1 1 • • 1 1 Çankırı Belediyesi Dr. Rıfkı Kamil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi Kasım- 2009 FELSEFE AHLAKI ÜSTÜNE BAZI İLK DÜŞÜNCELER FELSEFE AHLAKI ÜSTÜNE BAZI İLK DÜŞÜNCELER Prof. Dr. Ahmet İNAM* Yüzyıldan 1 ı 1 ı fazla bir süredir, Batı felsefesinin, içinde yer aldığı kültürün çok hızlı değişimlerinden dolayı, kendini sık sık sorguladığını görüyoruz: Nedir felsefe ve ne işe yarar? Kimi felsefecilere göre, bu sorgulama hala gündemdedir, gündemde olduğu sürece de felsefenin kimlik bunalımı sürüp gidecektir. N e var ki bu bunalımı abartmaya gerek yoktur, çağımız felsefesi değişik felsefe ortamlannda sürüp gitmektedir, felsefi araştırmalar, çözümlemeler, görüş ortaya koyma çabalan, ardı arkası kesilmeksizin gerçekleştirilmektedir, felsefeci işinin başındadır. Yakınmalar bitmemiştir. Felsefe yapmaya başlayalı beri felsefeden yakınmış durmuştur insanoğlu. Ne yaptığının bilincine varmak, felsefe etkinliğinin kendisini anlamak isteyen felsefeciler, felsefenin kendisini felsefe sorunu haline getirmişlerdir. Üstfelsefe (meta-philosophy) çalışmalan bunu gösteriyor. Bu yazımda, kıyısından köşesinden birkaç ipucu vererek ele alacağım felsefe ahlakı konusu da, kültür ve yaşama dilimleri içinde felsefenin yerinin saptanması, yoklanması, bu yerle ilgili önecilerin tartışılması olarak Yoksa, yüzyıllar sonra, değişen toplumsal koşullar sonucu, toplumdaki iş bölümünün farklılaşmasıyla, böyle bir göreve mi getiriliyor? Ben felsefeci olarak, hangi patronun hizmetinde olacağım? Hangi toplumsal kurumu, ne adına savunacağım? Kimlerin avukatlığını, kimlerin savcılığını yapacağım? Ne işe yarayacak felsefe? Felsefeci hep, örneğin, bilim adamlannın konuşmalarını bekleyip onlardan sonra mı konuşacak? Kimin tazısı olacak? N eleri kovalayacak? Felsefeye özgü bir şey kalmadı mı kültürümüzde, kültürlerde? Felsefe neyin hizmetindedir? Yoksa felsefe, bu hizmetçilik görevini sürdürerek kendi kendini ortadan mı kaldıracak? Bütün felsefe sorunlarını bilim adamlarına, sanatçılara, tarihçilere, din adamlarına, kültür adamlarına devredip çekip gidecek miyiz? Yalııızca, onun bunun hizmetinde düşünceler, tartışmalar üreten, kavram çözümlemeleri yapan kişiler olarak mı kalacağız? Bu, felsefenin tahrib i değilmi dir? Evet, tahribidir. Ben böyle bir felsefeden yana anlaşılabilir. Felsefenin kendine özgü bir alanı olmalı diye düşünüyorum. Felsefenin gücü olmalı. Felsefecileri içinde bulunduklan' kültürde düştükleri yılgınlzktan kurtaracak bir gücü olmalı. Felsefi düşünmenin gücü. Bu gücü, yaratıcı felsefeciler ortaya koyacaklardır. Koymalılar. Felsefeyi kültür içinde etkin duruma getirmeliyiz. Bu da bir açıdan, felsefenin durumunun felsefece tartışılmasından kaynaklanabilir. Felsefe, gücünü nereden alıyor? Örneğin, bilimin gücü, çoğunlukla, yaşayışımızı etkileyen tekııik, pragmatik sonuçlarından, açıklayabilme, önceden görebilme becerisinden geliyor. Felsefenin, felsefece düşünebilmenin yaşayışımızda hiç mi etkisi yok? Bu etkiyi nasıl yeterli duruma