Cahangir Novruzov - Adana`ya Güç Verenler

advertisement
Adana’da Bir Bahar;
Cahangir Novruzov (Cihangir Nevruz)
“Nevruz” Farsçadır. “Yeni gün” anlamına gelir, diğer anlamı ise kışın
bitmesi, baharın gelmesidir. Çünkü baharla tabiat ana yeniden doğar-canlanır, ağaçlar daha bir farklı
yeşillenir, dalların çiçeklere özlemi
son bulur ve bu özlem çiçeklerin renklerini tüm güzelliğiyle ortaya çıkarır.
Doğanın bu güzelliği çeşitli canlıları besler; karıncadan, gökyüzündeki
kuşa her kademedeki canlıya ve tabi
ki insana…
Bir an için gözlerimi kapattım; tarlanın tam ortasındayım; gökyüzü ufuk
çizgisi denilen hat ile tarlanın birleştiği yere kadar mavi hem de kocaman
mavi… Benim bulunduğum yerin
hemen yan tarafında bahar ile yeni
yeşermeye başlayan bir ağaç ve sonu-
cunda doğanın bütün enerjisi, neşesi
ve bereketi ruhumda…
Adana’da, tabiat ananın hemen hemen her mevsim bahar kutlamasını farklı sunumlarda görebilirsiniz.
Renkler, canlılıklar ve bereket bu güzel
topraklarda vardır. Toprak berekettir,
denir, bir de derler ki, ne ekersen onu
biçersin. Toprak sana nankörlük etmez belki ama ya biz onu doğru besleyemeseydik?
Toprağın ekinini, tohumunu, bakımını, çapalamasını iyi yapmak gereklidir. Önce biz onu iyi besleyelim
ekelim, sonra o bize meyvesini güzel
versin. Ekinimizi bol ve bereketli alalım.
Güzel şehrimizde o kadar çok rengimiz, dalımız, kökümüz var ki. Ada-
na’ya Güç Verenler projesi aslında bu
renkleri, kökleri tarihe bırakmak adına yapılıyor.
Çukurova’da doğmuş, Çukurova‘da
yaşamış kim varsa havasından etkilenmiştir. Yazarlar, ressamlar, şairler,
âşıklar bu bereketli topraklardan geçmiştir. Bir de bu soluduğum havaya
karşılık vermek gerekir deyip şehre ve
şehrin insanlarına eserler bırakanlar
vardır.
Bu yolda kimi kitap yazmış, kimi yönetmiş, kimi de çizmiş… Bazen kente küsüp kimi alıp başını gitmiş, kimi
dünyanın bir ucundan gelip ömrünü
burada devam ettirmiş. Ancak Çukurova kendisine kim ne yaptıysa bereket ruhu ile karşılığını vermiş.
CAHANGİR NOVRUZOV 05
İNSAN… İNSAN… İNSAN…
“Dünyanın en zor işi insan eğitmektir.
İnsan eğitmek zor zanaattır be kardeşim ama bilirim kent yücelirse kentli
yücelir, o yüzden insanıdır kenti kent
yapan” der hikâyemizin kahramanı.
Hani demiştim ya; Adana‘da bahar
bambaşka, işte benim size anlatacağım bahar:
Renk renk dalları olan bir ağaçla başlar, kökünün gücünü önce aileden
alıp sonrasın da çalışmanın sonu yok,
tembelliğin de deyip okuyan ve okutan, araştırıp araştırtan önce insan
deyip öğrencilerini yürekleriyle ölçüp,
sonrasında sahneye alan bir tiyatro
hocası, bir oyuncu kurdu, bir yönetmen, bir eğitmen ve kocaman dünyasıyla bir bahar…
Bahar ki ‘Sanat kutsal bir hayal ürünüdür’ der ve bununla yetinmeyip
onlara kendinden daha fazla şeyler
vermek adına oyuncunun yeri sahnedir deyip üniversitemizde bölümün
kurulmasında emeği olan kişidir kahramanımız. Azerbaycan‘dan gelmiş ve
tam 16 yıldır şehrimiz de yaşamaktadır. 16 yıldır 100’den fazla oyuncu adayı mezun etmiş ve mezunlar
kente iyi eğitimin karşılığını vererek
işlerini sürdüren kişiler olarak katkı
sağlamıştır. Ve daha nicelerini yetiştirip şehrimize katkı sağlayacak olan
kişi kentimizin baharı CAHANGİR
NOVRUZOV yani CİHANGİR NEVRUZ…
06 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
ORHAN APAYDIN 07
RUH VE MANEVİYAT ZENGİNİ
BİR AİLENİN İÇİNDE BÜYÜDÜM
Kentler insanları doğurur derler, tıpkı
analar gibi. Çocuklar doğar, büyür ve
yaşamın sonsuz olasılıkları içerisinde
ömürlerini sürdürürler. Kent tarafından verilen kimlik daimidir, bazen
bırakmak isteseniz dahi bırakamazsınız. Kentin size verdiği kimlik bir
nüfus cüzdanından çok farklıdır, bir
kâğıt parçası değildir. Her insanın doğup büyüdüğü yere borcu vardır. Su,
elektrik faturası ya da vergi ödemekle
tüm borçlar ödenmez bir şeyler illa ki
eksik kalır. Burada sanat devreye girebilir. Beden ile ruhun arasındaki en
güçlü köprü “sanat” ile kurulur, tıpkı
kent ile kentli arasında olduğu gibi…
Cahangir Hoca’nın da dedeleri köprü
uzmanlarından ama sanat ve bilim
köprüleri… Kökenli Bakülüler.
Yolculuğumuz önce aileye, sonra çocuğa ve o çocuğun yetiştirdiği çocuklara… Derdimiz tiyatro ve illa ki sanat…
Hikâyelerini ise kendisinden dinlemeye başlayalım;
NE YAZIK Kİ HER YÜZYILIN BİR
KARANLIK ÇAĞI VARDIR
Babam Mütellim Novruzov bir kemençe ustası (Türkiye’de daha çok kabak kemanı gibi bilinir) ve Azerbaycan sanat müziği, makamın değerli,
sevilen hocalarından idi. Annem
Nesibe Zeynalova Azerbaycan’ın çok
sevilen bir tiyatro oyuncusu. Her ikisi hayatını sanata adamış şimdiye kadar rahmetle anılan insanlar.
Atalarım çok köklü ailelerdendir,
hem babam hem de annem tarafı
Bakü Hanlarının neslinden gelirler.
Ama çocukluğumda kimlerin torunu olduğumu bilmiyordum, çünkü
benden saklıyorlardı. Sebebini yıllar sonra öğrendim: Babamın babası Nesrullah Novruzov Azerbaycan
Petrol ve Kimya Üniversitesinde matematik ve fizik Profesörü idi... O da
Sovyetlerin karanlık çağının etnik temizleme siyaseti kurbanlarındandır.
1937 yılında bin bir bahaneyle “Halk
Düşmanı” damgası vurularak tutuklanıp Sibirya’ya sürülen 27000 Azerbaycan aydınlarından biriydi. Suçunu sorarsanız; 1937’de Sovyetler
Türk soylu cumhuriyetlere karşı etnik kimlik siyaseti uygulamaya başladılar. Pasaportlar değişmeye başladı. Yeni kimliklerde milliyet olarak
Türk yerine Azerbaycanlı diye yazıyordu. Dedem Nesrullah yeni kimliğini alırken, burada bir yanlışlık var,
Azerbaycanlı diye bir milliyet yoktur,
biz Türksüz. Bakın diğer kimliklere,
Rus’da Rus, Yahudi’de Yahudi, Ermeni’de Ermeni yazıyor demiş. Demek yanlış yazılmış diyorsunuz…
İade edin düzeltip veririz demişler.
Akşam da gelmişler İngiliz’e çalışan
Pantürkist’sin diye tutuklayıp götürmüşler. Babaannem Çimnaz Hanım
kadın doğum uzmanıydı.
Akıllıca davranıp 3 çocuğunu da
alarak Bakü köylerinden birine,
Merdekan’a taşınarak aileyi beladan
kurtarır. Bunu yapmasaydı çocukları
yetimhaneye, kedisini de “halk düşmanının eşi” diye başka bir kampa
gönderirlerdi ve bununla kalmayıp
çevresinde yaşayan bir sürü insana
da dedemi ihbar etmedikleri için zarar verebilirlerdi.
Bu azmış gibi 2. Dünya savaşı başladı
ve hayat zorlukları ikiye, üçe katlandı. Köy halkı,doktor olduğu için
her kese yardım etmeyi ihmal etmeyen babaannemi çok sevdi ve aileyi sahiplendiler. Hala da kurtardığı
ve iyilik yaptığı insanlara, artık onların torunlarına rastladığımda onu
saygıyla andıklarını görüyorum. Üç
çocuğunu kaderin bütün olumsuzluklarına rağmen okuttu. Babam
Mütellim ünlü makam ustası ve eğitmen, Orhan amcam dedem gibi fizik
ve matematik profesörü, Tamılla
halam çocuk doktoru oldular.
Dedemi ise 19 yıl 8 aydan sonra suçun
yokmuş diye tahliye ettiler. Sibirya’ya
sürülürken 9 yaşında bırakıp gittiği
babam Mütellim’i döndüğünde 28
yaşında bulmuş. Bir akşam babam
dedemin karşısına geçip; “ben senin
büyük oğlunum ne yaptınsa kabulümdür, bana hakikati söyle” demiş.
Dedem de “sadece Türk olduğumu
söylediğim için, Türklüğümü inkâr
etmediğim için 20 yılımı çaldılar.
Bize Türklüğümüzü unutturmak istiyorlar oğlum” demiş.
Cahangir Novruzov annesinin ismi verilen geminin maketiyle
ORHAN APAYDIN 09
Dedem Sibirya’dan döndüğünde ben
3 yaşındaymışım, 5 yaşında da onu
kaybettik. Dedemin yüzünü bir rüya
gibi anımsıyorum. Çocukken okulda,
sokakta soyumuzun kahramanlıklarla dolu hikâyelerini anlatıp ailemizin
başına belâ açmamam için babam
kimlerin torunları olduğumu belli
bir yaşıma kadar bana söylemedi. Ne
yazık ki her yüzyılın bir karanlık orta
çağı vardır.
DEDEM CAHANGİR ZEYNALOV
AZERBAYCAN PROFESYÖNEL TİYATROSUNUN KURUCULARINDAN BİRİ İDİ
Cahangir Hoca ile sohbetlerimizde
masanın en güzel yerinde sanat vardır, diğer köşeler onun üzerine kurulur. “Genç yaşlarda başka iş düşünmüş
müydünüz?” sorusunu sorduğumuzda
tiyatrocu mimikleri ile “Sizce…” dedi
ve bize de o bakışlar yetti. Annemin
babası Cahangir Zeynalov’dan başlayan bir tiyatrocu nesli gelmektedir
günümüze.
Annem Nesibe Zeynalova 2. ben de
3. kuşağım. Allah izin verirse 2014
yılı bu kuşak 130 yaşına ulaşacak.
