İSlAM`DA AKILCILIGIN ORTAYA ÇIKIŞI

advertisement
EKEV AKADEMİ DERCİSİ c. 1 sy. 3 (Kasım 1 9 9 8 ) - - - - - - - - 133
İSlAM'DA AKILCILIGIN ORTAYA ÇIKIŞI
VE TEFSİRE GİRİŞİ
Yrd. Doç. Dr. Abdu/baki GÜNEŞ(*)
1-İSLAM'DA AKILCIUGIN ORTAYA ÇIKIŞI
Nüzul asrındaki şartlarda akıl ve nakil arasında herhangi bir ayırımın varlığına
rastlamak, herbirine ait olan görev ve sorumlulukların neler olduğunu belirlemek
mümkün değildi. Çünkü Kur'an o çağdaki insanların bütün akil ve fikri güçlerini etkisi altına alınış ve kendisi gibi bir söz getirmeleri için onlara meydan okumuştul.
Onlar Kur'an karşısında aciz kaldıklarını anladıklarında, ona boyun eğip teslim olmaktan başka yapacakları bir şeyleri kalmamıştı. Onlar, artık, Kur'an'ın dediklerini
düşünüyor, bütün gayretleriyle hayatlarında tatbik etmeye çalışıyorlardı. Kur'an,
öteden beri insan aklının bilmekten aciz kaldığı, felsefi gayretierin yeterli cevap vermekten ümidini kestiği gaybi konularda gönülleri rahatlatacak cevaplar veriyordu.
Böylece kalbieri sapıklıktan kurtarıyor ve sınırlı gücüyle sorunlar karşısında sıkışıp
kalan aklı esaret zincirinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturuyordu. Kur'an'ın gayb
ve karanlık çağlarla ilgili verdiği haberler öylesine açıktı ki, insanın meydana gelişinden itibaren milletiere ve kabHelere ayrıldığı bütün aşamalar; İlahi yasanın önceki milletlerde nasıl tecelli ettiği konusu ders ve ibret alınacak şekilde adeta gözler
önüne seriliyordu. Ayrıca göklerin, yerin, deniz ve nehirlerin meydana gelişleri, yaratılışlarındaki gaye ve insanla olan ilgileri akil ve mantık! ölçüler çerçevesinde izah
ediliyordu. Bunun ötesinde ahiret ve kıyamet sahneleri öylesine canlı tablolar halinde anlatılıyor ki, adeta bunlar gayb alemi değil de varlık dünyasının birer parçasıymış gibi gözler önüne getiriliyordu.
Kur'an ayetleri şehadet alemindeki fenomenlerden gayb alemine delil getirerek
ikisi arasında bir bağ kurup her iki alem arasında bir bütünlük oluşturmaktaydı. İş­
te bundan dolayı akıl fonksiyonunun nereden başlayıp nerede sona erdiğini kestirrnek zor bir şeydi. Gayb alemiyle ilgili ortaya serilen ayetler öyle açıktı ki, artık aklın buna teslim olmaktan başka yapacağı bir şey kalmamaktaydı ve ayetlerin ber*)
1)
Y.Y.Ü. llahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Bkz. Bakara (2), 23; Yunus (10), 38; HCıd (ll), 13; lsra (1 7), 88; TCır (52), 34.
134 1 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ---- EKEV AKADEMİ DERCİSİ
raklığı karşısında
huzur bulup güven duyuyorcıu. Bunun ötesinde kendisine fayda
herhangi bir araştırma yapmasına da gerek kalmıyordu. Ayrıca ilk müslümanların cahiliye hayadarıyla Kur'an gölgesindeki hayatları arasındaki büyük farkları görmeleri, onları Kur'an'ın söyledikleri konusunda tartışmaya girmekten mus-
sağlayacak
tağni kılıyordu2.
gücü veya nassın hakimiyeti konusunda
yapmak için, ne zamanları ne de onları buna sevkedecek bir etken vardı. Şurası açıktır ki, insan bir şeye inanmadan önce onunla ilgili her türlü araştır­
mayı yaparak gereken gayreti sarfeder. Ancak kişi sağlam ve sarsılmaz bir inanca
sahip olunca artık o inancın boyutlarını ortaya koyacak herhangi bir kurala gerek
duyulmayacak kadar sınırlar apaçık ortaya çıkar. Akıl bütün gücünü kullanarak kendisini iman veya küfre sevkedecek araştırmalarda bulunup analizler yapar ve deliller serdeder. Ama kalb iman ettiğinde artık akıl diğer beşeri vasıtaları kullanarak
inandığı çerçevede görevini yapar ve bu alanda tecrübe, duyu, kanıt ve çıkarsarna­
ların ortaya koyduğu hükümlere ulaşmak için çaba gösterir. Gayb alemi, kalbde
yerleşen inanca dayanır, şehadet alemi ise, akıl gücünün kapsamına girer. Akıl, Yüce Allah'ın varlık aleminde hazırladığı diğer güçlerle birlikte şehadet aleminde araş­
tırma ve inceleme yapmaya çalışır3.
Nüzul
asrındaki müslümanların aklın
araştırma
Her dinde olduğu gibi İslam dininin de kalbi iman, tasdik, teslim ve takdis aşa­
ile akl! tefekkür ve araştırma aşaması gibi iki doğal süreci yaşadığı, iki aşama­
dan geçtiği söylenebilir. Esas itibariyle insanın fıtrl yapısında akl! muhakeme ve felması
sefi tefekkür vardır4 .
daha çok
düşkündür"
"5
":1 ~ jıS.i uL. .S'JI ul.S_,: lnsan, tartışmaya her şeyden
ayeti bu
gerçeğe işaret
etmektedir.