getirebiliriz? Felsefenin yaşayışımızla, diğer kültürel etkinliklerle ilişkisini felsefece sorgulayarak başlayabiliriz. İşte, felsefe ahlakı bu bağlamda önemli oluyor. Felsefenin nasıl bir etkinlik olduğunu, giderek olması gerektiğini olgusal araştırmalara açabiliriz. Felsefecilerin ruh çözümlemeleri, felsefeciler topluluğunun toplumbilimsel çözümlemeleri yapılabilir; felsefe etkinliğinin bilimsel ineelmesi gerçekleştirilebilir. Böylece, felsefeciler olarak kendimizin farkına varmada bilimden yardım atabiliriz. Batı kültürü içinde oluşturulmuş, başka kültürlerden de yer yer etkitenmiş felsefeyi Türkçe düşünmeye çalışan bir felsefeci olarak sorun yapmam, bir bakıma, felsefe çalışmalarım sırasında görmezlikten gelemeyeceğim kaynaklanıyor. yürütüldüğü düşünce rahatsızlıklarından Benim gibi felsefenin ortamların uzağında oluşturulup olanların felsefi yönelimlerini belirleyebilmeleri için bu çabalar kaçınılmaz görünüyor. Yaşayışımızın felsefesizleşmesi olgusuyla başlayayım. Kim bilir belki de felsefenin toplumumuzda, giderek Batı toplumlarında da kurumsallaşmasındaki aksaklıklardankaynaklanıyor bu durum. Felsefeye gönül vermiş felsefeeller olarak felsefeyi yaşayalım istiyoruz. Felsefeyle kaynaşmış bir toplum özlüyoruz. (Ne demekse o, "yaşama" dediğimiz! Sezgisel düzeyde anlaşılır olduğunu umarak, bu yaşımda üstüne varınayacağım, bu can alıcı kavramın.) Deniyor ki, Amerika'da felsefecilerden hukuk, ticaret, yönetim alanlarında yararlanzlzyormuş, yani felsefeciler kullanılıyormuş, birişe yanyorlarmış. Bu "kullanılmadan" oldukça tedirgin olduğumu belirtmeliyim. Felsefenin başlangıçta işlevi bu değildi. değilim. 12571 * Çankın Araştırmaları Dergisi * Prof. Dr. Ahmet İNAM felsefe topluluğunda nasıl yaşayacaktır? Felsefeeller topluluğunun ahlakının özellikleri nelerdir? Nasıl olmalıdır? (Ahlak alanında, olgulara dayalı normatil bir çalışma yaptığımız unutulmamalıdır.) örneğin, felsefeciler nasıl tartışmalıdır? Ürünlerini yayınlarken, değerlendirirken ne gibi ilkelere dayanmalıdırlar? Bu topluluğun liderliği, liderlerin otoritesi, topluluğa kabul, topluluktan uzaklaştırma, anladıklarını öğrenebiliriz. topluluk içindeki sıradüzeni (hiyerarşi), topluluğun İşte, felsefe ahlakçısı (Batı felsefesinde sık sık örgütlenmesi gibi sorunlara nasıl yanıtlar aranmalıdır? yapılan "ethik-moral" ayrımını görmezlikten Topluluk içi eğitimin yürütülmesi, düzenlenmesi, nasıl gelmiyorum. "Ethik"i moral yaşayışımızın üstünde başarıimalıdır? Felsefe ahlakının tartışacağı diğer bir konu da, felsefece düşünme olarak anlıyorum ve buna, bu yazımda ahlak diyorum) yukarıda andığım felsefecinin felsefe topluluğu dışındaki yaşamı, bu çalışmalardan öğrenebildiklerinden işe koyulacak ve yaşayışındaki görüşleri, inançları, davranışları, kişiliği, ahiakın temel sorularından olan ''Nasıl yaşamalıyım?" değerleri olacaktır. sorusuna paralel ''Nasıl bir felsefi etkinlik içinde Daha genel bir soru da, felsefeciler topluluğunun olmalıyım?" sorusuyla başlayabilecektir. toplum, toplumlar