Dedem Cahangir Zeynalov (1864 –
1918) eğitimli ve çok zengin bir insan
idi. Beş lisan bilen, eğitime, aydınlanmaya verdiği maddi ve manevi
destekten ve emekten dolayı çağının
sayılı ve sevilen insanlarından biriydi.Bu sebepten de Azerbaycan ve
Sovyet tiyatro tarihinde layıkıyla ye10 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
rini almıştır. İlk sahneye 20 yaşındayken çıkmış ve bu mesleğe âşık olmuş.
Bakû’nün merkezinde olan şahsi evinin salonunu ,sahnesi ve 300 kişilik
seyirci kapasitesi olan bir tiyatroya
çevirerek orada dersler vermiş, provalar ve oyunlar düzenlemiştir. (Ne
ilginç ki günümüzde de Azerbaycan
Akademik Milli Tiyatrosunun binası
aynı meydanda bulunmaktadır.)
Yetenekli gençlere maddi destek vererek onların sanattan ayrılmamalarını
sağlamış ve bununla da Azerbaycan’da
profesyonel tiyatronun temelini atmıştır. Hatırlıyorum Bakü’de Güzel
Sanatlar Üniversitesinde okuduğum
yıllarda sınıf arkadaşlarım “Bu gün
deden Cahangir’in hayat ve yaratıcılığından sınav vereceğiz, ek bir bilgi versene yüksek puan alalım” diye
şaka yaparlardı. O Azerbaycan tiyatro tarihinde gerçekçi oyunculuğun
temelini atmış ve ilk tiyatro oyunculuk eğitmeni gibi tanınmaktadır. Bu
gün Azerbaycan Tiyatro Müzesinde
onun aktörlük sanatı kuramlarını,
pratik çalışmalarını ve oyunculuk
anılarını kaydettiği “Tiyatro defteri”
sergilenmektedir. 1918 yılında tifoya
yakalanıp ölüm yatağındayken anneannem Hüsniye Hanıma vasiyet eder;
“1. Nesibe’ye çağına uygun bir şekilde
eğitim ver.
2. “Encümen” öksüzler okulunun yıllık 300 altınını eksiksiz ödeyin.
3. Size bıraktığım miras belli. Geriye
kalanını Azerbaycan Tiyatrosu’na vasiyet ediyorum.”
“KENDİNİ SANATTA DEĞİL, SANATI KENDİNDE SEVECEKSİN”
Annem Nesibe Zeynalova (1916 –
2004) dedem Cahangir’in hayallerini
gerçek kıldı. Kendini tiyatroya adadı
ve tam 62 sene bu sanata sadakatle
hizmet etti ve Azerbaycan halkının
sevimlisi oldu.
Özel ve sahne hayatı boyu Türk kadınına yakışır şekilde namuslu bir
ömür yaşadı.
Onu Azerbaycan’da erkeklerin anası
ve hanımların da kaynanası gibi kabul ediyorlar. Bu gün, o dünyasını değiştikten sonra doğmuş olanlar bile
filmlerini izler ve onu Nesibe nene
diye anıyorlar.
Günümüzde milli tiyatro müzesinde
onun köşesi babasının yanında layıkıyla yerini bulmuştur.
Cahangir Zeynalov
CAHANGİR NOVRUZOV 11
Sanatın ölmezliği bu olsa gerek.
Annem derdi ki: “Kendini sanatta
değil, sanatı kendinde seveceksin.”
Sanırım böyle derin kökleri olan
aile mesleğini yaşatmam, tiyatro dışında başka bir iş yapmamam için
yeterli bir nedendir. Benim için tiyatro, özellikle de Azerbaycan tiyatrosu çok önemlidir.
Orada var olan insanlar sadece kariyer ve ün sahibi değiller; onlar
Azerbaycan halkının milli ve çağdaş tefekkürünün inkişafı için sanatta fedakârlıklar yapmış şahsiyetlerdir. Ben de bu geleneği ailemize
yakışır bir şekilde devam ettirmeye
gayret ediyorum.
HAYAT ARKADAŞLIĞI
Babası Mütellim Novruzov
ve annesi Nesibe Zeynalova
Babamla annem geç evlenmişler.
Ama 42 yıl süren bir evlilik olmuş.
Annemle babam arkadaş gibiydiler.
Hep birbirlerini kollayan hatta bazen beni bile hiçe sayan bir sözbirliği vardı aralarında. Evimizde büyük
sorunlardan kaynaklanan tartışmalar yaşanmadı hiç. Konu ben olduğum zaman da kendi aralarında
tartışsalar dahi sonunda hep ben
suçlu oluyordum, bu da benim kaderim.:))
Babam öldükten sonra annem manen çöktü. Zihnen ve ruhen babamla birlikte gitti. Onun yokluğu
hayatının en büyük eksikliği idi.
Bunu hep hissetti ve bize de hissettirdi.
O KÖTÜLÜK YAPIYOR DİYE
KENDİ HUYUMU DEĞİŞTİRECEK DEĞİLİM
Anneannem; iyiliğini yap karşılığını
umma çünkü beklersen ve karşılığı
gelmezse üzülürsün… İyiliği yap at
deryaya, balık bilmezse halik bilir,
derdi.
Benim bir kuralım var, arkadaşlarım
da bilirler: Bazen birileri bana kötülük yapar, burada da Bakû’de de…
Yeri gelince karşılığını beklenilmez
bir biçimde iyilik yaparak veririm.
O zaman tanık olan arkadaşlarım kızarlar;
— O adam sana kötülük yaptı sen
neden ona iyilik yapıyorsun;
— İyilik yapmak benim huyum, kötülük yapmak da onun huyu. O kötülük yapıyor diye ben kendi huyumu
değiştirecek değilim ki…
HERKESİN GÖRMEK İSTEDİĞİ,
DOKUNMAK İSTEDİĞİ İNSANLARA BEN TEYZE-AMCA DİYORDUM
Bir çocuk tiyatronun içerisinde doğmuş ve büyümektedir, sanki o sahnede bir parça eksikti ve o gelince sistem
kendini devam ettirdi. Artık yavaş
yavaş bir tiyatro ustası yetişmeye başlıyor. Herkesin hayranlık beslediği
görmek ve dokunmak istediği insanlara ben teyze, amca, dayı diyordum.
Bakü’de Azerbaycan için çok önemli
işler görmüş, bilime, sanata, siyasete
Cahangir Novruzov ve Annesi
eşsiz katkılarda bulunmuş insanların uyuduğu bir mezarlık vardır, adı
“Fahri Hıyaban”. Annemin mezarı
da oradadır. O mezarlığa girdiğim
zaman tanıdığım birçok insanın heykeliyle karşılaşıyorum. Orada uyuyan özellikle sanat insanlarının % 80
ya da daha fazlasını tanıyordum, benim başımı okşamışlar, yanağımı öpmüş, bazılarının da dizinde oturup
ağlamışım, onlara amca, dayı, teyze
demişim. Annemin mezarına gidene kadar hepsine selam veriyorum.
Herkesi tanıyorum ve güzel anılarım,
hikâyelerim var. Ben böyle bir sanat
ortamında, tiyatroda büyüdüm.
manından beri çok güzel kurulmuş,
bir tiyatro sistemi vardır. Adı “Genç
Seyirciler Tiyatrosu”. Türkiye’deki
karşılığı çocuk tiyatrosu diye geçer.
O tiyatroya giden seyirci kitlesini
yaş grubu 7’ den 70’ e kadar ki orada her yaş grubuna uygun muhteşem
oyunlar sahneleniyor. 4–5 yaşlarında
çocuk gurupları için özel konulu, her
bölümü 30 dakikayı aşmayan tiyatro
oyunları hazırlanır. Çünkü o yaştaki
çocukların algısı o kadarına dayanabilir. O salonda çalışan görevlilerin
hepsi çocuk psikolojisi konusunda
eğitim görmüş çoğunlukla bayanlardır. Çünkü annelik içgüdüsü sadece
kadınlarda var, o her zaman kutsalÇOCUK TİYATROSUNUN SIRRI
dır. O salonlarda çocuklar arasında
geleceğin bilginleri, sanatçıları buluAzerbaycan’da, Sovyetler Birliği za- nur.
CAHANGİR NOVRUZOV 13
Bu nitelikleri onlarda uyandırmak
için her yaş grubuna uygun konularda ve onların algısı kaldıra bilecek
oranda bir sürü eğitici ve onları geliştirecek bilgiler içeren metinler yazılıp
sahnelenir. Asıl olan ise çağdaş toplumun tiyatro seyircisi ve kurucusu
terbiyelenir. Çocuğu korkutmayacak,
onlarda olumsuz duygular yaratmayacak, kendine güven kazandıracak
kıstaslara uygun oyunlar hazırlanır
ve her yaş gurubu göz önünde bulundurulur. Tasavvur edin: Cumartesi- Pazar sabah saat 10’da 4–5 yaş
gurubu için 60 dakikayı aşmayan iki
perdelik bir masal, saat 14’de 11–12
yaş gurubu için 1,5 saatlik bir eğitici
oyun, akşam saat 20’de ise normal seyirci için herhangi bir klasik eser sahnelenirdi. Bir repertuar tiyatrosu tam
gücüyle çalışıyordu. O tiyatronun
aktörleri 4 yaşından 70–80 yaşına kadar seyirci kitlesine hitap edebilecek
bir eğitim görmüş sanatçılardı. Maalesef bu Türkiye’de yoktur ve profesyonel çocuk tiyatrosu eğitimi veren
bir okul da yok. Ne yazık ki çocuk
psikolojisini herkes bilir yönündedir.
Bu yaklaşımın verdiği zararı düşünebiliyor musunuz? Hani bir söz var;
zamanında çocuğuna doğru terbiye
vermeyen sonra pişman olur.
içinde doğdum ve büyüdüm. Tiyatroyu seyircilerin değil, oyuncuların
ve çalışanların girdiği kapıdan, yani
arka bahçesinden tanımaya başladım.
Bir gün, 7–8 yaşındayken babam
beni o “Genç Seyirciler Tiyatrosu”na
götürdü ve alışık olmadığım kapıdan,
seyircilerin girdiği kapıdan içeri aldı.
Tiyatro müdürü eski bir konservatuar mezunu, müzisyen, babamın
arkadaşı, onun yanına gittik. O gün
akşam oyun vardı. Ethel Lilian Voynich’in “Atsineği” romanından bir
uyarlama, İtalya tarihindeki bir isyanı anlatan ilginç bir eserdi. Türkiye’de
tercümesini bulamadım.
Muhteşem bir eserdir. Evlenmesi
yasak bir papazın güzel bir kadınla
yasak aşkından doğan bir çocuk inkılâpçı oluyor ve çürümüş düzene,
piskopos babasına karşı gelir. Salona
girdim, oyun başladı ve her şey, yani
bu sanata şimdiye kadar devam eden
hayranlığım orada başladı. Sahnede
tanıdığım birçok insan vardı. Ama
o an için onlar dayılıktan, teyzelikten çıkmışlardı. O kadar muhteşem
oynuyorlardı ki, sanırım o zaman
bunun bir sihir, hayatımın büyüsü,
olduğunu anladım.
