Kadınların Dünyası, Alan Touraine, Çev: Mehmet Moralı Kırmızı

advertisement
Sosyoloji Konferansları
No: 47 (2013-1) / 81-90
Kadınların Dünyası, Alan Touraine, Çev: Mehmet Moralı
Kırmızı Yayınları, İstanbul-2007, 305 sayfa
ISBN: 975-9169-23-1
Serkan KARATAY
GİRİŞ
Toplumsal yaşamın hareket noktasında meydana gelen değişiklikler ve bu
bağlamda ‘birey’in öne çıkması, toplumsal sorunlara yönelik yeni bir anlayış
ve düşünüş biçimi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Cinsiyet ayrımcılığı ve kadına karşı psikolojik, fiziksel şiddet günümüzde
hala devam eden toplumsal bir sorundur. Kadın hakları savunucularının
ve feministlerin bu sorunların çözümüne yönelik mücadelelerinde çeşitli
kazanımlar elde ettiği aşikardır fakat değişen dünyada hala devam eden bu
soruna eski yöntemlerle yaklaşmak artık yarar sağlamamaktadır. Aksine kimi
zaman ‘kadın’ kimliğini zedeleyen veya kadınlar arasında bir ayrımcılığa
kadar uzanan yanlışlara neden olabilmektedir.
Var olan bu tabloda ihtiyaç duyulan yeni değerlendirme kadın kimliğini öne
çıkarmalı ve bu kimliği özgür kılmalıdır. Böylelikle kadın olma bilinciyle
hareket eden kadın, kendi kimliğine istediği anlamı yükleme seçeneğine
sahip olacaktır. Bu noktadan hareketle kadınların kendi kadınlıklarına
yükledikleri anlamın daha özgürlükçü olmasının önündeki engeller -başta
toplumsal dinamikler olmak üzere- tartışılabilir ve kadın doğasının eşsizliğine istemsiz bir reddetme ve aşağılamadan uzak durulabilir.
Bu düşünceler ışığında ‘Kadınların Dünyası’ kadınlar tarafından başlatılmış
ve devam ettirilen bir toplumsal değişimi, dönüşümü açıklamaktadır. Touraine, sadece kadın sorunlarının çözümü ve değerlendirmesinden ziyade
82
kadınları ve erkekleri farklılık ve eşitlik anlayışının birlikteliği üzerinden
yorumlamaktadır.
Yeni Kadın Mücadelesi
Bireyler üzerinden hareket eden bir toplumsal yaşamda bireylerin kendilerini
nasıl gördükleri, öznelliklerini nasıl ve neye dayanarak inşa ettikleri oldukça
önemlidir. Touraine, buradan yola çıkarak toplumsal ayrımcılığa en uzun
süredir ve en şiddetli şekilde maruz kalmış toplumsal kesim olan kadınlar
hakkında ve genel olarak kadın sorunlarının algısında gerçekleşen düşünsel
değişimden bahsetmektedir. Odak grup görüşmelerinde ortaya çıkan bir sonuç bu düşünsel değişimi anlatmak için önemlidir: ‘Dinlediğimiz kadınlar,
haksızlıklara uğramış da olsalar, kendilerini her şeyden önce kurban gibi
değil kadın gibi tanımladılar ve esas hedeflerinin kendilerini kadın olarak
inşa etmek olduğunu ifade ettiler.’(s.12)
Kendi kendilerini tanımlayabilen ve dışarıdan gelen tanımlamalara karşı
çıkan bu kadınlar aynı zamanda yeni bir kadın mücadelesinin temellerini
atmaktadırlar. Bu mücadele toplumsal olmaktan çok bireyseldir fakat toplumsal değişimlerin merkezini Touraine’nin kitapta belirttiği gibi ‘kamusal
alandan değil de özel alandan kaynaklanacağı’(s.134) biçimde değiştirme
isteğini yansıtmaktadır.