arasındaki yeri olsa gerek. Felsefe ahlakçısının olgusal, tarihsel, mantıksal, Felsefeeller topluluğunun kültür alanına egemen olan kavramsal çalışmalara yaslanan, bu alanlarda yapılıp diğer topluluklarla ilgisi, onlarlakarşılıklı etkileşmeleri, edilenlere son derece duyarlı araştırmalar peşinde olan felsefe eğitiminin, toplum kültüründe söz sahibi olacak bir felsefeci olduğunu söylemeliyim. Olgusal, empirik aydınların kafa yapılannın oluşup gelişmesindeki yeri verilerle, özellikle kendi gözlemleri ışığında bilimin bu bağlamda ele alınabilecektir. bulgularından elde edilebilecek sonuçlarla,felse.fi kişiyi, Buraya kadar, felsefe ahlakının ruhbilimsel, felsefe tartışabilen, felsefe yapabilen, sorular sorabilip toplumbilimsel yanı üzerinde durduk. Bir de deyim olanaklı yanıtlan irdeleyerek eleştirebilen kişiyi, ruhsal yerindeyse, felsefi düşüncenin ahlakı var. "Felsefi ve toplumsal açılardan anlayabilecektir. Bu konulardaki düşünce ahlakı" birçok okuru rahatsız edebilir bir söz. görüşlerini olguların ışığında sınayabilecektir. Düşüncenin de ahlakı olur muymuş denebilir. Şöyle Felsefecinin kültürüyle, yaşayışıyla ürünleri arasındaki düşünüyorum: Felsefi kişi, çeşitli durumlarda, örtük bağı sorgulayabilecektir. Burada, kültür ve felsefe davranışlarda, eylemlerde bulunan bir kişi. Örneğin, iki tarihi olanca zenginliğiyle ayrıntısıyla bir malzeme felsefecinin, Sokrates'le Gorgias'ın tartışmaları bir hazinesi sunacaktır ona. Görüşlerini yargılayıp durum içindedir. Her durum bir tarihsel, fiziksel, ruhsal, pekiştirebileceği ya da çürütebileceği bir hanımadde toplumsal yapı taşıyan çevre tarafından kuşatılır. Yine görevi görecektir. Felsefe ahlakçısı, ahlak alanının her durum, "ideal" düşünce dünyasının bir parçası olan yaşamayla olan ilişkisini ortaya çıkarırken, felsefe ortam içinde oluşur. Sokrates'le Gorgias'ın tartışmaları o açısından, bu alanın felsefenin diğer alanlarıyla olan zamanki Yunan dilinde, Yunan kültüründe, MÖ 5. bağlarını da gözden geçirmek durumundadır. Bilgi yüzyılda, diğer kent devletleriyle belli toplumsal, kuramı, ontoloji, dil felsefesi, ruh beden ilişkisinin kültürel, ekonomik ilişkiler içindeki Atina'da, örneğin yoklandığı felsefe tartışmaları kaçınılmaz olarak Homeros'dan başlatabileceğimiz belli düşünce ve inanç gündemine girecektir. Buradaki sorunlarla, ahlak birikimiyle bu tip tartışma durumlarının oluştuğu ortam alanındaki sorunlarını belli bir üst-felsefe anlayışıyla bağlamında geçmektedir. geliştirdiği felsefe çerçevesi içinde, elinden geldiğince Öyleyse, her durum, olgusal bir çevre ve düşünce titiz, sınırını bilen mantıksal, kavramsal araştırmalarla ortammdadır. Bu ortamlardaki felsefeciler, felsefi kişiler, bu ortamlann tabanında bulunan genel yaşama ele alacaktır. Felsefe ahlakının konusu içine ne gibi tartışmalar dünyasının (Lebenswelt) etkisiyle, temel görüşlerinden girebilir? Fels efe ahlakının kendini sorgulaması sürekli kalkarak görüşleri ileri sürerler, tartışmalarında bu gündemde kalacaktır: "Felsefe ahlakı nasıl görüşlere dayanırlar. İşte benim bu yazıda savlanından mümkündür?" Ahlak alanı insan eylemlerinin felsefece biri de, bu temel görüşlerimin, felsefe ötesi temel incelenmesinin bir alanı olduğuna göre, bu alanın inançlara, görüşlere dayandığıdır, çünkü felsefi değişik yüzleri, cepheleri (aspects) olacaktır. düşünmeye, düşünmenin içinde yer aldığı ortama Felsefeciler topluluğu bu yüzlerden en önemlisi. Felsefi çevresel öğelerin sızdığını düşünüyorum. Felsefi Bu arada sanatçılann, din adamlanmn, bilim ada:rnlanmn, günlük yaşayışı içindeki insaniann felsefeden ne beklediklerini, ne anladıklarını saptayabiliriz. Bu veriler ışığında, felsefe sorunlarıyla haşır neşir olmuş mantıkçılardan felsefece düşünmeyi, felsefi düşünceyi, türlü kaygılar içindeki felsefeci meslektaşlaruruzdan felsefenin kendisini nasıl kavrayıp * Çankın Araştırmaları Dergisi * kişi, 12581 FELSEFE AHLAKI ÜSTÜNE BAZI İLK DÜŞÜNCELER düşünme, salt düşünce içinde kalan, salt düşünced~n kaynaklanan bir uğraş değildir. Yazık ki, bu nokta, zaman zaman felsefe tarihinde unutu-luveriyor. Felsefeci, düşüncesinde bağımsız, özerk, olmak istiyor. Düşünce içinde kalırsa, düşüncesini kendisi çekip çevirir ve yönlendirirse, ussal (rasyonel) olduğunu düşünüyor. Bu kaygısında haklıdır. Hangi düşünür, nasıl işlediğini bir türlü bilemediği felsefe ötesi çevresel etkenierin oyuncağı olmak ister? Burada, felsefe adına korkulacak bir şey yok bence. Bu felsefe ötesi belirleyicileri, fizyolojik, ruhsal, psikiyatrik, toplumsal, tarihsel, politik, ekolojik etkileri felsefenin gündemine alıp sorgulayarak felsefenin dışındaki güçleri, felsefenin malı, felsefe içi konular haline getirebiliriz. Buna felsefeyi içselleştirme diyorum. Bu da, bir anlamıyla, genel olarak felsefenin, özel olarak da felsefecinin kendini bilmesi sorunudur. Eski Yunanlılarm o çok önem verdiği "Kendini bil" ( Gnothi Seavton) deyişini unutmayalım. Kendini bilmenin, felsefi kişi üzerinde sayılamayacak denli, belki bilincine varamayacağı etkilerin olduğu düşünülürse, ne denli zor olduğu anlaşılabilir. Bir dereceye kadar çağımız felsefesi bunu başarmak durumundadır. Temel görüşlerinden kalkan felsefeci kişi belli kaygılar taşır. Bu kaygılar öncülüğünde belli bir tavır ya da tutum (Einstellung) içindedir. (Bu yazıda bu iki kavram arasındaki aynmı kurcalamayacağım.) İşte, belli ortamlarda felsefi kişi, belli temel görüşlerden, kaygılardan kalkarak, belli tavır ve tutumla eyler. Tartışır. Düşünür. Düşüncenin dile getirilmesini, sözlü ya da yazılı olarak, bir eylem biçimi olarak anladığım için düşünce ahiakından söz edebiliyorum. Düşünce ahlakı açısından, benim felsefe çerçevem içinde, felsefi kişinin içinde bulunduğu topluluğa ya da topluluklara bağlanmasından ortaya çıkan iki temel yükümlülükten hemen söz etmeliyim. Birincisi, felsefi temel görüşlerimizin ve onların arkasında yatan felsefe ötesi temel görüşlerimizin farkına varmak yükümlülüğüdür (Olağan ki, elimizden geldiğince, becerebildiğimizce). İkincisi, bu