O gün ilk kez seyirci tarafından girmiştim kulise.Her zaman yanağımTİYATROYA GİRDİM VE HER ŞEY dan makas alan dayı vardı, o akşam
ORADA BAŞLADI
başrolü, Arthur’u oynamıştı ona alttan yukarı baktım. Hayranlıkla bakBenim için de tiyatro o yaşlarda hatta mıştım. Gerçek tiyatro aşkını, haydaha erken başladı. Ben tiyatronun ranlığını o an yaşadım.
BİR TÜRK GELENEĞİ:
İNSAN SEVDİĞİNE KARŞI ÇOK
HASSASTIR
Bilindiği üzere annelerin ikinci meslekleri “dünyayı değiştirmek”. Bunu
doğurganlıkları ile yapabildikleri
gibi, ailelerin en temel öğesi olarak da
yapabiliyorlar. Tıpkı Nesibe Zeynalova’nın yaptığı gibi.
Annem Nesibe Zeynalova çok sevilen bir sanatkâr idi. Öyle ki ona
beslenen sevgiyi anlatmam için örnek olarak karşılığını Türkiye’de bulamıyorum. Bir gün onu Azerbaycan
Devlet Üniversitesinde öğrenciler ile
söyleşiye davet etmiştiler. Koskoca
salonda yer yok, rektör, dekanlar herkes gelmiş, annemle resim çektiriyorlar… Azerbaycan’da herkes onu anne
gibi, kardeş gibi görüyordu ve sıra
dışı bir sevgi ile seviyor sonsuz saygı
besliyorlardı. Rahmetli olmasına rağmen bu hala da böyledir. Söyleşinin
sonunda dönemin rektörü sahneden
herkese hitap ederek şöyle söylemiş:
“Nesibe hanımın oğlu bu yıl liseyi
bitiyor. Burada, okulumuzda okusun
mu?” ve herkes bir ağızdan evet demiş annem de çok sevinmiş. Aslında
annem benim tiyatro okuyacağımı
aklına bile getirmiyordu. Daha çok
benim hukukçu olmamı istiyordu.
Bir gün zamanı gelince babam ve annem beni karşılarına alıp hangi mesleği seçeceğine karar verdin mi diye
sordular, ben de “tiyatro yönetmeni
olmak istiyorum” dedim.
CAHANGİR NOVRUZOV 15
Annem - “Sen deli misin?” dediğinde benden de “Peki sen deli misin,
tiyatroda 30 seneden fazladır çalışıyorsun.” cevabı çıktı ağzımdan.”
Sen başka ben başka…” dedi. Uzun
tartışmadan sonra son sözü şu oldu:
“Tiyatroyu seçersen benden hiçbir
şey umma.”
davrandığını anlamıyordum.
Yıl 1971, okulumuz Azerbaycan’ın
ünlü şairi Süleyman Rüstem’in 65.
doğum yıldönümünü kutlamalarında yer almıştı. Yazarın “Çimnaz Hanım Uykudadır” adlı bir vodvilinin
sahnelenmesi kararı alındı.Yıl sonu
ve mezuniyet oyunları hazırlanılıyor
diye 3 ve 4. sınıflara dokunmadılar.
HAFIZADAN BESLENİYORUM
Kabiliyetimi fark eden hocalarım 1.
sınıfta olmama rağmen bu projede
Ve ben gittim Güzel Sanatlar Üniver- yer almama karar verdiler. Hatta başsitesine, tiyatro yönetmenliği fakül- rolü oynamamı istediler. Acemiydim
tesine sınava girmeye. Kimse beni ancak doğduğum günden beri tiyattanımadı ,sınavı kazandım. Annem ro muhitinde büyümüştüm ve görüp
gardını aldı. O zaman neden böyle öğrenerek gelmiştim o güne kadar.
NESİBE ZEYNALOVA
(20 Nisan 1916 Bakü - 10 Mart 2004 Bakü)
Özellikle komedi rolleriyle bilinen Azerbaycanlı oyuncudur. Azerbaycan
tiyatro tarihinde profesyonel tiyatronun kurucularından biri gibi tanınan,
gerçekçi oyunculuğun öncüsü, ilk tiyatro oyunculuğu eğitmeni, zengin
işadamı Cahangir Zeynalov ‘un (1864–1918) kızıdır.
Ortaokulda milli dans kurslarına katılan Nesibe Zeynalova 1932 yılında
Azerbaycan’ın ünlü tiyatro sanatçısı Rıza Tahmasib ‘in drama derneğine girdi. 1937 ‘de oyuncu olarak yer aldığı “Kolhoz” tiyatro topluluğunda sahneye çıkan sanatçı 1938’de Bakü Tiyatro Meslek Okulunu kazanıp
A.A.Tuganov’un sınıfında oyunculuk eğitimine başlar (1938–1942). Aynı
yılda da yeni açılan Azerbaycan Devlet Müzikal Komedi Tiyatrosu’na
oyuncu olarak işe alınır.
24 Mayıs 1960 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Emektar Sanatçısı,
1967 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Halk Sanatçısı Fahri Unvanlarını almış, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Ödülüne layık görülmüştür.
Bütün yaratıcılık hayatında 22 film ve 60 civarında oyunda rol almıştır.
Azerbaycan’da herkes Nesibe Hanımı daha çok “Ganyana” eserindeki
Cennet hala rolü ile sevmiş ve halk onu erkeklerin annesi, kadınların da
kaynanası gibi kabul etmiştir. 10 Mart Ulusal Tiyatro Günü’nde vefat etmiş olması ironiktir.
CAHANGİR NOVRUZOV 17
Biliyor musununuz, bende sanki o
zamandan beri yüklenmiş bir hafıza
var içimde. Hayatım boyu o hafıza
işime yaradı. İnanır mısınınız şimdi
bile ben aynı şeyi yapıyorum, o hafızadan, çocukluğumdan besleniyorum.
“Olur ya, kalbin hissettiğini akıl,
aklın anladığını kalp kabul etmez...
O zaman işi ruhuna bırak. Onun sahibi seçimi doğru yapar.”
ANNEM SANATÇIYDI AMA
ANNELİK HİSSİYATIYLA OLAY
FARKLI BİR BOYUTA GİRMİŞTİ
Okuldan heyecanla geldim anneme
bana başrol verdiler dedim, inşallah
oynarsın dedi. Hala aramız soğuktu. Sözünden çıkınca benle bir hafta
konuşmazdı. Ama bu sefer birkaç ay
sürdü, iş ciddiydi yani. Annem sanatçı ama annelik hissiyatıyla birleşince
olay farklı bir boyuta taşınmıştı.
Rahmetli çok güçlü bir kişiliğe sahip insandı. Salona giriyor, herkes
yüzünde tebessüm susuyordu. Çok
ilginç bir gücü vardı. Hatırlıyorum
bir turnede sahneye çıktı. Küçük
bir sahneydi. Köyün küçük salonu
tıklım tıklımdı herkes merakla izliyordu. Ama bir köylü, içmişti galiba,
hep konuşuyor, sahneye laf atıyordu.
Annem döndü bir cümle söyledi.
“Önce sen konuş ben dinleyeyim.
Sonra ben konuşunca da sen susacaksın” ve adam sustu. Annem ağır
bir söz demedi ama onu o cümlesiyle
yedi. Gösterimiz devam etti ve adam
sonuna kadar susup izledi. Böyle bir
gücü vardı. İlk kez ciddi bir rolle
sahneye çıkacağım gün geldi niha-
yet. Yüzümde makyaj, kafama dazlak
peruka takılmıştı. Makyaj hocamız
beni tanınmaz bir hale getirmişti.
Salonun ışıkları söndü, oyun başladı
ama annem gelmemişti. Hocamızın
verdiği mizana göre sahneye salondan, seyircilerin arasından geçerek
çıkacaktım. Salon kapısının arasından bakarak sahneye çıkacağım zamanı bekliyordum ki annem karanlık fuayeye girdi. Gelmişti, gizlice
bana bakıp gitmek için. Durduğum
kapıya yaklaştı, ben de makyajlıyım,
karanlıkta baktı tanımadı, fısıltıyla
sordu:
- Çoktan mı başlamış?
- Yok, demin başladı. Siz buyurun
içeri Nesibe Hanım.
Diye sesimi değişerek fısıltıyla cevap
verdim. Sesimden de tanımadı. Dakika 1, skor 2–0. Kapıyı açıp yavaşça
salona girdi ve arkadaki en yakın koltuğa oturdu. Hocam Prof. Dr. Mehdi
Memmedov, jübilesini kutladığımız
şair Süleyman Rüstem’le sahnede ayrılmış köşede oturuyorlardı, annemi
görüp ısrarla sahneye aldılar. Annem
fark edilmeyecek birisi değildi. Zaman geldi salona girdim. Hocalarımın ve annemin oturduğu masanın
önünden geçerek sahneye çıkmalıydım. Geçerken, merhaba iyi akşamlar olsun sizlere dedim. Annem o
zaman tanıdı beni. Yüzünde şaşkın
ama hoş bir ifade sezdim.
Ve ben çıktım oynadım, söylenene
göre de başarılı oldum.
NASIL BİR TİYATROCU OLACAĞINI BİLİYORUM
Oyundan sonra Mehdi hocam anneme “Oğlunuzun nasıl bir yönetmen
olacağını şimdi söylemek erken ama
iyi bir aktör olacağı kesin” dedi. Bana
baktı, henüz birinci sınıftaydım, anneme döndü “oğlunuz için söz veriyorum” diye ilave etti. O günden
sonra annemle barıştık.
Annemle yıllar sonra bir gün bu
konu üzerine sohbetimizde, neden
benim tiyatrocu olmamı istememiştin diye sorduğumda;” Oğlum, deden
Cahangir Azerbaycan tiyatrosunu
kuranlardan biridir. Ben de Azerbaycan tiyatrosunda bir şeyler yaptım,
bizlerden sonra senin sıradan hatta
vasat bir tiyatrocu olman ayıp olurdu. O yüzden korkuyordum, sana bu
ağır görevi yüklemek istemiyordum.”
cevabını verdi. Tabi ki o zaman ben
onun böyle düşündüğünü bilemezdim. Sanırım bu sanat bana Tanrı’nın
bir lütfudur.
AKTÖR, TİYATRO’NUN HEM
AĞASIDIR HEM DE HİZMETKÂRI
Konu eğitimden açılınca annesinin
verdiği aile içi eğitimin ne kadar
önemli olduğu göründü ve tiyatronun bir yaşam biçimi olduğu da…
Annemin tiyatro sanatı ile ilgili
önemli bir tespiti vardı:
“Aktör, tiyatronun hem ağasıdır, hem
CAHANGİR NOVRUZOV 19
de hizmetkârı. Aktöre emredebilirsin, ceza verebilirsin ama karşısında baş eğeceksin. Çünkü o olmazsa
tiyatro yoktur. Emekçi olduğu için
onun alın teri kutsaldır.”
Ama tiyatro sentez bir sanattır, sadece oyunculuktan oluşmuyor. Dünyada önemli yerde duran Sovyet tiyatro eğitiminde iki önemli dal vardır,
birincisi tiyatro yönetmenliği, ikincisi tiyatro eleştirmenliği. Birincisi
tiyatronun düşüncesini, felsefesini
oluşturan diğeri ise bunları araştıran uzmanları yetiştirirler. Bu eğitim
oyunculuktan farklı olarak 5 yıllıktır.
