2004 yılında istanbul okmeydanı eğitim ve araştırma hastanesine

advertisement
T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI OKMEYDANI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI KLİNİĞİ
ŞEF: DOÇ. DR. FEYZULLAH ÇETİNKAYA
2004 YILINDA İSTANBUL OKMEYDANI EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİNE BAŞVURAN KABAKULAKLI
ÇOCUKLARIN ÇEŞİTLİ YÖNLERDEN İNCELENMESİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Mutlu TERZİOĞLU
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Feyzullah ÇETİNKAYA
İSTANBUL – 2005
3
ÖNSÖZ
Asistanlığım süresince eğitimime büyük emek ve katkıları olan, tezimin
hazırlanmasında her türlü yardımı esirgemeyen tez danışmanım ve klinik şefim,
Sayın Doç. Dr. Feyzullah ÇETİNKAYA’ya,
Asistanlık eğitiminde bizlere destek olan, yardımlarını ve ilgisini
esirgemeyen Şişli Etfal Hastanesi Klinik Şefi, Sayın Prof. Dr. Asiye
NUHOĞLU’na,
Zorlu asistanlık günlerimde her zaman ilgi, destek ve sevgisini
gördüğüm, tecrübesinden yararlandığım, meslek hayatımda örnek almaya
çalışacağım, klinik şef muavinim, değerli hocam, Sayın Pediatrik Hematolog
Dr. Fügen PEKÜN’e,
Tezimin hazırlanmasında büyük desteğini gördüğüm, sayın meslektaşım,
değerli dostum, Dr. Alper KAÇAR’a,
Eğitimimizin en iyi şekilde verilmesi için tüm imkanları sağlayan
hastanemiz eski başhekimi, Sayın Dr. Taner YILDIRMAK ve yeni başhekimimiz,
Sayın Dr. Fehmi BARAN’a,
Uzmanlık eğitimim süresince birlikte çalıştığım ve bilgilerinden istifade
ettiğim tüm uzmanlarıma, zorlu ve yoğun mesai saatlerini birlikte paylaştığım
asistan ve hemşire arkadaşlarıma,
Tez çalışmamda kan örneklerini alarak bana yardımcı olan Çocuk Acil
hemşirelerine ve laboratuvar çalışmalarında katkılarını esirgemeyen, Sayın
Kimya Müh. Gönül TUĞTEPE’ye,
Eğitimim süresince bana her zaman destek olan biricik annem, sevgili
ailem ve rahmetli babama,
Sonsuz teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Dr. Mutlu TERZİOĞLU
Mayıs 2005, İstanbul
4
İÇİNDEKİLER
Sayfa
GİRİŞ VE AMAÇ............................................................. 3
GENEL BİLGİLER........................................................... 4
GEREÇ VE YÖNTEM.................................................
21
BULGULAR..................................................................... 22
TARTIŞMA...................................................................... 29
SONUÇLAR.................................................................... 34
ÖZET.............................................................................. 36
KAYNAKLAR.................................................................. 37
5
GİRİŞ VE AMAÇ
Kabakulak, kabakulak virüsünün sebep olduğu özellikle tükrük bezlerinin
iltihabı ile seyreden akut, bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır (1,2).
Çoğunlukla ilkokul çağı çocuklarında ve adölesanlarda görülür ve solunum
yolu ile bulaşır. Hastalık kendi kendini sınırlar ve klinik olarak tükrük bezlerinin
süppüratif olmayan büyümesi ve ağrılı olması ile seyreder (3,4,5,6).
Kabakulak enfeksiyonunun en bilinen komplikasyonu olan orşit,
ergenlik
döneminde ve genç erişkinlerde (%20-30)
en fazla
görülür (3,7,8,9). Puberte
sonrası dönemde komplikasyon insidansı (%47.1), puberte öncesine göre daha
yüksektir (%2.8). Enfeksiyona her iki cinste de eşit sıklıkta rastlanır, fakat
komplikasyonlar erkeklerde daha fazla (%72) ortaya çıkmaktadır (4,8).
Kabakulak hastalığında serum amilaz düzeyi hastaların %90’ında yükselir ve
klinik bulguların gerilemesine paralel olarak düşme gösterir. Kabakulak hastalığında
serum lipaz düzeyi artışı pankreas bezinin tutulmasından kaynaklanır (4,6).
Kabakulak enfeksiyonundan korunmada tek yöntem aktif bağışıklıktır ve
kabakulak aşısının etkinliği %75-91 arasında değişmektedir. Aşının 12 ay ve üzeri
çocuklarla, daha önce enfeksiyon geçirmemiş ve aşılanmamış olan puberte öncesi
yaştaki çocuklara, adölesanlara ve genç erişkinlere rutin olarak yapılması
önerilmektedir (4,5,6,7,8).
Bu çalışmada İstanbul ili Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk
Acil Birimi’ne parotis lojunda ağrılı şişlik şikayetiyle başvuran ve kabakulak tanısı alan
6 ay -15 yaş arası 105 çocukta hastalığın seyri çeşitli yönleri ile
izlenmiştir.
Kabakulak enfeksiyonu ve ona sekonder olarak gelişebilecek meningoensefalit ve
orşit gibi komplikasyonların önemine dikkat çekilmiş ve bütün çocukların aşılanması
amacıyla
kızamık-kızamıkçık-kabakulak
aşısının
ülkemizdeki
rutin
aşılama
programında yer alması gerektiği vurgulanmıştır.
6
GENEL BİLGİLER
Kabakulak, tükrük bezlerinin (parotis, submandibular, ve sublingual) iltihabı ve
bazen de gonadlar, meninks, pankreas ve diğer organların tutulması ile kendini
gösteren akut, bulaşıcı, jeneralize, viral bir enfeksiyon hastalığıdır (1,2). Bu hastalıkta
sıklıkla bilateral veya unilateral olarak parotis bezleri tutulur. Çoğunlukla ilkokul çağı
çocuklarda ve adölesanlarda görülür. Genellikle kendi kendini sınırlar ve klinik olarak
tükrük bezlerinin süppüratif olmayan büyümesi ve ağrılı olması ile seyreder (3,4,5,6).
Hastalık %30-40
oranında subklinik seyretmesine rağmen (1), bazen de
tükrük bezleri dışında menenjit, ensefalit, epididimo-orşit, ooforit, poliartrit ve
pankreatit tablolarıyla da seyredebilir (3,7,8,9). Sık karşılaştığımız menenjit dışında,
özellikle puberte sonrası erkeklerde orşit oluşması testiküler disfonksiyona sebep
olabilir (8,9,10). 8. kafa çifti tutulumuna bağlı sağırlık, tiroidit, miyokardit, hepatit,
nefrit, mastit, prostatit, serebellit, trombositopeni nadir olarak bildirilmiştir (3,7,8).
TARİHÇE
5.
yüzyılda
Hippocrates
kabakulak
hastalığını
ve
bulaşma
yollarını
tanımlamıştır. Hastalık ismini 1790 yılında Edinburg’da almıştır.1700’lü yılların
sonlarında ise Hamilton orşitin bir kabakulak belirtisi olduğunu tanımlamıştır (4).
1934 yılında Johnson ve Goodpasture kabakulaklı 4 hastanın tükürüğünü
Macaca Rhesus maymunlarının parotis bezlerine inokule ederek bu maymunlarda
parotit oluşturmuşlardır. Bu maymunların parotis bezlerini filtre edip, filtratı daha önce
enfekte olmamış maymunların parotis bezlerine inokule ettiklerinde parotite sebep
olduğunu görmüşlerdir. Böylece kabakulak ajanının filtre edilebilir bir ajan olduğunu
göstermişlerdir (8).
1940’ların
attenüasyonunu
ortalarında
bildirmiş
ve
Enders
bunun
kabakulak
aşı
virüsünün
invitro
pasajlarla
geliştirilmesinde
yararlı
olacağını
düşünmüştür. Aynı çalışmada kabakulak geçiren hastalarda kabakulak spesifik
7
antikorunu kompleman fiksasyon yöntemi ile göstermiş ve deri testini tanımlamıştır
(4,8).
1945 yılında Habel ve arkadaşları civciv embriyosunda virüsü üretmişlerdir (4).
1950’li yılların başlarında kullanılmaya başlanan ölü virüs aşısı sınırlı bir başarı
göstermiştir. Koruyuculuk sağladığı tespit edilmişse de etki süresinin kısa olması
sebebiyle yaygın kullanıma geçemeyip, 1978’de kullanımına son verilmiştir (4,8).
1966 yılında Buynak ve Hilleman etkili canlı virüs aşısını geliştirmişlerdir (4).
1967’de ilk aşı lisansı verilmiş ve bu aşının yaygın olarak uygulandığı ülkelerde
kabakulak olgularında belirli oranda bir azalma gözlenmiştir (11).
Kabakulak teriminin, İngilizce’de “şiş” anlamına gelen “mump” ismi veya
“yüzünü ekşitmek” anlamına gelen “mump” fiilinden geldiği düşünülmektedir (4,8).
Eski literatürlerde kabakulak “epidemik parotit” olarak geçebilmektedir (4). Daha
sonraki yıllarda modern virolojik ve serolojik metotlar kullanılarak kabakulak
virüsünün parotit olmadan da hastalığa sebep olabileceği veya kabakulak virüsü
dışındaki virüslerin de parotit yapabileceği tespit edilince, epidemik parotit teriminin
kullanılması terk edilmiştir (8).
Parotitin en sık sebebi kabakulak virüsü olmasına rağmen Coxsackie,
Parainfluenza, İnfluenza A, Echovirus, Herpes simplex virüsleri gibi bazı diğer
virüslerin de parotite sebep olabileceği bilinmelidir (8).
ETİYOLOJİ
Kabakulak
virüsü
Paramyxoviridae
familyasından
olan
Paramyxovirus
genusundadır. Bu genusta ayrıca Parainfluenza ve Newcastle virüsü de bulunur
(3,4,5,8).
Kabakulak virüsü düzensiz, sferik yapıdadır. Tam bir sferik viryonun çapı 90300 nm arasında değişmekle beraber ortalama 200 nm’dir (4,6,7,8). Virüsün genomu
segmentsiz, negatif yüklü ve tek sarmallı RNA yapısındadır (3,4,7,8). RNA genomu
yaklaşık 15,3 kb ağırlığında olup, yaklaşık 16000 nükleotidden oluşur (12,13). Bütün
genlerin nükleik asit sıraları çeşitli suşlar için tayin edilmiştir. (13,14). Suş farklılıkları
en fazla P, F, HN gen bölgelerinde belirlenmiştir (15). Viryonun nükleik asit korunu
helikal simetrideki kapsid çevreler (4,7,8). Kapsid üç tabakalı ve yaklaşık 10 nm
kalınlığında bir zarfla çevrilmiştir (3,4,7,8). Zarfla ilişkisi olan üç yapı proteini
8
mevcuttur. Virüsün iki yüzey proteini enfekte olmuş hücrelerin membranlarında
eksprese edilir (8). V antijeni olarak adlandırılan glikoprotein daha büyük yapıdadır.
Bu glikoprotein virüsün konak hücreye adsorbsiyonunu sağlar ve hemaglütininnöraminidaz (HN) olarak da adlandırılır. Ayrıca eritrositlerin hemolizine de yol açar.
Diğer glikoprotein ise hemolizin ve füzyon faktörü aktivitesi ile alakalıdır, daha küçük
yapıdadır. Kabakulak virüsünün konak hücreye penetrasyonu için füzyon faktörü
gerekmektedir. Kabakulak virüsü ile enfekte hücrelerin çok çekirdekli dev hücrelere
dönüşmesini füzyon proteinleri sağlar (3,4,7,8). Zarfla ilişkisi olan üçüncü protein M
proteinidir ve matriks proteini olarak da adlandırılır. Zarfın iç yüzeyini kaplayan yapıyı
oluşturur. Nükleoprotein (NP), polimeraz protein (P) ve large protein (L)
nükleokapsidle ilişkili diğer proteinlerdir. P ve L proteinleri RNA polimeraz
aktivitesinde rol alırlar (3).
Virüsün helikal yapıdaki iç komponenti komplemanı bağlayan soluble (S)
antijeni ile aynıdır (4,7). V antijeni ise virüsün dış zarfı ile bağlantılıdır. S antijeni
enfekte hücrelerde fazla miktarda bulunur ve santrifüj yöntemi ile virüs partikülünden
ayrılabilir (7). V antijenine karşı oluşan antikorlar kompleman birleşmesi deneyi ile
hastalığın erken döneminde gösterilebilir ve daha çabuk kaybolurlar (4,7,9). Virüsün
S antijeni Paramyxovirusların nükleokapsidleri ile benzer özellik taşıyabilir. Özellikle
Parainfluenza ve New Castle virüslerinin nükleokapsid antijenlerine karşı oluşan
antikorlarla S antijeni çapraz reaksiyon verebilir (8).