Kalbi iman, tasdik, teslim ve takdis süresince dini konuların akla arzedilmesi, diaçıklanmasında akla müracaat edilmesi ve dini meselelerde tartışmaların yapıl­
ması, başka bir ifadeyle cedele başvurulması hoş karşılanmamıştı. Bu yalnızca İslam
için söz konusu olan bir husus değil!, bütün dinlerde varolan bir gerçektir. Çünkü
dinin gelişmesi evresinde dini hakikatierin akl! temelierin araştırılması ve bu konularda cedele başvurulması, dine zarar verir. ResCılullah (s.a.s.)'ın hayatta olduğu ve
vahyin inciirildiği süreçte tam bir teslimiyet vardı. Bu dönemde hiçbir mü'min itikada tealluk eden hususlarda, sözgelimi istiva gibi kon!Jlarda soru sormamış, aklın algı alanını aşan meselelerde akl! yorumlar yapmamış, yalnızca olduğu gibi inanmaknin
2)
3)
4)
5)
Ta.ha Cebir ei-Uivani, "ei-Aklu ve Mevkiuhu fi'I-Menheciyeti'l-lslamiyye" lslômiyetü'l Marife, VI.
sayı, Eylül, 1996, Maryland/USA, s. 15-16.
A.g.e., s. 17.
A.g.e., 1, 23-24.
Kehf (18), 54.
İSLAM'DA AKILCILIGIN ORTA YA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 135
la yetinmiştir. Eğer bu gibi konularda soru sorulacak olsaydı, her halde daha sonra
istiva hakkında soru sorana İmam Malik'in verdiği karşılık gibi6 cevap alınırdı7.
Ilk müslüman nesil vahyi herhangi bir tenkid ve eleştiriye tabi tutmadan, onu olgibi kabul etmekle beraber, vahyin dışında ResOlullah'ın kendi şahsi kararlarını aynı ölçüde kabul etmeyip gerek görüldüğü yerde itiraz edebilmişlerdir. Örneğin sahabeden Habbab b. Münser, Bedir Savaşında Hz. Peygamber'in askerin yerleştiği yerin, Allah'tan gelen bir vahya mı dayandığını, yoksa ResOlullah'ın kendi seçimi mi olduğunu sormuş, bunun vahye dayalı olmayıp sadece bir savaş taktiği olduğunun söylenınesi üzerine bu görüşe itiraz etmiş ve onun yerine alternatif bir görüş ileri sürüp nedenini de izah etmiştirS.
duğu
Uluhiyet, kader, risalet, ba's, ahiret, melek, cin ve ruh gibi gayble ilgili hususlar
ancak vahiyle bilinebilecek hususlar olup aklın onlarda herhangi bir dahli yoktur.
Kur'an, bunların varlığı konusunda aklın tatmin olabilmesi için şehadet alemini
onun dikkatine sunuyor. Böylece akıl kainatta olup bitenden hareket ederek gayb
aleminin varolduğu inancına ulaşıyor. Tabiat, duyular, nefs, akıl ve vahiy birer bilgi vasıtalarıdır. İnsan bütün bunlardan yararlanarak sahih bir inancı elde etme imkanına sahiptir. Sahabe arasında akide konusunda herhangi bir ihtilaf sözkonusu
olmamıştır. Onlar Yüce Allah'ın açıklamadığı hususların ardına düşmenin herhangi
bir faydasının olmadığı kanısındaydılar. Müteşabih ayetlerin vurCıd hikmetinin insana Yüce Allah'ın güç ve kudretini kendilerine hissertirmek olduğunu idrak ediyorlardı. Onun için onlar müteşabih ayetleri hiç bir dayanağı olmayan hayal mahsulü
görüşlerle yorumlamaya çalışmıyorlardı9.
Siyaset, muamelat, medeni haller ve kamu maslahatları gibi yasama ile ilgili konular ise, içtihat ve görüş ayrılıklarının olabilecekleri yerlerdi. Sahabe, furua ait hükümlerin illetlere, maslahata ve yaşam koşullarına dayandığını kavramaktaydılar.
Bu gibi durumlarda ise aklı kullanmak gerektiği gibi, beşeri tecrübeleri, insan ve
toplum doğasını itibare almak da gerekliydilD. Nitekim Kur'an-ı Kerim, hayatla ilgili bir soru sorulduğunda ona cevap verdiği halde, gayble ilgili sorulara ise insanların dikkatini o şeyin hakikatine değil, ondaki hikmete yönlendiriyordu veya onun
bilgisini Allah'ın ilmine havale ediyordu:
İmam Malik, kendisine "istiva" hakkında soru soran kişiye şu cevabı vermişti: "lstiva
9)
malumdur,
keyfiyeti meçhuldür, ona iman etmek zorunludur ve onun hakkında soru sormak ise bidattır." Ebu'lFeth Muhammed b. Alıdilkerim b. Ebi Bekir Ahmed eş-Şehristanf, ei·Mile/ ve'n-Nihal, thk. Muhammed Seyyid Geylani, Daru'l-Maarif, Beyrut, ı986. I, 93.
Ahmed Muhammed Subhf, Fi llmi'/-Ke/ôm, Beyrut, 1985, I, 23.
Bkz. Ali b. Burhanüddin el-Halebf, lnsdnu'/-'UyQn fi Sfreti'/-Emfni'/-Me'mQn (es-Sfretu'/ Ha/ebiyye), Mısır, h. ı308, Il, ı 72- ı 73.
el-Ulvanf, a.g.m., s. ı8.