Bu eğitimi görmüş tiyatro toplulukları oyunları ile bizleri şaşırtmaktadırlar. (Bunun bariz örneklerine
zaman zaman Adana Tiyatro Festivalinde tanık oluyoruz.)
İLLAKİ OKUYACAKTIM
Benim de aldığım bu 5 yıllık yönetmenlik eğitimi lisansüstü eğitimi de
içerisine almaktadır.
Programında yer alan derslerin önemini anlatmakla bitmez. Meslek
derslerinin yanı sıra Azerbaycan,
Sovyet, dünya dramaturgisi ve dünya edebiyatı, sanat felsefesi, tasviri
sanat tarihi, felsefe, psikoloji, siyasi
iktisat…
Okumak zorunda olduğumuz kitapların sayısını hatırlamak bile ürkütücü. İllaki okuyacaktın. Birinci sınıfta
iken bile okumak zorunda kaldığım
kitap sayısı inanılmaz. Bazen nasıl, ne
20 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
zaman okuyacağım diyordum ancak
o büyük okyanusa dalınca yüzmeye
başlıyorsunuz… Kitaplar insanlığın
miras bıraktığı bilgileri, düşünceleri bizlere sunuyor ve var olan entellektüel potansiyeli yüzyıllarca adım
adım ileri götürerek insanlığı aydınlatmak görevini üstleniyor. Tiyatronunda vazifesi insani, ahlaki ve Milli
değerleri önemli kılarak bu manevi
mirası sahne kavramının gerektirdiği bir dille etik ve estetik bir biçimde
yorumlamak, topluma sunmak, onu
aydınlatmak, çağını ileri götürmekte yardımcı olmaktır. Bu nedenle
de bir tiyatro yönetmeni toplumun
dünyaya bakış açısını daha iyiye,
değişebilecek nitelikte kapsamlı bir
eğitim almalıdır. Çünkü dünyanın
bakış açısını iyiye de, kötüye de değişen insandır. Dünyanın döndüğünü
bize anlatan da insandır, bunu kabul
etmeyip anlatanı yakan da insandır.
Bizler okuduğumuz, bildiğimiz açıdan, idrak ettiğimiz noktadan dünyaya bakarız. Benim görüp anladığım budur.
Türkiye’de değerli yazarlar, yetenekli usta oyuncular var ama onların
seviyesinde eğitimli yönetmenler
yoktur. Yazar düşüncelerini kâğıda
döker, oyuncu okur, oynar, yaratır,
ama bu iki önemli sanat malzemesini
muhteşem yapıta dönüştürebilecek
bir mimar gerekir. Türk tiyatrosunun yetenekli yazar ve oyuncusu ile
çalışabilecek sosyal analize ve imgesel felsefi fikre, estetik ve etik ifade
CAHANGİR NOVRUZOV 21
yöntemlerine, güçlü entelektüel potansiyele sahip olan yönetmenlere ihtiyacı var. Ama maalesef Türkiye’de,
yönetmen eğitimi yoktur. Yönetmenlik eğitiminin olmaması tiyatro adına bir kusurdur. Bunu görüştüğüm
yetkili tiyatro adamlarına her zaman
söyledim. Gerçek eğitimi olan yönetmen çok önemlidir.
HAYAT ÖNEMSİZ SAYILAN KOŞULLARDAN KARLI ÇIKABİLME
SANATIDIR
“Vicdan tanrının insanlara lutf ettiği paha biçilmez bir mücevherdir.
Onu koruyup yaşatmak her bir insanın vazifesidir.”
Sanat önce insanı sonra da ülkeleri
değiştirmeye devam ediyor ve biz de
sohbete yaşam ve tiyatro merkezinde
devam ediyoruz…
Bugün o sistemde eğitim görmüş
çağdaş yönetmenler sizinle tarihten
siyasette, siyasetten felsefeye, felsefeden sanata kadar sohbet eder ve bir
toplum mühendisi kadar bir sistemin
ileri dönük modelini üretebilecek
nitelikte düşünceler ortaya koyacak
insanlardır. Tiyatro tarihinde öyle
oyunlar var ki sanki ileri zaman dilimi içerisini görüp, sahneye konulmuş.
Bir rol hayat koşulları dizisinden ibarettir. Hayatın bize sunduğu, önerdiği koşullar içerisinde var olmamız
gerekir. İnsanlar kendi kaderlerini
o koşullarda aldığı kararlarla çizer
ve farkında olmadan onların etkisinde hareket ederler. O koşullar
içerisinde sağlam ve doğru kararlar
alan insanlar hayat yolunda ilerleye-
bilmektedir. İşte bu
koşullarda nasıl davranmak gerektiğini
tiyatro anlatmalıdır.
Öğrencilerime söylediğim bir sözüm var:
“Hayat önemsiz gibi
görülen koşullardan
karlı çıkabilme sanatıdır.” Kar illaki para
anlamında değildir.
BİR OYUN BİR
DEVLETİ
YIKIP
BAŞTAN YAPABİLİR
Kurguladığınız bir oyun akıllarda
yeni bir yaşam umudu yaratabilir, ya
da akılları allak bullak ederek yaşam
hevesini söndürebilir. Hatta bir oyun
bir devlet sistemini yıkıp baştan yapabilecek devrimci bir düşünceyi de
topluma empoze edebilir. Bunun için
tabii entelektüel potansiyelin yüksek
olması gerekir.
Sen hayata kaybetmek için mi geliyorsun? Hayır. Sizinle görüştüğüm
bu zaman içerisinde, sizden bir şey
öğreniyorum, kazanıyorum siz de
benden. Bizi, iki kişiyi bir arada tutmayı önemli kılan gözle görülmeyen
ama değer verdiğimiz bir aura vardır. Bu bir insanı tanımanın kazancıdır. Bana göre dünyada her şeyden
önemli, en büyük kazanç insandır.
Yaş ilerledikçe bunu daha iyi anlıyorum. Değerli bir insanı tanımak, ondan alabileceğin bir bilginin zevkini
tatmak, o enerjiyi hissetmek, o havayı solumak… Budur yaşamın sihri.
KARABAĞ KANIYAN BİR YARADIR
Sohbetin her aşamasında Karabağ savaşının derin izleri Cahangir Hoca’da
hissediliyor, nasıl olmasın ki; bir yanda savaş ve etkileri; diğer yanda ise yaşam ve sanat.
Amerika’nın etnik yapısı Bakû’ye benziyor. Her dinden her ırktan insan
karşılıklı saygı ve huzur içinde yaşıyor
orada. Bakû’de hiçbir zaman etnik ayrım yapılmazdı ve sorulmazdı. İnsanın
kişiliğine dikkat ediliyor, karakterine,
insani niteliklerine değer veriliyordu.
Karabağ olayları başladığında medyada yayınlanan esassız, yalan haberlerle Azerbaycan’da yaşayan özellikle
Bakû’de yaşayan insanlar hakarete uğradılar. Çünkü Bakû’yü etnik ayrımcılıkla suçluyorlardı.
CAHANGİR NOVRUZOV 23
Sovyet medyasında ve onlardan etSovyet medyasında ve onlardan etkilenen dünya medyasında nerdeyse her gün güya Bakü’de yaşayan
Ermenilere yapılan saldırılardan
bahsediliyor, kamuoyunda garezli,
düşünülmüş bir kalıbın oturulması
saklanıyordu. Bu devletin önceden
büyük hesaplar yapılarak hazırladığı
kendi halkına ihanet niteliğinde olan
bir operasyonun başlangıcı idi. Bunun ne olduğunu yaşadıktan sonra
anladık. Örnek olarak yakın arkadaşın anlattığı bir olayı hatırladım; bir
akşam, benim de tanıdığım bir ermeni komşusu ile evinde içki masasında zaman geçiriyormuşlar ve televizyonda benzer haber yayınlanıyor.
Komşusu, masayı göstererek “bak ne
diyor, şimdi sen bana burada nasıl
da eziyet veriyorsun, votkayı koymuşsun ama içmiyoruz. Hadi içelim”
diye şakalaşıp gülmüşler. Ama daha
sonra olaylar ciddi bir boyut almış ve
sonuç olarak da Azerbaycan’ın topraklarının %20’sinin istilasına, Hocalı katliamına kadar gelmiştir. Sov24 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
yetler Birliği dağılmaya
başlayınca Rus emperyalist zihniyeti doğu bölgelerinde kontrolü elden
bırakmamak için Karadağ’ı, özellikle de stratejik konumdaki Şuşa
kentini elinde saklamak
için eski silahını, Ermeni
milletinin en zayıf yeri
olan “Büyük Ermenistan” hayali ile ateşlenen
aşırı milliyetçilik duygusunu kullandılar.
SOVYETLER DAĞILDI PEKİ NE
DEĞİŞTİ?
Sovyetler dağıldı peki ne değişti?
Herkes ayrı bir cumhuriyet oldu.
Dikkat ederseniz ayrılmış cumhuriyetler içersinde Azerbaycan dışında
herkesin toprak sınırları nasılsa öyle
de kalmıştır. Nasrettin Hoca’nın bir
fıkrası var: “Gece karısıyla uyuyormuş. Bakmış ki dışarıda bir kavga
çıkmış. Karısı, ne oldu, dışarı çıkıp
baksana, senin sözünü dinlerler deyince, Hoca yorganına bürünüp dışarı çıkmış. Arkadan birisi Hoca’nın
kafasına tokat atıp yorganını alıp
kaçmış. Ortam sessizliğe bürünmüş
Hoca eve dönmüş. Karısı ne oldu
sorunca, ‘yok bir şey yat’ kavga benim yorganımın kavgasıymış demiş.”
Şimdi koskoca Sovyet Devletinin
çalkalanması, kavgası bitti ve her
kes kendi sınırları içerisinde ama
tek Azerbaycan’ın topraklarının %20
Hoca Nasrettin’in yorganı gibi elden
gitti. Demek ki her şey bu yorgan yüzündenmiş...
SANAT GERÇEKLERİ ANLAMAMIZ İÇİN KUTSANMIŞ BİR HAYAL ÜRÜNÜDÜR
Sahnede her ne varsa gerçek olmasa da gerçekleri yansıtmalıdır. Sanat
yalanı sevmez ama sanatçı “yalanla”
yakın arkadaştır, tabi ki kendi hayal
ürünü olan “yalanı” ile… Tiyatro
dünyanın en kutsal “yalanını” söyler.
Sahnede olup bitenlerin gerçek olmadığını her kes biliyor, peki o zaman
neden yalanı izlemek ihtiyacı duyuyorlar? Çünkü yaşanabilecek benzer
koşullarda farklı tavır ve davranışların nasıl sonuçlar vereceğinin cevabını gerçek hayatta değil, sahnede
uygulanan model koşullarda bulmaları daha doğrudur. Hayat gerçeklerinin doğru bir biçimde algılanması
için insanın bu masum“yalana” ihtiyacı var, işte sanatın gizemi burada.
Bana göre sanatın felsefesinin püf
noktası şudur:
Sanat, gerçekleri idrak etmemiz için
yarattığımız kutsal bir hayal ürünüdür.
Biliyorsunuz dünyada psikodrama
diye bir kavram var. Psikodrama:
Kişilik, kişiler arası ilişki, çatışma
ve duygu sorunlarının özel dramatik metotlarla keşfedildiği ve düzenlendiği bir psikoterapi yöntemidir.
