Hayatimizdaki Kimya

advertisement
HAYATIMIZDAKİ KİMYA
TEMİZLİK MALZEMELERİ
İnsanlar eski çağlarda sabunu bulana kadar çeşitli malzemeleri temizlik maddesi olarak kullanmışlardır. Fenikeliler
sabundan önce temizlik amacıyla süt, bitki özleri, kül ve kili temizlik amacıyla kullanıyorlardı. Temizlik amacıyla sabunun
kullanılması M.Ö. 200'lü yıllara dayanır. Sabun keşfedildikten sonra insanlar arasında değerli bir takas aracı olarak, ilaç
olarak ve temizlik malzemesi olarak kullanılmıştır. Kullanım alanı ortaçağda genişlemiş olan sabun, çamaşırların
temizlenmesinde ve bulaşıcı hastalıklara karşı dezenfektan olarak kullanılmıştır. 1800'lü yılları öncesine kadar sabunun,
yağ ve alkalinin mekanik bir karışımı olduğu sanılmaktaydı. 18. yüzyılda Fransız kimyager Eugene Chevreul, sabun
oluşumunun bir kimyasal tepkime olduğunu göstermiştir. Buhar makinalarının bulunmasıyla sabun üretimi hızlanmıştır.
19. yüzyılda sabun yapımı, çok büyük bir sektör haline gelmiştir. 1907 yılında bir alman firması, sabunda bulunan
maddelere ilave olarak sodyum perborat içeren deterjanı piyasaya sürmüştür. Sabunun sert sularda yeterince
köpürememesi nedeniyle deterjan üretimi bundan sonraki yıllarda hız kazanmıştır.
Sabun ve Deterjan
Sabun bitkisel ve hayvansal yağların veya yağ asitlerinin NaOH gibi bazlarla kimyasal tepkimesi sonucunda elde edilir.
Katı ya da sıvı yağlar basınç altında bir bazla hidroliz edilince oluşan yağ asitleri NaOH veya KOH ile etkileştirilir ve sabun
eldesi gerçekleşir. Hidroliz işlemi sırasında gliserol de oluşur. Katı ve sıvı yağlara trigliserit adı verilir.
Yağların bazik ortamda hidrolizlenmesi sonucu oluşan uzun zincirli(C12-C18) karboksilli asitlerin sodyum veya potasyum
tuzlarına sabun, gerçekleşen olaya da sabunlaşma denir.
Aşağıda gliseril tripalmitat'tan sabun eldesi denklemi verilmiştir.
Sabun molekülü bir hidrofil uç ve hidrofob karbon zinciri içerir. Aşağıda sodyum stearatın yapısı görülmektedir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 1
Suda çözünebilen(yumuşak sabun) ve çözünemeyen(sert sabun) iki sabun çeşiti vardır. Suda çözünebilenler, yağ
asitlerinin sodyum ve potasyum tuzlarıdır. Temizlik işlerinde kullanılan sabunlardır. Potasyum ile oluşmuş sabunların erime
noktaları düşüktür ve yumuşaktır. Yumuşak sabunlar sıvı sabun yapımında ve traş kremlerinde kullanılmaktadır.
Suda çözünmeyen sert sabunlar, aluminyum, kalsiyum, magnezyum, baryum, lityum, çinko, kurşun, kobalt ve bakır gibi
katyonları içeren yağ asiti tuzlarıdır. Suda çözünmedikleri halde organik çözücülerde çözünebilirler. Lityum sabunları
yüksek sıcaklığa dayanıklı makina yağlarında ve greslerde kullanılır. Sabun, hareketli metal parçalarıyla yağın temas
etmesini sağlar. Makinada sadece yağın bulunması durumunda, zamanla yağ harcanır ve hareketli parça korunamaz.
Sabun, temizlemenin yanında kozmetik sanayinde ve endüstride kullanılır. Losyon, krem, sprey, ilaç yapımında; boya,
plastik döküm, metal çekme işlemlerinde; kauçuk ve plastik imalatında, su geçirmez tekstil üretiminde, metallerin
paslanmasını önleyici yardımcı malzeme yapımında sabun kullanımı söz konusudur.
Sabunda Kullanılan Malzemeler
Sabun yapımında kullanılan organik yağ asitlerinden en önemli olanları doğada serbest olarak bulunan 12,14,16 veya 18
karbon içeren yağ asitleridir. Karbon sayısı 18'den fazla olan yağ asitlerinin çözünürlüğü az olduğu için sabun yapımında
kullanılmazlar. Sabun yapımında hayvansal veya bitkisel yağlar kullanılabilir. Yağlar, üretilecek olan sabunun kullanım
alanına ve türüne göre seçilir.
Hayvansal yağlarla yapılan sabunlar sert ve suda yavaş çözünürler. Bitkisel yağlarla yapılan sabunlar ise suda kolay
çözünür ve bol köpük oluştururlar. Sabun yapımı sırasında gerekli olan baz çözeltisi miktarı yağın yapısında yer alan yağ
asitlerine bağlı olduğu için, sabunun kalitesi de yapısında bulunan yağ asitlerine göre belirlenir.
Sabun yapımında kullanılan suyun sertliği önemlidir. Sert sularla yapılan sabunlardan tam verim alınamaz.
Sabun yapımında eskiden kireç kullanılırken, günümüzde kirecin yerini sud kostik çözeltiler almıştır.
Sabun üretiminde en çok kullanılan ham maddeler tuzlardır. Sabun çözeltisinde biriken sabunlar 2-3 defa bu tuzlar
kullanılarak temizlenir. Temizliğin yüksek verimle gerçekleşebilmesi için kullanılacak tuzun kalitesinin yüksek olması
gereklidir.
Potasyum klorür tuzu arap sabunu yapımında kullanılır. Tuz ile aynı işlevi görür.
Sabun tozu yapımında sodyum perborat kullanılır.
Sabunun verimini artırmak için talk kullanılır.
Deterjan kir sökücü maddedir. Deterjanlar petro-kimya ürünlerinden elde edilen, temizleme ve arıtma gibi işlemlerde
kullanılan, toz, sıvı ya da krem şeklinde kimyasal maddelerdir. Deterjan sabunun yaptığı her işi yapmasına rağmen sabun,
kullanım alanında deterjanın yerini alamamaktadır. Deterjanın en önemli özelliği sert sularda bile köpürebilen bir yapıya
sahip olmasıdır.
Deterjanlar uzun karbon atomu zincirinden oluşan bir alkil ya da arilin sülfat ya da sülfonat tuzlarıdır. En çok bilinen
deterjan, Lauril alkolden elde edilen sodyum lauril sülfattır.
Lauril alkol sülfürik asitle tepkimeye sokulur. Bu tepkimeden elde edilen luril hidrojen sülfat sodyum hidroksitle
deterjan(sodyum lauril sülfat) oluşturur. Deterjan kullanım amacına göre sıvı veya toz olarak üretilebilir. Toz deterjan
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 2
üretiminde, temel deterjan maddesinden, köpük artırıcı, yapıcı ve düzeltici malzemeler kullanılarak bir hamur oluşturulur
ve karışım kurutularak içi boş toz kürecikler haline getirilir.
Sabunlar ve Deterjanlar Kiri Nasıl Temizler?
Sabun zayıf asit ve kuvvetli bazdan oluşan bir tuzdur. Suda çözündüğü zaman bazik bir
çözelti oluşturur. Baz, kiri yumuşatan bir etki yapar. Kirler genellikle yağ ve benzeri apolar
organik maddeler içerirler. Su ise polar bir moleküldür. Maddelerin birbiri içerisinde
çözünebilmesi için maddelerin birbirine yapısal benzerlik göstermesi gerekir. Polar
maddeler polar çözücülerde, apolar maddeler apolar çözücülerde çözünür. Kir ve su
molekllerinin yapısal uyumu olmadığı için birbirlerine karışmazlar. Kiri temizlemek tek
başına su ile gerçekleşmez. Temizleme işleminin gerçekleşebilmesi için sabun ve
deterjan gibi, yapısında hem polar hem de apolar kısımlar bulunduran organik maddelerin
kullanılması gerekir.
Temizleme işlemi için kirli bir kumaş parçasının bulunduğu suya sabun eklenir. Sabunun
hidrofobik kısmı yağ ile etkileşir ve onları sarar. Sabunun hidrofilik kısımları su molekülleri
kuvvetli bir şekilde etkileşirken, bu bölümler kirle etkileşmezler. Bu durumdayken su
karıştırıldığında, yağ tanecikleri birbirinden ayrılır. Yağ taneciklerinin tamamı sabun
molekülleri ile sarılır. Sarılma işlemi sonucunda kir bulunduğu ortamdan suya gemiş olur.
Böylelikle kir akan su ile birlikte kumaş parçasından ayrılmış olur.
Sabunlu suyla eller yıkandığında kirler sabun moleküllerinin etkisiyle gevşer. Bu durumda sıvı içerisinde yüzmeye
başlarlar. Suyun akmasıyla kir molekülleri de elden uzaklaştırılmış olur. Magnezyum ve kalsiyum tuzları yönünden zengin
olan sert sularla yapılan yıkamalarda sabunun asit kökü bu iyonlarla suda çözünmeyen tuzlar oluştururlar.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 3
Suya sertlik veren iyonların tümünü çöktürecek kadar sabun kullanıldıktan sonra temizleme yapılabilir. Başka bir deyişle
bu iyonların hepsinin çökmesinden sonra köpük oluşumu başlar. Sert sularda sabun kolay köpürmediği için fazla sabun
harcanması gerekir.
Sabun ve Deterjan Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar
Sabunların ve deterjanların temizlemenin yanında dezenfekte edici özellikleri de vardır. Sabunların ve deterjanlarıın iki
kısmı vardır. Molekülde uzun bir hidrokarbon zinciri ve tuz yapısında bir baz kısmı vardır. Hidrokarbon kısmı(hidrofob)
uzun bir alkil grubundan, polar olan(hidrofil) kısmı ise tuz yapısında bir bazdan oluşur. Aşağıda sabuna örnek olarak
sodyum stearat ve deterjana örnek olarak sodyum lauril sülfat formülleri verilmiştir.