farkına vardığımız temel görüşlerimizi önce kendimize sonra, uygun olursa, hele hele becerebilirsek, karşımızdakilere itiraf edebilmektir. Çünkü felsefe tarihi açısından, açık sözlü olmak (parresia) bir erdemdir. Felsefecinin, kesinlikle karşısındakini ne pahasına olursa olsun ikna etmeye çalışan bir retorikçi (ho retor) değil, çıkmazlarını, zayıf noktalarını, çaresizliklerini, temel inançlarını açıkça söyleyebilen (ho parrestiastes) bir kişi olduğuna inanıyorum. Bunu başarabilmenin felsefe namusu adına gerekli olduğunu sanıyorum. Felsefi kişiye yukarıdaki yükümlülükleri uygun görürken, fazlaca katı bir tutum içinde miyim diye düşünüyorum. Felsefi kişi felsefe yapabilen, görüş bildirebilen, kavram tartışması, yeniden düzenlemesi, yorumlaması, çözümlemesinin üstesinden ·gelebilen, felsefe duyarlılığına sahip felsefe işçisi değil miydi her şeyden önce? Felsefe sorunlarının kendi içlerinde, bir iç işleyişi yok mu? Butun bu işleyişi kavrayabilip bunlara katkıda bulunup da, andığım yükümlülükleri yerine getirmeyen birini felsefi ahlaksızlıkla suçlamak da felsefi ahlaksızlığm, dar görüşlülüğün bir belirtisi değil mi? Sakın onlara haksızlık ediyor olmayayım? Özellikle çağımızda felsefenin giderek incelmesi, uzmanlık alanı haline gelmesi, bu işin işçiliğini yapmayı becereniere saygı duymamı önler mi? Hoşgörülüyüm onlara karşı. Saygıyla izliyorum onları. Ama bu saygım, felsefi ahlak anlayışıını değiştirmeme yol açmıyor. Ben kaygısı olanlara seslenmek istiyorum. Kaygılarmdan kaygı duyanlara. Benim felsefe çerçevem böyle bir ahlak anlayışını bildiriyor. Başka ahlak anlayışını taşıyan felsefe çerçevelerine, bu çerçevelerin, düşünce yapılarının oluşturduğu ortamda saygılıyım. Yeter ki, temel görüşlerine uygun işçiliklerinde başarılı olabilsinler. Saygılı olmak, görüşlerimden ödün vermek değildir. Felsefede hoşgörünün yanı sıra, ölçülü bir ısrann çok gerekli olduğuna inanıyorum. Yukarıdaki yükümlülükler, yalnızca temel görüşlerimizin değil, bunlara dayalı, felsefi savlarımızın, tutumlarımızm, kavram işçiliğiınizin dayandığı bir bütüİılük olan çerçevemizin farkına varmayı da gerektiriyor. Yıne bu yükümlülükler, çerçevemizin karşısında olduğu, onayladığı, onaylamadığı, belli bakımlardan benimsediği, benimsemediği diğer çerçeveleri de ortamı da tanımaya götürüyor bizi, çevrenin, yaşayışımızın, başka yaşayışların anlaşılmasının, yorumlanmasının, kavranmasının önemli olduğunu gösteriyor. Yükümlülük, bizim felsefi çerçevemizle, belli kaygı ve tutumla, felsefeciler topluluğuna katılınanıızın, belli değerlere, ilkelere bağlanmamızm bir sonucu. Bu bağlanmanıızın bir biçimi var. Bağlanma tutumu var. Bu tutum, bizim kaygılarımızm bir sonucu ya da başka türlü kaygılarımızın bir başlatıcısı olabilir. Biraz sonra yine sözünü edeceğim, böyle bir kaygımız yokmuş tutumu da bir tutum. Bu tutum bizim felsefi işçiliğimizi bir ölçüde belirler. Şunu ileri sürüyorum: Bağlanma tutumlarımız felsefi kararlarımızı düzenler. Nasıl? Bu nasılın yanıtı ayrı bir