Bu yöntemi kullanarak hayatımızda
cevabını bulamadığımız, çözmekte zorlandığımız birçok problemler halledilebilir. Tiyatro da toplum için aynı görevi
üstleniyor. Zaten psikodrama yöntemi
tiyatro sayesinde hayat bulmuştur. Sahnelenen oyunlar farklı insanların önerilmiş çeşitli hayat koşulları içerisinde
sergiledikleri herhangi davranış ve tavır
biçiminin nasıl sonuçlar verebileceğine
dair ipuçları veriyor. Bizler bu olayları
izlerken farkında olmadan onları bilinçaltımıza kaydederiz. İnsan bazı şeyleri
ön hafızasından silse bile bilinçaltındaki
kayıt kalıyor ve zamanı gelince işimize
yarıyor. Tiyatroda izlediğimiz çözümlemeler hayat boyu farkında olmadan bile
işimize yarıyor ve belki de hayatımızı
kurtarıyor.
AYDIN İNSAN GÜNÜMÜZÜN HAVASINI YARATIYOR
Her insan acı konuşabilir. Peki, neden
dilimizin ucuna diken takıyoruz?.. Bir
babanın veya bir öğretmenin acı konuşması onun evladı, sorumlu olduğu
öğrencisi için içinde yaşadığı acının dışarı vurmasıdır ki bu evladın sorumsuz
davranışı karşılığında baş veren vakadır.
Bu sırada Aziz Nesini hatırlamak geldi
içimden. O da acı konuşan birisiydi ama
içinde ulusu için yanan alevin acısıydı
dışarı vuran. Acı dünyanın tatlarından
biridir. Doğru oranda kullanılmış acı
yemeğe lezzet katar, değil mi?
Tiyatro yaşamımızı, düşünce ve duygularımızı yansıtan berrak büyüteç camından yapılmış bir ayna olmalıdır. Ayna
özünde bir muhaliftir.
CAHANGİR NOVRUZOV 25
O yıllarda ben Azerbaycan Devlet
Genç Seyirciler Tiyatrosu’nun Baş
Rejisörüydüm. Bana batı ülkelerinden özellikle Almanya’daki beni tanıyan tiyatroculardan teklifler geldi. Moskova ve Petesburg’da eğitim
gördüğüm yıllarda kurduğum ilişkiler meyvesini verdi. Oralara sadece
sanatımı geliştirmek ve bildiklerimi
paylaşmak için gidip geldim, saygı
gördüm ama ısınamadım, kendi milletim değillerdi. O kargaşanın içerisinde bana teklif geldi, Kayseri Erciyes Üniversitesinin dönem rektörü
Prof. Dr. Mehmet Şahin’den. Güzel
Sanatlar Fakültesi açılacaktı ve onun
temelini Azerbaycan sanatçılarının
koymasını istiyordu. O Azerbaycan’da sanatın hangi düzeyde olduğunu daha önce gelip görmüştü. Kabul
ettim.
EŞEĞE BİNMEK BİR AYIP EŞŞEKTEN DÜŞMEK İKİ AYIPTIR
Bizler evden çıkarken var ise eksiklerimizi düzeltmek için bakarız aynaya, ne kadar yakışıklı veya güzel olduğumuzu görmek için değil. Ayna
bize masum bir biçim de doğruları
söyler. Ama bazılarımız kendi eksiklerimizi görünce kızar, onu kırmak
isteriz. Peki, bunun yerine kendimize
çeki düzen vermemiz daha doğru olmaz mı? Geleneklerimizde ayna aydınlık remzidir, nuru yansıtandır bu
sebepten de tiyatroda hizmet veren
26 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
cümlesi o zaman onun nasıl bir psikolojide olduğu ve derdinin üretmek, yaratmak olduğunu gösteriyor. O süreci
şu şekilde aktarıyor:
Azerbaycan üzerine çok oyunlar oynandı tarih boyu. Kaybeden de çoğu
TÜRKİYE’YE GELİŞ…
zaman Azerbaycan oldu… Bütün
Cahangir Hoca’nın Türkiye’ye gelişi dünyanın problemleri bizim Karabağ
1995 yılının aralık ayında gerçekleş- topraklarının gitmesiyle mi çözülemiş, “Azerbaycan’da Sovyetlerin dağıl- cekti? Azerbaycan dünya siyasetinde
masıyla beraber tüm jeopolitik ve sos- ona karşı uygulanan ikili standartlaryopolitik sistem enkaz haline getirildi” dan psikolojik olarak yıprandı.
insanlar sözün asıl manasında aydın
insanlar olmalıdırlar. Aydın insan
günümüzün havasını yaratıyor, ona
mana katıyor.
Cahangir Hoca önce Kayseri’ye gider
ve oradaki yaşamanı şu şekilde özetler: Kayseri’de 2 yıla yakın bir süre
“çalıştım”. Ama tiyatro bölümü açılmadı ki açılmadı. Öğrenci bir türlü
alınmadı. Ben Türkiye’ye sadece maaş
almak için gelmedim ki, bir şeyler
yapmak, iz bırakmak için geldim.
Bizde bir atasözü var, derler ki “Eşeğe
binmek bir ayıp eşekten düşmek iki
ayıp”. Kayseri rektörü Mehmet Şahin
Bey’le Bakû’de kurduğumuz hayallerin %1’ini bile yapmadık.
CAHANGİR NOVRUZOV 27
Hiçbir şey yapmadık. Bu bana çok
ağır geliyordu. Daha önce volkan
gibi püsküren yaratıcılık hayatımda
boşuna yaşanmış, hatta yaşanmamış
2 yılım çalındı denilebilir.
ADANA’YA BAHAR HEP ERKEN
GELİR
Adana’ya bahar hep erkenden gelir,
acelesi varmış gibi gider, özletir kendini ama sevdirir… Kentte bahar ayı
mis gibi kokan turunç çiçekleri ile süslüdür, canım kentim nasıl da güzel bir
yandan eser bir yandan ısıtır derken
sıcak ağabeyler kente gelir ve onu izleyen 5 ay boyunca sizi ısıtır ama hep
çok ısıtır. Ancak kent size sürprizler
sunmaya devam eder ve yakınlarında bulunan denizlere, yaylalara gitme
imkânı verir. Cahangir Hoca’nın Adana hikâyesi Azerbaycan’dan Adana’ya
gelip Kayseri’ye gitmesiyle başlar.
1995 yılında Bakü-Adana uçağı vardı ve bu gidiş gelişlerinde bir ara Adana’da görev yapan çok sevdiği aile dostu Fatin Beyleri görmek için bu uçağı
tercih eder. Fatin Bey’in oğlu Erdem
Adana’yı gezdirirken üniversiteye de
uğrarlar. Üniversitenin palmiyeli yolu
çok hoşuna gider “Keşke Kayseri’de de
olsaydı” der Cahangir Hoca. Niyetin
neyse kısmetin o olur derlermiş. İşte
Cahangir Hoca da kısmetini de yanına alıp bir sonbahar ayında baharı erkenden Adana’ya getirmiş ama
bu sefer gitmeden… 1997’nin ekim
ayında Adana’ya transferle geldim.
Yaşam bu, fırsatlar diyarı. Geçmiş 2
yılın acısını çıkarıp işe balıklama dalacağım dedim. Çukurova Üniversitesinde bölüm yeni açılmıştı 1996’da
ve ben Kayseri’deyken bir öğretim
üyesi olarak ilk yetenek sınavlarına
davet edildim. Burada çalışan ekiple ilk kez o zaman yakından tanışma
imkânı buldum. Şimdiyse Adana’da
bir öğretim üyesi olarak göreve başlayacaktım. O zamanlar bizim dalda
yok denilecek kadar azdı öğretim
üyesi. Şimdi bakarsınız 5–10 kişi
bulunur. Ama 17–18 sene önce nerdeyse yok gibi. Bölüm kurulurken
yaşı ilerlemiş insanlara ulaşmak zor,
onlar Ankara’da, İstanbul’da… Adana’da bir bölüm açılınca kim oraları
bırakıp da gelecek… Beni davet ettiler ve Kayseri’deki gerçekleşmeyecek
hayalleri bırakıp geldim. Dönemin
konservatuar müdürü Prof. Yalçın
Remzi Yüregir’di…
Yalçın Yüregir Hoca ilginç biri, hoş
bir insan, memleketini seven bir
beyefendi… Çok severim çok saygı
duyarım kendisine. 1996’da sınavlara davet ettiği sırada tanıştık, görüşüp konuştuk ve sonrasında benim
transfer işlemlerim başlatıldı.
HER ŞEYE RAĞMEN BİZ İŞİMİZİ
YAPMAYA DEVAM ETTİK
Adana’da yeni açılmış bir bölüm vardı. Yeni bölüm ne demektir? Hep bir
sürü eksiği, yapılacak bir sürü işi var
demektir. Kervan yolda düzelir der-
ler. En önemlisi ise sahnesi olan bir
bina yapılmalıydı, yani ihtisasımıza
uygun bir mekân gerekirdi bölüme
ama yoktu. Futbolu top, müziği çalgı aleti, cerrahlığı tıbbi araç gereç ve
bunlara uygun mekân olmadan sadece teorik bilgi vererek nasıl öğretebilirsin?
Bölümümüzün ana meslek dersinin
yapılması için lazım olan koşullar
yoktu. Kâh güzel sanatlar bölümünün
halk dansları ile müşterek kullandığımız salonda, kâh da ne kliması ne
de ısıtması olmayan barakalarda ders
yapmak zorunda kaldık. Yaz sınavları
sırasında sıcaktan bayılan öğrencilerimiz bile oldu ama her şeye rağmen
biz işimizi yapmaya devam ettik. Biz
bölümün açılması için emek verdik.
Nurhan Tekerek (geldiğimde ana sanat başkanıydı), Turgut Bağır, Murat
Çağlar, Muzaffer Sümbül, Harun Altan, ben ve 1998 yılında bize katılan
Ayla Kapan Ezici.
ETRAFTA HER NE GÖRÜYORSANIZ BİR ZAMANLAR HAYAL İDİ.
Sonunda çabalarımız meyvesini verdi, dönemin rektörü sayın Prof. Dr.