Deterjanların çoğu yapılarında benzen halkası taşırlar. Benzen halkası hidrofil grup ile hidrofob grup arasındadır. Hidrofob
grup 12 karbonlu uzun bir hidrokarbon zinciridir. Bu tür deterjanlara alkil benzen sülfonat deterjanları denir.
2+
2+
+
+
Sabunların istenmeyen etkisi sulardaki Ca ve Mg iyonlarının sabundaki Na ve K iyonlarıyla yer değiştirerek
çökmesidir. Aşağıda bu yer değiştirme işlemi sonucunda oluşan çökelme olayını gösteren denklem verilmiştir.
Yukarıdaki denklemdeki çöken maddenin de aslında bir sabun olduğu görülmektedir. Bu tür bir çökelmenin olmaması için
2+
2+
ya suyun sertliği giderilmelidir, ya da Ca ve Mg iyonları ile çökelek oluşturmayacak maddelerin temizleme sırasında
kullanılması gerekir. Deterjanlar sabunlardan farklı olarak sert sularda da temizleme işlevini yerine getirir. Çünkü
2+
2+
deterjanlar, sert sularda Ca ve Mg iyonları ile suda çözünmeyen maddeler oluşturmaz.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 4
Deterjanın ıslatma ve etkileme kapasitesi sabundan daha üstündür. Deterjan sabunun aynı miktarına göre daha fazla
temizleme gerçekleştirebildiği için daha ekonomiktir.
Deterjandaki benzen halkası mikroorganizmalar tarafından parçalanamaz. Aynı mikroorganizmalar uzun hidrokarbon
zincirlerini parçalayabilirler. Sabun benzen halkası içermediği için çevre kirlenmesine etkisi, benzen içeren deterjana göre
fazla değildir.
Çamaşır Sodası
Çamaşır sodası, sodyum karbonat(Na2CO3) mineralidir. Sodyum karbonat sularda sertlik yapan iyonları karbonat halinde
çöktürüp ortamdan uzaklaştırdığı için sert sularda da rahatlıkla kullanılabilir.
Çamaşır sodası, suyun sertliğini gidererek deterjanın ve sabunun yıkama gücünü artırıp tasarruf sağlar. Elle yıkamada ve
çamaşır makinelerinde suyun sertliğini gideren bir maddedir. Çamaşır makinelerinin ömrünü uzatır; yumuşatıcı ve kireç
çözücü gerektirmez; renk ve desenleri korucu özellik gösterir ve çamaşırlara canlılık kazandırır.
Çamaşır sodası suda çözündüğünde NaOH oluşur. Sabunda olduğu gibi yağlar, bu NaOH ile hidrolizlenerek sabunlaşır ve
çözünür hale gelir. Bu özelliğinden dolayı soda da yağı temizler.
Na2CO3 + H2O
→
NaOH + NaHCO3
Çamaşır Suyu
Çamaşır suyu, kimyasal adı sodyum hipoklorit(NaClO) olan temizlik ve hijyende kullanılan kimyasal maddedir. Çamaşır
suyu, yükseltgenme yoluyla bir maddeyi beyazlatır veya ağartır, rengini çıkartır veya açar. Çamaşır suyu mandıralarda, su
sağlayan ünitelerde, kanalizasyonlarda, sebze ve meyvelerin temizlenmesinde, ve ev işlerinde mikrop öldürücü olarak
kullanılır.
Günümüzdeki ağartıcılar(çamaşır suları, beyazlatıcılar) hidrojen peroksit, sodyum hipoklorit veya peroksit bulundurmayan
sodyum perborat tetrahidrat veya sodyum perkarbonat gibi bileşiklerdir.
Günümüzde en çok kullanılan çamaşır suyu üretimi aşağıdaki tepkimeye göre gerçekleşir.
2 NaOH + Cl2
→
NaOCl + NaCl + H2O
Çamaşır suları iki çeşittir.
1.
2.
Klorlu çamaşır suları: genellikle mikrop öldürücü olarak kullanılırlar.
Oksijenli çamaşır suları
Çamaşır suyunun etken maddesi olan sodyum hipokloritin oranı 5,25'tir. Sanayide ise daha yoğun çamaşır suları
kullanılmaktadır. Aktif klor içeren çamaşır suları dayanıksızdır olur ve çabuk bozunur. Çamaşır suları sıcaklıktan metal
iyonlarından, çözeltilerin pH'ından, ışıktan etkilenirler ve çabuk bozunurlar. Bu nedenle çamaşır suyu satın alırken üretim
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 5
tarihine dikkat edilmelidir. Çamaşır sularının tamamı oksitleyici değildir. Oksitleyici çamaşır suları hücre zarlarına ve hücre
proteinlerine etki ederek proteinleri öldürür.
Tekstil sanayinde boyama işleminin ilk aşamasında çamaşır suyu beyazlatma ve ağartma için kullanılır. Çamaşır suyu
renk yapıcı kimyasal bağları parçalar ve ağartmayı gerçekleştirir. Renkli maddelerdeki moleküllerde karbon atomları
arasında çift bağ vardır. Çamaşır suyu yükseltgen olarak çift bağı tek bağa dönüştürür. Bu dönüşüm sonucunda renk
yapıcının görünen ışığı soğurma etkisi yok olur.
Çamaşır suyunun çıplak elle kullanılmaması gerekir. İstenmeden göz ve deriye temas etmesi halinde bol suyla
yıkanmalıdır. İçilmesi zehir etkisi yapacağından çocukların ulaşamayacağı yerlerde saklanmalıdır.
Çamaşır suyunun amonyak içeren temizleyicilerle karışımı zehirli klor gazlarının oluşumuna neden olabilir. Sodyum
hipoklorit içeren çamaşır suları tuz ruhu ve kireç sökücüler ile karıştırılmamalıdır. Asitlerle karıştığında ölüme varacak
zehirlenmelere neden olabilir.
YAYGIN MALZEMELER
Sönmemiş Kireç ve Sönmüş Kireç
Bitki ve hayvan kalıntıları, okyanusların, denizlerin ve akarsuların dip kısmında birikerek basıncın etkisiyle fosilleşir ve
kalker kayalar haline dönüşür.Jeolojik devirlerde oluşan kireç taşı, ateşin keşfi ile insanlar tarafından farkedilmiştir. Kireç
taşının kimyadaki adı kalsiyum karbonattır(CaCO3). Kireç taşı parçaları kireç yataklarından elde edilir. Bu kireç
taşlarından sönmemiş kireç üretimi için hemen hemen her yerde kireç ocakları kullanılır. Kireç ocakları dış kısmı çelik iç
kısmı ateş tuğlası ile döşeli olan fırınlardır. Çelikten yapılan dış kısım fırınların dayanıklılığını artırır. Oluşan gaz üst
o
kısımdan alınır. Kireç(CaO), kireç taşlarının(CaCO3) yaklaşık 900-1000 C'de ısıtılmasıyla elde edilir.
( )
( )
→
( )
CaO halk arasında sönmemiş kireç olarak bilinir. Nedeni suyla birleştiğinde tepkime vermesidir. Sönmemiş kireç su ile
etkileşirse, eklenen suyu kaynatabilecek düzeyde ısı açığa çıkar. Tepkime sonunda sönmüş kireç(Ca(OH) 2) elde edilir.
( )
( ) →
(
) ( )
Kireç taşı kolay işlenmesi, suya karşı dayanıklı olması ve ısıya karşı yalıtkan olması nedeniyle antik dönemde en fazla
kullanılan yapı malzemesi olmuştur. Kireci yapı malzemelerinin en önemlisi yapan onun yapıştırıcı özelliğidir. Bu özellik
sayesinde kumla karıştırılarak elde edilen harç, taş blokların birbirine yapışmasını sağlar. Kullanılan harç zamanla
sertleşir. Harcın sertleşmesini sağlayan, harcın içerisine konulan sönmüş kirecin(Ca(OH)2), atmosferde serbest halde
bulunan CO2 ile birleşerek kalsiyum karbonata dönüşmesiyle gerçekleşir. Bu olayın gerçekleşme hızı çok düşüktür.
(
) ( )
( )→
( )
( )
Sertleşme harcın suya karşı dayanıklı hale gelmesini sağlar. Harcın kullanıldığı yerlerden su geçişi engellenmiş olur. Kireç
taşlarının büyüklüğü, gözenekliliği, suyun kirece oranı, sıcaklık ve karıştırma gibi faktörler de kirecin özelliklerini
etkilemektedir.
Kireç, sıva ve harçların dışında hazır beton, hazır tuğla üretiminde, boya, seramik, cam, gıda sanayinde ve çevre
temizliğinde de kullanılır.
Kille kireçtaşının özel fırınlarda pişirilip ezilmesiyle çimento elde edilir. Elde edilen çimentoya, kum, kireç karıştırılarak yarı
akışkan halde olan ve yapılardaki yüzeyleri düzgünleştirmek için kullanılan sıva elde edilir.
Çakıl, kum gibi beton üretiminde kullanılan malzemelere agrega adı verilir. Çakıl ve kum gibi agregaların çimento ve su ile
birleşmesinden oluşan yapı malzemesine beton adı verilir. Betona agrega, çimento ve su haricinde bazı katkı maddeleri
de karıştırılabilir. Katkı maddeleri karışıma su eklenmesinden önce veya sonra konulabilir. Katkı maddeleri, betonun
işlenebilmesi özelliğini değiştirebilir, dayanıklılığını artırabilir ya da sertleşmenin çabuklaşmasını veya gecikmesini
sağlayabilir.