Virüsün bilinen tek serotipi vardır (4). Eskiden hemaglütinasyon, inhibisyon ve
nötralizasyon testleri ile tek bir antijenik tip bilinirken, artık antijenik farklılıklar HN
spesifik monoklonal antikorlarla gösterilebilmektedir (3).
Virüs +4 °C’de birkaç gün, -20°C’de birkaç hafta, -50 ile -70°C’de aylarca canlı
kalabilir (4,7). Tekrarlayan dondurma ve çözme işlemleri viral aktiviteyi azaltabilir (4).
Ultraviyole ışını ile derhal, %0.1 formalin ile 12 saate inaktive olur. Ayrıca organik
çözücülerle, deterjanlarla ve 50-60 °C’de virüsün aktivasyonu kaybolur. Oda ısısında
doku içinde 4 gün aktif ve canlı kalır. Solusyonlara %0.5 jelatin veya %2 serum ilave
etmekle veya yağı alınmış sütte saklamakla virüsün dayanıklılığı artırılabilinir (4,7).
EPİDEMİYOLOJİ
9
Kabakulak hastalığı pek çok toplumda endemik olarak görülen akut, bulaşıcı
ve %85’i 15 yaş altında görülen bir hastalıktır. 1 yaş altında anneden geçen antikorlar
nedeniyle nadiren görülür (1). 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerin %90’ı kabakulağa
karşı bağışıktır (16). Bu kişilerin %30-40’ında ise hastalık subklinik olarak geçirildiği
için kabakulak öyküsü yoktur. Ancak hastalığı geçirenler ileri yaşlarda tekrar enfekte
olabilirler (1,16).
Hastalık havayolu ile, damlacık enfeksiyonu ile ve direkt temas ile bulaşır.
Küçük toplumlarda ve kapalı alanlarda salgınlar yapabilir. Salgınlar genellikle ocakmayıs ayları arsında görülmekle beraber yıl boyunca endemik olarak ortaya çıkabilir.
Virüs tüm dünyada endemik olarak seyretmesine rağmen, nadir olarak her 7-8 yılda
bir epidemiler yapabilir. Bu durum özellikle yurtlar, yatılı okullar ve ordu kampları gibi
kalabalık topluluklarda görülebilir (1,4,5,6,7,8,17).
Kabakulak virüsü için bilinen tek konak insandır ve bilinen hayvan rezervuarı
yoktur (4,5,6,7,8). Fakat deneysel olarak laboratuvar hayvanları enfekte edilebilir.
İnsanlarda taşıyıcılık olmamasına rağmen, kültür hücrelerinde kabakulak virüsü
persistan enfeksiyon oluşturabilir (4).
Kabakulak virüsü tükrük ile direkt, temas veya kontamine eşyaları kullanmakla
indirekt olarak bulaşabilir. Hastalığın semptomlarının görülmesinden birkaç gün
öncesinden bulaştırıcılık başlar ve tükrük bezlerinin şişkinliğinin inmesine kadar
bulaştırıcılık devam eder (1,7,17). Subklinik olarak hastalığı geçiren kişiler de
semptomları olan kişiler kadar hastalığı bulaştırıcıdır. Hastalığın başlangıcından 6
gün öncesinden 24 gün sonrasına kadar virüs tükrükten izole edilebilir (1,17).
Kabakulak hastalığı kızamık ve suçiçeğinden daha az bulaşıcıdır ve geçiş için sıkı
temas gereklidir (7,17).
Kabakulak antikorları anneden çocuğa plasenta yoluyla geçer ve giderek
azalarak gebeliğin altıncı ayına kadar devam eder. Şehirde oturan kişilerde daha
sonra kabakulak virüsü ile temas sonucu antikor oluşumu yeniden başlar. Antikor
düzeyi 15 yaşına kadar artmaya devam eder ve 15 yaşında erişkin seviyesine ulaşır.
Bu durum kırsal kesimde yaşayan kişilerde daha ileri yaşlara kayar (7).
10
PATOGENEZ VE PATOLOJİ
Enfekte kişiler virüsü solunum sekresyonları ile çevreye yayarlar. Azda olsa
kontamine eşyalar ile de yayılım olabilir (4,7,8). Bulaşmanın en fazla olduğu dönem
parotitin ortaya çıkmasından hemen önceki dönem veya parotitin başladığı dönemdir
(4,5). Ayrıca virüs enfekte kişilerin idrarlarında da elde edildiğinden teorik olarak
kontamine idrarla temas sonucunda da bulaşma olasıdır (5,8). İlk viral replikasyonun
yeri bilinmemektedir (5). Genel kanı virüsün inkübasyon döneminde üst solunum yolu
epitelinde, tükrük bezlerinde veya lenf nodüllerinde çoğalıp, kan akımına karışarak
geçici viremiye sebep olduğudur. Bu viremi sonucu virüs tükrük bezleri, testis ve
merkezi sinir sistemi gibi hedef organlara yerleşip hastalığın klinik bulgularını ortaya
çıkarır (4,5,7). Hedef organlarda virüsün replikasyonundan sonra ikinci bir viremi fazı
meydana gelebilir (17,19). Kabakulak enfeksiyonu virüsün Stensen kanalına
yerleştirilmesiyle insanlarda ve maymunlarda deneysel olarak da meydana
getirilebilinir. Fakat burada inkübasyon süresi doğal enfeksiyondan daha kısadır (4).
Hastalığın seyri hafif olduğu için tükrük bezlerinin patolojik incelenmesine pek
gerek yoktur (4). Tükrük bezlerinin patolojik incelenmesinde diffüz interstisyel ödem
ve mononükleer lökosit içeren seröfibrinöz eksüda bulunmuştur (4,5). Büyük oranda
parotis bezinin interstisyel stroması tutulur (5). Polimorfonükleer lökositler ve nekrotik
doku artıklarının duktal lümen içerisine toplanması ile duktal epitelde dejeneratif
değişiklikler oluşur (4,5). Ödemle birlikte interstisyel dokunun iltihabi reaksiyonunda
glandüler hücreler azda olsa bulunabilir (4). Enfekte hücre kültürlerinde nadiren
görülen multinükleer hücreler, intrasitoplazmik eozinofilik inklüzyonlar ve sinsityo
oluşumu invivo şartlarda oluşmaz (4).
Parotitte olduğu gibi orşitte de mononükleer hücre infiltrasyonu, diffüz
interstisyel ödem ve nadiren de polimorfonükleer hücrelerin yayılımı olabilir. Tunika
albugineada ödeme bağlı basınç yükselmesi sonucu vasküler beslenme bozulup
mikro infarktlar oluşabilir (4,5). Testiküler tübüllerin epitelinde nekroz olabilir ve
tübüller nekrotik artıklarla dolabilir.buna interstisyumda hemoraji eşlik edebilir (5).
Kabakulak ensefaliti sıklıkla postenfeksiyöz ensefalit olarak bilinir. Perivenöz
demiyelinizasyon, perivasküler bölgede mononükleer hücrelerin toplanması ve
11
nöronları rölatif olarak daraltan jeneralize mikroglial hücre artışı ile karakterizedir.
Demiyelinizasyon olmadan nörolizis olursa bu primer kabakulak ensefaliti olarak
kabul edilir (4). Virüsün merkezi sinir sistemi dokusunu direkt olarak invaze ettiğine
inanılır (20).
Böbreklerde aktif viral replikasyon sonucu veya muhtemelen virüsün kandan
idrara direkt yayılması sonucu virüri görülebilir. Bu subklinik böbrek enfeksiyonu
geçicidir (19).
KLİNİK BELİRTİLER
Kabakulak hastalığı için inkübasyon süresi ortalama 16-18 gün olmakla
beraber, bu süre 14-25 gün arasında değişebilir (1,3,4,8,19). Prodromal dönemde
görülen semptomlar nonspesifiktir (4,5). Bu dönemde iştahsızlık, halsizlik, miyalji,
subfebril ateş, baş ağrısı ve kırgınlık görülebilir (4,5,8). Prodrom dönemini takiben
birkaç gün içerisinde hastalığın en klasik ve tipik belirtisi olan parotis bezinin tek
taraflı veya çift taraflı olarak büyümesi fark edilir. (1,4,5,6,8,9). Hasta başlangıçta
kulak ağrısından şikayet eder ve parotis palpasyonla ağrılıdır (4,8). Parotisteki
büyüme 1-3 günde maksimuma ulaşır. Ağrı şikayeti en fazla hızlı büyüme
dönemindedir (1,4,6,8). Hastalığın ilk 3 gününde hastanın vücut ısısı normalden 40°
C’ye kadar değişebilir. Ateş 1 ile 6 gün içinde azalır ve ateş parotis bezindeki şişlik
kaybolmadan önce normal seviyesine düşer (1,4,5,9). Kabakulakta parotisteki şişlik
nedeniyle çene açısı kapanır, kulak memesi dışa ve yukarı kayar. Şişlik önde
zigomatik, arkada mastoid çıkıntıya kadar genişleyebilir fakat belirgin bir sınır yoktur.
Lokal kızarıklık ve ısı artışı saptanmaz. Çene hareketleriyle, özellikle yemek yerken
hatta bazen iştah açıcı yiyeceklerin görülmesi bile ağrıyı arttırır (1,4,6,8). Parotis bezi
tutulumuna bağlı trismus olabilir. Hasta konuşma ve çiğneme zorluğu çekebilir. Bu
semptomlar şişlik en üst seviyesine eriştikten sonra azalmaya başlar. Büyümüş
parotis bezi 3 ile 7 gün içinde tedricen küçülmeye başlar. Böylece şişlik 6-10 gün
kadar hastalarda farkedilir durumdadır (1,4). Vakaların %25’inde parotit tek taraflı
olmasına rağmen tutulum genellikle bilateraldir. Bir glanddaki şişlik birkaç gün içinde
diğer tarafa da geçer (1,4,6,8). Vakaların %10’unda submandibular ve sublingual
tükrük bezleri de tutulur. Ancak bu bezlerde parotis tutulumu olmadan büyüme
12
nadirdir (4,5,6,8). Submandibular bez şişerse bu mandibulanın altında, çene açısının
önünde, massater kasının tam altında görülür ve hissedilir. Erken dönemlerde
submandibular bezi çevreleyen ödem mandibula üzerinden yanağa ve aşağıda
boyuna yayılabilir. Submandibular kabakulak oluşursa bunu servikal adenitten klinik
olarak ayırmak mümkün değildir. Sublingual kabakulak genelde bilateral olup,
submental bölge ve ağız tabanının üzerinde şişkinlikle başlar. 3 tükrük bezi arasında
en az tutulanlar sublingual bezlerdir (1). Hastalık çok farklı klinikle görülebilinir. Bazen
lokal salgı bezlerinin şişkinliği ve hassasiyeti hastalığın tek bulgusu olabilir. Ateş ve
konstitüsyonel
inflmasyona
semptomlar
bağlı
olmayabilir.
değişiklikler
Çoğunlukla
görülür.
Stensen
kanalların
(parotis)
ağızlarında
ve
Wharton
(submandibular) kanallarının ağızları eritematöz ve ödemlidir. Yaygın tükrük bezi
tutulumu presternal alanda ödem meydana getirebilir. Bu ödem büyümüş tükrük
bezlerinin lenfatik drenajı engellemesine bağlı olarak görülür (1,4,6). Özellikle
çocuklarda sistemik semptomlar olmayabilir (6).
Primer kabakulak virüsü enfeksiyonlarının yaklaşık %30-40’ı subkliniktir
(1,3,4,5,8,10,21). Bundan dolayı aşı yada parotit hikayesi olmayan kişilerde de
antikor pozitifliği saptanabilir. Ayrıca her parotis büyümesinin tek sebebi kabakulak
virüsü değildir (8). Coxsackie, Echovirus, Parainfluenza tip1 ve tip3, Herpes simplex,
Influenza A gibi virüsler de parotis bezi büyümesine sebep olabilir (4,5,8,22).
Kabakulak virüs enfeksiyonu veya aşısından sonra kişide kalıcı immünite gelişir. Bu
nedenle enfeksiyon veya aşılama öyküsü olan kişilerde görülen parotit olgularında bu
virüsler düşünülmelidir (8,22).
TANI
Klasik kabakulak vakaları tanıda sorun yaratmaz. Kabakulak geçiren kişilerle
temas öyküsü ile, ateşi takiben parotis bezlerinin bir veya iki taraflı şişmesi ve ağrılı
olması tanı koymak için yeterlidir. Fakat parotitin görülmediği menenjit veya orşit ile
seyreden vakalarda tanı koymak zordur. Bu vakalarda kabakulak enfeksiyonu akla
gelmeli,
laboratuar
yöntemleri
kullanılarak
tanı
kesinleştirilmelidir
(7).
Aşı
kullanımından önce tanı için klinik bulgular yeterli kabul edilirken, rutin aşı
kullanımının başlamasından sonra doğrulayıcı laboratuar yöntemlerinin uygulanması
gerektiğine inanılmaktadır (5).