Geçmişte mücadeleler göstermiş feminist akımlar ve kadın hakları savunucuları, fiziksel ve cinsel şiddetle birlikte her türlü ayrımcılığa yönelik sorunları
siyasal ortama taşıyarak somut başarılar elde etmiştir fakat artık onların
izledikleri yol ve yöntemler geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Artık sorunlu
bir algı olan kadınların aşağılığı görüntüsünü ortadan kaldırmanın en etkili
yolunun, kadın kimliğini ve kişiliğini oluşturan şeyleri toptan reddetmek
olmadığı açıktır. Bu noktada Touraine ise şöyle bir tespitte bulunmuştur:
‘kadınları erkeklerin düzeyine yükseltmek ve onları üniseks bir toplumun
inşasının araştırılası olduğu öne sürülen bir temanın ardındaki, genel bir
erkekleştirmeye sokmaktır.’ (s.23)
83
Dolayısıyla tarihsel olarak misyonunu yerine getirmiş olan geleneksel
feminist akımlar yerini kendilerine karşı sahip oldukları sorumluluğun
bilincinde olan özgür kadınlara bırakmıştır. Bu özgür kadınlar kendilerini
erkeklerin düzeyine yükseltmeye, üniseks bir toplumun inşasına ve genel
bir erkekleştirmeye karşı çıkmaktadırlar. Kadın doğasının varlığını kabullenerek kendilerine has özelliklerin bilincinde ve Touraine’nin deyimiyle
‘yaşamlarının oyuncuları olarak kendileri tarafından dönüştürülmüş bir
varlığı yaşama arzusuna sahiptirler’ (s.32)
Kadınların değişiminin farkında olmak, kadınları ‘dışarıdan dayatılmış anlamlarla yüklü nesneler değil, kadın olarak ve bu simgeye kendi seçtikleri
içeriği yükleme hakkına sahip varlıklar olarak’ (s.44) algılamanın en büyük
adımıdır. Bu doğru algı üzerinden hareketle kadın doğasına, öznelliğine ve
özgürlüğüne sahip çıkmak kadın sorunlarının çözümünde oldukça önemlidir.
Kadınları pasifleştirmek, nesneleştirmek ve sürekli bir ‘kurban’ imajında
tanımlamak var olan eşitsizliği sıklıkla yeniden üretmeye neden olmaktadır.
Yeni mücadele ve kadınlar bir akım veya ideoloji etrafında şekillenmemekte
ve günümüz toplumsal ortamına uygun bir şekilde ‘özne fikrini ve toplumsal
bilimlerde bunun getirdiği yönelim değişikliğini en bariz şekilde taşıyan
kategori’ (s.63) olmaktadır. Ve Touraine’nin deyimiyle ‘sorumlu bireyselliğe geçiş’ (s.68) olarak tanımlayabileceğimiz ‘ben bir kadınım’ ifadesinin
temelini yansıtmaktadır.
‘Ben Bir Kadınım’ Diyebilmek
Touraine ‘Kadınların Dünyası’nda, ‘Ben bir kadınım’ ifadesinin üzerinde
sıklıkla durmuştur. Bu ifade kadınlar açısından bir değişimi ve dönüşümü
sembolize etmektedir. Bu sembol kadınların dolaylı yollarla erkekleştirilmesine karşı çıkan, kadın doğasını, cinsiyetini ve bu cinsiyetin getirdiği
özellikleri kucaklayan bir nitelik taşımaktadır. Kadınların toplumsal ayrımcılığa yönelik verebileceği en güzel ve en anlamlı tepkilerden biri olduğunu
düşündüğüm ‘ben bir kadınım’ ifadesini Touraine şöyle açıklıyor: ‘kendilerini
84
kadınlıkları doğrultusunda tanımlamaları kadınların benlik inşalarının en
önemli kısmını oluşturuyor. Hatta bu kadınlık kimliği mesleki, ulusal ya da
başka kimliklerin önüne yerleştirilebiliyor’ (s.54)
‘Ben bir kadınım’ ifadesinin arka planında yatan cinsiyetçi bir söylem değil
özgürlüktür. Bu özgürlük kendini olduğu gibi kabul etmekten başlar ve tüm
toplumsal dayatmaların karşısında kendini kendi istediği gibi tanımlamaktan geçer. Touraine’nin bu cümleleri konuyu anlatmak için vurgulayıcıdır.
‘Kadın olmak bir varoluş iradesinin ifade etmektedir. Bu irade kadınlara,
kadın olmaktan ne anlıyorlarsa o olabilmelerini sağlamaktadır.(s.37) Kadınlık doğrultusunda inşa edilen kimlik yalnızca toplumsal egemenliğin reddi
değil; özellikle görünür tabiliğin yaşanmış deneyiminin ve dolayısıyla da
benliği için düşünme, harekete geçme, umutlanma ya da acı çekme yeteneğinin olumlanmasıdır’ (s.45)
Bu ifadeyi sadece kadınlar ve kadınlık üzerinden değerlendirmemek gerekir.