Cam ve Bileşenleri
Cam, sert, ısıtılınca yumuşayan, kuvvetli kovalent bağlar ve düzensiz(amorf) yapı içeren bir maddedir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 6
Camın hammaddesi kum soda ve kireçtir. Kum camın yapısında yer alan ana maddedir. Soda düşük sıcaklıkta camın
akıcı hale gelmesini sağlar. Kireç ise camın kimyasal etkilere karşı dayanıklılığını artırır. Camın temas ettiği maddelerden
etkilenmemesi için kireç oranı artırılır. Bir araya getirilen bu maddeler fırınlarda yüksek sıcaklıkta erime işlemine tabi
tutulur.
Cam insanların keşfettiği ve ürettiği en eski maddelerden birisidir. Babil'de bulunan bir kil tablanın üzerinde yazan 60 ölçü
kum, 180 ölçü alg ve deniz yosunu külü, 5 ölçü güherçile ve üç ölçü tebeşir tarifi camın nasıl yapıldığına ilişkin ipuçlarını
içermektedir.
Birçok cam çeşiti vardır. Ancak hepside ana bileşen kumdur(SiO 2). Silisyum dioksitin bazı maddelerle ısıtılmasıyla o
maddelerdeki kalsiyum, potasyum, magnezyum ve sodyum atomlarının iyonları silisyum dioksit yapısının aralarına girerek
düzensiz bir yapı oluşmasına neden olurlar. Bu düzensizlik sonucunda saydam, bozunma ve dış etkilere oldukça
dayanıklı(çatlamalarda çatlak hemen yayıldığı için çatlaklar hariç) bir madde olan cam ortaya çıkar. Cam aslında bir
karışımdır. Paslanmadığı, su geçirmediği ve saydam olduğu için pek çok alanda kullanılabilme özelliine sahiptir.
Günümüzde cam üretimi dört aşamada gerçekleştirilir.
1.
2.
3.
4.
Cam hamurunun hazırlanması: Cam hamurları SiO2(kum), B2O3, Al2O3 gibi oksitlerle CaCO3, Na2CO3, Na2SO4,
o
gibi karbonat ve sülfatların uygun karşımlarının fırınlarda eritilmesiyle(1300-1500 C) elde edilir. Adi cam(pencere
camı) hamurunu elde edebilmek için kum(SiO2), kireçtaşı(CaCO3) ve soda(Na2CO3 veya Na2SO4) karışımı eritilir.
Fırına giren hammaddelerin oluşturdukları kimyasal tepkimeler aşağıdaki gibi gerçekleşir.
Na2CO3 + SiO2 → Na2SiO3 + CO2
CaCO3 + SiO2 → CaSiO3 + CO2
_________________________________________________
Na2CO3 + CaCO3 + 2 SiO2 → Na2SiO3 + CaSiO3 + 2 CO2
Cam hamurunun işlenmesi(şekil verme):Cam el ile veya otomatik çalışan makinelerle şekillendirilir.
Şekillendirme işlemi yapılacak olan malzemeye göre değişir.
Camın tavlanması: Şekillendirme sırasında oluşan gerilmeleri gidermek için cam eşyaları tavlamak gerekir.
Fırın içerisinde hareket eden taşıyıcı bantların üzerine yerleştirilen cam malzemeler, belirli bir sıcaklıktan oda
sıcaklığına kadar yavaş yavaş soutulur. Bu işleme tavlanma adı verilir.
Bitirme ya da sonlandırma: Tavlanmış olan cam ürünleri temizleme, yüzey silme ve parlatma, kesme, kum
püskürtme, emayeleme, sınıflandırma ve ölçme gibi işlemlere tabi tutularak bitirme işlemi gerçekleştirilmiş olur.
Camın en önemli özelliği yüksek seviyedeki ışık geçirgenliğidir. Cam, kimyasal açıdan birçok maddeye karşı dayanıklıdır.
Yalnızca HF asiti ve bazı alkali(bazik) çözeltiler camı etkiler.
Cama katılan maddelerle camın renk, ışığı kırma, sertlik gibi özellikleri değişir.
Cam üretiminde bor oksit kullanılırsa camın ısıya dayanıklılığı artar.Bu camlar, basınçla elde edilen boro silikat calardır.
Laboratuvar ve mutfak eşyalarında kullanılırlar.
Alüminyum oksit, optik camlarda kullanılır. Cama kimyasal dayanıklılık verir.
Kurşun oksit, camın ışığı kırma ve dağıtma özelliğini artırır.Silis içerisinde kalsiyum oksit yerine kurşun oksit ve sodyum
oksitin yerine potasyum oksit kullanılırsa kurşun camı oluşur. %24 oranında PbO içeren camlar kristal camı oluşturur.
Kristal cam yontulup işlenebilir. Prizma, mercek yapımında kullanılır. Üzerine vurulduğunda uzun müddet devam eden bir
çınlama sesi verir.
Çinko oksit, camın ısıya dayanıklılığını ve sağlamlığını artırır.
Arsenik oksit, cam içerisinde kalabilecek kabarcıkların giderilmesinde kullanılır.
Özel şeffaf bağlayıcı(PVB) tabakalar yardımıyla iki veya daha fazla sayıdaki çeşitli kalınlık ve nitelikli camlar, aralarında
şeffaf ve opak PVB konularak ısı ve basınç altında lamine edilirse, lamine camlar elde edilir. Lamine cam, normal
camlardaki şeffaflık ve geçirgenlik özelliklerini büyük ölçüde değiştirmez. Çünkü ara tabakada kullanılan malzeme ile
camın optik özellikleri birbirine yakındır. Lamine cam aynı zamanda gürültüye karşı yalıtım, düşük ultraviyole geçirgenliği
özellikleriyle de kullanımı yaygın olan bir cam türüdür.
Kızıl ötesi ışınları geçirme özelliği olduğu için gece görüş dürbünlerinde, fiber optik kablolarda kullanılan elektronik
camlarda GeO2 kullanılır.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 7
Renkli cam yapımında boyar madde olarak metal oksitleri kullanılır. Bazı metal oksitler cam içinde dağıldıklarında kendi
renklerini cama verirler. Örneğin, krom oksit kullanıldığında cama sarı, yeşil renk verir. Bazı metal oksitler ise cam
içerisinde kolloidal dağılarak renk verirler ve ısı etkisi ile renkleri bozulur. Örneğin, bakır oksitler yeşil, turkuaz veya kırmızı
renk verirler.
Camın güvenlik amacıyla kullanımında iki cam levha arasına saydam bir organik plastik sıkıştırılır. Bu tür camlar kırıldığı
zaman kesici ve tehlikeli olmayan binlerce parçaya bölünür ve yapıda kullanılan plastik sayesinde dağılmadığından
özellikle otomobil sanayinde kullanılır.
Buzlu cam yapmak için cam hamuru içerisine kalsiyum florür veya kemik küfü gibi saydam olmayan beyaz maddeler
karıştırılır. İçeriden dışarıyı gösteren, dışarıdan içeriyi göstermeyen camların yüzeyleri çok ince bir gümüş tabakayla
kaplanır.
Cam Türleri
Sodakalsik Camı
Bileşimi
%70-75 SiO2
%12-18 Na2CO3
%5-15 CaCO3
%1-3 MgO
%1-3 Al2O3
Özellikleri
Yumuşaması düşük sıcaklık
aralığındadır. Ucuzdur. Isıl
şoklara dayanıklılığı ve
kimyasal maddelere karşı
direnci zayıftır.
Kullanıldığı Yerler
Pencere camlar, florasan
ampüller, elektrik ampulleri
Kurşun Camı(Kristal cam)
Yapısı soda camının
yapısına benzer. Kirecin
yerine %80 oranında, bazı
hallerde daha fazla PbO
bulunur.
Gama ve X-ışınlarından
korunmak amacıyla ayna
yapımında, süs eşyası,
optik araçların yapımında
kullanılır.
Borosilikat Camı
%80 SiO2
%13 B2O3
%4 Na2O
%3 diğer maddeler
Kurşun oksit, camın
yumuşama sıcaklığını
düşürür. Cama kolay
işlenebilme, ışığı yansıtma
ve dağıtma özellii
kazandırır.
Yüksek yumuşama
sıcaklığına sahiptir. Su ve
asitlere karşı dayanıklı, ısıl
şoklara yüksek dirençlidir.
Aluminosilikat Camı
%20'den fazla Al2O3 ve az
miktarda bor
Silis Camı
%96 oranında Silis(SiO2)
Yumuşama sıcaklığı yüksek
ve genleşme katsayısı
küçüktür.
Genleşme katsayısı
küçüktür. Saydamlığının
çok olması nedeniyle UV
ışınlarını iyi geçirirler.
Cam Mozaikler
Cama Sb2O3 veya
Opak yapılı, ışığı çok az
kriyolit(Na3AlF6) katılması
geçiren, görüntü vermeyen
ve dış etkilere dayanıklı
yapıdadır.
Cam Köpüğü
Camın saf karbonla
Buhar geçirmezlik,
ısıtılması ile köpük haline
yanmazlık, alev geçirmezlik,
getirilmesiyle elde edilir.
kimyasal etkenlere
dayanıklılık, işlenebilirlik,
hafiflik ve yüksek ısı
tutuculuk
Tablo. Bazı cam türleri, bileşimleri, özellikleri ve kullanım alanları
Laboratuvar ve mutfak cam
malzemelerin yapımında,
astronomik aynalar ve optik
araç yapımında kullanılır.
Termometrelerde, yanma
tüplerinde, alevle doğrudan
temas edecek her türlü
parçanın yapımında
kullanılır.
Mikrop öldürücü özel lamba
yapımında ve UV lambaları
yapımında kullanılır.
Duvar ve döşeme kaplama
malzemelerinin yapımında
kullanılır.
Isı yalıtım malzemesi olarak
kullanılır.
Porselen ve Seramik
Çanak ve çömlek yapımı en eski endüstrilerden biridir. Pişmiş kilden yapılmış kaplar Mısırlılar tarafından geliştirilmiştir.