13
Kabakulağın kesin tanısı virüs izolasyonu veya serolojik testlerle yapılmaktadır
(3,4,5,6). Virüs tükrükten, Stensen kanalı etrafından alınan sürüntüden, idrardan,
MSS tutulumu varsa BOS’tan ve kandan izole edilebilir (3,4,5,6,7,8).
Virüs belirgin hastalığı olmayan veya sadece tükrük bezi dışındaki bulguları
olan kişilerin serumlarından da izole edilebilir (4). Tükrükten virüsün izole edilmesi
parotitin ortaya çıkışından 6 gün öncesi ile 24 gün sonrası süresince mümkündür
(1,4,8). MSS tutulumu olan hastaların, hastalığın 6. gününe kadar virüs BOS’ta izole
edilebilir (4,5). Viremi sadece hastalığın ilk 2 gününde nadiren bulunmuştur. Enfekte
kişilerin idrarında
hastalığın ilk 2 haftası boyunca virüs bulunabilir (1,4,5,8).
Hastalığın ilk 5 günündeki idrar örneklerinin 3/4’ünde virüs tespit edilmiştir (4). Virüs
labil bir yapıya sahip olduğu için örnekler laboratuara kısa sürede ulaştırılmalıdır (5).
Alınacak olan materyaller hastalığın erken döneminde alındığında tanı olasılığı artar
(3). İdrar ve BOS hücre kültürlerinde inoküle edilinceye kadar +4°C’de tutulmalıdır.
Virüs izolasyonunda primer maymun böbrek hücre kültürü, insan embriyonu böbrek
hücre kültürü, HeLa hücre kültürü, civciv embriyonu fibroblast hücre kültürü
kullanılabilir (7,8). Bunların içinde en iyi sonuç primer maymun böbrek hücreleri ile,
primer insan embriyonik böbrek hücreleri ile elde edilir (3,5,7). Hücre kültürleri
inkübasyonun ilk haftasında her gün, daha sonra ise üç günde bir incelenmelidir.
Kültürde sinsityal dev hücrelerin oluşumu, hücre yüzeyinde viral hemaglütininlerin
belirmesi, eozinofilik sitoplazmik inklüzyonların oluşması tanıyı destekler (3,5,8).
Hızlı tanı için farengeal hücrelerde, idrar sedimentinde ve BOS’ta virüsün
antijenlerinin identifikasyonu için ELİSA testi de kullanılabilir. Yalnız yeterli antijen (+)
hücre olmadığında yanlış (-) sonuçlar alınabilir (23). Serolojik tanı için tek kan örneği
alınacaksa hastalığın başlangıcından 15 gün sonra kan örneği alınmalıdır (7). Ancak
akut ve daha sonraki dönemde olmak üzere alınan kanlardaki titrasyon artış oranı
karşılaştırılarak tanıyı kesinleştirmek daha doğrudur. Akut dönem kanlarının
semptomlardan sonraki en kısa sürede, daha sonraki sürede alınacak kanın
semptomların başlangıcından 2-3 hafta sonra alınması uygundur. Titrasyondaki
artışın 4 kattan fazla olması enfeksiyonu destekler (3,4,5,6,7).
Kabakulak virüsüne karşı oluşan antikorların araştırılması için pek çok test
kullanılır (3,7,8). Günümüzde ELİSA testi Kabakulak IgG ve IgM araştırılmasında
seçilen yöntemdir (3,5,7,8,21). ELİSA yöntemi nötralizasyon testinden daha sensitiftir
ve çok az miktarda serumla yapılabildiği için daha üstündür (24).
14
Serolojik tanıda diğer paramyxoviruslar ile çapraz reaksiyon oluşabilmektedir.
Çift serum örneklerinde 4 kat veya daha fazla artış görüldüğünde örnekler
Parainfluenza virüse karşı da teste tabi tutulmalıdır (3). IgM antikoru çalışmasında
kabakulak ve Parainfluenza virüsler arasında çapraz reaksiyon gözlenmediğinden
daha değerlidir (8). PCR yöntemi kullanılarak hem çok az miktarda kabakulak
virüsünün tespiti, hem de viral suşlar arasındaki dizi farklılıklarının araştırılması
günümüzde mümkündür (23).
Tanıda cilt testi, gecikmiş hipersensitivite reaksiyonu şeklinde kabakulak
hastalığından
3
hafta
ile
3
ay
sonra
gelişir.
Günümüzde
bu
yöntem
kullanılmamaktadır (7,8).
Kabakulakta tam kan sayımında beyaz küre normal veya rölatif lenfositozla
birlikte hafif lökopeni olabilir. Menenjit, orşit ve pankreatit olduğunda lökositozla
birlikte formülde sola kayma sık olarak karşımıza çıkar (4). Bütün bunlara rağmen
tanıda lökosit sayısının değeri azdır (7).
MSS tutulumunu anlamak için BOS’ta hücre sayısına bakmak gerekir.
Kabakulak meningoensefalitinde BOS’taki hücre sayısı 10 ile 2000/mm3 arasında
değişebilir. Fakat hücre sayısı ile MSS tutulumu arasında bir ilişki yoktur (6,7).
Amilaz seviyesi hastaların %90’ında yükselir. Amilaz seviyesi 1. haftada en
yüksek değere ulaşır, sonra normal seviyelere düşer. Hastalığın 4. haftasında tekrar
bir yükseliş olur. Bu enzim seviyesi klinik olarak salgı bezleri tutulumu olmaksızın da
artmış olabilir. Kabakulak pankreatiti benzer şekilde amilaz seviyesini artırabilir.
İzoenzim analizi veya serum pankreatik lipaz seviyesinin tespiti ile bu durum tükrük
bezi tutulumundan ayırt edilir (4,6).
AYIRICI TANI
Parotis bezinin büyümesi süppüratif parotit, taş, tümör, gut, hemoraji,
pnömoparotit, kistik fibrozis, sarkoidoz, Miculicz’s sendromu ve HIV enfeksiyonunda
da görülebilir (1,6,8,22). Vinkristin, vinblastin, bretilyum, klonidin, guanitidin
uygulaması ile parotis ağrılı olabilir (4,8). Anterior servikal veya preaurikular
lenfadenopati ve fasiyal sellülit de ayırıcı tanıda düşünülmelidir (8). Post operatif
dönemde, prematüre yenidoğanlarda, ve oral beslenmesi azalmış kişilerde başta
Staphyloccocus aureus olmak üzere ve anaerobik bakterilerden de Bacteroides,
15
Fusobacterium ve Peptostreptococcus tarafından süppüratif parotit oluşabilir. Bu
durumda parotis bezi serttir ve üzerinde kızarıklık ile ısı artışı mevcuttur. Parotis
bezine yapılan masajla Stensen kanalı ağzına pü gelir (1,4,6,24). Bilinmeyen pekçok
sebebi olduğu düşünülen rekürren parotit sık tekrarlayan parotis bezi şişmesiyle
karakterizedir. Enfeksiyon ve insülin, süksinil kolin, fenilbutazon, metimazol, metil
dopa, penisillamin ve iodin bileşikleri gibi çeşitli ilaçlara hipersensitivite bu hastalığın
sebebi olabilir. Kanal sisteminin röntgenografik incelenmesinde bazı vakalarda
sialektazi görülmüştür. Kabakulak parotitine benzer klinik bulgular verir. Kabakulak
parotitiyle sık görülen submandibular ve sublingual bezlerin tutulumu rekürren
parotitte görülmez. Daha önce tekrarlamış olması ve negatif veya değişmeyen
kompleman fiksasyon testi tanıyı koydurur (1). Stensen kanalını tıkayan taş aralıklı
olarak parotis bezinin şişmesine neden olur. Coxsackie ve Parainfluenza gibi bazı
diğer virüsler de parotite sebep olabilir. Viral kültür ve serolojiden yararlanılarak
ayırıcı tanı yapılır (1,4,24). Mikst tümörler, hemangiomlar, parotis lenfangiomları
parotis bezinin kronik büyümesinden sorumludurlar ve kabakulağın erken dönemiyle
karışıklığa yol açarlar. Miculicz’s sendromu, kronik bilateral parotit ve lakrimal bez
büyümesi, ağız kuruluğu ve gözyaşı yokluğuyla karakterizedir. Üveoparotit ateş,
sarkoidozun bulgusu olup kabakulakla karışabilir. Çift taraflı parotis şişmesi
çocuklarda HIV enfeksiyonuyla birlikte görülebilir fakat bu durum aylar, yıllarca süren
kronik bir durumdur. HIV enfeksiyonlu çocuklarda parotit, akciğer lenfoid interstisyel
hiperplazisi ile sıklıkla beraberdir (1).
KOMPLİKASYONLAR
Hastalığın seyrindeki komplikasyonlar post pübertal dönemde daha sıktır ve
hastalığın görülme oranı her iki cinste de aynı olmasına rağmen, komplikasyon oranı
erkeklerde daha fazladır (8).
MSS tutulumu kabakulağın en yaygın görülen ekstrasalivar tutulumdur.
Kabakulak virüsünün sinir sistemine karşı belirgin bir nörotropizmi vardır (4,5,8).
Hastaların çoğunda ciddi semptomlar olmamasına rağmen klinik seyir hafif baş
ağrısından, konvülzyon ve şuur bozukluklarına kadar geniş bir spektrumda yer alabilir
(8). MSS tutulumu parotit olduktan sonra, parotit öncesinde veya parotit olmadan da
meydana gelebilir (1). Genellikle görülen, parotitin ortaya çıkışından 4 gün sonra
16
meningeal semptomların başlamasıdır. Ancak, 1 hafta öncesi gibi erken veya 2 hafta
sonrası gibi geç de ortaya çıkabilir (4,5,8). Parotitin eşlik ettiği menenjit genelde
ilkbaharda, parotitin eşlik etmediği menenjit ise daha çok yazın meydana gelir.
Erkeklerde kadınlardan 3 kat daha fazla kabakulağa bağlı MSS tutulumu görülür
(4,8). Semptomlar ateş (%90-95), kusma (%80-85), ense sertliği (%70-75), letarji (%
65-70), baş ağrısı (%50), konvülzyon (%15-20), delirium (%5-10) şeklindedir (8).
Klinik olarak diğer viral menenjitlere benzerlik gösterir (4,5,25). Kabakulak
menenjitinin karakteristik bir özelliği kendi kendini sınırlamasıdır. Sıklıkla kabakulak
hastalığının 3 ile 10 gün sonrasında ateş düşer ve gelişmiş olan semptomlar
kaybolur (1,4,5,8). Kabakulak menenjiti selimdir, sekel bırakmadan tamamen
iyileşme görülür (1,4,7,8). Kabakulak hastalığı izlenen kişilerin yaklaşık yarısında
MSS tutulumu görülür ve bu vakaların %1 ile 10’unda aseptik menenjit kliniği gelişir
(1,4,5,8). 1967’de canlı zayıflatılmış kabakulak aşısı rutin kullanıma girmeden önce
ABD’de aseptik menenjit olgularının yaklaşık %10’undan kabakulak sorumlu
tutulurken, günümüzde aseptik menenjit olgularının ancak %1’inden kabakulak
sorumludur. Ülkemizde ise kesin bir bilgi yoktur (4,5). Kabakulaklı hastaların yaklaşık
yarısında BOS’ta orta derecede veya belirgin pleositoz saptanır (4,5,6,8). Bu
hastaların ancak yarısında MSS ile bağlantılı semptomlara rastlanır (5). Lomber
ponksiyonda BOS’ta 10-2000/mm3 hücre bulunabilir. Sık görülen hücre tipi lenfosittir
(4,26). Ancak %20-25 hastada PNL hakimiyeti görülebilir. Protein düzeyi normal veya
hafifçe artmıştır. Hastaların %90-95’inin BOS proteini 70 mg/dl’nin altındadır. BOS
glukozu ise hastaların %6-30’unda 40 mg/dl’nin altında rapor edilmiştir. Glukoz
düşüklüğü diğer menenjitlere oranla daha sık ortaya çıkmaktadır (4,26). BOS’taki
değişiklikler 5 hafta hatta daha uzun süre devam edebilir (4,8,26). Düşük BOS glukoz
düzeyi ve orta derecede veya belirgin pleositoz olması ayırıcı tanıda bakteriyel
menenjiti düşündürür. Özellikle hastalığın erken döneminde PNL’lerin hakim olması
bakteriyel menenjite yönlendirebilir. Mononükleer hücrelerin fazla olduğu diğer
olgularda ise tüberküloz menenjiti ve mantar menenjitleri ayırıcı tanıda akılda
tutulmalıdır (8).