Günümüzde bireylerin kendilerini olumlamasının izlerini taşıyan ‘ben bir
kadınım’ ifadesi kitapta bireyin bir hak varlığı olarak olumlanmasının yanında bireyin kendi kendisinin temeli haline gelmesi olarak da belirtilmiştir.
İnşa Edilen Benlik
Kadınların içlerinden başlayan bir özgürlük mücadelesi ve ‘ben bir kadınım’
ifadesi kadınların benlik inşaları ile çok yakından ilişkilidir. Kendilerini
yine kendilerine göre tanımlayan kadınlar benlik inşalarını bu doğrultuda
gerçekleştirir ve bu inşa feminist akımların sunduğu kadın imajının aksine
kadınların erkekler ile olan ilişkilerinden bağımsızdır. Touraine’nin Feminist akımlara yönelttiği eleştirilerin bir noktasını da burası oluşturmaktadır.
Kadınların kendilerini manevi anlamda nasıl gördükleri bir yana dış görünüşlerini nasıl şekillendirdikleri, saçlarını kapatıp kapatmadıkları, makyaj
ve estetik kullanımı da bir benlik inşası aynı zamanda kişisel tercihlerin
85
çoğalmasıdır. Bu noktada kadınların benliğiyle olan ilişkilerinin bir biçimi
olarak makyaj ve estetik; ‘Kadınların bedenlerinden zevk almaya yönelik
olarak bedenlerini dönüştürmeleridir. Bu dönüşüm erkekler tarafından baştan
çıkarma manevraları olarak değerlendirilir fakat aslında kadınların özellikle
baştan çıkarmak istedikleri kendileridir’ (s.84)
Toplumda aşağılayıcıymış gibi sunulan kadınlara has özelliklere kadınların
bakışı ise kadın doğasının yaşam ile iç içe bulunmasının bir olumlanması
biçiminde; ‘Kadın yaşamının belirleyici özelliği olan bu fizyolojik gerçekler, kadınların toplumun geliştirdiği aşağılık imgesini içselleştirmekle
yetinmemelerini sağlamaktadır (s.67)
Kadın doğasının önemi ve gücü kadınların bunun farkında olması, toplumsal
algının bu bağlamda şekillenerek kadınlara yönelik ayrımcı ve aşağılayıcı düşüncelerden uzaklaşmasının bir adımı niteliğindedir. Touraine, bu
anlamda kadınların gücünü şu cümlelerle ortaya koymaktadır: ‘Erkekler
toplumun süper egosuna doğrudan katılırlar ve dolayısıyla da toplumun
modeli olan kendi benlikleriyle aralarına mesafe koyabilirler. Kadınlar yaşam hakkındaki deneyimiyle, toplumsal rollerin dışına çıkar. (s.67-68) Bu
dönüşümü gerçekleştirmiş kadınlar eski kadın modeline karşı çıksalar da,
erkeklere karşı çıkmazlar.’ (s.62) Çünkü onların cinsiyet anlayışı kadınlar
ve erkeklerin eşit olduğu ve aynı zamanda farklılıklarını temsil etmekten
kaçınmadığı bir biçimdedir.
Kadınların, içinde yaşadığımız tüketim toplumunda, benlik inşasını sömürecek ve Touraine’nin deyimiyle ataerkillikten bile daha güçlü bir egemenlik
kültürü var olmaktadır. Bu egemenlik doğrudan kadınları ve kadın bedenini
hedef alır ve kadınları bir tüketiciye dönüştürür. Bu noktada hedef gerçek
anlamda kadın özgürlüğü değil kadınları özgürmüş gibi hissettirmektir. O
nedenle ‘tüketici kadınla, toplumsal baskı güçlerine karşı kendisini inşa
eden ve bir benlik bilinci edinen kadın arasındaki sınırı oldukça net çizmek
gerekir (s.71)
86
Cinsellik
Kadın-erkek ayrımcılığının toplumda en net görülebildiği ve somut bir
biçimde ifade edilebildiği cinsellik ve cinsel yaşantı, ataerkillik tarafından
kadın doğasının aşağılığı algısının yeniden üretildiği bir mekanizma haline
dönüştürülmüştür.