Son yıllarda yüksek sıcaklık ve basınca dayanıklı, iyi mekanik özelliklere sahip ve korozyona dayanıklı kil ürünleri
yapılmaktadır. Killi toprak küçük tanecikli yapıya sahip olduğu için su geçirgenliği çok az, şekillenmesi ise daha kolaydır.
Bu nedenle killi topraklar testi, saklama küpü, kiremit gibi malzemelerin yapımında kullanılır. Kil içermeyen topraklarda ise
tanecikler daha iri olduğundan su molekülleri bu taneciklerin arasından akıp gider. Bu tür topraklar su tutmaz. Kil
endüstrisinin ana hammaddeleri kil, feldspat ve kumdur. Ayrıca erime sıcaklığını düşürmek veya yükseltmek için çeşitli
tuzlar ve oksitler kullanılır. Killer hidratlı aluminyum silikatlardır. Kilin genel formülü mAl2O3.nSiO2.rH2O Kil minerali olarak
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 8
bilinen birçok mineral vardır. Bunlardan en saf olanı Al 2O3.2SiO2.H2O(hidrat aluminyum silikat) ile gösterilen kaolindir.
Kaolin volkanik kayaların yapısında bulunan feldspat minerallerinin su ve CO 2 etkisi ile ayrışması sonucu oluşur.
K2O.Al2O3.6SiO2
+
CO2 +
2 H 2O
→
K2CO3 + Al2O3.2SiO2.2H2O + 4 SiO2
Potasyum feldspat
Kaolinit
Kum
Seramikler bir veya birden fazla metalin, metal olmayan element ile birleşmesi sonucu oluşan anorganik bileşiklerdir.
Genellikle kayaların dış etkiler altında parçalanmasıyla elde edilen kil, kaolen ve benzeri maddelerin yüksek sıcaklıkta
pişirilmesiyle oluşur. Seramik yapımında kullanılan killer, çok ince öğütülüp ıslatıldıklarında kolay şekillendirilebilen, kuru
oldukları zaman sert ve yüksek sıcaklıkta pişirildikleri zaman camsı bir görünüm alan minerallerdir. Seramik, halk arasında
pişmiş toprak esaslı malzeme olarak bilinir. Örneğin, cam, tuğla, kiremit, fayans, çini, porselen seramik grubuna giren
malzemelerdir.
Porselen seramik grubunun en üstün ve en mükemmel forma ulaşmış üyesidir. Porselenin ham maddesi kil, feldspat ve
silikattır. Porselen aşınmaya karşı maksimum direnç gösteren ve sert bir sır ile camlaştırılmış yarı saydam bir seramik
ürünüdür. Erime sıcaklığına yakın bir sıcaklıkta pişirildiği için gözenekli değildir. Cam ve çelikten daha sert ve sıcaklık
değişmelerine dayanıklıdır. Porselen,,pğ gövde ve sır olmak üzere iki kısımdan oluşur. Porselenin üzerini kaplayan sır,
bileşimi bakımından cama benzemektedir. Sır, seramiğin ya doğrudan doğruya yüksek sıcaklıkta kendisinin camlaşması
veya seramik üzerine sürülen metal oksitlerin seramiğin pişme derecesinden daha düşük bir sıcaklıkta camlaşması ile
oluşan ve seramiğe yeni özellikler kazandıran bir tabakadır. Sırların ana maddesi olarak genellikle SiO 2, Al2O3, CaO,
Na2O, SnO gibi metal oksitler kullanılır. Sırlama, seramiği su geçirmez hale getirir, renklendirir, kolay temizlenebilen ve kir
tutmayan bir yapıya bürünmesini sağlar. Gövde kısmı, porselenin ışığı geçirmesini sağlayan kristal maddelerden oluşur.
Porseleni seramik ve toprak eşyalardan ayıran da ışık geçirebilme özelliğidir.
Çanak ve çömleklerde felspat yoktur. Sırlı porselenlerde feldspat az oranda bulunur. Sağlık ürünlerinde ise feldspat oranı
fazladır.
Kilin seramik haline gelebilmesi için bazı üretim aşamalarından geçmesi gerekir. Üretimdeki verimi artırmak için killere
önceden yüzdürme, tane ayırma, süzme ve kurutma gibi fiziksel işlemler yapılır. Tüm seramik ürünlerinde, üretim
sırasında aynı fiziksel ve kimyasal işlemler uygulanır. Üretim sırasında, üretilecek malzemeye göre gereken hammadde ve
katkı maddelerinin türü ve oranları, biçimlendirme işlemleri ve pişirme sıcaklıkları farklı olur. Genel olarak bir seramik eşya
üretiminde sırasıyla öğütme, su ile karıştırma(hamurun hazırlanması), biçimlendirme, kurutma ve pişirme işlemleri
o
uygulanır. Pişirme sıcaklığı 700-2000 C arasında değişir ve seramiğe esas niteliği kazandıran işlem pişirme işlemidir.
Fayans ve çiniler, camsı görünüm kazandırılmış, gözenekli yapılı, aşınmaya karşı dayanıklı seramiklerdir. Pişirme
sıcaklıkları düşük olduğundan camlaşma dereceleri porselene göre daha düşüktür.
Fayans, saf kilden yapılan boşluklu yapıya sahip seramiktir. Fayansın geçirimsiz olması için sır tabakasıyla kaplanması
gerekir. İlk pişirmeden sonra yapının üzerine sır maddesi sürülür ve ikinci kez pişirme işlemine tabi tutularak fayansın
geçirimsiz olması sağlanır.
Seramik ve Porselenlerin Özelliklerinin Karşılaştırılması
Seramikler
Porselenler
o
o
Sır pişirimi 900-1200 C'de yapılmaktadır.
Sır pişirimi 1400-1500 C'de yapılmaktadır.
Çarpmalara ve ani sıcaklık değişmelerine dayanıksızdırlar.
Yüksek sıcaklıkta fırınlandıkları için oldukça dayanıklı ve
serttirler.
Su geçirgen ürünlerdir.
Su geçirmez özelliktedir.
Işığı geçirmezler.
Işığı geçirme özelliğine sahiptirler. Saydamdırlar.
Gözenekli yapıdadır. Bir darbe aldığında üzerindeki sır
Gözeneksiz, sıkı bir yapısı vardır. Hamur ve sır kısmı
kısmı kopabilir ya da çatlayabilir.
birbirinden ayrılmaz bir yapıdadır.
Çanak çömlek, kiremit, tuğla, yer döşemeleri, mutfak ve
Yalıtımda, dişçilikte, mutfak eşyalarında, süs eşyası
banyo lavaboları yapımında kullanılırlar.
yapımında kullanılırlar.
Boyalar
Boyalar ve vernikler yüzey örtme endüstrisinin ürünleridir. Üzeri korunaklı şekilde örtülmemiş ağaç ve metal eşyalar
zamanla kullanılamayacak şekilde çütrüyebilirler. Boyalar ve vernik gibi maddeler, bu malzemelere hem estetik
kazandırırlar hem de onları dış etkilere karşı korurlar.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 9
Çeşitli yüzeylere renk vermek ve yüzeye dekoratif özellikler kazandırmak, yüzeyleri dış etkilerden korumak için kullanılan
renkli kimyasal karışımlara boya adı verilir. Boyaların yapısını oluşturan temel bileşenler, bağlayıcılar, örtücü ve
renklendirici pigmentler ve çözücü veya incelticilerdir.
Bağlayıcılar boyanın ana maddesidir. Pigmentleri ve dolgu maddelerini bağlayarak boya tabakasını oluştururlar. Reçine
bir bağlayıcı maddedir. Bağlayıcılar,




boyanın kuruma şekli ve süresini
boyanın diğer katmanlarla uyuşup uyuşmadığını
boyanın uygulanma biçimini
boyanın parlaklığını belirlerler.
Örtücü ve renklendirici pigmentler boyaya renk veren ve örtücülük özelliklerini sağlayan, genellikle bağlayıcılarda ve
çözücülerde çözünmeyen toz halindeki katı taneciklerdir. Boyaya örtücülük, parlaklık, fiziksel ve kimyasal dayanıklılık
sağlarlar. Doğal ve yapay olmak üzere iki türde renklendiriciler bulunmaktadır. Renklendiriciler suda çözünmezler.
Yağlarda ya hiç çözünmezler ya da çok az çözünürler. Renklendiriciler ışıktan ve hava koşullarından zarar görmezler.
Sürüldükleri yeri örterler ve korozyona karşı korurlar. Titanyum dioksit, çinko oksit, demir oksit, çinko kromat, çinko fosfat
gibi maddeler örtücü olarak kullanılan maddelerdir.
Çözücü ya da incelticiler akışkanlığı az olan veya katı halde bulunan, boyayı akışkan hale getirmek için kullanılan
kimyasal maddelerdir. Boyanın özelliklerinde değişiklik yapmadan boyayı incelterek yüzeye kolay sürülmesini sağlarlar.
Su, aseton, toluen ve ksilen çözücü olarak kullanılabilen maddelerdir.
Evlerimizde iç ve dış yüzeylerin boyanmasında kullandığımız boyalar çözücülerine göre su bazlı ve yağlı boya olmak
üzere ikiye ayrılır. Su bazlı boyada çözücü sudur. Su bazlı boyaların bağlayıcıları plastiktir(sentetik). Yüzeylere
uygulanması ve sonrasında temizliği kolaydır. Çabuk kururlar ve kokusuzdurlar. Yağlı boya ise içinde bulunan
çözücülerden dolayı koku bırakır. Yağlı boyalar, bağlayıcıları yağ türü olan boyalardır. Yağlı boya duvarın üzerini bir film
şeridi gibi kaplayarak duvarın hava almasını engeller. Ancak çok iyi kapatıcı özellik göstermeleri, kolay silinebilmeleri ve
daha parlak görünüm oluşturmaları nedenleriyle tercih edilirler. Yağlı boyalar içerdikleri çözücülerden dolayı yanıcı özellik
gösterirler. Yağlı boyaların temizliği tiner gibi sağlığa zararlı kimyasallarla yapıldığı için tehlikelidir. Su bazlı boyaların
yanıcı özelliği yoktur.