ıo)
Ay.
6)
7)
8)
s. ı8.
136 1 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ
"Sana (Allah yolunda) ne harcayacak/arını soruyor/ar. De ki: "Verdiğiniz hayır (mal), ana-baba, yakın/ar, öksüz/er, yoksullar ve yolda kalmış(lar) içindir.
Yaptığınız her ha yrı muhakkak Allah bilir. "ll
"Sana haram ayından, onda savaştan soruyor/ar. De ki: "Onda savaş, büyük
bir günahtır. Fakat Allah yoluna engel olmak, Allah'a ve Mescid-i Haram'a karşı nankörlük etmek, halkını ondan (Mekke'den) sürüp çıkarmak, Allah yanın­
da daha büyük günahtır. Fitne (baskı yapmak, adam) öldürmekten daha büyük
(birgünah)tır". Onlar yapabilseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle
savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse,
işte onların yaptıkları dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve orı/ar, ateş
ha/kıdır, orada sürekli kalacak/ardır. "12
"Sana şaraptan ve kumardan soruyor/ar. De ki; "O ikisinde büyük günah ve
insanlara bazı yararlar vardır. Fakat günahları yararlarından büyüktür." Ve sana Allah yolunda ne vereceklerini soruyor/ar. De ki; ''Af (yani ihtiyaçlarınızdan
fazlasını veya he/al ve güzel olan şeyleri verin!)" Allah size ayetleri böyle açık­
lıyor ki düşünesin iz. "13
"Sana, kendilerine neyin he/d/ kılındığını soruyor/ar. De ki: "Size iyi ve teşeyler he/al kılındı. Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın, A/lah'tan korkun. Çünkü Allah, hesabı çabuk görendir. "14
miz
"Sana (kıyamet) saat (in)den soruyor/ar: Gelip çatması ne zaman diye. De
ki: "Onun bilgisi, ancak Rabb'imin yanındadır. Onu tam zamanında açığa çıka­
racak olan, yalnız O'dur. O, göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın
gelecektir." Sanki sen, onu biliyormuşsun gibi, sana soruyor/ar. De ki: "Onun
bilgisi, Allah'ın yanındadır. Fakat insanların çoğu bilmez/er. "15
"Sana ruhtan soruyor/ar. De ki: Ruh Rabb'imin emrindendir. Size ilimden
pek az bir şey verilmiştir. "16
Görüldüğü gibi ayetlerde, helal, içki, kumar ve haram aylarında savaşmakla ilgili sorulara cevap verilirken, ruh ve kıyamet gibi gayble alakah sorular- ise cevap
verilmemiş, bunların bilgisinin Allah'a ait olduğu belirtilmekle yetinilmiştir.
ll)
12)
13)
14)
15)
16)
Bakara (2), 215.
Bakara (2), 217.
Bakara (2), 219
Maide (5), 4.
A'raf (7), 187.
lsra (1 7), 85.
İSLAMDA AKILCILIGIN ORTA YA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 137
Daha sahabe döneminde kader konusunda bazı tartışmaların da yapıldığını görmekteyiz. Örneğin Ebu Hureyre'den gelen şu hadiste sahabenin kader konusunu
tartıştığı açık bir şekilde göstermektedir:
"Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz kader konusunda tarHz. Peygamber (s.a.s.) çıka geldi. (Yaptığımız tartışmaya) çok kızdı, öyleki yüzü kıpkırmızı oldu ... "17
tışırken
İşte gerek ruh gerekse kıyametle ilgili sorulan sorular ve kader konusundaki tartışmalar, az da olsa felsefi anlamda ilk akl! çabaların İslam'ın ilk günlerinde ortaya
çıktığını
göstermektedir.
Müşriklerin de içinde oldukları sapıklığın Allah'ın bir takdiri olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber'e karşı hüccet getirmelerini de felsefi bir tartışma olarak kabul
edebiliriz:
''Allah'a şirk koşanlar şöyle diyecekler: 'Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık. 'Onlardan öncekiler de
azabımızı tadıncaya
kadar bu şekilde ya/anlamışlardı. De ki: 'Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsun uz. "18
Şehristani
(V. 548/1 153)'nin
beyanına
zatı hakkında tartışmalarından dolayı,
miş
ve
azabıyla onları
tehdit
göre19 birtakım insanları Yüce Allah'ın
Allah (c.c.) onları şu ayetiyle bundan menet-
etmiştir:
"... Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Allah, tuzak kuranlahilelerini başlarına geçirmede çok güçlü olduğu halde, onlar hala O'nun
hakkında tartışıp duruyor/ar. "20
rın
Bu ayet de ilk felsefi tartışmaların daha İslam'ın ilk dönemlerinde başladığını ortaya koyan başka bir delildir. Hz. Ömer döneminde de Sabiğ b. Azil adında biri akll cedele güvenerek bazı dini meseleleri gündeme getirmeye çalışmış; araştırılmasın­
da bir fayda bulunmayan Allah'ın zat ve sıfatları ile ilgili müteşabih kabul edilen
ayetler hakkında sorular sormuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer, Sabiğ'a bu gibi şey­
lerle uğraştığı için ceza vermiştir21.
Bu örnekten lslam'ın, aklı araştırmaktan menettiği, kevnf veya ilah! gerçeği öğ­
renmek için soru sormaktan alıkoyduğu anlaşılmamalıdır. İslam'ın ilk döneminde·
ı7) lsa Muhammed b. lsa et-Tirmizi, es-Sünen, thk. İbrahim Atva Avd, Çağrı Yay., İstanbul, ı992,
ikinci
baskı,
18) En'am (6),
ı 9)
Bkz.
