aristoteles felsefesinde tasımsal tanıt ve diyalektik ilişkisi

advertisement
TC
ANKARA ÜNİVERİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE (SİSTEMATİK FELSEFE VE MANTIK) ANABİLİM DALI
ARİSTOTELES FELSEFESİNDE
TASIMSAL TANIT VE DİYALEKTİK İLİŞKİSİ
Doktora Tezi
Engin D E L İ C E
Ankara, 2007
TC
ANKARA ÜNİVERİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE (SİSTEMATİK FELSEFE VE MANTIK) ANABİLİM DALI
ARİSTOTELES FELSEFESİNDE
TASIMSAL TANIT VE DİYALEKTİK İLİŞKİSİ
Doktora Tezi
Engin D E L İ C E
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Erdal C E N G İ Z
Ankara, 2007
ii
TC
ANKARA ÜNİVERİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE (SİSTEMATİK FELSEFE VE MANTIK) ANABİLİM DALI
ARİSTOTELES FELSEFESİNDE
TASIMSAL TANIT VE DİYALEKTİK İLİŞKİSİ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Erdal CENGİZ
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
Prof. Dr. Sabri BÜYÜKDÜVENCİ
........................................
Prof. Dr. Yasin CEYLAN
........................................
Doç. Dr. Erdal CENGİZ
........................................
Doç. Dr. Eyüp Ali KILIÇASLAN
.........................................
Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Rufai TURAN
.........................................
Tez Sınavı Tarihi: 05 / 02 / 2007
iii
TEŞEKÜR
Bu çalışma, bilgece bir huzurun değil, bulantılı bir tedirginliğin atmosferinde
tamamlandı. Bütün kaygılı süreçlere rağmen, buradaki çalışmanın tutarlı bir tarzda
gelişmesinde danışmanım Doç. Dr. Erdal Cengiz’in güven telkin edici entelektüel
tutumunun önemli etkileri vardır. Çalışma sürecindeki hatırlatma ve tavsiyeleri
kadar, birlikte düşünmeler burada araştırılan konunun bir tez düzeyinde
tartışılabilmesini sağlamıştır. Bu ortak düşünmelerde onun önerileri teze ilişkin
‘danışmanlık’tan hep daha fazlasını oluşturmaktadır. Kendisine teşekkür ederim.
Onun demokratik nezaketi her türden diyalog için bir mezotes’tir; ancak sözcüğün
birinci anlamı olan ‘orta olma’ değil, ikinci anlamı olan ‘merkez olma’dır.
iv
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR ..............................................................................................1
ÖNSÖZ ...........................................................................................................2
GİRİŞ ..............................................................................................................3
I. B Ö L Ü M
AKIL YÜRÜTMENİN METODU OLARAK DİYALEKTİK .............................14
I.1. Diyalektiğin Metot Olarak Görünümleri................................................17
I.2. Sullogismos ya da Diyalektiğin Formu.................................................27
I.2.1. Topikler’de Sullogizesthai ve Sullogismos Ayrımı.........................36
I.3. Malzemelerine Bağlı Olarak Sullogismos Türleri .................................38
I.3.1. Doğru Uslamlama Formları: Apόdeiksis ve Dialektikos ................40
I.3.1.1. Tanıtlamalı ve Diyalektik Uslamlamalarda Tasımsal Tanıt
Ayrımı.................................................................................................43
I.3.2. Hatalı Uslamlama Formları: Eristik ve Safsata..............................46
I.4. Diyalektik Metodun Malzemesi: Endóksa ............................................49
I.5. Diyalektik Metodun Öğeleri .................................................................59
I.5.1. Önerme ve problem ......................................................................60
I.5.1.1. Yüklemler Kuramının Diyalektik Problem İçindeki Yeri...........64
I.5.1.1.a. Yüklenilen (Katêgoroumenon) .........................................67
I.5.1.1.b. Yüklenilen (Katêgoroumenon) ve Yüklemler (Katêgoríai)
İlişkisi..............................................................................................72
I.5.2. Diyalektik Önermeler ....................................................................84
I.5.3. Diyalektik Problem ........................................................................90
I.5.3.1. Diyalektik Problem Olarak Aporia...........................................94
I.5.4. Diyalektik Tez ...............................................................................96
I.5.5. Önermeler Arası Olası Karşıolumların Araştırılması .....................98
I.6. Topikler’de Diyalektik Argüman Türleri Olarak Epagôgê ve Sullogismos
................................................................................................................108
I.6.1. Diyalektik Argümanların Güçlükleri .............................................115
II. BÖLÜM
ARAŞTIRMA METODU OLARAK DİYALEKTİK .......................................118
II.1. Diyalektiğin İki Değerliliği..................................................................122
II.2. Aristoteles’in Episteme ve Metodu ...................................................128
II.2.1. Episteme’den Sophia’ya ............................................................128
II.2.2. Analitikler’in Bilimsel Araştırma Metodu Olarak Epagôgê ..........139
II.2.2.1. Bölme Metodu ve Tanımlama .............................................143
II.2.3. Apodeiksis ya da Bilimsel Bilginin Formu ..................................148
II.2.3.1 Tanıtlama ve Tanımlama......................................................155
II.2.3.2. Özün Tanıtlanması..............................................................159
II.2.4. İlk İlkelerin Keşfi ya da Başlangıç Noktası Problemi ..................161
v
II.2.4.1. İlkelerin Keşfi İçin Sonsuza Kadar Geri Gidilemez ..............173
II.3. Diyalektiğin Bilim İle Birbirini Tamamlayıcı İlişkisi.............................179
II.3.1. Apόdeiksis ile Dialektikos Sullogismos Uslamlama Formlarının
Karşıtlığı ..............................................................................................181
II.4. Diyalektiğin Kullanım Alanları ya da Diyalektiğin Yararı ...................190
II.4.1. Diyalektiğin Araştırma Metodu Olarak Kullanımı ya da Diyalektiğin
Bilim İçin Gerekliliği..............................................................................200
II.4.1.1. Epistêmê İçin Arkhê’nin Keşfinde Diyalektik Metodun İşlevi203
II.4.1.2. Diyalektiğin Genel İlkeleri ....................................................213
II.5. Diyalektiğin Araştırma Metodundaki İşlevi: Mantıksal Soruşturma ...217
II.5.1. Sullogismos ve Dialektikos Sullogismos Bağı............................220
II.6. Mantıksal ile Fiziksel Olanın Karşıtlığı ya da Doğa Bilimlerinde
Diyalektik.................................................................................................222
II.7. Diyalektiğin Etik Problemlerinin Çözümünde Uygulanması ..............229
II.8. Metafizik Aklın Diyalektiği.................................................................237
III. BÖLÜM
RETORİĞİN FORMU OLARAK DİYALEKTİK ...........................................252
III.1. Retoriğin Diyalektikle İlişkilendirilmesi .............................................253
III.1.1. Diyalektiğin Tamamlayıcısı Olarak Retorik ...............................261
III.2. İkna Metodu Olarak Retorik.............................................................270
III.3. Retorik Argümanın Yapısı ...............................................................274
III.3.1. Paradeigma ..............................................................................277
III.3.2. Enthumêma ..............................................................................279
III.3.2.1. Retoriğin Entimem’i Diyalektik Bir Argüman Olarak Görülebilir
mi? ...................................................................................................289
SONUÇ.......................................................................................................293
ÖZET ..........................................................................................................300
SUMMARY .................................................................................................301
KAYNAKÇA ...............................................................................................302
vi
KISALTMALAR
Aristoteles’in eser adlarının kısaltmaları
C.
In.
Pr.A.
Po.A.
T.
SR.
Ph.
OH.
GC.
OS.
Pa.Ani.
P.Ani.
GA.
M.
EE.
NE.
R.
P.
Dia.
Categories
De Interpretatione
Prior Analytics
Posterior Analytics
Topics
Sophistical Refutations
Physics
On The Heavens
On Generation and Corruption
On The Soul
Parts of Animals
Progression of Animals
Generation Of Animals
Metaphysics
Eudemian Ethics
Nicomachean Ethics
Rhetoric
Poetics
Dialogues [Protreptikos]
Platon’un eser adlarının kısaltmaları
Pha.
Pa.
D.
S.
Th.
Phai.
Şö.
K.
Me.
G.
Y.
Phaidon
Parmenides
Devlet
Sofist
Thaitetos
Phaidros
Şölen
Kratylos
Menon
Gorgias
Yasalar
Diğer kısaltmalar
Di. La.
L.&S.
PUP
LCL
RH
Diogenes Laertios
Liddell and Scott’s Greek-English Lexicon
Princeton University Press (The Complete Works of Aristotle)
Loeb Classical Library (Aristotle I, II)
Random House (The Basic Works of Aristotle)
1
ÖNSÖZ
Buradaki çalışma, diyalektik metot hakkındaki tartışmalarından hareketle
Aristoteles’in diyalektik teorisini, kavram olarak diyalektiğe ilişkin belirlemelerinden
kendisinin uyguladığı araştırma metodu olarak diyalektiğe doğru bir gelişim sergilediği
kurgusu içinde temellendirmeyi denemektedir.
Çalışma boyunca oluşturulmaya çalışılan düşünceler için kaynakça, ilk olarak,
doğrudan Aristoteles’in kendi metinleridir. Kaynak alınan İngilizce çeviriler Bekker’in
(Berlin, 1831), T. Waitz’in (Leibzig 1844-46) ve Rosse’un (1908) editörlüğündeki
Oxford edisyonunun düzenlemelerine göre oluşturulmuş üç corpus aristotelicum’dur.
Asıl göndermeler Jonathan Barnes’ın editörlüğündeki Princeton University çevirisi olan
The Complete Works of Aristotle (1995) edisyonunadır. Bununla birlikte Jeffery
Henderson’ın editörlüğündeki The Loeb Classical Library edisyonundaki Aristotle I, II
(2002), Richard McKeon’un editörlüğündeki Random House edisyonu olan The Basic
Works of Aristotle (1941) ile birlikte terimlerin Türkçe düşünmeye uygun
dönüştürülebilmesi için de, Türkçe çeviriler kaynak olarak alındı. The Loeb Classical
Library edisyonu metinleri Yunancaları ile birlikte sunduğu için, Yunanca terimlerin
göndermeleri burayadır. Bununla birlikte Yunanca terimlerin çevirisi için Liddell and
Scott’s Greek-English Lexicon’u (1974) kaynak olarak alındı. İkinci olarak, Aristoteles
yorumcularının çalışmaları ikinci derecedeki kaynak metinlerdir. Bu metinler, çalışmada
neredeyse el yordamıyla bulunmuş düşüncelerin ya güçlendirilmesinde ya daha tutarlı
bir yapı içinde yeniden yorumlanmasında ya da incelemelerde hiç fark edilmemiş
ayrıntıların düşünülmesine yol açarak problem çözümünün zenginleştirilmesinde önemli
katkılar sağlamışlardır. Üçüncü olarak, tartışılan problemlerin felsefe tarihinin bütünlüğü
içindeki yerini görebilmek için de felsefe tarihi metinleri kaynak olarak alınmıştır.
Bununla birlikte bir başka kaynak, yazının bedenine hayat veren sözdür. Bu
çalışma için kaynak olan “söz”, danışmanım Doç. Dr. Erdal Cengiz ile
diyaloglarımızdaki
düşünmelerde
ulaşılan
varsayımlar
kadar,
onun
öneri
ve
hatırlatmalarıdır.
2
Diyalektik, “gerçek karşısında heyecanlanan özgür insanların bilimi(dir)”
(Platon, Sofist, 253c)
GİRİŞ
Aristoteles’in felsefi uslamlamasının teorik formu konusundaki genel kabul,
onun “mantık bilimi” hakkındaki mirası tarafından koşullandırılmıştır. Bu
koşullandırmaya göre, Aristoteles’in felsefi uslamlamasını sullogismos (tasımsal
tanıt -dedüksiyon) figürlerine göre kurduğu, araştırmalarını epagôgê (tümevarım indüksiyon) metoduna uygun olarak yürüttüğü ve araştırmaların sonucunu ya da
“bilimsel bilgi”yi apodeiksis (tanıtlama -demonstrasyon) formuna uygun olarak
oluşturduğu varsayımı olanaklı olmaktadır. Bu varsayım, felsefe tarihi metinlerinin
genellemeci yazımları tarafından da beslenmektedir. Ancak Aristoteles’’in
uslamlamasının teorik formu hakkındaki bu kavram tablosunun tamamlanmışlığı
hakkındaki varsayım ‘diyalektiğin Aristoteles’in uslamlamasındaki yeri ve işlevi’
konusundaki soru tarafından sarsılır. Çünkü soru, Aristoteles’in analitik teorisi ile
üstü örtülen diyalektiğin, gerçekte, Aristoteles’in araştırmalarındaki mantıksal bakış
olduğunun ve akıl yürütmelerindeki metodun temel formunu simgeleyen merkezi
terim olduğunun üstündeki örtüyü kaldırmaya yönelir.
Öyleyse burada açımlanması gereken köklü iddia, Aristoteles’in keşfettiği
iddia edilen uslamlamanın geçerlilik formu olarak ‘tasımsal tanıt’ teorisine ve bunun
uzantısı olarak bilimsel uslamlamanın ‘tanıtlama’ teorisi olarak belirlenmiş olmasına
rağmen, Aristoteles’in felsefi uslamlamasın formunun diyalektik olduğudur. Böylesi
bir sav ya bütün felsefe tarihi metinleri tarafından yanlışlanmaktadır ya da tersine, bu
sav bütün felsefe tarihi metinlerini yanlışlamaktadır. Felsefe tarihi metinleri bu
türden bir sava olanak tanımamaktadır; çünkü geleneksel kabullere göre diyalektiğin
bir araştırma metodu olarak felsefi uslamlamadaki etkin rolü Platon’un felsefesine
aittir. Platon’un felsefesi ile karşılaştırıldığında, Aristoteles’in felsefende diyalektiği
bir araştırma metodu olarak bulundurması olanaklı değildir. Eğer bu gösterilmek
istenirse, bu durumda diyalektiğin Aristoteles’in mantığı olarak yüceltilen teori ile
3
ilişkisi açıklanamaz olacaktır. Öyleyse Aristoteles’in diyalektik öğretisine ilişkin bir
araştırma, baştan onun mantık öğretisi ve buna ilişkin geleneksel kabuller tarafından
baskı altında tutulmaktadır.
Oysa ‘varlık olarak varlığın’ bilgisini ilk arayan ve bunu çelişkisizlik ilkesine
göre
temellendirmeye
diyalektikçiden1
çalışan
başkası
Metafizik’in
olmadığı
filozofu
varsayımı,
Platon’un
Aristoteles’i
tanımladığı
mantıkçılığın
kuşatmasından kurtararak onu aklın belirlenmiş kuralları içinde iş yapan bir
araştırmacından varlık karşısında heyecanlanan filozofa, Platon’un diyalektikçisine
dönüşür.2 Bu açıdan bakıldığında Aristoteles Platon’un aradığı diyalektikçidir.
Böylesi bir varsayımın olanaklı olması için Aristoteles’in Platon’un anladığı anlamda
bir diyalektiği felsefi uslamlamasında uyguluyor olması gerekmektedir. Ancak
Aristoteles Platon’un anladığı anlamda bir diyalektik anlayışa sahip değildir.
Özellikle de akıl yürütmenin formuna indirgenmiş Aristoteles’in diyalektiğinin
terminolojisi, Platon’un ontolojiden arındırılmışlığı açısından değerlendirildiğinde,
Platon’un terminolojisinden oldukça farklıdır. Bu durumda nasıl olur da Metafizik’in
filozofunun Platon’un aradığı diyalektikçi olduğu varsayılabilir? Öyleyse buradaki
çözümlemenin argümanları, Aristoteles’in tıpkı Platon gibi felsefi uslamlamasında
diyalektiği bir metot olarak uyguladığını, ama uyguladığı bu diyalektiğin Platon’un
diyalekti olmayıp da başka bir diyalektik olduğu tanıtlanması gerekmektedir.
Aristoteles’in tartıştığı ya da uyguladığı Platon’un diyalektiği değil ise felsefe
tarihinde yeni bir diyalektik kavrayış mı görünüşe çıkmaktadır? Bir yandan geçerli
uslamlamaların koşullarının bilgisi olan ‘tasımsal tanıt’ teorisini hazırlayan, diğer
yandan bilimsel kesinliği sağlayan ‘tanıtlama’ teorisinin ilkelerini sağlayan
uslamlama formu, aynı zamanda, doğa bilimleri ve etik problemlerin tartışılmasında
olduğu kadar Metafizik’teki araştırmalarının da mantıksal bakışını ve metodunu
oluşturan Aristoteles’in kendisine ait “yeni” diyalektik teori’dir.
1
Devlet’te Platon için diyalektikçi “her şeyin özünün bilgisine ulaşan[dır]” (D., 534b). ‘Öz bilgisi’,
diyalektikçinin bilgisidir (D., 534b, 484d). Ancak “her şeyin özünün bilgisi” birisini diyalektikçi
yapmaz; diyalektikçi aynı zamanda o bilginin temellendirmesini de yapar (D., 533c-d). Bu bağlamda,
Platon’un betimlemelerinde diyalektikçi ile filozof aynı kişidir; çünkü “filozof hiç değişmeden kalan
şeye varabilen insan[dır]” (D., 484a-b). Buna göre her şeyin özünü bilen filozofla (D., 484d) her şeyin
özünün bilgisine ulaşmaya çalışan diyalektikçi (D., 534b) aynıdır.
2
Platon Sofist’te diyalektik biliminin tanımını arar: “Öyleyse, ey Theaitetos, bu bilime hangi adı
vereceğiz? Yoksa biz, Zeus’un yardımıyla, bilmeden, yalnızca salt gerçek karşısında heyecanlanan
özgür insanların bilimiyle mi karşı karşıya geldik; sofist ararken, ondan önce filozofu mu bulduk?”
(S., 253c).
4
Diyalektiğin Platon’a, mantığın ise Aristoteles’e ait olduğu varsayımına
dayanan felsefe tarihi kitapları, okurunda mantık teorisini Aristoteles’in icat ettiğini,
bununla birlikte, onun diyalektik kavramına ilişkin tartışmaları da Platon’un
diyalektiğine dayandırarak taratışmış olabileceği beklentisi uyandırabilir. Birçok
felsefe makalesi de bu varsayımı onaylamaktadır. Aristoteles’in diyalektik teorisi
Platon’un diyalektiğine dayanmakta mıdır, yoksa Aristoteles’in diyalektiğinin yeni
bir görünüm mü içermektedir? Platon’un diyalektiği “bölme” işlemi açısından
bakıldığında, Aristoteles’in diyalektiğinden daha çok onun mantık öğretisi, özellikle
de sullogismos (dedüksiyon) öğretisi, Platon’un diyalektiğine dayanmaktadır.
Aristoteles’in mantık teorisi Platon’un diyalektiğine dayanırken, Aristoteles’in
diyalektiği Platon’un diyalektiğinden bağımsız ve “yeni” bir diyalektik görünüm ile
öne çıkmaktadır. Aristoteles’in diyalektiğinin “yeni” niteliğini kavramak için
Aristoteles’in diyalektiğinin terminolojisi ve bu terminolojinin onun felsefesindeki
işlevselliği öne çıkartılmalıdır. Bu çalışma bunu yapmayı deneyecektir.
Aristoteles’in uslamlama metodunun temel niteliğinin gerçekte ne olduğuna
ilişkin bir soruşturma onun “mantık” terminolojisi tarafından baskı altında tutulduğu
için, onun teorik tartışma ve uygulamalarında diyalektiğinin “yeni” niteliği görünmez
kalmaktadır. Bu durum, Platon’un hemen ardından, Aristoteles’in çözümlemelerinin
diyalektik kavramın tarihinde bir dönüm noktası olarak görünüşe çıkmasına olanak
tanımamaktadır.3 Bu durum, diyalektiğe ilişkin düşüncenin tarihinde Aristoteles’in
konumunu belirsiz kılıyor. Bu çelişkili konumu nasıl anlamak gerekmektedir?
Diyalektik düşüncenin tarihinde Aristoteles’in öne çıkartılacak bir diyalektik teorisi
mi yoktur, yoksa Aristoteles’in kendisi, kendine ait bir diyalektik teorisinin olduğunu
açığa çıkartacak çabayı mı göstermemiştir? Bu belirsizlik kısmen kendisinden
kaynaklı olduğu kadar, çoğunlukla da onun yorumcularından kaynaklıdır. Öncelikle,
Aristoteles’in Analitikler’deki geçerli akıl yürütmenin koşullarının bilgisi olarak
tasımsal tanıt öğretisi ile bilimsel bilginin metodik koşulu olarak apodeiksis
(tanıtlama –demonstrasyon) öğretisini Platon’un diyalektiğinin karşısına çıkartması
ve diyalektiği kimi zaman küçümseyici bir tutum ile eleştirmesi, onun diyalektik
kavramının
tarihindeki
yerini,
Platon’a
göre
bir
dönüm
noktası
olarak
3
Tersine, Aristoteles’in diyalektiğe ilişkin belirlemeleri “modern diyalektik”in terminolojisini önemli
ölçüde etkilemektedir.
5
adlandırılmasını engeller. Bu engel yorumcularca da güçlendirir: Özellikle de
“Aristoteles’in Mantığı” başlığı altındaki çözümlemelerde onun mantığını salt
yargının figürlerine indirgenmesi, Aristoteles’in analitiğinin gerisinde, onun
diyalektiğe ilişkin tartışmalarının olduğunun görmezden gelinmesinin bir uzantısıdır.
Oysa Aristoteles’in felsefi düşünceleri, yorumcuların üstünü kapattığı diyalektiğe,
onun mantığından daha köklü bir şekilde bağlıdır ve bağlı olduğu bu diyalektik
Platon’un diyalektiğinin terminolojisinden oldukça farklıdır. Bu terminolojik
farklılık akıl yürütmenin metodu olarak diyalektik, Platon’un anladığı anlamda
varlığın bilimi olarak diyalektiğin ontolojik işlevinden oldukça farklıdır. Ancak
şaşırtıcı olarak varlığın bilgisinin metodu olarak diyalektik her iki düşünürün
olgunluk döneminin varsayımına dönüşmektedir.
Platon diyalektiği bir metot, bir bilgi ve bir bilim olarak felsefe ile özdeş
kılmasına rağmen, diyalektiğin kendisi ile bir problem olarak ilgilenmemiştir.
Bununla birlikte onun diyalektiği kendi epistemolojisi ve ontolojisi arasındaki bağ
olarak uygulaması, bütün felsefe tarihi boyunca diyalektiğin bir metot olarak tanım
ve işlevini etkilemiştir. Ancak buna rağmen diyalektiği bir metot olarak ilkelerini ve
işlevini belirleyip tanımlayan Platon değil, Aristoteles olmuştur. Ancak Aristoteles
diyalektiğin ilke ve kurallarını belirlerken, bunları kendi tanımına indirgeyerek
yaptığı için Platon’un diyalektiğinin ontolojisi geriye çekilerek salt bir uslamlama
metot anlayışı öne çıkmaktadır. Diyalektik kavramın tarihi açısından bu bir olumlu
gelişme midir yoksa bir erozyon mudur?
Aristoteles’in belirlemesi terminolojik belirleme ile sınırlı değil, aynı
zamanda diyalektiğin tanım ve işlevi ile de ilgili belirlemeleri içermektedir. Topikler
kitabı Aristoteles’in diyalektiğinin terminolojisi kadar, diyalektiğin Aristoteles için
ne türden bir araştırma problemi olduğunu verirken, Sofistik Çürütmeler ve
Analitikler, Topikler’in belirlemelerini destekler. Öyleyse bu eserlerin çözümlenmesi
Aristoteles’in diyalektiğinin ne olduğunu, işlevini; bununla birlikte onun
çözümlemelerinin ve belirlemelerinin diyalektiğin tarihi ile ilişkisini, bu tarihe
katkısını ya da kavrama ilişkin neden olabileceği olası erozyonu anlamayı
sağlayacaktır. Eserlerin çözümlemesi, Aristoteles’in diyalektik metoda ilişkin
6
belirlemeleri kadar, onun diyalektiği kavrayışı ile analitik –daha modern deyimle
tasımsal tanıt figürlerinden oluşan mantık- arasındaki ilişkiyi anlamayı da
sağlayacaktır. Bu sayede, onun diyalektiği ile analitiği arasında görmezden gelinen
ilişki açığa çıkartılabilecektir. Özellikle de Aristoteles, Topikler’de, diyalektiğe
ilişkin tartışmaların uzantısı olarak vardığı sulogismos kavramını, Analitikler’de,
yargıların geçerliliğinin koşullarının bilgisi olan ‘tasımsal tanıt’ (dedüksiyon) teorisi
olarak formülleştirirken; buna bağlı olarak da analitik, Aristoteles sonrası, Stoacıların
da katkısıyla, “mantık bilimi” olarak kendi başına bir disiplin olmaya yönelirken
teorinin kaynağındaki diyalektiğe ilişkin tartışmalar kaybolmaktadır. Topikler’de
diyalektik sullogismos’a bağlı uslamlama türlerinden biri olarak bildirilirken, aynı
kitapta sullogismos, tıpkı epagoge gibi diyalektiğin bir uygulama türü olarak da
tanımlanmaktadır. Aristoteles bu kavramsal ayrımı Topikler’den sonra gelen
Analitikler’de çözmez, sadece ihmal eder. Ancak, diyalektiğin sullogismos teorisi ile
ilişkisinin ihmal edilmişliğine karşın, bir metot olarak diyalektik Aristoteles’in bütün
entelektüel gelişimi boyunca varlığını koruduğu gibi, sullogismos teorisinden daha
etkin roller yüklenir. Özellikle de Aristoteles’in “ikinci grup” çalışmaları olan etik,
bilim ve metafizik konularda aporia’lara dayalı felsefi araştırmaları dikkate
alındığında, onun felsefece problem koyma ve çözümleme metodu olarak diyalektiği,
‘doğru düşünmenin’ ya da ‘yargı formlarının geçerliğinin denetlenmesinin
kurallarının bilgisi’ olarak sullogismos ve apodeiksis teorilerinden daha fazla bir
şeydir. Topikler’deki belirlemeler dikkate alındığında, diyalektik neredeyse
Metafizik’in geçerli felsefi araştırmalarının metodu niteliğindedir.
Bu sav, Aristoteles’in entelektüel gelişimi sürecindeki diyalektik kavramının
görünüşe çıkışı takip edilerek tanıtlanabilir. Onun metinlerini diyalektik kavramın
gelişimini iki görünüm altında toplamak olanaklıdır: (1) Bir öğretmen olarak
diyalektik metodunu tartıştığı metinler: Organon olarak adlandırılan metinler grubu,
Aristoteles’in diyalektiği ne türden bir metot olduğunu, terimlerini ve uygulama
alanlarını vermektedir. (2) Bir filozof olarak araştırmalarında diyalektik metodu
kullandığı metinler: Bunlar, doğa bilimleri, etik ve metafizik problemlerinin
tartışıldığı metinlerdir. Bu metinlerde Aristoteles kendi diyalektik anlayışını bir
araştırma metodu olarak tartışmalarında uygulamaktadır. Metinlerin bu türden
7
gruplandırması, Aristoteles’in diyalektiği kendi içinde ve özel türden gelişmeci bir
süreci izlediği varsayımına da olanak sağlamaktadır. Buna göre gelişme,
Aristoteles’in bir eleştirmen ya da bir öğretmen olarak tanımladığı diyalektikten bir
filozof olarak uyguladığı diyalektiğe doğrudur. Bu süreç açısından bakıldığında,
Topikler diyalektik için bir sözlük niteliğindedir, Metafizik ise uygulama
düzeyindedir. Bu belirleme Aristoteles’te farklı diyalektiklerin olduğu varsayımına
yol açabilmektedir. Aristoteles’te birden fazla diyalektik mi vardır yoksa farklı
uygulamalar altında görünüşe çıkan tek bir diyalektik mi vardır?
Bu çalışmada kaynak ve tartışma öznesi olarak alınan yeni zamanların
Aristoteles yorumcularından olan Irwin (2002) Aristoteles’in düşünsel gelişimine
uygun olarak diyalektiğin de bir gelişim gösterdiğini varsayarak onu “saf” ve “güçlü”
diyalektik olarak bölümlendirir. Irwin’e karşıt olarak Berti (1996) Aristoteles’in
diyalektiğinin Topikler’deki tanımına uygun olarak her hangi bir gelişim
göstermeden bütün felsefi gelişimi boyunca sürdüğünü varsayar, ama Irwin’in
ayrımlarına karşı çıkarak bunları diyalektiğin “kamusal” ve “bilimsel” kullanımları
olarak adlandırır ve bu adlandırmayı diyalektiğin görünümlerine dönüştürür. Her iki
görüş de bir birlerine karşı gibi durmakla birlikte, aynı varsayım üzerinden hareket
ediyor görünmektedirler. Bu da Aristoteles’in diyalektiğinin bilim ile karşıtlık içinde
olduğu varsayımıdır. Bu varsayıma dayanarak da diyalektiğin bilimsel ve bilimsel
olmayan türlerinin olduğu ayrımı yapılmaktadır. Aristoteles’in diyalektiği bilim ile
karşıtlık içinde midir? Böyle bir karşıtlık Aristoteles’in belirlemesi midir, yoksa
yorumcuların tutumlarından mı kaynaklıdır?
Her şeyden önce Aristoteles diyalektiği Topikler’in başında ‘bilimsel bilgiyi’
olanaklı kılacak bir metot olarak tanımlarken, aynı kitap daha da ileri bir belirleme
ile bilimlerin kendi ilk ilkelerini keşfedebilecek bir uslamlama yapısına sahip
olmadığı için bunu diyalektiğin yapacağını varsayarak, diyalektiği bilimler için ilk
ilkeleri keşfeden bir eleştiri metodu olarak tanımlamaktadır. Aristoteles’in
diyalektiğin Topikler’deki belirlenen terminolojisine uygun olarak, diyalektik doğa
bilimi alanındaki problemlerin tartışılmasında araştırmanın metodu olarak
uygulanmaktadır. Metafizik’teki uygulanışı açısından bakılığında,
diyalektik
8
çelişkisizlik ilkesine göre temellendirme metodu olarak uygulanmakla yeni bir
aşamaya ulaşmaktadır. Bununla birlikte burada diyalektiğin mantıksal bir metot
olarak uygulanması kadar, onun mantıksal bir bakışın teorik formu olması ile de
modern diyalektik anlayışın kaynağı olmayı olanaklı kılmaktadır. Diyalektiğin
bilimselliği olarak sözü edilen, gerçekte Aristoteles’in araştırmalarında diyalektiği
mantıksal bakış ve mantıksal metot olarak uygulaması olduğu varsayılabilir mi?
Gerçekte diyalektiğe bilimsellik görünümünü veren onun mantıksal metot olarak
uygulanmasıdır. Bilim ile karşıt görünümler olarak varsayılan ise, Topikler’de
diyalektiğin tartışma metodu olarak tanımlanması, buna bağlı olarak da Retorik’te
diyalektiğin retorikle birlikte uygulanması kadar, Sofistik Çürütmeler’de diyalektiğin
eleştiri ve çürütme metodu olarak uygulanmasına bakılmaktadır. Diyalektik için sözü
edilebilecek bu adlandırmalar diyalektiğin türleri midir, yoksa diyalektiğin farklı
problem alanlarına ilişkin uygulamalarındaki görünümlerin adları mıdır? Eğer
diyalektik bu kadar farklı türlere ayrılıyorsa Aristoteles teorisinden söz etmek
olanaklı görünmüyor. Oysa Evans, Aristoteles’in bütün entelektüel tartışmaları
içinde tutarlı olarak gelişen diyalektik teorisinin varlığını aradığını bildirirken
(Evans, 1978:3) haklı görünüyor. Aristoteles’in diyalektiği tek bir yapı üzerinde
açılım bularak tek bir teori olmayı hak etmektedir. Diyalektiğin bu farklı
görünümlerini
sadece
uygulamadan
kaynaklı
farklı
görünümler
olduğunu
temellendirebilecek bir yapı var mıdır? Diyalektiğin her türden uygulaması içinde
geçen ve diyalektiğin temel metodik işlevini olanaklı kılan yapı, diyalektiğin
kavramsal akıl yürütme metodu olmasıyla gösterilebilir.
Eğer bütün bu görünümlerin ortak temasının akıl yürütme metodu olduğu
tanıtlanabilirse, Aristoteles’in diyalektiğinin teorik temeli kadar onun bilimsel
uslamlama ile karşıt olmadığı da tanıtlanmış olur. Çünkü diyalektiğin her türden
uygulaması kavramsal akıl yürütmedir ve metodun bu temel niteliği, gerçekte, sadece
mantıksal bir bakış açısı ile oluşturulan bilim ile aynı yapıdadır. Felsefi akıl
yürütmenin programı hakikatin keşfi olduğuna göre, diyalektiğin bilim ile karşıt
tanıtlanabilirliğinin meşru bir zemini görünmüyor. Kaldı ki, Aristoteles’in diyalektiği
bilimler için ilk ilkelerin keşfetmede görevlendirmesi dikkate alındığında,
Aristoteles’in episteme (bilimsel bilgi)’si ve diyalektiği, aynı hakikatin iki farklı
9
bölümünü temellendirme olanağı olarak, bir bütünü oluştururlar. Eğer bu varsayım
geçerli kılınabilirse, buradan hareketle, Aristoteles’in hiç sözünü etmediği ancak
Platon’un zorunlu felsefi bilgisi olan “diyalektik bilgi”nin Aristoteles için de olanaklı
olabileceği
tartışmasına
çıkılabilir.
Aristoteles’in
diyalektik
hakkındaki
çözümlemeleri ve uygulamalarından hareketle diyalektiğin bir metottan daha fazla
olarak, onun aynı zamanda bir bilgi türü olması olanaklı mıdır? Metafizik’in ya da
Etikler’in bilgisi ne türden bir bilgidir?
Aristoteles’in diyalektiğinin bilim ile bir karşıtlığı, uslamlamanın kendisine
dayanılarak hareket ettiği öncül önermelerin epistemolojik niteliği ile sınırlıdır.
Apodeiksis
zorunlu
ve
doğru
ilk
ilkelerden
hareket
ederken,
diyalektik
endoksa’lardan hareket eder. Ancak Aristoteles öncül önermelerin farklılıklarına
rağmen, onların, epistemolojik bağlamda, doğruluklarının dereceleri açısından bir
birlerinden ayrıldığını ileri sürmüyor. Tersine Aristoteles diyalektiğin her zaman
olası sonuçlara değil, çoğunlukla da bilim gibi doğru bilgilere ulaşacağını
varsaymaktadır. Bir yönüyle Aristoteles diyalektik metot ile elde edilecek bilginin
bilim bilgisi ile aynı kesinlikte görür. Bu nedenle diyalektiği bilimler için ilk ilkeleri
bulmakla görevlendirmesinde kuşkulu davranmaz. Ancak yine de Aristoteles’in
diyalektiği Platon’un diyalektiği anlamında bilim olmadığı gibi, Aristoteles
diyalektiğin
bilim
olduğu
anlayışına
karşıdır.
Diyalektiğin
bilimselliği
değerlendirilmesi açısından diyalektiğin tarihine bakıldığında, bu iki diyalektik
anlayışı, bir biri karşısında iki değerli bir görünüm yaratıyor.
Aristoteles’in diyalektiğinin görünümünü bilimsel ve bilimsel olmayan
tarzındaki bir karşıtlaştırma için malzeme bulunabilir, ancak bu malzemelerin
genellemeleri birer indirgemeci yaklaşımı aşmayacaktır. Oysa Aristoteles’in
diyalektiğinin iki değerli bir görünüm oluşturduğu, bu görünümlerini bir birine
karşıtlaştırmadan ve bir birlerinin uzantıları olduğu tarzında konumlandırılabilir.
Örneğin, Topikler I.1 ve I.2 diyalektiğin tanım ve kullanım alanlarını belirlerken,
Aristoteles,
diyalektiğin,
pratik
ve
teorik
kullanımlarının
görünümlerini
listelemektedir. (1) Diyalektiğin pratik kullanımları: (a) egzersiz ve (b) kamusal
tartışmalar; (2) diyalektiğin teorik kullanımı: (a) ilk ilkelerin keşfi ve (b)
10
çelişkisizlik ilkesi aracılığı ile eleştiri ve tanıtlama. Bunlar diyalektiğin türleri ya da
diyalektiğin bir birine karşıt nitelikleri değildir. Bu liste, sadece diyalektiğin
uygulamalarının pratik ve teorik görünümlerinin listesidir. Bu liste, diyalektiği
uygulama alanları açısından iki değerli kılar. Ancak bu uygulama alanları bir
birlerine karşıtlık oluşturmazlar; çünkü her iki görünümün de merkezinde duran
nitelik, onların birer akıl yürütme olmasıdır. Şimdi asıl sorun, Aristoteles’in
eserlerinin akışına uygun olarak diyalektiğin bu uygulamalarını gösterebilmektir.
Felsefe tarihi kitaplarında4 Aristoteles’in çalışmalarının bildik kronolojisi
Organon adlı mantık çalışmalarının bir araya getirildiği beş kitap ile başlatılır.
Sofistik Çürütmeler bu dizinin altıncı kitap olarak listelense de, eser daha çok
Topikler’in dokuzuncu kitabı olarak görülür. Aristoteles’in eserlerinin ilk edisyonunu
yapan Rodoslu Andronikos’un çalışması bütün antikitenin Aristoteles malzemesini
sağlar.5 M.S. 6.yy’dan beri “düşüncenin aleti olarak bilinen mantıkla ilgili kitaplar
grubu(…)” (Ross, 2002: 24-26, 37) ya da Organon, modern zamanlarda geçerliliğini
korumaktadır. Ancak eserlerin kronolojisi hakkında aynı kesinlikten söz etmek
olanaklı değildir. Daha yeni zamanlardaki Aristoteles yorumcularının, özellikle de F.
Solmsen ve P. Gohlke’nin,
metinlerin kronolojisine ilişkin tartışmaları sorunun
oldukça problematik olduğunu gösteriyor: Solmsen’e göre Aristoteles’in temel
4
Bir çok felsefe tarihi buna örnek gösterilebilirse de, burada örnek olması için, Zeller’in 18441852’de yayımladığı History of Greek Philosophy’de (1955:175-185), Vorlander’in 1903’te
yayımladığı Felsefe Tarihi’ndeki (2004: 138-139) anlatımlara işaret etmek yeterli olabilir. Türkçe
yazılan felsefe tarihi kitaplarında aynı sıralama, Macit Gökberk’in Felsefe Tarihi kitabı üzerinden
(1990:76) bu kaynakları takip ediyor görünüyor.
5
Aristoteles’in eserlerinin mevcut en eski listesi yaklaşık olarak İ.S. 3. yy’a ait Diogenes
Laertius’unkidir. Burada (V. 22-28) şaşırtıcı derece uzun bir liste verilir. Ancak bu liste, yaklaşık İ.Ö.
1. yy’da Andronikos’un düzenlediği Aristoteles kitap listesine uymaz. Ross (2002:22), bu listeyi
“büyük bir olasılıkla İ.Ö. 200 civarında, Andronikos’un yayımladığı eserlerin çoğunun unutulduğu bir
zamanda, Hermippos tarafından düzenlenmiş listeyi yineleyen ya da temel alan bir liste” olarak görür.
Büyük bir olasılıkla Laertius’un listesi, günümüze ulaşmış eserlerin bölümlerinin adları olmalıdır.
Vorlander’e göre (2004:140), Aristoteles’in bugün bildiğimiz eserleri 3. ve 2. yy’larda Atina ve
Roma’da biliniyordu. Roma’da Plutarkhos MÖ 50’lerde Rodoslu Andronikos’un bütün eserleri içeren
bir derleme yaptığını anımsatır. Andronikos’un etkisi sadece eserlerin sırlaması üzerinde değil, aynı
zamanda metinlerin dili üzerinde de etkisi olmalıdır. Dildeki sadelik ondan kaynaklı olmalıdır; çünkü
Aristoteles’in sözel ifadelerin edebi zenginliğine ilgisiz olduğu düşünülemez. Özellikle de Platon
etkisinin olduğu erken dönem yazılarında. Ancak yine de onun eğitim amaçlı kaleme aldığı yazılarının
önemli bir sadelikle oluşturulduğu açıktır (Copleston, 1993:269). Bu konu için daha ayrıntılı inceleme
R. G. Tanner’in Aristoteles’in Eserleri: İskenderiye Koleksiyonunun Muhtemel Kökenleri’nde
bulunabilir.
11
mantık çalışmalarının kronolojisi: 1- Topikler I-VII6, 2- İkinci Analitikler I, 3Topikler VIII, 4- İkinci Analitikler II, 5- Birinci Analitikler. Gohlke, kabul edilen iki
Analitik’in sıralamasını ve Topikler VIII ve IX’un Analitikler’in varlığını
gerektirdiğini onaylar. Ancak Aristoteles çevirmeni ve yorumcusu Hugh Tredennick
bu
bölümlendirmeyi
bütünüyle
inandırıcı
bulmadığını
söylerken,
Birinci
Analitikler’in Aristoteles’in mantık çalışmalarına ilişkin olgunlaşmış düşünceleri
barındırdığına ilişkin sava da katılır. Ama yine de kronolojiyi geçerli kılacak
yaklaşımlar doğrulanabilirse de, bu konudaki kesinliklerden kaçınılması gerektiğini
düşünür (Tredennick, 2002:184). Daha yeni araştırmalar, problemlerle birlikte
metinlerin dilsel yapısının soruşturması ile eserlerin Aristoteles’e aitliğini ve
problemlerin doğru yerde olup olmadığını anlamaya yöneliktir. Daha teknik
soruşturmalarda, eserlerden çok problemlerin kronoloji konusunda arkası gelmez
tartışmalar sürmektedir. Bütün bunların nedeni, Aristoteles’in eserlerinin bir araya
getirilmiş farklı eserlerden oluşuyor olmasıdır. “Aristoteles’in mevcut eserlerinin pek
çoğu bölünmez bütünler olmayıp birbirleri ile ilişkili temalar üzerinde bir denemeler
toplamıdır ve orijinal birimler, bazen Aristoteles’in kendisi, bazen (Metafizik’te
olduğu gibi) yayımcıları tarafından bir araya getirilen bağımsız denemelerdir” (Ross,
2002:24). Aristoteles’in teorik yapısında “düşünsel bir değişim” olmadığını varsayan
Vorlander, kronolojiyi önemsemez; onun için daha önemli sorun eserlerin
Aristoteles’e ait olup olmadığını anlamaktır (2004:137). Bu türden tartışmaların
açılımı buradaki çalışmanın dışında tutulmakla birlikte, yine de, eserlerdeki
problemlerin ve çözümlemelerinin Aristoteles’e ait olduğu yönünde duran bir kabule
göre tartışma yapılacaktır. Aristoteles’in diyalektik teorisi olarak öne çıkartılacak
çözümlemelerin geçerliliği, öncelikle, problemin açılımı için öne çıkartılacak terim
ve tanımların Aristoteles’e mi, yoksa onun yayıncılarına mı ait olup olmadığının
onayı ile başlar. Bu kaygı da, ancak eseler içinde geçen diyalektik kavramının
gelişiminin açılımı ile aşılabilir.
İnceleme alanını, Aristoteles’in diyalektiği bir metot olarak tartışmaya
başladığı ilk dönem eserleri (bunlar Aristoteles’in bir öğretmen olarak diyalektiğin
ilke ve kurallarını belirlediği, onun terminolojisini oluşturduğu eserlerdir) ve
6
Brehier ise, Topikler’in II ve VII. Bölümlerinin tasımdan önce yazılmış olduğunu söyler (Brehier,
137).
12
diyalektiği bir teori olarak onaylayan son dönem eserleri (bunlar Aristoteles’in
diyalektiği bir filozof olarak uslamlamasının metodu olarak uyguladığı eserlerdir)
listesi ile sınırlanabilir. Buna göre birinci grup eserler: Kategoriler7 (Kategoriai),
Birinci Analitikler (Analitikon Proteron; Latince adıyla Analytica Priora), İkinci
Analitikler (Analitikon Hüsteron; Latince adıyla Analytica Posteriora), Yorum
Üzerine8 (Peri Hermeneias; Latince adıyla De İnterpretation), Topikler (Topikon),
Sofistik Çürütmeler Üstüne (Peri Sofistikon Elegkhon; Latince adıyla Sophistarum
Elenchi). İkinci grup eserler: Fizik, (Phüsika) Gökyüzü Üzerine (Peri Ouranou;
Latince adıyla De Caelo), Oluş ve Bozuluş Üstüne (Peri Geneseos kai Phthoras), Ruh
Üzerine (Peri Psükhes; Latince adıyla De Anima), Hayvanların Oluşumu Üzerine
(Peri Zoon Geneseos), Metafizik (Prote Philosophia), Eudemos’a Etik (Ethikon
Eudemeion), Nicomakhos’a Etik (Ethikon Nikomakheion), Retorik (Tekhne
Rhetorike).
7
Bu kitabın Aristoteles’e ait olduğu konusunda kuşkular vardır. Her şeyden önce diğer eserlere her
hangi bir göndermede bulunulmamıştır. Ancak İlk çağda ve İ.S. 3. yy’da Pophyrios’tan başlayarak bir
çok yorumcu eserin Aristoteles’e ait olduğunu onaylamıştır. Bu onay için en eski kanıt Andronikos’a
(İ.Ö. 1. yy’a) kadar gider. Ross (2002:24-25), esere ilişkin kuşkuların kanıtlarını kesin bulmayıp
eserin üslup ve grameri açısından Aristoteles’e ait olduğunu kabul eder.
8
Önerme Üzerine Andronikos’un Aristoteles’e aitliği konusunda kuşkulanır. Kuşkunun nedeni,
Önerme Üzerine’nin 16a 8’de Ruh Üzerine’ye yaptığı göndermenin karşılığının burada olmamsındır.
Ross (2002:25), Theophrastos ve Eudemos’un ikisinin de eserine Aristoteles’e aitliğini gösteren
benzer eserler yazdığını, bunun dışında eserin gramer ve üslup açısından Aristoteles’e ait olduğunu
gösterdiğini düşünür.
13
I. B Ö L Ü M
AKIL YÜRÜTMENİN METODU OLARAK
DİYALEKTİK
Aristoteles’in “mantık” çalışmalarının kompozisyonunu “çıkarım teorisi”ne
indirgeyen yaklaşımlar, onun öğretisindeki diyalektik kavramının yerini görmezden
gelinir. Bunun nedeni, ‘doğru düşünmenin kurallarının bilgisi’ olarak alınan mantığın
genel tanımına uygun olarak, “çıkarım teorisi”ni Aristoteles’in kesin bilim bilgisinin
formu olarak tanımlanmasındandır. Oysa “çıkarım teorisi”nin bilimsel bilgi formu
olma koşullarını nasıl sağladığı sorulduğunda, yanıt, Aristoteles’in analitiğinin
(“modern”
anlamda,
mantığının)
çözümlemesi
onun
diyalektik
olduğuna
götürecektir; çünkü bilimsel bilgi formunu olanaklı kılan, diyalektiğin ilk ilkeler,
buna bağlı olarak da öncül önermeler için sağladıklarıdır. Diyalektiğin bilim bilgisi
için etkin işlevini örten ise, Aristoteles’in sullogismos terimini “çıkarım teorisi”
olarak algılanmasıdır. Çünkü, tasımsal tanıt zinciri açısından bakıldığında, “çıkarım”
sözcüğünde vurgu sonuç önermeyedir. Uslamlamada vurgu hep bir sonraki argümana
yönelik olduğunda, öncüle ya da ilkeye yönelimi örtmektedir. Oysa uslamlamada
vurgunun sonuç önermeye değil de öncül önermeye olması durumunda, yönelimin
hep bir önceki öncüle olması zorunludur. Böyle yaklaşıldığında Aristoteles’in
analitiği diyalektiğe gereksinim duyan bir akıl yürütme formu olduğu görülebilir. Bu
nedenle diyalektik ve analitik Aristoteles’in mantığının iki yanıdır. Öyleyse
Aristoteles’in diyalektiğini de içinde alan analitik çalışmalarının bütünü, doğru
bilginin geçerlilik koşullarının bilgisi olarak görmelidir. ‘Koşuların bilgisi’ olması
ise, onun diyalektiği ve analitiği bir metot bilgisini ya da metodolojiyi oluşturur.
“Neyin metodu?” sorusu, Aristoteles’in metinlerinde, akıl yürütmenin metodu olarak
yanıtlanır. Metodun bir akıl yürütme işlemi olması, Aristoteles’i Sokrates ve
Platon’un tartışmalarındaki kavramdan kavrama geçen akıl yürütme metoduna
bağlar. Bu nedenle Aristoteles’in Topikler eserinin açılış sorunu, bilimsel bilgi için
14
bir metot arayışı ve bir akıl yürütme metodu olarak diyalektik metodun bilimsel
bilgisi için kesin doğruluk koşulunu sağlayıp sağlayamayacağıdır. Bu nedenle
Topikler’de diyalektiğin niteliğini ‘akıl yürütme’ (I. Kitap) ve ‘tartışma’ (VIII. Kitap
ve Sofistik Çürütmeler9) metodu olarak çözümlenirken, diyalektiğin ‘bilim bilgisi’ ya
da ‘bilimsel bilgiye ulaşmak için geçerli bir metot’ olup olmadığı anlaşılmaya
çalışılır. Bu soruna ilişkin çözümleme, Aristoteles’in bütün entelektüel gelişimi
sürecine yayılmış görünmektedir. Ancak diyalektiğin bir akıl yürütme metodu olarak
alınması, onun diyalektik teorisinin temel niteliğini belirler; bu belirleme diyalektiğin
bütün farklı uygulamaları içindeki ortak terimdir. Buna göre: (1) ‘olası doğrulardan,
genel kanılardan ya da varsayımlardan hareketle kurulan bir ‘akıl yürütme’
(logismós) formunda, (2) gündelik karşılamalarda (enteuzeis) doğru-yanlış hakkında
karar vermedeki akıl yürütmede işleminde ya da (3) bilimler için ilk ilkeleri keşfedip
onu kendi doğru ilkelerine dayandıran akıl yürütme işleminde (Topikler 101a 35100b 5) uygulanan aynı akıl yürütme metodu olarak diyalektiktir. Bununla birlikte,
diyalektik bir soruşturma metodu olarak işletilmesi kadar, diyalektik açıdan bir ‘savı
kurma’ ya da ‘çürütme’ kurallarının bilgisi de diyalektiğin her koşulda bir akıl
yürütme metodu olduğunu gösterir. Çünkü diyalektik, kendisine dayanılan
‘öncüllerden hareketle’ bir ‘problem karşısında kendi ile çelişkiye düşmeden bir sav
ortaya atabilme’ ya da ‘rakibin savını çürütebilme’ tarzında uygulanan kavramsal
‘akıl yürütme’ (logismós) metodudur (T., 100a 20-25).
Aristoteles felsefesinde ‘tasımsal tanıt teorisi’ onun analitiğinin (mantığının)
simgesel kavramına dönüşmüş olmasına rağmen, bu teori, onun felsefi eserlerinin
bütünlüğü içindeki yeri ve işlevi açısından, diyalektikten daha güçlü değildir. Hatta
Aristoteles’in doğa bilimi eserlerindeki gerçeklik hakkındaki çözümlemelerinin
‘tasımsal tanıt’ formunu göre oluşturulmadığını, Metafizik’teki çözümlemelerdeki
akıl yürütmenin ise, Aristoteles’in kendisinin belirlediği diyalektik teoriye uygun
olduğu varsayımı dikkate alındığında, Aristoteles’in mantık kompozisyonu içinde
diyalektiğin yeri ve işlevi ‘tartışma sanatı’ndan daha fazla bir şey olduğu ileri
9
“Topica ve Sophiticis Elenchis Aristoteles’in gerçek çalışmaları olarak dikkate alınır. İki inceleme
de bir birine çok yakındır. Sofistik Çürütme, Topik’e bir ektir ve onun finaldeki son sözüdür. Gerçekte
Aristoteles bu iki incelemeyi de tek bir çalışma olarak, Sofistik Çürütme’yi Topik’in altında bir
çalışma olarak, dikkate alır (Forster 2002: 265).
15
sürülebilir. Bu yaklaşım açısından bakıldığında, diyalektik kavramının Aristoteles’in
felsefesi içindeki yerine ilgisiz kalmak, hem onun ‘mantık teorisi’nin hem de
bilimsel düşüncenin gelişim sürecinin diyalektik kavramının tartışılması üstünde
yükseldiğini, daha ileri giderek, metafiziğin metodunun mantıksal formuna ulaşmış
bir diyalektik olduğunu görmezden gelmek olacaktır. Metafizik’te varlığa ilişkin
çözümlemede kavramsal düşünülmesi, problemlerin çözümlenmesinin varsayımların
çözümlenmesi üstünden yürütülmesi açısından bakıldığında Aristoteles, Platon’un
diyalektiğinin işlevine bir uygulama metodu olarak geri dönmektedir. Metafizik’te
kavramlar arası bağlantının varsayımlardan daha çok mantıksal ilkelere, örneğin
‘çelişkisizlik ilkesine’ ve ‘üçüncü halin olanaksızlığı’ ilkesine dayandırılarak
sağlanması
açısından
bakıldığında
Aristoteles’in
diyalektiği
Platon’un
diyalektiğinden daha fazla bir şeydir.
Platon için de diyalektik bir akıl yürütme metodudur; ancak Platon’da bu akıl
yürütme, aklın episteme’ye yürüdüğü bir yol iken, Aristoteles için aporia’ların
mantıksal çözümlemesi ve ilk ilkelerin keşfi için bir akıl yürütme metodudur. Bu
nedenle Aristoteles’in metodu, Platon’un anladığı anlamda bir yol değildir; bir
araştırma ve çözümleme tarzıdır. Ancak Aristoteles’in diyalektik metodu, Platon’un
ontolojinin sürekliliğine uygun işleyen epistemolojik sürecin diyalektiği türünden bir
‘yol’ kavramına benzemez. Tersine, her bilimin ve her aporia’nın kendi doğasına
uygun bir akıl yürütme süreci olduğundan, Aristoteles’in diyalektiği, bütün
düşünmeler için tekrar edilir bir şablon sunmaz. Diyalektik tez, her defasında farklı
bir problemi ileri sürdüğü için, araştırmanın işlemleri kısmen belliyse de, sonuca
ilişkin sav önceden varsayılamaz. Bununla birlikte, Aristoteles’in tasımsal tanıt
teorisinin, yani analitik uslamlama, tekrar edilir bir uslamlama formu sunduğu için,
her defasında tekrar edilir ‘yol’ benzetmesine uygundur. Öncül aracılığı ile sonuç
hakkında önceden bir varsayımda bulunmak olanaklıdır; çünkü sonuç önermesi yeni
bir bilgi sunmaz.
Aristoteles’in ‘tasımsal tanıt’ (sullogismos) teorisi, Platon’un diyalektiğine
dayanırken, onun diyalektiği Platon’un kavramsallaştırmadan oldukça farklıdır.
Aristoteles diyalektiği ilk defa keşfetmiş gibi tartışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında
16
Topikler’de metodun ilk defa kazandığı sistemli form Aristoteles’in diyalektiğe
katkısıdır. Neredeyse modern zamanlara kadarki diyalektiğin bütün temel terimlerini
Aristoteles geliştirmiştir. Topikler, diyalektiğin sözlüğü niteliğinde bir kitaptır; çünkü
Aristoteles burada bir öğretmen olarak diyalektiği anlatmaktadır.10 Ancak
Aristoteles’in diyalektiği bir filozof olarak kullandığı eser Metafizik’tir. Bu iki eser,
Aristoteles’in diyalektiğinin iki farklı türden tartışma konusu yapıldığını gösterir.
Ancak buralarda karşıt iki diyalektik değil, sadece diyalektiğin metodik tanımından
diyalektiğin uygulanmasına geçilen birbiri ile içten bağlı iki tartışma sergilenir. Buna
bozma ve yeniden inşa diye de bakılabilir. Diyalektiğin Aristoteles’in gelişimini
anlamak için diyalektiğin sözlüğündeki terimler yakından incelenmelidir.
I.1. Diyalektiğin Metot Olarak Görünümleri
Genel olarak “diyalektik’ sözcüğü, anlamı ‘tartışma’ olan dialegesthai
sözcüğünden türe[diği]” (Smith, 1999a: 58) varsayımı kabul edilirse de, kavramın
dilsel kaynakçasını diyalogun ‘sıralı konuşma düzeni’ne indirmek çok açıklayıcı
durmamaktadır. Bu konuşma düzeninin, sözün (logos’un) karşılıklı alış verişini
zorunlu bir mantıksallık çerçevesinde tuttuğunu da belirtmek gerekmektedir. Yalın
dilin olanağını aşan, hakikatin dile gelebilirliğini olanaklı kılan aklın kural koyucu
ediminin metot olarak görünüş kazanmasıdır. Diyalogdan diyalektiğe geçişi olanaklı
kılan asıl tema, aklın kural koyucu rolüdür. Bu nedenle diyalektiğin kavramsal
tanımlanmasına ilişkin belirlemeler, sözcüklerin kökenindeki ‘tartışma’ niteliğinden
çok, onun ‘akıl’ ile olan ilişkisi olmalıdır. Bu anlamlandırma, diyalektiğin klasik
felsefeden modern felsefeye kadar olan tarihselliğini bir arada tutmaya olanak
sağlayabilir. Höffe (1999: 56), dialegesthai teriminin spekülatif ve kökensel olmayan
anlamını Aristoteles’in açıkladığını ve onu epistemolojisinde kullandığını varsayar.
Diyalektik sözcüğündeki “dia” ön takısı ‘karşılıklılık’ düşüncesini, karşılıklı
bir şey alıp verme anlamını sağlar. Bu nedenle terim ‘karşılıklı konuşma’ durumunun
10
Robin Smith (1999a: 59), Aristoteles’in Topikler’i “bize” yazmadığını, “zaten diyalektik argümanın
ne olduğunu bilen” kendi dinleyicisi ve öğrencilerine yazdığını söyler.
17
adı olan dialogos11 teriminin içeriğinden özel olarak etkilenir. Ancak dialogos’taki
bu konuşmanın sıradan bir konuşma formu olmadığını dialegomai12 terimindeki
anlam belirler. ‘Görüşme’, ‘tartışarak’, ‘akıl yürüterek’ konuşma sözcüğü olan
dialektos13 sözcüğü, karşılıklı konuşarak tartışmayı ilgilendiren şeyi belirtir.
Tartışmada ilgilenilenin ne olduğunu, sözcüğün kaynağındaki logos kavramı belirler:
En genel anlamıyla ‘söz’, ‘kavram’, ‘tanım’ ya da ‘akıl’ olduğunu, açıklıkla gösterir.
Buna göre, karşılıklı akıl yürümede alınıp verilenin ne olduğu netlik kazanmış olur.
(Kaynaktaki dialégô14 sözcüğünün ‘seçmek’, ‘ayırmak’, ‘ayıklamak’, ‘konuşmak’,
‘akıl yürütmek’ anlamları, bütün bu yapıyı üstünde taşır). Bu da gösteriyor ki, akıl
yürütme ve karşılıklı konuşma dialektikós15 sözcüğünün de anlamında olduğu gibi,
bir ‘beceri’ gerektirmektedir. ‘Tartışma, akıl yürütme sanatı’ olarak dialektikê
kavramı bütün bu anlamlardan beslenerek oluşur.
Bu nedenle diyalektiğin bir türden “söz sanatı” –“ama anlatan ve inandıran
söz”-, sonra da “tartışma sanatı” olarak anlaşılması kaçınılmazdır. “Diyalektik soru
ve yanıt (dialegesthai) ile ilerlemeye devam eder, bu ileri ve geri yürüyen
konuşmalar Sokratik bir mirastır. Platon bu formu terk etti. Onun kendi diyalektiği,
yani doğru sonuçlara ulaşmak, asıl düşünceler için uygulanmalıdır” (Solmsen, 1978:
4). Karşılıklı konuşma içinde, belirli türden söz aracılığı ile düşünce alıp vermek,
ötekinin düşüncelerinin çelişkilerini göstermek –çürütmek-, kendi düşüncelerini
ötekine kabul ettirmek gibi akıl etkinliklerini barındırır.16 Aristoteles’in tanımladığı
diyalektiğin bir türden “tanıtlama” (apόdeiksis) ve “çürütme” (elenkhos) niteliğini
içermesinden dolayı, artık bu “yeni” diyalektik salt bir sözlü tartışmadan daha üst bir
aşamaya, çözümleyici metodik bir akıl yürütmeye dönüşür.
11
διάλογος (dialogos): ‘karşılıklı konuşma’, ‘diyalog’ (L.&S.).
διαλέγομαι (dialegomai): ‘konuşmak’, ‘düşünmek, akıl yürütmek’, ‘(mantıksal olarak) ikna etmeye
çalışmak’ (L.&S.).
13
διάλεκτος (dialektos): ‘ayrıntılı konuşma’, söylev’, ‘konuşma, sohbet’: tartışma; ‘konuşma, söz
söyleme’, ‘dil’ (L.&S.).
14
διάλεγω (dialego): ‘seçmek, ayırmak’ (L.&S.).
15
διαλεκτικος (dialektikos): ‘tartışmada ya da argüman ileri sürmedeki beceri’ (L.&S.).
16
Robin Smith, Dialectic and Method in Aristotle (1999b) adlı makalesinde Aristoteles’in
diyalektiğini metabibazein kavramı aracılığıyla yani ‘zihinleri’ ‘ötekinin düşüncesini değiştirme’
üzerinde çözümler; endoksa’yı bu zeminde tanımlar ve diyalektiğin retorik ile ilişkisini burada kurar.
12
18
Diogenes Laertios’a göre (VIII. 57; IX. 25) Aristoteles, diyalektiği
keşfedenin Elealı Zenon olduğunu söyler17. Zenon, olasılıkla hocası Parmenides’in
hipotetik antinomilerine (Platon, Pa., 128c) bir dayanak sağlama çabası içinde bu
türden bir uslamlama formuna ulaşmış olmalıdır. Onun rakiplerinin savlarını, savın
kendi hareket ilkeleri ile çeliştiklerini tanıtlayarak çürütme tarzındaki akıl yürütmesi,
diyalektik uslamlamanın özel bir görünümünü oluşturmaktadır. Zenon diyalektiği,
rakibe, onun savlarının çelişkilerini gösteren bir kanıtlamaya dayanır. Bu yönüyle de
olumsuzlayıcı bir diyalektiktir. Zenon’un ‘savın kendi çelişkileri aracılığı ile
olumsuzlanması’ tarzında uyguladığı diyalektik metodun kendinde bir mantıksallık
taşıyor olmasından dolayı diyalektiğin Sokrates’in pratik kullanımından Platon’un
teorik kullanımına geçişi kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle diyalektiğin felsefi
metot olarak uygulanışını Platon sağlar. Platon açık olarak Kratylos’ta (390c) “soru
sorma” ve “yanıt verme” sanatı olarak tanımladığı diyalektiğin adını kullanır. Bu
tanım, aynı zamanda metoda ilişkin onun Sokrates ile arasındaki bağdır; özellikle de
etik konularda tanımlara soru ve yanıt tekniği aracılığı ile ulaşmaktır (Pha, 75d, 78d).
Sokrates’in tanımlarının işlevinin Platon’da eide’ye dönüşmesi (Pha, 99d-101 d),
diyalektiği merkezi kavrama dönüştürür.18 Platon’un diyalektiği, hipotezlerle
(hüpotheseis) ve İdea teorisine göre (Pha, 100b) en üst İdeaya ulaşıncaya kadar (Pha
1001d, D., 511e) ilerleyen bir akıl yürütme sürecidir.
Akademia geleneği içinde diyalektik, Sokrates’ten beri, öncelikle, kavram
üzerine bir düşünme olarak görünüşe çıkar. Gerçekte bu düşünme, Aristoteles’te de
görüleceği gibi, tanımı çelişiğinde arındıran bir çözümleyici akıl yürütmedir. Platon
‘kavram üzerine düşünme’ye, ‘kavramın nesnesi ile ilişkisi’ni de ekleyerek
diyalektiğe ontolojik bir görev vermiştir. Burada diyalektik, ontolojik anlamda
‘eikasia’dan ‘eide’ye kadarki varlık zincirini, epistemolojik anlamada ‘doksa’dan
‘episteme’ye uzanan bir bilme süreci ile tanıtlamaya olanak sağlar. Bu sistemde
kavram ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi diyalektik sağlar. Sokrates’te karşıtlar içinde
ilerleyerek bir tanıma ulaşan ‘tartışma metodu olarak diyalektik’, Platon’da
17
“Aristoteles Sofist adlı eserinde hitabeti Empedokles’in diyalektiği de Zenon’un bulduğunu söyler”
(Di.La., VIII. 57; benzeri fragman IX 25).
18
Devlet’te diyalektik eğitimi, matematik ve felsefeden sonra, otuzuna varmışlar arasından,
seçilenlerin alacakları bir öğrenim aşamasına dönüşür (531d-534e, 537b-539e).
19
episteme’ye varan ‘bilmenin metodu olarak diyalektik’e dönüşür. Buna göre
diyalektik, varlık tabakaları arasından ‘düşünmenin yürüdüğü yol’dur. Akıl, bu
yolda, bilginin nesnesi ile bilginin türü arasındaki kavram bağını diyalektik metot ile
kurar. Diyalektiğe yüklediği bu işlevinden dolayı Platon, daha da ileri giderek onu
bir “bilim” olarak19, nedenlerin nedeninin bilgisini, en üst bilim olarak ilan eder (D.,
532b).20
Aristoteles, diyalektik kavramına ilişkin incelemelerin bütününü ele almıştır.
Gerçekte o, bu incelemelerdeki argümanlara içten bağlıdır (Berti, 1978: 363). Ama
yine de o, kavramı kendi argümanlarına göre yeniden belirleyerek Antikçağın
‘diyalektiğini en gelişmiş formuna ulaştırır’. Öyle ki, Aristoteles Sofistik
Çürütmeler’de, bu alandaki incelemelerde türünün ilk örneğini vermiş olduğu
konusunda övünmektedir (SR., 183b 16-184b 7).21 Aristoteles’in çözdüğünü
düşündüğü sorun, her türden bilimsel araştırmada kullanılabilecek metodun ne
olduğu sorunudur. Topikler’in ilk paragrafında Aristoteles amacının ‘metot’
(methodos)22 sorununu çözmek23 olduğunu açıklıkla ortaya koyar. Bu nedenle
19
Ancak Platon, diyalektiği, bilmenin tarzı yanında bilginin tarzı, yani onu hem bir bilgi hem de bir
bilim olarak tasarlamaktadır (D., 511b-c). Diyalektik, en üst bilimdir. Diyalektik bilimi, nedenlerin
nedeninin bilimidir (D., 532b). En üst nedeni bilmek, en alttaki varlığı bilmeyi getirmektedir.
Diyalektik biliminin metodu da diyalektiktir. En alttaki bilimlerin verilerinden başlayarak en üst
varlığın niteliklerine çıkan bir bilim (D., 533b). Kuramsal yöntemi, kavramlardan kavramlara,
çelişkileri ortadan kaldırarak ilerleyen düşünme tarzıdır.
20
Bu akıl yürütme, “ya bir çelişme sorusunu yanıtlamak ve oradaki bilginin doğruluğunu yoklamak
için ya da bir ‘tez’i temellendirmek için olur. Akıl yürütenin –tartışanın- bu koşullarda akıl yürütürken
dikkat edeceği tek şey, tutarlı olmasıdır” (Kuçuradi, 1997: 98). Tutarlılık ilkesi, akıl yürütmenin
mantıksal düzeyini oluşturur. “Diyalektikçi, bilgisini bir sistemde düzenlemeyi ve özellikle
görüşlerine mantıksal bir temel koymayı bilir, ama her şeyden önce, başkalarının sözlerindeki
doğruları ve yanlışları ayırabilme, başkalarının tezlerindeki zayıf noktayı ve karşısındakini
susturabilecek kesin kanıtı ortaya koyabilme ustalığı ile ayrılır” (Foulqué, 1975: 7).
21
Aristoteles, özellikle de paragrafın bütünü olan 183b 15-184b 2’de diyalektik uslamlamanın, daha
çok Sofistik diyalektiğe yakın nitelikte işlenişini içeren bir tarihçeden söz etmektedir. Kendisinin
katkısını ise, diyalektiği bir tasımsal tanıt formunda işlemiş olması olarak gösterir.
22
“Metot” (methodos), “yol” (hodos) ve “tarz” (tropos) Organon’da birbirlerinin yerine geçecek
şekilde kullanılmaktadır. Pr.A., 45b 28 (tropos), 46a 3(hodos), 47a 32 (methodos). ‘Method’
(methodos): methodos, hodos (yol)’dan gelir; sözcüğün etimolojisi ‘yolda takip etme’dir. Bu anlam
Aristoteles’e kadar görünmüyordu. O genel olarak pramateia ile değiştirilebilir anlamda kullanıyor
(Smith, 1997: 41). “Aristoteles metoda teknik bir anlam yüklemiştir. Bunu yapmasının inceleme,
sebebi sormak, delil, tartışma, bilgi/ders, kanıtlama süreçlerini birbirinden ayırt edilmesidir. Örnek
olarak; analiz ve sentez, tümdengelim ve tümevarım, buluş ve ispat ve bunların tecrübeden
prensiplere, prensiplerden sonuçlara çıkarımını ayırabilmesidir” (McKeaon, 1966: 5).
23
“Platon, ‘metot’ terimini kullanan ilk filozof olarak görülebilir. Aristoteles ise ona ilk teknik anlamı
yükleyen kişidir. İlk filozoflar ‘yol’ (hodos), ‘akıl’ (logos), ‘tarz’ (tropos), ‘ele alış biçimi’
(pragmateia), ‘sanat’ (techne) gibi gerçek terimler kullanmışlardır. Platon ve Aristoteles de bu
20
Aristoteles’in kitaptaki asıl amacı akıl yürütmede, bilimsel araştırmalarda ya da
pratik sorunların tartışılmasında kesinlik niteliğini sağlayan metodu bulmaktır. “Her
bilimsel sorgulama veya inceleme kendine ait konu-madde, prensip ve metoda
sahiptir. Aristoteles sıklıkla bu bilimsel yaklaşımları ‘metot’lara ve parçalara
ayırmıştır. Metot, bilimsel inceleme, sorgulamanın problemleri, analiz ise mantıksal
ilişkilerin ve ispatların problemleri ile ilgilenmektedir” (McKeeon, 1966: 7). Bu
nedenle Aristoteles’in analitiğinin temel kavramları ya da felsefesinin genel eğilimi
bir şekilde onun bu metot sorununun çözümü çevresinde orta çıkar. Bu açıdan
bakıldığında, Topikler kitabı, varsayıldığı gibi sadece diyalektik metoda ayrılmış
tartışmalardan değil, aynı zamanda daha genel olarak ‘metot’ sorununa ayrılmış bir
kitaptır. Çünkü Topikler I.1’de ‘önerilen herhangi bir problem hakkında bir sonuç
oluşturma olanağını sağlayacak bir metodun’ bulunmasını önerdiğinde, Aristoteles’in
örneğini verdiği metodun diyalektik olduğu açıktır.24
Aristoteles Topikler’deki inceleme amacını dile getirirken, aynı zamanda
anlattıklarında akıl yürütmenin metodu olarak diyalektik’in ne türden bir tartışmanın
sonunda açığa çıkan bir yaklaşım olduğunu duyumsatır. Buna göre: “İncelememizin
(pragmateia) amacı, bize sunulan herhangi bir problem (problema)25 hakkında kabul
edilir kanılara (endokson)26 dayanarak uslamlayabilmenin (sullogiszestai)27 ve bir de
bir argüman ileri sürdüğümüzde kendimizi ona karşıt (hupenantion)28 herhangi bir
terimleri ‘metot’, ‘sonraki yol’ (methodos) ile beraber ya da onların yerine kullanmışlardır. Aristoteles
ve Platon felsefi metotları açıklamak için sanattaki metotlar da dahil olmak üzere matematiksel ve
tıbbi metotları ima etmişlerdir. Onların metot anlayışı (kavramı) sanat ve bilimdeki metotların
gelişmesinden etkilenmiştir” (McKeon, 1966: 5).
24
Smith (1997: 41), Aristoteles’in kafasında başka bir program olduğu için de bunu biraz da “kasıtlı
olarak iddia ediyor”, der; bunu yapmakla da o, Birinci Analitik’lerin prosedürü (I. 30) için geniş bir
alana olanak sağlamış olmaktadır.
25
Problema (προβλήμα):
26
Metindeki εξ ενδόζων (endokson) PUP edisyonunda “reputable opinions”, LCL edisyonunda
“generally accepted opinions”, RH edisyonunda “generally accepted”; Robin Smith’in Topics: Books I
and VII’deki çeviri ve yorumunda “acceptable premises”; Irwin Aristotle’s First Principles adı
incelemesinde “common beliefs” olarak çevrilir. Aristoteles’te olduğu kadar, Antikçağ felsefesinde
‘kabul edilir, ortak, saygın düşünceler’in kabulünü bildiren endoksa terimi, bu metinde, ‘bilgi’ söz
konusu olduğunda olası, ‘önerme’ söz konusu olduğunda kanı sözcüğü ile karşılanacaktır.
27
συλλογίζεσθαι (sullogiszestai) PUP ve LCL edisyonunda İngilizceye “reason” olarak çevrilmiştir.
CLC “sullogismos”u da “resaon” olarak çevirmektedir. Oysa burada geçen “sullogiszestai” uslamlama
olarak çevrilse de, bu uslamlamanın ‘tasım ile kanıtlayıcı uslamlama’ olarak anlaşılması
gerekmektedir. Yani, sözü edilen problem hakkında öncülünü kanıt olarak işleyen bir uslamlamadır.
28
ύπεναίον (hupenaion) sözcüğü ‘karşıt’, ‘uyuşmaz’, ‘tutarsız’ sözcüğü burada, düşüncelerdeki
mantıksal çelişkilere işret ediyor. Örneğin Poetika’da bildirilene göre Homeros’taki İkarios üzerine
21
şey söylemekten alıkoyacak bir araştırmanın metodunu (metodon) bulmaktır” (T.,
100a 18-21).
Pasajdan da anlaşılacağı gibi Aristoteles’in diyalektiği, Platon gibi, kendi
başına bir bilim değildir. Tersine Aristoteles diyalektiğin kendi başına bir bilim
olmasına karşıdır; çünkü Aristoteles için diyalektik, epistemolojik açıdan kesin
bilgilere değil, ‘kabul edilir kanılara’ (endóksa’lara) dayanır. Diyalektiğin tanımının
verildiği bu ilk cümlede bilim argümanlarının “doğru ve ilk ilkelere” dayandığı
belirlemesi yapılmaktadır (T., 100a 18-30). Bununla birlikte, yine de Aristoteles’in
de Platon’un işlediği tarzda diyalektiği bir metot olarak ele aldığı açıktır.
Diyalektiğin bir metot olarak ele alınması, Aristoteles’in çalışmalarında değişmeyen
bir yorumdur. Retorik’te diyalektiğin (bu arada retoriğin de) “genel bilgi alanı”
içinde ve “belli bir bilime ait olmayan” şeylerle ilgilendiği söylenirken (R., 1354a 3),
vurgulanan diyalektiğin bilimler için bir metot olduğudur; diyalektik bir “kanıt
sağlama yetisidir” (R., 1356a 22-35). Diyalektiğin bir metot olması büyük ölçüde
değişmez bir yargıysa da, bu metodun tanım ve işlevi konusunda Aristoteles’in
kararlı olduğuna tanık olmak zordur.
Aristoteles yorumcuları, Aristoteles’in diyalektiğinin tanımını Topik I’in bu
ilk pasajında bulur. Oysa bu pasajda tanımlanan metodun diyalektik olduğu
konusunda Aristoteles herhangi bir şey bildirmez.29 Fakat bu pasajda, yorumcuların
dikkat etmedikleri, daha “ince” bir şey bulunmaktadır. Bu şey, Aristoteles’in kendi
yapılan tartışmadaki ‘yanlış anlamadan doğan’ türdeki tutarsızlıklardır. ‘Temelsiz varsayımlardan
hareket edip kendi bildiklerinden hareketle yargı oluşturduktan sonra bu yargı üzerine akıl
yürütenlerin yaptıklarından’ ortaya çıkan tutarsızlıklardır (P., 1461b-9); ya da nesneleri üzerine diğer
filozofların düşüncelerindeki karşıtlıklarda olduğu gibi. Örneğin Gökyüzü Üstüne’de, gökyüzünün yok
olmadığını ama doğduğunu söyleyenler, ‘oluşmak’tan geometricilerin şekillerinden söz eder gibi söz
ediyorlar; yani oluşumdan değil, oluşun şekil niteliğinden söz ediyorlar. Şekiller ortaya konulduğunda
her şey aynı anda var olur; ama bu oluşun kanıtı olamaz. Düzensizlikten düzenin çıktığını varsaymak
çelişkilidir (OH., 279b 25-28a 10). (OS., 409b 22, P.Ani., 718a 36, GC., 323a 26). Sonraki anlam
neredeyse aynı aporēma (‘açmaz’,’muamma’) anlamındadır.
29
Smith (1999b: 45), Aristoteles’in 100a 18-20’de bulmayı dilediği metodun diyalektik olduğu
konusunda kuşkularını, diyalektik argüman, diyalektik sanat ve diyalektik metot terimleri arasındaki
ayrım aracılığı ile dile getirir. “Diyalektik yöntem Aristoteles’ten önce de vardı. Aristoteles’in bizzat
kendisi onun keşfini Elealı Zenon’a atfetmektir. Onun Topikler’de sunduğu şey retorik sanatıyla
söylev arasındaki ilişkiye benzer şekilde diyalektik argümanla aynı ilişkiyi paylaşan bir diyalektik
sanatıdır. Bu ayrımı kavramak konusundaki başarısızlık bence Aristoteles’in endoksa hakkında
söylediklerinin yanlış anlaşılmasının başlıca nedenidir” (Smith 1999b: 45). Smith, Aristoteles’in
diyalektik sanatı, başkası ile girilen tartışmanın formu olarak gördü varsayımı ile diyalektik sanat ile
diyalektik argümanı bir birinden ayırır (Smith, 1999b:45-47).
22
aradığı metodun nasıl bir metot olması gerektiği konusunda bir ipucu vermektedir ki,
bu da Aristoteles’in Topikler’de diyalektiği kendi araştırma metodu olarak
algıladığını düşündürmektedir. Çünkü bu pasajda Aristoteles: (1) özel olarak
diyalektiği değil, genel olarak metot arayışını bildiriyor; ama (2) aradığı metodun ne
türden olması gerektiğini belirlerken, diyalektiğin tanımını veriyor. Bu pasajda
verilenin diyalektiğin tanımı olduğunu düşünmek için Topikler I. 10 güçlü bir kanıt
sağlıyor. Burada diyalektik önerme’nin tanımı verilirken, I.1’deki endóksa’nın
tanımındaki aynı cümleler tekrar ediyor: Pasaja göre “diyalektik önerme”, çoğunluğa
ya da en saygın olanlara ya da bilgelere ya da bunların içinden en tanınmış olanlara
dayanarak oluşturulan ‘soru önermesi’dir (T., 104a 5-10; benzeri yaklaşım Pr.A., 24a
25’te de görülür). Bu varsayımı Sofistik Çürütmeler’de onaylar: Burada, “diyalektik
sanatının ve araştırmanın görevi” olarak bildirilenin, ‘kabul edilir kanılardan,
önermelerden’ (endóksa) hareketle problem çözmek olarak belirlenen akıl yürütme
becerisinin (SR., 183a 37) diyalektiğin tanımı olduğu açıktır. Aristoteles bu
pasajlarda ve bütün bir entelektüel gelişimi boyunca süren diyalektiğin iki niteliğini
onaylamaktadır: (1) Diyalektik, endóksa’lardan –yani mevcut düşünceler listesi ve
soru önermeleri- hareketle bir uslamlamadır; bu uslamlama aracılığı ile ileri sürülen
problemlerin çözüldüğü, sonuç olarak oluşturulan savın tanıtlandığı bir metottur. (2)
Diğer yandan ise, yine aynı öncüller ile çelişmeden akıl yürüterek soruların
yanıtlandığı bir metodu içermektedir.30 Aristoteles’in inceleme konusunun genel
amacını anlatırken dile getirdiği bu oldukça anlaşılır paragraf, Topikler için olduğu
kadar, onun sonraki tartışmaları için de önemli bir sözlüğü içermektedir.31 Buna
göre:
30
“Programımız en çok kabul edilir öncülerden (reputable premisses) hareketle önümüze konulan
herhangi bir konu hakkında akıl yürütüme becerisini keşfetmekti. Bu hem diyalektik sanatının hem de
araştırmanın gerçek ödevidir. Buna katılabilecek bir şey olduğu sürece, sofistlerin sanatına benzerliği
noktasında yalnızca diyalektik bir biçimde değil, bir bilgi göstermek amacındaki bir soruşturmayı da
bu çaba gerçekleştirecektir. Bu nedenle denememiz herhangi bir görüşün tam bir hesabını verme
amacı yalnızca taşımamakta, aynı zamanda kabul edilebilir (endoksa) olduğu görülen bakışlar
aracılığıyla aynı biçimde kendi savımızı savunacak bir argümanın temellendirmesini sağlamaktır”
(SR., 183a 37-183b 5).
31
Aristoteles “oldukça zengin bir teknik terimler sözlüğü geleneğinden” beslenir ve hatta kendi
ilgisinin teorik gücünü buralardan alır. “Bununla birlikte o devamlı bu devraldığı mirası buyruğuna
alır, bazen de zorla yeniden işler. Retorik’teki gibi. (…) Böylece önerilen herhangi bir problem
hakkında sonuç çıkarma/tümdengelim kurmamıza olanak sağlayacak bir metodun bulunmasını
önerdiğinde, o kasıtlı olarak iddia ediyor. O, Prior Analytics’in prosedürü (I. 30) için geniş bir alanı
görüyor” (Smith, 1997: 41).
23
1- Aristoteles’in incelemesi (pragmateia)32 ‘metot’33 sorununun aşılması
içindir. Bu nedenle diyalektiği aradığı metot olup olmadığını belirlemek için
sorgular. Sorgulamada aradığı metodun teknik koşullarını da belirlerken, bu koşullar,
aynı zamanda diyalektik metodun teknik koşullarının listesine dönüşür. Bu teknik
koşulların listesi, Aristoteles’in diyalektik metoda katkısını sağladığı kadar, onun
aradığı metodun diyalektik olmadığını da duyumsatır. Bu açıdan bakıldığında,
Topikler’deki tartışmalar, Aristoteles’in diyalektiği bir metot olarak güçlendirirken,
aynı zamanda diyalektiğin karşısına analitiği çıkartmasının nedenlerini de
hazırlamaktadır. Buna göre:
a-
Metot, öncüllerden hareket ederek bir sonuca varacak
nitelikteki bir uslamlama olmalıdır (Aristoteles diyalektikte bulduğu bu
teknik koşulu, öncüller ile uslamlama olan kendi bilimsel metodunun temel
formu olarak işleyecektir).
b-
Diyalektiğin öncüllerini endóksa’lar oluşturur. Bunlar, ‘kabul
edilir genel kanılar’dan, ‘ünlü filozoflara ait varsayımlar’dan ya da
‘çoğunluğun doğru olarak kabul ettiği genel doğrular’dan oluşmaktadır. Bu
öncül önermelerin teknik niteliği bilgi söz konusu olduğunda ‘genel kanı’,
önerme söz konusu olduğunda ‘olası önerme’ olmalarıdır. Bu teknik koşul
Aristoteles’in diyalektik düşünceye katkısıdır; ama aynı zamanda bu koşul,
onun kendi bilimsel uslamlama formu olan apodeiksis karşısında diyalektiğin
olumsuzlandığı ayrımın nedenidir de.
c-
Metot, kabul edilen bu öncüllerden hareketle problem
hakkında ‘tasımsal uslamlama ile kanıtlama’yı (sullogizesthai)34 olanaklı
kılmalıdır. Bir uslamlama olarak diyalektik, kavramlarla akıl yürütmedir. Bu
32
Aristoteles’in πραγματεία (pragmateia) sözcüğü (özenle ‘çalışma’, bir şeyin ‘araştırma’sı ya da
‘ders’), aynı zamanda onun eserlerinin Sokratik ve Platonik geleneğin araştırma tarzından ayrımını da
gösterir. Aristoteles’in eserleri bir sorunun incelenmesi ve incelemenin sonuçlarının yazılarak
bildirilmesi anlamındadır. Bu nedenle onun metinleri bilimsel yazımın ilk örneği olarak kabul eldir.
33
μέφοδος, hodos (yol) sözcüğünün anlamından gelir; sözcüğün etimolojisi ‘yolu takip etme’,
‘izleme’dir. Robin Smith (1997: 41) bu anlamın Aristoteles’e kadar görünmediğini bildirir. O genel
olarak pragmateia ile değiştirilebilir anlamda kullanıyor.
34
Buradaki συλλογίζεσθαι (sullogizesthai) sözcüğü, PUP, LCL ve RH edisyonları İngilizce
çevirilerinde “reason” sözcüğü ile karşılanırken, R. Smith “deduction” sözcüğünü kullanır.
Sullogizesthai ve sullogismos terimleri arasındaki teknik ayrımı dikkate alırsak, sullogizesthai
sözcüğünü “deduction” ile karşılamak onu sullogismos anlamına indirgemek olur. Oysa
“Aristoteles’in Organon’unda süllogizestai fiili ispat etme gücüne sahiptir; şunlardan ziyade
çıkarılmamak yahut sonuç çıkartmak değil; doğrudan doğruya kanıtlamaktır (to prove)” (Duerlinger,
1969: 324).
24
akıl yürütme, kanıtlayıcıdır. Kanıtlama, sonucun ya da savın öncüllerle doğru
ilişkisini sağlamadır (Aristoteles’in diyalektikte buldu bu teknik koşul, onun
bilimsel uslamlamasının metoduna dönüşecektir).
d-
Bu metot ortaya çıkan bir problema’yı35 çözümlemeyi olanaklı
kılmalıdır.
2- Metot, pratiğe yönelik bu teknik koşulları yerine getirirken daha teorik
nitelikli teknik koşuları da karşılamalıdır. Buna göre:
a-
Metot, araştırmada, probleme ilişkin çözümlemeler için kanıt
oluşturmayı ve düşünce ileri sürebilmeyi (upekhein logon)
36
olanaklı
kılmalıdır.
b-
Bu metot, bir sav ileri sürülürken, uslamlamanın kendisi ile
çelişmemeyi olanaklı kılmalıdır. Metot, öncül olarak alınan bir kabule
(endokos) dayalı bir uslamlamanın, bu kabule dayalı bir sav ileri sürdüğünde,
bu sav ile çelişmeye (hupenantion)37 düşmemeyi sağlamalıdır.38
c-
Metot, çelişmezlik ilkesine dayanarak yapılan bir uslamlamayı
içermelidir. (Tartışma boyunca ileri sürülen savla çelişmeye düşmeden bir
akıl yürütmeyi olanaklı kılan metodun bu ilkesi, Aristoteles’in bütün bir
entelektüel gelişimi boyunca düşünmenin mantıksal ilkesi olarak işlenecek;
sonunda Metafizik’te varlığın ve varlığın bilgisinin ilkesi olacaktır).
3- Bu pratik ve teorik koşullar diyalog içindeki tarafların bir konu hakkındaki
uslamlamalarının niteliğini bir türden araştırma olarak yapılanmasını olanaklı kılar.
35
Aristoteles Topikler’de Sokratik diyalogu Akademia’nın yürüttüğü bir araştırma tarzı olarak
gördüğü için eleştirisi, daha çok bu türden bir diyalog içinde soru soranın ileri sürdüğü bir
problema’dır.
36
ύπέχειν λόγον deyimini PUP edisyonunda “putting forward an argument” olarak çevrilmektedir.
Burada Türkçedeki ‘sav’, hem ‘söz’ hem de ‘düşünce’yi birleştirerek logon’un karşılığı olarak
kullanılabilir. Ancak Grekçedeki ύπέςχεφον (söz ileri sürme) sözcüğünü dikkate alarak ύπέχειν
λόγον’u ‘tartışmaya düşünce ileri sürmek’ olarak almak, metodun bir akıl yürütme olarak görmesini
olanaklı kılmaktadır. Çünkü ifade, bir diyalogda sorulara yanıt verenin her defasında yaptığı akıl
yürütmenin sonucunu bildirmesini içermektedir. Bundan dolayı metot, tartışma boyunca kendi
düşüncem ile çelişkiye düşmeden sorunu tartışabilme olanağını sağlamalıdır.
37
Aristoteles ύπεναντίος (uyuşmaz, tutarsız) terimini, sıklıkla düşüncelerdeki çelişmelere ilişkin
kullanmaktadır (Robin Smith 1997: 42).
38
Savları çelişkilerinden arındırmak ve akıl yürütmeyi çelişmelere düşmeden sürdürmek için
diyalektiğin sağlaması gereken kuralar açısından bakıldığında, diyalektik metot Aristoteles’in modern
anlamdaki “bilim felsefesi”ni oluşturmaktadır.
25
Bu açıdan metot, yanıtlayanın kendi varsayımını ya da soru soranın kendi
yaklaşımını savunabilmesi için bir tezi açıklayan zemini oluşturmalıdır. “Yani her
diyalektik tartışmada içerilen rollerden birini veya diğerini, ister ‘soru soran’
(tartışmada karşısındakine soru soran ve ondan aldığı yanıtları tartışan asıl
konuşmacı) rolünü ister ‘yanıt veren’ rolünü başarıyla oynamamızı olanaklı
kılabilecek bir yöntemi bulmaktır” (Ross, 1999: 76).
Burada sorunu çözmek için (1) kanılardan (endóksa) hareket ederek (2) akıl
yürütmede bulunmak, bunu yaparken de (3) çelişkiye düşmemek, Aristoteles’in
diyalektik teorisinin merkezi terimlerini oluşturur. Burada hassas olan ayrım,
diyalektiğe ilişkin tartışmanın daha ilk paragrafında ‘bir argüman ileri sürdüğümüzde
diyalektik bu argümana karşı herhangi bir şey söylemememizi sağlar’ demesiyle
“çelişki ile bir bağlantı kurmuş” olması (Berti, 1996:107) Aristoteles’in diyalektiği
bir türden çelişkili uslamlamanın metodu olarak gördüğünü duyumsatır –ki,
diyalektik soruların niteliğinde de bu görüntü kanıtlanır. Aristoteles, bunun yanı sıra,
bu tanımla diyalektiğin içeriğinde olmayan ‘endóksa’, ‘akıl yürütme’, ‘tasımsal tanıt’
(süllogismos), tanıtlama (apόdeiksis) gibi terimler ile bir anlamda diyalektik metodun
içeriğini “yeni” kavramlarla zenginleştirmiştir
Bu olumlu katkıya rağmen tanımda saklı olan şey, diyalektiği miras olarak
devralmış olmasına rağmen Aristoteles, onu kendi terimlerinin buyruğuna almaya
çalışmasıdır. Onun diyalektiği tasımsal tanıtlı uslamlama formu (dialektikos
sullogismos) olarak açıklarken diyalektiği sullogismos (dedüksiyon)’un bir türü
olarak almasında bu daha açık görülür. Aristoteles felsefesinde dedüksiyon hem
“mantık” hem de “metot” problemini kendinde taşıyan bir terimdir. Bu nedenle
Aristoteles’in araştırmayı tutarlı bir şekilde olanaklı kılacak metodun bulunmasını
önerdiğinde, aslında onun kafasında henüz olgunlaşmamış başka bir şeyin olduğu,
Birinci Analitikler’in prosedürünün (I. 30) göz önüne alınmasıyla, ileri sürülebilir.
Aristoteles, Platon’un diyalektiğine karşı kendi analitiğini hazırlamaktadır. Yine de
Aristoteles’in Topikler’deki incelemesinin önceliği “diyalektik uslamlama”nın ne
olduğuna ilişkindir. “Diyalektik tasımsal tanıt’ın (διαλεκτικός συλλογισμός –
26
diyalektikos
sullogismos)39
ne
olduğunu
kavramak
için,
tasımsal
tanıt’ın
(συλλογισμός -sullogimos) ne olduğunu ve onun farklı türlerinin ayrımlarının40 neler
olduğunu söylemeliyiz” (T., 100a 22-24).
I.2. Sullogismos ya da Diyalektiğin Formu
Aristoteles Retorik’te sullogismos türleri üzerinde durmanın diyalektiğin (ya
da onun dalarından birisinin) işi olduğunu söyler (R., 1355a 9-10). Buradan hareketle
Aristoteles’in Topikler’deki sullogismos incelemesini diyalektik metot aracılığı ile
yaptığı varsayılabilir mi? Açıktır ki, Aristoteles’in Metafizik’te bir filozof olarak
uyguladığı türde diyalektiğin araştırmada bir metot olarak işlevi Topikler’de yoktur.
Bununla birlikte, Topikler’deki tanımlar ve belirlemeler dikkate alındığında,
diyalektiğin bir araştırma metodu olarak tasarlandığı açıktır. Her şeyden önce
Topikler’de sözü edilen diyalektik, Aristoteles’in bir eleştirmen ya da daha çok
öğretmen olarak tanımladığı diyalektiktir. Burada diyalektiğin kuralları ve öğeleri
dile getirilmektedir. Diyalektiğin ne türden bir uslamlama ve yargı formu olduğuna
ilişkin tartışmalar Aristoteles’i tasımsal tanıt (sullogismos) düşüncesine götürmüştür.
Aynı konuya ilişkin farklı yaklaşımların nasıl olanaklı olduğu sorunu, Aristoteles’in
düşünceyi dile getirmenin ve yargının koşullarını, özelikle de tanım ve yüklemde
bulunmanın koşullarını, tartışmasına yol açar. Bir savı kurmanın ya da çürütmenin
olanağı, onun nesnesi ile ilişkinin tutarlı ve geçerli ilişkisinin gözlemlenmesi ile
olanaklıdır. Bu sorunu aşacak metot, dilsel çelişkilerden arındırılmış diyalektiktir.
Aristoteles’in felsefi gelişiminin modern felsefeyi etkileyen en önemli teorisi
olan “mantık” alanına mal olmuş sullogismos41 (‘silogizm’ ya da ‘tasımsal tanıt’)
39
Dialektikos sullogismos terimini PUP edisyonunda “dialectical deduction”; LCL ve RH
edisyonunda “dialectical reasoning” olarak çevrilmiştir. “Sullogismos”un “deduction” ya da
“reasoning” olarak çevrilmesi teknik bir sorun olarak durmuyor. Ancak Aristoteles’in ‘tanıtlama’
(apόdeiksis) vurgusunun, uslamlamadaki öncüllere mi yoksa sonuca mı yapıldığı konusunda bir soru,
çeviri için seçilen sözcüklerin hassas bir sorunu taşıdıklarına işaret eder. Bu nedenle dialektikos
sullogismos’u ‘diyalektik uslamlama’ olarak karşılamayı sözcük tasarrufu olarak varsaysak da, burada
uygun çevirinin ‘diyalektik tasımsal tanıt’ ifadesi olmalıdır.
40
Aristoteles “diaphorai” ‘differences’ (ayrılık, fark) kullanır, fakat terim teknik olarak ‘differentia’
(ayrım) anlamına gelir. Anlam ‘çıkarımların farklı türlerinin ayrımları’dır (Robin Smith, 1997: 43).
27
terimi, en az diyalektik kadar anlam ve kapsamı yeterince belirlenmemiştir. Bu
belirlenmemişlik, sullogismos teriminin Topikler’deki ‘tanıtlama’ anlamına göre mi
yoksa Analitikler’deki ‘sonuç çıkartma’ anlamına göre mi kabul edilmesi gerektiği
konusunda yorumcuları belirsiz bırakmaktadır. Modern zamanların “Mantık
bilimi”nde42 geçerli olanın biçimsel mantık kabullerine göre sullogismos terimi
‘sonuç çıkarma’ olarak belirlenmektedir.43 Biçimsel mantığa kaynak olarak da
Aristoteles’in Analitikler’inin alınmasından dolayı, Topikler’in ve Analitikler’in
sullogismos terimi “çıkarım” olarak çevrilmektedir. Oysa ‘silogizm’ ya da ‘tasımsal
tanıt’44 olarak çevrildiğinde, Aristoteles mantığını “çıkarım mantığı” olarak yorumu
zayıflamaktadır.45 Solmsen (1993:11), “önceleri Yunanca ‘syllogism’ sözcüğü
kabaca, hiç de teknik olmayan anlamda kullanılıyordu: (‘olguları kanıt ile bir araya
getirme’) anlamında”, demektedir. Aristoteles bu anlamı teknik bir terime
dönüştürür. Buna bağlı olarak, sullogismos kanıtlayıcı bir uslamlama formu olarak
alınmadığında, Aristoteles’in diyalektiği sullogismos türleri listesi içinde adını
41
Sullogismos terimi PUP edisyonunda “deduction”; LCL ve RH edisyonunda “reasoning” olarak
çevrilmiştir.
42
Aristoteles mantık terimini kullanmadığı gibi, onun için mantık bağımsız bir bilim de değildir. O,
Metafizik’te bilimleri “teorik”, “pratik” ve “üretken” bilimler olmak üzere, üçe ayrılır (M., 1025b 25).
Bununla birlikte “teorik bilimler” ‘matematik’, ‘fizik’, ‘ilk felsefe’ (metafizik’tir) (M., 1026a 18).
Retorik’te (1359b 10) “analitik bilim” sözünü kullansa da, onun eserlerinde mantık bağımsız bir bilim
değildir; sadece bilimsel çalışmalarda, tanıtlama gerektiren önermelerin neler olduğunu bir
çözümlenmesidir (Pa.Ani., 639a 4, M., 1005b 3, NE., 1094b 23).
43
James Duerlinger, ‘sullogismos’un anlaşılmazlığını bir başka yere, çeviri sorununa indirger.
Terimin sözcük karşılığına bağlı kalınarak yapılan çeviriler kimi zaman gramerin inceliklerini
kaçırmaktadır. Bunun yanı sıra terimlerin metinlerin bütünündeki kullanımının gözden kaçırılmasıyla
da anlaşılmazlık artmaktadır. Böylece “tasım ile onun öncülleri ve sonucu arasındaki ilintiyi ifade
eden sözcük ve cümleciklerin çevirisiyle ilgili (…)” sorunlar sullogismos’u anlamayı
güçleştirmektedir (Duerlinger, 1969: 322). Duerlinger, Organon’daki sullogismos’un çevirisi kadar
anlamı ile ilgili belirlemesini “öncül varsayımı” (premisses account) dediği bir yaklaşıma göre
çözümler. Terimlerin anlam ve kullanımları ile ilgili gramer sorunlarının daha ayrıntılı bir incelemesi
için bakınız: James Duerlinger, Sullogismos and Sullogizestai in Aristotle’s Organon, The American
Journal of Philology, Vol. 90, no. 3, 1969, 320-328.
44
James Duerlinger, “süllogismos’u syllogism olarak ya da belki de sylogistik kanıt (syllogistic proof)
olarak” çevrilmesini önerir. Bu metinde tasımsal tanıt deyimi kullanılacaktır.
45
James Duerlinger, Aristoteles mantığını “çıkarım” olarak kabul edilmesinin çevirilere nasıl
yansıdığını gösterir: Jekinson ve Tredennik’in çevirilerindeki süllogismos’un metin içindeki
bütünlüğü, onun ifadesi ile “kompozisyon anlamını”nın ‘tutarlıca anlaşılmaması’, ikisinin de
“Aristoteles’in tasımının çıkarım konsepti tarafından tutuklanmışlardır.” Böylece de Tredennik eks
aleton ouk en pseudes süllogismos cümleciğini An. Pr. 66a 20-1 “yanlış bir sonuç doğru bir
öncüllerden çıkamaz” diye çeviriyor (bakınız onun An. Pst. çevirisi 80b 19-20. [Aristotle, Vol. I, LCL,
2002]) Oysa doğru çeviri: “Yanlış bir tasım doğru öncüllerden kompoze edilemez.” (Duerlinger,
1969: 326-327). Duerlinger ‘çıkarsanamaz’ demiyor, “kompoze edilemez” diyor. Bu durumda mantık
bir çıkarım olarak ele alınmış olur ki, ‘eğer’li bir çıkarım yapmak Aristoteles’in uslamlamasında
uygun durmuyor.
28
anması anlaşılmaz olur; çünkü bu durumda Aristoteles’in diyalektiği “çıkarım”
teorisi olarak yorumladığı anlamına gelir ki, bu söz konusu bile edilemez.
Aristoteles aradığı uslamlama formunun –metodun değil- sullogismos
olduğunu kabul ettiği için, hiçbir ikna edici açıklama yapmadan diyalektiği bir
sullogismos türü olarak, dialektikos sullogismos olarak, adlandırır. Sonra da,
dialektikos sullogismos’u anlamak için ‘sullogismos’dan hareketle çözümlemeye
yaklaşır. “Dedüksiyon (sullogismos) öyle bir argümandır (logos) ki, diğer bazı şeyler,
kesin olarak belirlenenlerin aracılığıyla onlardan zorunlu olarak meydana gelir” (T.,
100a 25-26). Benzeri tanım Birinci Analitikler’de de tekrar eder: “Bir dedüksiyon
(sullogismos), belirtilen bazı kesin şeylerden, onların varlığından zorunlu olarak
diğer bazı şeylerin oluştuğunu ifade eden konuşmalardır” (Pr.A.., 24b 17-20).
Yukarıdaki tanıma göre: (1) sullogismos bir akıl yürütmedir (logos), akıl
yürütmenin formudur. (2) Bu uslamlama, kendinde kesin doğrular taşıyan bilgiden
hareketle bir sav oluşturma tarzındadır. Öyleyse bu uslamlama formu en az iki temel
önerme aracılığı ile sağlanır46: (2a) Kendisinden hareket edilen bu kesin ve ilk şeyler
sullogismos formu içinde, ‘öncül önermeler’dir (protasis); (2b) uslamlama, hareket
noktasına bağlı, ama onda bulunmayan bir ‘sonuç’ (sumperasma) önermeye ulaşarak
tamamlanır. (3) Bu uslamlama, öncülün ilk ve doğru, sonucun zorun olmasından
hareketle savın mantıksal geçerliliğini, böylelikle de bilimsel doğruluğunu ortaya
koymaktadır. (4) Bu bağlamda bilimsel kanıtlama, savdan, yani sonuçtan bir takım
yeni önermeler çıkartmak değildir; tersine savın dayanaklarına yani öncülerine
indirgenerek kanıtlanmasıdır. Bu da uslamlamayı geriye, dayanağı olan ilk ilkelere
doğru götürmek demektir. Bu nedenle sullogsmos teorisinde vurgu sonuca değil,
öncüledir. Öncüllerin bilimsel kesinlikleri olanaklı olduğu oranda, orta terim
hakkında bilimsel yargı, yani sonuç önerme, olanaklı olacaktır. “Bir Aristotelesçi
tasım belli bir çeşitte öncül çiftidir, bunlar bir önermeyi desteklemek için ortaya
atılır” (Duerlinger, 1969: 322). Bu önermede sonuç, öncül çiftinden zorunlu olarak
vardır. Aristoteles’in tasımının, “öncüllerden sonuç çıkartmaktan çok bir sonucun
46
Modern metinlerde tasımsal tanıt formu iki önermeden oluşursa da, Aristoteles’in bu konuda kesin
bir uyarısı yoktur. Onun Platoncu diyaloga bağlı olarak öncülerinin daha fazla olması, uslamlamanın
formunu engellemez.
29
ispatıdır ya da öncüller ile sonuç arasındaki zorunlu bağlantının ifadesidir.” Bu
durumda “yanlış olanın tasımı yanlış olanın ispatıdır; bir tanımın tasımı bir tanımın
ispatıdır ve pratik bir konunun tasımı pratik bir konumun ispatıdır” (Duerlinger,
1969: 323).
Sofistik Çürütmeler de Topikler’deki tanıma uygun olarak, sullogismos
terimini öncülden sonucun elde edildiği tasımsal tanıt formu olarak tanımlanmasını
sürdürür. Tasımsal tanıt, geçerli argümanların herhangi bir türünü kapsar. Tartışmada
cinslerden yapılan tasımsal tanıtların cinslerin taklitlerinden yapılan tasımsal tanıt ile
karışması, tasımsal tanıtı çürütmeye olanağı sağlar (SR., 164b 20-25). Buna göre “bir
tasımsal tanıt (deduction) söylenenin aracılığıyla söylenen diğer bazı şeylerin
iddiasını zorunlu olarak içeren böyle kesin ifadelere dayanır; bir çürütme verilen
sonucun
çelişiğini
tasımsal
tanıtlamadır”
(SR.,
165a
1-3).
Topikler’deki
sullogismos’un, tanımı burada netleşir: Tasımsal tanıt, sonucun “öncüllerden zorunlu
olarak çıktığı” (SR., 168a 2) bir uslamlamadır.
“Aristoteles Mantığı” olarak sözü edilen “tümdengelim (dedüksiyon)” teorisi,
Aristoteles’in sullogismos konusundaki argüman figürlerinden oluşur. Organon
boyunca geçerli en açık tanım İkinci Analitikler I.2’de sunulur: “Bir sullogismos47,
belirtilen bazı kesin şeylerden, onların varlığından zorunlu olarak diğer bazı şeylerin
oluştuğunu ifade eden konuşmalardır” (Pr,A., 24b 17-23). Vurgu, öncül ile sonuç
önermesinin ilişkisinedir. Aristoteles’in bu ilişkide aradığı, bir konu hakkında bir
yargıyı doğru kılan koşulların neler olduğudur. O, çözümü, Platon’un ontolojisine
bağlı epistemolojisindeki gibi, bilginin koşullarında değil, yargının koşullarında arar.
Onun sorusu, bir savın nasıl oluyor da kendisi ile özdeş olmayan başka bir sava
dayandırılarak ileri sürülüyor olmasıdır. Bu soru, onun öncül önerme ile ondan
türetilmiş fakat ondan farklı olan sonuç önermesinin farklılığının geçerliliğinin nasıl
olanaklı olduğunu soruşturmasının gerisinde yatan sorudur. Bu nedenle Aristoteles’in
sullogismos teorisi, öncül ile sonuç arasındaki akıl yürütmenin geçerlilik koşullarının
bilgisidir. Yargının koşullarının bilgisine göre, bir sullogismos formunda kurulan bir
akıl yürütme, farklı önermelerin (öncül, orta, sonuç önermelerin) birbiri ile geçerli ve
47
Sullogismos’u PUP edisyonunda “deduction”, LCL edisyonunda “syllogism” olarak çevrilir.
30
tutarlı ilişkisinin olanağı kanıtlayarak göstermiş olmaktadır. Aristoteles geçerli bir
tasımsal tanıtı, zorunlu sonucun zorunlu bir öncül ile geçerli ilişkisinin biçimsel
formu olarak aldığı için, uslamlamanın formlarını öncülerinin taşıdıkları doğruluk
derecelerine göre gruplandırır. Aristoteles’in tasımsal tanıt (sullogismos) teorisi ile
diyalektiği doğrudan ilişkilendirir: Topikler’de sullogismos formu diyalektiğin de
formudur. Bu nedenle Aristoteles’in diyalektiği, tutarlı kavramsal düşünmenin
formuna göre geçeli bir akıl yürütmedir.
Aristoteles Retorik’de retoriğin argümanını tasımsal tanıt formu ile işleyerek
enthumêma (“örtük tasımsal tanıt”) olarak adlandırdığı bir sullogismos formu
geliştirir. Burada retorik argüman “ikna” edici argüman olarak tanımlanarak, iknanın
formunu “örtük tasım” adı altında, sullogismos ile ilişkilendirmektedir. Ancak “örtük
tasım”ın diğer bütün tasımsal tanıtlar gibi diyalektiğin konusu ve uygulama alanı
olduğunu söyler (R., 1355a 3-15). Aristoteles’in Retorik’te diyalektiği retorik
argümanla birleştirme çalışmasının nedeni, onun “diyalektik uslamlama”nın her
zaman olmasa da, çoğunlukla kesin olmayan önermelerden bir sonuca ulaştığına
ilişkin varsayımıdır (R., 1356b 10-19).
Aristoteles Topikler’de sullogismos’u genel bir terim (yani ‘geçerli argüman’)
olarak tasarımlamazken, Birinci Analitikler’de genel bir terim olarak kurmaya
çalışarak onu “geçerli argüman” formu olarak geliştirir ve argümanların denetimi
için bir ölçüt olarak işler.48 Aristoteles’in Birinci Analitikler’deki amacı her geçerli
argümanın çıkarım formuna dönüştürülebileceğini göstermektir. Topikler’deki
sullogismos teriminin kullanımı, Platonik diyaloga bağlı tartışma bağlamına göre,
sadece bir argüman formudur. Terim, tartışmada taraflardan birisinin rakibinin
konumunda çelişkili bir durumu çıkartmasına ya da rakibinin öncüllerinden onun
çelişkilerini açıkça çıkarmasına işaret eder. Her iki durumda da tartışmada savların
48
Ross, sullogsimos teriminin Topikler’de sıklıkla görülüyor olmasına rağmen, onun bugün için
bilinen teknik anlamının daha sonra yazılan Analitikler’de ortaya çıktığını söyler (Ross, 1939: 251-2).
Aristoteles’in Topikler’i Analitikler’den önce yazdığına ilişkin sağlam temellere rağmen, Topikler’in
kendi içindeki bölümlerin kronolojisi hala açık değildir. Topikler’in daha erken yapılmış bir çalışma
olarak kabul edilmesinin nedeni, bu çalışmada syllogism öğretisi ile ilgili herhangi bir izin
olmamasıdır. Συλλογισμοσ (sullogismos) terimi Topikler’de kullanılır, fakat bu bağlamdaki kullanımı
‘inductive (tümevarım) argüman’ın karşıtı olarak ‘deductive (tümdengelim) argüman’ anlamına gelir
(Top. I.1.100 a 25-6, I. 12. 105 a 11-13). (Raphael, 1999: 241).
31
ya da akıl yürütmenin içeriğinden çelişkili konumun açığa çıkartılmasına işaret eder.
İkinci Analitik’lerde Topikler’deki sullogismos’un bu anlamı korunsa da, çok farklı
bir işlem görünüşe çıkar: “Bir sullogismos49 belirtilen bazı kesin şeylerden, onların
varlığından zorunlu olarak diğer bazı şeylerin oluştuğunu bildiren konuşmalardır50.
‘Bunların böyle olması açısından’ dediğim, sonucun bunlardan dolayı çıkması,
‘sonucun bunlardan dolayı çıkması’ ise, zorunlu sonucun oluşması için terimin51
dışında
hiçbir
şeyin
gerekmemesidir”
(Pr.A.,
24b
17-23).
Aristoteles’in
kesinleştirdiği nokta, sonuç önermenin öncülden zorunlu olarak çıkarılması ve
sonucun öncülden farklı olmasıdır. Ancak Analitikler’in çıkarıma kazandırdığı teknik
içeriğe göre, hiçbir sonuç tek bir öncülden çıkarılamaz; çünkü en az iki öncül
gereklidir (Pr.A., 40b 35-6; 53b 16-20). Açıktır ki, Aristoteles kesin öncüllerden
hareketle yapılacak uslamlamanın geçerliliğini vurgulamakla, Platon’un İdea
teorisine uygun bir uslamlama formun gerekliliğini korumaktadır. Platon’un
uslamlamasında zorunlu doğru ve ilk öncülü İdea’ların bilgisi sağlarken,
Aristoteles’in zorunlu doğru ve ilk ilkelerin bilgisinin nasıl elde edileceği sorunu
çözümlenemez durmaktadır. Ancak, Platon’un İdeaları bulmak için diyalektik
metoda işlevsellik kazandırması gibi, Aristoteles de zorunlu olarak, Platon gibi, ilk
ilkeleri
bulmak
için
felsefi
uslamlaması
içinde
diyalektiğe
işlevsellik
kazandırmaktadır.
Diyalektik teorisinin kullanılmasının bu zorunluluğa karşın, Aristoteles’in
diyalektik teorisi Platon’un diyalektiğine dayanmaz; tersine Aristoteles’in mantık
teorisi olan sullogismos Platon’un diyalektiğine dayanır. Aristoteles’in “mantığı”
49
Buradaki tanım PUP edisyonunda “A deduction is a discourse (…)” olarak çevrilirken, LCL
edisyonunda “A syllogism is a form of words (…)” olarak çevrilmektedir. Çevirideki bu seçim bütün
bir Organon boyunca korunduğu için, LCL edisyonunda sullogismos’un tanımının “ifade formu”
olarak çevrilmesi, cümledeki tanımlananın, yani sullogismos’un “çıkarım” olarak alınmasına olanak
sağlıyor. Böylece de bütün bir Organon çeviri içinde bu terim tek bir anlama indirgenmiş olur. Aynı
şekilde PUP edisyonunda sullogismos “deduction” olarak çevrilerek aynı şekilde anlam teke
indirgeniyor. Oysa burada yürütülen çalışmada terim için bütün metinlerde tek bir karşılık
kullanmaktansa, her metnin kendi problem alanına ilişkin olası anlamın seçilmesine çaba
gösterilecektir.
50
PUP edisyonunda “discourse” olarak çevrilirken LCL’de “form of words” olarak çevrilir.
51
Terim (oron), “öncül önermenin ayrıştığı şeydir.” Örneğin ‘olmak ya da olmamak’ yükleminin
eklenmesi ya da ayrılması ile özne ve yüklemin analiz edilebilirliğini sağlayan terimdir (Pr.A., 24b
16). Aristoteles’in analitiğine göre ‘terimler’le, daha modern ifade ile söylenecek olursa kavramlarla
düşünmek ‘tasımsal tanıt’ (sullogismos) formları içinde olanaklı olmaktadır. Bu yaklaşım da
kavramsal düşünmeyi öncüllerden sonuca doğru giden bir akıl yürütme olarak belirlemektedir.
32
olarak bilinen yargı figürleri ve buna ilişkin kurallar, Platon’un diyaloglarının
diyalektiği içindeki akıl yürütmelerin Aristoteles’teki yansımalarıdır. Özellikle de
Sofist ve Parmenides diyaloglarındaki terimlerin ‘tanımlanması’, ‘bölünmesi’,
‘yüklem ve konu birliği’ gibi temalar Aristoteles’in mantığının kaynağındaki
argümanlardır.52 Stocks, Aristoteles’in mantık çalışmalarının kompozisyonunu
çizerken, Solmsen’den hareketle, İkinci Analitikler’in Topikler’in diyalektiğine bağlı
olarak, tasımsal tanıtın ilk figürünü geliştirdiğini varsayar.
Böylece Aristoteles’in
mantığının iki yönü, ‘bilimsel sonuca ulaşma’ ve ‘ilk ilkelere dayalı kanıtlama’,
üstünde Platon’un kavramlarının etkisi vardır. “İdeaların Platonik hiyerarşisi ve
Platonik διαίρεσις [diairesis] metodu ‘Diyalektik’i, onun yüklemler (Predicable)
teorisindeki temellerini verdi: ve ideal tanıtlamanın dayandığı, ideaların aynı
sıralaması tasım zincirinde formu forma (terimi terime) peş peşe bağlamanın
teorisindeki bir iştir.” Solmsen’in ‘apodeiktik’ çözümlemesine göre, Aristoteles,
Platon’a, “mantık çalışmalarında içten bağlıdır” (Stocks, 1933: 122). Jaeger,
Aristoteles’in
mantık çalışmalarınının Akademia’daki tartışmalarla ilişkisini
Platon’un Eudemos diyaloguna dayandırarak çözümler (Jaeger, 1962: 39-53).
Özellikle de Topics IV’teki Platonik διαίρεσις eleştirisini Akademi içindeki
çekişmenin ürünü olarak çözümler. Jager, Topikler’deki çalışmaların büyük bir
bölümünü Aristoteles’in ilk dönemine ya da Akademia döneme ait görür. Ancak
Platon, Theaetatus, Sofist, Parmenides, Devlet gibi eserlerindeki soyut ve kavramsal
tartışmalarına rağmen, Aristoteles’in geliştirdiği tasımsal tanıtın formunda bir
uslamlama örneğini sunmamıştır. Yine de Aristoteles, “sonuç çıkartma” işlemini ve
buna bağlı olarak da “tasımın keşfi”nini Platon’a borçludur. Özellikle de
52
Brehier de “Aristoteles’in mantığı” Akademia “diyalektikçilerinin çevresinde doğmuştur”, der
(1969: 137). “Tasımın bu çapraşık yapısı mutlaka diyalektikten çıkmıştır. Vargılar çözülmesi gereken
problemlerdir. Bunlar, karşılık vermek amacıyla tasımdan önce soru olarak sorulur. Tasım, önceden
yapılmış araştırmalar sonunda ortaya çıkar. Bir yüklemin bir konuya ait olup olmadığı sorusu bir kez
sorulunca artık, bunu çözecek orta terimi bulmak gerekir. Bundan dolayı iki liste yapmak gerekir.
Birincisi, büyük terimin olabilecek bütün konularının listesi, öteki de küçük terimin olabilecek bütün
yüklemlerinin listesidir. Orta, zorunlu olarak bu iki listenin ortaklaşa bölümünde bulunacaktır” (İkinci
Analitikler, II 13) (1969: 145). Eduard Zeller, Aristoteles’in Sokrates ve Platon’un çalışmalarını
“sorgulama sanatına giriş” olarak kendi mantığının temeline dönüştürdüğünü söyler (Zeller, 1955:
187). Copleston da Aristoteles’in “Biçimsel Mantığı”nın Platon’un Sofist diyalogunu izlediğini,
Platon’un bölme metoduna uygun olarak kendi formel mantığı kurduğunu söyler (Copleston, 1993:
283-4). Benzer bir düşünceyi ileri süren Jonathan Barnes, özellikle Sofist ve Parmenides
diyaloglarındaki “diyalektik egzersizlerin” Aristoteles’in mantık teorisini hazırladığını söyler (2002:
39). Ayrıca, Werner Jaeger, Aristotle: Fundamentals of The History of His Development’te (1962, 11104) Aristoteles’in Akademia ile ilişkisini ayrıntılı olarak işlemektedir.
33
Aristoteles’in Topikler’i, “Platonik Akademide tutulan bilimsel metot üzerine olan
tartışmaların doğrudan sonucu[dur].”53 Burada Aristoteles’in ilgisini çeken “bizim
mantık Aristoteles’in kendisinin ise analitik olarak adlandırdığı” düşünme
formlarıdır (Forster, 2002: 265-6). Tasımsal tanıt teorisi ya da “sonuç çıkarmanın
kurallarının sistematik işlemleri” Aristoteles’in en önemli başarısıdır. Bununla
birlikte, “onun mantık çalışmalarına yaklaşması Akademinin diyalektiği aracılığı ile
olması, kuvvetli bir tahmindir; fakat Theaetetus, Parmenides, Sophist ve Politicus
gibi diyaloglarda Platon’un teorilerini uyguladığı pratiklerinin bazılarını görebilsek
de”, bunlar formel tasımsal tanıt işleminin gelişimi üzerindeki etkinin küçük bir
zemindir (Tredennic, 2002, 182). Aristoteles’in tasımsal tanıt teorisine Platonik
diyalektiğin zemin olabileceği işlem, “bölme” metodudur.54 Aristoteles’in tasımsal
tanıt (sullogismos) zinciri, ontolojik karşılığından ve metafizik yorumlardan
arındırılmış bir Platon bölme metodudur. Ross’un daha açık kıldığı tartışma, Maier
tarafından belirlenen geleneksel görüştür. Buna göre Megara ve Kinik şüpheciliğinin
argümanlarının
çürütülmesi
Aristoteles’in
diyalektik
teorisinin
gelişmesini
sağlamıştır. Aristoteles’in diyalektiğinin türlerinin (sullogismos ve epagôgê; T., 105a
10-11) gerisindeki daha etkili öğe, özel formlardan genel formlara yükselen
Platon’un “συναγωγή’sinin iki aşamalı sürecinden oluşan diyalektik kavramından ve
geniş olandan dar olan Biçimlere doğru sıralı bir iniş olan διαίρεσις kavramından
53
Forster’in (2002: 267) Topikler’in bölümlerinin kronolojisine ilişkin açıklamaları: Topikler aynı
tarihe ait olmayan parçalardan oluşur. Stocks’n aktardığına göre Maier [Maier’in göndermede
bulunulan çalışması Die Syllogistik des Aristoteles (Tübingen, 1896-1910)], Kitap II-VII.2’nin
Topikler’in en eski parçasını oluşturduğunu, Akademinin etkisi altında yazıldığını ve Aristoteles’in
Diyaloglar dönemine –ki bu dönemden sadece fragmanlar kalmıştır- ait olduğunu düşünür. Özellikle
de συλλογιςμός terimini teknik bir anlamda kullanmamıştır (eğer kullanılmışsa da 130a 7’deki
anlamındadır ki, bu da daha sonraki bir eklemdir); ancak daha sonra teknik anlamına kavuşacaktır.
Oysa terim, VII. Kitabın ikinci yarısında bilindik Aristoteles’in anladığı anlamında kullanılır. Sonuç
olarak II-VII. 2. filozofun mantığına yardım edecek olan bölümü önce oluşturdu. Kitap VII. 4-5 gibi I
ve VIII de aynı döneme aittir ve başlangıç ve sonuç tasımın keşfinden önce yazıldı. Sofistik
Çürütmeler, Topikler’e bir ilave olarak yazılı. Gohlke ve Solmsen’e göre I-VII çalışmanın erken
bölümlerdir ve VIII ile Sofistik Çürütmeler’e sonuç olarak eklenir. Topikler’in Organon’a bağlantısına
gelince, Maier, Topikler’in bütünüyle Analitikler’den önce olduğunu dikkate alır. Solmsen (1) Topica
I-VII, (2) Posterior Analytics I, (3) Topica VIII ve Sophisticis Elenchis, (4) Posterior Analytics II, (5)
Prior Analytics sıralamasını ileri sürer. Gohlke iki Analitik’in geleneksel sıralamasını doğru bulur ve
Analitikler’in mantıksal olarak Topik ve Sofistik Çürütmeler’i gerektirmektedir. Topikler’in
kronolojisinde Ross (1999:76), Topikler’i iki ana kısma ayırır: “(1) II-VII. 2. kitaplar, asıl kitaptır ve
büyük kısmıyla Akademi’den ödünç alınan [M. 981a 7] bir topo’iler toplamını veya akıl yürütmenin
bildik sözlerini içerir. Görünüşe göre bu kısım, tasımın keşfinden önce yazılmıştır. (2) I., VII., 3-5,
VIII. kitaplar. Bu kısım da tasımın keşfinden sonra, ancak Analitikler’in kaleme alınmasından önce
yazılan bir giriş ve sonuçtan oluşur. Sofistik Çürütmeler büyük bir olasılıkla Topikler’den sonra, ancak
Analitikler’den öncedir.”
54
Aristoteles Topikler’de bölme düşüncesinin metodunun gölgesinde çalışır (Johansen, 1998:312).
34
etkilenmiştir.” Bunlara ek olarak Aristoteles’in, Platon’un διαίρεσις metodunun
eksiklikleri üzerine düşünmesi, Birinci Analitikler’deki sullogismos’u formüle
etmesini sağlamıştır (Ross, 1939: 252). Ross’a karşı ya da onun ile görüş birliği
içinde olduğu noktaları bildiren Solmsen, tasımsal tanıt teorisinin keşfini benzeri
noktalarda temellendirir. “Syllogisim ‘eidosketten’den kaynaklı olarak oluştu; yani
idealar bir zincir boyunca azalarak uzamayı, onların cins, tür, ikinci dereceden türler,
vs. gibi normal ilişkisinin varlığını düzenledi. Türlerin bu zinciri Platon tarafından
çalışıldı ve teorize edildi, onun Akademisinde yayınlandı ve kendi favorisi olan
diaresis metodunda bağlantılandırıldı.” Bu nedenle Aristoteles’teki tasımın birinci
figürü İdeaların düzenlenmesinin sıralamasına dayanır. “Form” (ya da “İdea”)
kavramı, “Tümel” (καθόλου), “Terim” (όρος) kronolojik bir sırada durur. Platon’un
“İdealar”ı mantıksal bir bağlama sahip olmasından daha çok metafizik bir yapıya
sahiptir. Aristoteles İdeaların metafizik anlamları hakkında kuşku duyunca, mantık
bağlamında ve metodolojik tartışmalarında, “Tümeller” üstüne yoğunlaştı. “Terim”
kavramı (bir öncülün etkisini oluşturan) kesinlikle mantıksaldır. Böylece “Form”,
“Tümel”, “Terim” sırası Platon’dan uzaklaşan gelişmesini ve formel mantık
yolundaki basamakların etkisini gösterir (Solmsen, 1941: 410). Buna ek olarak,
Solmsen’in “tasım, Aristoteles’in önemli keşiflerinden birisi” olmakla birlikte
‘Platonik diairesis’ten daha bilimsel olup olmadığı’, ‘Matematiksel kanıtın ya da
diyalektiğin bu büyük keşifte yardımcı olup olmadığı’ ve ‘Aristoteles erken aşamada,
İkinci analitik I bölümünde tanıtlama teorisini sonuçlandırıp sonuçlandırmadığı’
(Solmsen, 1978: 5) soruları önemlidir.
Platon’un bölme tekniği, Aristoteles’in tasımsal tanıt formu türündendir.
Platon Sofist diyalogunda, “bölme tekniği” ile Sofistik uslamlamayı eristik
uslamlamaya indirgeyerek Sofisti, eristik tartışma metodu ile kazanç edinmeye
çalışan biri olarak tanıtlamaya çalışırken, uslamlamada diyalogların sadeleştirilmesi
ile tasımsal tanıt figürü açığa çıkmaktadır (S., 225a-226a).
Brehier (1969),
Aristoteles’e tasım öğretisini veren Platon’un bölme tekniği olduğu konusunda
açımlayıcı bir düşünce sunar. Bölme bir yüklemi (ölümü) bir özneye (insana); bu
öznenin bir türe (hayvana) dahil olduğunu; bu türün de ölümlü ve ölümsüz gibi iki
cinse ayrıldığını, birincisine de insanın girdiği kabul edilince, burada mantık
35
bakımından bir sıraya göre düzenlenmiş üç terim ve bu mantık dizisi sayesinde
terimlerin ikisinin üçüncüsü sayesinde birleştiği görülür. Ancak Aristoteles’in
tasımsal tanıt figürleri açısından bu, zorunlu sonucu tanıtlayamayan zayıf bir
tasımdır. “Çünkü bu tasım, insanın ölümlü-ölümsüz cinsten hangisine girmesi
gerektiğini gösteren bir yol vermez. Öte taraftan, orta olan hayvan, yüklem olan
ölümden daha geniş bir tür durumuna getirir”55 (Brehier, 1969:144). Öyleyse
Aristoteles’in vardığı sonuç, bir türden yüklemlerin tanıtlanması ile ilgilidir ve
Aristoteles tanıtlamayla ilgili kaygısını bölme tekniği ile aşmayı varsayar. Aristoteles
ilk bilgiler ve onlara ulaşma metodu hakkında, ara bir cümle niteliğinde, söylediğine
göre, böylesi bir metodu bulma konusunda umutlu olunmaması gerektiğini hatırlatır.
Bütün araştırmalara, yani bir yandan savın ilk bilgisine ulaşmayı, diğer yandan savın
çürütülmesini tek bir yolla sağlayacak bir metoda ulaşmanın kolay olmadığını,
bulunsa da anlaşılmaz olacağı için araştırmaya yardımcı olamayacağını söyler.
Bunun yerine, yani bu türden bir genel bir metodu uygulamak yerine, konuyu
bölerek incelemenin daha iyi bir çözümleme olduğunu düşünür (T., 102b 35-103a 5).
I.2.1. Topikler’de Sullogizesthai ve Sullogismos Ayrımı
Aristoteles’in Topikler’de kullandığı süllogismos’un anlamı Analitikler’in
teknik anlamına sahip olmadığı gibi, Topikler’de (örneğin, I.1, VIII.11’de)
sullogismos terimi ile birlikte bir de sullogizesthai terimini kullanmaktadır. Bu iki
sözcüğün kullanımının teknik bir ayrımı var mıdır? Bu ayrım diyalektik uslamlama
için bir anlam taşımakta mıdır? Topikler’de Aristoteles’in kullandığı birçok terim
Analitikler’in uslamlamasına ait birçok kavramın teknik anlamı düzeyinde
netleşmemiştir. Bu nedenle Topikler’de sullogismos ve sullogizesthai terimleri
arasındaki ayrım nasıl konumlandırılacağı belirsiz kaldığı için, genel olarak ‘çıkarım’
sözcüğü ile karşılanabilmektedir. Robin Smith (1997: 44), sullogizesthai terimini
55
Birnci Analitika, I 3, 15, İkinci Analitika, II 15 (Brehier’in dipnotları: 1969:144)
36
İngilizcede ‘deduce’ –fiil hali: ‘kanıtlamak’ - ve sullogismos terimini de ‘deduction’
–isim hali- ile karşılamayı önerir.56
James Duerlinger, terimlerin belirlenmesinde daha köklü bir ayrıma gider.
Ona göre “Aristoteles’in Organon’unda sullogizestai fiili kanıtlama gücüne sahiptir;
şunlardan ziyade ‘çıkarmak’ (to infer) ya da ‘sonuç çıkartmak’ (to draw a
conclusion) değil; doğrudan doğruya ‘kanıtlamak’ (to prove)”57 (Duerlinger, 1969:
324). Böylece ‘tasımsal tanıt’ı ‘çıkarım’ olarak anlamlandırma, Aristoteles’in
analitiğini çıkarım teorisi olarak adlandırmaya ve onun diyalektik bir akıl yürütme ile
olan içeriğinin görmezden gelinmesine yol açar. Oysa kanıtlayıcı tasımsal tanıtlama
(apόdeiksis), Aristoteles’in diyalektik ve tasımsal tanıt arasındaki mantıksal ilişkinin
olanağıdır. Bu nedenle James Duerlinger’in belirlemeleri önemlidir: “Sullogizestai
tek yönlü apodeiksai’dir. Fark şu ki, ikincisi kanıtlamaktır (to prove), birincisi
tasımla kanıtlamaktır (to prove by syllogism).” Aristoteles emin olmak için hem
apόdeiksis hem de süllogismos terimlerini birlikte kullanıyor: “he apόdeiksis
süllogismos tis” (An. Pr. 25b 30). Şuna açıkça dikkat edilmelidir: Bir tasım formu
olan demostrasyon (tanıtlama), genel olarak tanıtlamadan ayırmalıdır. Çünkü
Aristoteles tasımsal tanıttan başka tanıtlamaların da var olduğunu görüyor (An. Pr.
47a 32-40, 50a 16-b4). Aristoteles, “her tasım ve her kanıt, bir şeyin bir başka şeye
ait olduğunu ya da olmadığını kanıtlar (deknünai)”, demektedir (An. Pr. 40b 23-4)58
56
Robin Smith’in sullogizesthai ve sullogismos terimlerini İngilizcedeki ‘syllogize’ ve ‘syllogism’
terimlerinin kaynağı olarak gösterdikten sonra, her iki terimin ‘syllogism’ olarak çevrilmesini,
İngilizce çevirisinin yanlış yönlendirmesi olarak yorumlar (Smith, 1997: 44).