Kabakulağa bağlı gelişen meningoensefalit 1/6000 vakada görülür ve MSS’nin
nadir görülen komplikasyonudur (4,5,6,8). Erken başlangıçlı ensefalitte nöron hasarı
virüs invazyonuna bağlıdır. Geç başlangıçlı olan tip ise, konağın enfeksiyona karşı
immün cevabına bağlı olarak gelişen postenfeksiyöz demiyelinizasyondur. 40-41°
17
C’ye yükselen ateş karakteristiktir. Konvülzyon, istemsiz hareketler, psikomotor
gerilik, fasyal paralizi gibi sekeller izlenebilir. Kabakulak ensefalitinde ölüm oranı %
1.4 olarak bildirilmiştir. Nörolojik semptomlar ve ateş 1-2 haftalık periyot sonrası
düzelir. BOS bulguları komplike olmayan menenjittekine benzer (4,5,6,8).
Diğer bir komplikasyon olan orşit, çocuklarda da görülebilmesine rağmen,
adölesan döneminde ve genç erişkinlerde daha sıktır. Postpubertal çağdaki
erkeklerde enfeksiyon sırasında orşit görülme sıklığı %20-30 civarında bildirilmiştir
(1). Orşit, parotitin başlangıcından genellikle 7-10 gün sonrasında görülür. Ayrıca
parotit tutulumu olmadan da orşit tek başına görülebilir. Testis ödemli, hassas ve
ağrılı, skrotum eritemlidir. Normal boyutunun 3-4 katına ulaşmış bir testis palpe
edilebilir (1,4,5,6,8). Testiküler ağrı ani başlar ve buna ateş, titreme, baş ağrısı,
bulantı ve kusma eşlik eder. Tutulum genellikle unilateral olmasına rağmen, %317’sinde tutulum bilateraldir. Orşit vakalarının %85’inde epididimit de eşlik eder ve
başlangıcı orşitten öncedir. Orşit olmadan epididimit olması nadirdir. Testiküler
tutulumu olanların yarısında değişik derecelerde testiküler atrofi meydana gelir.
Testiküler atrofili kişilerin ancak %10’unda klinik olarak belirgin bilateral testiküler
atrofi meydana gelir. Çoğu vakada sadece tek bir testis ciddi hasara uğradığından
infertilite nadirdir. Ama atrofi bilateral ise sterilite görülme oranı yüksektir. Orşitte ateş
genellikle 5 gün içerisinde düşer, buna karşılık hassasiyet birçok vakada 2 hafta veya
daha uzun süre sürebilir (1,4,5,6). Unilateral testis tutulumlu erkeklerde sterilite
olmayacağı hastaya belirtilmeli, hatta bilateral tutulum olanlarda da bunun çok nadir
olduğu bildirilmelidir. Kabakulak orşitine bağlı atrofi sonrası 28 adet testiküler
malignite vakası bildirilmiştir (4).
Ooforit, orşit kadar sık görülen bir komplikasyon değildir. Post pubertal
dönemde kabakulak geçiren kadınların %5-7’sinde görülür. Klinik bulguları ateş,
bulantı, kusma ve alt abdominal ağrıdır (4,5,6,8). Ooforite bağlı erken menapoz ve
sterilite olduğu düşünülmesine rağmen, bunu destekleyen kontrollü veriler yoktur (8).
Kabakulak enfeksiyonunun geç bir komplikasyonu olan pankreatit nadir
görülür. Ateş, titreme, bulantı, tekrarlayan kusma nöbetleri, ani başlayan şiddetli
epigastrik ağrı ve hassasiyet mevcuttur (1,4,5,6,8). Virüsün pankreas β hücrelerini
enfekte ettiği gösterilmiş ve bu tutulumla ilişkili geçici diabetes mellitus vakaları
bildirilmiştir. Ancak kabakulak virüs enfeksiyonu ile diabetes ilişkisinin rastlantı olup
olmadığı veya etyolojik bağlantısı tam açık değildir (5,8,27). Kanda amilaz düzeyi
18
yükselir ancak
parotis tutulumunda da serum amilazı yükseldiği için amilaz
izoenzimlerini tayin etmek gereklidir. Ayrıca pankreatitte serum lipaz düzeyleri de
yükselmektedir (4,6).
Sağırlık, kabakulak enfeksiyonunun nadir fakat ciddi bir komplikasyonudur.
Çocuklarda edinsel sağırlığın en sık sebebidir. Her iki cinste eşit oranda görülür.
Genellikle tek taraflıdır. Geçici sağırlık %4 oranında izlenmektedir. Kalıcı sağırlık
1/20000 oranında izlenmektedir (5,8). Kalıcı sağırlıktan Corti organ harabiyeti
sorumludur. Bilateral vakalar da bildirilmiştir. İşitme kaybı ciddi ve ani başlangıçlı
olup, vertigo, tinnitus, ataksi ve kusma bu duruma eşlik edebilir (1,5,8).
Kabakulak hastalığı sırasında eklem tutulumu çocuklarda ve erişkinlerde
nadiren görülür. Kabakulak geçirenlerin %0.4’ünde artrit görülmektedir (28). Gezici
poliartrit en sık tarif edilen klinik formdur. Monoartriküler artrit ve artralji de rapor
edilmiştir. Küçük ve büyük eklemler tutulur. Parotit başlangıcından 10-14 gün sonra
semptomlar ortaya çıkar ve 5 haftaya kadar kaybolur. Eklem hasarı kalmadan olay
kendiliğinden düzelir (1,4,8).
Kabakulakta bildirilen nadir ama ciddi bir komplikasyon da miyokardittir.
Kabakulak
semptomlarının
başlamasından
5-10
gün
sonra
%15
olguda
elektrokardiyografik değişiklikler saptanır. En sık görülen anomaliler ST çökmesi, T
dalgası düzleşmesi veya ters dönmesi ve PR mesafesi uzamasıdır. Miyokardit kendi
kendini sınırlar ve genelde klinik bulgu vermez. Akut hastalık sırasında veya kronik
progresif kötü seyir sonrası ölüm rapor edilmiştir (1,4,5,8).
Kabakulak hastalığı sırasında renal fonksiyonlarda geçici bozukluklar da
görülmektedir (28).
Trombositopeni ve hemolitik anemi erken evrede görülen hematolojik
komplikasyonlardır. Parotit ve diğer klinik bulgular ortaya çıkarken, yaklaşık 1 haftada
kendiliğinden düzelir (1,28).
Kabakulak enfeksiyonuyla nadiren birliktelik gösteren diğer bulgular hepatit,
tiroidit, mastit, prostatit, nörit ve serebellittir (5,6,8,20).
Hamilelikte Kabakulak
Klinik bulgusu olan kabakulak vakalarının yaklaşık 1/3’ü adölesan ve
yetişkinlerde görülür. Erişkinlerin 1/5’inde geçirilmiş kabakulak enfeksiyonunun
19
serolojik bulguları yoktur ve bunlar kabakulağa duyarlı kabul edilir. Kabakulağa
duyarlı erişkin bayanların gebelik sırasında kabakulak enfeksiyonu geçirme riski
genel populasyondaki kabakulak prevalansına bağlıdır. Yapılan bir çalışmada
kabakulak enfeksiyonunun
ilk trimesterde oluşması, fetal ölümleri arttırdığı
gösterilmiştir (8). Düşük doğum ağırlığı bu enfeksiyonun en sık görülen bulgusudur.
İlk trimesterde spontan abortus insidansı %27 olarak bulunmuştur. İkinci ve üçüncü
trimesterdeki kabakulak enfeksiyonunun fetal mortalite ile ilişkisi bulunmamıştır (4,8).
Annenin kabakulak ile karşılaştığı hamileliklerde tarif edilen değişik konjenital
malformasyonlar vardır. Fakat bu anomaliler enfeksiyon geçirmemiş kontrol
populasyonu ile karşılaştırılmamıştır. Gebelikte kabakulak enfeksiyonu geçirmiş
anneler ile, kabakulak enfeksiyonu öyküsü olmayan annelerin bebeklerinde majör
konjenital defekt yönünden anlamlı farklılık gösterilememiştir. Bazı çalışmalara göre
korneal opasite, koryoretinit ve primer endokardiyal fibroelastozis gibi defektlerin
maternal kabakulak enfeksiyonu ile ilişkili olduğu yönündedir (4,5).
İMMÜNİTE
Hastalığa karşı oluşan bağışıklık ömür boyu sürer. Bağışıklığın klinik bulgular
ile ilişkisi yoktur. Kabakulak enfeksiyonunda %4 oranında reinfeksiyon görülür.
Reinfeksiyon daha hafif semptomlarla seyreder ve yetişkinlerde daha çok görülür
(1,4,5,26,29). Kabakulağın inkübasyon peryodunun uzun olması sebebiyle virüse
karşı immün cevap bulguları, kişinin hasta olduğu dönemde de sıklıkla vardır.
Kabakulak spesifik IgM antikoru semptomların başlamasından sonra en erken 3
günde ortaya çıkar ve uzun süre serumda tespit edilebilir. Birkaç hafta sonra IgG
antikorları da oluşup, ömür boyu yüksek kalır (4,5).
Oluşan bu spesifik IgG
antikorları plasentaya geçtiği için 1 yaş altındaki bebekler genelde kabakulağa karşı
korunmaktadır (5).
NP antijenine karşı kompleman fiksasyon antikorları hastalığın akut fazında
oluşur ve 1-2 ay içinde kaybolur. V veya HN antijenine karşı oluşan kompleman
fiksasyon antikorları ise daha geç ortaya çıkar, 2-4. haftalarda pik yaptıktan sonra
yavaşça düşerek yıllarca belirgin düzeylerde seyreder (5,7).
20
Nötralizan antikorlar daha geç dönemde görülür ama bazen erken dönemde
de görülebilir. Doğal kabakulak enfeksiyonuna karşı oluşan nötralizan antikor cevap,
canlı attenüe kabakulak aşısını takiben gözlenen cevaptan daha hızlıdır (4,8).
Kabakulak virüsüne karşı oluşan IgM ve IgG antikorları meningoensefalit
durumunda BOS’ta da ölçülebilir. Bu antikorların sentez yeri BOS’tur. Virüse karşı
tükrükte sekretuar IgA hastalığın 5. gününden sonra ortaya çıkar ve virüsün tükrükte
yayılmasını azaltır (5).
İmmünitesi zayıf olan kişilerde viral yayılım ve semptomların süresi daha
uzundur fakat ciddi kabakulak enfeksiyonu bildirilmemiştir (4,5).
KORUNMA
Pasif Korunma
Tek etkili pasif immünizasyon anneden geçen antikorlardır. İlk yaş içinde
kabakulak enfeksiyonunun çok nadir olması anneden geçen kabakulak antikorlarıyla
açıklanmaktadır. Plasenta yoluyla geçen antikor düzeyi genelde 6. aya kadar
koruyuculuğunu sürdürür ve antikor düzeyi giderek azalır(11). Hastalığı yeni geçirmiş
kişilerden elde edilen globulinle yapılan pasif bağışıklık, özellikle puberteden sonraki
erkek çocuklarda temastan sonra oluşacak enfeksiyonu önlemede kullanılır (7).
Ancak koruyuculuğun sınırlı olması ve başka hastalıkların bulaşıcılığı açısından
kullanılması tavsiye edilmemektedir (5,6,8).
Aktif Korunma
1950-1978 yılları arasında kullanılan inaktif aşı semptomatik kabakulak
enfeksiyonuna karşı %80 oranında koruyuculuk sağlamıştır. Fakat oluşan antikor
seviyesinin 6 ay gibi kısa bir sürede azalması sebebiyle aşının klinik kullanımını
sınırlandırmıştır ve artık ticari olarak üretilmemektedir (8).
Doğal enfeksiyondan sonra uzun süreli immünitenin olması canlı attenüe aşı
ile uzun süreli bağışıklık sağlanabileceğini düşündürmüştür. Canlı virüs aşısını
hazırlamak için kullanılan Jeryl Lynn suşu virüsün izole edildiği hasta nedeniyle bu
ismi almıştır. Jeryl Lynn’den elde edilen ve embriyonlu yumurtanın amniyotik
kesesinde üretilen kabakulak virüsü 7 defa embriyone kaz yumurtasında ve 10 defa
da tavuk embriyo hücre kültüründe pasajlandıktan sonra attenüe edilmiş ve bu suş
21
ile de aşı hazırlanmıştır (4,5,6,7,8). Canlı attenüe kabakulak aşısına 1967’de lisans
verilmiştir. Ancak 1977 yılına kadar Amerika’da rutin uygulamaya girmemiştir. Aşı
rutin uygulamaya girdikten sonra 1968’den 1985’e kadarki sürede kabakulak
vakalarında %98 oranında bir azalma görülmüştür (3,8,18,30,31).