Yalçın Kekeç bize üniversitemizde
bölümümüz için özel bir bina, derslik yaptıracağına söz verdi, yani sahne, tiyatro salonu yapılacaktı. Karşılığında ben de ona bu bina için bütün
çizimleri hediye olarak Bakü’den
getireceğime ve bu salonun teslim
edilecek son gününe kadar başında
CAHANGİR NOVRUZOV 29
“Tiyatrodaki bütün ilklerin
anısına saygıyla...”
rasızdır. Önüne geçilmeyen şiddetli
AFİFE JALE
(1902 İstanbul–24 Temmuz 1941 baş ağrıları başlar. Hekimi morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir
İstanbul)
yanlışlık yapar. Bunun sonucu Afife
İlk Türk kadın tiyatro oyuncusudur. artık bir morfin bağımlısıdır. 1923
Afife Jale 1902 yılında İstanbul’da ‘de Atatürk’ün emriyle Türk kadındünyaya geldi. İlk Türk kadın ti- ları sahneye çıkabilmeye başlar ve
yatro oyucusudur. Tiyatro sevgi- Afife’nin korkuları son bulur. Anasiyle 1918’de, Türk ve Müslüman dolu’da turneye çıkan sanatçı yeni
kadınlarının sahneye çıkmaları tiyatro ile Kadıköy’de sahne alır.
yasak olan bir dönemde Darül- Ancak morfin bağımlılığı sanatçıbedayiye (Şehir Tiyatroları) alın- nın sağlılığını iyice bozar ve tiyatmak üzere açılan sınava girer. royu bırakmak zorunda kalır. YaşaAile içinde babası da onun tiyatrocu mının son yıllarını Bakırköy Ruh ve
olmasına karşıdır. Babasının gözün- Sinir Hastalıkları Hastanesinde gede Afife artık kötü kadındır. Evden çirir ve 39 yaşındayken burada ölür.
de ayrı yaşamak zorundadır. Bu arada Darülbedayideki ücretli görevi- Kaynak: HARBİ FORUM-Afife Jale
ne de son verilir. Güvencesiz ve pa- Kimdir?
olacağıma söz verdim. Ama birkaç
inanmayan, hatta muhalif adamlar
çıktı ortaya. Benimle; burası Türkiye,
burada böyle şeyler yapılmaz, diye
alay ettiler. Kendi okulları, memleketi için hiçbir şey yapmamakta kararlı
ve hatta ısrarlı olan bu insanları hala
bir türlü anlamış değilim.
Çalışmalar başladı. Her ikimiz sözümüzü tuttuk. Getirdiğim çizimler
çok işimize yaradı, hele ki Türkiye’de
tek döner sahne Çukurova Üniversitesinin Devlet Konservatuarı Tiyatro Ana Sanat Dalının salonundadır.
(Şimdiye kadar ziyaret ettiğim bir
kaç devlet tiyatroları sahnelerinde
rastlamadım.)
AFİFE JALE TİYATRO SALONU
Sahnemizin bir ismi olmalıydı. Rektörümüz Yalçın Kekeç adını ne koyalım, diye sordu. Ben tiyatro uğruna
trajik bir yaşam mücadelesi vermiş
ve o zamanki toplum zihniyetinin
kurbanı olmuş, ilk Türk kadın tiyatro
oyuncusu Afife Jale’nin adının konmasını istedim. Tiyatrodaki bütün
ilklere armağan edilmesinden yanayım, dedim.
2004 yılı “Afife Jale” salonunun açılış
kurdelesini kesmek onurunu sayın
rektörümüz Prof. Dr. Yalçın Kekeç
bana layık gördü. Bunun nasıl bir
duygu olduğunu anlatamam. Ertesi
gün o alay edenlerin odasına girip;
ORHAN APAYDIN 31
“Ahlak içimizdeki vahşi hayvanı tutan bir zincirdir.”
‘Burası Türkiye. Burada güzel şeyler yapılır‘ dedim ve suskun bakışlarla bakan
yüzlerine kapıyı kapattım.
Sık sık öğrencilerime söylediğim bir
sözüm var: “Hayal kurmayı öğrenin.
Çünkü etrafta her ne görüyorsanız bir
zamanlar hayal idi.”
Artık profesyonel tiyatro koşullarına
uygun, kaliteli eğitim verebilecek bir
mekânımız vardı. Bu koşullarda eğitilen
öğrencilerin duruşu bile bambaşka olacaktı.
girmelidir. Çünkü ait olduğu toplumun
ezeli duygularını, ahlaki ve insani değerlerini önemseyen GERÇEK TİYATRO
ahlakın mabedi olmalıdır. Eğer sahnelenen eser birilerinin vicdanını uyandırabilmişse, o insanda ahlak devreye
girmiştir demektir. Tiyatronun en esas
gizemli gücü budur.” Rus yazar Michael
Jvanitsky, yaşayan bir mizah edebiyatı
klasiği , oğluna nasihatinde şöyle diyor:
“Oğlum, çalış bu hayatta vicdanın olsun.
Eğer vicdanın varsa, sana izin veriyorum, istediğini yap.”
GERÇEK TİYATRO AHLAKIN MABEDİ OLMALIDIR
BENİM İÇİN ÖĞRENCİLERİM KIYMETLİDİR. EN BÜYÜK KAZANÇ İNArtık genç aktör adaylarımızın marifet- SANDIR
lerini ortaya koyacak zaman gelmişti.
Tiyatrodaki ilklere armağan olarak Ne- Türkiye’de tiyatro aşkı, sevgisi, saygızihe Aras’ın “Afife Jale” oyununu sahne- sı olan çok genç var ama maalesef bu
ledik. Oyunumuz beklemediğimiz bir herkesin okulu kazanacağı ve rahatlıkla
beğeni gördü. Bu oyun, toplum bilincini sahnede icraat yapabileceği anlamına
ortaya koyarak, onu seyircilerle ortak gelmez. Çok şükür ki Çukurova Üniincelemeyi amaç edinerek sahnelendi. versitesinde çalıştığımdan beri verdiğim
Toplumun vicdanıyla yüzleşiyordu in- kararlardan dolayı ne pişmanlık ne de
sanlar, vicdanın bizleri içeriden kemir- utanç duymadım. Benim için bütün
mesiyle yüz-yüze kalıyorlardı. Oyun- öğrencilerim çok kıymetlidir.
larımız da iki kez bayılanlar bile oldu Yıllar yavaş yavaş ilerledikçe bölümüseyircilerden.
müzden mezun olan öğrencilerin baTiyatro hakikati, doğrularımızı, mane- zıları yüksek lisans yaptılar, sınavlarını
viyatımızı savunmaktır. Neden aydınlar verip okulumuzda eğitmen olmaya hak
Afife Jale’nin gereken değerini vermi- kazandılar. Onlardan ikisi Muzaffer Kıyorlar? İnsan olan yerde sevap da vardır, rıkkalp ve İsmail Dikilitaş artık bölümgünah da vardır. Biz hep maskeleniyo- de öğretim görevlisi olarak çalışmaktaruz. “İnsanlık kalitesinin düşük olması lar. Bu sene bir kişiyi daha kazanmayı
manevi değerler ve terbiye eksikliğinden bekliyoruz, mezunlarımızdan Hüdoğar. Bilgi eğitimle kazanılır, ya ah- seyin İnan Biçer. En büyük kazanç
lak?.. İşte tiyatro dediğin burada devreye insandır. Onları her gün okulda iş
başında görmek bana zevk verir, sevindirir.
ÇUKUROVA
ÜNİVERSİTESİ
DÜNYANIN SAYILI TİYATRO
OKULLARINDAN BİRİNİ YARATABİLECEK POTANSİYELE SAHİPTİR
Kente ilk geldiğinde neyi ve nasıl yapacağını düşünmeye başlamış ve hayalini kurduğu okulun yapısını kurmaya başlamış.
Gezip gördüğüm tiyatroların ve
okulların en güzel yanlarını uzun
yıllardır buraya taşımaya çalıştım.
Azerbaycan’da, Moskova’da, Petesburg’da öğrendiklerimi, edindiğim
tecrübelerimi ve aile mesleğinin sırlarını öğrencilerime aktarıyorum.
Tüm amacım Çukurova Üniversitesi
Tiyatro Bölümünü dünyanın sayılı
tiyatro okullarından biri seviyesine
çıkarmaktır ve bu potansiyeli burada
yaratmak mümkün. Sadece istek olsun yeter. Ancak inanın bazı şeyleri
uzun yıllar anlatmak zorunda kalıyorum. Günler demiyorum dikkat
edin, yıllar diyorum.
BİZ İKİ DEVLET BİR MİLLETİZ
Azerbaycan kültürü ve Türkiye kültürünü konuşmaya başlayıp benzer
yanlarımızdan bahsetme niyetindeydik, birden tiyatrocu ses tonu devreye
girdi ve Cahangir Hoca’dan “Benzer
değil aynıdır.” cümlesi çıktı.
CAHANGİR NOVRUZOV 33
Kültürün en bariz göstergesi sahip
olduğun zevktir. Zevkine göre kültür
seviyen anlaşılır. Zevkin de en bariz
belirtilerinden biri ağız tadıdır, yani
sahip olduğun mutfak. Türk mutfağı
kadar nefis çeşitlere sahip olan dünyada kaç mutfak var ki…
Bizim ağız tadımız bile farklı sayılmaz, çok yakın. Adana’da genel olarak acılı yerler. Bakû’de bu kadar acılı
yemiyorlar ama Adanalılardan fazla
etçidirler. Acılı yemek konusunda da
ben Adanalılara taş çıkarırım ))).
Dinimiz aynı, gelenek ve âdetimiz
aynı, insani değerlerimiz, büyüklerimize saygımız aynı… Burada benzerlik değil ikiz kardeşlik var. Ben
OYUNCULUĞUN TEMEL BİLGİSİNİ OLUŞTURAN STANİSLAVSKİ’DİR
“Oyunculuğun temel bilgisini
Stanislavski oluşturmuştur.
Benim öğretilerimde temel aldığım odur.”
Konstantin Sergeyeviç Alekseyev
Stanislavski (5 Ocak 1863 – 7 Ağustos 1938) Rus tiyatro oyuncusu, yönetmen.
Psikolojik gerçekçi oyunculuk sanatının baş kuramcısı olan Stanislavski,
özdeşleşmeyi oyunculuğun temeline koymuş; oyuncudan her şeyden
önce gerçeği istemiştir. Stanislavski’nin psikoteknik yöntemi, “üretici özdeşleyim” kuramı, oyuncunun
rolünü rastlantısal esinlenmeye bırakmayarak, ön çalışma sırasında
çağrışımlanan birçok esinin saptanarak, yaratma anında “duygulanımsal
kendimi burada en zorlu günlerimde
bile yabancı sanmadım. Azerbaycan’ın merhum cumhurbaşkanı Ulu
Önder diye andığımız Haydar Aliyev
demiştir: “Biz iki devlet bir milletiz.”
Ben bunu doğru olduğunu burada
yaşadım.
FARK ETTİM Kİ BEN ADANALIYIM
Kent, insanlar ve kentli insanlar. Besleyen, beslenen...
Cahangir Hoca samimi cümlelerine
devam ediyor ve kendi Adana’sını tarif ediyor:
Adana benim sevdiğim bir şehirdir.
Birincisi çok huzurlu bir kenttir. Teanımsama” yoluyla yinelendirilmesine dayanır. Stanislavski, oyuncunun
tasarım ve eylem gücünü harekete
geçirmek için düş gücü ve yoğunlaşma temrinleri geliştirmiştir; buna
göre oyuncu kendisine şunları söylemelidir: “Benim için önemli olan
olaylar değil, benim ne yapacağımdır, sahnede çevremde olup bitenler
gerçek olsaydı eğer, benim onlar karşısında ne gibi bir tavır alacağımdır”.