57
“Ve Aristoteles yorumcularının ve çevirmenlerinin başka türlü düşünmüş olamasın nedeni, bir
süllogisma’nın bir sonucun kanıtı olduğunu anlayamamaları ve Aristoteles’in ek edatını süllogismos
kelimsinden sonra kompozisyonal olanla kullandığını anlayamamalarıdır” (Duerlinger, 1969: 328)
58
“Bu nedenle süllogiztai’yi Tredeenik’in [CLC edisyonunda Analitikler’in çevirmeni] de sık sık
yapmak zorunda kaldığı gibi, (to proof”/kanıtlamak olarak çevirmek doğaldır. Örneğin, pantes hoi dia
toü adünatoü perainontes to pseüdos süllogizontai (An Pr. 41a 23-5) içinde geçtiği gibi. Burada başka
yerlerde olduğu gibi Aristoteles perainein fiilini kullanma yoluyla öncüllerden sonuç çıkartma
sürecini belirtir (karşılaştır An. Pr. 29a 32, 41a 21, 42a 23, 42b 30, 47b 11, 47b 14, 50a 29, 50a 33,
50a 39, 64a 16, vs.), -süllogezstai fiilini kullanmaktan ziyade, bu amaçla sümperainein’ni de
kullanması ile birlikte [sümperainein’den daha çok ] (An. Pr. 58a 24, 58a 28). Tredennik farkı
görmüyor; çünkü süllogezisteai’yi de bir “sonuç çıkarma”, bir “çıkarımda bulunma”, ve bir “sonuca
ulaşma” diye çeviriyor. Şu çevirilerine bakınız: 40b 30-1, 41a 31, 53b 8, 53b 12, 64b 7-8, 66a 35-6).
Jenkinson ve Owen’ın çevirileri de aynı şekilde bozuktur. Süllogizestai’nin en emin çevirisi bir tasım
ile kanıtlamadır, faneron hoti ek pseüdon estin alethes süllogistai de olduğu gibi (An. Pr., 64b 7-8);
bununla beraber, oi süllogismoi süllogizontai durumunda “kanıtlamak” (to proove) yetersiz kalır (An.
Pr., 53a 9-10)” (Duerlinger, 1969: 327).
37
(Duerlinger, 1969: 324-325).59 Ancak Aristoteles, apόdeiksis’i (tanıtlama’yı)
bilimsel bilginin formu ve sullogismos (tasımsal tanıt) formunu yargıların geçerli ilk
figürü olarak işlediği için sullogizestai (tasımla kanıtlama) formu Analitikler’de
kaybolur.
I.3. Malzemelerine Bağlı Olarak Sullogismos Türleri
Aristoteles’in diyalektiği kendi terminoloji içinde mantığının baskısına
aldığını gösteren en açık kanıt, diyalektiğin sullogismos (tasımsal tanıt) türlerinden
biri olarak göstermesidir. Bu, diyalektik kavramının tarihi açısından gelişmeci bir
görünüm sunarken, Platon diyalektiği açısından negatiftir. Bu durum, Aristoteles’in
diyalektiği kavrayışının Platon’un diyalektiğine dayanmadığının da kanıtıdır.
Aristoteles’in çözümlemesi savın nesnesi hakkındaki yargıların geçerlilik
koşullarının bilgisini ararken, düşüncenin dilsel doğruluğunun koşullarının nasıl
kurulacağına ilişkin hazırlığa dönüşmektedir. Onun dilsel yargıların geçerliliğini
çözümlemesi, nesnesine ilişkin bilginin nasıl olanaklı olduğu ile değil de, yargının
nasıl kurulduğu ile ilgilidir. Nasıl oluyor da aynı nesneye ilişkin birbiri ile çelişen
yargıda bulunulabiliyor? Yanıt, tanım ve kategori teorisi aracılığı ile ve önermeler
bağlamında aranır. Bununla birlikte, ilişkinin ya da öncül ile sonuç arasındaki
ilişkinin mantıksal tutarlılığını aranması, yargının formlarını sorgulamasını getirir.
Aristoteles geçerli bir tasımsal tanıtı, zorunlu sonucun zorunlu bir öncül ile geçerli
ilişkisinin biçimsel formu olarak aldığı için, uslamlamanın formlarını öncülerinin
taşıdıkları doğruluk derecelerine göre gruplandırır. Uslamlamanın malzemelerini
59
“Önerilerim şunlardır: 1- süllogismos’u tasım (syllogism) olarak yahut belki de tasımsal kanıt
(syllogistic proof) olarak çevirin ve onu takip eden genitive halindeki ifadelerin literal (kelimece) bir
çevirisini yapın; 2- süllogizestai’yi “tasım ile kanıtlama” (to prove by syllogism) olarak çevirin;
tasımsal çıkarım olarak (to infer syllogistically) değil yahut tasım yoluyla bir sonuç çıkarmak (to draw
a conclution by syllogism) değil, ki bunlar perainein’in çevirileri için daha uygundur. 3- süllogismos
ve süllogizestai’den sonra gelen dia ve ek edatlarının farklı anlamlarını ayrırn. Bu öneriler izlenirse
Aristoteles’in çevirmenlerinin sunduğu karmaşık resim yerine onun tasım kavrayışının tutarlı bir
manzarasını elde edeceğiz. Bu aynı öneriler mutatis mutandis (yer değiştirerek/tersinden okunarak)
olarak İngilizce’den başka modern dillerdeki Organon çevirileri için de geçerlidir, uygulanabilir”
(James Duerlinger, 1969: 327-328).
38
öncüller oluşturduğuna göre, öncüllerin niteliği uslamlamanın da niteliğini
belirleyecektir.
Aristoteles sullogismos’un, hareket noktaları ya da öncülerinin epistemolojik
bağlamda doğruluk değerleri açısından farklı türlerini listeler. O, akıl yürütme
formlarının hepsini sullogismos olarak adlandırsa da, onun aradığı geçerli akıl
yürütme türünün hangisi olduğudur. Bu arayışını daha köklü olarak Birinci
Analitikler’de sürdürecekse de, Topikler’de dört argüman türüne ilişkin kısa bir
tartışma yapar: tanıtlama (apόdeiksis), diyalektik tasımsal tanıt (dialektikos
sullogismos), eristik tasımsal tanıt (eristikhos sullogismos) ve safsata/yanıltıcı tanıt
(paralogismos)60 (100a 25-b 25). Topikler’de bu uslamlama formları sullogismos’un
türleri
olarak
anlatılırken,
Birinci
Analitikler’de
diyalektik
ve
tanıtlama
(demonstrasyon) formları tasımsal tanıt formlarından ayrılır (24a 20- 24b 15).
Aristoteles, sözünü ettiği dört argüman formundan ilk iki uslamlamayı
“doğru”, son ikisini ise “bozuk” uslamlama türü olarak bölümlendirir. Buradaki
amacını, “onların herhangi bir türünün tanımını vermek” olmayıp, sadece “onların
ana hatlarını tanımlamak” olarak belirler. Aristoteles’in asıl takip ettiği şey, bu
ayrımlar içinde kendi araştırma metodu açısından uygun olanın hangi metot
olduğudur (T., 101a 15-25). Bu listeye, daha sonradan, enthumêma (örtük tasım)
katılır; bu argüman formunu Aristoteles Retorik’te (1345a 1-18) bir sullogismos türü
olarak bildirir. Buradaki entimem bir tasımsal tanıt türüyse de, bu tasımsal tanıt
formu kadar işlevi açısından da Organon’daki listeden farklıdır. Aristoteles burada
retorik tartışmanın temel işlevi olan ‘inandırma’yı (pistis) tanıtlamanın (apodeiksis)
bir türü olarak görür (R., 1355a 3-9). Ancak bu defa tanıtlama epistemolojik açıdan
doğrulayıcı bir iknanın değil de, psişik bir etkileme olarak inandırmanın aracıdır.
60
Aristoteles argümanların bu sınıflandırmasını Sofistik Çürütmeler’de tartışmanın formları olarak
dile getirir: Buna göre tartışmanın formları: Didaktik (konunun ilkelerinden hareketle uslamlamada
bulunan tartışma formu), diyalektik (endoksa’lardan hareketle yapılan tartışma formu), sorgulayıcı
(rakibin de kabul ettiği ve konusu hakkında sahip olduğu kesin bilgiden hareketle yapılan tartışma
formu) ve didişimci (contentious) (bildik kabul edilmiş kanılardan –endoksa’lardan- hareket
ediyormuş gibi görünse de gerçekte öyle olmayan tartışma formu) (164a 38-165b 12).
39
I.3.1. Doğru Uslamlama Formları: Apόdeiksis ve Dialektikos
Aristoteles de, tıpkı Sokrates ve Platon gibi, sofistik ve eristik uslamlama
formları karşısındaki eleştirel tutumu aracılığı ile kendi mantıksal terminolojisinin
gelişimini sağlamış olsa da, onun tartışmalarında önde duran apodeiksis ve
dialektikos sullogismos uslamlama formlarıdır. Bu araştırmayı,
sullogismos’un
kendisinden hareket ettiği öncüllerin doğruluk ve kesinlik derecelerinin ayrımından
hareketle yapar. Akıl yürütmeler endóksa (olası önerme ya da kanılar)’dan başlarsa
diyalektik; arkhê61 (ilk ilkeler)’den başlarsa, apόdeiksis olarak adlandırılır.
Felsefi bir uslamlamada tanıtlama, neden ve nasılın, mantıksal düzlemde
kavramlar arası tutarlı bağlantının kurulmasıyla gösterilmesidir. Bunun Aristoteles
analitiğindeki (ya da modern adlandırmayla “mantığındaki”) karşılığı, ortak terimleri
olmayan önermeler arasında bir nedensellik bağlantısı kurarak savı ya da sonuç
önermesinin geçerliliğini doğrulamaktır. Tıpkı arasında hiçbir bağlayıcı fiziksel
koşul olmadan (Aristoteles’in tasımsal tanıt teorisinin kavramları ile söylendiğinde,
aralarında hiç bir ‘ortak terim’ bulunmadan) cismin düşmesinin yerçekimine
bağlanmasındaki nedensellik bağının kurulmasında olduğu gibi. Aristoteles’in
“sullogismos’u başladığı öncüller doğru ve ilk olduğunda, ya da onların sahip olduğu
orijinal bilgi doğru ve ilk öncülden geldiğinde bu bir ‘tanıtlama’dır (apόdeiksis demonstrasyon)
(T.,
100a
25-30).
Bu
nedenle
‘tanıtlama’
(apόdeiksis
-
demonstrasyon) bir yanıyla uslamlama formudur -çünkü önermeler arası geçerli bir
uslamlamadır-; diğer yanıyla da bilimsel bir bilgi türüdür -çünkü ilk ve doğru
öncülerden hareketle zorunlu geçerli bir sonuca varmaktadır ya da yargıda
bulunmaktadır. “Tanıtlama bir tasım türüdür, fakat her tasım tanıtlama değildir”
(Ross, 1939:255); çünkü Aristoteles öncülleri bilimsel bilgiyi vermeyen diğer türden
tasımsal tanıtları ayırır. Öyleyse apόdeiksis, savların doğruluklarının zorunlu ve
geçerli olmalarına dayanan bir tasımsal tanıt türüdür.
Ancak bu tasımsal tanıt
türünün bilimsel olabilmesinin zorunlu koşulu, teorinin en kırılgan noktasıdır:
Öncüllerin doğru ve ilk olmasının koşulu nedir? Bir öncülün ilk olduğu konusunda
61
άρχή (arkhê): ‘başlangıç’, ‘ilk neden’, köken’; ‘ilk ilke’, ‘element’; ‘en yüksek güç’, ‘egemenlik’,
(politik) ‘iktidar’ (L.&S.).
40
yargıda bulunmanın koşulunu metodun kendisi veriyor mu? Yanıtlar, metodun
tasarımında değil, Topik I.2’deki diyalektiğin bilimler için kullanımındadır; ancak
bunun uygulaması daha geç dönem eserlerdedir.
‘Kanıtlama’,
‘gösterme’,
‘zorunlu
çıkarım’
anlamına
gelen
terim,
Aristoteles’in analitiğinde geçerli ‘tasımsal tanıt’ (sullogismos) formu ile
‘kanıtlamaya’ karşılık geldiği için, apόdeiksis62 bilimsel akıl yürütme formudur;
çünkü öncüller doğru ve ilk iseler, uslamlamanın episteme’yi sonuç olarak vermesi
kaçınılmazdır (Po.A., 71b-72a). Ancak Aristoteles’in bilim bilgisi açısından
bakıldığında, tümel olan (kathólou)63 tanımlanabilir olan ise (M., 1036a), tümel olan
bilimsel bilgisi edinilebilecek ya da bilimin nesnesi olabilecek olandır (Po.A., 87b88a; OS., II, 417b). Öyleyse tekil olan tanımın konusu olmadığına göre, bundan
dolayı tanıtlanamazlar (M., 1039b); bilimsel bilginin de nesnesi olamazlar.
Tanıtlamalı sullogismos (apόdeiksis), sullogismos (tasımsal tanıt) ve episteme
arasındaki bağlantıyı, epistemolojik bağlamda, bilinç ve hakikat ilişkisine
dönüştürür. Çünkü ‘doksa’ (kanı)’yı ‘episteme’ (bilimsel bilgi)’ye dönüştüren,
hakikati olanaklı kılan, tasımsal tanıtta (sullogismos) kavramsal bağlantılardır.
Böylece Aristoteles apόdeiksis aracılığıyla “hakikat” ve “geçerlilik” arasında bir
bağlantı kurmaktadır; çünkü doğru ve ilk öncüllerden hareket eden uslamlama
zorunlu doğrudur ve yanlış olamaz. Öyleyse Aristoteles’in apόdeiksis’i doğruluğu bir
türden zorunluluk ilişki içinde sunmaktadır. Ancak koşul, ilk ilkeler’in (arkhê) elde
edilmesidir. Bilginin başlangıcı ya da hareket noktası sorununda Platon’un
anamnesis ile çözmeye çalıştığını Aristoteles tanıtlamalı uslamlamada ilk ilke ya da
öncül önerme ile çözmeye çalışmaktadır. Her iki öğretinin de ilk ilkenin
edinilmesinde açık bir çözümlemesi yoktur. Topikler’de tanımlanan apόdeiksis’in
bilimselliği “ilk ilkeler”in hakikat derecesinden gelir. İlk ilkeler, doğruluklarını başka
şeyden değil, kendilerinden alan öncüllerdir. İlk ve doğru ilkeler başka şeylerin
ilişkilerinden çıkartılmayacağı için açıklanmasına ya da niçin ve nasıl olduklarını
araştırmaya gerek yoktur. Çünkü bu ilkelerin ‘niçin’lerini (dioti) araştırmak
62
άπόδειζις (apόdeiksis): ‘öne çıkartma’, ‘öne koyma’, ‘gösterme’, ‘dağıtma’, ‘verme’, ‘gösterme’,
‘kanıtlama’ (L.&.S).
63
Aristoteles’in καθόλου (‘bütünsel’, ‘tümel’) terimi, Platon’un ontolojik sistemindeki eide olarak
işlediği hüpostases (tözler) ile aynı işlev ve içeriğe sahip değildir.
41
gerekmez; bu ilkelerin her biri kendilerinden doğrudurlar. Kendinden doğru ve ilk
oldukları için de inandırma ve iknada başka bir şeye gerek duymazlar (T., 100a 30100b 20). Bilim için bir uslamlama metodunun içermesi gereken temel nitelik budur.
Aristoteles, diyalektiği tasımsal tanıtlamanın türü olarak görmekle onu formel
geçerlilikte tasarlamış olmaktadır. Diyalektiğin bilimsel bir metot türü olup olmadığı
ayrımını başlangıç noktasından hareketle çözümlemeye çalışır. Aristoteles ‘ilk ilkeler
(arkhê)’den hareketle oluşan uslamlamayı demonstrasyon olarak adlandırırken, aynı
zamanda bilimsel bir metodun ölçütünü de oluşturmuş olmaktadır. Bu belirlemeye
göre diyalektik böylesi bir bilimsellik ölçütünü karşılamaktadır; çünkü diyalektiğin
malzemesi doğruluğunu kendinden alan ilk ilkeler değil, endóksa’lardır (T., 100a 2830). Aristoteles’e göre diyalektikçi problem çözümlerken ya da bir sav oluştururken
uslamlamasının hareket noktası, kendinden açık ilk ve doğru ilkeler değil, genel
kanılar ya da olası doğrulardır. Bunlar “herkes tarafından ya da çoğunluk tarafından
ya da bilgelerce kabul edilen tanınmış (endóksa) düşüncelerdir.” Diyalektik
uslamlama, bu düşüncelerin “herkes tarafından ya da çoğunluk tarafından ya da
tanınmış/dikkate değer insanlar ve onların ünlüleri tarafından” kabul edileni öncül
olarak hareket noktasına dönüştürmekle oluşur (T., 100b 20-25). Öyleyse diyalektik
uslamlamanın özelliği “tarzında değil, malzemesinde bulunur: üzerinde akıl
yürütülen bir problem olunca ve bu akıl yürütmede kendilerine dayanılan ya da
hareket edilen yargılar kesin bilgiler değil, genel kanılar olunca, bu akıl yürütmeye
Aristoteles dialektik akıl yürütme der” (Kuçuradi, 1997: 98). Uslamlamanın hareket
noktası ilk ve açık doğrular olsaydı, yani doğruluğunu başka şeyden değil de
kendinden alsaydı, bu Aristoteles’in bilimsellik için öngördüğü “tanıtlayıcı”
(apodeiksis) uslamlama olurdu (T., 100a 25-30).
Aristoteles diyalektik önermenin öncüllerinin neden kesin olmadığı
konusunda ya da kesin önermelerden başlatılmayacağının bir zorunluluk olup
olmadığı konusunda açıklayıcı bir belirlemede bulunmamaktadır. Diyaloglarda
sorulan gelişigüzel sorular, gerçekte bir sonucun ortaya çıkması içindir (Po.A., 75a
18); bu durumda “(…) sonuç zorunlu değilse, bunlarla ilgili sorular niçin gereklidir?”
Gerçekte, Aristoteles de soru soran, yanıtlayanı belli bir önermeyi onaylatmaya
42
çalıştığında, ona önermeyi kabul ettirecek tarzda soru sorması gerektiğini kabul eder
(Knuuttila, 1999: 128). Öyleyse diyalogun kendisi bile sonuç için zorunlu
öncüllerken, Aristoteles’in diyalektik öncüllerin zorunlu olmadığı konusundaki
belirlemesi onun diyalektiği kendi terminolojisine indirgemesinin bir göstergesidir.
Aristoteles, Platon’un Devlet’teki diyalektiğe yüklediği ontolojik rolü bir kenara
bırakarak bunun yerine zihnin kanıtlamada (apódeiksis) doruğuna varan işlemleriyle
ilgilenecektir.
I.3.1.1. Tanıtlamalı ve Diyalektik Uslamlamalarda Tasımsal Tanıt
Ayrımı
Aristoteles diyalektik ve tanıtlamayı doğru tasımsal tanıt formu olarak görür;
ama bilimsel doğrulukları edinme bakımından bu iki argüman formunu aynı güçte
görmez. Aristoteles’in öncüllerinin kesinliklerine göre yaptığı ‘tasımsal tanıt’
(sullogismos) sıralamasında ya da uslamlama formlarının derecelendirilmesinde
diyalektiğe apodeiksis altında yer verir; çünkü diyalektiğin öncülleri olan endóksa’lar
zorunlu ve ilk doğrulara göre kesinliklerden yoksun oldukları için doksa
derecesindedirler. Öyleyse diyalektik uslamlama ile apodeiksis arasındaki karşıtlık,
öncüllerin episteme ile doksa niteliği arasındaki karşıtlığa dayanır. Endoksa’ların
epistemolojik bağlamda bir doksa olup olmadığı bir tarafa, öncüllere dayalı bu
karşıtlık, Aristoteles’in bilimsel uslamlama teorisi olan apodeiksis ya da bilim ile
diyalektik teorisi arasında bir karşıtlığa yol açacak meşruluğu sağlayabilir mi? Her
şeyden önce Aristoteles diyalektiği doğrulara varamayan bir uslamlama olarak
tanıtlamaz. Tersine, diyalektik sullogismos formunda ve bir sonucu tanıtlayabilecek
yapıda tutarlı bir akıl yürütmedir. “Diyalektik doğru ya da yanlış verilen öncüllerden
hareketle doğru bir uslamlama sanatıdır” (Taylor, 1955: 15). Öyleyse, Berti’nin de
anımsattığı gibi, bilim ile diy alektik karşıtlığı “hakikat ile endóksa arasında
değildir”, der; çünkü endóksa “bazı durumlarda hakikatin elde edilmesine izin verir”
(Berti, 1996: 108). Ancak o, bu noktadan sonra diyalektik ile bilim arasındaki
karşıtlaştırmayı
onaylar:
“karşıtlık
tartışması”
“(…)
diyalektiğin
kamusal
kullanımının hedefi olan düşüncelerle (doxai), ulaşılması diyalektiğin bilimsel
kullanımın hedefi olan hakikat (talethes) arasındadır” (Berti, 1996: 108), diyerek
43
karşıtlığı başka bir alana çeker. Oysa Aristoteles’in sullogismos formları olarak
diyalektik ile apodeiksis’i karşıtlaştırmasında söz konusu ettiği, onun genel tutumu
olan Platon’un anladığı anlamdaki bilim olan diyalektik ile bilimin karşıtlaştırılması
değildir. Topikler’deki bu erken belirlemelerde diyalektik ile tanıtlamalı uslamlama
formları öncüllerden kaynaklı bir karşıtlık olarak konumlandırılır. Taylor diyalektiği
“özünde öncüllerinin hakikatine ilgisiz” olarak tanımlar ve bilim ile diyalektik
arasındaki karşıtlığı öncüllerin niteliği arasındaki ayrım olarak gösterir. Bilim ve
felsefe hakikate doğru ve kesin öncüllerden hareketle varırken, diyalektik olası ve
akla yatkın öncüllerden başlar (Taylor, 1955: 15). Ancak Aristoteles’in diyalektiği
hakikate bu kadar ilgisiz olduğu varsayıldığında, onun diyalektiğinin kesinin bilgileri
edinmekten uzak bir metot olarak tanımlanabilir. Aristoteles’in diyalektiği bilimlerin
ilk ilklerini keşfetmesi için görevlendirmesini anlamak güçleştiği gibi, bu gibi
yorumlar, diyalektik metodu bilim ile karşıt bir disipline dönüştürmektedir. Oysa
Aristoteles’in bilim ile diyalektik teorisi birbirine karşıtlık içinde değildirler. Kaldı
ki, Aristoteles Topikler I.2’de diyalektiği bilimlerin ilk ilkelerini bulan bir uslamlama
formu olarak tanımlamaktadır. Buradaki pasaj, Aristoteles’in entelektüel gelişimi
açısından değerlendirildiğinde, onun bilimsel metodu olan apodeiksis ile diyalektik
teori, epistemolojik işleyiş açısından, bir bütün oluşturur.
Aristoteles apodeiksis ile diyalektik arasındaki ayrımı, öncüllerin dışında, bir
de soru sorma tarzları açısından temellendirir. Aristoteles Topikler’de uslamlama
formları arasındaki ayrımı, öncüllerin doğruluklarının kesinlik derecesi ile
açıklarken, İkinci Analitikler I.1’de ayrımı tanıtlamalı uslamlamayı (apόdeiksis demonstrasyon) kendi öncüllerini ‘alma’; diyalektiği ise öncüllerini ‘sorma’
zemininde temellendirir.64 “İnsanın tanımı ‘yürüyen iki ayaklı canlı’ mıdır değil
midir?” (T., 101b 28) türünden sorularda olduğu gibi, sorunun kendisi ‘evet’ ‘hayır’
olarak çelişik bir öneri ile öne çıkmaktadır. Diyalektik uslamlamanın sorma tarzı
çelişkinin bütünüyken, tanıtlamalı uslamlama çelişkilerin bir tarafını kabul ederek
onun doğruluğunu araştırır. Her şeyden önce, apόdeiksis sormaz; tanıtlar; diyalektik
ise doğrudan çelişmeyi sorar: “X Y midir Y değil midir?” Ancak tanıtlamalı
uslamlama kabul ettiği çelişmenin bir tarafını öncüle dönüştürüp tanıtlarken,
64
Bu bağlamda diyalektik uslamlama daha ayrıntılı olarak Topikler I 4-12’de tartışılırken, apόdeiksis
(demonstrasyon) İkinci Analitikler I. 6-9’da gösterilir.
44
diyalektik sorduğu çelişmeyi bir postulata dayandırarak kanıtlamaya çalışır.
Topikler’in de hatırlattığı gibi65, bu postulatlar varolan bildik bilgilerdir, kanılardır
(endóksa) (Pr.A.., 24a 20- 24b 15).
Buna göre öncüllerin niteliği, yani onların ‘doğrudan’ ve ‘dolaylı’ (yani
endóksa olması)66 ilk öncül olarak konumu uslamlamanın epistemolojik niteliğini
belirlemektedir. Aristoteles, öncül önermesinin en önemli yanını ‘bir şeyi bir şeye
olumlu ya da olumsuz yüklemesi’ olarak belirlediği için (Pr.A., 24a 15); başka bir
deyişle terimlerini birbiri ile birleştiren bir bildirim olarak aldığı için, öncül
önermesini alış tarzı uslamlamanın doğasını belirleyecektir. Aristoteles’e göre bu
bildirimi çelişki olarak alan öncül ‘diyalektik’, çelişkinin bir parçasını “alan öncül ise
doğrudan tanıtlamalıdır.” Bu durumda, Aristoteles’e göre diyalektik çelişkinin
bölümleri ile ilgilenmiyor. ‘A B’dir’ ve ‘A B değildir’ biçimde kabul etmeye
hazırdır. Oysa uslamlamanın ‘tanıtlama’ (apόdeiksis) türü, öncülün parçalarından
(yani öncül içinde bir birine bağlanan terimlerden) birisinin doğruluğunu kabul eder.
“Önerme çelişmenin herhangi bir parçasıdır, çelişme ise kendi başına ara terimi
bulunmayan bir karşıolumdur; çelişmenin bir şeyi bir şeye bağlayan parçası
olumlamadır, bir şeyi bir şeyden ayıran parçası olumsuzlamadır” (Po.A., 72a 9-14).
Böylece Aristoteles tanıtlamalı uslamlama (apόdeiksis) ile diyalektik
uslamlamayı öncüllerin niteliği açısından bir birinden ayırmaktadır.
“Diyalektik
tasım, bilimsel tasımdan, öncüllerin doğru ve dolaysız olmayıp yalnızca olası
olmalarıyla, yani kendilerini ister bütün insanlara ister çoğunluğuna veya yalnızca
bilge olanlarına kabul ettirebilecek bir özellikte olmalarıyla ayrılırlar” (Ross, 1999:
76). Aristoteles apόdeiksis’ten diyalektiği ayırdığı gibi, diyalektiği de eristik
uslamlamalardan ayırır. Eristik uslamlama diyalektik gibi endóksa’dan hareketle
tanıtlamalarda bulunuyorsa da, bu sadece görüntüden ibarettir (T., 100b 20-25).
Aristoteles Sofistik Çürütmeler’de bu türden bir uslamlamanın sahte ve yanlış
olduğunu tanıtlamaya çalışır.
65
104a 8; 100a 29; 102a 27-30.
Aristoteles ‘dolaylı’ ifadesini kullanmaz; ancak tanıtlamalı uslamlamanın öncülünü ‘doğrudan’ diye
adlandırınca, bu yaklaşımdan hareketle diyalektiğin endoksa’sını, onun içeriklendirilmesi nedeniyle
‘dolaylı’ olarak adlandırmak olanaklı görünüyor.
66
45
I.3.2. Hatalı Uslamlama Formları: Eristik ve Safsata
Platon’un ‘ağız-dalaşı’ diye adlandırdığı ‘eristik’ tartışmayı, Aristoteles bir
‘tasımsal tanıt’ (sullogismos) formu olarak çözümler. ‘Eristik tasımsal tanıt’
(eristikos sullogismos)67 dediği bu akıl yürütme türü de belli öncül türünden
hareketle bir sonuç oluşturmaktadır; ama ‘yanlış öncüllere dayanarak yanlış sonuca
varan’ bir uslamlamadır (Phys., 185a 8, 186a 8). Aristoteles, diyalektik gibi eristik
uslamlama formunun da öncüllerini endóksa olarak adlandırırsa da, onu diyalektikten
ayırır.68 “(1) Eğer o tanınmış görünen, ama gerçekte öyle olmayan düşüncelerden
başlarsa ya da (2) eğer o sadece tanınmış düşüncelerden başlayan tasımsal tanıt
(sullogismos) gibi görünürse, bu tasımsal tanıt ‘eristik’tir (contentious deduction)69”
(T., 100b 20-25). Uslamlama biçimsel açıdan doğru görünse de, bu dedüksiyon
açısından hilelidir. ‘Öyle olmasa da’ ‘öyleymiş gibi görünen’ uslamlamaların
tartışmalarda yarattığı olumsuzluklardan hareket eder. Aristoteles, endóksa’lardan
hareket etme tarzlarına göre eristiği diyalektikten ayırırsa da, buna ek olarak, eristiği,
endóksa’lardan hareket etme tarzlarına göre kendi içinde ‘sonuç çıkartan’ ve ‘sonuç
çıkartan gibi görünen’ olarak da ikiye ayırır: “Çünkü kabul edilir (endóksa reputable) görünen her kanı gerçekte kabul edilir değildir. Tanındığı söylenen
düşüncelerin hiç biri, tartışmacı savların ilkeleri durumunda olduğu gibi, kendi
karakterlerini tamamen göstermezler; biraz anlayış gücüne sahip olanlar için bile,
bunlardaki yanlışlığın doğası büyük bir bölümü, doğrudan doğruya açıktır” (T., 100b
25-101a). “O halde, sözü edilen tartışmacı (eristik) çıkarımın önceki söyleneni
gerçekten çıkarım denilmesini hakkeder, fakat diğeri tartışmacı (eristik) çıkarım
olarak adlandırılması iyidir fakat çıkarım değil; o çıkarım olarak görünür, fakat
gerçekte göründüğü gibi değildir” (T., 101a 1-5). Eristik uslamlama, endóksa’lardan
başlar görünse de onların ne inşa ettiği bir hakikat vardır ne de dayandığı bir hakikat
67
έριστικος συλλογιςμος (eristikos sullogismos):
Platon, Sofist’te (225a-2269a, 231e) Sofisti didişimci (eristik) olarak tanımlanır. Cornford
(1989:323) “geveze” olarak adlandırılan didişimcilerin diyalektikçi olmadığına işaret eder. “Platon’un
anlığındaki temel karşıtlık, gerçek felsefi tartışma sanatıyla, Megaralılar tarafından, Zenon’un
tartışmalı yöntemlerinden türetilmiş ve salt utku kazanmak amacıyla düzenlenmiş sözel çekişme
teknikleri arasındadır” (Cornford, 1989:325)
69
“Tartışmacı”, “didişimci” olarak Türkçede karşılanabilir olan έριστικός (eristikos), έρις (eris):
kavga, çekişme, tartışma kökeninden geliyor; έριστης (eristes): ‘kavgacı’, ‘kavga etkinliği yapan’dır
(L.&S.).
68
46
bulunmaktadır. Onlar, dilsel aldatmacaları biçimsel tutarlılık halinde bir araya
getirerek, rakibi ileri sürmediği çelişkili bir sonuca getirmektedirler. Rakip, dilsel
anlam çelişkileri nedeniyle oluşturulan “yalancı” türünden argümanlar ile akıl
yürütemez hale getirilir: ‘Sen bir yalancıysan, yalan söylediğini de söylüyorsan, hem
yalan söylüyorsun, hem de doğruyu söylüyorsun.’
Platon diyalektiği matematik, fizik ve astronomi bilimlerin üzerinde bir
felsefe bilimine dönüştürdüğü için eristik tartışmaları felsefeden kovmak
istemektedir.70 Aristoteles’in Topikler’de tartışma konusu yaptığı eristik uslamlama,
Antikçağ felsefe geleneği içinde diyalektik uslamlamanın “kötüye” kullanıldığı
örneklerden oluşur. Aristoteles’in tartıştığı eristik tasımsal tanıtlama geç dönem
Sofistlerin diyalektiğinin Megara Okulu üyelerince, özellikle de okulun kurucusu
Eukleides’den sonra, olumsuz anlamdaki kullanım örneğini oluşturur.71 Eukleides,
olasılıkla Sokrates’in öğrencisi olmasından dolayı, Sokratik diyalektiği okulun
metodik uslamlamasına dönüştürmüştür. Diogenes Laertios’a göre (II. 106),
“Konuları soru ve yanıt biçiminde düzenledikleri” için, okul “Eristik” ya da
“Diyalektik okul” olarak adlandırılmıştır.72 Eukleides, “kanıtlamalarda öncüllere
değil, sonuçlara çıkıyordu. Muhakemenin benzerlere ya da benzer olmayanlara
dayandığını ileri sürerek, karşılaştırma yoluyla muhakemeyi reddediyordu:
Benzerlere dayanıyorsa, muhakeme benzetildiği şeylerden daha çok benzerlerinin
çevresinde dönmelidir; benzer olmayanlara dayanıyorsa, karşılaştırma gereksizdir”
(Di.La., II, 107).
70
Platon’un diyalektik eğitimi sıkı kurallar içinde gerçekleştirilmesinin nedeni, dönemindeki
diyalektik sanatını kötü amaçlar için kullanılmasını “ahlak bozukluğu” olarak görmesindendir.
Diyalektik sanatını bir oyun sananlar, onu değerlerin yadsınması, ileri sürülen düşüncelerin
yanlışlanması amacı ile kullanmaktadırlar. Bu da geleneklerin sarsılmasına yol açtığı gibi, bağlanacak
doğruları da yanlış bir şekilde ortadan kaldırırlar. Başkalarını yanlışlama, sonunda kendilerinin de
bağlanılacak doğruları ortadan kaldırır. Bu da halkın gözünde felsefenin değerini düşürür. Halbuki
tartışma savları çürütmek için değil, doğruyu bulmak için yapılır. Doğru ve gerçek olana ulaşan
toplum, kendisini düzenleyecektir. Bu nedenledir ki, olgun bir diyalektikçi, sonunda politikayla
ilgilenmelidir. Bu ilgi, halkın mutluluğu içindir (D., 537e-541a).
71
Sokrates’in ardılı ve Megera okulunun kurucusu olarak da kabul edilen Eukleides’in ardılı
Miletoslu Eubulides Aristoteles’i birçok kez eleştirmiştir. O, “soru biçiminde birçok diyalektik konu
işlemiştir: [bunlar] yalancı, gizlenmeye çalışan kişi, Elektra, örtülü konu, toplu tasım, boynuzlu, kel”
gibi adlarla anılır. Eubulides’in ardılı Aleksinos’un adı, tartışmaya düşkünlüğü nedeniyle, Elenksinos
(‘tartışmacı’) olarak anılır (II, 108, 109). “Thurioilu Kleinomakhos ‘aksiyomlar’, ‘yüklemler’ ve
benzer konularda yazan ilk” kişidir (Di.La., II, 112). Stilpon bir konuya kendinden farklı bir yüklemin
yüklenemeyeceğini göstermekle (Di.La., II, 116-119) Megara diyalektiğine önemli bir katkıda
bulunmuştur.
72
“Onları böyle adlandıran ilk kişi Khalkedonlu Dionysios olmuştur” (Di.La., II, 106).
47
Aristoteles’in, ‘tasımsal tanıt’ (sullogismo) türleri arasında adını andığı ama
yanlış olarak gördüğü bir diğer uslamlama formu da ‘yanıltıcı’ (paralogismos73)
tanıtlamalardır.
“Ayrıca, sözünü ettiğimiz tasımsal tanıtlamalardan (sullogismos) başka
geometri ve onun soyundaki bilimlerde olduğu gibi, özel bilimlere özgü öncüllerden
başlayan yanıltılar (paralogismos) vardır.” Bu uslamlamanın formu yukarıda sözü
edilen tasımsal tanıtlamalardan (sullogismos) farklıdır. Örneğin “yanlış bir figür
çizen birisi ne doğru ve ilk şeylerden ne de kabul edilebilir/olası (endóksa) şeylerden
hareketle tasımsal tanıtlamada bulunabilir” (T., 101a 5-10). O, “herkes tarafından ya
da çoğunluk tarafından ya da bilgeler tarafından (…) kabul edilen düşünceleri gerçek
varsaymaz.” Böyle birisi “bilime uygun” bir uslamlamada bulunsa da “doğru
olmayan varsayımlar üzerinden kendi çıkarımlarını yönet[tiği]” için, akıl yürütmesi
yanlış sonuca çıkacaktır.
Yanlış bir yarım daire tanımlaması ya da çizilmeleri
gerekmediği tarzda çizilmesi, Geometri alanında görülebilecek paralojizmlerdir (T.,
101a 10-15).
Paralojizm, Aristoteles’in analitiğinde, görünürde geçerli olan, ama gerçekte
geçerli olmayan uslamlamaları kapsar. Mantıksal açıdan temelleri sağlam olmayan
bir akıl yürütmeye dayanan çıkarımlardır. Buradaki yanıltı, tasımsal uslamlamada
farkında olmadan yapılan bir yanlıştan kaynaklıdır. Bu nedenle paralogismos
(yanıltı) türündeki uslamlama sophisma (yanıltmaca)’dan ayrıdır. İkincisi daha çok
bilerek yapılan yanıltmacadır. Oysa birincisinde yanlışlık tasımın kendisinde olabilir;
ya
da
öncülerinin
yanlışlığından
kaynaklı
olabilir.
Yanıltmaca
(safsata)
karşısındakini yanıltma amacı güden, doğru olmadığını bilmesine rağmen rakibi
yanlışlamak için yapılan akıl yürütme türüdür; uslamlama yanıltma ereği ile işletilir.
Sonucun ilgili öncüllerle bir ilgisinin kurulamaması durumunda uslamlamanın bir
yanıltmaca olduğu hemen belli olur. Bu durumda uslamlama geçerli değildir, ama
73
Metinde geçen παραλογισμος (paralogismos) yanlış bir düşünce ya da kanı anlamındadır. Sözcüğün
kökenindeki παρα metaforik olarak ‘yana ani dönüş yapmayı’ yani ‘kötü’ye, ‘yanlış’a işaret eder.
παραλογίζμαι (paralogizmai) ‘yanlış saymak, sanmak’, ‘yanlış hesaplamak’, ‘yanlış olarak
uslamlamak’, ‘yanlış uslamlamayla kandırmak’ anlamına gelmektedir (L&S). “Paralogism” PUP
edisyonunda “fallacy”, LCL edisyonunda “false reasoning”, RH edisyonunda “mis-reasoning” olarak
çevrilmiştir. Türkçede “yanılmalı tasım” ya da “yanıltı” olarak karşılandığı gibi, “safsata” olarak da
bilinir.
48
rakibi yanıltmak amacıyla geçerli gibi gösterilmeye çalışılan bir uslamlamadır (T.,
62a 12-18).
I.4. Diyalektik Metodun Malzemesi: Endóksa
Aristoteles’in diyalektik teorisinin tanımı için merkezi kavram endóksa
terimidir. Terim, bir yandan Aristoteles’in diyalektiğinin epistemolojik içeriğini
verirken, diğer yandan diyalektik kavramının bütünüyle onun tasarımının
egemenliğine girdiğini belirler. Her ne kadar Aristoteles’in teorisi diyalektiği bir
tasımsal tanıt formuna dönüştürerek onun mantıksal yönünü güçlendirerek özgün bir
diyalektik teori ortaya koymaktaysa da, yine de onun diyalektik teorisinin asıl ayrımı
endóksa terimi ile başlar.
Diyalektik uslamlama formunun malzemesi olarak endokos74 teriminin tanımı
ve metot içindeki işlevi konusundaki Aristoteles’in belirlemeleri, yorumcuların farklı
düşünmesini ortadan kaldırmıyor; çünkü terimin içeriği anlam olarak yaygın ve
değişkendir. Aristoteles’in endóksa terimini, diyalektik uslamlamalar için alınan
öncül grubunun adı olarak kullandığı; bununla birlikte, terimin sözlük karşılığındaki
‘ünlü’, ‘tanınmış’ sıfatı ile de bu öncül önermeleri belirli bir gruptaki kişi ya da
düşünce ile ilgisini kurarak sınırladığı açıktır. Öyleyse endokos terimi ‘herkese ait
genel kabullere’ ya da ‘uzmanların ortak varsayımlarına’ ya da ‘filozofların
düşüncelerine’, bunların da ya ‘hepsine’ ya da ‘bazı ünlülerine’ işaret eden bir
simgedir.75 Bu simge ile Aristoteles diyalektik öncül problemini tartışmaya açıp ona
metodik bir zenginlik katarken, diğer taraftan öncüllerin niteliğini epistemolojik
bağlamda belirleyerek tartışmayı baştan kapatmaktadır. Eğer öncüller ilk ve doğru
önermeler ise, buradan hareketle oluşturulacak uslamlama apόdeiksis, yani
tanıtlamalı (demonstrasyon) bilgidir. Ancak tanıtlamanın kendisinden hareketle
74
ένδόζος (endokos): ‘ünlü’, ‘saygın’ olmak, ‘saygıdeğerlik’, ‘itibar’; yüceltilmeye değer şey’ (L&S).
Smith, Aristoteles’in endoksa teriminin birçok yorumcu tarafından, başvurulan özel bir “önermeler
sınıfı” olarak yorumlandığını söyler. Ona göre Aristoteles, diyalektikçinin ileri sürülen savları
çürütürken ya da kendi tezini savunurken, rakibi karşısında parlak bir tartışma yürütebilmesi için
bilmesi gereken argümanlar grubu olarak görmektedir; Topikler 104a 8-11’deki argümanları kanıt
olarak gösterir (Smith, 1999a: 60).
75
49
yapıldığı öncüller endóksa, yani kabul edilmiş genel kanılar ise, bu durumda
uslamlama dialektikos sullogismos (dialektical deduction)’tur (T., 100a 25-30).
Diyalektiğin öncül önermesinin epistemolojik bağlamdaki niteliği, terimin
kökenindeki ‘en’ (εν) eki ve ‘doksa’ (δόξα) anlamları tarafından belirlenir. Buna göre
endóksa, diyalektik öncüller bilgi söz konusu olduğunda ‘kanı’, önerme söz konusu
olduğunda ‘olası önerme’ anlamındadır. Ancak Aristoteles diyalektiğin öncül
önermelerinin gerçeklikte epistemolojik doğrulukları ile ilgilenmez; o, sadece
diyalektik bir tartışmada, diyalektikçinin sav oluştururken ya da rakibin savını
çürütürken kendi uslamlamasına aldığı öncüllerin endóksa tanımına ait olup olmadığı
ile ilgilenir. Onun genel tutumu diyalektik öncüllerin doğruluklarının epistemolojik
bağlamda, kesinlik içermedikleri yönündedir ve buradan hareketle onun için
diyalektik negatif bir anlamdadır.76
Ama yine de endóksa’yı doksa olarak değerlendirirken, onu, Platon’un bilgi
türü olarak gördüğü doksa’dan ayırmak gerekmektedir; çünkü Platon’un doksa’sı
görünür gerçekliğin duyu bilgisidir; değişkendir, bu nedenle de aşılması
gerekmektedir. Ancak episteme için geçilmesi gereken bir koşuldur (Devlet, 509e511e). Oysa Aristoteles’in endóksa’sı varlığı bir bilme türü değildir. Onun endóksa
ile simgelediği bilgi türü mevcut, ‘önceden hazırlanmış’, ‘varolan bilgiyi’
içermektedir.77 Ancak diyalektik metodun endóksa’sı, yani öncül önermei olacak
kabulleri, ‘herhangi bir şekilde’, ‘rast gele’ söylenmiş bilgiler değildir; öncelikle,
endóksa’ların malzemesi kuramsal kabullerdir;78 ancak yine de toplumsal bilincin
76
“Diyalektik” sözcüğünün bu olumsuz anlamını Stoacılar, daha sonra da Plotinos bıraktı” (Foulqué,
1975: 24).
77
Ancak bu “mevcut bilgiler”, Descartes’in varsaydığı felsefi uslamlamaya başlamadan önceki
‘önyargılar’ (praejudicia) ya da ‘önceden edinilmiş yanlış kanılar’ anlamında değildir. Descartes,
Felsefenin İlkeleri’nin I. Bölümünde 1. İlke, çocukluktan beri öğretilmişlerden “kuşku duyma”ya
daveti içermektedir; çünkü öğretilmiş olan şeyler, aklın kullanma gücünden önce bilince doldurulmuş
gereksiz kanılardan başka bir şey değildir. Descartes’e göre öğrenilmiş akıldaki bu mevcut bilgiler,
doğru kararın önündeki engellerdir. Doğru bilgi için akıl bunlardan kuşku aracılığı ile arınmalıdır.
Metot Üzerine Konuşma aynı problemin ve ilgili yaklaşımın açılımı ile başlar. Ancak Aristoteles’in
endoksa ile sözünü ettiği mevcut bilgiler önyargılar değil, filozofların bilgileridir.
78
Allan Bäck, Aristoteles’in endoksa ile bilim arasındaki karşıtlığı, Platon’un ‘bölünmüş çizgi’
teorisindeki görünen ile düşünülen alan arasındaki ayrıma benzetir. “Fenomenler ile endoksa
arasındaki boşluk büyük görünmektedir. Fenomenler dünyaya ilişkin gerçek bir resim sunarlar.
Endoksa ise, dünyanın çoğumuza nasıl göründüğüne ilişkin bir resim sunar. Burada Platon’daki
bölünmüş hatta benzeyen bir bölüm var: Endoksa görünmenin duyusal dünyasına aittir. (…) Ancak
50
içeriğini oluşturan kimi kabullerin, genel sözlerin de tartışma metodu olarak
diyalektiğin öncüllerine dönüşebileceği görünmektedir. Bu nedenle Aristoteles’te
olduğu kadar, Antikçağ felsefesinde endóksa, ‘ortak’, ‘kabul edilir’, ‘saygın
düşünceler’i simgeler.
En genel anlamı ile endoksa diyalektik tartışmanın öncül grubunun adıdır.
Sözcük, sıklıkla ‘kabul edilebilir kanı’ (reputable opinions)79 olarak çevrilir. Ancak
kabul edilecek düşünce, ‘insanların çoğu tarafından’ ya da ‘bilgeler tarafından’
doğruluğu kabul edilen düşüncelerdir (T., 100 a 30; ve diyalektik önermelerin
anlatıldığı T., I. 10). Bu düşünceler ünlü filozofların karşıt düşüncelerinden oluşabilir
(diyalektik problemlerin anlatıldığı T., I.11) ya da çoğunluk tarafından kabul
edilmeyip sadece filozoflarca kabul edilen düşünceler olabilir (T., 104 b 25-30);
“‘dostlara iyilik yapılıyorsa düşmana yapılmamalıdır’ önermesi genel kabul
önermesidir; ‘düşmana da iyilik yapılmalı’ önermesi, karşıtın çelişkisidir” (T., 104 a
28-30); sofistik görüş, örneğin “Her şey ya varlığa geldi ya da öncesiz sonrasızdır”
(T., 104a 28); “Empedokles’e göre elementlerin sayısı dörttür” (T., 105 b 19).
Aristoteles’in burada sözünü ettiği diyalektik öncüllerin Platon diyalektiğinin
öncülleri olmadığı açıktır. Her şeyden önce Platon’un diyalektiği nesnesi ile
doğrudan ilişkili bir akıl yürütmedir. Aristoteles’in diyalektikte varsaydığı
endóksa’lar gibi aracı kabuller ile varlığa bakmaz. Epistemolojik bağlamda Platon’un
diyalektik uslamlaması, nesnesinin niteliği üzerine bir bilinçlenmedir. Bilginin
nesnesinin ontolojik bir hiyerarşiye sahip olması dikkate alındığında, Platon’un
diyalektik uslamlaması doğrudan ontolojik bir düşünmedir.80
elbette ki Aristoteles bilimi duyusal/duyumsanır dünyanın duyusal algılanışına dayandırmakla
Platon’dan radikal bir şekilde ayrılır” (Bäck, 1999: 166). Elbette ki, uslamlamada endoksa’ların bir
kabul olarak alınası ile fenomenlerin bir kabul olarak alınması arasında önemeli bir ayrım olduğu
açıktır; ancak yine de Aristoteles’in endoksa’yı bilimsel öncül ile karşıtlaştırırken, Platon’un
‘bölünmüş çizgi’ kuramı ile benzeştirmek fazlasıyla abartılı bir yaklaşımdır. Her şeyden önce
Aristoteles endoksa’lardan bilimsel uslamlamaların olmayacağını hiç bir zaman varsaymadığı gibi,
kendisinin bilimsel araştırmalarının dayanağını endoksa’lar oluşturur.
79
PUP edisyonunda endoksa “reputable opinions” olarak çevrilirken, LCL edisyonunda “accepted
opinions” olarak çevrilir.
80
Ontolojik tabakanın hiyerarşisine göre, varlık alanı ‘imgeler’ (eikasia), ‘canlılar’ (zoa) ile birlikte
‘yapılmış nesneler’ (skeuata) görülenler alanını oluştururken, ‘hipotezler’ (hypotheseis) ile ‘idealar’
(eide) düşünülenler alanını oluşturur. İşte epistemolojik bağlamda aklın diyalektik uslamlaması,
ontolojinin bu hiyerarşisine göre ‘duyulur’ alandan ‘düşünülür’ alana doğru aklın yürümesidir. Bu
51
Aristoteles, Platon’un diyalektik metodunun onun ontolojisinin olanağı
olduğunu görmezden geldiği gibi, Topikler’in diyalektiği ontolojinin epistemolojik
dayanak olmasını ortadan kaldırarak endóksa’ların kullanımına yoğunlaşmıştır.
Platon’un diyalektiği, bilginin nesnesi olarak varlığa ilişkin doğrudan düşünmenin
bir metodu iken, Aristoteles (Metafizik’te varlık olarak varlığı düşünmenin metodu
olarak diyalektiğin bu Platon’un kullanımına geri dönecekse de) Topikler’de
diyalektiği her türden probleme ilişkin endóksa’lar aracılığı ile akıl yürütmenin
metodu olarak işler. Öyleyse Aristoteles Topikler’de diyalektiği ontolojik bir
dayanaktan yoksun bırakarak yerine endóksa’ları alır. Aristoteles’in Platon’un
diyalektiğinden bu köklü kopuşunun gerisinde, onun diyalektik metodu sadece dile
getirilenlere ilişkin bir eleştiri ya da dile getirileceklerin temellendirilmesinin metodu
olarak görmesi vardır. (1) Gerçekliğe ilişkin söylenmiş olanların üstüne endóksa ile
bir düşünme metodudur –ki, bu belirli türden ontolojilere ve epistemolojilere yönelik
eleştirel akıl yürütmedir; Topikler I.2, diyalektiğin bu niteliğini bilimlerin ilk
ilkelerini keşfetmek için işletir. (2) Endóksa’lardan hareketle ileri sürülen bir
probleme ilişkin yeni bir şeyler söylemenin metodudur.81 ‘Diyalektik argüman
endóksa’lardan ileri sürülen tezin karşıtına doğru bir uslamlamadır’ (SR. 164a38165b5).
Her durumda da gerçekliğe ilişkin düşünmede endóksa’lar fenomenlerin
yerini almaktadır. Aristoteles diyalektiği gerçeklik ile doğrudan ilişkiye sokmuyor;
özellikle de aporia’ların endóksa olarak içeriklendirilmesi dikkate alındığında,
diyalektik gerçeklik ile doğrudan karşı karşıya kalıyor. Fizik (211a 6-11)’de
bağlamda akıl bilgisi, her tabakanın gerçekliğinden hareketle o tabakanın niteliğine ilişkin bir
bilinçlenmesidir. Bu bilinçlenme de nesnesinin türüne göre, yani her varlık tabakasının ayrı niteliğine
göre, farklı bilgi türlerini oluşturur. Buna göre diyalektik uslamlamanın epistemolojik hiyerarşisi
‘tasarım’ (aisthesis, doksa [αίςθησις (aisthesis):, ‘duyularla algılama’, özellikle ‘hissetmeyle’ olduğu
gibi, ‘görmeyle’, ‘duymayla kavrama’ olarak, bir şeyin duyusudur (L.&S.).]) farklı sanılar (alethes
doksa, meta logou) olarak duyularla kavranan varlık alanının nesnelerinin bilgi türleri ile ‘bilim
bilgisi’ (teaute) ve ‘felsefe bilgisi’ (episteme) gibi düşünce ile kavranılan varlık alanının bilgi
türlerinden oluşur (Devlet, 509d, 514a-518; Şölen, 210-212). Bu epistemolojinin en temel niteliği,
ontolojik hiyerarşinin epistemolojik hiyerarşi ile gösterdiği koşutluktur. Bilgi türü varlığın tabakaların
yükselişine eşlik eder. Değişimin hüküm sürdüğü varlık alanının bilgisinin kesinliğinden duyulan
kuşku, bu alanı epistemolojik bağlamda doksa alanına dönüştürürken, her türden değişimden uzak
kendinde varlık alanını epistemolojik bağlamda hakikatin alanı kılar. Böylece Platon, bilginin
doğruluk derecelendirmesini bilginin nesnesinden hareketle kurmaktadır.
81
Platon bilgi eleştiricisi olarak işe başlarken, Aristoteles dogmatik olarak gündelik yaşamda insanın
eşyayı tasarlamasını düşüncesine başlangıç seçer (Vorlander, 2004: 142).
52
gerçekliği çözümlemeye başlarken, tartışılan fenomenler değil, aporia’lardır.82 Eğer
aporia’lar çözümlenir ve endóksa’lar ayakta kalırsa (NE., 1145b 1-7), uslamlama
doğrudur.
Aristoteles diyalektik uslamlama ve demonstrasyon arasında kurduğu ilişki
aracılığıyla, doğru ve geçerli bir akıl yürütmenin koşullarını belirlemektedir. Buna
göre episteme için hareket edilmesi gereken öncüller, doğru ve ilk ilkeler (arkhê)
olmalıdır; diyalektiğin öncülleri endóksa’lar, yani olası kanılar olduğuna göre,
Aristoteles’in endóksa terimi aracılığı ile diyalektiğin bilimsel bilgiyi keşfedecek bir
metot olarak görmediği açıktır. Bilim (episteme) ya da ‘bilimsel bilgi’nin hareket
ettiği, doğruluğunu kendinden alan ‘ilk ilkeler’dir. Aristoteles’in “ilk ilke” olarak
kabul ettiği, ‘inandırıcılık gücü’nü, doğruluğu kendinde taşıyan ve akıl yürütmelerin
kendisine dayanması halinde o akıl yürütmeyi doğru ve kesin kılacak olan mantıksal
ilkelerdir. Aristoteles ilk ilkeler konusunda da yeteri açık olmasa da, bunlar daha
sonraki metinlerde ortaya çıkacak olan diyalektiğin genel ilkeleri ve Aristoteles’in
Metafizik’te varlığın bilgisini dayandırdığı ‘çelişmezlik’ ve ‘üçüncü halin
olanaksızlığı’ ilkeleridir. “Kendinden başka hiç bir şeye dayanmadan inandırıcı
(pistis)83 şeyler doğru (alethe) ve ilk (prota) şeylerdir.” Bu ilkeler birer aksioma’ııre
Bilimsel bilginin dayandığı ilkeler bunlardır. Bu ilkelerin “nedenleri” hakkında soru
sorulmaz; çünkü bilimin ilkelerini araştırmaya gerek yoktur. Bu ilkelerin her biri
kendi başına açık olduğu için, “ilk ilkelerin her biri inancı kendi başına
yönlendir[irler]” (T., 100a 30-100b 20). Aristoteles hûpóthesis84 ve aksioma85
terimleri aracılığı ile bilimsel uslamlama ve diyalektik uslamlama arasındaki ayrımı
netleştirmeye çalışır. Başlangıç noktası olarak koyulmuş olanın temellendirilemeyen
ama kendinde açık olduğu için de temellendirmeye gerek olmayan öncül yani
82
“Owen’ın birleştirici önermesi şudur: Bir kez bu terimdeki hayati çok anlamlılığın farkına
vardığınızda hem emprik veri hem de diğerlerinin görüşleri ‘görünümler’ (phainomena) olarak
betimlenebilir. Yalnızca ‘görünen şey’ (emprik gözlemin verisi) değil, fakat aynı zamanda insanlara
‘görünen’ şey (insanların görüşleri en azından belli bir genel kabul düzeyine ya da felsefi doğruluğa
sahip olan görüşler)” (Smith, 1999b: 39).
83
πίστις kavramı Aristoteles’in epistemolojisi içinde temel bir rol oynamasa da, tanıt (apόdeiksis) ve
ikna arasındaki bağlantı açısından Aristoteles’in dile getirdiği bir problemdir. Metin içinde ‘ikna edici
kanıt’ anlamında bir kullanımı vardır.
84
ύπόθεσις (hûpóthesis): ‘alta koyma’ ya da ‘alta yerleştirilen’, ‘temel’; ‘temele yerleştirilen’,
‘varsayılan’, hipotez’ (L.&S.).
85
άξίωμα (aksioma): ‘birisinin değerli düşüncesi’, ‘itibar’, ‘saygın’, ‘rütbe’; uygun düşünce’, ‘karar’,
‘amaç’; felsefede ‘açık önerme’, ‘aksiyom’ (L.&S.).
53
‘aksiyom’ ya da temellendirilmemiş ama uslamlamanın dayanağı olan öncül yani
‘varsayım’ olması, metotlar arası ayrımın niteliğini mantıksal ilkeler düzeyinde
tutmaktadır. “Varlığı kendisinden ötürü zorunlu olanı dile getirip zorunlu olarak
düşünülen önerme ne varsayımdır (hûpóthesis) ne de postulattır” (Po.A., 76b 24).86
Oysa Aristoteles’e göre dialektikos sullogismos’un hareket ilkesi olan
endóksa’lar başkasının yargı alanına bağlı olup önceden hazır bulunan düşünceler
olmasından dolayı, açıklığını ve doğruluğunu kendinden almazlar. Endóksa’lar
“herkes” ya da “çoğunluk” ya da “bilgelerce kabul edilmiş düşüncelerdir”; bu
düşüncelerden “hepsi” ya da “çoğunluk” ya da “tanınmış/dikkate değer insanlar ve
onların ünlüleri tarafından” kabul edilmiş düşünceler grubudur. Problemlerin çözümü
için bu düşüncelerin akıl yürütmeler için öncül olarak alınmasını, Aristoteles
endóksa’ya dayalı diyalektik olarak adlandırır (T., 100b 20-25). Aynı şekilde
eristikos sullogismos’ta benzer şekilde endóksa’lardan hareket eder, ama burada
endóksa’nın işlenme tarzı ve amacı diyalektik uslamlamadan farklıdır (T., 100b 20101a 5). Diyalektik akıl yürütme, bir problemi çözme ve bir bilgi oluşturmaya
yönelikken, diğerleri sadece savı çürütme ve rakibi zor durumda bırakmaya
yöneliktir.
“Programımız en çok kabul edilir öncülerden (reputable premisses) hareketle
önümüze konulan herhangi bir konu hakkında akıl yürütüme becerisini keşfetmekti.
Bu hem diyalektik sanatının hem de araştırmanın gerçek ödevidir. Buna katılabilecek
bir şey olduğu sürece, Sofistleri sanatına benzerliği noktasında yalnızca diyalektik bir
biçimde değil, bir bilgi göstermek amacındaki bir soruşturmayı da bu çaba
gerçekleştirecektir. Bu nedenle denememiz herhangi bir görüşün tam bir hesabını
verme amacı yalnızca taşımamakta, aynı zamanda kabul edilebilir (endóksa reputable) olduğu görülen bakışlar aracılığıyla aynı biçimde kendi savımızı savunacak
bir argümanın temellendirmesini sağlamaktır” (SR., 34, 183a 37-183b 5).
Buna göre endóksa, genel kabul görmüş düşüncelerin diyalektik akıl yürütme
metodu için genel öncüldür, ancak Aristoteles, Berti’nin de belirlediği gibi (1978:
363), diyalektikçilerin “yaygın felsefi problemler[i]” de kendi uslamlamalarına öncül
olarak aldıkları konusunda bir şey söylemiyor. Platon’un diyalektik uslamlaması
problemler ile başlarken, Aristoteles’in tanımlamasında diyalektikçi tartışmaya
86
“Tanıtlanabilmelerine rağmen tanıtlanmadan ele alınanları öğrenci bir kanı olarak kabul ederse,
bunlar hipotez –mutlak anlamda değil de yalnızca öğrenciye göre bir varsayım-; öğrencinin bu konuda
hiç bir varsayımı yoksa veya karşıt bir kanı taşıyorsa, aynı kabul postulattır. Varsayımla postulat bu
açıdan ayrımlıdır: postulat öğrencinin kanısına karşıt olup tanıtlanabilir; ama tanıtlanmadan kabul
edilip kullanılır (Po.A., 76b 24-34).
54
problem ile başlaması varsayılmaz. Ancak burada ilginç olan, Aristoteles’in
diyalektik metoda ve onun öncüllerine ilişkin belirlemesine rağmen, kendisinin
uslamlamasının başlangıcına aporia’ları problem olarak almasıdır. Aristoteles’in
kendi düşünsel gelişimi eleştirdiği endóksa’ların üzerinde yükselir. Metafizik I’deki
felsefe tarihi niteliğindeki tartışmaları, akıl yürütmelerinin kaynağına mevcut
bilgileri nasıl aldığını gösterir. O, kendi endóksa’sı üzerine dönüp düşünerek onları
savunulabilir doğrulara dönüştüren bir diyalektikçi gibi davranmaktadır. Sofist
diyalogunda görülebileceği gibi (242b-249d), felsefeye tarihsel yaklaşım Platon için
de söz konusudur. Bununla birlikte, onun diyalogları ortak kanılarla değil, diyalektik
ile kurulmuş konuşmalardan oluşur. Oysa Aristoteles’in tutumu, öncül olarak mevcut
bilginin işlenişinden yana olması gibi, onun belirlemesine göre de diyalektikçi
endoksa’lardan başlamakla aynı şeyi yapmaktadır. “Diyalektik bir tartışmada yer
alabilmek için konunun doğası hakkında herhangi bir şey bilmeye gerek yoktur,
ihtiyaç duyulan tek şey elindeki bir miktar ένδοζα (endoksa)’lardır” (Raphael, 1999:
240). Çünkü Aristoteles diyalektiği, endóksa’lardan hareketle sunulan her konu
hakkında çıkarımlarda bulunabilmeyi sağlayan bir metot olarak tanımlamaktadır
(Irwin, 2002: 36). Diyalektik uslamlamayı “kendinin değil, fakat başka birilerinin
öncüllerinden hareketle” kurulması olarak gördüğü için, Taylor’a göre Aristoteles’te
“sözcük anlamında” diyalektik, ‘doğru bir sonucu kanıtlamak değil, rakibe
öncüllerinin onu yanlış sonuca yönlendirdiğini göstermektir’; (Taylor, 1955: 40). Bu
yaklaşım, Aristoteles’in diyalektik uygulamasını Platon’un uyguladığı tarzda
yorumlamaktır.
Aristoteles şunu tartışmaz: Diyalektik öncüller olarak alınan endóksa’nın
doğruluğu ya da yanlışlığı nedir? Örneğin diyalektikçinin öncül olarak filozofun
düşüncelerini, örneğin Aristoteles’in hakikat tasarımını, akıl yürütmede öncül olarak
alması durumunda, hatalı olan nedir? Gerçekte Aristoteles öncüllerin doğruluklarını
tartışma konusu yapmamaktadır. Diyalektikçinin endóksa’sının olası bir doğru
olduğu, kendinde kesinlikler taşımadığı tarzında hiçbir yaklaşım sunmaz. Şu
varsayılabilir mi: Diyalektikçi, öncüllerini kesin doğrulara dönüştürmek için endóksa
üzerine bir incelemede bulunabilir mi? Varsayıldığı gibi, endoksa’ların ‘olası’ ve
‘sanı’ yanı aşılarak kesinleştirilebilir mi? Açıktır ki, Aristoteles kendi tasarımında
55
diyalektikçiye böyle bir yetki vermemiştir. Topik I.2’deki diyalektiğin bilimler için
ilk ilkeleri bulan bir metot olarak işletilmesine bakıp, diyalektik aynı işlemi kendisi
için uyguladığında, diyalektik bilimsel forma ulaşmış olur mu? Aristoteles’in tutucu
söylemi içinde soru olumlayıcı tarzda yanıtlanamaz;87 ancak onun düşünsel gelişimi
tam da bu soruyu olumlayan bir yanıt niteliğindedir. Dönüp savı üzerinde düşünme,
epistemolojik bağlamda sava kesinlik katma aracılığı ile endóksa’ları da kesin
bilginin öncülüne dönüştürülebilir. Aristoteles de önceki düşüncelerin eleştirilip
doğru olanın ne olduğunu göstermek gerektiği varsayımıyla hareket ederken (Nico.
Eth., 1145b 2-7; 1154a 22-25), yaptığı bir anlamda hatalı akıl yürütmelerin çelişkileri
üzerine bir düşünmedir. Açık olan şudur ki, Aristoteles, Metafizik III. 1’de
görülebileceği gibi, aporia’lara dönüşen düşünceleri birer endóksa olarak
araştırmalarının başlangıcına alır ve bu düşüncelerin karşıtlığını aşmayı da yeni bir
uslamlama olarak sergiler. Bu açıdan bakıldığında Aristoteles’in uslamlaması,
kanıların kışkırtması ile başlayıp diyalektik çözümleme ile süren bir Sokratik
çözümleme işlemini içermektedir.
Aristoteles problemlerin çözümü konusunda endoksa’lardan hareketle
diyalektiğe başvurur. İlk olarak Aristoteles, Topikler’in endoksa tanımına uygun
olarak, bir problem hakkında mevcut bilgileri doğrudan öncüle dönüştürür;
‘bilgelere’, ‘hakikat olan’ konusunda sıklıkla başvurur; “bazı filozoflardan bazı
düşünceler aldık”, ‘onlarda başkalarından’ (M., 993b 18) diyerek, endoksa’yı kendi
düşüncesinin kaynağına açıkça dönüştürdüğünü dile getirir. Onun felsefe tarihi,
büyük öncül olarak uslamlamasının hareket noktasıdır. Aristoteles’in kendisi
sullogismos’u deneysel bir sürecin sonunda keşfettiğini bildirirken88 (SR., 185a 687
Mevcut bilgilerin uslamlamanın öncülüne dönüştürülmesinin benzeri bir olumsuzlaması Descartes
tarafından da sergilenir. “Ele alınan konularda başkalarının düşündükleri ya da kendi tahminlerimi
değil, ama açık ve duru sezgide görebileceğimiz ya da pekinlikle çıkarsayabileceğimiz şeyler
araştırılmalıdır; çünkü bilim başka herhangi bir yol ile kazanılamaz” (III. Kural) Descartes, ‘eskiler
okunmalıdır’, der; çünkü onlarda olağan üstü birikimler olabilir. Ama onu endişelendiren, geçmişin
yanlışlıklarını sürdürme olasılığı, gerçeği yalın olarak görmeyi engelleyeceğidir (III.1). Bunun yanı
sıra, açıklamaların samimiyeti ne olursa olsun, eğer karşıt görüşler söz konusu olduğunda, bunlardan
hangisinin doğru olacağı sonsuza kadar belirsiz kalacaktır. Çelişkinin bir tarafını savunanların sayısal
çokluğu, savunulanın hakikat olduğunu göstermez. Platon’un ya da Aristoteles’in bütün söylediklerini
bilmek, bilgiye sadece tarihsellik katar, hakikat değil (III.2). Descartes bu tür bir yanılgıdan kurtulmak
için “sezgi” ve “tümdengelim” terimleri ile çözümleme yapar (III. 4); bu iki terimin simgelediği
metot, aklı kesin bilgiye götürmektedir (III. 5-9) (Descartes, 1996: 67-69).
88
“Ayrıca retorik konusunda uzun zamandır söylenen çok şey bulunmaktadır, ancak dedüksiyon
konusunda daha önce değinilen hiç bir şey kesinlikle bulunmaktadır. Buna uzun bir süre deneysel
56
10), dile gelen Aristoteles’in problem koyma ve çözmede endoksa’ları akıl
yürütmenin doğrudan malzemesine dönüştürdüğüdür. Aristoteles, kendinden
öncekilerinin varsayımlarını incelerken, çoğunlukla bu varsayımları uslamlamasının
başlangıcına alır ve onları içselleştirir. Kaldı ki, Sofistik Çürütmeler’de bilginin
birikerek nasıl ilerlediği konusundaki düşüncelerini sergilerken, endóksa’ları öncül
olarak almanın doğru bilgi ileri sürmeye engel olmadığını gösterir.89 İkinci olarak,
Aristoteles endoksa’ları doğrudan değil, daha ince bir eleştiri sonrası uslamlamasının
öncülüne ve içeriğine dönüştürür. ‘Uslamlamanın başlangıcı, sadece seçilen
öncüllere ya da varılan sonuçlara dayanarak değil, aynı zamanda bu konu hakkında
söylenenleri dikkate alarak, oluşturmalıdır’ (NE., 1098b 9-12). Bu yaklaşım, etik ile
ilgili sorunlar konusunda ‘gerçekleri ve önceki soruları ele alıp bütün genel kanıları
ya da en önemli olanlarını göstermek gerekir’ (NE., 1145b 1-5) derken, görülür.
Benzeri olarak, Metafizik I.2’de, ‘bilge’lik hakkında konuşurken, ‘varolan bilgilerin’
öncelikle ele alınması gerektiği konusundaki yaklaşımında görülür (M., 982a 5). Peri
Philosophias I’deki fragmanlarında (ör. 3, 6, 7), Aristoteles sophía’nın evrimini
Metafizik’ en d
a geniş bir t aihsellik perspektifinde araştırdığını gösterir.
Aristoteles sadece Yunan bilgelerini değil, dinsel-mistik bakışları, Mısırlılardan
başlayıp Zerdüş’e kadar olan doğu bilgelerini Platon’a kadar getirerek inceler.
Metafizik I’deki “neden” konusundaki araştırmaları bir felsefe tarihi niteliğindedir.
Kendinden öncekilerini ‘neden’ hakkındaki düşüncelerini inceledikten sonra (M.,
983a 25-988a 15), kendi dört neden anlayışını bunlara dayanarak tasarlar (M., 988a
17 vd.). Fizik I’de arkhê’ler konusundaki incelemeler benzeri bir tarzda incelenir
(184b-189b). Ruh Hakkında benzer bir incelemeyi yapar (Ph., 403b-411b). Oluş ve
Bozuluş Üstüne’de genesis kavrama ilişkin tarihsel bir çözümleme sunulurken, yine
benzeri bir akıl yürütme vardır. Ancak Aristoteles bu metinlerde kendisinden önceki
araştırmalara çalışılarak varılmıştır. O halde size başlangıçta varolduğu gibi böyle bir durumun
olduğunun araştırması gibi görülebilir” (Sof. Ref., 185a 8-185b 2)
89
“Bütün keşiflerde daha önceki çalışanların parça parça çabası ile ilerleyen keşiflerin sonuçları yer
almaktadır. Halbuki asıl keşifler başlangıçta küçük bir ilerleme yaratırlar. Onlardan daha sonra
türeyen gelişmelerden daha faydalı olmasına karşı ilerlemede daha küçük bir yer tutarlar. Her şeyde
olduğu gibi, aynı “asıl parça ilk başlangıçtır” sözünde olduğu gibi, en doğru olan şey ilk düşüncedir.
Etkisi en olanaklı olması ölçüsünde menzili en küçüktür ve bundan dolayı görmesi en güçtür. Ama bir
kez keşfedildiğinde ilave etmek daha kolaydır. Retorik konuşmalara ilişkili olarak aslında bu hep olan
bir şeydir ve bu diğer sanatlarda pratik bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Olanları başlangıçta bulanlar
onları çok kısa bir mesafe kat etmişlerdir. Ama günümüzün ünlüleri onları parça parça ilerleten uzun
bir neslin insanlarının mirasçılarıdır. Böylece onları şimdiki biçimlerine dönüştürmüşlerdir” (SR.,
183b 16-33)
57
düşünceleri sıralarken, sadece basit bir felsefe tarihi bilgisi aktarmıyor. Aristoteles
endoksa’ları, birer aporia olarak listeliyor ve onları eleştirerek kendi savları içinde
eritiyor. Örneğin mutluluğun çok farklı kavramlar altında ‘erdem’, ‘aklı başındalık’,
‘bilgelik’, ‘hazlarla birlikte ya da hazlar olmadan’ gibi farklı şekillerde
adlandırıldığını dile getirdikten sonra “bunların bazıları insanların çoğunluğu ve
eskiler, diğerleri de bir kaç [ünlü] kişi tarafından söyleniyor; bunların hepsinin de
tümüyle yanılmış olması akla yatmıyor; hiç olmaza bazı açılardan ya da birçok
açıdan haklı olmalılar” (NE., 1098b 23-28). Öyleyse Aristoteles, endoksa’ların
hepsini yanlış bulmadığı için, olası doğrulukları sentezlemektir. Höffe’nin (1999: 58)
de ileri sürdüğü gibi, Aristoteles endoksa terimini hakikatin ölçütü olarak
tasarlamamaktadır, ama hakikat için söylenmesi gereken bir koşul olarak
varsaymaktadır; yani terim, söylenenlerin hakikate uyup uymadığının denetlenmesi
için bir koşuldur.
Aristoteles, diyalektikçisinin öncüllerini sorgulayabileceğini varsaymaz;
öncülün sorgulanmasının savın içsel yapısını belirleyebileceğini varsaymamıştır.
Çünkü Aristoteles’in asıl ilgisini çeken, öncüllerin doğruluğu ve nesnesi ile
ilişkisinin geçerliliği problemi değil, öncüllerden hareketle düşünmenin geçerliliği
problemidir. Bu nedenledir ki, Platon’un hakikate ulaşan diyalektikçisinin tersine
Aristoteles’in diyalektikçisi endóksa’lara dayalı akıl yürüten ve rakibin akıl
yürütmelerinin geçerliliğinin denetleyicisidir.90 O, endoksa’lardan hareket eden bir
metot olarak diyalektiği olası sonuçlara varan bir akıl yürütme metodu olarak
belirlerken, kendisinin bütün araştırmaları da endoksa’lara dayalıdır.
90
“Sokratesçi ve Platoncu diyalektik ortaya konan görüşleri tartışmaya dayanıyordu; bu görüşler
eleştiri kaldırmaz oldukları zaman, kesin görüşler sayılıyorlardı. Aristoteles’e göre, tersine,
diyalektikçinin işi, ele aldığı usavurmaların öncüllerini tartışmak değildir: diyalektikçinin işi,
sonuçların doğru olarak çıkartılıp çıkartılmadığını gözlemlemekle sınırlanmıştır; sonuç olarak,
diyalektikçi, aynı zamanda öncüllerin doğruluğuna bağlı olan bu sonuçların doğruluğu üzerine söz
söyleme hakkına sahip değildir” (Foulqué, 1975: 24).
58
I.5. Diyalektik Metodun Öğeleri
Buraya kadarki açıklamalarda, akıl yürütme metodu olarak diyalektiğin
formunun sullogismos olduğu, malzemesinin ya da kendisine dayanarak hareket
ettiği öncül önermelerin endoksa olduğu açığa çıktı. Bu kavramlar, aynı zamanda,
Aristoteles’in tasarladığı diyalektiğin mantıksal niteliğini vermektedir. Ancak,
diyalektiğin mantıksal yapısının formel mantığın tarzında olmadığını onun öğeleri
açığa vurur. Diyalektik önermenin, tezin ya da problemin niteliği diyalektik metodun
ne türden bir akıl yürütme metodu olduğunu verirken, onun mantıksal içeriğini de
sistematikleştirir. Topik I. 10-11’de ‘diyalektik önerme’, ‘diyalektik problem’ ve
‘diyalektik tez’ bağlamında açıklananlar bunu sağlar.
Tartışmayı “meydana getiren şeyleri ne kadar ve hangi tür referansla ve hangi
materyalle başladığını, bunlarla ihtiyacı nasıl karşılıyor olduğu (…)” kavrandığında
(T., 101b 10-15) diyalektik metoda ilişkin çözümleme tamamlanmış olacaktır
(Aristoteles bu görevi başardığını I.9’un sonunda söyler). Bu nedenle o metodun
öğelerini açığa çıkartmak için bir metodun olması gerektiğini düşündüğü alana, yani
‘tartışma’ya bakar. O, tartışmada, tartışmanın konusunun ne olduğu yani ‘argümanın
ne hakkında olduğu’ ile ve malzemesinin ne olduğu yani ‘argümanlarının ne türden
problemlerden
yapıldığı’
ile
ilgilenir.
Diyalektiğin
tanıtlamalarını
sıradan
malzemelerden değil, “tartışma gerektiren malzemelerden” kurar (R., 1356b 35).
Aristoteles’e göre uslamlamanın niteliği ile konusu arasında bir ilişki vardır; çünkü
ona göre tartışmaları başlatan problemler, tasımsal tanıtı oluşturan konu ile özdeştir
(T., 101b 15). Öyleyse diyalektiğin konu ve probleminin niteliği anlaşılmalıdır; bu
inceleme diyalektiğin ne türden problemlere ilişkin hangi öğelerle ilerleyen ve ne
türden bir akıl yürütme olduğunu da verecektir. Bu zorunludur; çünkü bütün
“tartışmalar
önermelerle91
başlar,
oysa
tasımsal
tanıtı
oluşturan
konular
problemlerdir” (T., 101b 16).
91
PUP, CLC ve RH edisyonlarında protasis’i “proposition” (önerme) olarak çevrilirken, Robin Smith
(1997) “premiss” (öncül) olarak çevirmektedir. Çevrisi yapılan ‘protasis’ sözcüğü T. 101b 15’de
“önerme” olarak alınmalıdır. Böyle okumayı, özellikle de Aristoteles’in ‘öncül’e (protasis)
Analitikler’de ‘terim’ işlevini kazandırmasını dikkate alarak yapmalıdır. “Protasis” sözcüğünün her iki
anlamı içermesinden dolayı benzer şekilde kullanılabilirse de (Örneğin ‘protasis’ sözcüğü Po.A., 72a
11, 72a 8’ deki ‘premiss’ olarak çevrilirken, 76b 36, 77a 36 ‘da ‘proposition’ olarak çevrilmektedir.)
59
I.5.1. Önerme ve problem
Topikler’de önde duran araştırma konusu, ‘bilimsel bilgi edinmede diyalektik
metodun işlevinin’ ne olduğudur. Araştırmanın gerisindeki konu, ‘bilimsel metodun’
ne olduğudur. Bu konulardaki araştırmalar, Aristoteles’i diyalektik metodun kurucu
öğeler ayrımına ve tanımına yöneltmiştir. Bu nedenle ‘önerme’ (ya da ‘öncül
önerme’) (protasis)92, ‘problem’ (problema)93 ya da ‘tez’ gibi terimler diyalektik
kavramına ilişkin analizlerin sonunda ulaşılmış tartışma konulardır. Hakkında
tartışılan bir önerme olduğu için, tartışmalarda doğan anlaşmazlıkları anlamak için
önermenin yapısı anlaşılmalıdır.94
Platon’un diyaloglardaki uslamlaması, diyalektik bir metot aracılığı ile
kesintisiz problem çözmek üzerine kurulu olduğu için95 onda ‘diyalektik problem’ ya
da ‘diyalektik önerme’ kavramsal olarak tartışılan bir problem değildir. Platon için,
yine de Aristoteles Topics’de ‘protasis’i önerme (proposition) olarak alır. ‘Öncül’ (premiss) anlamı
daha çok Analitikler’deki kullanımı dikkate alınarak düşünülmelidir.
92
πρότασις (protasis): ‘ileriye sürülen’; (mantıkta:) ‘varsayılan bir önerme’, ‘bir öncül’;
(dilbilgisinde:) ‘bir cümlenin özne ve onun fiilinden oluşan cümleciği’; άπόδοσις (apodosis): (geri
vermek, iade etme) ile yanıtlama (L.&S.). Aristoteles protasis’i ‘öncül’ ya da ‘önerme’ için kullanır.
93
πρόβλημα (problema): ‘çıkıntı yapan bir şey’; ‘bariyer, çit gibi bir engel’; ‘bir perde, örtü, bahane
olarak bir şeyi öne sürmek’; ‘bir iş –problem- gibi ileri sürülen’ (L.&S.).
94
Robin Smith (1997: 56) ‘önerme (protasis) teriminin Aristoteles’ten önce bulunmamış olmasına
rağmen terimi kendisinin türetmediğini ve onu, diyalektik sanatın pratiğinde kurulmuş olduğunu
düşündürdüğünü’ söyler. Onun protasis terimini türetmesi, ‘ileri sürme eylemi’ne ya da ‘bir şeyleri
sunma’ya dayanır.
95
Platon’un diyalogları problem çözmek için başlar; ancak çözümleme süreci bir biri içinde daha alt
problemlerin ileri sürülmesi ile derinleştirilir. Birçok problemin iç içe işlenmesi, uslamlamada
kavramdan kavrama geçişi sağlar; bu kavramsal geçişi, yani düşünmeyi kesintisiz ileri taşımayı
olanaklı kılan diyalektik metottur. Bu yaklaşımı doğrulayacak herhangi bir pasajı örnek olarak
alınabilir. Örneğin Devlet’te “eğitim problemi”ne ilişkin tartışmasının girişine bakılabilir. Burada
ideal devlette “çocukların eğitim yaşı”, kadınların eğitimi problemi tartışması vardır (D., 450c, 451c).
Probleme ilişkin başlangıç yaklaşım örneği türünden bir varsayımla başlar (D.: 451c-d). Ama
tartışmanın nereye gideceği beli olmadığı gibi, işin içinden çıkılıp çıkılmayacağı şüphesi de vardır (D.,
453e). Bu nedenledir ki, “iş oluruna bırakmak” (D., 458b) tartışmanın özgürlüğü için daha önemlidir.
Tartışmanın genel akışı, ya da incelemenin genel amaçlılığı, savların denetlenmesi düzeyindedir.
Olgular alanındaki örneklemeler ile yürütülen diyalog, savların geçerliliğini temellendirmek amacı ile
yapılan akıl yürütmelerin belgeleridir. Diyalogun diyalektik niteliği de bu noktadan gelir. Varsayımın
mantıksal açılımı yapıldıktan sonra olgular alanında test edilerek bir sava dönüştürülmektedir.
Böylece savın olgular alanındaki geçerliliği temellendirmekle birlikte, savın bilgi derecesi de
belirlenmiş olunmaktadır. Savın bilgi derecesi, savın kurucu kavramlarının tanımlanması ile
başlamaktadır. Bu nedenledir ki, kavram tanımlamaları bilgi derecesini belirlemek için önemli bir
başlangıçtır (D., 454b). Tartışmanın, ya da savın kavram tanımı temelinde kurulması, geliştirilmek
istenilen düşüncenin kapsamını belirlemeyi sağlamaktadır. Eğitim problemi, kadın-erkek ayrımında
eğitimin nasıl olacağı tartışmasına yol açmıştı 451c-454b).
60
Sofist’te de görüleceği gibi, ‘problem’ ve ‘araştırma metodu’ aynı şeydir.96 Onun
Phaidon’da “güneş” analojisi ile dile getirdiği gibi, problemler tanımlar aracılığı ile
oluşur. Platon’da tanım da önermenin karşılığıdır.97 Aristoteles ‘problem’ ve
‘önerme’yi bir biri ile ilişki içinde iki ayrı terim olarak işler: Ona göre, “tartışmalar
önermelerle başlar”, ama “tasımsal tanıtın (sullogismos) konusu problemlerden
oluşur” (T., 101b 15). Problem, karşılıklı tartışmaların temel malzemesi olması kadar
nedenidir de; çünkü diyalektik bağlamda bir önerme, yanıtlamak için soru soranın
ileri sürdüğü bir sorudur; bu soru bir problemi oluşturur.
Diyalektik soru, çelişmeyi içeren bir sorma olduğu için yanıtı da tek değildir.
“Bu nedir?” sorusu diyalektik bir soru değildir; çünkü soru çelişkilere yönelmemiştir.
“Soran, ‘insan bu mu, şu mu’ diye belirterek sormalıdır” (In, 20b 14-30). ‘İyi bu
mudur yoksa başka bir şey mi?’ türündeki bir soru, çelişkinin her iki tarafına
yönelmiş olduğu için diyalektik bir sorudur (T., 158a 15-30). Bu nedenle tartışma
konusu yapılan ‘diyalektik problem’ çelişkili bir yapı taşımaktadır. Ancak diyalektik
bir problem öyle rasgele bir problem değildir. “Diyalektik, tasımsal tanıtlamalarını,
96
Diyalogun girişinde problem kadar, diyalog metodu da belirlenmeye çalışılır: “Açıklamalar”, uzun
söylevler yerine, “sorgulama yöntemiyle” yapılacaktır. Sorgulama, “karşılıklı konuşma”dır (S., 217c).
Fakat Elealı Yabancı “uzun uzadıya ayrıntılı bir konuşmayı” ya da “bir başkasını karşıma alarak, söz
koşturmaktan, bir tür gösteri yapmak(…)” istemez. Bu, problem “(…) sorularla kısa yoldan ortaya
konulabilecek bir sorun değil, tersine amaca ulaşılması için uzun uzadıya araştırmayı
gerektir[mektedir]” (S., 217d-e). “O [Yabancı] diyalektiği doğruluğa ilişkin olarak birlikte yürütülen
bir araştırma olarak anlar ve tartışma bir kez başladıktan sonra, onun tartışma biçimini, Platonik
Sokrates’in tartışma biçiminden (…)” ayırmak olanaksızdır (Cornford, 1989:312). Sofistin “gerçekte
ne olduğunu derinlemesine araştırıp, kavramsal olarak açıkça ortaya (…)” konması gerekir. Oysa ona
ilişkin tek ortaklık, “ada” ilişkindir. Ancak herkes aynı addan farklı şeyler anlamaktadır. “Fakat ne ile
ilgili olursa olsun, hiçbir kavram belirlenimi olmaksızın, yalnızca adlar üzerinde anlaşmak yerine,
kavramları belirleyerek, şeyin kendisi üzerinde tam bir anlaşmaya varmak, kuşkusuz her zaman daha
iyidir” (S., 217c)
97 Güneşi izleyenler “güneşin sudaki ya da başka bir ortamdaki görüntüsüne bakmazlarsa bazen,
sanıyorum, gözleri kamaşır ve kör olurlar. Ben de benzer düşünceye sahiptim; şeylere gözle bakarsam
ve onları duyumlarımla bir ya da bir başkasıyla kavramaya kalkışırsam, ruhumuzun büsbütün kör
olabileceğinden korktum. Bu yüzden tanımlara (önermelere) sığınmam ve şeylere ilişkin doğru
tanımlar (önermeler) aracılığıyla araştırmak gerektiğini düşündüm. (Analojim belki de her yönden
yeterince doğru olan bir analoji değildir: Çünkü şeyleri tanımlar (önermeler) aracılığıyla araştıran
kişinin görüntüleri, şeyleri fiziksel örnekler aracılığıyla araştıran kişiden daha fazla kullandığını
bütünüyle kabul ediyorum.) Ne olursa olsun kendim için seçtiğim işlem buydu. Her bir durumda en
sağlam olduğuna karar verdiğim tanımı (önermeyi) çıkış noktam olarak alıp soru ister nedensellik ya
da ister herhangi bir başka şey hakkında olsun, onunla uyuşur gibi görünen şeylerin, her ne olursa
olsunlar, doğru olduğunu kabul ettim. Onunla uyuşmaz görünenin ise her ne olursa olsun, yanlış
olduğunu varsaydım. Kendisiyle ilgilendiğim neden türüne ilişkin olarak formel bir açıklama
sunacağım ve bir kez daha kendilerinden hep söz ettiğimiz bu şeylere döneceğim ve çıkış noktası
olarak onları alacağım; yani kendinde ve kendi başına güzel olan bir Güzelin ve bir İyinin ve bir
Büyüğün v.b.g. var olduğunu kendi öncülüm olarak alacağım” (Pha: 99e-100b).
61
kaçık tipten insanların hayalleri gibi, gelişigüzel materyallerden kurmaz, fakat
tartışma gerektiren malzemelerden kurar” (R., 1356b 35).
Metot içinde ilerleyen bir tartışmada öncül, soru formunda savunmacı tarafa
sunulan bir önermedir; bununla birlikte bir problem soru soran ve yanıtlayan
arasındaki anlaşmazlık konusunu içeren bir önermedir. Bir problemin en ayırıcı yanı,
taraflar arasında onun hakkında bir anlaşmazlığın olmasıdır. O, bazı önermeleri
öncül olarak inşa ederken kimilerini de problemler olarak belirler. Bütün
uslamlamalar öncül önermelerle başlıyorsa, burada sorun önermelerin nasıl
kuruldukları ve içeriğinin ne olduğunu anlamaktır. Aristoteles bu bağlamda
önermelerin içeriklerinde taşıdıklarının neler olduğuna ilişkin bir liste verir:
Şimdi, her önerme ve her problem her bir cinsi (genus) ya da özelliği (property) ya da
ilineği (accident) gösterir. Ayrım (differentia) da, cinsle ilgili olduğu için, cins ile
birlikte derecelendirilir. Bununla birlikte, herhangi bir şeye neyin tam uygun geldiğini
gösteren onun özüdür bazen de göstermediğinden, önceden söylediğimize uygun
olarak iki bölüme ayıralım: özü (essence) gösteren bölüme tanım (definition) denilir;
diğeri ise, genellikle geçerli olan terminolojiye ait özellik olarak söylenecektir.”
Söylenenlerden hareketle, ‘ayrım’a göre öğelerin sayısı dörttür. Bunlar ‘özellik’,
‘tanım’, ‘cins’, ‘ilinek’tir (T., 101b 15-25).
Bu sınıflandırmada bildirilen öğeler, bir konunun ya da önermenin en genel
yüklemleridir (katêgoria). Buna göre yüklemler “tanım” (hóros), “cins” (genos),
“özellik” (idion) ya da “ilinek” (sumbebekos) ve “ayrım” (diaphora) olabilir98 (T.,
101b 15-25). Aristoteles’in burada bildirdiği bu en genel yüklemlerin listesi, aynı
zamanda önermelerin de sınıflandırmasını oluşturmaktadır.99 Bunlar, bir şey
hakkında ileri sürülebilecek yargıların genel formlarıdır. Bu sınıflandırmada
gözlenen temel ayrıntı, önermenin yüklemi ve öznesi arasında bağıntıdır: Önerme
özne ve yüklemden oluşur. ‘Problemler ve önermeleri bunlardan oluştuğuna’ göre,
98
Aristoteles ‘tanım’, ‘özellik’, ‘cins’ ve ‘ilinek’ gibi dört genel yüklem türünü özellikle açıklamış
olup ‘ayrımı’ bu dörtlüyü takip eden özel bir açıklama konusu olarak işlememiştir. Fakat Aristoteles
bu genel yüklemleri cinsin altındaki ayrım (difference) bölümleri olarak belirledi. Robin Smith, eğer
bu beşli içindeki tanım (definition) yerine türü (species) koyarsak, Ortaçağ mantığını oluşturan
Porphyry’nın mantığının beş terimini ediniriz, (1997: 57) der. Çünkü bu liste, sonradan Porphyrios ve
erken dönem skolastikçiler tarafından ‘tanım’ın atlanması ve ‘türün’ eklenmesi gibi bir değişiklikle
bugün bilinen “beş yüklem” (genus, species, difference, property, accident) adını almıştır.
99
Topics’in içeriği, sözü edilen bu dört terime dayandırılarak bölümlendirilmiştir: II ve III. Kitaplarda
‘ilinek’, IV. Kitapta ‘cins’, V. Kitapta ‘özellik’, VI. ve VII’in bir bölümü ‘tanım’ tartışmalarına
ayrılmıştır. Bu terimler Aristoteles’in mantığı kadar, daha sonraki çalışmalarını oluşturacak olan
metafiziğinin de önemli terimleri olacaktır.
62
bu öğeler önermenin malzemeleridir. Örneğin, önerme kurulduğunda, öznesi ya da
nesnesine ilişkin dile getirilen ya onun tanımıdır (hóros)100, ya cinsidir ya da
özelliğidir. Burada Analitikler’deki önermelerin mantıksal açıdan sentaks (sözdizimi)
kurallarına uygun çözümlemesi, yani ‘özne’, ‘yüklem’ ve ‘kopula’dan oluşan söz
dizimi bir problem olarak henüz Topikler’de yoktur. Aristoteles’in ‘problem’ ve
‘önerme’ arasında yaptığı ayrım, “anlatım tarzları arasındaki farka dayanır.” Örneğin
“Hayvan yürüyen iki ayaklı insanın tanımıdır” ya da “Hayvan, insanın cinsidir”
şeklindeki bir cümle bir önermedir. Buradaki yüklem öznesi hakkında bir yargı
vermektedir; bir anlamda dilsel olarak onu kapatmakta, bilgisini tüketmektedir. Fakat
cümle, “Hayvan yürüyen iki ayaklı insanın tanımı mı, değil mi?” tarzında dile
getirildiğinde bir problemi oluşturur. Çünkü burada yüklem nesnesini dilsel
bağlamda açmaktadır.101 Ancak yine de bu ayrımın bir ifadenin farklı şekillerde ele
alınması olarak da görebiliriz; çünkü her şeyden önce problem, önermelerin öznesine
ilişkin kurulan sorudur. “O halde, doğal olarak problemler ve önermeler eşit
sayıdadır; çünkü eğer anlatım tarzını değiştirirsek her önermeden, bir problem
oluşturabiliriz” (T., 101b 25-35). Bu ayrımı olanaklı kılan yüklemin kullanım
tarzıdır. Çünkü problem, çözülecek ya da yanıtlanacak bir soru iken, önermeler
öznenin yüklemi aracılığı ile nitelendirilerek onun ne olduğunu söyleyen dilsel bir
tamamlamadır. Buna göre Aristoteles’in Yorum Üzerine’de dile getirdikleri açısından
bakılırsa önermeler, öncelikle özne ve fiilden oluşan (In., 16a 1- b18) anlamlı
yargılardır; bileşik sözcüklerden oluşurlar ve bu sözcükler aracılığı ile öznesi
hakkında doğru ya da yanlış bir yargıda bulunurlar. Ancak bütün yargılar doğrulukyanlışlık bildirmezler (In., 17a 1-6). Bir önermenin bir yargı bildirmesini sağlayan
‘dır’ koşacıdır.102 Bu ek, önermenin tekil olan hakkındaki geçerliliğini olanaklı kılar
100
Aristoteles bazen horismos (όρισμός: ‘sınırlayan’ anlamındadır ki, horizesthai –ayırmak, bir sınır
olarak bölmek fiilinden gelir) sözcüğünü kullansa da (T., 101b 30, 102a 4, b 28, 103 b 14, 107a 36,
108b 20, 111b 13, 120b 30, 139a 24, 155a 39), ‘tanım’ için hóros (όρος: sınır, limit, sınır bölgesi,
özellikle sınır çizgisi; kural, standart, limit; sözcük tanımı) sözcüğünün kullanımı geçerlidir (T., 101b
23, 37, 103b 5, 120b 13, 130b 26, 139a 24, 155a 39). Terimler arasında belirgin bir ayrım
görünmüyorsa da hóros, teknik bir terim olarak sözü edilen ‘tanım’ı karşılar ve bu yönü Analitikler’de
etkin olacaktır.
101
Önerme gramer açısından bir tümcedir, ama her tümce önerme değildir. Tümceler istek, soru,
buyruk bildirebildikleri için, her zaman bir yargı, iddia taşımazlar. Bir yargı bildiren önerme tümceleri
mantıktaki önerme türünü oluşturur. Ancak dilsel bir yargının önerme koşulu onun özne, yüklem ve
kopuladan oluşmasıdır. Buna göre önerme, mantıksal açıdan, sentaks kurallarına uygun olarak özne,
yüklem ve kopuladan oluşan bildirme/yargı veren bir tümcedir (Özlem, 1996: 108-109).
102
Aristoteles, bu çözümlemeyi, “birlik ve çokluk” probleminde çelişkiye düşmemek için Lykophron
gibi “eski düşünürleri” takip edenlerden almış görünüyor. “Eski düşünürlerin takipçileri de aynı şeyin
63
(In., 17a 8-24) ve yüklemin öznesine bağlanmasını sağlar. Böylece ek, niteliğin
yüklemlendiği taşıyıcısıyla ilişkisini bir varlık ilişkisine dönüştürür. Bu ilişki, bir
önerme birliği olarak dile gelir. Bu nedenle önerme iki ayrı dilsel öğenin ilişkisi
aracılığı ile varolana ilişkin bir bilgi ya da yargıdır.103 Aristoteles’in önermeler
problemi, özelikle de önermenin özne ve yüklemden oluştuğu konusundaki yargısı,
Organon’da mantık tartışması olarak görünse de, bu yaklaşım, aynı zamanda
metafizik için de önemlidir. Metafizik’in çözümlemesi dilin sınırını aşarak dil varlık
ilişkisine yönelir. Bu açıdan, her türden diyalektik sorun “bir yüklemin konuya ait
olup olmadığını bilmekten ibarettir” (Breiher, 1969: 138).
I.5.1.1. Yüklemler Kuramının Diyalektik Problem İçindeki Yeri
Aristoteles’in çözümlemelerinde önermeler kuramının temel problemi,
yüklem sorunudur; çünkü önerme, konusuna, öznesine bir nitelik yükleyen, bu
yüklediği ile bir bilgi veren cümle olmasıyla ve bilgi yüklenense, bütün doğruluklar
yanlışlıklar
yüklemin
kullanımıyla
ilgili
olmaktadır.
Öyleyse
Aristoteles
epistemolojik bağlamdaki bütün tartışmaları yüklemler kuramına indirgemektedir.
Yüklemler kuramı aracılığı ile Aristoteles uslamlama formlarının epistemolojik
bağlamdaki geçerliliğini yeniden test edebilme olanağına ulaşır. Özne hakkındaki
bütün yüklemlerin geçerliliği doğrudan bir diyalektik sorundur. Metafizik’teki
aporia’lar listesi örneğinde de anlaşılacağı gibi, nasıl oluyor da aynı nesne hakkında
çelişik yüklemlerin dile geliyor olabilmesi sorununu Aristoteles, diyalektik
tartışmaların özelliğinde aramaktadır. Başka açıdan, bir savın nesnesi hakkındaki
yüklemlerinin tutarlılığı onun doğrulanmasının ya da yanlışlanmasının koşullarını
verir. Aristoteles’in yüklemler sorununa diyalektiğin öğeleri tartışmasından geçmesi
açısından bakıldığında, yüklemler sorunu diyalektik bir sorundur. Öyleyse
hem çok hem de bir” olmasının çelişkisine düşmemek için “-dır’ın kullanımını” kaldırdılar. Örneğin
‘insan yürüyendir’ değil de, ‘insan yürür’ ifadesini tercih ediyorlar. Bunu yapmalarındaki amaçları ‘dır’ı eklemeyerek ‘bir’in ‘çok’ algılanmasını engellemek istiyorlardı (Ph., 185b 25).
103
Aristoteles’in “ilk kaygısı sözcüklerden yanadır: tartışmadaki muğlaklık, birbirinden farklı şeylerin
aynı adla, ya da aynı şeyin başka başka adlarla anılmasından ileri gelir. Bu nedenle yapılması zorunlu
olan ilk şey, sözcüklere verilen anlamları birer birer tespit etmektir. Kategoriler ve Metafizik Δ kitabı,
bu sözcük araştırılmasına ayrılmıştır. Şeylerin kendilerini ayırt etmek, aynı sözcüğün türlü anlamlarını
ayırt etmekten daha az söz konusudur” (Breiher, 1969: 138).
64
Aristoteles yüklemler kuramı aracılığı ile bir yandan diyalektik tartışmalarda akıl
yürütmelerdeki yanlışlıkların kaynağına inerken, diğer yandan da diyalektiğin
metodik yapılanmasına olanak sağlar. Eğer kategori sorununa, diyalektiğe ilişkin
tartışmalardan hareketle varıldığı göz ardı edilirse, kategorilerin Metafizik’teki
işlevinden hareketle Aristoteles’in yüklemler mantığının ontolojik olduğu yargısı dile
gelebileceği gibi, kategori sorununu çözmeye çalışan diyalektiğin Metafizik’in akıl
yürütme metodu olduğunun da üstü örtülecektir.104
Aristoteles, kategoría105 (yüklem) terimini ‘diyalektik tartışmalarda meydana
gelen konu ve tartışmaların kendilerine dayandığı unsurlar’ olarak belirlediği için (T.,
103b 30-104a 2) diyalektik tartışmalardaki uzlaşmazlıkları ya da bilgi yanlışlıklarını
kategoriler terimi bağlamında tartışır. Aristoteles için bütün sofistik ya da eristik
aldatmacalar buradan kaynaklanmaktadır. Örneğin “Her daire bir şekil midir?”
türünden bir soru diyalektik tartışmanın gözden kaçırdığı bir yüklenilen
(katêegoroumenon) hatasıdır; çünkü “yüklenilen için ‘her’ söylenemez.” Bunun
zaten “düşünce ile görülmesi” (noesei) gerekir. Bu durumda sadece bir daire çizilirse,
bunun şekil olduğu açık kılınmış olur (Analy. Post., 77b 28). Aristoteles’in
belirlemelerinde yüklem olarak kategoría, nesnesine ilişkin kurulmuş basit bir
önermenin dilsel yargısıdır, önermenin nesnesi hakkındaki nitelik belirlemesidir.106
104
Her şeyden önce Aristoteles varlığın ilkeleri tartışmasına dilin ve düşüncenin ilkeleri
tartışmasından geçmiştir. Bu geçişi sağlayan da dilin nesnesi ile ilişkisi sorunu ya da kategori
sorundur. Bu da Aristoteles’in mantığının ontolojik olduğunu değil, tersine ontolojisinin mantıksal
olduğunu söyleyebilme olanağını verir. Ontolojiye mantıksallığını da diyalektik metot kazandırır.
Bundan dolayı Aristoteles’in ontolojik teorisinin dil, bilinç ve gerçeklik arasındaki bir ilişki üstünde
kurulu olduğunu varsayarsak, Aristoteles’in bu sentezi diyalektik metot aracılığı ile sağladığını ileri
sürmek olanaklı olacaktır.
105
‘Suçlama’, ‘suç yükleme’ anlamındaki κατηγορία (L. & S.) sözcüğünün hukuksal kullanımından
hareketle Aristoteles’in κατηγορία’yı Topikler’de ‘bir şeyi dışarıdan bir şeye yükleme’ tipleri
anlamında kullanmış olduğunu varsaymak olasıdır. Peters, terimin İngilizce karşılığını, “Greek
Philosophical Terms”de ‘suçlama’ (accusations), ‘yüklemler’ (predications), ‘kategoriler’ (categories)
olarak verirken, Latincede ‘praedicamenta’, ‘summa genara’ (en yüksek cinsler) ile karşılar.
κατηγορεω (kategoreo): suçlamak, aleyhinde konuşmak; (bir şeyi bir şey) yüklemek; imlemek, işaret
etmek; belirtmek, göstermek, Kâtegoros: suçlayan, suç yükleyen. Kategorema: suçlama, yükleme,
yüklem. Kategoria (κατηγορία) terimi “uygun” anlamına gelen “kata” ve “ileri sürmek”, “dile
getirmek” anlamındaki “agoreuein” sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur; sözcüğün eylem biçimi
katêgorein (“yüklemek”), katêegoroumenon (“yüklenilen”) anlamını taşımaktadır.
106
“Yüklem: Tümcede iş, oluş, kılış, düşünce, duygu, imge, yargı… anlatan sözcüktür.” “Sözdizimi
bakımından –içinde iş, oluş, kılış yargı anlamı bulunan her sözcüğe- eyleme, eylemsiye, eylem görevli
özcüklere yüklem denir.” Yüklemler tümcelerine göre iki türlüdür: “1- Önerme –yancümlecik,
yantümce (proposition)- yüklemi, 2- Tümce (phrase) ve temel önerme yüklemi.” (T. N. Gencan ,
Dilbilgisi, Ayraç Yay.:Ankara, 2001:103-104).
65
Bu nedenle ‘kategori’ terimi önermenin nesneye yüklediği nitelik bilgisini
içermektedir. Aristoteles’in bir savı kurmak ya da çürütmek için araştırılması
gereken ilk yer olarak yüklemlerin nesnesi ile olan ilişkisini görmesi, diyalektik
metodun ne türden bir metot olarak işlev kazanması gerektiği konusunda ipucu
vermektedir. Diyalektik metot, önermenin nesnesi hakkındaki yüklemini tutarlılık
ilkesi içinde oluşturmalıdır. Bu tutarlılık dilin öğeleri arasındaki ilişkisinin
tutarlılığından daha çok –ki bu Analitikler’in konusudur-, dilin nesnesi ile ilişkisinin
tutarlılığıdır. Ancak bir önermenin yükleminin nesnesi ile ilişkinin doğruluk derecesi
bir önermeyi nesnesi hakkında geçerli ya da geçersiz kılabilir. Ancak Aristoteles’in
tartışmalarında bu genel düşünce çıkartılabilirse de, yine de o, Topikler’de sadece
önermeler ile semantik açıdan ilgilenir; yüklemin nesnesine ilişkinin yüklediği bilgi,
gerçeklik sorunu açısından değil, öncelikle ‘tanım’ açısından olmak üzere, daha çok
yüklenen mantıksal yüklemler açısından denetlenir.
Topikler’de kategoría olarak bilinen on yüklemden önce, kategoroumenon107
olarak bilinen dört yüklenilen ile ne türden bir sorunun çözüldüğü; bu terimlere
diyalektiğin önerme yapısı ile ilgili çözümlemelerin ardından gelindiği göz önüne
alındığında, kategori probleminin diyalektik ile ilişkisinin ne olduğu anlaşılmalıdır.
Onun katêgoria sınıflandırmasını neden yaptığı konusunda ayrıntılı bir açıklamayı
vermemesi108 gibi, kategoroumenon sınıflandırılması ile neyi çözdüğü ve bunun
katêgoria ile ilişkisi sorunu bulanıklığını korumaktadır.
107
Aristoteles’in burada dört terim için kullandığı κατηγορούμενον (kategoroumenon) –‘yüklenilen’/
‘yüklemleme’ sıfat fiilini kategorein (predicate) -‘yüklemek’- fiilinden türetmektedir. İngilizce
çeviriler “what is predicated” ile karşılamaktadırlar. Aristoteles’in bu terimi kullandığı problem
bağlamı ‘yüklemek’ ile ilgilidir; ancak o, bu terimin fiil halini değil, sıfat fiil haline dönüştürerek
geliştirdiği sözcüğü kullanır.
108
Ross, Aristoteles’in bu öğretiye nasıl ulaştığını hiçbir yerde dile getirilmemiş olmasından dolayı,
birçok tartışmaya yol açmış olduğunu söyler. “Kategoriler öğretisinin Akademi’de geliştirildiği ve
Aristoteles tarafından yalnızca yeniden ele alındığı da iddia edilmiştir. Ancak buna ilişkin hiçbir
gerçek bilgi yoktur” (Ross, 1999: 38).
66
I.5.1.1.a. Yüklenilen (katêgoroumenon)
Aristoteles’e göre bir savın ya da önermenin nesnesine ilişkin ne türden
(olumlu, olumsuz, tümel, tikel) bir bilgi verdiğini gösteren terim ‘yüklenen’dir
(kategoroumenon). “Eğer önermeler ve problemler birer birer incelenirse,
görülecektir ki, onların her biri bir şeyin tanımından (definition) ya da onun
özelliğinden (property) ya da onun cinsinden (genus) ya da onun ilineğinden
(accident) şekillenir” (T., 103b 1-5). Öyleyse önermenin yüklemi, öznesinin ya
‘tanımı’ ya ‘özelliği’ ya ‘cinsi’ ya ‘ilineği’ ya da yorumcuların sonradan eklediği
‘ayrım’ olabilir (Topikler I, 102a 5 vd).109 Tanıma göre önerme bir yargı bildirirken,
bu yargı öznesinin ya tanımını ya cinsini ya özelliğini ya da ilineğini bildirmektedir.
Kategoroumenon (yüklenilen/yüklemleme) terimi, bu dört yüklem grubunu
oluşturur. Aristoteles on kategoriyi, kategoroumenon (yüklenilen/yüklemleme)
grubunun
gerçekleşme
malzemesine
dönüştürerek,
iki
yüklem
grubunu
ilişkilendirir. “Sokrates insandır” önermesinde, kategoroumenon olarak tanım
kategori olarak töz’e (Sokrates’e) yüklenir. “İnsan” bilgisinin “Sokrates”e
yüklemlenmesi ile özne tümelin kaplamına alınarak tekil olduğu bilgisi verilir.
Öyleyse, kategoroumenon öznenin yüklem grubu olmakla birlikte daha çok
önermenin yüklemlerinin bilgisini vermektedir. Bu açıdan bu dört terim önermeleri
kategorileştirmektedir. “İnsan canlıdır” önermesi özne hakkında cins (‘canlı’) olma
bilgisini verirken, cinsin malzemesini ousia kategorisi (‘insan’) oluşturmaktadır.
Böylece ‘cins’ olmaklık bilgisi, tekil insan aracılığı ile ‘tümel insan’a
yüklemlenmektedir. Bu yüklemleme aracılığı ile ‘insan’, ‘canlı’ cinsin kapsamında
(‘tür’) olduğu bilgisi dile gelmiş olmaktadır. Aristoteles’in cins olarak belirttiği şey,
tür açısından farklı nesnelere öz yönünden yüklenip onları aynı yüklem altında
toplayandır. Buna göre cins (génos)110, bir yandan türce farklılıkları gösteren, diğer
yandan farklı türlerin bu farklılığını belli bir terim altında toplayan bir yüklemdir
(kategoroumenon). Açıktır ki, bu terimler önermenin mantıksal bilgisini vermekle
109
Porphyrios, Aristoteles’in kategorilerine ilişkin incelemesinde ‘tanımı’ bırakır ve Aristoteles’in
cins ile birlikte ele aldığı ayrım’ı yüklem olarak işlerken (Isagoge, 8. 7-12. 10), Aristoteles’in yüklem
olarak görmediği tür’ü beşinci yüklem olarak işler (Isagoge, 3. 24-8. 1).
110
γένος: Irk, soy bağlamında bir yerli olmak, bir yerin yurttaşı olmak; bir soydan gelmek; sayısal
açıdan ırk, ulus; zaman açısından dönem, kuşak; cins: cinsiyet (gender); çeşit (kind), cins (genus):
eidos’a ve türe (species) karşı (L. & S.).
67
cinsin ikincil töz olduğu111 bilgisi de anlaşılır olmaktadır (C., 2a 11-18). Her iki
terim grubu yüklem olmaları açısından aynı kategori anlamında değerlendirilse de,
kategoroumenon’un yargının mantık ile kategoría’nın ise yargının gerçeklik
(nesnenin ilineği) ile ilişkisi olması, bu terimler grubunu birbirinden ayırır. Ancak
Ross’un da belirttiği gibi, bu Aristoteles’in “ümitsiz bir şekilde içinde çırpındığı
yüklemlenebilirler sınıflaması” (1999: 77) yüklemler sınıflandırması ile bağlantısız
durmaktadır.
Aristoteles’in önerisi, önermenin yükleminin öznesine ilişkin tam olarak
yüklemlenenin ne olduğuna bakılması yönündedir. Eğer “(…) sözü edilen yüklemin
tanıma giren terime ait bir içerik olmadığı gösterildiğinde ya da tanım içindeki
cinsin, gerçek cins olmadığını ya da sözü edilen şeylerden herhangi birisinin cümlede
kullanılan [tanıma] ait olmadığını gösterdiğimizde, tanımı yıkmış olacağız (…).”
Öyleyse sadece “ilk bilgiler” tanımın doğasına ait olabilir (T., 102b 25-35); ilk şeyler
de bir şeyin tam olarak ne olduğunu veren bilgiler olduğu için ‘öz’ kavramı ile
anılması kaçınılmaz olmaktadır. Neliğin (ti esti) ne olduğu bildirmek, o şeyin özel
yapısını açığa vurmaktır. Neliği, yani cins (genoss) ve ayrım’ı (diaphora) bildiren ise
tanım’dır (horos) (T., 153a 14-23). ‘Bir şeyin ne olduğunu gösteren ifade’nin (logos
ho to ti ên einai sêmainei) bir şeyin tanımı olması, bir şey ‘olmanın ne olduğu’nu ve
onun başka şeylerden ayrılan farklılıklarını belirlemedir. Öyleyse tanım, sadece bir
sözcük tanımı değil, ondan daha fazla bir şeydir. “Tanım, şeyin özünü112 (to ti en
êinai -essence) gösteren bir sözdür (logos)” (T., 102a 1). Aristoteles sözcük tanımını
problem olarak tartışmaz; bununla bitlikte ‘bir şey olmanın ne olduğu’ (to ti ên einai)
düşüncesi Aristoteles’in eserlerinde neredeyse en yaygın problem olarak
durmaktadır. Bu durumda Aristoteles’in ‘tanım’ kavramı, bir şeyin neliğini bildiren
ifadeye dönüşmektedir.113 Burada büyük sorun açığa çıkar: Tanım, bir türden öz
tanımı olduğuna göre bu durumda sadece öze sahip olan tanımlanabilir. O halde bir
111
İlk başta asıl anlamıyla töz (ousia -substance) ne bir taşıyıcı/nesne (hypokeimenon) için söylenen
nede bir taşıyıcı/nesne içinde olan özdür; örneğin belli bir insan ya da belli bir at. Türce ilk özler
denilenlerle bu türlerin cinsleri içinde bulunanlara ise ikincil tözler (secondary substances) denilir.
Örneğin belli bir insan tür olarak ‘insan’dadır. O halde ‘insan’ ve ‘canlı’ya ikinci öz denir (C., 2a 1118).
112
ό το τί ην είναι
113
Bu durumu, “öz” problemi içinde görmeye çalışan Latin çevirmenler, essentia terimi ile
karşılamışlardır.
68
şeyin özü olması ne demektir? Neyin özü vardır? Bu sorular Aristoteles metafiziğinin
temel sorunlarını oluşturur. Onun tartışmalarında genel olarak öze sahip olan
“tür”dür (eidos); ancak tür bireysel değildir; tür ancak cins (genos) ve ayrım
(diaphora) aracılığı ile tanımlanır. Burada Aristoteles türü yüklem olarak almaz.114
Tür, cinsin altındaki sıralamasını, ayrım cinsin içindeki türün karakterini bildirir.
Örneğin ‘insan düşünme yeteneğine sahip (ayrım) bir canlıdır (cins)’ tanımı
açısından bakıldığında burada tanımlanan özne, ileri sürülmüş bir savın (örneğin,
‘yaratma ediminde bulunan insandır’ önermesindeki ‘insan’ türü) yüklemidir.
Öyleyse bir şeyin tanımı, o şeyin ne olduğunu söyleyen bir önermedir. Bu açıdan
Aristoteles tanımı, nesnesine öz olarak yüklemlenen terim olarak belirler. Ancak
yüklenenlerin hepsi de tanım değildir. Bir şeyin at olduğunu söylemek (tanım), onun
memeli hayvan olduğunu (tür), memeli hayvanın da canlı (cins) olduğunu
söylemektir. Öyleyse X’i ‘at’ olarak tanımlamak, aynı zamanda X’e ‘memeli’,
‘hayvan’ ve ‘canlı’ terimlerini de yüklemiş olmaktır.
Aristoteles’in belirlemesi, her önermenin yükleminin özneyle ya evrilebilir
ya da evrilemez bir ilişki içinde olduğudur. Evrilme varsa, yani bir konunun
yüklemi, zorunlu olarak öznesi ile yerini değiştirdiğinde önerme, ya söz konusu
olan şeyin tanımını ya da özelliğini bildirmiş olacaktır. Evrilmede bu önerme, söz
konusu nesnenin özünü115 (essence) ifade ederse, bu onun tanımı olacaktır; ancak
önerme neliği ifade etmezse, önerme onun bir özelliğini bildirmiş olacaktır (T.,
103b 5-10). Bu nedenle “özellik (idion)116 bir şeyin özünü gösteren bir şey değildir,
buna rağmen yalnızca ona ait ve onun başka şeye dönüştürülebilir yüklemidir (kai
antikategoreitai)” (T., 102a 15-25). Diğer taraftan, evrilme yoksa, yani özne yüklem
ile yer değiştirmezse, bu durumda önermenin yüklemi ya bir cins (genos -genus) ya
da bir ayrım (diaphora -differentia) olacaktır; çünkü tanım, cins ve ayrımdan oluşur
(T., 103b 10-15). Ancak yüklem bu terimlerden hiç biri değilse, yani tanımın öğesi
değilse, bu bir ilinektir (sumbebekos -accident); çünkü nesneye ait bir önermenin
114
“Tür Aristoteles tarafından bir yüklenebilir olarak değil, özne olarak düşünülmektedir; çünkü onun
bakış açısından (ilineksel nitelikleri onaylayan yargılar durumunda bir çekinceyle), bireylere değil,
türlere ilişkin yargılardır” (Ross, 1999: 77- 78).
115
τό τί ήν είναί (to ti en einai).
116
ϊδιον, bir şeyin kendisine ait olan, kendi doğasına ait olan, özel
69
yüklemi tanım, cins, tür ya da özellik değilse ilinektir (T., 103b 15).117 Aristoteles’in
“ilinek” olarak belirlediği nesnenin bir başka yüklemi, yüklem olmaları açısından
diğerlerine göre daha zayıf bir ayırıcı duruma işaret eder. Buna göre ‘ilinek
(sumbebekos)118, tanım, özellik ve cins kapsamına girmeyen, ama nesneye ait olan
bir şeydir; ayrıca bir tek şeye ait olan veya olmayan bir şeydir’. Örneğin “oturuyor
olma durumu” aynı varlığa ait olabileceği gibi olmayabilir de. “Beyazlık” için de
durum böyledir; çünkü hiçbir şey bir nesneyi bazen beyaz, bazen de beyaz olmayan
olarak belirleyemez. Buna göre hiç bir sav bir şeyin beyaz olduğu tanımını zorunlu
yüklem olarak veremez (T., 102b -15). Nesneler arası ilişkiler ne tarzda olursa
olsun, ilinekten dolayıdır119 ve ilineğe yüklenir (kategoroumenon). Açıktır ki, ilinek
‘zaman’a ilişkin “göreli bir özelliktir’. Örneğin “oturmuş olmak”, oturan tek bir
insan olduğunda zamana ait bir özelliktir; ancak oturmamış olanlara oranla da göreli
bir özelliktir. O halde ilinek mutlak anlamda bir özellik olmayacaktır (T., 102b 2025).
Bu durumda, bu dört kategoroumenon (yüklenilen/ yüklemleme) grubunun
verdiği bilgi önermenin yükleminin yapısal olarak “ne” olduğuna ilişkin bir bilgidir.
Bu
nedenle
Aristoteles’in
“tanım”
kavramı
‘esas
yüklem
kavramı’dır
(katêgoreisthai en tôi ti esti -essential predication). Olumlu olarak doğru kurulmuş
bir yüklem, hakkında konuştuğu nesnesinin ne olduğunu söyler (ya da başarısız bir
yüklem bunu söyleyemez). Öyleyse kategoroumenon (yüklenilen/ yüklemleme)
nesnesine ilişkin “nedir” sorusuna olumlu ya da olumsuz verilmiş bir yanıttır. Bir
şeyin ne olduğu göstergesinin tözü’ü (ousia) bildirmesi (T., 103b 30) ile bir şeyin ne
117
“Bir noktada Aristoteles’in kendisi daha sonra yüklemlenebilirler öğretisinde değişiklik yapmıştır.
Sözünü ettiğimiz pasajda cinsle ayrım arasındaki fark belirsizleşmiştir. Ayrım, cins gibi, ayrımı
olduğu şeyden daha fazla kaplamı olan bir şey gibi ele alınmaktadır. Bu ise İkinci Analitikler’de yine
karşılaştığımız [96a 24- b14], bir tanımın, tanımlanacak terimden daha geniş bir kaplamı olan, ancak
birlikte onunla eşkaplamlı olan özniteliklerin bir araya getirilmesi olduğu öğretisini içermektedir. Öte
yandan Aristoteles Metafizik’te [Z. 12] her ayrımın daha önceki bir ayrımın ayrımı olması gerektiğini
söylemektedir. İkinci Analatikler onun bu öğretiye doğru ilerlediğini göstermektedir” [96b 30-32, 97a
28-b6] (Ross, 199978).
118
συμβεβηκος, birlikte yürüme, eşlik etme; mantıkta ilinek, ilineksel olan. συμβαίνω fiilinden gelir:
‘ayakları bitişik olarak durmak’; ‘birlikte ya da yanında ayakta durmak’; ‘birlikte gelmek, görüşmek’;
‘birisinin payına düşmek’; olaylara ilişkin: ‘olmak’, ‘meydana gelmek’ (L. & S.).
119
Nesneler arası ilişkiler ilineğe yüklenebilir. İlişki ne tarzda olursa olsun, ilinekten dolayıdır.
Örneğin “Tercihin nedeni onurlu olduğu için mi, yoksa faydalı olduğu için midir?” “Haz erdemli
yaşama mıdır yoksa isteklerini frenleme midir?” (T., 102b 15-20). Bu tür durumlarda istenilen “sözü
edilen yüklem iki terimden hangisine daha çok uygun bulunuyor?”dur. Ancak açıktır ki, ilinek zamana
ilişkin göreli bir özelliktir (T., 102b 20-25).
70
olduğunu veren ifadenin tanım olması aynı anlamı vermektedir. “Öyleyse hem adın
hem de tanımın taşıyıcıya yüklenmesi zorunlu”dur (C., 2a 19). Tutarlı bir ifade bu
birliği kurmaya özen gösterir. Tanıtlamalı bir uslamlamanın yapacağı bu birliğin
geçerliliğini onaylamaktır. Öyleyse Aristoteles’in yüklemler sorununda geldiği
nokta burasıdır: yüklemlerin tanıtlanmasının olanağı sorunu. Yüklemleri tanıtlamak,
yüklemlemelerin
malzemesini
doğrulamaktır.
Bu
da
Aristoteles’e
doğru
sınıflandırma olanağı sağlayacaktır.
Topikler’de yüklemlerin tanıtlanmasının iki yolu verilmektedir. Sözü edilen
elementlerin tanıtlanmasının bir yolu, tümevarım’dır (epagôgê120-induction).
Aristoteles’in ilk defa sözünü ettiği indüksiyon (tümevarımsal uslamlama);
diyalektik dayanakların kendisinden hareketle oluşturulduğu tanıtlama yoludur.
Önermeler ve problemler bir şeyin tanımından ya da onun özelliğinden ya da
cinsinden ya da ilineğinden oluşuyorsa (T., 103b 1-5), açıktır ki bir önerme bu
yüklemlerin herhangi birinden hareketle oluşturuluyordur. Aristoteles’in sözünü
ettiği yüklemin bir diğer tanıtlama türü, mantık terimi olarak da kabullenilmiş,
dedüksiyon ya da tasımsal tanıttır (sullogismos).121 Tanıtlamalar önermelerle kurulu
uslamlamalardır. Ancak burada yüklenenlerin tanıtlanması ne demektir? Her şeyden
önce
tanıtlama
sorunu
Aristoteles
felsefesinin
bilimsel
bilgi
niteliğinde
şekillenmesini sağlayan sorundur. Onun kuramsal düşüncesinin gelişim sürecinde
teorik ve pratik bilgiyi aynı yapı içinde bir araya getiren aynı metodolojik
sorunudur. Bu da tanıtlama sorundur. Aristoteles tanıtlamanın olanağı sorununu
tümevarım
ve
tümdengelim
aracılığı
ile
aşmaya
çalışır.
Aristoteles
yüklenilen/yüklemleme terimlerinin tanıtlanmasının yolu olarak (ya da diyalektik
dayanakların kendisinden itibaren oluştuğu, kendisiyle başladıkları, kendilerine
uygulandıkları unsurlar olduğunun doğrulanmasının yolu olarak) tümevarımı
(epagôgê) ve tasımsal tanıtı (dia sullogismoü) model olarak gösterir. Ona göre
önermeler ve problemler bir şeyin tanımından, özelliğinden, cinsinden, ilineğinden
hareketle şekillendirilir (T., 103b 5-10).
120
έπάγω (epágô) fiilinden gelen επαγωγή: ‘içeriye ya da dışarıya bir yere doğru getirme’; ‘bir ele
geçirme saldırısı’; mantıkta: ‘tümel bir sonuca yönlendirecek bir tarzda bir dizi tikel örneği sıralama’,
‘getirme’; ‘indüksiyondan hareketle oluşturulan argüman’ (S.&L.).
121
Aristoteles yüklemlerin ikinci tanıtlaması için dia sullogismoü deyimini kullanır; İngilizceye PUP
edisyonunda ‘deduction’ ve LCL edisyonunda ‘reasoning’ olarak çevrilmektedir.
71
I.5.1.1.b. Yüklenilen (katêgoroumenon) ve Yüklemler (katêgoríai)
İlişkisi
Aristoteles, nesnesine ilişkin yargıyı ifade eden önermelerin bilgisini, yani
‘önermenin yükleminin kavramsal olarak ne olduğu’nu veren yüklemlenme
terimlerini belirledikten sonra, daha farklı bir yüklemler (katêgoríai) grubunun
varlığına geçer. Bunlar, felsefe tarihi metinlerinin kategoriler adı ile andığı ve
sayısını on olarak kabul ettiği ‘yüklem’ grubudur.122 Buradaki katêgoria (‘yüklem’ predication) sözcüğü, kategorein (‘yüklemek’ -predicate) fiilinin isim halidir.
Aristoteles ‘yüklem’ ve ‘yükleme’nin bir çok “yüklem türü” (genê tôn katêgoriôn)
içinde gruplandırılabileceğini düşünür. O, sıklıkla bu sınıflandırmadan “yüklem
türleri”, yalın olarak da “yüklemler” olarak söz eder. Ancak bu sınıflandırmayı neden
yaptığı konusunda açık bir görüş bildirmez.
Aristoteles’in Topikler’de dört yüklemlenme türünden sonra, on olarak
belirlediği kategoriler grubuna hızlı geçişi tam olarak açık değilse de, dört yüklem
grubunun açığa çıkış tarzını tanıtlamaya çalıştığı açıktır: “İlinek, cins, özellik ve
tanım her zaman için bu yüklemlerin (kategorilerin) biri içinde olacaktır.” Çünkü
sözü edilen bu dört yüklemleme tarafından “oluşturulan bütün önermeler bir şeyin
ya niteliği, ya niceliği, ya da diğer türden kategorilerin/yüklemlerin birini işaret”
ediyor (T., 103b 25) olduklarına göre, dört yüklemleme grubu önermelerin
bilgisidir. Kavramsal kapsam açısından bakıldığında, bu bilgi bir üst derecedeki
kategorilerin sınıflandırmasının bilgisidir. Yani ‘Kalem kırmızıdır’ örneğinde
‘kırmızı’ nitelik kategorisidir ve ‘kırmızı nitelik’, ‘ilinek’ yüklemlemesini oluştur.
Buna göre on kategori, bu mantıksal yüklemlemelerin yüklendiği malzeme
olmaktadır.
Öyleyse yüklemlenmeler ya da önermelerin bilgisini veren dört mantıksal
kavram, kategoriler aracılığı ile açığa çıkmaktadır. İşte dört yüklemlenme terimi ile
on kategori arasındaki bulanık ilişki bu temada sağlanmaktadır: Aristoteles nesnenin
122
“Κατηγορία’nın [kategoria’nın] sıradan kullanımı (…) ‘bir yüklem’den (predicate) daha fazla bir
şey demek değildir. (…) On kategori, o halde, on yüklemdir.” Kategoriler’de de, yüksek olasılıkla,
sözcüğün kullanıldığı anlamda kullanılıyor (Cooke, 2002: 2).
72
bildirilmek istenilen konumuna ilişkin kurulan bütün önermelerin, önermeler
aracılığı ile yapılan yüklemlenmelerin on kategoriden biri ya da bunlardan bir
kaçının birlikteliği içinde dile getirileceğini varsaymaktadır. Buna göre bir şeyin
içinde bulunacağı ‘kategoriler’123: nelik/öz (ti esti) nicelik (poson), nitelik (poion),
bağıntı (pros ti), yer (poü), zaman (pote), durum (keisthai), iyelik (ehein), etki
(poiein), edilgi (pashein)’dir
124
(T., 103b 20-25). Kategoriler 4’de (1b 25-2a 4)
kategoriler listesi yeniden verilir.125 Bu defa ti esti yerine seçilen terim ousia126 ilk
sıradadır. “İlinek, cins, özellik ve tanım her zaman için bu kategorilerin biri içinde
olacaktır” (T., 103b 25). Bu dört terim ya da en genel yüklemeler tarafından
“oluşturulan bütün önermeler bir şeyin ya niteliği, ya niceliği, ya da diğer türden
kategorilerin birini işaret eder.” Açıktır ki, bir şeyin ne olduğu ifade edildiğinde,
gösterilen o nesnenin ya neliği ya niteliği ya da diğer kategorilerden birisidir (T.,
103b 25-30). Öyleyse ilinek, cins, özellik ve tanım her zaman için bu yüklemlerin
biri ya da bir kaçı içinde olacaktır. Yüklemlerin hepsi de birincil töze yüklenir;
çünkü ilk tözler olmasaydı diğer hiçbir şey varolmazdı (C., 2b 4-6). Bu nedenle “töz
dışında öteki nesnelerden hiçbiri tek başına değildir.” Diğer bütün niteliklerin hepsi
“taşıyıcı olarak töze yüklenir” (Phys., 185a 31). Kategori listesine ilişkin öne
çıkartılması gereken, tözün özne niteliğini taşıyor olmasıdır; “bireysel insanlar ya da
hayvanlar yegane öznelerdir ve her birine yüklenirler.” Bireysel insan ve hayvan,
bir bütün olarak karşıda durandır (Cooke, 2002: 2-3).
Aristoteles Kategoriler’de biçimsel olarak kategorileri örnekler: insan, at
(ousia); iki dirsek, üç dirsek (nicelik); beyaz, dilbilgisi açısından (nitelik); iki misli,
123
Topikler’deki ‘ta kategorion’ deyimi PUP edisyonunda: “the categories of predication” (aynı
ifadeyi R. Smith de kullanır); LCL edisyonunda: “the kind of categories”; Rondom House
edisyonunda: “the classes of predicates” olarak çevrilir.
124
Buradaki ti esti terimi PUP edisyonunda “What a thing is”, LCL edisyonunda “essence” ile
karşılanır. Genel olarak İngilizcede “what is it?”, “the what-is-it” ve “essence” ile karşılanın terim,
tam olarak ‘nedir’, ‘ne ise o olan’, ‘olanın olduğu şey’ gibi ifadeler ile karşılanabilirse de Türkçede
“öz” daha yaygın bir kabuldür. Ancak bu durumda da Aristoteles’in Kategoriler’deki kullandığı
ousia’nın ‘öz’ ile karşılanması, iki ifadeyi de aynı terimin anlamı içinde yorumlanmasına yol açabilir.
Bu nedenle ti esti’yi, şeyin ne olduğunu bildiren ifade olarak, ‘öz’ ile karşılamak bu karışıklığı
önleyebilir.
125
Bu kategorilerin sayısı Kategoriler dışında, başka bir yerde tam olarak verilmez. İkinci
Analitikler’de 83a 21’de “öz”, 83b 15’de de “nitelik, nicelik, görelilik, etki, edilgi, yer, zaman” verilir.
Burada ‘durum’ ve ‘iyelik’ yoktur. Aynı şekilde Fizik’te 2225b 6’da sözü edilen kategoriler: ousia,
nitelik, yer (zaman), görelilik, nicelik, etkinlik, edilginlik.
126
Buradaki ousia terimi PUP ve RH edisiyonlarında “substance” ile LCL edisiyonunda ise “what (or
Substance)” terimi ile karşılanır.
73
yarım, daha büyük (görelik); Lykeon’da, çarşıda (yer); dün, geçen yıl (zaman);
uzanmış, oturuyor (durum); ayakkabılı, silahlı (iyelik); kesmek, yakmak (etkinlik);
kesilmek, yakılmak (edilginlik) belirtir. Bu söylenenlerden hiç biri kendi başına bir
önerme değildir; çünkü bunlar kendi başına sözcük olarak doğru ya da yanlış
olamazlar. Ancak bunların birbirleri ile bağlantısı aracılığı ile oluşan önermenin
doğruluğu ya da yanlışlığı olur; oysa bir bağlantı içinde söylenmeyenlerin hiç biri ne
doğru ne de yanlış oluyor: Örneğin ‘insan’, ‘beyaz’, ‘koşuyor’, ‘galip geliyor’ gibi
ifadelerin tek başına doğrulukları ya da yanlışlıkları yoktur (C., 1b 27- 2a 10).