Yeni kadın mücadelesi, kadın doğasının kabulü ve bu doğrultuda inşa
edilen benlik, toplum tarafından kadınlara ve erkeklere biçilmiş cinsellik
dayatmalarından kurtulmanın birer basamağını oluşturmaktadır. ‘Kadınların
Dünyası’nda ‘cinsellik’ kavramına verilen öneme dikkat çekerek özgürce
yaşanılan veya yaşanılmayan bir cinsel hayatın karar mekanizmasının yine
kadınların kendilerinde olması gerektiğini ve bunun kadınların tüm toplumsal
dayatmalardan kurtulması açısından önemli bir adım olduğunu belirtmeliyim. Kadınların ‘ben bir kadınım’ ifadesi ve bu doğrultudaki benlik inşası
öznellik için gerekli imkanları sağlarken bu öznelliğin ‘en başta cinsellik ve
daha geniş anlamda beden tarafından gerçekleştirildiğini’ (s.83) belirtmek
gerekir. İnsan kendi benliğini cinsellik ile inşa eder ve bir kadının yaşamına
yönelttiği ve onu başarı ya da başarısızlık hakkında konuşturan bakışı cinselliğinin başarısı ya da başarısızlığının bilinci tarafından yönetilir’ (s.83).
Cinselliğe atfedilen bu önem kadın doğasının saygıyla kucaklanarak hem
kadınlar hem de erkekler tarafından kabullenilmesi gerekliliğinden doğmaktadır. Kadın ve erkek cinsiyetlerinin doğasının birleştiği bir ‘insan doğası’
tanımlamasını reddetmek nasıl mümkün değilse kadınların ve erkeklerin
kendi doğalarından gelen cinsel arzu ve isteklerini toplumsal sınırlama ve
dayatmalar ile kontrol etmeye çalışarak kadın-erkek eşitliğinin sağlanması
da mümkün değildir. Bu noktada Touraine cinselliğin toplumsal inşasını şu
cümle ile saf dışı bırakmıştır; ‘Cinselliğin toplumsal inşası var olan eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları yeniden üretirse de, bireyin kişisel inşası olabildiğince toplumsal olmayan cinsel eyleme dayanır’ (s.84). Çünkü cinsel eylem
öznellik içerir. Var olan bilinç durumu cinsel eylemi toplumsal olmasını
engeller ve oldukça özel bir yerde tutar. Yani cinselliğin toplumsal inşası
baskıcı ebeveyn ve toplumsal kesimlerin neden olduğu ve her gün gazete
87
sayfalarında rastlayabileceğimiz trajedilerden sorumludur. Bunun dışında
ise birçok insanın hayatında göstermelik bir yalandan ibarettir.
Cinselliğin nasıl yaşanacağına veya yaşanıp yaşanmayacağına ilişkin kararın bireyselliği aynı zamanda cinselliğe de bireysel bir boyut kazandırır ve
cinsel arzuların benliğin inşasına olan etkisi buradan kaynaklanmaktadır.
Kadınların benlik inşasında cinselliğin rolü libidolarının toplumsal üreme
işlevine dönüştürülme eğiliminin tam karşısındadır. Bu noktada kadın bedeni
artık kadınların işlevlerini, dolayısıyla da görevlerini tanımlamaz. Artık
kurtuluşun bir aracı ve dili haline gelir. Cinsel arzunun cinselliğe dönüşmesi
aracılığıyla kendi kendilerini inşa etmiş olma bilincine ulaşan kadınlar kendi
tanımlamalarını artık erkeklere göre yapmama eğiliminde olurlar.
Özel Alanın Yükselişi
Touraine, kadın hareketinin geçmişte eşitlik isteyenler ve önceliği farklılığa
verenler arasında bir ayrımda bulunduğunu belirtiyor. Bugün ise eşitlik ve
farklılığı birçok alanda birlikte var etme mücadelesi kabul görmektedir.
Bu durumun kadın hareketine etkisini ‘kadınlar siyasal eylem anlayışından
uzaklaşıyor, ana hedefleri de durumlarına göre değil kendilerine göre tanımlanmaktır’ (s.135) biçiminde ifade eden Touraine bu cümlesiyle kendilerine
göre tanımlanan veya tanımlanmak isteyen milyarlarca kadını aklımızda
yaratırken aynı zamanda genel olarak insanların kendilerini kendi bireyselliklerine göre tanımladığı ve bu şekilde tanımlanmak istediği post-modern
bir şimdiki zamanın ve geleceğin resmini çiziyor gibidir.