Yukarıda sayılan özelliklere bağlı olarak yağlı ve su bazlı boyaların binalardaki kullanımı alanları farklılık gösterir. Su bazlı
boyalar genellikle binaların iç yüzeylerinde, yağlı boyalar ise içerdiği bağlayıcının özelliğine göre binaların dış cephelerinde
ve gerekli olan iç yüzeylerindede kullanılır.
Boyanın bazı özelliklerini geliştirmek, istenmeyen bazı özelliklerin gidermek amacıyla boyalarda çözücüler, bağlayıcılar ve
renklendiricilerden başka kimyasal katkı maddeleri de kullanılabilir. Bunlara kurutucular, çökme engelleyiciler, ultraviyole
ışınlarından koruyucular, köpük kesiciler, matlaştırıcılar ve antibakteriyel maddeler örnek verilebilir.
Alaşımlar
İki ya da daha çok metalden, bazı durumlarda da metallerle karbon, fosfor, tellür gibi elementlerin karışımından oluşan
metal görünümündeki karışımlara alaşım denir. Örneğin pirinç alaşımı, bakır ile çinkonun eritilerek karıştırılmasıyla, çelik
alaşımı ise demire karbon katılmasıyla elde edilir.
Metaller, aralarında elektron alışverişi ya da elektron ortaklanması olmadığından birbirleri ile birleşemezler. Ancak erimiş
halde iken birbirleri ile her oranda karışırlar. Metal karışımlarının karışma oranları ne olursa olsun daima homojen bir
karışım elde edilir. Alaşımlar, erimiş bir metal içine başka bir metali veya metalleri azar azar ekleyerek veya metaller
birlikte eriterek hazırlanırlar. 22 Ayar altın bilezikte 22/24 oranında altın, 2/ 24 oranında bakır karışmış durumdadır.
Alaşımlar, yüksek sıcaklıklar, aşınma, kimyasal etkiler, metal yorgunluğu gibi etkilere saf metallerin yetersiz kaldığı
durumlarda kullanılmak üzere üretilirler. Alaşımlar metallerin özelliklerini iyileştirmek ve daha kullanışlı maddeler elde
etmek için oluşturulur. Örneğin, demirin sertliğinin yeterli olmadığı durumlarda daha sert yapıdaki çelik alaşımı kullanılır.
Alaşımların özellikleri kendisini oluşturan maddelerin özelliklerinden farklıdır.
Bir alaşımın erime noktası kendisini oluşturan maddelerin erime noktasından daha düşüktür.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 10
Alaşımlar genellikle kendisini oluşturan maddelerden daha serttir. Örneğin, pirinç, hem bakırdan hem de çinkodan daha
serttir. Bu nedenle alaşımlar daha zor tel ve levha haline gelebilirler. İşlenmeleri daha zor olmasına rağmen döküme daha
elverişlidirler.
Alaşımlar, iletkenlik ve parlaklıkları yönünden metallere benzemektedir. Ancak alaşımı oluşturan metallerden;





daha zor tel ve levha haline gelirler.
daha kolay erirler.
döküme daha uygundurlar.
kimyasal olaylara daha dayanıklıdırlar.
ısı ve elektrik akımını kendisini oluşturan metallerden daha az iletirler.
Alaşımlar kendisini oluşturan maddelere göre kimyasal etkilere daha dayanıklıdırlar. Örneğin, demir çabuk korozyona
uğradığı için, demir yerine gerekli olan yerlerde, demirin bir alaşımı olan paslanmaz çelik kullanılır. Alaşımlar, kullanılan
metallerde göre daha güç oksitlenirler, paslanırlar.
Alaşımın Adı
Duralumin
Wood Metali
Aluminyum Bronzu
Pirinç
Kapronikel
Bronz
Altın Para
18 Ayar Altın
Beyaz Altın
Çelik
Krom Çeliği
Sert Demir
Manganez Çeliği
Nikel Çeliği
Platinit
Krom Çeliği
Tungsten Çeliği
Saçma, Mermi
Matbaa Metali
Malgamalar
Monelmetal
Nikrom
Gümüş Para
Lehim
Titanyum
Bazı Alaşımların Bileşimleri ve Yaygın Kullanım Alanları
Alaşımın Bileşimi
Yaygın Kullanım Alanı
%95 Al, %4 Cu, %1 Mg
Uçak endüstrisinde, bisiklet parçalarında
%50 Bi, %25 Pb, %12,5 Sn,
Elektrik sigortalarında
%12,5 Cd
%90 Cu, %10 Al
Fen aletlerinde
%65 Cu, %35 Zn
Elektrik malzemeleri imalatında, kapı kollarına, müzik
aletlerinde, mücevheratta
%75 Cu, %25 Ni
Bozuk para yapımında
%82 Cu, %16 Sn, %2 Zn
Madalya ve heykel yapımında
%90 Au, %10 Cu
Para yapımında
%75 Au, %25 Cu
Mücevhercilikte
%65 Au, %35 Ni
Mücevhercilik
%0,15-%1,5 arası C
Çivi, zincir, ray, direk, bıçak, jilet, araba kaportası
yapımında
%97 Fe, %3 Cr
Motor silindir yatağında
%86 Fe, %14 Si
Asit tankı yapımında
%86 Fe, %14 Mn
Kasa, dolap taş kırıcı yapımında
%96 Fe, %4 Ni
Asma köprü yapımında
%85 Fe, %15 Ni
Ampul teli yapımında
%85 Fe, %12 Cr, %3 Si
Mutfak malzemesi yapımında
%92 Fe, %8 W
Parça dökümünde
%99,5 Pb, %0,5 As
Saçma ve mermi yapımında
%82 Pb, %15 Sb, %3 Sn
Harf dökümünde
Hg+Sn, Cu, Ag, Au
Metal elde etmede ve diş dolgusunda
%66 Ni, %34 Cu, %6 Fe
Asit tankları yapımında
%60 Ni, %15 Cr, %25 Fe
Elektrik demiri ve ızgarası yapımında
%90 Ag, %10 Cu
Gümüş para yapımında
%95 Sn, %5 Sb
Metalleri tutuşturmakta
%92,5 Ti, %5 Al, %2,5 Sn
Uçak motorlarında
BİYOLOJİK SİSTEMLERDE KİMYA
Biyolojik olayların gerçekleşebilmesi, yani canlıların yaşamının sürmesini sağlayan tepkimelerin sürdürülmesi için enerjiye
gereksinim vardır. Kimyasal tepkimeler vücudumuzda canlılık faaliyetleri sürdükçe durmaksızın gerçekleşirler. Başka bir
deyişle, canlılığın sürdürülebilmesi için enerji gereklidir. Örneğin, bedenimiz hareket ettiğinde yiyeceklerden elde edilen
enerjiyi gereken yerlere iletmek için bir dizi kimyasal tepkimenin gerçekleşmesi gerekir. Kalp atışlarının gerçekleşmesi,
kasların kasılıp gevşemesi, sinir hücrelerinde impuls iletimi, böbreklerin çalışması için enerji gereklidir. Yaşamın
sürdürülmesi için gerekli enerjinin kaynağı nedir ve bu enerji canlılar tarafından nasıl kullanılmaktadır sorularının yanıtı
biyolojik sistemlerin kimyasıyla açıklanabilir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 11
Fotosentez ve Solunum
Yaşamın sürmesini sağlayan enerji güneşten gelir ve üreticiler bu enerjiyi inorganik maddeleri kullanarak organik maddeler
üretip, bu maddelerin kimyasal bağlarında depolarlar. O halde, fotosentez, güneş enerjisinin kullanılmasıyla yeşil bitkilerin
kloroplastlarında inorganik maddelerden organik maddeler ve oksijen üretmeleri olayına fotosontez denir. Güneş enerjisi
klo roplastlarda oluşturulan organik maddelerin kimyasal bağlarında depo edilir. Fotosentez olayı sırasında elektron
ihtiyacının karşılanması için su ayrıştırılırken oksijen gazı açığa çıkar. Tepkimeler sırasında indirgenme ve yükseltgenme
olayları gerçekleşir.
Fotosentez olayının net tepkime denklemi aşağıdaki gibidir.
( )
( ) →
( )
( )
Fotosentez tepkimeleri sonucunda oluşan glikoz moleküllerinin polimerleşmesi sonucunda nişasta ve selüloz gibi
karbonhidratlar oluşur. Glikoz ve topraktan alınan minerallerin kullanılmasıyla da proteinler, yağlar ve başka kimyasal
maddeler üretilir.
Canlıların enerji elde etmek için organik besin maddelerinini kimyasal bağlarındaki enerjiyi açığa çıkarmaları olayına
solunum denir. Besin maddelerinin hücrenin mitokondri organelinde en küçük yapıtaşlarına kadar ayrıştırılması sırasında
gerçekleşen çok sayıda kimyasal tepkime vardır. Bu tepkimeler sırasında sürekli indirgenme ve yükseltgenme tepkimeleri
gerçekleşmekte ve besin maddeleri en küçük yapıtaşlarına ayrıştırılarak açığa çıkan enerji hücresel etkinliklerde
kullanılmaktadır. Canli hücrelerinde besin maddelerinden enerji üretilmesi işlemleri sırasında oksijen kullanılıyorsa
gerçekleşen solunuma oksijenli solunum, enerji oksijen kullanılmadan açığa çıkıyorsa, solunum olayına oksijensiz
solunum adı verilir. Gelişmiş bir hücrede oksijenli solunum ve oksijensiz solunumun başlangıç tepkimeleri hücre
stoplazmasında olurken, oksijenli solunumun ilerleyen aşamaları mitokondrilerde gerçekleşmektedir. Oksijensiz
solunumda besin maddesinin bağlarında depolanmış enerjinin çok küçük bir kısmı açığa çıkarılırken, oksijenli solunumda
besim maddeleri enküçük yapıtaşlarına ayrıştırılarak çok miktarda enerji elde edilmektedir. Solunum olaylarıyla ilgili
ayrıntılı bilgiler biyoloji derslerinde öğrenileceğinden burada ayrıntıya girilmeyecektir.