20) Ra'd
K el-Kader (30), bab: ı, nr.
2ı33
(IV, 443).
ı48.
eş-Şehristanl,
el-Mil/el ve'n-Nihal, I, 22.
(ı3), ı3.
2ı) Reşid Rıza,
Tefsiru '1-Kur'dn 'i'/-Hakim (Tefsiru'/-Mendr), Beyrut, trs., III, ı 76; Hüseyin el-Kuwetli, el-Akl ve Fehmu'l-Kur'dn Mukaddimesi, Daru'l-Fikr, ı978, ikinci baskı, s. ı30.
1381 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ
bu tür tepkilerin nedeni
şu
olsa gerektir:
nın kapsamı açısından aklın
tartışılan
konuda
mantık
veya
araştırma­
kötü niyetle kullanılmasına itirazdır. Bu itiraz ise aklın
değerini
küçültmez, bilakis yükseltir. Kaldı ki İslam'ın temel kaynakları olan
Kur'an22 ve hadislerde aklın değerini yücelten ve onu kullanmaya teşvik eden çok
sayıda örnekler bulunmaktadır. Ayrıca tarih de müslümanların akla ve araştırmaya
ne kadar önem verdiklerine en büyük tanıktır23.
Kur'an-ı Kerim'in ilk müfessiri olan Hz. Peygamber, aklı kullanmaya, tefekkür
ve muhakemeye büyük önem vermiştir. O, körü körüne taklide ve ezberciliğe müsaade etmemiş, Kur'an ayetlerini insanlara algılama kabiliyetleri oranında açıklamış
ve aklı kullanmayı, düşünmeyi ve ilim elde etmeyi emir ve tavsiye etmiştir24.
Hz. Peygamber'in Kur'an üzerinde düşünüp tefekkür etmeye, onu aniayarak
okumaya ne kadar önem verdiğini Al-i İmran sCıresinin; "Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün gidip gelişinde lübb/ sağduyu sahipleri için ôyetler/ibretler vardır." 190. ayeti hakkında söylediği şu söz yeterli gelir kanaatindeyim:25 "Bu ôyeti okuyup da anlamını düşünmeyene yazıklar olsun."
Ayrıca Taberi'nin naklettiği,26 "Tefekkür gibi ibadet yoktur." ve "Bir saatlik
tefekkür, bir senelik ibadetten daha hayır/ıdır." hadisleri Hz. Peygamber'in tefekkürü ve düşünmeyi ibadet kapsamından sayarak ona verdiği önemi vurgulamaktadır.
Ebu Hüreyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği, "Kişinin üstünlüğü dininden, kişiliği aklından ve soylu/uğu da ahiakından ibarettir. ''27 şeklindeki hadiste de, insan kişiliğinin aklıdan ibaret sayılması, Hz. Peygamber'in akla verdiği
önem ve değeri açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kimi konularda akil muhakemeye
başvurarak kıyas
yaptığını da görmekteyiz. Örneğin, doğan çocuğunun siyah olmasından
kendi sulbundan
tir:
olmadığını
iddia eden Fizare Kabilesi'nden bir adama
dolayı
şöyle demiş­
22) Bkz. Bakara (2), 242; AI-i lmrfm (3), 191; Yusuf (12), lll; Nahl (16), 112; Nur (24), 44; Ankebut (29), 43; Sad (38), 29; Casiye (45), 5;
23) Hüseyin el-Kuwetli, el-Akl ve Fehmu'I-Kur'Cın Mukaddimesi, s. 142-143.
24) Bkz. Mustafa Çetin, "Kur'i'm'da Tefekkür Kavramı", D.E.Ü. liôhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı VIII,
!zmir, 1994, s. 50-51.
25) Ebu Abdiilah Muhammed b. Ahmedel-Ensari el-Kurtubi, el-Cami li Ahkami'I-Kur'an, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1988, IV, 310. Ayrıca bkz. !smail b. Muhammed el-'Acuni, Keşfu'I-Hafa,
Dar lhyau't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, 1351/1932, üçüncü baskı, I, 310-311.
26) Kurtubl, el-Cami li Ahkami'/-Kur'an, IV, 314.
27) lbn Hanbel, Müsned, Çağrı Yay., Istanbul, 1992, Il, 365.
İSL4MDA AKILCILIGIN ORTA YA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 139
"... Deve/erin var mı? Adam, evet dedi. Hz. Peygamber, renkleri nedir? dedi. Adam, kırmızı dedi. Hz. Peygamber, içlerinde alaca olanı var mı? dedi.
Adam, evet dedi. Hz. Peygamber, peki bu nereden kaynak/anmış? diye sordu.
Adam, herhalde bir soy çekimi olmuştur dedi. Hz. Peygamber, işte senin bu
oğlun da bir soya çekmiş olabilir dedi. "28
Adam, Hz. Peygamber'in bu karşılaştırması ile,
gibi, beyaz erkek ve kadından da siyah
ni anlamış oldu29.