Bunların her biri bir duruma bağlı olarak kullanıldıklarında doğruluk ya da yanlışlık
değeri kazanırlar. Kategoriler birbirlerine de indirgenemezler, ama birlikte
kullanılarak varlığı dile getirebilirler. Varolmak bir töz olmaktır. Töz ise yüklemlerin
yüklendiğidir.
Bu
açıdan
yüklemler
varlığın
tekliğini
ilinek
açısından
göstermektedirler. Ama varolmak her zaman için bireysellikten, tekil niteliklerden
daha fazla bir şeydir. Aristoteles değişmez ya da birincil töz ile ilineklere dayalı ya
da ikincil tözleri birbirinden ayırmakla gerçekte yüklemleri ayırmış olmaktadır.
Yüklemlenmeler ikinci dereceden tözlerdir, ama tekil olanın yani tözün bilgisini bu
genel kavramlar vermektedir. Ama bu terimlerin hiçbiri varlığın bölümleri, ya da
ileri sürüldüğü gibi “en üst varlık biçimleri” değildir; sadece varolanın çeşitli
tarzlarda görünümlerinin dile getirilebilirliğinin kavramsal temsilcileridir. Aristoteles
bu kavramların dilin en genel ifade biçimleri olmasından hareketledir ki, bu
kavramları ayrıca tanıtlama gereği bile duymamıştır. Varolanlar dünyasının dildeki
temsilcileri, varolanla bilinç arasındaki ilişki tarzını gösterir. Bu da kategorileri
bilincin kavrama tarzı olarak da görme olanağını verir. “Kavrayışa nesnelliği
kategoriler kazandırır” (Çotuksöken, 1990: 89). Bu nedenle Aristoteles’in kategori
sorununda ontolojik temalar bulunabilirse de, gerçekte onun kategori kuramı dil
kuralları içinde kalarak nesneye ilişkin konuşmanın koşullarının bilgisinden başka bir
şey değildir.127 On kategorinin “mantık kategorileri değil de gramer kategorileri
olduğunu, yani Aristoteles’in aslında dili çıkış noktası olarak aldığını göstermek
127
Önermelerin bir yüklemi bir özneye nitelik olarak yüklemesinin koşullarını öznenin gerçekliği
sağlarsa da, özne-yüklem ilişkisini bir gerçeklik ilişkisi olarak gören bu yaklaşım, her defasında
önermenin bir gerçeklik hakkında kurulacağını varsaymaktadır. Oysa Aristoteles’in önermesi dinsel,
etik, hukuk, estetik gibi alanları da içermektedir. Bu nedenle “cümledeki özne ile yüklem arasındaki
gramer ilişkisi de obje ile niteliği arasındaki ontik ilişkiyi yansıtır” (von Aster, 1994; 15) varsayımını
sınırlamak gerekmektedir.
74
kolaydır” (von Aster, 19994: 110). Bu nedenle kategoriler sınıflandırması gramer
kuralları aracılığı ile oluşturulmaktadır. Her şeyden önce Aristoteles’in incelediği
dilin formlarıdır. Kategoriler’in ve Metafizik V’in sözcüklerin analizine ayrıldığı
dikkate alındığında, Aristoteles’in yargıların analizini dilin kurallarına dayandırarak
yaptığı anlaşılabilir.128 Aristoteles dil ile ilgili hassasiyetini adlar ve fiiller
konusundaki tanımlama çabasında gösterir.129
“Tanım, bir nesnenin özünü gösteren bir sözdür” (T., 102a 5). Önde duranın
bir “at” veya bir “insan” olduğu, yani onların ne olduğunu söylediğinde, dile getirilen
‘öz’dür (ti esti). Fakat hakkında konuşulanın “beyaz renk” olması durumunda onun,
“beyaz” ya da bir “renk” olduğunu söylemek, nitelik (poion) bildirilmiş olmaktadır.
Benzeri bir şekilde bütün kategorilerle anlatım bu tarzdadır (T., 103b 30-35). Dile
getirilen bir nesnenin kendisi ya da cinsi ise, belirtilen şey ‘öz’dür (ti esti). Bunun
tersine, bir nesneye ilişkin bildirimin yüklemi başka bir nesneye ait bildirime yol
açtığında, bu bildirim ‘öz’e işarete etmez. Aristoteles için tartışmalarda, özelinde ise
diyalektik tartışmalarda kategorinin sorun olarak görünmesi burada ortaya
çıkmaktadır (T., 103b 30-104a 2). Ayrıca, bir şeyin kendisine yüklemlenebilecek
niteliklerin sayısı sonsuz değildir; eğer bu şey bir özü simgeliyorsa, yüklemlerin
sınırlılığı bir zorunluluktur. “Nesne tanımlanabiliyorsa veya ne olduğu biliniyorsa”,
ayrıca ilk ilkleri keşfetmek için “sonsuza gitmek olanaksız ise” olanın özselliğine (to
ti esti) yüklemlenebilecek (kategoroumena) niteliklerin sayıları sınırlı olmak
zorundadır (Po.A., 82b 36-83a 1). Dile getirilen şu önermeler iki ayrı yargı grubudur:
‘Beyaz olan yürüyor’, ‘şu büyük nesne tahtadır’ ve ‘tahta büyüktür’, ‘insan yürüyor’.
“O halde bir kural koymak gerekirse: İlk tarzda konuşmak, yükleme yapmaktır;
ikinci tarzda konuşmak yükleme yapmak değil, mutlak anlamda olmayıp ilineksel
128
Aristoteles’in bu öğretiyi formüle ederken kılavuzlarından birinin dilin formlarına yönelik bir
inceleme olduğunu görmek zor değildir: “Örneğin bağlaşıklar diğer şeylerden, kendilerine işaret eden
isimlerin bir sözcüğü ‘-den’ haline veya ‘-e’ haline koymaları bakımından ayrılır” [C., 6b 6-11, 8a 1728.] “Böylece bilim bir pros ti’dir [göreli olan], ama özel bilimler öyle değildir.” Ancak
“Aristoteles’in elinde kategoriler listesini dayandırabileceği bir konuşmanın kısımları listesi yoktur.
Konuşmanın kısımları olarak onun kabul ettiği biricik şeyler isimler ve fiillerdir.” [In., 2, 3.]
“Hakikatliği çok tartışmalı olan Poetika, 20 buna bağlaç ve harfin tanımını ekler.” “Öte yandan
kategoriler öğretisi, gramerin ayırdığı şeyleri birleştirmekte [Örneğin nicelik ve nitelik, isim ve
sıfatları içine almaktadır (C., 4b 23, 9a 29)], birleştirdiği şeyleri ise ayırmaktadır” (Ross, 1999: 38).
129
Aristoteles mantığını, bilimsel metot ve onun niteliğinden değil, dilin niteliğinden çıkartır. Bu
nedenle bu mantık, “önerme’nin şekillerinin analiz ve açıklamasından, bunlardan bir sistem ortaya
çıkarmasından ibarettir” (Vorlander, 2004: 143).
75
anlamda yükleme yapmaktır. Demek ki, yüklenen ‘beyaz’, yüklenilen ‘tahta’dır. Bu
durumda yüklenenin yüklendiğine ilineksel anlamda değil de mutlak anlamda
yüklendiği kabul edilmelidir. (…) Dolayısıyla tek bir şey tek bir şeye yüklendiğinde
neliğinde içerilen bir şey olarak veya nitelik, nicelik, görelilik, etki, edilgi, yer,
zaman olarak yüklenir”130 (Po.A., 83a 1-83a 23).
“Bunun dışında tözü (ousia) işaretleyen yüklenenler, yüklenildiklerinin ‘o
yüklenilen’ olduğunu” gösterirler. Öze işaret etseler de başka bir taşıyıcıya
(hüpokeimenou) yüklenenler özsel olmayan, ama ilinek olan yüklenenlerdir. Örneğin
insana ‘beyaz’ın yüklenmesi gibi. Oysa insan ne ‘beyaz’dır ne de ‘beyaz’ın bir
türüdür; sadece ‘canlı’dır. “Tözü işaretleyen bir taşıyıcıya yüklenmeleri gerekir;
başka bir varolan olarak ‘beyaz’ olmayan nesne beyaz da olamaz131 (Po.A., 83a 2435). Her nitelik bir şeyin niteliğidir; nitelikler nesnesinin dışında yüklemlenemez. Bu
nedenle yüklenen (1) Öz olarak yüklenir, yani yüklenilenin cinsi ya da ayrımı olarak
yüklenir. Bu nedenle yüklenilenler sonsuz değildir. Aristoteles’in “yukarıya doğru”
dediği ‘insan’, ‘iki ayaklı’, ‘canlı’ gibi daha soyuta ya da tümele doğru
yüklemlemeler ile “aşağıya doğru” dediği ‘canlı’ insana, ‘insan’ Kallias’a, ‘Kallias’
ise neliğini kuran bir şey olarak bir başkasına yüklenmesiyle yüklenen yüklemlerin
sonsuz sayıda olmayacaklarını gösterir.
Bu durumda töz (ousia -substance)
tanımlanabilir, “yüklemleri sonsuz sayıda olan bir öz tanımlanamaz” (Po.A., 83a 3683b 10). Ancak (2) Yüklenilenler “birbirlerinin cinsi olarak yüklenmeyeceklerdir.”
Bu durumda cins kendi türü ile özdeş olurdu. “İlineksel anlamda yüklenmedikçe
hiçbir şey (…) başka bir kategoriye yüklenemez.” Yüklenilenler şeylerin belirli bir
niteliğini işaret eder; ama yüklenilenler sonsuz değildir; “sınırlı sayıda yüklemlerin
cinsi de sınırlı sayıdadır: nitelik, nicelik, görelilik, etki, edilgi, yer, zaman”132 (Po.A.,
83b 10-16). Öyleyse şu açık: “Yükleme bir şeyi bir şeye yüklemektir; öz (ti esti)
olmayanlar ise kendi kendilerine yüklenmezler; çünkü bunların tümü ilinektir”
(Po.A., 83b 18-23). Öyleyse ilinek bir taşıyıcı değildir. Tanıtlamalarda savların
130
Burada “position” ve “state” kategorini ihmal ediyor. Tam liste için Kategoriler 1b 25’de. En
azından tamamıyla özsel ve özsel olmayan nitelikler arasındaki ayrım gereksizdir.
131
Aristoteles burada İdealara veda etmek gerektiğini bildirir; çünkü onlar anlamsız
gürültüler/gevezeliklerdir. Aristoteles Grekçede insanın amaçsız ‘vızıldaması’ ya da kuşların
‘cıvıldaması’ sözcüğüyle Platon’un idealar teorisini tanımlamaktadır.
132
83a 21’de bildirilen liste burada da tekrar eder, ancak kategoriler listesi hiçbir yerde tam olarak
bildirilmediği gibi, bu listenin sınırlanmasının kapsamlı bir kanıtı da verilmemektedir.
76
ilineklerden hareket etmesi, uslamlamanın asla öze ulaşmaması anlamına
gelmektedir.
Diyalektik tartışmalarda ortaya çıkan sorunlar ve bu sorunlara ilişkin
tartışmaların bitimsizliği, çıkmazlığı kategorilerin nesnesi ile ya da önermedeki sav
ile bağıntısındaki hatalı kullanımlarından kaynaklanmaktadır. Hakkında konuşulan
nesneye ilişkin bildirilen yüklemin, töz (ousia) yerine başka bir öğesine örneğin
ilineğine göndermede bulunması gibi durumlarda tartışmaların sonuçsuz kalması
kaçınılmazdır. Aristoteles adların tanımlanabilirliği, problemlerin çözümlenebilirliği
derecesine bakarak uslamlamanın sınıflandırmasını yapıyor olması dikkate
alındığında, metodun niteliği ile dilin kullanım tarzı arasında bir ilişki vardır. Bu
nedenle Aristoteles nesneye ilişkin kurulan önermedeki tanım ve yüklemlerin dilsel
kullanımlarından kaynaklı hataların ayıklanmasını gerekli görür; bu metodun
bilimselliğini sağlayan olanaktır. Bu açıdan bakıldığında Kategoriler’in giriş
paragrafının adların kullanımındaki eşadlı (homonymous) ve eşanlamlı (synonymous)
kullanımların ayrıştırılmasına ilişkin olması anlaşılırdır. Aristoteles kategori
sorununa Topikler’de (1001b 10-15) diyalektik uslamlamaların öğelerine ilişkin
tartışmaların bir uzantısı olarak gelirken, Kategoriler’de ise (1a 1-15) dilde adların
eşadlı (homonymous), eşanlamlı (synonymous) ve türetilmiş (paronymous)
kullanımlarına ilişkin tartışmaların uzantısından gelir. Her iki işlem süreci de
kategorilerin dilin, özellikle de tanım ve yüklemin kullanılmasının kurallarının ihlali
ile doğan sorunları çözümlemek ve bunları diyalektik uslamlamadan ayıklamak
yönündedir. Diyalektik uslamlamalarda kategorilerin kullanımlarındaki yanlışlıklar,
tartışmada iletişimin dayanacağı doğruluğu ortadan kaldırmaktadır. Yani kategorik
hata, epistemolojik hatanın dışında iletişimsizliği de beraberinde getirecektir. Oysa
Aristoteles’in teorik çabası, dilsel iletişimin olanağını kurmak üzerinedir. Yüklemler
bilimin olanağı olduğu kadar, iletişimin de olanağıdır. Onun değerlendirmelerinde,
özellikle de Sofistik Çürütmeler’de, tartışmayı kazanmak adına yapılan safsatalı
uslamlamaların dayandığı dil oyunları içinde,
yüklemler sorununun diyalogun
diyalektiğini nasıl ortadan kaldırılabileceğine tanık olunabilir. Bu nedenle diyalektik
metot içinde kategori problemi, öncelikle, nesne ile dil arasındaki bilinç sorunudur.
Böyle alındığında diyalektik için kategori sorunu bir türden bilgi sorunudur.
77
Aristoteles kategori sorununu doğrudan bir epistemoloji sorununa dönüştürmez, ama
çözümlemelerinden bunu çıkartmak olanaklıdır. Tanıtlamalı bilgiyi ilk ilkelere
dayandırma varsayımı, kategorilerin birincil töz ikincil töz ayrımında (C., 5) devam
eder.
Aristoteles Topikler’de homonim ve sinonim kullanımları dil içindeki anlam
belirsizlikleri ya da tanımın kurallarının ihlali olarak çözümlerken, Kategoriler’de ad
ve adı olduğu varlığın uyumu sorunu bağlamında tartışmaya başlar (1a 1-15). O,
burada dil içi anlam sorununa, dil dışı bağlantı sorununu da katmıştır. Bu durum da
yorumcularının kategori sorununu ontolojik bir sorun olarak ele almalarına neden
olmuştur.
Kategorilerin
ontolojik
bir
sorun
olduğu
yönündeki
yorumları
doğrulayacak çözümlemeler bulmak olanaklıysa da, en azından bu yaklaşımı
Metafizik’e kadar ertelemelidir. Çünkü Aristoteles’in Kategoriler’de sözünü ettiği
adın “taşıyıcısı” (hypokeimenon)133 gerçeklikteki tek tek varolanlardan daha fazla bir
anlama sahip değildir. Aristoteles’in ayrıntısını öne çıkartmak istediği, adın
temsilcisi olduğu tekil ile olan doğru ilişkisidir. Ona göre “yüklenenin ayırıcı
özellikleri taşıyıcının da ayırıcı özellikleri olaca(ğı)” (C., 1b 24) için, önermenin
doğruluk derecesi, dilin taşıyıcının özelikleri ile tam uyumu olmaktadır. Yüklenene
ilişkin söylenen, taşıyıcı için de söylenendir. Canlı ve insan yüklemesi hakkındaki
açıklamalar, yüklenenlerin yüklendiği tekil insan hakkında da geçerlidir.134
Aristoteles’in dilden kaynaklı uslamlamalardaki yanlışlıkların açığa çıktığı alan
olarak işaret ettiği burasıdır. Ona göre bir bağlantı içinde söylenenler on kategori
133
Hypokeimenon (ύποκειμένω): ‘Derinlerde olan’, ‘kaynak’, ‘maden’, ‘temel’, ‘zemin’, ‘dayanak’,
(mal mülk anlamında) ‘servet’. Hypokeimai (ύπόκειμαι): ‘altta ya da aşağıda yatmak’, ‘aşağıda/altta
uzanmak’. Metaforik olarak: ‘göz altına koyulmak’, ‘yatmak’, ‘yayılmak’, ‘serilmek’, (birisinin) öne
koyulmak, önerilmek, ‘alta veya temele koyulmak’, varsayılmak, ‘doğru kabul edilmek’, ‘altta
bırakılmak’, ‘-e konu olmak’ (bir araştırmanın konusu olmak) (L.&S.). Aristoteles’in hypokeimenon
sözcüğünü kullanımı daha çok ‘taşıyıcı’, ‘alta duran’, ‘konu’, bazen de ousia’nın hypokeimenon
olarak işlendiği durumlarda ‘töz’dür. Terimin anlamı, daha çok Aristoteles’in ona Metafizik’te verdiği
işlev bağlamında anlaşılmaktadır. Aristoteles burada maddi değişim bağlamında, değişmenin ilk ve
temel koşulu, dayanağı, taşıyıcısı anlamında kullandığından dolayı terim kimi zaman doğrudan
hyle’nin (madde) yerine geçmektedir. Bu bağlamda değişme onun aracılığıyla varlığını sürdürür, oluş
(genesis) onda gerçekleşir. Öyleyse bütün yüklemlerin ona dayandığı tözdür. Kategoriler’de
yüklemlerin dayanağı olarak işlevleştirilmesi, onun anlamını mantıksal kılmaktadır.
134
Bir şey bir başkasına taşıyıcı nesne (hypokeimenon) olarak yüklendiğinde, yüklenen için söylenen
taşıyıcı içinde söylenecektir. (örneğin, ‘insan’ bireysel insana, ‘canlı’ insana; dolayısıyla tekil bir
insan hem insan hem de canlıdır) Ayrıca cinsten olanların ve türce birbiri altına dizilmeyenlerin ayrıcı
özellikleri de başka olur (1b 10-15) (…) O halde yüklenenin ayrıcı özellikleri taşıyıcının da ayırıcı
özellikleri olacaktır (C., 1b 23-24).
78
içinde dile gelir (C., 1b 25). Bu kategorilerin yükleneni ile örtüşmesi gerekmektedir.
Bu nedenle Aristoteles uslamlamanın göz önüne alması gereken örtüşmenin
koşullarını verir.
Aristoteles’in Kategoriler’deki ouisa kavramı ile tartıştığı bu sorundur.
Aristoteles’in Akademia’dan devraldığı135 problemlerden birisi olan adın tanımı ve
nesnesi ile ilişkisi sorunu, onun kuramsal çalışmalarının başından beri çözümlemek
istediği bir problemdir. Tanıtlayıcı metodik uslamlamanın ilk ilkelerden başlaması
kuralı gibi Aristoteles, adın da yüklendiği şeyin ilk ve değişmez olan yanının simgesi
olması gerektiği yaklaşımı ile problemi çözmeye çalışmaktadır. Buradaki “ilk” olan,
adın yüklenerek adı olduğu ve tanımın tanımladığı şeydir. Diğer açıdan bakıldığında,
bu ilk şey adın ve tanımın ontolojik dayanağıdır. Bu nedenledir ki, Aristoteles “hem
adın hem de tanımın taşıyıcıya yüklenmesi”ni zorunlu görür. “Örneğin ‘insan’
taşıyıcı olarak belli bir insana yüklenir, adı da belli bir insana yüklenir.” Bu durumda
belli bir durumdaki ‘tekil insan’, ‘insan’dır. Öyleyse “hem ad hem de tanım
taşıyıcıya yüklenmiş olacaktır.” Aristoteles’in buradaki ilgisi ad ve adın tanımının
taşıyıcısı olan nesnesine yüklenmesindeki tutarlılıktır. Örneğin “taşıyıcıdaki ‘beyaz’a
bakıp ‘beyaz cisim’ deriz, ama beyazlığın tanımını cisme yüklemeyiz” (C., 2a 1934). Öyleyse Aristoteles ‘tanım’ derken, burada tanımlanan olarak gördüğünün
birincil tözler olduğu açıktır. Çünkü diğer bütün yüklemler gerçekte bu ilk olana,
ousia’ya ya yüklenir ya da ousia’nın içinde varlığa gelir. “Sonuç olarak ilk tözler
olmadan bir başka nesnenin olması olanaksızdır” (C., 1b 6).136 Öyleyse adın
simgelemesi gereken ve de tanımın tanımlaması gereken ilk tözlerdir. Ancak bütün
ad ve tanım ilk tözlerle sınırlı değil. Aristoteles’in kavramlar hiyerarşisi içinde tözler
ile cinsler arasında türler vardır. Cins ve tür, ikincil tözlerdir (C., 2b 29). Tür, cinse
135
Topikler’de Akademia geleneğinin birçok tartışması sürmektedir. Kavramların formülü ve tanımı
hakkındaki tartışmalar Akademia’ya aittir. Örneğin, şeylerin kendisindeki çok anlamlılık, benzerlik,
benzemezlik ve bunların cins ile tür arasındaki bağı gibi [T., 105a 20; 121a 10; 151b 28] (Johansen,
1998:312).
136
Diğerlerinin hepsi ya taşıyıcı olarak ilk tözlere yüklenir ya da onların içindedir. Bu tek tek ele
alınanlarda açıktır: Örneğin ‘canlı’ ‘insan’a yüklenir, bu durumda belirli bir insana da yüklenir -çünkü
belirli insanlardan hiçbirine yüklenmesiydi, genel anlamda insana da yüklenemezdi. (Renk belli bir
cisim içindedir) Tek tek olanların içinde olmasaydı, genelde cisim olmazdı. Demek ki, diğerlerinin
hepsi taşıyıcı olarak ilk tözlere yüklenir ya da onların içinde bulunur. Ayrıca bütün öteki nesneler ya
taşıyıcı olarak onlar için söylenir ya da onların içindedir: sonuç olarak ilk özler olmadan bir başka
nesnenin olması olanaksızdır (C., 2a 35- 2b 6).
79
göre daha çok töze yakındır. Örneğin tekil ‘insan’ ‘canlı’nın, tekil ‘ağaç’ ‘bitki’nin
yerine kullanıldığında daha anlaşılır olur. İlk tözlerin bütün nesneler için durumu
neyse, türün de cins karşısındaki durumu aynıdır. Buna göre cins türe, tür de töze
yüklenir (C., 2b 7-22).137 Ancak cins olmadan herhangi bir tür asıl töz diye
tanımlanamaz; çünkü ‘insan’ tekil insana göre açıklanır. Aynı şekilde herhangi bir
töz diğer tözlerden daha fazla töz değildir. Tekil bir insan tekil bir öküzden daha
fazla töz değildir (C., 2b 23-28). İlk töz bir taşıyıcı içinde olmadığı gibi, bir taşıyıcı
için de söylenemez; ikincil töz de tekil bir taşıyıcının içinde değildir, ama taşıyıcı
için söylenir. Örneğin tür olarak ‘insan’ tekil insanın içinde değil, ama onun için
söylenir. “Adın tanımı taşıyıcıya yüklenmez”; ancak “ikincil tözlerde hem ad hem de
tanım taşıyıcıya yüklenir.” Örneğin ‘insan’ın tanımı ‘tekil insan’a, ‘hayvan’ın
tanımını ‘tekil hayvan’a yüklenir (C., 3a 6-20). Bu nedenle ad ve tanım türe ya da
ikincil tözlere de aittir. Aristoteles’e göre de birincil tözleri asıl verenler cins ve tür
olarak bu ikincil tözlerdir. Bu nedenle birincil töz olarak tekil insanı daha iyi
tanımlayacak olan onun cinsi ve türüdür (C., 2b 29-3a 5). Cins ve tür tekil olanın,
yani birincil tözün –örneğin tekil insanın- bilgisidir, birincil töz –örneğin tekil
‘insan’- türün ve cinsin –örneğin ‘genel insan’ (tür) ve ‘canlı’ (cins)- malzemesidir.
Öyleyse Aristoteles’in buradaki birincil ve ikincil töz ayrımıyla belirlediği varlığın
derecelendirmesi
değil,
adlandırma
ve
tanımlama
konusunda
kavramlar
hiyerarşisidir. Yüklemler ya türlere ya da tek teklere yüklenir (yüklemler ilk
tözlerden gelmezler). İkincil töz olan cins, türe ve bireye; tür de bireye yüklenir. Bu
nedenle cinsin tanımı türe, cins ve türün tanımı ilk töze uyar. Bu durumda nesne töz
ve ayırıcı özellikler ile eşanlamlı olarak adlandırılırlar (C., 3b 10-23).
Bu kavramlar hiyerarşini Aristoteles, Platon’un bölme tekniğine uygun
olarak, genel-soyut olandan tikel-somut olana doğru bir tasarım içinde sunar. Bu
kavramsal sıralanış ontolojinin ilkelerine göre değil, epistemolojinin ve gramerin
137
İkinci tözler içinde tür, cinsten daha çok töz olur; çünkü ilk öze daha yakın (ilk tözün ne olduğu
konusunda, cins yerine tür denilirse, daha anlaşılır olacaktır. (…) Örneğin tekil insan ‘canlı’ yerine
kullanıldığında, daha anlaşılır olacaktır. Belirli bir ağaç için bitki yerine ağaç denildiğinde daha iyi bir
açıklama yapılmış olunur. Öte yandan ilk tözler, bütün öteki nesneler için taşıyıcı olmaları, öteki
nesnelerin hepsinin onlara yüklenmeleri ya da onların içinde olmaları nedeniyle, asıl anlamda özler
adını alır. İlk tözlerin öteki nesnelerle ilişkisi nasılsa, türün cinsle ilişkisi de öyledir; -çünkü tür cins
için bir taşıyıcıdır; cinsler türlere yüklenir, oysa cinsler türlere yüklenmez.- O halde, bundan dolayı tür
cinse göre daha çok öz olur (C., 2b 7-22).
80
ilkelerine göredir. Aristoteles’in bu kavramsal sıralaması, Platon’un ontolojisindeki
ikili dünya tasarımındaki düşünülenler ile duyumsananlar arasındaki ayrımı,
diyalektik uslamlama ile aşan aklın kavramsal basamaklarına uyum gösterir.138
Aristoteles’in kategorileri neden tasarladığı farklı yaklaşımlar içinde
değerlendirilebilir.
1- En açık haliyle kategoriler, tekil durumların bilgisini veren önermelerin
yüklem türleri sınıfıdır. On olarak belirlenen bu yüklemler/kategoriler grubunun her
üyesi –aynı zamanda her tekin adı- kendi bünyesinde topladığı benzer yüklemlerin
türünü oluştur. Kurulabilecek her yüklem sınıflandırması, bildirilen bu on sınıfın
üyelerinin herhangi birisinin altında sıralanacaklardır. Bu katêgoria (yüklem predication) sözcüğünün köküne uygundur. Buna göre kategoriler “nedir”, “kaç
tanedir”, “rengi nedir”, “nerededir” “ne zamandır”, “ne yapıyor” gibi soru tiplerinin
yanıtlarıdır. Bu soruların her biri, yalın önermelerin yüklemleridir. Bu durumda
önermenin nesnesine ilişkin bilgi on farklı şekilde yüklenmektedir; bu da on farklı
türden nitelik demektir. Bu açıdan kategori sınıfını şeylerin gerçek varoluşlarına
tekabül eden mantıksal bir yapı olarak görmek olanaklıdır. Öyleyse kategoriler aynı
zamanda önermenin nesnesine yüklediği niteliklerin de en genel sınıflandırmasını
beraberinde getirmektedir. Kategorilerin nitelik sınıflaması, onun varlık sınıflaması
olarak algılanmasına yol açmaktadır. Aristoteles Kategoriler’de ilk sırada ousia
(“alta duran” -substance) vardır. Bu defa Aristoteles’in ousia’yı “alta duran” olarak
işlemesi, onu bir türden varlık tipi olarak görmeye olanak tanımaktadır. Buradan
138
Ama bu uyum, biçimsel bir uyumun dışına çıkmaz. Her şeyden önce Platon’un İdea kavramının
işlevi ile Aristoteles’in cins kavramı arasındaki benzerlik konum açısındandır, ama işlev açısından
değil. Elbette ki, burada bir indirgemeci bir yaklaşıma düşmeden şu söylenebilir ki, Platon’un
diyalektiğinin nihai amacı olan ideanın bilgisi aracılığı ile ideanın türevi olanları bilmeye olanak
tanıması gibi, Aristoteles’in cinsi de kaplamındakini bilmeye olanak sağlamaktadır. Platon’da olduğu
gibi Aristoteles’te de tikel olan genel olanın gerçekleşme koşuludur ve genel olan tikel olanın
bilinmesinin koşuludur. Ancak Aristoteles bu kavramsal tasarımı –ya da kavramların mantık
dizgesini- Metafizik’te ontolojik bir tasarımın formuna dönüştürerek Platon ile arasındaki ontolojik
ayrımı keskinleştirirken, tikel olan maddi koşul ile genel olan kavramsal koşulu birbiri içine indirger.
Bu da yüklemler problemini ontolojik bir probleme dönüştür. Burada kategorilerin ontolojik
yorumlanması kategorilerin epistemolojideki önemini artırmaktadır. Kategorik yanlış dil yanlışından
öte, varlık yorumunun yanlışlığına dönüşür. Ancak Metafizik’teki bu teorik dönüşüm Aristoteles’in
diyalektik metoda dönüşünü sağlar. Özellikle de ilk ilkeler ve varlığın görünümleri arasındaki ilişki
sorunu diyalektik metot aracılığı ile sağlar. Bu da Aristoteles’te diyalektiğin bilimsel kullanımı
aşamasıdır ki, bu nokta Platonik diyalektiğe dönüştür. Ve bu diyalektiğin bir tek konusu vardır; o da:
ilk ilkeler ve ondan hareketle oluşturulan sav ya da tözler ile görünümleri arasındaki bağ sorunu.
81
hareketle
de
Aristoteles’in
Kategoriler’de
varlığın
tiplerini
listelediği
varsayılmaktadır. “Sokrates bilgedir” demek, onun ne olduğunu söylemek değildir,
fakat daha çok onun sahip olduğu niteliği bildirmektir. Kategorilerin bu iki ayrı
ifadeye yol açması, Aristoteles’in mantığının belirleyici ayrımını vermektedir. Buna
göre Sokrates’e “ne olduğu”nu –özünü- yükleyen genel yüklemdir, örneğin ‘cins’ ya
da ‘tanım’dır; ancak onun bilge olduğu niteliğini veren on kategoriden birisidir.
İkinci grup yüklem listesi, “tek bir özneye atfedilmesi mümkün olan en genel
yüklemleri oluşturmaktadırlar. O özne ancak ya bireysel bir insan ya da bir hayvan
olabilir” (Cooke, 2002: 4); bu da demektir ki, varlık alanındaki karşılıkları gerçek
olandır. Ancak birinci gruptaki yüklemlemeler listesi, en genel mantıksal
yüklemlerdir. Bu iki ayrı kategori türü arasındaki ayrım Aristoteles ile Platon
arasındaki ayrımı oluşturmaktadır.
Kategorilerin önemi sınıflandırılmasında değildir; onun önemi, düşünce ile
nesnesi arasındaki olası ilişkinin ne türden ve kaç tarzda belirlenebileceğine ilişkin
bir tartışmayı içermesinden kaynaklıdır. Dil, nesneye yönelmiş bilincin yorumudur.
Aristoteles’in Yorum Üzerine’de ya da Kategoriler’de sunduklarında “hakikat gerçek
ile uyuşmanın bir türüdür. Kavramlar şeylerin ‘benzeri’dir. Önermeler onları
birleştirir ya da böler” (Cooke, 20002:7). Aristoteles’in kaygısı, önermelerin
kavramlarının nesnesi ile doğru birleştirmesinin koşullarını ya da birleştirmelerin
değerlendirilmesinin koşullarını inşa etmektir. Ancak Aristoteles’in kategorilerin
dışında nesneyi zorunlu gördüğü için, onun teorik derdi, doğruluk ya da yanlışlığın
geçerlilik ilişkisi için her defasında nesneye giden bir emprik uslamlamanın peşinde
değildir. O, doğrudan Sokratesçi bir geleneğe bağlı olarak, kavramsal uslamlamaları
tanımlara dayandırarak yürütmenin koşullarının peşindedir.
Aristoteles’’in açıklamasına göre, eğer Sokrates’in bir insan olduğu
söylenirse Sokrates’in bir ousia’yı (substans)’ı gösterdiği söylenmiş olur; çünkü
‘insan olma’yı olanaklı kılan ilk ilkedir. Bundan dolayı ilk kategori “bireysel ‘ilk töz’
olarak adlandırılır ve bireysel olan asla bir yüklem olamaz” (Cooke, 2002: 7).
Bununla birlikte Topikler’in ti esti kategorisi, şeyin tanımını, asli özelliğini ya da
anlamını bildiren olarak doğrudan bir yüklemdir. ‘Beyaz’ın bir renk olduğu
82
söylendiğinde, ‘beyaz’ bir şeyin ne olduğuna, örneğin bir nitelik olduğuna işaret
eder. Bu durumda ‘öz’ (ti esti) yüklemdir, bir varlık türü değil. Bu ayrım
Topikler’deki kategorilerin yüklemi verdiği, Kategoriler’de ise kategorilerin varlığın
türlerini verdiği sonucuna yol açabilir. Bu iki kitaptaki iki liste ve neredeyse özdeş
anlamdaki iki temel terim (ouisia ve ti esti) farklı yorumlara yol açabilmektedir.
(2) Kategoriler kimi zaman metafiziğin yüksek cinsleri ya da varlığın türleri
olarak da yorumlanmaktadır. Onun Topikler’de ‘öz’ü (ti esti) kategoriler listesinde
bir yüklem olarak varsayması, kategoriler sınıflamasının bir varlık sınıflaması değil,
önermenin nesnesine ilişkin yüklemede bulunduğu bir yüklemler sınıflaması
olduğunu kanıtlar. Kategoriler’deki ousia bir ontolojik bir yorum olsa da, hala
hakkında konuşulanın ya da taşıyıcının ne olduğunu veren temel bir yüklem olma
olanağını korumaktadır. Bu nedenle Aristoteles bütün yüklemelerin önermenin
nesnesinin ne olduğunu veren temel kategoriye ilişkin bir yükleme olduğu
düşüncesini hiç bırakmamıştır. Bu da Topikler’deki ‘öz’ (ti esti) kategorisinin ve
Kategoriler’deki ousia’nın ontolojik bağlamda bir “altta duran” olarak anlaşılmasına
yol açmaktadır. Oysa burada öz, şeyin ne olduğunu bildiren ad ve tanım ifadesinden
başka bir şey olmadığı düşüncesini güçlendiriyor. Bu durumda bu genel
yüklemlemeler diğer şeylerin kapsayıcı kavramları olmaktadır. Buna göre, tekil bir
şey olarak Sokrates, bir insan, bir memeli, bir hayvan ve bir canlı varlık olarak genel
varlığın yüklemi altında tanımlanabilen bir şey olmaktadır. On kategori adı altında
sınıflanan kategori türleri de, bu genel yüklemlerin somutlukta varolan tek teklerin
ilineksel yüklemler sınıfıdır. Buna göre en genel yüklem, kapsamı altındaki her bir
üyeye yüklenerek her birinin ait olduğu varlık cinslerini, türlerini belirleyerek
tekilliğinin niteliğini tanımlama olanağını vermektedir. Genel yüklemler ile tekil olan
arasındaki bu bağın, Aristoteles’in metafiziğindeki varlık anlayışına önemli etkisi
olacaktır. Bu açıdan bakıldığında da bu dört yüklemlemenin nesnesi hakkında verdiği
bilgi mantıksal bilgidir. Her ne kadar Aristoteles Metafizik’te (1088a 14) kategorileri
cinslerle özdeş görmeye başlasa da, bu yoruma kadar on kategorinin nesnesi
hakkında verdiği bilgi biçimsel bilgidir ve daha çok ilineğe dayanır. Bu nedenle
kategori problemi varolanların –varlığın değil- niteliklerinin bir yüklem olarak dile
getirilebilirliğinin en genel grubunun elementlerini oluştururken, aynı zamanda
83
varolana ilişkin bilginin sınırını oluşturmaktadır. Varolana ilişkin bilgi bu kategori
gruplarının kavramları sınırı içinde dile gelebilir, başka bir şekilde değil. Bu
bağlamda kategoriler varlığın en genel formları değil, en genel nitelik bilgisinin
kavramlarıdır. ‘Yüklem figürleri’ (ta schêmata tês katêgorias) (M., 1016b 34) listesi
varolana ilişkin bilginin kaç farklı yolla bildirilebileceğinin listesini oluşturmaktadır.
Bu yorumu geçersiz kılabilecek olan şey ‘ilk ilke’nin Topikler, Kategoriler ve
Metafizik’te farklı içeriklendirilmesi ve işlevlendirilmesidir. Topikler’de ti esti yani
‘onun olduğu şey’, ‘neyse o’, onun olduğu şey’, ‘öz’dür. Ama bu aynı zamanda ‘bu
şey’, ‘birey’, ‘tek olan’ (tode ti, to tode, to ti) demektir. Bu yorum Kategoriler’de
(2a) ve Metafizik’te görülebilir. Bu terim, Aristoteles için, somut ve bireysel varolanı
karşılar. Tümele karşıttır (M., 1003a); bu bağlamda tode ti tam olarak “öz”dür.
Aristoteles her iki anlamı Metafizik’te ousia terimi içinde birleştirir ve sonunda
ousia’yı temel varlık yüklemine dönüştür. “Varlık çeşitli anlamlara gelir”; (1) “bir
şeyin olduğu şeyi ya da tözü”, (2) “bir niteliği ya da bir niceliği ya da bu türden diğer
yüklemleri” ifade eden anlamlara gelmekle birlikte (3) “asıl anlamda, varolan bir
şeyin, bir şeyi o şey yapan şey, yani onun tözünü ifade eden şey olduğu açıktır” (M.,
1028a 10-15). Artık bu noktalarda Aristoteles’in yüklemi içeriklendirmesi gerçeklik
ile ilişkili bir dili aşıp metafizik bir yapının içine uzanan bir işleve dönüşür. Bu nokta
artık mantığın alanının dışındadır.
I.5.2. Diyalektik Önermeler
Aristoteles tartışmaların önermelerle başladığını, ama tasımsal uslamlamanın
(sullogismos) konusunu problemlerin oluşturduğunu (T., 101b 15) düşündüğü için,
Topikler I. 4’de önermenin yapısını, onun nelerden oluştuğunu anlamaya çalışır.
Bunu yaparken de kategoroumenon (yüklenilen/yüklemleme) sorununu tartışmanın
nedeni olarak işler. Aristoteles tartışmaları, özelinde diyalektik uslamlamalardaki
anlaşmazlıkları, bir anlamda, yüklem hakkındaki anlaşmazlıklara, özelikle de
kategoria olarak belirlediği özel türden yüklemlerin kullanımlarındaki belirsizliklere
dayandırır.
84
Aristoteles, diyalektiği sullogismos formunda tanımlarken onu, kabul edilir
kanılardan (endóksa’lardan) hareket eden bir akıl yürütme olarak tanımlar (T., 100a
25-30). Onu diğer uslamlama formlarından ayıran önerme biçimidir. Aristoteles’in
diyalektiğinin öncül önermeleri olan endóksa’lar, epistemolojik bağlamda diyalektik
uslamlamanın kesinliklerden değil de olasılıklardan hareket ettiğini simgeler.
Aristoteles’in önermeleri “ayırt etmenin türleri”ni listelerken, açıklamalar diyalektik
önermenin belirlenmesi kadar, bilimsel bir araştırmanın başlangıcına ilişkindir.
Aristoteles’in diyalektik önermelerin niteliği, otoritelere dayanarak akıl
yürütmeleri içermektedir. Buna göre: (1) ‘herkes ya da çoğunluk ya da bilgeler
tarafından yani, bunların da ya hepsi ya çoğu ya da ünlüleri tarafından kabul edilen
düşünceler’; (2) ‘genellikle kabul edilmiş görünene karşıt düşünceler’ ve (3)
‘sanatlara uygun dile gelen düşünceler’; (4) ‘genelin kabul ettiği düşüncelere karşıt
düşünceler’; (5) ‘kabul edilebilir görünen düşünceler’139 önerme olarak seçilebilir
(T., 105a 30- 105b 10). Bunlara ek olarak, (6) “her ya da birçok durumda doğru
görünen bütün bildiriler, ilke ya da tez olarak kabul edilmelidir.” Önermelerin seçimi
yapıldıktan sonra, ilgili konudaki “tartışmaların yazıldığı kitaplardan bir seçme
yapmalıyız ve birçok farklı konu hakkında bir taslak liste hazırlamalıyız ve onları
ayrılmış başlıklar altına koymalıyız”140 (T., 105b 10). Aristoteles, önermelerin ve
bilimsel hazırlığın fizik, mantık ve ahlak araştırması yapılacak problemin alanına
göre ayrıldığını varsayar (T., 105b 15-20). Aristoteles’in önermelerin seçimi ile ilgili
belirlemeleri,
diyalektik
önermelerin
savunulmasının
koşullarının
bilgisini
içermektedir. Bu bilgi aracılığı ile Aristoteles, diyalektiğin temellendirme metodu
olarak bir işlevi olduğunu öne çıkartmış olmaktadır.
Aristoteles’in, diyalektik önermenin ve bir diyalektik problemin ne olduğunu
belirlemeye çalışmasındaki asıl kaygısı, her önerme ve problemin diyalektik ile
139
“(…) Örneğin karşıtların algılanışı aynıdır –çünkü karşıtların bilgisinin varlığı böyledir-’ ve
‘görme içimizdeki bir yayılım ile değil, içimize bir şeyin girmesidir [algılanmasıdır.]; diğer duyumlar
da böyledir (T., 105b-10).
140
“Örneğin ‘Tanrı Üzerine’ ya da ‘Hayvan Yaşamı Üzerine’. Sonra ‘Tanrı Üzerine’ başlığın altına
‘tanrının bütün formları, başlangıcı ve özü ile ilgili olanı’ sıralamalıdır. Sonra, yazının/listenin
kenarına her bir filozofun konu hakkındaki düşünceleri yazılmalıdır. Örneğin Empedokles’in
elementlerin sayısının dört olduğunu söylemesi gibi. Bu, yapılanı, kabul edilmiş bir otoritenin
düşüncesi ile desteklemek içindir (T., 105b 17).
85
ilişkili olmadığını belirlemeye çalışmaktır. Aristoteles bu ayrım ile özellikle ilgilenir;
çünkü diyalektik bir önerme herkes tarafından sıradan bir tarzda dile getirilebilir bir
önerme değildir. Ne her problem ne de her önerme diyalektik olabilir. Her şeyden
önce, diyalektik bir önerme, ne herkes tarafından tutulan bir önermedir, ne de
herkese açık bir problemdir (T., 104a 5-6). Bu nedenle Aristoteles ‘diyalektik bir
önermenin ve diyalektik bir problemin neliğinin141 ne olduğuna bakar ve ‘soru
sorma’ (erotesis)142 terimini diyalektik önermenin neliği olarak belir. Diyalektik
uslamlamanın bir türden ‘sorma’ tekniği içinde gelişen bir uslamlama olduğu,
Sokrates’ten beri bilinmektedir; ancak Aristoteles bu terimi, diyalektiğin bir teknik
terimine dönüştürür. Buna göre “diyalektik bir önerme, saygın bütün insanlara ya da
çoğuna ya da bilgelere yani [bunların arasından] ya hepsine, ya çoğuna ya da
bunların en tanınmışlarına dayanarak bir şeyleri ‘sorma’dır (erotesis)”; ancak bu
sormanın da özel ve tek bir koşulu vardır: Sorma paradoks (paradokos)143 olmayan
bir tarzda oluşturulmalıdır144; “çünkü birisi, eğer çoğunluğun düşüncesine aykırı
düşmedikçe, bir bilgenin düşüncesini belki de kabul edebilir” (T., 104a 9-10).
Öyleyse sormanın stratejisi, sofistik tarzda aldatma amaçlı değil, entelektüel amaçlı
iknadır.
Aristoteles’in belirlemesine göre diyalektik bir önerme, aynı zamanda,
merkeze alınan ve ona dayanılarak akıl yürümede bulunulan bir düşüncenin de
savunusudur. Çünkü “diyalektik önermeler bilinen/kabul edilir kanılar (endokosa)
gibi görüşleri de içerir; genellikle bilinir/kabul edilir olan kanıların (endóksa)
karşıtlarıyla (contrary) çelişen (contradict) kanıları ve bütün tanınan sanatlara uygun
olan düşünceleri de içerir” (T., 104a 20-25). Aristoteles karşıtlar ile uslamlama
ilkesini diyalektiğe özgü bir işlev olarak görürken, aynı işlevi retoriğin işlevleri
arasında görerek, Retorik’te retoriği diyalektiğe yaklaştırarak açıklamaya çalışır (R.,
1355a 30-39).
141
τί έςτι πρότασις διαλεκτική καί τί πρόβλημα διαλεκτικον (T., 104a 2-3)
έρώτησις: sorma. έρώτημα (erotema): ‘soru’; bir şey için ‘soru sorma’; έρωτύω: ‘sormak’; birine
‘soru sormak’ (S&L).
143
παράδοζος (παρά (para): karşıtlık eki ile δοζα (doksa): ‘kanı’): ‘düşünceye karşı’, ‘beklenmedik’,
‘tuhaf’, ‘harika, müthiş’. παράδοζολογία (παράδοζος (paradokos): ‘paradoks’, λόγος (logos): ‘akıl,
söz’): ‘tuhaf bir öykü’, ‘müthiş’ (S&L).
144
Aristoteles’in sormanın paradoks olmamasını neden dilediğini Sofistik Çürütmeler’de görmek
olanaklıdır: Paradoksal sormalar eristik ve sofistik uslamlamanın tartışmayı yenmek amacıyla yaptığı
safsataların bir aracıdır (SR., 165b 13-21).
142
86
Aristoteles, felsefenin önermeleri konunun hakikat açısından incelenmesine
göre ele aldığını, ancak diyalektiğin kanılar (endóksa) açısından ele aldığını varsayar.
Aristoteles’i ilgilendiren, önermelerin kendilerinde sonuç çıkartacak şekilde
seçilmesidir. Örneğin, “zıtların bilgisi aynıdır” önermesinden “karşıtlığın bilgisi
aynıdır”, “göreliliğin bilgisi aynıdır” sonucuna varılabilmektedir. Önermelerin sonuç
çıkartılabilecek tarzda olması kadar, aynı şekilde tanımına ulaşmak için
bölünebilecek tarzda olmalıdır. Örneğin “iyinin ve kötünün bilgisi, siyah ve beyazın
bilgisi, sıcak ve soğuğun bilgisi” örneklerinde olduğu gibi (T., 105b 30-35), bu
türden konuları içeren önermeler tanımı bulunana kadar bölünebilmelidir.
Önemelerin karşıtını alabilmek, kendinden bir başka kavramı türetebilmek ya da
kavramın bölünebilmesini sağlamak farklı tarz da olsa, diyalektiğin uygulama
alanıdır. Öyleyse, diyalektik bir önerme, endóksa’ların karşıtlarının çelişiğini
içermektedir.
“Bu nedenle, karşıtların bilgisinin bilinen/kabul edilir kanının (endóksa) aynı
olduğunu varsaymak, kabul edilir kanı (endóksa) olanın aynı zamanda karşıtlıkların
algılanışının da aynı olduğunun düşünülmesine neden olabilir.” Aristoteles,
endóksa’nın karşıtını çelen endóksa olarak verdiği örneklerde de anlaşılacağı gibi,
diyalektik bir önerme bir karşıta sahiptir ve bu karşıt da aynı derecede geçerlidir.
Örneğin, “gramer sayıca bir olduğu kabul edilen bir düşünceyse (endóksa), flüt
çalmanın da sayıca bir olduğu kabul edilebilir bir düşünce (endóksa) olacaktır. Oysa
sayıca çok fazla gramer olduğu varsayılırsa, birçok flüt çalma sanatının da olacağı
varsayılacaktır. Bütün bunlar birbirine benzer ve yakın görünürler” (T., 104a 15-20).
“Aynı biçimde, kabul edilir kanıların (endóksa) karşıtları olan çelişen önermeler de
bilinen/kabul edilir kanı (endóksa) olarak geçecektir.” Aristoteles’in diyalektik
hakkında ayırtını koymaya çalıştığı, diyalektik önermelerinin varsayımlarının kabul
edilme tarzı, onların çelişkileri için de geçerli olduğudur. Karşıt önermelerin
geçerlilik derecesi aynı olduğu için onlar da aynı tarzda kabul görecektir. Aristoteles
sonunda diyalektik önermeyi kendi terimleri içinde eleştirilecek noktaya getirir:
Olası önermelerin çelişkilerini çelen önermeler de olasıdır. Aristoteles’in bu
konudaki bir başka örneği: “İnsan dostuna iyi davranmalı” önermesi kabul
edilen/bilinen bir düşüncedir (endóksa). Bu kabulden çıkartılabilecek sonuç “Dosta
87
kötülük yapmamalı”dır.
“Dosta kötülük yapmalı” düşüncesi genel kabul
önermesinin karşıtıdır (enantion). “Dosta kötülük yapmamalı” önermesi bu karşıt
önermenin çelişiğidir (T., 104a 20-25). Bunun gibi, “Dostlara iyilik yapılıyorsa
düşmana yapılmamalıdır” önermesi genel kabul önermesidir; “Düşmana da iyilik
yapılmalı” önermesi, karşıtın (enantion) çelişkisidir (antiphasis). Açıkça görüldüğü
gibi, Aristoteles önermenin yükleminden hareketle yargıların içeriğinin diyalektik bir
karşı olum içinde olduğunu sergilemektedir. Buna göre sorun, ne türden kurulursa
kurulsun, diyalektik bir önermenin içerdiği savın geçerliğini karşıtının geçerliliği ile
aynı derecede olmasıdır. “Bunun yanı sıra, karşılaştırmada karşıt yüklemin karşıt
konuya ait olması kabul edilen kanıya (endóksa) uygun görülecektir. Örneğin, ‘biri
dostuna iyilik yapmalıysa, düşmanına da kötülük yapmalıdır”145 (T., 104a 25-30).
İşte Aristoteles’in diyalektik önermeler dediği, aslında her bir “sanat”a uygun
kanıların içinde bulunduğu durum budur. Aristoteles için “sanatlara uygun olan
bütün bu kanılar diyalektik önermelerdir; çünkü birisinin bu şeyler hakkında yaptığı
çalışmalar insanları [bu] düşüncelere inandırması muhtemeldir; örneğin insanlar tıp
sorularına ilişkin hekimlere katılacaklar, geometri sorularına ilişkin geometricilere
katılacaklardır” (T., 104a 30-104b); çünkü her bilim kendi sorunu çerçevesinde
önerme oluşturmaktadır. Burada diyalektik sorun, konuya ilişkin verilen yargının
yükleminin konuyla olan ilişkisinin niteliğidir. Bu nedenle Organon’da diyalektik
soruşturma, yüklemlerin nesnesiyle ilişkisi sorunudur.146
Aristoteles diyalektikçisinin rakibin sorununu anlamak için hazırlayacağı
araç-malzeme (organa) listesine göre önerme ve problem alanları oluşturur (T.,
105a 30-105b 20). Ancak ne kadar önerme varsa o kadar da önerme seçme tarzı
olacağı için Aristoteles önermeleri ve onların içerdiği genel problemleri sınırlayarak
üç ayrı tartışma alanı içinde bir araya getirir. Bunlar: (1) Etik önermeler (etikai),
örneğin, “Eğer aralarında anlaşmazlık varsa ana babalara mı yoksa yasalara mı
uymalıdır?”, tarzındaki problem alanıdır. (2) Fizik önermeleri (fhusikai), örneğin,
“Evren öncesiz ve sonrasız mıdır yoksa değil midir?”, tarzındaki problem alanıdır;
145
T., II. 7
“Gerçekten de her problem, bir yüklemin, bir konunun bütününe (ya da bir bölümüne) ait olup
olmadığını sormaya dayanır” (Breiher, 1969: 139).
146
88
(3) mantık147 önermeleri (logikai), örneğin, “Karşıtlıkların bilgisi/bilimi aynı mıdır,
yoksa değil midir?”,148 tarzındaki problem alanıdır. (T., 105b 15-20). Buna göre
Aristoteles, diyalektiğin etkin bir araştırma metodu olarak uygulanabileceği bilimler
alanını belirlerken, bu alanlar, aynı zamanda, kendisinin sonraki çalışmalarında
diyalektiği etkin olarak kullandığı araştırma alanlarıdır. Buna göre bir önermenin
alanını bilmek, onun konusunun, nesnesinin ya da sorularının ne olacağını bilmek
olacağı için, yanıtlar da ona göre verilecektir. Ancak Aristoteles sadece önermeleri
ortaya koymakla problemin doğasının ele geçirilebileceğini varsaymaz. Bu
problemlerin doğasını önermeler açığa çıkartamayacağı gibi tanımlar da yeterli
olmayacaktır. Aristoteles’in burada çözüm yolu olarak önerdiği epagôgê’dir
(tümevarım -induction) (T., 105b 25-30). Ancak Aristoteles, epagôgê kadar
endoksa’yı diyalektiğin bilimler için bir uygulama metodu olarak tasarlar (T., 105a
10-11). Analitikler’de bu varsayım kaybolduğu gibi, yine de epagôgê’nin İkinci
Analitikler’deki betimlemesi diyalektiğin araştırma metodu olarak uygulanması
düşüncesine uzak değildir.
Böylece aynı problemler –yalnızca mantıksal, yani kavramlar arasındaki
ilişkiyi ele alan sorunlar değil, fakat aynı zamanda fiziksel ve etik sorunlar da- iki
şekilde incelenebilir: ya hakikate göre ya da diyalektiğe göre. Ancak bütün bu
belirlemelere rağmen yine de Aristoteles bir dipnot ekler: Bütün önermeler en genel
şekilde kurulmalıdır ve önermeler kurulurken uslamlama formu tasımsal tanıt
(sullogismos) olmalıdır. Uslamlama formu olarak tasımsal tanıta (sullogismos)
vurgu, uslamlamanın Aristoteles’çe savunulan bilimselliği içindir. Aristoteles bir
yandan diyalektiği bilim ile karşıtlaştırırken, diğer yandan da arasındaki bağın
kuramsal formülünü oluşturmaya çalışmaktadır. “Felsefenin amaçları (pros
philosophian) açısından bu şeyleri kendi hakikatlerine (kat aletheian),
göre ele
almalıyız, ancak sanının amaçları (pros doksan) açısından ise bu şeyleri diyalektik
bir tarzda (dialektikos) ele almalıyız” (T., 105b 30-31). Buna göre Aristoteles’e göre
“felsefe için amaç” (-ki bu ‘bilimsel bilgi’ yani episteme’dir) önermelere “hakikat”
147
Bu üç önerme alanı, klasik Grek felsefesinin konularının gelişimini listeler: doğa, Presokratiklerin;
insan ya da etik Sokrates ve Platon’un; son olarak da mantık Aristoteles’in adıyla felsefe problemleri
tarihinde sıralanır.
148
αί μέν γάρ ήθικαί προτάσεις είσίν, αί δέ φυσικαί, αί δέ λογικαί. (105b 20).
89
açısından yaklaşmakken, “diyalektik için amaç” sadece “sanılara ilişkin düşünceler”
ede etmektir. “Böylece aynı problemler –yalnızca mantıksal, yani kavramlar
arasındaki ilişkiyi ele alan sorunlar değil, fakat aynı zamanda fiziksel ve etik sorunlar
da- iki şekilde incelenebilir: ya hakikate göre ya da diyalektiğe göre. Bunlardan
birincisi bilgiye adanan felsefe amacına, ikincisi ise insanların görüşlerini tartışma
adına yapılan sanı amacına denk düşer. Her iki durumda da önermeler aynı
“enstrüman”, yani endoxa ve similia’dan, fakat farklı iki amaç için, yani bilgi ve
tartışma için seçilmişlerdir” (Berti, 1996: 108). Aristoteles birincisini bilgiye adanan
felsefe amacı olarak görürken, ikincisini ise insanların görüşlerini tartışma adına
yaptıkları sanılara uygun göstermeye çalışır. Bilimselliği sağlayan uslamlama için
Aristoteles’in dipnotu: “Bütün önermeler daha çok kendi tümel formlarını içine
almalıdırlar; birisinden birçok önerme çıkartılmalıdır”149 ve bütün önermeler “aynı
şekilde gidebileceği yere kadar bölümlenebilir” (T., 105b 30-35). Örneğin öncelikle
“zıtların biliminin (ton antikeimenon) aynı olduğunu”, sonra “karşıtların biliminin
(ton enantion) aynı olduğunu”; daha sonra “göreli terimlerinin biliminin (ton pros ti)
de aynı olduğunu” ve son olarak da “iyi ve kötünün beyaz ve siyahın, soğuk ve
sıcağın bilimlerinin aynı olduğunu” varsaymak (T., 105b 31-37), karşıtlara ilişkin
daha çok tümelden daha az tümele doğru giden bilimsel sınıflandırma yapmaktır.
I.5.3. Diyalektik Problem
Aristoteles Topikler I. 4’de önermenin yapısını, onun nelerden oluştuğunu
çözümlerken, tartışmaların önermelerle başlıyor olmasına rağmen, uslamlamanın
problemlerden oluştuğu (T., 101b 15-16) belirlemesinde önermeleri problemle içten
ilişkilendirir. Bu çözümlemeye göre problem, uslamlamanın asıl malzemesidir;
çünkü bir problem soru soran ve yanıtlayan arasındaki anlaşmazlığı oluşturan bir
önermedir. Burada Aristoteles’in diyalektik metot hakkındaki özel belirlemesi açığa
çıkmaktadır: Buna göre problem, diyalektik tasımsal tanıtın malzemesidir.
Aristoteles için diyalektik problem, herhangi bir problemin çözümünde hakikati ve
bilgiyi bulmak için yürütülen araştırmalara katkısı olan bir düşünme konusudur. “Bir
149
Örneğin, “zıtların (opposite) bilgisi aynıdır” önermesinden “karşıtlığın (contrary) bilgisi aynıdır”
ve “göreliliğin (relative) bilgisi aynıdır” sonucu çıkar (105b 30-35).
90
diyalektik problem ya seçim ve sakınmaya ya da hakikat ve bilgiye ya kendi başına
ya da diğer bu türden diğer problemlerin çözümüne bir yardım olarak katkıda
bulunan bir düşünme/soruşturma (thorema)150 konusudur.” Bu düşünme konusu
çözüldüğünde, bu çözüm aracılığı ile buna bağlı problemler zinciri de çözülmüş
olacaktır. Bu konu hakkında olağan “insanın ya hiçbir yolda bir düşünceye sahip
olmadığı ya birçok insanın bilgelere aykırı (contrary) düşen düşüncelere sahip olması
ya bilgelerin birçok insana aykırı olması ya da bunların her birinin olması gerekir”
(T., 104b 1-5). Aristoteles’in belirlediğine göre diyalektik problemin niteliği, her
şeyden önce teorik ve pratik yararının dışında, problemin hakkında yaygın bir tarzda
kabul edilmiş bir kanının olmaması ve onun hakkında karşıt düşüncelerin olmasıdır.
Bu anlamda Aristoteles için diyalektik problem bir türden ‘uyuşmazlık konusu’dur.
Retorik’te de açıkladığı gibi, diyalektik uslamlamalarını tartışma gerektiren
konulardan kurar151 (R., 1356b 35). Aristoteles Retorik’te diyalektiğin tek tek
insanlara olası görünen durumlarla değil de, “belli tipten insanlara olası görünen
şeyle ilgilenir”, demektedir. Burada söz konusu ettiği, sanatların tekil durumların
değil, genel durumun bilgisini edindiğidir. Örneğin tıp, tek bir kişinin sorununun
bilgisi değil, genel insan durumunun bilgisini içermektedir (R., 1356b 28-35).
Öyleyse, diyalektik problemin nedenleri şöyle sıralanabilir: (1) Diyalektik
problemler çatışmalı uslamlamalarda açığa çıkan çelişme sorusudur:
Diyalektik
“problemler, genellikle çatışmalı tasımsal tanıtlamaları (sullogismos) içeren
sorular(dan) (…)” kaynaklanmaktadır . “Bu mudur, şu mudur” türündeki çelişme
sorularından oluşur (T., 104b 12-15). Diyalektik sorular, “evet-hayır” olarak
yanıtlanabilecek tarzdaki soru formlarıdır (T., 158a 20-30). Ancak Aristoteles,
diyalektik tartışmanın soru yanıt niteliğinde entelektüel bir nezaketin de varlığını
gerekli görür: Diyalektik bir soru, yanıtlayana ‘evet’ ya da ‘hayır’ olanağı kadar,
‘bilmeme’ hakkını da vermelidir (T., 160a 17-34). Problemi oluşturan bir başka
150
θεώρημα: ‘görünüş’, ‘görünüm’, ‘görülecek yer’; ‘akıl ile seyredilen şey’ [düşünülen şey];
‘çıkarsanmış bir ilke’: matematikte ‘bir teori’dir (L&S). Aristoteles metinde “Πρόβλημα δ
διαλεκτικόν θεώρημα (…)” ifadesini PUP edisyonunda “A dialectical problem is a subject of inquiry
…” olarak çevrilirken, LCL edisyonunda aynı ifadede “teorema” (θεώρημα) terimi “investigation”
olarak çevrilir; aynı terimi Robin Smith “point of speculation” ile karşılar.
151
Aristoteles burada retoriği diyalektiğe benzeten bir tartışmanın bağlamında bu yargıda bulunur.
“Diyalektik, tasımsal tanıtlamalarını, kaçık tipten insanların hayalleri gibi, gelişigüzel materyallerden
kurmaz, fakat tartışma gerektiren malzemelerden kurar”; bunun gibi retorik de düzenli tartışma
konularından yararlanır (R., 1356b 35).
91
neden de (2) problemlerin sorularına neden oluşturulamayacak kadar geniş bir alanı
içermesinden kaynaklanmaktadır. Problemlerin soru alanı “çok geniş olduğundan ve
hakkında hiçbir argümana sahip olmadığımızdan dolayı” ortaya çıkan problemler,
uslamlamada ona bir neden belirlenemediği sorularda ortaya çıkar. Örneğin “evrenin
sonlu olup olmadığı sorusu” bu türden bir sorudur. Bu türden soruların araştırılması
olanaksızdır (T., 104b 15-18). (3) Benzer görüşleri Yorum Üzerine’de de sürdüren
Aristoteles, burada diyalektik sorusunun niteliği hakkında özel bir belirleme ekler:
“‘Bu nedir?’ sorusu diyalektik bir soru” değildir; çünkü diyalektik bir soru çelişkili
iki uca işaret eder ve soru, yanıt için uçlardan birisini seçmeye olanak tanımalıdır. Bu
nedenle soru “bu mu, şu mu” diye belirterek sormalıdır (In., 20b 20-30).
Aristoteles, diyalektik bir problemin üç yararının altını çizer. (1) “Bazı
problemler yalnızca bir görüşü seçmek ya da ondan sakınmayı bilmek için
yararlıdır.”
Örneğin “hazzın seçilmeye değip değmeyeceği”ni bilmek gibi. Bu
durumda, diyalektik bir probleme ilişkin bilgi, bu problemi çözerek bir sav geliştiren
bir düşünceyi kabul etme ya da ona karşı olmada yararlı olacaktır.152 (2)
Problemlerin bazılarının bilgisi “sadece bilme amacı ile bilmek için yararlıdır.”
Örneğin “evren sonsuz olup olmadığını” bilmek gibi. (3) Problemlerin bilgisinin bir
başka yararı da, “bu amaçların her ikisi için kendilerinde yararlı değillerse, ama
böyle bazı problemlere gelince bize yardımcı olmayı sürdürürler. Birçok şey vardır
ki, biz onları kendileri için değil de başka şeyleri bilme amacıyla, başka şeylerin
bilgisini ele geçirebileceğimiz amacından dolayı bilmeyi dileriz” (T., 104b 5-12).
Öyleyse bu türden problemlerin bilgisi araçsal bilgilerdir; araçsal olmakla, aynı
zamanda teorik bilgidir. Bu problemden hareketle oluşturulan teorik bilginin aracılığı
ile öteki problemler çözülür. Bu açıdan bakıldığında Aristoteles’in belirlediği bu
teorik bilginin belirli bir amaçlılığı yoktur; o sadece benzeri durumların aşılması için
bir bilgidir. Özetle, “Haz seçilmeye değer mi değmez mi?” türündeki sorular, seçmek
152
Aristoteles’in “haz” hakkında, her ikisi de Sokratesçi olan Kynik okulunun kurucusu (VI. 2, 13)
Antisthenes ile Kyrene okulunun kurucusu (II. 85) Aristippos’un düşüncelerinin karşıtlığını örnek
olarak dikkate aldığı düşünülebilir. “Haz” konusunda Antisthenes “haz almaktansa çıldırayım daha
iyi” (Di.La., VI. 3) derken, Aristippos “en iyi şey hazlardan uzak durmak değil, onlara yenik
düşmemek ve üstesinden gelmektir”, der (Di.La., II. 75). Bu durumda, problem aynı olduğu halde
probleme ilişkin tanımlayıcı sav bir birine karşıdır. Aristoteles’in ileri sürdüğü problemlerin kimi
düşünceleri kabul etmede ya da onlara karşı çıkmada yardımcı olması bu türden durumlar için
geçerlidir.
92
ya da yadsımak için yararlıyken, “Evren sonsuz mudur, sonlu mudur?” türündeki
sorular ise yalnızca bilmek için yararlıdır.
Bu nedenle diyalektik bir soruşturma, sofistik çürütmeden farklı amaçlıdır. O,
nesnesine ilişkin çelişkili bir problemi çözmek için oluşturulmuş bir uslamlama
olduğu için Aristoteles, aporema’yı,153 çelişmelerin diyalektik olarak düşünüldüğü
çıkarımsal bir uslamlama olarak tanımlar (T., 162a 12-18).
Öyleyse, Aristoteles’in her argümanın ya da her problemin diyalektik bir
problem olarak soruşturulmasını uygun bulmadığı açıktır. Onun için sadece
“tartışmaya gereksinimi olan sorunlar (aporema)” incelemelidir. Buna göre, ne her
tez ne de her problem soruşturulamaz; soruşturulacak tezin ve problemlerin sadece
bir sav için kanıtlar ararken, yarattıkları zorluklar araştırmaya değerdir. Örneğin
“tanrıların onurlandırılıp onurlandırılmayacağını”, “ailenin sevilip sevilmeyeceğini”
anlamak isteyenlerin problem ve argümanlarını araştırmaya gerek yoktur. Bunun
yerine onların anlaması gereken şeyin “ceza” olduğunu söyler. Bunun gibi, “karın
beyaz olup olmadığını” öğrenmek isteyenlerin problemi tartışmaya değil
“algılama”ya gereksinimleri vardır; basit bir algı deneyimi ile bu sorunun yanıtını
alacaklardır. Aristoteles’in soruşturmayı gerektirecek türden olmayan sorunlar ile
soruşturmaya gerek duyacak sorunları birbirinden ayırmakla yaptığı, diyalektik
problemlerin alanını ayıklamaktır. Diyalektik bir uslamlamada “konular ne
tanıtlamanın alanının üstünü kapatacak kadar sınırlandırmalıdır ne de ondan oldukça
uzağa taşınmalıdır; çünkü ilk durum tartışmaya olanak tanımazken, ikincisi
tartışmayı yönlendirenin sanatı154 için büyük zorluklar içermektedir” (T., 104b 35105a 10). Bu durumda diyalektik bir uslamlamanın çözümlemeyeceği problemlerin
tarzı ne herkese açıktır ne de akla kapalı argümanlardır. O, Metafizik’te bunlardan
“apaçık güçlükler” olarak söz eder.
153
Aporema (άπόρημα): ‘bir tartışma konusu’, ‘tartışma noktası’. Aporia (άπόρία): ‘(aporos –aşılmaz)
konum’: geçmenin zorluğu; ‘şeylerin aşılmazlığı’: zorluklar, sıkıntılı durumlar; ‘sorunun aşılmazlığı’:
güçlük. İnsanların aşılmazlığı. Apore (άπόρέ): çaresiz olmak, ne yapacağını bilmemek, kuşkulu
olmak. (Fiilin pasif halde kullanımında): Sorunun malzemesine, soru haline getirilmek; kanıtlanmadan
bırakılmak (L.&S.).
154
PUP edisyonunda ifade “the art of the trainer” ile karşılanırken, LCL edisyonunda “the scope of
dialectical training” ile karşılanır.
93
I.5.3.1. Diyalektik Problem Olarak Aporia
Aristoteles’in aporia’lar karşısında “zincire vurulmuş insan” konumundan
kurtulmanın etkili metodu olarak diyalektiği gördüğü, onun etik ve metafizik
problemlerin çözümünde diyalektiği etkin olarak kullanımından çıkarılabilir. Her
şeyden önce diyalektiğin bir soruşturma metodu olarak uygulanmasının çelişik öğeler
arasından tutarlı bir akıl yürütme olma olanağını vermektedir. Soruşturulan konunun
doğasının aporitik olması, diyalektiği zorunlu olarak gerektirmektedir. Bu nedenle
Sokrates’ten beri diyalektik soruşturma ve aporia terimi birlikte işlemektedir.
Hakkında uslamlamada bulunulacak nesnenin aklın girebileceği kadar açıklığı yoksa
felsefi bir soruşturma olanaksız olurdu. Bir sorunu aporia olarak ilan etmek ve bunu
aşmak felsefece bir şeydir. Bu nedenle, aporia diyalektik kadar felsefenin de
başlangıç noktasıdır. Aristoteles Topikler’de aporia’ları diyalektik argümanların
başlangıcı olarak görürken, Metafizik’te (982b 10-15) felsefeyi başlatan durumun adı
olarak anar. Aristoteles’e göre insanın “açık güçlükler” (aporia) karşısındaki
“hayret”i (thauma)155 “felsefece konuşmalar”ın tarihsel başlangıcıdır.156 Bu açıdan
alındığında Aristoteles aporia’lar ile diyalektiğin merkezi problemini belirlemekle
kalmaz, beraberinde bütün bir felsefenin en can alıcı noktasını yakalamış olur.
Aporia’ların sorgulanması, bilgisizlikten bilgiye geçişin süreci olarak alındığında,
Sokrates’in Menon’daki gibi (ME., 80d),157 bilgisizlik durumunu aşmak için işlediği
soruşturma (elenkhos) tekniği güçlükleri aşan diyalektik bir uslamlamadır. Ancak
Aristoteles’in aporia karşısındaki bilgisizlik durumu Sokrates’in sürekli sorular
karşısında ileri sürdüğü bilgisizlik durumu türünden değildir. “Bir aporia ile
karşılaşan ve hayret eden birisi kendisinin bilgisiz olduğunu düşünür.” Aristoteles
155
θαύμά (thauma): ‘hayret’, ‘şaşılacak şey’; ‘hayret etmek’ (L.&S.).
Felsefi uslamlamanın başlangıcının “hayret” olduğu konusundaki Aristoteles’in düşüncesi,
gerçekte Platon’un Theaitetos diyalogunda dile getirdiği bir düşüncedir. Theaitetos Sokrates’in
kavramları yeniden anlamlandırması karşısında “Bu şeylerin anlamını düşündükçe şaşkınlıktan
kendimi kurtaramıyorum (…)”, der. Sokrates de “(…) filozofu başkalarından ayıran nitelik de, işte bu
duygudur, bu hayrettir. Felsefenin başlangıcı da budur, başka bir şey değildir”, diye karşılık verir (Th.,
155, c-d).
157
Sofist Menon, “ne olduğunu hiç bilmediğin bir nesneyi nasıl araştırabilirsin? Hiç bilinmeyen bir
şeyi araştırmak için, onu ne şekilde tasarlayacaksın? Diyelim ki […] iyi bir nokta buldun, bu noktanın
o nesneye ait olduğunu nereden anlayacaksın?”, diye sorar. Platon’un Sokrates’i, bu yaklaşımı
“mantık oyuncuları”nın bir düşüncesi olarak bildirir. Bu düşünceye göre “insan için ne bildiği şey
üzerinde araştırmada bulunmak, ne de bilmediği şey üzerinde; bilinen şey üzerinde araştırma
lüzumsuzdur, çünkü zaten bilinir. Bilinmeyen şeye gelince, ne araştırılacağı bilinmediği için araştırma
olmaz” (ME., 80d-e).
156
94
burada bir ara gönderme ile hayret verici konuları içeren efsaneler karşısındaki
insanın durumunu da böyle görür. Bundan dolayı mitleri seven (philomythos)
bilgeliği sevendir (philosophos). “Bundan dolayı insanlar bilgisizlikten kurtulmak
için felsefe yapmışlardır” (M., 982b 18-21). Sokrates’in ironik bilgisizliği
Aristoteles’in insanın karşı karşıya kaldığı çıkmazlar karşısındaki bilgisizlik olarak
tanımladığı şey ile aynı değildir. Başlangıç noktası olarak aporia, tanıtlamalı
diyalektik uslamlama için zorunlu bir başlangıçtır. Aristoteles Metafizik’te aporitik
durumların listesini çıkartırken, başlangıç durumunda iki aporia görür: (1)
Nesnesinin kendisinden kaynaklı olan aporia’lar (M., 995a 30) ve (2) bu nesneye
ilişkin iki ayrı savın (tezin) ileri sürülmesi ile oluşan aporia’lar (Met., 995b 1-5). Bu
durumda insanın sorunu nasıl aşacağı gerçek bir güçlük olarak öne çıkar: Aporia ile
karşılaşan düşüncenin durumu, ‘bağlanmış birisi’nin durumuna benzer (M., 995a 2932). Bu durumu aşmak ya da sorunun aşılması için farklı araştırma yollarının
aranması, denenmesi (diaporia)158 diyalektik bir uslamlamanın niteliğine dönüşür.
Aristoteles, Metafizik III. 1’de aradığı bilimin tartıştığı sorunlarının neler olduğunu
dile getirirken, karşıt sorular aracılığı probleme dönüştürdüğü aporia’lara (M., 995a
22- 996a 15) uyguladığı ‘diaporematik metodun’ diyalektik bir metotla
çözümlemeye dönüştürdüğü açıktır. Örneğin “Nedenlerin soruşturulması tek bir
bilime mi ya da birden fazla bilime mi aittir?” türünden on dört aporia ya da problem
ileri sürer.
Öyleyse aporia’lar, ortaya çıkan bir sorunu aşmak isteyen birisi için mevcut
bilgi (endóksa) konumundadır da (OS., 403a 1; NE., 1145b 5). Endóksa’ların
sorgulanıp sorunu aşmak için buralardan kanıt aranması, Aristoteles’in Topikler’de
tanımladığı diyalektik anlayışının kendisidir. Soruşturmanın süreci, ilk olarak,
aporia’ların öne alınması ile başlar; ikinci olarak bu sorunun aşılması
(çözümlenmesi, tanımlanması, hakkında bir sav oluşturulması) için onun
endóksa’lara göre yoklanması, soruşturulması yapılır; bu soruşturma bir anlamda
sorunu
aşamanın
bir
yolunu
oluşturmadır.
Soruşturma,
aklın
kendisine
158
διαπορια (diaporia): ‘çıkış arama’, ‘aradan sıyrılma’; διαπορεύο (diaporeüo): ‘karşıya taşımak’;
διαπορέω (diaporeo) ve pasifi: διαπορέομαι (diaporeomai): ‘tamamen ne yapacağını bilmiyor
durumda olmak’ (L.&S.).
95
yürüyebileceği hareket alanı, açık bir yol (euporia),159 bir çözüm bulana kadar sürer.
Bu çözümleme süreci Metafizik 995a 25-35’daki ‘bağlı adam’ın ‘bağı çözüp serbest
kalma’ (lusis)160 işlemidir. Her koşulda uslamlama bir çözüme doğru hareket
etmektedir. Aristoteles’in çözümlemesi ‘hem konunun aporia’ları hakkındaki
düşüncelerin açık kılınması, hem de aporia’ların çözümlenmesi’ (Nico. Eth., 1235b
12) yönündedir. Ancak burada çözüm her defasında farklı gelişebilir: Aporia’ların
çözümlemeleri (1) endóksa’yı doğrulayan (Niko. Eth., 1145b 30) (2) bir hipotez
oluşturabilir (On the Heaven, 291b-292a) (3) ‘görünenlere en çok uyan sav’ (Eud.
Eth., 1235b 16) ya da ‘nesne hem kendi doğasına hem de başka tarzda kullanılabilir’
(Eud. Eth., 1235b, 1246a 26) türünden bir yaklaşımla, akla yakın bir çelişkinin
kabulü ile sonuçlanabilir. Ancak her defasında ‘doğruyu keşfetmek bir yana, soruları
akla uygun bir biçimde koyma ve çözümleme hiç de kolay değildir’ (M., 996a 16).
I.5.4. Diyalektik Tez
Aristoteles “problem” ve “önerme”yi tanımladıktan sonra, diyalektik bir “tez”
(thesis)’in161 yapısını belirlemeye çalışır. Onun temel belirlemesi, her problemin tez
olmadığı, tezin asıl niteliğinin filozofların paradoksal kanıları olduğu konusundadır.
Aristoteles, ‘Protagoras’ın ya da Platon’un tartışmalarına uygun olarak’ (Burke,
1967:391) diyalektik tezin ne olduğunu betimler. Her problem diyalektik tez değildir;
sadece çözümleme ve kanıtlama amaçlı ileri sürülen problemler diyalektik tezi
159
εύπορία (euporia): aporia’nın karşıtı olarak: ‘tartışmanın, zorlukların çözümü’; ‘harekete,
ilerlemede kolaylık’, ‘yapmada kolaylık’; ‘hazır malzeme: kaynaklar, malzemeler’. εύπορος
(euporos): ‘arasından ya da bir yere doğru geçmek kolay’; ‘hazır’, ‘kolay’; ‘insanın yaratıcılığı,
ustalığı, becerileri ile sağlaması’ (L.&S.).
160
λύσις: serbest kalma, mahkumun ‘serbest kalması’, ‘kurtulması’, ‘kurtuluşu’; ‘kurtulma gücü’ ya
da ‘serbest kalma’.
161
θέσις (thesis): ‘koyma’, ‘yerleştirme’, ‘düzenleme’, ‘düzenli bir şekilde yerleştirme’, epeon thesis:
düzyazıda, şiirde sözcükleri koyma, düzenleme; ‘depozit para’, ‘teminat parası’; ‘evlat edinme’;
‘konum’ (L.&S.). Doğaya (phûsis) karşı olarak: ‘konum’, ‘tutum’, ‘gelenek’, ‘yerleştirme’ (Peters’
G.P.T.). Bu anlamda alındığında thesis doğadan olanın (phûsis) karşısına insanın kendisinin koyduğu
yasaları, kuralları içermektedir. Bu konuda Peter’in açıklamaları: Sofistlerin geleneklere dayalı bir
ahlakı doğadaki fiziksel olandan (phûsis) ayrımı içeren nomos teriminin yerine Stoacılar ahlaka ilişkin
thesis terimini kullandılar. Bu kutupluluğun bir başka yönü, Stoacıların dilin felsefi konumu ile şeyler
(́όnta) ve şeylerin adı (onόmata) arasındaki bağ sorunudur da.
96
oluşturur. Karın beyaz olup olmadığı sorunu için tartışmaya değil algılamaya
gereksinimi vardır (T., 105a 5-10).162
(1) Diyalektik bir “tez, bazı tanınmış filozofların paradoksal düşünceleridir.”
Bu düşünceleri diyalektik bir tez yapan, onun genel kanılara karşıt kavramları
üretmesidir. Örneğin Antisthenes’in söylediği “çelişki olanaksızdır” savında,
Herakleitos’un “her şey hareket halindedir” düşüncesinde, Melissos’un “varlık
birdir” savında olduğu gibi. Bu belirlemeye göre Aristoteles için diyalektik bir tez
filozoflar tarafından genel kanılara aykırı olarak ileri sürülen kavramsal
önermelerdir.163 Buna göre bir argümanın ya da tezin (ki, bu tez bir tanım olabilir ya
da bir hipotez olabilir) genel kanılara aykırı düşmesi onun diyalektik bir tez olmasını
sağlayan en belirgin özelliğidir (T., 104b 19-23). Buna göre “ünlü bir filozofun genel
kanılara aykırı düşen bir kabulün”den hareketle başlayan bir uslamlama “ya bir
çelişme sorusunu yanıtlamak ve oradaki bilginin doğruluğunu yoklamak için ya da
bir ‘tez’i temellendirmek için olur” (Kuçuradi, 1997: 98). (2) Benzer şekilde
diyalektik bir tez,
“birisinin sahip olduğumuz genel kanılar hakkında karşı bir
görüşü olabilir.” Aristoteles, bu anlamda diyalektik tezin bir aykırılık, bir karşıolum
içerdiğini yinelemektedir. Örneğin, Sofistler tarafından sürdürülen yaklaşımda
olduğu gibi: “Her şey ya varlığa geldi ya da öncesiz sonrasızdır” (T., 104b 23-28).
Buna göre Aristoteles için diyalektik “tez de bir problemdir.” Çünkü o her zaman bir
şey hakkında bir düşünceye karşıolum içindedir. “(…) Fakat bir problem her zaman
bir tez değildir”; çünkü hakkında hiçbir yolla bilgi sahibi olunamayacak kimi
problemler de vardır. Bu da her problemin bir tez olmasını engeller; çünkü hakkında
herhangi bir uslamlamada bulunmak olanaklı değildir. Bununla birlikte açıktır ki, her
zaman bir “tez bir problemdir”; çünkü Aristoteles’in söylediklerinden zorunlu olarak
çıkan, tezlerin “ya bilgelerle çoğunluğun uyuşmaması ya da her birinin kendi
aralarında uyuşmaması[dır]”; çünkü “bir tez genel kabullere aykırı kanıdır.”
162
Sofistlerin uslamlama tarzının felsefeyi, özellikle de diyalektiği bozduğu yönünde Platon’un
eleştirisini her diyalogda bulabiliriz. O, özellikle Devlet’te diyalektik biliminin kime ve nasıl
verileceğini tartışırken, asıl çabası eristik uygulamalardan diyalektiği arındırmaktır (D., 535a-541a).
163
Aristoteles, ‘sıradan birisinin kabul edilen düşüncelere aykırı düşünceler ileri sürdüğü zaman
bunun aptalca’ olacağını da ekler. Haklı olarak da Burke de “kökten sorularla ilgilenmek için birisi
ünlü mü olmalıdır?” (Burke, 1967: 391), sorusunu sorar.
97
Aristoteles için ancak bu durumda “bütün diyalektik problemler gerçekten tez olarak
adlandırılır” (T., 104b 29-35).
Aristoteles ‘tez’ kavramını diyalektiğin metodolojisine uygun olarak bir
terime dönüştürmektedir. Bu belirlemeye göre diyalektik bir tez yaygın kanılara,
tanımlara aykırı yeni bir yaklaşım ileri sürmelidir. Bu yaklaşım ya ünlü filozofların
görüşleridir ya da bu ünlü filozoflara dayandırarak kurulan savlardır. Aristoteles,
Topikler ve Sofistik Çürütmeler’de, yanıtlayanın tezini savunması için ya da soranın
problemi tartışabilmesi için “dikkate değer kanı”lardan (éndoksa) hareketle hangi
problemler hakkında ve nasıl tartışacaklarına yardımcı olacak bir metot inşa ettiğini
söylüyor (T., 100a 1-20; SR., 183a 37-b 15). Bu nedenle diyalektik soruşturma,
nesnesine ilişkin çelişkili bir problemi çözmek için oluşturulmuş bir uslamlamadır.
Aristoteles’in diyalektiği bilimsel kullanıma yönelik işlediğini diyalektik tezin
niteliği gösteriyor.
I.5.5. Önermeler Arası Olası Karşıolumların Araştırılması
Aristoteles Sofistik Çürütmeler’de birbirini gerektiren ve yadsıyan savların
niteliğini belirlemeye çalışır. Tartışmalar, çelişik önermelerin aynı zamanda hatalı
düşünmeler olduğunu tanıtlamaktır. Uslamlamayı hatalı kılan, dilin nesnesi
hakkındaki kullanım tarzıdır. Aristoteles felsefesinin bilimsel niteliği, onun dilin –
önermenin- nesnesi hakkındaki kesinlik derecesini sağlayan koşulları aramasından
kaynaklı olduğu varsayılabilir. Öyle ki, dil ile gerçeklik arasındaki ilişki sorunu,
Aristoteles felsefesinin en köklü sorunudur. Diyalektik araştırmaları ve analitik
uygulamaları, dili kesinleştirmenin olanağının arayışı olduğu için, uslamlama
formları hakkındaki tartışmalarını geçerli dil arayışı olarak okumak olanaklıdır. Bir
yargının geçerlilik koşulları o yargının bilimsel, diyalektik ya da sofistik olup
olmamasını verir. Bu nedenle Aristoteles’in Yorum Üzerine’de bir ifadenin önerme
formunda dile gelmesinin ne olduğunu açımlarken sunduğu şey, dilin gerçeklik
hakkındaki ifadesinin kesinliğini sağlayan koşulların bilgisidir. Bu bilgi, “bir
tartışmanın olanaklı olabilmesi için hiç değilse ‘hayır’ın ‘evet’e, başkanın aynıya,
yanlışın doğruya göre anlamının bulunmasını olanaklı kılar. Platon’un Sofist’teki
98
sorunu budur” (Breiher, 1969: 141). Buradaki tartışmaları, onun çelişkisizlik ilkesine
çıkan araştırmasıdır.164
Aristoteles, önermelerin yapısını tartışırken, önermeyi ‘dil düşünce’ ve ‘dil
gerçeklik’ arasındaki ilişki sorununa dönüştürür. Dil gerçekliğin bir simgesi midir
yoksa düşüncenin gerçeklik yorumu mudur? Aristoteles ‘dil dünya bağı’nı ‘dil bilinç
bağı’ bağlamında tartışma konusu yapar; çünkü hakikat sorunu gerçekliğe ilişkin
dilsel bir sorundur. Düşünce, dilin kurucu öğeleri aracılığı ile gerçekliğe ilişkin
hakikat tasarımını sunar.165 Kavramlar şeylerin bilinçteki simgeleri olduğuna göre,
hakikat gerçeklik ile ötüşmede görünür. Bu çözümleme kategorilerin anlam teorisini
içerir. Burada sorun, gerçekliğe ilişkin dilin hakikat derecesini belirleyenin ne
olduğudur. Yorum Üzerine’de bu sorun önermelerin çelişik yapısı aracılığı ile
tartışılır. Aristoteles’in anlamak istediği bir tarafı doğru karşıtının ise yanlış olduğu
tezlerin, gerçekte ise diyalektik önermelerin niteliğini anlamaktır. Ancak, göz önüne
alınması gereken konu, Aristoteles’in burada bir diyalektikçi gibi düşündüğüdür. Bu
nedenle Aristoteles’in Yorum Üzerine’de araştırmalarında diyalektiği bir araştırma
metodu olarak işlediği tarzında okumak olanaklıdır.
Aristoteles tartışması boyunca önermeleri çelişkileri ile birlikte ele alır. Bir
şey hakkında olanaklı en az iki karşıt önerme dile getirmek olanaklıdır. Etik kitapları
bu örneklerle doludur. Eudemos’a Etik’in açılış problemi (1214a) “iyi, güzel, hoş”un
nasıl farklı kullanımlarda sunulabileceği tartışmanın akışında sergilenir. Terimlerin
tanımına ilişkin bu çelişiklik gerçekliğin ya da konunun niteliğinden mi kaynaklıdır
yoksa dilin bir niteliği midir? En azından, Aristoteles önermenin dilin kurucu öğeleri
aracılığı ile karşıtlığın dilsel bir şey olduğu konusunda bir düşünceye sahiptir. Bu
nedenle hakikate ilişkin bir çözümleme, önermeleri karşıtları ile birlikte ele
almalıdır. Aristoteles birbirlerini gerektiren ya da değilleyen önermelerinin hangileri
164
Önermelerin olası karşı olum türlerinin listesini belirler. Bunlar dörttür: (1) karşılıklı bağlantı
(örneğin: iki kat, yarım); (2) karşıtlar (örneğin: iyi-kötü); (3) olumlu ve yoksunluk (örneğin: gören,
kör); (4) olumlama ve olumsuzlama (rahat-rahat olmayan) (C., 10).
165
‘Dilde düşüncenin’ varlığını ve ‘dil formları ile objelerin formları’nın uygunluğu problemini
Aristoteles işler. “Aristoteles düşüncemizin objeleri yansıttığı; konuşmamızın da düşünmeyi tam ve
dost doğru olarak yansıtmakta olduğu kanısındadır. Onun için Aristoteles, dilin yapısının objelerin
yapısını yansıttığına inanır ve onun ilkece ontolojik olan mantığı, bundan dolayı geniş ölçüde dili çıkış
noktası olarak alır” (von Aster, 1994: 15).
99
olduğuna bakarak olası bütün karşıolumlar aracılığı ile sorgulamanın ya da diyalektik
eleştirinin bilgisini oluşturmaya çalışmaktadır. Platon’un uyguladığı gibi, Aristoteles
de hakikat bilgisinin elde edilmesi için karşıt önermelerin içinden geçmenin
diyalektik bir uslamlamayı gerektirdiği sonucundan hareket eder. Topikler’de
diyalektiğin “felsefi bilimler” için yararı ‘bir konunun iki tarafını görme gücü’ (T.,
101a 35-101b) olarak belirlenirken, hareket edilen diyalektiğin çelişik konuların
içinden geçerek hakikati kurma gücüdür.
Aristoteles’in dilsel soruşturmalarda amacı, doğruluk ve yanlışlık açısından
önermenin denetlenebilirliğinin koşullarını belirlemektir. Bunun için de önermenin
kurucu öğelerini teknik terimler ile ele alır. Aristoteles önermeyi, temel öğeleri olan
‘ad’ (onoma)166 ve ‘fiil’ (rema)167 terimini ‘dır’ koşacıyla bağlayarak oluşmuş
anlamlı bir yargı ifadesi olarak çözümlemektedir. O, önermeleri ‘ad’ ve ‘fiil’lerden
kurulu yapılar olarak belirlemesine ek olarak ‘dır’ ekini üçüncü öğe olarak
önermenin asıl elemanına dönüştürür. Aristoteles koşacı ‘belgisiz isim’ (örneğin,
‘insan değildir’) türünün oluşmasına olanak sağlayan gramer koşulu olarak belirler.
Buna göre, olmayan şeyler hakkında da konuşmamızı sağlayan yine aynı dilin
koşullarıdır. Yorum Üzerine bu türden isimlerin çözümlenmesidir. Bu çözümlemeye
göre, olumlu ya da olumsuz yargılar ya da karşıtlar çifti, zorunlu olarak bir fiilin ‘dır’
aracılığı ile nesnesine yüklenmesinden oluşur. ‘Dır’ eki yargıyı bildirmek kadar,
zamanı da vurgulamaktadır: ‘insan vardır’-‘insan yoktur’; ‘her insan vardır’-‘her
insan yoktur’; ‘her insan olmayan vardır’-‘her insan olmayan yoktur’ (In., 19b 5-18).
Buna göre bir önermenin çelişiğine olanak sağlayan ‘dır’ ekidir.168 Aristoteles varlık
ifade eden ‘dır’ ile gramer bağlamındaki ‘koşaç’ olan ‘dır’ arasındaki ilişki hakkında
ayrıntılı bir çözümleme yapmamaktadır. Önermenin isim ve fiil bölümlenmesi ona
yeter. Onun tanıtlamaya çalıştığı önermenin doğruluk koşullarının bilgisidir.
166
ονομα (onoma): Gramerde ‘isim’ (L.&S.).
ρημα (rema): Gramerde ‘fiil’ (L.&S.).
168
‘Adil’ niteliğini ‘insan’a yüklerken ‘dır’ olumlu ya da olumsuz tarzda yüklemeye olanak
sağlamaktadır.
1- ‘İnsan adildir’
2-‘insan adil değildir;
(1’in değillemesi)
4- ‘İnsan adil olmayan değildir’, 3- ‘İnsan adil olmayandır’
(3’ün değillemesi)
Burada ‘değildir’, ‘dır’ aracılığı ile ‘adil’ ile ‘adil olmayan’a ekleniyor (In., 19b 25; benzer diziliş
Pr.A., I. 46).
167
100
O, öncelikle sözün nesnesi ile ilişkisine bakar. ‘Söz’ (logos) tek tek cisimlerin
değil, bu cisimlerin ‘ruh’taki etkilenimlerin simgesidir; yazı da sözün simgesi.
Aristoteles aynı göstergelerin herkesin ruhunda aynı etkiyi yapacağını, Ruh Üzerine
III.3-8’de açıklandığı gibi, ‘tasarımları aynı olanlar’ aynı şeyin etkisi altında
kalacağını varsaymaktadır. Bu durumda doğruluk yanlışlık tekil sözcüklerde değil,
onların birleşmelerinde ortaya çıkar. “Adlar ve fiiller, kendi başlarına birleşmesiz ve
ayrılmasız kavramlara benzer.” ‘İnsan’ ve ‘beyaz’ örneğinde olduğu gibi terimler
eklenmediğinde ifade ne yanlış ne de doğru olurlar. Bunun gibi “Tragelapos (keçigeyik) da bir şey anlatır, ama mutlaklık ve zamana bağlı olarak varolup olmadığı
eklenmemişse, ifade doğru ya da yanlış olamaz” (In., 16a 3-18). Bu durumda tekil bir
ad anlamlı bir bütündür. ‘İnsan’ın çelişiği olan ‘insan olmayan’ bir ad değildir; çünkü
verili bir karşılığı yoktur. Bunun gibi fiil de bir bütün olarak anlamlı olan zamanı
imleyen bir sözcüktür. Zaman her koşulda cismine yüklenilen bir imdir (In., 16a 1916b 18). Öyleyse bir önerme ad ve fiil aracılığı ile doğru ve yanlış bir beyanda
bulunan bir tümcedir (In., 17a 1-6). Bir ifadeyi ‘bildiri’ yapan ‘dır’ koşacıdır. ‘İnsan’
sözcüğü kendi başına bir bildiri niteliği taşımaz. Bu ekleme ile bir şey hakkında
olumlu ya da olumsuz bir yargı bildirilir; bu bildirilen önerme yalın bir önermedir
(In., 17a 10-12). ‘Olumlama’ (kataphatikos) bir şeyin bir şeye bağlanması,
‘olumsuzlama’ (apophasis) ise bir şeyin ayrılarak öne sürülmesidir. Bu bağlamda
çelişik (antiphasis) düşünme olanaklıdır. Yani, olan bir şeyin değillenerek öne
sürülmesi ya da olmayan bir şeyin olduğunu ileri sürmek olanaklıdır (In., 17a 25-37).
Bu ‘çelişme’ olsun, evetlemeyi ve değillemeyi de ‘çelişmeler’ olarak adlandıralım.
“Aynı şey konusunda aynı şeyin olumlanması ile olumsuzlanmasın çelişik olduğunu
söylüyorum, ama eş adlı (homonymously) değil” (In., 17a 35-37). Öyleyse
Aristoteles için çelişik bir yargı, hakkında konuşulan nesnenin bir niteliği değildir.
Herakleitos’un sürecin ontolojik çelişkisi türünden değildir. Tersine, çelişik olan
dilin gerçekliği olumsuzlayacak biçimde kurulmasıdır. Bu açıdan Yorum Üzerine’de
Aristoteles’in çelişik önermesi gerçeklikten kopuk değildir; yani henüz bütünüyle
soyut bir mantıksallık içermemektedir.
101
Buna göre çelişik önerme, olumlamanın ve olumsuzlamanın hakkında
konuşulan nesnenin tersi bir durumuna ilişkin kullanıldığı bir yargıdır. “Olanın
olmadığını, olmayanın olduğunu; olanın olduğunu, olmayanın olmadığını öne
sürmek olanaklı olduğundan şimdiki zaman dışındaki zamanlar için de böyle
olduğundan, evetlenmiş her şeyin değillenmesi, değillenmiş her şeyin evetlenmesi
olanaklıdır. Öyleyse her olumlamanın zıddı bir olumsuzlama, her olumsuzlamanın
zıddı (opposite) bir olumlama olur.” Buna göre Aristoteles’in açıklıkla olumlamayı
ve olumsuzlamayı çelişik bir zıtlığın adı olarak kullandığı açıktır (In., 17a 25- 37).
Çelişme “kendi başına ara terimi bulunmayan bir karşıolumdur”; çelişik önermede
bir şeyin bir şeye bağlanarak doğrulanması ‘olumlamadır’, bir şeyi bir şeyden
ayırarak yanlışlayan parçası ise olumsuzlamadır (Po.A., 72a 6-14). Nesnesi
hakkındaki bilgiyi bütünsel kaplamıyla olumlayan bir önermeyi bütünsel kaplamıyla
olumsuzlayan bir diğer önerme çelişik bir önermedir. Örneğin, ‘her insan beyazdır’‘her insan beyaz değildir’, ‘her insan adildir’-‘her insan adil değildir’. Bu önermeler
nesnesine ilişkin aynı zamanda doğru olmaları olanaksız önermelerdir (In., 17b 1725). Açıktır ki, Aristoteles çelişkiyi aynı nesneye ve aynı zamana ilişkin bir birini
değilleyen yargılar olarak görmektedir. Yargı, gerçeklik ve zaman tarafından
sınırlandırılmıştır. Gerçeklik ya da aynı gerçekliğin bir sonraki zamanı için
önermenin değerliliği değişebilir ve bu önceki söylenenin çelişiği olmaz. Bu nedenle
aynı şeyin çelişkisi aynı zamana ve aynı bütünselliğe ilişkin çelişkidir. Bütün
kaplamıyla alınmış tümellerin çelişkilerinin birinin doğru ötekinin yanlış olmasının
zorunluluk olması gibi, bu durum tekiller konusunda da böyledir. Örneğin ‘Sokrates
beyazdır’- ‘Sokrates beyaz değildir’. Ancak bütünsel kaplamıyla alınmamış tümel
önermeler için her zaman biri doğruyken diğeri yanlış değildir; “çünkü aynı zamanda
‘insan beyazdır’-‘insan beyaz değildir’, ‘insan güzeldir’-‘insan güzel değildir’ demek
doğrudur. Çünkü çirkinse, güzel değildir” (In., 17b 26-34). Güzel olmayan insan da,
beyaz olmayan insan da vardır. Bu durumda ‘beyaz’ ‘insan’ın bütün kaplamını
oluşturmayacağı için, ‘insan beyazdır’ önermesi doğru olsa da, ‘insan beyaz değildir’
önermesi de yanlış değildir. Ancak bu diyalektik bir çelişki değil, sadece insanın
farklı renklerde olabilmesinden dolayı, insan tanımını tek renkle sınırlamada doğan
yanlışlıktır. Aristoteles için çelişik olan, nesnesini bütünsel olarak kapsayan tanımın
gerçekliği ile uyuşmamasında ortaya çıkmaktadır.
102
Bir önermenin olumlaması ya da olumsuzlaması gerçekliği ile örtüşmemesi
durumunda önerme yanlıştır. Buna göre “olanlarda ve olmuş olanlarda olumlamanın
ve olumsuzlamanın doğru ya da yanlış olması bir zorunluluktur.” Tümellerde olduğu
gibi tekillerde de çelişik önermelerden birisi doğruyken diğeri yanlıştır. Ancak
bütünsel kaplamıyla alınmamış tümellerde ve olmakta olan tekillerde bu zorunluluk
söz konusu değildir (In., 18a 28-33). Bu durumda “her olumlama ya da olumsuzlama
doğru ya da yanlış olsa her şeyin ya olması ya da olmaması gerekecektir.” Bir şeyin
olacağı diğerinin ise olmayacağı söylendiğinde –aynı anda ikisi de doğru
olmayacağına göre- birisinin doğru olması zorunludur. Bir şeye ilişkin ‘beyazdır’ ya
da ‘beyaz değildir’ ifadesinin doğrulanabilmesinin ya da olumsuzlanabilmesinin
koşulu, o şeyin beyaz olup olmaması ile olanaklıdır. Ancak bu durumda
olumlamanın ya da olumsuzlamanın doğru olması bir zorunluluk olur; çünkü
belirsizlik yoktur (In., 18 34-18b 9). Öyleyse Aristoteles’e göre hakkında konuşulan
nesneye ilişkin yapılan belirlemenin, ancak o nesnenin tekliği ve içinde bulunduğu
zaman için doğru ya da yanlış olabilir. Bununla birlikte çelişik olan, aynı koşullar
içindeki nesneye ilişkin kurulan önermenin olumsuzlamasıdır. Önermenin doğruluk
değerini de belirleyen bu belirlenmiş koşullardır. Bu durumda Aristoteles önermenin
denetlenebilirliğini,
önermenin
nesnesi
hakkında
konuştuğu
zamanın
sınırlandırılması ile sağlamaktadır. Buna göre elbette ki ‘Tragelapos’ (keçi-geyik)
adıyla bir şey anlatılır; ancak bu anlatının mutlaklığı ancak verili zamana bağlı olarak
denetlenebilir; aksi halde onun doğru ya da yanlış olduğu denetlenemez (In., 16a 318).
Önermenin zamanı ve zorunluluğu hakkındaki tartışmalar Aristoteles’i başka
bir tartışmanın içine, her önermenin şimdi ve geçmiş hakkında olabileceği gibi
gelecek hakkında doğru ya da yanlış olup olmayacağı tartışmasının içine çeker.
Önermelerin çelişiklerinden birisinin doğru ya da yanlış olması zorunluluğu, gelecek
için varsayılan bir önermenin de çelişkilerinden birisinin doğru ya da yanlış olmasını
gerektirmektedir. Buna göre “yarın deniz savaşı olabilir” önermesinin ya olumlaması
ya da olumsuzlaması doğru olacaktır. En azından Aristoteles’in mantıksal çelişki
kavramı uçlardan birisinin doğruluğunu zorunlu varsaymaktadır. Mantıksal açıdan
zorunlu olan bu çelişki gerçeklik açısından nasıl denetlenecektir? Aristoteles
103
problemi oldukça önemli bir noktaya getirir: Bu problem diyalektiği felsefe için bir
metoda dönüştürebilir; çünkü Aristoteles ‘gerçeklik’ ile ‘olanaklı’ arasında bir bağ
kurarak (In., 13) sorunu aşmaya çalışmaktadır.
Şimdide ve geçmişte olanların olumlanmasının ya da olumsuzlanmasının
doğru ya da yanlış olması bir zorunluluktur (In., 18a 28). Ancak Aristoteles’e göre
her olumlamanın ya da olumsuzlamanın doğru olacağının varsayılamayacağı; çünkü
bu durumda hakkında konuşulan her bir şeyin ya olması ya da olmamasının gerektiği
gibi bir sonucun ortaya çıkması söz konusu olur ki, bu durumda aynı şey hakkında
‘var’ ve ‘yok’ diyenler konusunda kimin doğru olduğu belirlenemez kalacaktır. Oysa
böyle bir belirsizlik yoktur; çünkü en az birisinin doğru söylediği açıktır (In., 18a 3418b 9).
Aristoteles bir adım daha atarak, şu an bir şeyin ne olduğuna bakarak
geçmişte onun gelecekte bu şey olacağını söylemiş olmanın doğru olacağını
varsayar. Örneğin bir şey şimdi beyaz ise, onun olmuşluğuna uygun olarak, bu şeyin
beyaz olacağını geçmişte söylemek her zaman doğru olurdu; çünkü “hiçbir şey ne
belirsiz ne de gelişigüzel” değildir; “çünkü gelişigüzel olsaydı zorunlu olmazdı” (In.,
18b 10-16). Bu çok da güçlü olmayan argüman aracılığıyla Aristoteles gerçeklik ile
gerçekleşmesi zorunlu olan arasındaki bağlantıyı kurarak gerçekleşmemiş olan
hakkındaki önermenin geçerliliğinin koşullarını araştırır. “Yarın ne olacaksa, ne
olmayacaksa, belirsiz olmayabilir: bir deniz savaşı”nın olacağını söylemek
olanaklıdır; bu durumda ise “bir deniz savaşının ya olması ya da olmaması
zorunludur” (In., 18b 20-25). Aristoteles deniz savaşının ya olmasını ya da
olmamasını analitiğin çelişki kavramına bağlı kalarak varsaymaktadır; ancak ‘hem
olur hem de olmaz’ deseydi diyalektiğin çelişki kavramına bakarak konuşmuş
olurdu. Bu durumda da diyalektik çelişkinin doğrulayıcısı olarak sürece bakmak
gerekirken, analitiğin çelişkisinin doğrulayıcısı olarak sonuca, yani olaya bakmak
yetmektedir.
Ancak Aristoteles uslamlamasının geldiği noktadan çok da memnun değildir;
çünkü çelişkinin uçlarından birisi zorunlu doğru olacaksa, hiçbir şey belirsiz değilse,
104
her şey zorunluluktan dolayı varsa bu durumda düşünerek eylemenin anlamı kalmaz.
Öyle ki, “böyle yaparsak böyle olacak, böyle yapmazsak böyle olmayacak” diye
düşünmek gerekmeyebilir. Bu durumda da “birinin bir şeyin on bin yıl sonra
olacağını, birinin de olmayacağını söylemesine hiçbir engel” kalmamaktadır. Ancak
gerçeklik birisinin olumlamasına ya da değillemesine göre değişmez. Gerçeklik
nasılsa öyledir. “Olumlamaktan ya da olumsuzlamaktan dolayı öyle olacak ya da
öyle olmayacak değildir; herhangi bir zaman yerine, on bin yıl sonra da olacak ya da
olmayacak da değildir. Şeylerin durumu her zaman ikisinden biri doğru olacak
biçimde olsaydı, o şeyin olması zorunlu olurdu” (In., 18b 26-19a 6). Aristoteles her
ne kadar gerçekliğin fiziksel zorunluluğunu ölçüt alıyor gibi görünse de, burada
sözünü
ettiği
zorunluluk
çelişkinin
iki
ucundan
birisinin
gerçekleşeceği
zorunluluğudur. Ancak o, olumlu ve olumsuzluğun zorunlu seçenek olması dışında
bir de ‘belirsizlik’ seçeneğine kapı aralamaktadır. Çünkü her şey zorunluluktan
dolayı oluşmaz; örneğin kumaşın kesilmesi olanaklıdır, ama kesilmemesi de
olanaklıdır. “Açıktır ki her şey zorunluluktan dolayı olmaz da oluşmaz da: Kimi
şeyler belirsiz biçimde olur, ne evetleme ne de değilleme daha çok doğrudur; kimi
şeylerde ise biri daha çok, daha baskın, ama ötekinin olup berikinin olmaması olası
değildir” (In., 19a 6-21).
Aristoteles Megara Okulunun geleceğe uyguladığı çelişmezlik ilkesini
çürütmeye çalışmaktadır. Megaralı söylem ‘doğru olanın doğru, yanlış olanın yanlış’
olmasının ezeli ebedi bir ilke olmasından hareketle geleceğe ilişkin önermelerin
çelişik uçlarından ancak birisinin doğru olduğu savını temellendirmeye çalışır. Bu
bağlamda her şey ya zorunludur ya da olanaksızdır. Bu da Elealı varlık anlayışında
olduğu gibi, varolan ile varolmayan arasında bir uçuruma yol açar. Aristoteles bu
yaklaşımı Metafizik IX. 3’te Megaralıların “eylem” ve “eylemek” kavramlarını
özdeşleştirmesinden (M., 1046b 18) kaynaklı bir hata olarak çürütmeye çalışır.169 Bu
169
Aristoteles’e göre Megaralılar: (1) Eylem olduğunda eylemden kaynaklı sonucun-işin olduğunu,
fiil olmadığında sonucun da olmadığı savından hareketle ‘bina yapmayanın bina yapma gücünün sona
erdiğini’, yani mimarın ev yapma bilgisinin ev yapma eyleminde bulunma anında gerçek olarak
varolduğunu, bina yapma işi bittiğinde ise bu gücün kaybolduğunu varsaymaktadırlar. Haklı olarak
Aristoteles de, mimarın yeniden ev yapma işine kalkıştığında bu gücü yeniden nasıl edindiğini sorar.
(2) Gerçekleşme gücünden yoksun olan, olanaksız olan ise olmayanın hiç bir zaman olmayacaktır. Bu
durumda da olanaksızın olduğunu söylemek hatalı olacaktır. Aristoteles’e göre Megaralıların bu savı
oluşu ve hareketi ortadan kaldırmaktadır. Bir şey ne durumdaysa hep o durumda kalacaktır.
105
yaklaşıma göre ‘ev yapan ancak ev yaptığı anda ev yapma bilgisine sahiptir’; ev
yapma eylemi bittiğinde ev yapma olanağı da bitmiştir. Aristoteles bu sorunu Yorum
Üzerine (23a 7-18)’de ‘olanak’ problemi ile çözümler. “Örneğin yürüyen birisinin
yürümesinin olanaklı olması” gibi, doğru ve yanlış bilginin hakkında konuşulan
şeyin kendisi ile uyum halinde olma derecesine göre değiştiği yaklaşımdan hareketle
çözümlemeye çalışır. Doğru ve yanlış olan şimdi ya da geçmişteki gerçek olan ile
ilgilidir, belirsiz olan ise mutlak olmadığı için belirsiz çelişik olanla ilgilidir.
Geleceğe ilişkin çelişik bir önermede iki uçtan herhangi birisi diğeri kadar doğru
olma olanağına sahiptir. Bugün olanın geçmişte söylenmiş olma olasılığını dikkate
alarak ‘yarın deniz savaşı olacağını on bin yıl önce söylenmiş olabileceğini’
varsayar. Böyle bir sav doğru idiyse, bunun doğruluğu geçmiş hakkındaki bir
gerçekliğe aittir. Geçmiş değiştirilemez bir gerçeklikse, bu durumda geçmişe ait
ifadenin doğruluk değeri de değiştirilemez.
Olanın olduğu zaman olması, olmayanın olmadığı zaman olmaması bir zorunluluktur.
Ancak her olanın olması, her olmayanın olmaması zorunlu değil. Çünkü olanın her
şeyin olduğu zaman zorunluluktan dolayı olması ile mutlak olarak zorunluluktan
dolayı olması aynı şey değildir. Çelişme konusunda da uslamlama aynı: Her şeyin
olması ya da olmaması, olacak olması ya da olacak olmaması zorunlu. İkisinden
birinin ayrı olarak söylenmesi zorunlu değil. Örneğin, ‘yarın bir deniz savaşının
olacağı ya da olmayacağı’ zorunlu, ancak yarın bir deniz savaşının olması da zorunlu
değil, olmaması da. Oysa olması ya da olmaması zorunludur. Öyleyse sözlerin doğru
oluşu şeylerinkiyle aynı ise, açık ki böyle olan her şeyin belirsizce karşıtlarını kabul
edecek biçimde olması, çelişmenin de böyle olması zorunludur. Bu sonuç her zaman
olmayan şeylerle her zaman olmaması olmayan şeylerde çıkıyor. Çünkü bunlarla
çelişmenin yanlarından birisinin doğru ya da yanlış olması zorunluluk ama, kesinlikle
şunun ya da bunun olması değil, ikisinden herhangi birisinin olması; ikisinden birinin
daha çok değil; önceden de kesinlikle doğru ya da yanlış olmayacaktır; önceden de
kesinlikle doğru ya da yanlış olmayacaktır (In., 19a 23-40)
Aristoteles çelişkinin üyelerinden birisinin kesin olarak yanlış diğerinin ise
kesin olarak doğru olduğunu kabul ettiği için, ona göre iki uç aynı anda ne yanlış ne
de doğru olabilir. Çelişkisizlik onun Metafizik’inin temel mantıksal terimi olmasına
rağmen, yine de Yorum Üzerine’de gelecek hakkındaki önermelerde kimi olasılıklar
olabileceğine açık kapı bırakır.170 Açıktır ki, her karşı olumlama ya da
Aristoteles’e göre Megaralılar eylem ve eylemin sonucu olan işi birbirine karıştırmaktadır. Sonuç
olarak Aristoteles için: “Bir şey, varolma gücüne sahip olabilir ama varolmayabilir; varolmama
gücüne sahip olabilir ama varolabilir” (M., 1046b 30-1047a 30).
170
Aristoteles Poetika’da tragedyanın ozanının ‘zorunluluk yasalarına göre olanaklı olanı’ anlattığını
varsayarak onu tarihçiden ayırır. Tarihçi ‘olan’ı anlatırken, sanatçı ‘olabilir’i anlatır (P., 1451a 361451b 10).
106
olumsuzlamadan birisinin doğru olması zorunlu değildir. Buna göre Aristoteles
önermeleri, Analitikler’e bağlı olarak171, ‘olanaklı’, ‘olası’, ‘zorunlu’ ve bunların
çelişkileri olarak sınıflandırır (In., 12). Önermeleri sınıflandırmak, yargının
gerçeklikle olan ilişkisini düzenlemektir. Bu da önermenin değerlendirilebilmesine
olanak sağlamaktadır. Yine de Aristoteles “zorunlu olandan olanaklı çıkar” dese de
(In., 23a 17), deniz savaşının olasılığın mantıksal çelişkisi tarafından değil, gerçeklik
tarafından koşullandırılmış olduğunu atlıyor görünmektedir.
Önermelerin çelişik niteliğinin diyalektik için anlamı nedir? Diyalektik bir tez
çelişik bir tezdir. Bu nedenle Aristoteles diyalektik soruyu tek bir yanıtı olan bir soru
türü olarak düşünmez. Diyalektik bir soru her zaman için çelişik uçlu bir sorudur. Bu
durumda yanıt tek yönlü olamaz; “çünkü ne soru tektir ne de karşılığı doğru olabilir.”
Bu durumda diyalektik soru, “Bu nedir?” tazında değil, çelişkili iki uca işaret eden
“bu mu, şu mu” tarzındaki sorulardır (In., 20b 20-30). Aristoteles Topikler’e (VIII. 7)
göndermede bulunarak diyalektik bir sorunun, soran açısından olduğu kadar
yanıtlayan açısından da bazı kuralları içerdiğini vurgulamaktadır.172 Yanıt
önermeleri, karşıtları içinden bir seçim ile değil, tersine, çelişik uçlardan birisinin
değillenmesi diğer ucun da tanıtlanması aracılığı ile olanaklıdır. Bu da diyalektiğin
bilimsel bir metot olarak kullanımı için daha Topikler’in ilk cümlesinde öngörülen
‘diyalektiğin bir sav ileri sürüldüğünde savla çelişmemeyi sağlayan bir metot’ olması
(T., 100a 22) düşüncesini güçlendirir. Bu nedenle diyalektik uslamlama çelişiklerin
arasından geçip onları kabul edilebilir çelişkisiz bir sava indirgemeye çalışan bir
uslamlama metodudur. Rakibin savının çelişkili olduğunu tanıtlamak salt düşüncenin
olumsuzlanması adına değil, tersine hakkında konuşulan konuya ilişkin hakikatin
önündeki bulanık kanaatleri ortadan kaldırmak içindir. “Dolayısıyla diyalektikçinin
işinin, genel ilkeler boyunca oluşan ne kadar düşünme yolu olduğunu,- bir
çürütmenin gerçek ya da anlaşılır olduğunu, diyalektik ya da diyalektik gibi
göründüğünü, ya da değerlendirmeye uygun olup olmadığını- anlamak olduğu
açıktır”
(SR.,
170b
8-11).
Bu
nedenle
Aristoteles
‘diyalektik
argümanı
171
Birinci Analitikler’de öncül önermeler: (1) assertorik, apodeiktik, problematik; (2) olumlu ve
olumsuz; (3) tümel, tikel ve belirsiz olarak tartışılır (Pr.A., I. 2-3).
172
Diyalektik bir soru, yanıtlayana ‘evet’ ya da ‘hayır’ olanağı kadar, ‘bilmeme’ hakkını da
vermelidir (T., 160a 17-34).
107
endóksa’lardan hareketle ileri sürülen savın karşıtını tanıtlamak’ (SR., 165b 3-4)
olarak tanımlarken, buradaki çelişik olan gerçekliğin olumsuzlamasıdır. Aristoteles
için sorun diyalektik önermenin niteliği olduğu kadar, onun argüman formudur da.
I.6. Topikler’de Diyalektik Argüman Türleri Olarak Epagôgê ve
Sullogismos
Aristoteles, diyalektik önermenin, problemin ve argümanın niteliğini
belirledikten sonra diyalektik argüman formunun türlerini listeler. Sonradan
Aristoteles’in analitiği ile bilimsel bilgi teorisini oluşturan bugün “modern” mantıkta
“tümevarım ve tümdengelim”173 olarak bilinen epagôgê ve sullogismos’tur.
Aristoteles Topikler’de epagôgê174 (indüksiyon) ve sullogismos (dedüksiyon) (T.,
105a 10-11) olarak adlandırdığı diyalektik argüman türlerini, Analitikler’de,
diyalektikten bağımsız iki ayrı bilimsel tanıtlama formu olarak açıklar. Ancak
Aristoteles Analitikler’de sullogismos ve epagôgê’yi bağımsız uslamlama formları
olarak konumlandırsa da, terimlerin anlam ve işlevi Topikler’deki tanımlamaya
bağlılığını sürdürmektedir. Sadece Aristoteles bu ikinci görünümün diyalektik ile
olan bağını ihmal etmektedir.
Bu her iki bilme metodu da, her öğretme ve öğrenim gibi, önceden bulunan
bilgiden yola çıkar. Tekil olanlara bakıldığında bu açık: matematiksel bilimler ve
öteki sanatların175 her biri bu yolla elde edilir. Benzeri olarak tasımsal tanıt ya da
tümevarımla yapılan uslamlamalarda176 da bu böyle; bunların her ikisi de (zaten
173
Diyalektik formlar PUP edisyonunda “induction” ve “deduction” ile karşılanırken, LCL ve RH
edisyonunda “induction” ve “reasoning” ile karşılanır.
174
έπαγωγή (epagôgê): bir yere doğru ‘getirme’: bir saldırı, hücum; Mantıkta: tümel bir sonuca
yönlendirmek için ‘tikel örneklerin bir miktarını getirme’; ‘indüksiyondan hareketle kurulan
argüman.’ έπάγω (epago): (-e doğru) getirmek ya da ‘yönlendirmek’; yazıda: ‘(kanıt) ileri sürmek’,
‘alıntılamak’, ‘bahsetmek’; (…) (L.&S.).
175
Burada kullanılan τέχνη (tekhne) sözcüğü sıklıkla üretken (teorik olana karşı olarak) bilimin
düşüncesini örtmek (100a 9) anlamında kullanılıyor.
176
Açık olarak Aristoteles burada, (olasılıkların –probabilities anlamı aracılığı ile ikna amacında olan)
retorik ve (sadece hakikati keşfetmek ve tanıtlamak için araştıran) bilimden farklı öğrenmenin anlamı
olarak “diyalektiği” düşünüyor. Aristoteles için diyalektik, gerçek ya da hayali rakip ile yapılan
tartışmalara mantıksal metodun uygulanmasıdır; diyalektik yanılmaz araç değildir; bilimin ne
öncülleri ne de sonuçları zorunlu doğrudur, fakat (esaslı bir şekilde kullanılan) diyalektik bilime
yardımcı olmak için yararlı olabilir.
108
bilinen, farkında olunan gerçeklerle) öğretim yaparlar: birinciler kabul edilen
öncülleri alır, ikincisi tekilin açık olmasıyla tümeli gösterir. Retorik uslamlamaların
ikna etme tarzı da aynı: ya bir çeşit tümevarım olan örnek177 vermeyi ya da bir çeşit
tasım olan entimemi [eksik önermeli tasımsal tanıt]178 kullanır (Po.A., 71a 1-11).
Aristoteles bu terimleri diyalektik bir uslamlamayı sofistik bir uslamlamadan
ayıran (SR. 165b 27) formlar olarak belirlemek için kullanırken, aynı terimleri
Retorik’te retoriğin türleri olarak da göstermesi, retorik ile diyalektiğin iç içe
girmesine yol açan yorumlara kapı aralamaktadır. Nasıl ki “diyalektikte olduğu gibi,
bir yanda tümevarım (epagôgê) diğer yanda tümdengelim (sullogismos) ya da
görünüşte tümdengelim vardır”; bunlar, aynı şekilde retorik için de geçerlidir (R.,
1356b 1-2). Ancak yine de Aristoteles epagôgê’yi karşılayan ‘paradeigma’ ve
sullogismos’u karşılayan ‘enthumêma’ (R., 1356b 2-5) terimleri aracılığı ile
diyalektik ve retorik arasında doğabilecek bir özdeşlik yorumunun önüne geçmiştir.
Ancak Aristoteles’in bildirdiği diyalektik uslamlamanın bu iki formu
belirlemesinde bir sıkıntı görünmektedir: Bu, Aristoteles’in daha yukarıda ‘tasımsal
tanıt’ (sullogismos) türlerini belirlerken (T., 100a 25-101a 15) yaptığı sınıflamadan
kaynaklanmaktadır. Buna göre ‘diyalektik tasımsal tanıt’ (dialektikos sullogismos),
‘tasımsal tanıt’ın (sullogismos) dört ayrı formundan birisidir. Oysa buradaki
belirlemesinde sullogismos’u diyalektiğin bir argüman formu olarak bildirmektedir.
İkinci diyalektik argüman formu da epagôgê’dir. Burada Aristoteles’in bir anlatım
hatası yapmamış olduğu varsayıldığında, onun bu son belirlemesinde diyalektik
uslamlamayı daha genel bir uslamlama formu olarak düşündüğü varsayılabilir. Eğer
diyalektik daha üst bir uslamlama ise, bu durumda sullogismos ve epagôgê diyalektik
uslamlamanın tanıtlamadaki görünümleridir; yani bu iki teknik ile diyalektik
uslamlama uygulanmaktadır.179
177
Pr. A., II. 24
Pr. A., 70 a 10-24.
179
“Topikler’de Aristoteles’in tümdengelimden aynı türden örnekler veren bir diyalektik türü olarak
söz ettiği doğrudur [105a 10-9]. Fakat şurası kesin ki, o çelişkisizlik ilkesine ya da töz, öz ve biçim
arasındaki uygun ilişki (Metafizik VII), ya da ilk hareket ettirici (Fizik VIII) ya da kendinden önce
gelenlere dair Metafizk I’de, De Anima I, Nikomakos’a Etik I vs. deki incelemelerine dair yürüttüğü
tartışmaları ‘tümdengelimsel’ olarak görmedi. Bu argümanların hangi anlamda tümdengelimsel
olduğu en azından bana açık görünmemektedir” (Burke, 1967: 389).
178
109
Aristoteles Topikler’de sullogismos’un ne olduğunu daha önce (T., 100a 2530) söylediğini hatırlatarak onu açıklamadan180 aynı paragrafta, epagôgê’nin
niteliğini açıklar. Buna göre “tümevarım (epagôgê) parçalardan tümele geçmektir.”
Aristoteles’in verdiği örneğe göre tümevarım tekilin yüklemini tekrarlayan öznelerin
durumundan hareketle yüklem hakkında oluşturulan bir sonuç yargısı olmaktadır.
“Örneğin eğer teknik bilgisi en iyi olan en iyi dümenciyse ve teknik bilgisi en iyi
olan yarış arabası sürücüsü en iyi sürücüyse, o halde, genelde, teknik bilgisi en iyi
olan insan kendi görevlerinde en iyi olan insandır.” Aristoteles bu türden bir bilginin
açık olduğunu ve bu türden yapılacak bir uslamlamanın herkesin anlamasına açık
olduğunu düşündüğü için tümevarımı daha ikna edici bulur. “Tümevarım daha ikna
edici ve daha açıktır: duyuların kullanımıyla daha kolay öğrenilir ve genellikle insan
yığınına genel olarak uygulanabilir; fakat sullogismos daha zora dayanaklı ve
çelişkili insanlara karşıdır” (T., 105a 10-20). Bu nedenle Aristoteles sullogismos’u
diyalektikçilerin kendi aralarındaki bir uslamlama metodu olarak görürken,
epagôgê’yi daha çok sıradan insana karşı tanıtlamalarda kullanılabilecek bir
uslamlama türü olarak görmektedir (T., 157a 17-20). Bu anlamda epagôgê, ‘tartışma
metodu olarak diyalektik’in uygulanmasının olanağı sağlamaktadır. Diyalektiği
kullanan Sofistik tartışmada, rakibin savı tümevarımdan elde edilen sonuç aracılığı
ile yıkılmaya çalışılır (T., 112a). Bu ayrım ve belirleme, Aristoteles’in epagôgê’yi
pratik kanıtlamalı uslamlamalara ya da diyaloglarla düşünmeye daha yakın
bulmasından kaynaklıdır. Bu nedenle o, bu türden bir uslamlamayı ilk olarak
Sokrates’in kullandığını varsayar.
Metafizik’te idealar teorisinin tarihsel kaynaklarını belirlemeye çalışan
Aristoteles, “ahlaki erdemler” konusunda konuşan Sokrates’in “tümel tanım” inşa
ederken (M., 1078b 17-18), onun tümevarımsal argümanlar (epaktikoi logoi)
kullandığını ileri sürer. Ona göre Sokrates ‘öz’ (to ti esti -essence) arıyordu; çünkü o
“tasımsal tanıtlama” yapmak istiyordu. Ancak “tasımsal uslamlamanın başlangıç
noktası özdür.” Bu başlangıç noktası olmadan bir tartışma olanaksız olduğu kadar, bu
dönemde varsayımsal kabullerden hareketle bir uslamlamanın yapılması henüz
keşfedilmediği için Sokrates’in argümanları sadece sorular ile sınırlı kalmıştı (SR.
180
Birinci Analitikler sullogismos’un, İkinci Analitikler epagôgê’nin niteliğine ilişkin bir
tartışmalardır; ancak buralardaki çözümlemeler Topikler’in bu varsayımlarının dışında durmaktadır.
110
183a 37-183b 14). Henüz diyalektiğin gücünü kimse “özün bilgisi olmaksızın
karşıtlar hakkında spekülasyon yapmak” olarak keşfetmemişti. Aristoteles bu
noktada Sokrates’e iki başarı atfeder: “tümevarımsal argüman” ve “tanım” (M.,
1078b 23-32). Aristoteles kendisinin anladığı anlamdaki “tümevarımsal argümanlar”ı
ya da “konuşma”ları (epaktikai logoi) Sokrates’in kullanmakta olduğunun
farkındadır.
Gerçekten
de
Sokratesçi
uslamlama
metodunun
bir
anlamda
Aristoteles’in apodiktik uslamlama türünün kaynağı konumunda olduğu açıktır.
Sokrates tümevarımsal konuşmaları, şeylerin özlerine, bu açıdan şeylerin tümel
tanımlarına götürmeye çalışırken kullanmaktadır. Ancak yine de epaktikai logoi’nin
Sokratesçi ya da Platon’un bağlamında Aristoteles’in epagôgê terimi ile aynı
bilimsel
bilginin
edinilmesi
anlamında
kullanıldığını
düşünmek
olanaklı
görünmüyor. Aristoteles en açık olarak epagôgê’yi Topikler’de tanımlar.
“Tümevarım tekil olandan tümel olana (kathόlou), bilinir olandan bilinmeze doğru
ilerlemelidir” (T., 156a 5-7).
Platon, Devlet Adamı’nda (278a-e), bilinir olandan bilinmez olana doğru
ilerleyen bir çözümlemeyi, bilgilenmenin metodu olarak uyguluyor görünüyor.181
Buradaki epagein fiili, Platon’un genel kullanımında, ‘(kanıt) ileri sürmek’,
‘aktarmak’, ‘bahsetmek’ anlamındadır.182 Platon’un diyaloglarında tekil bir örneğe
dayanarak açıklamalarda bulunması sıklıkla görülebilir. Fakat onun seçtiği bütün
örneklerden hareketle yaptığı uslamlama (D., 331e- 336a),183 ya çürütme ya da
doğrulama (Th., 204a) üzerine kuruludur. Bu nedenle buradaki argüman
Aristoteles’in anladığı türden bir tasımsal tanıt değildir; tersine, Sokratik elenkhos
metodu olarak uygulanan ve hakkında konuşulan problem için sonunda ya bir tanıma
181
Platon burada bilinmeyenin bilinen aracılığı ile bilgisinin nasıl edinileceğine ilişkin bir örnek
geliştirir: Çocuklar kısa hecelerde harfleri tanırken, başka hecelerde yanlışa düşerler. Doğruyu
öğretmek için önce bildiklerini, sonra bilmedikleri heceleri göstermeli; sonrada iki hece grubunu
karşılaştırıp her iki hece grubundaki harflerin aynı olduğunu göstermeli. Yanılmalarına yol açan
hecelerin yanında doğruları sürekli görmeleri ile bir örnek oluşacaktır. Bu örnekler aracılığı ile hangi
harf hangi hecede bulunursa bulunsun, kavranacaktır. Bir örnek oluşturan şey, iki hece grubunda da
aynı olarak bulunanların doğru kavramda toplanmasıyla olanaklı olmaktadır.
182
Belirleme F. E. Peters’a (1967) aittir. Bu anlamlar fiilin epago kökünden gelir (L.&S.).
183
Doğruluk üzerine başlayan soruşturmada Simonides’in “doğruluk herkese borçlu olduğumuz şeyi
ödemektir” savını çürütmek için “Demin, sahibi aklını kaçırırsa, ona aldığımız emaneti geri vermeli
mi vermemeli mi diye düşünmüştük. Simonides bundan söz etmiyor, ama gene de bu emanet bir borç
sayılır değil mi?” sorusuyla başlayan soruşturma savın çürütülmesi ve “Doğruluk dostlara iyilik,
düşmanlara kötülük etmektir”, savı ile yeni bir görünüm kazanır (D., 331e- 336a).
111
ulaşan ya da aporia’ya saplanan bir uslamlama türüdür. Özetle Sokrates ve Platon’un
“tümevarımsal argümanlar”ı ya da “konuşma”ları (epaktikai logoi) Aristoteles’in
epagôgê kavramının embriyonunu oluştursa da, yine de onun terime yüklediği
anlam, bilimsel bilgi (epistêmê) teorisi için zorunlu bir içeriğe sahiptir. Platon,
Devlet’te aklın, diyalektik yolda duyulur olandan arınarak episteme’ye ulaştığını
varsayarken, Aristoteles’in zorunlu öncüllerden hareketle, fazla karmaşık olmayan
analitik bir yolla episteme’yi edinir. Aristoteles, Platon’un Devlet VI-VII’deki
“bölünmüş çizgi” ve “mağara alegorisi”ndeki gibi duyulardan kavramlara yükselen,
kavramlardan gerçekliğe inen bir diyalektik uslamlamanın basamaklarına uygun
olarak, tümevarım ve tümdengelimi tasarlar. Tümevarım onun empirik bilgi
metodunun formuna dönüşürken, tümdengelim onun mantıksal uslamlamasının
formuna dönüşür. Her iki formun da diyalektik ile ilişkisine yeniden dönülmezse de,
her iki uslamlama formu için de başka bir köklü sorun ile diyalektik ile yeniden
birleşmek zorunda kalacaktır. Buradaki sorun, zorunlu düzeyde doğru olan ilk
öncüllerin ya da ilk ilkelerin nasıl edinileceği sorunudur. Çözüm, diyalektik metottur.
Zorunlu önermeler, ‘tümevarım, tümdengelim ya da bunların ikisi ile birlikte’
kurulur (T., 155b 30-35). Metodik işleyişine göre “tümevarım bireysel olandan tümel
olana, bildik olandan bilinmeze doğru ilerlemelidir.” Bu nedenle kendisine
dayanılarak yapılacak uslamlamada “algının nesnesi ya niteliksiz ya da çok bildik
olmalıdır” (T., 156a 5-7). Bu bağlamda tümevarım aynı türden kavramların
bölünmesi ile tümele ilerleyen bir uslamlamadır (T., 157b 6-13). Aristoteles’in,
Topikler’de
diyalektiğin
bir
türü
olduğunu
varsaydığı
tümevarım,
İkinci
Analitikler’de duyumcu-deneyimci bir bilgi anlayışının formu olarak görünüş
kazanır.