Stanislavski, “yaratıcı düşlem gücü”
sistemini, “duyguların mantığı”nı,
daha sonra “eylem mantığı”, “psişik
eylem” kavramıyla gelişmiştir. Stanislavski’nin tüm dünyada oyunculuk eğitimini ve oyunculuk anlayışını derinden etkilemiş olan sistemi,
çağımızda başlıca Moskova ve Petes-
levizyon haberlerinde Adana adliyesinin olaylarını anlattıkları zaman
farklı bir imaj oluşuyor. Adana’daki
yaşamımın üçüncü yılında televizyonda izlediğim bu haberler bana
dokunmaya başladı, çıldırmaya ve
üzülmeye başladım. Fark ettim ki artık Adanalıyım. Adananın kişiliğini
oluşturan insanıdır. Ben Adana’nın
insanını seviyorum. Birincisi her bir
dine, her bir millete, her bir insana,
her bir geleneğe sıcak ve insana insan
gibi bakan bir şehir. Toprağının bereketi insanının düşüncesine, felsefesine, karakterine yansımış ve toprağı
kadar zengin ruha, cömertliğe sahip
olan bir kentte yaşıyorum.
burg tiyatro yüksek okul ve enstitülerinde geliştirilmektedir.
Türkiye’de kaçıncı yıllarda tiyatro
okulu açıldı ve bu yüksek okul niteliği taşıdı? Yüksek okul niteliği sadece,
altında bilimsel bir çalışma olduğu
zaman gerçekleşir. Bir köylü ineğin
nasıl doğuracağını, nasıl gebe kalacağını bilir ama bu bilgiyi bilimsel
boyuta taşıyınca, üzerinde bilimsel
çalışma yapılınca ziraat fakültesi açılır. Türkiye’de Stanislavski sistemini
biliyorlar, ama bugüne kadar Stanislavski’nin kitaplarının yarısını bile
Türkçede tercümesi yoktur. Bir bilim adamının oluşturduğu bir sistem
hakkındaki kitapların tümünü okumadan, o bilgiyi tümüyle edinmeden
o sistemi nasıl bilebilirsin?
CAHANGİR NOVRUZOV 35
İSTANBUL’A DA GİDEBİLİRDİM
ANCAK ADANA FARKLI
EYLEM VE BEDEN DİLİ OYUNCULUĞUN TEMEL ÖĞESİDİR
İstanbul’a da gidebilirdim. Ancak büyük şehirler insanı yıpratıyor. Zamanının yarısını yola, diğer yarısını da
sadece yarın nasıl geçineceğine harcıyor oradaki insan. Sanatın kaynar
yeri İstanbul diyorlar ama gerçek anlamda ortaya çıkacak dünyada mikyaslı bir sanatçı görmüyorum? Belki
ben bilmiyorum. İstanbul’da yaşam
başka türlüdür, düşünmek fırsatı
bulmadan koşturmak zorundasın.
Adana 3,5 milyon, İstanbul 15...
Adana bana çok şey verdi. En önemlisi Adana bana 140 üzerinde evlat
niteliğinde öğrenci verdi. Sevdiğim
çocukları verdi. Benim burada kendi
2 evladım ve 6 torunumun üzerine
daha onlarca evladım ve torunum
var. Evlatlarım öğrencilerim onların
çocukları ve torunlarım var.
İnsan beyni değerlidir, tanrı başımızı o yüzden vücudumuzun en üstüne yerleştirmiş sanırım. Vücut ise
ustasını taşımak üzere tasarlanmış.
Tiyatro sanatının en önemli nüktesi
beyin ile vücudun, yani akılla fiziğin
birleşerek “beden dilini” oluşturmasıdır. Cahangir Hoca’nın bu konuda
düşüncesi şu şekilde:
Bizler farkında olmadan sadece dilimizle değil bütün vücudumuzla,
fiziğimizle konuşuruz. Bir oyuncunun görevi eline aldığı metni tam ve
doğru şekilde anlamak ve anladığını
doğru bir şekilde ifade etmektir.
Herkes okuduğu yazının ne demek
istediğini anladığını zanneder ancak
bu tam anlamıyla böyle olmaya bilir.
Eğer konuştuklarımı şu an kâğıda
dökmüş olsaydım sizler de anlattıklarımı benden değil kâğıttan okumuş
olsaydınız hikâyemle ne demek istediğimin ne kadarını anlamış olacaktınız? Acaba ne demek istediğimi
hikâyemi izlerken mi okurken mi
daha iyi anlayacaksınız? Bizler sadece dilimizle değil mimiğimiz ve fiziğimizle de konuşuruz.
Osmanlı sultanlarından birinin müthiş bir sözü var: “Sözler bize düşüncelerimizi saklamak için verilir.” Bir
rol üzerinde çalıştığınız zaman sözler
arasındaki düşünceyi ortaya çıkarmanın bir yöntemi vardır. Psikolofiziksel analiz… Yani kısadan keserek,
BİR KENTİN, BİR ULUSUN SANAT MABEDİ EĞLENCE MERKEZİ OLAMAZ
Söz döndü dolaştı eğlence, sanat ve insan üçgenine geldi. Tabi ki hocanın bu
konuda diyecekleri vardı:
Tiyatro eğlence merkezi değil ama
yapısında eğlence faktörü olmalıdır.
Tiyatro eğlence merkezi olduğunda
zamanı öldürmek için yapılmış bir
müesseseye çevrilip çok kötü şeylere
kayar. Oysa Sanat Mabedi ruhu eğlendirmek içindir.
eylem ve beden dili oyunculuk tekniğinin temel öğesidir. Başka bir deyişle; Oyunculuk bilinçaltını bilinçli bir
şekilde kullanabilme sanatıdır.
ÇUKUROVA
ÜNİVERSİTESİ
OYUNCULUK ANA SANAT DALI
Okulumuz açıldığından bu güne
140 üzeri öğrenci mezun ettik. Sadece onlara oyunculuk eğitimi değil birçok alanda eğitim vermeye
çalışıyoruz. Dans, müzik, sahne ve
oyunculuk eğitimi, hareket ve sahne
dövüşü teknikleri, davranış psikolojisi, tiyatro tarihi ve bir sürü kuram
dersleri. Okulumuzda kendini yetiştiren ve bilgisini öğrencisine büyük bir özveriyle aktaran çok değerli
hocalarımız var. Bunlar kimler mi
diye sorarsanız; Lillia Petrova dans
hocası, Rusko Ruskov şan hocası, her
ikisi Bulgaristan’dan buraya geldi ve
değerli eğitmelerdir. İsmail Dikilitaş;
oyunculuk ve sahne hocası, Muzaffer
Kırıkkalp, oyunculuk, sahne hareketi ve sahne dövüş teknikleri hocası
ikisi de okulumuzdan mezun olmuş
akademik yönü güçlü olan benim
onur kaynağım, değerli öğretmenlerimizdir. Turgut Bağır; tiyatro tarihi
ve kuramları hocası. Turgut ben geldim geleli burada çalışıyor. Kendisi
çok dürüst ve hayatımda gördüğüm
ender insanlardan biri. Adana Devlet Tiyatrosunda da oyunculuk yapmaktadır. Serdal Gökayaz, davranış
psikolojisi dersini üstlenmiş değerli
eğitmen. Ve eskrim hocamız Atakan
Akçay en önemlisi Yücel Uğurlar, onsuz işimiz yürüyemez. E ne demiştik
işimiz insan.
yerlere taşıyorlar. Damatlarım Mir
Asıf ve Cemal, çok değerli ve düzgün insanlardır. Büyük kızım Nesibe tiyatro eleştirmenliğinden, küçük
kızım Nezrin de sinema eleştirmenliğinden mezunlar. Büyük kızım bir
VE BEN, EŞ, BABA, DEDE…
ara oyunculuk yaptı ama devam etmedi. Oyunculuğu neden bıraktığını
Her şey ailede başlar demiştik. Be- sorduğumda, senin gibi bir yönetnim ailem kocaman,bir de çekirdek menle çalışmadıktan sonra ben bu
ailemi sorarsanız; Evliyim, iki kızım işi yapamam dedi. Ailemiz bizim her
var, altı torunum var. Eşim Elnara şeyimiz. Ben onları çok seviyorum.
ile biz tanışmadık ben onu doğuştan
tanıyorum. Yani o doğduğunda ben BENİM BU ŞEHİRDE YÜZLERCE
3 yaşındaymışım. Biz kuzen çocuk- ÇOCUĞUM, TORUNUM VAR
larıyız. Evliliğimiz pek ensest sayılmaz. Onun annesi ile benim babam Farklı ailelerden gelen, farklı kültürkuzenler. Onların eşleri ise başka lerden gelen yüzden fazla öğrencim
kan taşıyorlar. Çocukluktan birlikte oldu. Onların, okuldan mezun olbüyüdük sayılır. Ben bir kadınla ta- duktan sonra tekrar gelip bizi ziyanışmanın nasıl bir şey olduğunu bil- ret etmeleri beni çok mutlu ediyor.
miyorum))). Evlendik. Elnara benim Şimdi onların bazıları evlendi ve
sadece eşim değil hem de hayat ar- çocuklarıyla bizi görmeye geliyorlar.
kadaşımdır. İnsanın eşi çok önemli, Öğrencilerim benim çocuklarımdır.
o sizin hayattaki duruşunuzu yansı- Ben hayatım boyu çocuklarıma biltır. Başka birisiyle ömrümü bu kadar diklerimi en doğru şekilde anlatmadoğru yaşayamazdım sanıyorum. İki ya çalıştım. Hayatta en büyük kazanç
kızımız var. Ben tek çocuğum ve bu- insandır. Benim kazandığım hazine
nun zorluğunu çok çektim. Düğün- o kadar büyük ki, koskocaman. Hem
de, bayramda, cenazede, her koşul- de kimsenin bu hazineyi benden alda… Kızlarımın ise üçer çocukları maya gücü yetmez.
var ve inanın onlar adına çok mut- Hayatta tek amacım var; Çocuklarım
luyum. Toplam 6 torunumuz var, ilki da öğrencilerim de ben dünyamı deCafer erkek, 5’i kız Tamilla, Ayan, ğiştikten sonra bana rahmet okusunFerah, Medine ve Nuray.
lar yeter, o kadar.
Bir kızım Moskova’da diğeri Bakü’de
yaşıyor. İkisi de kendilerini çok iyi
CAHANGİR NOVRUZOV 37
BAHAR’IN DALLARI ÇİÇEK AÇTI nizle ve beyninizle düşünmeli o şekilde hareket etmelisiniz.’
Buraya kadar hep Cahangir Novru- Merve Giritlioğlu – Bir oyuna hazov’ u kendi anlattıklarıyla okudu- zırlanırken sezgisel değil de bilgisel
nuz. Dedik ya o bir ağaç,onun için yaklaşmayı öğretti.