Oksijenli solunumun genel denklemi aşağıdaki gibidir.
Fotosentez ve oksijenli solunum denklemleri dikkatlice incelenirse birbirinin tersi olduğu görülür. Fotosentez ile üretilen
besin maddeleri ve oksijenin hücresel solunumda kullanılmasıyla yeniden fotosentez için gerekli olan inorganik maddelerin
elde edildiği görülür. Aşağıdaki denklem bu dönüşümü göstermektedir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 12
Kanda Oksijen Taşınması
Canlıların solunum olayı sırasında kullandıkları oksijenin okciğerlerden doku sıvısına kadar taşınması işlemleri yine bir dizi
kimyasal tepkime sonucunda gerçekleşir. Oksijenin kimyasal tepkimelerdeki en önemli özelliği, kullanıldığı olaylarda
maddeleri yükseltgemesidir(oksitlenme). Metallerin paslanması, meyve ve sebzelerin kesildikten bir süre sonra renginin
kararması oksitlenmeye örnektir. Besinlerin kimyasal bağlarındaki enerjinin
açığa çıkarlımasıda bir indirgenme yükseltgenme tepkimesi örneğidir. Oksijenli
solunum için gerekli olan oksijen akciğerlere alınan havadan sağlanır.
Akciğerler içerisindeki alveollere(hava kesecikleri) dolan hava çok yoğun
olduğu alveollerden difüzyon ile akciğer kılcallarındaki kana geçer. Akciğer
kılcallarındaki oksijen konsantrayonu artar. Oksijenin çok büyük bir kısmı kan
içerisindeki alyuvarların yapısında yer alan hemoglobinle(hemoglobinin
+2
yapısında Fe iyonları vardır) birleşerek oksihemoglobine dönüşür ve böyle
taşınır. Bu şekilde taşınan oksijen akciğer kılcallarına geçen oksijenin %98'idir.
Kalan %2'lik kısım ise kan plazmasında taşınır. Oksihemoglobin oluşumu da bir
kimyasal tepkimedir.
Hb
+
→
O2
Hemoglobin
HbO2
Oksihemoglobin
Oksihemoglobin miktarı yüksek olan kan temiz kandır, dolaşım yoluyla dokuların bulunduğu bölgedeki kılcaldamarlara
gelen oksihemoglobinlerdeki oksijen burada hemoglobinden ayrılır ve yine difüzyonla kandan doku sıvısına geçer.
→
HbO2
Hb
Oksihemoglobin
+
O2
Hemoglobin
Doku sıvısına geçen oksijen hücreye alınır ve böylece oksijenin akciğer kılcallarından doku sıvısına kadar taşınmasında
gerçekleşmiş kimyasal olaylar tamamlanmış olur.
Kanda CO2 taşınması
Oksijenli solunum sonucunda oluşan CO2'nin organizmadan atılması gerekir. Solunum sonucunda oluşan CO 2
hücrelerden difüzyonla doku sıvısına geçer. Doku kılcallarındaki CO2 derişimi, doku sıvısındaki CO2 derişimine göre düşük
olduğu için, CO2 difüzyonla kan sıvısına geçer. Alyuvarlar üzerine alınan CO2 molekülleri bir enzim sayesinde(karbonik
anhidraz) su ile birleşir ve karbonik asiti(H2CO3) oluşturur.
CO2 + H2O
→
+
Oluşan karbonik asit H ve bikarbonat(HC
H2CO3
) iyonlarına ayrışır.
+
H2CO3 →
H + HC
+
Ayrışma işlemi sonucunda oluşan H iyonlarının çoğu hemoglobinle birleşir. HC
iyonları ise kan plazmasına geçer.
+
HC
iyonları akciğer kılcallarına kadar bu şekilde taşınır. HC iyonları akciğer kılcallarında alyuvarlara geçerek H
iyonlarıyla birleşerek yeniden H2CO3 oluşturur.
+
H + HC
Mustafa Atalay
→
H2CO3
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 13
Karbonik asit burada CO2 ve H2O'ya ayrışır. Alveol kılcallarındaki CO2 derişimi, alveollerdekinden yüksek olduğu için CO2
difüzyonla hava keselerine geçer ve soluk vermeyle kirli hava vücut dışına atılır.
H2CO3
→
CO2 + H2O
Kanda CO2 taşınması ve dışarı atılması işlemi aşağıdaki tepkime denklemiyle toplu halde gösterilebilir.
Sindirim
Vücuda alınan besin maddelerinin büyük olanlarının hücrede enerjilerinden yararlanılabilmesi veya yapım amaçlı
kullanılabilmesi için hücre zarından geçebilecek hale getirilmeleri gerekir. Canlı vücuduna alınan büyük moleküllü besin
maddelerinin enzimler yardımıyla küçük moleküllere parçalanması olayına sindirim denir.
Yediğimiz besin maddelerinde bulunan su, madensel tuzlar, vitaminler, glikoz, fruktoz, galaktoz, aminoasitler, alkol gibi
küçük moleküller sindirilmeden kana karışırlar. Yağlar, polisakkaritler ve protein gibi büyük organik moleküllerin kana
karışabilmesi için hücre zarından geçebilecek kadar küçük hale gelmeleri gerekir. Organik maddelerin kimyasal sindirimi
ağız, mide ve ince bağırsaklarda gerçekleşir. Kompleks organik maddelerinin sindirimlerinin daha kolay gerçekleşebilmesi
için bu maddelerin mekanik olarak da daha küçük parçalara ayrıştırılmaları da gerçekleşir. Bu işlemler fiziksel anlamda
parçalanmalar neden olur. Örneğin, ağızda dişlerle besinlerin mekanik olarak daha küçük parçacıklara ayrıştırılması veya
lipaz enziminin yağı küçük damlacıklara ayırması mekanik anlamda sindirim örnekleridir.
Karbonhidratların Sindirimi
Karbonhidratlardan nişastanın sindirimi ağızda başlar.
Tükrük içindeki amilaz enzimi ile nişasta hidrolize uğrar ve parçalanır. Besin maddeleri bir bulamaç halinde yemek
borusunun peristaltik(kasılıp gevşeme) hareketleriyle mideye gelir. Midede ortam pH değeri 1,5-2 civarında olduğu için
ortam asittir. Bu nedenle karbonhidratların sindirimi midede devam etmez. Mideden oniki parmak bağırsağına geçen
bulamaçtaki karbonhidratların sindirimi ince bağırsakta tamamlanır.
Yağların Sindirimi
Yağlar gliserin ile yağ asitlerinin oluşturduğu polimer yapılardır. Yağ asitleri, 12-18 karbonlu uzun zincirli moleküllerdir.
Aşağıda yağın oluşum tepkimesi verilmiştir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 14
Ağız ve midede yağ sindirimi olmaz. Yağların sindirimi oniki parmak bağırsağında başlar ve burada tamamlanır. Yağlar
karaciğerden gelen safra özsuyu ve pankreas özsuyuyla gelen lipaz enzimi yardımıyla hidrolizlenerek yağ asitine ve
gliserole parçalanırlar. Oluşan yağ asitleri ve gliserol hücre zarından geçebilecek kadar küçük oldukları için ince
bağırsaklardan lenf kılcallarına geçerler.
Protein Sindirimi
Proteinler C, H, O, N elementlerinden oluşan önemli
moleküllerdir. Proteinlerin bazılarında bu elementlere
ek olarak S ve P elementleri de bulunabilir. Proteinler
hücrelerde yapıcı ve onarıcı olarak kullanılan
moleküllerdir. Proteinlerin yapıtaşları amino asitlerdir.
Bütün proteinler 20 çeşit amino asitten oluşur.
Aşağıda bazı amino asitlerin formülleri verilmiştir.
Proteinlerin çeşitli olması, kullanılan amino asit
sayısına, amino asit çeşidine ve amino asit sırasına
bağlıdır. Proteinler oluşurken amino asitler birbirine
peptit bağlarıyla bağlanarak polipeptitleri oluştururlar.
Aşağıda bir polipeptit zinciri oluşumu sırasında amino asitler arasındaki peptit bağları gösterilmiştir.
Dehidratasyon tepkimeleriyle kurulan peptit bağları bir amino asitin karboksil grubunu bir sonraki amino asitin amino
grubuna bağlanırlar.
Proteinler sindirilirken su ile ve enzimler yardımıyla parçalanırlar. Peptit bağlarının kopmasında peptidaz enzimi kullanılır.
Hidroliz sonucunda proteinler son aşamada kendilerini oluşturan amino asitlere kadar ayrışırlar.
Proteinlerin sindirimi midede başlar. Midedeki özelleşmiş hücreler pepsinojen ve HCl salgılarlar. Pepsinojen etkisiz bir
enzimdir. Etkili olabilmesi için HCl ile birleşerek pepsine dönüşür ve oluşan bu etkil enzim proteinlerin polipeptitlere
dönüşmesini sağlar.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 15
→
Protein + H2O
Polipeptit
Mide hücreleri asitten zarar görmez. Midede bulunan hücrelerin salgıladığı mukus adı verilen sıvı, hücreleri korur. Mideden
gelen polipeptitler ince bağırsakta pankreas tarafından salgılanan tripsin ve ince bağırsaktan salgılanan erepsin enzimleri
sayesinde hidroliz tepkimesiyle amino asitlere ayrışır.