Jeryl Lynn suşu ile serokonversiyon oranı çocuklarda %96.9 ile %100
arasında değişirken, duyarlı yetişkinlerde ise bu oran %92.6’dır. Canlı aşı, duyarlı
kişilerde ortalama %95 oranında koruyuculuk sağlar (4,7,8,9,32). Bu aşı ile sağlanan
antikor yapımı doğal enfeksiyona göre daha yavaş ve daha düşük olmasına rağmen,
aşı ile sağlanan korunma yeterli titrede ve uzun sürelidir (4,8). Serokonversiyon 2.
haftada da görülebilir anacak ortalama aşının 4 ile 6. haftasında saptanır. Temastan
sonra yapılan aşı korunma veya hastalığın seyrinde değişiklik yapmaz. Bağışıklık
süresi tam olarak bilinmemekle beraber, nötralizan antikorların serumdaki pozitifliği
20 yıla kadar gösterilmiştir (7,17,19).
Kabakulak aşısı 12 ay ve üzeri yaştaki çocuklar ile, duyarlı adölesan ve
erişkinlere tek bir doz halinde derialtı yol ile uygulanır. Aşının prezervatifi yoktur. 0.5
ml’lik aşı dozu 5000 doku kültürünü enfekte edecek doz içerir. Stabilizör olarak
sorbitol ve hidrolize jelatin kullanılmıştır. Işıktan uzakta, 2-8 ºC arasında saklanması
önerilir. Rapel doza gerek yoktur. Aşı kızamık, kızamıkçık ve kabakulaktan oluşan
3’lü aşı (MMR) şeklinde veya tek başına yapılabilir (6,7,8,9,12,33). Aşı pek çok
ülkede rutin olarak uygulanmaktadır. Finlandiya ve İsveç’te 1982’den beri, ABD’de
ise 1977’den beri rutin uygulamaya girmiştir. MMR aşısının uygulama yaşı değişik
ülkelerde farklı olarak tatbik edilmektedir. İngiltere’de 12 aylık iken, Finlandiya’da 1418 aylık iken ve 6 yaşında rapel şeklinde, ABD’de ise 15 aylıkken ve 15 yaşında
rapel şeklinde uygulanmaktadır. Aşı genellikle 12 aylıktan sonra tavsiye edilmektedir
fakat en iyi sonuç çocuk 15 aylık iken alınmaktadır (34,35,36,37). Son uygulamalara
göre MMR aşısının 4-6 veya 10-12 yaşında rapeli önerilmektedir (38). Kabakulak
aşısı aynı anda yapılan kızamık, kızamıkçık, suçiçeği, difteri, boğmaca veya tetanoz
aşılarının etkisini azaltmaz (6,8).
ABD’de 1967’den beri Jeryl Lynn suşunun steril liyofize bir preparatı (MSD)
kullanılmaktadır. Türkiye dahil birçok Avrupa ülkesinde ve Japonya’da Urabe Am9
suşu, Doğu Bloğu ülkelerinde ise Leningrad 3Darkow suşundan hazırlanan aşılar
kullanılmaktadır. Urabe suşu yabani tip Japon izolatının yumurta amniyonundaki
pasajları ile elde edilmiştir ve Jeryl Lynn suşundan daha homojenizedir. 1993 yılında
22
İngiltere’de Urabe suşundan yapılan aşılamadan sonra şüpheli meningoensefalit
vakalarının görülmesi nedeniyle bazı üretici firmalar bu suş yerine, Jeryl Lynn suşunu
kullanmaya başlamıştır. Ülkemizde gerek kabakulak, gerekse MMR aşısı içerisinde
Urabe suşu bulunmaktadır. Aynı suş meningoensefalit vakalarını rapor eden
İngiltere’de de kullanılmaya devam edilmektedir. Aşılamadan sonraki 14-30. günde
gelişen meningoensefalit birkaç gün içerisinde iyileşmektedir ve bilinen bir sekeli
yoktur (12,25,33,39,40,41).
Aşının yan etkisi azdır. Nadiren parotit ve düşük derecede ateş görülebilir.
Aşılanma sonrası SSS komplikasyonlarının insidansı, aşılanmamış populasyonda
görülen en düşük insidansın üzerinde değildir (5,6,8). Kısa süreli ve hafif döküntü,
ürtiker, kaşıntı gibi bulgular olabilir. Aşı ciddi febril hastalıklar esnasında
uygulanmamalıdır. Hastalığa bağlı oluşan interferon canlı attenüe kabakulak
virüsünün çoğalmasını önleyecek miktarda olabilir (4,6,7,8). Buna karşılık hafif üst
solunum yolu enfeksiyonu, canlı attenüe kabakulak aşısı uygulanması için bir
kontrendikasyon değildir (8). Aşı immün yetmezliği olan lösemi, lenfoma ve jeneralize
malignansili hastalara
ve immün
süpresif
tedavi gören hastaların
çoğuna
uygulanmamalıdır. Aşılı kişiler kabakulak aşısı virüsünü bulaştıramadığından, immün
yetmezliği olan kişilerin kabakulak hastalığı riskinden korunması için hasta yakınları
aşılanması uygundur. Ayrıca HIV ile enfekte asemptomatik çocukların hepsi aşı
şemasına uygun olarak 15. ayda MMR aşısı ile aşılanabilir (1,4,8,42). En az 3 aydır
kemoterapi
almayan
ve
gelecekte
kemoterapi
almayacağı
tahmin
edilen
remisyondaki lösemili hastalara kabakulak aşısı yapılabilir. 2 haftadan daha kısa bir
süredir sistemik veya lokal, topikal kortikosteroid tedavisi alanlar kabakulak aşısı
olabilir (1,8).
Aşı civciv embriyonu fibroblastlarında çoğaldığı için yumurtaya karşı ciddi
anafilaksi öyküsü olanlara uygulanmamalıdır. Ancak civciv veya tüylerine karşı
allerjisi olanlarda aşıya karşı hiçbir allerjik reaksiyon bildirilmemiştir. Kabakulak
aşısında penisilin bulunmadığı için penisilin allerjili kişilere yapılması kontrendike
değildir. Ancak aşıda neomisin bulunduğundan neomisine karşı hipersensitivite
hikayesi olanlara yapılması kontrendikedir (8). Gebelik esnasında canlı attenüe
kabakulak aşısı uygulanmamalıdır. Aşılanmış kadınlar 3 ay gebelikten kaçınmalıdır.
Çünkü kabakulak enfeksiyonunun düşük derecede teratojeniteye sebep olabileceği
23
ve virüsün fetüse geçebileceği düşünülür. Buna karşılık gebe bir kadına kabakulak
aşısı yapılmışsa bu fetüsün tahliyesi için bir endikasyon değildir (4,5,6,7,8).
TEDAVİ
Kabakulak enfeksiyonu için spesifik bir tedavi yoktur. Kabakulak parotitinde
semptomatik ve destekleyici tedavi uygulanır. Asetaminofen veya aspirin gibi
aneljezik-antipiretik ilaçlar kullanılabilir. Lokal olarak ılık veya soğuk havlu tatbiki
ağrıyı hafifletebilir. Sekresyonu arttırıcı gıdalar verilmemeli, yumuşak ve sulu gıdalar
verilmeli, gerekirse parenteral sıvı tatbik edilmelidir (4,6). Orşit tedavisi tamamen
semptomatiktir. Kontrol gruplu çalışmalarda etkisi belirlenememesine rağmen
steroidin pek çok hastada ateş, testiküler ağrı ve ödemi azalttığına ve hastaların
kendilerini daha iyi hissettiklerine inanılır. Yapılan bir çalışmada, bilateral kabakulak
orşitinden sonra gelişen testiküler atrofi ve steriliteyi önlemede 4 hastaya interferon
α-2b, 3x10 milyon İÜ/gün dozunda 7 gün uygulanmış ve 2-4 gün içinde kabakulak
orşitinin bulguları kaybolmuştur. Tedavi öncesinde 3/4 hastada görülen oligospermi
tedaviden 2-4 ay sonra normale dönmüştür (4,5,6,10). Kabakulak artriti sıklıkla hafif
seyreder ve tedavi gerektirmez. Kabakulak tiroiditi spontan iyileşebilir fakat steroidler
de denenebilir(6).
24
GEREÇ VE YÖNTEM
İstanbul ili Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Kliniği Çocuk Acil Birimi’ne 2 Temmuz 2004 – 30 Temmuz 2004 tarihleri
arasında yanakta şişlik ve ateş şikayeti ile başvuran, 6 ay – 16 yaş arası,120 çocuk
kabakulak ön tanısı ile incelemeye alındı. Bu çocuklardan ikisi lenfadenit, biri
yumuşak doku enfeksiyonu tanıları almaları ve 12 tanesi de klinik ve laboratuvar
kontrollerine gelmemeleri nedeniyle çalışma grubundan çıkarıldı. Geriye kalan 105
çocuk aşağıdaki teyit edici klinik faktörlerin bir veya birkaçına uymaları nedeniyle
kabakulak tanısıyla çalışmaya alındı (1).
1-) Hastalığın başlangıcından 2-3 hafta öncesinde kabakulaklı bir hastayla
temas öyküsü.
2-) Parotis bezinde tek taraflı veya iki taraflı, ağrılı, diffüz bir şişlik olması veya
submandibular bezlerde şişlik olması ile seyreden klinik tablo.
3-) Aseptik menenjit bulguları.
Kabakulak tanısıyla çalışmaya alınan hastaların adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı
kayıt edildikten sonra, fizik muayene bulguları klinik takip formlarına işlendi. Ayrıntılı
öyküde çocukların bağışıklanma durumları sorgulandı; var olanların aşı kartları
incelendi. Kardeşlerinde geçirilmiş kabakulak öyküsü ve yakın çevredeki kabakulaklı
herhangi bir çocukla temasın olup olmadığı araştırıldı. Çocuklar birer hafta arayla iki
kez daha kontrole çağrılarak klinik bulgulardaki değişimleri takip formlarına işlendi. İlk
başvuru tarihinde ve ardından birer hafta arayla iki kez daha olmak üzere toplam üç
kez 3-5 ml venöz kan örneği alındı. Alınan kan örnekleri santrifüj aletinde 3000
dev/dk hızda 5 dk. süreyle santrifüj edilerek serumları ayrıldı ve serumlar çalışılacağı
ana kadar derin dondurucuda -20°C’de saklandı.
Serum örneklerindeki plazma amilaz düzeyinin tayini için, Beckman Coulter
marka cihazda Beckman marka amilaz kiti kullanılıp, gerekli ölçümler yapılarak
sonuçlar rapor edildi.
25
Yine aynı serum örneklerindeki plazma lipaz düzeyinin tayini için, X-Pand
marka cihazda Dadebehrig marka lipaz kiti kullanılıp, gerekli ölçümler yapıldı ve
sonuçlar yine rapor edildi.
26
BULGULAR
Çalışmamız kabakulak tanısı alan 105 çocuk üzerinde yürütüldü.
Çocukların yaş gruplarına göre dağılımı yapıldığında; 0-5 yaş grubunda 36 (%
34.3), 6-10 yaş grubunda 58 (%55.3), 11-15 yaş grubunda 10 (%9.5) ve 15 yaş
üstünde 1 (%0.9) kişi bulunuyordu (Tablo 1).
Tablo 1. Vakaların yaş gruplarına ve cinsiyetlerine göre dağılımı
Yaş Grupları
0-5 yaş
6-10 yaş
11-15 yaş
15+ yaş
Toplam
Erkek
Sayı
21
31
4
1
57
Kız
%(*)
58.3
53.4
40.0
100.0
54.3
Sayı
15
27
6
0
48
%(*)
41.7
46.6
60.0
0
45.7
Toplam
Sayı
%(**)
36
34.3
58
55.3
10
9.5
1
0.9
105
100
(*) Satır yüzdesi
(**) Sütun yüzdesi
Değerlendirilmeye alınan çocukların 57’sini (%54.3) erkekler, 48’ini (%45.7)
kızlar oluşturuyordu (Tablo 2). Kabakulak hastalığına yakalanma bakımından
erkekler ile kızlar arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı (x2:0.771, p>0.05).
Tablo 2. Vakaların cinsiyetlerine göre dağılımı
Cinsiyet
Erkek
Kız
Toplam
Sayı
57
48
105
%
54.3
45.7
100
Çocuklarda bağışıklanma durumu sorgulandığında 95’inin (%90.5) Sağlık
Bakanlığı aşı programına uyduğu, 10’unun (%9.5) ise bu programa uymadığı
saptandı (Tablo 3).
27
Tablo 3. Vakaların Sağlık Bakanlığı aşı programına katılımlarına göre
dağılımı
Sağlık Bakanlığı Aşıları
Tam
Eksik
Toplam
Sayı
95
10
105
%
90.5
9.5
100
Kabakulak aşısı uygulaması 10 (%90.5) çocukta mevcutken, 95 (%90.5)
çocukta mevcut değildi (Tablo 4).
Tablo 4. Vakaların kabakulak aşısı olma durumlarına göre dağılımı
Kabakulak Aşısı
Yapılmış
Yapılmamış
Toplam
Sayı
10
95
105
%
9.5
90.5
100
Çocukların 84’ünün (%80) ailesine çocuklarına kabakulak aşısı yaptırmaları
yönünde bir bilgi verilmişken, 21’inin (%20) ailesine bu yönde bir bilgi verilmemiştir
(Tablo 5).