şimdi bu ağacın dallarında yeşeren Kemal Burak Yılmaz – Çok sert ve
çiçeklerinden tanıyalım bir de kah- çok zor anlaşılan biridir. Zaten sanıramanımızı.
rım zor anlaşılması onu asabi yapıKübra Teke – Bana en çok öğrettiği yor. Öğretmek konusunda acelecidir
şey sabretmek oldu.Çok sabırsız ve ve biz onu anlamada, algılamada zorçok aceleci bir insandım önceleri. lanabiliyoruz. Bazen de hiç konuşOkul hayatımız boyunca, sabrın öne- masak bile o bizi görüp sorunumuzu
mi öğrendim ve kendime kazanımlar anlayıp bize ihtiyacımız olan cümleyi
edindim.
söylediğinde cümleleri bu şekilde açSumru Yılmaz-Detaylı ve ince düşü- maya başlarız.Asla bize balık vermez.
nen biri olup,ona göre hareket eden Balık tutmayı öğretir.O önde biz babiri olmamı sağladı.Bizler birer yan- lık tuttuk diye sevinirken O daha büsımayız.Seyirci bizi izlediğinde kafa- yük balık tutmuştur. Bunları da tutsında iyi yada kötü bir şeyleri oluştu- malısınız deyip bize gösterir.Çünkü
rabiliyorsak,kendi içinde arınmasını yöntemi öğrenmemiz gerekiyor.Her
sağlayabiliyorsak ne mutlu bize.
zaman üretip her zaman çözümleKadir Tataş – Kendisinden hayat meye devam etmemiz gerekiyor.
anlamında bir çok şey öğrendim. Kürşat Kurnaz – Cahangir Hoca deMezun olduktan sonra da kullanabi- yince çaba geliyor aklıma.Her konu
leceğim bir sürü insani taktik biliyo- da çabalamış ve bizlerinde çabalayarum artık.Bir hoca olarak kendisini rak öğreneceğimizi bize göstermiştir.
çok seviyor ve takdir ediyorum.
Çalışmalarda da en doğrusuna ulaşZümre Ertürk – Bir insanı daha de- mamız için elinden geleni açar ve
taylı tanımamı ve insanlara karşı sa- sergiler. Hocaya bir soru sorarsınız,
bırlı olmamızı sağladı.Kıvılcımdan cevap vermez. Kemal’in dediği gibi
ateş çıkartıyorduk ama tanıdıkça o aslında balığı sana gösteriyor.Ama
daha toleranslı olmamız gerektiğini o gidilecek yolu göstermiyor .Sadeöğretti bize.
ce bak diyor kuzeyin burası güneyin
Hiçbir zaman kolaycılığa itmedi .Zo- burası.Ağaçların kuzey tarafı yosun
run üstüne düşersek daha çok kaza- toplamıştır.Güneş doğudan doğar.
nımlarımız olacağını öğrendik.Kolay Buradan ayırt et ,diyor.Sende burakolaydı,zorun üstüne gitmemiz ge- dan gitmen gereken yolu çiziyorsun.
rekti.Her zaman bize der ki,’Kalbi- İşte oyunda da en ufak bir açar var38 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
dır. Sen oyuncusundur ,göremezsin.
Cahangir hoca o küçük iğne deliği
kadar olan küçücük noktayı sana
gösterir. Sen de yavaş yavaş oraya
doğru gidersin farkında olmadan.
Sonra bakarsın ki bir karakter yaratmışsındır. Öbür tarafa geçmişsindir
çizginin. Cahangir Hoca deyince
bunlar geliyor aklıma.
Şahane bir eğitmendir. Türkiye ‘de
bunu yapabilecek nadir insanlar vardır.Türkiye’de böyle bir eğitmen olduğunu sanmıyorum.Kendisi Azerbaycan vatandaşı olmasına rağmen
Türkiye için Türk sanatı için elinden
geleni hiçbir zaman esirmeyen bir
hocamızdır.
ADANA İÇİN, DAHA ÇOK ŞEY
YAPMAK
İsterseniz bir kez daha Cihangir Nevruz’a kulak verelim;
16 senedir Çukurova Üniversitesinde
çalışıyorum. Bu yıllar içerisinde asıl
görevimin dışında okulumuz için bir
şeyler de yaptım. Ama sanat, kültür,
aydınlanma adına yapabileceğim
daha çok şey olduğuna inanıyorum.
“Afife Jale” salonu faaliyete başladıktan sonra mütemadiyen her sene en
az bir, bazen iki oyun sahneleniyor.
Ama bu oyunların çoğu mezuniyet
oyunu olduğundan 10–15 kez sergilenip ömrünü bitiriyor. Bir tiyatro
oyununun fikir halinden sahne tecessümüne dönüşmesi bir resim tablosundan, bir heykelden, bir kitaptan
ve herhangi başka bir sanat ürünün-
den daha çok fiziki emek, en az
onlara sarf edilen kadarı yaratıcı beyin enerjisi ve onlara feda
edilen asabiyetin kesinlikle daha
fazlasını talep eder. Lakin tiyatro dışındaki sanat numuneleri
uzun yıllar müzelerde korunarak
sergilenirken daha fazla zahmetle ortaya çıkan, onlarca insanın
yaratıcılık ürünü olan oyunlar
birkaç ay gösterildikten sonra
tarihe karışır. Gerçi bu tiyatronun özelliği ve kaderi… Okulumuzda aynı yaratıcı hassasiyetle,
zor koşullarda ve birçok insanın
fedakârlığı sayesinde sahnelenen
oyunlarımız ise en fazla 15–20
gün seyirci ile karşılaşabilir.
Aylarca emek sarf ettiğimiz bu
oyunlarımız bir kelebek hayatı kadar az yaşıyor. Bu haksızlık
değil mi? Oysa düşündüğüm
eğitim tiyatrosu modeli sayesinde bu oyunlarımız üniversitemize kar getirerek Adana’mızın
kültürel hayatına da katkıda bulunabilir. Her yıl büyük emekle
hazırladığımız oyunların halkla
buluşması bir zarûriyât. Çünkü
onlar halkın malı ve gençlerimiz
de bu ulus için eğitildiler. Bunun
için elimden geleni yapmaya hazırım. Umarım Üniversitemizin
yeni yönetimi bu düşüncemi
destekler. Adana için daha çok
şeyler yapmak isterim yüce Tanrım izin verse.
EMEĞİN OLDUĞU YERDE GÜZEL İŞLER OLUR
Prof. Dr. Cahangir Novruzov
Ekim 1997’den bugüne kadar Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü
Tiyatro Ana Sanat Dalında öğretim
üyesi olarak çalışmakta. Çalıştığı bu
yıllarda hazırladığı Mar Bayciyev’in
“Düello”, Tufan Minnulun’in “Şeytana Lanet”, Guilherne Figueiredo’nun
“Ezop”, M.Çağlar‘ın “Şencan’ın Düşü
“, Nezihe Aras’ın “Afife Jale”, Grigoriy Gorin’in “Herostratos’u Unutun”,
Nikolay Gogol’un “Müfettiş”, Aziz
Nesin ‘in “Bir Kadın İçin Düet”, Stanislav Stratiev’in “Otobüs”, Maksim
Gorkiy’nin “Küçük Burjuvalar” ve
“Sonuncular”, Mirza Fethali Ahundzade’nin “Mösyö Jordan ve Derviş
Mesteli Şah”, Yakavos Kambanellis’in
“Harikalar Avlusu” oyunları büyük
beğeni kazanmıştır.
Bunlardan başka Mar Bayciyev’in
“Düello”, Tufan Minnulun’in “Şeytana Lanet”, Grigoriy Gorin’in “Herostratos’u Unutun”, Nikolay Gogol’un
“Bir delinin hatıra defteri”, Stanislav Stratiev’in “Otobüs”, Mirza Fethali Ahundzade’nin “Mösyö Jordan
ve Derviş Mesteli Şah” oyunlarının
metnini Türkçeye çevirmiştir.
Nikolay Gogolun “Müfettiş”, Maksim
Gorkiy’nin “Küçük Burjuvalar” ve
“Sonuncular” oyunlarını Rus dilindeki orijinal metinlerine göre baştan
düzenlemiştir.
Ayrıca Çukurova Üniversitesi “Afife
Jale” Tiyatro Salonu’nun projelendirilmesinde ve yapılmasında doğrudan emeği geçmiştir.
Ve kahramanımız bugüne değin
60’tan fazla tiyatro oyununu sahneye
koymuş,11 sinema filminde,50’den
fazla da tiyatro ve televizyon oyununda oyuncu olarak rol almıştır.
Birçok çeşitli uluslar arası ve ulusal
festivallerde jüri üyeliği yapmıştır.
2011 yılında Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından
Azerbaycan Devlet Sanatçısı unvanına layık görülmüştür. Azerbaycan
DİASPORA’sının aktif bireylerinden
biri. Adana Azerbaycan Kültür ve
Dayanışma Başkan Yardımcısı. TADEF (Türkiye Azerbaycan Dernekler
Federasyonu) Yurtdışı ilişkilerden
sorumlu genel başkan yardımcısı.
Tiyatro özelinde, sanatın yeteneğin
yanında ancak düzenli bir eğitim alınarak yapılabileceği gerçeğini, bizzat
göstererek kentimiz tiyatrosuna güç
katan kahramanımızdır.
“Ruhumuzu her zaman yükselişte ve
uyanık tutmamız için yaratıcılık arayışlarımızı, yaratıcılığımızı canlı ve
çağdaş tutmamız için ise ruhumuzun
yükselişini durdurmamalıyız. Hayal
gücümüz ne kadar yüksek, bakış açımız ne kadar geniş, düşüncemiz ne
kadar derin, hedeflerimiz ne kadar
uzak ve isabetli olursa yaratıcılığımız
da bir o kadar çağdaş ve topluma yararlı olur.”
CAHANGİR NOVRUZOV 39
Dilek COŞANOĞLU
Adana doğumludur. Adana Kız Lisesi mezunudur. Adana Büyükşehir Konservatuarı Tiyatro Bölümünde tiyatro eğitimi almıştır. Tiyatroya olan ilgisi daha ortaokul
yıllarında başlamıştır. Konservatuar eğitiminin daha 1. yılında ilk profesyonel deneyimini Şakir Gürzumar yönetmenliğindeki ‘Düğün yada Davul’ oyunda yönetmen
asistanlığı yaparak yaşar. Oyunculuktan
çok, tiyatronun mutfak kısmı ilgisini çeker.
Birkaç yıl çocuk tiyatrolarında çalıştıktan
sonra Ankara Çağdaş Drama Derneğinde
“Drama Eğitmenliği” kursuna 3 yıl devam
eder. Sonrasında Çok sayıda özel ve resmi
kurumda tiyatro ve drama eğitmenliği, tiyatro yönetmenliği yapar.
Dramayı ve tiyatroyu zenginleştirmeliyim
diyerek, 2007 yılında AFAD’da Temel Fotoğraf Eğitimi almaya başlar. Bu eğitimin
ürünü olan fotoğraflarından birisi yurt
içi sergileme hakkını kazanmıştır. 2010
yılında Haluk Uygur ‘un oluşturduğu Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu’nda,
Ogün Burduroğlu’nun eğitmenliğinde
“Yaşanmışlığıyla Tarihi Adana Konakları”
adlı çalışmaya katılır. Bu süreçte workshop
eğitimlerine katılıp fotoğraf ufkunu geliştirir.
Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu’nun
üyesi olarak 2012 yılında Alzheimer konulu kısa film projesinde oyunculuk yapmıştır. Şu anda özel bir şirkette çalışıp, “her
gün yenidir” der. Yaşamın renklerini, farklı bir sanat dalı olan fotoğrafta görebilmek
için yeni projelere katılmak ve bu yönde
kendisini geliştirmeye, sanat-kültür-insan
sevgisini çoğaltmaya çalışmaktadır.
Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.
Download