Yazarın ortaya çıkarttığı tabloda kadınlara özel bir önem atfettiğine dikkat
çekmek gerekir. Kadınların ve erkeklerin özel alan ile ilişkisinin farklı
derecelerde olduğunu düşünen Touraine, kadınların ortak deneyiminde
hiçbir süreklilik olmadığını belirterek, ‘dün ve özellikle de bugün giderek
daha fazla kadının kendilerini özne olarak görmesini olası kılan, yerleşik
kültürel düzenle aralarında sağladıkları kopukluktur’ (s.133) biçiminde bir
ifade kullanıyor. Bu ifadede kadınlara yönelik yapılan tespitin ve özel alan
kavramında kadınlara atfedilen önemin destekleyicisi ise erkekler hakkın-
88
daki şu görüştür; ‘erkekler toplumun süper egosuna doğrudan katılırlar ve
dolayısıyla da toplumun modeli olan kendi benlikleriyle aralarına mesafe
koyabilirler.’ (s.68)
Kitabın isminin neden ‘Kadınların Dünyası’ olduğunu az da olsa açıklamak
için bahsettiğim bu ayrımdan sonra yine kitabın ismiyle bağlantılı olarak
bu ismin yaratabileceği radikal algıya karşı Touraine’nin kadınların dünyası ile ne anlatmak istediğine değinmek gerekir. Yazara göre; ‘kadınların
toplumu, toplumsal değişikliklerin kamusal alandan değil de özel alandan
kaynaklanacağı biçimde dönüştürmek istedikleri anlamına gelir. Artık
kadınların ana düşmanı tahakkümcü erkek değil, kültürel çeşitliliğe terk
edilmesi gereken özel yaşamın toplumsal ve siyasal yaşamdan ayrılması
gerektiği fikridir.’ (s.134).
Çifte İkideğerli Konumda Müslüman Kadınlar
Yeni kadın mücadelesini şekillendiren, cinselliğe ilişkin karar verme özgürlüğü ve inşa edilen benlik çerçevesindeki ‘ben bir kadınım’ diyebilen
kadınlardır. Bu durumda İslam dininin kurallarını kabullenmiş bir şekilde
yaşayan Müslüman kadınlar ve çoğunluğu Müslüman olan toplumlarda
yaşayan kadınların durumu dikkat çekici bir nitelik taşımaktadır. Nitekim
‘Kadınların Dünyası’nda Müslüman kadınlar ile yapılan görüşmelerin yorumlandığı ayrı bir bölüm bulunmaktadır.
Kadın hareketlerinin ortaya çıktığı Batı toplumları artık İslam dinine ve
Müslümanlara pek yabancı sayılmazlar. Amerika Birleşik Devletleri ve
Avrupa’da birçok Müslüman göçmen yaşamaktadır ve yıllar geçtikçe etrafındaki Batı kültürüne tanıklık ederek büyüyen, ailesinin göçtüğü ülkenin
dilini çok iyi konuşan yeni kuşaklar yetişmektedir.
Batı toplumlarının Müslüman göçmenler ile birlikte yaşaması ve bu doğrultuda İslam dinini yakından gözlemleyebilmeleri elbette çeşitli sonuçlar
doğurmuştur. Touraine bu sonuçlardan özellikle ikisine dikkat çekmektedir.
Birincisi Fransa’da okullara baş örtüsü ile girilmesinin tartışma konusu
89
olması ikincisi ise kadın hareketlerinin ve feminist akımların İslam dinine
yönelik düşünceleri ve takındıkları tutumdur.
Fransa’da yaşayan Müslüman kadınlarla yaptığı görüşmelerde ortaya çıkan
sonuçlarda ‘çifte ikideğerlilik’ kavramını kullanan Touraine bu kadınların
durumunu şu şekilde anlatıyor; ‘dine bağlılıkla cemaatçi içe kapanmanın
reddi ve buna paralel olarak, (başarı kapısı) okulun genellikle hevesle kabulü; ama özellikle de okulda yaşanan ayrımcılığın da bilincinde olmadan
değil. Onlar için her şey vardır, ebeveynlere sevgi, ama onların ayarladığı
evliliğin ve bekaret kontrolünün reddi, Fransa’ya ve özellikle de buranın
ifade özgürlüğüne bağlılıkla, ayrımcılıklarının teşhiri.’ (s.206-207).
İslam dininin uygulanışında göze çarpabilecek detaylardan biri olan dini
kurallara itaat ve bu itaatin arkasında yatan maneviyat ilişkisinin kimi zaman
oluşturduğu çelişkilere Touraine’nin Müslüman kadınlarla görüşmelerinde
sıklıkla karşılaştığını söylediği ‘maneviyat’ sözü hakkındaki ‘demek ki birçoğu için, yasaklardan oluşan bir dinden, inançlara ve maneviyata dayanan bir
dine geçiş tarafından desteklenen bir bütünleşmeden söz etmek gerçekçiliğe
aykırı olmaz’ (s.207-208) yorumu açıklayıcı niteliktedir.