Polipeptit + H2O →
Dipeptit + H2O
→
Dipeptit
Amino asit
Aşağıdaki tabloda sindirim olayının bir özeti verilmiştir.
Bazı Sindirim Enzimleri ve etkisini gösterdiği yerler
Enzim
pH değeri
Üretildiği yer
Besin
Sindirim
Nişasta
Nişasta + Su → Maltoz
Tükrük amilazı
Pankreatik amilaz
Nötr
Bazik
Tükrük bezleri
Pankreas
Etkisini
gösterdiği yer
Ağız
İnce bağırsak
Protein
Maltoz + Su → Glikoz
Protein + Su → Polipeptit + Peptit
Yağlar
Peptit + Su → Amino asit
Yağ + Su → Yağ asitleri + Gliserol
Maltaz
Pepsin
Tripsin
Peptidaz
Lipaz
Bazik
Asidik
Bazik
Bazik
Bazik
İnce bağırsak
Mide
Pankreas
İnce bağırsak
Pankreas
İnce bağırsak
Mide
İnce bağırsak
İnce bağırsak
İnce bağırsak
Doğal Denge ve Karbondioksit
Fotosentez ve solunum olayları ekolojik denge için büyük önem taşımaktadır. Yaşam için gereksinim duyulan maddelerin
kaynağı dünyadır. Ekosistemlerde yaşam ,enerji akışı ve madde döngüleriyle süreklilik kazanır. Bir ekosistemde dengenin
korunabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için madde ve enerji döngüsü ile tüketilen maddelerin yeniden üretilmesi ve
ekosisteme geri dönmesi gerekir. Kendiliğinden gerçekleşen bu olaylar sonucunda oluşan dengeye doğal denge adı
verilir. Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler ve değişmelerle insanoğlu doğal dengeyi etkilmektedir. Bu değişimlerin en
önemli ve en etkilisi karbon çevrimi ile ilgili olanıdır. Fosil yakıtların fazla miktarda kullanılmasıyla gerçekleşen kimyasal
tepkimeleri dengelemesi gereken ve doğa tarafından gerçekleştirilecek kimyasal tepkimelerin aynı hızda gerçekleşmemesi
doğal dengeyi bozmaktadır. Üretim ve tüketim hızının birbirine eşit olmaması ve tüketilenin yerine yenisinin
konulamaması, zararlı ürünlerin doğa tarafından tekrar dolanıma sokulamaması, dengenin canlı yaşamını tehdit eden
boyutlarda bozulmasını sağlamıştır.
Atmosferde yer alan gazlar içerisinde hacimce çok küçük bir oranda olan karbondioksit(CO 2) gazı, doğadaki karbon(C)
temelli organik maddelerin ana kaynağıdır ve canlı dokusunun temel yapıal elementidir. Karbonun doğadaki çevrimi canlı
yaşamını etkileyen en önemli çevrimlerden birisidir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 16
Karbon çevrimi bir yandan canlılar için en temel element olan oksijen dengesini sağlayan, diğer yandan yine canlıların
besin ve enerji gereksinimini karşılamak için maddelerin oluşumuna olanak sağlayan bir mekanizmadır. Yukarıda
doğadaki karbondioksit ve oksijen döngüsü ile ilgili bir şema verilmiştir
Oksijen canlı yaşamındaki en temel elementlerden birisidir. Atmosferde oksijenin bulunmaması, oksijensiz ortamda
yaşayan canlılar dışında hiçbir canlının yaşamını sürdürememesi anlamına gelir. Fotosentez yapan canlılar, güneş ışığının
etkisiyle fotosentez olayını gerçekleştirerek, havadaki CO2 ve topraktaki su ve mineral tuzlarından besin maddeleri
oluştururken atmosfere oksijen salar. Atmosfere salınan oksijenin büyük kısmı denizlerden(yaklaşık %70), kalan kısmı ise
karalardan salıverilir. Canlıların solunumuyla oksijenin kullanılınca, karbondioksit gazı atmosfere salınır. Ayrıca, yanmalar
sırasında harcanan oksijen etkisiyle karbondioksit, karbonmonoksit ve başka oksitler atmosfere verilir. Fotosentez,
solunum, yanma, sentez ve ayrışmalar sonunda milyonlarca yıl atmosferde karbon-oksijen dengesi kurulmuştur. Ancak
çağımızda doğal olayların dışında hızla artan bir oksijen tüketimi söz konusudur. Yer altından çıkarılan kömür, petrol,
doğal gaz gibi fosil yakıtlarının kullanılması, oksijeni harcayan ama harcadığı kadar üretemeyen bir süreçtir. Doğada
karbon ve oksijen döngüsü arasında sürekli bir bağlantı vardır. Atmosferdeki oksijen, çeşitli endüstriyel işlemler ve yeşil
alanların azalması ile yok olmaktadır.
ÇEVRE KİMYASI
Sanayileşme ile hızı artan kimyasal madde üretimi ve üretilen bu maddelerinin tüketiminin artmasıyla çevreye etkileri de
aynı paralellikte artmıştır. Bu etkilerin büyük bir kısmı doğanın dengesini ne yazık ki olumsuz etkilemiştir.
Canlıların yaşamını sürdürdüğü biyosfer, ekosistemlerin biraraya gelmesiyle oluşmuş bir yapıdır. Bu ortamda canlılar ve
cansız maddeler arasında sürekli bir etkileşim vardır. Ekosistemlerdeki enerji kaynağı güneştir. Ekosistemdeki canlılar,
çevre koşullarının değişmesinden etkilenirken, kendileri de yaşam alanlarında ve ekosistemlerde değişikliğe neden olurlar.
İnsanın çevreye etkisi, kısa sürede büyük boyutlarda değişikliğe neden olmuştur. Çevre bu değişikliklerden olumsuz
etkilenmiş ve bozulmalar ortaya çıkmıştır. Bu bozulmalar canlı yaşamı üzerinde olumsuz sonuçlar doğmasına neden
olmuş ve olmaktadır.
Dünyanın artan nüfusu, hızlı kentleşme, teknolojinin hızlı gelişimi ve sanayileşmenin büyük boyutlara varması ile toprak,
su, hava, gürültü kirliliği ve ekolojik dengedeki değişimler çevreyi olumsuz etkilemiştir. İnsanlar yaşamlarını sürdürmek ve
yaşam kalitelerini artırmak için çeşitli kimyasalları bilinçsizce tüketince çevre kirliliği çok büyük boyutlara ulaşmıştır.
Sanayi ve Çevre Kirliliği
Sanayinin gelişmesi sonucunda ihtiyaçlara göre üretim artmıştır. Üretimin gerçekleşebilmesi için ham madde gereklidir.
Doğada bulunan hammaddeler tüketilirken çevrenin dengesi ile ilgili sorunlar ortaya çıkmaktadır. Atık maddelerin çevreye
gelişigüzel atılması da çevre sorunlarına neden olmaktadır. Çevre kirlenmesine neden olan maddelere atık maddeler,
kullanımı sonucunda atık madde oluşturan ürünlere kirletici denir. Deterjan, gübreler, plastikler, boyalar, tarım ilaçları gibi
kimyasal maddeler üretilirken ve tüketilirken çevreyi kirletecek maddeler oluşur.
Deterjanların Çevreye Etkisi
Deterjan üretimi sırasında pahalı olan yüzey aktif maddeler yerine, daha ucuz olan, suda az çözünen ve biyolojik
bozunması yavaş olan malzeme kullanıldığında, çevreye olumsuz etkiler yapacak atıklar oluşmaktadır. Bu maddelerin
deterjandaki kullanım oranları arttıkça zararı da büyümektedir. Deterjanlarda kullanılan bu tür katkı maddeleri su ve
toprakta bozulmadan kalır ve daha sonra akarsular aracılığıyla göllere ve denizlere karışarak buradaki canlı yaşamını
olumsuz etkilemektedir.Örneğin, STPP(sodyum dipolifosfat) yüksek düzeyde fosfor içerdiği için doğada fosfor kirliliğine
neden olmaktadır. Fosforun canlı yaşamına etkisini aşağıdaki şekilde anlatılmıştır.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 17
Ülkemizde üretilen DDB'li(dodesil benzen) deterjanlar su ve toprakta güçlükte bozunmakta ve doğada birikmektedir. Bu
nedenle üretilen deterjanlarda bu tür maddelerin kullanımından vazgeçilmelidir.Deterjanların olumsuz etkilerin aza
indirilmesi amacıyla deterjan üretiminde biyolojik bozunması hızlı olan yüzey aktif maddeler ve katkı maddeleri
kullanılmalıdır. Yüzey aktif maddesi Lineer Alkil Benzen olan(LAB) deterjanlar su ve toprakta daha hızlı
bozunabildiklerinden, üretimde bu yapıda olan maddelere öncelik verilmelidir.
Gübrelerin Çevreye Etkisi
Sanayinin gelişmesi ve teknolojideki ilerlemeler, nüfusun kentlere
kaymasına neden olmuştur. Tarım alanları bu kaymadan etkilenmiş ve
tarım arazileri gittikçe azalmıştır. Tarım arazileri ve tarımla uğraşanların
azalması, üretilen tarım ürünlerinin azalmasına neden olmuştur. Artan
nüfusun besin ihtiyacının karşılanması için farklı yöntemlerle besin
maddeleri üretilmeye çalışılmıştır. Bitkilerin gelişmesi için kimyasal
gübreleme yöntemlerine başvurulmuştur. Gübreler, azot, fosfor,
potasyum ve kalsiyum elementlerince zengin olan maddelerdir.
Kimyasal gübreleme, toprakta eksik olan ve alınamayacak durumda
olan elementlerin kimyasal yollarla toprağa verilmesidir. Kimyasal
gübreler topraktan alınan verimi artırmasına rağmen, toprakta
yorgunluğa ve canlılığın azalmasına neden olmaktadır. Toprak bu
yorgunluk nedeniyle çoraklaşmaktadır.
