyon
hastalıkları alanlarında öne çıkan baĢlıkları kapsayacaktır.
113
Download