ğurabildiği
kırmızı
devenin alaca yavru domeydana gelebileceği­
çocuğun
Muaz Hadisi diye bilinen hadiste de Hz. Peygamber, Muaz'ı Yemen'e vali olarak gönderirken karşılaşacağı sorunları nasıl çözeceğini sorduğunda, Muaz Kur'an
ve hadisle çözeceğini söylemiş, Hz.Peygamber de onun bu cevabını olumlu karşıla­
mıştı30 Bilindiği gibi içtihad, ancak aklın kullanılmasıyla gerçekleşebilen bir eylemdir. Daha sahabe devrinde kıyas düşüncesi geliştiği gibi, onunla ilgili kurallar da konulmuştu31 Zemahşeri (V. 528/1 134), Sahabe'nin içtihad ve kıyas yaptıklarını,
onlar için yöntemler belirlediklerini söyler32_ Zerkeşi (V. 749/1392) de: "Sahabe,
Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında illetler konusunda konuşmuşlardı."33 demektedir. İbn Haldun (V. 808/1405) ise konuya daha fazla açıklık getirerek şöyle der:
Hz. Peygamber'in vefatundan sonra meydana gelen olayların bir çoğu nasslarda
yer almamıştı. Sahabe de bu olaylardaki ilahi hükmün nasslarda geçenlerle aynı olduğuna büyük ölçüde kanaat getirdiklerinde onları nasslardakilerle mukayese ettiler. Sahabenin bu husustasi icmalarından dolayı onların yaptıkları bu işlem şer'! bir
delil oldu. İşte bu delile kıyas denir34_
Kuşkusuz sahabe, Hz. Peygamber'in vefatından sonra değişik kültür ve inançlara sahip insanların İslam'a girmesiyle Rasulullah döneminde olmayan değişik sorunlarla karşı karşıya geldiler. Bu sorunlar karşısında da sahabe kaçınılmaz olarak içtihacia başvurmak zorunda kaldı. Çünkü hiçkimse Kur'an veya hadisin olmuş ve olacak bütün meseleleri içerdiğini, herşeyi tek tek beyan ettiğini iddia edemez. Şehris­
tani"nin dediği gibi, nass'ın belli bir sınırı vardır, ama olayların belli bir sınırı yoktur, sonları gelmez. Şu halde sonu olanın sonsuzu içermesi mümkün değildir35_ Iş28)
29)
30)
31)
32)
33)
İbn Hanbel,
Müsned, II, 234, 239, 409; Ebu Abdiilah Muhammed b. İsmail ei-Buharf, el,Cômi'u 's-Sahih. Çağrı Yay. Istanbul, ı992, ikinci baskı, K. et-Talak (68), bab: 26 (VI, 178).
Bedruddin Muhammed b. Abdiilah ez-Zerke~f. ei-Bahru'I-Muhit fi Usü/1'1-Fıkh, Vezaretü'I-Evkaf,
Küveyt, 1992, V, 24.
Bak. İbn Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Hafız Ebu Davud Süleyman b. ei-Eş'as, es-Sünen,
Çağrı Yay., Istanbul, ı992, ikinci baskı, K. ei-Akcliyya (23), bab: ll, nr. 3092 (IV, ı8).
en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Felsejf fi'/-/slôm, Daru'I-Maarif, Betrut, 1977, I, 34.
Ebu'I-Kasım Muhammed b. Ömer ez-Zemahşerf, Esasu'/-Be/aga, Daru't-Tenviri'l-Arabf, Beyrut,
ı 984 dördüncü baskı, Il, 628.
ez-Zerkeşf, ei-Bahru'/-Muhit, V, 24.
341 Abdurrahman b. HaldCın, Mukaddi me, Daru'I-Kütübi'l-llmiyye, Beyrut, ı 993, s. 359.
1401 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ
te bundan dolayı, içtihad sahabe döneminde Kitab ve Sünnet'ten sonra üçüncü kaynak durumuna geldi.
Sahabe bir rnesele hakkında hüküm verrnek için önce Kur'an'a bakarlardı, ko
nuyla ilgili onda bir şeye rastlamadıklarında sünnete başvururlardı, onda da ar ...ıdık­
larını bulamadıklarında Kur'an'ın amaçlarına ve genel prensiplerine uygun içtihat
yaparlardı36. Sahabe, içtihatlarında ve sorunlarla ilgili hüküm verdiklerinde bir takım kaidelere göre hareket ederlerdi. Bu kaideleri Kur'an, Sünnet ile yasama ruhundan ve onun genel ilkelerinden biliyorlardı. Ancak onlar bu kaideleri teknik anlamda kavram haline getirmemişlerdi37.
Yukarıdaki bilgilerden hareketle az da olsa İslam'ın ilk dönernlerinde kimi akl!
tartışmaların yapıldığını söyleyebiliriz. Şunu da belirtelim ki, özellikle Ashab nesiinin sonlarına doğru itikad! konularda ihtilafların arttığı, başta kader, Allah'ın zat ve
sıfatları gibi konular olmak üzere bazı rneselelerin tartışıldığı bir ortam oluşmuş ve
bir kısım siyasi, fikri akımlar ile itikad! mezhepler ortaya çıkmış ve pek çok şey tartışılmıştır38.
Şatıb! (V. 790/1388)'nin beyanına göre Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz, kader konusunda ileri geri konuşan ve kaderi inkar eden Geylan el-Kader!'yi birkaç
gün hapsettikten sonra onunla tartışıp ikna etti ve Dimaşk'ta ona resmi bir görev
verdi. Halife Ömer'in vefatından sonra Geylan yine kader konusunda konuşmaya
başladı. Bunun üzerine yeni halife Hişam onun elini kesti. Geylan'ın yanından geçen bir adam, "Ey Geylan bu kaza ve kaderdir" dedi. O,"Allah'a yemin olsun, bu,
ne kazadır ne de kaderdir" diye cevap verdi. Geylan'ın bu sözünü duyan halife Hişam onu idam ettirdi39.