Aristoteles İkinci Analitikler’de, bir yandan tümel kavram (kathôlou) diğer
taraftan tümel önerme (ya da tanıtlamanın –apodeiksis- ilk önermeleri –arkhe-)
hakkındaki bilginin tek tek duyu deneyimlerinden (aistheseis) bir tümevarım aracılığı
ile kavranıldığını ileri sürer. Tümel önerme, kanıtlamanın kanıtlanamaz öncülleri
olarak iş görmektedir; ilk ilkeler tanıtlamanın öncül önermeleridir. Aristoteles’in ilk
ilkelerin
edinilmesine
ilişkin
“duyumcu”
tasarımına
göre,
nesnenin
112
duyumsanmasının tekrarı deneyimi oluşturur. Algılar genellemelerin özünü
oluşturmaktadır. İlk ilkeler bu türden bir tümevarımla olanaklı olmaktadır184 (Po. A.,
99b 20-100b 5). Buradaki deneyim, belleğin oluşmasının nedeni olduğu kadar, genel
kavramlara da kaynaklık ettiği için episteme’nin kavramlarını deneyim vermektedir
(M., 980a 20-981a 12).
Aristoteles’in epagôgê’sinin bilimsel bilgi için ayırıcı temel niteliği, tümelin
ya da ilk ilkelerin bilgisinin tek tek duyu verilerinin maddi sınırları içerisinde
bulunuyor olmasıdır. Bu belirleme Fizik kitabının daha ilk cümlelerinde
doğrulanabilir. Doğa bilimi alanına ilişkin bir belirleme yapılacaksa, öncelikle “ilk
ilkeler”in belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü uslamlama metodu “bize göre daha
açık daha bilinir olanlardan doğaya göre daha yalın daha bilinir olana doğru”dur.
Doğa nesnesi ancak “tümel olandan tikel olanlara” çıkan uslamlama içinde doğru bir
tarzda kavranacaktır (Ph., 184a 10-184b 14). Burada aklın duyular alanından
edindiği deneyim tümelin kavranırlığının olanağını arttıracaktır. Aristoteles İkinci
Analitkler’de “duyumla bilgi edinilemez” dese de, burada sözünü ettiği, doğrudan
“tümelin algısı”nın olanaksız olduğudur. Fakat yine de nesnesinin “pek çok kere
görmekten tümeli yakalayarak bir tanıtlama” yapmak olanaklıdır; çünkü “tikelin
birçok teklerden çıktığı açıktır”; bu nedenle tümel bilgi teklerin genellemiş bilgisidir
(Po.A., 87b 28-88a 7). İşte bütün bu nedenlerle tümevarım diğer diyalektik formlara
göre daha anlaşılırdır ve bu açıklığı ne deniyle de daha ikna edicidir (T., 105a 15-20).
Diyalektik tartışmalarda tümevarım, daha çok halka yönelik tartışmalarda
kullanılmalıdır; diyalektik metot diyalektikçilere karşı sullogismos (tümdengelim)
kullanılmalıdır (T., 157a 17; 164a 12).
En genel anlamda, ‘tikelden tümele geçen kavramsal bir akıl yürütme türü
olarak’ (T., 105a 12) epagôgê, diyalektiğin bir uygulama türüdür. Tümel kavramlara
ulaşacak olan epagôgê, “zorunlu öncülleri ya dedüksiyon (sullogismos) ile ya da
184
“Ayrımsız olanlardan biri durakladığından, ruhun içerisinde ilk bir tümel bulunur -nitekim tekil
olan duyumsanır, ancak duyumun içeriği tümeldir; örneğin insan duyumunun içeriği, Kallias olarak
insan değil-; parçasız ve tümel olanlarda sona erinceye dek bunlarda da yeniden duraklamalar
meydana gelir. Örneğin, canlıya kadar belirli bir canlı türü duraklar ve aynı şekilde canlı da bir
başkasına değin. O halde açıktır ki, ilk olanları tümevarımla bilmemiz zorunludur; çünkü duyum da
tümeli yavaş yavaş böyle aşılar” (Po.A. 100a 15-100b 4).
113
indüksiyon (epagôgê) ile ya da bazılarını indüksiyon ile bazılarını da dedüksiyon ile
oldukça açık olan herhangi bir önerme aracılığı ile açıkça formülleştirerek elde”
etmektedir (T., 155b 35-156a 4). Bu, diyalektiğe uygun bir işlemdir. Öyleyse
“epagôgê tekil olandan tümel olana (kathόlou), bilinir olandan bilinmeze doğru
ilerle[yen]” (T., 156a 5-7) kavramsal bir uslamlama formudur. Bu bağlamda
epagôgê, kavramdan kavrama geçiş ya da duyusal olandan İde’lere geçen Platon’un
diyalektiğine uygundur. Ancak duyusal verilerden yola çıkıyor olmasından dolayı,
Aristoteles epagôgê’yi, sulllogismos’tan ayırır (T., 105a 18). Tümevarımsal argüman
bir şeye ilişkin benzerlikler aracılığı ile ilerleyerek, o şey hakkındaki tümeli kurmaya
olanak sağlayan bir metottur (T., 108b 6). Bu anlamda epagôgê, ‘tartışma metodu
olarak diyalektik’in uygulanmasının olanağını sağlamaktadır. Tartışmada diyalektiği
kullanan, rakibinin savını tümevarımdan elde edilen sonuç aracılığı ile yıkmaya
çalışır (T., 112a). Topikler’de tümevarım cins ve cins dışındakilerini öze yüklem
olarak yüklenmesini sağlaması (T., 122a 18) açısından değerlendirildiğinde, aynı
şekilde, konunun cins ya da bir tür olup olmadığının tümevarım aracılığı ile
denetlenebilirliği (T., 123b 2-5), bu metodun mantıksal bir uygulama olduğunu
onaylar. Sav kurulurken ya da yıkılırken, tümevarım aracılığı ile problem
kaynaklarına indirgenebilir. Örneğin tanımlar yıkılırken, malzemeyi tümevarım
sağlar; çünkü tümevarım yüklemin nesneye ait olup olmadığını açıklıkla
göstermektedir (T., 155a 3-22). Bu bağlamda tümevarımın ayırıcı yönü, zorunlu
önermelerden kurulup (T., 155b 30) bir başka önermeye geçmesidir; çünkü
“tümevarım bireysel olandan tümel olana, bildik olandan bilinmeze doğru
ilerlemelidir” (T., 156a 5-7).
Bu kavramdan kavrama geçiş, bölme işlemi ile örtüşür. Aristoteles için
tümevarım bir bölme metodu olduğu için, bölünecek olan bölünebilir açıklıkta
olmalıdır. Bölme, aynı türden kavramların bölünmesi ile bu kavramların kapsamı
olan tümele doğru ilerleyen bir uslamlamadır (T., 157b 6-13). Aristoteles cins ve tür
ilişkisini
bölme
metodu
ile
açığa
çıkartırken,
tümevarımın
uygulamasını
görülmektedir. Öyleyse tümelin tümevarım ile kurulması (T., 160a 37) demek, türün
cins ile olan ilişkisini açığa çıkartmak demektir. Bu uslamlama tarzı oldukça açık ve
anlaşılır olduğu için, rakibin savını çürütmek ya da herhangi bir savı kanıtlamak
114
oldukça kolaydır. Bu nedenle Aristoteles diyalektiğin uygulanmasında tümevarım
daha çok halka yönelik tartışmalarda kullanılmasını önerirken, diyalektikçiler ile
tartışmalarda sullogismos (dedüksiyon)’u kullanmayı önerir (T., 157a 17; 164a 12);
çünkü duyusal verilerden yola çıkıyor olmasından dolayı, Aristoteles’ göre
epagôgê’nin, sulllogismos’a göre ikna etme gücü daha fazladır. O, ‘teknik bilgisi iyi
olanların işlerini daha iyi yaptıkları’ pratik bir genelleme bilgisidir (T., 105a 18).
I.6.1. Diyalektik Argümanların Güçlükleri
Aristoteles Topics VIII’de soruları oluşturma ve düzenleme kurallarını
tartışırken, bu tartışmanın içinde diyalektik tanıtlamaların, argüman oluşturmanın
çeşitli derecelerdeki güçlüklerini de listeler. Ama bu sözünü ettiği, aynı zamanda,
diyalektik argüman oluşturmanın kurallarıdır da. Ancak burada ayırıcı bir durum var
ki, o da bu kurallar pratikte dikkate dilmesi gereken şeyler gibi görünse de,
Aristoteles’in burada bildirdikleri diyalektiği bir uslamlama metodu olarak
formülleştirilmesini sağlayan teorik sorunlardır. Buna göre diyalektik bir argümanın
oluşturulması sürecindeki zorluklar şunlardır:
(1) İlk ve temel ilkelerin kurulmasındaki kolaylığa rağmen, yıkılmasındaki
zorluklar: Aristoteles saldırıya kapalı olup savunmasının kolay olabileceği kimi
hipotezlerin varlığından söz eder. “Böyle doğa düzeni içindeki ilk duran ve son duran
şeylerdir. Çünkü ilk söylenenin tanıma gereksinimi vardır”; ikinci söylenen ise,
“kanıtları ilk ilkelerden (arkhê) elde etmek” istendiğinde bu birçok adım aracılığı ile
sağlanabilir, aksi durumda “argümanlar sofistik havaya bürünür.” Uslamlamanın
bulanık söz oyunlarına dönüşmemesi için ilk ilkelerden tanımlama yaparak
ilerlemelidir. Uygun ilkelerle başlamayan bir uslamlamada “sonuç çıkartma
(inference)” ile ulaşılan sonuç ve ilk ilkeler arasında bağlantılar doğru kurulamazsa,
tanıtlamalar olanaksızlaşacaktır. İlk ilke ile sonuç arasındaki bağlantı tutarlı bir
uslamlama aracılığı tanıtlanarak gösterilebilir; ancak ilk ilkelerin tanıtlanması bu
türden gösterilemez. Başka şeyler ilk ilkelerle tanıtlanır ama ilk ilkeler ancak bir
tanım aracılığı ile bilinir (T., 158b 31-158b 4). Öyleyse tanımlar tutarlı
115
oluşturuldukça ancak ilk ilkeler verilebilir. Bu durumda da ilk ilkeleri yıkmak güç
olurken, ilk ilkeyi savunmak kolay olacaktır.
(2) İlk ilkelere yakın duran önermeleri çürütmenin zorlukları: Önermeler ilk
ilkelere dayanmalıdır ya da yakınında olmalıdır. İlk ilkelere yakın önermelere
saldırmak güçtür; çünkü bu önermeler sonuç ve ilke arasındaki tanıtlanmış
önermelerden oluşmaktadır. Önermeler “ilk ilke” (arkhê)’lere yakın durduğu oranda
çürütme amaçlı eleştiriye karşı durabilmektedir. Bu nedenle tanımlarda çürütülmesi
en zor olan argümanlardaki “ilk yer hakkında kullanılan” terimlerdir. Bir önermedeki
terimlerin tek anlamda mı yoksa çok anlamda mı kullanılıp kullanılmadığı; ya da
terimi kullananın bunu gerçek anlam da mı yoksa metaforik olarak mı kullanılıp
kullanılmadığı bilinmedikçe, çürütme olanaklı değildir; çünkü belirsiz kullanımlar
tartışmayı olanaksız kılmaktadır (T., 158b 5-14). Bu tartışma, bilimsel dilin niteliğini
verir. Bilim önermeleri “tek anlamlı özsel yüklemlere” dayanır (Po. A., II. 3-10).
(3) Rakibin savları çürütmesini engellemenin zorlukları: Aristoteles
tanıtlanması zor olan problemlerin tanımlarında bir sorun olduğunu düşünür. Aynı
şekilde bir problemi çürütmenin güç olması ya onun tanımlara gereksinim
duymasından ya tanımların birkaç bağlamda kullanılmış olmasından ya metaforik bir
dilin kullanılmasından ya da önermelerin ilk ilkelere yakın olmalarından
kaynaklanıyor olabileceği gibi, hareket noktasının açık olmamasından da kaynaklı
olabilir. Bu açık kılındığında geriye kalan “ya tanımlamak ya ayırt etmek ya da orta
düzeydeki/aradaki önermeleri karşılamaktır; çünkü bunların aracılığıyla en son
sonuç185 kanıtlanır (T., 158b 16-23).
(4) Tanımların kötü ya da yanlış yapılması ile ortaya çıkan güçlükler:
Aristoteles doğruluğu kesinleştirilemeyen tanımlardan dolayı bir önermeyi
tartışmanın ya da çözmeye çalışmanın güçlüklerini sıralamaktadır. Örneğin, bir şeyin
tek bir karşıta mı yoksa çok karşıta mı sahip olduğu konusundaki belirsizlik, karşıt
olanın ne olduğunun tanımlanmamasından kaynaklanmaktadır. Bu durum tanım
gerektiren her terim için geçerli bir sorundur. Örneğin matematikte, bir şeklin
185
τα έσχατα (ta eshata): ‘en uzak’, ‘en son’, ‘sonuncu’, ‘en uçta’ (…) (L.&S.).
116
oluşturulmasındaki zorluklar bazen tanımdaki bir eksiklikten kaynaklıdır. Örneğin,
paralel düzlemin kenarına paralel bir sınırı kesen bir doğrunun, benzer bir tarzda hem
çizgiyi hem de yüzeyi böldüğünün tanıtlanması, ancak tanımın doğru verilmesi ile
gerçekleşebilir. Dairenin ya da çizginin tanımı verilmişse, burada ilk elementlerin
tanıtlanması kolaydır. Ancak ilkelerin tanımı yapılmamışsa argümanları ve terimleri
tanımlamak neredeyse olanaksızdır. Diyalektik tartışmaların durumu da böyledir (T.,
158b 24-159a 2). Aristoteles’in burada geometri kavramları için söylediği, benzer bir
şekilde, diyalektik argümanlar için de geçerlidir.
(5) Varsayımda bulunmak tezin kendisinden daha zordur: Yukarıda üçüncü
maddeyi (158b 16-21) dikkate alarak bir savı incelemenin zor olduğu baştan kabul
edilmelidir. Bunun gibi, aksiyom ya da öncül önerme hakkında tartışmak tez
hakkında tartışmaktan daha zordur. Rakip aksiyomu kabul etmeyip onun tartışılması
gerektiğini dile getirirse, gerçekte rakip daha fazla bir yükün altına girmiş olacaktır.
Aksine tartışmaz da kabul ederse, rakip inancını daha az inanılabilen unsurlardan
çıkaracaktır. Diğer açıdan, eğer bildik öncüller aracılığıyla sonuç çıkartmak
zorunluysa, rakibin bunu ret etmesi daha iyidir. Terimler çok bilinir kılınmadıkça
kabul edilmemelidir. Ancak diyalektik egzersizler içindeki birisi bunu, hakikatin
görünüşü olarak ve sadece pratik tartışmalardaki yararı için kabul etmelidir. Açıktır
ki, hipotezlerin istenildiği tarz, soru sorulma ve öğretilme durumlarında farklıdır (T.,
159a 3-14).
117
II. BÖLÜM
ARAŞTIRMA METODU OLARAK DİYALEKTİK
Platon, epistem lojik bağlamda
avram ve gerçeklik arasında kurmaya
çalıştığı ilişkiyi diyalektik aracılığı ile sağlarken, Aristoteles aynı ilişkiyi fizik ve
metafizik çalışmalarında kurmayı denerken, başvurduğu metot sayısını çoğaltır ya da
kendi metodunu bulandırır. Bilimsel uslamlama formu olarak varsaydığı apodeiksis’i
sullogismos formunda tasarlaması, episteme’nin olanaklı olması için diyalektiği
zorunlu bir metoda dönüştürmüştür. Bilimsel bilginin koşulu, zorunlu ve doğru olan
ilk ilkelerden hareketle yapılmasıdır. Ancak Aristoteles’in biliminin krizi buradan
itibaren başlamaktadır: Onun apodeiksisi’i sadece geçerli bilimsel bilginin formudur;
ama bu form kendi ilk ilkelerini keşfedebilecek bir yetenekte değildir. İlk ilkelerin ne
olduğu ve bunların nasıl elde edileceği Aristoteles’in uslamlaması içinde belirsiz bir
sorunsa da, yine de Aristoteles diyalektiği ilk ilkeleri keşfedebilecek bir araştırma
metodu olarak uslamlamasının merkezine alır. Böylece diyalektik metot ve bilim,
Aristoteles’in epistemolojisi içinde karşıt değil, aynı problemi farklı noktalarda
çözmekle
görevli
çözümleme
metotlarıdır;
bu
yönüyle
de
birbirlerini
bütünlemektedirler. Özellikle de diyalektiğin karşıtlar içinden geçerek savları
çelişmezliğe indirgemesindeki mantıksal işlevi, Aristoteles’in biliminin tutarlılığını
sağlamak kadar diyalektiğin tarihi açısından yeni bir görünüm açığa çıkmaktadır.
Burada mantıksallığı oluşturan, öze dayandırılarak tanımlanmış kavramlar
arasında çelişmezlik ilkesine göre tutarlılık ilişkisini kurmaktır. Bu mevcut bilgilerin
denetlenmesinde, savların çürütülmesinde ya da kurulmasında uygulanan akıl
yürütmenin metodu olarak diyalektiğin uygulanmasıdır. Aynı akıl yürütme metodu
olarak diyalektik, gerçekliğe ilişkin bilgilerin derlenmesinde ya da bilimler için ilk
ilkelerin keşfine ilişkin işletilmesinde araştırma metodu olarak öne çıkmaktadır.
Aristoteles’in diyalektik teorisinin yorumcular arasında en tartışmalı yanı da burada
118
ortaya çıkar: Aristoteles’in diyalektiğinin bilimsel olup olmadığı sorunu.
Aristoteles’in diyalektiğinin araştırma metodu olarak uygulanması, onun bilimsel bir
metot olarak adlandırılmasına olanak sağlar mı? Aristoteles’in açıklamalarında
diyalektiğin bilimsel bir metot olduğu konusunda yeterli bir açıklaması yoktur.
Ancak onun Topikler I.2’de ki diyalektiğin kullanımlarına ilişkin açıklamalarında
‘bilimlerin ilk ilkelerini diyalektik metodun keşfedebileceği’ni belirlemesi ve başka
metinlerdeki pasajlar, Aristoteles’in diyalektiği bilimsel bir metot olarak tasarladığı
konusunda güçlü kanıtlara olanak sağlar. Bununla birlikte Topikler’de diyalektiğin
terminolojisine ilişkin belirledikleri dikkate alındığında, Aristoteles’in araştırma ve
incelemeleri bu terminolojiye göre yürüttüğü gözlenebilir. Bu durum, Topikler I.2’de
söylenen diyalektiğin bilimsel bilginin üretimindeki metot olarak işletilmesine ilişkin
açıklamalar ile birlikte alındığında, Aristoteles’in diyalektik teorisinin diyalektiğin
bilimsel kullanımını da aşıp bir türden diyalektiğin felsefi kullanımına dönüştüğünü
varsaymak olanaklı olmaktadır.
(1) Diyalektik bilim olmadığı gibi bilimsel bilgiyi de oluşturamaz:
Analitikler’de
sullogismos’un
(dedüksiyonun)
kurallarının
keşfedilmesi,
‘tanıtlama’nın (apόdeiksis) bilimsel uslamlamanın formu olarak belirlenmesi,
indüksiyonun (epagôgê) bilimsel bilginin metodu olarak işlenmesi açısından
bakıldığında, Aristoteles’in diyalektiği bilimsel bir metot olarak tanımlama planı
ortadan kalkmış gibi görünmektedir. Topikler’de sözünü ettiği bilimsel bilgi formu
olan apόdeiksis, yani “sullogismos’un başladığı öncüller doğru ve ilk olduğunda, ya
da onların sahip olduğu orijinal bilgi doğru ve ilk öncülden geldiğinde” bir
“tanıtlama” olan (T., 100a 25-30) akıl yürütme formu, Birinci Analitikler’in açılış
problemine dönüşür (Pr.A., 24a 10-15). Tanıtlamadan önce tanıtlamanın dayanağı
olan asıl şeyin argüman formu olmasından dolayı, araştırmasının önceliğini
sullogismos problemi alır ve apόdeiksis problemini İkinci Analitikler’e bırakır.186 Bu
nedenle İkinci Analitikler’in açılış problemi olan argüman formunun niteliği
hakkındaki temel varsayım keşfedilmiştir. Ancak apόdeiksis sadece bilginin bilim
186
“Her tasım nelerden, ne zaman ve nasıl oluşur, ona bakalım; ‘tanıtlama’ (apόdeiksis demonstration) üzerine sonradan konuşmak gerekir. Tasım daha çok tümelle ilişkin olduğundan,
tanıtlamadan önce tasım üzerine konuşmak gerekir; çünkü kimi tasım tanıtlama, ama her tasım
tanıtlama değildir” (Pr.A., 25b 26-31).
119
bilgisi olduğunu onaylayan bir uslamlama formudur; tersine bilim bilgisinin keşfini
sağlamaz. Oysa Aristoteles’in asıl amacı bilim bilgisini olanaklı kılacak metodun
hangisi olduğudur. İkinci Analitikler bu sorunun yanıtını epagôgê (indüksiyon)
olarak belirler. Buna göre sullogismos formuna göre tasarlanan akıl bilgisi ya da
bilim bilgisi her koşulda önceki mevcut bilgiye dayanır. Böylece zorunlu bilgi ‘ya
önceki bilinenden ya da açıklığı kendinden bilinen’den hareketle kurulur (Po.A., 71a
1-16). Aristoteles için ‘tanıtlama’ (apόdeiksis) daha kesin ve zorunlu bilgiyi veriyor
göründüğü için diyalektik tanıtlamaya göre daha zayıftır. Tanıtlama diyalektiğe göre
öncüllerin seçimi konusunda daha özenlidir (Po.A., 72a 6-14). Ancak burada büyük
sorun hala durmaktadır: bilimsel bilgi olarak apόdeiksis formu olanaklı olması için
zorunlu ve ilk ilkelere gereksinimi vardır, ancak epagôgê bilginin oluşum sürecini
tanıtlayabilirse de ilk ilkeleri keşfedemez. Bunu diyalektik olanaklı kılabilir.
(2) Diyalektik bilimsel bilgi değildir, ama bilimin inşasında görevlendirilir:
Aristoteles geç dönem eserlerinde Topikler’in varsayımına geri dönerek diyalektiği
araştırma ve eleştiri metodu olarak konumlandırır. Topikler’in başında I. 1’de
diyalektiği ‘hakkında konuşulan nesnesinin kesin bilgisini edinen’ ve ‘ileri sürülen
problemi çözen’ bir metot olarak açımlama eğilimi dile gelmektedir. Aristoteles’in
aynı eğilimi Topikler I.2’de “tüm araştırama ilkelerine giden yoldaki bir eleştiri
süreci” olarak gördüğü diyalektiği, ilk ilkeleri keşfeden metot olarak belirleyerek,
onu bilimsel bilginin elde edilişindeki araştırma sürecinin başlangıcına koyar. Buna
bağlı olarak diyalektik, Metafizik’te bir “bilgi eleştirisi” olarak alınır (M., 104b 2026).
(3) Aristoteles kendi eserlerinde diyalektiği araştırma metodu olarak kullanır:
Bu teorik durum, Aristoteles’in, akıl yürütme metodu olarak diyalektiği
incelemelerinde ve kimi kavramsal problemlerin çözümlenmesinde araştırma metodu
olarak kullanmasıyla187 farklı bir şekilde desteklenir. İkinci Analitikler’de ilineğin
hüpekeimenona yüklenmesine ilişkin tartışmadaki uslamlama (I. 22) diyalektik bir
tanıtlamadır; yüklemlerin sonsuza kadar gidemeyeceğine ilişkin tartışmada (I. 23)
uslamlamaların sonsuza kadar gidemeyeceğini, zorunlu olarak ilk ilkelerde sona
187
Aristoteles kendi felsefi yazılarında diyalektiği metot olarak kullanır (Johansen, 1998:312).
120
ereceği varsayımı ile akıl yürütmenin limit tanıtlamasını ‘diyalektik’188 olarak
yapmaktadır. Daha geç tartışmaları olan Metafizik’teki “çelişmezlik ilkesi” (1006a 412) ve aporia’lar hakkındaki incelemesi bütünüyle diyalektiktir.
(4) Aristoteles, Topikler’de belirlenen diyalektik terminolojisine uygun
olarak, bütün araştırmalarında mantıksal bir yaklaşıma yer vermekle diyalektik
teorisinin temel niteliğini bir filozof olarak uygulamaktadır: O, kendi araştırmaları
için mevcut bilgileri öncül olarak alırken, gerçekte, diyalektiğin öncülü olarak
kendisinin belirlediği endoksa teriminin konum ve işlevine uygun bir tutum
içindedir. İkinci Analitikler, akıl bilgisinin zorunlu olarak mevcut bilgilerden işe
başlamak zorunda olduğu varsayımı ile başlar. Metafizik I.3’te ilk ilkelere ilişkin
tartışmasını bir felsefe tarihine dönüştürürken, yaptığı, kendinden önceki
düşüncelerin ya da onların açmazlarının (aporiai) derlemesi ile işe başlamaktır.
Mevcut bilgilerin uslamlamanın başlangıç malzemesi olarak önemi, insanın doğa
karşısındaki bilişsel eksikliğini gidermenin tek olanağı olmasından kaynaklıdır;
Aristoteles bilginin gelişmeci serüvenin öneminin farkındadır (M., 983b 12-19). Bu
nedenle “onun incelemelerinin çoğu kendisinden öncekilerin görüşlerinin diyalektik
bir gözden geçirilişiyle başlar” (Burke, 1967: 388. McKinney, 1983: 187). Gerçekte,
Aristoteles’in bilimsel incelemelerinin en genel prosedürü: (1) düşünürlerin konu
hakkındaki ‘açmaz’larının bir derlemesi ve (2) konu hakkında çözümlemelerin
sıralanmasından oluşur. Aristoteles’in diaporia189 terimi, ‘bulmacaları’, ‘çıkmazları’
aşarak ilerleyen bir uslamlama türü olarak Platon’un diyalektik uslamlamasını
andırmaktadır. Metafizik III. 1-5’te bildirilen on dört aporia (açmaz, sorun) listesi
diaporematik bir metot aracılığı ile çözülmektedir. Birçok pasajda tanık
olunabileceği gibi Aristoteles açıkça diyalektik bir inceleme ve soruşturma metodu
uygulamaktadır. Burada sorun, Aristoteles’in
iy lektiği araştır a metodu olarak
kendi çalışmalarında uygulaması, diyalektiği bilimsel bir metot olarak gördüğü
anlamına gelir mi? Açık olan şudur ki, Aristoteles daha geç dönem eserlerinde
diyalektiği, Topikler’deki tanımlanmasına ve terminolojisine uygun olarak
188
Aristoteles ilk ilkeleri tanıtladığını söylerken (Po.A., 84b 2), tanıtlama araçları PUP edisyonunda
“generally” ve “analytically”, LCL ve RH edisyonunda “dialectical” ve “analytical” olarak çevrilir.
189
διαπορια (diaporia): ‘çıkış arama’, ‘aradan sıyrılma’; διαπορεύο (diaporeüo): ‘karşıya taşımak’;
διαπορέω (diaporeo) ve pasifi: διαπορέομαι (diaporeomai): ‘tamamen ne yapacağını bilmiyor
durumda olmak’ (L.&S.).
121
kullanmaktadır. Ama bu kullanımlar diyalektiği bilimsel kılmaktan çok diyalektiği
felsefi bir çözümleme metodu kılar. Aristoteles’in diyalektikçisi ilk ilkeleri
keşfetmekle görevliyken, Platon’un diyalektikçisi gibi davranır. Ama Aristoteles
diyalektiğin bilimsel bilginin inşasında kullanılmasını varsaysa da, ilk ilke ile
gerçeklik arasındaki bağlantı Platon’da olduğu gibi diyalektiğin değil, bilimsel
bilginin metodu olan epagôgê’nin işidir. Aristoteles’in Platon ile ayrımı, diyalektiğin
bilim değeri hakkındadır. O, diyalektik ile elde edilecek bilginin sınır ve niteliği
hakkında Platon gibi düşünmez. Diyalektik metodun uygulama alanı “sınırsız” ise,
bu durumda metodun “bilginin en kesin biçimini oluşturması” olası görünmüyor190
(Evans, 1994: 26).
II.1. Diyalektiğin İki Değerliliği
Aristoteles Topikler I’in ilk paragrafında (100a 20) ‘ileri sürülen her problem
hakkında’ araştırmada bulunacak ve ‘akıl yürütmede bulunurken kendine karşıt
olacak sonuçlara varmayacak’ bir metot ya da ‘araştırma yolu’ arayışını bildirirken,
sözü edilen metodun diyalektik olduğu açıktır. Aristoteles’in terminolojisine uygun
olarak, bu tanımlamada diyalektik bilimsel bir akıl yürütme metodu olarak
nitelenmektedir, ancak bilimin akıl yürütme formu açısından değerlendirildiğinde
diyalektik bilim formunda değildir; çünkü Aristoteles’in sunduğu diyalektik, olası
önermelerden (endoksa) hareket ettiği için, ‘doğru ve ilk’ önermelere dayanan bilim
uslamlama
formu
olan
apόdeiksis’in
(T.,
100a18-30)
karşıtı
olarak
konumlanmaktadır. Buna göre, öncüllerin niteliği açısından uslamlama formları
birbirinden ayrılmaktadır. Ancak uslamlama formlarının ayrılığı Aristoteles’in
biliminin ve diyalektiğin birbirine karşıt olduğu yargısına olanak sağlar mı?
Uslamlama formları arasındaki ilkece karşıtlık, yorumcuların Aristoteles’in
diyalektiği ile bilimin karşıt olduğu düşüncesine varmalarına yol açmıştır. Ancak
Aristoteles’in diyalektiği bilim ile karşıtlaştırdığı varsayıldığında, Topikler’in
başındaki bilimsel metot olarak diyalektiğin tanımlanması çabası, buna bağlı olarak
da I.2’deki diyalektiğin ‘bilim için yararları’ listesi anlamsızlaşır. Diyalektiğin
190
“Aristoteles, diyalektik yöntemin evrensel uygulanabilirliğine karşı çıkmaz, ama böyle oluşundan
dolayı onun bilimsel olmadığı sonucuna varır” (Evans, 1994: 26).
122
yararları (1) entelektüel eğitim (gumnasia) (101a 25-30); (2) “gündelik
karşılaşmalar” (enteuzeis) (101a 30-35) ve (3) “felsefi bilimler” (pros tas kata
philosophian epistemas) (T., 101a 35-101b 5) için, yani hakikati araştırmasında
bilime sağladığı yararlar dikkate alındığında, diyalektiğin bilim ile karşıtlaştırılması
olanaklı görülmüyor. Karşıtlaştırma ısrarı başka terimlere ilişkin tartışmalara
kaydırılmalıdır. Bu karşıtlaştırmacı yaklaşımı sergileyen Terence Irwin (2002) ile
Irwin’in düşüncelerine dayanarak tartışmaları biraz da ona karşıt noktada
konumlandıran Enrico Berti (1996)’nin düşünceleri dikkate alınmakla birlikte, bu
çalışmada
Aristoteles’in
diyalektiğinin
bilim
ile
karşıtlaştırılmasının
mutlaklaştırılması olumsuzlanmaya çalışılacaktır. Bu iki yorumcudan farklı olarak,
bilim ile diyalektiğin karşıt olmadığını, karşıtlık olarak görünenin sadece uslamlama
formları, özellikle de bunların öncülleri arasında olduğunu; bunun ise bilimsel
bilgisinin edinilmesinde olumsuz bir duruma yol açmadığı gibi, tersine bilim ile
diyalektiğin,
bilginin
farklı
bölümlerini
oluşturmakla,
gerçekte
hakikatin
bilinmesinde birbirini tamamladıkları sonucuna varılacaktır. Bilim ile diyalektiğin
hakikat konusunda birbirlerini tamamladıkları varsayımı geçerli olduğunda, Irwin ve
Berti’nin ileri sürdükleri gibi, birbirine karşıt, bilimsel ve bilimsel olmayan diye iki
diyalektiğin olmadığı, tersine Aristoteles’in tek bir diyalektik teorisinin olduğu,
ancak bununla birlikte diyalektiğin farklı kullanım alanları içinde farklı görünümler
kazandığı temellendirilmeye çalışılacaktır. Bu nedenle diyalektiğin iki değerliliği,
onun bilim ve bilim karşıtı konumundan değil, teorik ve pratik uygulamalarının
sınırlarından kaynaklıdır ki, bu sınırı diyalektiğin kullanım alanları belirler.
Irwin ve Berti, Aristoteles’in Topikler I.2’deki diyalektiğin ‘gündelik
karşılaşmalar’ ve ‘felsefi bilimler’deki kullanımlarına bakarak birbirine karşıt iki
diyalektik kullanımı öne çıkartırlar. Diyalektiğin kullanımını Irwin ‘saf’ ve ‘güçlü’,
Berti ‘bilimsel’ ve ‘kamusal’ olarak ikili kavram çiftleri aracılığı ile tartışırlar.
Aristoteles’in diyalektik kavramına ilişkin tanımlamasındaki bu iki değerlilik onun
kavram hakkındaki düşüncesinde bir belirsizliğe mi yoksa kavrama ilişkin onun
düşüncesinde bir gelişim sürecine mi işaret etmektedir?
123
Aristoteles’in entelektüel gelişimi süresince diyalektiğin dalgalı görünümü
onun tanımlanmasını ya da kullanılmasını teorik bir form içinde dile getirmeyi
zorlaştırmaktadır.
Bununla
birlikte,
yine
de
diyalektik
kavramına
ilişkin
içeriklendirmenin genel bir tutum olarak bütün eserlerde korunduğunu varsaymak
olanaklıdır. Enrico Berti, “Aristoteles’in ilk çalışmalarında da sonraki çalışmalarında
da her zaman aynı diyalektik kavramı belirttiğini” söylese de, Aristoteles’in farklı
kullanımlardaki diyalektiğini ‘kamusal’ ve ‘bilimsel’ olarak iki sınıfa ayırır.
Bunlardan ilki “tartışmalarda sadece galip gelmeyi amaçlayan ve bilimsel olana zıt
gündelik kullanımdır”; ikincisi ise “bilimsel tanıtlaması olanaksız doğrulukları
amaçlayan ve bilimin ilkelerini araştıran bilimsel kullanımdır” (Berti, 1996: 130).
Gerçekte Berti’nin bu sınıflandırması, Terence Irwin’in “saf” ve “güçlü” diyalektik
(2002: 6-9 vd.) olarak yaptığı ayrıma dayanır. Berti, Aristoteles’in diyalektiğinin
gelişmeci bir süreç içermediğini (Berti, 1996: 21) varsayarken, Irwin Aristoteles’in
düşüncesinin gelişim sürecini, aynı zamanda onun diyalektik kavramı hakkındaki
düşüncesinin gelişim süreci ile birlikte ele alır. Ona göre diyalektiğin ilk formunun
Aristoteles’in erken dönem çalışmalarına, yani Topikler, Kategoriler ve Fizik
eserlerine; ikinci formunun ise Metafizik, Ruh Üzerine, Nikomakhos’a Etik ve
Politika eserlerine ait olduğunu söyler.
Aristoteles’in diyalektik kavramını türlere ayırmak kadar, onun diyalektiğinin
gelişmeci bir nitelik içermediğini varsaymak önemli ölçüde indirgemeci bir
tutumdur.
Tersine
Aristoteles’in
diyalektiği
gelişmeci
bir
yapı
içinde
olgunlaşmaktadır. Bu gelişme terminolojik bir değişim düzeyinde olmasa da, (1)
kavramın metot olarak terimlerinin oluşturulmasından ve içeriklendirmesinden
(Organon’daki eserlerin bütünü bu hazırlığı sergiler) (2) metodun uygulamasına
yönelen (fizik, metafizik ve etik kitapları bu uygulamanın alanlarıdır) bir gelişme
süreci olarak yorumlanabilir. Bu türden bir yorumun dayanabileceği yaklaşım şu
olabilir: Aristoteles’in bir öğretmen olarak öğrencilerine açıkladığı ve tanımladığı
diyalektik ile bir ‘bilim adamı’191 ve filozof olarak araştırmalarında uyguladığı bir
metot olarak diyalektiğin ayrımını gelişmeci bir süreç olarak yorumlamak
191
Bu ifade elbette ki, “modern” bir adlandırmadır. Ancak Diogenes Laertios’un bildirdiğine göre
Aristoteles’in öğrencisi Theophrastos gönderdiği bir mektupta “bilim adamı” (skolastik) sözcüğünü
kullanmıştır (Dig. Laer. V. 37).
124
olanaklıdır. Bu gelişmeci süreç Topikler’deki diyalektiğin tanımının dışına çıkmaz.
Diyalektik kavramının gelişim süreci için, diyalektik kavramının metot olarak ne
olduğunu ve nelerden oluştuğunu belirleyen mantık eserlerinden diyalektiği bir akıl
yürütme metodu olarak kullandığı eserlerine doğru takip edildiğinde, gelişmeci bir
sürecin olduğuna yeterli kanıt bulmak olanaklıdır. Gelişmeci süreç ile kast edilen,
onun başından beri söyledikleri ile sonradan söyledikleri arasındaki ilişkinin doğrusal
görünüm sergilediğidir. Birçok yorumcu Topikler’i diyalektik hakkında öğrenciler
için hazırlanmış ders notları olarak görmektedir.192 Açıktır ki, burada, diyalektiğin
öğrencilere bir metot olarak ne olduğu anlatılır. Bu anlatımda Aristoteles, modern
zamanların diyalektiğini etkileyecek kadar önemli bir sözlük sunar. Metafizik’te
sergilenen kullanıma göre diyalektiğin bilimsel bilginin inşasındaki kullanımı,
diyalektiğin ‘çelişkiye düşmeden uslamlama metodu’ (T., I.1) ve ‘ilk ilkelerin
keşfi’ndeki (T., I.2) bir uslamlama olması kadar, Aristoteles’in bilimsel
çalışmalarında tekil ve tümel arasındaki mantıksal bağı kurmaya olanak sağlayan
metot olarak kullanılmasını içermektedir. Bu açıdan bakıldığında Metafizik’in
diyalektik metot üzerinde inşa edildiğini varsaymak olanaklıdır. Ama buradaki
kullanımı, Topikler’de diyalektiği kavramsal bir uslamlama metodu olarak inşa
etmeye çalışmasına uygun bir kullanımdır. Bu nedenle Aristoteles’in felsefi
düşüncesinin gelişim süreci içinde diyalektik metodu uygulaması, teorisyen
Aristoteles’ten filozof Aristoteles’e doğru kopuk olmayan gelişmeci bir süreç izler.
Aristoteles’in diyalektiğinin gelişimci bir süreç izlediği varsayımı, onun
Aristoteles’çe bir metot olarak kullanım tarzının anlaşılmasını gerektirmektedir.
Bunun için de belirlenmesi gereken tartışma, Aristoteles’in bilimsel eserlerinde
diyalektiğin ne türden bir uygulama alanına sahip olduğudur. Ross (1999:77),
Aristoteles’in diyalektiğin “(…) bilimlerin incelenmesinde bize nasıl yardımcı
olabileceğini göstermekle pek ilgilenme[diğini]” dile getirmektedir. Ross’un
192
Smith (1999a: 58), Aristoteles’in Topikler’i “bizim” için yazmadığını, karşısında diyalektiğin ne
olduğunu bilen bir dinleyici grubu için yazdığını söyler. Aristoteles’in metinleri, “(…) İ.Ö. 334 ve 323
arasında Atina’daki Lykeion’da bulunan felsefe okulunda kullanılmak üzere ya ders notu ya da
tartışma yazıları olarak hazırlandığı anlaşılmaktadır. Bunların arasında mantık ve tartışmaların yanı
sıra, metafizik, fizik biyoloji, meteoroloji ve astronomi üzerine yapılan çalışmalar da bulunmaktadır.
Bunların hepsine ‘bilimsel yazılar’ adı verilmektedir. Bir de ‘bilimsel olmayan’ adı altında sınıflanan
bir grup çalışma vardır. Bunlar geleneksel Yunan ve Roma eğitiminin başlıca öğeleri olan şiir, hitabet,
etik ve politikayı konu alır” (Tanner, 2006:108).
125
belirlemesine katılmak olanaklıysa da, yine de Topikler’de Aristoteles’in diyalektiği
bilimler için kesin bir metoda dönüştürme eğilimini dile getirmesi dikkate
alınmalıdır. Ross haklı olsa da, Aristoteles’in kaygısı sürekliliğini korur. Şu ayrım
dikkate alınmalıdır: Aristoteles’in çalışmalarında diyalektik bilimsel araştırmanın
metodu mudur yoksa bilimsel bilginin metodu mudur? İlk bakışta sorular aynıymış
gibi görünmektedir. Oysa bu diyalektik soru, diyalektiğin ilkinde araştırmanın
“aracı” olup olmadığını, ikincisinde ise bilginin “aracı” olup olmadığını onaylatıyor.
Bu ayrıma rağmen her iki soruyu görünüşte aynı kılan, bilim ve bilimsel bilgi
kavramının “modern bilim” anlayışı tarafından koşullandırılmış olmasından
kaynaklıdır. Aristoteles’in epistêmê’sinin kavranışı “modern bilim”in baskısı
altındadır. Oysa Aristoteles’in epistêmê’si apόdeiksis aracılığı ile onaylanmış
‘bilimsel bilgi’ vurgusuna daha yakın olduğu için, daha çok kavramsal bir
uslamlamadan, bu yanıyla da mantıksal bir metot aracılığıyla uslamlamadan öte bir
şey değildir.193 ‘Bilim’ olarak çevrilen terimin epistêmê olduğu dikkate alındığında,
epistêmê yalnızca ‘tümelin kavramsal bilgisidir’. Öncülleri “doğru ve ilk
olduklarında” bu uslamlama formu apodeiksis ya da bilim bilgisidir (T., 100a 25-30).
Aristoteles’in ‘tanıtlama’ (apόdeiksis) ile kast ettiği bilimsel tümdengelimdir; bir şey
hakkındaki bilimsel bilgi sağlayan tasımsal tanıt türüdür (Po.A., 71b 16-19).
Aristoteles bilim bilgisi hakkında oldukça nettir; epistêmê terimi, onun bili bilgisini
simgeler. Bununla birlikte konumunu tartışmalı bulduğu diyalektiğin bilim olarak
görmezken, bilim bilgisi için ilk ilkeleri keşfedebilecek bir metot olarak
konumlandırır (T., 101b 3). Öyleyse Aristoteles’in diyalektik hakkındaki
düşüncelerinin ikili değerliliği, diyalektiğin bir yandan bilim ile karşıtken diğer
yandan onun ilk ilkelerini keşfeden işlevde kurgulanmasından alır. Buna göre
diyalektiğin iki değerliliği, diyalektiğin bilim ile özdeş görülmediği tanımlamalar ile
diyalektiğin bilim bilgisinin keşfinde felsefi metot olarak kullanıldığı uygulamalar
arasındadır. Ancak burada diyalektiğin iki değerliliği ile diyalektiğin birbirine karşıt
kullanımları olduğu varsayılmıyor. Tersine, bu iki değerlilik terimi sadece
diyalektiğin kullanımlarının sınırlarını çizmekle sınırlıdır.
193
“Pr. An.’e göre öyle görünüyor ki bilimsel tanıtlamaların ilk öncülleri emprik gözlemden türetilen
gerçeklerin koleksiyonlarından (historiai) elde edilmelidir. Bununla birlikte incelemelerden
birçoğunun emprik soruşturmayı çok az kullandığı ve bunun yerine bizzat “kavramsal analizle” daha
çok ilgilendiği görülmektedir. Bu, özellikle Metafizik ve etik incelemeler için doğrudur. Fakat bu aynı
zamanda Fizik’in de önde gelen bir karakteristiğidir” (Smith, 1999b: 39).
126
Irwin ve Berti’nin diyalektiğin türleri olarak gösterdikleri kavram çiftlerinin
kaynağını sadece Aristoteles’in Topikler I.2’deki diyalektiğin kullanımlarına ilişkin
belirlemeleri oluşturur. Oysa buradaki belirlemeler, diyalektiği birbirine karşıt
uygulama örnekleri olarak tanıtlamak için yeterli kanıt sunmaz. Tersine,
Aristoteles’in Topikler I.2’de sunduğu diyalektiğin kullanım alanlarında diyalektik
iki genel felsefi metot olarak sergilenir. Bunlar (1) pratik (diyalektiğin ‘saf’ ve
‘kamusal kullanımı’ ya da bunları da kapsayan ‘tartışma metodu olarak’) kullanımı
(2) teorik (diyalektiğin ‘güçlü’ ve ‘bilimsel kullanımı’ ya da bunları kapsayan
araştırma metodu olarak) kullanımıdır. Aristoteles için diyalektiğin bir ‘tartışma
metodu olması kadar, asıl önem onun kendini tanıtlayamayan bilimlerin
tanıtlanabilmesi
için,
bilimsel
tanıtlamaların
ilk
ilkelerine
ulaşmamızı
sağlamasından” gelir (Desmond, 2000: 13). Diyalektiğin görünümleri arasındaki
ortaklık, diyalektiğin bir akıl yürütme metodu olmasıdır. Bu ortak terim diyalektiğin
bu görünümleri arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırdığı gibi, uygulamaların birbirini
tamamladıklarını belirtir. Bu görünümler, diyalektiğin uygulamasının Aristoteles
teorisindeki sınırıdır.
Her şeyden önce, Aristoteles’in diyalektiğinin “bilim” ölçütünde ayrıştırılarak
karşıtlaştırılmasının
meşru
olup
olmadığı
tartışılmalıdır.
Bu
türden
bölümlendirmelerin dayandığı pasaj olan Topikler I.2’de Aristoteles diyalektiğin
kullanımlarını sınıflandırıyor; diyalektiğin kendisini değil. Diyalektiği argüman
türleri olarak alt gruplara ayırdığı yer, Topikler I.12’deki sullogismos ve epagôgê’dir.
Diyalektiğin kendisi başka bir kavram çifti altında türlerine ayrılamaz. Onun
diyalektiğini ‘kamusal’ ve ‘bilimsel’ kullanımlar olarak sınıflandıran yorumcular,
savlarını dayandırdıkları pasajdaki diyalektiğin bir de ‘bireysel’ yani zihinsel
egzersizler yapmak için kullanımını görmezden gelirler. Ancak Aristoteles’in
Topikler I.2’deki sınıflandırması sadece diyalektiğin kullanım alanlarına ilişkindir,
diyalektiğin sınıflandırması değildir. Yorumcuların kavram çiftlerini kullanım
alanların sınıflandırması olarak almak olanaklıdır. Ancak bu durumda da onlar
kavram çiftleri ile kullanım alanlarını iki olarak sınırlamış olmaktadırlar. Oysa
savların dayandırıldığı pasajda diyalektiğin dört kullanımından söz edilmektedir.
Ayrıca Aristoteles’in belirttiği diyalektiğin bu kullanımlar listesi, diyalektiği bir
127
birbirinin karşıtı olarak içeriklendirmiyor; tersine farklı araştırma nesnesi alanı
aracılığı ile diyalektiği pratik kullanım alanından teorik kullanım alanına doğru
derecelendirilmektedir. Bu derecelendirmeler diyalektiğin türleri olarak birbirlerinin
karşıtı değil, tamamlayıcısı niteliğindedir. Eğer bu sav doğru ise, bu durumda
yorumcuların Aristoteles’in diyalektiğinin bilim ile karşıtlık içinde olduğu savları da
kuşkulu duruma düşmüş olur. Aristoteles’in kendisinin diyalektik ile episteme
arasındaki bir karşıtlıktan hareketle diyalektiğe olumsuzlayıcı bir tutum ile baktığına
tanık olmak olasıdır. Ancak buradaki soru: Aristoteles’in varsaydığı bu karşıtlık
episteme ve diyalektik arasında mıdır yoksa sadece uslamlama formları arasında
mıdır?
II.2. Aristoteles’in Episteme ve Metodu
Aristoteles’in diyalektik teorisinin konumu, ancak Aristoteles’in biliminin ve
bu bilimin metodunun ne olduğu ile birlikte tartışılırsa açıklık kazanır. Bu açıdan
Aristoteles’in episteme’sinin, bunun metodunun kavramsal yapısı öne çıkartılmalıdır.
Bu sayede yorumcuların varsaydığı gibi, Aristoteles’in biliminin diyalektik ile karşıt
mı olduğu, yoksa tersine, burada iddia edileceği gibi, diyalektik ile episteme’nin
birbirini tamamlayan akıl yürütmenin farklı görünümleri mi olduğu, meşru bir
zeminde sorgulanabilecektir.
II.2.1. Episteme’den Sophia’ya
Epistêmê194, ‘bilim’ olarak çevrildiğinde, terimin “modern bilim” anlayışı
tarafından koşullandırılması tehlikesi ortaya çıkar. Modern bilime, reel gerçekliğe
ilişkin gözlem ve deneyin istatistiksel sonuçlarının teorik formülünü içermesi
açısından bakıldığında, Aristoteles’in bilim anlayışı böylesi bir tanım ile
içeriklendirilemez. Her şeyden önce Aristoteles’in bilimi ‘tümellerin bilimi’dir; oysa
194
έπιςτήμη (epistêmê): ‘bilgi’, ‘anlayış, kavrayış’, ‘beceri’, ‘beceri’, deneyim’, ‘bilgelik’; ‘bilimsel
bilgi’, ‘bilim’; (çoğulu) ‘bilimler’. έπίσταμαι (epistamai): ‘(nasıl yapılacağını) bilmek’, ‘yapabilmek’;
‘anlamak’, ‘bilmek’, ‘bir şeyden anlayan, deneyimli’; Herodotos’ta: ‘emin olmak’, ‘inanmak’; Attika
lehçesinde: ‘kesin bilmek’, ‘iyi bilmek’ (L.&S.).
128
gerçek olan tek tek şeylerdir. Bu nedenle gerçeklik ile onun kavramı arasındaki ilişki
sorunu Aristoteles’in biliminin bunalımıdır; çünkü bilim gerçekliğin değil, tümel
kavramın bilimi olmaktadır. Aristoteles’in bilimi kavrama dönüştürmesi, tanımın
önemine ilişkin güçlü vurgusuna dayalıdır. Tanım doğru yapılırsa, bilgi zorunlu
olarak doğru kurgulanmış olacaktır; çünkü yüklemin özneye yüklenmesi tutarlı bir
tarzda olanaklı olacaktır. Bu nedenle modern bilimin de dayanağı olan doğru ve
apaçık kesin bilgi anlayışı epistêmê teriminin içeriğinde olduğu için, epistêmê ‘bilim’
olarak çevrildiğinde, genel olarak bundan ‘duyusal olanın tanımlanmış ve tanıtlanmış
teorik dile getirilişi’ni anlamak olanaklıdır (Po.A.., I. 2, 10). Bu açıdan bakıldığında,
episteme bir yandan metodik bir akıl yürütme olduğu için de ‘bilim’, öte yandan bu
metodun sonucunda elde edilen ürün olarak bir ‘bilgi’dir. Bu nedenle Aristoteles
epistêmê’den belirli anlamdaki bir bilgi türünü, kendisini ‘bilim bilgisi’ olarak ortaya
koyan bilgiyi anlamaktadır.195 Aristoteles’in bu düşüncesi, kuramsal olarak,
Platon’un Phaidon’daki ‘akıl yolu’ ile gerçekliğin bilinebilirliği teorisinin bir
uzantısıdır. Bu teori, Platon’da, bilimin konusunu –kavramsal hakikat- ve bilmenin
metodunu –diyalektik- belirler. Platon’da olduğu gibi Aristoteles için de epistêmê,
her şeyden önce, doksa’ya karşıt olarak nesnesinin kesin bilgisine, hakkında
konuşulanın gerçekliğinin sarsılmazlığına işaret etmektedir. Bununla birlikte
Aristoteles ‘bilmek’ sözcüğünü sadece episteme ile karşılamaz.196
Platon, duyumcu algı teorisi ile teorik ilişkisini kesmesini anlatırken (Pha.,
96a-c), doksa ve epistêmê karşıtlığının kendinden önceki felsefenin bir uzantısı
olduğunu duyumsatır. Herakaleitos’un ‘sonsuz değişimi’ vurgulayan “Her şey
195
Hug Tredennick (LCL edisyonunda) İkinci Analitikler’in çevirisinde, episteme’yi (1) “science”,
‘bilim’ olarak (bir birlerine karşı çalışmaların bilimi 75b 13; birbirlerinin kapsamında olan bilimler
75b 14, 78b 36, 79a 13; ilkelerin bilimi 76a 18; tanıtlamalı bilimler 76a 37; kendi öncüllerine sahip
bilimler 77a 37; bilimlerin genişlemesi 78a 14; düşüncenin tarzı olarak bilim 89b 7; doğa bilimi 89b
9; bilimlerin işlemi 79a 12 ) ve (2) “knowledge” öğretmenin ve öğrenmenin bir koşulu anlamındaki
‘bilgi’ olarak çevirir (Örneğin, ilineğin bilgisi: 71b 9, 72b 25, 73b 16, 75b 24, 76a 4; neden bilgisi:
71b 10; tanıtlamayla elde edilen bilgi: 71b 17, 72a 37; tanıtlayıcı bilgi: 71b 20, 73a 22, 74b 5; mutlak
ve tümel bilgi: 74a 32, 83b 38; sezgisel bilgi: 83b 34, 88b 35, 100b 8; koşullu bilgi: 84a 6; ilk ilkelerin
bilgisi: 99b 17).
196
Aristoteles “bilmek” anlamında farklı sözcükleri kullanıyor: gignoskein ya da gnorizein (‘bilmek’,
‘tanımak’); eidenai (‘bilmek’; ‘görmüş olmak’ ); epistasthai (özel kullanımnda ‘bilimsel olarak
bilmek’, ‘anlamak’, kavramak’) “Dolayısıyla epistasthai’nin tanımında gignoskein olduğundan ötürü
gignoskein (ad biçimiyle gnosis) daha genel anlamda bilmek, eidenai deneyimli kişinin bilmesi
anlamında bilmek; epistasthai (ad biçimiyle episteme) ‘bilimsel’ biçimde anlamak, anlama biçiminde
çevrilebilmektedir” (Babür, 2002: 7-8).
129
akar”197 (K., 402a) düşüncesinin uzantısı kimi Presokratik düşünürlerde aisthesis’e
(duyusal olanın bilgisine) karşı güvensizliğe yol açar. Aristoteles bunu “varlıklarda
doğruyu araştırırken ‘varolan’dan yalnızca duyusal şeyleri” anlamış olmalarına
bağlar (M., 1010a 1).198 Aristoteles’e göre Platon da Kratylos’un düşüncelerini
benimseyerek “duyusal şeylerin sürekli bir akış içinde oldukları ve bilimin konusu
olamayacakları”nı savunmuştur (M., 987a 32). Platon’un epistêmê-doksa ayrımının
gerisinde Herakleitos’un öğretisi kadar, Parmenides’in varlık ve düşünce alanını
(noema) algılanan dünyanın karşısına koyan (frg. 7, 8) öğretisi de vardır. Bu öğreti,
Platon’un epistêmê’sinin nesnesi olan eidê’nin kaynağıdır. Platon’un öğretisinde
eidos ve epistêmê’nin Menon’da başlayan birliği Phaidon’da epistêmê’nin formların
gerçek bilgisi olduğu (75a-d) biçiminde kesinliğine varır. Platon Devlet’te (476a480a) doksa/aistheta ile epistêmê/eide çiftlerini karşıtlık oluşturacak şekilde,
epistemolojik ve ontolojik çerçevede tamamlar.199 Sofist diyalogunda Platon
epistêmê’nin eide’ye ilişkin hakikat bilgisi olduğu konusundaki düşüncesini
Sofistlerin doksalar üretenler olarak tanımlaması eşliğinde, netleştirir (S., 233d237a). Burada Devlet’te olduğu gibi, epistêmê’nin metodu diyalektiktir (S., 253b-e).
Aristoteles’in epistêmê terimini Platon’un içeriklendirmesinden ayıran,
aralarındaki ontolojiye ilişkin köklü ayrımdır. Varlık anlayışında Aristoteles’in içkin
tasarımı, Platon’un aşkın eidê’sinden oldukça farklıdır.200 Aristoteles düşüncesinin
Platon’dan temel ayrımı, eidos’un ayrı bir töz olmadığı konusundadır. Ayrı bir töz
değil, ama yine de Platon da olduğu gibi, bütün tözlere ilişkin bir ilkedir. Platon
episteme’yi eidos’un akılla kavranan bilgisi, bu açıdan da en üst bilgi olarak
197
Herakleitos’a ait olmasa da, onun felsefesinin teorik özeti niteliğindeki “pantha rhei” sözcüğü
olasılıkla Kratylos’a aittir. Bununla birlikte Herakleitos’un farklı fragmanlarında bu deyim doğrulanır.
198
Bu filozoflar “tüm bu duyusal doğanın hareket içinde olduğunu gördükleri için ve değişen bir şey
hakkında doğru bir yargıda bulunulamayacağını düşündükleri için (…) değişme içinde olan şeyler ile
ilgili olarak hiçbir doğrunun ileri sürülemeyeceğini düşünmüşlerdir.” Bu düşünceler Herakleitos’un
öğrencisi Kratylos’un öğretisinde bulunur. “Kratylos sonunda hiçbir şey söylememek gerektiği
düşüncesine ulaşmıştı ve sadece parmağını sallamakla yetinmekteydi” (M., 1010a 1-14)
199
“Güzel olanı kendi başına bir varlık olarak bilen ve onu başka şeylerle karıştırmayan bir düşünce,
gerçekçidir. Bilgi de bu düşüncededir. Görünüşlere bağlı düşünce, sanıdan başka bir şey değildir (D.,
476d). Gerçekliğe sahip olmak bilgiye sahip olmak iken, görünüşlere sahip olmak, bilgisi olup sanıya
sahip olmaktır” (D., 476d-e).
200
Aristoteles’in düşünsel sürecinde eide terimi farklı içeriklerle öne çıkar. Konu, ontolojik bağlamda
Metafizik’te (987a-993a, 1078b-1080) incelenir. Aristoteles’in Platon’un eidos tasarımından temel
ayrımı, onun ayrı bir töz olmayıp diğer tözlerin ilkesi konumunda olmasıdır. Fizik’te (194b) eide
şeylerin formel nedeni olarak gösterilir. Ayrıca varolanların düşünce ile kavranılır özüdür (ousia) (M.,
1013a; GC., 335b). Bu nedenle duyusal şeyler bilindiğinde, bilinen onların eidos’udur (M., 1010a).
130
tanımlarken, Aristoteles kendi ontolojinin içerisinde epistêmê’nin yerini nedenlerin
bilgisi olarak belirler. Platonik İdea’ların da her şeyin nedeni olarak temellendirildiği
varsayıldığında, Aristoteles’in Platon’dan içeriksel olarak farklı düşünmediği kabul
edilebilir. Ama yine de Aristoteles’in episteme’si formel açıdan oldukça yenidir.
Bir şeyi ortaya çıkartan nedenin ve onun niçin daha başka bir şey
olamayacağının (Po.A., I.2) bilgisi, Aristoteles’e göre bilimsel bilgi olması için
yeterli bir koşuldur.201 Bilinenin “olduğundan başka olmasının olası olmadığı”
şeyler, bilimin nesnesi olarak “zorunlu olarak vardır” ve “sonsuzdur” (NE., 1139b
20). Ona göre bilimsel bilgi nedenlerin (aitia) bilgisidir; “çünkü bilmekte en önemli
şey nedeni incelemektir” (Po.A., 79a 20). Nedenlere ilişkin bilgi zorunlu doğru
bilgidir; “nedeni olmayan nedenlerden bilgi edinen kişi daha önce gelen öncüllerden
bilgi edinmiştir. Dolayısıyla daha iyi ve en iyi biliniyorsa, bilgisi daha çok ve en açık
bilgi olsa gerek” (Po.A., 76a 20). Burada bir aporia açığa çıkar: (1) Bilimsel bilgi
nedenlerin bilgisidir. (2) Sadece zorunlu olan neden bilimsel olarak bilinebilir.
Aporia’ya yol açan araştırma nesnesi ile araştırma nesnesinin bilgisinin birbirini
gerektirmesinden kaynaklıdır: ‘bilim nedenin bilgisidir’ ve ‘neden bilim ile bilinir’;
yani bilimsel bilgi nedenleri amaçlar, ancak o nedenlere dayalı bir bilgidir. Sonuçta
bu aporia, ‘nedenin bilgisi nedendir’, şeklinde sonuçlanır.
Aristoteles açıklamalarında episteme’yi zorunlu nedenlerin bilgisi olarak
tasarlarken, doksa’yı olası şeyler hakkındaki bilgi olarak içeriklendirir ve herhangi
bir çelişkiye düştüğünü düşünmez. Neden, neden olduğu duyusal olandan farklı bir
şey midir?202 “Bilgi (epistêmê) ve bilgi nesnesi, sanı (doksa) ve sanı nesnesi
birbirinden ayrıdır, çünkü bilgi tümel ve zorunlu olanlara dayanır, zorunlu olanın ise
başka olması olası değildir.” Olası olan hakkında bilgi edinilemez; dolayısıyla da
‘kavrayış’ (nous) (Aristoteles’in burada nous dediği “bilginin ilkesi”203) olası olan ile
201
Barnes, Aristoteles’in bilgi için iki koşul öngördüğünü bildirir: “nedensellik”: neden öyle
olduğunun bilgisini verir (2002: 54) ve “zorunluluk”: başka türlü olmayacak olanın bilgisi olduğunu
gö te i
( annes, 2002: 58).
202
Düşmenin nedeni yer çekimi ise, yer çekimi ile düşme arasındaki fark nedir? Tanımda
vurgulananın önceliğinden başka...
203
Aristoteles, bilimin ilk öncüllerinin kanıtlanamaz bilgisini İkinci Analitikler’de II.19’da bildirirken,
burada nous olarak bilinen bir başka türden bilişsel faaliyeti dile getirir. Terim “akıl” olarak geçse de,
daha çok bir tür “kavrama yetisi” olarak işlenir. Burada ilk ilkelerin inşası için akıl ilk önermeler
131
ilgili değildir. Bu durumda olası olan sanının konusu olmaktadır; sanı, varlığı
hakkında kesin olunmayan durumlara aittir, bilgi ise zorunlu olanlara (Po.A., 88b 3089a 10). Buna göre Platon’da olduğu gibi Aristoteles’te de epistemolojik terimler
olan doksa ve epistêmê ayrımı ontolojiye dayanır. Aristoteles episteme’yi kesin
doğru bilgi olarak kurguladığı için, buna bağlı olarak bilimsel bilgiyi, ontolojik
bağlamda, zorunlu varlığa ait bir bilgi tarzı olarak tasarlar. Buna göre epistêmê ile töz
arasındaki ayrım, ontolojik bağlamda bir şey ile o şeyin niteliği ya da tözsel dayanak
(hûpokeímenon) ile bu dayanağın rastlantısal ilineği (sûmbebêkós) arasındaki
ayrımdır. Bir şeye sıradan olarak yüklenilen nitelik ya da rastlantısal durum olan
sûmbebêkós, bir şeye aitliği o anda olan, ama devamı zorunlu olmayan niteliktir (M.,
1025a 14). Cins’in (genos) yaptığı gibi sûmbebêkós ‘özü’ (ti esti) dile getirmez; öz,
‘özellik’ (idion) türünden şeylere zorunlu olarak bağlı değildir (T., 101b 25-102b 25).
Buna göre ilineksel olan, şeylere zorunlu olarak bağlı olan değilseler, ilineklere
dayalı hiçbir tanıtlama (apodeiksis) yapılamayacağı gibi, bunlara ilişkin bilginin de
bilimsel bilgi (episteme) olmasının olanağı yoktur (Po.A., 75a-b; M., 1026b 1).204
Buraya kadar açığa çıkana göre, Aristoteles’in episteme terimi apodeiksis
(‘tanıtlama’) formu ile bilimsel niteliğini kazanmaktadır. Bilimsel bilginin
geçerliliğini sağlayan uslamlama formu ise apodeiksis’tir. Bir uslamlama formu
olarak apodeiksis, zorunlu olarak ilk ve doğru olan öncüllerden hareketle sergilenen
aracılığı ile tümel önermeye çıkabilme yeteneğine sahip bir olanak olarak tasarlanır. Sonunda aklın bu
yeteneği ya da gücü bir ‘bilme’ ya da ‘bilgi’ türüne dönüşür. Aristoteles buradaki tartışmasında, aklın
sahip olduğu potansiyeli bilimlerin başlangıç noktasına dönüştürür. Burada akıl ve algı ilişkisine göre
akıl gelişen bir kavramdır. Aklın kapasitesi, duyum durumunda algılanan nesnenin algısının etkisi
altındadır. Benzeri nesnelerin benzeri etkisi ile yinelenen anılara, ilk bilgiyi oluşturacak niteliğe
dönüşür. Öyleyse akıl bir türden deneyimleme gücüne sahip bir olanaktır. Gerekli deneyimler
olmaksızın ilk öncülleri bilmeyi başaramayız. Aklın duyulur olana ilişkin ayrımlarının gerisinde
yinelenen bu deneyimler vardır. Epistemolojik bağlamda aklın potansiyelinin önemi, deneyimlerden
(empeiria) tümelin (katholou) bilgisine ulaşmada öne çıkar. Ancak Aristoteles nous’un bu
görünümünü Ruh Üzerine’de daha karmaşık bir bilinç süreci olarak işler. Buna göre Aristoteles
nóêsis’i energeia ve dünamis ilişkisi içinde ele alıp tartışmaktadır. Bilme etkinliğine başlamadan önce
nous bir eylem değil, bir olanaktır; bilmeye hazır bir olanaktır (OS, 429a 15). Nesnesi üzerine
düşünmeye başlamak, nous’un edilgin halden etkin hale geçmesidir (OS, 431a 5). Nasıl ki aísthêsis
(duyu algısı) şeylerden duyulur formlarını çekip alıyor, aynı şekilde nóêsis de duyulur görünüşlerdeki
(phantasíai) düşünülür formları düşünür. Böylece Aristoteles de Platon gibi, nous’u kavranır özlerle
ilişkilendirmiş olur. Bu durumda duyulur olan düşünülür olan için bir malzeme ve basamaktır (OS,
431a-b). Nóêsis doğrudan ilk ilkelerin kavranmasında etkin olarak bulunabileceği gibi (nous’un
sezgisel yanının epagôgê probleminde tartışıldığı gibi; M., 1036a 5), kavramları bağlayıp
birleştirmede (sûnthesis) ya da bölmede (diaíresis) görülür.
204
Bunun en açık kanıtı da, ne pratik ne teorik ne de sanat gibi bilimlerin bununla ilgilenmemesidir;
çünkü bir ev yapımında dikkate alınan ilinekler değildir (M., 1026b 3).
132
tasımsal tanıtlama (sullogismos) formudur (Po.A., 71b-72a). Aristoteles’in aradığı
bilimsel argümanlar bu türden bir uslamlama aracılığı ile elde edilir. Ancak hala
koşul, bir apodeiksis formunda akıl yürütebilmek için doğru ve ilk öncül
önermelerinin zorunlu varlığıdır. Apodeiksis ile episteme’yi olanaklı kılan ya da
argümanı bilimsel kılan, ilk ilkelere dayalı tanıtlamalı uslamlama formudur.
Tanıtlama (apodeiksis) bilimsel bilginin uslamlama formuysa, tanıtlanan ya
da bilimsel bilginin nesnesi nedir? Gerçekte bu bilimsel çözümleme tanımlara dayalı
olduğu için, bilimsel uslamlamanın nesnesi olabilmede ölçüt ‘tümel’ ve
‘tanımlanabilirliktir’. Bu bağlamda “(…) bireysel duyusal tözlerin ne tanımı ne de
kanıtlaması vardır” (M., 1039b 20. Bu koşulları karşılayabilen tek nesne ‘zorunlu
olarak varolan’dır. Duyusal varolanlar zorunlu varolanların dışına çıkar; çünkü
değişmektedirler ve bu nedenden dolayı da episteme’nin konusu olamazlar. Nesnenin
kendisi ortadan kalktıkça onun hakkındaki tanım da kaybolacaktır. Bu nedenle
episteme’nin dayanacağı mutlak bir tanım duyusal gerçekliğe ait olamaz (M., VII.
15).205 Eğer bir şeye ilişkin özellikler duyulara dayalı bir yaklaşımla nesnelere ait
nitelikleri bildirmişse, onun savının geçersiz olduğu tanıtlanabilir (T., 131b 18).206
Ancak Aristoteles burada duyusal olanın bilgisini olumsuzlarken, bilginin kendisini
değil onun kesinlik derecesini olumsuzlamaktadır. Oysa Platon gibi207 Aristoteles de
205
Bireysel varoluşun tümü yokoluşa tabi olduğu için, “kanıtlamanın konusu zorunlu olan(dır).”
“Tanım sadece bilime ait” olduğu için, duyusal olanın tanımı olmadığı için bilimi de olmaz.
Bilgisizlik bilim olmayacağına göre (sanılar konusunda olabilir), “olduğundan başka türlü olabilen”
şeylerin de tanımı ya da kanıtı olamaz. “Çünkü ortadan kalkabilen varlıklar, duyumun alanından
kaybolduklarında artık bilginin konusu olamazlar. Formlarının ruhta varlığını sürdürmesine karşılık
bu varlıkların artık ne tanımı ne de kanıtlaması olur. Bundan dolayı bu tür tanımlarla ilgili olarak bir
bireyin tanımının daima gelip geçici, eğreti olduğunu ve bu tür varlıkların gerçek bir tanımının
mümkün olmadığını bilmemiz gerekir” (M., 1039b 28-1040a 7).
206
Her yüklenebilir nitelik bir defa duyum dışına geçtiğinde, bulanıklaşır; çünkü ancak duyumla
bilindiği için, konuya henüz ait olup olmadığı bilinmez. (Konuyu takip etmeyen yüklemler kullanılmış
olur), (Örneğin, güneşin özelliği olarak ‘dünyanın üzerinde hareket eden en parlak yıldız’ olduğu
bildirildiğinde, özellik olarak duyum aracılığı ile bilinen şey olan ‘dünyanın üstünde hareket etmek’
ifadesi kullanılır ki, burada güneşin niteliği doğru olarak verilmemiş olacaktır. Çünkü güneş batarsa,
dünyanın üzerinde hala hareket edip etmediği bilinmeyecektir; çünkü bu konuda herhangi bir duyuma
sahip değiliz.) (T., 131b 18-30).
207
Platon, “ruh-beden” düalizminden sıyrılıp “akıl bilgisi”ne hazırlık yaparken, akıl yürütmeyi
gerçekliğin bilinme metodu olarak kurgular. Ona göre “(…) gerçekliğin herhangi bir parçası yalnızca
akıl yürütme yoluyla açık seçik olarak anlaşılabilir (…)” (Pha., 65c). Ruh, “bedenden ayrılıp (…)
kendisiyle kaldığı zaman akıl yürütmede bulunur: onun bedenle olan birlikteliği ve teması olanaklı
olan en alt düzeyde kaldığında, ruh var olanı kavrar” (Pha., 65c). Öyle ise duyulardan bağımsız
olarak, “bir nesneye olanaklı olduğu ölçüde düşünceyle ve salt düşünceyle yaklaşan; gerçekliğin her
bir bileşenini, saf ve basit düşünce aracılığıyla, onu gerçekte olduğu gibi saflığı ve basitliği içinde
yakalamaya çalışan (…)” bu süreci, duyuları dışarıda bırakan akıl sağlayabilir (Pha., 66e).
133
duyu bilgisini önemser. Ancak her ikisi de duyu bilgisini işleyerek daha üst bir bilgi
tarzına geçmekten söz ederler. Bu nedenle duyu bilgisi, kavramsal bilginin yani
theoretike’nin koşuludur. Öyleyse episteme’yi şeylere ilişkin duyusal bilgi
oluşturmaz; bunların da üstünde akıl yürütme işlemi tarafından varılan sonuç
oluşturur. Bu durumda duyu algısı bilimsel bilgiyi vermez.
Bilimsel bilgi208 (epistasthai) duyum (aistesis) aracılığıyla anlaşılmaz. Duyum
doğrudan belli bir nesnenin değil de, belli bir niteliğin duyumu olsa bile, ‘şu anda’ ve
‘şurada’ olan tikel bir nesnenin algılanması zorunlu. Tümel olanı (katholou) ve her
şeyde olanı algılamak ise olanaksız: çünkü ‘şu anda’ da değil, yoksa tümel olamazdı;
nitekim hep ve her yerde olana tümel deriz. Tanıtlananlar tümel ve bunlar
algılanamaz ise, açıktır ki üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğu
algılanabilseydi bile, bunun tanıtlanmasını isterdik ve bazılarının209 dediği gibi
bilgisine sahip olmazdık. Bununla birlikte tekilin algılanması zorunlu, bilgisi ise
tümeli bilmektir. Bu nedenle ayda olsaydık ve yeryüzünün güneş ışığını kestiğini
görseydik bile tutulmanın nedenini bilemezdik. Algıladığımız, şu andaki bir tutulma,
genel olarak tutulmanın nedeni değil: tümele ait bir durum yok. Fakat yine de bunu
pek çok kere görmekten tümeli yakalayarak bir tanıtlama yapabilirdik; nitekim tikelin
birçok teklerden çıktığı açıktır. Nedeni açıkladığı için tümel değerli, dolayısıyla
nedeni kendisinden başka olan nesneler durumunda tümel tanıtlama duyumdan ve
kavrayıştan (noesis) daha değerlidir210 (Po.A.., 87b 28-87b 38).
Öyleyse tanıtlanır bilgi duyular aracılığı ile kazanılmaz. Her ne kadar duyular
tümele varmak için uslamlamalara malzeme sağlıyorsa da, bu duyulara doğrudan
bağlı olmak değil, tersine onların işlenmesi ile olur. Örneğin “camın gözenekli
olması” bilgisi bir duyu bilgisidir (Po.A., 88a 9-17); ama buradan camın tanımı
gözenekliliğe göre yapılamaz. Bir şeyin bilgisinin bilimselliği, onun dayandığı
nedenlerin bilgisi olmasıyla ilgilidir.
Aristoteles amaç ve nesnesine göre en yüksek bilim (episteme)211 ayrımını,
olan gerçeğin bilgisi ve nedenin bilgisi ayrımına dayandırır. Olanın bilgisi doksa’dır;
oysa nedenin bilgisi, bilimsel bilgiyi yani episteme’yi oluşturur. Böylece Aristoteles
208
Aristoteles’in metni içinde ‘bilimsel bilgi’ ifadesi yoktur; ancak paragrafın kontekstine bağlı olarak
epistasthai sözcüğü LCL edisyonunda ‘scientific knowledge’ olarak çevrilir; aynı ifade PUP
edisyonunda ‘understanding’ olarak çevrilir.
209
Metindeki sözü edilen Protagoas’tır; onun düşüncesini Platon (Th., 151e) ve Diogenes Laertius
(IX.51) aktarır.
210
Tikel gerçeklik (duyu algıları tarafından verilir) kendi nihai neden kurallarına ya da hakikatine
(sezgiyle kavranır) sahiptir. Mantık tikeller tarafından örtülen spesifik hakikat kanıtlaması ile kendi
bağlantısını gösterir.
211
PUP edisyonunda ‘science’ olarak çevrilirken, LCL edisyonunda ‘knowledge’ olarak çevrilir. Her
ne kadar episteme’nin anlamı ‘bilim’ ve ‘bilgi’yi karşılamaktaysa da, burada vurgu ‘bilim’
anlamınadır.
134
olan ile olanın nedenini birbirinden ayırarak fiziksel olanda bir düalizm
yaratmaktadır. Ancak ona göre episteme, gerçekliğin bilgisine dayanan bilimden
daha öncedir. Burada ayrımın dayanağını, bilimin nesnesinin ontolojik niteliği
oluşturur. “Bir taşıyıcıya (hüpekeimeno) yüklenmeyenin [tözün] bilimi, bir taşıyıcıya
yüklenenin biliminden daha kesin ve daha önce gelir; örneğin matematik
harmoniden” (Po.A., 87a 31-35). Öyleyse “bilim genel ve zorunlu olarak olan” ile
ilgilidir ve onun nesnesi tanıtlanabilir (NE., 1140a 31).
Ancak burada daha temel bir soru ortaya çıkar: Aristoteles’in bilimi ne yapar?
Özetle söylenecek olursa, ‘bilim, ilk ilkeden oluşan cins ya da cinsin temel parçaları
olan elementlerden oluşan nesneler sınıfı ile ilgilidir.’ Onun yaptığı iş, nesnesi
hakkındaki bilgiyi ‘tanıtlanamaz ilk ilkelere’ dayandırarak kanıtlamaktır (Po.A., 87a
37-87b 3). Öyleyse bilim, nesnesinin bilgisini kesinlik düzeyinde oluşturan metodik
bir düşünme etkinliğidir. Bunun için koşul, tanımlanacak nesnesinin değişmez
olmasıdır. “Rastlantı olan nesne tanıtlamayla bilinemez.”212 Rastlantı sonucu olan
zorunlu olmadığı için, tanıtlanamaz. Oysa “her tasımsal tanıt (sullogismos) ya
zorunlu öncüllere ya da çoğu kez öyle olan öncüllere dayanır; öncüller zorunluysa
sonuç da zorunlu, öncüller çoğu kez öyleyse sonuç da öyledir” (Po.A., 87b 19-27).
Bu durumda açıktır ki, Aristoteles ‘bilgi ve bilgi nesnesi’ ile ‘sanı ve sanı nesnesi’ni
ayırır. Onun yapmak istediği, bilgiyi “tümel ve zorunlu olanlara” dayandırmaktır.
‘Zorunlu olan’, değişebilen ya da rastlantısal olan değildir; başka olabilen hakkında
bilgi edinilemez. “Bilginin başlangıç ilkesi (arkhe)” konumundaki nous, yani ‘akıl ile
kavranırlık’213 varlığın değişen görünümlerine ilişkin değildir. Ussal kavrama (nous),
ancak değişmeyen zorunlu koşulların bilgisini (episteme) oluştururken, sanı (doksa)
değişen nesnelere göre oluşan bilgidir. Özetle doksa, varlığı hakkında kesin
olunmayan durumlara ait, episteme ise zorunlu olanlara aittir (Po.A., 88b 30-89a 10).
Aynı nesnenin hem doksa’ya hem de episteme’ye ait olması, ancak ilk ilkelerin ya da
doğrudan öncülerin yokluğundan kaynaklıdır. Bu nedenle ilk ilkelere ulaşmadıkça,
episteme ile doksa arasındaki benzerlik ‘orta terim’ler konusunda olacaktır (Po.A.,
89a 11-16). Bilgi ilk ilkelere dayalı bir tanıtlama ile doğrulanmadıkça episteme ve
212
Değişim için Fizik II. 4-6, Metafizik 1064b 32
Hug Tredennick (LCL edisyonunda), İkinci Analitikler’in nous kavramını (83b 34, 85a 1, 88a 7,
89b 8, 100b 8-15) “intution” (sezgi) olarak çevirmektedir.
213
135
doksa aynı derecede bilgidirler (Po.A., 89a 17-22). Episteme ile doksa arasındaki
ayrıma, onların nesnelerinin ayrımına yol açması kadar, episteme’nin ilk ilkelere
dayandırılmasının zorunluluğu da bu ayrımı güçlendirmektedir.
Aristoteles İkinci Analitikler I. 18 ve II. 19’da epagôgê’yi yeni terimler
kullanarak açıklarken, Topikler’deki diyalektiği bir uygulama türü olarak
tanımlayışını terk etmiş görünmektedir. Ama yine de Topikler’deki açıklamaya
uygun olarak, Analitikler’de epagôgê hala duyumlardan zihnin bir türden sezgisel
kavrayışı ile bilgi edinme tarzında iş görmeyi sürdürmektedir.214 Bu yaklaşım da
Platon’un Theaitetos’taki (191c) “bal mumundan levha” alegorisinin215 epistemolojik
yeniden kurgusudur. Ruhun kendinde sakladığının yinelemeleri ile genellemelerin
sağlandığı bir bilgilenme sürecidir. Aynı düşünceyi Metafizik I. Kitapta yeniden
işleyen Aristoteles, deneyim bilgisi ile teorik bilgi süreçlerini yükselen bir
derecelendirme olarak gösterir. Bütün hayvanlar duyum yeteneğine sahip olsa da
bellek edinen bir tek insandır. Bellek öğrenmeyi sağlar. Öğrenme, insanın
‘deneyim’lerden (empeiria) ‘sanat’ (tekhne) ve ‘akıl yürütme’ye (logisesthai)216
kadar yükselmesini sağlar.217 Buna göre deneyimler bellekten çıkar (M., 980a 25214
Bu nedenle İkinci Analitikler’in epagôgê’si “modern mantık”ın indüksiyonlu tasımına benzemez.
Platon, sofist Menon’un “Bilmediğin bir nesneyi nasıl araştırırsın?” sorusunu (M., 80d-e)
Theaitetos’ta kendi sorusuna dönüştürerek “önceden bilinmeyen bir şeyin sonradan öğrenilmesi
mümkün müdür?” (Theaitetos, 191c) sorusuyla yeniden tartışmaya çalışır. Bu sorunun da yanıtını
“ruhumuzda balmumundan bulunan bir levha” alegorisi ile çözmeye çalışır. “Bu levhanın
algılarımızla düşüncelerimiz için bir dayanak olduğunu düşünerek, gördüklerimizden,
işittiklerimizden hatırda kalmalarını istediklerimizi, tıpkı yüzüklerdeki kabartma resimler gibi, bunun
üzerine basalım. Bu basılan şeyin izi bu levhada kaldıkça onu hatırlar, biliriz. Fakat bu iz silinir veya
hiçbir iz bırakmazsa onu dutur, artık bilemeyiz” (Theaitetos, 191d). Buna göre bilinmeyeni bu
bilinenlere bakarak bilinir kılmak olanaklıdır (Theaitetos, 192a-d).
216
“Bilginin (epistêmê) durumu böyledir. Bu teorik (θεορητική -theoretike), pratik (πρακτική –
praktike) ve yaratıcı (ποιητική -poietike) olarak sınıflandırılmıştır. Bu ayrımların her biri, bir ayrımı
gösterir. Çünkü bilgi, bir şeyleri teorileştirmeye ilişkindir ya da bir şeyleri yaratma hakkındadır ya da
bir şeyleri yapma hakkındadır” (T., 145a 13-18). (Po.A., I. 33). Bu yanıyla da episteme, praktike ve
poetike’ye karşıt olarak theoretike bilgidir. Sadece duyuları kendisine kaynak olarak alan sanının
(doksa) karşıtı olarak episteme akıl bilgisidir. “Metafizik’te episteme, felsefe ve dianoia (çıkarımsal
akıl yürütme) ile eş anlamlı olarak ve bilgisel etkinlik anlamında bir üst kavram olarak çeşitli alt
türlerde verilmektedir” (Babür, 2002: 8). Aristoteles Metafiizk’te (1025b-1026a) bilginin türlerinin bir
şemasını verir. Buna göre:
Episteme → (1) Praktike (praksis), (2) Poietike (tekhne), (3) Theoretike (theoria)
→ (3a) Mathematike, (3b) Phüsike, (3c)
Theologike
217
“Bununla birlikte duyudan bağımsız olarak duyulur olanı bilemeyiz; tümel bilgi olmadan,
nesnenin kendisine özgü bilgisi olmadan, etkinlikte bulunmadan duyumsamış da olmayız. Bundan
dolayı ‘bilmek’ üç anlamda söylenir: (1) Tümel bilgiyle bilmek, (2) nesnenin kendine özgü bilgisiyle
bilmek, (3) etkinlikte bulunmakla bilmek” (Pr.A., 67b 1).
215
136
980b 28). Aristoteles İkinci Analitikler’de bellekte anıların oluşması aracılığı ile
deneyimin oluşumunu anlatır. Burada duyumdan bilime geçiş bir takım aşamalardan
oluşur. Bu aşamalar: (1) Duyumun birikimi olan bellek; (2) genel kavramların
hareket noktasını oluşturan deneyimler (“ruhtaki ilk tümeller”); (3) ‘oluşturma’ söz
konusu olduğunda, tekhne, gerçekliğin bilgisi söz konusu olduğunda episteme’nin
ilkesi tümel kavramlar ya da ilk ilkelerin kendisidir.218 Buna göre “deneyim sanat ve
bilim ile aynı yapıda bir şey gibi görünmektedir. Ancak aralarındaki fark, insanlar
sanat ve bilime deneyim aracılığıyla ulaşırlar.” Deneyimden edinilen kavramlardan
bir nesne sınıfına ilişkin tümel yargı oluşturulduğunda, sanat ortaya çıkar. Herhangi
bir ilacın bir kaç kişiye iyi geldiği sonucundan ilacın iyi olduğunu çıkartmak,
deneyim bilgisidir. Buna göre deneyim bilgisi, sanat bilgisinden daha aşağı değildir.
Ancak deneyim tekil olanın bilgisidir, sanat ise daha tümel olanın bilgisidir. Ancak
bütün yaratmalar söz konusu olduğunda, tekil olanı konu alır (iyileştirme sanatı
‘insanı’ değil tekil insanı iyileştirmekle ilgilidir). İşçiye göre usta olanı daha bilge
kılan, onun iş yapabilme gücü değil “kavramlara sahip olmaları ve nedenleri
bilmeleridir.” Deneyim öğretilecek bir bilgi değilken sanat öğretilebilir bir bilgi
olmakla, deneyimden daha üstündür.
Bütün bunların üstünde “ilk ilkeleri ve nedenleri” bilme de vardır ki,
epistemolojik tabakalaşmada bu aşama episteme’nin de üstünde sophia, yani
‘bilgelik’tir (M., 980b 28-982a). Yunancada sophia, ‘bilgelik’ ve ‘bilim’
kavramlarını içermektedir. Aristoteles için sophia terimi “bilim” ve “felsefe” (M.,
981a 27; 1005b 1; 1061b 32) ya da “ilk felsefe”dir (prôtê philosophía) (995b 12;
996b 9; 1005b 1, 1059a 18-32; 1061b 32; 1060a 10; 1075b 20). İlk felsefe olarak
sophia, bütün bilimlerin ilk ilkelerini kanıtlama bilgisidir. Bu nedenle “bilimlerin en
kesini”dir; “ilkelere dayalı şeyleri bildiği” gibi, “ilkeler hakkında” da doğruyu
bilmektedir (NE., 1141b 14). Buna göre duyu sahibi olma, deneyim sahibi olma,
sanatçı olma ve son olarak da bilge olma basamakları, epistemolojik bağlamda,
218
“Bu bağlamda duyumdan anı dediğimiz şey, aynı nesneye ait anının sık sık yinelenmesinden ise
deneyim oluşur. Deneyimden –ruhta tümüyle durağan olan tümelden, çokluğun bütünü içinde aynı
olan, çokluğun dışındaki birlikten- sanat ile bilimin ilkesi çıkar. Oluşla ilgilisiyse sanatın ilkesi,
varlıkla ilgisiyle bilimin ilkesi çıkar. O halde bu tutumlar ne belirlenmiş olarak içkindirler ne de
bilmenin başka daha üstün tutumlarından çıkarlar. Bunlar duyumdan çıkarlar. (…) Ruh öyle bir
varolandır ki, onda bu edilgenlik olanağı bulunur” (Po.A., 100a 3-14).
137
bilgiye ilişkin duyulardan hakikate yükselen bir sürece işaret etmektedir. Bilgelik,
neyde bilge olmadır? “Bilgeliğin belli bazı ilke ve nedenlere ilişkin bilgi olduğu
açıktır” (M., 982a 1). Ancak burada sorun ne türden ilkeler ve nedenler
konusundadır. Metafizik I.1’de bilgi ‘deneyim’, ‘bilim’ ve ‘ilk felsefe’yi içine
almaktadır. Bilim ikincil nedenlerin bilgisidir ve bu yönüyle de deneyim bilgisinden
ayrılmaktadır. İlk felsefe ise bilimlerin nedenidir ve o da bu yönüyle bilimsel
bilgiden ayrılır. Buna göre, Aristoteles’in metafiziği, ilk nedenlerin kesin bilgisini
içeren bir bilgi alanıdır, bu yönüyle de bilimin episteme’sini aşar. Bu durumda ise
nous kanıtlanamaz doğruların, episteme kanıtlanabilir doğruların bilgisiyken sophia
en yüksek nedenleri ve ilkeleri bilmeye yönelmiş zihnin kendisidir (NE., 1140b 2-8);
episteme ve nous’un birliği olarak bilgelik en yüksel bilimdir (NE., 1141b 19). Bu
açıdan da phrónêsis’in, pratik entelektüel erdemin de üstünde en yüksek teorik
erdemdir (NE., 1141a-b, 1143b-144a). Sophia, nedenlerin bilgisi olarak, bütün
bilimlerin de üstünde bir bilgeliktir (M., 982a 15); çünkü o, duyuma en uzak olan
nedenlerin bilgisi olan tümelin bilgisine sahiptir (M., 982a 20).
Buraya kadarki açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi epistêmê, duyu
deneyimleri ile bilgelik arasında bir bilgi türüdür. Nedenlerin bilgisidir, ancak
varolanların en son nedenlerinin bilgisi epistêmê’nin en yüksek görünümü olan
sophia’dır yani akılsal bilgi olarak bilgeliktir. Kendinden açık ilkelere dayalı
kavramsal bir uslamlama ile tanıtlanmış tanım Aristoteles’e göre bilginin bilimsel ya
da nesnenin epistêmê’si olması için yeterlidir. Böyle olduğu için de Aristoteles’in
bilimi
nesnesine
ilişkin
duyu
bilgisinin
kavramsal
uslamlamaya
göre
sınıflandırılmasından daha fazla bir şey değildir. “Duyu ve akıldan mahrum
bırakılmış insan bitki koşullarına indirgenmiştir” (Dia, B 28). Bilimin kavramsal
uslamlama olması, onun nesnesi hakkında deneyim bilgisinden hareketle teorik aklın
felsefi kurgusu olarak öne çıkmasını sağlar.
138
II.2.2. Analitikler’in Bilimsel Araştırma Metodu Olarak Epagôgê
Aristoteles epagôgê terimini, İkinci Analitikler’de, Topikler’deki açıklamaları
da içeren daha ayrıntılı bir çözümleme ile aradığı bilimsel metot olarak çözümler.
Benzeri bir şekilde, önermelerin olası bütün örnek formlarını sıralayarak, epagôgê’yi
tasımsal tanıtlamaların formu olarak da geliştirir (Pr.A., 68b 15-29).219 Aristoteles,
buradan hareketle de tümevarım ile tasımsal tanıtı karşıt formlar olarak gösterir. Bu
karşıtlık Topikler’de başlar. Orada epagôgê duyu verilerinden hareket eden bir
uslamlama formu olarak gösterir (T., 105a 18). Aristoteles Topikler’de epagôgê’yi
‘tikelden tümele geçen kavramsal bir akıl yürütmeyi’ diyalektiğin bir türü olarak
belirler (T., 105a 12). Diyalektiğin bu türü, zorunlu öncüllerden ya da bilinir olandan
bilinmez olana doğru bir hareketle sav oluşturan ya da çözüm geliştiren uslamlama
formudur (T., 155b 35-156a 4, 156a 5-7).
Aristoteles’in bilim teorisinde epagôgê’yi önemli kılan, duyulur olan ile onun
kavramsal bilgisi arasındaki ilişkiyi kuran bir uslamlama olmasıdır. Ancak yine de
epagôgê onun için ideal bir bilimsel metot olma koşullarını sağlamaktadır.
Aristoteles tümevarımın tasımsal tanıt kurallarını Birinci Analitiler’de bildirirken220,
aynı yerde tümevarım ile tasımsal tanıtı karşıt uslamlama formları olarak
konumlandırır;221 çünkü onun için ‘soyut mantıksal işlem tümelden tikeledir’, fakat
insan aklı tikelden tümele doğru işlem yapar (M., 1029b 3). Bu yaklaşım,
epagôgê’yi, kamusal tartışmalarda kullanmakla sınırlayan bir tutumsa da, yinede
219
‘Tümevarım’ ile ‘tümevarımlı tasım’, bir ucun orta terimde bulunduğunu öteki uçla
tanıtlanmaktadır; örneğin AC’nin orta terimi B ise A’nın B’de bulunduğu C’yle tanıtlanacak; nitekim
tümevarımları böyle oluşturuyoruz. Sözgelişi A ‘uzun yaşamlı’, B ‘safrasız’, C ‘tek tek uzun
yaşamlar’ –sözgelişi insan, at, katır- olsun. O halde A bütün C’de bulunur (çünkü her C uzun
yaşamlı); ancak B –safrasız olan- da her C’de bulunur. Bu bağlamda C B’yle evrilip orta terim
genişlemezse, A’nın B’de bulunması zorunludur. Şu önceden tanıtlanmıştı: İki nesne aynı nesnede
bulunup uç terim onlardan biriyle evriliyorsa, yüklenenlerden biri, evrilmiş öteki yüklenende
bulunacaktır. Ama bilmek gerekir ki, C bütün tek teklerden oluşmuştur; nitekim tümevarım bütün tek
teklerden çıkar (Pr. A., 68b 15-29); tümevarımla sonuca ulaşan tasım bizim için daha açıktır (Pr. A.,
68b 36-37).
220
Pa.Ani., 670a 20, 677a 15-b 11, Pa.Ani., 676b 26, 68a 21-25, Pr.A., 68b 15-29.
221
Bir orta terim varsa, onun aracılığıyla bir tasımsal tanıt oluşturulur, orta terim yoksa tümevarım
aracılığıyla oluşur. Tümevarım belli bir tarzda tasımsal tanıt ile çelişir: Beriki uç terimlerin üçüncüde
bulunduğunu orta terim aracılığıyla tanıtlar. Bu bağlamda doğası bakımından orta terim aracılığıyla
sonuca ulaşan tasımsal tanıt daha önsel ve daha bilinir, ancak tümevarımla sonuca ulaşan tasım bizim
için daha açıktır (Pr.A., 68b 30-37).
139
epagôgê’nin Topikler’deki diyalektiğin bir uygulama türü olarak tasarımı İkinci
Analitikler’de görmezden gelinerek bağımsız bilimsel bir metot olarak işlenir.
Aristoteles, bu metot ile tümel ya da bilimsel bilginin edinilmesinin koşullarının
bilgisini verir. Ancak yine de Aristoteles’in kendi bilimsel araştırmaların bu metotla
sağladığına tanık olmak olanaklı olmadığı gibi,222 epagôgê İkinci Analitikler’de bile,
diyalektiğin bir uygulama türü olarak çözümlenmesi sürmektedir; çünkü duyusal
olan deneyim mevcut olanı karşılamaktadır. Mevcut bilgi, diyalektik metodun
öğelerinde endoksa olarak tanımlanan şeye denk düşer. Zeller (1955: 189-190),
Aristoteles’in deneyimlerden geleni ‘diyalektik ile doğru bir belirlemeyi ve
hipotezleri test etmeyi’ aporia’lara ustalıkla uyguladığını söyler.
Tümel kavram (kathόlou) ve ilk ya da tümel önerme (arkhê) hakkındaki bilgi
‘duyu deneyimleri’nin (aisthêseis) tümevarımı (epagôgê) yoluyla elde ediliyorsa, bu
durumda, tanıtlamalı uslamlamalardaki kanıtlanamaz öncül önerme işlevini gören ilk
ya da tümel önerme (arkhê) (Po.A., 99b 15-100a 17) deneyimden elde edilmiş
olmaktadır. Aristoteles’in burada kavram ve onun deneyimi arasındaki ilişkiyi
birbirine indirgediği açıktır. “Madem ya tanıtlamayla ya da epagôgê (indüksiyon) ile
öğreniriz, bir duyum yiterse elde edilmesi olanaksızlaşan bir bilginin yitmesi de
zorunlu. Tanıtlama tümellerden, tümevarım ise tekillerden yola çıkar; ancak
tümevarıma dayanmadan tümelleri görmek olanaksız (…), duyumlar olmadan da
epagôgê olanaksız. Çünkü tek teklere özgü olan duyumdur; bunların bilgisini
edinmek olası değil: tümevarımdan bağımsız olarak bilinemezler, duyumdan
bağımsız olarak da tümevarımla bilinemezler” (Po.A., 81a 37-81b 9). Belleğin –onun
deyimi ile ‘ruhun’-, sürekli yinelenen duyu deneyimleri aracılığı ile tümelin
anlaşılırlığı kesinleşir (Po.A., 87b-88a).
Burada epagôgê, öncüllerden hareketle bir uslamlama işlemi olarak
“çıkarım”dan ya da “modern mantığın” indüksiyonundan daha farklı bir metottur.
222
“İlkelere erişmek için olaylardan kalkan tümevarım yönteminin Aristoteles’te salt bir kuram
olarak kaldığı ve Aristoteles’in onu hemen hemen hiçbir yerde kullanmadığı da görülmektedir.”
Hemen ilkeler geçer ve bir dogma gibi ilkeleri koruyarak ondan tümdengelimsel çıkarımlara başlar.
Aristoteles’te açık bir tümevarım düşüncesini saptamak bile kolay değildir. Çünkü Aristoteles bu
deyimi analoji yerine kullanmaktadır. Analoji ise tümevarımdan farklıdır. Tümevarımın özelden
tümele geçişi ifade ettiği yerde bile Aristoteles, birden özelden genele sıçrama eğilimindedir. Bu
nedenle o sınırlı sayıdaki olaylarla genel düşüncelere ulaşmayı denemiştir (Lange, 1998:93).
140
Öncelikle, Aristoteles’in epagôgê’si, problemine ilişkin kesintisiz sürekliliği olan bir
uslamlama tarzı değildir. Deneyime dayalı bir kaynağı olması, onu modern mantığın
indüksiyonunun basamaklarla ilerleyen mantıksal “çıkarım”ına uymadığının
kanıtıdır. Zeller’in de anımsattığı gibi (1995: 187), dar anlamda bilimsel bilgi tikelin
genelden, koşullu olanın nedenlerden elde edilmesi iken bilginin kronolojik
sıralaması
tersinedir.
Tümellerden
hareketle
bir
uslamlamadır,
ancak
bu
uslamlamada tümellerin özelliği maddi dünyanın duyu alanı ile sınırlandırılmış
olmasıdır. Doğa biliminde ilk ilkeler hakkındaki bir araştırma, ona uygun olarak ilk,
açık ve daha bilinir olandan doğa açısından yalın olarak bilinene doğru yapılmalıdır.
Doğa açısından bu bileşik olandan tekil olana doğru gitmektir ya da, metodik açıdan,
“tümel olandan tekil olana gitmek” anlamına gelmektedir; çünkü duyum açısından
bilinen önce bütündür, parçalara ayırmak sonradandır223 (Phy., 184a 1-184b 14).
Öyleyse epagôgê’nin göz ardı edilemez özelliği, onun tümeli duyulur olanın ve
apaçık bilinenin alanı ile sınırlandırmış olması, bu bilinenin aracılığı ile gerideki
duyulara kapalı olanın akıl aracılığı ile kavranır hale getirilmesidir. Bu Platon’un
Sofist’teki “bölme metodu” olarak diyalektiğinin ‘aşağıdan tanımlama’ sürecine denk
düşer.
Phaidon ve Devlet’te “geniş bir görüşe yükselebilen” diyalektik (D. 537c),
Phaidros’tan itibaren ortaya çıkan “böleme sanatı” (Soph. 226c, 253d) ile farklı bir
kavrayışı getirir. Bölme aracılığı ile gelişen kavrayış gücü (Phai., 265c-266b; S.,
253d-e) iki farklı işlemden, ‘toplama’dan (sunagoge) ve ‘bölme’den (diaíresis)
oluşur. Aristoteles’in bölme etkinliğinin kaynağı burasıdır. Platon’un akıl yürütme
olarak ‘yukarıya tırmanış –toplama-’ ve ‘aşağı iniş –bölme-’ terimleri, Aristoteles’in
terminolojisinde epagôgê (indüksiyon) ve sullogismos (dedüksiyon) ile karşılanır.
Ancak yine de kavramsal kırılmalar göz ardı edilmemelidir. Platon’un salt düşünsel
görünümlü indüksiyonunda sûnagêgê bölme işlemi öncesi olan bir ‘toplama’, ‘bir
araya getirme’ etkinliğidir. Platon’da sûnagêgê224, genel kavramları bir başka genel
kavramla karıştırmadan bölmek (diairesis) için önce eide’nin belirlenmesini sağlayan
223
Epagôgê’nin (induction) duyulur olana bu bağılılığı, Aristoteles için, daha ikna edici bir metottur;
özellikle de eğitimsiz bilinçleri bir konuda ikna edebilme kolaylığı sağladığı –çünkü duyulur olandan
hareket ettiği- için sullogismos’a (deduction) göre daha popüler bir metottur (T., 105a 10-20).
224
σναγωγε (sûnagêgê): ‘bir araya getirme’, ‘toplama’, ‘derleme’. Fiil hali: sûnago (L.&S.).
141
bir “toplama” metodudur (S., 253d, Phai. 265d; D., 533c, Y., 626d.)225. Platon’un
sûnagêgê terimi ile karşılaştırıldığında, Aristoteles’in indüksiyonu (epagôgê)
doğrudan bilineni ya da duyusal olanı malzeme olarak başlangıca alır. Platon’un
bölme metodunun (diaíresis’in) ontolojik yükselişte varacağı son nokta eídos’tur (S.,
229d). Bu eídos Platon’un varlık tasarımı içinde ‘gerçek olarak gerçek’ (óntôs
on)’tir. Aristoteles’in ise aynı bölme işlemi (diaíresis) ile ‘bölünebilir olmayan en
aşağı tür’e (átomon eídost’a) ulaşması gerekmektedir226 (OS, 414b, M., 994b 22,
1018b 4).
Diyalektik metot, genel kavramı, bir başka genel kavramla karıştırmadan,
“cinslere göre bölme” -“Diyalektik araştırma yöntemi (…) yakınlıkları ve ayrılıkları
kesin olarak kavramayı dener (…)” (S., 226b)- ya da “cinslerden başlayarak ayırma”
metodudur -“Kavramları doğru bir biçimde ayırmayı; ne bir ve aynı kavrama ayrı
anlamları, ne de ayrı kavramlara aynı anlamı vermemek diyalektik biliminin
ödevi[dir] (S., 253d)-. Buna göre metot, cinsin kapsamındaki türleri birbirine
karıştırmadan açığa çıkartarak cinsin içeriğine ulaşılıp tanımın yapılmasını
sağlamaktadır. Bu çözümleme mantığı, felsefe etkinliğini, bir türden analitik
çözümleme işine indirgemektedir; yani bölme yöntemi ile genel kavramların örneğin
İdeanın-
kurucu
kavramlarını
açığa
çıkartarak,
kavram
zincirini
oluşturmaktır. Böylece diyalektik yolculuk, bu kavram zinciri üzerinde yürümektir.
Sofist diyalogunda, cinsler ile türler arasındaki bağıntının diyalektik metotla
çözümleneceği, felsefenin de bu çözümleme olduğu ortaya çıkar ki, böylece felsefe
ve diyalektik metot örtüşür. Cornford’un da anımsattığı gibi, Platon’un Sofist
diyalogunda uyguladığı metot “toplama ve bölme”dir. Ancak Cornford, Platon’un
225
Platon’un diyaloglarında uyguladığı Sokratik metot, soruna ilişkin olgu alanı taramak, görünümleri
değerlendirilerek sıralamak ve ideal kavramın tanımına varmak şeklindedir. Yasaların kökenine ilişkin
tartışmada “(…) konuyu temel ilkesine getirerek daha açık olmasını sağladın” (Yasalar, 626d),
denirken de söylenen budur: tartışılacak kavramın alanını belirlemek için öncelikle onu toparlamak
gerekmektedir. “Oysa bilmediğimiz bir şeyi ilke olarak aldığımız zaman, ondan çıkartacağımız
sonuçlar, yargılar bilinmeyenle örülü olacaktır. Bunları ne kadar düzene soksak, hiçbir zaman tam bir
bilime varmış olamayız.” “Yalnız diyalektik metot, varsayımları birer birer atarak, ilkenin ta kendisine
yükselir” (D., 533c-d). Diyalektik metot, genel kavramı, bir başka genel kavramla karıştırmadan,
“cinslere göre bölme” ya da “cinslerden başlayarak ayırma[dır]” (S., 253d).
226
‘Tanımın bölünemez öğelerine ulaşamadıkça, bilim olanaklı olamaz’ (M., 994b 22). Bu
‘bölünemez’ (ta atoma) cins ve ayrım açısından bölünemez tümel kavramlardır. Sonsuz bölünme söz
konusu olduğunda, bilimsel bilginin dayanağı olan ilk ilkeler olanaksız olacaktır. Bu bölünemez
olanlar bazen tek tek bireylerdir (998b 15), örneğin insan ve at (1018b 4); bazen de cins ve ayrıma
bölünemez ‘en alt biçimler’ (atoma eide)’dir (998b 29).
142
yaptığı bu altı bölmenin neye hizmet ettiğini yeterince açık bulmaz. Bu nedenle, dile
getirilen “bu konuyu, Platon’un Toplama ve Bölme yöntemlerinin doğasını bazen
‘Tümevarım’ (epagôgê) olarak adlandırılan Sokrates’çi yöntemle karşıtlık içinde ele
alarak (…)” “aydınlatmak” ister (Cornford, 1989:336). Aristoteles, bu terimi daha
açık kılmamışsa da, en azından, ilk ilkelerin bilgisinden hareketle bilimsel olanın
tanıtlamasını yapabilmek için terimi bir metoda dönüştürmeye çalıştığı açıktır.
II.2.2.1. Bölme Metodu ve Tanımlama
Aristoteles’in
ilgisini
çeken
asıl
konu,
tanımın
terimlerinin
nasıl
kurulacağıdır. Bu problemi de özellikte içerilen yüklemin belirlemesini yaparak
çözmeye çalışır. Aristoteles’in tasımsal tanıt (sullogismos) zinciri, ontolojik
karşılığından
ve
metafizik
yorumlardan
arındırılmış
bir
Platon’un
bölme
metodudur.227 Ancak Aristoteles bunu Platon gibi diyalektik bir uygulama olarak
değil de, cinslerin türlere bölünmesi tarzındaki bir kavramsal çözümleme metodu
olarak uygular. Çözümlemede aranan, hakkında konuşulan nesnenin kapsamını aşan
yan ile bu kapsamı kendinde taşıyan yan arasındaki ayrıma varmaktır. Kategori
teorisi dikkate alındığında ontolojik açıdan bu çözümlemede görülmek istenilen,
taşıyıcı konumundaki öz ve onun yüklenileni ayrımıdır. Mantıksal dizge açısından bu
ayrım cins ve tür ayrımına karşılık gelir. Buna göre “bölme”, “kaplamı daha geniş
olan[dan]”, yani “her bir nesnede tümel olarak bulun[an]” cinsten (Po.A., 96a 23-26)
cinsin taşıyıcısı olan teke kadar sürdürülen bir işlemdir. Örneğin, ‘teklik’ kapsamı
gereği her sayıda bulunur, ama cinsi aşmaz. “O halde her birinin kaplamı nesneden
daha geniş olup da hepsinin toplam kapsamı nesneden daha geniş olmayanları elde
edecek ilk yere değin nesnenin böyle yüklenenlerini almak gerekir; çünkü nesnenin
özünün bu olması zorunludur” (Po.A., 96a 28). Aristoteles’in İkinci Analitikler I. 4’te
de tartıştığı gibi, neliğin içerdiği yüklenenler zorunludur ve zorunlu oldukları için de
227
Platon’un bölme metodunun tasımsal tanıt teorisine kaynak olmasına ilişkin daha kapsamlı
incelemeler için bakınız: W. D. Ross, The Discovery of Syllogism, The Philosophical Review, Vol. 48,
No. 3, 1939; F. Solmsen, The Discovery of Syllogism, The Philosophical Review, Vol. 50, No. 4,
1941; John Leofric Stocks (1933), The Composition of Aristotle’s Logical Works, The Classical
Quarterly, Vol. 27, No. 2; Hugh Tredennick, Introduction (Prior Analytics), Aristotle Vol I, LLC,
2002; Ayrıca Platonik diyalektiğin Aristoteles’in bilim ve mantıktaki etkisi için: F. Solmsen, Platonic
Values in Aristotle’s Science, Journal of the History Idea, Vol. 39, No. 1, 1978.
143
tümeldir. Öyleyse bölme işlemi, gerçekte araştırma nesnesinin tümel kapsamından ya
da cinsinden ilk ilkesine doğru bir ayrıştırma sürecidir. Bölmede ulaşılmak istenilen
ilk ilkenin keşfi kadar, niteliklerin birliğinin olanağıdır. Hatta Aristoteles’in
çözümlemesine göre bölme metodu, problemin doğru formülleştirilmesine ve
çözümlenmesine olanak sağlamaktadır. Örneğin, “canlı” cinsine, canlılığı veren ortak
nitelikler toplanılarak varılır. Ortak olanların dışında kalanların ortak niteliği de canlı
cinsine yüklenerek, ortak olanın yani cinsin kapsamında niçin oldukları gösterilmiş
olur (Po.A., 98a 1-10). Buna göre bir bölme metodu türlerin ve cinslerin birbiri
üstüne sistematik sıralanışına ilişkin kavramsal bir çalışma olmaktadır. Bu da
demektir ki, Aristoteles’in bilimsel bilgi toplama için öngördüğü bölme metodu, aynı
zamanda onun bilimsel işlem sürecini anlatmaktadır. İşlem sıralaması: (1) “Cinsi tür
açısından ilk bölünmezlere (infimae species) bölmek” (Örneğin, sayının üçlere,
ikilere bölünmesi gibi). (2) Her bir cinsin tanımını elde etmeye çalışmak. (Örneğin,
düz çizginin, çemberin, dik açının tanımlarını edinmek gibi). (3) Bölünen her
elemanın cinsini bulmak (Örneğin nicelik, nitelik olup olmadıklarına bakılması gibi).
(4) İlk ortak olanlar aracılığıyla nesneye özgü etkilenimlere bakmak (Po.A., 96b 1520). Böyle bir ayrımda cinsler atlanmadan sıralanabilir. Örneğin canlılar kanatlı
kanatsız olarak ayrılır; bu ayrım aracılığı ile ‘canlı’ tanımı yapılır. Canlı tanımının
bütün canlıları içine alan bir ayrım olduğu sonucunu veren bölme işlemidir (Po.A.,
96b 36). Öyleyse canlının ayrımının keşfi, tanımı olanaklı kılmaktadır.
Kinikler’in eksiksiz ve doğru bir tanımı olanaksız gördükleri (M., 1043b;
Th., 201c) ya da skeptiklerin herhangi bir şeyin tanımlanmasını ret ettikleri228
dikkate alındığında, Aristoteles’in Topikler (101b 15-25)’den beri kullandığı
‘tanım’ (hóros) kavramının kendisine ait olmadığı açıktır. Epagôgê ve tanım (M.,
1078b), felsefeye yapılan Sokratik katkılardır. Kavramlara ilişkin tartışmaları
Aristoteles devralırsa da, o, tanım ve tanımlananın özünün aynı olduğu vurgusunu
yapar. Topikler’de “tanım, şeyin özünü (to ti en êinai) gösteren bir sözdür (logos).”
Tanım özü gösterir (T., 102a 1-5). Bir tanım, cins ve ayrımdan oluştuğuna (T., 103b
15, Met., 1037b 29) göre, Aristoteles’in üzerinde durduğu tanımın, sözcük tanımı
228
“Ainesidemos Pyrrhonca Konuşmalar adlı eserinin birinci kitabında Pyrrhon’un karşıt görüşler
yüzünden dogmatik olarak tanım getirmediğini, ama görüngüleri izlediğini söyler. (…)
Ainesidemos’un da söylediği gibi, Kuşkuculara göre ölçüt görüngüdür” (Di.La., IX, 106).
144
olmadığı açıktır. Onun üzerinde durduğu tanım adların tanımıdır; ancak yine de her
defasında ad tanımı ile uğraşmaz, sadece önermelerin bir tanım olup olmadığının
anlaşılması için genel kurallar verir. Aristoteles’in savları kurmada ya da yıkmada
yöneldiği konu, tanım ve nesnesi arasındaki ilişkidir. İleri sürülen bir tanımın
tanımladığı şeye “özdeş olmadığını gösterdiğimizde, tanımı da yıkmış olacağız” (T.,
102a 10-15). Bu nedenle tanım, nesneye ilişkin en belirgin bilinç yargısı olduğu için
Aristoteles tanımı en temel yüklem/kategori (katêgoreisthai en tôi ti esti -essential
predication) olarak alır. Bir şeyin insan olduğu söylendiğinde, ‘onun bir hayvan
olduğu canlı olduğu, iki ayaklı olduğu, düşünebilmeye ve bilgiye sahip olduğu’
söylenir (T., 112a 15- 24). Bunlar onun temel yüklemleridir. Ancak Aristoteles için
tanım sadece temel yüklemleri vermemelidir; karşıtlarını da barındırmalıdır.
Aristoteles Topikler’de terim kullanmak için, onun tanım ve nesnesini ‘karşıt
yüklem’ (antikategoreisthai - counterpredicate)229 ile birlikte tanımlanması
gerektiğini düşünür. Karşıt yüklemler, tanımlananın özelliğini verecektir (T., 10b 815). Karşıtlar arasından geçen bir uslamlama da özün doğru tanımını verecektir.
Aristoteles ‘öz’de olana ilişkin niteliklerin ya da yüklemlerin hiçbirisinin
atlanılmadan dile getirilebilmesinin olanağı olarak “bölme” metodunu görür. Ancak
burada sorun şudur: Bir bölme metodunun işletilebilmesi için araştırma nesnesi
hakkında her şeyin bilinmesi, yani eksiksiz bir cins ve tanım listesi oluşturmak
olanaklı mıdır? Araştırma nesnesi hakkında bütün bir gerçeklik bilinmeli midir?
Gerçekte Aristoteles oldukça açık ve kısa konuşur: “Tanıtlamak ile bölmek için tüm
varolanları bilmek gerekmez” (Po.A., 97a 7). Yapılması gerekenler, tıpkı Platon’un
uyguladığı gibi230, “çelişik ayrımlar alınıp her şeyin bu iki yandan birinde olduğu
229
άντικατηγορείσθαι (T., 103b 8)
Platon, Sofist’te bölme tekniği ile “sofist”in tanımını bulmaya çalışır. Bu çözümleme, “elde etme
sanatı” bölümlendirirken, “gönüllü” ve “zorla” olarak iki elde etme tarzına varır (S., 219d). Sonra da
bu bölümden itibaren bölümlendirmeye başlar. Buna göre “Kavga-dövüş”le elde etme sanatı: (1.)
“yarışma “ ve (2.) “savaş” bölümleri vardır. “Savaş” zorbalık olarak adlandırıldığında (2.1.) “göğüs
göğse”; ama “savaş” karşılıklı konuşma” olarak değerlendirildiğinde (2.2.) “söz-dövüşü” adını alır.
“Söz-dövüşü” tartışma tarzı açısından bölünür: (2.2.1.) “Hukuk tartışması” -“hak ve haksızlık üzerine”
halk önünde yapılan uzun söylevler- ve (2.2.2.) “çelişme sanatı” -“(…) kısa soru ve yanıtlarla tek tek
kişiler arasında olan söz dövüşü sanatı (…)”-. “Çelişme sanatı” bölümlere ayrılınca (2.2.2.1.) ilk
bölümün adı anılmaz, ama “hak haksızlık üzerine yapılan tartışmalarla da ilgili ve sanatsal yönü olan
(…)” (2.2.2.2.) “Eristik (tartışma sanatı)” bildirilir. Bu sanatın (2.2.2.2.1.) “zararlı (para kaybettirici)”
ve (2.2.2.2.2.) “yararlı (para kazandırıcı)” bölümleri vardır. Çözümlemenin sonunda, sofistin
dördüncü tanımına ulaşılır. Buna göre “Sofist, eristik sanatının kazanç arayan bölümünün bir
temsilcisinden başka biri değildir” (S., 225a-226a).
230
145
kabul edildiğinde ve araştırılan nesne bu iki yandan birinde olup bu da bilindiğinde,
ayrımların yüklendiği öteki nesneleri de bilip bilmemek için hiçbir ayrım çıkartmaz.”
Bölmedeki “ilerleme, bölmesi daha öteye götürülemeyene vardığında, özün bilgisine
varmış olmaktadır” (Po.A., 97a 14-18). Bölmede “daha öteye götürülemeyen”,
kategorik bağlamda ‘töz’dür; akıl yürütme süreci bağlamında ‘ilk ilke’dir; mantık
bağlamında ‘cins’tir. Bu durumda bölmenin her basamağında elde edilen element, bu
‘bölünmez’ olan olup olmadığı açısından incelenmektedir. Her bir elementin tanımı
bölmeye dayandırılmaktadır. Bu süreç Aristoteles’in analitiğini oluşturur. Onun
Platon’un diyalektiğinin karşısına çıkarttığı analitiğin kaynağını yine Platon’un
bölme metodu oluşturur. Ancak bu metoda eşlik eden şey, Sokratik tanımlamadır.
Tanımlama, Sokrates’ten beri Sofistler karşısındaki süregelen epistemolojik
tartışmaların en önemli dayanağıdır. Aristoteles’in analitiği de tanım bilgisine,
özelinde ise tümel kavramların tanım bilgisine dayanarak bilimselliğine kavuşur.
Bölme metoduna ya da analitiğe göre yapılacak bir araştırmada üç öğeye
dikkat edilmelidir. Bu öğeler, aynı zamanda gözlemin kurallarını oluşturur. (1)
Özellikte (to ti esti) bulunan yüklenilenlerin ele alınması: İlinek aracılığı ile nitelikler
belirlenir. İlk şeyin temellendirmesi ise “cinsin yeri” (topos)231 ile cins ve ayrımın
belirlenmesi ile olanaklıdır. (2) Yüklenilenlerin sıralanmasının düzenlenmesi: İlk
terim belirlendikten sonra (belirlemede ölçüt: ilk terim bütün terimlere uyarken, onlar
ilk terime uymaz) diziliş gerektiği gibi olacaktır. Bu belirleme aşağıya giden yol:
ikinci terim üçüncünün ilki, üçüncü dördüncünün ilki ve böylece devam edecek.
Yukarıya giden yol: İçeren terim, içerdiğinin ilkini oluşturur. (3) Yüklenilenlerin
bütün olarak ele alınması: Bölmeye göre ilk terim (cins) alındıktan sonra artık tanım
ona göre yapılır; örneğin canlılık açısından her canlının şöyle olduğu ve bu türden
nesnelerde bulunduğu belirlenmiş olur. Bütün ayrımlardan sonra, en son terimin
türce bölünemez son nokta olduğu gösterilir. Cins ilk terimdir, bölümlenen
elemanların her biri, ayrımlar gösterilerek ele alınan her terim birer cinstir (Po.A.,
231
Po.A., 97a 27’deki cinsin ve ilineğin “yeri” Bir topos (τόπος) tartışmanın ana konusudur ya da ikna
edici uslamlamalar için kurallar birliğidir. Aristoteles’in Topikler’i bu tarzdan topos formları ile
doludur. Bu konular ya da kurallar birliğinin hiçbirisi bilimsel değildir, ama diyalektiktir; çünkü
zorunlu olarak doğru olmayan öncüllere dayanır. Ancak olasılıklar sadece genel doğrular olarak kabul
edilir. Bu nedenle topos herhangi bir önemli tartışma için ya da bilimsel bilgi için malzeme sağlar. Bu
nedenle topos, gerçekliği kavramak ve onun hakkında yargıda bulunmak için yardımcı öğedir.
Topikler II ve III ilinek hakkında, IV cinsler hakkında topos’ları oluşturur.
146
97a 23-97b 5). Aristoteles bu gözlem öğelerinin ne bir şeyi atladığını ne de yeni bir
şey eklemediğini varsaydığı için bölümlemeyi güvenilir bir metot olarak
değerlendirir; çünkü genel tanımlar ancak bu şekilde kurulabilir. Genel tanımlar,
benzer olanlarda aynı ve ayrımsız olanlara bakılarak yapılır. Aynı olanlar tek bir
tanım altında toplanana kadar onların ortak noktaları bulunmalıdır (Po.A., 97b 7-13).
Bu ortak noktalar aracılığı ile tanım tümel kılınmalıdır; çünkü tanım tümeldir (Po.A.,
97b 27) ve tümel olanın yani cinsin tanımına tek teklerden hareketle varılır (Po.A.,
97b 28). “Her bilim tanıma dayalı oluşur” ise (Po.A., 99a 25), öyleyse tümelin tanımı
aynı zamanda bilimsel bilginin tanıtlanmasının zorunlu koşuludur ve ulaşılmak
istenilen en genel bilgidir.232 “Yüce gönüllülük”ün nasıl tanımlanacağına ilişkin akıl
yürütmede Aristoteles, yüce gönüllü olarak nitelendirilen insanların ortak
niteliklerini belirler.233 Örneğin farklı insanların nitelikleri tek bir niteliğe ulaşana
kadar, örneğin ‘hakarete karşı hoşgörülülük’ gibi bir tanıma varana kadar, inceleme
sürdürülmelidir. Bu işlem, Platon’un Phaedrus’taki (265c-266c) diyalektiğine
benzer.
Aristoteles’e
göre
terimlerin
çözümlemelerinin
yetersizliği
felsefi
problemlerin ortaya çıkmasına yol açar. Bu nedenle “felsefi analizin görevi bir
terimin farklı kullanımlarının nasıl bir bütünlük oluşturduğunu göstermek[tir]”
(Knuuttila, 1999: 131). Aristoteles’in temel problemlerinden birisi olan ‘bir şeyin
neliğine ilişkin’ bilginin olanağı problemi çözümlemek ve tanıtlamaktır. Bu nedenle
o, özün tasımsal tanıt formu aracılığı ile tanıtlanıp tanıtlanamayacağını
tartışmaktadır. Neliğe (ti esti) ait bir tasımsal tanıt (sullogismos) ve tanıtlama
(apodeiksis) olabilir mi?
Aristoteles tasımsal tanıtı, “orta terim aracılığıyla bir şeye ilişkin bir şeyi
göster[en]” bir uslamlama formu, neliği de nesneye özgü olan ve onun kendinde
içerdiği bir şey olarak yüklenen olarak görür. Bu durumda tasımsal tanıt ve öz
birbirine evrilebilir (Po.A., 91a 13-16). Öyleyse Aristoteles özü, Platon’un “bölme
metodu” aracılığı ile tanımlamasına karşı, kendi uslamlama formunu metot olarak
232
Bu nedenle “Aristoteles’in biliminin amacı, Platon’ununki gibi tanımdır.” Bununla birlikte
tanımlar, öznesinin nedenine bağlanamadığında, “sözde tanım” düzeyinde kalacaktır (McKinney,
1983: 185).
233
“Yüce gönüllülüğü araştırıyorsak [NE., 1123a 34], yüce gönüllü olanlarda ortak olanın ne
olduğuna” bakıldığında “Alkibiades, Akhilleus, Aias’ın ortak tarafları hakarete göz yummamaktır.
Alkibiades savaşa girişti, Akhilleus öfkelendi, Aias kendini öldürdü” (Po.A., 97b 14-27).
147
temellendirmeyi başarmış olmaktadır. Bu noktadan itibaren bölme metodunun
bilimselliğine karşı kuşkusu ve eleştirisi açığa çıkar. Ona göre bölme hiçbir şeyi
tanıtlamaz. Birinci Analitikler’de de gösterdiği gibi,234 bir şeyin olması, zorunlu
olarak bir başka şeye varılacağı anlamına gelmediği için “bölme metodu yoluyla bir
tasımsal tanıtlama yapılmaz.” Ayrıca bir sorunun sonucu salt bir onaylamayla
tanıtlanmış olamaz. Bu gibi tanıtlamalarda öze ait olan şey tanımlanmadan birçok
şey atlanabilir (Po.A., 91b 18-27).235 Bu nedenle bölme metodu ile bir tanıtlama,
tasımsal bir tanıt ile uslamlama değildir. Orta terimden çıkan sonuçlara ‘niçin’ diye
sorulduğu gibi, bölmeden çıkan sonuca da ‘niçin’ sorusu sorulabilir. ‘İnsan nedir?’
sorusu, “canlı, ölümlü, ayaklı, kanatsız” diye yanıtlanacaktır. ‘Niçin’ böyle olduğu
sorusu da “bölmeyle böyle bulunur” şeklinde yanıtlanacaktır. Ancak bu türden bir
açıklama tanım değildir; “dolayısıyla bölmeyle bir tanıtlama yapılsa da, tanım
tasımsal bir tanıt olmayacaktır” (Po.A., 91b 32-92a 5). Böylece, Platon’un bölme
metodunun yetersizliğini tanıtlamakla Aristoteles, tikel içinde bulunan tümeli bulma
işlemi olan Sokratesçi tümevarıma geri döner.
II.2.3. Apodeiksis ya da Bilimsel Bilginin Formu
Topikler’de sullogismos’un türleri arasında gösterilen apodeiksis (tanıtlama),
İkinci Analitikler’de ‘bilgi üreten bir sullogismos’ (tasımsal tanıt) olarak
güçlendirilerek yeniden tanımlanır. Burada araştırma apodeiksis (tanıtlama) ile
episteme (bilgi) arasındaki ilişki sorunudur; ancak aralarındaki teorik ilişki açık bir
tarzda dile gelmemektedir. İkinci Analitikler I’de, Aristoteles tanıtlamanın doğası ile
tanıtlamalı bilginin bilimselliği hakkındaki düşüncelerini sergiler. Burada bilimsel
bilginin tasımsal tanıt formu olarak dile getirilmesi çabası gözlenebilir. Özellikle de
nedenler teorisinde olduğu gibi “nedeni bilmek” ve nedene bakıp “başka türlü
olamayacağını bilmek” (Po.A., 71b 9) Aristoteles’in bilimsel bilgiyi tasımsal
234
Birinci Analitikler I. 31’de Platonik Bölme metodu zayıf bir tasıma benzetilerek çözümlenir.
Aristoteles’in göz önüne aldığı Platon’un bölme tekniğinin uygulama örnekleri: S. 219a, D., 258b.
235
Paragrafın akışı ile bir uyumsuzluk içeren son pasajda Aristoteles (1) özden hareket edip (2) bir
sonraki terime ulaşmayı ve (3) hiçbir şeyi atlamadan bir bölmenin sorunların çözümüne katkısı
olacağı konusunda iyimserdir; çünkü bu türden bir bölme zorunlu terimlere varabilir (Po.A., 91b 2831).
148
tanıtlama formunda görmeye çalıştığını gösterir.236 Yorumcuların da varsaydığı gibi,
Aristoteles bilimsel bilgi tasarımını ‘neden bilgisi’ne dayandırmaktadır. Gerçeklik ile
gerçekliğin nedeni arasındaki zorunlu ilişkinin bilgisi, bilimsel bilgidir.237
Buradaki en önemli görünüm de Topikler’de dile gelen apodeiksis (tanıtlama)
ile sullogismos (tasımsal tanıt) arasındaki ayrımın başka bir tarzda yeniden dile
getirilmesidir. Topikler’de apodeiksis, sullogismos’un diğer dört türünden birisidir
(T., 100a 25-30). Bu nedenle dört farklı türden uslamlama ya da yargı formu vardır;
bunlardan sadece apodeiksis, dayandığı öncüllerin niteliğinden dolayı, daha bilimsel
bilgiyi veren bir formdur. Daha bilimsel bilgi olması, öncüllerinin zorunlu doğru ve
ilk olması ve bu sayede de sonucunun kanıtlanabilir olmasından kaynaklıdır. Ancak
diğer uslamlama formları açısından bakıldığında, bir uslamlama formu kanıtlanır
sonuçlar oluşturamasa da, uslamlama formu olarak sullogismos (tasımsal tanıt)
olabilir. Tanıtlamanın sonucu zorunluysa, o zorunlu bir ilk öncülden kaynaklanmış
olmalıdır. “Doğru öncülerden tanıtlamaksızın sullogismos yapılabilir, ancak zorunlu
öncüllerden tanıtlama yapılmaksızın tasımsal tanıt yapılmaz: zorunluluk tanıtlamaya
özgü238” (Po.A., 74a 14). Burada apodeiksis ile sullogismos ayrımı dile gelmektedir.
Ancak apodeiksis’i sağlayan “orta terim”in zorunluluğudur. Tanıtlamalı
bilginin zorunlu olması için “tanıtlamanın zorunlu bir orta terime dayanması
gerekir”; aksi durumda “ne sonucun nedeninin ne de sonucun kendisinin zorunlu
olduğu” bilinmez (Po.A., 75a 11-15). Öyleyse Aristoteles tanıtlamalı bir
uslamlamanın formel bir yapı içinde geçerliliğinin sağlanabileceğini varsaymaktadır.
236
Burada (71b 17) “Aristoteles tanıtlamayı bilimsel bilginin ürünü olan tasım olarak tanımlar”
(Ross, 1939: 258). Tasımsal tanıt metodu, “eğer öncüller doğruysa, öncülü izleyen sonucun da şüphe
edilmeksizin doğru olduğunu garantiler” (Ross, 1939: 268).
237
Aristoteles için bilimsel bilgi “tikeli genelden ya da konumu nedenden çıkarmak” demek, gerçeklik
ile gerçekliğin nedeni arasındaki zorunlu ilişkiyi bilimsel bilgi ile bilmektir (Copleston, 1993: 281).
238
“Tasımsal tanıtın zorunlu öncüllerden oluşması gerektiği şunlardan da açık: tanıtlama
yapılabildiğinde nedeni açıklayamayan kimsenin bilgisi de yoktur. Dolayısıyla A C’de zorunlu olarak
bulunuyorsa, ancak tanıtlamanın orta terim olan B A’ya ve C’yle zorunlu olarak bağlanmadıysa,
sonucun nedeni bilinmez. Bu sonuç orta terime dayanmıyor: bu terimin olmaması da zorunu, ancak
sonuç zorunlu. Öte yandan uslamlamayı bilmesine, hiçbir şey unutmamış olmasına, yaşamayı
sürdürmesine rağmen ve nesnesinin de devam ediyor olmasına rağmen birisinin şu anda bilgisi yoksa
daha önce de yokmuş demektir. Ancak zorunlu olmayan bir orta terim ortadan kalmış olabilir;
dolayısıyla uslamlamayı bilmesine, yaşamını sürdürüyor olmasına rağmen o kimsenin bilgisi yoktur.
O halde önceden de bilgisi yoktur. Orta terimin ortadan kalkabiliyor olması bile bu durumu ortaya
çıkartır. Ancak bu durumda bilmek olanaksız” (Po.A.., 74b 26-75a).
149
Aristoteles ‘kendi başına’ olanı ‘zorunlu olan’ olarak tanımlarken, ‘ilineksel olanı’
‘olası’ olarak adlandırır ve apodeiksis’in zorunlu olan ile diyalektiğin ise ilineksel
olan ile ilgilendiğini dile getirir. Bu durumda ilinekler zorunlu değilseler, Aristoteles
diyalektiğin bunlarla ilgili soruları neden gerekli gördüğünü sorarak, diyalektik ile
apodeiksis arasındaki ayrımı tartışır. Ona göre ilineklere yönelik gelişigüzel sorular
sırf olumlanarak yanıtlanması ile ‘tanıtlama’ (apodeiksis) gerçekleşmez; ancak doğru
ve ilk olan aracılığı ile bir şey yanıtlanırsa, uslamlama formu ‘tanıtlama’ olur (Po.A.,
75a 18-27). Tanıtlamaya dayalı bilgi ‘kendi başına bulunan’lara dayalıdır. İlinekler
zorunlu olmadığı için bilginin kaynağı olamaz. ‘Kendi başına bulunan’ ‘cins’te
bulunur ve bu nedenle zorunludur (PotA., 27-35). Bu nedenle tanıtlama bir cinsten
diğerine
geçilerek
yapılmaz
(Örneğin,
geometrik
nitelikler
matematikle
tanıtlanamaz).