Müslüman kadınların yeni kadın mücadelesine nasıl dahil olduğu, benliklerini nasıl inşa ettikleri ve cinselliklerine atfettikleri önem, İslam dışında
herhangi bir dine inanan veya bir dini inancı olmayan kadınlar ile yapılan
görüşmelerden çıkan sonuçlar ile farklılıklar içermektedir. Bu farklılık
hakkında Touraine; ‘Müslüman kökenli kadınları ilk başta incelediğimiz
ana gruptan uzaklaştıran da şu, ilk grupta olumlu olan kendini inşa hedefi,
bu kadınlarda o kadar güçlü kısıtlamalara tosluyor ki, bu kısıtlamalardan
özgürleşmek bu kadınların birçoğu için esas hedef haline geliyor ve ötesinde
hiçbir şeyin görünmesine izin vermiyor’ (s.210) demiştir.
Temellerini dini kurallardan alan geleneksel aile yapıları içinde bulunan
kadınlara yönelik kontrol, baskı ve hatta cinayetlere rastlanabilmektedir.
Kendilerini yine kendilerine göre tanımlamak isteyen bu kadınlardan birinin kitapta yer alan ‘sonrasında kendimizi inşa edebilmek üzere, önce
özgürleşiyoruz’ (s.211) ifadesi Touraine’nin deyimiyle ‘o genç kadınların
duygusal sarsıntılarını anlatabilmek için çok sıradan’ (s.212) kalmaktadır.
90
Ortaya çıkan bu tabloda görüşme yapılan Müslüman kadınların çoğunun
kendi yaşamları için inandıkları dinde yeni bir yön buldukları belirtilmiştir.
Bu doğrultuda başörtüsünün kadınların kendilerini ifade etme ve benliklerinin inşasının bir parçasını oluşturduğu da görülebilmektedir. Aynı zamanda
kadınların kendi cinsellikleri hakkındaki kararlarının da bir ifadesi niteliği
taşıyabilen başörtüsü, dini inançta bulunan yeni yönün bir göstergesi olabilir.
Müslüman kadınların içinde bulunduğu ailevi ve toplumsal ortamda dahi her
birinin kendi varoluşu hakkında karar verme özgürlüğü merkezi bir değerdir.
Bu merkezi değer dahilinde inandıkları dinin maneviyatını öne çıkararak
‘kaderlerini dönüştürmeyi’ hedeflemektedirler. Touraine’nin Müslüman
kadınlarla yaptığı görüşmelerden çıkardığı bir sonuç olan ‘ben bir kadınım
demeyi başaramıyorlarsa da, bir gün ben ya da kızım özgür kadınlar olacağız
diyebilmektedirler’ (s.232) açıklaması konuyu özetler niteliktedir.
‘Kadınların Dünyası’ hiçbir biyolojik cinsiyetin veya cinsel tercihin diğerinden daha üstün yada daha eşit olmayacağı, eşitliği ve farklılığı bir arada
yaşatan bir dünyayı tanımlamaktadır. Bu doğrultuda düşünüldüğünde toplumsal dayatmaları arkamızda bıraktığımız bir çağda kadınların özgürleşmesinin yolu bir kadın imajı yaratmak ve bu imajın kapsayıcılığı üzerinde
ısrarla durmak değildir. Nitekim bireysel algı ve anlayışların önem kazandığı
ve özgürlüklerin bu bağlamda şekillendiği günümüzde kadın sorunlarına
bakılan perspektifin değiştiğini görebiliyoruz. Bu yeni perspektif kadınları
toplumsal dayatmalara kurban etmiyor ve onları erkeklere dayalı sahte bir
özgürlük ile aldatmıyor.
Yapılan görüşmeler ve tespitler ışığında kadınların kendilerini kadınlıkları
doğrultusunda tanımlamaları ve bu tanımlamanın kadınlığı yücelten, ona hak
ettiği değeri veren bir nitelikte gerçekleşmesi kadınların çektiği toplumsal
sorunların çözümünün artık her bir kadında yattığını göstermektedir. Bu
noktada içinde bulunduğumuz çağda fikir ve düşünce akışının küresel bir
biçimde gerçekleşmesi ve bu akışın bireylerde yarattığı etkinin kadınları
toplumsal baskı ve dayatmalardan sıyırabileceği de gerçekçi bir ihtimal
olarak kendini göstermektedir.
Download