İslam felsefesinin ilk nüvesini teşkil eden bu gibi meseleler Hz. Peygamberin vefatından
sonra başta imamet, hilafet olmak üzere, iman, rnü'rnin, fasık, cebr, ihtiyar, Allah'ın sıfatları, hüküm, akıl, rey, eser, büyük günah gibi birtakım kavramlar
konusunda yoğun tartışmalar yapıldı40. Böyle bir ortamda yüzyıllar boyu İslam düşünce hayatını meşgul edecek Hariciler, Mürcie ve Mu'tezile akımları ortaya çıktı41.
Bu gruplar, kendi görüşlerini savunmak ve karşı görüştekilere cevap verrnek için
35) Şehristanf, el-Mi/el, s. 199.
36) A.g.e., s. 198.
37) Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, s. 360.
38) Ömer Durnlu, Kur'an-ı Kerim'de Ma'ruf ve Münker, Ravza Yay., İstanbul, 1994, s. 15-16. Ayrıca bak. Muhammed Ebu Zehra, Tarihü'/-Mezabihi'l-lslamiyye, Daru'l-Fikri'l-Arabi, 1989, I,
102-105.
39) Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbf, ei-l'tisam, Darü'l-Fikr, Riyad, tsh. Muhammed Reşid Rıda,
trs., I, 63-64.
40) Ali Bulaç, Islam Düşüncesinde Din-Fe/sefe,lvahiy-Akıl Ilişkisi, Beyan Yay., İstanbul, 1994, s. 84.
41) A.g.e., s. 83.
İSLAM'DA AKILCILIGIN ORTA YA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 141
Yunan felsefesinden yararlanmaya çalıştılar42. Böylece müslümanların Yunan felsefesini tanımalan erken bir dönemde başladı. Daha hicri' birinci asırcia müslümanlar Yunan felsefesiyle tanışmış oldular43.Emev1 dönemindeki ilk kelamcılar elde ettikleri kimi kitaplardan Yunan felsefesini tetkik etme imkanına sahip oldular. Ancak bu felsefi hareket müslümanların daha sonra tanıdıklan Meşşa1 felsefesinden
farklı bir yapıdaydı. İşte böylece ilk mütekellimler, öğrendikleri felsefi' kaidelerle,
kendi düşünsel disiplinlerinin temelini oluşturdular44 Hüzeyl el-Allaf, Hişam b. elHakem vb. ilk kelamcılann kitaplarına bakıldığında da onların Yunan felsefesi konusunda geniş bir bilgiye sahip oldukları anlaşılmaktadır. Dahası, bu iki kelamcının
Aristo'yu tenkid eden kitaplar yazacak kadar felsefede söz sahibi olduklan görülmektedir45. İslam tarihinde yabancı dillerden Arapça'ya çeviri, Emir Halid b. Yezid'in emriyle gerçekleşmiştir. Al-i Mervan Hekim'i diye isimlendirilen Halid b. Yezid, halife olma ümidini yitirmesi üzerine teseliiyi kimya ve astrolojide aramış, 46 Mı­
sır'da yaşayan filozoflardan bir ekip toplayarak onlara Yunanca ve Kıptice'den birtakım kitaplar tercüme ettirmiştir. Sonra Haccac döneminde Beni T emim kölelerinden Salih b. Abdurrahman tarafından Farsça yazılan bir divan Arapçaya tercüme edilmiştir47.
Az sayıdaki bu kişisel çabaların dışında EmeVıler döneminde (661-750) felsefe
ile olan ilgi son derece zayıftı. Az sayıda kişi veya grupçukları bir tarafa bırakacak
olursak, entellektüel hayatın içine girmiş değildi. Emevı halifeleri, özellikle hükümranlıklarının ilk yılilarında öncelikle siyasi' güçlerini pekiştirrnek ve büyük bir imparatorluğu yönetmenin ortaya çıkardığı iktisadi' ve idari problemierin çözümü,lle ilgilendiler. Fakat Abbasi'lerin yönetimi ele geçirmesi sonucunda devletin etkin bir rol
oynamasıyla, felsefe öğrenimine büyük ölçüde ağırlık verildi48.
Emevl döneminde başlayıp Abbas! döneminde ve özellikle Halife Me'mun döneminde büyük ölçüde hız kazanan Eflatun ve Aristo'nun eserlerinin ağırlık noktasını
teşkil ettiği felsefi eserlerin tercüme edlilmesi49 ve IX. yüzyılın başlanndan itibaren
Bağdat'ın kültür, din ve felsefenin araştırıldığı merkez durumuna gelmesinden son42) Fehd b. Abirrahman b. Süleyman er-Rumi, Menhecu'/-Medreseti'/-Akliyyeti'/-Hadise fi't-Tefsir,
Riyad, 1983, I, 41.
43) en-Naşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Felsefi fi'/-ls/am, I, 108.
44) Ay.
45) Ay.
46) Ebu'l-Ferec Muhammed b. İshak en-Nedim el-Verrak, Kitôbu'/-Fihrist, thk. Rıda el-Mazinderani,
Darü'l-Mesire, Beyrut, 1988, üçüncü baskı, s. 419; en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Felsefi fi'/-lslam,
I, 109.
47) İbn Nedim, Fihrist, s. 303.
48) Macid Fahri, ls/am Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan, Iklim Yay., Istanbul, 1992, 2. baskı, s.
4; Ignace Goldziher, Klasik Arap Literatürü, çev. Azmi Yüksel- Rahmi Er, Imaj Yay., Ankara,
1993, s. 104.
49) Bak. İbn Nedin, Fihrist, s. 304-305.