çalışınayı gerektirir. Yıne Sokrates'e dönelim. Çevresini, ortamını düşünelim. Kaygılarını göz önüne alalım. Tutumunu buralardan çıkarabiliyor muyuz? Bu açıdan Sokrates'e bakabilmek, diyaloglarındaki tartışma 12591 * Çankın Araştırmalan Dergisi* Prof. Dr. Ahmet İNAM biçimini, neleri görmezlikten gelip nelerin peşinden gerileme içinde miyim? Savlarımın dayanaklarını gittiğini anlamaımza yol açabiliyor mu? Bence, yanıt gereğince belirtebildim, onları yeterince evet. Felsefe tarihçileri Sokrates'i böyle destekleyebildim mi? anlayabiliyorlar. Bu kaygıların olmadığı, yok sayıldığı İkinci öbekteki kaygılar, felsefi kişiliğimize, giderek bir tutumla, örneğin, 1920'lerin başlarında Mantıksal yaşayan kişiliğimize ilişkin kaygılardır. Bu tür kaygılar, Positivizmi ya da Empirisizm'in tutumuyla, yapılacak felsefede ileri sürdüklerimizin kişiliğimizle ne denli felsefe çalışması, dil çözümlemelerine, mantıksal uyuştuğu sorusuyla ilgilidir. Belli bir yaşama biçimi, felsefe yapma biçimini benimsemiş kişi olarak, araştırmalara sıkı sıkıya bağlı kalıyor. Bir olası yanlış anlaşılınaya da değineyim. Ne felsefede ortaya koyduklarımız, kişiliğimizle, yaptığımızın farkına varma kaygısı, bu kaygıdan çıkan yaşamayla olan bağları içinde ortaya çıkmaktadır. Üçüncü öbekteki kaygılar, felsefi topluluktaki bir ahlak tutumu işimizi engellemez mi? Felsefi bir paranayaya sürüklemez mi bizi? Sağlıklı bir felsefeciyi, yerimizle, bu topluluk karşısındaki tutumuzia ilgilidir. felsefi kişiyi, hayır! Kaygılarımızdan, felsefi Meslektaşlarımın, felsefecilerin felsefeyle olan bağına yaşayışımızdan nasıl yararlandığımiz önemli burada. ilişkin sorulardan çıkıp gelen kaygılardır bunlar. Son iki Kendimizi tahrip etmeye götüren kaygılardan değil, öbekteki kaygıların iç içe olduklarını, kimi zaman eksik gediğimizi onarmaya yarayacak, bizefelsefi coşku birbirlerinden kolay kolay ayrılamayacağını verecek kaygılardan yanayım. Bunun kolay başarılacak söyleyebiliriz. örneğin, güvensizlik, yetersizlik, aşırı bir şey olmadığını da biliyorum. Belki, bir şair için bu güven duygularıyla ortaya çıkan, çekimser ya da farkına varma yükümlülüğü önemli değildir, belki de saldırgan oluşumuz gibi değişik tutumlarımızın engelleyicidir. (Burada bile kuşkularım var ya, neyse!) arkasında yatan kaygılarda bunu görebiliriz. Burada, kaygılar ile tutumlar konusunda duyduğum Felsefeci farklı bir kültür adamıdır Baştan beri, yaşama, düşünme, düşünce, dile "aşırı kaygılanma" biçimim eleştirilebilir. (Bu konudaki getirme, eyleme ilişkisinin, bu ilişkiyi oluşturan uyarıları için Sayın Tomris Mengüşoğlu'na teşekkür öğelerin birbirine ne denli sıkı sıkıya bağlı olduğunu ederim.) Bu kaygıları sergilemeye, bu kaygılarla vurgulamaya çalışıyorum. uğraşmaya ne gerek var? Bunlann doğrudan felsefeyle Düşünce ahlakında, genişlik, derinlik, coşku ve ilgileri olabilir mi? Bu kaygılar, söylenmemesi gereken bağlanmanın ne denli önemli olduğunu da şeyler değil midir? Kaygılarımızın ikide bir felsefe belirtmeliyim. Genişlik, ele