Tablo 5. Vakaların ailelerine kabakulak aşısı yaptırmaları söylenmesine
göre dağılımı
Aileye Kabakulak Aşısı
Sayı
%
Yaptırması
Söylenmiş
Söylenmemiş
Toplam
21
84
105
20.0
80.0
100
Kabakulak aşısı olmayan 95 çocuğun 81’i (%85.2) aileleri aşıyı bilmediğinden,
9’u (%9.5) ailelerinin maddi durumu olmadığından, 5’i (%5.3) ise 15 aylıktan küçük
olmaları nedeniyle aşısız idi (Tablo 6).
Tablo 6. Vakaların aşısız olma nedenlerine göre dağılımı
Aşı Yapılmama Nedeni
Aile aşıyı bilmiyor
Maddi durumu yetersiz
15 aylıktan küçük olma
Toplam
Sayı
81
9
5
95
%
85.2
9.5
5.3
100
28
Çocuklar vücut ağırlıkları persentillerine göre incelendiğinde 97’si (%92.3) 397 persentil sınırları içerisinde bulundu ve bu çocukların ağırlıkları normal olarak
değerlendirildi. İncelenen çocukların 5’i (%4.8) 3 persentil altında ve 3’ü (%2.9) 97
persentil üzerinde saptandı (Tablo 7).
Tablo 7. Vakaların vücut ağırlığı persentillerine ve cinsiyetlerine göre
dağılımı
Vücut Ağırlığı
Erkek
Kız
Toplam
Persentili
<3 persentil
3-97 persentil
>97 persentil
Toplam
Sayı
3
52
2
57
%(*)
60.0
53.6
66.7
54.3
Sayı
2
45
1
48
%(*)
40.0
46.4
33.3
45.7
Sayı
5
97
3
105
%(**)
4.8
92.3
2.9
100
(*) Satır yüzdesi
(**) Sütun yüzdesi
Çocuklar boy persentillerine göre incelendiğinde ise
99’u (%94.2) 3-97
persentil sınırları içerisinde bulundu ve bu çocukların boyları normal olarak
değerlendirildi. İncelenen çocukların 3’ü (%2.9) 3 persentil altında ve 3’ü (%2.9) 97
persentil üzerinde bulunmuştur (Tablo 8).
Tablo 8. Vakaların boy persentillerine ve cinsiyetlerine göre dağılımı
Boy Persentili
<3 persentil
3-97 persentil
>97 persentil
Toplam
Sayı
1
55
1
57
Erkek
%(*)
33.3
55.6
33.3
54.3
Kız
Sayı
2
44
2
48
%(*)
66.7
44.4
66.7
45.7
Toplam
Sayı
%(**)
3
2.9
99
94.2
3
2.9
105
100
29
(*) Satır yüzdesi
(**) Sütun yüzdesi
Çocukların 45’inde (%42.9) kardeşte geçirilmiş kabakulak öyküsü varken,
60’ında (%57.1) kardeşte kabakulak öyküsü saptanmadı (Tablo 9).
Tablo 9. Vakaların kardeşte kabakulak öyküsü bulunmasına göre dağılımı
Kardeşte Kabakulak Öyküsü
Var
Yok
Toplam
Sayı
45
60
105
%
42.9
57.1
100
Çevredeki kabakulaklı çocukla yakın zamanda temas öyküsü 50 (%47.6)
çocukta varken, 55’inde (%52.4) temas öyküsü yoktu (Tablo 10).
Tablo 10. Vakaların çevredeki kabakulaklı çocukla temasına göre
dağılımı
Kabakulaklı Çocukla Temas
Var
Yok
Toplam
Sayı
50
55
105
%
47.6
52.4
100
Vakaların 42’sinde (%40) tek, 63’ünde (%60) çift taraflı parotis bezi şişliği
izlendi. Submandibular bezlerin şişliği ise 23 (%21.9) olguda görüldü (Tablo 11).
Tablo 11. Vakaların tükrük bezi tutulumuna göre dağılımı
Tutulan Bez
Parotis
Submandibula
Tek Taraflı
Sayı
%
42
40.0
İki Taraflı
Sayı
%
63
60.0
Toplam
Sayı
%
105
100
23
21.9
r
Olgularımızdan ilk başvuruşunda (Amilaz1/Lipaz 1) ve daha sonra da birer
hafta arayla iki kez daha (Amilaz2/Lipaz2, Amilaz3/Lipaz3) serum örneği alındı ve
serum amilaz ve serum lipaz düzeyine bakıldı. Sonuçlar birbirleriyle karşılaştırıldı
(Tablo 12).
30
Tablo12. Amilaz ve Lipaz değerlerininin birbirleri arasındaki karşılaştırma
Ortalama ve standart
p*
Amilaz-1
sapma (U/L)
862,54±750,58
<0,0001
Amilaz-2
Amilaz-1
463,97±487,76
862,54±750,58
<0,0001
Amilaz-3
Amilaz-2
107,10±55,79
463,97±487,76
<0,0001
Amilaz-3
Lipaz-1
107,10±55,79
176,70±49,12
<0,0001
Lipaz-2
Lipaz-1
219,25±87,40
176,70±49,12
<0,0001
Lipaz-3
Lipaz-2
208,04±55,81
219,25±87,40
>0,05
Lipaz-3
208,04±55,81
*paired t testi
Amilaz1 ile Amilaz2 ortalaması arasında istiksel anlamlı farklılık gözlendi
(p<0.0001).
Amilaz1 ile Amilaz3 ortalaması arasında istiksel anlamlı farklılık gözlendi
(p<0.0001).
Amilaz2 ile Amilaz3 ortalaması arasında istiksel anlamlı farklılık gözlendi
(p<0.0001).
Lipaz1 ile Lipaz2 ortalaması arasında istiksel anlamlı farklılık gözlendi
(p<0.0001).
Lipaz1 ile Lipaz3 ortalaması arasında istiksel anlamlı farklılık gözlendi
(p<0.0001).
Lipaz2 ile Lipaz3 ortalaması arasında istiksel anlamlı farklılık gözlenmedi
(p>0.05).
İnceleme altına alınan çocukların takibinde en fazla karşılaşılan klinik bulgular
sırasıyla; parotis bezi şişliği, parotis lojunda ağrı, ateş, baş ağrısı, kusma ve karın
ağrısı şeklinde idi (Tablo 13). Vakalar içinde 10 kişide meningoensefalit gelişti.
31
Tablo 13. Takipte izlenen klinik bulgular
Klinik Bulgular
Parotis bezi şişliği
Parotis lojunda ağrı
Ateş
Baş ağrısı
Kusma
Karın ağrısı
Meningoensefalit
Sayı
105
95
95
53
34
29
10
%
100
90.5
90.5
50.5
32.4
27.6
9.5
Meningoensefalit izlenen 10 çocuk yaş gruplarına göre incelendiğinde; 0-5 yaş
arası 1, 6-10 yaş arası 9 çocuk mevcuttu. Yine meningoensefalitli bu 10 çocuktan 7
tanesi erkek iken, 3 tanesi kız idi (Tablo 14).
Tablo
14.
Olguların
meningensefalit,
cinsiyet
ve
yaş
açısından
karşılaştırması
Meningoensafalit yok
Meningoensefalit var
Yaş (yıl)
Erkek
51
7
6.7±3.11
Kız
45
3
6.7±2.99
P
>0.05*
>0.05*
>0.05**
* ki kare testi, ** t testi
Çocukların 81’ine (%77.1) ayaktan semptomatik tedavi uygulanırken, 24’üne
(%22.9) hastaneye yatış yapılarak tedavi uygulandı (Tablo 15).
Tablo 15. Vakaların uygulanan tedaviye göre dağılımı
Uygulanan Tedavi
Semptomatik
Yatırılarak
Toplam
Sayı
81
24
105
%
77.1
22.9
100
Çocukların hastanede yatış süreleri ortalama 2.79 gün olarak tespit edildi.
Çocukların şikayetlerinin gerileyip kaybolması ise ortalama 9.95 günde
gerçekleşti.
32
TARTIŞMA
Akut viral bir enfeksiyon olan kabakulak genellikle okul çağı çocukları ile
adölesanlarda görülür ve tüm dünyada endemik olarak izlenir (6,8,9,43). Toplumda
çocukların yaşı arttıkça toplumdaki diğer insanlarla karşılaşma olasılığının artması
sonucunda kabakulak enfeksiyonu geçirme olasılığının da yükseldiği bilinmektedir.
Bizim çalışmamızda da hastalarımız en çok 6-10 yaşlar arasında (%55.3) daha
sonra ise 0-5 yaş grubunda (%34.3) yer almıştır (Tablo 1).
Daha önceden yapılan çalışmalarda kabakulak hastalığının her iki cinste de
eşit sıklıkta görüldüğü ve antikor cevabının cinsler arasında farklı olmadığı
görülmüştür (4,44,45). Bizim çalışmamızda da erkekler ve kızlar arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05) (Tablo 2).
Kabakulak virüsünün glandüler yapıları ve/veya ve dokuyu tutabileceği
gösterilmiştir (46,47). Applebaum ve arkadaşları (48), kabakulak enfeksiyonu geçiren
hastalarda serum amilaz aktivitesinin yükseldiğini çalışmalarında göstermiştir. Willard
ve arkadaşları (49) ise çalışmalarında kabakulak enfeksiyonu ile serum amilaz ve
serum lipaz aktivitesindeki artışı göstermiştir. Bizim çalışmamızda da kabakulak
tanısı alan 105 çocuğun 102’sinde (%97.1) serum amilaz seviyesinin yükseldiğini ve
birer haftalık aralıklarla alınan kontrol serum amilaz düzeylerinin, hastaların klinik
bulgularının gerilemesine paralel istatistiksel anlamlı olarak azaldığı saptandı
(p<0.0001) (Tablo12). Çalışmamızdaki kabakulak tanısı alan 105 çocuğun sadece
sekizinde (%7,6) serum lipaz düzeyinde artış tespit edilmiş olup, birer haftalık
aralıklarla bakılan serum lipaz düzeylerinin ilk ikisinin birbirine göre anlamlı farklılık
içerdiği saptandı (p<0.0001). İkinci ve üçüncü serum lipaz ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05) (Tablo12).
Lipazın esas kaynağı pankreas bezidir ve parotis bezinde lipaz olmadığı
kesindir (50). Kabakulak geçiren hastalarda lipaz aktivite artışının pankreas bezinden
kaynaklandığı söylenebilir (49). Daha önceki çalışmalarda kabakulakta yükselen
amilaz aktivitesinin, parotis bezinden kaynaklandığı hakkında görüşler vardır. Ancak
33
amilaz, pankreas bezi tarafından da yapılan ve özellikle pankreasın inflamatuar
hastalıklarında kanda seviyesi yükselen bir enzimdir (48). Bu yüzden amilaz
aktivitesindeki artışın parotisten kaynaklandığını kesin olarak söyleyemesek de,
çalışma grubumuzdaki çocukların pankreatiti düşündürecek klinik bulgularının
olmayışı nedeniyle ön planda pankreasın etkilenmediği ve amilaz aktivitesindeki
artışın parotis kaynaklı olduğu kanaatine varıldı.
Çalışma grubumuzdaki hastalarımızın muayenesinde en fazla karşılaşılan
klinik bulgular sırasıyla; parotis bezi şişliği, parotis lojunda ağrı, ateş, baş ağrısı,
kusma ve karın ağrısı idi. Gillis ve arkadaşlarının (51) yaptıkları çalışmada 104
vakanın %64’ünde bilateral parotis şişliği, %26’sında orşit,
%2’sinde menenjit
geçirdiği rapor edilmiştir. Falk ve arkadaşlarının (52) yaptıkları bir çalışmada tek
başına parotis şişliği %59, karın ağrısı %19.3, kusma %13.5 olarak bulunmuştur.
Sosin ve arkadaşlarının (53) yaptıkları çalışmada ise orşit %19, ateş %45 olarak
tespit edilmiştir. Çalışmamızda parotis bezi şişliği %100, parotis lojunda ağrı %95,
ateş %95, baş ağrısı %53, kusma %34, karın ağrısı %29 ve meningoensefalit %10
oranında tespit edildi (Tablo13). Bizim çalışmamızda orşitin görülmemesinin sebebi
çalışma grubumuzun 15 yaşın altında olmasıyla açıklanabilir. Diğer çalışmalardaki
vakalar genellikle 15 yaşın üzerini de içine alıyordu.
Kabakulak hastalığında semptomların kaybolma süresi klasik kitabi bilgi olarak
ortalama 10 gündür. Bizim çalışmamızda da olgularımızın semptomları ortalama 9.8
günde kaybolmuştur.