Bir tanıtlamada üç öğenin zorunlu olarak bulunması gerekir: (1) Tanıtlanan
(cinste kendi başına bulunur); (2) cins (nitelikleri ile açık kılınandır). (3) aksiyom
(tanıtlamayı oluşturan önermedir). Buna göre doğası gereği tanıtlamanın üç öğesi
bulunur: tanıtlama konusu, tanıtlananlar ve tanıtlamayı oluşturanlar (Po.A., 76b 22).
Bu nedenle “her tasımsal tanıt (sullogismos) üç terimle oluşur” (Po.A., 81b 18). Bir
tasımsal tanıttaki ‘uçlar’ (öncül ve sonuç önermeleri ya da büyük terim ve küçük
terim) ile ‘orta terim’ aynı cinse ait olmalıdır (Po.A., 75a 38-75b 15); çünkü
tanıtlamanın asıl konusu cinstir (Po.A., 77a 23). Bu nedenle tanıtlamanın tümele
dayanması demek, onun cinsin tanımına dayanması demektir. “Tasımsal tanıt tümel
öncüllerden” ve öncüller de tanıtlama ile kurulmuşsa, buna itiraz etmemeli.239 İtiraz
edilecekse de, ancak tanıtlamalı ya da diyalektik olmalıdır (Po.A., 77b 35-39).
Tanıtlamalar tümele gereksim duyarlar, İdealara değil. Aristoteles Platon’un
İdealarına itiraz ederek, onların tikelden bağımsız var olmasını eleştirir ve soyutlama
ile edinilmesi gereken tümeli tanıtlamaya çalışır. Bir tanıtlamada İdeaların ya da tek
239
Çünkü “Büyük terim en geniş, orta terim arada ve küçük terim ise en dar kaplama sahiptir.
Gerçekte doğru ve zorunlu öncülleri olan ilk figür bir tasımdır. Solmsen bu tasım türünün
Aristoteles’te en geniş sınıftan en dar olana yavaş yavaş azaldığını gösteren Platon’un diairesis’i
[bölme metodu] üzerine düşünmek yoluyla ulaştığını ileri sürmektedir” (Ross, 1939: 253; Ross,
Solmsen’in kitabına göndermede bulunursa da, Solmsen’in benzeri görüşleri dile getirdiği makalesi:
The Discovery of Syllogism, 1941: 410).
150
teklerin dışında bir birlik dile getirmeye gerek yoktur. Aksi durumda tümellik söz
konusu olmayacaktır: “tümel olmazsa orta terim de olmayacaktır, dolayısıyla da
tanıtlama da yapılamayacaktır” (Po.A., 77a 5-8). Bu nedenle tanıtlanan ilk ve tümel
olmalıdır; çünkü ancak tümel nitelikler bilgilenmenin olanağını sağlar. Örneğin
“üçgenin varlığı aynı olsaydı mutlak anlamda bilgi edinilirdi.” Oysa üçgen niteliği
yüklenilse de, birçok türden üçgen vardır. Bu da tümel anlamda bilgi edinmeyi
olanaksızlaştırır (Po.A., 74a 33-74b 5). Öyleyse bilgiyi olanaklı kılan öncüllerin
tümel olması koşuludur. Öncüller tümel ise, ‘mutlak tanıtlama’ denilebilecek böyle
bir tanıtlamanın sonucu da sonsuz olur. “Öyleyse yok olabilen nesnelerin ne
tanıtlanması ne de saltık anlamda bilgisi söz konusu; bunların tanıtlanması ile ilgili
bilgi ilineksel, çünkü bunlar tümel değil zaman ve nasıllık bakımından belirlidir”
(Po.A., 75b 22). Böyle bir tanıtlamada öncüller değişen, gerçekliklerini yitiren
değerde olduğu için Aristoteles’e göre bunların sonuçları da kalıcı olmayacaktır.
Diyalektiğin tasımsal tanıtı ile bilimsel uslamlamanın tasımsal tanıtı arasındaki en
belirgin ayrım budur.
Bu ayrım kendisini soruşturmalarda da gösterir: Diyalektik soruşturma rakibe
karşıt yanıtlar arasında her biri saldırı için hazırlanmış açık bir seçim verir. Bunun
tersine bilim gerçeğin tanıtlanması ile ilgilidir. Aynı sonuç karşıt verilerden doğru
olarak çıkmayacağı için bilim sadece gereksinim duyduğu doğru öncülleri sağlayan
soruları sorar.240 Buna göre “tasımsal tanıt sorusu”, çelişmenin iki yanını değil tek
yanını içerir. “Tasımsal tanıt sorusu” ile Aristoteles bilimsel bir sonuç oluşturmayı
önerdiği olumlu ya da olumsuz öncüllerin soruşturma formunu kastetmektedir. Eğer
bilimlerin “tasımsal tanıtlarını (sullogismos) oluşturan öncülleri varsa”, bu öncülleri
oluşturan bilimsel soruları da var olacaktır. Bu durumda her bilimin sorusu kendi
öncüllerine göredir241 (Po.A., 77a 36-77b 3). Bilimsel uslamlamalarda yanlış, farklı
bilimlerin öncüllerini birbirlerinin yerine kullanılması sonucu ortaya çıkar. Bu da
sonuçların gerçekliğe karşıt nitelikte oluşturulması ile son bulur (Po.A., 77b 16-22).
240
Aristoteles bu konuyu Birinci Analitikler’de ‘karşıt öncüllerin doğru sonucu vermeyeceği’ne ilişkin
tartışmasına dayandırır (Pr.A., 64a 37-67b 7).
241
Geometrici geometri üzerine geometrik aksiyom ve sonuçlardan bu sorulara ilişkin bir açıklama
getirmeli, ötekiler de kendi alanlarından. Öyleyse her bilgine [‘scientist’ –PUP/ ‘expert’ –LCL] her
soruyu sormamalı, bilge de bilgisinin dışında kalan konulara ilişkin tüm soruları yanıtlamamalıdır.
(Geometriciyle geometrici olarak tartışmalı) (Po.A., 77b 3-15).
151
Yanlışlık, iki uca yüklenen orta terimin alınış tarzından242 ya da problemin analiz
ediliş tarzından da kaynaklı olabilir (Po.A., 77b 40-78a 13).
Bununla birlikte Aristoteles diyalektik ile diğer bilimler arasındaki benzerliği,
her iki tarafın da ortak aksiyomlar kullanmaları olarak belirler.243 Diyalektik “her şey
olumlanır ya da olumsuzlanır’, ‘eşit olanlardan eşit olanlar çıkartılınca kalanlar
eşittir’ türünden aksiyomlardan hareket eder.” Bu aksiyomlar diğer bilimler için de
geçerlidir. Bu nedenle diyalektik ya da tümel olarak tanıtlamaya kalkışan bilimler
diğer bilimlerle ilişkilidir. Ancak yine de diyalektik, Aristoteles’in bilim formu olan
apodeiksis türünden değildir. “Diyalektik bu şekilde belirlenmemiştir, tek bir cinse
de özgü değildir. Yoksa soru soramazdı: aynı şekilde çelişik varolanlardan
tanıtlanamadığı için tanıtlayan soru sormaz” (Po.A., 77a 27-34). Oysa bilim tek bir
cinse özgüdür. İlkeleri aynı olmayan nesne alanının bilimleri de ayrıdır. Bu durumda
bilimin işi, cinsin parçalarını cinse göre, yani cinsin ilgili alanındaki varlık alanına
özgü ilkelere dayanarak tanıtlamaktır (Po.A., 87a 37). Bu yaklaşım Aristoteles’in
bilimi “ilk nedenlerin bilimi” (M., 983 25) olarak tanımlamasının kaynağıdır.
Aristoteles tanıtlamaları ‘tümel’ (katholou), ‘tikel’ (kata meros), ‘olumlu’
(kataphasis), ‘olumsuz’, ‘doğrudan’ (amesos) ve ‘olanaksıza ergi’ (adunaton
agoüses apodeiksis -reductio a impossibile) gibi türlere ayırır ve bunlardan
hangisinin daha iyi olduğunu tartışır (Po.A., 85a 13-20).
242
Kaineus, ateşin katlanan oranda arttığını [geometrik ilerleme ile yayıldığını] söylediği analojisinde
bunu yapıyor; söylediğine göre ateş hızla çoğalır, katlanan oran da öyle. Böyle bir tasım oluşmaz; ama
katlanan oran en hızlı artan orana ve en hızlı artan oran devinimdeki ateşe yüklenirse bir tasım
oluşabilir. (Demek ki böyle alındığında çıkarım yapmak olanaklı değilken, onu bir tasıma
dönüştürmek de olanaklı; ama bu gözden kaçar) (Po.A., 77b 40-78a 5)
243
Aristoteles’in kullandığı Eukleidesçi ilkeler, bütün bir felsefi uslamlamanın aksiyomatik doğasını
oluşturur. Descartes de benzeri ilkeleri uslamlamasının apaçık ilkeleri olarak alır. Descartes için
aksiyomlar, “ortak kavram ya da kural” (notio communis) ‘düşüncenin içinde ve temelindeki öncesiz
sonrasız doğrulardır’. “Yoktan bir şey yapılmaz” denildiğinde, burada düşüncenin varolan olduğu
söylenmiyor, sadece düşünmenin merkezine alınan ilkeden söz edilmiş oluyor. Buna göre bu ilkeler:
“aynı şeyin aynı anda hem var hem de yok olması olanaksızıdır”; “yapılan şey yapılmamış olamaz”;
“düşünen düşünürken varolmaktan geri kalamaz” (Felsefenin İlkeleri, I. Bölüm, 49. madde). Descartes
aksiyomları düşüncenin zorunlu ilkeleri olarak alır; bununla birlikte sağduyuyu “en eşit paylaştırılan
şey” olarak görür (Metot Üzerine Konuşmalar, I. Bölüm), ancak yine de insanların ‘önceden edindiği
kanıları’, ‘önyargıları’ aklın ışığını doğru kullanmayı engellediği için, ortak ilkeler herkesin
uslamlamasında eşit düzeyde açık değildir.
152
Tümel tanıtlama tikel tanıtlamaya göre daha iyidir. Çünkü: (1) Tanıtlama
tikele değil, tümele ilişkin bir tanıtlamadır (‘İkizkenar’ olduğu için değil, onun
‘üçgen’ olduğu bilindiği için ona ‘ikizkenar’ denir). Bu nedenle tümeli bilmek,
kapsamındaki tikeli de bilmektir. (2) Tasımsal tanıtlamada tümeller değişmeyenlere,
tikeller değişenlere ilişkindir. (3) Tek anlamı olmasından dolayı tümelin varlığı
tikelin dışındadır ve nesnedeki neliği ilineğe göre daha açık bildirir. (4) Tanıtlama,
bir şeyin niçin öyle olduğunu açıklayan bir tasımsal tanıt ise, o şeyin ‘neden’i tümel
olandır; tümel ilk olanı verirken, varolandaki kendi başına olan varolanın kendisidir.
Bu nedenle tümel kanıtlama, bir şeyin nedenini verir. (5) Neden araştırıldığında, o
şeyin varolmasının veya oluşmasının nedeni olan şeye ulaşıldığında, o şeyin bilgisi
edinilmiştir. Bu nokta, ulaşılmak istenilen en son amaç ve son sınırdır (ipso facto);
dolayısıyla da son terimdir. “İkizkenar neden böyle?” sorusu “üçgen” açısından
yanıtlandığında, nedenler tüketilerek bilgi tümel aracılığı ile verilmiş olmaktadır. (6)
Tanıtlamalarda tikele yönelmek, sonsuza yönelmektir: bu da sonsuz olanın bilinmez
olacağı anlamına gelir. Oysa tümel olanlar daha fazla tanıtlanabilir; bu da onu sağlam
bir tanıtlama formuna dönüştürür. (7) Tümelin bilgisine sahip olan tikeli de bilir, ama
tersi olmaz. (8) Tümeli tanıtlamak, ilk ilkeye yakın ota terimler ile tanıtlama
yapmaktır; ilk ilke ise doğrudan öncüldür. Bu nedenle ilk ilkeden hareketle tanıtlama
daha kesindir (Po.A., 85a 20-86a 17). Bununla birlikte, Aristoteles’in bilimsel çabası
tözden önce, tözden çıkan özelliklerin anlaşılmasını da içermektedir; çünkü kimi
tözlerin tanımı, öznenin niçin tekil özelliklere sahip olduğunun nedeninin kanıtlaması
ile belirlenir (Po. A., 93a-94a 20).
Aristoteles bu anlatılanlardan kimilerini (örneğin 7. maddede bildirileni)
diyalektik (logike) olarak görse de, tümel bilginin asıl tanıtlama formunda önemli
oluşunu tekrarlar: “(…) Öncüller arasında daha önce gelen öncülü bildiğimizde daha
sonra geleni bir anlamda potansiyel olarak biliriz244. Sözgelişi, bir kimse üçgenin iki
dik açısı olduğunu biliyorsa, ikizkenarın bir üçgen olduğunu bilmese bile ikizkenarın
da iki dik açısı olduğunu bir anlamda, potansiyel olarak bilir. Ancak beriki öncülü
bilen birisi ne potansiyel olarak ne de etkin (dunamei) olarak tümeli, bilmez.” Buna
244
Burada sözü edilen majör ve minör değil, fakat birbirini takip eden iki öncülden söz ediliyor.
153
ek olarak, tümel önerme akıl ile kavranır (noeton), tikel tanıtlama ise duyumlarla
(aistheton) tamamlanır (Po.A., 86a 22-30).
Olumlu tanıtlama olumsuz tanıtlamaya göre daha iyidir. Aristoteles bunu
dört argümanda temellendirir. (1) Tanıtlama formu postulattın, hipotezin, öncülün
azalması ile daha iyi olabilir. Daha az öncülünden oluşan tanıtlama daha iyidir. “Her
iki tanıtlama da üç terim ve iki öncülle tanıtlama yapar, ancak birisi tekin varlığını
ele alırken, diğeri hem varlığını hem de yokluğunu ele alır. Dolayısıyla öncül
çeşitlendikçe, durum kötüleşir. (2) İki öncülün de olumsuz olduğu tasımsal tanıtın
olanaksız olduğu; zorunlu olarak öncüllerden birisinin olumlu olması gerektiği
Birinci Analitikler I.7’de tartışılmıştı. Buna ek olarak: “Tanıtlama genişlerken olumlu
öncüllerin çoğalması zorunlu, her tasımsal tanıtta birden fazla olumsuz öncülün
bulunması olanaksız.” (3) “Tasımsal tanıtın ilkesi doğrudan tümel bir öncül ise ve
tümel öncül olumlu tanıtlamada evetleyici, olumsuz tanıtlamada değilleyici oluyorsa,
evetleyici olan değilleyici olandan daha önce gelir ve daha iyi bilinir; varlığın
yokluktan daha önce gelmesi gibi evetleme daha önce gelir ve değilleme evetleme ile
bilinir.
Dolayısıyla
olumlu
tanıtlamanın
ilkesi/başlangıç
noktası
olumsuz
tanıtlamanın ilkesinden daha iyi ve daha iyi ilkeleri kullanan tanıtlama daha iyi bir
tanıtlamadır.” (4) Olumlu tanıtlama daha önce geldiği gibi, “olumlu tanıtlamadan
bağımsız olumsuz bir tanıtlama yapılamaz” (Po.A., 85a 31-87a 1).
Görünüşte olan tanıtlama reductio ad impossibile’ye karşı daha iyidir.
Olumlu tanıtlama olumsuz tanıtlamadan daha iyi olduğu gibi, olanaksıza ergi
(reductio ad impossibile) ile yapılan tanıtlamadan da daha iyidir. “Daha iyi bilinen ve
daha önce gelen öncüllerden oluşan tanıtlama daha üstünse, bu her iki tanıtlamada da
bir şeyin varolmasından (…) güvenirlik kazanıyorsa, olumsuz tanıtlama olanaksıza
ergi ile yapılan tanıtlamadan mutlak olarak daha iyi olabilir; dolayısıyla da böyle bir
tanıtamadan daha iyi olan olumlu tanıtlama olanaksıza ergi ile yapılan tanıtlamadan
daha iyi, bu açık” (Po.A., 87a 1-30).
154
II.2.3.1 Tanıtlama ve Tanımlama
Araştırma türü ve bu araştırmanın nesnesi konusunda Aristoteles’in
belirlemeleri, onun bilimsel bilgiden tam olarak neyi anladığını açığa vurmaktadır.
Aristoteles dört sorun ve bu sorunun çözümlenmesi için dört araştırma nesnesini
belirler. Bunlar: (1) Olanın olduğunu araştırma konusu yapan sorunlar: Örneğin,
Güneşin tutulup tutulmadığı gibi sorunların araştırma konusu yapıldığı belirli tek
teklere ilişkin araştırmaları oluşturur. Tutulmaya ilişkin herhangi bir neden
bulunduğunda araştırma sona erer. (2) Niçin olduğu hakkında sorunların
araştırılması:
Olanın
olduğu
bilindiğinde
‘niçin’
öyle
olduğuna
ilişkin
araştırmalardır. Güneşin tutulduğu bilgisi, bizi, bunun niçin olduğu sorusuna yöneltir.
(3) Varolup olmadığı sorununa ilişkin araştırma: ‘Kentauros’un ya da ‘Tanrı’nın
varlığına ilişkin araştırma bu türdendir. Ancak bu araştırma bir şeyin beyaz olup
olmadığına ilişkin araştırmadan ayrıdır. (4) Ne olduğuna ilişkin sorunun
araştırılması: Nesnenin varolduğunu bildiğimizde ne olduğunu araştırırız; örneğin
‘tanrı nedir?’ (ti esti teos) ya da ‘insan nedir?’ (ti esti anthropos) (Po.A., 89b 23-35).
Bu sorunlar ve sorunların dayanağını oluşturan araştırma nesnelerinin listesi
Aristoteles’in bilgi konusundaki ontolojik yaklaşımını sağlamlaştırır. Ancak burada
asıl dikkati çeken, tasımsal tanıt teorisine ilişkin argümanları ile bilim teorisini
oluşturan argümanlar birleştirme çabasıdır.
Aristoteles, bütün sorunları orta terime bağlı araştırmalar olarak yorumlar.245
Aristoteles’in bir problem karşısındaki araştırma tutumu, Sokrates’in ya da Platon’un
herhangi bir diyalogundaki genel sorulardan daha tümele ya da sorunun gerisindeki
asıl nedene ya da tanıma yönelen soruşturmalar zincirine oldukça uygundur.
Aristoteles, “olanı veya mutlak anlamda varlığı” araştırmanın “bir orta terimin olup
olmadığını araştırma” olarak görür. Varolanın ya da tikel veya belli anlamda varlığın
‘niçin’ini veya ‘öz’ünü araştırmak, orta terimi de araştırmaktır. “Ay tutulur mu?”
245
Bilimsel bilgi isteyen bir insan, bir “orta terim” aramaktadır. “Yani bu kişi, orijinal bir önermeyle
ilgili hakikati ifade edecek bir tanım bulmaya çalışmaktadır. I. Analitika II 23’te yer alan başlangıç
noktası, belli bir grup hayvan (C) uzun ömürlüdür önermesidir. Bilimsel bir kanıtlamanın bu
varsayılan sonucu, bu durumda, açıklayıcı bir orta terimin varlığını göstermeyi amaçlayan bir tasımın
ilk öncülü olarak kabul edilmektedir.” C’lerin uzun ömürlü olduğu olgusuna bağlı olarak, “bu yeni
tasım daha iyi bilinenden başlanması ve daha az bilinene doğru ilerlemesi talebini yerine
getirmektedir” (Knuuttila, 1999: 130).
155
sorusu ‘tikel varlık’ sorusudur; bu soru nesnenin ne olduğuna yöneliktir.246 “Ayın
olup olmadığı” sorusu ‘varlık’ sorusudur, onun belli varlığı ile ilgili bir araştırmadır
(Po.A., 89b 36-90a 5). Öyleyse “(…) nesnenin ne olduğunu bilmek neden olduğunu
bilmek ile aynıdır” (Po.A., 90a 33-34). Belli bir varlık araştırması, her durumda bir
neden araştırmasıdır. Öyleyse her araştırma bir orta terim araştırmasıdır; çünkü
açıklamayı gerek gören, tanımlanan, araştırılan orta terimdir.247 Bu durumda
“Tutulur mu?” demek, “Tutulmanın bir nedeni var mı yok mu?” demektir; bir nedeni
olduğunu bildikten sonra, “tutulma nedir?” sorusu araştırılır. Bu durumda orta terim,
bu ya da şu olmanın değil, belli anlamda töz’ün (ousia) varlığının nedeni; belli
anlamda varlığın değil de, özsel niteliklerinin veya ilineksel özelliklerinin nedenidir.
Aristoteles’in ‘belli anlamda varlık’ dediği yüklemin taşıyıcısı konumundaki varoluş
olan hüpokeimenon’dur (altta duran taşıyıcı).248 Öyleyse “öz” (nedir?) ile “neden” ve
“niçin”in araştırması aynıdır249 (Po.A., 90a 5-19).
Aristoteles
“bütün
araştırmaların
orta
terimin
araştırılması”
olduğu
konusunda kesin bir tutum içindedir (Po.A., 90a 35). Ancak burada sorun neliğin (to
ti esti) nasıl dile getirileceğidir. Tanımlama burada etkin tutum olarak belirir. “Aynı
şey aynı açıdan hem tanımla hem de tanıtlamayla bilinebilir mi, bilinemez mi?
(Po.A., 90b 3-4). Açık olan şudur ki, Aristoteles tanımlanan her şeyin
tanıtlanamayacağını varsayarken, tanıtlanan her şeyin de tanımlanamayacağını
düşünmektedir. Buna göre:
246
“Orta terimin duyulur olduğu durumlarda araştırmanın orta terim araştırması olduğu açık.
Sözgelişi tutulmaya ait bir orta terim olup olmadığını duyumsayamadığımızda, bunu araştırırız. Ancak
Ayda olsaydık tutulup tutulmadığını da niçin tutulduğunu da araştıramazdık, bunlar aynı birlikte açık
olurdu. Çünkü duyumsamamaktan tümeli de bilebilirdik. Nitekim şu anda ışığı kestiği duyumu var
(tutulmanın da şu anda gerçekleştiği açık): tümel bundan oluşacaktı” (Po.A.., 90a 24-30).
247
“Yine de sözel bir tanımdan (nominal definition) nedensel bir tanıma (causal definition) tasımın
orta terimini kavrayarak ilerlemek gerekir. Aristoteles’e göre, gerçek bir tasımsal kanıtlamanın iki
aşamalı koşulu vardır: Doğru öncüller (ture premises) ve geçerli argümanlar (valid arguments). Onun
sergilediği tasımın doğası tümdengelimsel geçerliliği belirlemeyi sağlayan bir araçtır, tümevarımla
(induction- epagogē) ilgili ifadesi doğru öncülleri belirlemeyi sağlayan kuralları sağlar” (Mckinney,
1983: 185).
248
Örneğin “Ay, Yeryüzü, Güneş veya üçgen”; ayrıca kendi başına veya ilineksel özellikler olan
“tutulma, eşitlik, eşitsizlik, arada olma veya olmama” (Po.A.., 90a 5-13).
249
“Tutulma nedir?”; -“Yeryüzünün Güneş ışığını kesmesinden kaynaklanan, ayın ışıktan
yoksunluğu.”; “Tutulma niçin olur?”; -“Yeryüzü Güneş ışığını kestiğinde ışık kaybolduğu için”
(Po.A., 90a 14-19).
156
(1) Tanım (horismos) özellik (ti estin) ile ilgilidir ve özellik tümel ve
olumludur. (2) Bununla birlikte olumsuz ve tümel olmayan tasımlar vardır. Örneğin
ikinci konumdaki tasımlar olumsuz, birinci konumdakiler ise tümel değillerdir. İlk
konumdaki tüm olumlu sonuçlar –örneğin, üçgenin iç açılarının toplamının iki dik
açıya eşit olduğu- tanımlanamaz. Bunun açıklaması şudur: Tanımlanabileni bilmek,
tanıtlamasını bilmektir (bu durumda tanıtlanabiliyorsa tanımlanıyordur da). Yoksa
tanıtlamasını
bilmeden
tanımına
bağlı
olarak da bilgi edinilebilirdi. (3)
Tümevarımdan çıkan sonuca göre: Özelliklerden ve ilineklerden tanımlanarak bilgi
edinilmez. (4) Tanımlama bir özün tanınmasının metoduysa, böylece niteliklerin öz
olmadıkları açıktır. Bu da gösteriyor ki, her tanıtlanabilen nesne tanımlanamaz
(Po.A., 90b 2-18). Eğer tanıtlanabilir olanı bilmek, tanıtlanmasını bilmekse, “tanıma
sahip olan kişi tanıtlamadan bağımsız olarak bilgiye sahiptir” gibi olanaksız bir
sonuç çıkar. Bununla birlikte, “tanıtlamaların ilkeleri/başlangıç noktaları tanımlardır;
bunlar tanıtlanamaz.250 Bu durumda ortaya çıkan dilemma: “Ya ilkeler tanıtlanabilir
olup ilkelerin de ilkeleri olacak ve bu sonsuza kadar sürecek ya da ilk olanlar
tanıtlanamaz tanımlar olacak” (Po.A., 90b 19-27).
Tanıtlanabilir olanın bilimsel bilgisine sahip olmak, onun tanıtlanmasına
sahip olmakla aynıdır. Eğer bir tanıtlamada olumsuz ve tikel sonuçlar bulunuyorsa
(örneğin tanımın ikinci ve üçüncü biçimlerinde olduğu gibi) bunların tanımı olamaz.
Eğer olsaydı, bunların tanıtlaması olmaksızın tanımları aracılığıyla bir sonuca
ulaşmak olanaklı olurdu; çünkü biri olmaksızın diğerini bilmeyi önleyecek hiçbir şey
olmazdı. Bu durumda tanıtlanabilir her şey tanımlanabilir değildir: Bilimsel olarak
tanıtlanabilir olanı bilmek onun tanıtlamasına sahip olmak demektir (yani
indüksiyon); bu durumda dilema ortaya çıkar: tanıtlaması olmaksızın tanımını bilmek
tanıtlanabilir olanın bilgisini verecektir.
Tanım ve tanıtlama aynı olmasa da, benzerlik bulunabilir mi? Tanımlanan her
şey kanıtlanamaz. (1) Tanımlanabilen nesne tanıtlanamaz; çünkü tanım töze (ousia)
aittir. Ancak tanıtlamalar da özü varsayar; örneğin matematik birimin ve tekliğin
özünü varsayıp kabul eder. (2) Bununla birlikte “her tanıtlama bir şeyin bir şeye
250
72b 18-25, 84a 29-b 2
157
yüklenip yüklenmediğini tanıtlar. Ancak tanım içinde hiçbir şey bir başkasına
yüklenemez.” Örneğin, canlı iki ayaklıya yüklenemediği gibi, iki ayaklı canlıya
yüklenemez. (Aristoteles’in ‘tanım’ ile kastettiği cins ve tanımın yüklemi olan
ayrımıdır). (3) Aynı zamanda bir şeyin ne olduğunu göstermek ile olduğunu
göstermek ayrı şeylerdir. Tanım özü açıklar, ancak tanıtlama bir şeyin belli bir
nesneye ilişkin olduğunu veya olmadığını açıklar (Her üçgenin iki dik açısı olduğu
tanıtlandıysa, ikizkenarın da iki dik açısı olduğu tanıtlanmıştır) (Po.A., 90b 28-91a
7). Bundan dolayı, “(…) formun parçaları tanımın parçalarıdır ve sadece tümelin
tanımı vardır; çünkü dairenin özü ile daire, ruhun özü ile ruh bir ve aynı şeydirler.”
Bu durumda “somut varlıklar”, yani duyusal tek tekler söz konusu olduğunda,
onların “tanımları yoktur.” Onlar sezgisel düşünce ile bilinirler. Genel kavramlar
olarak tanımlanabilseler de, “onların varolup olmadıklarını bilemeyiz” (M., 1036a 16); dolayısıyla da onlar hakkında bir şey tanıtlayamayız. Aristoteles tanım ve
tanıtlama arasında bir takım benzerlikler görse de, onun gerçek düşüncesine göre
tanım ve tanıtlama birbirinden uzak şeylerdir. Aristoteles bu konuda oldukça açıktır:
“Her tanımlanabilen tanıtlanamaz, her tanıtlanabilen tanımlanamaz, genel olarak
bunların aynı nesneye ait olması olası değil. Dolayısıyla tanım ve tanıtlama aynı
olmadığı gibi, birbirinin kapsamında da değiller; yoksa taşıyıcıları (hupokeimenon)
da öyle olurdu” (Po.A., 91a 7-11).
Bu durumda tanım: (1) Neliğe (ti esti) ait tanıtlanamaz bir açıklamadır:
Tanım, adın işaret ettiği (örneğin, ‘üçgen’in imlediği) açıklamadır. “Olanın olduğunu
araştırdığımızda niçin olduğunu araştırırız; ancak olduklarını bilmediklerimizi böyle
alamayız.” (2) Neliğe ait bir çıkarımdır: Nesnenin niçin olduğunu açıklar. (2.a) İlk
tanım imler ama göstermez; (2.b) ikincisi ise tanıtlamadan ayrı, ama neliğe ilişkin
‘yarım tanıtlama’dır. Yani, “göğün niçin gürlediğini söylemek ile gök gürültüsünün
ne olduğunu söylemek” ayrıdır. (3) Neliğe ilişkin tanıtlamanın sonucudur: Doğrudan
olanların251 tanımı neliğe ait tanıtlanamaz savdır (Po.A., 93b 38-94a 10).
Aristoteles’in temel problemlerinden birisi olan ‘bir şeyin neliğine ilişkin’
bilginin olanağı problemini çözümlemek ve tanıtlamak için büyük bir çaba içinde
251
Po.A.., 93b 21.
158
olduğu açıktır. Bu nedenle o, özü tasımsal tanıt formu aracılığı ile tanıtlanıp
tanıtlanamayacağını tartışmaktadır. “Öze (ti esti) ait bir tasımsal tanıt (sullogismos)
ve tanıtlama (apodeiksis) olabilir mi?” Aristoteles tasımsal tanıtı, “orta terim
aracılığıyla bir şeye ilişkin bir şeyi göster[en]” bir uslamlama formu, neliği de
nesneye özgü olan ve onun kendinde içerdiği bir şey olarak yüklenen olarak görür.
Bu durumda tasımsal tanıt ve öz birbirine evrilebilir (Po.A., 91a 13-16). Öyleyse öz
tanımlamasında Platon’un “bölme metodu”na karşı Aristoteles, kendi uslamlama
formunu metot olarak temellendirmeyi başarmış olmaktadır. “Eğer Platon’un amacı
apodiktik bilgi elde etmekse, Aristoteles’e göre Platon başarısız oldu. Aristoteles
Platon’un metodunun yerine alternatif olarak tasım bilimini sunar. Sonuç olarak
Aristoteles için mantık, en geniş anlamıyla, tasımsal ve diyalektik uslamlamayı
içerir. Bununla birlikte, sadece tasımsal uslamlama apodiktikliğe işaret eder”
(McKinney, 1983: 186). Ancak yine de tanıtlama işlemi olarak Platon’un bölme
metoduyla Aristoteles’in tasımsal tanıt teorisi arasında keskin bir kopmanın olduğu
varsayılamaz.252
II.2.3.2. Özün Tanıtlanması
Aristoteles’in bütün ontolojik tasarımı süresince temel bir terim olan “öz”ün
tanımlanmasının koşullarının bilgisini oluşturmaktadır. Tanımlayan birisi “tözü
(ousia) ve özü (to ti esti)” nasıl edinecektir? (1) Tümdengelim aracılığıyla
varolanlardan bir başka şeye zorunlu olarak ulaşıldığı açık kılınamayacağı gibi,
tümevarım aracılığıyla da tek tekler aracılığıyla bütüne ulaşma açık kılınamaz; çünkü
tümevarım nesnenin ne olduğunu değil, nesnenin nasıl olduğunu gösterir. Töz duyum
aracılığıyla gösterilemeyeceğine göre, geriye hangi metot kalıyor? (Po.A., 92a 3492b 3). Aristoteles özün bilgisi ile varlığın bilgisi arasında bir bağlantı kurar. Buna
göre, (2.a) Her ikisi de aynı argümanla tanıtlanamaz. “İnsanın ne olduğu” bilgisi
252
“Aristoteles’in mantığı ile Platon’un diyalektiği arasındaki sürekliliğin” kopukluğu vurgusu
“yanlış olabilir.” “Tersine, birçok araştırmacı, Aristoteles’in metodolojisinin Platon’un sonraki
düşüncesinin gelişimini ileriye taşıma eğilimi olduğunu düşünür. Aristoteles’in tümevarım ve
tümdengelim metodu ile Platon’un Devlet’deki hipotetik metot olan aşağı-yukarı hareket metodu ile
arasında bir benzerlik vardır. Daha cesur bir iddia, Platon’un bölme metodunun Aristoteles’in tasım
metoduna neden olduğu konusundadır” (McKinney, 1983: 186).
159
“onun varolduğu” bilgisini gerektirir. Aristoteles’in buradaki sorunu, “olanın olduğu
ve ne olduğu”nu gösterecek açıklamanın nasıl olacağıdır. Tanım ve tanıtlama tek bir
şeyi açıklar, “ancak insanın özü (ti esti) ile insanın varlığı birbirinden farklıdır”
(Po.A., 92b 4-10). (2.b) Nesnenin tözü (ousia) oldukça, her şeyin varlığının (oti
estin) tanıtlanması zorunludur. “Ancak varlık (to on) her şeyin tözü değildir, çünkü
varlık bir cins değildir.”253 Geometricinin üçgenin neyi işaret ettiğini kabul ettikten
sonra üçgenin varoluşunu gösterebilmesi gibi, olanın varolduğu ancak tanıtlama ile
gösterilebilir. Bu durumda tanım aracılığı ile bir şeyin ne olduğu bilinemez (Po.A.,
92b 12-18). (2.c) Tanım ne olanın olduğunu, ne de onun gerçekliğini tanıtlar (Po.A.,
92b 19). Bu durumda tanım ve tasımsal tanıtın aynı şey olmadığı yeniden onaylanmış
olmaktadır. Tanım hiçbir şeyi tanıtlamadığı ve göstermediği gibi, öz (ti esti) ne tanım
ne de tanıtlama ile bilinebilir (Po.A., 92b 35).
Bu bağlamda Aristoteles’in geldiği sonuç, daha önce de söylediği254 sava
yeniden dönmektedir: “Özü bilmek ile varolup olmadığının nedenini bilmek
aynıdır.” Çünkü “olanın bir nedeni vardır.” Bu “neden” ile “öz” aynıdır (Po.A., 93a
1-9). Bu durumda, başka yerde de söylendiği gibi255, özü öz ile göstermenin bir yolu
olmalıdır. Öze ait bir orta terimi, nesnenin niteliklerine ait bir orta terim ile birlikte
alarak tanıtlamak, doğru bir tanıtlama olmayacaktır. Çünkü bunlardan birisi
tanıtlanırken, diğeri tanıtlanamayan bir öğedir. Öyleyse “tanıtlama metodu
tanıtlamanın gücüne sahip olmaz; bu sadece neliğin diyalektik tasımsal tanıtıdır
(logikos sullogismos)”256 (Po.A., 93a 10-15).
Aristoteles’in öz konusundaki sıkıntısı, onun varlığını bilinir kılmak için
tanıtlama metodunun eksikliğidir. Kimi öz (ti esti) ilkedir. İlke oldukları için de, tıpkı
matematikçinin nesnelerinin ‘ne olduğunu’ ve ‘varolduğunu’ varsayması gibi,
“bunların hem varolduklarını hem de ne olduklarını varsaymak” gerekmektedir.
Varlıklarından ayrı nedenlere sahip olan şeylerin özler tanıtlamayla ancak açık
kılınabilir, ama tanıtlanamaz (Po.A., 93b 21-28).
253
M., 998b 22
Po.A.., 90a 33.
255
Po.A.., 91b 14-b 11.
256
LCL edisyonunda “dialectical demonstration” olarak çevrilirken, PUP edisyonunda “general
deduction” olarak çevrilir.
254
160
Aristoteles olanın varlığı bilindikten sonra onun “niçin” varolduğunun
araştırılması gerektiğini; çünkü ancak bunlardan sonra öze ilişkin bilginin olanaklı
olacağını varsaymaktadır. Varolanın varlığı bazen onun ilinekleri aracılığıyla, bazen
de ‘gök gürültüsünün bulutlardan çıkan bir ses olduğu’, ‘insanın canlı olduğu’,
‘ruhun kendi kendisini devindiren bir şey olduğu’ gibi göstergeler aracılığı ile bilinir
(Po.A., 93a 16-24). Ancak öze ilişkin ne bir tanıtlama ne de bir tasımsal tanıt olamaz;
ancak bunlar yine de özü açık kılabilirler (Po.A., 93b 15-20). Öyleyse özü
tanıtlamadan önce açık kılan tanımdır; çünkü “tanım öze ait bir açıklamadır” (Po.A.,
93b 38).
II.2.4. İlk İlkelerin Keşfi ya da Başlangıç Noktası Problemi
Aristoteles, güçlü bir epistemoloji teorisi geliştiremese de257, en azından
bütün eleştirilere kapalı bilimsel bir bilginin (episteme’nin) formu için sarsılmaz
kaynaklar oluşturmaya çalıştığı açıktır. Bilimsel bilgi için öngörülen metot formunun
(apodeiksis) geçerliliğini koruması için, en az bu form kadar kesin ‘ilk ilkelere’ ya da
‘ilk öncüllere’ gereksinimi vardır. Bu ilkelerin ne olduğu ve nasıl elde edileceği
sorunu, Aristoteles’in bilimsel bilgisinin en kırılgan noktasıdır; aynı zamanda,
çözümü için, diyalektiği yardıma çağırdığı sorundur. Aristoteles’i ilk ilke
varsayımına götüren endoksa ya da iki öncül vardır: Presokratiklerin evrensel oluş
sürecini dayandırdıkları arkhe ve Sokrates’in Sofistler karşısındaki tümelin tanımını
arayan kavram felsefesi. Presokratiklerin fiziksel olanı mantıksal tasarım yoluyla
açıklarken, onların uslamlamasını doğru olmasa da tutarlı kılan, dönüşümün içinde
tek tekleri bir araya getirmelerindeki uyum; tek tekler ile evren arasındaki bağ;
görünen ile görünenin gerisindeki ilke arasındaki yasa uyumudur. Aristoteles
Metafizik I’de bunları sıralar. Onların arkhe’si (ilke’den çok ‘öğe’ –stoikheion-)
Aristoteles’in ‘ilk neden’ (prote aitia veya aition) düşüncesinin gerisindedir. Bu
nedenle Aristoteles’te ‘ilke’ kavramı (1) ilk neden terimi ile karşılanabilir.258 Ancak
257
Aristoteles bir bilgi teorisi geliştirmişse de, bunun sağlam eleştirel bir temeli yoktur. Biçimsel
mantığın abartısı bunun göstergesidir (Vorlander, 2004: 142).
258
Aristoteles Metafiizk’te Presokratiklerin varlık görüşünü değerlendirirken, onları “ilke” ve “neden”
gibi iki ayrı terim bağlamında değerlendirir (M., 983b 4). Terimleri ayrı olarak Fizik’te de (‘ilke’,
‘neden’, ‘temel öğe’ olarak) kullanır (Ph., 184a).
161
Aristoteles’in neden konusundaki tutumu, daha çok metafizik bir nedendir; şeylere
özgü en uzak nedendir (akrotaton aiton). Bu açıdan bakıldığında Aristoteles’in
nedeni, fiziksel nedenden çok mantıksaldır. “İlk olandır”, öyle ki yeterli bir açıklıkta
görülebilirse, “nedeni göstermeye gerek yoktur” (NE., 1095b 6). Bu ‘neden’ anlayışı
Metafizik’in konusu olan ‘varlık olarak varlık’a uygun bir neden anlayışıdır. Ancak
arkhe’nin ontolojide ‘ilk neden’ olmasının gerisinde ‘kategori’ teorisi vardır.
Kategori teorisi, hakkında konuşulan nesneye ilişkin doğru yargının koşullarının
bilgisidir. Bu bilgi, bir yandan nesnenin tanımı ya da birincil (‘töz’) ve ikincil
(‘ilinek’) niteliklerin dilsel ayrımının bilgisine, diğer taraftan da dil bilgisine dayanan
analitik bir bilgidir. Bu analitik bilgi, dil ve gerçeklik ilişkisinin tutarlılığı
probleminin çözümünde varılmış bir sonuçtur. Bu problemin çözümünün gerisinde
ise kavramların bir ilke düzeyinde uslamlamanın merkezinde nasıl bir rol
oynayacağına ilişkin Sokratik yaklaşım bulunur. Özellikle Sokrates’in tümel
kavramların tanımlarına ulaşmaya çalışması ve akıl yürütmelerin dayanaklarına
dönüştürmesi Aristoteles’in bütün bir uslamlamasının temelini oluşturur. Buna göre
ancak doğru olarak tanımlanmış kavramlar öncül olarak alınırsa problemlere ilişkin
doğru bir tartışma ve doğru yargı oluşturulabilecektir. Öyleyse Aristoteles’in
analitiğinin dayanağı olan arkhe’yi (2) ilk öncül terimi ile karşılamak olanaklıdır. Bu
sadeleştirme Aristoteles’in yaptığı bir şey değilse de, en azından ‘ilke’ konusundaki
onun söylemine giriş için uygundur. Ancak ‘ilke’ nerede ‘ilk neden’ nerede ‘ilk
öncül’; ayrıca ‘ilk neden’ nerede fiziksel bir neden nerede metafiziksel bir nedendir,
çoğunlukla bu ayırım net olmayacaktır. Bununla birlikte, Organon’da –özellikle de
Analitikler’de- tasımsal tanıt teorisi söz konusu olduğunda ‘ilke’ sadece ‘ilk
öncül’dür; Metafizik’te varlık söz konusu olduğunda ‘ilk’ ‘en uzak neden’dir
(akrotaton aiton); Fizik’te genesis söz konusu olduğunda da ‘fiziksel nedenler’dir;
Etik’te eylemler söz konusu olduğunda ise yine nedenler söz konusudur ki, gerçekte
bunların bütünü de “dört neden” öğretisi içinde sıralanan nedenlerdir.
Aristoteles’in bütün bir felsefe geleneğine ait terimlerin belirlemelerini kendi
kurgusuna uygun olarak yeniden düzenlediği açıktır. Bilimsel bir yargıda
bulunmanın koşulunu tanıtlama metodu ile sınırladığı ve tanıtlama da ancak zorunlu
doğru ilk öncüllerden hareketle sağlanacağı için, ilk ilkelerin belirsizliği bilimsel
162
bilgi kuramını sıkıntıya düşürmektedir. Bilimsel bilgiyi öncüle bağlaması, öncülün
nedenlerin bilgisi olması, nedenlerin ilk ilke olması tanıtlamalı uslamlamayı
daralttığı gibi zora da sokmaktadır. Bu nedenle Aristoteles uslamlamayı kurtarmak
için ilk ilkelerin belirlenmesine ilişkin sancılı bir tartışma başlatır. Aşağıda da
gösterileceği gibi, ‘ilk’ (prota), ve ‘doğrudan açık olan’ (amesa), ‘daha iyi bilinen’
(gnôrimôtera) terimleri sadece epistemolojik geçerlilik için ilk ilkelere (‘ilk öncül’
ve ‘ilk neden’) ilişkin uydurulmuş koşullardır. Buradaki ‘öncelik’ tartışmasının hep
bir türden mantıksal gerekliliğin yarattığı öncelik olduğu açıktır, ancak yine de
Aristoteles’in ‘ondan önce başka hiçbir şeyin olmadığı’ belirlemesiyle ontolojik bir
yoruma da kapı aralıyor. ‘Daha iyi bilinen’ (gnôrimôtera) ile ‘kanıtlamaya
başlamadan önce bilme’ye işaret eder. Ancak “bizim için iyi bilinen” ve “doğası
gereği daha iyi bilinen” ayrımında (Po.A., 71b 38) ortaya çıkan asıl önemli sonuç,
‘bizim için bilinen’den, ‘doğası gereği daha iyi bilinen’e doğru bilginin gelişimci bir
süreç izlediğidir.259 Bu yaklaşım, özellikle de tümevarım teorisine uygun olarak,
episteme’nin duyusal olanın tekliğinden tümel olan kavramın tanımına doğru bir
süreç izlemektedir. Burada ilk olan, daha iyi bilinen olarak belirlenen duyuma en
yakın olandır ve ilk olandan uzaklaşarak tümel olana ulaşılır (Po.A., 72a1-5). “İlk ise
olandır”, yeterli bir açıklıkta görülebilirse, “nedeni göstermeye gerek yoktur” (NE.,
1095b 6). Bu durumda tanıtlama aracılığı ile bilgi edinmelerde öncelikle ilk olanın
çok iyi anlaşılması gerekmektedir (Po.A., 72b 1). İkinci Analitikler’in teorisine göre,
ilk ilkeler kavranamazsa, yanlış uslamlama açığa çıkacak; böylece bilimsellik
olanaklı olmayacaktır.260 Ancak bu yaklaşım bir belirsizliği de beraberinde getirir:
Bu da ‘bizim için’den ‘doğası gereği’ olana doğru bilginin daha kesinliğe gitmesi
sürecinde ilk ilkenin bir keşif ile mi, yoksa bir icat ile mi edinildiği belirsizliğini
korumaktadır.
259
Birinci Analitikler (68b 35-37)’de sözü edilen ‘bizim tarafımızdan daha iyi bilinen ya da bize daha
bildik gelen ile kendisi bakımından ya da doğal olarak daha bildik olan’ arasındaki ayrım
Aristoteles’in bilim teorisindeki bilginin sistematiği için önemlidir. Aynı terminolojik önem diğer
metinlerde de geçerlidir. Po.A., 71b 33-72a 5; Ph., 184a 16-25; M., 1029b 3-12; NE. 1139b 34-36.
260
Aristoteles, akıl yoluyla ilk ilkelerin yanılabilir kavranışını hesaba katmaktadır. O, ilk ilkeleri aynı
zamanda “bizim için daha ikna edici ve daha iyi bilinen” olarak betimler –belki de ‘kendi içlerinde
daha iyi bilinen’e karşıt olarak. (Po.A., 72a 31-2, 72b1; T., 141b 5-14). O çelişmezlik ilkesini
“önceden varsaymaktan” söz eder (Po.A., 71a 12). O aynı zamanda durumlara bağlı ilk ilkelere
ulaşmanın farklı metotlarını hesaba katar (M., 1098b 1). Tüm bunlar düşünmeyi yanılabil kılar. Çünkü
Aristoteles algılamayı düşünmeye (dianoesthai) benzetir (Bäck, 1999: 176).
163
İlk öncülün niteliklerinin belirlenmesi hakkında Aristoteles uzun bir açıklama
yapmaktadır. “Doğası gereği261 daha önce gelen” ile “daha iyi bilinen” kavramları
aracılığı ile ilk öncülü tanıtlamaya çalışmaktadır. Ancak ilk konusunda yaptığı özel
belirlemesinde, ‘doğal olarak ilk gelen’ ile ‘bize ilk görünen’ şey arasında bir ayrım
yapar. Duyumlara ilk gelenler daha iyi bilinirken, duyumlardan uzaklaştıkça
bilinmesi zayıflar. Bu durumda duyumlardan uzak olan tümel kavramların daha
bilinemez olduğu, duyuma yakın olan tikelerin ise daha iyi bilineceği sonucu çıkar262
(Po.A., 71b 38-72a 5; Ph., 184a 16).263 Burada arkhe iki görünümde birleşir: ‘İlk
öncül’ ve ‘ilk neden’ ya da mantık ve metafizik birliği olanaklı olur. Bilimsel bilgi
açısından bakıldığında, duyusal olanın varlığının bilgisi öncüldür, yapılması gereken
bu öncülü nedenine bağlamak ve onun niçin öyle olduğunu tanıtlamaktır. Bu
tanıtlama gerçekleştiğinde, artık hakkında konuşulana ilişkin daha fazla bilgi
edinilmiş olunacaktır. Bundan dolayı araştırmalarda öncelikle duyusal tözlere
yönelmek gerekmektedir; çünkü metodik olarak “daha az bilinebilir olandan daha
çok bilinir olana geçmek yararlıdır.” Öğrenmede de bu yol izlenir; “yani doğası
bakımından daha az bilinenden daha çok bilinir olana” doğru bir geçiş vardır (M.,
1029a 38). Platon’un da belirlemesiyle, daha az bilinir olan duyusal olandır; ancak
duyusal olan doğru algılanandır. Bu nedenle, Aristoteles bilgisizliğin nedeni olarak
‘eksik algı’ kavramını kullanır. Aristoteles’in bilgi anlayışında kavramsal öncelik ile
duyusal deneyimin önceliği zaman zaman yer değiştirse de, o, duyu bilgisini
epagôgê’nin
(tümevarımın)
başlangıç
malzemesine
dönüştürür.
Tümevarım
duyumlara dayanır; “çünkü tek teklere özgü olan duyumdur.” Tümevarım olmadan
bu teklerin bilgisi edinilemez. Bu nedenle duyum yiterse, duyuma bağlı bilgi de yiter
(Po.A., 81a 37-81b 9). Burada duyumun başlangıç noktası olması gerektiği
varsayılan bilgi, duyular alanına ait teklerin varolmalarının ve bunların ilineklere
sahip olmaları gerektiğinin bilgisinden daha başka bir şey değildir. Ancak
Aristoteles’in tümevarımda duyuma yer verdiği noktada ‘duyum kaybolduğunda
261
‘Doğası bakımından bilinir olan’ ya da ‘akılsal olan’ ile bize göre olan ayrımı sıklıkla tekrarlanır:
M., 1029b 1; Phy., 184a 16; OS., 413a; NE., 1129b 5.
262
Aristoteles Fizik’te mantıksal bakarak, “tümel olanlardan tekil olanlara gitmek gerekmektedir”,
der; çünkü duyular bakımından “tümel daha iyi bilinir.” Ona göre tümel olan tekleri kapsadığı için
önce tümel bilinir. Tıpkı adlar aracılığı ile bütün tekleri biliyor oluşumuz gibi (Ph., 184a 24).
263
“Tarafımızdan bilinir olan ile mutlak anlamda bilinir olan aynı” olmadığı için “bize göre açık olan
nesnelerden doğa açısından daha yalın ve bilinir nesnelere doğru yol almak zorunludur” (Ph., 184 20).
164
bilgisinin de kaybolacağı’ anlaşılmaz olarak kalmaktadır264 (İkinci Analitikler II.
19’da ilk ilkelerin edinilmesinde yinelenen deneyimlerin bellekte yarattığı anıların
bilgiye dönüşmesini anlatırken, bu düşüncesini değilleyen açıklamalar yapmaktadır).
Aristoteles matematik bilimleri ve öteki sanatlara265 (retorik ve diyalektik)
bakarak bunların, “önceden bulunan bilgi” aracılığı ile kurulmuş uslamlama tarzları
olmalarından ve sullogismos ve epagôgê ile yapılan bütün uslamlamaları önceden
bulunan bir bilgiden hareketle, kurulduğunu temellendirmeye çalışır. Bu da
arkhe’nin uslamlama zinciri içinde ‘ilk öncül’ olduğu anlamına gelir. “Birinciler
kabul edilen öncülleri alır, ikincisi tekilin açık olmasıyla tümeli gösterir” (Po.A., 71a
1-9). “Tümevarım (epagôgê) bir ilkedir ve genele ilişkindir, tasımsal tanıt
(sullogismos) ise genelden hareket eder.” Burada tümevarım tasımsal tanıta ilkeler
sağlar (NE., 1139b 28). Bu zorunlu ön bilgi ya da ilk öncülü oluşturan şey: ya (1)
‘önceden olan bilgi’ ya da (2) ‘söylenilenin anlamı’dır (Po.A., 71a 12-14).266 Böylece
Aristoteles ‘sözcüğün anlamı’nı da ‘önceden varolan bilgi’ grubuna, sözcük anlam ve
tanımlarını da ilk öncül grubuna alarak mantıksal ilkeye dönüştürür. Böylece
uslamlamada bulunan birisi ya sözcüklerin anlamlarından hareketle ya da mevcut
bilgilerden hareket ederek yeni bir bilgi ileri sürer. Burada, Aristoteles, analitikçinin
ilk ilkelerini diyalektikçinin endoksa’larına benzetmiyor; tersine Aristoteles
diyalektikçinin endoksa’sını analitikçinin ilk ilkelerine dönüştürüyor. Ancak bu
ayrımda daha önemli olan şey, Aristoteles ne bir şekilde diyalektikçinin endoksa’sını
kabul etmek istiyor, ne de Menon’daki (80d-e) ortaya çıkan dilemaya düşmek istiyor.
Aksi halde “ya hiçbir şey öğrenilemez ya da bilinen şeyler öğrenilir” (Po.A., 71a 28).
264
Aristoteles’in burada tek teklerin bilgisinin duyulardan edinildiği varsayması anlaşılır bir şey ise
de, nesnenin bilgisi ile onun duyumunun birliğini zorunlu gören ‘duyu kaybolduğunda bilgisinin de
kaybolacağı’ varsayımı anlaşılmaz durmaktadır. Ancak yine de o, aynı kitabın son paragrafında,
burada söylediğini değilleyen başa bir çözümlemede bulunur. Bu çözümlemeye göre, duyuların
bellekteki deneyime dayalı tekrarı, onu ilk ilkeye dönüştürecektir (Po.A., II. 18).
265
Burada (Po.A., 100a 9) kullanılan “τέχυη”, metin içinde sıklıkla ‘teorik olana karşı’ düşünce
üretimlerini içermektedir.
266
Kimi bilgiler önceden bilinir, kimileri de söylendiğinde öğrenilir. Bu farkında olmanın iki yoludur:
“Örneğin, bilgisi taşınan tümelin kapsamındaki varolanların bilgisi. Her üçgenin açılarının toplamının
iki dik açıya eşit olduğu önceden biliniyordu; ancak yarım çember içindeki şu biçimin bir üçgen
olduğu tümevarım yapıldığı anda anlaşılır. (Kimi nesneler için öğrenme böyle olur: En son ulaşılan ve
bir taşıyıcıya yüklenemeyen tek tekler bu tarzda öğrenilir, yani son terim orta terim aracılığıyla
bilinmez). Tümevarımdan (induction) veya bir tümdengelimden (deduction) önce, bir tarzda
bilindiğini, bir tarzda da bilinmediğini söylemek gerekir. Zira, şu üçgenin varolup olmadığını tam
olarak bilmeyen birisi, iç açılar toplamının iki dik açıya eşit olduğunu tam olarak nasıl bilebilir?”
(Po.A., 71a 16-28).
165
Bu nedenle Aristoteles uslamlamayı ‘önceden bilinenden hareketle’, derken başka bir
bilgiden, ilk öncül düzeyinde yer alan ilkelerin bilgisinden, söz etmektedir. Öyleyse
bir şey hakkında uslamlamada bulunmak öncül düzeyinde işlev yüklenebilecek
önermelerin, Platon’un İdeası gibi267, önceden varolmasını gerektirir.268
Aristoteles tanıtlamada ‘ilk öncüller’e, fizikteki ‘ilk neden’lerin işlevi
türünden bir iş yükler. Örneğin (1) “nesnenin nedeni olduğu için, her bir nesnenin
bağlı olduğu nedeni” bilmek ve (2) “nesnenin başkaca olmayacağını” bilmek, o şeyi
sofistik anlamda rastlantısal değil de kesin anlamda bilmektir (Po.A., 71b 9-16).
Mutlak bilgi, şeylere ait ilk ilkelerin ya da ilk nedenlerin bilgisidir. Bir şeyin kendi
nedeni ile sonucu arasındaki bağa dayalı bilgiyi sağlayan uslamlama “tanıtlama”dır
(apόdeiksis). Bu durumda bir şeyi kesin olarak bilmek, o şeyi apόdeiksis (tanıtlama)
ile bilmektir. “Tanıtlama”, bir şeyin kendisi hakkında bilgi edinmeyi olanaklı kılan
‘bilimsel tümdengelim’dir (sullogismon epistemonikon) (Po.A., 71b 17). Tanıtlamayı
bilimsel bir uslamlama kılan ‘zorunlu öncüllerden oluşan tasımsal tanıt (sulogismos)’
(Po.A., 73a 21) olmasıdır.
Bu zorunlu öncüllerin koşulları: ‘doğru’, ‘ilk’/’temel’ (prota), ‘doğrudan/açık
olan’ (amesos), ‘daha önce gelen’, ‘sonuca göre ilk’, ‘sonuçtan daha iyi bilinen’
(gnôrimôtera), ‘sonucun nedeni olan’ (aitia)’dır. Bu koşullar, aynı zamanda ‘ilk
ilke’nin ya da ‘öncüllerin’ nitelikleridir (Po.A., 71b 20-25). Burada ilk ilkeler daha
çok ilk öncülü oluşturan terim olarak tanımlanmaktadır. Öyleyse tanıtlamalı bir
uslamlama için “öncülün gerçekten doğru olması gerekir; yoksa tanıtlaması olmadan
bilgi de olmayacaktır.” Bir şeyin hakkındaki bilgi, onun ilineksel tanıtlanmasından
267
Solmsen, Aristoteles’in άρχαί teorisini Platon’un Devlet’teki (510) bilimsel metodun tanımında
bulduğunu ileri sürer. Aristoteles’in Platon’dan temel ayrımı, Platon’un, kendilerinin geçerliliği
yüksek ilkelere (“İyi”nin İdeası) bağlı olduğu için saf “hipotezleri” matematikçinin başlangıç noktası
olarak küçük görmesindendir. “Aristoteles bilimin her bir kolunun bağımsızlığını vurgular ve onun
sonucunu doğrudan ‘tanımlanamaz olan’ın άρχαί varsayımı ile başlamak için doğrular. Onlar açık
ilkeler olduğundan dolayı hipotez değildir ve dışındaki nesne tarafından kanıtlama gerektirmezler”
(Solmsen, 1941: 410). İlk ve doğru bilginin neyin bilgisi olduğu ve işlevi açsından bakıldığında, bilgi
konusunda Aristoteles Platon’u takip etmektedir. Benzeri bir görüş için bakınız: Barnes, 2002: 40
268
Bilginin a priori düzeyde önceden varolması sorununu Platon Menon ve Phadion diyaloglarında
anamnesis teorisi ile çözmeye çalışır. Ancak sonraki diyaloglarında, örneğin Theaitetos’ta ‘bilgi
algıdır’ (151e) savını sorguya çektikten sonra ‘bilgi doğru sanıdır’ (187b) sonucu ile bilginin
kaynağını değiştirir. Devlet’te kesinleşen tartışmalar, Aristoteles için başlangıcın daha rasyonel bir
nokta olmasını sağlar. Bu nedenle ilk önermenin niteliği Aristoteles için de güç bir problemdir.
166
gelmez. Bir şey bilinmesi onun nedeninin bilinmesi demektir. Öncülün sonuçtan
daha iyi bilinmesi, onun daha önce gelmesi ve sonucun neden olması demektir
(Po.A., 71b 30-38). Öyleyse Aristoteles fiziksel nedenlerin önceliğinden hareketle
mantıksal nedenlerin önceliğini tasarlar ve ilk ilkeyi öncül terim olarak
konumlandırır.
Aristoteles ‘ilk ilke’ ile ‘ilk’ sözcüğünden aynı şeyi anlar. Buna bağlı olarak,
‘ilk olan’ ve ‘ilke’den ‘ilk öncül’ ve ‘ilk ilke’yi anlar. Ancak burada ‘ilk ilke’nin
Metafizik’te olduğu gibi ontolojik yorumu yerine, daha mantıksal bir tasarımı önde
durmaktadır. Buradaki ilk ilke, tanıtlamanın ‘başlangıç noktası’ olan ‘doğrudan
öncül’dür; “doğrudan öncül, kendisinden önce bir başkası bulunmayan öncül,
doğrudan, dolaysız öncüldür” (Po.A., 72a 6-10). Aristoteles ‘doğrudan öncül’
tasarımına uygun olarak apόdeiksis ve dialektikos öncül ayrımını karşılaştırır. Buna
göre, ‘doğrudan tanıtlamalı öncül’ ile ‘diyalektik öncül’ (diyalektik öncül endoksa
olduğu için diyalektik öncüle ‘dolaylı öncül’ denilebilir) arasındaki ayrım bunların
soruluşlarından kaynaklanır. Diyalektik öncül çelişmenin sorulmasıyken, doğrudan
öncül çelişkinin bir tarafının kabulüne dayanarak sormadır. Ama bu kabul ve sorma
ayrımlarına rağmen, ikisi de tasımsal bir tanıttır; “çünkü hem tanıtlayan hem de
soran, bir şeye ilişkin bir şeyin bulunup bulunmamasını kabul ederek tasımsal tanıt
oluşturur.” Bundan dolayı “tasımsal öncül, bir şeye ilişkin bir şeyin olumlanması ya
da olumsuzlanması[dır].” Her şeyden önce, öncül doğru ve temel postulatlara
dayanıyorsa, tasımsal tanıt kanıtlamalı (apόdeiksis) olacaktır. Bunun tersine,
Topikler’de269 söylendiği şekliyle, araştırmada sorulan çelişmenin (örneğin, “X, Y
midir Y değil midir?”) yanıtlanması için uslamlama yapan diyalektikçi öncül olarak
bilinen genel kanılardan (endoksa’lardan) hareket ediyorsa, bu uslamlama
diyalektiktir (Pr.A., 24a 20- 24b 15).
Öncülün içeriği, “bir şeye ilişkin bir şeyin olumlandığı ya da olumsuzlandığı
bir önermedir” (Pr.A., 24a 15). Bu önerme, olumlu ya da olumsuz bir şeyi,
önermenin bir parçasını diğeri ile –önermenin terimlerinin birbiri ile- birleştiren bir
269
104a 8; 100a 29. /102a 27-30
167
bildirimdir.270 Bu bildirimin en temel özelliği, parçalarındaki terimlerden birisinin
diğerine yüklenmesidir. Aristoteles’e göre bu “bildirimin herhangi bir parçasını alan
öncül ‘diyalektik’, doğruluğundan ötürü ikisinden birini belirli bir biçimde alan öncül
ise doğrudan tanıtlamalıdır.” Öyleyse Aristoteles için diyalektik, öncül önermenin
bölümlerinin niteliği ile ilgilenmeden onları doğru varsayar. ‘A B’dir’ ve ‘A B
değildir’ biçimde kabul etmeye hazırdır. Oysa uslamlamanın ‘tanıtlama’ (apόdeiksis)
türü, öncülün parçalarından (yani öncül içinde birbirine bağlanan terimlerden)
birisinin doğruluğunu kabul eder. “Önerme çelişmenin herhangi bir parçasıdır,
çelişme ise kendi başına ara terimi bulunmayan bir karşıolumdur; çelişmenin bir şeyi
bir şeye bağlayan parçası olumlamadır, bir şeyi bir şeyden ayıran parçası
olumsuzlamadır” (Po.A., 72a 9-14). Aristoteles öncül önermeleri “tümel, tikel veya
belirsiz” olarak listelerken,271 (Pr.A., 24a 15) diğer taraftan, önermelerin bir başka
şeyi doğrulayan ya da olumsuzlayan bir yargı olmalarından dolayı da onları ‘olumlu’
ya da ‘olumsuz’ olarak sınıflandırmaktadır.272 Bu nedenle ‘tanıtlama’ ile ilgili öncül
önermelerin daha fazla bilinmesi yetmez. Ek olarak, “karşıt ve yanlış sonuçlu
tasımsal tanıtı oluşturacak ilkelerle çelişik başlangıç önermeleri” de iyi
bilinmelidir273 (Po.A., 72b 1-4).
Aristoteles için tanıtlama konusunda dikkat edilmesi gereken temel koşul, her
bilimin kendi ilkelerine dayanarak kendi bilgisini tanıtlama ile oluşturmasıdır.
270
Tasımsal tanıtlamalı bir uslamlamada öncül “tanıtlanamayan ve bir şeyin öğrenilmesi için
bilinmesi zorunlu olmayan” ise, “sav/tez” (θέσις - tesis); “bilinmesi zorunlu olan” ise “aksiyom”;
“savlar arasında çelişmenin parçalarından herhangi birini alan” ise “varsayım/hipotez” (ύπόθεσις hüpotesis); bunlardan bağımsız ise “tanım”dır (“tanım bir savdır”) (Po.A.., 72a 15-25). Aristoteles’in
her yerde ‘hipotezi’ zorunlu kanıtlanan olarak görmediği göz önüne alınmalıdır; ‘tez’ de teknik
anlamını her zaman korumaz. Böyle bir önerme “varlığı kendisinden ötürü zorunlu olanı dile
getir[diği]” için “zorunlu olarak düşünülen önerme ne hipotezdir ne de postulattır.” Hipotezler
tanıtlanmadan kabul edilebilir; hipoteze karşı bir kanı taşınıyorsa bu da postulattır. Bu nedenle
postulatlar kanılara karşıt olarak tanıtlanabilir olan önermelerdir. Oysa “tanımlar hipotez değildir”
Hipotezler ve postulatlar tümel ya da tikel olurken, tanımlar bu türden bir sınıflamaya girmezler
(Po.A., 76b 24-77a 4).
271
“Tümel, bir şeyin hepsinde bulunması ya da hiçbirinde bulunmaması, ‘tikel’, kiminde bulunması,
kiminde bulunmaması veya hepsinde bulunmaması; ‘belirsiz’ ise, tümellik veya tikellikten bağımsız
olarak bir şeyde bir şeyin bulunup bulunmaması: Örneğin, ‘karşıtların bilimi aynıdır’ veya ‘haz iyi
değildir’” (Pr.A., 24a 17).
272
Aristoteles öncül önermeleri sınıflandırır: (1) Kiplik açısından: (1a) assertorik (yalın), (1b)
apodeiktik (zorunlu), (1c) problematik (olası). (2) Nitelik kategorisi açısından: (2a) olumlu, (2b)
olumsuz. (3) Nicelik kategorisi açısından: (3a) tümel, (3b) tikel (3c) belirsiz/tanımsız (Pr.A. I. 2-3).
273
Karşıt savları bilmeyi Aristoteles Topikler’de (örneğin, 105a 30-105b 20; 106a 1-107b 35; 160a
35-160b 14) diyalektikçinin işi olarak belirlerken, burada tanıtlama yapan bilim adamının işi gibi
durmaktadır.
168
Tanıtlamalarda yüklenilen ile yüklenen aynı cinsin gerekliliğini karşılamalıdır.
Cinsin taşıyıcısı, cinsin doğasına uygun olmalıdır; ‘canlı’ cinsi ancak canlılığı taşıyan
ile doğruluk bulur. Bu nedenle “orta terim ile uçlar aynı cinste bulunmalıdır.” İleri
sürülen bir savın tanıtı orta terim aracılığı ile sağlanmaktadır. Öyleyse mutlak
anlamda bir tanıtlamalı bilgi, ilk ilkelerden hareketle ve orta terim aracılığı ile dile
gelen bir önermedir (Po.A., 76a 4-16). Böylece Aristoteles tasımsal tanıt formu ile ilk
ilke düşüncesini ‘ilk öncül’ teorisinde birleştirmiş olmaktadır. Gelinen bu noktada
Aristoteles, analitik için diyalektik uslamlamaya karşı duruşun mantıksal dayanağını
kurmuş olmaktadır. Ona göre diyalektik uslamlama orta terimi atlar. Kanılara göre
diyalektik bir tasımsal tanıt (sullogismos) oluşturmak için, tasımsal tanıtın kabul
edilir (endoksa) önermelerden oluşup oluşmadığına bakmak gerekmektedir.
“Dolayısıyla AB’nin orta terimi gerçekten var değilse, ama onun varolduğu
düşünülüyorsa, bu terimle kim tasımsal tanıt yaparsa diyalektik bir tasımsal tanıt
yapmış olacaktır” (Po.A., 81b 18-25). Burada söz konusu olan tartışmada üstün
gelmektir ki, bu da diyalektiğin tartışma metodu olarak kullanımına işaret eder.
İlke kavramını ‘ilk öncül’ ve ‘ilk neden’ olarak bölmeyi sağlayan ‘orta
terim’in varlığıdır. Orta terimin bu ayırıcı yanı, bilimlerin ayrımında da görünür:
“Olanı bilmek başka bir bilimin işi (çünkü taşıyıcı cinsi farklı), nedeni bilmek ise
kendi başına etkilenimlerinin ait olduğu genel bir bilimin işidir” (Po.A., 76a 14).
“Neden” ve “olan” iki ayrı inceleme alanı olarak iki ayrı bilimin konusudur.
Birbirlerinin kapsamına giren konularda bilimlerin durumu böyledir. Örneğin “optik
geometriye, mekanik katı geometriye274, harmoni aritmetiğe ve yıldız gözlemi
astronomiye böyle bağlıdır. Burada gözlemcinin işi gerçeği/olanı bilmek,
matematikçinin işi nedeni bilmektir.” Matematikçiler “nedenleri tanıtlar ve çoğu kez
olanı bilmez, tıpkı tümeli inceleyenlerin gözlem eksikliğinden ötürü çoğu kez tek
teklerden kimisini bilmemeleri gibi. Öz olarak ayrı ayrı olan bu nesneler türleri
açısından ele alınmıştır” (Po.A., 78b 34-79a 10). Deneyim sahibi olmaksızın kavram
sahip olmak, bu sayede de tümeli bilmek olanaklıdır (M., 981a 20). Oysa “bilmekte
en önemli olan nedeni incelemektir” (Po.A., 79a 24); çünkü bilgi nedenlerin
274
‘Solid geometry’.
169
bilgisidir.275 Aristoteles oldukça açıktır: Bir şeyin nedeni bilindiğinde, o şeyin
kendisi bilinir; daha önce gelen neden olduğu için, onu bilmek, onun hakkında
konuşulanı bilmektir (Po.A. 72b 30; M., 144a 30; Ph., 184a; 195b 22-30). Aristoteles
‘neden’ ile ‘olan’ ayrımında bulunur, ama olanın bilgisini nedene indirger. Bilgi
nedenlere indirgediğinde, ortaya çıkan mekanizm önemli bir yanılgıya yol
açmaktadır. Yerlerin ıslanmasının nedeni yağmurun yağmasıdır; ama ‘ıslaklık’
‘yağmurun yağması’ demek değildir.
Her bilim kesin ilkeleri varsaydığı için, Aristoteles’in çabası ilk ilkeler ile
bilimsel bilginin bütünü arasındaki bağlantının geçerli bir kavramsal form içinde
nasıl kurgulanabileceğinin koşullarının bilgisini aramaktır. Aristoteles bu geçerli
koşulların bilgisinin Topik I’de diyalektik uslamlamanın kurallarının bilgisi ile
sağlanabileceği varsayımını duyumsatırken, İkinci Analitikler’de tanıtlamanın
kurallarının bilgisini, özellikle de ilk ilkelerin bilgisini vermektedir. Ancak yine de
temel sorun ilk ilkelere nasıl ulaşılacağı, soruşturmalarda ele alınanın ilk ilke
olduğuna ilişkin belirleyici ölçütlerin neler olduğu sorunu yanıtsızdır. Onun ilk
ilkeler dediği bir yandan tasımsal tanıt (sullogismos) öncülleri olacak kadar yalın
görünürken, diğer taraftan bunlar “her bir cins içindeki kanıtlanamayan gerçeklik”
olarak betimlenmekle daha da belirsizleşmektedir. Buna ek olarak, cinsin doğasına
uygun gelişen her bilimin ilkesi birbirinden farklı olacağı gibi, yani bir ilkeler
çokluğunun söz konusu olması gibi, “eşit olanlardan eşit olanlar çıkartılınca
kalanların eşit olduğu” gibi kimi ilkelerin de ortak olması (Po.A., 75a 37-76b), ilkeler
mantıksal nitelikte olduğunu gösterir.
Aristoteles ‘olan’ ile ‘neden’ ayrımını bir başka mantıksal ayrım ile destekler.
Bu ayrım: ‘şeylerin ilkeleri’ ile onların yüklemi olan ‘cinslerin ilkeleri’ ayrımıdır.
Onun gerçekte ayrımında bulunduğu şey, ‘fiziksel neden’ ile ‘mantıksal neden’
arasındadır. Her iki neden de bilginin koşuludur. Aristoteles için “nedeni olmayan
nedenlerden bilgi edinen kişi daha önce gelen öncüllerden bilgi edin[diği]” için daha
275
Bilgi nedenlerden hareketle kurulmuş bir uslamlamanın zorunlu doğru sonucuyken, bilgisizlik ise
sadece tasımsal tanıt hakkındaki yanlışlıktan kaynaklıdır (Po.A., 79b 24). Yani neden ile sonuç ya da
öncül ile sonuç ya da öncül ile sav arasındaki ilişkinin yanlışlığından kaynaklıdır. Bu durumda her
şeyin bilgisinin bilineceği sonucu çıkar.
170
iyi bilgi edinmiştir (Po.A., 76a 17). Burada ‘daha önce gelen’, ‘doğası gereği daha iyi
bilinen’dir; bu da Aristoteles’in maddi nedenlerini oluşturur. Bunun gerisinde ‘maddi
neden’ (prota aitia: ilk neden) olarak yorumlanan Presokratiklerin arkhe tasarımı
vardır (M., 983a 25). Bu düşünce İkinci Analitikler’de sıralanan ‘ilk ilke’ ve ‘neden’
düşüncesinin birliğinde dile gelir. Aristoteles’in nedenler listesi her ne kadar fiziksel
koşuların bilgisini oluşturmaktaysa da, bu ilkeler daha çok mantıksal nedenleri
simgeler. Nedenler dört türlüdür ve hepsi orta terim ile gösterilir (Po.A., 94a 20; M.,
983a 25; Pa.Ani. 639a-642b). Aristoteles bu dört nedeni, temel neden olarak ilineksel
nedenlerden ayırır. Bunlar: (1) Formel neden: Bunun anlamı ‘töz’dür (ouisa), “Bir
şeyin ‘niçin’i, sonuçta onun formülüne (logos)276 göndermede bulunur ve en son
‘niçin’ bir neden ve ilkedir.”
(2) Maddi neden: malzeme/madde (hyle) ya da
dayanaktır (hypokeimenon). (3) Hareket ettirici neden: değişmenin kendisinden
kaynaklandığı nedendir. (4) Ereksel neden: Aristoteles bu nedeni diğer nedenlerin
karşıtı olarak alır; çünkü diğer nedenler ‘zorunlu nedenler’dir (to eks anankes). Oysa
bu dördüncü neden bir şeyin ne için olduğunu açıklandığından teleolojik nedendir (to
hou henaka), yani zorunlu değildir. Bu nedenle de Aristoteles’e göre ‘İyi’ olandır;
çünkü ‘iyi’ olan oluşun ve değişmenin ereğidir (M., 983a 26-983b; Po.A., 94a 2023)277. Aristoteles ilkeyi maddi neden olarak belirleyerek ‘bileşik cisimler’in
(süntheton) oluşunu açıklama olanağını bulmaktadır. Ancak bu, Presokratik
geleneğin değişime sürecinin dışında, ‘karşıt güçler’ (madde-form) düşüncesine
dayanan bir genesis’tir. Bu tasarımın ‘maddi neden’i, arkhe’si, algılanamaz töz278
olarak durmaktadır. Bu da Aristoteles’in arkhe’sinin ‘sınırsız, belirlenimsiz ve
tanımsız’ (apeiron) bir konumda olduğu sonucuna çıkar. Belirsizlik, arkhe’yi
kavrayacak noetik bilginin olanağını ortadan kaldıracaktır. Kanıtlamanın arkhe’sine
(ilk ilkesine) ya da episteme’nin ilk öncülüne ulaşma ya da tasımsal tanıtın dayandığı
ilk öncülleri edinme çabası bir problemi beraberinde getirir: Mantıksal ya da fiziksel
ilk ilkenin bilgisi nasıl edinilecektir? Ya da Gorgias’ın üçlemesine uygun olarak,
kavranılan şeyin bir ilk ilke olduğu nasıl anlaşılacaktır?
276
PUP edisyonunda “formula” olarak çevirisi yapılan sözcük logos’tur. Metnin ve problemin
bağlamı içinde logos’un anlamlarından olan ‘tanım’, ‘kavram’a göndermede bulunuyor.
277
Aristoteles nedenler ile ilgili listesini İkinci Analitikler’de sunar: (1) nesnenin neliği, (2)
kendisinden bir şeyin zorunlu olarak çıktığı şey, (3) ilk devindiren, (4) ereksel neden (Po.A., 94a 2023). Benzeri tartışmalar Fizik’te II. 3, 7.
278
Aristoteles’in ‘madde’ye (hyle) kattığı metafizik anlamdan dolayı “ilk madde” (prote hyle) fiziksel
dönüşümün malzemesi olan “en son madde”den (ekshate hyle) ayrıdır.
171
“Aristoteles bir άρκαί [arkhai] bulduğumuzu nasıl bilebileceğimiz hakkında
hiçbir ipucu vermez, fakat An. Post. II. 19’da άρκαί’ye sezgisel tümevarımla
ulaşılabileceğini söyler” (Raphael, 1999: 246). Bu teoriye göre şeylere ilişkin mevcut
bilgilerin kaynağı duyulardır; bütün canlıların sahip olduğu duyuların bellekte
yarattığı yinelemeler şeylere ilişkin ilkesel düzeyde bilgilenmenin koşullarını
sağlamaktadır. Bu durumda akılsal varlık olarak insan, belleğin (ruhun)
içkinleştirdiği duyuların etkilerini, şeylerin bilgisini kurmada malzeme olarak
kullanmaktadır (Po.A., 99b 20-100a 6). Duyumlar aracılığı ile deneyim oluşur.
Deneyimden sanat ile bilimin ilkesi çıkar. Sanat ile ilgili ilkeler ‘oluş’un, varlıkla ilgi
ilkeler ‘bilim’indir. Böylece ruhun edilginlik olanağı sayesinde duyumlardan
nesnelere ilişkin ilk bilgiler oluşur (Po.A., 100a 3-14). Aristoteles Poetika’da (1448b
7) “önce taklit (imittaion) aracılığı ile öğrenildiğini” söylerken, ‘duyum’ ve
‘deneyim’i bilginin kaynağına alması netleşmiştir. Burada duyumsanan tikeldir,
ancak “duyumun içeriği tümeldir; örneğin insan duyumunun içeriği, Kallias olarak
insan değildir”; tersine Kallias tikelinin içeriği insandır. Tikellerin duyumsanması
tümele ilişkin bilginin oluşmasının olanağıdır (Po.A., 100a 15-100b 4).
Aristoteles’in burada ileri sürdüğü ilk ilkenin kavranışına ilişkin yaklaşımı,
gerçekte şeylerin bilgisinin edinilmesinin tarihsel süreci ile ilgili olmalıdır; çünkü
aksi durumda bu teori, her bir insanın kendi deneyimi ile sınırlı bir bilgi ile
donanımlı olduğunu varsaymış olur. Bu da insanın dil aracılığı ile deneyimlerinin de
dışında bilgilenebilme olanağının olumsuzlanmasına çıkar. Öyleyse teori, tek bir
kişinin bilgilenme süreci ile değil, bütün bir bilinç tarihinin birliği ile ilgilidir. Böyle
algılandığında, Aristoteles’in ilk ilkelerin mevcut bilgide bulması gerekir. Ancak
Aristoteles ilk ilklerin doğrudan mevcut bilginin kendisinden damıtılarak elde
edildiğini söylemiyor. Bunu dediğinde diyalektiğin endoksa’larına uygun akıl
yürütmüş olacaktır. Ancak, yine de varsaydığı duyumcu teori tam da endoksa’ların
tarihsel oluşumuna ilişkindir. Örneğin birisinin etiğin ilk ilkesini anlamasının
olanağını görmek oldukça zordur, bu nedenle Aristoteles’in geçmişe ilişkin ahlak
yargılarının arkhe olarak göz önünde bulundurulması gerektiği (NE., 1143b 11-14)
varsayımı dikkate alındığında, söz konusu edilen arkehe’nin kültürel tarihe ait
olduğu sonucu çıkar. Öyleyse epagôgê’de kavramların deneyimlerin birikimi
172
aracılığıyla edinildiği varsayımı bir kişi için değil, daha çok bir bilinç tarihi için
geçerlidir. Bu açıdan bakıldığında Aristoteles’in varsaydığı tümevarım metodu
olanın olduğunun bilgisini sağlar, ama nasıl olduğunun bilgisini değil. Bu nedenle
Aristoteles’in burada sunduğu duyumcu tümevarım metodu onun tekrar tekrar
başvurduğu bir metot olmadığı gibi, köklü bir epistemolojiyi de sağlamamaktadır.
Kaldı ki, Aristoteles’in tanıtlama teorisinin gereksinim duyduğu ‘ilk öncül’ü bu
türden bir teori sağlayamaz. Aksi halde bütün bilgilerin tanıtlanması deneyim
aracılığı ile olurdu ki, bu da episteme’ye, oradan da sophia’ya aykırıdır.
II.2.4.1. İlkelerin Keşfi İçin Sonsuza Kadar Geri Gidilemez
Aristoteles bilimin ilk nedenlerin bilgisi olmasının zorunluluğu ve bilimsel
bilginin tanıtlanır olması düşüncesine ilişkin kuşku uyandıran iki yaklaşım ile
hesaplaşır. Bunlar: (1) Sonsuza kadar gidilemeyeceği varsayımı: Bu savda
bulunanlar, ‘ilk ilkelerin bilinemeyeceğinden dolayı bilginin olmadığı’, bu nedenle
de bilimsel bilginin olanaksız olduğunu ileri sürmektedirler. Onlara göre bilginin
gereksinim duyduğu ilk ilkeleri bulmak için sonsuza kadar geri gitmek gerekir. (2)
Döngüsel kanıt varsayımı: ‘ilk ilkelerin varolup bilginin olanaklı olduğundan
hareketle her bilgiyi tanıtlanır’ görenler, bütün hakikatlerin döngüsel kanıt ile
tanıtlanabileceği varsayarlar. Bunlar için her bilginin tanıtlanabilir olmasını
engelleyen hiçbir şey yoktur. Aristoteles’e göre her iki yaklaşımın ortak yanı,
bilginin tanıtlama ile elde edilebileceği konusundaki düşünceleridir (Po.A., 72b 518).
Birinci varsayıma ilişkin çözümleme: İlk ilkeler yoksa bilim de
olanaksızlaşır; ancak Aristoteles her bilginin kanıtlanabilir olduğunu varsaymıyor;279
özellikle de ‘doğrudan öncüller’ (amesos) tanıtlanamaz öncüllerdir. Bu nedenle
Aristoteles agnostiklerin “sonsuza kadar gidilmez” savına katılır; ancak ‘sonsuza
doğru gerileme yoktur, çünkü her bilgi kanıtlama değildir’ diyerek agnostik savdan
ayrılır. Tanıtlama ve bilgi ilk ilkelerden sağlanır; bu zorunludur. Ancak ilk ilkeler
279
Yorumcular bu tanıtlamanın diyalektik olduğunu dile getirir (Burke, 1967: 390).
173
tanıtlanamaz, fakat bilgisi olanaklıdır. İlk ilkelerin varlığını bilinir kılan nous’tur
(‘bilgi ilkesi’dir) (Po.A., 72b 26-33). Burada nous sezgi ilkesi olarak duruyor gibidir.
Ancak nous’tan en temel hakikati, sınırı (oros)280 kavrama ilkesi olduğu açıktır (NE.,
1142a 26, 1143a 36, b 2). Bu durumda ilk ilkeleri kavramak için sonsuza kadar
gidilmez; çünkü bu olanaklı değildir. Gerileme bir yerde kesilir ve orası ilk ilkedir.
İkinci –döngüsel tanıtlama- varsayıma ilişkin çözümleme: (a) Tanıtlamanın
“önce gelen” ve “daha yi bilinen” öncüllerden oluşması zorunlu olduğu için, “mutlak
(aplos -absolute) tanıtlamanın döngüsel (kuklo281) metot olması olanaksızdır.” ‘Bize
göre önce gelenler’ ile ‘mutlak anlamda önce gelenler’in ayrımı iki ayrı anlamaya
yol açar. Oysa Aristoteles önce bilinenlerden hareketle bir tanıtlamayı kesin görür
(Po.A., 72b 26-33). (b) Döngüsel tanıt yeni hiçbir şeyi tanıtlayamaz. Döngüsel tanıtı
ileri sürenlerin içine düşecekleri çıkmaz, “bir nesne varsa o nesne var’ demekten
başka hiçbir şey dile getirmemek” olacaktır (Po.A., 72b 33-37). Bu tanıtlama tarzı
nesneye özgü özellikler282 gibi birbirine karşılıklı yüklenenler dışında da olanaklı
değildir.
Bu dilemalardan kaçınmak için Aristoteles başka bir öneri ya da sentez ileri
sürer: Bir noktada duran başlangıç noktasına ya da öncüle asla ulaşamayız; bu
nedenle ilk ilkeler ya da öncüller konusunda sınırlı bir gerileme ile yetinmelidir.
Metafizik II.2’de bu sorunu sonsuz nedenler dizisinin olanaksızlığını açımlarken
temellendirir. Bir ilke var, ama sonsuza kadar giden nedenler yoktur. Aristoteles,
Empedokles’in kozmolojisine göndermede bulunarak, insanın hava, havanın Güneş,
Güneşin nefret tarafından hareket ettirilmesi tarzında bir maddi nedenler sonsuzluğu
yoktur, der. Bunun gibi, türsel nedenler sonsuzluğu da yoktur.283
280
όρος (oros): ‘sınır’, ‘limit’, ‘hudut bölgesi’ni (L.&S.) kavramak, άρχή (arkhe)’yi kavramaktır.
κυκλόω (kuklo): ‘etrafını çevirmek’, ‘çevrelemek’; ‘etrafını durmadan dolaşmak’; ‘fırıl fırıl
dönmek’; ‘daire çizmek’. κυκλόςε (kuklose): ‘bir dairenin içinde’ (L.&S.).
282
T., 102a 18, tanım ve ayrım evrik yüklenir.
283
Aristoteles’in nedenlerin sonsuz olamayacağı konusundaki çözümlemeleri: (1) Diziliş bakımından
sonsuzluğun olanaksızlığı (994a 3-994b 28). (1a) “Yukarı doğru”: maddi neden, etkin neden, ereksel
neden, formel neden ile ilgilidir (994a 3-994a 20). (1b) “Aşağı doğru”: Maddi nedenler ile ilgili olarak
994a 20-994b 6. (2) Tür bakımından sonsuzluğun olanaksızlığı (994b 28 vd.). Örneğin, ‘insan’ın
tanımı ‘akıllı canlı’ olarak tanımlandığında, bu tanım ‘duyan akıllı canlı töz’ olarak genişletilebilir, bu
da tanımın tanımı olur ama tanım sonsuza kadar da gidemez.
281
174
Aristoteles “döngüsel tanıtlama”daki bir argümanın öncülünün daha önceki
argümanın sonucu olduğu düşüncesini ret eder, ama kendisi de bir başka döngüsel
tanıtlama önerir. Onun önerdiği döngüsel tanıtlamada ise, bir tanıtlamalı uslamlama
zinciri, her argümanın ilk ve son önermelerinin öncül ve sonuç olarak kendi içindeki
bir zincir ile sınırlı olmasını varsayar. Bu döngüselliği olaylar zincirinin neden-sonuç
sınırlılığı içinde de gözler.284 Bu açıdan Aristoteles agnostik söylemin geriye doğru
gidiş düşüncesini alır, yani ‘sonsuza kadar gidilemez’; ama o geriye gidişi sonsuza
kadar değil de ‘bir yerde durdurur’ (Po.A., 72b 26). Ancak Aristoteles bu durumu
terminolojik olarak desteklememiştir. Sadece öncülleri terim olarak belirlemesinin
koşullarını verir:285 Öyleyse tanıtlamalı bilgi, zorunlu ilkelerden çıkıyorsa, kendi
başına bulunanlar da nesnesinde zorunlu olarak bulunuyorsa, açıktır ki, tanıtlamalı
sullogismos’u oluşturan öncüller de böyledir; çünkü yüklenilen ya kendi başına
vardır ya da ilineksel olarak vardır (Po.A., 74b 5-13). Bu çözümleme de gösteriyor
ki, Aristoteles ilk ilkeleri sullogismos’un formel uslamlaması ya apodeiktik
tanıtlamayla keşfedememektedir.
284
“Madem oluşan nesneler arasında döngüsel olan kimi oluşumlar görüyoruz, orta terimle uçlar
birbirine yüklenmiyorsa bunun söz konusu olması olası; nitekim böyle durumlarda evirme yapılabilir.
Sonuçların evrilebildiği daha önce gösterilmişti” [Pr.A., I ve 73a]. Bu yaklaşımın pratikteki karşılığı:
‘toprak ıslandığında buhar oluşur, buhar bulutun oluşmasına yol açar, bulutlar suyun, su da toprağın
ıslanmasına yol açar.’ Başlangıç ilk olandır, başa dönmek, sonuç oluğu için işleyiş döngüseldir (Po.A.,
95b 38-96a7).
285
(1) Tümüne Yüklenen: Kastedilen yüklenenin bütüne ve devamlı olmasıdır. “Örneğin, canlı insanın
tümüne yükleniyorsa, şu belirli nesnenin insan olduğunu söylemek doğruysa canlı olduğunu söylemek
de doğrudur.” Yüklemin tanıtlamadaki önermelerin bütününü kapsıyor olup olmamasının
sorgulanması aracılığı ile tanıtlama denetlenebilir (Po.A., 73a 28-34). (2) ‘Kendi başına’ yüklenenler:
Bu yüklemler (2.a) bulundukları nesnenin neliğinde bulunanlardır; yüklendiği şeyin doğasının özünde
vardır. Örneğin “üçgende bulunan çizgi ile çizgide bulunan nokta” örneğinde olduğu gibi, nokta
çizginin özünü, çizgi de üçgenin özünü oluşturur. Her biri tanımında içkindir. (2.b) Bununla birlikte
öz tanımlarında yüklenileni kendinde içerenler de kendi başına yüklenendir. Örneğin “çizgide bulunan
düz ile eğiri, sayıda bulunan çift, tek, asal, bileşik, kare, dikdörtgen.” Burada sayı ile çizgi tüm verilen
örneklerde mevcuttur; onların öz tanımlarına içkindir. Kendi başına yüklenemeyenlere de –örneğin
canlıda bulunan müzisyenlik veya beyazlık- ilinek’tir (Po.Al., 73a 35-7b 5). (c) Bireysel töze
yüklenenler: Başka bir taşıyıcıya yüklenemeyenler ‘kendi başına’ yüklenendir. Örneğin “yürüyen
başka bir varolan olarak yürür, beyaz olan başka bir varolan olarak beyazdır, çünkü töz ve doğrudan
belli bir varolanı [bireysel olanı] imleyen şeyler başka bir varolan olarak olduğu şey olmaz.” Bir
taşıyıcıya yüklenemeyenler ‘kendi başına’, bir taşıyıcıya yüklenenler ‘ilinek’tir (Po.A.,73b 6-9). (d)
Olaylara yüklenenler: Nedeni bulundukları nesne olanlar ‘kendi başına’, nedenleri bulundukları nesne
olmayanlar ‘ilineksel’dir. Örneğin “birisi yürürken şimşek çaktığında, şimşeğin çakması ilinekseldir”;
çünkü insan yürüdüğü için şimşek çakmaz. Nedeni bulundukları nesne olanlar ise ‘kendi başına’dır;
örneğin “hayvanın boğazı kesildiğinde ölürse, boğaza bağlı ‘ölüm’ kendi başınadır, çünkü nedeni
boğazın kesilmesidir”; bu ölüm ilineksel olamaz (Po.A., 73b 10-16).
175
Aristoteles, gerçekliğin kendisi ile ilk ilke arasındaki kavramsal boşluğu
nedenler zinciri ile doldurmaya çalışıyor. Ancak ilk ilke gibi neden zinciri de fiziksel
bir mekanizmin kurallarına göre değil, kavramsal kurguya göre işlemektedir. Geriye
doğru düşünüşün sonsuza kadar götürülememesinin nedeni düşünüşün malzemesinin
kavram olmasındandır. Aksi halde düşünüşün geriye doğru işlemesinin her
tabakasının ortaya çıkarttığı zaman boşluğunu kavram zinciri ile doldurması
gerekiyordu. Tasımsal tanıt (sullogismos) bu boşluğu doldurmaya yetmediği için
Aristoteles aklı sonsuz bir zincirin kurgusu için harekete geçirmek yerine, usun
zamansal boşluğu atlayıp bir yerde başlamasını yeterli bulmaktadır. Bu varsayım
kabul edilmediğinde tanıtlama kuramı olası başlangıç konusunda belirsiz kalır ve
işlevsizleşir.286
Aristoteles’in ilk nedenler ile tek tek gerçeklik arasındaki zamansal boşluğa,
gerçekliğin kendisi ile ona yüklenen nitelikler arasında mantıksal düzlemdeki
kavramsal boşluk eşlik etmektedir. Aristoteles’in Organon’daki ontolojik görünümlü
tartışmaları ile tanıtlamalı bilimsel bilgi tartışması, neredeyse gerçeklik ile nitelikleri
arasında yaratılmış bu kavramsal boşluk tartışmasına dayanır. Onun kategoriler
teorisi, gerçeklik ve nitelikleri arasındaki mantıksal boşluğu doldurma girişimidir.
‘Şu beyaz olan insandır’ ifadesi ile ‘insan beyazdır’ ifadesi arasındaki ayrım salt
dilsel bir ayrımdan daha çok, ontolojik bir ayrımdır; “(…) ‘insan’ başka bir varolan
olarak ‘beyaz’ değildir, ancak ‘insan’ açısından ‘beyaz olmak’ ilineksel olduğundan,
‘beyaz olan’ başka bir varolan olarak ‘insan’dır” (Po.A., 81b 25-29). Buradaki asıl
belirleme, varlığı belirten terimler ile niteliği belirten terimler arasındaki ayrıma
ilişkindir. Aslında bu sorun dil ve gerçeklik arasındaki uyum sorunudur. Ancak
Aristoteles yüklem/nitelik ve nesne/gerçeklik sorununu ilk neden ve tek tek varolan
arasındaki ilişkiye dönüştürdükten sonra, ısrarla, gerçeklik ve onun nitelikleri
arasında varsaydığı boşluğu sınırlamaya çalışmaktadır. Kendisinin sorduğu ve
yanıtladığı sorular bu yaklaşımı tanıtlar: (1) Töze, yukarıya doğru, sonsuz bir
nitelikler zinciri yüklenebilir mi? (2) İlineğe, aşağıya doğru, sonsuz bir nesne zinciri
yüklenebilir mi? (3) Uçlara, aralarına bir şeyler ekleyerek, sonsuz bir tözler ve
286
Aristoteles’in kendisi “başlangıç noktası”nın (starting-point) nasıl edinileceği konusunda açık
değildir; sıklıkla kanıtlanamayacağını söyler. İlk ilkelerin diyalektikte ya da tümevarım ile elde
edileceğini söyler; keşfin işlemi “sezgi” yetisidir (Burke, 1967: 392).
176
ilinekler zinciri yüklenebilir mi? (Po.A., 81b 29-82a 6).287 Onun temellendirmeye
çalıştığı, niteliklerin sonsuz sayıda olamayacağı varsayımıdır; gerçeklik ile niteliği
arasındaki boşluk mantıksal açıdan ancak böyle daraltılabilir. Uçlar arasında
olumlayarak yüklemeler için sonsuzluk zinciri geçersizdir. He şeyden önce,
“yüklemler aşağıda ve yukarıda sona eriyorsa aradakilerin sonsuz sayıda olması olası
değil, bu açıktır.” Burada Aristoteles’in “yukarı” dediği “daha tümel olan”, “aşağı”
dediği “daha tikel olan”dır (Po.A., 82a 21-23). Bu nedenle ne tözden yukarı doğru,
ilinekten geriye doğru, olumlu ya da olumsuz tanıtlamalar sonsuza kadar yapılamaz;
çünkü mantıksal olarak aşağıdan ve yukarıdan sınırlanmıştır (Po.A., 82a 36-82b 5).
Aristoteles’in çözümlemesine göre, hakkında konuşulan nesne “tanımlanabiliyorsa
veya ne olduğu bilinebiliyorsa, bunun yanı sıra sonsuza gitmek olanaksız ise”, neliğe
(ti esti) yüklenilenin sonsuz olması olası değildir (Po.A., 82b 36-83a 1). Öyleyse (1)
“Yüklenilen öz olarak, sözgelişi yüklenenin cinsi veya ayrımı olarak yüklenilene
yüklenebilir. Ancak bunların yukarıya doğru (‘insan’, ‘iki ayaklı’, ‘canlı’ vb) aşağıya
doğru (yüklenme olarak: ‘canlı’ insana, ‘insan’ Kallias’a, ‘Kallias’ ise neliğini kuran
bir şey olarak bir başkasına) sonsuz sayıda olamaz (…); çünkü bu türde olan her töz
(substance) tanımlanabilir, ama düşüncedeki birçok şey sonsuza gidemez. Bundan
dolayı, yukarıya-aşağıya sonsuz sayıda değildir; çünkü sonsuz sayıda yüklemlenen
tanımlanamaz” (Po.A., 83a 36-83b 10). (2) Öyleyse yüklemleme, birbirlerinin cinsi
olacak şekilde değildir; aksi durumda cinsin kendisi türler ile aynı olurdu. “İlineksel
anlamda yüklenmedikçe hiçbir şey kendi niteliğine veya başka bir kategoriye
yüklenemez”; çünkü yüklemleme ilineklere ve özleredir “Ancak yukarıya doğru da
sonsuz sayıda olmayacaklar: her bir nesneye yüklenenler nesnenin niteliğini,
niceliğini, bu türden bir şeyi veya özde bulunanları imlerler, ancak bunlar sınırlı
287
“C’de öyle bir terim olsun ki kendisi bir başkasında bulunmayıp B ilk onda bulunsa ve arada başka
bir şey olmasın. Yine aynı şekilde E F’de ve F B’de bulunsun. Bu durumda, bunun bir sonucu olması
zorunlu mu, yoksa sonsuza değin gidebilir mi? Yine hiçbir şey kendi başına A’ya yüklenmeyip A ilk
H’de bulunuyorsa ve arada daha önce bulunduğu hiçbir şey yoksa, aynı şekilde H G’de ve G B’de
bulunuyorsa, acaba bunun bir sonu olması zorunlu mu yoksa bu sonsuza kadar sürebilir mi? (Soru
şöyle ayrılmalı: 1- kendisi hiçbir şeyde bulunmayan ve başkasının onda bulunduğu terimden
başlayarak sonsuza değin yukarı çıkmanın olası mı olduğu; 2- kendisi başkasına yüklenen ve hiçbir
şeyin ona yüklenmediği terimden başlayarak sonsuza değin aşağıya inmenin olası olup olmadığını
görmek gerekmektedir) (Po.A., 81b 29-82a 3). (…) Öte yandan uçlar belirlenmişse arada olanların
sonsuz sayıda olması olası mı? Demek istediğim, örneğin, A C’de bulunuyorsa ve bunların orta terimi
B ise, ama B ile A’nın başka orta terimleri ve diğerlerin de ayrı orta terimleri varsa, acaba bunların da
sonsuza gitmesi (ad infinutum) olası mıdır, değil midir?” Tanıtlamanın sonsuza kadar gidip
gitmeyeceğine bunlara bakarak yapmak gerekmektedir (Po.A., 82a 4-6).
177
sayıda olduğundan yüklemlerin cinsi de sınırlı sayıdadır: nitelik, nicelik, görelilik,
etki, edilgi, yer, zaman” (Po.A., 83b 10-16).
Sonuç olarak, Aristoteles yüklemede ‘tek bir şeyin bir başka şeye’
yüklendiği, yüklemenin sonsuz olmadığı, özsel (to ti esti) olmayan yüklemlerin ise
ilineksel olduğu varsayımını oluşturur. Yüklemler açısından bakıldığında, ilinek
taşıyıcı değildir; taşıyıcı olan ilk ilke ya da töz olarak yüklemdir. Aristoteles bunu
diyalektik bir uslamlama tarzında tanıtlar:
(1) Birinci diyalektik kanıt: “Başka bir şeye yüklenmeyen ve kendinden
başka bir şey olmayanlar ilinek değildir; ilinek ise kendinden başka olana yüklenir.
Öyleyse, bir şeyin bir şeye yüklenmesi sonsuz olamaz. “İlinekler her bir nesnenin
özünde olanlara yüklenir,288 bunlar da sonsuz sayıda değildir; yukarıya doğru da ikisi
bulunur ama sonsuza kadar değil.289 Öyleyse ilk yüklenenin varolması ve yüklenene
bir başkasının yüklenmesi, bunun da sona ermesi ve daha önce gelen bir başka terime
yüklenmeyip daha önce gelen bir başka terimin de kendisine yüklenmediği bir terim
olması zorunludur” (Po.A., 83b 23-31). Burada yüklem birincil töz tarafından
sınırlandırılan varlığın yüklemidir; diğerleri ise yüksek derecedeki cinsler ya da
kategorilerdir.
(2) İkinci diyalektik kanıt: Yüklemin (diğer öncüllerin) bağlı olduğu
yüklemler (diğer öncüler) tanıtlanabiliyorsa, “tanıtlanabilenin bilgisinden daha iyi bir
bilgi” yoktur; çünkü “tanıtlamadan bağımsız olarak da bilgileri edinemez.” Eğer bir
şey bir başka şey aracılığı ile biliniyorsa, fakat bu aracı olan bilinmiyorsa, bununla
bilinenin bilgisi edinilemez. Bu durumda bir şeyin bilgisi bir başka şeyden koşullu
olarak değil de mutlak anlamda biliniyorsa, “ara yüklemlerin bir sonu olması
zorunludur.” Bunun tersine, ara yüklemlerin “sonu yoksa ve alınan terimlerin
üstünde hep bir başkası varsa, her şey tanıtlanabilecektir; dolayısıyla tanıtlanabilenler
sonsuz sayıda ise ve sonsuza dek gidilmiyorsa, bunları tanıtlamayı bilemeyeceğiz.”
Öyleyse bu durumda “tanıtlamayla mutlak anlamda değil de ancak koşullu olarak
bilgi edinilecektir” (Po.A., 83b 32-84a 5).
288
289
Po.A.., 82b 37, 83b 15.
Po.A.., 83b 13.
178
Aristoteles bu tartışmayı diyalektik (logikos)290 mantığın gereği olarak
inandırıcı bulunabileceğini varsayar. Ancak Aristoteles bu diyalektik tanıtlamaya ek
olarak “yüklenenlerin yukarıya doğru da aşağıya doğru da sonsuz sayıda olmasının
olası olmadığını” bir de “analitik olarak” tanıtlamak ister (Po.A., 84a 6-11). Buradaki
analitik (άναλυτικως) adı tanıtlama biliminin özelliklerine uygun olarak seçilmiştir.
(3) Analitik kanıt: “Tanıtlama nesnelerde kendi başına bulunanlara özgü.
‘Kendi başına’ ise iki anlamda: nesnelerin neliğinde içkin olma ve nesneleri kendi
neliğinde bulundurmadır.” Örneğin “sayıda bulunan ‘tek’in tanımında ‘sayı’
içkindir”; bunun gibi “‘çokluk’ veya bölünmezlik’ hem sayıda bulunur hem de
tanımında içkindir.” (…) “Özellikte içkin olanlar da sonsuz sayıda olamaz, yoksa
tanım yapılamazdı. Dolayısıyla bu yüklenenlerin hepsi kendi başına ise ve bunlar
sonsuz sayıda olamıyorsa, yukarıya doğru bir sona ve bu yüzden aşağıya doğru da bir
sona varacaklardır” (Po.A., 84a 12-28). Bu durumda “iki terimin arasındakiler de hep
sınırlı
sayıdadır”
[I.20’de
tanıtlandı].
İlkelerin
varolması
ve
“her
şeyin
tanıtlanamaması zorunlu”dur; “ilkeler varsa, her şey tanıtlanamaz ve sonsuza dek
gidemez.” Tersine böyle olmasaydı, “her aralık bölünebilir olurdu. Çünkü yana bir
tanım eklemekle değil, araya bir terim koymakla tanıtlanan tanıtlanır.” Bu durumda
iki terim arasında “sonsuz sayıda orta terim” bulunur ki, bu da tanıtlamayı
sonsuzlaştırırdı. “Ancak yüklemeler yukarıya ve aşağıya doğru sona eriyorsa bu
olanaksız. Bunların da sona erdiği diyalektik olarak yukarıda çözümlendi” (Po.A.,
84a 27-84b 2). Aristoteles’in bilimin genişlemesinden anladığı da tanıtlamalı
uslamlamasına uygun olarak, orta terimlerin artırılması ile değil, uçlara –öncül ve
sonuç önermelerine- yapılan eklemeler ile sağlanır (Po.A., 78a 14-17).
II.3. Diyalektiğin Bilim İle Birbirini Tamamlayıcı İlişkisi
Aristoteles diyalektiğin bilim olarak tanımlanmasını, Platon’un gerçeklik ile
düşünceyi birbirine indirgeyen yaklaşımının felsefede açtığı bir sorundan
290
λογικός (logikos): ‘konuşmaya ait’; ‘akla, muhakemeye, mantığa ait’, ‘uslamlama’; uslamlama için
uygun: bununla birlikte ή λογικη (logike): ‘Mantık’. Aristoteles’in kullandığı logikos terimi LCL
edisyonunda ‘dialectically’; Randhom House ‘ dialectical proof’ olarak çevrilirken, PUP edisyonunda
‘generally’ olarak çevrilir.
179
kaynaklıymışçasına (M., I. 6), eleştirerek çeşitli şekillerde bu sorunu aşmaya çalışır.
Onun Topikler’in başında bulmayı amaçladığı ‘bilimsel metot’ tartışması, Analitikler
dikkate alındığında, ‘tanıtlama’ (apόdeiksis) ve diyalektik uslamlama (dialektikos
sullogismos) formları arasındaki bir tartışmaya dönüşür. Her iki uslamlama
formundaki öncüllerin niteliğindeki ayrımları gerekçe göstererek, apόdeiksis’i
bilimsel uslamlamanın ideal formu olarak kurgular. Onun bu iki uslamlama formuna
ilişkin tartışmalarının gerisinde felsefe tarihinin klasik epistemoloji problemi olan
epistêmê-doksa karşıtlığı tartışması vardır. Aristoteles bu tartışmayı Platon’un
epistemolojisini ve ontolojisini eleştirerek derinleştirir. Diyalektik metoda ilişkin
vardığı sonuç, Platon’un varsaydığı gibi, diyalektiğin bilim olduğuna dair kuşkular
ile tamamlanır. Çünkü ‘felsefe için amaç şeyleri hakikate göre ele almak iken,
diyalektik görünüşe ilişkin düşüncelerle yetinmektedir’ (T., 105b 30). Bu nedenle
onun için şeyleri özüne bağlamayan tanımlamalar diyalektiktir (OS., 403a 1).
Retorik’te Organon’un ruhuna uygun bir diyalektik anlayışı açımlanırken, retorik de
diyalektiğe benzetilerek bilim ile karşıtlaştırılır. Her ikisi de “genel bilgi alanı”
içinde ve “belli bir bilime ait olmayan” şeylerle ilgilenir (R., 1354a 3). “Ne retorik ne
de diyalektik herhangi ayrı bir konunun bilimsel incelemesi değildir: her ikisi de
kanıt sağlama yetisidir.” Bu nokta iki disiplinin “çalışma alanlarını ve birbirleriyle
nasıl ilişki içinde olduklarını” göstermektedir (R., 1356a 22- 35). Öyleyse
Aristoteles’in diyalektik teorisinin Platon’un anladığı anlamda bilim olmadığı açıktır.
Aristoteles’in diyalektiğinin bilim ile karşıtlığı temellendirilecekse, bu
karşıtlık ancak Aristoteles’in diyalektik tasarımı ile Platon’un anladığı anlamda
diyalektiğin bilim olarak tasarlanması arasında olanaklıdır. Bu nedenle karşıtlık,
Aristoteles’in diyalektik teorisi ile onun bilim teorisi arasında değildir; çünkü onun
diyalektiği bir metot, bilim ise bir bilgi türüdür. İki farklı türü karşıtlaştırmak
Aristoteles’in düşüncesinin doğası ile hiçbir şekilde uyuşmaz. Ancak burada problem
biraz daha derinleşmektedir: Aristoteles diyalektiği bilim olarak görmezken Topikler
I.2’de diyalektiği bilimlerin ilk ilkelerini keşfetmekle görevlendirir. Endoksa’lardan
hareket ettiği için kuşku ile karşılanan diyalektiğin bilimlerin tek ve en zorunlu
ilkesini keşfetmekle görevlendirilmesi, diyalektiğin Aristoteles’çe gücünün onayıdır.
Bu durumda, Aristoteles’in diyalektiği bilim ile karşıt iki alan olarak mı almalıdır,
180
yoksa aynı problemin –episteme’nin- iki ayrı yanının çözümlenmesi olarak mı
almalıdır?
Uslamlama türü olarak apόdeiksis ile dialektikos tek başlarına ayrı uslamlama
türleri olarak alındığında, birbirlerine karşıttır. Ancak diyalektiğin ilk ilkeleri
keşfederek bilimin hareket edeceği zemini sağlaması açısından bakıldığında,
diyalektik ile bilim Aristoteles’in düşüncesinde birbirini tamamlamaktadır. Bu açıdan
“(…) diyalektiği ve bilimi iki ayrı metot olarak” değil, tersine “daha çok eleştirel ve
bilimsel bir girişimin iki aşaması olarak” görmek (Bäck, 1999: 172) gerekmektedir.
Öyleyse diyalektik ve bilimsel bilgi, hakikatin edinilmesinin iki temel basamağıdır;
bu açıdan da birbirilerinin tamamlayıcısıdırlar. Diyalektik bir karşıtlık zemininde
değerlendirilecekse, karşıtlık kendi uygulama türleri arasında değil, diğer uslamlama
formları arasında aranmalıdır. Aristoteles’in uslamlama formları arasında hiç
değişmeyen karşıtlık apόdeiksis ile dialektikos arasındadır. Yani, bilim için geçerli
hakikatlere dayalı uslamlama ile kanılara dayalı uslamlama ayrımı.
II.3.1.
Apόdeiksis
ile
Dialektikos
Sullogismos
Uslamlama
Formlarının Karşıtlığı
Aristoteles öncüllerin niteliklerini Birinci Analitikler’de karşılaştırırken,
uslamlama tarzları arasındaki ayrımı öncüllerine dayanarak yapmaktadır.291 Onun
tasımsal tanıt teorisine göre bilimsel bilgi, doğru ilkelerden hareket ederek zorunlu
doğru
sonuçlara
ulaşır.
Aristoteles
apόdeiksis
ile
dialektikos
arasındaki
karşıtlaştırmayı, uslamlamanın dayanağı olan öncül önermenin zorunlu doğru ve ilk
ilke düzeyinde olup olmaması ayrımında temellendirir. O, konuyu ilk defa tartıştığı
Topikler’de,292 tasımsal tanıtlamanın “başladığı öncüller doğru ve ilk olduğunda ya
da onların sahip olduğu orijinal bilgi doğru ve ilk öncülden geldiğinde bu bir
‘tanıtlama’dır (apόdeiksis)”, derken, bu uslamlamanın ‘kabul edilir’, ‘bildik’,
291
Bu bağlamda diyalektik uslamlama daha ayrıntılı olarak Topikler I 4-12’de tartışılırken, apodeiksis,
İkinci Analitikler I. 6-9’da daha ayrıntılı tartışılır.
292
Aristoteles tasımsal tanıtın (sullogismos) standart tanımını ve diyalektik tasımsal tanıt ile bilimsel
tasımsal tanıt ayrımını ilk olarak Topikler’de yapar; fakat aksiyom niteliğine burada kavuşmamıştır.
Örneğin orta terim, modlar ve figürler henüz yoktur; bununla birlikte kategori doktrini tamdır
(Johansen, 1998:312).
181
‘tanınmış’ düşüncelerden (endoksa) kaynaklandığında, bu da diyalektik tasımsal
tanıttır (dialektikos sullogismos) (T., 100a 25-30). Buna göre form açısından bilimsel
tanıtlamalı bir uslamlama ile diyalektik uslamlama fo mu aynıdır; çünkü ikisi de
sullogismos’un bölümleridir.293 Ancak her iki uslamlama öncülleri açısından
ayrışmaktadır. Uslamlamaları birbirinden ayıran, öncülerinin doğruluklarının
kesinlik derecesidir. Aristoteles öncüllerinin kesinliklerine göre yaptığı ‘tasımsal
tanıt’ (sullogismos) sıralaması ya da uslamlama formlarının derecelendirilmesinde
diyalektiğe, apodeiksis’ten sonra yer verir; çünkü diyalektiğin öncüleri olan
endoksa’lar, apodeiksis’in zorunlu ve ilk doğrularına göre, doksa’dır. Öyleyse
Aristoteles diyalektik uslamlama ile bilimsel uslamlama arasındaki karşıtlığı
öncüllerin episteme ile doksa arasındaki karşıtlığına dayandırır.294 Aristoteles’in
diyalektik ile bilim varsayımını karşıtlaştıran yorumcuların da dayanakları burasıdır.
Diyalektik tümevarım, ‘benzerlerden’ ve akla yatkın paralelliklerden hareket ediyor
(Po.A., 71a 5; T., 100a 27; 1005a 10) olmasından dolayı, ‘hipotetik öncülleri’ ve
varsayılan olası alternatif çıkarımlar ile yürütülen somut bir tartışma formu
(Johansen, 1998:311) olarak yorumlanır.
Soruna başka bir açıdan yeniden bakılabilir: Karşıtlaştırmalar uslamlamaların
öncüllerine bakılarak yapılmaktadır. Ancak uslamlamanın ürünleri açısından
bakıldığında diyalektik ve bilim arasındaki bu karşıtlık ortadan kalkacağı gibi,
diyalektik ile bilim birbirlerini bütünleyen akıl yürütme tarzları olacaktır. Her şeyden
önce Aristoteles diyalektiği doğrulara varamayan bir uslamlama olarak tanıtlamaz.
Öncüller yanlış olsa da doğru bir sonuca çıkmanın olanaklı olduğunu Aristoteles’in
tasımsal tanıt teorisi söyler295 (Pr.A., 53b 26-30). Bu açıdan bakıldığında, Berti’nin
293
Diyalektik argüman formel açıdan bilimsel tanıtlamadan farklı değildir; çünkü her iki argümanın
da geçerliliği sullogismos tarafından belirlenir (Johansen, 1998:311).
294
Solmsen episteme ve doksa arasındaki karşıtlığı Platon’un felsefesine uygun olarak çözümler; ama
o karşıtlığı Aristoteles’in ‘apodiktik’ ve ‘diyalektik’inin mantıksal düalizmi temelinde ele alır ve
‘apodiktik’i genel olarak Devlet’in orta kısmında formülleşen problemlerin tartışmasında doğduğunu
sunar. Solmsen bu pasajı Aristoteles’in zihninin meşgul olmasının kanıtı olarak kullanır, Platon’un
işlemlerinde bu ünlü psikolojik (epistemolojik) sorunlar ile o bu çalışmayı yazdığında, Analitik’te
tamamıyla vazgeçer. Bunun ile o İkinci Analtikler II, 19’u erken döneme bağlar (Stocks, 1933:122).
295
“Bununla birlikte her iki önermesi ya da bir önermesi yanlış olandan doğru bir sonuca varılabilir.
Önerme tamamen yanlış alındıysa, herhangi bir öncül gelişigüzel yanlış olduğunda bu olmaz, önerme
tamamen yanlış alındıysa, herhangi bir önerme yanlış olduğunda bu olur” (Pr.A., 53b 26-30).
Aristoteles II.2’de tasımsal tanıt figürleri ile tikel-tümel ve olumlu-olumsuz tasımsal tanıt figürleri
örneği ile bunu açımlar (53b 41-58a 40).
182
de anımsattığı gibi (1996: 108), diyalektik ile bilimin karşıtlığı “hakikat ile endoksa
arasında değildir” yaklaşımına katılmak olasıdır; ama bu uslamlamanın sonucu
açısından değerlendirildiğinde geçerli bir yaklaşımdır. Ancak Berti karşıtlaştırmada
vurguyu öncüle yapmaktadır: Ona göre de endoksa “bazı durumlarda hakikatin elde
edilmesine izin verir ve ilkeler durumunda bu hedefe ulaşmak için yararlı olan
yegane şey öncüllerdir” (Berti, 1996: 108). Berti böyle baktığı için de, diyalektik ile
bilim arasındaki “karşıtlık tartışması diyalektiğin kamusal kullanımının hedefi olan
düşüncelerle (doxai), ulaşılması diyalektiğin bilimsel kullanımın hedefi olan hakikat
(talethes) arasındadır” (Berti, 1996: 108), der. Berti’nin savını dayandırdığı
varsayım, Aristoteles’in diyalektiğin ‘bilimsel’ ve ‘kamusal’ kullanımı ayrımı ile
diyalektiğin kamusal kullanımının hakikat değil de ‘sanı’lar ürettiği görüşüdür. Oysa
ne diyalektiğin bu sınıflandırması ne de diyalektiğin gündelik tartışmalarda sanılar
ürettiği geçerli bir varsayımdır. Her şeyden önce yanlış öncüllerden doğru bir sonuca
çıkmanın olası olduğunu Aristoteles de varsaydığına göre (Pr.A., 53b 26-30),
diyalektiğin sanılar üreten bir bölümünün olduğu ısrarı meşru değildir. Her koşulda
Aristoteles’in diyalektik teorisi bir akıl yürütme metodudur ve bu metodun
işlevselliği sonuçları açısından değerlendirildiğinde, bilimlerin tamamlayıcısıdır.
Aristoteles’in kaygısı diyalektik uslamlamaların tasımsal tanıt tarzında iş yapmalarını
sağlamaktır. “Artık Aristoteles açıklığa kavuşturmaktadır ki diyalektik bir argüman,
onun anladığı şekliyle, geçerli bir argüman (sullogismos) olmalıdır. Yani sonucu
öncülleri tarafından gerektirilmelidir” (Smith, 1999b: 45). Ayrım, hareket noktalarını
akla yakın/makul öncüllerden oluşturmaları hakkındadır. “Diyalektik tasımsal
tanıtlar” kanılara uygun “öncüllerden başlamalıdır” (Pr.A., 46a 4-9).
Aristoteles Birinci Analitikler’e ‘tanıtlama’ (apόdeiksis) ve ‘tanıtlamalı bilim’
(epistemes apόdeiktikes296) kavramlarının tanımlanması gerekliliği ile başlar (Pr. A.,
I. 1). Tartışma başka problemlere297 geçse de, Aristoteles öncül problemini
296
PUP edisyonunda “demonstrative understanding” olarak çevrilirken LCL “demonstrative scince”
olarak çevrilir. Çevirilerde “understanding” ya da “science” olarak kullanılan sözcükler Aristoteles’in
Analitik’ler boyunca kullandığı “episteme”nin (έπιστήμη) karşılığıdır. Bu da episteme’nin ‘bilim’,
‘bilgi’ ya da ‘kavrayış’ gibi anlamları içermesinden kaynaklıdır.
297
Ancak tartışma ‘öncül’ (premiss), ‘terim’ (term), ‘tasım’ (syllogism) ile ‘tam ve tam olmayan
tasım’ (perfect ve imperfect syllogism) arasındaki ayrımı, sonra şu nesnenin şu nesnede bütün olarak
bulunması ya da bulunmaması nedir ve de bütüne ya da hiçbir şeye yüklememek derken, ne söyleriz”
(Pr.A., 24a 10-15) sorusunun yanıtına dönüşür.
183
tartışırken, apόdeiksis (tanıtlamalı) ile diyalektik ve tasımsal öncüller arasındaki
ayrıma ilişkin bir belirleme yapar. Buna göre, tanıtlamalı öncülü diyalektik öncülden
ayıran, tanıtlamalı önermenin çelişmenin bir bölümünü, diyalektik önermenin ise
çelişmenin her iki yönünü sorması ile ayrılır. Bununla birlikte tanıtlama bir soru
sormayıp sadece kabul eder; oysa diyalektik çelişkilerin soruluşudur. Yani diyalektik
uslamlamanın
sorma
tarzı
çelişkinin
bütünüyken,
‘tanıtlamalı
uslamlama’
(apόdeiksis) çelişkilerin bir tarafını kabul ederek onun doğruluğunu araştırır. Her
şeyden önce, tanıtlamalı uslamlama sormaz; tanıtlar. Diyalektik ise doğrudan
çelişmeyi sorar: “X Y midir Y değil midir?” Ancak tanıtlamalı uslamlama kabul
ettiği çelişmenin bir tarafını öncüle dönüştürüp tanıtlarken, diyalektik sorduğu
çelişmeyi bir postulata dayandırarak tanıtlamaya çalışır. Topikler’in de hatırlattığı
gibi298, bu postulatlar varolan bildik bilgilerdir, kanılardır (endoksa) (Pr.A., 24a 2024b 15). Fakat bu durum onların tasım oluşturmalarında bir ayrıma yol açmayacaktır;
çünkü hem tanıtlama hem de diyalektik bir şeylerin kabulüne dayanarak akıl
yürütmede bulunur. Dolayısıyla tasımsal tanıtlama (sullogismos) öncülü “bir şeye
ilişkin bir şeyin olumlanması ya da olumsuzlanması”dır. Öncül önerme doğru ve
temel postulatlara dayanıyorsa, akıl yürütme bir tanıtlama (apόdeiksis’) olacaktır.299
Bunun dışında, Topikler’de300 söylendiği gibi, araştıran için çelişmenin soruluşu,
‘mantıksal uslamlamada bulunan’ için öncül önermeler genel kanılar ise, uslamlama
diyalektiktir.301
Buna göre öncüllerin niteliği, yani onların ‘doğrudan’ ve ‘dolaylı’ (yani
endoksa olması)302 ilk öncül olarak konumu uslamlamanın epistemolojik niteliğini
belirlemektedir. Aristoteles, öncül önermesinin en önemli yanını ‘bir şeyi bir şeye
olumlu ya da olumsuz yüklemesi’ olarak belirlediği için (Pr.A., 24a 15), yani
terimlerini birbiri ile birleştiren bir bildirim olarak aldığı için, öncül önermesini alış
298
104a 8; 100a 29; 102a 27-30.
-ki, şimdi araştırma için ya açık ya da doğru olarak kabul edilecek. Po. A., I.9, T., 100a 27.
300
104a 8; 100a 29; 102a 27-30. Metin içinde Topikler’e göndermeyi Aristoteles yapar.
301
Aristoteles “öncül, tasım ve tanıtlamalı olan ile diyalektik olan arasındaki ayrım sonradan
netleşecek” (Pr.A., 24b 15) diyerek olasılıkla Po.A., I. 1, 4-9; II. 4-12’ye göndermede bulunuyor.
Aristoteles Birinci Analitikler’de tasımsal uslamlamanın figürlerine geçtiği için her defasında
“demonstration üzerinde sonradan konuşmak gerekir” (Pr.A., 25b 26) diyerek tartışmayı İkinci
Analitikler’e erteler.
302
Aristoteles ‘dolaylı’ ifadesini kullanmaz; ancak tanıtlamalı uslamlamanın öncülünü ‘doğrudan’
adlandırınca, bu yaklaşımdan hareketle diyalektiğin endoksa’sını, onun içeriklendirilmesi nedeniyle
‘dolaylı’ olarak adlandırmak olanaklı görünüyor.
299
184
tarzı uslamlamanın doğasını belirleyecektir. Aristoteles’ göre bu bildirimi çelişki
olarak alan öncül ‘diyalektik’, çelişkinin bir parçasını “alan öncül ise doğrudan
tanıtlamalıdır (apodeiksis).” Bu durumda Aristoteles’e göre diyalektik çelişkinin
bölümleri ile ilgilenmiyor. ‘A B’dir’ ve ‘A B değildir’ biçimde kabul etmeye
hazırdır; yani çelişkiyi bir bütün olarak alır. Oysa uslamlamanın ‘tanıtlama’
(apόdeiksis) türü, öncülün parçalarından (yani öncül içinde birbirine bağlanan
terimlerden) birisinin doğruluğunu kabul eder. “Önerme çelişmenin herhangi bir
parçasıdır, çelişme ise kendi başına ara terimi bulunmayan bir karşıolumdur;
çelişmenin bir şeyi bir şeye bağlayan parçası olumlamadır, bir şeyi bir şeyden ayıran
parçası olumsuzlamadır” (Po.A., 72a 9-14). Bu da tanıtlamanın doğasını belirler:
Doğrudan tanıtlamalı tasımlarda baştakinin tanıtlanmış sayılması, terimler doğruluk
bakımından bağlandıklarında ortaya çıkar, diyalektik tasımlarda ise terimler sanı
bakımından bağlandıklarında (Pr.A., 65a 25-37). Buna göre Aristoteles, apodeiksis
ve dialektikos uslamlama formlarını birbirine karşıt olarak konumlandırmaktadır;
ama birisini diğerine göre olumsuzlamamaktadır.
Apόdeiksis, kendinden hareket ettiği ilk ve doğru ilkeler ile akıl yürütmeye
başladığı için, problem hakkında kesin ve doğru bilgileri veren bir uslamlama formu
olmaktadır. Bu tanıma göre dialektikos bilimsellik ölçütünü karşılamamaktadır;
çünkü diyalektik ‘ilk ilke’ (arkhê)’den değil, endoksa’dan hareketle kurulan bir
uslamlamadır (T., 100a 28-30). Buna göre diyalektiğin problem çözümlerinde
dayandığı hareket noktası kendinden açık ilk ve doğru ilkeler (arkhê) değil, genel
kanı ya da olası doğru (endoksa)’lardır (T., 100b 20-25). İkinci Analitikler’de bilgi
ve tanıtlama arasındaki ilişki güçlendirilerek apόdeiksis ve dialektikos arasındaki
ayrımı
daha
da
netleştirilmektedir.
Açık
olan
şudur
ki,
apόdeiksis
ile
karşılaştırıldığında diyalektik tam tanıtlama değildir (Pr.A., 24a-b 15; T., 100a 2530). Bu ayrımı da en açık olarak öncüllerin epistemolojik niteliği açısından yapar.
“Mutlak anlamdaki bilgi, bilimsel bilginin nesnesi başka türlü olamayacağına göre,
tanıtlamalı bilgiye dayanan bilgi zorunludur.” Bundandır ki, “tanıtlama zorunlu olan
öncüllerden oluşan tümdengelimdir.” Ancak burada sorun tanıtlamayı olanaklı
185
kılacak öncüllerin ne türden öncül önerme olduğudur.303 Bu da Aristoteles’e göre
diyalektik akıl yürütme kesin doğrulardan değil, ancak varsayımsal olarak doğru gibi
görünen sonuçlardan hareketle başlamaktadır. Bu durumda “diyalektik tasım,
bilimsel tasımdan, öncüllerin doğru ve dolaysız olmayıp yalnızca olası olmalarıyla”
ayrılır (Ross, 1999: 76). Genel kanılardan hareketle uslamlamada bulunan bir
metodun bilimselliğinden Aristoteles kuşkuludur. Bu kuşkuyu besleyen de diyalektik
uslamlama formunun kendisinden hareket ettiği öncülünün doksa’yı içermesidir.
Öyleyse Aristoteles için diyalektik baştan epistêmê’yi karşılamayan bir uslamlama
formudur. Bu nedenle “diyalektik bir tasımsal tanıt yapmak için” sullogismos’un
olası önermelerden (endoksa) oluşup oluşmadığına bakmalıdır. “AB’nin orta terimi
gerçekten var değilse, ancak onun olduğu dü ünülğyorsa, bu terimla yapılan
tasımsal tanıt (sullogismos) diyalektik bir tasımsal tanıttır”304 (Po.A., 81b 18-25). Bu
açıdan bakıldığında, Aristoteles’in ‘bütün soruşturmalarımızda orta terim aranır’
ifadesi (Po.A., 90a 34-35) bilimsel bilgide diyalektiğin geçerli bir metot olmadığını
ortaya koyar. Çünkü ‘orta terim’ teorisi, “bilimsel araştırmada bir kimsenin
ispatlanacak bir önermeyle işe başladığı, sonra da bir orta terime ilişkin bir çift öncül
aradığı, bununla da o önermeyi ispata giriştiğini ima eder” (James Duerlinger, 1969:
321). Diyalektik uslamlama orta terimi atladığına göre, diyalektik Aristoteles için
bilimsel uslamlamada yetersiz bir metottur.305 Ancak bu yetersizlik, onu bilimsel
araştırmalarda metodik kimi sorunları yanıtlamaktan alıkoymaz. Özellikle de ilk
ilkelerin belirlenmesi sorunu. Topikler, en az iki noktada diyalektik tartışmanın
tasımsal uslamlama (sullogismos) için zorunlu olduğunu açıklar: İlk olarak,
303
Aristoteles bu sorunu, öncül önermelerin yüklemlerinin yüklemleme tarzları açısından
değerlendirir. Buna göre yüklemi ‘tümüne yüklenen’, ‘kendi başına niteliklere yüklenen’, ‘tümel
nitelikler’ açısından değerlendirir (Po.A., 73a 21-73b 24).
304
Bu şöyle olur: İlineksel olarak değil de kendi de kendi başına bir başkasına yüklenen var olduğuna
göre: ilineksel, ‘şu beyaz olan insandır’ dememiz ‘insan beyazdır’ demeye benzemez; ‘insan’ başka
bir varolan olarak ‘beyaz’ değil, ancak ‘insan’ açısından ‘beyaz olmak’ ilineksel olduğundan ‘beyaz
olan’ başka bir varolan olarak ‘insan’dır- kendi başına yüklenenler de vardır (Po.A., 81b 25-29).
Aristoteles’in burada ‘doğal nesne’ ve ‘doğal nitelik’ ayrımı aracılığı ile söylediği, bazı terimler özsel
olarak temel nesnelerdir, bazıları ise değildir.
305
“Aristoteles diyalektikçiyi çıkarımların ya da mantığın denetleyicisi, bekçisi kılmıştır. Oysa
Platon’un diyalektikçisi doğruyu inşa edendir. “Sokratesçi ve Platoncu diyalektik ortaya konan
görüşleri tartışmaya dayanıyordu; bu görüşler eleştiri kaldırmaz oldukları zaman, kesin görüşler
sayılıyorlardı. Aristoteles’e göre, tersine, diyalektikçinin işi, ele aldığı usavurmaların öncüllerini
tartışmak değildir: diyalektikçinin işi, sonuçların doğru olarak çıkartılıp çıkartılmadığını
gözlemlemekle sınırlanmıştır; sonuç olarak, diyalektikçi, aynı zamanda öncüllerin doğruluğuna bağlı
olan bu sonuçların doğruluğu üzerine söz söyleme hakkına sahip değildir.” “Diyalektik” sözcüğünün
bu olumsuz anlamını stoacılar, daha sonra da Plotinos bıraktı” (Foulqué, 1975: 23-24).