aldığımız sorunun diğer çalışmalannda ortaya atılması, bir anlamıyla bizi sorunlarla ilgisini görebilmeyi, diğer felsefe "sübjektivizm"e götürmez mi? Bu da bir kaygı. Bu çerçevelerinin bu soruna bakışiarına önem verip kaygıya karşı da daha önceden temel "yükümlülük:'' anlamayı gerektiriyor. Derinlik, bir anlamda, sorunun konusunda söylediklerime benzer bir tutum içindeyim. işçiliğinin doyurucu bir biçimde başarılabilmesi demek Saygılıyım. Şimdilik, felsefe mutfağının oluyor. Genişlik ve derinlik taşıyan felsefe uğraşımız, sergilenmesinin, kaygılarımızı başkalarına söylem~nin, görüşlerimizin bedelini ödemeye hazır olmayı, oııların gözü yaşlı, vesveseli ya da özürlerinıizi saklamaya hesabını vermeyi, oıılara bağlanmayı, gereksiz yere yarayan bir kalkan kullanma tutumu olmadığını ödünler vermemeyi, oıılardan felsefi coşku duymayı da sanıyorum. Bu bir felsefi kişilik sorunudur. "Öznellikten" neden korkayım? Başkaları, ben söz gerekli kılıyor. Yazımı, felsefe ahlakı açısından karşımıza çıkan, konusu etmesem de, çalışmalarımda bu kaygılan çıkabilecek bazı kaygı ve tutumlara göz atmakla bulacaklardır. Ben yerine, "biz" diyerek ya da edilgin bir çatı kullanarak ·felsefe yapmanın her zaman daha bitireceğim. Felsefi kaygıları, bu yazımda görebildiğimce, üç sağlıklı daha olumlu olmayabileceğini düşünüyorum. öbekte ele alıyorum. Düşüncemize ilişkin kaygılardan İsteyen böyle yapabilir olağan ki. Ben kaygılarını itiraf başlayayım. Düşünürken, bilgi eksikliğimiz olduğu, eden felsefeden yanayım. Öznelliğinin farkında olup öğrenmemiz gereken şeyler bulunduğu, bunları bunu okurdan saklamayan işçiliği yeğliyorum. Bu bilmeksizin ele aldığımız felsefe sorunu üzerinde tutumum işçiliğimde belki çarpıklığa yol açabilir. konuşamayacağımız kaygısı bunlardan birisi. Dile Felsefe çalışmalarımı sağlıklı biçimde yürütınemi getirme kavpısı bir başkası. Acaba, düşüncemi engelleyebilir. Bütün sorun bunun ölçüsünü, karannı gerektiğince anlaşılır bir aılle anlatabildim mi? Başka bulmaktır. Benim kaygım sağlıklı felsefe yapma türlü söylenseydi daha belirgin olur muydu? Düşünce çabasının kaygısıdır. Okurun bana yakıştıracağı kaygılarından biri de, düşüncelerimizin tutarlılığı kaygılar, benim kendimde farkına vardığım kaygılarla sorunudur. Acaba çelişkiye düştüm mü? Sonsuz karşılaştırılabilir. Bu da en azından, felsefi düşüncemin ~, ~ Ç•a•n•m•~•ıA•r•a•şn•r•n•ıa•k•r•ıDer•~•s•i•~ . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . .'2•6•0•' . . . . . . . . . . . . .--------------------------. . . .sr. FELSEFE AHLAKI ÜSTÜNE BAZI İLK DÜŞÜNCELER işleyişinin anlaşılmasında tutumlarını sanıyorum. büyük ölçüde yardımcı olur Hiç değilse, kaygılarını ikide bir okurun başına kakar gibi görünen felsefe çalışmalarının neden işlemediğini göstermesi açısından bir öğreticiliği olsa gerekir. Bu saydıklarıının yeterli olmadığını biliyorum. Dedim ya, her yiğidin bir yağurt yiyişi vardır. Özellikle bizim kültürümüzde, kendini saklamayı iş edinmiş kültür adamlarının tutumuna