Leboreiro-Fernandez
ve
arkadaşlarının
(54)
Brezilya’da
kabakulak
meningoensefalit tanılı çocukların epidemiyolojik açıdan incelenmesi amacıyla
yaptıkları
bir
çalışmanın
sonuçlarına
göre,
kabakulak
virüsüne
bağlı
meningoensefalit 5 - 9 yaş arası çocuklarda daha sık görülmektedir. Sönmez ve
arkadaşlarının (55) yaptığı çalışmada da olgular 4-11 yaş arası olup yaş ortalaması
7.2 yıl olarak bulunmuştur. Mc.Donald ve arkadaşlarının (56) yaptığı bir çalışmada da
yaş ortalaması 6.2 yıl olarak bulunmuştur. Bizim çalışmamızda en sık kabakulak
meningoensefaliti 6-10 yaş arası çocuklarda izlenmiş olup, yaş ortalaması 6.7 yıl
olarak bulunmuştur. Bu yönü ile bulgumuz her üç araştırma sonucu ile benzerlik
34
göstermektedir. Meningoensefalit izlenen erkek ve kız olgularında yaş bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. (p>0.05) (Tablo14).
Leboreiro-Fernandez ve arkadaşlarının (54) yapmış olduğu çalışma sonucuna
göre kabakulak virüsüne bağlı meningoensefalit vakaları erkeklerde daha sık
görülmektedir. Sönmez ve arkadaşlarının (55) yaptığı çalışmada da olguların %
80.95’i erkek, %19.05’i kız olduğu saptanmıştır. Mc.Donald ve arkadaşlarının (56)
yaptığı bir çalışmada ise meningoensefalit tanılı olgularda erkeklerin kızlara oranı
5/1’dir. Bizim çalışmamızdaki meningoensefalitli olguların %70’i erkek, %30’u kız
olup, bulgumuz her üç çalışma ile de benzerlik göstermektedir. Meningoensefalitin
erkeklerde daha sık görülmesi istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0.05)
(Tablo14).
Literatür bilgilerine göre kabakulak virüsüne bağlı gelişen komplikasyonlardan
bazıları; menenjit, ensefalit, meningoensefalit (%10), ooforit (%7), orşit (%14-35),
testiste atrofi (%30-40), nefrit, tiroidit, miyokardit, pankreatit, mastit, artrit, geçici
oküler tutulum, geçici sağırlık (%4) ve kalıcı sağırlıktır (1/20000). Komplikasyonlar
genellikle nadir olarak görülür (57,58,59). Meningoensefalitli vakalarda prognoz
genellikle iyidir. Ancak sağırlık, fasyal paralizi ve nadir olarak psikomotor
retardasyon, transversmyelit, serebellar ataksi ve hidrosefali bildirilmiştir (34,60,61).
Hastalık ciddiyeti yaşla artar ve komplikasyonlar ergenlik sonrası dönemde daha
fazla görülür.
Kabakulak enfeksiyonu canlı attenüe aşı ile önlenebilen bir enfeksiyondur. Aşı
veya immünglobulin hastalıkla karşılaşmadan önce verilmelidir, sonradan yapılırsa
hastalığı veya komplikasyonlarını önlemez (21,62). Kabakulak aşısı pek çok ülkede
rutin olarak MMR (kabakulak, kızamık, kızamıkçık) şeklinde üçlü (trivalan) aşı
şeklinde uygulanmaktadır. MMR aşısının en yüz güldürücü sonucu çocuk 15 aylık
iken alınmaktadır (44). “Amerikan Pediatri Akademisi Bulaşıcı Hastalıklar Komitesi”
rutin immünizasyonun 11-12 yaşlarında yapılmasını, “The Advisory Comitee on
Immunization Practices of the CDCP” ise ikinci MMR dozunun 4-6 yaşlarında
yapılmasını önermektedir. 11-12 yaşında MMR aşısı uygulaması ortaokul döneminde
görülebilecek salgınlara karşı daha etkin bir korunma sağlamakta, ilkokula veya
35
anaokuluna girilirken yapılan ikinci doz ise çocukta mevcut olan koruyucu antikor
düzeyini arttırmaktadır. MMR aşısı 12 aylıktan küçük çocuklara yapılmamalı, eğer
gerekli ise tekli (monovalan) kızamık aşısı yapılmalı ve çocuk 15 aylık olunca MMR
uygulanmalıdır. Ancak kızamık bulaşması söz konusu olan bölgelere MMR 12. ayda
yapılabilir (4,37,44,63). Pratik uygulama açısından MMR’nin 15. ayda DBT ve polio
aşılarının 4. dozu ile aynı anda güvenlikle yapılabileceğini ve bu tür uygulamanın
aşıların etkinliğini azaltmayacağını gösteren çalışmalar vardır (44,64). Kabakulak
aşısının MMR şeklinde üçlü aşı olarak yapılması ekonomik açıdan daha uygundur
(53).
Kabakulak virüsüyle doğal enfeksiyonu takiben kazanılan bağışıklığın ömür
boyu devam ettiği kabul edilir. Oysa kabakulak aşısının etkinliği %75-91 arasında
değişmektedir (18,25,62). Kızamık ve kabakulakla aşılamayı takiben oluşan antikor
seviyeleri doğal enfeksiyon sonrası kazanılana göre düşüktür. Ayrıca orijinal virüsle
karşılaşılmamasına bağlı olarak bu antikor seviyelerinin artmaması durumunda
zamanla azalabileceğine dair bulgular vardır. Okul çağındaki kabakulaklı hastaların
%47’si MMR’la aşılanmış olmasına rağmen kızamık ve kızamıkçığa veya her ikisine
karşı serum antikoru bulunmaması ilginçtir (18). Eğer tek doz aşı verilirse
muhtemelen immünite kaybolacak ve yetişkinler tekrar duyarlı olacaktır (25). Aşılı
populasyonlarda görülen salgınlara karşı yeni aşı stratejisi olarak iki dozluk MMR
aşısı önerilmektedir (18,65,66,67). Bizim çalışmamızda da yer alan 105 kabakulak
olgusundan 10’una daha önce bir kez kabakulak aşısı uygulandığı saptandı.
Kabakulak aşılı bu 10 çocuktan birinde kabakulak meningoensefaliti de gelişmesi
dikkat çekiciydi. Buradan aşının etkinliğinin ne kabakulak hastalığı gelişimine, ne de
kabakulak
hastalığının
komplikasyonlarının
gelişimine
karşı %100
koruyucu
olmadığına ve ikinci doz kabakulak aşısı yapılmasının uygun olacağı kanaatine
varıldı.
Kabakulak aşısının rutin olarak kullanılmaya başlandığı ülkelerde, aşı
uygulamaya
başlamasından
önce
hastalığın
görülme
sıklığı
5-9
yaşları
arasındayken, günümüzde giderek adölesan ve genç erişkinlik dönemlerine kaymıştır
(34). Araştırmamızın sonucuna göre, kabakulak enfeksiyonuna bağlı gelişen
meningoensefalit olgularının %90’ının 6-10 yaş arası çocuklarda görülüyor olması
36
MMR aşısının rutin aşı programında yer almaması, ailelerin bu aşı hakkında
bilgilendirilmemiş olması (Tablo 5), yada bilgilendirilmiş olmalarına karşın maddi
sorunlar veya hastalığı önemsememe gibi nedenler (Tablo 6) ile aşı yaptırmamış
olmalarına ve okul çocukları arasında hastalığın daha kolay bulaşmasına
bağlanabilir.
Sonuç olarak, kabakulağın toplumumuzda hala sık rastlanan bir hastalık
olduğu ve meningoensefalit, orşit gibi komplikasyonlarının
özellikle ileri yaşlarda
arttığı göz önüne alınarak, yan etkileri az ve koruma değeri yüksek olan kızamıkkızamıkçık-kabakulak aşısının tüm çocuklara rutin olarak uygulanmasının yararlı
olacağı ve ülkemizdeki aşı programına alınmasının gerektiği kanaatine varıldı.
37
SONUÇLAR
1. Bu çalışmada kabakulak tanısı konulan çocukların %34.3’ü 0-5 yaş, %55.3’ü
6-10 yaş, %9.5’u 11-15 yaş ve %0.9’u 15 yaşın üstündedir.
2. Çocukların %54.3’ü erkek, %45.7’si kızdır. Kabakulak hastalığına yakalanma
bakımından erkekler ile kızlar arasında istatistiksel yönden anlamlı bir fark
bulunamadı (p>0.05).
3. İncelenen çocukların %92.3’ünün vücut ağırlığı %3-%97 persentil sınırları
içindedir. %4.8’i tartıca %3 persentilin altında iken, %2.9’u ise %97 persentilin
üzerinde bulunmuştur.
4. Çocukların %94.2’sinin boyu %3-%97 persentil sınırları içindedir. %2.9’u boyca
%3 persentilin altında iken, %2.9’u ise %97 persentilin üzerinde bulunmuştur.
5. Çocukların %90.5’inin Sağlık Bakanlığı rutin aşıları tam iken, %9.5’inin aşıları
eksiktir.
6. Çocukların %9.5’ine kabakulak aşısı daha önce en az bir kez yapılmış iken, %
90.5’ine daha önce hiç kabakulak aşısı yapılmamıştır.
7. Çocukların ailelerinden %20’sine kabakulak aşısı yaptırmaları konusunda bilgi
verilmişken, %80’ine aşı konusunda hiçbir bilgi verilmemiştir.
8. Aşı yaptırmayan ailelerin %85.2’si aşıyı bilmediğinden, %9.5’i maddi durumları
müsait olmadığından, %5.3’ü de çocukları 15 aylıktan küçük olduğundan aşıyı
yaptırmamıştır.
9. Çocukların %100’ünde parotis bezi tutulumu gözlenmişken, bunun %40’ı tek
taraflı, %60’ı çift taraflı tutulum şeklinde olmuştur. %21.9 çocukta ise ek olarak
submandibular bezler de tutulmuştur.
10. Çocukların %97.1’inin serum amilaz düzeyinde yükselme tespit edilmişken,
serum lipaz düzeyinde yükselme yalnızca %7.6 çocukta tespit edilmiştir.
11. Çocukların ilk bakılan 1. serum amilaz düzeyi ortalaması ile, bir hafta sonra
bakılan 2. serum amilaz düzeyi ortalaması arasında istatistiksel anlamlı farklılık
gözlendi (p<0.0001). Aynı şekilde 2. gelişlerinde bakılan serum amilaz düzeyi
ortalaması ile, bir hafta sonra son kontrole geldiklerinde bakılan 3. serum amilaz
düzeyi ortalaması arasında da istatistiksel anlamlı farklılık gözlendi (p<0.0001).
38
12. Çocukların ilk bakılan 1. serum lipaz düzeyi ortalaması ile, bir hafta sonra
bakılan 2. serum lipaz düzeyi ortalaması arasında istatistiksel anlamlı farklılık
gözlendi (p<0.0001). Ancak 2. gelişlerinde bakılan serum lipaz düzeyi
ortalaması ile, bir hafta sonra son kontrole geldiklerinde bakılan 3. serum lipaz
düzeyi ortalaması arasında istatistiksel anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0.05).
13. Vakalarımızın takibinde en sık izlenen klinik bulgular sırasıyla; parotis bezi şişliği
(%100), parotis lojunda ağrı (%90.5), ateş (%90.5), baş ağrısı (50.5), kusma
(32.4) ve karın ağrısıdır (%27.6). İncelenen 105 çocuktan 10 tanesinde (%9.5)
meningoensefalit gelişmiştir.
14. Çalışmamızda olgularımızın semptomları ortalama 9.8 günde kaybolmuştur.
15. Meningensefalit izlenen olguların yaş ortalaması 6.7 yıl olup, cinsiyetler
arasında yaş bakımından istatistiksel anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0.05).
16. Meningoensefalitli olguların %70’i erkek, %30’u kız olarak tespit edilmiştir, fakat
meningoensefalitin erkeklerde daha sık görülmesi istatistiksel olarak anlamlı
bulunmadı (p>0.05).
17. Çocukların 81’ine (%77.1) ayaktan semptomatik tedavi uygulanırken, 24’üne (%
22.9) hastaneye yatış yapılarak tedavi uygulanmıştır.
18. Çocukların kabakulak hastalığı veya komplikasyonları nedeniyle hastanede
yatış süreleri ortalama 2.79 gün olarak tespit edilmiştir.
39
ÖZET
Kabakulak hastalığı, toplumda sık görülen ve aşı ile önlenmesi mümkün olan,
akut, bulaşıcı bir hastalıktır. Bulaşması havayolu, damlacık enfeksiyonu ve direkt
temas ile olur. Hastalığı geçirenlerde hayat boyu bağışıklık kalır.
Çalışmamızda İstanbul ili Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk
Acil Birimi’ne parotis lojunda ağrılı şişlik şikayetiyle başvuran ve kabakulak tanısı alan
6 ay - 15 yaş arası 105 çocukta kabakulak hastalığı çeşitli yönleri ile incelenmiştir.