Gübrelenmiş toprakta yetişen bitkilerden elde edilen verim yüksek
olmasına rağmen, bu yöntem bazı problemleri de beraberinde getirir.




Yoğun gübreleme toprağın pH değerini değiştirir. Toprakta yaşayan organizmalar bu pH değişmelerinden
olumsuz etkilenir.
Toprağı analiz etmeden kullanılan gübre, organik maddeler bakımından toprağı fakirleştirmekte ve toprağın
verimini düşürmektedir.
Hayvansal ve bitkisel maddelerin toprak altında ayrışması ile oluşan organik gübre(humus), kullanılan kimyasal
maddelerin etkisiyle azalmakta ve toprak humusu tutamadığı için toprak çoraklaşmaktadır. Toprağın üstü
kumlaşırken, alt kısmı sertleşir.
Yüksek oranda kullanılan kimyasal gübreler içindeki azotlu maddeler, toprakta tutunamadığı zaman akarak içme
sularına ve akarsulara karışmaktadır. Fosforlu gübrelerin yüzeyden akmaları ve akarsulara karışması sonucunda
içme sularında ve diğer su bölgelerinde biriken fosfat miktarı çoğalır.
Tarım ilaçları, böceklerin imhasında, bazı bitkilerde mantarların tedavisinde, bitkilerin hızlı büyümesinin sağlanmasında ve
yabani otların zararlarının önlenmesinde kullanılan maddelerdir. Bu tür ilaçların kullanıldığı topraklardaki ürünlerle
beslenen canlılar bu ilaçlardan olumsuz etkilenirler. Topraktaki zararlı canlılar ölürken, tarım ilaçları çeşitli yollarla sulara
karışarak istenmeyen sonuçlarda doğurabilirler.
Kimyasal maddeler verdikleri zararlar açısından atmosfer kirleticiler, su kirleticiler ve toprak kirleticiler olarak
sınıflandırılırlar.
Biyolojik olarak kendi kendine ayrışmayan ya da çok uzun yıllarda ayrışan zararlı maddeleri çevreye yayan kaynaklar
aşağıdaki şekilde verilmiştir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 18
Hava Kirliliği
Havanın doğal yapısını değiştiren her türlü madde kirletici etki yapmaktadır. Aşırı kentleşme, endüstriyel gelişmeler ve
taşıtlar hava kirliliğinin başlıca nedenleridir. Tozlar, zehirli gazlar, sera gazları, ozon tabakasında değişime neden olan
gazlar hava kirliliğini oluşturan gazlardır. Bu gazlar, atmosferde canlı yaşamını olumsuz etkileyecek değişikliklere neden
olmaktadır.
Kömür, petrol gibi yakıtların dumanındaki kükürtdioksitin havadaki su buharı ile birleşerek oluşturduğu sülfürik asit, asit
yağmuru olarak yeryüzüne iner. Oluşan zehirli gazlar, hava akımlarıyla çok uzaklara bile kolayca taşınabilir ve yağmurlarla
yeryüzüne asit yağmurları olarak geri dönerek canlı yaşamını olumsuz yönde etkiler.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 19
Egzoz gazlarıyla havaya karışan karbonmonoksit canlı yaşamını olumsuz etkileyerek zehirlenmelere neden olabilir.
Yeşil alanların gittikçe azalması, ısınmak için kullanılan kömür gibi yakıtların tekniğine uygun yakılmaması, egzoz gazları,
çeşitli sanayi kuruluşlarının ürettiği atık maddeler, hava alanları, termik santraller hava kirliliğine neden olan kaynaklardır.
Hava kirliliği solunum sistemi hastalıklarına ve akciğer kanserine neden olabilir. Atmosferde sera etkisi, asit yağmurları ve
ozon tabakasının incelmesi gibi sorunlara yol açar.
Su Kirliliği
Suyun yaklaşık %35-40'ı yüzeysel su şeklinde akarken, toprağın altına sızan ve geçirgen olmayan tabakalara ulaşan su,
yeraltı sularını oluşturur.
Akarsu, göl, deniz gibi su ortamlarının ve içme sularının fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin başta insan olmak
üzere çeşitli etkenlerle bozulması su kirliliğine neden olur. Evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan sulara boşaltılması,
tarımda kullanılan gübre veilaçların sulara taşınması, atık suların arıtılmadan sulara karışması sonucu su kirliliği oluşur.
Tifo, sarılık, dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklara neden olan mikroorganizmalar kirli sulardan ya da kirli sularla yıkanmış
sebze ve meyvelerden insanlara geçerek salgına neden olur.
Yüksek oranda organik bileşik içeren evsel ve endüstriyel atıkların parçalanmasıyla sudaki mikroorganizmalar çoğalır.
Petrol ve türevlerinin taşınması sırasında çevreye yayılması ve sulara karışması ile su ortamındaki yaşam tehdit altında
kalmakta ve atmosferle su arasındaki oksijen alışverişini olumsuz etkilemektedir.
Ağır metaller sulara karıştığında sağlık üzerinde olumsuz etkileri hemen kendini göstermektedir. Ağır metaller, kalp
rahatsızlığı, hipertansiyon, böbrek hastalıkları, beyin hasarı ve akciğer kanseri gibi rahatsızlıklara neden olarak sağlığı
olumsuz etkilemektedir.
Gübrelerdeki kimyasal maddeler topraktan sulara karışarak su kaynaklarında ve denizlerde toplanarak ötrofikasyona
neden olur. Bu maddeler
sudaki bitkisel yaşam
için gübreleme etkisi
yapar. Bitki ve alg
türlerinin üremesi
hızlanır. Ötrofikasyon
sonucunda sular yeşil bir
renk alır kıyılarda alg
birikmesine yol açar.
Toprak Kirliliği
Plansız kentleşme, tarım ilaçları, kimyasal gübreler, plastikler, ağır metaller, sanayi atıkları ve evsel atıklar, yağmurla
havadaki asit maddelerin toprağa düşmesi ve erozyon toprağın kirlenmesine yol açar.
Egzoz gazları, ozon, karbonmonoksit, kurşun ve kadmiyum gibi zehirli maddeler rüzgarlar ile çok uzak bölgelere
taşınmakta ve yağışlarla toprağı ve suyu kirletmektedir.
Tarım ilaçları, ağır metal tuzları, deterjanlar, sera gazları, kloroflorokarbonlar, plastikler, klorlu ve florlu polimerler toprakta
biriktiklerinde toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerinde önemli değişikliklere neden olurlar ve toprağın verimini azaltırlar.
Çevre Sorunlarının Çözümü



Sanayi tesisleri yerleşim yerlerinden uzak bölgelere kurulmalı ve sanayi atıkları arıtma işlemine tabi tutulduktan
sonra çevreye salınmalıdır.
Sanayi tesisleri hava, su ve toprak kirliliğini önleyecek arıtma tesisleri kurmalıdır.
Atık maddeler toplanarak yeniden kullanılabilir duruma getirirlmelidir.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 20










Ambalajlar cam ve karton gibi geri dönüşümü olan maddelerden yapılmalıdır.
Parçalanması zor olan deterjanların üretimi ve kullanımı sona ermelidir.
Fosil kaynakları gibi enerji kaynakları yerine güneş enerjisi, rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynakları
kullanılmalıdır.
Yeşil alanlar artırılmalı, ormanların tahribatı önlenmelidir.
Ozon tabakasına zarar veren gazların yerine zarar vermeyecek gazların kullanımı teşvik edilmelidir.
Toplu taşımaya önem verilerek egzoz gazlarının zararı azaltılmalıdır.
Verimli tarım aranlarına yerleşm alanları ve sanayi tesisleri kurulmamalıdır.
Tarım ilaçlarının ve gübrelerin yanlış kullanımı önlenmelidir.
Toprağı işleme ve doğru sulama konusunda eğitimler verilmelidir.
Organik tarım teşvik edilmelidir.
Alternatif Enerji Kaynakları
Dünya enerji gereksiniminin %80'i kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlarca, %20'si hidroelektrik enerji, nükleer enerji,
hayvan ve bitki atıkları, rüzgar ve güneş enerjisi gibi enerji kaynaklarından karşılanır. Fosil yakıtlarına yenilenemeyen
enerji kaynakları, hidroelektrik, rüzgar ve güneş enerjisi gibi enerji kaynaklarına yenilenebilir enerji kaynakları adı verilir.
Yenilenemeyen enerji kaynakları çevre kirliliğine neden olmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının çevre üzerine
etkisinin yok denecek kadar az olması, bunların kullanımının artırılması yönünde çalışmaları hızlandırmaktadır.
Güneş temiz ve masrafsız bir enerji kaynağıdır. Dünyanın pekçok bölgesinde elektrik ve sıcak su elde etmede, ısınmada
güneş enerjisi kullanılmaktadır. Ayrıca güneş enerjisi ile çalışan arabalar ve elektronik aletler üretilmiştir. Güneş
kollektörleri ve fotovoltaik pillerle elektrik enerjisi elde edilmektedir.
Rüzgarın etkili olduğu bölgelerde kurulan rüzgar türbünleriyle üretilen rüzgar enerjisi elektrik enerjisine dönüştürülerek
kullanılır.
Yerin derinliklerinde, suyun kaynama noktasından daha yüksek sıcaklıktaki su buharı sondajlarla yeryüzüne çıkarılarak
elektrik enerjisi elde edilir. Daha düşük sıcaklıkta çıkarılan sıcak sular ise evlerin ve seraların ısıtılmasında kullanılır.
Denizlerde ve okyanuslarda oluşan gel-git veya okyanus akıntısı nedeniyle yer değiştiren su kütlelerinin sahip olduğu
kinetik veya potansiyel enerjinin, deniz tabanına yerleştirilen türbünler aracılığıyla elektrik enerjisine dönüşmesi sağlanır.
Mustafa Atalay
mustafaatalay.wordpress.com
Sayfa 21
Download