karşı bir tavrın geliştirilmesini savunuyorum. "Kaygılarım çalışmalarına karıştırma, yoksa çalışamazsın" eleştirisi benim, felsefeciler olarak bizim, bu kaygıları felsefe çalışmalanınıza yapılmalıdır. nasıl karıştırdığımıza bakılarak Düzmece "nesnellik" tutumundan kaçınmalıyız. Doğru olanı bir tek ben görüyorum, gördüğüm tek doğrudur tutumu, çağımiz felsefesinde terk edilmesi gereken bir tutumdur diye düşünüyorum. Bu demek değildir ki, söylediğim her şey, birinci tekil şahısla söylendiği için özneldir, başkalarınca paylaşılmayacak denli yalnız bana özgüdür. Dedim ya burada bir "üslup" söz konusudur. Değişik kaygılardan ve görüşlerden kaynaklanmış birüslup. Kaygılarınıızın uzantıları olan tutumlara duyulan kayıtsızlık, felsefi kişilerin tutumlarından biridir demiştim. Böylesi bir tutum karşısında benim tutumuro şu sorularla ortaya çıkacaktır: "Bu tutumuyla, bu kişi neyi başarabiliyor? Bu tutumunun arkasında ne gibi kaygıları var? Bu tutumuyla, biricik doğru tutum içinde olduğunu mu sanıyor? Nesnel olduğuna, us sal olduğuna mı inanıyor? Bu kayıtsızlığı ''Her savaş mubahtır" anlamına mı geliyor? Kendi tutumundan aşırı memnunluk mu duyuyor? Felsefeyi bir oyun olarak mı görüyor? Bu oyunda kendisini bir oyun ustası (magister ludi) olarak mı kavrıyor? Buna benzer sorularla yola çıkacağını. Kendi kaygılarımı ona anlatarak, onunla diyaloga girmeye çalışacağım. Kaygıların ortaya dökülmediği bir felsefi diyalog münıkün müdür? Sanmıyorum. Aşırı kaygılar, bizi onları saklamaya gö-türmemeli diye düşünüyorum. Kaygısızlık, bizi nesnelmişiz gibi bir tutum içine sokabilir ya da felsefe bir oyundur tutumuna. Belki ilk tutum, ulu felsefe inancıyla, çok çok önemli çalışmalar yaptığımız vehmine sürükleyebilir bizi. Bakın bu tutuma da karşı değilim. Hesabı verilmelidir diyorum, yalnızca. Yoksa, felsefi hınzırlık tutumumdaki, çağımızda ve felsefe tarihinde örneğine çok rastladığımız yer yer felsefeyi ortadan kaldırmaya yol açan kişilerle diyaloga giremeyiz. Oysa, çoğukez felsefi tutumsuzluk olarak ortaya çıkan hınzırlık tutumuyla yapılan felsefe eleştirilerinden öğreneceğimiz çok şey vardır diye düşünüyorum. Kaygılarımızı, tutumlarımızı, başkalarının kaygı ve felsefeyle ilgili görmeyen gözü çalışmalarının çoğalması, kapalı yazıının başında andığım gibi, çağımızda felsefenin yaşayışımız üzerindeki etkinliğini yitirmesine yol açabilir. Yaşayışımızın felsefesizleşmesine izin vermeyeceksek, felsefeye saygımız varsa, onu yüzyıllardır süre gelen tarihine yakışır biçimde sürdüreceksek, felsefe ahlakı üstünde düşünmeliyiz diyorum. Bu yazımda bazı saptamalar yaptım. Felsefe yapmadım. Bu saptamaların­ ülkemizde ve dünyada felsefenin geleceği için önemli olduğuna inanıyorum. ---------------Açıklama- *ODTÜEdebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi -Ankara Bu değerli çalışmanın Çankın Araşbrmaları Dergisinin 4. sayısına kazandınlmasında katiaları bulunan Felsefe Öğretmeni Orhan Basat'a teşekkür ederiz. (Editör) * Çankırı Araştımıaları Dergisi *