186
kategoriler teorisinin sağladığı cinslerin, akıl yürütmelerde tümel bilgi olarak öncüle
dönüştürülmesi gerektiğini diyalektik soruşturma verir. ‘İnsan yürüyen iki ayaklıdır’
ve ‘İnsan canlıdır’ yargılarında yüklemleme teorisine göre, ‘iki ayaklılık’ ilineksel,
‘canlı’ cins bilgisini verir. Bilimsel bilginin, ilineğe ilişkin değil, cinse, tümelin
bilgisine göre olacağı yargısı diyalektik soruşturmaların bir sonucudur. Aristoteles’in
İkinci Analitikler’de (46 a 28-30) de bildirdiği gibi, kategori teorisi tarafından
sağlanan açıklamalar olmadan tasımsal tanıtlamalar için gerekli öncüllerin
bulunamayacağı açıktır. İkinci olarak, bilimsel tümdengelimlerde bulunmak için, ilk
ilkelerin endoksa’lar aracılığı ile kurulabileceğini diyalektik soruşturmalar verir (T.,
101a 37). Bütün araştırmalar diyalektiktir; bunu Metafizik’teki tartışmalar da
destekler. Ancak ilk ilkelerin bulunmasından sonra akıl yürütme tasımsal tanıtlama
formunda akıl yürütmeye başlayabilir.306
Aristoteles’in diyalektik hakkındaki ilk tartışması, onun bilimsel bilgiyi
edinebilir bir uslamlama formu olup olmamasına ilişkindir (T., I. 1). Bu bağlamdaki
tartışmaları uslamlama formları (sullogismos) kapsamında yürütür. Aristoteles,
tasımsal tanıtı (sullogismos), öncül olarak alınan önerme ile sonuç arasındaki
ilişkinin geçerliliğini sağlayan bir uslamlama formu olarak düşündüğü için, ona göre
akıl yürütme hipotezlerden hareketle kurulan bir yargı ya da bilgidir. ‘Tasımsal tanıt
(sullogismos) öyle bir uslamlamadır ki, içinde zorunlu doğruların olduğu öncüllerden
hareketle başka bir önermeye ulaşılan bir konuşmadır’ (Pr.A., 24b 17-23). Aristoteles
terimler düzeyinde bir tasımsal tanıtlamanın formülünü geliştirse de, açıktır ki, onun
tasım teorisi Platon’un İdea’nın bilgisini edindikten sonra, önermeler düzeyinde
diğer teklerin bilgisini ondan hareketle oluşturma türünden bir uslamlamadır.307
Aristoteles’in aradığı, sonuç ile öncül arasındaki geçerli ilişkiyi kuran ya da yargıyı
doğrulayan ‘tasımsal tanıt’ formunun hangisi olduğudur. Bu sorunun yanıtını
306
“Sezgisel tümevarımla άρχαί’e ulaşmadan, bilimsel uslamlamanın herhangi bir tümdengelimsel
sürecine başlayamayız. Aristoteles’in kendi felsefi çalışmalarına ένδοζα (endoksa) ve onlardan
hareketle sonuca giden çalışmaların incelenmesiyle başladığı çok iyi bilinir; başka bir deyişle,
Aristoteles’in felsefi metodu tümdengelimden ziyade diyalektik ve tümevarımdır. Aristoteles’in
Syllogistik tanıtlama metodunun bir araştırma metodu değil, bilimsel ve felsefi öğrenimin metodu
olduğunu ileri sürmek makul bir varsayımdır. Araştırma diyalektiktir; άρχαί’i bulduktan sonra
öğrenim tümdengelimsel bir form alır” (Raphael, 1999: 241).
307
Platon eserlerinde İdea’yı varolanların bilinmesinin nedeni olarak tasarlar (Pha., 75d; 76e; 100b).
İdeanın bilgisi, duyusal varlık alanının bilinmesinin koşuludur; onun bilgisi olmadıkça başka bir şeyin
bilgisine ulaşılmaz (D., 505a; 508d-e; 534c.).
187
kendisinden hareket edilerek bir yargı oluşturan öncül önerme problemi bağlamında
tartışır. Buna göre “sullogismos’un başladığı öncüller doğru ve ilk olduğunda ya da
onların sahip olduğu orijinal bilgi doğru ve ilk öncülden geldiğinde bu bir
‘tanıtlama’dır (apόdeiksis) (T., 100a 25-30). Platon İdea’nın hakikatini öncül alarak
tek tekleri tanımlayan uslamlamanın diyalektik olduğunu varsayarken, bu türden bir
uslamlama Aristoteles için apόdeiksis’tir. Onun metodolojisinde öncüller doğru ve
ilk olduğunda epistêmê’ye götürecek geçerli tasımsal uslamlama (sullogismos) bir
‘tanıtlama’dır (apόdeiksis) (Po.A.., 71b-72a).
Ancak o, öncül önermelerin epistemolojik doğrulukları ayrımına dayanarak,
uslamlamalar sınıflandırması yapar. Geçerli uslamlama formu olarak belirlenen
sullogismos’tur;
apόdeiksis,
dialektikos
sullogismos,
eristikhos
sullogismos,
paralogismos (T., 100a 25-100b 25) ve enthumêma (R., 1345a 1-18) sullogismos’un
alt türleridir. Uslamlama formlarını birbirinden ayıran, öncül önermelerin (protasis)
niteliğidir. Aristoteles bunlardan ‘tanıtlama’ (apόdeiksis) ve ‘diyalektik’ (dialektikos)
türlerini doğru uslamlama olarak betimler. Retoriğin entimem’i epistemolojik bir
hakikatin keşfinin uslamlama türü değil, tersine, keşfedilen hakikate ilişkin
dinleyiciyi ikna etmenin formu olduğu için, bu tartışmanın dışındadır. Bu nedenle
Aristoteles’in epistêmê problemi, Platon’un yaptığı gibi ontolojik zemin üzerinden
değil, mantıksal dizge içinde ilerler. Aristoteles Metafizik’te ‘nedenlerin bilgisi’
olarak tanımlanan epistêmê ontolojik bir zemine kavuşsa da, onun Organon’da
epistêmê’yi olanaklı kılacak olan uslamlama formunun mantıksal niteliğidir. Burada
açık ve kesin bilgi olan epistêmê’ye ulaşma önemli sorun, bilgi nesnesinin
niteliğinden çok, bilgiyi olanaklı kılacak akıl yürütme formu ve onun dilsel
düzenidir. Bu bağlamda apόdeiksis formu kesin bilginin olanağı olarak tasarlanır;
çünkü doğru ve zorunlu ilk ilkelerden hareketle bir yargı oluşturan tek uslamlama
formudur. Ancak buradaki temel bir sorun var: Eğer ilk öncüller doğru değilse,
uslamlama da bilimsel olmayacaktır; öyleyse ilk ilkelerin ya da öncüllerin bulunması
zorunludur. Bu nasıl olanaklıdır? Apόdeiksis ilk ilkelerden hareket eden bir
uslamlama formudur, ama ilk ilkeleri keşfetme yeteneğine sahip değildir. Bu,
apόdeiksis’in sullogismos’un formuna zorunlu olarak bağlamasından kaynaklıdır;
çünkü sullogismos, uslamlamanın formundan başka bir şey değildir. O, sadece
188
öncüllere aracılığı ile bir tanıtlamada bulunmanın formudur; öncüller yoksa bir iş
yapamayacaktır. O halde ilk öncülün bulunması gerekmektedir. Öncüller için tek
koşul, zorunlu doğru ve ilk olmasıdır; “doğru, ilk doğrudan, sonuçtan daha iyi
bilinenden, daha önce gelen ve sonucun nedeni olanlardır; çünkü böylece ilkeler de
tanıtlanana uygun olacaktır” (Pr.A., 71b 16-25). Öncül ilk olmalı, ilineksel hakkında
olmamalı, sonucu kendi içinden taşıyacağı için ondan daha iyi bilinmeli ve ona
neden olmalıdır (Pr.A., 72b 30-38).
Bu durumda ilk öncüller, Sokratik soruşturma tarzında, birer keşif olmadığı
gibi, birer icat da değildir. Sadece ‘doğru ve ilk’ olmalıdırlar. Bu durumda, ilk
ilkelerin keşfi ya da bilimsel bilginin dayanağı olacak öncülün bilimsel kesinliği
problemin nasıl çözümleneceği belirsizliğini korumaktadır. Aristoteles, Topikler’de
ilkelerin bulunması işini diyalektiğe verir. Aristoteles, burada diyalektiği mevcut
düşüncelerin, endoksa’ların, değerlendirilmesinden ilk ilkeleri elde edebilecek bir
eleştiri metodu olarak tanımlar (T., 101a 37-101b 5). Öyleyse bilimsel bilginin formu
apόdeiksis ise de, ilk ilkeleri keşfedecek uslamlama formu diyalektiktir.308
Aristoteles, ‘tasımsal tanıtın’ (sullogismos’un) “her problem için eşit düzeyde kabul
edilir ve ikna edici” çözümlemeyi sunamayacağını, bunu “araştırma nesnelerinin çok
kolay olması, kimilerinin de zor olması” gibi “şeylerin doğasının zorunlu sonucu”
olarak görür ve bu nedenle sorunun endoksa’lardan hareketle yapılacak diyalektik
tarafından çözülmesini varsayar (T., 161b 34). Diyalektiğe biraz da küçümseyici bir
gözle bakan Aristoteles, burada, diyalektiğin bilimsel uslamlamanın sınırlılığını aşıp
onun için zorunlu bir metot olduğunu itiraf etmektedir. Aristoteles tanıtlamayı kesin
bilgilerden hareketle elde edilen sonuçların geçerliliğinin testinde değil de, olası olan
bilgilerden, yani endoksa’lardan elde edilen sonuçların testi için işletseydi, bilimsel
tanıtlamayı yeni bir bilgi için ya da en azından varılan sonucun doğruluk derecesini
sınaması açısından, önemli bir iş yapmış olurdu. Çünkü diyalektik teori bilimselliği
sağlamaktadır. Endoksa’ları sorgulayıp olası bir doğruya gidebildiği için diyalektik,
bir türden bilim felsefesi iken, bilim formu olan apόdeiksis böyle bir işleve sahip
değildir.
308
McKinney, “(…) Aristoteles’in diyalektiği ilk ilkeleri göstermeyen zihinsel bir disiplindir”, der
“(çünkü bu bir bilim değildir ve ilk ilkeler kanıtlanamaz); fakat onların apodiktik doğasına ilişkin bir
sezgiye sahip olmasını sağlar (McKinney, 1983: 187).
189
Aristoteles için tanıtlama nesnesi tekil olan değil, tümel olandır. “Bireysel
duyusal tözlerin ne tanımı ne de kanıtlaması vardır.” Bu durumda tekil olanlar
tanımın konusu olmadığı için tanıtlanamazlar da; çünkü bunların doğası maddidir ve
maddi olanın varlığı oluş ve yokoluşa bağlıdır. “O halde kanıtlamanın konusu
zorunlu olandır” ve “tanım sadece bilime aittir” (M., 1039b 27-32). Tanımlanabilir
olan sadece tümel (kathólou) olandır; “çünkü dairenin özü ile daire, ruhun özü ile ruh
aynı şeylerdir.” Bu durumda “somut varlıklar”, örneğin duyusal (malzemeden
yapılmış bir daire) ya da akılsal (matematiğin dairesi) olan ‘şu dairenin’, tekil
dairelerin “tanımı yoktur”. Onlar sezgi ve algı aracılığı ile bilinirler. Bunlar genel
kavramlara göre tanımlanırlar (M., 1035b 30-136a 10). Bu nedenle bilimsel bilgisi
edinilebilecek ya da bilimin nesnesi olabilecek tek konu tümellerdir (Po.A. 87b-88a);
bu nedenle “bilim tümellere dayanır” (OS., 417b 20). Öyleyse, yukarıda sözü edilen
diyalektiğin keşfetmesi gereken ilk ilkeler (T., 101b 5) bu türden tümeller olmalıdır.
II.4. Diyalektiğin Kullanım Alanları ya da Diyalektiğin Yararı
Aristoteles, uslamlama tarzlarına ilişkin yaptığı belirlemelerden sonra,
diyalektiğin hangi amaçlar için yararlı olduğunu tartışır. Böylece Aristoteles
diyalektik uslamlamayı bilimsel uslamlamanın formu karşısında eksik görse de bu
durum, onun için, diyalektiğin yararsız uslamlama formu olduğu anlamına
gelmemektedir. Tersine Aristoteles diyalektiğin bilimler için yararını listelerken, ona,
bilimlerin olanaklı olmasını sağlayan bir işlev yükler.
[1] Bunun [diyalektiğin] bir alıştırma/egzersiz (training) olarak yararı ilk bakışta
bellidir. Bir araştırma planına sahip olmak, önerilen konuda daha kolay tartışmamızı
sağlayacaktır (101a 25-30). [2] Rastlantısal karşılaşma erekleri bakımından yararlıdır,
çünkü çoğu kimsenin düşüncesini hesaba katmış olduğumuz zaman, bunları başka
kimselerin kanıları dayanağında değil, kendilerinin durduğu zeminde karşılayacağız
ve bize makul görünmeyen şekilde belirtilmiş herhangi bir tartışmanın zeminini
kaydıracağız (101a 30-35). [3a] Felsefi bilimlerin incelenmesi için yararlıdır, çünkü
konunun her iki yanında bilmeceli düşünme yeteneği, ortaya çıkan birkaç noktada
hakikati ve hatayı daha kolay farkedip bulmamızı sağlayacaktır (101a 35-37). [3b]
Birkaç bilimde kullanılan ilkelerle ilintisi bakımından da bunun ayrıca yararı vardır.
İlkelerin başka her şeyle ilintisinde ilksel oldukları kavrandığından, onları eldeki tek
tek (özel) bilimlere özgü ilkelerden kalkarak incelemeye almak olanaksızdır: onlar
hakkında itibar edilen düşünceler sayesinde bunlar incelemeye alınmalıdır ve bu görev
aslında ya da en uygunca diyalektiğe aittir; çünkü diyalektik, tüm araştırma ilkelerine
giden yoldaki bir eleştiri sürecidir (T., 101a 37-101b 5).
190
Topikler’in temel konusu diyalektik uslamlama olduğuna göre, Aristoteles’in
belirlemeleri diyalektiğin kullanım alanları, aynı zamanda onun yararlılık alanlarıdır.
Aristoteles diyalektiğin kullanıldığı ve yararlı olduğu üç temel alan belirler: zihinsel
egzersiz, gündelik ve rastlantısal tartışmalar ve felsefi bilimler309 (T.,101a 25).310
Ancak bunlar, Berti’nin, Irwin’in ya da farklı yorumcuların varsaydığı gibi, asla
diyalektiğin türleri değildir; sadece diyalektiğin farklı kullanım alanlarıdır; buna
bağlı olarak da kullanım tarzlarıdır.311 Anlaşılması gereken Aristoteles’in
belirlemelerindeki diyalektiğin bütün görünümlerinden geçen ortak tanımı ya da
kavramı görmek ve bunu Aristoteles’in diyalektik teorsi olarak belirlemektir.
(1) Diyalektik, ‘zihinsel eğitim/egzersiz’ (ya da ‘zihinsel jimnastik’)
tarzındaki zihnin doğru yönlendirilmesine sağladığı katkılar açısından yararlı
görünür. Uslamlamanın doğru yönlendirilmesi, probleme ilişkin çözümlemenin
metodik olması ile olanaklıdır. “Soruşturmanın planına sahip olmak bize önerilen
konu hakkında daha kolayca tartışma olanağını sağlayacaktır” (T., 101a 25-30). Bu
açıdan diyalektik, düzenli uygulandığında, problem çözümlemelerinde zihnin
eğitimini sağlanmış olur. Burada Aristoteles’in bağlı olduğu Sokrates-Platon eğitim
egzersizleri, her probleme ilişkin tartışmada rakibe karşı parlak bir zaferi kazanmak
için değil, üzerinde uslamlamada bulunulan problemin doğru çözümüne ulaşacak
yetiyi deneyim yoluyla güçlendirmek için yapılandırır. Bu eğitim egzersizinin özel
bir nedeni de, safsatalardan arınmayı öğrenmektir.312 Aristoteles’in diyalektiği
eristik, yanılsamalı ya da safsatalı uslamlamadan ayırma çabasının nedeni, diyalektik
309
Aristoteles’in metinde kullandığı γυμνασία (gumnasia: egzersiz) zihinsel egzersizler, έντεύζεις
(enteuzeis: karşılıklı konuşma, tartışma) ‘gündelik konuşmalar’, φιλοσοφία έπιστήμας (philosophia
epistemas: felsefe bilimi) ‘felsefi bilimler’, aynı zamanda, diyalektik metodun yararlarının konu
başlıklarını oluşturmaktadır.
310
Topikler’in diyalektiğin kullanımına ilişkin benzer bir sınıflandırmasını Forster da yapar (2002:
268). Diyalektiğin kullanımı: (1) zihinsel eğitim (mental training) için, (2) genel konuşmalar
(conversation) için; (3) bilimlere uygulamak için; çünkü (3a) bir sorunu tartışabilirsek lehte (pro) ve
aleyhte (con), yalanı ve hakikati fark etmede daha iyi olacağız. (3b) Mademki bilimin ilk ilkeleri
bilimsel olarak tanıtlanamaz, öyleyse onlara yaklaşma onlar hakkında tutulan düşüncelerin çalışmaları
aracılığıyla olmalıdır.
311
Bäck, diyalektiğin “kullanım”ı olarak çözümler, türleri olarak değil (Bäck, 1999: 167). Buna
ilaveten, 17. dipnotunda (1999: 178) Enrico Berti’nin “Does Aristotle’s Dialectic Develop?”
makalesine gönderme yaparak “tek diyalektik”i varsaydığını bildirir.
312
Aristoteles diyalektiğin eğitimdeki yararları konusunda Platon geleneğini devralır. Diyalektik
sanatının kötü amaçlar için kullanılmasına karşı bir önlem olarak Platon, diyalektik eğitiminin sıkı
kurallar içinde yapılmasından yanadır. Başkalarının düşüncelerini çürütmek adına yapılan diyalektik,
diyalektiğin kötü amaçlar için kullanılmasıdır. Bu felsefenin değerini düşürür. Oysa tartışmalar
çürütmek için değil, hakikate ulaşmak içindir (D., 537e-541a).
191
metoda dayalı bir uslamlamanın kavramsal düzeni içermek zorunda olmasından
kaynaklıdır.313 Metodun işlem düzeni, tartışılan konu hakkında uslamlamanın her
zaman tanıtlamalı bir sav oluşturmaya olanak sağlayacak şekilde düzenlenmesine
olanak tanır. Sokratik geleneğin ‘evet-hayır’lı tartışmaları, sonuç olarak bir savın
doğruluğunun yanlışlığının rakibe kabul ettirilmesinin deneyimidir. “Bu tartışma
sporu –ona “diyalektik jimnastik” diyebiliriz- çoğunlukla bir eğitim formu[dur].” Bu
eğitim tarzı, katılımcılarına tartışmaların değerlendirilmesi ve sonuçlarının
keşfedilmesi gibi “mantıksal beceriler” kazandırmaktadır (Smith, 1999a: 59). Bu da
gösterir ki, Aristoteles, diyalektiği, hakikati kavramaktan uzak salt düşünce ve
tartışma egzersizleri olarak görmemektedir; onun “diyalektiğe ilişkin prosedürleri,
zihinsel jimnastikten çok diğer amaçlar [bilimsel araştırma] için” kullanılmasının
daha “rasyonel olduğu prosedürüdürler” (Bolton, 1999: 60).
Aristoteles, eğitimin, tartışmanın kurallarının ve ilkelerinin tanımlanmadığını,
tartışma pratiğinin neye göre yürütülmesi gerektiğinin gelenek tarafından miras
bırakılmadığını varsayarak tartışmanın kurallarını oluşturmaya çalışır. Aristoteles’in
amacı, öğrenmek ve öğretmek amaçlı tartışma ile yarışma amaçlı yürütülen
tartışmaları ayırmaktır. Ona göre tartışma tarzı ‘öğrenen birisinin düşündüğünü ifade
etmesini sağlamalıdır.’ Öğrenen “doğru gibi görünmeyene karşı çıkmalıdır.” Ancak
bu sayede yanlışa karşı çıkılabilir. Bu nedenle tartışma karşılıklı bir düşünce yıkımı
işiyken, aynı zamanda bu yıkıma karşı durabilmedir. Diyalektik bir tartışmada
soranın amacı, bütün araçlarla rakibin düşüncesini çürütmek olarak görünürken,
yanıtlayanın amacı bu saldırıda etkilenmemektir. Diyalektik tartışmalar “bir
yarışmanın değil bir sorgulama ve incelemenin ruhunu tutar.” Aristoteles tartışmanın
amaçlarını, kural ve ilkelerini belirleyen bir gelenek olmamasından dolayı, bu
kuralları oluşturmaya çalışır (T., 159a 25-38). Böylece Topikler VIII. 5’den itibaren
Aristoteles, diyalektik bir tartışmanın kurallarını belirlemek için tartışmalar yapar.
313
Grek kültüründe karşılıklı konuşarak tartışmak, “boş bir konuşma olmayıp daha çok tartışılan bir
konunun çözümü üzerinde dikkatini toplayan iki kişi arasında konuşmalı bir alışveriştir. Böylesi
karşılıklı konuşma –eski Yunanda- onun disiplinsiz yarışma şekline girip yozlaşmasını engellemek
için yeterince kurala bağlı bir konuşmaydı” (Evans, 1994: 25). Karşılıklı konuşma aracılığı ile bir
konu hakkında tartışmayı, belli türden konulara ilişkin kavramsal tanımlamalara ve tanıtlamalara
dayalı bir araştırmaya dönüştürdüğü için Platon diyalogdan diyalektiğe geçişi sağladı. Onun getirdiği
kurallara göre diyalektik bir metottur ve ancak bu metodun kurallarına göre yapılan tartışma
egzersizleri zihnin entelektüel yetisini artırılabilir.
192
(2) Diyalektiğin ‘gündelik tartışmalar’daki (enteuzeis) kullanımı ile
Aristoteles’in belirttiği daha çok, diyalektiğin gündelik ve rastlantısal olarak açığa
çıkan pratik tartışmalardaki işlevidir. Diyalektik, “rastlantısal karşılaşma erekleri
bakımından yararlıdır, çünkü çoğu kimsenin düşüncesini hesaba katmış olduğumuz
zaman, bunları başka kimselerin kanıları dayanağında değil, kendilerinin durduğu
zeminde karşılayacağız ve bize makul görünmeyen şekilde belirtilmiş herhangi bir
tartışımın zeminine kaydıracağız” (T., 101a 30-35). Aristoteles, burada, daha çok
başkalarıyla karşı karşıya gelindiği tartışmalardaki Sokratik diyalektiğin çözücü
kullanımını
gözetmektedir.
Diyalektiğin
gündelik
tartışmalardaki
kullanımı,
tartışmacının varsayımlarının incelenmesinde görülmektedir. Diyalektik uslamlama
aracılığıyla rakibin varsayımının insanların “kanıları üzerine değil, kendi kanısı
üzerine kurulduğu” görülebilmektedir. Eğer diyalektikçi önceden çoğunluğun sahip
olduğu kanıları ve bu kanılardan çıkartılmış sonuçları biliyorsa, herhangi bir konuda
rakibin
öncüllerinden
hareketle
tartışma
olanaklı
olabilecektir.
Diyalektik
uslamlamada bulunan kişinin, çoğunluğun savunduğu kanıları dikkate alması, ona
bozuk görünen savları değiştirip yeniden işlemesi şeklinde olacaktır; bu savları
başkalarının kanısı olduğu için değil, kanının kendisi olduğu için ele alacaktır
(T.,101a 30-35). Bu yaklaşıma uygun olarak Aristoteles tartışmalarını birçok
incelemesinde uygulamaktadır. Özellikle de Metafizik’te, incelemesine kendinden
önceki filozofların görüşlerini (M., 993b 11-19; I 3, 983b 4) tartışmaya başlarken ya
da hukuksal konulardaki anlaşmazlıklarda (M., 995a 24-b 4) görüldüğü gibi,
herhangi bir problemi karşıt düşüncelerle tartışmanın gerekliliğine ilişkin
çözümlemesinde; benzeri olarak savın tanıtlanmasının karşıt tezin çürütülmesi ile
aynı olduğu için, öncelikle problem ya da sav hakkında söylenmiş olunanın
incelenmesinin gerektiği hakkındaki çözümlemelerinde (OH., 179b 6-11) görülebilir.
Aristoteles diyalektiğin bu iki işlevine, Retorik’te retoriğin kullanımını
listelerken (R., 1355a 28-30) göndermede bulunur. Bu göndermenin gerisinde
Aristoteles’in retorik ile diyalektiği ilişkilendirme çabası, hatta retoriği diyalektiğin
bir tamamlayıcısı olarak kurgulama girişimi vardır. Diyalektiğin akademik
görünümünün –yani tanıtlamalı uslamlamasının uzun ve ayrıntılı olması- kamu
tartışmalarında eğitimsiz dinleyici üzerinde etkisiz kalması söz konusuyken, buradan
193
doğan boşluğu retorik doldurmaktadır. Aristoteles’in bu türden yaklaşımları
diyalektiği, bir türden tartışmanın metoduna doğru sürüklemektedir. Irwin’in ‘saf’,
Berti’nin ‘kamusal’ kullanım olarak gördükleri diyalektiğin bu kullanımını
diyalektiğin bilimsel kullanımı ile karşıtlaştırırlar. Aristoteles diyalektiği eristik ve
tartışmacı uslamlama formundan ayırarak onu apodeksis ile aynı gruptaki uslamlama
formu olarak belirlemektedir (T., 101a 15-25). Oysa Aristoteles’in özenle ayırdığı
diyalektiğin bu iki kullanımını Irwin ve Berti, episteme yerine doksa yarattığı
gerekçesi ile eristik ve tartışmacı uslamlama formuna iade etmektedirler. Burada
sorun şudur: Bir tartışmanın pratik uygulaması neden doksa’ları yaratsın?
Tartışmalar kesin bilgileri öncül alarak yapılamazlar mı? Oysa Aristoteles’in
Topikler’in başında diyalektiği, akıl yürütmede ‘savın kendisi ile çelişmeye
düşmemeyi sağlayan bir metot’ olarak tanımlaması göz önüne alınmalıdır. Bu
durumda, diyalektiğin her türden uygulanmasının, tartışma metodu olarak diyalektik
metot uygulaması da dahil bir akıl yürütme uygulaması olduğu sonucu çıkar. Akıl
yürütmeyi, kavramsal bir uslamlamanın çelişmezlik ilkesine göre uygulanması olarak
ele alındığında, Aristoteles’in diyalektiği mantıksal bir metot olarak işlevselleştirdiği
açığa çıkar. Bu durumda, tartışma metodu olarak diyalektik ya da araştırma metodu
olarak diyalektik, her koşulda diyalektiğin mantıksal bir metot olarak kullanılmasını
içermektedir. Öyleyse diyalektiğin teorik kullanımları kadar, diyalektiğin bu pratik
kullanımları da mantıksal bir uslamlamaya göre işlemektedir.
(3) Aristoteles’in diyalektik için “felsefi bilimler”deki kullanımına ilişkin
söylediği, onun sonraki eserlerinde diyalektiğin kullanımı için temel olacak argümanı
içermektedir. Belirtilmesi gereken Topikler’deki ‘felsefi bilim’ belirlemesi,
Metafizik’teki “ilk felsefe” değildir.
Aristoteles, diyalektiğin “felsefi bilimler”deki (pros de tas kata philosophian
epistemas) kullanımını ‘bir problemin iki yönünü de ele alabilme’ ve ‘ilk ilkelerin
tartışılması’ olarak görür. Buna göre diyalektiğin iki teorik kullanımı ortaya
çıkmaktadır:
194
(3.a.) “felsefi bilimlerin incelenmesi için yararlıdır, çünkü konunun her iki
yanında bilmeceli düşünme yeteneği, ortaya çıkan birkaç noktada hakikati ve hatayı
daha kolay fark edip bulmamızı sağlayacaktır” (T.,101a 35-37). Diyalektikçi bir
konunun hem taraftarı hem de karşıtı olarak çözümleyen bir akıl yürütme gücüne
sahip olduğundan, araştırma konusunun doğrusu ve yanlışı hakkında daha açık bir
yargıda bulunma olanağına sahip olacaktır. Aristoteles’in söylediklerinden, onun
felsefe için kullanır olduğunu düşündüğü diyalektiği, aklın nesnesi hakkındaki bütün
karşıt varsayımlardan çelişkileri ortadan kaldırarak bir yanıta giden uslamlama formu
olarak gördüğü çıkarımlanabilir. Bu diyalektiğin bilimler için mantıksal bir tanıtlama
metodu olmasını sağlar. Bu yaklaşım, Zenon’dan beri süre gelen ve Sokrates
tarafından uygulamaya dönüştürülen diyalektiğe (karşıtın taşıdığı çelişkileri aracılığı
ile savını temellendirerek ilerleyen bir akıl yürütmeye) bağlı görünüyor (SR., 183b 78). Aristoteles bu uygulamanın farklı bilimlerdeki ilkelere ilişkin yapılan
incelemelerde bir başka kullanıma yol açtığını belirler.
(3.b) Diyalektiğin “birkaç bilimde kullanılan ilkelerle ilintisi bakımından da
ayrıca yararı vardır. İlkelerin başka her şeyle ilintisinde ilksel oldukları
kavrandığından, onları eldeki tek tek (özel) bilimlere özgü ilkelerden kalkarak
incelemeye almak olanaksızdır. Onlar hakkında itibar edilen kanılar (endoksa’lar)
sayesinde bunlar incelemeye alınmalıdır ve bu görev aslında ya da en uygunca
diyalektiğe aittir; çünkü diyalektik, tüm araştırma ilkelerine giden yoldaki bir eleştiri
sürecidir” (101a 37-101b 5). Buna göre diyalektiğin ‘felsefi bilimler’ için kullanımı,
ilk ilkelerin (arkhê) ve onların bağlantılarının tartışılmasında görülür. Aristoteles’in
bilimsel düşüncesinin temel varsayımı olan her bilimin kendi ilk ilkeleri olduğu savı
ve örtük olarak da bu ilkelerin olağan akla kapalı olduğu savı ilk kez burada dile
gelmektedir.314 Aristoteles’e göre her bilimin kendi ilk ilkelerini o bilimin kendi
ilkelerinden hareketle tartışmak olanaksızdır; çünkü ‘ilkeler başlangıçtırlar’ ve ilk
ilkeler “kabul edilir kanılar (endoksa) aracılığı ile tartışıl[abilir]”; yani ilk ilkeler
diyalektiğin araştırma konusudur. Eğer ilk ilkeler endoksa’lar aracılığı ile
tartışılıyorsa, bu demektir ki, ilk ilkeleri tartışma ve araştırma görevi diyalektiğe
aittir; öyleyse diyalektik ‘bütün araştırmaların ilkelerine uzanan bir patikadır’, yani
314
William Desmond bu pasajı “olağan üstü önemli” bir ifade olarak yorumlar (2000: 13).
195
ilk ilkelerin bilimsel olarak kanıtlanabilirliğini olanaklı kılan bir eleştiri metodudur.
Bu belirleme diyalektiğin konusu kadar sınırını da belirlemektedir.
Aristoteles bu pasajdaki açıklamaları ile bilimsel bilginin üretilmesinde
diyalektiğin etkin rolünü belirlemiş olmaktadır. Birçok yorumcu ‘diyalektiğin
bilimsel kullanımı’ belirlemesini bu pasaja dayandırır. Topikler’deki bu önemli
pasajda (I.2) diyalektik metot bilimler için temel bir metot olarak işleniyor ve hatta
diyalektik, “tüm araştırmaların ilkelerine giden yol” olarak tanımlanıyor. Ancak Ross
(1999: 77), Aristoteles’in diyalektiğin “(…) bilimlerin incelenmesinde bize nasıl
yardımcı olabileceğini göstermekle pek ilgilenme(diğini)” söyler. Hatta diyalektiğin
bilim için önemi hakkındaki vurgu neredeyse bundan daha fazla bir şey değildir.315
Ancak diyalektik metodun bilgiyi değil de sadece soruşturma, kanıt ya da tümevarım
(epogoge) aracılığıyla üzerinde bilgiye yaklaşabilecek yolu ortaya çıkarttığı316
varsayıldığında, diyalektiğin bilimsel geçerliliğinin Aristoteles’in düşüncesindeki
varlığının sürekliliğine tanık olunabilir. Bütün olumsuzlayıcı yorumlara karşın,
Aristoteles’in diyalektik teorisinin temel yapısını, bu pasajdaki (T., I.2’de),
diyalektiğin bilimsel kullanımına ilişkin bildirilen bu yorum belirler. Burada
bildirilen diyalektiğin işlevi, bilimsel bilginin böylece de tanıtlamanın koşulu olması
kadar, yorumcular tarafından genel olarak varsayıldığı gibi Aristoteles’in bilimsel
tanıtlama teorisinin (apodeiksis) bilginin tek koşulu olduğu yaklaşımını zayıflatır.
(4) Diyalektiğin kullanım alanlarına ilişkin Topikler’deki bu listeye317 yeni
bir alan daha katılır. Metafizik’te açıkça kavramlaştırılmasa da, işlerliği açısından
bütün bir metafizik düşünmenin taşıyıcısı konumundaki ilkenin özelliği, diyalektik
metodun özelliği olarak görünüş kazanır. Açıkça varlık olarak varlığa yaptığı
göndermelerde bulunarak “İlk Felsefe”nin hem konusu (M., 1005a 22) hem de akıl
yürütme ilkesine dönüşen (M., 1006a 11-26), böylece de diyalektiğin genel ilkesi
315
“Topikler kitabının geri kalan kısmı tartışmaları kazanmaya yönelik araçlara dairdir; böylesi yüce
bir statüye dair hiçbir imada bulunmayan sıkıcı bir katalogdur. Hatta bununla çelişen pasajlar vardır”
(Burke, 1967:388).
316
“Diyalektik aslında bilgiyi değil, fakat ya soruşturma (…) ya kanıt (…) ya da induksyon (epogoge)
aracılığıyla üzerinde bilgiye yaklaşabileceğimiz yolu ortaya çıkartır, oysa gerçek ve ilk bilgi sadece
diyalektikten sonra gelen ve kendilerinden bilimin yola çıktığı ilkeleri inşa eden entelektüel sezgiyi
(nous) öne alır [Posterior Analytics, II, 19]” (Berti, 1978: 365).
317
Genel kabul, Aristoteles’in diyalektiğin üç kullanım alanı belirlediğidir. Örneğin, McKinney, 1983:
187.
196
olarak işlenen ilke, ‘aynı niteliğin aynı özneye hem ait olması hem de olmamasının
olanaksız olması’ ya da “çelişmezlik ilkesi”dir (M., 1005b 20). “A, A olmayan
değildir, ya da A B ise, A, B olmayan değildir.”318 Metafizik IV 3’de çelişmezlik
ilkesi bir aksiyom olarak tartışılır. Çelişmezlik ilkesi, bilinmek için başka bir şeye
gereksinimi olmayan, bu nedenle de “bütün ilkeler içinde en iyi bilinen” ve
“koşulsuz olan”dır (anypotheton). Bu ilke, varlığın bilgisi için zorunlu olduğundan,
bütün bilgilerden önce olması gerekir (M., 1005b 10-19). Bütün tanıtlamalar
çelişmezlik ilkesine göre yapılır (M., 1005b 25-35). Aristoteles çelişmezlik ilkesini
diyalektik bir uslamlamayla tanıtlar. Her şey tanıtlanamaz; çünkü bazı tanıtlamalar
için sonsuza gitmek gerekir; gidilemeyeceğine göre
çelişmezlik ilkesinin
tanıtlanması açık doğru olarak kabul edilmelidir; çünkü o, bütün doğruların kendisine
dayanılarak tanıtlamaların yapıldığı bir ilkedir (M., 1006a 4-10). Böylece Aristoteles,
Topikler I.2’de dile getirdiği diyalektiğin bilimsel kullanımına ilişkin ‘ilk ilkelerin
keşfi ve bu ilkelerden hareketle diğer bilimlerin tanıtlanması’ düşüncesine uygun
olarak diyalektiğin kullanımını, Metafizik’te işlenerek felsefi düşünmenin diyalektik
ilkesine dönüştürür. Buna göre diyalektiğin bu dördüncü kullanımı ne entelektüel
egzersiz, ne gündelik karşılaşmalardaki sorunların tartışılması ne de bilimin ilk
ilkelerini bulan bir uslamlama metodudur. Bütün bunların da üstünde, diyalektiğin bu
dördüncü kullanımı uslamlamanın mantıksal formunu oluşturur. Metafizik IV. kitapta
bilgiyi çelişmezlik ilkesine göre oluşturmanın olanağı kurgulanmaktadır. Tanıtlama
işlemi
diyalektiktir;
çünkü
tanıtlama,
çelişmezlik
ilkesinin
inkarının
çürütülmesine319, yani kendisinden bir görüşü benimseyip savunması istenen mutlak
anlamda vazgeçilmez bir soru soran tarafından dile getirilen bir tezin çürütülmesine
dayanır (M., 1006a 11-26). Diyalektiğin bu kullanımında, diğer kullanımlarından
318
“A, A olmayan değildir” ifadesi, “A A’ya eşittir ifadesine göre bir yenilik sağlamaz, fakat
benzerlik kuralını gözlemleyemediğimiz yerlerde işe yarar.” “A, B ise; A, B olmayan değildir”
formülü, A öznesine bir özellik atfettiğimizde, A bu özellikle çelişecek başka özelliklerle karşı karşıya
kalacağından geçersizleşir. Eğer bir taş beyazsa, diğer bütün görünmeyen özellikleri, B olmayanın
(beyaz olmayanın) altında sınıflandırabiliriz. Bu durumda, sertlik de, B olmayanın yani beyaz
olmayanın altında sınıflandırılır. “Aristoteles’in formülü daha zayıftır. Bir taşın aynı anda ve aynı
bağlantıyla beyaz olduğunu ve beyaz olmadığını söylemek imkansızdır. Taşın, gece ve ay ışığında
beyaz, yağmurlu bir günde gri göründüğü söylenebilir fakat yasa bunu tartışmaz. (…) Fakat
Aristoteles şunu savunur: Bir şey için tek bir bağlantı kurulmalıdır. (…) Aristoteles’in formülü,
bilginin geliştirilme sürecinde zıtlıkların varlığını dışlamaz, sadece farklı zamanlarda kavramın, bizim
akıl sınırlarımız içinde zıtlık içermeyen bir konumda sabitlenmesi gerektiğini söyler” (Popov, 1947:
8).
319
Aristoteles bundan sonra ‘çürütme’ aracılığı ile farklı yedi ayrı argüman örneğinde, çelişmezlik
ilkesini kanıtlar (M., 1006a 28 vd.).
197
farklı olarak, kendisine dayanarak tanıtlamada bulunulacak ilkenin, çelişmezlik
ilkesinin, önceden varsayılması zorunludur (M., 1006a 15 vd.). Diyalektiğin bu
kullanımına uygun uslamlamalar Metafizik XII’de hareket etmeyen hareket ettiricinin
varlığının zorunluluğuna ilişkin tanıtlamada da görülebilir. Protreptikos’ta yer alan
felsefe savunusunda Aristoteles, karşıt tezleri çürütme ile bir tezi inşa ederken, yine
diyalektiğin bu kullanımını uygulamaktadır. Bu uygulamanın ise Platon’un
Parmenides diyalogundaki kavramsal düşünme metodu ile doğrudan bir ilişkisi
vardır. ‘Doğruya ilişkin tartışmalarda önermelerin hangi koşullarda doğru kabul
edileceği’ hakkında filozofların düşüncelerini eleştiren Aristoteles (M., 10005b 1),
onları Analitikler’i bilmemekle suçlarken, işaret ettiği ‘bilimsel incelemeler’ öncesi
sahip olunması gerekenin mantıksal bakış olduğudur.320 Mantıksal bakış açısı,
çelişmezlik ilkesine dayanarak uslamlamada bulunmaktır. Bu da doğruluğun
koşullarının bilgisini araştıran filozofun, yani tözün doğasını araştıranın problem
alanına girer. Böylece (1) kendisi hakkında yanılması olanaklı olmayan, herkesçe
bilinen ilke olması ve (2) “koşulsuz” (anypotheton) olması, çelişmezlik ilkesini
varlığın ilkesi olduğu gibi, bilginin de ilkesi yapar. Öyleyse Aristoteles “varlık olarak
varlık” (to on he on) ilkesi ile varlığın bilgisini olanaklı kılan ilkeleri
birleştirmektedir (M., 10005b 1-20). Böylece diyalektik, Metafizik’in metodu
olmaktadır.
Aristoteles’in dört kullanım aracılığı ile diyalektiği açıklarken, onun pratik ve
teorik uygulama tarzı olarak kullanım alanlarını sınırlar. Bu kullanım türleri, aynı
zamanda kullanım alanları olarak listelenmektedir; ama kullanım türleri ve alanları
birbirine karşıt olacak tarzda kurgulanmamaktadır. Tersine, kullanımlar birbirini
tamamlamaktadır. Diyalektiğin bu kullanımlarını bilimsellik bazında bölümlendiren
yorumcuların açıklamaları diyalektiği iki değerli bir kullanım içinde konumlandırır.
Örneğin Berti diyalektiği “kamusal kullanım” (public use) ve “bilimsel kullanım”
(scientific use) olarak ikiye ayırmaktadır (Berti, 1996: 107). Buna göre insanların
320
Aristoteles’in analitikleri (modern anlmada “mantığı”) bilimsel incelemelerin bir organon’u
(aracı) olarak gördüğü açıktır; ancak yine de mantığın organon olarak algılanışı Aristoteles sonrasıdır.
[Stoacılar diyalektiği, mantık’a, yani içsel ve dışsal konuşma formlarına ilişkin bir incelemeye
indirger (Di. La. VII. 43; krş. Logos onoma), bununla birlikte onlar bir ve aynı solukta diyalektiğin
korunaklarını etiği, hata fiziği kuşatacak şekilde genişlettiler (Di. La. VII, 46, 83). Bunun sonucu,
mantığın artık Peripatik Okul tarafından varsayıldığı gibi felsefenin bir aleti (Órganon) olmamasıdır ]
198
gündelik karşılaşmalarında, örneğin politik ve hukuksal sorunların tartışılmasında
düşüncelerin savunulması ve rakibi kendi kanaatleri temelinde değerlendirmesi
diyalektiğin kamusal kullanımı aracılığı ile gerçekleşirken, diyalektiğin bilimsel
kullanımı ise ‘hakikatin (talethes) ya da yanlışın’ kolayca fark edilmesini sağlayan
“bir bulmacanın her iki tarafının geliştirilmesidir.” Böylece ilk ilkelerin keşfi
konusunda endoksa’lardan hareket ediyor olsa bile, diyalektik hakikati keşfedebilir.
“Bana öyle geliyor ki” der Berti, “bu iki kullanım arasındaki tek fark şudur: Kamusal
kullanımında diyalektik bizim diğer insanlarla tartışmamıza imkan verir ve böylece
onların görüşlerini çürütebiliriz. Oysa bilimsel kullanımında ise diyalektik bizim
kendi kendimize tartışmamıza olanak verir ve böylece hakikate ulaşabiliriz” (Berti,
1996: 108). Ancak Berti’nin ‘kamusal kullanımı’ olarak adlandırdığı -bu tezde ise
diyalektiğin ‘pratik uygulamaları’ içinde tartışma metodu olarak diyalektik şeklinde
adlandırılan- diyalektiğin bu görünümünün neden hakikati keşfetmekten ya da
hakikate
dayanmaktan
uzak
olduğu
anlaşılmazdır.
Oysa
Aristoteles,
etik
tartışmalarda, tamamıyla diyalektik aracılığı ile olası bir hakikatin keşfine çalışırken,
diyalektiğin pratik kullanımlarını teorik uygulamalar ile karşıtlaştırmak ve bu
karşılaştırmaya dayanarak diyalektiğin pratik kullanımının her hangi bir hakikate
dayanmadığı gibi ulaşabileceği bir hakikatin olmayacağını varsaymak geçerli bir
yaklaşım değildir.
Burada anlaşılmaz olan sorun şu: Diyalektiğin pratik uygulamaları neden
hakikat talebinden yoksun bir uslamlama formu olarak alınmaktadır? Gündelik
tartışmalar bir hakikati amaçlamazlarsa, tartışmalar nasıl bir kararla sonuçlanabilir?
Aristoteles Topikler VIII. Kitap’ta soru ve yanıt formlarını anlatırken, yaptığı
tartışmanın kurallarını belirlemektir. Aristoteles, Sofistik Çürütmeler’de yanlış akıl
yürütmelerin koşullarının bilgisini verirken, yaptığı, doğru uslamlamanın nesnesi ile
kurduğu doğru ilişkiye vurgudur. Aristoteles, benzeri şekilde, Yorum Üzerine’de
düşünce
ile
nesnesi
arasındaki
dilsel
ilişkinin
hakikati
verebilmesi
için
çözümlemelerde bulunur. Bütün bunlar gündelik ya da rastlantısal problemler
karşısında diyalektikçinin akıl yürütme kurallarının bilgisini vermektedir. Bu nedenle
diyalektiğin
kamusal
kullanımını
hakikatten
yoksunluk
olarak
bilim
ile
karşıtlaştırmak geçerli bir meşruluğa sahip değildir. Ancak konunun doğası
199
gereksinim duyulan hakikatin epistemolojik içeriği konusunda farklılıklara yol
açabilir. Fizik bilgisinin hakikati ile ahlak bilgisinin hakikatinin tanıtlanmasında
farklı olgulara gereksinim duyulması, hakikat amacında bir şey eksiltmez. Retorik’te
sıradan insanın iknası ile bilgili insanın iknasının teknik farklılıkları anlatılır, ama her
iki durumda da hakikatin varlığı aynı derecededir. Öyleyse diyalektiğin kullanımına
ilişkin belirlemeler bir karşıtlığı değil, sadece diyalektiğin kullanım alanı ayrımını
verir; bununla birlikte bu alanlar ve kullanım türleri bunların birbirlerinin
tamamlayıcısı olduğunu gösterir.
II.4.1. Diyalektiğin Araştırma Metodu Olarak Kullanımı ya da
Diyalektiğin Bilim İçin Gerekliliği
Aristoteles Topikler’in başında sözünü ettiği bilimsel düşünmenin metoduna
ilişkin araştırmasını diyalektik üzerinde yoğunlaştırırken, ileri sürdüğü diyalektiğin
tanımında (T., 100a 20) iki tema öne çıkar: (1) Diyalektik uslamlama formu,
dayandıkları öncüllerinin kesinlikleri açısından, bilimsel uslamlamanın formu ile
karşıtlaştırılır; (2) Diyalektik metot, çelişkiler arasından geçen bir eleştiri türü olması
ile uslamlamayı çelişmezliğe indirgeyerek bilimsel bilginin ilkelerini sağlayan bir
bilimsel düşünme mantığına dönüşebilir. Diyalektiğin Aristoteles tarafından yapılan
tanımında öne çıkan bu iki tema, onun bilim olmasa da bilim için zorunlu olduğunun
altını çizer ve bu yaklaşım Aristoteles’in bütün eserleri boyunca görülebilir. Bu
nedenle Aristoteles’in Topikler’de diyalektiğin yararlarını listelerken dile getirdiği,
diyalektiğin “felsefi bilimler”deki (pros tas kata philosophian epistemas) kullanımı
(T.,101a 35-37), Aristoteles’in diyalektiğe ilişkin bilim ve metafizik kitaplarının asıl
programını belirler. Buralarda diyalektiğin bir araştırma metodu olduğu onaylanır.
Aristoteles’in
diyalektiği
bir
araştırma
metodu
olarak
tasarladığına
Topikler’in ilk pasajındaki (100a 20) diyalektiğin tanımında tanık olmak olanaklıdır.
Burada akıl yürütme metodu olarak söz konusu edilen, bir problem hakkında
araştırma yapabilecek metodun ne olduğudur. Bu tanıma uygun amaç Sofistik
Çürütmeler’de vurgulanır: Aranan metot, endoksalar’dan hareketle ileri sürülen
herhangi bir problem hakkında “akıl yürütüme becerisini keşfetmektir. Bu hem
200
diyalektik sanatının hem de araştırmanın gerçek ödevidir” (SR., 183a 37).
Aristoteles, diyalektik metodu akıl yürütmelerdeki safsataları fark edebileceği (T.,
101a 25) bir soruşturma metodu olarak tasarımlar. “Dolayısıyla diyalektikçinin
işinin, genel ilkeler boyunca oluşan ne kadar düşünme yolu olduğunu,- bir
çürütmenin gerçek ya da anlaşılır olduğunu, diyalektik ya da diyalektik gibi
göründüğünü, ya da değerlendirmeye uygun olup olmadığını- anlamak olduğu
açıktır” (SR., 170b 11). Öyleyse Aristoteles’in diyalektiği düşünceleri soruşturmak
için bir türden araştırma metodu olarak tasarladığı varsayılabilir. Açıkça o,
araştırmalara diyalektik ile başlamayı, araştırma nesnesinin doğasından kaynaklı
güçlükler karşısında sullogismos’un eksikliğini gidereceğini düşünmektedir (T., 161b
34). Bu nedenle Aristoteles diyalektiği bilimlerin ilk ilkelerini keşfetmekle görevli
bir araştırma metodu olarak göstererek (T., 101b 5), diyalektiğin araştırma metodu
olarak uygulanmasını bilim için zorunlu bir koşula dönüştürür. Aristoteles
Topikler’de diyalektiği bir araştırma metodu olarak belirlerken, sonraki metinlerinde
uyguladığı araştırma ve tartışma motifi diyalektiğin bu tanımına uygundur.
Aristoteles’in filozof olarak metinlerinde uyguladığı diyalektiğin araştırma
metodu olarak tasarımı, Topikler I.2’deki pasajına dayalı bir programa uygundur. Bu
program diyalektiğin ‘bir problemin iki yönünü de ele alabilme’ ve ‘ilk ilkelerin
tartışılması’nı sağlayan bir metot olarak tanıtılmasını içermektedir (T.,101a 35-101b
5). Açıktır ki, Aristoteles diyalektiği savların çelişkilerini akla sunan bir metot olarak
görmektedir. Burada diyalektik bir aporia’nın ‘her iki tarafını geliştirip’ (pros
amphotera diaporasai) aşarak ‘hakikat’i (talethes) kavramayı sağlayan bir
uslamlama olarak konumlandırılır (T., 101a 37-101b 5). Bu durumda diyalektik
hakikate ilişkin araştırmalarda bulunabilir ve bunu bilimsel düşünmenin malzemesi
olarak sunabilir. Burada dikkate alınması gereken, hakikatin ne olduğundan daha
çok, hakikatin alanının neresi olduğudur. Bu nedenle Aristoteles için sorun,
diyalektiğin farklı alanların doğasına özgü sorunları çözüp çözemeyeceğidir.
Aristoteles, tasımsal tanıtın (sullogismos’un) “her problem için eşit düzeyde kabul
edilir ve ikna edici olmasını” beklemelidir derken, “kimi araştırma nesnelerinin çok
kolay olması kimilerinin de zor olması” gibi “şeylerin doğasının zorunlu sonucunu”
gerekçe olarak gösterir. Bu durumda diyalektik etkin metot olarak devreye
201
girmektedir; çünkü endoksa’lardan hareketle yürütülen bir araştırma, doğru bir
araştırma olacaktır. Burada diyalektik olası en genel düşüncelerden itibaren
yürütülen bir araştırma metodu olduğu için, (T., 161b 34-162a 5), konunun doğasına
uygun olasılıklardan hareket ederek onu çelişmezlik noktasında tanımlayabilecek tek
araştırma metodudur.
Aristoteles, diyalektiğin araştırma metodu olarak kullanımı ile doğruluğun
elde edilebileceğine ilişkin tartışmayı karşıt argümanların incelenmesinin yarar listesi
aracılığı ile yapar. Aristoteles’in diyalektikçisinin herhangi bir teze ilişkin lehte ve
aleyhte argümanları birlikte gözlemesi gerekmektedir. Buna göre öncelikle (1) savın
taraftarı ve karşıtı konumundaki diğer savlar belirlenmeli; sonra da (2) bunların nasıl
çürütüleceği belirlenmelidir. Bu durumda soru ve yanıt aynı anda eğitici olacaktır.
“Eğer tartışmak için herhangi başka birini bulamazsak, kendimizle tartışmalıyız.”
Ayrıca, (3) aynı tezle bağlantılı argümanlar seçilip yan yana dizmelidir; çünkü
savunulacak tez için ne kadar lehte argüman toplanırsa, rakip karşısında o kadar tezi
savunma olanağı artmış olacaktır. Bir anlamda bu, karşı eleştiriye ya da çürütülmeye
karşı da bir önlem almaktır. (4) Felsefi bilgelik (philosophia phronesis) ve bilim
konusunda bir bakışta, hipotezlerin birinden ve diğerinden çıkan sonuçları
kavrayabilmek veya önceden kavramış olmak, ihmal edilecek bir şey değildir; çünkü
her ikisi arasında doğru bir seçim yapmaktan başka bir şey geriye kalmıyor. “Bu
türden bir iş için, kesin bir doğal yetenek gerekmektedir: gerçekte, gerçek bir doğal
yetenek doğru olarak doğruyu seçme ve yanlıştan uzak durmanın gücüdür.” Doğru
ve yanlışı ayırmak insanın doğal bir yeteneğidir ve ona sahip olmayanlar bunu
yapamazlar (T., 163a 36-163b 16). Bundan dolayı öncelikle hipotez işlevi gören iki
olası yanıtlı bir bilmece düzenlenmeli, ikinci olarak iki hipotezin sonuçları da
çıkarılmalı ve onları karşılaştıran tek bir görüşte tutulmalı ve üçüncü olarak sonuçlar
temelinde uygun veya doğru hipotezi seçmeli örneğin sonuçları daha kabul edilebilir
olanı; çünkü ötekiler karşıtken bunlar karşıt değildir.
Aristoteles kendi araştırma metodunu diyalektiğe dayandırır, ama bu Platonik
anlamda diyaloglarla yürüyen bir araştırma değildir. Onun araştırma metodu,
diyalektiğin varlıkla söyleyişi niteliğindedir; kendi başına ve akıl yürütmelerin bir
202
sonucudur (SR., 169a 37-169b 2).321 Doğaldır ki, araştırmanın metodu olarak
diyalektik ile yani varlıkla diyalogda nedenlerin keşfinde kullanılan diyalektiğin
kavramsal formu ile tartışmanın metodu olarak diyalektik yani dinleyici ya da rakip
ile yapılan diyalogda kullanılan diyalektiğin kavramsal görünümü farklı olacaktır.
İlki, araştırmacının tek başına uslamlamasının bir metodu iken, ikincisi rakibin de
düşünmenin ve araştırmanın içinde olduğu bir metodun görünümüdür. Ancak her iki
görünümü ortak noktada tutan, diyalektiğin akıl yürütmenin metodu olarak her türden
diyalektik uygulamaların ruhunu oluşturmasıdır. Bu ayrım, Platon ve Aristoteles
arasındaki felsefi metin yazma tarzı ayrımının sonucudur.322 “Platon’un felsefesi
bilim olmaya çalışan diyalogdur”, ancak “(…) diyalogun belirsiz genellemelerinden
didaktik incelemelerin bilimsel kesinliğine geçişte” Aristoteles’in felsefeye büyük
katkısı olmuştur (Case, 1925: 81).
II.4.1.1. Epistêmê İçin Arkhê’nin Keşfinde Diyalektik Metodun
İşlevi
Aristoteles uslamlama formu olarak dialektikos sullogismos’un hareket ettiği
endoksa olarak adlandırdığı ilkeleri, doğruluğunu kendinden almayan, başkasının
yargı alanına bağlı, önceden hazırlanmış düşünceler alanı olarak belirler (T., 100b
20-25). Bunun karşısında Aristoteles’in epistêmê ya da ‘bilimsel bilgi’nin hareket
ettiği ilkeleri, inandırıcılığını kendinden alana ‘ilk ilkeler’ grubu dediği mantıksal
321
“İlk planda başkalarıyla birlikte araştırdığımız bir problem, kendi başımıza araştırdığımız bir
durumdan daha fazla hatayla sonuçlanmaktadır (başkasıyla yapılan bir araştırma konuşma yoluyla
yürütülmektedir, aksine kendi başına yürütülen bir araştırma ise nesnenin kendisiyle). İkinci olarak
kendi başına yapıldığında bile insan hata yapmaya eğilimlidir; araştırmanın temeline konuşma
alındığında ise, hata genellikle benzerlikten doğmaktadır ve benzerlik dilden doğmaktadır” (SR., 169a
37-169b 2).
322
Heidegger, Varlık ve Zaman’da Platon’un ontolojinin nasıl diyalektik olduğunu; bunun karşısında
Aristoteles’in bunu nasıl “gereksizleş[tirdiğini]” legein kavramıyla anlatır. Heidegger, Grek
ontolojisini Dasein ile ilişkilendirirken, legein kavramını karşılaşılan varlığın ipucunun ele
geçirilmesinin olanağı olarak görür. Bu nedenle Platon’un ontoloji diyalektiktir. Heidegger’e göre
Aristoteles varlığı daha köktenci bir zemine koyarak diyalektiği “ortadan kaldırır”; çünkü “asıl
varolan-şey olarak anlaşılan varolan-şey” yorumlanışını legein ile değil, ousia’da ve şimdi açısından
açar (Heidegger, 2004: 52). Oysa Heidegger’in burada dile getirdiği gibi, gerçekte varlığın dile
getirilişi henüz diyalogdan kopmamıştır. Platon hakikati rakip ile diyalogda açığa çıkartırken,
Aristoteles hakikati varlık ile diyalogda açığa çıkartır. Onun dile ilişkin özel belirlemelerinin nedeni,
varlık ile diyaloga girmenin koşullarının sadece gramerini belirlemek için değil, mantığını sağlamak
içindir. Bu nedenle de onun araştırma tarzının ayrımından kaynaklıdır. Aristoteles diyalogun
diyalektiğini ortadan kaldırmışsa da, onun diyalektiği ortadan kaldırdığı varsayılamaz.
203
ilkelerdir. Bunlar “kendinden başka hiçbir şeye dayanmadan inandırıcı (pistis)323
şeyler doğru (alethe) ve ilk (prota) şeylerdir.” Bu ilkeler birer aksiomadır. Bilimsel
bilginin dayandığı ilkeler bunlardır. Bu ilkelerin
“nedenleri” hakkında soru
sorulmaz; çünkü bilimin ilkelerini araştırmaya gerek yoktur. Bu ilkelerin her biri
kendi başına açık olduğu için, “ilk ilkelerin her biri inancı kendi başına yönlendir[ir]”
(T., 100a 30-100b 20). Bütün bu açıklamalar, ilk ilkelerin nasıl bulunacağı ve
tanıtlanacağı konusunda çıkmaza giriyor.
Aristoteles’in diyalektiği bir araştırma metodu olarak öngörmesinin en somut
sonucu,
onu
bilimlerin
kendilerine
özgü
ilk
ilkelerini
keşfetmekle
görevlendirmesidir. Diyalektiğin bilimlerin ilkelerini keşfetmedeki işlevi, Platon’un
diyalektiğinin İdea’ları keşfetmesi türündendir. Genel kabul, İkinci Analitikler’de
geliştirilen “tanıtlama” teorisinin Aristoteles’in gerçek bilimsel bilgi teorisi olduğu
yönündedir. Oysa bilimsel bilginin ancak dayandığı ilkeler açısından kesin doğruları
oluşturan bilim olabileceği koşulunu bilimin kendisinin karşılayamaması, yani her
bilimin kendi ilkelerini kendisinin keşfedememesi, bilim teorisini krize sürükler.
Aristoteles, tasımsal tanıtın (sullogismos), “her türden problem için eşit düzeyde
kabul edilir ve ikna edici” sonuçlar sunmasını beklememeyi bildirirken, gerekçe
olarak da araştırma nesnesinin doğasındaki güçlükleri göstermektedir. Bu durumda
da endoksa’lardan hareketle araştırmalar yapmak, daha doğru bir tutumdur. Bu
nedenle tartışmalarda, kabul edilmesi en yüksek olasılıklı düşüncelerden işe
başlaması
gerekmektedir
(T.,
161b
34).
Öyleyse
Aristoteles
diyalektiğin
araştırmalardaki kapsayıcı gücünü onaylamaktadır. Ancak iki uslamlama formu,
ilkeler düzeyinde karşıttırlar. Bu nedenle ilk ilkeleri diyalektiğin keşfedeceğini
varsaymakla, kendi bilim teorisinin içine düştüğü krizi aşmada diyalektiğe önemli bir
görev yüklemektedir. Bu yorum geçerli olduğu oranda, Aristoteles’in biliminin
diyalektik metoda dayandığı varsayımı geçerli olacaktır. Topikler I.2’de diyalektiğin
bilimlerin ilk ilkelerini keşfeden bir metot olarak kullanılışına ilişkin belirlemede
bulunulurken, onun ‘felsefi bilimler’ için kullanım tarzını da bildirmiş olmaktadır.
323
πίστις kavramı Aristoteles’in epistemolojisi içinde temel bir rol oynamasa da, tanıt (apόdeiksis) ve
ikna arasındaki bağlantı açısından Aristoteles’in dile getirdiği bir problemdir. Metin içinde ‘ikna edici
kanıt’ anlamında bir kullanımı vardır.
204
“Birkaç bilimde kullanılan ilkelerle ilintisi bakımından da bunun ayrıca yararı vardır.
İlkelerin başka her şeyle ilintisinde ilksel oldukları kavrandığından, onları eldeki tek
tek (özel) bilimlere özgü ilkelerden kalkarak incelemeye almak olanaksızdır: onlar
hakkında itibar edilen düşünceler sayesinde bunlar incelemeye alınmalıdır ve bu
görev aslında ya da en uygunca diyalektiğe aittir; çünkü diyalektik, tüm araştırma
ilkelerine giden yoldaki bir eleştiri sürecidir” (T., 101a 37-101b 5).
‘Felsefi bilimler’ için kullanımına göre diyalektik, ‘bilimlerin kendilerine
özgü ilkeleri’ ile bağlantısını kurmayı sağlar. Mevcut bilimin bilgi ve metodu
aracılığı ile ilk ilkeleri ve buradan türetilebilecek bilgiyi tartışmak olanaklı değildir.
Oysa endoksa’lardan hareketle ilk ilkelere ulaşan bir eleştiri metodu olarak
diyalektik, bilimsel bilginin doğru temelleri ile ilişkilendirir (T., 101a 25-101b 5).
Aristoteles’in Topikler’deki bu belirlemesinde altı çizilmesi gereken iki nokta vardır:
(1) Diyalektik metot bilimsel bir bilgi değildir; zaten bilim ile karşıt olduğunu
Aristoteles her defasında vurgulamaktadır. Felsefe amaçları açısından şeyleri
hakikatleri açısından ele alırken, diyalektik amaçları açısından şeyleri kanılar
(endoksa’lar) açısından ele almaktadır (T., 105b 30-31)324. Yanlış ama kabul edilir
nitelikte olan kanılar (endoksa) ile yapılan uslamlamalar diyalektiktir (T., 162b 27).
Eğer diyalektik bilim değilse, bu durumda bilim için önemi nedir? Onun işlevi ilk
ilkeleri bulmak ve bilimleri ilk ilkeleri ile bağlantıya sokmaktır. (2) Bu açıdan
bakıldığında diyalektiğin araştırma nesnesi ilk ilkelerdir. Diyalektiğin bu teorik
yararlılık görünümü, Platon’un diyalektiği hem bir metot hem de bilimsel bilgi
olarak alması türündendir. Aristoteles açıklamasında diyalektiği ilk ilkelere giden
metot olarak belirlerken, diyalektik bilgiden söz etmez. Oysa ilk ilkeleri keşfeden
diyalektiğin, aynı zamanda ilk ilkelerin bilgisi olduğu yorumu olanaklıdır. Bu
Platon’unun bir yorumu olsa da, yine de modern zamanların diyalektik anlayışına
geçiş için bir zemin olabilir. (3) İlk ilkeler ve onun bilgisi, akıl yürütmede Platon’un
hipotez teorisinin ortadan kalkmasına yol açmıştır.325
“Kanıtları ilk ilkelerden (arkhê) elde etmek” istendiğinde bu birçok adım
aracılığı ile sağlanabilir, aksi durumda “argümanlar sofistik havaya bürünür.” İlk
324
“Felsefenin amaçları (pros philosophian) açısından bu şeyleri kendi hakikatlerine (kat aletheian),
göre ele almalıyız, ancak sanının amaçları (pros doxan) açısından ise bu şeyleri diyalektik bir tarzda
(dialektikos) ele almalıyız” (T., 105b 30-31).
325
“Solmsen άρχαί’i [arkhai] Aristoteles tarafından Platoncu ύπόθεσις’in [hüpothesis] yerine koyduğu
bir terim olarak kabul eder” (Scots, 1933: 123. İlgili açıklamalar için: J. L. Stocks, The Composition
of Aristotle’s Logical Works, s.123.
205
ilkelerden hareket eden bir uslamlama tanımlara gereksim duyar. İlk ilkeler
tanımlanmadıkça uslamlama bulanıklaşarak söz oyunlarına dönüşür. Tanıtlama, ilk
ilke ile sonuç önerme arasındaki geçerli ilişki aracılığı ile sağlanır. Ancak bu sonuç
önermenin gösterilmesidir; ilk ilkeler bu şekilde gösterilmez. Başka şeyler ilk
ilkelerle tanıtlanır ama ilk ilkeler ancak bir tanım aracılığı ile bilinir (T., 158b 31158b 4). Bu da bize diyalektiğin ilk ilkeleri nasıl edindiği konusunda bir ipucu verir.
Diyalektiğin ilk ilkeleri, şeylere ilişkin dile getirilenlerin, tanımların eleştirel326 bir
değerlendirilmesinden sonra, bunlar içinde kalan tanımların nesnesini açıklama gücü
ve bu açıklamanın gerçeklik ile olan ilişkisini dikkate alarak elde edilen tümel
kavramlardır. “Bu durumda diyalektik ilk ilkeleri, kurmaz, daha çok onları test eder.
Bu testten geçmek, onları kısmen haklılaştırır” (Bäck, 1999: 175).
Aristoteles, ilk ilkelerin keşfinin diyalektik tarafından yapılması gerektiği
konusunda açık bir görüş bildirirken, İkinci Analitikler II.19’da bu açıklamayı
dışarıda bırakarak epagôgê teorisini geliştirmektedir. O, burada bilgisi edinilmiş olan
şeylerin bilgisinin bilinebilir bir kanıt aracılığı ile değil de başka bir şeyin aracılığı ile
elde edildiğini tartışır. İlk ilkelerin kavranışına ilişkin bu yeni çözümleme bir türden
a priori bilgi ve tümevarım metodunun sentezinden oluşmaktadır. Onun İkinci
Analitikler’de (100b 3) sözünü ettiği ‘tümevarım’ (epagôgê) “burada model boyutun
ve standart sapmanın çıkarımın gücünü ölçmek üzere metotlar sunduğu tümevarımsal
mantık ya da istatistiksel çıkarım anlamında alınmamalıdır. Daha ziyade
tümevarımdan daha tikel öncüllerden yola çıkarak genel ilkelere varma sürecini
anlama[lıdır]” (Bäck, 1999:163).327
326
“Diyalektik aynı zamanda bir sorgulama kipidir. Sorgulama sanatı geometri gibi benzer şekilde bir
başarı göstermez ve bilgisi olmayan bir insanın bile sahip olabileceği bir sanattır. Bilgisi olmayan bir
kişinin bile bilgisi olmayan bir kişiyi sorgulaması olanaklıdır, eğer sorgulanan kişi konuların bildiği
şeylerden ya da uygun ilkelerden alınmadığını fakat söz konusu sanat bilinmeksizin bir insanın
bilebileceği sonuçlardan alındığını onaylarsa bu böyledir (fakat bilmiyorsa sanatın bilgisizi olacaktır)”
(SR.., 172a 21 vd.).
327
Bäck, Aristoteles’in ‘bilimin ilk ilkeleri’ne ulaşma sürecini modern bilimin pratiğini yansıttığını
tanıtlamaya çalışmaktadır. Aristoteles’in bilimde tümevarımı mevcut gözlemlerin, raporların uzman
görüşlerinin, analizin, bu materyalden çıkarımlar elde ederek daha sonra bunları kuramlaştırmanın,
sonucu test etmenin, tüm bunlara dayanarak, ilk ilkeler dahil kuramı yenilemenin dağınık bir karşımı
olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuç sürekli olarak sistematize edilen birleştirilen ve yeniden gözden
geçirilen az ya da çok tutarlı bilimsel bir teoridir” (Bäck, 1999:163).
206
İlk ilkeleri bilmeden tanıtlamanın olası olmadığı açık bir koşuldur. Ancak bu
ilk ilkeleri bilmenin olanağı nedir? “(…) Önceden bulunan bilgi olmadan nasıl bilgi
ediniyoruz?” Aristoteles ilk ilkelerin bilgisini “tüm canlıların sahip olduğu” bir
olanak olarak gördüğü (Po.A., 99b 20-36) a priori bilgiye dönüşmüş deneyim bilgisi
olarak tanıtlamaya çalışır. O, rasyonel varlığın epistemolojik gelişiminde duyusal
algıyı bir başlangıç olarak alır. Duyu deneyimlerini içkinleştiren insan, ikinci
aşamada
artık
bu
temellendirmesinde
deneyimi
328
kullanır.
a
priori
Başka
bir
bir
ilke
açıdan
olarak
sonraki
söylenirse,
bilgileri
deneyimler
genellemelerin dayanaklarına dönüşür. Ruhta biriken bu tümel “deneyimden (…)
sanat ile bilimin ilkesi çıkar” (Po.A., 100a 3-14). Öyleyse epagôgê’yi deneyimlerin
soyutlaması ile ilk ilkeleri elde eden bir metot olarak yorumlamak olanaklıdır.
Aristoteles, bir yandan tümel kavram (kathôlou) diğer taraftan tümel önerme
(ya da tanıtlamanın –apodeiksis- ilk önermeleri –arkhe-) hakkındaki bilginin tek tek
duyu algısından (aistheseis) bir tümevarım aracılığı ile kavranıldığını düşünür.
Buradaki tümel önerme, kanıtlamanın kanıtlanamaz öncülleri olarak iş görmektedir;
çünkü “doğrudan ilk ilkeleri bilmeden tanıtlamayla bilgi edinmenin olası (…)”
değildir. Duyumsamanın nesneye ilişkin tekrarı deneyimi oluşturur. Deneyimlerin
içselleştirilmesi rasyonel varlığın başlangıcını oluştur. Algılar genellemelerin özünü
oluşturmaktadır. İlk ilkeler bu türden bir tümevarımla olanaklı olmaktadır329 (Po.A.,
99b 20-100b 5). Burada deneyim belleğin oluşmasının nedeni olduğu kadar genel
kavramların da kaynağıdır; epistêmê’nin kavramlarını verir (M. 980a 20-981a 12).
Burada iki ayrıntı belirmektedir: İlki, deneyimlerin tümel bir yapıya
dönüşmesi ve ilkelerin bu tümellerden çıkartılmasıdır. Tıpkı tikel deneyimlerin tümel
kavramı yaratması gibi (çünkü “tekil olan duyumsanır, ancak tümelin içeriği
328
Tüm canlılar ‘duyum’ denilen ayırt etme yetisine doğuştan sahiptirler, bazı canlılarda ‘duyum’
kalıcı olarak içselleşir; duyumsamayla ilgili bir bilgileri var. Kimi canlılarda duyumsama ruhta
alıkonularak içkinleşir. Bu içkinleşen duyumlar yinelenince temellendirme olanaklı olmaktadır (99b
36-100a 6).
329
“Ayrımsız olanlardan biri durakladığından, ruhun içerisinde bir ilk tümel bulunur -nitekim tekil
olan duyumsanır, ancak duyumun içeriği tümeldir; örneğin insan duyumunun içeriği, Kallias olarak
insan değil-; parçasız ve tümel olanlarda sona erinceye dek bunlarda da yeniden duraklamalar
meydana gelir. Örneğin, canlıya kadar belirli bir canlı türü duraklar ve aynı şekilde canlı da bir
başkasına değin. O halde, ilk olanları tümevarımla bilmemiz zorunludur; çünkü duyum da tümeli
yavaş yavaş böyle aşılar” (Po.A. 100a 15-100b 4).
207
tümeldir”; örneğin ‘insan’ tümelinin içeriği Kallias’tır), “ilk olanların tümevarımla
bilinmesi zorunludur” (Po.A., 100a 15-100b 5). İlk ilkeler tümel olandan
çıkartılacaksa, bu ‘tümevarım’ı bir metot olarak işletmek anlamına gelmektedir ki,
bu bağlamda İkinci Analitikler’in tümevarımı, kavrama yeteneği anlamına
gelmektedir. Bu durumda Aristoteles ilk ilkeler ile diyalektik arasındaki ilişki
konusunda İkinci Analitikler’de gerçekte sorunu çözen bir şey söylemese de,
‘tümevarım’ terimi (Po.A., 100b 3-5) sorunun yanıtı olarak işlenmiştir. “Tanıtlama
tümellerden, tümevarım ise tekillerden yola çıkar; ancak tümevarıma dayanmadan
tümelleri görmek olanaksız (…), duyumlar olmadan da tüme varmak olanaksız.” Tek
tekler duyum ile elde edilseler de bunların bilgisi tümevarımla edinilir (Po.A., 81a
37-81b 9). Bu bağlamda İkinci Analitikler, tümevarımı, tekilin bilgisini tümel olan ile
ilişkisini kurduktan sonra olanaklı kılan bir uslamlama metodu olarak belirtirken
artık Topikler’in (T., I. 12) diyalektiğinin bir türü olan tümevarımdan söz etmiyor
görünüyor. Haklı olarak Ross (1999:77), Aristoteles’in “bilimin ilk ilkelerine
diyalektikle yaklaşma önerisi hiçbir yerde onlara tümevarımla yaklaşma önerisiyle
ilişkilendirilmez”, der. Ancak sullogismos ve epagôgê’nin ‘önceden varolan bilgiler’
aracılığı ile başlayan ve bunların aracılığı ile hakikati oluşturan uslamlama tarzları
olarak tanımlanması (Po.A., 71a 1) tümdengelimi ve tümevarımı endoksa ile ilişkili
tutar. Ancak endoksa’ların ‘önceden varolan bilgiler’ olması ile ilk ilkelerin bilgisi
ne aynı türden bir ‘ilk bilgi’ niteliğine sahiptir ne de aynı türden bir bilgidir. Her
şeyden önce ‘ilk ilkeler’ bir ‘kavrama’ bilgisiyken (Po.A.., 100b 6-17) diyalektiğin
öncülü niteliğinde olan endoksa’lar ‘kabul edilir genel kanılar’dır (T., 100a 25-30);
diyalektiğin bir alt türü olarak da “tümevarım (epagôgê) parçalardan tümele
geçmektir” (T., 105a 10). Buna göre İkinci Analitikler’in belirlemesi olan ilk
ilkelerden hareketle bir uslamlama olarak tümevarım, hala Topikler’in öngörüsü olan
diyalektiğin bir türü olarak uygulanan ‘kabul edilir öncüllerden hareketle uslamlama’
tanımını takip eder. Endoksa’yı inceleyerek ayrıştırmayla doğru ve yanlışın ne
olduğu eninde sonunda keşfedilir ve sonunda arke’den her bir bilimin başladığı
doğruya ulaşılır (T. 101 a 34- b 4). Bu aşamada diyalektik tartışma ile bilimsel
tartışma arasındaki sınır incedir; tümel hakikatleri sezgisel tümevarımla kavramak
için diyalektik zorunlu bir araçtır; ancak ilk ilkeye ulaşmanın tek yolu tümevarım
değildir: ‘Tümevarım aracılığıyla gördüğümüz bazı ilk ilkeler, bazı algılar
208
aracılığıyla, bazı kesin alışkanlıklar tarafından ve başka yollarla da görülebilir’ (NE.,
1098 b 2).
Ancak yine de Aristoteles deneyim bilgisinin a priori niteliğe dönüşmesini ilk
ilkelere yakın bir bilgi türü olarak tanımlasa da, bu çok da anlaşılır bir şey değildir.
Bu nedenle İkinci Analitikler 99b 20-36’de ilk ilkelerin keşfine ilişkin tümevarımın
etkin metot olarak tanımlanması, Topikler 101a 25-101b 5’deki diyalektiğin ilk
ilklerin keşfindeki etkin metot olduğunu anlatan pasaja göre daha bulanıktır. Her ne
kadar Topikler (I. 12)’de Aristoteles tümdengelimden hareket ettiği öncüllerden aynı
tür örneklere varan bir diyalektik türü olarak söz etmekteyse de (T., 105a 10-9), onun
“çelişmezlik ilkesine ya da töz, öz ve biçim arasındaki uygun ilişki (Metafizik VII),
ya da ilk hareket ettirici (Fizik VIII) ya da kendinden önce gelenlere dair Metafizik
I’de, De Anima I, Nikomakosa Etik I deki incelemelerine dair yürüttüğü tartışmaları
‘tümdengelimsel’ olarak görmesi” (Burke, 1967: 389) söz konusu olamaz. Bu
argümanların hangi anlamda tümdengelimsel olabileceği açık görünmüyor. Bununla
birlikte, Metafizik VI. kitapta diyalektikle temellendirilen ilk ilkeler olan çelişmezlik
ve üçüncü halin olanaksızlığı ilkeleri açısından bakıldığında ya da “geometrideki
paralel postulatlar gibi tikel bilime özgü olan ilkeler”den bakıldığında, bilimsel
açıklamalar, “bu tümel ilk ilkelerden yola çıkarak tümdengelimsel tasımlar
aracılığıyla teoremleri tanıtlamakta oluşur. Daha sonra bir şekilde her ne kadar
tümellerin asli bilgisine sahip olmasak da, tikellerden tümelleri kavrama ve ilk
ilkelerin bilgisine sahip olma noktasına ulaşırız”330 (Bäck, 1999: 164). Bu açıdan
bilimsel bilginin inşasında diyalektik, gerçekliğe ilişkin yargıları, ilkeleri ile
mantıksal düzlemde ilişkisini olanaklı kılan bir metottur.331 Mantıksallık,
diyalektiğin ilk ilkelerden gerçekliğe ilişkin yargılara uzanan akıl yürütme metodu
olarak uygulanmasının yarattığı uslamlama formundan kaynaklıdır. Ancak burada
diyalektik Aristoteles’in analitiği ya da terimin modern çevirisi ile “biçimsel mantık”
değildir.
330
T. 105a 13-4.
Varsayıldığı gibi, “varlık”a ilişkin bilginin hazırlayıcısı mantık değildir –ki, ‘mantık’ sözcüğü bile
Aristoteles için geçerli değildir. Aristoteles’te varlığın bilgisinin metodu diyalektiktir. Tersine
görüşler de dile gelir; örneğin: Mantık varlığı incelemez, varlığa yönelik incelemenin ön hazırlığıdır
(propadeitike). Mantığın sağlayacağı ön hazırlıktan sonra varlık varolan olarak kavranmaya başlanır.
İlk iş, varlığı varlık yapan ilkelerinin bulunmasıdır (Çotuksöken, 1990: 89).
331
209
Tekil formların algılanışının duyular ile olduğu (OH., 306a 6-17);
gözlemlenen tikellerin soyutlanması aracılığı ile tümellerin kavrandığı, episteme’nin
de bu gözlemlere dayandığı (Pr.A., 46a 17-22) açısından bakıldığında, Aristoteles
sıklıkla tümevarımı deneyim ve gözlemle ilişkilendirir. Bununla birlikte o, bu doğal
metodu kendi halinde bir deneyim bilgisi olarak bırakmayıp, onu bir türden tümelden
tikele doğru ilerleyen ‘mantıksal ya da matematiksel metotla karşıtlaştırır’ (Po.A.,
79a 2-6). Aristoteles bu matematikçi genelleme metodunu Pisagorculara atfediyorsa
da (OH., 293a 20-293b; 297a 2-7), kimi zaman bu matematiksel metodu diyalektik
bir metot olarak da tanımlıyor (Ph., 204b 4) görünmektedir.332 Böylece Aristoteles,
Gökyüzü Üzerine’deki gözlemlere dayalı uslamlamanın diyalektik uslamlamayı
olumsuzlamasını
Fizik’te
dönüştürmüş
görünüyor.
Diyalektiğin
mantıksal
uygulaması, fenomenlerin gözlenmesi ile değil, genel terimlerle ifade edilen
tanımlarla başlar.333 Bu tutum etiğinde insan eylemlerini tanımlara, daha teknik
anlamda, endoksa’lara dayandırarak tanımlamasında (NE., 1145b 2-6) da görülür.
Aristoteles’in çözümlemelerini bir yandan emprik gözlemlere dayandırması, kimi
zaman
ise
diyalektik
uslamlamalara
dayandırması
onun
düşüncelerindeki
fenomenlerin bilinmesine ilişkin farklı entelektüel gelişim süreçleri ile ilgili
olmalıdır. Aristoteles’in bilgi sürecinin kaynağına ilişkin yaklaşımlarındaki bu farklı
hareket noktaları, Platon’un kavram ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi kurma
sürecindeki anımsama kuramı ile matematiksel hipotezler arasındaki belirsiz geliş
gidişler türündedir. Aristoteles’in hareket noktası olarak endoksa ya da empirik olan
arasında bir seçimde bulunması, onun diyalektik metot ya da Demokritosçu bilim
metodu arasındaki seçimine bağlıdır. Aristoteles bir seçimde bulunmaz, bir senteze
gider.334 Diyalektik ile bilim arasındaki karşıtlığın sıklıkla vurgulanmasına, ilk ilkeler
332
Sonsuz matematiksel nesnelerde büyüklüğü olmayan nesnelerin de varolmasının olası olup
olmadığına ilişkin tartışma genel bir tartışmadır. Oysa Aristoteles, duyulur nesneleri araştırdığını ve
bu nesnelerde sonsuz bir büyüklüğün olup olmadığına baktığını söyler. Mantıksal (logikos) kimi
argümanlar ileri sürerek, bunların olmadığını tanıtlamaya çalışıyor (Ph., 204a 34-204b 5).
333
Örneğin Aristoteles Fizik’te ‘nesnelerin sonsuz büyüklüğü’ne ilişkin tartışmayı cismin tanımı olan
‘yüzeyin belirlenmiş sınırı’ tanımı ile çözümler.
334
Onun çalışmalarındaki sentezci görünüm, yine de bir tür bilimsellik oluşturmadığı gibi, onun doğa
bilimleri eserleri tasımsal tanıt teorisinden oldukça uzaktır. Haklı olarak Barnes, “Aristoteles’in
bilimsel tezleri, aksiyomsal yöntemle sunulmamıştır”, der. İkinci Analitikler’in varsaydığı reçeteye
Hayvanların Kısımları ya da Meteoroloji’de sadık kalınmaz. “Bu tezler, aksiyomlar oluşturmamış ve
ardından teoremleri tümdengelime uygun gelişmemiştir; tersine, birbirine bağlı ardışık sorunlara birer
yanıt arama çabasını temsil etmektedirler.” Kısacası “duyurusu gürültüyle yapılan sistem, bunların
sayfalarında görünür değildir.” “Aristoteles’in sistemliliğe ilişkin olarak ara sıra ortaya çıkan
210
konusundaki tartışmalar yol açar. Kimi doğa bilimi çalışmalarında etkin bir metot
görünümündeki emprisizim, ilk ilkelerin keşfinde diyalektik kadar etkindir.
Aristoteles’in çözümlemelerinde diyalektik bir akıl yürütme metodu olarak
açımlanırken, diyalektiğin bir araştırma metodu olarak kullanımı etik, fizik ve
metafizik eserlerinde daha açık hale gelir. Ancak bunun yanı sıra, Topikler’in
tümevarımının İkinci Analitikler ve sonraki doğa bilimi eserlerinde empirik bir metot
olarak işlendiği göz ardı edilemez. Haklı olarak Irwin, Aristoteles’in kendi savlarını
doğrulamak için diyalektik kadar empirik bir metot da kullandığını varsayar. Empirik
metot, bireysel olayların fenomenlerin doğrudan gözlemine dayanır ve tümdengelim
aracılığıyla tümellerden tikelere doğru ilerler. Ona göre Aristoteles, dünyaya ilişkin
deneyimin dünyanın nesnel yapısını yansıttığını varsaymaktadır (Irwin, 2002: 26, 3335). Aristoteles, doğa bilimlerde diyalektikten çok empirik ya da tümdengelimsel
metoda öncelik veriyor gibi görünürken, etik ve politik gibi konularda diyalektiğe
öncelik vermektedir (Irwin, 2002: 23, 30). Her şeyden önce, Aristoteles’in metafizik
bilgiyi dayandırdığı ve diyalektiğin genel ilkesi olan çelişmezlik ilkesini Irwin,
Aristoteles’in duyular aracılığı ile edinilemez bir bilgi olarak gördüğü için onu, bir
türden zorunlu mantıksal bir varsayım olarak almakta olduğunu söyler (Irwin, 2002:
48). Öyleyse Aristoteles’in entelektüel sürecinde ilk ilkeleri tanıtlayacak tek
uslamlama metodu diyalektiktir (Irwin, 2002: 196).
“Aristoteles bilimlerin bilinmeyen ilk ilkeleri nasıl olup da bileceğimizin”
(Smith, 1999a: 62) koşularını soruştururken, onun diyalektiğe biçtiği temel görev
burada açığa çıkar. Diyalektik “gerçek bilimsel bilgiye temel bir ön hazırlık
sağla[maktadır]”; “Diyalektik, temel doğrulukları, onun kadar temeli olmayan
sonuçlar elde etmek için kullanmanın tersine bilginin temellerini keşfetmenin bir
yöntemidir” (Evans, 1994: 26). Özellikle de indüksiyon (epagôgê) ve dedüksiyonu
(sullogismos) diyalektiğin türleri olarak işlerken (T., 105a 10-20) metodun bilimsel
yararlığını netleştirmektedir. Ancak İkinci Analitikler’de ilk ilkelerin tümevarım ile
nasıl kavrandığını anlatırken, Topikler’in diyalektiğin ilk ilkeleri kavrayacak tek
metot olması düşüncesini bulandırır. Her ne kadar Ross (1999:77), Aristoteles’in
“bilimin ilk ilkelerine diyalektikle yaklaşma önerisi hiçbir yerde onlara tümevarımla
düşünceleri çok ciddiye alınmamalıdır: Bunlar, Platoncu bir bilim kavramına yönelik ritüel jestlerdir;
Aristoteles’in kendisine dair temel kanaatlerinin birer kanıtıdırlar” (Barnes, 2002: 61-2).
211
yaklaşma
önerisiyle
ilişkilendirilmez”
dese
de,
Topikler’de
Aristoteles’in
sullogismos’u ve epagôgê’yi diyalektiğe özgü iki akıl yürütme tarzı olarak
belirlemesine dayanarak İkinci Analitikler’in (II. 19) tümevarımı diyalektik ile
ilişkilendirdiğini, burada da ilk ilkelerin bulunuşunun diyalektiğin etkinlik alanında
olduğunu varsaymak olanaklıdır. Hatta, I.1’de sullogismos ve epagôgê ‘bilinen
gerçeklerle bilgi üreten’ uslamlama formu olarak bildiren giriş pasajı, diyalektiğin
endoksa tanımına dayalı olmasından dolayı henüz diyalektikle ilişkilidir. “Diyalektik
bilgiyi değil, fakat ya soruşturma (…) ya kanıt (…) ya da indüksiyon (epogoge)
aracılığıyla üzerinde bilgiye yaklaşabileceğimiz yolu ortaya çıkartır, oysa gerçek ve
ilk bilgi sadece diyalektikten sonra gelen ve kendilerinden bilimin yola çıktığı
ilkeleri inşa eden entelektüel sezgiyi (nous) öne alır335” (Berti, 1978: 365). Buna göre
nous, tümelleri kavrama yetisidir. “O halde ‘nous’ tümel bir noktanın, duyu
algılayışında kavranan şeyin ötesine geçen bir şeyin zihne hazır bir halde
gelebileceği gerçeğinden sorumlu olan bir genelleme kapasitesi ya da yeteneğidir. O
halde tümevarım genel olarak belli bir tümel noktayı tikel durumlara dikkatle
bakmanın sonucu olarak görme yeteneği kazanma sırasında oluşur.” Bu “mekanik
psikoloji”ye göre “duyu algılayışı artı hafıza artı nous eşittir tümel[dir].” Tümeller
tekil kavram olarak görünürken, “ilkeler önerme tarzındadır.” Bununla birlikte
‘çelişmezlik’ gibi ilkelerin duyu ile edinilmesi söz konusu değildir (Bäck, 1999:
165).
Aristoteles’in diyalektiğinin keşif mantığına dönüştürmek demek, varolan
genel kanıları bilimler için bir türden başlangıç önermesi olarak varsaymış olmak
demektir ki, Irwin’in “saf diyalektik” olarak adlandırdığı, diyalektiğin bu
kullanımıdır. Ancak burada diyalektik öncüllerinden daha iyi sonuçlara varır (Irwin,
2001: 38). Bununla birlikte, Aristoteles’in araştırma metodu olarak uyguladığı
diyalektik metodun ulaştığı sonuçlar, öncül olarak alınan genel kanılardan radikal bir
tarzda ayrılabilir ki, Irwin diyalektiğin bilimsel kullanımı olan bu görünümü “güçlü
diyalektik” olarak adlandırır (Irwin, 2002: 350-2, 355, 358). Irwin için Aristoteles’in
güçlü diyalektiği ilk ilkeleri keşfedebilir. Özellikle de Metafizik V. Kitap,
diyalektiğin en etkili olduğu yerdir. Irwin’in burada sorduğu soru önemlidir:
335
Po. A., II, 19.
212
Önceden tanıtlanmamış ise, doğru ilk ilke nasıl bulunacaktır? Irwin, Aristoteles’in
çözümlemelerini takip ederek, çelişmezlik ilkesinin kanıtlarını336 verir (Irwin, 2002:
175). Böylece Irwin, Aristoteles’in kendi felsefesinin ilk ilkelerini diyalektik
aracılığıyla kurduğu sonucuna varır.
İlk ilkelerin diyalektik aracılığı ile kanıtı, buna bağlı olarak da bilimlerin
olanaklı olması, Aristoteles’in Gorgias’ın üçlemesine bir yanıt olarak tamamlanır:
Bir şey vardır, çünkü bilgisi var; bilinebilir, çünkü metot var; aktarılabilir, çünkü dil
var. Dilin olanakları, düşünmenin olanaklarını açığa çıkartır; düşüncenin doğru
oluşturulabilmesinin koşulu, düşünmenin koşullarının bilgisi ile dilin koşullarının
bilgisini, dilin koşullarının bilgisini de varlığın koşullarının bilgisi ile örtüştürmek
gerekmektedir. Bu tanıtlama süreci, Gorgias’ın uslamlamasının çürütülmesidir.
II.4.1.2. Diyalektiğin Genel İlkeleri
Aristoteles’in için diyalektik, belli türden bir bilim dalı olmadığı, bununla
birlikte bütün bilimlere uygulanır bir metot olduğu için, onun genel ilkelerinin
olduğunu varsayar. Eserlerinin bütünü açısından değerlendirildiğinde, diyalektiğin
bu genel ilkeleri çelişmezlik ilkesi ve üçüncü halin olanaksızlığı ilkesi’dir (M., 996b
28, 1005a 19). Topikler’le karşılaştırıldığında Sofistik Çürütmeler diyalektik ve genel
ilkeler arasındaki ilişkiyi daha iyi açıklar (SR., 172a 32-34).
Aristoteles’in “sorgulama sanatı” dediği diyalektik belirli bir konu için belirli
bir bilgi değildir; “bu nedenle de her şeyle ilgilenir” ve “her sanat için belirli genel
ilkeler uygular.” Diyalektiğin bu özelliğinden dolayı ondan herkes, amatörler bile,
pratik tartışmalarda yararlanır (SR., 172a 29-32).337 Uslamlamada ve tartışmada
bulunma olanağını sağlayan “genel ilkelerdir” (ta koina). Akıl yürütmelerde
336
Bilimsel argümandan vazgeçmedikçe bu postulattan vazgeçilmez (176) ve çelişkiye itiraz eden,
çelişkinin kanıtlanmışlığını varsayacaktır (Irwin, 2002: 176, 188, 195).
337
Platon, diyalektiği belli bir yaşın üstündeki filozofların uğraşması gereken bir bilgi alanı olarak
düşünürken, Aristoteles bu elitizmi ortadan kaldırarak, bilmeyi dileyen herkesin diyalektiği
kullanabileceğini varsayar. Ancak her ikisinin de ortak tutumu, diyalektik metodun, sofistlerin adil
olmayan araçlarla tartışmalarda rakipleri karşısında üstün gelmeyi amaçlayan eristik anlamdaki
dejenerasyon formlarından arındırılması çabasıdır.
213
yanlışlıklar olsa bile, genel ilkeler tartışmaya önemli bilimsel bir görünüm katar (SR.,
172a 32-34). Bu nedenle diyalektik araştırmalarda “genel ilkeler”in kullanılışı
zorunlu bir niteliktedir. Bütün araştırmalar bir türden “çürütmeye” bağlı olduğu için,
diyalektikçi tasımsal tanıt (dedüksiyon) aracılığıyla soruşturmalarını sürdürür (SR.,
172a 34-36). Bu soruşturmada “genel ilkeler” çürütmenin ölçütüdür; tasımsal
tanıtlamanın dayandığı ilkelerdir. “Her şey için doğru olan birçok özdeş ilke vardır”
ve “buna bağlı olarak her şey üzerine genel ilkeler ile bir sorgulama yürütmek
olanaklıdır” (SR., 172a 36-b 1). “Sorgulayıcı argümanlar (peirastikoi logoi), yanıt
veren tarafından kabul edilen ve konunun bilgisine sahip olduğunu iddia eden
herhangi bir kimsenin kesin olarak bildiği öncüllerden çıkarılan tartışmalardır.”338
Dolayısıyla burada “diyalektikçinin işinin, genel ilkeler boyunca oluşan ne kadar
düşünme yolu olduğunu,- bir çürütmenin gerçek ya da anlaşılır olduğunu, diyalektik
ya da diyalektik gibi göründüğünü, ya da değerlendirmeye uygun olup olmadığınıanlamak olduğu açıktır” (SR., 170b 8-11). “Evet” ve “hayır” yanıtları arasında
problemin araştırılması işi “sorgulamayı yürütenin”, yani diyalektikçinin işidir.
Diyalektikçi, “genel ilkeleri” uygulayarak soruşturmaları yürütür (SR., 171b 6-7).
Buna göre Aristoteles’in dile getirdiklerinde öne çıkan, diyalektiğin “genel
ilkeler”e dayanarak savları değerlendiren, soruşturan metodik bir eleştiri türü
olduğudur. Genel ilkeler, eleştirinin ve çürütmenin ortak ölçütüdür. Ancak, burada
dikkate alınması gereken, çürütmenin (elenkhos) ‘savların karşıtının öne sürülmesi’
olduğudur. Çürütme savın yükleminin karşıtını dile getirmektir339 (SR., 167a 22);
“verilen sonucun çelişiğini tasımsal tanıt” ile ileri sürmedir (SR., 165a 2, 171a 2).
Çürütme “kesin öncüllerden kaynaklı” bir çelişkidir (SR., 175a 36). “Diyalektikçinin
işi ise genel ilkelerden kaynaklanan ve herhangi bir özel çalışma alanına dahil
olmayan çürütmeleri de incelemektir” (SR., 170b 1). Bir uslamlama ancak
çelişmezlik ilkesi açısından çürütülebilir ya da bir çürütme çelişmezlik ilkesinin
geçerli uygulanması düzeyinde doğru olur. “Mantıkta etkinliğin asıl dayanağı
338
Bunların nasıl olduğu konusunda Aristoteles Topik VIII 5’deki açıklamalara göndermede bulunur.
339
“Çürütme bir ve aynı yüklemin (attribute) aksini iddia etmektir (conradict)- adı değil, ama nesneyi
ve sinonim olmayan ama aynı olanı- ve iddia edilenin aynı bakımdan ve ilişki ve tavır (manner) ve
zaman olarak kanıtlanacak orijinal noktanın hesaba katılmaksızın onaylanan önermelerin
reddedilmesidir” (SR., 167a 22-26).
214
özdeşlik ilkesidir; özdeşlik ilkesi, olumsuz şeklinde çelişme ilkesi olur; çelişme ilkesi
üzerine, saçmayla kanıtlamalar temellenir. Karşıdakiyle tartışan diyalektikçi, hemen
hemen yalnızca çelişme ilkesine dayanır: karşıdakinin görüşünü çürütmek demek,
tezinin apaçık olgularla ya da bir başka tezle çeliştiğini göstermek demektir; çelişen
önermeler ayrı ayrı doğru olmayacağına göre, karşıdaki yanıldığını kabul ederek pes
eder” (Foulqué, 1975: 8). Bundan dolayı, çelişmezlik ilkesine göre, kendisiyle ya da
başka bir önermeyle çelişen ve doğru kabul edilen bir tez, çelişmezlik ilkesine karşıt
olduğu için, çürütülür olduğu anlamına gelmektedir. “Eğer bu çürütme işlemi
sürecini, bir bilmecenin karşılıklı olarak birbirine zıt olan iki olası çözümüne uygular
ve birinden çelişki elde ederken diğerinden elde edilemediğini görürsek, çelişmezlik
ilkesi temelinde karşıtlığa dayalı çözümün yanlış olduğuna inanmayı ve üçüncü halin
olanaksızlığı ilkesi temelinde de çelişmez olanın sadece kendi içinde tutarlı olmakla
kalmayıp aynı zamanda doğru olduğunu düşünmek için iyi bir nedenimiz olur”
(Berti, 1996: 112). Buradan bakıldığında da, varsayılabilir ki, Aristoteles’in
Topikler’in başında söylediği ‘bir sav ileri sürüldüğünde sav ile çelişkiye düşmeden
akıl yürütmelerde bulunma’ olanağını sağlayan metot diyalektiktir; çünkü diyalektik
metot genel ilkelere dayalı bir akıl yürütmeyi içeriğinde taşıdığı için, bir tezin tutarlı
kurulması kadar, aynı zamanda doğruluğunun kesinliğini de sağlamaktadır. Bu da
gösterir ki, diyalektik metot bilimsel uslamlamalara olanak sağlayan bir metottur.
Bütün bilimler bir öncülden hareketle tanıtlama yapmak konusunda ortaktır
ve birbirleriyle ilişkilidir. “Diyalektik ve ortak olanları –örneğin, ‘her şey olumlanır
ya da olumsuzlanır’, ‘eşit olanlardan eşit olanlar çıkartılınca kalanlar eşittir’ gibi
maddeler- tümel olarak tanıtlamaya kalkışan herhangi bir bilim tüm bilimlerle
ilişkilidir” (Po.A., 77a 27-35). Buna göre Aristoteles diyalektik bir uslamlama için
genel ilkelerin kullanılması kadar, genel ilkelerin de tanıtlanması için yeniden
diyalektiğin kullanılması gerektiğini vurgular. Çelişmezlik ilkesi ve üçüncü halin
olanaksızlığı ilkesi (M., 996b 28, 1005a 19) gibi genel ilkelerin kullanımı sadece
çürütme için ve çürütmeden doğan kanıtlama için olanaklıdır; ancak bunların
tanıtlanması olanaksızdır.340 Ancak her durumda diyalektiğin konusu olduğu için,
340
Kuçuradi, “Bir temellendirme metodu olarak dialektik, belirli çeşitten ilk önermeleri (tas arkbas
kai ta koina) temellendirmek için akıl yürütmektir” derken, bu önermelerin özelliğini “kanıtlamalarda
ilk olan önermeler ve kendileri kanıtlanmayacak önermeler” olarak belirler. Bu durumda diyalektiğin
215
bütün bu türden tanıtlamalar ve çürütmeler diyalektiğin bilimsel kullanımının
olanağının altını çizer.
Aristoteles’in İkinci Analitikler’de ortaya koyduğu daha çok, “mantıksal”
argüman denilebilecek bilimsel olmayan argümanların tanıtlanmasının da diyalektik
aracılığı ile yapıldığını göstererek, diyalektiğin bilimsel kullanımını mantıksal
kullanım ile desteklemiş olmaktır. Buradaki örnek, tümel tanıtlamaların tikel
tanıtlamalara göre daha iyi olduğunu gösteren ‘mantıksal’ bir argümandır. “(…)
Öncüller arasında daha önce gelen öncülü bildiğimizde daha sonra geleni bir
anlamda –potansiyel olarak- biliriz”.341 Örneğin, üçgenin iki dik açısı olduğu
bilindiğinde, ikizkenarın da iki dik açısı olduğu “potansiyel olarak bilinir” (Po.A.,
86a 22-30). Buradaki örnekleme logoi ile ilişkili argümanlar anlamına gelmektedir;
söz konusu olan uslamlamanın kavramlar ya da kavram ilişkileri ile yürütülüyor
olmasıdır. Ya da, I.32’de söz edildiği gibi, bütün çıkarımların aynı ilkelere sahip
olması olanaklı olmayışının “mantıksal” argümanlar aracılığı ile tanıtlanır. Buradaki
tanıtlama diyalektik bir tanıtlamadır342 ve yapılan kavramının kendisiyle ilişkili
argümanlar aracılığı ile bir tanıtlama yapılmaktadır (Po.A., 88a 36-88b 8).
Tanımlamanın gücü kanıtlama türünden değildir. Bir şey tanım yoluyla iddia
edildiğinde, bu bir tanıtlama değildir, “fakat şeyin ne olduğuna ilişkin diyalektik bir
tasımsal tanıttır” (Po.A., 93a 14-15). Bu da kavrama dayalı bir uslamlamadır. Bütün
bu açılamalarda dile gelene göre, “mantıksal” argüman sadece kavramlara dayanan
argümandır. Ancak algılara ya da şeylere ilişkin tanıtlamalarda kavramın içinde
kalan bir tanıtlama ideal bir bakış açısı olmayabilir; örneğin fiziksel durumların
ilk ilkeleri “ya birer ‘tanım’ ya da birer ‘hipotez’dir; yani bir şeyin ne olduğu veya nasıl olduğu
konusunda kabullerdir”, der. “Çünkü “bütün bilimler ortak olanlar (ta koina) bakımından (ve ortak
olanlar derken, kanıtlananları ve hakkında bir kanıtlamanın yapıldığı şeyleri değil, bir kanıtlama
yapmak için kullanılanları kastediyorum) birbiriyle ilgilidir; dialektik ise hepsi ile ilgilidir; [Analytika
Post., 77a 29] dialektik işte bu ortak olanları temellendirme yoludur” (Kuçuradi, 1997: 98-99). Oysa
Kuçuradi’nin tanımladığı bütün bilimler için geçerli olan ilk ilkeler değil, ancak diyalektiğin öncül
önermesi olan endoksa’nın tanımıdır.
341
Bir majör ve bir minör değil, fakat takip eden çizgide iki öncülden söz ediliyor.
342
Tüm tasımsal tanıtların aynı ilkeleri olması olanaksızdır. 1- Tasımlardan bazıları doğru, bazıları
yanlış. Birinci kanıt: a- Yanlış öncüllerden doğru bir sonuç çıkartılabilse de bu bir kez olabilir.
Örneğin, A’nın C’ye yüklenmesi doğru, orta terim olan B yanlış ise: ne A B’de, ne de B C’de
bulunuyor. Bu duurmda öncülleri tanıtlamak üzere orta terimler alınırsa onlar da yanlış olacaklar.
Nitekim yanlış öncüllerden çıkan her öncül yanlış, doğru öncüllerden çıkan sonuçlar doğru, yanlış ve
doğru da ayrımlı. İkinci kanıt: b- Üstelik yanlış sonuçlar da aynı öncülden çıkmaz. Birbirine karşıt ve
aynı anda olmaları olanaksız yanlışlar da var; örneğin adaletin adaletsizlik veya korkaklık olması,
insanın at veya öküz olması, eşit olanın daha büyük ya da daha küçük olması (Po.A., 88a 18-35).
216
açıklanmasında. Ancak kavramsal durumlar ya da kavramın içinde kalan
uslamlamalar açısından geçerli etkili bir metot olabilir. Özellikle de kavarama dayalı
tanımlamaların geçerliliğinin denetlenmesinde; örneğin ‘karşıtların biliminin aynı
olup olmadığı’na ilişkin Topikler’deki tartışmalarda olduğu gibi. Kavramlara dayalı
uslamlama ve tanıtlama bilimsel olmasa da, diyalektiğin bilimsel kullanımını
içeriklendirmektedir. Burada diyalektik, “belirli çeşitten ilk önermeleri (tas arkbas
kai ta koina) temellendirmek için” yapılan bir akıl yürütmektir. Bu ilk önermeler ya
birer “tanım” ya da birer “hipotez”dir (Kuçuradi, 1997: 98); yani bir şeyin ne olduğu
veya nasıl olduğu konusunda kabullerdir.
II.5.
Diyalektiğin
Araştırma
Metodundaki
İşlevi:
Mantıksal
Soruşturma
Aristoteles, Topikler I’in ilk paragrafında diyalektiğin, ‘bir argüman öne
sürüldüğünde bu argümana karşıt olacak herhangi bir şey söylemekten kaçınmayı
sağlayan’ bir metot olduğunu açıklarken, diyalektiği çelişkili önermeler içinde
ilerleyen bir akıl yürütme metodu olarak konumlandırmış olmaktadır. Aristoteles
Topikler’de terimi kullanmak için, onun tanım ve nesnesinin ‘karşıt yüklem’
(antikategoreisthai) ile birlikte tanımlanması gerektiğini dile getirirken (T., 10b 815), özün ancak karşıtlar arasından geçen bir uslamlama aracılığı ile görülebileceğini
duyumsatır. Buna ek olarak, diyalektik sorunun çelişkiyi sorması, ilk ilkelerin
aranmasında çelişkilerden soyutlanma süreci Aristoteles’in diyalektik teorisini,
diyalektiğin çelişkiler arasından geçen bir araştırma ve düşünme metodu oluşunu
içermektedir. Aristoteles’in diyalektik teorisinin özü de burada açığa çıkar: Karşıtları
çelişmezlik ilkesine indirgeyerek aşmak. Bu da diyalektiğe tam olarak mantıksal bir
uygulama kazandırıldığı anlamına gelir. Kavramlara dayalı uslamlama, Aristoteles’in
bütün bir felsefi uslamlamasının ruhunu oluşturur. Kavramdan kavrama geçme
olarak sullogismos teorisi, mantıksal olanın formunu formülleştirirken, diyalektiğin
endoksa olarak adlandırılan yine serbest bir alanı vardır. Burada kavramların
tutuculuğu yerine, eleştirel aklın çelişkiler arasından geçen hareketi vardır. Ancak
yine de Aristoteles diyalektiği Platon’un anladığı anlamda özgür düşünmenin metodu
olarak geliştirmez. Onu sullogismos (tasımsal tanıt) formunun baskısı altına alır.
217
‘Diyalektik ile bilim arasındaki bağlantı’ Aristoteles’in problemi iken,
‘diyalektik ile mantık arasındaki bağlantı’ problemi daha modern yorumcuların
problemidir. Ancak bu problemin tarihsel malzemesini Aristoteles’in çalışmaları
sağladığı gibi, Evans’ın da anımsattığı gibi, diyalektik ile analitik arasındaki ayrım
“daha sonraki filozoflar arasında diyalektiğin itibarını biçimlendirir” (Evans, 1994:
26). Gerçekte Organon, çok eski bir tartışma olan mantığın felsefenin bir bölümü mü
olduğu (Stoacı söylemde olduğu gibi) yoksa sadece felsefe tarafından kullanılan bir
araç mı olduğu (Peripatetik düşüncede olduğu gibi) tartışmasını yansıtır. Topikler ile
Analitikler arasında sıklıkla göndermeler olmasına karşın, Aristoteles bir ‘araç olarak
mantık’ terimini hiç kullanmaz. Buna rağmen Birinci Analitikler’in sullogismos
teorisi, akıl yürütmelerin ve buna bağlı olarak da yargının geçerli koşullarının
bilgisini sağlamakla mantık düşüncesini oluşturur. Aristoteles Yorum Üzerine’de
yargı ve cümlenin formu hakkındaki anlam teorisini tartışırken, Birinci Analitikler
tasımsal tanıt teorisi ile düşüncenin geçerlilik koşullarının bilgisini formülleştirir.
İkinci Analitikler tasımsal tanıtı bilimsel bilgiyi kapsayan özel durumlara uygular.
Bilimsel bilgiyi geleneksel bir şekilde aksiyomlara dayanan bir şekilde sergiler.
Sistemin aksiyomları, cisimlerin nasıl oldukları ve önemlerini gösterecek şekilde
kurulur. İnceleme de sonucun doğruluğu üzerinden çıkarım yapar. Bununla birlikte
diyalektik de sullogsmos formunda bir uslamlama olarak betimlenmekle, diğer
yandan kavramsal bir uslamlama olarak çözümlenmekle gerçekte diyalektiğin
mantıksal bir yapı olarak algılandığı gösterilir. Bununla birlikte Aristoteles’in
“diyalektik ile mantığı özdeşleştirmediği doğrudur” (Seaton, 1914: 115). Sokrates ve
Platon’da olduğu gibi, Aristoteles’in teorisinde de “mantık ve diyalektik arasında
hiçbir ayrım yoktur. (…) Ancak onun uygulamasında konular biraz farklıdır.
Aristoteles’in akıl yürütme ve tartışma teorisinin bir bölümü, onun tümdengelim
açıklamasıydı. (Grekçe syllogismos’u tasım, tümdengelim olarak çeviriyor). O,
syllogism teorisi olarak bilinen kesin sınırlı bir tümdengelim biçiminin, gerçek
yaşamdaki tartışmanın, kanıt getirmenin, çok daha yaygın verilerine ideal bir model
sağladığı görüşüne vardı” (Evans, 1994: 26).
Platon’un ve Aristoteles’in diyalektik egzersizlerindeki temel özellik, soranın
yanlışlayacağı ya da yanıtlayanın savunacağı bir varsayımın başlangıca alınmasıdır.
218
Diyalektik bir tartışmada soranın amacı, bütün araçlarla rakibin düşüncesini
çürütmek olarak görünürken, yanıtlayanın amacı bu saldırıda etkilenmemektir.
Bununla birlikte diyalektik tartışmalar salt bir yarışma amaçlı değil, “sorgulama ve
incelemenin ruhu” içinde bunu yapar. Henüz yanıtlayanın neyi amaçlaması gerektiği
ve onun pozisyonun doğru ya da yanlış savunması için ne türden şeyleri kabul etmesi
ya da etmemesi gerektiği hakkında açık bir şekilde ifade etmenin kuralları yok.” Bu
nedenle Aristoteles de “diğerleri tarafından bize miras bırakılmış bir gelenek
olmadığına göre, kendimiz için bu sorun hakkında bir şeyler söylemeyi deneyelim”
diyerek yanıtlayanın bağlı olması gerektiği kuralları listeler (T., 159a 25-38). Böylesi
bir egzersizde Aristoteles’in bir tasımsal tanıt öğretisi oluşturması doğaldır.343 Bu
İkinci Analitikler’de daha açık kılınır. Bu nedenle “diyalektik bir tasımsal tanıt
yapmak için” sullogismos’un olası önermelerden (endoksa) oluşup oluşmadığına
bakmalıdır. “(…) Orta terimi gerçekten var değilse, ancak onun olduğu
düşünülüyorsa, bu terimle yapılan tasımsal tanıt (sullogismos) diyalektik bir tasımsal
tanıttır” (Po.A., 81b 18-25). Bu açıdan bakıldığında, Aristoteles’in ‘bütün
soruşturmalarımızda orta terim aranır’ ifadesi (Po.A., 90a 34-35) bilimsel bilgide
diyalektiğin geçerli bir metot olmadığını ortaya koyar. Çünkü ‘orta terim’ teorisi,
“bilimsel araştırmada bir kimsenin ispatlanacak bir önermeyle işe başladığı, sonra da
bir orta terime ilişkin bir çift öncül aradığı bununla da o önermeyi ispata giriştiğini
ima eder” (James Duerlinger, 1969: 321). Ama burada daha köklü bir sonuca
varılabilir. Aristoteles’in belirlemesine bağlı kalınarak, şu soru sorulabilir: Her ne
kadar diyalektik bir sav oluştururken ‘orta terim’i bir terim olarak varsaymasa da,
diyalektik, bir soruşturmada karşı savın orta terimini sorgulama olanağına sahip
midir değil midir? Eğer karşı savın eleştirilmesi onun orta terimleri üzerinden
yapılabilirse, bu durumda Aristoteles’in diyalektiğinin ‘orta terim’i içermediği
varsayımı zayıflar. Oysa diyalektiğin bilimsel kullanımı, karşıt savın orta terimlerinin
geçerliliğini sorgulamada görülür. Diyalektiğin mantıksal kullanımını, çelişmezlik
ilkesine dayanarak akıl yürütmek olduğu varsayıldığında, diyalektiğin bilimsel
343
“Bir önermeyi destekleyecek bir dizi öncül ortaya koymak, soranın işi rakibini verilmiş bir
önermeyi desteklemeye yahut çürütmeye razı olmaya sevk etmektir. Diyalektikte hüner büyük ölçüde
bir kimsenin tartışılan bir önermeden yana ya da ona karşı önermeler oluşturması ya da onlardan
sakınması yeteneğidir. Aristoteles’in hem Topikler’i hem de İkinci Analitikler’i aklında şöyle bir
düşünce tutarak yazılmıştır: Diyalektik ve ispatlayıcı tasımların (demonstrative syllogism) içinde
oluştuğu durum bir önermenin önceden verildiği durumdur ve filozofun önündeki ilk soru önermeyi
desteklemenin yahut çürütmenin nasıl olacağıdır” (James Duerlinger, 1969: 321
219
kullanımı, karşıt savın orta teriminin çelişmezlik ilkesine göre çürütülmesi ya da
doğrulanmasıdır.
Bu uygulamayı Aristoteles bütün araştırmalarında gerçekleştirir. Savları
çelişik olana indirgeme (endoksa’ların aporia oluşunu tanıtlama); çelişik olanı
değilleme (Aristoteles’in aporia’ları kendi terimlerinin karşıtına indirgemesi) ya da
çoğunlukla çelişik olanın sentezi (aporia’ları kendi terimleri içinde eritmesi) ve son
olarak sentezin tanıtlanması (geçerliliğin mantıksal onayı) şeklinde ilerler. Bu
nedenle onun araştırmaları, kendi tanımına uygun olarak diyalektik bir uslamlamadır,
savları diyalektik bir tanıtlamadır. Bu yaklaşımlar geçerli ise, Aristoteles’in fizik,
metafizik ve etik problemlere ilişkin çalışmalarının kurgusunu bu formül çevresinde
görmek gerekmektedir. Bu, Platon’un diyalektiğinin felsefi uslamlamadaki işlevi
üzerinden Sokrates’in kavram diyalektiğine bir türden geri dönüştür.
II.5.1. Sullogismos ve Dialektikos Sullogismos Bağı
Aristoteles Topikler’de bilimsel bir metot arayışını diyalektiğin çözümlemesi
aracılığıyla açımlar. Ancak diyalektiği tasımsal tanıt formu (sullogismos) ile
ilişkilendirmesi sayesinde diyalektik problemi, bütün felsefesinde, mantıksal bir
metot sorununa dönüşür.
Aristoteles uslamlama tarzlarının ‘tasımsal tanıtlama’ (sullogismos) formunda
olduğunu düşündüğü için, hiçbir ikna edici açıklama yapmadan ‘diyalektik’i bir
‘tasımsal tanıtlı diyalektik’ (dialektikos sullogismos) olarak adlandırır. Sonra da,
‘tasımsal tanıtlı diyalektik’ ya da ‘diyalektik uslamlama’yı anlamak için ‘tasımsal
tanıt’ (sullogismos)’tan hareketle diyalektiğe yaklaşır. Aristoteles sullogismos’tan
‘kendinde taşıdığından zorunlu olarak bir sonuç oluşturma’ tarzındaki bir uslamlama
formu olarak söz eder (T., 100a 25-26). Buna göre tasımsal tanıtlama, bir türden akıl
yürütmedir. Platon’un diyalektiği öncül alındığında, Aristoteles’in tasımsal tanıtı
tıpkı İdea’dan tek tekleri türeten diyalektik süreç gibi işlemektedir. Yapısal olarak bu
benzerlik kurulabilirse de, biçim açısından çok önemli ayrımlar ve yenilikler vardır.
Aristoteles’in problemi, Platon’un diyalektiğinin bir uslamlama formu olarak
220
sadeleştirilip sadeleştirilmeyeceğidir. Aristoteles’in felsefi gelişiminin içinde
diyalektik hakkındaki terimlerin içeriklendirilmesi değişmesine rağmen, değişmeyen
nitelik diyalektiğin kavramdan kavrama geçen bir akıl yürütme formu olmasıdır. Bu
da, Aristoteles’in ‘tasımsal tanıt’ teorisini diyalektik hakkındaki düşünceyle birlikte
işlemesine yol açmıştır. Topikler’deki tasımsal tanıt (sullogismos) kavramının
içeriklendirmesini yaparken Platon’un, Sokratik anlamdaki diyalektiğine, yani
tanımdan ya da kavramdan hareketle bir başka yargı oluşturma olarak diyalektik
uygulamaya bağlıdır. Kavramlar arası tutarlı bağlantı kurma açısından bakıldığında,
Aristoteles’in tasımsal tanıt öğretisinin gerisinde Platon’un bölme metoduna dayalı
kavram diyalektiğinin bulunduğunu varsaymak olanaklıdır. Platon, tanımlama ve
sınıflandırma aracılığı ile kavramlar arası ilişkiyi diyaloglar içinde kurgularken,
Aristoteles, uslamlamanın tutarlılığını ve geçerliliğini tasımsal tanıtın formel kurgusu
aracılığı ile yapar. Tasımsal tanıt teorisinin kuralları Aristoteles’in bir “başarısı”
olarak adlandırılır. Ancak bu “başarı”nın gerisindeki Akademianın kavramsal
düşünmenin ve tartışmanın formlarına ilişkin birikimi göz ardı edilemez.
Tredennic, Thaitetos, Parmenides, Sofist ve Devlet gibi diyaloglardaki
argümanlar aracılığı ile Aristoteles’in mantık çalışmalarını “Akademinin diyalektiği
aracılığı ile olması”nı güçlü bir “tahmin” olarak görse de, yine de bunları mantığın
“formel yanı üzerindeki gelişmenin varsayımı için küçük bir zemin” olarak görür.
Bununla birlikte Aristoteles’in Platon’un tanım pratiği ile ilgilendiğini ve bunu
Birinci Analitikler (46a 31)’de “zayıf tasımın bir türü” olarak tanımladığını söyler
(Tredennic, 2002: 182). “Aristoteles’in tasım anlayışı Platon’dan miras aldığı felsefi
inceleme anlayışına bağlıdır. Platon’un Akademia’sında şu çeşit formel yahut yarı
formel tartışmaların yer aldığında inanmak için iyi nedenler vardır: Bir öğrenci bir
önerme ileri sürer, ikinci de birincisini bir dizi soruyla cevaplarında ilk önermelerin
ret edilişini zorunlu kılacak diğer önermelere sevk ederek bunları kabul etmeye
zorlar. Arisoteles’in Topikler’inin tam da bu çeşit sözel alış verişin strateji kurallarını
ortaya koymak için bir girişim olduğu genellikle kabul edilir” (Duerlinger, 1969:
320).
221
Genel kabullere göre Aristoteles analitik bir düşünürdür. Ancak bu belirleme
doğru olsa da, onun analitiği en az iki noktada diyalektiğe bağlıdır: (1) Aristoteles’in
düşüncesinin
gelişim
sürecinde
analitik,
diyalektiğe
ilişkin
tartışmaların
uzantısıdır.344 Bu açıdan bakıldığında Aristoteles diyalektiğin karşısına analitiği
çıkartırken,345 analitiğin terminolojik hazırlığını diyalektiğe ilişkin tartışmalar sağlar.
Bu nedenle Aristoteles in m ntığının bir yan nı analitik oluştururken, diğer yanını
diyalektik oluşturur. (2) Tikel ile tümel arasındaki bağı Platon diyalektik ile
sağarken, Aristoteles epogoge ve sullogismos teorileri aracılığı ile sağlar. Bu
kavramlar Topikler’de diyalektiğin türleri olarak belirlenirken, gerçekte kavramların
gerisinde Platon’un diyalektiğinin bölme metodu vardır. Ancak Aristoteles bu
terimleri bağımsız uslamlama formları olarak açıklayarak bugün bilinen “mantık”
alanının terimlerine dönüştürür. Bu açıdan bakıldığında da Aristoteles’in diyalektiği
Platon’un diyalektiğinden kopukken, Aristoteles’in mantığı Platon’cu diyalektiğin
terminolojik hazırlığı üzerinde yükselir.
II.6.
Mantıksal
ile
Fiziksel
Olanın
Karşıtlığı
ya
da
Doğa
Bilimlerinde Diyalektik
Topikler’de (105a 30-105b 20) önermelerin seçimi konusunda dile
getirilenler değerlendirildiğinde, Aristoteles’in diyalektik önermeler ve bilimsel
araştırmanın başlangıcı ya da hazırlıkları konusunda konuştuğu varsayılabilir. Ancak
söyledikleri içinde önemli olan bir başka belirleme de, önermelerin problem
alanlarının ayrımıdır. Buna göre problemler: (1) ahlak önermeleri (“Eğer aralarında
anlaşmazlık varsa ana babalara mı yoksa yasalara mı uymalıdır?”), (2) doğa
bilimi/fizik önermeleri (“Evren öncesiz ve sonrasız mıdır yoksa değil midir?”), (3)
mantık önermeleri (“Karşıtlıkların bilgisi/bilimi aynı mıdır, yoksa değil midir?”)
olarak ayrışmaktadır (T., 105b 15-20). Bu önermelerin doğası hakkında
344
Burke, Ernest Kapp’ın Greek Foundations of Traditional Logic’deki tartışmalarına dayanarak,
Aristoteles’in mantık kavramının gelişmesinin sofistlerin diyalektik egzersizlerinden ve Platon’un
diyaloglarından kaynaklandığını bildirir. Kapp’ın sonucu: “Aristoteles’in tasım düşüncesi gibi, onun
tümevarım düşüncesi de diyalektik pratikten sağlanmıştır” (Burke, 1967: 395).
345
Burada önemli soru, Aristoteles’in Platon’un diyalektiği yerine neden tasımı getirdiği değil,
Aristoteles’in diyalektik uslamlamasının farklı bilimlerden neden ayrılmadığıdır. Yanıt,
Topikler’dedir. Dikkatli okunduğunda yanıt ihmal edilmiş o metindedir (McKinney 1983:186).
222
söylenebilecek şey, konuların özleri tanım aracılığıyla dile getirilmelerinin kolay
olmadığıdır; yani olgunun kendisi ile salt kavramsal olarak değil, bununla birlikte
aynı zamanda pratik olarak karşılaşmalıdır. Aristoteles ‘felsefe şeyleri hakikatine
göre ele alır, diyalektik ise kanılara göre’ derken, bu diyalektiği bilimsel
uslamlamanın dışında tuttuğu anlamına gelmemektedir. Tersine, devam eden
cümlede, önermelerin ‘kavramdan başka bir kavrama gidebilecek’ ve ‘sonuna kadar
bölünebilecek’ şekilde seçilmesi gerektiği hakkındaki belirlemede (T., 105b 30-35),
diyalektiğin mantıksal bir uslamlama olarak bilimsel araştırmanın içinde yer aldığı
vurgusu oldukça güçlüdür; çünkü sözü edilen uygulama, diyalektiğin uygulamasıdır.
Öyleyse bundan sonra sorun “düşüncede (dianoia), bilimde (episteme), sanatta
(tehne), sağduyuda/felsefi kavrayışta (phronesis) ve bilgelikte (sofia)346 nasıl
düşünmek gerektiğine bakmak, kısmen fiziğin, kısmen de etiğin” işidir (Po.A., 89b
6-9). İnsan doğaya ve ahlaka dair bir bilgiyi edinebilecek yetenektedir (Dia, 31, 32).
Aristoteles bu yeteneği kavramsal düşünme olarak uygular. Bu nedenle Aristoteles
açısından düşünme, düşünme nesnesine kavramla bakmaktır.347 Onun fizik ile ilgili
çözümlemeleri bütünüyle kavramsal akıl yürütmedir.
Aristoteles’in fizik eserlerinde de, tıpkı Organon ve Retorik’te olduğu gibi
diyalektik ile bilimin uslamlama formları arasında bir karşıtlaşma söz konusudur.
Ancak buradaki karşıtlık bilim ile diyalektik arsındaki bir karşıtlık olarak
yorumlanamaz. Yeni bir karşıtlığa tanık olmak olasıdır: Bu ‘mantıksal yöntem’ ya da
mantıksal bakış ile fiziksel olanın bilgisi arasındaki karşıtlıktır. Fizik’in nesnesi
gerçeklik olsa da, gerçekliğe ilişkin uslamlamanın hareket noktası duyular değil,
tanımlanmış kavramlardır; bu nedenle Fizik mantıksal bakış açısı ile yazılmış bir
eserdir. “Mantıksal (logike) bir güçlük” adıyla iş yapar. Her ne kadar Aristoteles
burada “etki-edilgi”, “neden-sonuç” gibi fizikin kavramlarını kullansa da,
346
διάυοια (dianoia) tutarlı düşünme için geniş kapsamlı bir terimdir; νοΰς (nous) kanıtlanamazın
kavranışıdır; (OS, III. 4-7) έπιστημη (episteme) bilimsel gerçeğin mantıksal keşfidir; τέχνη (tehne)
düşüncenin üretimdeki uygulanmasıdır; φρόνησις (phronesis) ahlaki değerlerin kavranışıdır; ςοφία
(sofia) yüksek düzeydeki gerçekliğin çalışmasıdır. Son beş tartışma NE., 6. 3-7’dedir.
347
“Aklın etkinliği düşünmektir ve düşünme, düşüncenin nesnelerine bakmaktır; görme yetisinin
etkinliğinde olduğu gibi, düşünmenin nesnesine bakmadır” (Dia, B 24).
223
kavramların aralarındaki ilişki mantıksaldır (Ph., 202a 22). Analatikler’de olduğu
gibi Fizik’te de logos ya da “kavram”, “mantıksal” olanı dile getirmektedir.348
Fizik’te olduğu gibi Gökyüzü Üzerine’de de mantıksal bir bakış açısı ile
problemlerin kavramsallaştırıldığına tanık olmak olanaklıdır. Aristoteles kozmosun
ötesinde yer olmadığı için sınırsız cisim diye bir şeyin de olamayacağını gösterdikten
sonra “daha mantıksal”, “akla daha uygun” (logikoteron) dediği bir argüman ekler:
“Benzer parçalı olarak sayılan sonsuzun (apeiron) dairesel devinmesi olanaksız.
Çünkü sonsuzun ortası yok ve dairesel devinimi demek ortanın çevresinde devinmek
demektir. Ne de sonsuz olanın düz çizgi biçiminde yer değiştirmesi olanaklıdır.
Çünkü onun doğası gereği ortaya doğru devineceği sonsuz büyüklükte bir yere, eşit
biçimde, doğaya aykırı olarak ortaya doğru devineceği başka bir yere gerek
duyacaktır” (OH, 275b 12-18). Aristoteles’in geometrik uzay tasarımına göre sınırsız
bir madde kendi kendisini bir daire içinde hareket ettiremez, çünkü bir merkezi
yoktur. Bunun gibi kendini düz bir çizgi içinde de hareket ettiremez, çünkü kendi
hareketinin hedefi olabilmek için bizzat kendisi gibi sonsuz başka bir yerin daha
olması gerekirdi. Aristoteles’in buradaki tasarımında ‘sonsuz’ ve ‘hareket’
kavramları aracılığıyla dile getirdiği, fiziksel olanın olanaksızlığını mantıksal olarak
kurgulayabilmektedir. Akıl yürütmedeki tema, yine fiziksel olanın kavramsal olan ile
karşıtlığıdır.
Mantıksal olanın fiziksel olana ya da diyalektik metodun doğa bilimleri
metoduna karşıtlığı, benzer bir şekilde, Oluş ve Bozuluş Üstüne’de de bulunur.
“Kabul edilen gerçeklerin geniş bir görünümünü edinme gücümüzü deneyim
yoksunluğu azaltır. Bundan dolayı doğa ve onun fenomenleri ile yakın bir ilişkide
bulunanlar tutarlı ve geniş gelişmeye olanak vermek gibi daha çok ilke ileri
sürebilirler. Gerçekleri gayri ciddi kılan soyut tartışmalara bağlı olanlar bir kaç
gözlemin temelinde dogmatize etmeye hazırdırlar. Bizden önce konunun ele alınış
biçimi incelemenin bilimsel ve diyalektik metodu arasındaki farkın ne kadar büyük
olduğunu sunacaktır. Oysa bir okul birden çok üçgenin olacağından dolayı bölünmez
büyüklüklerin olması gerektiğini tartışır. Demokritos konuya uygun argümanlar ile
348
Terimin kullanımındaki anlama ilişkin hatırlatma Berti’ye (1996: 117) aittir.
224
ikna edilebilecek görünüyor” (GC., 316 5-13). Aristoteles, atomik büyüklüklerin
varlığı konusundaki tartışmalar aracılığı ile rakip okulların incelemelerinin fiziksel
(phusikos) ve mantıksal (logikos) soruşturma yöntemi olarak ayrı oldukları kadar,
sonuçlarının da birbirinden farklı olduğunu göstermeye çalışır. Demokritos’un okulu
fiziksel bir bakış aracılığı ile incelemelerde bulunurken, Platon’un okulu mantıksal
sorgulama yoluyla tartışarak incelemelerini yürütmektedir.
Burada şaşırtıcı olan, Aristoteles’in bir yandan Platon’un mantıksal ilgisi
düzeyinde
logoi
ile
ilgilenirken,
diğer
fizik
eserlerinde
Presokratiklerin
materyalizmine yakın olmasıdır.349 Burada diyalektik metodu, doğa bilimleri
incelemelerinio karşısına koymaktadır. Kavramsal akıl yürütmeler (logikos),
Platon’un temsil ettiği geleneğe uygun olarak, soyut kavramlar ve kavram bilgisinin
genellemelerinden oluşur. Bunun karşısında fiziksel akıl yürütmeler (phusikos)
gerçekliğe bağlı düşünmedir. Aristoteles mantıksal bakış ve fiziksel bakış arasında
kurduğu karşıtlığa rağmen, hiçbir bakış tarzını daha fazla yüceltmez. Ancak, yine de
onun fiziksel bakışı eksiksiz bir bilimciliği içermediği varsayımından hareketle, daha
çok mantıksal çözümlemeler düzeyinde kalmaktadır. “Araştırmamızı (skepsis) öyle
bir yolda yönlendirmeye çabalamalıyız ki, sadece onunla (1) ‘yer nedir’ gibi
güçlükleri (aporoumena) çözmek için değil, aynı zamanda (2) ‘yere’ ait niteliklerin
gerçek olarak onda bulunduğunu ve (3) araştırma hakkındaki güçlüklerin ve
sıkıntıların nedenini de açık kılabilmelidir. Bu yolla her bir nokta en iyi bir şekilde
kanıtlanacaktır” (Ph., 211a 6-11; benzeri yaklaşım; NE., 1145b 6-7 ).
Burada açıklıkla görülebileceği gibi, Aristoteles üç moment aracılığı ile
diyalektiğin bilimsel kullanımını içeren bir soruşturma metodu önermektedir. Bu
metot: (1) Yerin özü ile ilgili güçlüklerin (aporia) çözümü için, en az iki karşıt
hipotez arasından geçen bir çözümleme yapmaktadır. (2) Yere ilişkin asli nitelikler
ile ona gelişigüzel nitelikler yükleyen hipotezlerin çözümlenmesi aracılığıyla,
konuya uygun teoriyi göstermektedir. (3) Araştırmadaki güçlüklerin neler olduklarını
ve bunların nedenlerinin neler olduklarını açığa çıkartmayı içermektedir.
Aristoteles’in burada dile getirdikleri, açıktır ki, Topikler’de varsayılan diyalektik
349
Gerçekte Aristoteles Presokratik düşünceyi bir felsefe tarihi geleneği olarak takip eder. Onun
Metafizik ve Fizik eserleri kendinden önceki düşünceye göndermeler ile doludur (Barnes, 1998: 25).