142/ Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ
ra İslam öncesinde teşekkül etmiş yabancı kültür ve felsefelere karşı duyulan ilginin
de sonucu olarak bir Islam felsefesi ortaya çıkmaya başladı50.Abbas1 halifesi elMe'mun'un Miladi 832'de felsefi çalışmaları bir düzene koymak düşüncesiyle Beytu'I-Hikme'yi kurması işte bu ortamda gerçekleşmişti51. Bu bağlamda, İslam felsefecilerinin bu alanda verdikleri eserler de felsefe dünyasının gündemini teşkil edecek
bir boyuta ulaştı. Hristiyan dünyası, 'Karanlıkçağ" adı verilen dönem içinde bulunurken İslam dünyası uygarlık düzeyi bakımından bilim adamları ve düşünürleriyle, bilim kurumları ve zengin kitap!ık!arıyla, çeşitli sosyal ve kültürel tesisleriyle dünyanın
en uygar. uygarlık düzeyi en yüksek topluluğu haline gelmişit52. Şu kadar var ki,
İslam felsefecileri Kadim Akılcı Yunan Felsefesi'nden etkilenmiş, aklın ikinci plana
düştüğü Yeni Eflatunculuk düşüncesini takdirle karşılamış ve bu arada islam Dinine
de bağlı kalmaya çalışmışlardır. İşte bu üçlü sac ayağı üzerinde bağdaştırmaya çalıştıkları görüşler konusunda büyük hatalara düştüler53. Bu hataların başında Yunan
akıl nazariyesiyle İslamdaki akıl nazariyesini bir birine karıştırmaları olmuştur54. Bu
hususla ilgili olarak İbn T eymiyye şöyle der:
"İbni Sina gibi felsefecilerin yanılmalarının nedeni şudur: Müslümanların logatındaki akıl sözcüğü, Yunanlıların
ra müslümanların logatındaki
(Aristo vb.)
logatındaki akıl sözcüğü değildir.
Zi-
"Jac.", Kur'an-ı Kerim'deki şu ayetlerde olduğu gibi
"Ji,y Jic." fiilinin masdarıdır:
55 ~~ yl:..........ıl ~ \..iS Lı Ji=_j Jl ~ l..iS
"Ve dediler
ki:Eğer
söz dinleseydik, yahut ak/etseydik,
J 1Jli.J
şu çılgın ateşin
hal-
kı arasında bulunmazdık."
50) Bak. Abdilihak Adnan Adıvar, Tarih Boyunca !Jim ve Din, Kenan Matbaası, Istanbul, 1944, I, 83;
Desmond Stewart, ls/dm Kültür ve Medeniyeti, çev. Müjdat Kayayerli-Murat Özyiğit, Esra Yay.,
Konya, 1994, s. 170-175; Ali Bulaç, ls/dm Düşüncesinde Din-Felsefe, s. 100, 102, 107; Ayrı­
ca bak. en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Fe/sefi fi'J-lsldm, 1, 106-107; Macid Fahri, ls/dm Felsefesi
Tarihi, 2. baskı, s. 5-7; Oliver Leman, Ortaçağ ls/dm Felsefesine Giriş. çev. Turan Koç, Rey
Yay., Kayseri, 1992, s. 4-5; Macid'Arsan el-Geylani, Hakeza Zahara Cey/ü Sa/ahaddin, elMa'hedü'l-Alemf, Herndon, Virginia, U.S.A., 1994, s. 55.
51) Oliver Leman, Ortaçağ ls/dm Felsefesine Giriş, s. 5.
52) Aydın Sayılı, "Bilimin Tarihsel Gelişmesinde Türklerin Katkıları", Uluslararası lbn Türk, Harezmi, Farabi, Beyruni ve lbni Sina Sempozyumu Bildiri/eri, Atatürk KWtür Merkezi Yay., Ankara, 1990, s. 5.
53) Ali Sami en-Naşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Felsefi fi'/-ls/dm, I, 47; Hüseyin el-Kuwetli, el-Akl ve Fehmu'/-Kur'dn Mukaddimesi, s. 115.
54) Hüseyin el-Kuwetli, el-Akl ve Fehmu'/-Kur'dn Mukaddimesi, s. 115.
55) MWk (67), 10.
56) Ra' d (13), 4; Nahl (16), 12; Rum (30), 24.
İSLAM/DA AKILCILIGIN ORTA YA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 143
"... Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır."
"Yeryüzünde hiç dalaşmadı/ar mı ki, düşünebilecek/eri ka/b/eri, işitebi/e­
cekleri kulakları olsun ... "
Ayetlerdeki akıldan kasdedilen, Yüce Allah'ın insanda yarattığı ve insanın kendir. Filozoflara
disiyle algılama gücüne sahip olduğu karakter
göre ise akıl, aynen akıllı kişi gibi kendi başına müstakil bir cevherdir. Bu ise resullerio ve Kur'an'ın lugatındaki akılla uygunluk arzetmez. "58
AKILCIUGIN TEFSİRE GiRİŞİ
Hz. Peygamber döneminde tefsiri yapılan ayet sayısı çok azdı. Hz. Aişe'nin "Resulullah (s.a.s.), Cebrail'in kendisine öğrettiği az sayıdaki ayetlerin dışında tefsir yapmıyordu. "59şeklindeki ifadesi bu hususu dile getirmektedir. Hz. Peygamber'in yaptığı tefsir, daha çok gayb veya ancak Resulullah'ın bilebileceği bazı mücmel hususlarla ilgiliydi60. Hz. Peygamber'den gelen tefsirin azlığından dolayı tarih boyunca
değişik tefsir etmiştir. Yapılan bu tefsirler kimi zaman birbirleriyle uyuşmuş kimi zaman da farklılık arzetmiştir. Dahası, vahyin inişine tanık olan, nüzı11 sebeblerini ve
Kur'an ayetlerinin indiği koşulları ve ortamı bilen Sahabe'den gelen tefsirle ilgili bütün sözlerin Hz. Peygamber'den işitmiş olmaları iki açıdan doğru alamıyacağını söylemektedirler: Biri, yukarıda Hz. Aişe'den gelen rivayette de belirtildiği gibi, Hz.