Çalışmamızda hastalarımız en çok 6-10 yaşlar arasında (%55.3), daha sonra
ise 0-5 yaş grubunda
(%34.3) yer almıştır. Çocukların %54.3’ü erkek, %45.7’si
kızdır. Kabakulak hastalığına yakalanma bakımından erkekler ile kızlar arasında
istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05).
Çalışmamızda kabakulak tanısı almış 105 çocuğun 102’sinde (%97.1) serum
amilaz seviyesinin yükseldiğini ve birer haftalık aralıklarla alınan kontrol serum amilaz
düzeylerinin, hastaların klinik bulgularının gerilemesine paralel anlamlı olarak
azaldığı saptandı (p<0.0001).
Meningensefalit izlenen olguların yaş ortalaması 6.7 yıl olup, cinsiyetler
arasında yaş bakımından istatistiksel anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0.05).
Meningoensefalitli olguların %70’i erkek, %30’u kız olarak tespit edilmiştir,
ancak meningoensefalitin erkeklerde daha sık görülmesi istatistiksel olarak anlamlı
bulunmadı (p>0.05).
Sonuç olarak, kabakulağın toplumumuzda hala sık rastlanan bir hastalık
olduğu ve meningoensefalit ve orşit gibi komplikasyonlarının özellikle ileri yaşlarda
arttığı göz önüne alınarak, yan etkileri az ve koruma değeri yüksek olan kızamıkkızamıkçık-kabakulak aşısının tüm çocuklara rutin olarak uygulanmasının yararlı
olacağı ve ülkemizdeki aşı programına alınmasının gerektiği kanaatine varıldı.
40
KAYNAKLAR
1. Krugman S, Katz SL, Gershon AA, et al.: Mumps, in Krugman’s Infectious
Diseases of Children 10th edit., Philadelphia: Mosby Year Book Inc. 1998;
281-9
2. Adeock LM, Bissey JD, Figin RD: A new look at mumps, in Pediatric
Infectious 1992; 133-48
3. Swierkosz EM, Balows A, Hausler WJ, et al.: Mumps virus, in Manual of
Clinical Microbiology 5th edit., Washington D.C.: American Society for
Microbiology 1990; 912-7
4. Baum SG, Litman N: Mumps virus, in Principles and Practice of Infectious
Diseases 4th edit. (Eds. Mandell GL, Bennett JE, Dolin R), New York,
Churchill Livingstone Inc.1995; 1496-501
5. Joklik K, Willett HP, Amos DB, et al.: Mumps, in Zinsser Microbiology 12th
edit.,USA: Prentice Hall International Inc. 1992; 1005-10
6. Ray CG: Mumps, in Harrison’s Principles of Internal Medicine 12th edit.,
Mc Graw Hill Inc. 1991; 717-20
7. Akan E: Kabakulak, Genel ve Özel Viroloji 3.baskı, İzmir: Saray Medikal
Yayıncılık 1994; 444-52
8. Tolpin MD: Mumps virus, in Textbook of Human Virology (Eds. Belshe et
al.), St. Louis: Mosby Year Book Inc. 1991; 912-7
9. Levinson W, Jawetz E: Mumps, in Medical Microbiology and Immunology
4th edit., USA: Prentice-Hall International Inc. 1996; 203-4
10. Erpanbach KHJ: Systemic treatment with interferon-α-2b: An effective
method to prevent sterility after bilateral mumps orchitis.
J Urol 1991;
146:54-6
11. Ceyhan M, Erdem G: Kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşıları. Katkı
Pediatri Dergisi 1998; 19(2-3):172-94
12. Afzal MA, Pickford AR, Forsey T, et al.: The Jeryl Lynn vaccine strain of
mumps virus is a mixture of two distinc isolates. J General Virol 1993;
74:917-20
41
13. Hu A, Schwartz S, Utter G, et al.: The mumps virus V protein is unstable in
virus infected cells. Arch Virol 1993; 133:201-9
14. Takeuchi K, Tanabayashi K, Okazaki K, et al.: In vitro transcription of the
mumps virus genome. Arch Virol 1993; 18:177-83
15. Yeo RP, Afzal MA, Forsey T, et al.: Identification of a new mumps virus
lineage by nucleotide sequence analysis of th SH gene of ten different
strains. Arch Virol 1993; 128:371-7
16. Albrecht P, Ennis FA, Saltzman EJ: Persistance of maternal antibody in
infants beyond 12 months: Mechanism of measles vaccine failure. J
Pediatr 1997; 91:715-8
17. Ray CG: Mumps virus, measles and rubella and other chilhood exanthems,
in Medical Microbiology 3th edit. (Eds. Ryan KJ et al.), USA: Prentice-Hall
International Inc. 1994; 467-8
18. Hersh BS, Fine PEM, Kent WK, et al.: Mumps outbreak in a highly
vaccinated population. J Pediatr 1991; 119:187-93
19. Boyd RF: Mumps, in Basic Medical Microbiology 5th edit., USA: Little
Brown and Company 1995; 423-4
20. Cohen HA, Ashkezazi A, Nussinovitch M, et al.: Mumps associated acute
cerebellar ataxia. AJDC 1992; 146:930-1
21. Wharton M, Cochi SL, Hutcheson RH, et al.: Mumps transmissions in
hospitals. Arch Intern Med 1990; 150:47-9
22. Brook I: Diagnosis and management of parotitis. Arch Otolaryngol Head
Neck Surg. 1992; 118:469-71
23. Boriskin YS, Booth JC, Yamada A: Rapid detection of mumps virus by the
polimerase chain reaction. J Virol Methods 1993; 42:23-32
24. Marcy SM, Kirbick S: Mumps, in Mumps Infectious Diseases 3th edit. (Eds.
Hoeprich PD, Harpes and Row), 1983; 737
25. Isaacs D, Menser M: Modern vaccines: Measles, mumps, rubella and
varicella. Lancet 1990; 335:1384-7
26. Taber LH: Mumps, in Principles and Practice of Pediatrics (Eds. Oski FA,
De Angelis CD, Feign RD, et al.), Philadelphia, JB Lippincott Co. 1990;
1230-1
42
27. Hyöty H, Hiltunen M, Reunanen A, et al.: Decline of mumps antibodies in
type 1 (insulin dependent) diabetic children and a plateau in the rising
incidence of type 1 diabetes after introduction of the mumps, measles,
rubella vaccine in Finland. Diabetologia 1993; 36:1303-8
28. Tuncer AM, Tezcan İ, Dağlı E: Kabakulak (epidemik parotit). Katkı Pediatri
Dergisi 1984; 5(3): 328-33
29. Gut JP, Lablache C, Behr S, et al.: Symptomatic mumps virus reinfections,
in Journal of Medical Virology 1995; 45: 17-23
30. King JC, Lichenstein R, Feigelman S, et al.: Measles, mumps and rubella
antibodies in vaccinated Baltimore children. AJDC 1993; 147:558-60
31. Wharton M, Cochi SL, Hutchenson RH, et al.: A large outbreak in the post
vaccine sera. J Infect Dis 1988; 158: 1253-60
32. Briss PA, Fehrs LJ, Parker RA, et al.: Sustained transmission of mumps in
a highly vaccinated population: Assesment of primary vaccine failure and
waining vaccine induceed immunity. J Infect Dis 1994; 169:77-82
33. Boriskin YS, Kaptsova TI, Booth JC: Mumps virus variants in heterogeneus
mumps vaccine. Lancet 1993; 341:318-9
34. Neyzi O, Ertuğrul T: Kabakulak, Pediatri 1.cilt 3.Baskı, İstanbul: Nobel Tıp
Kitabevleri 2002; 555-6
35. Peltola H, Heinonen OP: Frequency of true adverse reactions to measles,
mumps, rubella vaccine. Lancet 1986; 26:939-42
36. From the health visitors association, Preventive care for children:
Immunization in England and Wales. Pediatrics 1990; 1056-60
37. Brunell PA: Combined vaccine against measles, mumps, rubella and
varicella. Pediatrics 1988; 81:779
38. Bakshi SS, Cooper LZ: Rubella and mumps vaccines. Ped Clin North Am
1990; 37(3):651
39. Forsey T, Bentley ML, Minor PD: Mumps vaccines and meningitis. Lancet
1992; 340:980
40. Afzal MA, Pickford AR, Forsey T, et al.: Heterogenous mumps vaccine.
Lancet 1992; 340:980-1
41. Schmitt HJ, Just M, Neiss A: Withdrawal of a mumps vaccine: Reasons
and impacts. Eur J Pediatr 1993; 152: 387-8
43
42. Molyneaux PJ, Mok JYQ, Burns SM, et al.: Measles, mumps and rubella
immunisation in children at risk of infection with Human Immunodefiency
Virus. J Infect Dis 1993; 27:251-3
43. Herzog C: Mumps epidemiology-worldwide, Soz Preventive Med, 1995;
40:93-101
44. Kayhan M: Kızamık-kabakulak-kızamıkçık (MMR) aşısının toplum sağlığı
açısından gerekliliği. Yeni Tıp Dergisi 1992; 9(1):47-9
45. Philips CF: Mumps (Epidemic parotitis), in Behrman RE, ed. Nelson
Textbook of Pediatrics. Philadelphia: WB Saunders Company 1992; 80820
46. Gordon JE, Kilhavn L: Ten years in the epidemiology of mumps, Am J Med
Sci 1949; 218,338
47. Overman J: Viraemia in human mumps virus infection. Arch Intern Med
1958; 102,354
48. Applebaum IL, Colonel L: Serum amylase in mumps. Ann Intern Med
1944; 21-35
49. Willard R: Serum amylase and lipase in mumps. Am J Medical Sci 1955;
161,230
50. Reed G: Enzymes in mumps. Bioclinical Chemistry second edit. 1975; 195
51. Gillis D, Shulman A, Slepon R, et al.: Mumps vaccination of young adults is
unwarranted. Scand J Infect Dis 1991; 23:271-2
52. Falk WA, Buckhan K, Dow M, et al.: The epidemiology of mumps in
Southern Alberta 1980-1982. Am J Epidemiol 1989; 130(4):736-40
53. Sosin DM, Cochi SL, Gunn RA, et al.: Changing epidemiology of mumps
and its impact on university campuses. Pediatrics 1989; 84(5):774-84
54. Leboreiro-Fernandez A, Barbosa KC, Leboreiro IE, et al.: Mumps
meningoencephalitis. An epidemiological approach. Arq Neuropsiquiatr
1997; 55(1):12-5
55. Sönmez EÖ, Aksu K, Hatipoğlu S, et al.: 2000 yılında kliniğimizdeki
kabakulak meningoensefalitli olgularımızın değerlendirilmesi. 44. Milli
Pediatri Kongresi Özet Kitabı 2000; 50-1
44
56. McDonald JC, Moore DL, Quennec P: Clinical and epidemiologic features
of mumps meningoencephalitis and possible vaccine-related disease.
Pediatr Infect Dis J 1989; 8(11):751-5
57. Levin MJ, Paisley JW: Infections: Viral & Rickettsial Ed: Hathaway WE,
Hay WW. Current Pediatric Diagnosis & Treatment 1993; 978-82, 1004-6
58. Tanyer Ş: Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Hemşireliği, Konya: Sistem Ofset
1993; 191-4, 198-9
59. Üstün S, Üstün M: Hacettepe Pediatri Ders Notları 5.basım, Ankara: Metay
Yayınları 1994; 77-86
60. Bekte K, Lampert F, Riegel K: Temel Pediatri 2.baskı, New York: Beta
Basım Yayım Dağıtım A.Ş 1978; 114-21
61. Beyazova U, Güler Ç: Çocuk Sağlığı ve Gelişimi Ankara: Hatiboğlu
Yayınları 1991; 178-9
62. Lacour M, Maherzi M, Vienny H, et al.: Thrombocytophenia in a case of
neonatal mumps infection: evidence for further clinical presentations. Eur J
Pediatr 1993; 152:739-41
63. Kanra g: Çocukluk çağında aşılamada yenilikler. Yeni Tıp Dergisi 1993; 10
(5):11-27
64. Deforest A: Simultaneus adminstration of measles-mumps-rubella vaccine
with booster doses diphteria-tetanus-pertussis and poliovirus vaccines.
Pediatrics 1988; 81:237
65. Struewing JP, Hyams KC, Tueller JE, et al.: The risk of measles, mumps
and varicella among young adults: A serosurvey of U.S Navy and Marine
Corps Recruits. Am J Public Health 1993; 83:1717-20
66. Hilton E, Singer C, Kozarsky P, et al.: Status of immunity to tetanus,
measles, rubella and polio among U.S travellers. Ann Intern Med 1991;
115:32-3
67. Cote TR, Sivertson D, Horan JM: Evaluation of a two dose measles,
mumups and rubella vaccination schedule in a cohort of college athlets.
Public Health Reports 1993; 108:431-5
45
Download