225
metodun bilimsel kullanımına uygundur. Platon’un diyaloglarında uyguladığı
diyalektiğe uygun olarak, Aristoteles’in diyalektik uygulaması: savın karşıtı olan
hipotezlerin sonuçlarını geliştirerek onlardan birisinin çelişik olduğunu tanıtlayarak
çürütürken diğerini sav olarak kabul etmektir. Bu, Aristoteles’in, fizik hakkındaki
teoriler
ile
hesaplaşırken,
etkin
olarak
kullandığı
uslamlamanın
içeriğini
oluşturmaktadır. Bu varsayıma dayanarak, diyalektiği Aristoteles’in araştırma
mantığı olarak adlandırmak olanaklıdır.
Benzeri bir tarzda uslamlamayı Gökyüzü Üzerine I.10’daki “evren doğumu”
üzerine olan tartışmada sergiler. Aristoteles’in sorusu ve çözümleme için varsaydığı
işlem sırası: “(…) Gökyüzü meydana gelmiş mi ya da gelmemiş mi, yok olmaz mı ya
da yok olur mu? Diğer düşünürlerin teorilerinin görüşü ile başlayalım; çünkü bir
teorinin kanıtı karşıt teorinin güçlüğüdür. Ayrıca, rakiplerimizin itirazlarına kulak
verenler oldukça güvenilir iddialarda bulunabilecektir. Hatalı yargı ile itiraza daha az
açık olacağız. Hakikat olana uygun kararı vermek için tartışmanın bir tarafı yerine bir
hakem olması zorunludur” (OH., 279b 5-12). Aristoteles’in bu pasajındaki aporia,
“evrenin oluşumu”na ilişkin birbirine karşıt hipotezler tarafından oluşturulur. Buna
göre Evrenin meydana geldiğini savunanlardan kimileri onun ‘sonsuz’, kimileri ‘yok
olduğunu’, kimilerin ise ‘sürekli bir devinim’ olduğunu varsaymaktadır (OH., 279b
12-15). Aristoteles bütün savları dikkate aldıktan sonra, onların çelişkilerini
tanıtlayıp çürütür ve kendi savının geçerliliğini tanıtlamış olur.
Aristoteles’in burada geliştirdiği metodik uygulama, Topik VIII 3-6’da
diyalektik ‘tartışmanın kuralları’ ve ‘yanıt formları’na oldukça uygundur.
Aristoteles’in fizik kitaplarındaki metodik uygulama, diyalektik bir tartışmaya ait
durumlardır. Başka bir açıdan, Aristoteles fizik problemlerin çözümüne ilişkin akıl
yürütmelerini kendi tasarımı olan endoksa kavramına uygun olarak yapmaktadır.
Endoksa’ları mevcut araştırmalar ve bilgi birikimi oluşturduğuna göre, Aristoteles
araştırmalarında mevcut bilgiyi ya kendi öncülüne almaktadır ya da çelişiği olarak
belirlemektedir. Bu varsayımdan hareketle söylenebilir ki, Aristoteles’in akıl
yürütmeleri kendi diyalektik tanımına uygun olarak diyalektiktir. Aristoteles
226
diyalektiği endoksa’ları öncül almasından dolayı kesin bilgiyi edinmede eksik bulsa
da, bilimsel araştırmalarında mantıksal uslamlama modeli olarak kullanmaktadır.350
Aristoteles’in bütün düşünsel gelişimi boyunca diyalektiğe ilişkin belli türden
bir tanımı ya da içeriği koruduğunu varsaymak olanaklı değildir. Ancak yine de onun
Platon’un diyalektiğine ilişkin eleştirilerinin içeriği ile kendi teorik çalışmalarında
diyalektik uygulamaların içeriği arasında bir ayrımın olduğu ve bunun korunduğu
açıktır. Aristoteles’in eserlerinde diyalektiğin bilimsel kullanımı yani, araştırma
metodu olarak kullanımı ile diyalektiğin –ama söz konusu edilen Platon’un
diyalektiğinin- bilim karşıtı olduğuna ilişkin tanıtlamalar metinlerde bir arada
durmaktadır. Metafizik’ten daha geç dönem eserleri arasında sayılan Ruh Üzerine ve
Hayvanların Kısımları Üzerine’de Aristoteles bu yaklaşımı doğrular. Ruh Üzerine’de
sunduğu iki farklı görüş, onun diyalektik hakkındaki tutumunun olgunluk eserlerinde
de sürdüğünü gösterir. Burada Aristoteles özün bilgisini tözün nedenlerinin
incelenmesi için yeterli görmese de, yine de özelliklerin bilgisi özün bilgisine katkıda
bulunabilir. Bununla birlikte bir tözün tanımı, ancak onun bütün özelliklerinin
açıklanması ile olanaklıdır. “(…) Bütün tanıtlamalarda özün (to ti esti) tanımı
başlangıç noktasına gereksinim duyar; bundan dolayıdır ki, ikinci dereceden
nitelikleri keşfetmeye olanak tanımayan ya da onlar hakkında kolay bir tahminde bile
bulunmayı sağlamayan tanımlardan, biri ya da hepsi diyalektiktir ya da boştur
(dialektikos kai kenos)” (OS, 402b 25).
Aristoteles logikos’u ya da dialektikos’u phusikos’a karşı konumlandırdığı
için, buradaki karşıtlık, nesneye ilişkin nitelikleri onun özünden hareketle yani
nesnenin ilkelerinden hareketle tanıtlayan bilimle, bu ilkeleri dikkate almadığı için
gerçekte bir şeyi tanıtlayamayan diyalektik arasındadır. Aristoteles’in Platon’un
diyalektiğinin soyut akıl yürütmeler olarak değerlendirdiğini dikkate alırsak, burada
eleştirilen diyalektiğin Platon diyalektik olduğu varsayılabilir. Zaten Aristoteles’in
350
Aristoteles, kendinden önceki düşünürlerin görüşlerini tarihsel olarak sıralar. “Eğer bütün diğer
filozoflar kendi aralarında görüş birliği içindeyseler, kanıt tamdır. Çünkü bütün diğer kuramların
çürütülmesi geride kalan kuramın, yani kendi kuramının zorunlu olduğunu ortaya çıkaracaktır.”
Platon, “doğru kanı”dan ayırt etmek için bilimi “Bilim adamının diyalektik bir tarzda karşı savları
çürütme ve kanılar kavgasında kendi kişisel kanılarını muzaffer kılma ustalığı” olarak tanımlamıştı.
Aristoteles de kendi savlarını temellendirmek için hasımlarının argümanlarını çürütür. “Analizin
yerine ise kanıların dövüştürülmesi geçer” (Lange, 1998: 94).
227
Eudemos’a Etik’te açık olarak Platon’un İdea kuramını “mantıksal/soyut (logikos) ve
anlamsızca/boş (kenos) konuşmak” (EE., 1217b 20-21) olarak adlandırması ve onun
Metafizik’te özü başlangıca almaya çalışarak tanıtlama yapmaya çalışan Sokratesçi
diyalektiğin
eksikliğini
Platon’un
diyalektiğinin
giderdiği
konusundaki
değerlendirmesi (M., 1078b 22-27), bu yaklaşımı yeterince açığa çıkarmış olur. Buna
göre Aristoteles’in eleştirisinde “anlamsız” olarak değerlendirilen diyalektik
metodun kendisi değil, Platon’cu diyalektiğin uygulamasıdır. Çoğunlukla da
diyalektiğin bilim ile karşıtlaştırılmasında Aristoteles’in baktığı diyalektik,
Akademia diyalektiğidir.
Ruh Üzerine’de Aristoteles, Platon’un formu inceleyen diyalektiği ile
Presokratiklerin maddenin varlık koşullarını inceleyen fiziğinin bir karşıtlık içinde
olduklarını temellendirmeye çalışır. “Bundan dolayı fizikçi diyalektikçiden farklı
olarak ruhun bir etkisini tanımlayacaktır. Örneğin ‘öfke’yi diyalektikçi acıdan dolayı
acının geri iade isteği ya da benzeri bir şey olarak tanımlarken, fizikçi kanın
kaynaması ya da kalbin çevresinde dönen maddenin ısınması olarak tanımlayacaktır.
Birisi maddi koşulları belirliyor, diğeri formu ya da beyanı (to eidos kai ton logon)
belirliyor; çünkü onun söylediği gerçeğin beyanıdır. Fakat onun gerçek varlığı onun
somutluğu olması gerektiği için onun malzemesi diğeri tarafından tanımlandığı
gibidir” (OS., 403a 29-b 4). Aristoteles’in bu konudaki tutumu ise, bu iki seçenek
karşısında görünüyor. Görünenlere rağmen, öfkenin doğru tanımının “herhangi bir
bedenin hareketinin tarzı olarak, şu şu nedenle ve şu veya bu sonuçla” (OS., 403a 2627) olması gerektiğini ve gerçek bir fizikçinin malzeme ile bunun biçimsel
açıklamasını birleştirmesi gerektiğini (OS., 403b7-9) söyleyerek, iki tarafta da yer
almadığını göstermektedir. Ya da onun ne malzemeyi ne de formu dışarıda
bırakmayan (OS., 403b 5-19) bir uslamlama aracılığı ile gerçekliğe yaklaşan bir
tutumu önerdiğini, bu açıdan bakılınca da, daha erken dönem eserleri olan fizik ve
metafizik alandaki tartışmalarında olduğu gibi, diyalektiğin bilimsel kullanımına
yakın durduğu varsayılabilir. Onun fizikçisi metafizikçisi gibi kavramsal
düşünmektedir. Bu nedenledir ki, Aristoteles’in geliştirdiği bilim ile diyalektik
arasındaki karşıtlık, doğa bilimi alanındaki eserlerinde daha çok fizik ve mantık
228
arasındaki karşıtlığa dönüşür. Hayvanların Kısımları Üzerine’de olduğu gibi, son
dönem biyoloji alanındaki eserlerinde de benzeri karşıtlık varlığını korumaktadır.
Aristoteles’in burada melez hayvan olan (at ve eşekten doğan) katırların
neden kısır olduğunu açıklarken kullandığı çözümleme dili tamamıyla mantıksaldır.
“Olasılıkla soyut/mantıksal kanıt (apodeksis logika) bu verilenlerden daha çok akla
yakın görünebilir. Onu, uygun ilkelerden çıkartılanın daha genel olmasından dolayı,
soyut/mantıksal olarak adlandırıyorum” (GA., 747b 27-30). Aristoteles’in burada
farklı türden hayvanların biyolojik birliğinden daha farklı bir türün çıkacağını;
tersine, benzer türün biyolojik birliğinden ise yine aynı türün ortaya çıkacağına
ilişkin varsayımsal açıklaması tamamıyla mantıksaldır. Burada açıklamaya
bilimsellik katan, onun nesnesine ilişkin uygun ilkelere dayandırılarak yapılmasıdır.
Her ne kadar duyusal alanın nesnelerine ilişkin uslamlamayı onların niteliklerine
dayandırarak yapması diyalektik için olumsuzlayıcı bir yaklaşımsa da, bununla
Topikler I 2’de ifade edilen diyalektiğin bilimsel kullanımını dikkate alarak bir
diyalektiğe karşı bir olumsuzlamanın yapıldığı varsayılamaz. Bu nedenle
Aristoteles’in,
diyalektiğin
bilimsel
kullanımına
ilişkin
varsaydığı,
onun
endoksa’ların öncülüğünde hareketle ilk ilkeleri arayan bir uslamlama olduğu
düşüncesi varlığını sürdürmektedir.
Buraya kadar söylenenler Aristoteles’in İkinci Analitikler’de (89b 6-9)
“düşüncede (dianoia), bilimde (episteme) (…)” nasıl düşünmek gerektiği sorununu,
‘kısmen fiziğin kısmen de etiğin işidir’ demesine bağlı olarak, fiziğe ilişkin
düşünmenin nasıl olanaklı olduğuna ilişkin belirlemelere bakmaktı; şimdi ise etikte
varsayılabilecek kavramsal düşünmenin ve bunun diyalektikle ilişkisine bakmalıdır.
II.7. Diyalektiğin Etik Problemlerinin Çözümünde Uygulanması
Etik ile ilgili tartışmalarda diyalektiğin yeri, Aristoteles’in bütün bir
diyalektik anlayışını yeniden gözden geçirmeye olanak tanımaktadır. Çünkü burada
Aristoteles açık bir şekilde diyalektiği etik problemlerin çözümünde kullanmakla
kalmaz, bunun yanı sıra diyalektiğin etik problemlerin çözümünde ideal bir metot
229
olduğu düşüncesine olanak tanıyan açıklamalar sunmaktadır. ‘Matematikçinin olası
uslamlamayı kabul etmesini beklemek retorikçiden bilimsel bir kanıt talep etmeye
benzer şeydir’ (EE., 1094a 23-27); öyleyse etiğin metodu, ‘iyi’ ya da ‘adil eylem’
gibi etiğin konusunun doğasına bağlıdır. Bu nedenle Aristoteles, bu değişken ve
göreli konunun doğasının diyalektik ile kavranacağını düşünür. “Diyalektikçilerin
asıl görevi etik normların araştırılması ve tanımlanmasıydı.” Etik soruşturmalar için
diyalektiğin bulacağı kaynak, matematiksel kesinlikler alanı olmayıp deneyim
alanıdır. “Kesin pragmatik figürler tarafından desteklenen deneyim, bilimsel
tanıtlamanın sağlayamayacağı rehberliği sağlar” (Solmsen, 1978: 6).
Ancak diyalektiğin bu idealize edilişi yanı sıra, Aristoteles’in bütün eserleri
boyunca diyalektiğe karşı olumsuzlayıcı tutum da sürmektedir. Özellikle de bilim ve
diyalektik uslamlama formlarının karşıtlığı açısından bakıldığında. Aristoteles,
“karakter erdemi”ni bir “orta olma” olarak açıklamak için listelediği erdemleri
“uçlar” olarak belirledikten sonra (EE., 1220b 25-1221 b), uçları daha fazla
artırmamak için “ilineksel olmayan her bir tekil bağıntıyı” belirlemeye gerek
görmez; çünkü ilineksel olmayanı “teorik ya da pratik hiçbir sanat konuşma ya da
eyleminde tanımlarına eklemez.” Buna sadece “sanatlara karşı mantıksal baştan
savmalar (sükophantias logikas)”351da bulunan uslamlamalar yer verirler (EE., 1221b
4-7). Her ne kadar burada diyalektiğin safsatalı bir uslamlama örneği olarak
kullanılmasına bir gönderme varsa da, yine de bu türden “mantıksal” argümanları
diyalektiğin safsata olarak tanımladığı anlamına gelmez; çünkü diyalektik hiçbir
zaman Aristoteles için ‘kaçamak, baştan savma yanıtlar’ (skophantias) değildir.
Kaldı ki, Aristoteles Topikler’in başında safsatalı uslamlama ile diyalektiği
ayırmaktadır. Bu nedenle buradaki belirlemeyi, Berti’nin de anımsattığı gibi,
diyalektiğin “bir tanımın ya da anlatının kısalığına dayalı, özellikle de bir tartışmada
üstün gelme hedefi ile yani diyalektiğin kamusal kullanımıyla belirlenen baştan
savma yanıtlar olabileceği anlamın[da]” yorumlamak söz konusudur. Bunu
Aristoteles’in diyalektiğe bir uyarısı olarak da almak söz konusu olabilir ki,
351
“(…) pros tas sükophantias ton tekhne tas logikas” (EE., 1221b 7). σϋκοφαντίας (sükophantias):
‘dalkavuk rüzgar’; σϋκοφαντία: (…); fakat ‘dalkavuk gibi davranma’, ‘yanlış suçlama’, ‘iftira’;
σϋκοφαντης: ‘yanlış suçlayan’, ‘iftiracı’, ‘ihbarcı’ anlamında da kullanılır; σϋκοφαντέω: ‘ihbarcı
olmak’: ‘ihbar etmek’, ‘yanlış ihbarda bulunmak’, ‘iftira etmek’; ‘bir şeye karşı yanlış bilgi vermek’
(L.&S.).
230
(Aristoteles’in eleştirisinin tersini düşünerek) ‘karakterin tikel ilişkilerine ilineksel
olanı ekleyerek’ diyalektik, de bu türden mantıksal söz oyunlarından ve
uslamlamalarda kavramsal kaçamaklardan kaçınabilir.
Benzeri bir şekilde Aristoteles’in değerlendirmesinde diyalektiğin bilim
karşısındaki olumsuz görünümü başka deyimler altında olsa da, sürmektedir. Örneğin
“en iyi” (aristos)352 nedir ve “kaç anlamda kullanılır” sorusunu (EE., 1217b) İdea ile
ilişkisi açısından değerlendirirken, konunun ayrıntılı olarak tartışılmasının “oldukça
mantıksal/soyut” (logikoteras) olan “başka bir inceleme” alanına ait olduğunu söyler.
“Diğer bilimlere (epistemen) ait olmayan” bu inceleme alanının argümanları “aynı
anda yıkıcı ve geneldirler” (EE., 1217b 16). Burada sözü edilen uslamlama tarzının
diyalektik olduğu açıktır. Aristoteles’in buradaki olumsuzlayıcı yaklaşımı, diyalektik
metot aracılığıyla İdealar ile şeyler arasındaki bağlantıyı temellendirmeye çalışan
uslamlamalar hakkındadır. “(…) İyi’nin ya da başka bir şeyin bir İdea’sı olup
olmadığını iddia etmek mantıksal/soyut olarak (logikos) ve anlamsızca/boş (kenos)
konuşmaktır”353 (EE., 1217b 20-21). Aristoteles’in bu söz konusu ifadesinde
“mantıksal ve anlamsız” (logikos kai kenos) olanın diyalektik mi olduğu yoksa
İdea’ların ileri sürülmesi mi olduğu çok da karmaşık görünmüyor. Açıktır ki,
Aristoteles’in diyalektiğe kızgın olduğu nokta, her ne kadar onun İdea teorisine
olanak sağlayan bir uslamlama niteliğinde olmasından kaynaklıysa da, buradaki
negatif tutumu daha çok diyalektiğin kullanım amacına ve tarzına ilişkindir.
Cümlenin kuruluşunda kavramlarla yürütülen mantıksal argümanların anlamsız
olduğu sonucuna varılmış gibi görünüyor. Gerçekte ise Aristoteles burada “(…)
Platon’un kendi idealar kuramını tümel logoi’nin, yani kavramların varoluşuna
dayandırdığını ve onun bu gerçeği hatalı ve bu yüzden de anlamsız bir tarzda
yorumladığını düşünür” (Berti, 1996: 119). Buradan çıkan sonuç, Aristoteles’in
Platon’un diyalektik uslamlamasını kavramlarla ilerleyen soyut bir mantıksallık
olarak yorumladığı, ancak onun bu metotla yanlış bir varlık anlayışını
temellendirdiğidir. Bu nedenle Aristoteles Platon’un İdealar kuramına ilişkin
352
αριςτος (aristos): türünün en iyisi, ‘άγαθός’ (agatos)’un superlatifi olarak kullanıldığında: ‘en iyi’
anlamındadır (L.&S.).
353
“(…) legetai logikos kai kenos” (EE., 1217b 21). κενώς (kenos): ‘verimsiz’, ‘boş, nafile’, ‘boş,
asılsız’.
231
tartışmanın daha başka ve “daha mantıksal/soyut bir soruşturmaya”354 (logiko teras)
ait olduğunu ileri sürer (Eud. Eth., 1217b 16-19). Bunun Aristoteles’in çalışmaları
içindeki anlamı, kavramsal olanın mantıksal olduğu, bunun da bilimselliği olanaklı
kıldığı için, diyalektiğin bilimsel kullanımı hakkındaki teorik bakış geçerliliğini
sürdürmektedir. Eudemos’a Etik’teki mantıksal uslamlamanın işlenişi, Fizik ya da
Oluş
ve
Bozuluş
Üstüne’deki
diyalektiğin
bilimsel
kullanımını
içeren
kavramsallaştırılmasına uygun olarak, gelişir. Bilgelerin görüşlerindeki çelişkiler
arasından geçen bir uslamlama, çelişkileri değilleyerek kendisini tanıtlayan
kavramsal bir uslamlamadır ki, bu da diyalektiğin bilimselliğini sağlayan niteliktir.
Örneğin “mutluluk” (eudaimonia) ile ilgili bir tartışmada kimin düşünceleri
incelenmeye değer? Elbette ki, herkesin düşüncelerini incelemek gereksizdir.
Genelin kanılarını incelemek yerine sadece bilgelerin düşüncelerine başvurulmalıdır.
Çünkü genel argümanı ‘temellendirme’ (logon) yerine ‘deneyime’ gereksinim duyar
(EE., 1214b 28-1215a). “Her araştırma kendine özgü problemlerine (aporiai) sahip
olduğundan dolayı, açık olarak, en iyi yaşam tarzı ve en iyi yaşamın da kendine özgü
problemleri vardır. Bu kanıları incelemek (eksetazein) iyidir, çünkü tartışmacının
kendi argümanlarına karşıt olan çürütmesi (elenkhoi) argümanın kendisinin bir
tanıtlamasıdır (apodeiksis)” (EE., 1215a 5-7).
Aristoteles kendi tartışmalarını aporia’dan başlatır ve bu tutumu metodik bir
başlangıç olarak önerir. Burada varsayılan inceleme için bilgelerin görüşleri,
aporia’yı oluşturur; çünkü bilgelerin düşünceleri karşıtlıkları oluşturur. Aristoteles’in
bütün soruşturmalarında olduğu gibi, karşıtların soruşturulması kanıksanacak
doğrunun metodik hazırlığıdır. Etik için keşfedilmesi olası olan bir metot, ancak bu
türden kavram ve teorilerin karşıtlaştırılarak incelenmesi aracılığı ile olanaklı
olacaktır. Buna göre ‘çürütme’ ve ‘tanıtlama’, bu inceleme metodunun iki temel
mantıksal kavramıdır. Bu iki kavram çelişkilerden birisini değillerken, bir diğerini
tanıtlamaktadır. Buna göre çürütme ve tanıtlama aynı anda ve aynı metot içindedir.
Böylece Aristoteles “yıkıcı” dediği (EE., 1217b 16) metodu, gerçekte uygulamakta
354
Aristoteles, bu konunun popüler konuşmalarında ve felsefe incelemelerinde yeterince
konuşulduğunu varsayar (EE., 1217b 21-23). Sözü edilen bu incelemelerin olasılıkla Metafizik A ve
M kitapları; kayıp “Felsefe Üstüne” (De Philosophia) ve “İdealar Üstüne” (De İdeis) adlı eserler
olduğu varsayılabilir.
232
ya da teorik olarak bu edimin varlığını diyalektiğin içinde onaylamaktadır. Ancak
burada dikkate alınması gereken asıl şey, çürütmeyi olanaklı kılmak için çelişmezlik
ilkesi’nin ve buna bağlı olarak da bir karşı savın tanıtlanmasını olanaklı kılmak için
üçüncü halin olanaksızlığı ilkesinin ölçüt alındığıdır. Tanıtlama ve çürütme için
diyalektiğin genel ilkelerinin ölçüt alınmasını ve uslamlamanın kurulmasını sağlayan
hareket noktasının seçilmesini olanaklı kılan endoksa’lardır. Böylece Aristoteles
“doğru bir ‘tanıtlamanın’ yalnızca genelş ilkeler ve endoksa temelinde dahi
yapılabileceğini öne” sürmüş olmaktadır ki, “bunu ‘diyalektik tanıtlama’ olarak
adlandır[mak]” olanaklıdır (Berti, 1996: 120).
“O halde, bu topiklere [dostluk hakkındaki savlara] dayanan görüşleri en iyi
açıklayacak, güçlükleri ve çelişkileri (tas aporias kai tas enantioseis) çözecek bir
metot bulmalıyız. Eğer karşıt görüşlerin görünen (eulogos)355 bazı nedenler ile
olduğu anlaşılırsa bu gerçekleşir; böyle bir görüş görünen (tois phainomenois) ile en
uyumlusu olacaktır. Eğer ifade edilen bir anlamıyla doğru diğeri ile değilse, her iki
çelişik ifade sonunda kalacaktır” (EE., 1235b 13-18).
Buna göre, bir konu hakkında doğru olan düşünceyi söylenenlerin bütünü
oluşturmamaktadır.
Tersine,
söylenenler
birbirlerinin
çelişkisi
olarak
ileri
sürülmektedir. Doğru olarak ileri sürülen savların birer aporia olmasının nedeni
budur. Ancak Aristoteles için aporia düşünceleri yeniden incelemeyi sağlayan itici
nedense de, çelişkinin kendisi bir bütün olarak öncül değildir. Her şeyden önce
diyalektik bir uslamlama öncül olarak endoksa’ları başlangıç noktasına alır ama
endoksa’nın kendisi aporia değildir; yani endoksa açık bir güçlük değildir; tersine
içinde kendi çözümünü sağlayan, kendi ölçütlerine dayanarak da karşı savı çürüten
bir hipotezdir. Bu nedenle endoksa’lar bir yandan karşı savı çürütmeye olanak
tanırken, diğer taraftan içinde bir savı inşa etmenin olanağını taşırlar. Buna göre
Aristoteles’in önerdiği metot karşıt görüşlerin nedenlerini de hesaba katan bir
metottur. Bunu görünenlere uyumlu kılan da metodun bu yanıdır. Burada sözü edilen
“görünenlere” uygunluk, ‘doğa deneyimi ya da gözlem’ değil, filozofların paradoksal
355
εϋλογος: ‘akla uygun’, ‘mantıklı’; ‘olası’, ‘açık’.
233
görüşleridir.
Ama bunlar endoksa değildir; çünkü endoksa paradoks yaratmaz,
tersine problemin çözümüne katkı sağlar.
“Başlangıç konusunda, sadece sonucumuzun ve öncüllerimizin ışığında değil,
aynı zamanda onun hakkında söylenenleri (ek ton logomenon) de göz önünde
bulundurmalıyız; çünkü bütün gerçekler (ta uparkhonta) doğru görüş ile uyumludur,
fakat yanlış olan ile uyumsuzdur” (NE., 1098b 9-12). Buna göre Aristoteles akıl
yürütmenin başlangıcı için seçilecek hareket noktasının, sadece sonuca bakılarak mı
yoksa temellendirme için alınacak öncüllere bakılarak mı elde edilebileceğine ilişkin
tartışmaya kalkışmadan önce, ‘konu hakkında söylenenler’in de neler olduğunun
dikkate alınması gerektiğini ekler. Cümlenin bu ikinci bölümü ilk ilkeler konusunda
açıklıkla diyalektiği konu ederken, ilk bölümü ‘analiz’ ve ‘sentez’ metodunu
içermektedir.356 Aristoteles “ilkelerden hareket eden ve ilkelere (arkhe) doğru giden
argümanlar/temellendirmeler (logoi)357 arasında bir ayrımın olduğu[nun] ihmal
edilmeme[mesi]” gerektiğini anımsatır (NE., 1095a 31). Aristoteles’in bu ayrımı,
matematiğin öncüllerini sonuçtan çıkartan analiz ve sonucunu öncüllerden çıkartan
sentez işlemine dayandırdığı açıktır. Platon da, stadyumdaki yarışmada “yol
hakemden sona mı yoksa tersine mi gitmelidir?” sorunu aracılığıyla “yolun
ilkelerden mi yoksa ilkelere doğru mu gittiğini (…)” soruşturmuştur. Aristoteles’in
önerisi ise “bilinenlerden yola çıkmak gerek[tiği]” yönündedir. “Bilinenler ise iki
türlüdür: Bizim bildiklerimiz ve genel olarak bilinenler.” Bu ayrımda ise
Aristoteles’in başlangıç önerisi “bizim bildiklerimiz”den yanadır (NE., 1095a 30- b
5). Öyleyse öncüller konusundaki Aristoteles’in önerisi Topikler’deki diyalektiğin
bilimsel kullanımına uygun olan işlevselliğine (101a 35-101b 5) işaret etmektedir.
Burada ‘bildiklerimiz’, yapılacak uslamlama için öncül olarak alınacak olanın, şeyin
kendisi hakkındaki açıklığının seçilmesidir ve bu asla endoksa ile uyumsuz değildir.
Bu nedenle yukarıda aktarılan cümlede “söylenen şey (ta legomena)” (NE., 1098b 9)
356
Sentez bütün içindeki parçaların birleşimidir (GC., 328a 5-17; Pa.Ani, 656a 12-24; T., 151a 2031). Düşünme, düşüncenin objelerinin bölümü ya da birleştirilmesi ile doğru ya da yanlış ise (OS,
430a 26-b4) önermeler de sentez sayesinde ya da özneler ve yüklemler ayrımı sayesinde doğru ve
yanlış olabilir (In., 16a 9-18). Sentez parçaların birleşimi ise, bunun tersi olan bölme analiz değildir.
Bununla birlikte analiz ve sentez iki ayrı metot değildir; analiz kavramı daha sonra (OS, 402a 1-403b
19) metottan ayrılır. Aristoteles’in metinlerinde ‘analiz’ ve ‘sentez’in bir metot terimi olarak
kullanıldığına ilişkin daha fazla çözümleme için: Richard McKeon, Philosophy and the Development
of Scientific Methods, Journal of the History of Ideas, Vol. 27, No. 1, 1966.
357
“(…) ton arkhas logoi kai oi epi tas arkhas.” (NE., 195a 31).
234
kesinlikle filozofların görüşleri olarak anlaşılan “görünen (ta phainomena)” (EE.,
1235b 18) ile uyumludur; ancak bunun doğrudan bir endoksa olarak alınacağı
düşüncesi ile uyuşmaz. Diyalektiğin bilimsel kullanımı endoksa’lardan yola çıkar
ama bu öncül olarak onlardan yola çıktığı anlamına gelmez; diyalektik endoksa’ların
karşıtlar ile açmazları soruşturan yönlerini öncül olarak alır.
“Genel olarak başka durumlarda, görünüşleri (ta phainomena) ve önceden
tartışılan ilk açmazları (diaporesantas) belirlemeli, eğer olasıysa, bu etkiler
hakkındaki güvenilir ve en önemlilerinin kabul edilir kanılarının (ta endoksa)
hepsinin hakikatini ya da kusurlarını çözmek için devam etmelidir. Çünkü eğer her
iki güçlüğü çözüp kabul edilir kanıları bırakırsak, durumu uygun şekilde kanıtlamış
(dedeigmenon) olacağız” (NE., 1145b 1-7; benzeri yaklaşım: Ph., 211a 6-11).358
Açıktır ki, burada sözü edilen “görünüşler (ta phainomena)” ile sözü edilen
filozofların görüşleridir. Ama bu “görünüşler” endoksa tasarımı ile uyuşur mu? Açık
olan şudur ki, Aristoteles filozofların düşüncelerinin bir listesini yapmaktan söz
ediyor; çünkü tartışılması gereken asıl açmazları/güçlükleri (aporia) filozofların
birbirine karşıt düşünceleri oluşturuyor. Tartışılması gereken savların çelişik
konumlarının yarattığı açmaz (aporia)’dır. Bir konu hakkındaki düşünce, ancak bu
açmazların aşılması ile olanaklı olacak ve gelişecektir; yoksa herhangi bir savı
tekrarlamakla değil. Bu nedenle araştırılan aporia’dır (NE., 1146b 5-7), endoksa
değil. Ancak bütün tartışmalarda endoksa’nın konumu, tartışmanın ölçütü olmasında
görülür. Bu ölçütle çelişen yaklaşımlar yanlış olacaktır. Bu açıdan bir savın
doğruluğunu
ya
da
yanlışlığını
göstermek,
endoksa’yı
göstermektir.
Bu
gösterilebilirse, tanıtlama gerçekleşmiş olur. Burada Aristoteles, diyalektiği etik
konulara ilişkin açmazları çözen bir uslamlama olarak işlemekle “bilimsel düşünceyi
derinleştiren başka” bir uygulamayı sergilemektedir (Simth, 1999: 62).
358
Smith, bu pasajlara ilişkin Owen’ın cümlesini aktarır: “‘Çünkü eğer güçlükler çözümlenirse ve
endoksa ayakta kalırsa’, ‘bu kendi içinde yeterli bir kanıttır’” (Smith, 1999b: 40). Smith, bu yaklaşımı
çeviriye sadık kalmamış bir yorum olarak bakar. Ona göre Aristoteles kanıtlamanın nasıl olması
gerektiğini söylemez, sadece kanıtlamanın nasıl olması gerektiği konusunu bildirir. “Eğer aslında biz
sadece açmazları çözmekle ve doğru olduğu düşünülen şeyi olduğu gibi bırakmakla kalmıyor, fakat
aynı zamanda her şeyden önce güçlüklere neyin yol açtığını ve insanların bunlarla niçin sorun
yaşadığını açıklayabiliyorsak o halde hayal edilebilen en iyi kanıta sahip oluruz” (Smith, 1999b: 41).
235
Aristoteles mutluluğun çok farklı kavramlar altında ‘erdem’, ‘aklı
başındalık’, ‘bilgelik’, ‘hazlarla birlikte ya da hazlar olmadan’ gibi farklı şekillerde
adlandırıldığını listeledikten sonra “bunların bazıları insanların çoğunluğu ve eskiler,
diğerleri de bir kaç [ünlü] kişi tarafından söyleniyor; bunların hepsinin de tümüyle
yanılmış olması akla yatmıyor; hiç olmazsa bazı açılardan ya da birçok açıdan haklı
olmalılar” (NE., 1098b 23-28), der. Öyleyse, ‘söylenmiş olanlar’ kimi açılardan
doğru olarak dikkate alınabilirler. Ancak yine de burada söz konusu olan,
söylenenlerin doğrudan uslamlamanın başına öncül olarak alınması değildir. Burada
endoksa olan, söylenenlerin doğurduğu çelişkilerdir.
Bu durumda siyasetin “adalet”i gibi, etiğin “iyi”si gibi konularda yanılgılar
son derecede fazladır. Ancak endoksa’ya ve çelişmezlik ilkesi ile üçüncü halin
olanaksızlığı ilkesine dayalı bir uslamlama metodu olan diyalektik, bilimsel bir
kesinlik sunmasa da, “kabataslak ve biçimsel olarak” (pakhulos kai tupo) gösteren ve
çoğu bölümü doğru olan öncüllerden edinilen bir bilim olan etik için (NE., 1094a 2022) metodun sundukları oldukça yeterlidir. Her şeyden önce konunun doğal yapısı
oranında kesinlik aramak gerekmektedir (NE., 1094b 22-26); çünkü burada
temellendirilmesi gereken “bilgi (gnosis) değil eylemdir (praksis)” (NE., 1095a 5).
“Bir sorunun bulunması onun çözümüdür.” Bu nedenle söz konusu güçlüklerin
(aporiai) bir kısmını bırakıp bir kısmının çözümü ile uğraşmak gerekmektedir (NE.,
1146b 5-7). Platon’un bölme metodunda olduğu gibi, bölünenin taraflarından birisini
çözümlenmeden bıraklması gibi, Aristoteles de kimi aporia’ları bir kenara bırakarak
çözümlenebilecek olanla ilgilenmektedir.359
359
Aristoteles, çelişkilerin değillenmesine uygun olarak bir ahlak kavramı geliştirir: Eylemlerde uçları
değil, “orta”nın (mesos), “orta olmanın” (mesotes) seçilmesini, “buyurgan akıl” (orthos logos) gösterir
(NE., 1138b 17-20). Bu türden bir akla sahip herkesin aradığı amaç, aşırılık ve eksikliklerin
“orta”sıdır; (NE., 1138b 20-25) ulaşılmak istenilen “ölçülülük”tür (sophrosyne) (NE., 1140b 10).
236
II.8. Metafizik Aklın Diyalektiği
Aristoteles’in diyalektik teorisinin gelişimi açısından değerlendirildiğinde
Metafizik360 kitabında dile gelen diyalektik, Organon’daki akıl yürütme metodu
olarak tasarımlanan diyalektik anlayışa uygundur. Bir akıl yürütme metodu olarak iş
görmesi, diyalektiğin kavramsal bir metot olmasına yol açar. Bu açıdan bakıldığında
da, Metafizik, belli oranlarda, Platon’un diyalektiği uygulamasına geri dönüşü
içermektedir. Metodun, hakikate ilişkin uslamlama sürecini kavramların bağlantısı
aracılığı ile sağlaması onu mantıksal bir uslamlama metodu olarak öne çıkartır.
Yukarıda açıklandığı gibi, bu kullanımda diyalektik, varlık olarak varlığın bilgisini
kurmaya yönelen çelişmezlik ilkesine dayalı mantıksal metottur. Aristoteles’in
düşüncesinin gelişimi açısından değerlendirildiğinde, diyalektik kavramının bu
görünümü, fizik ve etik kitaplarında dile gelen tarzda, metafizik kitaplarında da
sürmektedir. Bunun tersine Case, Aristoteles’in başlangıçta Platon’un diyalektiğine
bağlı olduğunu, ancak onun didaktik yazım tarzına geçtikten sonra hocasını terk
ettiğini varsaydığı için, Aristoteles’in bu gelişmesini “metafiziğin diyalektikten
kurtulması(…)” olarak değerlendirir (Case, 1925: 84). Aristoteles’in metafiziği
diyalektikten arınmış361 bir uslamlama olduğu varsayılamaz; tersine, burada da
tartışılacağı gibi, diyalektik metafiziğe ilişkin eleştiri ve savların daha tutarlı olarak
kurgulanmasının olanağıdır. Oysa metafizik mantıktan arındırılmış denilseydi, bu
çok daha doğru bir yaklaşım olurdu; çünkü “Aristoteles’in düşüncesinde mantık ve
metafizik arasındaki bağ zayıftır” (Jaeger, 1962:47); bu bağın mantıksal görünümünü
ise diyalektik sağlar.
Aristoteles’in Metafizik kitabının programı “ilk nedenleri ve ilkeleri” bilmek
–bu açıdan da ilk ilkelerin bilimi olmayı- ve bunun da sophia (bilgelik) olduğunu
temellendirmektir (M., 981b 27). Sophia (bilim ve bilgelik), ‘doğal bilme istemi’ ile
360
“Metafizik, en azından son haliyle, kesinlikle Organon’dan ve Fizik’in ilk dönem yapıtlarından
(belki Etik’ten bile) daha sonraki bir döneme aittir. Metafizik’in kimi kitapları çok eski de olsa, yine de
daha geç bir döneme aittir” (Berti, 1996: 122).
361
Aristoteles’in Metafizik’teki nedenler öğretisine ilişkin filozofların düşüncelerini değerlendirip bir
senteze giden çalışmalarını değerlendiren Copleston burada diyalektik bir sentez görmeyip
“Aristoteles’te diyalektik bir donanım yoktur” der; ama diyalektik yerine “kendi felsefesinin
öncellerinin düşüncesini daha yüksek bir düzlemdeki bir bireşimi olarak görme eğilimi” içindedir
(Copleston, 1993: 289).
237
başlar, ama onun üstündedir. Duyu bilgisi –özellikle de ‘görme duyusu’- başlangıcı
oluşturur. Duyum bilgisi bellek oluşumunun kaynağıdır. Duyum ve öğrenme yetisine
bütün hayvanlar sahipken, “deneyim”den (empeiria) sadece insan “sanat” (tekhne) ve
“akıl yürütmeye” (logismos) yükselir. Bu durumda deneyim bilgisi, sanat bilgisi ve
bilim bilgisi aynı yapıdadır; ancak bilim ve sanat bilgisinin gerisinde deneyim bilgisi
vardır (M., 980a-981a). Deneyim, tekil olanın bilgisi iken, sanat tümel olanın
bilgisidir; ancak yaratma, tekil olanın meydana getirilmesidir. Bu nedelne kavramsal
olarak tümeli bilen, onun kapsadığı tekili de bilir (M., 980a 13-981b). Kavramsal
bilgi, nedenlerin bilgisine dayanır. Öyleyse Metafizik’in ya da bilgeliğin söz konusu
araştırması, nedenlerin ve ilkelerin araştırılmasıdır (M., 982a 5). Platon’un
diyalektikçisi gibi, Aristoteles’in bilgesi de aynı şeyin bilgisi, nedenler ve ilkeler
olarak duyulara en uzak olan ve sadece akıl ile kavranan nedenlerin bilgisi olan
tümelin kavramsal bilgisi ile uğraşır (M., 982a 20-30). Platon’un İdea’nın bilgisini
edindikten sonra, tek teklerin bilgisinin de edinilme sürecinin başlaması gibi,
Aristoteles için de ilk ilkelerin bilgisinin aracılığı ile diğer her bir şeyin bilinmesi söz
konusu olmaktadır (M., 982b -5). Her iki durumda da epistemolojik öncül, hakikatin
kavramsal bilgisidir ve araştırma, bu tümel bilgiye uygun olarak tekil olanın
tanımlanıp sınıflandırılmasıdır.362 Aristoteles şeylere ilişkin tasarımını nedenler
bilgisinden hareketle yapar. Platon’un açık olarak ilk defa Phaidon’da (97a vd.) dile
getirdiği nedenler öğretisi (“İdea” ve “pay alma”; 100c vd.), Aristoteles’in neden
teorisinin kaynağını oluşturur. Ancak o, nedenler hakkındaki teorik bakışını, mevcut
bilgilerin, yani Metafizik I. 3’de görülebileceği gibi filozofların görüşlerinin neler
olduğunun bir derlemesi üzerine kurmaktadır. Onun diyalektik öncüller hakkında
söyledikleri açısından bakılığında, bu görüşler Aristoteles’in araştırmalarının
endoksa’sıdır ki, kitabın araştırma ve düşünce geliştirme süreci, Metafizik’in
diyalektik bir kurama uygun açılımını tanıtlar. Yani, Metafizik’te Aristoteles’in
diyalektik hakkındaki düşüncelerine olduğu kadar, diyalektik teorisini uygulamasına
da tanık olmak olanaklıdır. Özellikle de Topikler’in diyalektiğin tanımına ilişkin
‘endoksa’dan hareketle araştırma yapmak’ savı dikkate alındığında, Aristoteles’in
362
“Aristoteles en yüksek, en genel kavramdan, genellikle ‘varolan’ kavramından aşağıya, en alttaki
cins kavramlarına kadar uzanan böyle bir kavram zincirinin olabileceğine (…) bütün objeler için bir
ve yalnız bir tane doğru kavram zincirinin, doğru bir sınıflandırmasının olduğuna inanır.” Bu nedenle
Aristoteles için tanım, sadece bir ad tanımı değil gerçekliğin analizidir; bu durumda bilmek, objelerin
doğru sınıflandırılmasıdır (von Aster, 1994: 87).
238
araştırması bütünüyle kendi diyalektik tanımına uygundur (T., 100a 20; 101b 1;
162a).
Platon’un İdea’yı her şeyin nedeni olarak belirlemiş olmasını (M., 987b 18)
eleştiren Aristoteles, Platon’un Pytagorasçı sayı teorisini töz olarak kendi sistemine
taşıdığını bildirir. Ancak Pytagorasçılar sayıları töz olarak görürken, Platon onları
duyusal şeylerin dışına almıştır. Platon, matematiğin nesnelerini, duyusal olan ile
İdea arasında aracı varlıklara dönüştürmüştür. Bu açıdan Aristoteles’e göre “Onu
Pytagorasçılardan ayıran Bir olmayı ve sayıları şeylerden ayırmasıdır ve İdeaları
sunması, kavram alandaki (en tois logois) araştırmalarından dolayıdır (çünkü daha
önceki düşünürlerin diyalektik katışımı [/hakkında bilgileri] (dialektikes ou
meteikhon) yoktu” (M., 987b 30-33). Öyleyse Platon’u, İdea ve İdeanın ilkesi olan
Bir kavramına götüren soruşturma metodu (Pha., 97a-b) diyalektiktir; “güneşi
izleyenler” analojisi bu metodun uygulanışının başlangıcını verir (Pha., 99e-100b).
Buna göre uslamlamanın kaynağına duyu bilgisini değil, doğru tanımlara dayalı
kavramları almak gerekmektedir.363 Burada yapılan kavram felsefesine göre, şeylerin
bilgisi kendi gerçekliklerine göre değil, kavram ve tanımlarına (logos) göre
edinilmektedir.
Platon’un
uslamlamasının
hareket
noktasını,
tanımlanmış
kavramların tümel bilgisi oluşturur. Bu uslamlamanın mantıksal görünümünü, karşıt
düşüncelerden arındırılıp tutarlılık ilişkisi aracılığı ile tanımlanan kavramların daha
üst derecedeki kavrama doğru yönlendirilmesi işlemindeki çelişkiden arındırma
süreci oluşturur. Öyleyse Pytagorasçı sayılar öğretisindeki ‘sayılar şeylerin kendileri
ve sayı, şeyin özüdür’ düşüncesi terk edilebilir; çünkü öz ve tanımın birliği, şeyin
duyusallığının üstündedir. Kavramsal bir akıl yürütme, duyusalın aşılmasıdır.
Diyalektik metot, gerçeklik ile kavram arasındaki mantıksal bağdır. Gerçeklik ile
onun kavramı arasındaki “metafizik” bağ ilk olarak Platon’da duyumsanır;
Aristoteles’te ise “a priori metafizik bağlantıların gerçekliğini” uslamlamanın
mantıksal formu olarak görünüş kazanır. Platon’la başlayıp Aristoteles ile
363
Geometride yarattığı aldatmaları dikkate alırsak, “olasılığa” dayanan akıl yürütmeler aldatıcı birer
hiledir. Platon, “anımsama ve öğrenme ile ilgili” akıl yürütmelerin yadsınamaz hipotezlere ‘ruhlarımızın bedene girmezden önceki varoluşu’ ve ‘kendi başına salt gerçeklik’ tasarımıdayandırdığını düşündüğü için rahattır (Pha., 92d-e).
239
kuramsallaşan diyalektiğin bu görünümü, modern diyalektik metodun kaynağını
oluşturur.364
Bu metodun temel işlemi Sokrates’e ait olan ‘tümel tanımlar’ın inşasıdır.365
“Sokrates, doğaldır ki, özü araştırıyordu; çünkü o tasımsal tanıt (sullogismos)
yapmak için çabalıyordu. Öz, tasımsal tanıtın başlangıç noktasıdır. Diyalektik, özün
bilgisi olmaksızın çelişkiler hakkında tahminde bulunacak ve çelişkiler ile ilgilenen
bilimin aynı inceleme olup olmadığını henüz sağlayacak güçte değildir” (M., 1078b
22-27). Bu teorik yetersizliğe rağmen, Aristoteles, tasımsal tanıt teorisi konusunda
Sofistik Çürütmeler’de söylediğinin tersine, Sokrates’in çalışmalarının kendi
apodeiktik tasımsal tanıtının kaynağı olduğu konusunda bir hatırlatmada bulunuyor.
Öz (to ti esti) burada tanımlanmış tümel kavram olduğuna göre, bu tümel
Aristoteles’in ilk ilkesine ya da öncül önermelerine denk düşer. Bu nedenle
Sokrates’in tasımsal tanıta, bulanık da olsa, yaklaşmış olduğu varsayılabilir. Ancak
burada altı çizilmesi gereken şudur: Sokratesçi tümel kavramların diyalektik
soruşturmanın ürünü olması tasımsal tanıtın malzemesini her zaman için
diyalektikten aldığını göstermektedir. Bununla birlikte, Sokrates’in henüz sahip
olmadığı “diyalektik güç” (dialektike iskhus) eksikliği Platon’un katkıları ölçüsünde
dile gelen bir yargıdır. Burada sözü edilen diyalektik güç”ün işaret ettiği, Platon’un
Parmenides’te şeylerin özünü, yani tümdengelim ilkesini bilmeksizin varlık ve varlık
olmayan, bir ve çok, aynı ve başka, benzer ve benzemez gibi karşıtları tartışan
diyalektik metottur. Ancak, benzer bir şekilde, bu ölçüt, Aristoteles’in diyalektiği de
olabilir. Çünkü Topikler’deki açıklamalarına göre, Aristoteles için de diyalektiğin
bilimselliği, onun karşıtların biliminin aynı olup olmadığını tartışabilmesinden
gelmektedir. Öz bilgisinden bağımsız olarak karşıtlar göz önüne alınmadan bilimsel
364
“Hume olgu gerçekleri (matters of fact) arasındaki gerekli bağlantılara karşı çıktı, Kant
metafiziğin nesnel bir bilim olduğu kabulüne saldırdı ve (logical) pozitivistler tüm a priori gerçeklerin
analitik olduğunu öne sürdüler. Ancak, diyalektik olasılığı gerekli, önemli a priori, metafizik
bağlantıların gerçekliğine dayanır. Hume, Kant ve pozitivistlerin argümanlarının felsefe tarihinde
kalıcı ilerlemeler olduğunu kabul edersek, diyalektiği nasıl yorumlayabiliriz ki felsefi düşüncelerin
eleştirisindeki etkililiğini sürdürsün” (Johnstone, 1954: 400).
365
“Tanım” ile ilgili vurgu Pytagorasçıların şeyleri sayıların tanımına götüren uygulamalarında
görülebilirse de, “tanım”ın önemini Demokritos fark etmiştir; ama o da sadece “sıcaklık ve soğukluk
ile ilgili bir tanım”dan başka bir şey yapmamıştır. Bu nedenle Aristoteles’e göre “tümel tanım”
kavramını felsefi uslamlamanın malzemesine dönüştüren ilk kişi Sokrates’tir. O, ahlak konularını
incelerken, örneğin “erdem” konusunu tümel tanımlara dayandırmıştır (M., 1078b 18-23).
240
bilgi olanaklı olmuyordu. Her ne kadar Sokratik diyalektik, varsayımsal
kavramlardan ya da özlerden hareketle bir uslamlama yapma becerisini
göstermemekteyse de, Platon’un ve Aristoteles’in diyalektiği için bu olanaklı
olmuştur. Platon, ilk olarak varsayımsal uslamlamanın örneğini Menon’da
matematiksel hipotezlerle sunar. Sonuç olarak burada Aristoteles Sokrates’in henüz
sahip olmadığı “diyalektik gücü” Platon’un geliştirdiğini onaylamaktadır.
Aristoteles’in Metafizik XII. Kitabındaki “töz” araştırmalarında, filozofların
bu konudaki tartışmalarını değerlendirirken diyalektik ve mantıksal metodu
Platon’un diyalektiği ile tanımlamakta olduğuna tanık olunabilir. “Günümüz
düşünürleri tümeli töz olarak sayma eğilimindedirler (çünkü cinsler tümellerdir, [bu
düşünürler] kendi soruşturmalarının mantıksal doğasından ötürü (dia to logikos
zetein) bunları tözler ve ilkeler olarak tanımlama eğilimindedirler” (M., 1069a 2628). Buna göre Aristoteles’in Platon’un diyalektik soruşturmasının soyut mantıksal
bir uslamlama olduğu konusundaki düşüncesi tamdır. Metafizik IV. Kitap’ta “maddi”
ve “formel” ilkenin karşıtlık olarak alınmasına ilişkin eleştirilerini sıralarken,
değerlendirdiği görüşlerin sonuç olarak birbirlerinden farklı olmadıklarını, ancak
mantıksal tanıtlama açısından ayrıldıklarını göstermeye çalışır. Aristoteles’e göre
Platoncular tözün (yani, İdea’nın) karşıtı olarak maddeyi almaktadırlar (M., 1087b
5), ama bu ilkeye dair çeşitli formülleştirmelerin sonuçları açısından herhangi bir
ayrım oluşmadığını söyler, ancak “onlar yalnızca mantıksal itirazları (logikas
duschereias) etkilerler –ki çünkü onların kendi tanıtlamaları mantıksal (logikas
apodeixeis) olduğundan dolayı bu düşünürler sakınmak için dikkat ederler” (M.,
1087b 18-20). Bütün bu filozoflar soyut bir bakış açısı içinden bakmaktadırlar; bu
nedenle onların bakışı ‘mantıksal’ (logikas)366 olmakla diyalektik bir akıl yürütmeye
uygundur. Aristoteles Platon’un diyalektik akıl yürütmesinin soyut, kavramsal bir
uslamlama olarak mantıksallığının altını çizmektedir. Hatta bunu önemsemektedir
de; çünkü diyalektik karşıtları geliştirir ya da karşıtları geliştirilebilecek argümanlar
mantıksal bir uslamlamayı gerektirir. Metafizik VIII. 5’de İdealar kuramını
eleştirirken Aristoteles, aynı çürütme tarzı aracılığıyla “daha mantıksal ve daha doğru
argümanlar” (dialogikoteron kai akribesteron logon) bu kurama karşı benzeri
366
λογίκόσ (logikos): ‘konuşmaya ait’; ‘akla, mantığa ait’ (L.&S.).
241
eleştirileri geliştirmenin olanaklı olduğunu söyler (M., 1080a 9-11). Aristoteles bütün
bir Metafizik buyunca diyalektiği kavramlara dayanarak betimlerken, gerçekte
Platon’un diyalektik anlayışına yakın durmaktadır. Metafizik IV.3’te diyalektiğin
genel ilkeleri olan çelişmezlik ilkesini tartışırken, Aristoteles’in Platon’un
diyalektiğine ne kadar yakın olduğu açıklıkla görülmektedir.
Cinsle ilgili bilginin edinilebilmesi için, bilginin dayanacağı ilkelerin
belirlenmesi gerekmektedir; çünkü ancak her bilim kendi dayandığı ilkelere sahipse,
nesnesine ilişkin bilgi söz konusu olabilir. Öyleyse varlığın ilkeleri belirlenmelidir.
Bu ilke zorunlu, koşulsuz, açık ve bütün bilgiler için ilk bilinir olmalıdır. Bu ilke
çelişmezlik ilkesidir (M., 1005b 6-20). “Aynı niteliğin, aynı zamanda, aynı özneye,
aynı bakımdan hem ait olması, hem de olmaması olanaksızdır” (M., 1005b 20).
Aristoteles burada çelişmezlik ilkesinin düşüncenin mantıksal ilkesi olmadan önce,
varlığın bir ilkesi olarak tasarlanmasından söz etmektedir. Buna Sofistlerin tarzında
diyalektik eleştiriler gelebilir. Bu nedenle, “diyalektik itirazlar karşısında (pros tas
logikas duschereias) eklenebilecek herhangi türden ilave nitelikleri varsaymalıyız”,
der (M., 1005b 20-22). Platon, Phaidon’da (66d-e, 102c-e) varlığın saflığı
duyulardan arınmış akıl yürütmenin saflığıdır derken, aynı çelişmezlik ilkesine
dayanmaktadır.
Platon, varlığa geliş sürecini tartışırken, karşıtların birbirinin yerini almasını
yok oluşun mantıksal temellendirmesi olarak dile getirir (Pha., 69e-70e, 102c-e).
Eğer “varolmayan bir bakıma vardır ve de tersine, varolan bir anlamda var değildir”
savındaki çelişki çözülmezse, bu konudaki savların yanlışlığı hakkında konuşulamaz
(S., 241e). Gelinen sonuç, varolmayanın nasıl kurgulanacağı sorununa yol açar (S.,
250d-e); çünkü varlık ve yokluk aynı derecede güç sorunlardır. Platon, bu açmazı
varlığa yüklenilen yüklemler aracılığı (S., 251a) ile yani dilsel belirlemelerin mantığı
aracılığı ile aşmaya çalışır. “Vardır” ya da “var değildir” yargıları ele alınır. Palton
burada, “(…) açık bir çelişki maskesi altında, konuyu gerçek olanın doğasına ilişkin
metafiziksel bir değerlendirmeden, Mantık adını vereceğimiz, farklı bir alana (…)”
kaydırır (Cornford, 1989:463). Büyük olanın varlığından dolayı büyüklük, Küçük
olanın varlığından dolayı da küçüklük vardır (Pha., 100e-101c). ‘A’nın ‘B’den uzun
242
olması, kendi tekliğinin sahip olduğu bir nitelikten dolayı değil, “sahip olduğu
Uzunluktan dolayı aşar.” ‘B’nin kısa olması, kendi tekliğinin bir niteliği olmayıp
Kısalığa sahip olmasından dolayıdır.367 Aynı durum ‘C’nin ‘B’den uzun olmasında
da vardır. Bu durumda ‘B’ hem “Kısalık” payını hem de “Uzunluk” payını taşıyor
görülmektedir. İkinci Analitikler’deki (I. 11) çokluğun dışında bir birliğin
tanıtlanmasından çok, yüklenilenin varlığın dilsel birliğini yeterli gören Aristoteles
tanıtlamalarda kullanılacak karşıtların kurallarını belirlerken, dile dayalı benzer
çözümlemesi de çelişmezlik ilkesini içermektedir (Po.A., 77a 5-9).368 Aristoteles’in
Platon’un diyalektiğinin mantığına bağlı oluşu Metafizik’e dağılmış durumdaki
düşüncelerin toparlanması ile açığa çıkabilir.
Aristoteles’in ‘hakikat araştırmaları’na ilişkin belirlediği iki güçlük vardır:
(1) şeyin “kendisi bakımından” (Phei), yani gerçekliğin kendi doğasından kaynaklı
kapalılıktan kaynaklıdır
ve (2) bizim bakımımızdan” (pros hemas), yani aklın
nesnesini kavrayacak yeterlilikte olmamasından kaynaklıdır (M., 983a 30-b 11).
Aristoteles bu durumu aşmak için, tümevarımı bir araştırma metodu olarak daha az
işletir (M., 1029b). Bunun yanı sıra, Aristoteles’in göz ardı etmediği bilgi birikiminin
varlığıdır. Daha önceki görüşlerin varlığı, düşünme yetisinin gelişimi için temel bir
basamak oluşturur. Öyleyse Aristoteles Topikler’de ve Analitikler’de diyalektik
metodun öncülleri olarak belirlediği endoksa’ların niteliğine uygun olarak
Metafizik’te, artık bu ‘mevcut bilgileri’ başlangıç noktası olarak düşünmenin
malzemesi
olmasına
olumsuzlayıcı
bakmamaktadır.
Aristoteles’in
Sofistik
Çürütmeler’de (183b 15 vd.) de dile getirdiği gibi, önceki filozofların hakikate ilişkin
bilgi birikimi, uslamlamanın zeminini oluştururlar (M., 983b 12-19). “(…) Kuramsal
367
Sokrates’in boyunu aşmak kesinlikle Simmias’ın doğasının bir parçası değildir: O Sokrates’in
boyunu Simmias olmaktan dolaı değil de, her nasılsa sahip olduğu Uzunluktan dolayı aşar. Yine onun
Sokrates’in boyunu, Sokrates Sokrates olduğu için değil de, daha çok Sokrates Simmias’ın Uzunluğu
karşısında Kısalığa sahip olduğu için, aştığını kabul edeceksin (Pha., 102c).
368
“Olumlama ve olumsuzlamanın aynı anda söz konusu olması olası değil; hiçbir tanıtlama
tarafından ele alınamaz” (Po.A., 77a 10-11). “Bu durumda ilk terimin ortancaya yüklenmesinin doğru
olduğu, değillemesinin ise doğru olmadığı kabul edilerek tanıtlama yapılır” (Po.A., 77a 12-14). Ancak
orta terimi ve aynı şekilde üçüncü terimi ‘olan ve olmayan’ biçiminde ele almak hiçbir ayrım
yaratmaz. Bununla birlikte ‘insan’ı yüklemenin doğru olacağı bir nesne verildiyse –‘insan olmayan’ı
yüklemek doğru olsa bile- insan da yalnızca ‘canlı’ ise ve ‘canlı olmayan’ değilse, ‘Kallias’ın –
‘Kallias olmayan’ olsa bile- canlı olduğunu ve canlı olmayan olmadığını dile getirmek doğru
olacaktır. Nedeni, ilk terimin kaplamı geniş olduğundan dolayı sadece orta terime değil, ötekine de
yüklenir; dolayısıyla orta terim olsa da olmasa da sonuç değişmez (Po.A., 77a 15-22).
243
bilginin amacı hakikattir”369 ve “neden bilinmeden hakikat bilinmez” olduğu için,
hakikat felsefenin araştırma alanına girer (M., 983b 20-25).
‘Felsefe’ ya da ‘ilk felsefe’ olarak adlandırılan metafiziğin problemlerine
ilişkin Aristoteles’in bildirdiği liste, onun felsefe ve diyalektik arasındaki ilişki
konusundaki tutumunu, diyalektiğin metafizikteki mantıksal bir metot olarak
konumunu verebilir. Onun aporia’lara ilişkin Metafizik’te uyguladığı metot,
mahkemedeki “karşıt görüşleri savunanları” dinler gibi, “birbirine karşıt kanıtları”
dikkate almakla daha doğru bir yargıda bulunma olanağına sahiptir (M., 995b 2). Bu,
bir anlamda diaporematik bir çözümleme tarzı, çelişkiler arasından sıyrılma
işlemidir. Bir sorunun tez ve antitezinin birlikte dikkate alınarak çözümlenme işlemi,
diyalektik metoda ait bir işlemdir. Ancak buradan şu da çıkartılmamalıdır:
Aristoteles Metafizik’te hakikati çelişkiler aracılığı ile keşfetme çabası içindedir.
Böyle bir yorum, Aristoteles’i çelişkilerin mantıkçısı yapardı. Tersine, Aristoteles
sadece, çelişkileri bir türden savların yol açtığı açmazları sergilemek için bir araya
getirmektedir. Açmazlar aracılığı ile kendi savını temellendirmektedir. Bu açıdan
bakıldığında da Aristoteles’in eleştirel tutumu farklı türden bir tutuculukla
sonuçlanmaktadır. Bununla birlikte Aristoteles, diyalektiği, kendi savının dayanağı
olacak sistemin kurgusu için bir metot olarak işletmekteyse de; yani tümel ile tikel
kavramlar arasındaki bağı mantıksal ya da diyalektik aracılığı ile sağlamaktaysa da,
asla
diyalektiğin
çelişkiler
mantığı
aracılığı
ile
hakikati
keşfetmeye
yönelmemektedir. Her şeyden önce düşünce sistemi için gerekli kavramlar
bulunmaktadır ve o sadece bu kavramları birbirine eklemlemektedir. Nasıl ki,
Aristoteles’in episteme ve aletheia (hakikat) kavramları, onun sullogismos teorisi ile
bağlantısızdır, bunun gibi aporia’ların çözümü de diyalektiğin çelişkiler mantığından
ayrıdır. Listesi verilen on dört aporiai da çelişkiler ile kurulmuş sorulardır; ama
hiçbir çelişki eşit ölçüde tartışılarak bir sentez aranmaz. Oysa Platon’un diyalektiği
çelişkileri koymaz, keşfeder ve aşar. Her ne kadar Platon çelişkileri aşma işlemini
kendi sistemine uygun bir sonuca doğru yönelterek uygulasa da, yine de çelişkiler
onun
diyalektik
uslamlamasının
mantıksal
görünümünü
oluşturur.
Bunu
Aristoteles’in de fark ettiğine beşinci aporia’da tanık olunabilir: “Söylediğimiz gibi,
369
Aristoteles teorik, pratik bilgi alanlarının ayrımını ilk kez Topikler’de (105b 20) sunar.
244
sorularımız içinde, araştırmamızın sadece töz (tas ousias) ya da tözün temel
nitelikleri ile de ilgili olup olmadığını incelemeliyiz. Ayrıca aynı ve başkaya, benzer
ve benzemeze, karşıtlığa, öncelik ve sonralığa ve araştırmalarını yalnızca olası/kabul
edilir (ek ton endokson monon) öncüllerden hareketle başlatan diyalektikçilerin (hoi
dialektikoi) araştırmaya çabaladıkları böyle terimlere gelince, bunların hepsini
incelemek kimin işidir?” (M., 995b 18-24). Burada söz konusu edilen
diyalektikçilerin Platon ve Akademia çevresi olduğu açıktır. Buna göre Aristoteles,
metafizik incelemenin endoksa’dan değil de, alethos’tan (hakiki olan’dan) hareket
edeceğini belirlemekle Platon’cu diyalektik uslamlama ile arasındaki ayrımını
bildirmiş olmaktadır. Ancak bu pasajda belirlenmesi gereken “endoksa” teriminin
sadece Platon’a mı yoksa Topikler’deki diyalektikçilere mi göndermede bulunup
bulunmadığıdır. Açık olan şudur ki, pasajın ilk bölümünde sözü edilen “çelişkiler”
Platon’un Parmenides diyalogunun terimleridir; ancak bu çelişkiler Aristoteles’in
sözünü ettiği endoksa türünden önermeler ile çözülmez. Oysa Akademia geleneğine
bağlı olanların Platon’un savlarını öncül olarak almaları dikkate alındığında,
Platon’un argümanları Akademia için endoksa olmaktadır. Buradan bakıldığında da,
pasajın sözünü ettiği diyalektikçiler, Topikler’in tanımladığı diyalektiğe uygun
olarak, Akademia üyeleridir. Bu nedenle Aristoteles’in diyalektik teorisinin ilkeleri,
kuralları ya da öğeleri açısından değerlendirildiğinde, Platon diyalektiğine bağlı
olduğu varsayılabilir. Hatta daha da ileri giderek söylenebilir ki, diyalektiğin
Platon’un ontolojide oynağı rol açısından değerlendirildiğinde, diyalektiğin ilişkisi
Aristoteles’in ilk felsefesinin araştırma konusu alanına girmektedir. Bu da,
Aristoteles’in ilk felsefesinin dayanağının Platon’un diyalektiği olduğu varsayımına
olanak sağlamaktadır. “Bu yüzden, burada, Aristoteles tarafından önerilen soru, ilk
felsefenin Platon ve öğrencilerinin kendi diyalektik metotlarını kullanarak
tartıştıkları aynı nesneleri incelemek zorunda olup olmadığıdır –İlk felsefenin
Platoncu diyalektiğin mirasçısı olup olmadığıdır-” (Berti, 1996: 124). İlk felsefe
diyalektiğin bir devamı ise, bu durumda varlık ile onun görünümleri arasındaki
sorunu, varlığın özü aracılığı ile çözümlemelidir. Açıktır ki, Metafizik bu problemin
çözümleme programıdır. Burada aynıya, benzere, eşite ve onların karşıtlarına dair
incelemenin ilk felsefeye ait olarak çözümlenir (M., 1003b 30-104a 32). Buna bağlı
olarak varlığın ve onun niteliklerinin çok anlamlılığı vardır; bütün nitelikler ousia
245
olarak adlandırılan ilk töze bağlanmalıdır (M., 1003a 32- b 17). Bu nedenle filozof,
“tözlerin ilkelerini ve nedenlerini kavramalıdır” (M., 1003b 18).
Açıktır ki, Aristoteles’in ontolojik bakışı, onun mantıkçılığının önündedir. O,
“uslamlamanın mantıkçısı olmaktan önce, şeylerin metafizikçisidir. İlk felsefenin
metafizikçisidir”370 (Case, 1925: 85). Buna göre Aristoteles’in metafizikçisinin ya da
“ilk felsefe”nin görevi, nitelikle tözün bağını araştırmalıdır; metafizikçisinin görevi
“‘Sokrates’ ile ‘oturan Sokrates’in aynı şey olup olmadığını”, “şeyin karşıtının tek
olup olmadığını”, “karşıtın ne olduğu ve kaç anlamda kullanıldığı”nı (M., 1004a 35-b
4), yani niteliklerin ve bağlı oldukları tözün kaç anlamda kullanıldıklarını
araştırmaktır. Filozofun yapması gerekenler listesi, Platon’un diyalektikçisinin
listesine benzemektedir. Bu liste ve diyalektikçilerin endoksa’lardan hareketle
uslamlamalarda bulunmaları açısından bakıldığında, ilk felsefe Platonik diyalektiğin
mirasçısı olmaktadır. Aristoteles’in ilk felsefenin araştırma alanı olarak belirlediği
“Birlik ve varlık olmaları açısından Birlik ve varlık’ın temel nitelikleri” (M., 1004b
3), Platon’un Paremenides diyalogunun temel problemidir. Burada Platon’un töz
konusundaki
düşüncelerindeki
belirsizlikler,
Aristoteles
için,
Platoncuların
“hakkında doğru bir anlayışa sahip olamadıkları tözün temel niteliklerden önce
geldiğini
unuttukları”
(M.,
1004b
9-10)
eleştirisini
yapmaya
meşruluk
kazandırmaktadır. Buradaki yanlışlık töze ilişkin söylemin eksikliğidir; bu nedenle
Aristoteles’e göre töz ve nitelikleri arasındaki ilişki yeteri kadar açıklanamamıştır.
Oysa Aristoteles’e göre filozofun işi, ‘temel nitelikler hakkında doğruyu
araştırmaktır’ (M., 1004b 16). Bunun için Aristoteles’in bildirdiği kanıt, gerçekte, ilk
felsefeye ilişkin araştırmaları yapanların Platoncular olduğudur.
“Diyalektikçiler ve Sofistler filozoflar gibi aynı dış görünüşü üstlenirler; çünkü
sofistliğin dış görünüşü felsefedir, diyalektikçiler (hoi dialektikoi) kendi
diyalektiklerinin içine her şeyi alırlar ve varlık her şeye ortaktır. Fakat açık olarak
bunların felsefenin özellikleri olmasından dolayı onların diyalektiği bu konuları
içerir. Sofistik ve diyalektik felsefe gibi şeylerin aynı sınıfına yönelirler; fakat
[felsefe] bunun için gerekli yetinin doğasından dolayı diyalektikten, sofistlikten de
felsefi hayata ilişkin amaçları açısından ayrılır. Diyalektik sadece felsefe bilgisi
(gnoristika) iddialarına eleştiridir (peirastika) ve sofistik felsefe görünür ama
değildir” (M., 1004b 17-26).
370
Bu yargısına rağmen Case, Aristoteles’in metafizik bir düşünmeyi diyalektik bir metoda
dayandırdığını görmezden gelerek, Aristoteles’in metafiziği diyalektikten kurtardığını
varsayabilmektedir (Case, 1925: 84).
246
Açıktır ki, Aristoteles’in bu pasajda diyalektiğin bilimsel niteliğine ilişkin
önemli belirlemeler sunmaktadır. Irwin bu pasaja dayanarak diyalektik ve felsefe
arasındaki ayrımı ‘olağan’ ya da ‘saf’ diyalektik ile ‘güçlü’ diyalektik arasındaki fark
olarak yorumlamaktadır (Irwin, 1998:197). Belirlemeye göre sofistik, diyalektik ve
felsefe gerçekliğin bütününü kendisine araştırma konusu olarak seçmektedirler.
Varlık olarak varlık ve onun nitelikleri araştırma konusu olarak her üç uslamlama
alanında ortaktır, ama ilk ikisi töz konusunda açık bir düşünceye sahip değildir.
Felsefe, “güç bakımından” (to tropo tes dynamis) diyalektikten ayrılır. Diyalektik
olası (endoksa) ve ikna edici şeylerden (ek pithqanon) hareketle uslamlamada
bulunur. Felsefe ise kesin şeylerden (eksalethon kai autopiston) hareket eder ve
hakikati amaçlar. Bunun yanı sıra diyalektik eleştirel bir hazırlıktır, bir incelemedir
(peirestike). Bu açıdan diyalektik felsefi bilgiyi test eden bir çözümlemedir. Ancak
felsefe hakikate ilişkin bilgiyi (gnoristika) oluşturmaya çalışır. Diyalektik ile
felsefenin bu karşıtlaştırılmasına ilişkin belirlemenin Topikler I 2’deki diyalektiğin
bilimsel kullanımını görmezden gelip doğrudan Analitikler’deki düşünceye yakın
durduğu varsayılabilir. “Fakat kuşku yoktur ki, Metafizik’te Aristoteles diyalektiği ilk
felsefenin yöntemi olarak kullanmaktadır” (Berti, 1996: 126). Özellikle de Metafizik
III’teki açmazların (aporiai) listesi yapılırken, bunlar karşıtlıklar halinde sorulmuş
diyalektik sorular niteliğindedir. Ancak bu sorular “evet” ya da “hayır” ile
yanıtlanacak türden değildir; çözümleme gerektirmektedir. Topikler I.2’de sözü
edilen diyalektiğin bilimsel kullanımına uygun olarak, çözümleme karşıtlıklardan
sonuçlar çıkartılması ile olanaklıdır. Aristoteles’in Metafizik III. 1’de sözünü ettiği
araştırması endoksa’ların öncül alınması ile başlar; çünkü bir sorun onun her açıdan
ele alınması ile çözülür.371 Önceki söylemler, uslamlamanın hareket noktasına
dönüştürülmedikçe,
aklın
durumu
‘zincire
vurulmuş
insanın
konumu’na
benzeyecektir. Bu nedenle mahkemede karşıt savları dinler gibi, her argüman karşıtı
ile birlikte ele alınmalıdır (M., 995a 24-b 4). Aristoteles bu çözümlemeyi,
diyalektiğin genel ilkeleri aracılığı ile yapmaktadır. ‘Bir şeyin ne ise o olması, hem
de başka bir şeyin olmamasının zorunlu olması’nın bir ilke olması ile dile getirilen
(M., 1006a 11-28), açmazların çözümlemesinde çelişmezlik ilkesi’nin ölçüt
371
“Yine varlık olarak varlık (being qua being)’ın bilimindeki tüm bilimlere müşterek olan ilk
ilkelere ilişkin çalışmasında Aristoteles endoksa’yı, onları ilk ilkeler olarak kurarken, diyalektik
olarak inceler” (Bäck, 1999: 167).
247
alındığıdır. Aristoteles, benzeri bir çözümlemeyi, üçüncü halin olanaksızlığı ilkesi’ni
ölçüt alarak çürütmelerin tanıtlanması yapmaktadır (M., 1011b 23 vd.). Bu Topikler I
2’de betimlenen diyalektik aracılığıyla bilimlerin ilkelerinin elde edilmesinin en iyi
yolu gibi görünmektedir. Bu da, diyalektik teorisine ilişkin yaklaşımında
Aristoteles’in Metafizik’te, Topikler’deki tanıma geri döndüğü anlamına gelir.
Tersine Berti, “(…) Aristoteles’in diyalektik kavramsallaştırmasında herhangi bir
gelişme olmadığını” ileri sürer. “Çünkü Aristoteles’in son yapıtlarından birisi olarak
Metafizik,
erken
yapıtlarından
olan
Analitikler’deki
aynı
diyalektik
kavramsallaştırmayı sunmaktadır” (Berti, 1996: 126). Bu düşünce kabul edilebilirse
de, Aristoteles’teki diyalektiğin gelişmeci görünümü diyalektiğin kavramsal olarak
kurgulanmasından
daha
çok,
metot
olarak
uygulanmasında
görülmektedir.
Aristoteles’in, terminolojik belirsizliklere rağmen onun bütün eserleri boyunca
diyalektik, bir teori olarak aynı içerikte kavramsallaştırılmaktadır. Aristoteles’in
Topikler’de bir öğretmen olarak tanımladığı diyalektiğe Analitikler’deki yabancılığı
Etik’te
ve
Metafizik’te
ortadan
kalkar.
Aristoteles
buralarda
diyalektiği
tanımlamaktan çok, onu bir metot olarak kullanmaktadır. Buna ek olarak,
Metafizik’te diyalektiğin bir metot olarak kullanımı Platonik bir uygulamaya
benzemektedir. Platon diyalektiği, kavramlar arası bağlantıda etkin bir metot olarak
işletmektedir. Bilginin diyalektiği açısından bakıldığında da, gerçeklik ile onun
kavramı arasındaki ilişkiyi başka bir uslamlama tarzı tutarlılıkla dile getiremeyebilir.
Bu nedenle, Aristoteles kavramlarla işleyen bir uslamlama olduğu için Platon’un
diyalektiğini ‘mantıksal’ bir diyalektik olarak düşünür. Ancak, Aristoteles, Platon’un
uygulamasını hatalı ve eksik olarak düşünür; çünkü ona göre Platon ‘benzer ve
benzer olmayan’, ‘eşit ve eşit olmayan’ gibi çelişkileri tözle ilişkisini düşünmeksizin
tartışmaktadır. Aristoteles’in Platon’un diyalektik uslamlamasına katkısı da burada
açığa çıkmaktadır: Aristoteles bütün karşıtlıkları töze dayandırarak tartışır. Bu
tartışma,
anlamların
nedenlere
dayandırılarak
yeniden
belirlenmesi
ve
tanımlamalardaki tutarsızlıkların temellendirilmesi ile çelişkilerin bir tarafının
doğrulanması tarzındadır ki, bu uygulama da geniş ölçüde Platonik uslamlama
sürecine benzer; ayrım Aristoteles’in diyaloglardan arındırılmış düşünmeyi terimlere
indirgemesinde görülebilir. Ancak yukarıdaki pasajda (M., 1004b 17-26) konuşan
Aristoteles’e
göre, Platonik diyalektik sadece felsefenin ileri sürdüğü savları
248
değerlendirmekle sınırlı olduğu için, eleştirel düzeyde kalmıştır. Hatta diyalektiğin
varlıkla değil de, sadece varlığın ilinekleri ile ilgilendiği yönünde
eleştirilerini
sertleştirir (M., 1061b 8-11). Oysa Platon kendi diyalektiğini sadece eleştirel bir
metot olmakla sınırlamayıp onu bir türden felsefi bilim düzeyinde tanımlarken,
Aristoteles Platon’un diyalektik biliminin niteliğini kendi ilk felsefesine verir.372
Buna göre diyalektiği doğru kullanan felsefe (yani kendi “ilk felsefe’si) doğru bilgiyi
elde edebilir; çünkü Aristoteles Platon’un diyalektiği karşısında, kendi ‘ilk
felsefe’sini hakikati kavrama yetisi ile güçlenmiş olarak tasarlar. Böylece Aristoteles
Topikler’in başında sözünü ettiği hakikati elde edecek metodu, ‘ilk felsefe’nin
dayanağına dönüşmüş diyalektik olarak kurgulamış olmaktadır. Bunu, Metafizik VII.
Kitaptaki tözün ne olduğunu tartışırken sergilediği uslamlamada diyalektiği akıl
yürütme metodu olarak seçmesinde görmek olanaklıdır.
Aristoteles, özü olan şeylerin neler olduğunu tartışırken, tözün ilkesel olarak
öz olduğu savına gelmeden önce, töz hakkında mantıksal (logikos) bazı
uslamlamalarda bulunmak gerektiğini bildirir: “Şeylerin özü kendilerinin özelliğinde
olduğu söylenendir. Çünkü ‘sen olma’ ‘müzisyen olma’ değildir;
kendiliğinin
özelliğinde müzisyen değilsindir. O halde senin kendiliğinin özelliğinde olduğu şey
senin özündür” (M., 1029b 13-16). Buna göre, diyalektik uslamlama bir şeyin ne
olduğunun onun doğasının ne olduğu ile ilgili olarak tanımlanabileceğini içeren bir
uslamlamadır. Öyleyse paragrafın başında (1029b 13) mantıksal (logikos)
uslamlamada bulunma önerisinde ‘mantıksallık’ olumlanmaktadır. Bu olumlamaya
göre töz kavrama dayalı bir uslamlama aracılığı ile araştırılacaktır. Metafizik VII.
4’te (M., 1029b 17-1030a 27) bu araştırmanın basamakları takip edildiğinde,
görülecektir ki, diyalektik uslamlama doğa bilimci (Phikos) bir uslamlamaya
yakındır.373 Ama buradaki doğa bilimci araştırma mantıksal bir uslamlama ile
372
Aristoteles diyalektiğin “Platon öncesi kavranışını bilgiden uzak”, “Platoncu kavranışını bilgi
olarak gözden geçirip düzeltir.” Aristoteles birinci yorumdaki diyalektiği “doğru ve uygun” olarak
alırken, ikinci yorumdakini “ilk felsefenin bir işlevi olarak”, diyalektiğin kullanımına bir giriş olarak
görür. “Böylece diyalektik anlayışı ile Aristoteles’in –her ne kadar çelişmezlik ilkesini kabul ederek
Protagoras’tan, diyalektiğin bilimden özerk oluşunu kabul edişi ile Sokrates’ten ayrılsa da- herkesten
çok Protagoras ve Sokrates ile bağlantılı olduğu söylenebilir” [M., 1078b 23-30] (Berti, 1978: 368-9).
373
Buna göre: (1) Öncelikle varolanın ilineği tözden ayrılır. (2) İkinci olarak, varlığın kimi temel
nitelikleri de tözden ayrıştırılır. İkinci Analitikler’e bağlı olarak (73a 34), bir nitelik iki anlamada özsel
olabilir: (2a) şeyin özünü ve tanımını kendinde taşıyan nitelik (nokta özsel olarak doğruya, doğru da
özsel olarak üçgene ait olması gibi). (2b) Bir şeyde bulunan, ama kendi tanımında da bunu bulunduran
249
kavramlarını mantıksal olarak bağlamaktadır. Öyle ki, sonunda “neden mantıksal
(logikos) açıdan özdür”, derken de bu mantıksallık onaylanır (M., 1041a 28).
Bununla birlikte niteliklerin varlığı konusunda diyalektikçilerle girilen görüş
ayrılığında, mantıksal uslamlamaya karşı Aristoteles’in eleştirisi görülebilir.
Aristoteles nitelikleri birincil varsaymasa da, onların özler grubuna girdiğini
tanıtladıktan sonra, diyalektik akıl yürütme metodunu kullanan filozofların
niteliklerin mutlak anlamda varolmadıklarını, varolmayan anlamında varolduklarını
diyalektik olarak tanıtladıklarını söyler. Açıktır ki, sözü edilen bu diyalektikçi
Platon’dur374 (M., 1030a 23-27).
VII. Kitaptaki töz öğretisi olan birincil tözün özne –taşıyıcı olan bireysel
varlık ve madde- (M., 1038b 1-6) ya da form olarak tanımlanmasını (M., 141a 6 vd.)
Irwin (1988:20-21) güçlü diyalektiğin temeli olarak görürken, III. Kitaptaki varlık
olarak varlığın bilimi olan Metafiziğin temellendirilmesi yapılan uslamlamayı
diyalektiğin bilimsel kullanımının temeli olarak yorumlar. Her ne kadar Irwin’in
işaret ettiği pasajlardaki çelişmezlik ilkesi’nin işlevi diyalektiğin bilimsel
uygulanmasının görünümünü oluştursa da, bu görünümler bu kadarla sınırlı değildir.
Her şeyden önce III. Kitaptaki Metafiziğin problemleri olarak sıralanan aporia’ların
kurgulanması ve çözümlenmesi diyalektiğin başlı başına bilimsel kullanımını
oluşturması kadar, bu çözümleme tarzı varlığın temellendirilmesindeki metoduna
dönüşerek diyalektik metafiziksel uslamlamanın metoduna dönüştürür.375 Hatta,
denilebilir ki, Aristoteles diyalektik ile metafiziği inşa etmektedir. Metafiziğin
‘varolan olarak varlığı’ bir bütün olarak bilgi nesnesi edinebilmesini (M., 1025b 3)
nitelik özseldir; yani niteliğin öznede anılmayıp tersinin olmasıdır. Bu durumda nitelik özne ile
tanımlandığı için, asli özellik ‘birincil’ nitelik olarak öznedir. Örneğin tek-çift gibi ifadeler ancak
‘sayı’ kavramı aracılığı ile tanımlanabilirler. Burada sayı birincil, tek-çift ikincil asli niteliktir. Sayı
olmadan tek-çift tanımlanamaz; bundandır ki, sayının özü tek-çift’in özünü oluşturur. (3) Son olarak,
töz ve niteliğin birliği olan şeyin, yani, töz ve nitelik kategorisinin birliği olan “beyaz insan”ın bir
özünün olup olmadığı incelenir. Burada birincil –özü taşıyan töz- ve ikincil töz –nitelikler- ayrımı
ortaya çıkar (M., 1029b 17-1030a 27).
374
Platon Sofist’de (237, 256, 264b, vd.) varolan ile varolmayanın ayrımını doksa ve episteme
ayrımına dayalı olarak tartışırken, doksa’yı nitelikler alanına ilişkin bilgi olarak çözümler.
375
“Aristoteles uzmanlarının hiçbiri, anladığım kadarıyla şimdiye kadar, diyalektiğin Aristoteles’teki
bu ‘metafizik olarak’ kullanımına yeteri kadar dikkat etmemiştir. Eğer herhangi biri, gerçekte,
Aristoteles’in Metafizik’inin diyalektik karakterini kabul etseydi, bu karaktere olumsuz bir anlam
yüklerdi; bu olumsuz anlam, bilimsel bir standart yoksunluğunun bir ifadesi olarak ve bu arada
hakikatin bir gösterimi olarak ve bir mat, bir yanlış olarak da anlaşılırdı. Tersine, Aristoteles için ilk
felsefenin diyalektik karakteri, tikel bilimlerinkinden farklı olan bir bilim türünün dile getirilmesidir
(Berti, 1978: 369).
250
diyalektik sağlar. Diğer bilimler ilineklerin bilimi iken (M., 1025b 7), prote
philosophia varolanın varlığını konu edinerek onun bilgisini edinmeye çalışır. Bu
“neden” bilgisidir. Nedeniyle formu arasındaki ilişkinin kavranmasını diyalektik
aklın kurgusu olanaklı kılabilir.
251
III. BÖLÜM
RETORİĞİN FORMU OLARAK DİYALEKTİK
Retorik kitabı Topikler’in I ve VIII kitaplarına şaşırtıcı bir şekilde bağlıdır.376
Öyle ki, bu kitaplardaki katkılar çekildiğinde, Retorik’te kalan sadece Aristoteles’in
dönemin retoriğine ilişkin bilgi birikiminin bir düzenlenmesi olacaktır. Her ne kadar
Aristoteles’in etik ve politik alanlarındaki olgunlaşmış düşünceleri retorik
düşüncesinin dayanaklarını oluştursa da, gerçekte Aristoteles’in kendisine ait retorik
teorisine katkıların kavramsal malzemesini Analitikler ve özelikle de Topikler sağlar.
Topikler Aristoteles’in retoriğinin temel terimler sözlüğü olduğu kadar, retoriğe bir
metot kazandırılması düşüncesinin de esin kaynağıdır. Retoriğin formülleştirilmesi,
onun argümanlarının sullogismos teorisi ile ilişkilendirilmesi ve diyalektik metot
temelinde düzenlenmesi ile sağlanır. Bu açıdan bakıldığında, etik ve politik
alanlardaki metinler Aristoteles’in retoriğinin malzemesini oluştururken, Topikler ve
Analitikler onun formunu oluştururlar. Retorik’te Organon’dakinin benzeri bir
diyalektik anlayışı açımlanırken, retorik de diyalektiğe benzetilerek bilim ile
karşıtlaştırılır. Her ikisi de “genel bilgi alanı” içinde ve “belli bir bilime ait olmayan”
şeylerle ilgilenir (R., 1354a 3). “Ne retorik ne de diyalektik herhangi ayrı bir
konunun bilimsel incelemesi değildir: her ikisi de kanıt sağlama yeteneğidir.” Bu
nokta iki disiplinin “çalışma alanlarını ve birbirleriyle nasıl ilişki içinde olduklarını”
göstermektedir (R., 1356a 22- 35). Aristoteles’in retoriği diyalektik ile benzer
düzeyde tartışmasını, onun retoriği diyalektiğin bir başka görünümü olarak işlediği
biçiminde mi okunmalıdır, yoksa retorik ve diyalektik teorisinin ilişkisini başka bir
yerde mi aramalıdır? Tartışma metodu olarak uygulanması açısından bakıldığında,
diyalektik tartışmalarda argüman sağlayan bir uslamlama metodudur. Diyalektiğe
benzer olarak retorik de argüman sağlama gücüne sahiptir, ancak diyalektiğin tersine
retorik dinleyicisini etkilemek, ikna etmek için yapılan konuşmalarda argüman
sağlamaktadır. Aristoteles’in retoriğin yararlarına ilişkin sunduğu liste açısından
376
Bu kadar benzerlik eserlerin aynı dönem içinde yazılmış olmasıyla da ilgilidir. Retorik’in tarihsel
sıralanışına ilişkin Berti, Retorik’in Organon ile “aynı döneme ait” olduğunu söyler (1996:115).
252
bakıldığında, retorik kanılara dayalı argüman sağlama gücüdür ve Topikler’in
‘gündelik karşılaşmalar’daki kullanımına uygun olarak daha eğitimsiz insanları
etkilemek için gerekli bir ikna formudur (R., 1355a 27). Bu açıdan retoriğin
diyalektik ile ilişkilendirilmesi bir indirgeme değil, sadece retoriğin yeniden
tanımlanmasında, diyalektik, mantıksal form olarak örnektir.
III.1. Retoriğin Diyalektikle İlişkilendirilmesi
Yunanca retorikos377 (‘konuşmacıya ilişkin olan’ Phaidros: 260c, 272d)
sözcüğünün sağladığı ‘konuşmacının niteliği’, ‘söylev sanatı’ (rehtorike tekhne) (G.,
462c) terimdeki anlamın sağladığı konuşmanın niteliğini destekler. ‘Söylev sanatı’nı
uygulayan retor’u ‘toplum önünde’ politik bir konuyu ya da ‘mahkemelerde adli bir
konuyu’, bir türden savunma halinde bir konuşma yaparken ya da ‘hitabet sanatını
öğreten’ bir öğretmen olarak görmek olanaklıdır. Herhangi bir konunun sadece
savunma amaçlı dile gelmesi amacıyla sergilenen bir konuşma stili olduğu için
retorik, savunulan konu hakkında epistemolojik bir tanıtlama etkinliği değil, sadece
dinleyiciyi ikna etme amaçlı bir söylevdir.378 Bu nedenle retorik bir ‘akıl yürütme
tarzı’ ya da ‘metodik uslamlama yeteneği’ olarak değil de, hep bir tür ‘söz ustalığı’
ya da ‘konuşma sanatı’ olarak tanımlanır.379 Ancak konuşmadaki bu ustalığın ayırıcı
377
ρητορικός (retorikos): ‘bir halk konuşmacısı için uygun olan’ ya da ‘halk konuşması’, ‘hatipliğe
ait’, ‘retorik olarak’: ή ρητορική (retorike): ‘konuşma sanatı’; ρήτηρ (reter), ρήτωρ (retor):
‘konuşmacı’, ‘hatip’; ρεω (reo): ‘söylemek’ (L.&S.) fiilinden türetilmiş bir isim.
378
‘Konuşma’yı, ‘söylev’i edebi-politik entelektüalizmin geleneksel kültürünün bir parçasına
dönüştüren Yunan yazınında retorik, daha Homeros metinlerinden beri kendisini gösteren bir tema
olmuştur. Onun kahramanlarının hepsi konuşma becerileriyle donatılmıştır. Odysseus’un kurnaz
konuşmaları, sorunlardan kurtulmak için ikna ve kandırma üzerine kurulu bir diyaloglar zinciridir.
Ama bu metinler destan geleneğinin söze ve konuşmaya önem veriyor olmasını gösterse de, retorik
olarak bilinen Yunan söylev tarzının teknik içeriğini oluşturmaz. Retorik olarak gösterilebilecek
uygulamalar için tarihsel dönem Sicilya’daki tiranlığın yıkılması ile başlayan ‘arazi sorunları’nın
mahkemelerde çözülmesi süreci ile (MÖ 466-461) başlamıştır. Mahkeme kararları, arazi sahiplerinin
kendi ikna edici gücüne ve kanıtlarına göre belirleniyordu. Bu nedenle “Hitabet hakkında ilk metodik
incelemeler” burada gerçekleşmiştir; “davacıların kullanması amacıyla” Koraks ve öğrencisi Teisias
Rorike Tekhne (Konuşma Sanatı) adlı bir eser yazmışlar; bu amaçla da bir okul kurmuşlardır. Burada
retoriğin amacı ‘gerçek değil, gerçeğe benzer’ olan bir uslamlama sergileyerek ‘ikna’yı sağlamaktır.
“O halde gerçeği aramak değil, bir fikri dinleyicilere gerçek gibi göstermek söz konusudur.” Sofistler
buradaki argümanların içeriğini geliştirerek uygulamaları sürdürmüşlerdir. Retoriğin ‘adli’, ‘siyasi’ ve
‘epideiktik’ türleri Atina’daki okulların etkisi ile gelişmiştir (Çelgin, 1990: 154-157).
379
“Rorike teriminin ilk kez Platon’un Gorgias diyalogunda sanat anlamında kullanıldığı”; daha
önceki metinlerde bu türden bir yargıya rastlanılmadığı iddia edilmektedir. İ.Ö. 400’deki Dissoi Logoi
(Çifte Söyleşiler)’de incelendiğine göre retorike terimi yerine: “‘konuşma teknikleri’ tekhnai
253
yanı, dilin ‘ikna edici’ amaçla kurulmasıdır. Böyle algılandığında da Platon retoriği
felsefeden kovmaya çalışır; çünkü retorikçi hakikatin bilgisinin değil, dinleyicisini
kandırmanın peşindedir. Platon retoriğin karşısına diyalektik metodu tutarlı bir
tanıtlama metodu olarak çıkardığı için, kendi başına bir sanat olarak ele alınmasını,
retoriğin nesnesini çürüterek, değillemeye çalışır. Bir “duvar yapımı” için birisi
seçilecekse, bu seçilen bir “duvar ustası” olacaktır, retorikçi değil; savaş çıkacaksa,
komutanların sözü dinlenir, retorikçinin değil. Bu, bütün ustalık gerektiren konularda
böyledir; hakkında konuşulan “işlerde kim usta ise onun sözü dinlenir”, retorikçinin
sözü değil (G., 455b). Bu durumda, retorikçinin ustalık gösterdiği konusu ya da
retoriğin nesnesi nedir? Retorik nede usta olmadır?
Platon
retorikçinin
sanatının
nesnesine
yönelmektedir.
Gorgias’ın
yanıtlarında (G., 456 a- 457a) dikkat çekici iki öğe vardır: (1) Retorik sanatı bir üst
sanattır (yani, “retorik sanatı, öteki sanatları etkisi altında tutar”). (2) Retorik sanatı
(2a) ‘ikna’ amaçlı bir (2b) ‘konuşma metodu’dur (yani hekim, hastayı kullanması
gereken ilaçlar konusunda ikna edememesine karşın retorikçi ikna edebilir, retorikçi
bir gruba kendisini hekimden daha çok bir hekim olarak kendisini kabul ettirebilir).
Buna göre retorik uygulama, herhangi bir konuda dinleyiciyi ikna etmektir; retoriğin
ikna için kullandığı malzeme de, diğer sanatların bilgisidir. Öyleyse retoriğin
kendisine ait özel bir araştırma nesnesi, buna bağlı olarak da özel türden bir bilgisi ya
da epistemolojisi yoktur. Bu nedenle Platon’un altını çizdiği şu nokta önemlidir:
Retorik sanatı “sözlerle” ilgilidir (G., 449d). Konuşmayı ve konuştuğu hakkında
düşünmeyi öğrettiği iddiası ile öne çıkıyor (G., 449e). Oysa nesnesi hakkında bir
bilgiyi dil ile dışa vuran bir sanat da sözü kullanıyor, ama bu sanatlar “söz sanatı”
olarak adlandırılmıyor (G., 450a-b). Retoriğin söz sanatı iknayı içeriyor. İkna
edilenler, “mahkemede yargıçlar”, mecliste “üyeler”, halk toplantılarında ya da siyasi
terimiyle, ‘söz ya da sav’ logos terimiyle ve ‘her bir konu üzerinde düzgün konuşmak’ ise orthos
legein fiiliyle karşılanmaktadır.” Trajedilerde ise “ikna etme için peitho fiili kullanıldığı
görülmektedir” (Dürüşken, 1995: 1-2). Retoriğin ne olduğuna ilişkin tartışmalar: Isokrates’in
kaybolan kitabında retorik sanatını bir ‘insan yetisi’ (dynamsis), retorikçiyi de ‘ikna etme işini gören
işçi’ (peithous demiourgost) olarak gördüğü aktarılmaktadır. Gorgias ‘konuşarak ikna etme yetisi’
olarak tanımlar. Theodektes ise ‘konuşmacının konuşma yetisi ile insanları istediği yere götürmesi’
olarak tanımlamıştır. Ariston, ‘demokratik biçimde ikna edici konuşmayla siyasal sorunları anlama ve
dile getirme bilgisi’ olarak tanımlamıştır. Khrysippos’un Kleanthes’ten aldığı tanım ise, ‘doğru
konuşma bilgisi’dir. Platon ise farklı tanımlara rağmen, açık olarak ‘kandırma sanatı’ olarak tanımlar
(Dürüşken, 1995: 4-5).
254
toplantılarda dinleyicilerdir (G., 452d-e). Retorik sanatı “mahkemelerde ya da başka
toplantılarda, doğru olan ya da olmayan şeylere” ilişkin bir “ikna sanatıdır” (G.,
454b). Bu açıdan bakıldığında retoriğin öğretecek belli bir şeyi yoktur; o sadece
dinleyicisini bir konu hakkında inandırır (G., 458e); oysa ikna metodu ancak bilgisiz
kişiler üzerinde etkilidir380 (G., 459a). Retorikçi kendisine malzeme olarak aldığı
sanatları bilmez, sadece bu sanat hakkında dinleyiciyi nasıl kandıracağını bilir (G.,
459c). Bu nedenle Platon’a göre retorik bir sanat değil, “dalkavukluktur”381 (G.,
463a). Platon Sofist’te retoriği, sofistlerin uyguladığı türden “kandırma sanatı” olarak
adlandırmayı sürdürmektedir382. Açıktır ki Platon, sanat olarak adlandırılan böylesine
bir uygulamayı aldatmacadan başka bir şey olarak görmediği için diyalektikle
ilişkilendirmek şöyle dursun, onu felsefenin toprağına bile yaklaştırmak istemez.
Fakat, Platon’un tersine Aristoteles, Retorik’in daha ilk paragrafında retoriği bir
sanat olarak gördüğü gibi, onun diyalektiğin bir “tamamlayıcı”sı olduğunu ilan
ederek tartışmaya başlar (R., 1354a 1-11). Aristoteles diyalektik ile retoriği hangi
çerçevede ilişkilendirir? Onun Topikler ve Analitikler’teki diyalektik kavramına
ilişkin çözümlemeleri dikkate alındığında, diyalektik ile retorik arasında bu türden
bir ilişkilendirme meşru mudur? Açıktır ki, bu sorunun yanıtı Aristoteles’in
kendisinin Organon’da geliştirdiği diyalektik teori ile Retorik’te dile getirdiği
diyalektik kavramının aynı anlam ve içerikte olup olmadığının anlaşılmasını
gerektirmektedir.
Aristoteles Topikler I. Kitapta diyalektiği ‘akıl yürütmenin metodu’ olarak
çözümlerken, VIII. Kitapta onu ‘tartışmanın metodu’ olarak çözümler. Sofistik
380
Platon, Sofistlerin “söylev sanatını” bir “kandırma sanatı” olarak yorumladığı için, söylevcinin
bilgili olmasının gerekli olmadığı sonucuna varır; çünkü onun gerek gördüğü tek şey ikna etme
yeteneğidir. Bu sanata sahip olan “(…) bilgisizin biri, bilgisiz kimseleri kandırmakta, bilgiliden daha
ustadır” (G., 459b-c). Buna göre o sanat bile değildir (G., 462b, 463a).
381
Bunu yanı sıra Platon retoriğin yararlı olduğu bir tema belirler: Suçlamak. Eğer kötüyü hoş
göstermek için değil, eleştirmek için kullanılıyorsa, retorik faydalıdır (G., 480c).
382
Av nesnelerinin “su” ve “kara” hayvanları olarak bölünmesinden sonra (S., 220a) “kara
hayvanları” bölümü açımlanır. Av nesnesi olarak “kara hayvanları”na ilişkin bölümleme yapmak için
başlar (S., 221e): Bu bölümleme: (I.1.) “yabanıl hayvanlar” ve (I.2.) “evcil hayvanlar -insan-”
bölümüdür. “Evcil hayvanları” avlama: (I.2.1.) “zorla” -örneğin: korsanlık yoluyla- ve (I.2.2.)
“kandırmayla” -“konuşma sanatı”, yani retorikle kandırma- avlama. “Kandırma sanatı”: (I.2.2.1.)
“armağanlarla avlama” -“aşk avcılığı”, yani avcının avına armağan almasındaki metot- ile “ücret
karşılığında” -yani, yaptığı iş karşılığı ücret alan- avlanma özelliklerini kendinde taşıyan “dalkavukluk
sanatı” ve (I.2.2.2.) “erdem öğreticiliği” yapma amaçlı avcılık. Buna göre sofistlik sanatının tanımına
ulaşılmış olunur: Sofistlik, “zengin gençleri avlama” sanatıdır (S., 222b-223b).
255
Çürütmeler ise diyalektiğin bu ikinci görünümünü destekler. Aristoteles diyalektiğin
bu ikinci türden yorumuna, daha çok, kamusal alandaki pratik sorunların tartışılması
sürecindeki uygulamalara bakarak varır. Diyalektiğin bu ikinci metot olarak
görünümü, bilimsel problemlerden çok daha az teorik olan gündelik sorunların
tartışılması ve çözümlenmesinde kullanılan uslamlama ve tartışma tarzını
oluşturur.383 Diyalektiğin kullanım alanları ve onun nesnelerinin niteliğinden
hareketle, yorumcular, Aristoteles’in diyalektiğin uygulamalarını bilimsellik
ölçütünde, birbirine karşıt olarak bölümlendirmektedirler. Ancak onun diyalektikle
içeriklendirmeye çalışacağı retoriğe ölçüt ve kaynak olacak olan diyalektiğin pratik
konulardaki uygulanmasıdır. (1) ‘Diyalektiğin savunma amaçlı tartışmadaki
uygulaması’, savda bulunanın kendi savlarını rakip karşısında temellendirmek için
yürüttüğü uslamlamayı içerir. Aristoteles’in retoriği ‘varsayımı savunma’ (retoriğin
sullogismos ile ilişkisi) ve bunun için dinleyiciyi ‘ikna etme’ (retoriğin klasik
niteliği) uygulaması olarak tanıtlamasının gerisinde diyalektiğin bu tartışma metodu
olarak uygulanabilmesi vardır. (2) ‘Diyalektiğin çürütme amaçlı tartışmadaki
uygulaması’, rakibin savının çelişkilerini keşfedip onu değillemek için yapılan
diyalektik uslamlamayı içermektedir. Bu uygulamanın retorikle olan bağı,
diyalektikçinin rakibin her türden konumunu –psikolojik ve entelektüel konumunutakip etmesi, retoriğin dinleyicinin konumunu takip etmesine kaynaklık etmesinde
görülebilir. Aristoteles’in özellikle gündelik konular hakkındaki tartışmaların süreci
içinde uygulanan diyalektiği, salt kavramlar sistemi içinde işleyen bir metot olarak
sınırlı kalmayıp bir tür tartışmanın psikolojisi içinde stratejileri olan bir eleştiri ve
savunma metodu olarak iş gördüğü hakkındaki haklılaştırma argümanları,
diyalektiğin retorik için kaynak ve metodik ölçüt olmasına olanak sağlamaktadır.
Sofistik Çürütmeler’de diyalektiğin bu görünümünü kanıtlamaktır. Bu nedenle
Aristoteles Retorik’i yazarken, tartışmanın psikolojisine ilişkin kendi argümanlarını
temellendirecek kadar güçlü kabullere sahiptir. Her ne kadar tartışmanın
383
Diyalektiği retorik ile ‘konuşma’ terimi temelinde ilişkilendirmeye çalışan yaklaşımların gözden
kaçırdığı bu ayrıntı olmaktadır. Oysa, diyalektiği “diyalog” pratiği, retoriği de “söylev” pratiği olarak
gören bir yaklaşım, diyalektiği “diyalogun teorisi ve pratiği”, retoriği “söylevin (speeche) teorisi ve
pratiği” olarak alırken (Krabbe, 2002: 29) diyalektiği ve retoriği söz söylemenin metodolojisi içinde
birbirine indirgemenin tehlikesine düşmektedir. Bunun nedeni diyalektik konusundaki varsayımlar
için sadece Retorik kaynak olarak alınıyor olmasıdır. Aristoteles diyalektiğinin, tartışmalarda bir akıl
yürütme metodu olarak kullanılmasından söz ederken, burada diyalektiği bir konuşma metodu olarak
çözümlemez. Kaldı ki, retoriği diyalektik ile güçlendirme eğiliminde amaç, retoriği salt “konuşma”
niteliğinden arındırmaya çalışmaktır.
256
psikolojisine ilişkin yaklaşımlarının epistemolojik herhangi bir dayanağı yoksa da,
Aristoteles, tartışmanın öğeleri arasında psişik durumu, argümanın kabulü ya da
reddi ile ilgili hale getirmektedir. Ancak burada öne çıkartılması gereken nokta,
Aristoteles’in geliştirdiği ve ‘retoriğin mantığı’ olarak adlandırılabilecek teorinin
kavramları ile bunların Aristoteles’in diyalektik teorisi ile ilişkisinin doğrultusu
olmalıdır.
Her şeyden önce, Platon’un diyalogları dikkate alındığında, Antikçağ
felsefesinde tartışma metodunun salt kavramsal örüntülerden daha fazla bir şey
olduğunu varsaymak, kabul edilebilir bir sav olabilir. En azından tanıkların
aktarmalarından biliniyor ki, Sofistik tartışma hiç de rasgele bir tartışma türü
değildir. Bu nedenledir ki, Aristoteles’in retorik hakkındaki bilgi birikimi ‘öncellerin
yaklaşımlarının’ (Ross, 1999: 313) metodik bir düzenlenmesi olarak görülebilir.
Buna şöyle de bakılabilir: Retorik hakkındaki mevcut bilgiler Aristoteles’in retorik
hakkındaki tartışmaların endoksa’larıdır, yani tartışmak için başlangıca aldığı
kabullerdir. Her şeyden önce Aristoteles retorik sanatı hakkındaki teorisine bu
mevcut bilgilerin düzenlenmesi ile varmıştır.384 Ancak Aristoteles retorik konusunda
birçok kavram ve uygulama örneği açısından yenilikçidir de. Özellikle de
diyalektikçinin tek kişi karşısındaki savunma ve eleştiri psikolojisine retorikçinin
grup ya da kitle karşısındaki psikolojisini ekler. Bu nedenle Aristoteles her ne kadar
kitle psikolojisini etkilemeyi ve dinleyicinin duyarlılıklarını kullanarak duygu
durumunu coşku derecesine çıkartma aracılığı ile iknayı merkeze alan klasik retoriği
eleştirmekteyse de385, yine de dinleyicinin özellikle de konuşmacının psişik
384
Bu da, Aristoteles’in diyalektik metodun tanımına ilişkin yaklaşımını dikkate alındığında, onun
felsefe tartışmalarını diyalektik metotla yapılmış bir uslamlamanın ürünü olduğu sonucuna varmak
olanaklıdır. Örneğin onun Retorikte’ki retorik kuramı, mevcut retorik bilgilerin bir eleştirisi ve
değerlendirmesi ile başlar, eksikliklerin yerine konulması ile de tamamlanır. Bu Fizik ya da
Metafizik’teki tartışmalar için de geçerlidir. Bu durumda Aristoteles endoksa’lardan –mevcut
kabullerden- hareketle bir uslamlamada bulunuyor ve kendi savını temellendirmek için bunları
tanıtlama aracı olarak kullanıyor. Onun Sofistik Çürütmeler’in –ya da Topikler’in- sonundaki kendi
açıklamalarına göre, diyalektiği başkaları tanımlamaya çalışmışsa da, onların yaklaşımları üstünde
kendisi son noktayı koymuştur. Bu değerlendirmede bakıldığında da, diyalektik uslamlamadaki
endoksa kavramının etkin gücünü diyalektiğin tanıtlama karşısındaki zayıflatıcı öğesi olarak gören
Aristoteles, endoksa’lara dayalı olarak düşünmektedir.
385
Yunanlılar hem politik düşünceyi hem de mahkeme tartışmalarını seven bir toplumdu. Bu açıdan
konuşma teorisiyle ve bu teorinin uygulanması ile ilgilenmişlerdir. “Aristoteles’ten önce de ‘Söz
Söyleme’ sanatları yazılmıştı, ancak Aristoteles onların hitabetteki kanıtlama öğesini tümüyle göz ardı
ettiklerinden ve dinleyicilerde heyecan yaratmak gibi özle ilgisi olmayan konuları önemsemelerinden
257
tutumunu iknanın bir öğesi olarak işlemeyi sürdürmektedir. Aristoteles de psişik
durumları retoriğin öğesi olarak gözler, ama onun retoriği algılaması daha felsefi
boyuttadır, yani retorik argümanların metodik yapısı ile ilgisindedir. Retoriğe kattığı
bu felsefi nitelik, retoriğin asıl amacı olan ‘ikna’nın (pistis)386 duyguları harekete
geçirecek konu dışı argümanlarla değil, tersine ‘ikna edici’ (pithanos)387 olanın
konuşmanın kendisinin sahip olması gereken metodik nitelikten kaynaklı olması
gerektiği noktasındaki çözümlemelerinde görülebilir. Retoriğin sahip olması gereken
ikna edici argümanlara nasıl edineceği konusundaki problem, retoriğin diyalektik ile
olan ilişkisi aracılığı ile çözümlenir (R., I. 1). Platon diyalektiğin sağladığı hakikat
bilgisi karşısında sofistik retoriği hakikat yerine yanılsamaları üreten bir konuşma
türü olarak görürken, Aristoteles retoriği tanımlamak ve formülleştirmek için
diyalektiği model ve kaynak olarak kullanır. Onun retoriği felsefi düzlemde
tartıştığına ilişkin yaklaşımların dayandığı nokta burasıdır: Retoriğin diyalektik
formatında çözümlenmesi. “Aristoteles’in retorikçisi, ikna stratejilerini, dinleyicisini
diyalektik araştırmalarla kavranmış hakikatleri kabul etmeye ikna etmek için
kullanacaktır” (Consigny, 1999: 152). Ancak burada üstü örtük bir sorun var:
Aristoteles retoriği güçlendirmek için diyalektik uslamlama teorisini model olarak
alırken, retorik felsefi bir düzleme ulaşmış olabilir, fakat retorik içinde kalan
diyalektik nasıl algılanacaktır? Her şeyden önce, Retorik’te üzerinde durulan konu
‘ikna’ ise, retoriği diyalektik ile ilişkilendirme nasıl yorumlanmalıdır? Diyalektik
sadece retoriği sofistik aldatmacadan kurtarıp onu tanıtlamalı bir uslamlamaya
dönüştüren bir yapı olarak mı yorumlanmalıdır, yoksa diyalektiği retoriğin mantıksal
formuna dönüştürmekle ikna metoduna mı indirgenmiş olmaktadır?
Aristoteles’in retoriği kendi bilimsel tanıtlama (apodeiktik) türü olan
uslamlama metodu ile değil de diyalektik metotla ilişkili görmesinin gerisinde, sofist
kültürün etkisi olduğu gösterilebilir. Retoriğin ve diyalektiğin iç içe işlenmesi
yakınır.” Aristoteles heyecanın “Yunan mahkemelerinde yaygın olan konu dışı araçlarla değil,
konuşmanın kendisiyle uyandırılması gerektiğini ısrarla ileri sürer” (Ross, 1999: 313)
386
πίστις (pistis): başkalarını ‘inandırma’, ‘güvendirme’, ‘inandırıcı’ şey, pistis theon ‘tanrıya
inanma’, ‘güven’, ‘ikna edici söz’; karşılıklı ‘güven’, ‘sadakat’; ‘itibar, kredi, güven’, kendini ‘kabul
ettirme’; ‘inandırıcı ya da güven verici’, ‘ikna edici bir söz’, ‘söz, vaat güven verici’, ‘teminat’,
‘iknanın aracı’, ‘bir argüman’, ‘kanıt’ (L.&S.).
387
πίθανός (pithanos): ‘ikna etmek için planlamada’: kişiler ‘ikna edici’, tavırlar ‘hoş’, ifadeler ‘akla
yakın’, bu arada ‘makul’, ‘uygun’; sanat çalışmaları: ‘üretici’, ‘yanılsama’, ‘doğal’; pasif hali: ‘ikna
edilmesi kolay’, ‘saf, her şeye inanan’, ‘söz dinleyen’ (L.&S.).
258
sofistik bir gelenektir. Aristoteles’in retoriği diyalektiğin eşi ya da bir dalı olarak
tanımlamasının (R., 1354a 1, 1356a 30), onun diyalektik teorisi göz önüne
alındığında, geçerli bir yaklaşım olup olmadığı açığa çıkartılmalıdır. Eğer bu ilişki
geçerli ise, Aristoteles retoriği de diyalektik türünden bir uslamlama formu olarak
görmüş olmalıdır. Gerçekten Aristoteles’in “tasımsal tanıt” (sullogismos) ve
diyalektik teorilerine bakıp bu yaklaşımın geçerli olduğu kabul edilebilir mi?
Aristoteles’in retoriği, diyalektiğe benzer bir şekilde herhangi bir bilimsel bilgiyi
gerektirmeyecek, ama bütün bilim bilgilerini kendisinin malzemesine dönüştürerek
gerçekleştirilen bir ikna metodu olarak işler. İlk bakışta retorik diyalektik gibi sadece
bir metot olarak görünmektedir. Ancak ilke olarak diyalektiğe benzese de, diyalektik
gibi genel kavramsal problemlere ilişkin değil de, sadece pratik kamu problemlerine
ilişkin insanların üzerinde düşünüp taşındıkları konularla ilgilidir. Öyleyse
Aristoteles’in retoriğe getirdiği bu yorum ya da retoriğin diyalektikle ilişkisi ancak
Topikler VIII’de diyalektiğin ‘tartışma metodu olarak’ kamu yaşamının gündelik
problemlerine ilişkin çözümleme metodu olarak algılanmasının uzantısı ile
kurulabilir. Retorikteki diyalektik Aristoteles’in bütün bir diyalektik teorisi ile ilişkili
olamaz. Her şeyden önce diyalektik Topikler I’de ‘düşünmenin metodu’, sonraki
bilimsel çalışmalarında ise ‘ilk ilkelerin keşfinin metodu’ olarak işleyen bir metottur
ki, retorikte algılanan diyalektiğin bu bilimsel metot olarak kullanımıyla hiç bir ilgisi
yoktur. Aristoteles retoriği diyalektiğin bir dalı olarak tanımlasa da, gerçekte onu
politik sanatın içinde karakter incelemelerinin bir uzantısı olarak görür. Diyalektik bu
retoriğin formunun oluşumunda kaynak ve ölçüttür. Aristoteles retoriği, sadece
metodik formu olan bir sanat olarak değil, aynı zamanda özel türden konusu olan bir
sanat olarak da tanıtlamaya çalışır. Onun retoriği “formunu diyalektikten, maddesini
politikadan alan bir bilim dalıdır” (Ross, 1999: 313). Argüman yapısı açısından
değerlendirildiğinde, retorikte uygulanan diyalektik güçlü bir kanıtlama formu olarak
durmamaktadır. Diyalektik uslamlama, tartışma için argüman sağlarken, retorik
dinleyici için argüman sağlamaktadır. Ayrım diyalektik uslamlamanın konuyu açmak
ve temellendirmek için işleyen bir metot olduğunu gösterirken, retoriği de konuyu
istenilen noktada kapatmak ve ikna etmek için bir konuşma stili olarak öne çıkartır.
259
Politik ve adli retoriğin amacı ikna edici (pithanon) argüman geliştirmekse,
inandırma (pistis) tartışmadan çok söylevi gerektirmektedir. Hakkında konuşulacak
konu dinleyici karşısında bulunmanın amacını belirlerken, bu amaç da ifadenin
tarzını etkiler. Bu nedenle diyalektiğin tasımsal uslamlamalı argümanları gibi retorik,
uzun cümleleri gerektiren kavramsal tanıtlamalar kullanmamaktadır. Bu durum,
retoriği bilimsel uslamlamadan kopartmakta; hatta onun karşısına koymaktadır.
Aristoteles’in bilimsel uslamlamasının epistemolojik formu uzun cümlelerle ayrıntılı
tanıtlamaları gerektiren probleme ilişkin kavramsal bir araştırmadır. Bunun yerine
retorik, karşısında durulan grubun bilincini bir an önce etkileyip istenilen sonuç
konusunda onları ikna etmeyi amaçlayan bir söylev formudur. Bu, klasik retoriğe
ilişkin genel kabul olması kadar Aristoteles’in de bir kabulüdür. Ancak o, retoriği
ikna edici bir söylev sanatı olarak çözümlese de, yine de iknayı doğru bilgilerle
sağlamayı tercih eder. Bu nedenle de ikna etmek için retoriğin argümanlarının işleyiş
sürecini Topikler’de dile getirdiği ve Analitikler’de kesin şeklini verdiği
‘sullogismos’ teorisine uygun olarak çözümleyerek klasik yaklaşımdan kopar. Bu
nedenle, Aristoteles retorik iknanın tekniğinde ‘iknanın amacı’nı ve ‘iknanın
kavramsal işleyişi’ni –ya da ‘mantığını’- ayrıştırarak soruna yaklaşır. Retorik iknanın
kavramsal işleyişini, genel uslamlama teorisi olan sullogismos’a göre tanımlar.
Aristoteles’in çözümlemelerinde diyalektik ile retoriğin iç içe girdiği alan burasıdır.
Sullogismos diyalektiğin olduğu kadar Aristoteles analitiğinin ve bilimsel
tanıtlama teorisinin temel formudur. Aristoteles Retorik’te, retorik argümanların
formunu “entimem” terimi ile adlandırır ve terimi sullogismos’un bir uygulaması
olarak çözümler. Bunu yapmakla da retoriği diyalektik uslamlamanın metodik
formuna yaklaştırmaktadır. Diyalektik ile retoriğin iç içe girmesinin sorun
oluşturması burada açığa çıkar: Duruma diyalektik açısından bakıldığında,
Aristoteles diyalektiği ikna metoduna mı indirgemektedir, yoksa sadece retoriği
açıklamak için diyalektiğe mi benzetmektedir? Gerçekte bir indirgeme varsa, bu
indirgeme, Aristoteles’in Topikler’de tanıtlamalı uslamlama metodu olarak
kavramlarını oluşturmaya çalıştığı diyalektiğin bilimselliğinden geri düşüş olarak
yorumlanabilir mi? Ancak, retorik ile diyalektiğin birlikte ele alınmasıyla –retoriğin
kavramları olan bir metot tarzında algılamasıyla- retorik olumlu bir görünüm
260
kazanmaktadır. Öyle ki, Aristoteles sonunda retoriği diyalektiğin tamamlayıcısı
olarak görme eğilimini güçlendirmiştir.
III.1.1. Diyalektiğin Tamamlayıcısı Olarak Retorik
Retorik kitabı boyunca retoriğin diyalektik ile ilişkisi tekrarlanır. Hatta
retoriğin diyalektiğin özdeşi ya da onun bir dalı olduğu savı sıklıkla açıklama konusu
yapılmaktadır (R., 1354a 1, 1356a 30). Bu tekrarlardaki kimi çözümlemeler,
diyalektiğin retorikle özdeş olduğu, kimi çözümlemeler ise karşıt olduğu düşüncesini
uyandırmaktadır. Ancak her iki disiplinin tam olarak özdeş olup olmadığı ya da tam
olarak karşıt olup olmadığı konusunda Aristoteles kesin bir açıklama vermez.388
Buradaki çözümlemede öne çıkartılacak olan sorunlar şunlardır: (1) Aristoteles
retoriği açıklamak için onun diyalektik ile olan benzerliklerinden hareket etmektedir;
ancak bu benzerliklerin (1a) kimileri diyalektiğin ve retoriğin tarihine ait doğal
benzerliklerdir, (1b) kimi benzerlikler ise Aristoteles’in kendi diyalektik ve retorik
yorumlarından
hareketle
kurduğu
kavram
ve
metodik
form
düzeyindeki
benzerliklerdir. (2) Aristoteles retoriği diyalektiğin bir tamamlayıcısı olarak
işlemektedir. Retoriğin diyalektiğe benzerliği aracılığı ile retoriğin diyalektiğin
tamamlayıcısı olma olanağını tanıtlanmaktadır.
Aristoteles’te diyalektik ve retorik arasındaki ilişki, antistrophos terimi
çevresinde dolaşır. ‘Aristoteles’in retoriğinin karakterini diyalektiğin tamamlayıcısı
olarak yorumlamanın güç olduğu’ varsayılsa da, Aristoteles’in vurgusu ikisi
arasındaki ilişkinin paralelliğidir (Hohmann, 2002: 43). Retoriğin diyalektiğe
benzerlik noktaları ve onun tamamlayıcısı olmasına ilişkin savı destekleyen
görüntüler üç farklı şekilde yorumlanabilir.
(1) Aristoteles’in retoriği diyalektik için bir ‘tamamlayıcı’ (antistrophos389)
(R., 1354a 1) olarak işlemesi, onun retorik ile diyalektiği ilişkilendirmesindeki asıl
388
Buradaki karşıtlık: bir taraftan, eğer diyalektik ve retorik sanat olarak dikkate alınırsa, Aristoteles
bu sanatların birbiri ile benzer olduğunu güçlü bir şekilde iddia eder; diğer taraftan, eğer diyalektik ve
retorik Aristoteles tarafından yazılmış iki çalışma olarak dikkate alınırsa, birbirlerinden ayrımları
güçlü bir tarzdadır (Brunschwig, 1996: 34).
389
άντιστροφος (antistrophos): bir şeyin karşıtı ya da onun tamamlayıcısı (counterpart) (L.&S.).
261
eğilimi olarak görülebilir. Retorik I.1, bu eğilimi güçlü bir şekilde duyumsatır.
Aristoteles, daha ilk cümlede, retoriği diyalektiğin tamamlayıcısı olarak bildirir. Ona
göre her iki disiplin de “genel bilgi alanı” içinde ve “belli bir bilime ait olmayan”
şeylerle ilgilenir. Bu nedenle herkes diyalektiği ya da retoriği kullanabilir390; çünkü
herkes, bir şekilde, kimi görüşleri ‘tartışma’, ‘doğrulama’, onları ‘savunma’ ya da
‘çürütme’ içinde olabilir.391 “Sıradan insanlar bunları ya gelişigüzel ya da
alışkanlıkla (…)” yapar (R., 1354a 1-10). Buna göre Aristoteles retoriği bilimsel
tanıtlamadan çok diyalektikle ilişkilendirmektedir. Buna göre “burada diyalektiğin
tıpkı retorik gibi verili bir bilimin ya da başka bir disiplinin uzmanlık bilgisi
temelinde bir argüman ya da akıl yürütme işlemi değil aksine belirli bir tarzda
herkesin bilgisine açık olan şey temeli üzerinde bir prosedür olduğu”
varsayılmaktadır (Bolton, 1999: 59).
Platon retoriği felsefenin dışına sürerken Aristoteles bu noktada tanıtlamalı
bilimlerin dışına ve onların karşısına koymuş olmaktadır. “Topik ve Analitikler’de
görülen aynı diyalektik kavramsallaştırma burada da bulunmaktadır. Burada da
diyalektik retoriğin benzeri olarak iş görür ve genelliğinden dolayı bilimle
kutuplaştırılır” (Berti, 1996: 115). Retorik, özel bir bilimin bilgisi türünden bilgileri
gerektirmeyip sıradan bir insanın da kullanabileceği türden kanıtlarla ilgilidir.
Gerçekte de, retorik ustasının “kanıtlar göstermesini istemek”, matematikçinin “olası
konuşmasını istemek” türündendir (NE., 194b 28). Retoriğin asıl işlevi ‘ikna
etmek’te görülmektedir. Bu açıklamalar aynı zamanda klasik retoriğin bildik
390
Aristoteles Sofistik Çürütmeler’de (172a 29-32) diyalektiği, bilgilenmek isteyen herkesin
kullanabileceği bir metot olarak anlatırken, aynı şekilde burada da retoriği herkesin kullanabileceğini
ileri sürmektedir. Bu açıdan da bakıldığında retorik diyalektiğin bir tamamlayıcısı olarak
görünmektedir.
391
“Protagoras gibi Aristoteles’te de diyalektik ve retorik en doğal uygulama alanını, demokrasinin
düşüncelerin özgürce karşı karşıya gelmesini kabul ettiği politik yaşamda bulur: Retorik aslında, der
Aristoteles, diyalektiğin ve politika olarak adlandırılan insani gelenekleri ele alan inceleme dalının
yan çalışma alanı gibidir [Rhetoric, I 2, 1356a 25-26]” (Berti, 1978: 364). Berti’nin Yunan
diyalektiğinin “düşünme ve konuşma özgürlüğünü zorunlu bir şart olarak varsaydığnı”na ilişkin savını
(Berti, 1978: 370) James Seaton “abartılı” bularak eleştirir. Berti’nin Aristoteles’in “demokratik bir
düşünce diyalektiğini” kabul ettiğine ilişkin değerlendirmesini temelsiz bulur. Seaton’a göre
Aristoteles’in felsefi uslamamalarda kendinden öncekilerin düşünceleri ile ilgilense de, “zıt
düşünceleri politik yaşam için zorunlu bir unsur olarak gördüğüne inanmamıza yol açabilecek hiç bir
zemin[in]” olmadığını söyler. Aristoteles için, genel olarak Yunanlılar söz konusu olduğunda, insanlar
için önemli olan özgürlük herhangi bir şekilde eyleme ya da konuşma özgürlüğü değildir, fakat daha
ziyade bir kimsenin iyi eylemek ve iyi konuşmak yoluyla işlevini yerine getirme özgürlüğüdür”
(Seaton, 1980: 284-286).
262
özellikleridir. Aristoteles’in yeniliği bu noktada, retoriğin işlevsellik alanını ile
diyalektiğin
işlevsellik
alanını
ayırmasında
görülür:
Aristoteles
retoriğin
kullanımlarını listelerken (R., 1355a 21-1355b 3), ikna sürecinde diyalektiğin iş
görmediği kamu alanlarındaki pratik konular hakkındaki tartışmalarda retoriğin nasıl
etkin bir güç olarak devreye girdiğini gösterir. Bu işlev alan ayrımı ile Aristoteles
diyalektik ile retoriği disiplinler arası bir dayanışma olarak işlemiş olmaktadır.
Böylece Topikler’e yaptığı göndermeyle de –diyalektiğin ‘önerilen konu hakkında
tartışma kolaylığı’nı ve ‘iknanın dinleyicinin kanaatleri üzerine kurulması’nı
sağlaması gibi kullanımları (T., 101a 27-34)-
diyalektiği kullanmanın faydasını
retoriğinki ile kesiştirmektedir. Burada herkeste bulunan kanılara dayalı olarak
argüman sağlama gücü diyalektik ve retoriğin ortak özelliği olarak belirtilir.
Aristoteles Topikler’in ‘gündelik karşılaşmalarla’ ilişkili pasajına gönderme yapar ve
bunların sıradan insanlara yöneltildiğini söyler. “Bu da diyalektiğin ve tabi ki
retoriğin kamusal kullanımını doğrulamaktadır” (Berti, 1996: 115). Ancak
Aristoteles’in bu ayrımı diyalektik metot için çok da anlamlı durmamaktadır; çünkü
diyalektiği bir şekilde ikna metodunun, yani retoriğin sınırlarına kadar getirmiş
olmakta ve diyalektiğin işlevi içine ‘ikna edici’ bir rol yerleştirmiş olmaktadır. Oysa
Topikler I’deki çözümlemeler diyalektiğin ne retoriğe ne de ikna etme etkinliğine bir
yönelimi olmadığını gösterir. Bu nedenle Aristoteles’in Topikler I’de varmaya
çalıştığı diyalektiğin ‘tanıtlamalı uslamlama metodu’ olarak tanımlanması çabası
retoriğin sınırlarında bulanıklaşır; ancak yine de bu bulanıklaşmanın Topikler VIII’de
başladığı dikkate alınmalıdır. Ancak Aristoteles’in diyalektik ile retoriğin işlev
alanları ayrımını metodik sınırda tutmayı başarmasından dolayı, retoriği diyalektiğin
bir tamamlayıcısı olarak tanımlaması çok da çelişkili durmuyor. Ona göre, diyalektik
uslamlama ‘eksiksiz bilgi aracı ile ikna etme’ gibi bilimsel bir tutuma sahip olduğu
için, diyalektiğin bu metodik niteliği çoğu “eğitimsiz” olduğu varsayılan
dinleyicilerin söz konusu olan konu hakkında ikna edilmesinde etkili olamayacaktır.
Aristoteles’in bu belirlemesi çok güçlü olmasa da, işaret ettiği insani bir durum olan
“sıkılma”dan
kaynaklı
olarak
diyalektik
gibi
bir
tasımsal
uslamlamaya
katlanmalarının olanaklı olmayabileceğidir. Diyalektik özel türden bir entelektüel
beceri gerektirdiği için bu bilinçlenmeden uzak olanların diyalektik aracılığı ile ileri
sürülen kanıtları da eksiksiz olarak kavramaları olanaklı değildir. Aristoteles, bu
263
türden durumlarda retoriğin ikna tekniğinin dinleyicinin kanaati üzerinde etkide
bulunacak etkin güç olarak işlerlik kazanacağını ön görmektedir. Bu bağlamda,
retorik ilke olarak diyalektiğe benzer bir şekilde, her konuyu tartışabilirse de, pratikte
sadece kamunun üzerinde düşündüğü problemlerle sınırlıdır. “Diyalektik, tasımsal
tanıtlamalarını, kaçık tipten insanların hayalleri gibi, gelişigüzel materyallerden
kurmaz, fakat tartışma gerektiren malzemelerden kurar”; bunun gibi retorik de
düzenli tartışma konularından yararlanır. Ancak retoriğin görevi, karmaşık bir
konuyu “karmaşık tartışmaları bir bakışta anlayamayan ya da uzun uslamlama
zincirini takip edemeyenlere”, herhangi bir yardımcı sanat ya da yol gösterici bir
metot olmaksızın, konuyu anlatabilmektir (R., 1356b 35-1357a 5). Öyleyse
diyalektiğin bütün teorik ve bilimsel yapısına rağmen işlevsiz olacağı bir alan vardır:
o da kamu alanlarındaki gündelik tartışmalardır. Ancak, Aristoteles’in belirlemesine
rağmen, sorun tartışmanın konusundan değil, tartışmakta olan tarafların entelektüel
becerilerinin derecesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda sorun diyalektiğin
metodik eksikliğinden değil, diyalektiğin sahip olduğu metodik nitelik için
bilinçlerin hazır olmamasından kaynaklıdır. Aristoteles’e göre bu gibi durumlarda
retorik sanatın çözücü gücü daha etkili olmaktadır. Ancak retoriğin yanlış bir
uslamlama tarzında işletilebilmesi durumuna karşı o, retorik sanatının bu becerisini,
diyalektik argümanın niteliklerini ölçüt alarak, güçlendirmeye çalışır; yani
diyalektiğe retorik içinde işlev katmaya çalışır. Bu açıdan bakıldığında, diyalektiğin
retorik içinde sınırsız bir etkinliği yoktur. “Aristoteles retorik sanatında diyalektiğin
işlevini geçerli argümanların nasıl elde edileceğini bilmekle sınırlamakta gibi
görünür. Konuşmayı şekillendirmek için gereken malzemeleri sağlamak” gibi sınırlı
bir etkisi vardır; bütün etkisi “pistis’in etkili bir şekilde gerçekleşmesi” içindir
(Cooper, 1999: 253). Ancak diyalektiğin pistis kadar, inancın diğer araçları olan etos
ve patos’a da özel katkıları vardır. Diyalektik, retoriğe göre, daha güçlü bir şekilde
akla bağlıdır. “Diyalektik sadece argümanın logos’unu dikkate almayı gereksinir.”
Ancak bunun aracılığı ile karakter (ethos) ve duygu’nun (patos) malzemesini
destekleyebilir (Leff, 2002: 54).
(2) Aristoteles retoriği diyalektik ile ilişkilendirirken, retoriğin diyalektikten
ve etikten -karakter çalışmalarından- ‘gelişerek oluştuğu’nu (paraphues ti)
264
varsaymaktadır (R., 1356a 25). İnandırmanın etkin yollarından bahsederken,
retorikçinin ‘insan karakterini ve erdemleri’ ile onun ‘coşkularını’ anlaması
gerektiğini düşünür. Topikler’de392 karakter çözümlemeleri tartışmanın psikolojik
koşulları bağlamında zaman zaman dile gelen bir tartışma konusudur. Bu nedenledir
ki, Aristoteles retoriğin, diyalektik ve etik çalışmalarının bir dalı olduğu sonucuna
varır (R., 1356a 22-26). “İyi adamın”, “iyi yasanın” içeriğine uygun seçim yapması,
onun seçiminin başkaları tarafından da seçilmesine olanak sağlayacaktır; “tıpta,
hekimin seçeceğinin kabul edilebileceği gibi. Seçimin daha iyi ve daha kıymetlisi
daha iyi bilim tarafından belirlenendir” (T., 116a 12-22). Buna göre retorikçinin de
‘daha iyi’yi kendinde taşıması, ikna olanağını güçlendirecektir. Retorik –politik ve
adli retorik- her durumda karar vermeyi etkilemek için var olduğuna göre, retorikçi
konuşmasındaki kanıtı inandırıcı ve açık kılmakla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda 1kendi karakterinin de doğu görünmesini sağlamalıdır ve 2- karar verecek olan
dinleyicilerini doğru düşünme yoluna sokmalıdır (R., 1377b 12-30). Bu nedenle
retorik diyalektikten başka disiplinlerle de ilişkilidir. Bu bilim diyalektiğin bir dalı ya
da farklı bir adla politika adı verilebilecek karakter incelemesinin bir dalıdır (R.,
1356a 25). Bu bilim “formunu diyalektikten, maddesini politikadan alan bir bilim
dalıdır” (Ross, 1999: 312- 313).
(3) Aristoteles’in retoriği diyalektik ile ilişkilendirmesi çabası analojiden öte
bir şey değildir; o sadece retoriği diyalektiğe benzeterek açıklamaya çalışıyor.
Aristoteles’in retorik ile diyalektiği ilişkilendirirken, çözümlemelerinde öne çıkan
benzerlikler, retoriğin diyalektiğin bir bölümü ya da onun ile aynı algılanmasına yol
açmaktadır.393 Bu algılamaya Aristoteles’in kendisi yol açmaktadır. O, retoriğin
‘diyalektiğin bir dalı olduğu ve ona benzediği’ konusunda da kesin bir dil ile söz
etmektedir. Retorik ve diyalektik özel bir bilimin nesnesi olmayan şeylerle ilgilidir;
“her ikisi de kanıt sağlama yetisidir” (Ret. 1356a 22- 35). Her iki disiplin kendi
392
Karaktere ilişkin çözümleme 125b 29-126b 3; benzeri bir şekilde 156b-157a; 160b 14-23; etik
önerme: 105b 21; etik: 113a.
393
Raphael, “retoriğin diyalektiğe neden benzediğini gösteren üç kesin neden” gösterir: (1) Hatipler
ve diyalektikçilerin argümanları ένδοζα [endoksa]’dan başlar (T., I. 1. 100 a 30, R. I.1. 1355 a 10-18);
(2) Hatipler de diyalektikçiler de herhangi bir konu hakkında tartışabilirler (T., I. 1. 100 a 18-19, R.
I.1. 1354 a 1-3, I.2.1355 b 3-4); (3) Diyalektikçiler ve hatipler τόποι [topoi]’yi kullanırlar (T., I.18.108
b 32-3, R. I. 2. 1358 a 10-12). (Raphael, 1999: 241).
265
başına bilimsel bir araştırma alanı da değildir (R., 1354a 3). Aristoteles, diyalektiğin
belli bir konu türünden bağımsız bir uslamlama metodu olduğunu Topikler I.
Kitaptan beri dile getirmektedir. Ancak burada retoriği de diyalektiğin metodik
özelliği ile aynı türden görmesi retoriğin tanımı açısından bir gelişmeyse de, bu
gelişme retoriğin diyalektiğe benzetilmesinden başka bir şey değildir. Retorik ve
diyalektik kesin bilimlerin sahip olduğu ilkelerden bağımsızdır. Retorik de tıpkı
diyalektik gibi kabul edilir önermelere (endoksa) bağlıdır (R., 1355a 18). Ayrıca
retoriğin de diyalektik gibi benzer topoi’lere başvurması aralarındaki benzerliği
güçlendirmektedir. Retoriğin, diyalektik gibi “belirli bir konu sınıfına bağlı”
olmaması gibi bir başka benzerlik, Aristoteles’in retoriği ve diyalektiği aynı epagôgê
(induction) ve sullogismos (deduction) teorisine bağlı görmesidir. Aristoteles’in
retoriğin işlevleri arasında saydığı retoriğin “gerçek ve görünüşte inandırma
yolları”nı birbirinden ayırması işlevi tıpkı diyalektiğin işlevi olan “gerçek ve
görünüşte tümdengelim”i ayırmada da görünür (R., 1355b 8-12). Bu ortak terimler
retorik ile diyalektiğin benzerliği kanısını güçlendirmektedir. Ortak terimler retoriğin
türlerinde de görülür: Aristoteles Topikler’de (105a 10-11) diyalektiğin türleri olarak
sözünü ettiği uslamlama formlarının Retorik’te retorik için de tekrarlar. Nasıl ki
“diyalektikte olduğu gibi, bir yanda epagôgê diğer yandan sullogismos ya da
görünüşte tümdengelim vardır”, bunlar aynı şekilde retorikte de vardır (R., 1356b 12).
Sofistik
Çürütmeler’de
uslamlamanın
bu
formları
diyalektiği
sofistik
uslamlamadan ayıran özelliklerken (SR., 165b 27), Retorik’te retorik iknanın
formlarına dönüşmektedir. Aristoteles, diyalektik için belirlediklerini retoriğe ödünç
vermekle retoriğe felsefi bir nitelik kazandırmaktadır, ama aynı zamanda bu
diyalektiğin retorik ile özdeş görünmesine yol açmaktadır. Aristoteles diyalektiğin
türleri olarak gösterdiği epagôgê ve sullogismos’u (T., 105a 10-11) Retorik’te
retoriğin ikna yollarının adı olarak kullanması, gerçekte diyalektiğin indirgenmesidir.
Aristoteles, burada, diyalektiğe yüklediği olumlu anlamı retoriğin içerisine çekerek,
diyalektiği ikna metodu olarak algılanmasına yol açmaktadır. Bu, Aristoteles’in
diyalektik teorisi açısından bir tutarsızlıktır; Aristoteles’e değin gelişen diyalektik
kavramı açısından ise bir olumsuzluktur. Ancak paradeigma ve enthumêma terimleri
(R., 1356b 1-5) aracılığı ile herhangi bir özdeşlik yorumunun önü kapanmaktadır
266
Aristoteles’in retoriği diyalektikle içeriklendirmesi çabasının gerisinde,
retoriği diyalektiğin kamusal alanda pratik problemlerin çözümü için bir metot olarak
kullanma eğilimi yoktur. Topikler’in ‘gündelik karşılaşmalar’a ilişkin pasajına
gönderme yaparken (R., 1355a 27) “diyalektiğin ve retoriğin kamusal kullanımını
doğrular” (Berti, 1996: 115). Retoriğin diyalektiğin tamamlayıcısı olarak görülmesi,
kamusal alandaki problemlerin diyalektik problemler türünden problemler olması –
örneğin, mahkeme duruşmalarında kimin haklı olması-, burada diyalektiğin değil de
retoriğin iş yapması eğiliminden kaynaklıdır. Bu eğilimden dolayı Aristoteles retoriği
diyalektiğe benzer kılarak tanımlamaya çabalamaktadır. Ancak Aristoteles
diyalektiği tek bir anlamda tutamadığı için, retorik ile diyalektik arasında bir
benzerlik varsaysa da, bu benzerliğin diyalektiğin bütün kullanımları için
olamayacağı kabul edilebilir bir yaklaşımdır. Onun retoriği diyalektikle benzer
kılmak istediği nokta, diyalektiğin karşıt değerli problemler karşısında doğru bilgiye
dayalı tanıtlamalı bir sav bulabilme yeteneğine sahip bir metot olmasıdır.
Böylece Platon’un felsefenin dışına sürmeye çalıştığı retorik alanını
Aristoteles daha güçlü argümanlar ile yeniden felsefenin içine almaktadır. Platon
Gorgias’ta retoriğin neden bir sanat (technê) olamayacağını tanıtlamaya çalışırken394
(464b-466a) retoriğin bu ‘inandırma ustalığı’nı “hakikat bilgisine ya da saygısına
sahip olmaksızın inandırma yolları”nı aradığı için reddeder (Solmsen, 1993:9).
Ancak Aristoteles retoriği, epistemolojik bir sorun olarak değil, bir metodolojik
sorun olarak işler. Aristoteles’in retoriği diyalektiğin tamamlayıcısı olarak
görmesinin gerisinde, örtük olarak Platon’un Gorgias’ındaki bu çözümlemeleri
vardır. Burada ironik olarak sözü edilen ‘ruhun aşçısı’ olarak retorik ‘bedenin sanatı’
394
Beden ve ruha uygun düşen iki de sanat vardır. Ruha uygun düşen ‘siyaset sanatı’dır; bedene
uygun düşen ise ikiye ayrılır: beden eğitimi ve hekimlik. Siyaset de ikiye bölünebilir: ‘yargılama’ (ki,
bu ‘beden eğitimi’ne denk düşer) ve ‘yasa’ (ki, ‘hekimliğe’ denk düşer). Buna göre bu dört sanatın
ikisi ruh için ikisi de beden içindir. Platon’un burada denkleştirme dediği sanatların birbirinin
tamamlayıcısı olmalarıdır. Platon’un “dalkavukluk” olarak adlandırdığı sofistik retorik, çoğunlukla bu
dört sanata benzeyerek onlardan biri olarak görünmeye çalışır; insan için değerli olan şeyleri, “en
iyiyi” yapıyor görünmeye çalışır. Tıpkı aşçılığın, hekimlik sanatı gibi görünmeye çalışarak beden için
hangi besinin daha iyi olduğunu ileri sürmesi gibi. Bu nedenle sofistik retorik bir sanat değil, bir
görenektir. Beden eğitiminin süse orantısı neyse, hekimliğin aşçılığa da orantısı odur. Bunun gibi,
beden eğitiminin süse orantısı neyse yargılamanın sofistliğe orantısı odur. Hekimliğin aşçılığa orantısı
neyse, yasaların retoriğe orantısı odur. İşte retorik ile sofistik arasındaki temel ayrım burasıdır.
Benzerliklerinden dolayı karıştırılabilir. Aşçılığın beden ile ilgisi neyse retoriğin ruh ile ilgisi odur
(G., 464b-466a).
267
olan hekimliğin ‘tamamlayıcısı’dır (antistrophos). Ancak yine de burada Platon’un
antistrophos sözcüğü analojik bir terimden daha fazla bir şey değildir. Aristoteles de
bu benzerlik ilkesine sadık kalır. Ama yine de Aristoteles bu analojiyi Platon gibi
retoriği eleştirmek için değil, onun niteliğini güçlendirmek için yapar. Retoriğin
niteliğini açımlamak için diyalektik uslamlamanın metodik işleyişini örnek olarak
alır. Ancak bu sadece basit bir örnekleme için değil, teresine retoriğin diyalektik
uslamlamanın kimi özelliklerini kendinde taşımasından dolayıdır. Retoriksel
tanıtlamalarla ya da argümanlarla dinleyicisini ikna etmeye çalışan retorikçi
diyalektik malzemenin birçoğunu kendi uslamlamasına uyarlayabilmektedir. Bu
nedenle retorikçi diyalektik metodu kullanabilir; diyalektiği konusunu önceden
araştırmak için kullanabileceği gibi, konuşurken de kendisini daha inandırıcı kılmak
için söylevine bir metot havası katmak için diyalektikten yararlanabilir. Diğer bilim
ve sanatların verilerini de argümanlarını güçlendirmek için malzemeye çevirebilir.
Özetle, diyalektiği argümanları işleyen metot olarak kullanır, bilimleri de malzeme
olarak kullanır. John M. Cooper’ın anımsattığı gibi (1999: 252), kamu önünde ikna
ve onay için konuşma retorik kadar zorunlu olarak diyalektiği de gerektirmektedir;
çünkü “kamu önünde konuşma yeteneğini bu iki alandan alıyor.”
Ancak yine de Aristoteles’in çözümlemelerinde diyalektik metot savda
bulunmanın, tartışmayı sürdürmenin ve rakibin savını çürütmenin pratiği için
işlenirken, retorik rakibi suçlamanın ya da kendini savunmanın pratiği içindir.
Böylece diyalektik ve retorik iki farklı alanda iki farklı amacı aynı tarzda yürüten iki
ayrı sanat olmaktadır; bu benzerlik aracılığı ile de Aristoteles, retoriği diyalektiğin
bir tamamlayıcısı olarak görmesini tanıtlamaktadır. Böylece Aristoteles retoriği
kamu konuşmalarında diyalektiğin tamamlayıcı olmasının meşruluğunu benzerlikler
aracılığı ile tanıtladıktan sonra, tıpkı diyalektik bir uslamlamanın hakiki olan ile
olmayanı soruşturması gibi, retoriğin de ikna edici olanın ve olmayanın ne olduğunu
soruşturmalara dayalı olarak elde etmesi gerektiği varsayımına meşruluk kazandırmış
olur. Böylece Aristoteles retoriğe, analitik bir soruşturmayı hazırlık aşaması olarak
yüklemiş olmakta, böylece onu konuya göre salt kandırma amaçlı doğaçlama
konuşmalardan arındırmış olmaktadır. Ancak bu aşamadan sonra retoriğin bir sanat
olarak kurgulanması olanaklı olur.
268
Diyalektik ve retorik arasında önemli bir kesişme noktası olan ilk savlar ya da
ilk ilkeler konusunda, Aristoteles her ikisinin de başlangıç noktalarını endoksa olarak
belirlemiştir. Retorik de, “ilk ilkelerden kaynaklı bir uslamlama değil, endoksa’ların
düzenlenmesinden kaynaklı bir uslamlamadır” (Cooper, 1999: 253). Retoriğin
argüman formu olan “örtük tasımlar”, ‘eğitimsiz bir kitleye yönelik bir söylevi
içerdiği oranda’, tanımlanmış düşüncelerden yola çıkar. Bunlar kesinlikler olduğu
gibi olasılıklardır da (R., 1395b 20-1396a 4). Ancak diyalektiğin endoksa’sı kesin
niteliğini içinde taşır; yani bilgeler tarafından ya da çoğunluk tarafından onaylanan
endoksa’lardır. Buna karşın retorik daha bilindik ve kabul edilmesi daha kolay
açıklamaları içeren endoksa’yı uygulamayı amaçlar.395 Bunun nedeni retoriğin
dinleyicinin bilinç düzeyini dikkate almasından kaynaklıdır; daha anlaşılır örnekleri
ve anlaşılır bir dili seçmesi gerekmektedir. Oysa diyalektiğin uygulamasında rakibin
entelektüel düzeyi tartışmanın amacını belirlemez; çünkü diyalektikte amaç bir
probleme ilişkin ileri sürülen savı tanıtlayabilmek ya da rakibin savının çelişkilerini
göstererek onu çürütmektir. Oysa retorikçi için tek amaç dinleyiciyi ikna etmektir.
Buradaki açıklamalar yine de retoriğin tam olarak diyalektik ile bir benzerlik
içinde olduğu anlamına gelmemelidir. Her iki disiplin arasında önemli ayrımlar da
dikkati çekmektedir. Bu ayrımlar retoriği diyalektikten ayırarak kendi başına bir
disiplin olmasını sağlar. Ayrımların ilki, uygulama alanlarında görülür: Diyalektik
her konuya uygulanabilir bir metot iken, retorik özellikle pratik ve kamu konularında
dinleyicinin kanaatleri üzerinde etkili olmaya çalışarak onları bir sav çevresinde ikna
etmeye çalışır. Buradan da iki disiplinin mantıksal formunun ayrımı belirir:
Diyalektik metot savlarla başlayan ve soru-yanıt tarzında ilerleyen tanıtlamalı bir
uslamlama tarzıyken, retorik genel olarak sürekli formda ilerleyen ikna amaçlı
söylevlerdir.
Bu
ayrım
diyalektiğin
argümanlara
dayalı
bir
uslamlamayı
içermesinden kaynaklanmaktadır. Oysa retoriğin argümanları tanıtlamayı değil,
395
Endoksa’lardan hareketle uslamlamada bulunmak, konuşmacıya kendi argümanı için öncül
bulmayı kolaylaştırdığı gibi, endoksa’ların düzenlenmesi ile dinleyicinin içine sokulacağı ruh halinin
belirlenmesini sağlar. “Etik ve siyaset hakkındaki konuların endoksa’nın diyalektik bilgisi ya da
tanınmış düşünceler sayesindedir ki, Aristoteles’in sanatsal konuşmacısı hem kendi argümanı için
gerekli öncülleri seçer (autos ho logos aracılığı ile ikna etme) hem de konuşurken kendisini sözlerine
inanılacak bir kişi olarak en iyi şekilde nasıl temsil edebileceğini (etos) ve söyledikleriyle dinleyicileri
kendi hedeflerini destekleyecek duygu durumlarına sokacak bir şekilde onları nasıl etkileyeceğini
belirler (patos)” (Cooper, 1999: 253).
269
iknayı amaçlamaktadır. Diyalektik her ne kadar her alanda kullanılabilecek bir metot
ise de, her konuda kullanılacak bir metot değildir. Diyalektik, özellikle de düşünme
alanlarına uygulanabildiği için daha genel ve teorik sorunlara uygulanabilen bir
metottur. Bunun yanında retorik daha tikel konular ile özellikle de pratiğe yönelik
kamu problemleri (örneğin, politik ve adli konular) ile ilgilenir. “Sanatların hiçbiri
durumlar üzerinde kuram geliştirmez.” Örneğin hekimlik tekil kişiyi değil, genel
olarak insanları iyileştirme üzerinde duran bir bilgi dalıdır. Bireysel durumların
bilgisi tüketilemez. Bunun gibi, diyalektik gibi retorik de tekil insanlara değil, “belli
tipten insanlara olası görünen şeyle ilgilenir” (R., 1356b 28-35).
III.2. İkna Metodu Olarak Retorik
Platon, Gorgias’ta retoriği adli ve politik konularda ikna amaçlı bir söz sanatı
olarak tanımlar396 (449a-457a). Aristoteles de Platon’un bu çözümlemesinde vardığı
tanımlamaya sadık kalarak benzeri bir tanımlamayı tekrarlar:397 “Retorik, verili her
hangi bir durumda elde varolan mevcut iknanın araçlarını fark etme yetisi olarak
tanımlanabilir.” Her sanat sadece kendi inandırma araçlarına sahipken, retorik eldeki
bütün inandırma yollarını kullanma yetisine sahiptir (R., 1355b 26-36). Aristoteles,
tanıma bağlı olarak, retorikçiyi ‘ikna edici kişi’ olarak tanımlar (T., 149b 25).
Topikler’in tanımına ek olarak Retorik’te ‘verilen her durumda ikna edici (pithanon)
olabilme yeteneği’ni ekler (R., 1355b 26), ama bunu, retorikçinin her koşulda ikna
396
Retorik sözlerle ilgili bir sanattır (449d). Hekimlik bedenle ilgili sözlerle ilgiliyken, retorik hangi
türden sözlerle ilgilidir? (450a) Sözle uğraşan bir söylev sanatıdır (450b); gücünü sözden alır. (450d).
Bu nedenle söylev sanatı istediğini yine sözlerle elde eden bir söz sanatıdır (451c). Bu sözler ne ile
ilgilidir? Retoriğin konusu olan siyaset ve adli konular ile ilgilidir (452d-e). Oysa sözün gücü
kandırmanın aracı da olabilir (452e). Bu nedenle retorik “kandırma sanatı” olarak adlandırılır (453a).
Buna göre retorik mahkeme ya da siyasi toplantılarda dinleyenleri bir konu hakkında ikna etmenin
sanatıdır (454b). Sofist Gorgias, retorik sanatı diğer bütün sanatları etkisi altında tuttuğunu söyler.
Onun belirlemesine göre retorik sanatının bütün diğer disiplinlerin de üstünde bir ikna etme gücüdür;
çünkü o, diğer sanatların argümanlarını da alıp kendi ikna etme gücü ile diğer disiplinlerin üstünde
olduğunu tanıtlayabilir (456a-e). Benzeri durumlar retorik sanatının olumsuz bir amaç için
kullanılabileceğini gösterir; ama suç retoriğin değildir, onu kullanma niyetindedir (456 d-457 a)
397
Ancak yine de buradan Aristoteles’in retoriği eksiksiz olarak tanımlamış olduğu çıkartılmamalıdır.
Solmsen’in de bildirdiği gibi, “Retorik, tanımlanmak için yazılmış bir ‘kitap’ değil de”, daha çok
Aristoteles’in bir kaç kez gözden geçirdiği ders notları türünden bir şeydir (Solmsen, 1993: 14).
270
edeceği anlamında söylemez;398 tersine “her tekil durumun koşullarının izin verdiği”
(R., 1355b 10) oranda yapabilir. Retorikçinin başarısının olanakları problemi onun
Retorik’te ilgisini çeken temel problemdir. Onun Retorik’teki çözümlemelerinde
amaçladığı, klasik retoriğin ikna tutumundan daha farklı, özellikle de diyalektiğe
öykünen metodik bir form içinde tanıtlamalı bir iknanın olanağını kurmaktır.
Enthumêma kavramı bu amaç için tasarlanmış bir kavramdır. Böylece Aristoteles
retorik bilgisi aracılığıyla ikna koşullarının bilgisini sağlamaya çabalamaktadır.
Aristoteles, retorikçilerin, retorik hakkındaki konuşmalarında öne çıkartılanın
sadece bu sanatın bir bölümü olan “inandırma tarzları” üzerinde durmaktan başka bir
şey olmadığı eleştirisini yapar. Ona göre, retorik sanatı klasik inandırma tutumundan
daha fazla bir şeydir. Her şeyden önce onlar retoriğin yapısı ile ilgilenmemişlerdir;
“retorik inandırmanın tözü olan enthumêma
399
[örtük tasım] (…)” hakkında hiç bir
şey söylememişlerdir (R., 1354a 12-15). Retorikçiler coşkuların uyandırılması ile
uğraşmaktadırlar; bunlar ise durumu yargılamakta olana yani dinleyiciye bir çağrıdan
başka bir şey değildir. Oysa yasalar eksiksiz bir uygulama olanağına sahip olsaydı,
mevcut retorikçilere hiç de gerek kalmayacaktı (R., 1354a 15- 1354b 20).
Retorikçilerin ilgilendikleri tek soru, belli bir ruh halinin yargıca nasıl verileceğidir;
retorikteki ustalık da bunu en iyi uygulamaktır. Oysa onlar enthumêma hakkında
ustalık konusunda hiç bir şey söylememektedirler (1354b 20-24). Oysa Aristoteles’in
çözümlemesinde entimemler retorik tanıtların mantıksal yapısı ve retoriğin bilgisini
dayandırdığı
kavramsal
yapının
merkezi
problemidir.
O,
bu
kavramlarla
inandırıcılığı safsatalardan ya da coşku durumlarından400 çıkartıp metodik bir
398
“Aristoteles retoriği, amacı ikna etmekten çok her durumda var olan pithanayı ortaya çıkartmak
olan bir heuristik [keşfe yarayan, anlamaya vesile olan] sanat olarak tanımlar (1355b 10)” (Consigny,
1999: 153).
399
ένθύμημα (enthumêma): bir düşüncede ‘buluş’; ‘alet’, ‘oyun’; ‘taktik, manevra’. ένθύμέομαι
(enthumeomai): ‘akılda tutmak’, ‘düşünüp taşınmak, zihninde tartmak’; ‘cesaretlenmek’,
‘etkilenmek’, ‘çıkartmak’, ‘sonlandırmak’ (L.&S.).
400
Aristoteles’in retoriğini felsefi kılan, coşkuyu uyandırmak için ruhun biçimleri konusunu atıp
bunun yerine “her coşkuyu incelerken, her şeyden önce, bu coşkunun hangi koşullar altında
uygulanabileceğini, ne tür kişilerin buna uygun olduğunu gösteren, kesin ve dikkatle seçilmiş
sözcüklerle dile getirilen bir tanımla başla[masıdır]. Bu coşkuların oluşmasıyla ilgili daha özgül
ifadeler, bir tür ilk ilke ya da temel öncül olarak iş gören başlangıçtaki bu tanımdan çıkarılır. (…)
böyle bir bilgiyle donanan konuşmacı, belli bir durumu değerlendirebilecek ve hangi tutkunun
uyandırılabileceğine (ya da yatıştırılabileceğine), bunu nasıl yapabileceğine karar verebilecektir.”
(Daha önceki retorikçiler, öğrencisine yaratmak istediği duygu durumuna göre kendilerinin
hazırladıkları metinlerden seçmelerini istiyorlardı.) (Solmsen, 1993:11).
271
uslamlamanın aracı ile elde etmeyi amaçlamaktadır. Retoriğin kullanımına ilişkin
bildirdiği kurallarda ya da retoriğin kullanımının faydasına ilişkin açıklamalarda bu
açıkça fark edilebilir: (1) Doğru ve haklı olan şeyler karşıtını yenmek gibi doğal bir
eğilime sahip olacağı için, retorik bu doğal eğilimi gerçekleştirir. (2) Kimi zaman
eksiksiz bilgi dinleyicinin ikna edilmesini olanaklı kılmayabilir; çünkü bilgiye dayalı
kanıtlama öğrenim gerektirir ki, çoğu pratik durumlarda dinleyici öğrenimden uzak
olabilir. Bu durumda genelin bilgisinden, onların kavramlarından hareket etmek
gerekmektedir. Tam da bu noktada Aristoteles Topikler’e (101a 27-34) göndermede
bulunarak diyalektiğin kullanımı ile retoriğin kullanımını ve faydasını kesiştirir.
Aristoteles diyalektiğin gündelik tartışmalarda ne türden kullanılırsa faydalı
olacağını listelerken, diyalektik egzersizlerin sağlayacağı kolay bir tartışma olanağı
ile rakibin kanıları üzerinde etkide bulunulacağını varsayar. (3) Aristoteles’in retoriği
diyalektik ile kesiştirdiği bir başka kullanım da, sorunun karşıt yanlar aracılığı ile
inandırmayı sağlamasıdır. Bu, iki uçlu kullanım için değil, durumun açık kılınması
ve rakibin durumu bulandırmasını engellemek içindir. Diyalektik ve retorik dışında
başka bir sanat karşıtlar aracılığı ile uslamlamada bulunmaz. Bu iki sanat da karşıtları
yansız olarak sunar. Berti, haklı olarak retoriğin bu kullanımıyla Topikler I 2’de
diyalektiğin “bilimsel kullanımı” arasında bir “benzerlik” görmektedir. “Her iki
durumda da bu karşıtlarla ilişkilidir, bir ‘sorun’un [aporia’nın] her iki olanaklı
çözümünden sonuçlar çıkarmakla ilişkilidir” (Berti, 1996: 115) Doğası gereği doğru
olan tanıtlanabilir; çünkü doğru olan çelişmesiz olandır. Oysa çelişme ve tutarsızlık
varsa, orada yanlışlık vardır; o halde çelişkili bir tezin zıddı her zaman doğrudur. (4)
Rasyonel konuşma, el ve beden jestleriyle konuşmaktan daha ayrı bir özellikken,
insanın rasyonel konuşmadığı için değil de jestlerle konuşmadığı için eleştirilmesi
saçmadır (R., 1355a 21- 355b 3)
Buradan da anlaşılacağı gibi Aristoteles retoriğinin, diyalektik gibi “belirli bir
konu sınıfına bağlı” olmadığını, yararlı bir uğraşı olduğunu düşünmektedir. Öyle ki,
retoriğin işlevi sadece “inandırmada başarı sağlamak” değil, aynı zamanda başarıya
ulaşmanın yollarını bulmaktadır. Bunun yanı sıra bir başka işlevi de, tıpkı
diyalektiğin işlevinin “gerçek ve görünüşte sullogismos”u ayırmak olması gibi, o da
272
“gerçek ve görünüşte inandırma yolları”nı birbirinden ayırmaktadır401 (R., 1355b 815). Retorik, herhangi bir konu hakkında dinleyicileri ikna etmenin olası yollarını
bulmaktır (R., 1355b 26).
İnandırma yollarının kimileri retoriğe aitken, kimileri değildir. Aristoteles’in
retorik çözümlemesine göre iki tür “ikna etme aracı” vardır. Bunlar: (1) Teknik
olmayan ikna araçları: Bu türden inandırma yolu beş tanedir: yasalar, tanıklıklar,
anlaşmalar, işkenceler, yeminler (R., 1375a 22-24). Bunlar retoriğe ait olmayan
inandırma tarzlarıdır. Buralardan edinilen kanıtlar, retorikçinin kendisine ait
olmayan, ama el altında duran kanıtlardır; retorikçi gerektiğinde bu araçlara
başvurarak söylevini ikna edici kılmaya çalışır. (2) Teknik olan ikna araçları: Bunlar
retoriğe ait olan inandırma araçlarıdır; retorikçinin kendisinin elde etmesi gereken
kanıtlar aracılığı ile sağlanan inandırmadır (R., 1355b 37- 1356a). Retoriğin teknik
bir metoda dönüşmesine yol açan, retorikçinin kanıtları kendi argüman gücü ile
bulmasının zorunluluğudur. Bu durumda bu ikinci ikna aracı birincisine göre daha
rasyoneldir. Bu durum her iki araç arasında bir gerilimin varlığını duyumsatır, ama
Aristoteles bu ayrım konusunda bir çelişkiye işaret etmez. Bunun nedeni onun
retoriğinin terimlerinin, teknik olmayan ikna araçlarını örtmesinden kaynaklı olabilir.
‘Teknik’ sözcüğü, iknanın teknik olarak bir metoda dayandığı ya da bir
metodu içerdiği anlamındadır. Her şeyden önce, retorik sanatı iknayı amaçlayan bir
uğraşı olduğu için, Aristoteles ‘teknik olan ikna araçlarını’ olanaklı kılan öğelerin ne
olduğunu belirler. Retoriği olanaklı kılan teknik ortam üç öğeden oluşur: konuşmacı,
dinleyiciyi ve konu402 (R., 1358a 37). Konuşmanın bu üç öğesi, ‘teknik olan iknanın’
üç aracını belirlemeye olanak tanımaktadır. Bunlar: (1) Konuşmacının kişisel
401
Aristoteles sofistin tanımını retorikçinin ya da diyalektikçinin nasıl yapabileceği hakkında bir
örneklemede bulunur. Buna göre: Birisini sofist yapan onun yeteneği değil seçimidir. Retorikte, bir
retorikçi –yetişmiş ya da usta konuşmacı- terimi “konuşmacının sanat bilgisi ya da seçimi” diye
tanımlayabilirken, diyalektikte bu farlıdır: Birisi seçiminden dolayı sofisttir; oysa diyalektikçi
seçiminden dolayı değil, yeteneğinden dolayı diyalektikçidir (R., 1355b 15).
402
Konuşmanın üç öğesi -konuşmacı, konu, dinleyici- içinde konuşmanın amacını ve hedefini
belirleyen dinleyicidir. Dinleyici geçmiş ya da geleceğe ilişkin karar vermesi gereken bir yargıç –
gelecek hakkında karar verecek yargıç- ya da gözlemci –sadece retorikçinin konuşmalarına dayanarak
karar veren gözlemci- olmalıdır. Bu durumda üç tür retorik vardır: 1- politik, 2- adli, 3- epideiktik
(törensel gösterilerdeki) söylevler (1357a 36- 1358b 8).
273
karakteri (etos)403 ile ilgili olanlar: Aristoteles, konuşmayı yapanın karakterindeki
güvenilirliği inandırmanın öğesi olarak işler. Konuşmacının kişi olarak “iyi” olması
retorikte güvenilirliği sağlamaktadır.404 (2) Dinleyicinin duygusal durumunu
belirleyenlerle ilgili olanlar: İnandırma, dinleyiciyi belli türden bir ruh haline, coşku
haline (páthos)405 sokmaya bağlıdır. Mevcut retorikçilerin önem verdikleri budur.
Konuşmacının coşku yaratması aracılığı ile inandırma sağlamasıdır ki, bu inanma
dinleyiciden gelir. (3) Argümanın kendisi (logos) ile ilgili olanlar: İkna olanağını
sadece konuşmacının kendisinin sağladığı ‘kanıt’ ya da ‘görünüşte kanıt’ ile
sağlamaktır. Bu, konuşmacının kendisinin akıl yürütme gücüyle elde ettiği ‘inandırıcı
kanıtlar’ aracılığı ile sağlanan bir inandırma tarzıdır (R., 1356a 1-21). Aristoteles’in
retoriğe kattığı yenilik retoriğin bu üçüncü aracına ilişkin yaptığı tartışmalarda
görülür. Özellikle de alt başlıkları niteliğindeki konuşmacının akıl yürütme gücü ile
sağladığı ikna etme araçları olarak tümevarımın retorikteki karşılığı olan “örnek”
(paradeigma) ve tasımın retorikteki karşılığı olan “örtük tasım” (enthumêma) (R.,
1354a 15) terimleri bir yandan Aristoteles’in retoriğinin diyalektik niteliğini içerir,
diğer yandan da Aristoteles’in sullogismos teorisi ile olan genel ilişkisini içerir.
III.3. Retorik Argümanın Yapısı
Aristoteles’in diyalektik ile retorik arasında kurduğu ilişki de argümanın
niteliğine ilişkin belirlemelerinde dile gelir. Açıklamalarına göre, “kanıt gücü ile
inandırma” sağlayan ikna edici argüman yapısını konuşmacının akıl yürütme gücü
ile sağlaması gerekmektedir. Bu nedenle, yukarıda da değinilen inandırmanın etkin
403
ή̃θος (etos): ‘alışılmış bir yer’; (çoğulu) ήθεα (êthea –etos’lar:) ilk olarak hayvanların, sonra da
insanların ‘yerleştikleri’, ‘oturdukları yerler’, ‘mağaralar’; ‘gelenek’, ‘adet’, ‘alışkanlık’; Latincedeki
gibi ‘mores’, ‘mizaç’, ‘doğal yapı’, ‘huy’, ‘karakter’. ήθικός (êthikôs) (çoğulu: êthikà): ‘entelektüel
olana (διανοητικός -dianoetikôs) karşıt olan ahlaki olan için’; ‘ahlaklı karakterin ifadesi’ (L.&S.).
404
Retorik –politik ve adli retorik- her durumda karar vermeyi etkilemek için var olduğuna göre,
retorikçi konuşmasındaki kanıtı inandırıcı ve açık kılmakla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda (1) kendi
karakterinin de doğru görünmesini sağlamalıdır (2) karar verecek olan dinleyicilerini doğru düşünme
yoluna sokmalıdır (1377b 12-30).
405
πάθος (páthos): ‘başa gelen’, ‘maruz kalınan şey’, ‘ıstırap’, ‘acı’, sıkıntı’, ‘talihsizlik’, ‘aksilik’,
‘bela’, ‘felaket’; ‘tutku’, ‘sevgi, şefkat’; ‘olay’ (L.&S.). Aristoteles terimi Retorik’te her türden
heyecan, coşkuyu içeren duygu durumlarını ifade etmek için kullanır. Terim, retorikçinin
dinleyicilerin duygularını harekete geçirmesi, onlara duygu aşılaması aracılığı ile iknanın olanağını
sağlamasına işaret eder.
274
yollarının
uygulanabilmesi
için
konuşmacının
(1)
‘tasımsal
tanıtlamalarla
düşünebilmesi’406; (2) insan karakterini ve erdemlerini anlaması ve (3) coşkuları
anlaması gerektiğini düşünür. Bu üç gereklilikten dolayı Aristoteles retoriğin,
diyalektik ve etik çalışmaların birer dalı olduğu sonucuna varır (R., 1356a 22-26).
Hatta retoriğin ‘diyalektiğin bir dalı olduğu ve ona benzediği’ konusunda da kesin bir
dil ile söz eder (R., 1356a 22- 35). Aristoteles’in bu varsayımda bulunabilmesinin
nedeni, klasik retoriğin argümanlarına değil, kendi sullogismos öğretisine göre
düzenlediği retorik argüman tanımına dayanmasındandır.
İkna temeli üzerine kurulu klasik retoriğe kuşkulu bakan Aristoteles, retoriği
‘tanıtlamalı’ bir uslamlama olarak kurgulamanın çabası içindedir. Tanıtlamanın
aracını yine argümanın kendisinden sağlayan, yani savın doğruluğunu ve
inandırıcılığını savın dayandığı konu ve ilkelerden alan argümanların olanağını
aramaktadır. Bu nedenle Aristoteles’in retorik sanatı için ideal tanıtlama, başka bir
şey aracılığı ile değil, doğrudan argümanın kendisi tarafından sağlanan tanıtlamayı
içermektedir. Bunlar iknayı doğru temellerde sağlayacak tanıtlama türleridir.
Aristoteles’in Retorik’te belirlediği ‘tanıta ya da görünüşteki tanıta dayalı
inandırıcılığı’ sağlayan argüman türleri: (1) ‘örnek’ (paradeigma)407 -diyalektikteki
‘tümevarım’ı (epagôgê) karşılar-; (2) ‘örtük tasım’ (enthumêma) -‘tasımsal tanıt’ı
(sullogismos) karşılar-; (3) ‘görünüşte örtük tasım’ -‘görünüşte tasım’ı karşılar-.
Aristoteles ‘örtük tasım’dan (entimeme) ‘retoriksel tasım’ olarak söz ederken,
‘örnek’ten (paradeigma) de ‘retoriksel tümevarım’ olarak söz eder (R., 1356b 15).408
Aristoteles’in retoriğin formülünü oluşturmak için diyalektiğin bütün
olanaklarını kullandığı açıktır. Bununla birlikte, “Aristoteles retorik sanatında
diyalektiğin işlevini geçerli argümanların nasıl elde edileceğini bilmekle sınırlamakta
görür” (Cooper, 1999: 253). Burada Aristoteles’in retoriğin argümanlarına mantıksal
406
PUP ve RH edisyonlarında “reason logically”, Penguin edisyonunda “syllogism” ile karşılanır.
παράδειγμα (paradeigma): ‘örnek’, ‘model’, ‘plan’; ‘emsal’, ‘geçmiş örnek’, ‘misal’; örnek ile epi
paradeigmatos: bir ‘örnek’, ‘uyarı’, ‘ders’, ‘örnek ile kanıtlama’; bundan dolayı παράδειγματίζω
(paradeigmatizo): ‘örneğini yapmak’, ‘göstermek’, ‘aynısını koymak’ (L.&S.).
408
PUP edisyonunda bu paragrafı Aristoteles’in Retorik’ine sonradan eklendiği hatırlatılır. Bkz.
dipnot 3, s. 2156.
407
275
bir form kazandırmaya çalışırken diyalektiği model olarak mı almaktadır, yoksa
retoriği doğrudan diyalektiğin üstünde mi şekillendirmektedir, sorusunun yanıtı
güçleşmektedir. Topikler’de diyalektiğin türleri olarak sözünü ettiğini (T., 105a 1011) Retorik’te retorik için tekrarlar. Nasıl ki “diyalektikte olduğu gibi, bir yanda
epagôgê diğer yanda sullogismos ya da görünüşte dedüksiyon vardır”; bunlar retorik
için de söz konusudur (R., 1356b 1-2). Analitikler’de sözü edilen bu iki argüman
türünü (Post. Analy. 71a 5) Retorik’te retoriğin argüman türü olarak alır. İndüksiyon
(epagoge) tikelden tümele gitme olarak tanımlanır (T., 105a 13). Bir dedüksiyon
(sullogismos) ise varsayılan kesin ilk ilkeler aracılığıyla zorunlu sonuçlara ulaşılan
(T., 100a 25) ya da onların doğru ve kesin varlığının nedeninden dolayı (Pr.Al., 24b
18-20) elde edilen argümandır.
Oysa bu argüman formları Topikler’de diyalektiğin türleri, Sofistik
Çürütmeler’de de diyalektiği sofistik uslamlamadan ayıran argüman formlarıyken
(SR., 165b 27), Retorik’te, retoriği diyalektiğe yaklaştıran argüman formlarına
dönüşür. Her ne kadar Aristoteles burada retoriği açıklamak ve onu metodik bir
zemine oturtabilmek için diyalektikle benzerlikler kuruyorsa da, bu benzerlikleri
kurabilmesinin kaynağı onun diyalektiği kamusal alanın pratik sorunlarını
tartışmanın metodu olarak işlemiş olmasından kaynaklıdır. Bu nedenle onun
diyalektiği gündelik tartışmaların metodu olarak yorumlayan bakışı Retorik’te devam
ettiği için, Aristoteles burada da diyalektiği gizli bir şekilde olumsuzlamanın
çizgisinde duruşunu sürdürmektedir.
Ancak yine de Aristoteles argüman türlerini yeni ad ve tanımlarla
içeriklendirir. Buna göre Topikler’de diyalektiğin türleri olan tümevarımın (epagôgê)
retorikteki karşılığı olarak “örnek” (paradeigma) ve tasımsal tanıtlamanın
(sullogismos) retorikteki karşılığı olan “örtük tasımsal tanıt” (enthumêma) (R., 1354a
15) retoriğin –yukarıda açıklanan- ‘teknik olan ikna araçları’ndan ‘argümanın
kendisine dayalı tanıt’ı ya da ‘akıl yürütme gücü’ ile sağlanan argüman türleridir.
‘Örnek’ ve ‘örtük tasım’ retoriğin türlerindeki ortak formdur. Aynı zamanda bunlar
iki ‘inandırma tarzı’dır (koinai pisteis); maksim (gnome) örtük tasımın bir parçasıdır
(1393a 23-24).
276
III.3.1. Paradeigma
Aristoteles’e göre “kanıt aracılığı ile inandırma” işini yapanlar ya
paradeigma (örnek) ya da enthumêma (örtük tasım) (R., 1354a 15) kullanırlar;
bunun üçüncü bir yolu yoktur. Aristoteles Analitikler’de bir şey kanıtlamak için ya
‘tasımsal tanıt’ (sullogismos) ya da ‘tümevarım’ (epagôgê) kullanmanın zorunlu
olduğunu bir kabul olarak geliştirdiği için (Po. A., II.23, 24)409, Retorik’te
‘entimeme’leri ‘sullogismos’, ‘örnek’leri (paradeigma) de ‘tümevarım’ (epagôgê)
formatında işleyerek retoriğin argüman formlarını geliştirir.
‘Örnek’ ile ‘entimem’ arasındaki farkı açıklamak için yine diyalektiğin
özelliklerinden yararlanır. Aralarındaki ayrım konusundaki kabulü, Topikler’deki (T.,
105a 10-20) ‘tasımsal tanıt’ (sullogismos) ve ‘tümevarım’ (epagôgê) tartışmalarının
geçtiği pasajdaki gibidir (R., 1356b 11-12). Bu durumda aralarında fark, ‘tasımsal
tanıt’ (sullogismos) olarak ‘örtük tasım’ (enthumêma) tümel olan aracılığı ile tikelin
bilgisinin sağlandığı bir uslamlama tarzıdır. Bunun yanı sıra Aristoteles’in ‘örnek’i
(paradeigma) ‘tümevarım’ (epagôgê) olarak içeriklendirmesinde ‘örnek’ ilk ve
doğru öncüllerin yerini almış olmaktadır. Retoriğin indüksiyonlu (epagôgê) argüman
türünü ‘örnek’ (paradigma) olarak içeriklendiren onun birçok tikel durumdan tümel
duruma doğru olmasından kaynaklanmaktadır.410 Eğer her iki tikel durum da aynı
cins altında sıralanmazsa uslamlama indüksiyon niteliğine ulaşamaz. Öyleyse tikel
bir durumdan benzer bir tikel duruma doğru gidilmesi, söz konusu argümanı
indüksiyon yapmaz (R., 1357b 25).
Aristoteles burada entimemi sullogismos teorisinin içine almakla ve ‘örnek’i
‘ilk öncül’ konumunda yorumlamakla retorik uslamlamayı diyalektik ile eşleştirmiş
olmaktadır. “Bir önermenin kanıtı benzer birçok sayıdaki örneğe dayandırıldığında”,
409
Önceden söylenen konumlarda yalnızca diyalektik ve doğrudan tanıtlamalı tasımlar değil, retorik
tasımlar [retorik tasımlar için: Po.A. 71a 9-11] ve saltık anlamda herhangi bir araştırmaya ilişkin her
çeşit kanaat da oluşur. Nitekim inançlarımızın/kanaatlerimizin hepsi ya tasımdan ya da tümevarımdan
ileri gelir (Po.A., 68b 12-15).
410
Örneğin, eğer teknik bilgisi en iyi olan en iyi dümenciyse ve teknik bilgisi en iyi olan yarış arabası
sürücüsü en iyi sürücüyse, o halde, genelde, teknik bilgisi en iyi olan insan kendisinin görevlerinde en
iyi olan insandır (T., 105a 13).
277
bu uslamlama tarzı diyalektiğin tümevarım (epagôgê) formudur; aynı uslamlama
tarzı (yani epagôgê), retorikte ‘örnek’ adı altında iş görmektedir. Benzeri bir şekilde,
doğru bir önerme aracılığı ile bir başka önermenin doğru olduğu gösterildiğinde bu
uslamlama tarzı diyalektikte sullogismos, retorikte ise ‘örtük tasım’ (enthumêma)
adını alır. ‘Örnek’ ile yapılan uslamlama ya da söylev daha inandırıcıyken411,
entimem ile yapılan söylev daha fazla taraftar toplar (Ret., 1356b 12-23). Aristoteles,
örneği (paradeigma) de tümelin tikel ile olan ilişkisi açısından değerlendirir, ama
onu benzerin benzer ile ilişkisi açısından ele alır. Yani, iki ifadeden birisi daha bildik
olunca, daha az bilinen onun aracılığı ile açımlanır. Bu durumda ilk önerme
‘örnek’tir412 (R., 1357a 25-30). Bu, diyalektiğin endoksa’ları ile aynı işlevdedir.
Örnekte, uslamlamanın temeli olan tümevarım özelliği vardır. ‘Örnek’ ile
kanıtlama: ya (1) tarihsel gerçeklerin alınmasıyla413 ya da (2) konuşmacının yarattığı
gerçeklerle yapılır. Bunun da iki türü vardır: (2a) betimlemeler (parabole)414 ya da
(2b) hayvan masallarıdır (logoi).415 Aisopos’un anlattığı masal türünde olduğu gibi
(R., 1393a 25-30). Hayvan masalları aracılığı ile ikna ve kanıtlamalarda bulunmak
halk toplantılarında etkili bir güçtür; bu söylev aracılığı gerçekleri konuşmacının
kurması oldukça kolaydır. Oysa gerçek geçmiş olaylar arasında koşutluklar bulmak
oldukça zordur. Geçmişin gerçekleri arasındaki koşutluk, betimleyici bir dil aracılığı
ile kurulabilir. Gerekli olan tek şey, uygun örneği düşünerek bulma gücüdür. Bu da
zihinsel eğitim aracılığı ile geliştirilen bir yetenektir (R., 1394a 2-7).
411
Her ne kadar burada cümle ‘uslamlama’ türü olarak kurulduysa da, Aristoteles Retorik’te
‘uslamlama’dan daha çok ‘söylev’ türü olarak bakar; çünkü burada tartıştığı retoriğin görünümleridir.
Ancak söylev formu salt öylesine bir konuşma formu değil, aynı zamanda bir düşünme tarzı olarak
varsayıldığında, ‘uslamlama’ adlandırması yanlış olmaz.
412
Aristoteles’in verdiği örnek: “Dionysios [Syrakusa tiranı] güvenlik için muhafız asker isterken bir
tiran olmayı planlıyor.” Çünkü daha önce Peisistratos [Atina tiranı] geçmişte böyle muhafız edinmiş
ve tiran olmuştu. Theagenes de [Megara tiranı] aynısını yapmıştı. Bu durumda konuşmacı,
Dionysios’un isteklerinin gerisinde bugün için henüz gerçekleşmemiş şeyi bildirmektedir. İlk
göstergeler önermenin, gerçekleşmesi olası olanın tanıtlanması için öncül niteliğindedir. Bütün bunlar
‘muhafız asker isteyen adamın tiran olmak istediği’ önermesinin tanıtlarıdır (R., 1357b 30- 1358a 2).
413
Örneğin: ‘Pers kıralının Mısır’ı ele geçirmesine izin vermemeliyiz; çünkü babası Dareisos Mısır’ı
ele geçirince Ege’ye saldırdı. Dolayısıyla bugün Mısır ele geçirilirse sıra bize gelecektir’ (R., 1393b
1).
414
παραβολή (parabole): ‘yanına koyma’, ‘karşılaştırma’: ‘örnek’, ‘içinde gerçek payı olan alegorik
hikaye’ (L.&S.).
415
λόγοι (logoi): (‘logos’un çok anlamlılığından beslenen terimin konu ile ilgili karşılığı:) ‘söz’,
‘konuşma’, anlatım’, ‘atasözü’, ‘öğüt’, masal’, ‘öykü’, ‘hikaye’, fabl’; ‘nesir yazıları’, ‘nesir, düzyazı’
(L.&S.).
278
Örtük tasım ile kanıtlamaların yapılamadığı yerde konuşmacı amacını
örnekler aracılığı ile ortaya koyar ve dinleyiciyi ikna etmeye çalışır. Ancak örtük
tasım aracılığı ile zaten tartışılabiliyorsa, örnekler sadece sonradan gelecek ek
kanıtlardır ve sadece açık kılıcı kanıtlardır. Örneklerin baştan kullanılması,
konuşmaya tasımsal tanıt (sullogismos) havası katacaktır ki, bu da konuşma
tarzındaki iknalarda pek uygun olmaz (R., 1394a 9-18).
III.3.2. Enthumêma
Aristoteles’in üzerinde tartıştığı ve retoriğin asıl argüman türü olarak gördüğü
‘örtük tasım’ (enthumêma)’dır. Entimem, diyalektik uslamlamanın bir türü olan
tümdengelimli argüman formunun retorikteki karşılığıdır. Bu nedenle Aristoteles
retorik argümanların yapısını, diyalektik ile mantık argümanları aracılığı ile
kurarak416 kendi retorik anlayışını oluşturmaktadır.
Aristoteles, diyalektik ve analitik (“mantık”) teorisi için merkezi önemdeki
terimler olan apodeiksis ve sullogismos’u, retoriğin argümanları için yeniden
kullanmaktadır. Retoriğinin mantıksal terimi ‘enthumêma’dır. ‘Entimem’, kamu
konuşmalarında tanıtlama ya da tanıt işlevine sahip retorik argüman formunun adıdır.
Aristoteles, retoriğin işlevi olan iknayı doğru kanıtlar ile sağlamayı varsaydığı için,
retoriğin argümanını da sullogismos’un bir türü olarak çözümler. Enthumeisthai –
düşünmek, dikkate almak fiilinden gelen enthumêma sözcüğü, Aristoteles’in
öncelleri tarafından üretilmişti; zekice konuşmaları, bir paradoks ya da çelişkiyi
içeren kısa argümanları adlandırmak için kullanılıyordu. Aristoteles aynı bağlamda
ama biraz da daraltarak ‘entimem’ (örtük tasım) adını sullogismos tanımı altında
onun bir türü olarak kullanmayı sürdürdü. Bu nedenle onun retoriğinin daha felsefi
olan yanı “retoriksel kanıt öğretisidir” (Solmsen, 1993:11).
Aristoteles retorikçilerin çabasının ‘dinleyici kazanmak’ olduğunu söyler
(1355a 1). Bu durumda teknik olarak retorik sanat üzerine çalışmak, “inandırma
416
“Aristoteles Retorik’te hem önceki öğretisi olan diyalektik uslamlamayı, hem de daha sonraki
öğretisi olan tasımı kullanmıştır” (Raphael, 1999: 241).
279
tarzı” ile ilgilenmektir; Aristoteles için “inandırma (pistis) tanıtlamanın (apodeiksis)
bir türüdür”; çünkü tanıtlamak inandırmayı sağlar. Aristoteles’e göre hatibin
retorikçinin kullandığı en etkili inandırma yolu enthumêma’dır (“örtük tasım”). Bu
nedenle “entimem bir sullogismos türüdür” (R., 1355a 3-9). Sullogismos türleri
üzerinde durmak ise diyalektiğin işidir; (ya bütünüyle diyalektiğin ya da onun
dallarından birisinin işidir) (R., 1355a 9-10). Aristoteles sullogismos’u diyalektiğin
düşünme nesnesi olarak belirlemekle retoriği diyalektiğin nesnesi kılmış olmaktadır.
Aristoteles diğer bütün çalışmalarında olduğu gibi, retoriği analiz ederken de bir
diyalektikçi gibi davranır: Konu problem haline getirilir, problemin kavramları
belirlenir,
tanımlanır,
sınıflandırılır,
kavramların
geçerli
olduğu
başka
kullanımlardaki çelişkiler ya da karşıt düşünceler listelenir, tanımlar aracılığı ile
çelişkiler değillenir. Bu metodik sürece uygun olarak o, tanımladığı diyalektikçi gibi
davranır. Bu noktada Aristoteles retorik ustasını da diyalektikçiye benzeterek
tanımlamaya çalışır: “Bir tasımın nasıl ve hangi öğelerden yapıldığını en iyi bilen”,
bu bilgiye ek olarak hakkında konuştuğu “konusunun ne olduğunu” ve bunun
mantığın ‘tasımsal tanıt’ından417 farkını kavradığında, entimem’de “usta” kişi
olacaktır (R., 1355a 10-14). “Doğru ve yaklaşık olarak doğru aynı yeti ile elde
edilir.” Bu nedenle “hakikat üzerine iyi tahminde bulunabilen kimse, olası önerme
(endoksa) üzerinde de iyi tahminde bulunabilir” (R., 1355a 14-18). “(…) Hakkında
tartışacağımız ya da konuşacağımız konuya ilişkin olguların hepsi olmasa da
bazılarını bilmeliyiz. Yoksa elimizde kanıtlar çıkartacak gerçeklerimiz olmaz” (R.,
1396a 5-8).
Aristoteles’in entimemi bir tasım türü (R., 1355a 6-13) olarak aldığı açıktır;
ancak özel türden bir tasımdır (R., 1400b 38); o retorik bir tasımsal tanıttır (R., 1356b
5) ve retorik argümanların sergilenmesinin tarzıdır (R., 1355a 6). Herhangi bir
‘maksim’e (gnômê) açıklama ya da neden eklendiğinde, entimem elde edilir418 (R.,
1394a 31). Aristoteles’ göre entimem, retorik argüman türü olarak ideal argüman
417
PUP edisyonunda “the deductions of logic”; RH edisyonunda “the syllogism of strict logic”;
Penguin edisyunda “logical syllogism” ile karşılanır.
418
Aristoteles, Euripides’ten örnek bir dize ile maksimin örtük tasıma dönüşümünü gösterir: “Zekası
yerinde bir insan hiç bir zaman / Arkadaşlarından daha akıllı yetiştirmemeli oğullarını” Aristoteles
buradaki maksime bir neden ya da açıklama eklendiğinde örtük tasım elde edileceğini gösterir. Devam
eden dizede bu böyledir: “Onları tembelleştir bu; bir de / Kin ve kıskançlık devşirirler şehirlere”
(Medeia, 295-297).
280
formudur; öyle ki iknanın bedenidir (R., 1354a 15). “Örnek” ile tanıtlamak daha az
ikna edici değildir, ama entimem daha çok taraftar toplayan ikna edici argüman
formudur (R., 1356b 22). Entimemin ayırıcı bir yönü sonuç yargısını olanaklı kılacak
önermelerin sayısının sınırlılığından geliyorsa da, ikinci bir ayırıcı yönü işlev
alanından geliyor. Entimem eğitimsiz bir kitleye yönelik retoriğin ikna edici argüman
formudur (R., 1395b 20-1396a 4). “Artık onun ilgilenmesi gereken konular belirli
sanat ve bilimlerin alanı dışında kalmaları ölçüsünde bizim üzerinde düşündüğümüz
konulardır ve onun hitap etmek zorunda olduğu insanlar uzun akıl yürütme
zincirlerini izleyemeyen insanlardır. Bu nedenle belagatçı, (kesinlikler, düşünüp
taşınmanın konusu olmadığı için) olasılıklarla ilgilenecek ve öncülleri ilk ilkelerden
çıkartmak yerine, olası olarak kabul edildiklerinde onları temel alarak kısa akıl
yürütme zincirleri kullanacaktır” (Ross, 199: 313). Entimem, eğitimsiz bir kitleye
yönelik söylevi içerdiği oranda, tanımlanmış düşüncelerden yola çıkar. Tanımlanmış
bu düşünceler kesinlikler olduğu gibi olasılıklar da olabilir (R., 1396a 1-4).
(1) Tasımsal tanıt ve önceki tasımsal tanıtın sonucundan ya da (2)
tanıtlanmamış, tanıt gerektirecek kadar zayıf öncüllerden hareketle ikna etmek
olanaklıdır. Birinci türde ikna edici argüman formunun basamaklarını ya da
uslamlama zincirini izlemek eğitimsiz dinleyiciler için zor olabilir; ikinci türde
olanlar, inanılmamış öncüllerden hareket ettikleri için kabul edilmezler (R., 1357a 815). Bir ‘örtük tasım’ (enthumêma) normal bir tasımsal tanıt (sullogismos) tarzındaki
uslamlamanın önermelerinden daha az sayıdaki önermelerle oluşmalıdır. Buradaki
ayırıcı durum, entimem’in kısalığıdır. Yani, dinleyicinin sözü edilen konu hakkında
ikna edilmesi için yapılan tanıtlamada, tasımsal uslamlamanın öncüllerinden birisinin
ya da sonucun söylenmemesi ile kurulan bir tasım formudur. Buradaki ayırıcı durum,
öncülün azlığı kadar, söylenmeyen öncülün dinleyici tarafından biliniyor ya da
anlaşılıyor olmasıdır.419 Yani argüman dinleyicinin bilincinin işe katılması ile
tamamlanmaktadır. Örneğin ‘olimpiyatlarda ödülün bir taç olduğu yarışma’da
419
Retorik sanatı, dinleyicinin belli bir türüne yönelik konuşmayla diyalektiğin birleşmesidir. Burada,
retorikçiyi diyalektikçiden ayıran yanı, öncüllerin dinleyici tarafından kabul edilirliğini önceden
tahmin etmesidir. “Hatipler, bununla birlikte, soru sormazlar fakat konuşma yaparlar ve onlar bu
nedenle kendi öncüllerinin kendi dinleyicileri tarafından kabul edilip edilmeyeceğini tahmin etmek
zorundalar. Sonuç olarak, dinleyici tipini ikna edecek dikkatli bir çalışma yapılmalıdır” (Smith,
1999a: 63-64).
281
Dorieus’un tacı kazandığını belirtmek için herkesin bildiği şey olan ‘ödülün bir taç’
olmasını eklemeden, ‘Dorieus kazandı’ demek yeterlidir (R., 1357a 15-22). Bu
durumda entimem sözel bir tanım ve sözün gücü ile olanaklı bir uslamlamadır. Ancak
dinleyici de bu tanıtlamaya açık olmalı ya da eşlik edebilmelidir. Dinleyicinin
argümana katılabilmesi ise retoriğin ancak bilinen konulara dayanması halinde
olanaklıdır. Bu durum bir yandan retorik argümanı sınırlar, diğer yandan
Aristoteles’in dinleyicinin entelektüel katkısını hafife almış olduğunu görmediğini
ortaya çıkartır; çünkü o, entimem’leri tanımlarken, eğitimsiz dinleyicilerin ikna
edilmesi için argümanların kısa olmasını bir gereklilik olarak ileri sürmüştür.
Her şeyden önce Aristoteles’in sullogismos’u bir grup önermeler dizisinden
oluşmaktadır. Bunlar öncül ve sonuç önermeler adı ile bilinen önermelerin
oluşturduğu bir dizidir. Bir sullogismos türü olarak tanımlanan entimem’in ondan
farkı, entimem’in öncüllerinden birisini ya da sonucunu gizleyen bir argüman
formunda dile geliyor olmasıdır; yani sullogismos’un diğer türlerine göre daha az
önermeye sahiptir (R., 1357a 7-18; 1395b 24-26). Bugün “Klasik Mantık” ders
kitapları açısından bakıldığında, sullogismos iki öncüllüyken, entimem bu
öncülerden birisini saklar. Bundan dolayıdır ki, ‘entimem’ eksik tasımdır.420 Ancak
Aristoteles entimem konusunda eksiksiz bir tanım vermediği için, bu yargının iddia
edilmesinde temkinli olunmalıdır. Ayrıca sullogismos’un varsayıldığı gibi iki öncülle
kurulmasına ilişkin de Aristoteles’in açık bir iddiası olmadığından dolayı, entimem’i
bu türden bir tanımlama ile belirlememesi bir takım sıkıntılar taşımaktadır.421 Her
420
Bugün mantık ders kitapları bu konuyu tamamlanmış bir düşünce olarak formülleştirir. Örneğin:
Eksik Önermeli Tasım (Entimem): İki öncül ve bir sonuçtan oluşan tasım, tam tasımdır. Kimi zaman,
hızlı düşünmelerde olduğu gibi, tasımın öncüllerinden birisi ya da sonuç gizlenerek oluşturulur. Buna
eksik önermeli tasım ya da entimem denir. Gizlenen önermenin konumuna göre entimemler türlere
ayrılır. (1) Birinci öncülü saklı tasım: birinci sıradan entimem; (2) İkinci öncülü saklı tasım: ikinci
sıradan entimem; (3) Sonucu saklı tasım: üçüncü sıradan entimem (Özlem, 1996: 159-160).
421
Aristoteles retoriği tasımlara dayandırır. Retorik’te “tasımsal usavuranın geçerli üç formundan
habersiz olarak, retoriksel kanıt ile tasım arasındaki koşutluğun üzerinde durur.” Örneğin, “sıradan
sözlerden çıkartılan kanıt”lara bakalım. “Eğer tanrılar bile her şeyi bilmiyorlarsa, insanlar haydi haydi
bilmez”i alalım: Burada büyük, küçük terimler arası bir ilişki yoktur. Ya da, “babasını döven
komşusunu da döver” örneği, “X babasını döver” ile bir tasım haline getirilebilirdi. Ama Aristoteles
bunu düşünmemektedir. Ancak Aristoteles’in tasımı keşfinden sonra öğrencileri bu türden sıradan
kanıtları ayrıştırmaya başladı. “Retorik’in sıradan kanıtlarını teknik bakımdan doğru tasımlarla
yeniden şekillendirme gereksinimi duymadı.” Bu sıradan sözlere uygun kanıtlar oluşturulması
yeterlidir (Solmsen, 1993:11-12).
282
şeyden önce enthumêma’nın tanımlandığı sullogismos’taki ateles422 (eksik) sözcüğü,
entimemi ‘tasımsal tanıt’ ile ilişkilendirmeyi güçleştirmektedir.423
Entimem’lerin daha az öncüle sahip olması, konuşmacının bir seçiminden
kaynaklanıyor görünmektedir: (1) Önceki tasımsal tanıtların sonucundan ya da şimdi
yapılacak tasımsal tanıttan hareketle bir karar oluşturmayı seçebilir; ya da (2)
tanıtlanmamış, tanıt gerektirecek kadar zayıf öncüllerden kararlar oluşturmayı
seçebilir. Birinci türde olan, uslamlamaları izlemek eğitimsiz dinleyiciler için zor
olabilir. İkinci türde olanlar, kabul edilir (endoksa) ve bilindik olmayan öncüllerden
hareket ettikleri için kabul edilmezler (R., 1357a 7-10). İlk metot problematik’tir
(olası’dır): Eğer konuşmacı başka öncülleri her defasında bir önceki tasımsal
uslamlamanın sonucundan alıyorsa, kamu konuşmalarında dinleyici bu kadar uzun
argümanları dinlemek için sabır gösteremez. Bu da diyalektik argümanlar gibi uzun
olmalarının tersine, entimemlerin niçin çok kısa olması gerektiğinin gerekçesidir;
çünkü insanlar kısa cümlelerle anlaşılır ve varsayımlarla kanıtlamalara daha kolay
inanırlar (R., 1355a 5). Bu oldukça kolay bir ikna aracı olduğu için, kamu
konuşmalarında dinleyicinin daha bir güçlü şekilde ikna edilmesi olanaklıdır; öyle ki,
konuşmacı safsatalı uslamlamalarda bulunarak dinleyicinin kafasını karıştırmaya ya
da dikkati başka noktalara çekmeye gereksinim bile duymaz. Bunun yanı sıra
insanlar doğruyu talep eden bir yapıya sahiptir (R., 1355a 15) ve her insanın hakikati
kurmasını sağladıklarından (EE., 1216b 31) dolayı, ortak düşüncelerle ya da
“başlangıç noktası” ile buradan hareketle kurulan doğrunun ne olduğu arasında bir
boşluk yoktur. Bundan dolayı yapısal olarak geçerli argümanların ikna edici formuna
bağlanmasından dolayı retoriğin bu yeni görünümüyle diyalektik ve retorik arasında
önemli bir benzerlik ortaya çıkar. Ancak ardı ardına yapılan tasımsal uslamlamalı
422
ατελης (ateles): ‘toplumsal sorumluluktan muaf olmak’, ‘muaf’; ‘bir şeyde bulunmama’; (…)
(L&S)
423
Seaton bu sözcüğü bir ekleme olarak görür. Aristoteles’e göre tasım, birinci figüre ait olduğunda,
mükemmeldir. Çünkü bu açık ve ikna edici bir argüman formudur; ikinci ve üçüncü figürler ise
eksiktir. Çünkü onlar dictum de omni et nullo tarafından kanıtlanmış değildir. Bu nedenle birisi,
sonradan ateles sözcüğünü süllogismos sözcüğünden sonra yazmış olmalıdır. Çünkü olasılıklardan ya
da göstergelerden kaynaklı olan entimem asla sullogismos teleos formunu oluşturmazdı –ancak, bir
göstergenin aynı zamanda bir kanıt (tekmerion) olması hariç- Ateles sözcüğü sonraları, entimemin
konusu değil de, formuna göndermede bulunduğu varsayılarak yanlış anlaşılmış olabilir. Aristoteles
tarafından örnekleme yoluyla verilen tüm entimemlerin her iki anlamda da ateles olduğu gerçeği de bu
yanlış anlamaya katkıda bulunmuştur (Seaton, 1914: 118-9).
283
tanıtlamalar diyalektik uslamlamanın argüman formu olduğuna göre, bu da demektir
ki, entimem diyalektik bir argüman formu değildir.
Aristoteles “retorik tasımların temelini oluşturan ‘zorunlu’ tipte çok az sayıda
gerçeğin” olduğunu bilir (R., 1357a 23). Çünkü eylemler zorunluluklarla değil,
olasılık tarafından belirlenir. “Zorunlu öncüllerin zorunlu sonuçlardan çıkması gibi”,
olası sonuçlar olası durumlardan çıkartılmalıdır (R., 1357a 28). ‘Olası önermeler’
(problematik) Aristoteles’in göndermede bulunduğu Birinci Analitikler’de (I. 8, 13,
14) ‘assertorik’, ‘apodeiktik’ ve ‘problematik’ olarak adlandırdığı ve ‘kiplik’
açısından incelediği önermeler grubundandır. Apodeiktik bir önerme zorunluluktan
kaynaklıyken, problematik bir önerme olası koşulların sonucudur424 (Pr.A. 28b 2935). Bu bağlamda problematik önermenin bildirdiği, bir deneyden kaynaklı
olumsallık ya da matematiksel önermelerde bulunan türden bir zorunluluk değildir.
Bu önermeler bir türden olanağı ve olasılığı içermektedir. Bu da önermeyi form
açısından değil, içerik açısından belirler. Önermenin içeriğin olasılık olması,
zorunluluk ile karşılaştırıldığında, epistemolojik bağlamda zayıf gerçekliklerdir. Bu
nedenle Aristoteles Retorik’te, retoriğin önermeleri olan entimem’lerin bir kısmının
zorunluluğa dayandığını söylese de, onların genel yapısını olasılık olarak
görmektedir. Bu da Aristoteles’in farklı entimem tiplerini, onların malzemelerinden
ve işlevlerinden hareketle kurduğunu gösterir.
Sözü edilen iki entimem türü, aynı zamanda işlev açısından iki tanıtlama
yoludur: (1) olumlu olumsuz önermeleri tanıtlar (2) çürütür, yanlışlar. İkisi
arasındaki fark “tasımsal tanıt ve diyalektikteki çürütme arasındaki farkın aynıdır.”
“Tanıtlayıcı örtük tasım, birbirine uygun önermelerin birleşmesiyle oluşur; çürütücü
örtük tasımsa birbirine uygun olmayan önermelerin birleşmesiyle.” (1396b 20-28)
“Çürütücü örtük tasım tanıtlayıcı olandan daha ünlüdür, çünkü küçük bir alan içinde
424
‘Olası olma’ ile ‘olası olan’ dediğim, zorunlu olmayan, bulunduğu öne sürülen, öne sürülmesiyle
olanaksız hiçbir şey çıkmayacak olandır; zorunlu olanın olası olduğunu eşanlamlı bir tarzda söyleriz.
‘Olası olan’ın böyle olduğu, evetlenmeleri ve çelişik değillenmelerinden açık: ‘Bulunması olası değil’,
‘bulunması olanaksız’, ‘bulunmaması zorunlu’ aynı şeydir veya birbirine uyar; dolayısıyla çelişkileri
de ‘bulunması olası’, ‘bulunması olanaksız değil’, ‘bulunması zorunlu değil’ aynı şeydir veya
birbirine uyar; çünkü evetlenmesi veya değillenmesi her nesneye ilişkin geçerli. O halde olası olan
zorunlu olmayacak, zorunlu olmayan da olası olacak. Olası olmayana ilişkin bütün öncüller birbirine
evrilirler. Söylenen, evetleyicilerin değilleyicilere evrilebildiği değil, evetleyici biçimi olanların
karşıoluma göre evrilebildikleridir (Pr A., 32a 17).
284
birbirine zıt iki kanıtı çözer, yanyana getirilmiş olan kanıtlar da dinleyici için daha
açıktır. İster çürütücü, ister tanıtlayıcı olsun, bütün tasımlar içinde, ilk bakışta apaçık
olmadıkları sürece daha başlangıçta bize sonuçları gösterenler en beğenilenlerdir”;
çünkü sözün altındaki amacı önceden kavramak bize haz verir. (R., 1400b 25-33)
Aristoteles Topikler’de diyalektik argümanın ‘gerçek’ ve ‘görünüş’ arasında
ya da ‘safsatalı’ ve ‘tasımsal tanıt’lamalı uslamlama arasında bir ayrımı dikkate alır.
Aynı şekilde Retorik’te de ‘gerçek’ ve ‘görünüş’ ya da ‘safsatalı’ entimem arasında
bir ayrım yapar (R., 1400b 34-1402b 28). “Gerçek tasımın yanında gerçek gibi
görünen ama olmayan tasımlar da olabilir; örtük tasım ise özel türden bir tasımdan
başka bir şey” değildir (R., 1400b 34). ‘Görünüşte’ ya da ‘sahte örtük tasım’ı
oluşturan kanıtlama kullanılan sözcüklerde ortaya çıkar. Bir türü, diyalektikte de
olduğu gibi, herhang0 b r uslamlama sür cinden geçmeksizin, sanki böyle bir
sürecin sonucuymuş gibi son ifade oluşturulurken görülür:
‘Falan filan doğru
değildir’, ‘Dolayısıyla falan filan doğru olması gerekir.’ Retorikte kısa, örtük,
çelişkili bir ifade örtük tasım yerine geçer; dil örtük tasıma uygun hale getirilir.
Yanılmaya yol açan, görünüşteki ifadedir (1401a 1-8). Bunun gibi dokuz yol sayılır
(R., 1400b 34-1402a).
Aristoteles Analitikler’de “entimem olasılıklardan ve göstergelerden kaynaklı
bir tasımdır”, derken entimem’lerin malzemesini belirlemiş olmaktadır; çünkü “bir
çok nesne için oluşmasının ya da oluşmamasının, olmasının ya da olmamasının
bilinmesi olasılıktır”425 (Pr.A., 70a 1-16). Retorik’te de “entimemlerin malzemesi
olasılık (eikos) ve gösterge (sêmeion)”dir. Aristoteles ‘olası’ öncülden kaynaklı
entimem ve ‘gösterge’den kaynaklı entimem arasındaki ayrım (R., 1357a 32-33) gibi,
425
İnsanların genellikle doğru olarak bildiği olasılık (eikos), kabul edilebilir önermedir (protasis
endoksos). Örneğin ‘kıskançlığın nefret’ ya da ‘sevginin şefkat’ olması gibi (PrAn., 70 a 4-6).
Aristoteles olasılıkla ‘kıskançlık nefrettir’ genel ifadesini, özelde X’in nefret eden olduğu şeklinde
olası kılar. “‘Kıskançlık nefrettir; X kıskançsa; bu durumda X nefret eder’, türünden argümanlarla
düşünür. Benzer bir şekilde diğer örnek de aşağıdaki şekle dönüştürülebilir: ‘Sevgi şefkattir; X
sevendir, bundan dolayı X şefkatlidir.’ Aristoteles’in είκός (olasılığı) hiç de olasılığın ifadesi değildir,
fakat çoğunlukla doğru olan genel ifadelerdir ve özel ifadeleri de olası kılar” (Raphael, 1999: 143).
285
farklı bir bağlamda o entimemlerin ‘olasılıklara, örneklere, tekmêrion’a (yani,
kanıtlamaya, delile) ve göstergeye dayandığını söyler (R., 1402b 12-14).426
Aristoteles bir olasılığın her zaman için gerçekliğe bağlı olduğunu, ama “olan
bir şeye” değil, “olumsal olan” bir şeye bağlı olduğunu söyler; tıpkı tümelin tikele
bağlı olması gibi (R., 1357a 32). ‘Gösterge’ (sêmeion) için durum aynıdır;
göstergenin ifadesi olan şeyle ilişkisi, tümelin tikel ile olan ilişkisi türündendir.
“Zorunlu gösterge bir kanıttır (tekmerion)427; zorunlu olmayan göstergelerin özel bir
adı yoktur.” Aristoteles zorunlu göstergeleri tasımsal tanıtların (sullogismos)
dayanacağı öncüller olarak da yorumlar. Bu, bir göstergenin neden ‘zorunlu
gösterge’ olduğunu açıklar; çünkü tasımsal uslamlama göstergelerden hareketle bir
sonuca varır (R., 1357b 1-10). Bir öncül söylendiyse yalnızca bir gösterge oluşur,
buna ek olarak bir başkası da alındıysa tasım oluşur; sözgelişi Pittakos’un soylu
olması: Onur düşkünleri soylu, Pittakos onur düşkünü. Veya yine bilgelerin iyi
olmaları: ‘Pittakos hem iyi hem de bilge’ (Pr.A., 70a 24-27) (1) ‘Sokrates akıllı ve
adildir’ önermesinde ‘bilge ve adil’ göstergesi, bu göstergelerden birisini taşıyanın
diğer göstergeyi de taşıdığı sonucunu olanaklı kılar. Ancak Aristoteles için bu örnek
bir gerçekliğe dayansa da, tasımsal bir tanıtlama oluşturmadığı için çürütülebilir bir
önerme olarak görünür. (2) ‘Ateşi varsa hastadır’, (3) ‘Kadının sütü varsa çocuk
sahibidir’ örnekleri de bu türden zorunlu göstergelerden oluşan önermelerdir. Tekil
durumlarda bu önermeler gerçektir. Ancak (4) ‘Hızlı soluk alıp veriyor, çünkü ateşi
vardır’ önermesindeki ‘hızlı soluma’ göstergesi doğru olsa da, çürütülebilir; çünkü
bu gösterge başka durumlarda da olabilir (Ret., 1357b 10-21). (Retorik I.2’nin bu
örneklerini Pr.A., II.27’de tekrar eder428). “Demek ki tasımlar böyle oluşurlar; ancak
426
Seaton, ‘olasılıklar’ ile ‘göstergeler’ arasındaki ayrımı sürdürmenin her zamana kolay olmadığını
söyler. Bir olasılık her zaman olmasa da genellikle doğru kabul edilen şeyi ifade eden bir önermedir
(‘Şişman insanlar iyi huyludur’ da olduğu gibi). Bir gösterge başka bir şey ekler; bu da ifade edilene
ilişkin daha ileri düzeyde bir gerçeğe işaret eden, ilave bir kanıt gösteren bir terimdir (‘Soluk alıp
vermenin çabukluğu ateşli olmanın bir işaretidir’ örneğinde olduğu gibi). Bu durumda göstergeler
önermenin yüklemi olmaktadır. “Ateşi olanlar hızlı soluk alıp verir.” Eğer gösterge önermenin öznesi
yapılabilirse, bu durumda önerme yanılmaz bir gösterge ya da kanıt olur (‘Sütü olan annedir’ ya da
‘ateşi olan herkes hastadır’ örneğindeki gibi). Süte sahip olmak anneliğin bir kanıtıdır. Ateşler içinde
olmak hastalığın bir kanıtıdır (Seaton, 1914: 116-7).
427
τεκμήριον (tekmerion): ‘kesin gösterge’ ya da ‘simge’, ‘pozitif kanıt’; tekmerion de bağımsız
nedendir; burada ‘kanıt’tır; Mantıkta: tanıtlama ya da kesin kanıtlamadır (L.&S.).
428
Entimemde üç figürde göstergelerin kullanımı: Entimeme olasılıklardan ve göstergelerden
kaynaklı bir tasımdır. Tasım figürlerinde orta terim nasıl alındıysa, gösterge de üç tarzda alınabilir:
Birinci, ortanca ya da üçüncü konumda. Örneğin ‘Kadının süt taşması ile onun hamile olmasının
286
ilk konumda oluşan tasım doğruysa çözülmez (çünkü tümel sonuçlu), son konumda
oluşan tasım sonucu doğru olsa da çözülebilir, çünkü sonuç ne tümel ne de tasımın
konusuyla ilgili; nitekim Pittakos iyiyse de diğer bilgelerin bundan dolayı iyi olması
zorunlu değil429 (70a 27-33). Demek ki, bütün göstergelerde doğruluk bulunabileceği
gibi ayrımlar da bulunabilecektir (Pr.A., 70a 37).
‘Gösterge argüman’ın formunda olan yukarıdaki 1. ve 3. örnekler, öncülleri
doğru olsa da, her zaman çürütülebilirler. Bu nedenle Aristoteles bu örnekleri geçerli
sullogismos olarak kabul etmediği için asullogistos olarak adlandırır. Yukarıda
verilen ‘gösterge argümanları’nın 2. formu, eğer öncülleri doğru konulmuşsa, hiçbir
koşulda çürütülemez. İnsan bedeninde ateş hali varsa, bunu hastalıktan başka bir
şeyin göstergesi olarak yorumlanamaz. ‘Gösterge argüman’nın 4. örneği kanıt
(tekmêrion) göstererek zorunlu bir durumu içermektedir. Aristoteles geçerli ve
geçerli olmayan entimemlerin dışında kalanları ‘safsatalı ya da görünüşte argüman’
olarak adlandırır. Buna göre Aristoteles tekmêrion’u genel öncülleri kurmak için
kullanılan örneklerin ve göstergelerin bir alt sınıfı olarak adlandır. Ancak açıklayıcı
bir argüman formu olup olmadığı belli değildir. Buna rağmen konu tarzından dolayı
kamu konuşmalarında retorik argümanların çoğu endoksa’lardan hareketle elde
edilir. Ancak bir ‘gösterge’ ya da ‘gösterge entimem’i kullanıldığında gerçek bir
açıklama ortaya koyulmamalıdır. “Gösterge’nin ya zorunlu ya da genel kabul görmüş
doğrudan tanıtlamalı bir öncül olması istenir: Nitekim bir nesne bir başkası varken
varolduğunda ya da bir başkası oluşurken ister önce ister sonra oluştuğunda, öteki
berikinin varlığının veya oluşmasının göstergesidir” (Pr.A., 70a 6-9).
Aristoteles, diyalektikteki tasımsal tanıtlarda olduğu gibi, iki entimem
arasında bir ayrıma işaret eder: Tasımsal tanıt diyalektiğe ait olması gibi, entimem de
retoriğe aittir. Bunların dışında kalanlar ise diğer sanat ve yeteneklere aittir. Bu
ayrım fark edilmediğinde, tartışmalar diyalektik ve retorikten uzaklaşır. Aristoteles
tanıtlanması’ ilk konumda olur; ‘Pittakos iyi olduğu için bilgelerin erdemli olduklarının tanıtlanması’
son konumda olur (Pr.A., 70a 9-16).
429
Birinci figürde entimemenin göstergesi doğruysa, sonuç kaçınılmazdır. Aristoteles sonucun tümel
olduğunu demez, fakat majör öncülün tümelliği minörün ve sonucun geçerliliğini ima eder. Örnekler
(ör, bütün insanlar onuru sever) gösterge ya da tümel olmayanı içeren dördüncü figür için
aktarır/tekrarlar ve tümel bir sonucu kurmayı başaramaz.
287
bunu, retorik ve diyalektik tasımsal tanıtlamaların konuları aracılığı ile açımlar: Ona
göre diyalektiğin ve retoriğin konuları herkesin bildiği, olağan konularla ilgili genel
tanıtlama dizisidir430; yani “doğru yönlendirilmiş sorulara, doğa bilimlerine,
politikaya ve birbiri ile ilişkisi olmayan diğer birçok şeye” ait problemlere aynı
tarzda uygulanan bir tanıtlama tarzıdır (R., 1358a 3-15). Aristoteles’in buradaki
temel eleştirisi, tasımsal tanıtlamalarda tanıt, tanıtlanan ve varılan sonuç arasındaki
bağlantısızlığın diyalektik uslamlama ya da retoriğin dışında bir şey olduğunun fark
edilmemesine ilişkindir. Örneğin etik önermelerin üzerinde doğa bilimlerine ilişkin
herhangi bir tasımsal tanıt (sullogismos) ya da örtük tasım (entimem) kurulamayacağı
gibi, bu olanaksızlık tersi için de geçerlidir (R., 1358a 15-19). Aristoteles’e göre bu
‘olağan konulara ilişkin genel tanıtlama dizisi’nin özel konuları yoktur; belli bir
konuya ilişkin bilgiyi incelemezler. Bu tanıtlama dizisi ne kadar özel önerme seçerse,
diyalektik ve retorikten farklı bir bilgi kurmaya o kadar yaklaşmış olacaktır. Örtük
tasımlar bu tanıtlama tarzı üstünde kurulmaktadır (R., 1358a 20-30).
Entimemlerin geri kalanı, tasımın büyük öncülü niteliğindeki “maksim”
(gnome) oluşturur. Maksim, “genel türden bir ifadedir.” Herhangi bir konu hakkında
değil de, “pratik davranış soruları, seçilecek ya da kaçınılacak davranış yolları
üzerine bir ifadedir” (R., 1394a 20-25). Genel ifade olarak maksimler, ‘insanların
inandığı düşüncelerin genel terimler ile söyle mesi’dir ki, insanlar bu türden özet ve
toparlayıcı terimlerle konuşmaları severler (R., 1395b 4). “Örtük tasım, bu tür pratik
konular ile ilgili bir tasımdır. Dolayısıyla örtük tasımların, tartışmanın kalan
kısmından ayrı olarak düşünülen öncüllerin ya da sonuçların birer Maksim olduğu,
yaklaşık olarak doğrudur” (R., 1394a 25-28). Bu nedenle genel olarak maksime
açıklama ya da neden eklendiğinde, örtük tasım elde edilir (R., 1394a 31). Ancak
Aristoteles maksimleri birer ahlaki deneyim olarak gördüğü için, sadece yaşlıların
kullanmasından yanadır (R., 1395a 2-7). Bazı atasözleri de maksim gibidir (R., 1395a
17). Aristoteles maksimlerin yararını, (1) dinleyicinin kendisini memnun emek için
savunduğu özel düşüncesini evrensel gerçeklermiş gibi yüceltmesini sağlayan bir
430
PUP ediyonunda “commonplace”, Penguin edisyonunda “common topics” ile karşılanır; RH
edisyonunda da “Lines of Argument” ile karşılanır ama diğer iki edisyonun sözcüklerine dipnotta yer
verir.
288
araç olmasında görse de (R., 1395b 1-10), asıl yararını (2) maksimin “konuşmaya
ahlaki bir özellik” veriyor olmasında görmektedir (R., 1395b 13).
Aristoteles örtük tasımların çürütülmesine ilişkin belirlemesini de diyalektik
önermelerin çürütülmesinden hareketle açıklar. “Bir kanıt ya bir karşıt tasımla ya da
bir itiraz ileri sürmekle çürütülebilir. Karşı tasımların ilk tasımlarla aynı kanıtlama
yollarından kurulabileceği açıktır: çünkü tasımların gereçleri insanların sıradan
kanılarıdır, bu tür kanılar da birbiri ile çelişebilir. Topikler’de [VIII. 10]
görülebileceği gibi, itirazlar dört yolla ileri sürülebilir” (1402a 31-37): (1) karşıtların
ifadesine doğrudan saldırarak, (2) ona benzer bir ifade ortaya atarak, (3) onun tersi
bir ifade ileri sürerek, (4) daha önceki kararlardan söz ederek. (1402b 1- 12)
III.3.2.1. Retoriğin Entimem’i Diyalektik Bir Argüman Olarak
Görülebilir mi?
Aristoteles entimemleri öyle işler ki, çözümlemesinin sonunda terim retoriğin
temel yapısına dönüşür; terimin dışında kalan diğer ikna edici öğeler ise sadece bu
işleme bir ilinek ya da ekleme niteliğindedir. Aristoteles’e göre entimem tanıtlamanın
retorik formu olarak iknayı doğru temellerde gerçekleştirmenin metodik olanağıdır.
Ancak iknanının metodik bir forma sahip olmasına rağmen retorik hile, yani
dinleyicinin kanılarının iknanın malzemesine dönüştürülmesi, entimem’i rakibi etki
altına almayı amaçlayan pratik bir uslamlama formuna dönüştürüyor. Diyalektiğin
bilimsel kullanımı dikkate alındığında, retoriğin entimemleri diyalektiğin tasımsal
tanıtları ile aynı türden bir argüman formu olarak görülebilir mi? Seaton The
Aristotelian Enthymeme’de soruyu “retorik entimem ve diyalektik tasım arasında bir
ayrım olmadığı” biçiminde yanıtlar. “Eğer ayrım sadece retorik entimeme ve tasımda
birisinin olasılığı ve diğerinin kesinliği arasında yatıyorsa, retorik entimeme ile
diyalektik tasım arasında bir fark açığa çıkmayacaktır” (Seaton, 1914: 114). Çünkü
“‘olasılıklar ya da gösterge’den (likelihoods or signs) tasarlanmış tasım geçerli veya
289
geçersiz” olabileceği için “birinci durumda o diyalektikse de, her iki durumda bir
entimemedir”431 (Seaton, 1914: 114).
Bu durumda “diyalektik tasım geçerli bir tasımdır, retorik tasım ya da
entimem geçersizdir”; diyalektiğin amacı tanıtlamaktır, retoriğin amacı inandırmaktır
(Seaton, 1914: 114); “entimem malzeme olarak eksik tasımdır” (Seaton, 1914: 115).
Öyleyse entimem ile diyalektik tasımsal tanıt arasında formel bir benzerlik bulunsa
da, aralarında bir özdeşlik yoktur. Kaldı ki, entimem ile diyalektik arasında
öncüllerin olasılıkları açısından bir benzerlik varsa da, bu diyalektiğin öncüllerinin
sadece olasılıklardan kaynaklandığı anlamına gelmemelidir. Sonuç olarak,
entimemlerin yapısı, tıpkı diyalektikte olduğu gibi, aslında kabul edilir kanılardan
(endoksa) tümdengelim aracılığı ile oluşturulur. Bu da demektir ki, entimemler
“olası” (eikos) öncülleri kullanmaktadırlar. Bir tasım olarak entimem, öncülleri
konuşmacı tarafından güvenilir kabul edilip seçilen önermelerden oluşur. Seçilen bu
öncüller eikos’ların dışında de genel olarak ‘gösterge’lerden (sêmeion) elde edilir.
Entimem’i belirleyen öncüllerinin bu kaynaklarıdır. Entimem için her iki kaynağın
temel özelliği, mevcutta varolan olmasıdır. Bu nedenle konuşmacı tarafından iyi bir
şekilde biliniyordur; eğer bilinemezse “kanıtlar çıkartacak gerçekler” oluşmaz (R.,
1396a 5-8). Konuşmacının yanı sıra, dinleyici de aynı konudan haberdardır
Eğitimli insanlar kapsamlı genel ilkeler sergilerler; eğitimsiz insanlar tartışmayı
herkesin bildiği şeyden başlatırlar ve açıkça belli olan sonuçlar çıkarırlar. Bunun için,
herkesçe kabul edilen rasgele her düşünceden değil, sadece tanımlamış olduklarımızdan
yola çıkmalıyız –yani, yargıçlarımızın ya da onların yeteneklerini kabul ettiği
kimselerin kabul etiklerinden; ayrıca, yargıçlarımızın hepsinin değilse bile çoğunun
kafasında ileri sürülen düşüncelerin gerçekten de bu türden olduğu üzerinde herhangi
bir kuşku olmamalıdır. Aynı zamanda, kanıtlarımızı kesinlikler üzerine olduğu kadar
olasılıklar üzerine de dayamalıyız” (R., 1395b 30- 1396a 3).
Endoksa’lardan hareketle kurulan tasımsal tanıt (sullogismos) Aristoteles’in
düşüncesinde diyalektik uslamlamanın kesin bir özelliğidir. Bu durumda Aristoteles
entimem formülünü diyalektiğin malzemesi ile oluşturmaktadır; yani diyalektik
431
‘Olasılık’dan kaynaklı örnek: “Şişman insanlar iyi huyludur; Horace şişman adamdır; O halde
Horace iyi huyludur.” Bu form, tasımın birinci formudur, ama geçersizdir. “Gösterge”den kaynaklı
örnek: “Sinirli olan birisi hızlı soluk alıp verir; A hızlı soluk alıp veriyor; O halde A sinirlidir.” Eğer
öncül kesin bir ‘gösterge’ ise tasımsal tanıt bir diyalektiktir. “Bütün sütü olanlar annedir; A’nın sütü
vardır; O halde A annedir” (Seaton, 1924: 115).
290
entimemlerin inşası için gerekli olan formülü oluşturur. Bu durumda entimem’i
diyalektiğin bir alt türü olarak yorumlamak olanaklı mıdır? Aristoteles’in ısrarı
yanıltıcı olmaktadır. Kavramsal benzerlikler diyalektiği sadece retoriğe indirgemek
olur. Her şeyden önce entimem, retorik sanatı bağlamında kamu konuşmalarında
kullanılan ikna formudur. Kamu konuşmalarında retorikçi, pratik sorunlar
hakkındaki yaklaşımlarını, dinleyicisine zorla dayatırken, diyalektikçinin dinleyicisi,
entelektüel yapısı gereği, kavramsal problemler konusunda aldatılmak adına bir
iknayı değil, problemi tartışıp ‘öyle midir değil midir’i talep eden açıklamaların
peşindedir. Oysa retorik uslamlama ancak dinleyicinin iknaya açık olması halinde
olanaklıdır; çünkü hakkında konuşulan konuda bilgisi olmayan bir grup nasıl yargıda
bulunması gerektiği konusunda yardıma gereksinim duymazsa, retorik ikna işlevsiz
kalır. Aristoteles’in üzerinde durmadığı burasıdır: Hakkında konuşulan konu
hakkında dinleyici grubun bilgisinin eksiksiz olması halinde retorik argümanların bu
grup üzerinde herhangi bir etkisi ya da bu grubun tartışmalarında yeri olur muydu?
Retoriğin uygulaması, adli ya da politik söylevlerde dinleyicinin ya da konuşma
konusu hakkında karar verecek olanların uzun uslamlamalar gerektiren çıkarımlar
zincirine yatkın olmadıkları varsayımına dayanır. Bu nedenle entimem’lerin bilimsel
tanıtlamalar gibi kesin nitelikte kurulması tercih edilmez; diyalektik argümanların
sıralanmasının uzunluğu dikkate alındığında, entimemler daha kısa olmalıdır. Ancak
burada entimemlerin kısa kurulan önermeler zinciri olarak tanımlandığı sonucu
çıkartılmamalıdır; tersine entimemlerin daha iyi tarzda uygulanmasının ifadesidir.432
Burada retoriğin bir tutarsızlığı açığa çıkıyor: retorik uslamlama bir yandan
endoksa’ları ya da tanıtlamak için dinleyicinin kabullerini bir başlangıç noktası
olarak alıyor, ancak diğer yandan entimem kavramı dinleyicinin entelektüel eksikliği
endişesi üzerinde kuruluyor. Yani tanıtlamaların olabildiğince sınırlı ve kısa
argümanlarla anlatılması tercih ediliyor; çünkü dinleyicinin entelektüel becerisi
diyalektik gibi uzun uslamlamaları kavramakta güçlük çekecektir. Bu nedenle
432
Ancak retoriğin her zaman tasımsal uslamlamanın basamaklarını kanıt diye sunmasının bir
zorunluluğu yoktur. “Kanıtların mantıksal yapısına derinden ilgi duymasına karşın, Retorik’inde yine
de, biçimsel mantık üzerine incelemesinde yanlış ve etkisiz diye nitelediği usavurma tarzlarına izin
verir.” Hatibin bilgiçlik göstererek önce öncülü sonra da sonucu göstererek dinleyiciyi sıkmasına
gerek yok. “Bir kanıtın sunuluşu onun mantıksal formunun göz önüne serilmesini gerektirmez”
(Solmsen, 19993: 13).
291
Aristoteles entimemlerin sullogismos teorisine göre daha az öncül önermeyle
yapılmasını öneriyor. Ancak uslamlamaların uzunluğundan dolayı kavrama güçlüğü
çeken bir dinleyicinin kısa argümanlarla bir konu hakkındaki açıklamaya ikna
olabileceği kabulü nereden geliyor? Entimem önermelerin kısaltılmasına rağmen
anlaşılabileceğine dair güven dinleyicinin konu hakkında ortak kanılara sahip olması
kabulüne dayanıyor; çünkü entimemler endoksa’lardan hareketle kurulmaktadır.
Öyleyse Aristoteles’in entimemi her defasında dinleyicisinin entelektüel yapısına
mahkumdur. Dinleyicinin anlama olasılığı varsayılmadıkça entimemler kurulamaz.
Öyleyse tıpkı diyalektikte olduğu gibi, retorikte dinleyici uslamlamaya katılmaktadır.
Aristoteles’in dinleyiciyi eksik gördüğü için argümanlı uslamlama yerine eksik
argümanlı uslamlamayı öne çıkartması, sullogismos teorisini terk etmiş olması olarak
da yorumlanabilir. Yorum geçerli ise, sullogismos ile entimem arasındaki ilişki
tutarsız bir ilişkidir. Buradan hareketle retoriğin teknik olan argüman ile teknik
olmayan argüman araçları arasındaki gerilimi tartışma konusu yapılabilir.
292
SONUÇ
Aristoteles ilk defa Topikler’de diyalektiği tartışırken, onun tutarlı bir
uslamlama formu olarak koşullarının bilgisini araştırır. Bu bağlamda yürütülen
diyalektiğin ne türden bir yargı ve düşünme formu olduğu tartışması, Aristoteles’i,
sullogismos (tasımsal tanıt) teorisine çıkartır. Aristoteles’in uslamlama yanlışlıkları
konusundaki ilk keşfi, yargılara ait çelişkilerin gerisindeki ‘tanım’ ve ‘yüklem’
sorunudur. Bu nedenle Aristoteles için araştırma konusu bilimsel bir uslamlama için
ideal metodun ne olduğudur. Topikler’in ilk paragrafı bu amacı duyumsatırken,
araştırma diyalektik metodun tanımı ile başlar. Bu paragraf, Aristoteles’in aradığı
metodun diyalektik metot olduğu konusunda bir düşünce uyandırır. Hatta
söylenebilir ki, Aristoteles’in Topikler’deki temel tartışması, diyalektiğin teknik
koşullarının bilgisidir. Bu nedenle, başlangıç problemi, dilsel çelişkiler ve
diyalektiğin bunlardan arındırılmasıdır. Ancak dil ve nesnesi arasında kurulan
ilişkinin tarzı ve bunların akıl yürütmelerdeki işlevine ilişkin tartışmalar,
Aristoteles’i, uslamlama formları ayrımına götürür. Aristoteles’in tasımsal tanıt
(sullogismos) teorisi ilk defa burada açığa çıkar. Ancak sullogismos teori formuna
Analitikler’de ulaşır. Aristoteles Topikler’de, sullogismos kavramı aracılığı ile bir
yandan diyalektik uslamlamanın niteliğini tartışırken, diğer yandan da genel olarak
uslamlama formunun mantıksallığı hakkında tartışmaktadır. Bu tartışmalar,
Analitikler’de netleşecek olan bilimsel uslamlama anlayışına hazırlıktır. Aristoteles
sullogismsos’un diyalektik uslamlamanın bir uygulama türü mü, yoksa bağımsız bir
uslamlama formu mu olduğu konusundaki belirsizliği sullogismos lehine
Analitikler’de aşmış görünüyorsa da, onun Organon’dan sonraki tartışmalarında
sullogismos’un yeri zayıflar. Hatta Aristoteles’in daha geç dönem eserlerindeki
araştırmalarında sergilediği uslamlama formu sullogismos değil diyalektiktir. Bunun
nedeni, sullogismos’un ilk ve zorunlu doğru önermeleri keşfetme yeteneğine sahip
olmamasıdır; bu ilk ilkeler olmadıkça da sullogismos’un bilimsel uslamlama formu
olarak bir anlamı kalmamaktadır. Bu nedenle ilk ilkeleri keşfetme yeteneğine sahip
uslamlama, kaçınılmaz olarak, araştırmaların metodu olmak zorundadır. Bu gelişme
diyalektiğin
sullogismsos
teorisi
ile
ilişkisi
açısından
değerlendirildiğinde,
293
Aristoteles Topikler’de diyalektiği sullogismos formuna göre tanımlamaktaysa da,
sonraki eserlerinde diyalektiği bu formun sınırlamalarında tutmamaktadır.
Aristoteles’in düşünsel gelişimi boyunca bir yandan diyalektik metodun ideal
formunun ne olduğu tartışılırken, diğer yandan doğa bilimleri, etik ve metafizik
problemlerine ilişkin araştırmalarda mantıksal bakış ve mantıksal metot olarak
diyalektik uygulanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Aristoteles’in diyalektiği kendi
içinde bir gelişim sergiler. Buradaki köklü gelişim diyalektiğin metot olarak
terminolojisinin belirlenmesinden diyalektiğin metot olarak kullanımına doğru
geçişte görülmektedir. Ancak Aristoteles’in tanımladığı ve uyguladığı diyalektik
“yeni” bir diyalektiktir. Öyle ki, Aristoteles diyalektiğin bir tarihi yokmuş gibi
davranarak bütün belirlemeleri yeniden yapmaktadır. Diyalektiğin bu yeni
belirlemelerinde bir yandan metot olarak niteliği ve işlevi formülleştirilirken, diğer
yandan bilimsel uslamlama karşısında kuşkulu bir yapı ile şekillendirilir.
Diyaloglarla tartışma sanatı olarak uygulanan diyalektik Grek kültürünün bir
ürünüdür. Aristoteles’in ileri sürdüğü düşünülen bir varsayıma göre, bu metodu ilk
defa entelektüel tartışmaların metoduna dönüştüren Zenon’dur. Onun “çokluk” ve
“hareket” kavramlarına karşı yürüttüğü eleştirel çözümlemede diyalektik, kavramları
çelişik birlikler olarak tanıtlayarak savları çürütme tarzındadır. Savları çelişik
birliklere
indirgeyerek
çürütme
düşüncenin
gelişiminde
olumlu
sıçramayı
olanaksızlaştırdığı için Zenon’un diyalektiği negatif bir nitelik taşır. Diyalektiği
hakikatin keşfinin metoduna dönüştürerek onu felsefi uslamlama ile özdeşleştiren
Sokrates ve Platon, diyalektiğin bu olumsuzluğunu aşmaya çalışmışlardır. Ancak
Sokrates’in eleştirel ironisi, Platon’un diyalogları karşıt savları çürütecek tarzda
kurgulaması diyalektiğin bu negatif niteliğini korumuştur. Bununla birlikte Platon,
diyalektiği, kavram ile gerçeklik arasındaki bağı kavrayabilen aklın olanaklı tek
bilme metodu olarak geliştirir. Platon, daha da ileri giderek diyalektiği ontolojik
yapının bilgisine dönüştürerek onu bilim olarak ilan eder.
Ancak bu tarihsel birikimde metot olarak diyalektiğin ne olduğunu, onun
kural ve ilkelerinin nelerden oluştuğunu, işlevini ve sınırlarını tam olarak belirlemek
294
olanaklı değildir. Diyalektik kavramının tarihinde Aristoteles’in en özgün yeri de
öncelikle burada, onun kavramın metot olarak ilke ve kurallarının nelerden
oluştuğunu belirleyen ilk isim olmasında, görülür. Bu belirlemeler ile Aristoteles bir
yandan metot olarak diyalektiğin kavramlarını ve onun uygulama sınırlarını çizerken,
diğer yandan diyalektiği kendi terminolojisine indirgeyerek tanımlaması aracılığıyla
diyalektiği tarihinden kopartmaktadır. Diyalektiğin tarihinden tanım ve işlev
açsından kopartılması, aynı zamanda onun yeni bir görünüm ile öne çıkmasını sağlar.
Bu
yeni
görünümde
konumlandırılmıştır.
Bu
diyalektik
da
Aristoteles’in
Aristoteles’in
analitiğinin
diyalektik
karşıtı
uslamlamayı
olarak
bilimsel
çözümlemenin dışına ittiği anlamına gelir. Diyalektiğin bilim ile ilişkisi konusunda
Aristoteles tam olarak bir karar verebilmiş değildir. Onun bu konudaki belirsizliği
diyalektiği
çerçevelediği
kendi
özel
terminolojisinden
kaynaklanır.
Onun
diyalektiğinin iki değerli görünümüne de bu kararsızlığı yol açmaktadır: Bir yandan
diyalektik bilim değildir, diğer yandan diyalektik bilimlerin ilk ilkelerini keşfeden bir
metottur. Aristoteles’in diyalektik hakkındaki değişmez tutumu, Platoncu anlamda
diyalektiğin bilim olmadığıdır; çünkü kendisinin keşfi olan tasımsal tanıt formuna
uygun ilerleyen tanıtlama teorisi ile karşılaştırıldığında diyalektik kesin sonuçları
kurabilen bir uslamlama formu değildir.
Felsefe tarihi metinlerinin olduğu gibi, birçok yorumcunun görmezden
geldiği, diyalektik ve analitiğin Aristoteles’in mantığının iki yönünü oluşturuyor
olmasıdır. İlk ilkelerin keşfi ile görevlendirilen diyalektik uslamlama formunun
sonuçları ile zorunlu ve doğru öncüllere dayanarak uslamlamada bulunan tanıtlamalı
tasımsal tanıt olan apodeiksis formu, Aristoteles’in bilimsel uslamlamasının
mantıksal yapısını oluşturur. Çoğunlukla Aristoteles mantığına ilişkin yorumlarda bu
görünüm ihmal edilerek diyalektik bilim ile karşıt uslamlama formlarına
dönüştürülür. Oysa Aristoteles, kesin bilimsel bilgiyi veren apodeiksis formunun
karşısında, olası bilgiden hareketle (endoksa’lardan) olası sonuçlara ulaştığını
varsaydığı diyalektiğin başlangıçtaki karşıtlığını, daha geç dönem metinlerinde, akıl
yürütmenin iki işlem formu olarak birbirini tamamlayan bir görünüşte yapılandırır.
Bu görünüş, varsayılanın aksine, diyalektiğin uygulaması açısından Aristoteles’in
diyalektiğinin gelişimci yanını verir. Aristoteles diyalektiğin bilim olmadığı
295
konusundaki ısrarından vazgeçmemiştir; ama bilim nedenlerin bilgisiyken,
nedenlerin keşfi diyalektiktir. Diyalektiğin bu teorik uygulamaları açısından
bakıldığında, bilim metodunun yapamayacağı şey olan, bilimlerin ilk ilkelerinin
keşfindeki işlevi, onu bilimsel uygulama içinde zorunlu bir metoda dönüştürür.
Diyalektiğin bilim için ilk ilkeleri bulan bir metot olarak belirleyen düşünce
işlenerek, tek başına onun kendisinin bilimsel bilgiyi elde eden metot olarak
işlenebilmesi sağlanabilirdi. Her şeyden önce, diyalektiğin bilimler için ilk ilkeleri
bulma yönündeki eleştirel tutumu, kendi endoksa’larını kesinleştirecek tarzda
dönüştürmesi yönünde kullandığına, diyalektik kendisini bilimselleştiremez miydi?
Diyalektiğin kendisini bilime dönüştürebileceği ya da Platon’un anladığı anlamda
kendisini felsefe bilgisine dönüşebileceği olasılığı, Aristoteles’in tutucu eleştirileri
nedeniyle üstü örtülü kalmışsa da, burası “modern” diyalektik ile bağlantısı kurularak
geliştirilebilir bir düşüncedir.
Diyalektiği bilimler için ilk ilkeleri keşfetme yeteneğinde bir uslamlama
formu
olarak
tanımlarken
Aristoteles,
kendisinin
dile
getirmediği
ancak
varsayılabilecek bir başka sonuca, diyalektiğin bilimsel olabilme koşullarına işaret
etmiştir. Aristoteles diyalektiğin bilim olma koşullarını olumsuzlarken, diyalektiğin
kendisini bilimsel kılabileceğinin önünü açık bırakmıştır. Eğer diyalektik ilk ilkeleri
keşfederek bilimsel uslamlamayı olanaklı kılabiliyorsa, bu yeteneği aracılığı ile ilk
ilkeleri kendi uslamlamasının hareket noktasına dönüştürerek kendisini bilimsel
kılabilir. En azından Aristoteles’in diyalektiği bu yönde geliştirilerek “modern”
zamanların diyalektik tartışmaları ile bağı kurulabilir.
Aristoteles’in diyalektiğinin temel yapısı, onun bir akıl yürütme metodu
olması tarafından belirlenir. Akıl yürütme metodu olması, diyalektiği her zaman
mantıksal, yani kavramlar arası bağlantılar içinde işleyen bir yapıda tutar. Bu nedenle
diyalektik türleri yoktur; tek bir diyalektik vardır. Bununla birlikte bu diyalektiğin
farklı problemlerin çözümlenmesinde uygulanması, onun farklı adlar ile görünümüne
yol açabilir. Diyalektiğin temellendirme, tanıtlama, tartışma, eleştiri, çürütme,
denetleme amaçlı kullanımları, onun türlerini değil, uygulama türlerini gösterir.
296
Bunca farklı uygulama içinde ortak çizgi, hepsinin de akıl yürütme uygulaması
olmasıdır.
Diyalektiğin bir akıl yürütme metodu olması, diyalektiğin bilim ile
karşıtlaştırılmasını ortadan kaldırır ve diyalektiği mantıksal bir metot olarak bilimsel
uslamlamanın merkezine yerleştirir. Aristoteles’in Topikler I.2’de ilk defa ileri
sürdüğü ve bütün felsefi gelişimi boyunca koruduğu varsayımı, diyalektiğin
mantıksal bir metot olarak bilimsel uslamlamanın merkezinde olduğudur.
Diyalektiğin bilimsel uslamlamanın mantıksal metodu olarak kullanımını olanaklı
kılan şey, aporia’ları tek bir çelişkiye indirgeyerek çürütmeye olanak tanıyan
çelişkisizlik ilkesiyle, savların doğruluğunu tanıtlamayı sağlayan orta terimin –
nedenler bilgisinin- birlikte uygulanmasıdır. Aristoteles’in felsefi uslamlaması bu
tarzdan uslamlamalarla örülü olduğu için, Aristoteles’in felsefi uslamlaması onun
kendi diyalektik tanımın uygun olan diyalektiğe göre işler.
Aristoteles’in
uslamlamasında bilimsellik, diyalektiğin mantıksal metot olarak uygulanması ile
sınırlı olduğu için, onun felsefi uslamlamasının metodu analitik olmaktan çok
diyalektiktir. “İlk felsefe” bu metodun uygulanma alanı olduğu kadar Metafizik’in
varsaydığı “hakikat”, diyalektik bilgidir.
Aristoteles bilim ile diyalektiğin uslamlama formları açısından farklı
olduğunu gösterir. Karşıtlık dialektikos ve apodeiksis olarak uslamlama formlarından
kaynaklanır; bunlarda da ayırıcı nokta, epistemolojik açıdan öncüllerin niteliğinden
kaynaklıdır. Diyalektik endoksa’lardan hareket ederken, apodeksis zorunlu doğru ilk
ilkelerden hareket eder. Ancak bu karşılaştırma sonuçlar açısından yapıldığında,
bilim ile diyalektik arasındaki karşıtlığın hatları keskinliğini yitirir. Bunun tersine
diyalektik ve bilimsel uslamlama, aynı hakikatin farklı öğelerini keşfedip tanıtlamada
birbirlerini tamamlar. Diyalektiğin araştırma metodu olarak uygulanması, onun bilim
olarak episteme’nin tamamlayıcısı olduğu savını güçlendirir. İlk ilkeleri bulan
diyalektik, nesnesi hakkındaki bilgiyi tümevarım aracılığıyla bilimsel bilgiye
dönüştürür. Bu nedenle diyalektiğin bilim olan ve bilim olmayan ayrımının meşru bir
zemine sahip olmadığı sonucu ortaya çıkar; çünkü gerçekte ayrımda bakılan sadece
Aristoteles’in diyalektiğinin pratik ve teorik kullanımlar listesidir.
297
Aristoteles mantığını Platon’un diyalektiğine dayandırır, ancak Aristoteles’in
diyalektiği Platon’un diyalektiğinden önemli ölçüde bağımsızıdır. Ancak Aristoteles
Metafizik’te Platon’un diyalektiğine değil, Platon’un diyalektiğinin kullanımına
döner: (a) Soyutlama arcılığı ile gerçekliği kavramı içinde kavramak –bu, hakikatin
olanağı olduğu kadar, savları eleştirinin/çürütmenin/denetlemenin de koşuludur-; (b)
ilkelere dayanarak tanıtlamak –bu, bilgi oluşturmanın ve bir sav ileri sürmenin
koşuludur. Bu da Topikler I.1’de tanımlanan diyalektik metodun oluşturulmak
istenilen programına uygundur. Ancak Aristoteles diyalektiği bir bilim metodu
olarak geliştirmemiştir. Diyalektiği bir bilim metodu olarak geliştirmek için yaptığı
birçok içerik dönüştürmesine ve yeni kavramlar geliştirmesine rağmen diyalektiğin
sarsılmaz bir bilim metodu olarak işletilmesi niyeti sadece bir tasarı olarak
Topikler’in başında kalmıştır.
Aristoteles doğa bilimleri, etik ve metafizik problemlerine ilişkin araştırma ve
çözümlemelerini logikos terimi ile simgelenebilecek olan mantıksal bakış açısına
göre düzenlerken, bu alanlara ilişkin problemlerin çözümünde diyalektik mantıksal
metot olarak uygulanmaktadır.
Aristoteles fizik kadar etik konularında da diyalektiği bilgi elde etmenin
metodu olarak uygulamaktadır; çünkü bu alanlardaki araştırmalar ancak tanımlarına
dayanılarak tanıtlanan kavramlar aracılığı ile yapılabilir. Bu da demektir ki,
diyalektik hakkında kesinliği olmayan konuların tanıtlanmasında en güçlü metottur.
Doğa
bilimi
ve
etik
alanında
olduğu
gibi,
Aristoteles’in
Metafizik’teki
çözümlemelere aporia’lardan hareketle başlaması, diyalektiğin endoksa’lardan
hareketle bir uslamlama olduğu tanımına uygundur. Aristoteles’in uyguladığı
diyalektik aporia’ları geliştirmek, varlığın farklı anlamlarını birbirinden ayırmak ve
ilk olanı bulmak için sergilediği uslamlamanın formudur. Bu da diyalektiğin
Metafizik’in metodu olduğu anlamına gelir. Ancak buradaki uslamlama, diyalektiğin
mantıksal metot olarak görünümünü güçlendirir. Burada diyalektik çelişkisizlik ve
üçüncü halin olanaksızlığı ilkesine göre uygulanan bir uslamlama formudur.
‘Çelişkili olanı değilleme’, ‘çelişik olanı sentez ile aşma’ ve ‘sentezi tanıtlama’dır.
Burada değilleme, kendi kavramlarına indirgemedir; sentez, kendi kavramları içinde
298
eritmedir; tanıtlama, geçerliliğin mantıksal iknasıdır. Burada araştırma diyalektik bir
uslamlamadır, buna bağlı olarak da sav diyalektik bir tanıtlama-bilgidir.
Bu kavramlar Topikler tarafından sunulmaktaysa da, uygulanması doğa
bilimleri, etik ve metafizik problemlerine yöneliktir.
Topikler’in öngördüğü
diyalektik program ‘bir problemin iki yönünü de ele alabilme’ ve ‘ilk ilkelerin
tartışılması’nı sağlayan bir metot olarak tanıtılmasını içermektedir. Burada açıkça
diyalektik savların çelişkilerini akla sunan bir metot olarak görülmektedir. Burada
diyalektik bir aporia’nın ‘her iki tarafını geliştirip’ aşarak ‘hakikat’i (talethes)
kavramayı sağlayan bir uslamlama olarak konumlandırılır. Çelişkisizlik ve üçüncü
halin olanaksızlığı ilkesi, diyalektiğin bilimsel uslamlamanın mantığı olarak
kullanımının koşullarını sağlar. Diyalektik nesnelliğin koşullarını sağlar. Varlık
olarak varlığın bilgisi ve ilk ilkeler diyalektik aracılığı ile sağlanır. Karşıtlar arasında
bağlantı varlığın kavramsal olanağıdır.
299
ÖZET
Mantık söz konusu olduğunda Aristoteles’in felsefe tarihindeki yeri onun tasımsal
tanıt (sullogismos) teorisi ile belirtilir. Ancak bu belirlemelerde Aristoteles’in
diyalektik teorisi ihmal edilir. Oysa analitik kadar diyalektik de onun mantığının bir
başka yanını oluşturur. Özellikle de bilimsel metodun niteliği tartışması, diyalektiğin
bir akıl yürütme metodu olarak kurgulamasına yol açmıştır. Buna bağlı olarak da, ilk
defa Topikler’de dile gelen, sullogismos ve epagoge terimleri diyalektik akıl
yürütmenin birer uygulaması olarak tanımlanır. Ancak aynı kitapta sullogismos’un
genel akıl yürütme formu olarak alınması, buna bağlı olarak da Analitikler’de bu
terimleri analitik ve episteme teorisinin uslamlama formu olarak tanımlanmasından
dolayı Aristoteles’in diyalektiği, modern zamanlarda, tasımsal tanıt teorisi tarafından
üstü örtülür. Hatta, tasımsal tanıt öğretisi Aristoteles’in modern mantığa mirası olsa
da, onun araştırma metodu olarak uyguladığı tasımsal tanıt değil, diyalektiktir. Bu
tartışmanın merkezi problemi endoksa terimi çevresinde yoğunlaşır. Aristoteles’in
endoksa terimi bir yandan diyalektiğin diğer akıl yürütme tarzlarından ayrımını
simgelerken, diğer yandan Aristotelesçi diyalektiğin malzemesini simgelemektedir.
Bu hazırlıklar açısından bakıldığında, Aristoteles, Platon’un bilim olarak diyalektiğin
karşısına, ontolojiden arındırılmış ve sadece araştırma metodu olan bir diyalektik
çıkarmaktadır. Aristotelesçi diyalektiğin temel işlevi, bilimlerin ilk ilkelerini bulmak
için bir araştırma ve eleştiri metodu olmasıdır. Diyalektiğin pratik ve teorik
uygulamaları varsa da, bilimlerin ilk ilkelerinin araştırılmasında ya da pratik
konuların tartışılmasında aynı kalan diyalektiğin, bir akıl yürütme metodu olmasıdır
ve bu özellik de Aristotelesçi diyalektik teorisinin özünü oluşturur.
300
SUMMARY
When logic becomes the subject of discussion in the history of philosophy,
Aristotle’s place is specified by his syllogistic demonstration (syllogismos). But in
such specifications his theory of dialectics is largely ignored. However, dialectics
constitutes another side of his logic as well as analytics. In particular, the discussion
on the quality of the scientific method led to the construction of dialectics as a
method of reasoning. And in connection with this, the terms sullogismos and
epagoge, expressed for the first time in the Topics, are defined as applications of
dialectical reasoning. Together with this, however, the fact that in the same work the
consideration of the sullogismos as the general form of reasoning and, connected to
this, the definition of these two terms as the forms of reasoning in the theory of
analytics and episteme, caused the Aristotelian dialectics, in modern times, to be
overshadowed by his theory of syllogistic demonstration. It can even be said that
although the doctrine of syllogistic demonstration is his legacy to modern logic, what
he applies as the method of research is not the theory of syllogistic demonstration but
dialectics. The central problem of this discussion is crystallized around the term
endoxa.. Aristotle’s use of the term endoxa symbolizes, on the one hand, the
difference of dialectics from various ways of reasoning, and on the other hand, the
material, that is, the quality of premisses as starting propositions. Seen from the
perspective of these preparations, Aristotele opposes Plato’s conception of dialectics
as a science by a dialectics purified from ontology and is only a method of research.
The basic function of Aristotelian dialectics is to be a method for research and
criticism with the aim of finding the first principles of sciences. Though there are
practical and theoretical applications of dialectics, what is permanent in the research
for the first principles of the sciences or in the discusions of practical matters, is its
being a method for reasoning, and this characteristic forms the essence of
Aristotelian dialectics.
301
KAYNAKÇA
Aristotle, Categories, çev. J. L Ackrill (The Complete Works of Aristotle içinde,
editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, De Interpretatione, çev. J. L Ackrill (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Dialogues [Protreptikos], çev. J. Barnes, G. Lawrence (The Complete
Works of Aristotle içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton
University Press, 1995.
Aristotle, Eudemian Ethics, çev. J. Solomon (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Generation Of Animals, çev. A. Platt (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Metaphysics, çev. W. D. Ross (The Complete Works of Aristotle içinde,
editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Nicomachean Ethics, çev. W. D. Ross (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, On Generation and Corruption, çev. H. H. Joachim (The Complete
Works of Aristotle içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton
University Press, 1995.
Aristotle, On The Heavens, çev. J. L. stocks (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, On The Soul, çev. J. A. Smith (The Complete Works of Aristotle içinde,
editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Parts of Animals, çev. W. Ogle (The Complete Works of Aristotle içinde,
editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Physics, çev. R. P. Hardie, R. K. Gaye (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Poetics, çev. I. Bywater (The Complete Works of Aristotle içinde, editör
Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Posterior Analytics, çev. J. Barnes (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
302
Aristotle, Prior Analytics, çev. A. J. Jenkinson (The Complete Works of Aristotle
içinde, editör Joathan Barnes) , UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Rhetoric, çev. H. C. Lawson-Tancred, Penguin Books, London: 1991.
Aristotle, Rhetoric, çev. W. R. Roberts (The Complete Works of Aristotle içinde,
editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Aristotle, Sophistical Refutations, çev. W. A. Pickard (The Complete Works of
Aristotle içinde, editör Joathan Barnes), UK: Princeton University
Press, 1995.
Aristoteles, Birinci Çözümlemeler, çev A. Houshıary, Ankara: Dost Yay., 1998.
Aristoteles, Eudemos’a Etik, S. Babür, Ankara: Dost Kitapevi, 1999.
Aristoteles, Fizik, çev. S. Babür, İstanbul: YKY, 1997.
Aristoteles, İkinci Çözümlemeler, çev. A. Houshıary, Ankara: İmge Yay., 2002.
Aristoteles, Metafizik, çev. A. Arslan, İstanbul: Kabalcı Yay., 1996.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. S. Babür, Ankara: Ayraç Yayınları, 1997.
Aristotle, [(Organon) Aristotle I, II,], edit. Jeffrey Henderson, Harvard: Loeb
Classical Library, 2002.
Aristotle, The Basic Works of Aristotle, editör Richard McKeon, New York:
Random House, 1941.
Aristotle, Topics, çev. W. A. Pickard (The Complete Works of Aristotle içinde,
editör Joathan Barnes), UK: Princeton University Press, 1995.
Babür, Saffet (2002), “Aristoteles’te Episteme”, Yedi Tepe’de Felsefe: Felsefe
tarihi Soruları, sayı 7, İstanbul: Yedi Tepe Üniversitesi Yayınları.
Bäck, Allan (1999), “Aristotle’s Discovery of First Principles”, From Puzzles to
Principles? Essays on Aristotle’s Dialectic, editör May Sim,
Oxford: Lexington Books.
Ballard, G. Edvard (1955), “On the Nature and Use of Dialectic”, Philosophy of
Science, Vol. 22, No. 3.
Barnes, Joathan (2002), Aristoteles, çev. B. Düzgören, İstanbul: Altın Kitaplar.
Barnes, Jonathan (1987), Early Greek Philosophy, London: Penguin Books.
Berti, Enrico (1978), “Ancient Greek Dialectic as Expression of Freedom of Thought
and Speech”, Journal of the History of Ideas, Vol. 39, No. 3.
303
Berti, Enrico (1996), “Does Aristotle’s Conception of Dialectic Develop”,
Aristotle’s Philosophical Development: Problems and Prospects,
editör William Wians, Maryland: Rowman & Littlefield Publishers.
Bolton, Robert (1999), “The Epistemological Basis of Aristotelian Dialectic”, From
Puzzles to Principles? Essays on Aristotle’s Dialectic, editör May
Sim, Oxford: Lexington Books.
Bréhier, Emile (1969), Felsefe Tarihi, çev. H.Z. Ülken, İstanbul: MEB Yay.
Brunschwig, Jacques (1996), “Aristotle’s Rhetoric as a ‘Counterpart’ to Dialectic,
Essays
On
Aristotle’s
Rhetoric,
editör
A.
O.
Rorty,
Berkeley:University of California Press.
Burke, Richard J. (1967), “Aristotle on the Limits of Argument”, Philosophy and
Phenomenological Research, Vol. 27, No. 3.
Case, T. (1925), “The Development of Aristotle”, Mind, New Series, Vol. 34, No
133.
Consigny, Scott (1999), “Eytişimsel, Retoriksel ve Aristotelesçi Retorik”, çev. M. K.
Sütçüoğlu, Felsefe Tartışmaları, sayı: 25, İstanbul: Panaroma.
Cooke, Harold P. (2002), “Introduction” (The Categories), Aristotle Vol. I, editör
Jeffrey Henderson, The Loeb Classical Library, Harvard: Harvard
University Press.
Cooper, John M. (1999), “Rhetoric, Dialectic, and the Passions”, Aristotle: Critical
Assessments, Editör Lloyd P. Gerson, London: Routledge.
Copleston, Frederick (1993), A History of Philosophy, Vol. I: Greece and Rome,
New York: Image Books.
Cornford, F.M. (1989), Platon’un Bilgi Kuramı, çev. A. Cevizci, Ankara:
Gündoğan.
Çelgin, Güler (1990), Eski Yunan Edebiyatı, İstanbul: Remzi Yay.
Çotuksöken, Betül (1990), “Aristoteles’te Düşünme-Varlık İlişkisi ve Nesnellik”,
Felsefe Tartışmaları, sayı 7, sayfa 88-93, İstanbul: Panaroma.
Descartes (1984), Metot Üzerine Konuşmalar, çev. K. S. Sel, İstanbul: Sosyal Yay.
Descartes (1989), Felsefenin İlkeleri, çev. M. Akın, İstanbul: Say Yay.
Descartes (1996), Anlığın Yöntemi İçin Kurallar, çev. A. Yardımlı, İstanbul: İdea.
304
Desmond, William (2000), “Being, Determination, and Dialectic: On the Sources of
Metaphysical Thinking”, Being And Dialectic, edt. W. Desmond ve
J. J. Grange, Albany: State University of New York Press.
Diogenes Laertios (2002), Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Çev. C.
Şentuna, İstanbul: YKY.
Duerlinger, James (1969), “Sullogismos and Sullogizesqai in Aristotle’s Organon”,
The American Journal of Philology, Vol. 90, no. 3.
Dürüşken, Çiğdem (1995), Antikçağda Doğan Bir Eğitim Sistemi: Rhetorica,
İstanbul: Arkeoloji Yay.
Evans, J. D. G. (1978), Aristotle’s Concept of Dialectic, Cambridge: Cambridge
University Prese.
Evans, J. D. G. (1994), “Eski ve Modern Diyalektik”, çev. D. Kanıt, Artı, sayı 23.
Forster, E S. (2002), “Intoduction” (Topica), Aristotle Vol. II, editör Jeffrey
Henderson, The Loeb Classical Library, Harvard: Harvard University
Press.
Foulqué, Paul (1975), Diyalektik, çev. A. Timuçin, İstanbul: Gelişim.
Heidegger, M. (2004) Varlık ve Zaman, çev. A. Yardımlı, İstanbul: İdea.
Hilav, Selahattin (1993), Diyalektik Düşüncenin Tarihi, İstanbul: Sosyal.
Hohmann, Hans (2002), “Rhetoric And Dialectic: Some Historical and Legal
Perspectives”, Dialectic And Rhetoric, edit. F. van Eemeren, P.
Houtlosser, USA: Kluwer Academic Publishers.
Höffe, Otfried (1999), Aristotles, Bremen: Verlag C. H. Beck.
Irwin, Terence H. (2002), Aristotle’s First Principles, Oxford: Clarendon
Paperbacks.
Jaeger, Werner (1962), Aristotle: Fundamentals of The History of His
Development, çev. R. Robinson, London: Oxford University Press.
Johansen, Karsten Friis (1998), A History of Ancient Philosophy, translated by H.
Rosenmeier, London: Routledge.
Johnstone, Jr., Henry W. (1954), “Cause, Impliction, and Dialectic”, Philosophy and
Phenomenological Research, Vol. 14, No. 3.
Jones, W. T. (2006), Klasik Düşünce: Batı felsefesi Tarihi, çev. H. Hünler,
İstanbul: Paradigma Yay.
305
Knuuttila, Simo (1999), “Aristoteles’in Diyalektiğinde ve Retoriğinde Tümevarım”,
çev. M. K. Sütçüoğlu, Felsefe Tartışmaları, 24. Kitap, sayfa 127136, İstanbul: Panoroma.
Krabbe, Eric C. W. (2002) “Meeting In The House Of Callias: An Historical
Perspective on Rhetoric and Dialectic”, Dialectic And Rhetoric, edit.
F. H. van Eemeren, P. Houtlesser, USA: Kluwer Academic
Publishers.
Kranz, Walther (1994), Antik Felsefe: Metinler ve Açıklamalar, çev. S. Y. Baydur,
İstanbul: Sosyal Yay.
Kuçuradi, İonna (1997), “Aristoteles’in Ousia’sı ve Substans Kavramı”, Çağın
Olayları Arasında, Ankara: Ankara.
Kuçuradi, İonna (1997), “Çeşitli Diyalektik Kavramları: Metot ve Görüş”, Çağın
Olayları Arasında, Ankara: Ayraç.
Lange, F. Albert (1998), Materyalizmin Tarihi, çev. A. Arslan, İstanbul: Sosyal.
Leff, Michael (2002), “The Relation Between Dialectic and Rhetoric In A Classical
And A Modern Perspective”, Dialectic and Rhetoric, edit. F. van
Eemeren, P. Houtlosser, USA: Kluwer Academic Publishers.
Liddell and Scott (1974), A Lexicon Abridged From Liddell and Scott’s GreekEnglish Lexicon, Oxford Clarendon Press.
McKeon, Richard (1966), “Philosophy and the Development of Scientific Methods”,
Journal of the History of Ideas, Vol. 27, No. 1.
McKinney, R. H. (1983), “The Origins of Modern Dialectics”, Journal of the
History of Ideas, Vol. 44, No. 2.
Özlem, Doğan (1996), Mantık, İstanbul: Anahtar Kitapları.
Peters, F. E. (1967), Greek Philosophical Terms: A Historical Lexicon, New
York: University Press.
Platon, Devlet, çev., S. Eyüboğlu, M. A. Cimcoz, İstanbul: Remzi Yay., 1988.
Platon, Gorgias, çev., M.C.Anday, İstanbul: Remzi Yay., 1989.
Platon, Kratylos, çev., T. Aktürel, İstanbul: Remzi Yay., 1989.
Platon, Menon, çev., A. Cemgil, İstanbul: Remzi Yay., 1989.
Platon, Parmenides çev., S. Babür, İstanbul: , Ara Yay., 1989.
Platon, Phaidon çev., A. Cevizci, Ankara: Gündoğan Yay., 1989.
306
Platon, Phaidros, çev., çev. H. Akverdi, İstanbul: MEB, 1997.
Platon, Sofist, çev., Ö. N. Soykan, İstanbul: Remzi Yay., 1986.
Platon, Sokrates’in Savunması, çev., E. Gören, İstanbul: Kabalcı Yay., 2006.
Platon, Şölen çev., A. Erhat, S. Eyüboğlu, İstanbul: Remzi Yay., 1995.
Platon, Thaitetos, çev., M. Gökberg, İstanbul: Remzi Yay., 1986.
Platon, Yasalar, çev., S. Babr, İstanbul: Ara Yay., 1994.
Popov, P. S. (1947), “The Logic of Aristotle and Formal Logic”, Philosophy and
Phenomenological Research, Vol. 8, No. 1.
Popphrios (1986), Isagoge: Aristoteles’in Kategorilerine Giriş, çev. B.
Çotuksöken, İstanbul: Remzi.
Raphael, Sally (1999), “Rhetoric, Dialectic and Syllogistic Argument: Aristotle’s
Position in Rhetoric I-II”, Aristotle Critical Assessments, Volume
IV, London: Routledge.
Ross, W. D. (1999), Aristoteles, çev. A. Arslan, İstanbul: Kabalcı.
Ross, W. D. (1939), “The Discovery of Syllogism”, The Philosophical Rewiew,
Vol. 48, No. 3.
Seaton, James (1980), “Dialectics: Freedom of Speech and Though”, Journal of the
History of Ideas, Vol. 41, No. 2.
Seaton, R. C. (1914), “The Aristotelian Enthymeme”, The Classical Review, Vol.
28, No. 4.
Smith, Robin (1997), “Commentary”, Topics I and VIII, (çeviri ile yorum) Oxford:
Clarendon Pres.
Smith, Robin (1999a), “Logic”, The Cambridge Companion to Aristotle, editör
Jonathan Barnes, Cambridge: Cambridge University Press.
Smith, Robin (1999b), “Dialectic and Method in Aristotle”, From Puzzles to
Principles? Essays on Aristotle’s Dialectic, editör May Sim,
Oxford: Lexington Books.
Solmsen, Friederich (1941), “The Discovery of Syllogism”, The Philosophical
Review, Vol. 50, No. 4.
Solmsen, Friedrich (1978), “Platonic Values in Aristotle’s Science”, Journal of the
History of Idea, Vol. 39, No. 1.
Solmsen, Friedrich (1993), “Giriş”, Retorik, çev. M. H. Doğan, İstanbul: YKY.
307
Stocks, John Leofric (1925), Aristotelianism, Boston: Marshall Jones Company.
Stocks, John Leofric (1933), “The Composition of Aristotle’s Logical Works”, The
Classical Quarterly, Vol. 27, No. 2.
Tanner, R. G. (2006), “Aristoteles’in Eserleri: İskenderiye Koleksiyonunun
Muhtemel Kökenleri”, çev. E. Böke, İskenderiye Kütüphanesi,
derleyen Roy Macleod, Ankara: Dost Yay.
Taylor, A. E. (1955), Aristotle, USA: Dover Publications.
Tredennick, Hugh (2002), “Introduction” (Prior Analytıcs), Aristotle Vol. I, (The
Loeb Classıcal Library, editör Jeffrey Henderson), Harvard: Harvard
University Press.
von Aster, Ernst (1994), Bilgi Teorisi ve Mantık, çev. M. Gökberg, İstanbul: Sosyal
Yay.
Vorlander, Karl (2004), Felsefe Tarihi, çev. M. İzzet, O. Saadeddin, İstanbul: İz
Yay.
Zeller, Eduard (1955), Outlines of The History of Greek Philosophy, çev. L. R.
Palmer, New York: Meridian Book.
308
Download