Peygamber'e ait tefsir örneklerinin az bir miktar oluşu,61 diğeri ise, Sahabe'nin,
bir noktada birleşmeleri imkansız olan farklı tefsirler yapmış olmalarıdır. Bütün bu
farklı ve zıt görüşlerin tümü Resulullah'tan işitilmiş olmasının imkanı yoktur62.
Hz. Peygamber'in bütün ayetleri tefsir etmemesinin nedeni, aklın Kur'an'ı anlama konusunda belli bir çerçevede hapsedilmemesini amaçlamış olmasıdır diyebiliriz. Bunun ötesinde de, Kur'an ayetlerini düşünmek ve tefekkür etmek şartıyla onları anlamayı çalışmak ve onlardan bir takım anlamlar çıkarmak akıl sahipleri için
her zaman açık tutulmuştur. Bunun için Kur'an'ı okumak, ayetlerin manalarını tefekkür etmek müslümanı Rabb'ine yaklaştıran en önemli ibadetlerden biridir. Ni57) Hac (22), 46.
58) İbn Teymiyye, e/-Farkôn beyne Ev/iyôi'r-Rahmôn ve Evliyôi'ş-Şeytôn, el-Mektebu'J-Islami, Beyrut, 1397, dördüncü baskı, s. 79.
59) Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberl, Cômiu'l-Beyôn /f Te'vili'l-Kur'dn, Daru'l-Marife, Beyrut, 1992, I, 21; Kurtubl, el-Cami /i Ahkômi'/-Kur'ôn, I, 31.
60) Kurtubl, e/-Cômi /i Ahkômi'/-Kur'ôn, I, 31-32.
61) el-Ulvanl, a.g.m., s. 23.
62) Bkz. Muhammed Hüseyin ez-Zehebl, et-Te/sir ve'/-Müfessirun, Daru'l-Kütübi'l-Hadise, 1976,
ikinci baskı, I, 47.
144 1 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ---- EKEV AKADEMİ DERCİSİ
tekim Hz. Peygamber: "Ümmetimin en üstün ibadeti düşünerek okunan
Kur'an'dır."63 diye buyurmuştur. Bunun yanında düşünmeden, tefekkür etmeden
Kur'an okunmadan nehyedilmiştir. Fukaha, az olmakla birlikte aniayarak ve düşü­
nerek okunan Kur'an'ın, anlamdan ve düşünmeden çokça okunan Kur'an'dan daha
hayırlı olduğu konusunda görüş birliği içindedirler64.
Hadis uydurma hareketinin başlanmasıyla birlikte, Kur'an'ı tahrif etmeyi ve müslümanlar arasında kuşku ve şüphe meydana getirmeyi başaramayan ve İslam kisvesi altında kendi bozuk inanç ve düşüncelerini yaymak isteyen kimi kötü niyetliler
tefsire yönelerek bu alanda hadis uydurdular65. Tefsir alanında yapılan bu hadis uydurma eylemi gittikçe güç kazandı ve ekol haline dönüştü. Bu tür hadislerde Yüce
Allah yaratıklara benzetilerek ona cisim izafe edildi ve Kur'an'ın birçok ayetinin manası uydurma hadislerle saptırılıp gerçek amacından uzaklaştırıldı66.
İşte bu tehlike karşısında bazı İslam uleması, hadis metninin tenkidi ötesinde akli yönteme baş vurarak bu uydurma hadisler de red veya tevil edildi. Bu akılcılar,la­
fızların zahirine göre hareket etme yöntemini eleştirdiler, rivayeti sahih olsa bile her
hadisin akıl süzgecinden geçirilmesinin ve aklın kabul etmediği hadislerin red veya
tevil edilmelerinin gerekli olduğunu ileri sürdüler67. Bu arada "akılcı yorumlama
yöntemi" Kur'an ayetlerine de sirayet etti. Bu akılcı harekete karşı tepkiler ve karşı koymalar da baş gösterdi. Doğal olarak her grup diğeriyle mücadeleye koyuldu,
birbirleriyle yardımlaşma yerin siyasi, ilmi ve fikri vb. her türlü silahın kullanıldığı bir
çekişme ve kavga ortamı doğdu. Akli tefsirle nakli tefsir birbiriyle çekişen iki ekol
haline geldi68.
Bu arada değişik ilimler ortaya çıktı, ihtilaflar çoğaldı, kelami konular tercih edilir oldu, mezhebi taassup baş gösterdi, akli-felsefi ilimler, nakli ilimiere karıştı; İsla­
mi fırkalar, mezheplerini taassup derecesine varacak ölçüde desteklediler. Bunun
neticesinde tefsir de bu atmosferden etkilendi. Müfessirler, tefsirlerinde kişisel anlayışlarına itimat ederek değişik yönlere ayrıldılar. Bilimsel kavramlar, mezhebi
inançlar ve felsefi kültürler onları etkiledi, her müfessir uzmanı olduğu ilimiere
önem verdi. Fahruddin er-Razi (v.606/1209) gibi akl! ilimler alanında bilgi sahibi
olanlar, tefsirlerinde hükema ve felsefecilerin görüşlerine ağırlık verdiler; Cassas
(v.370/980) ve Kurtubi (v.68l/1282/ gibi fıkıh bilgisine sahip olanlar fıkhi mese63) Kurtubi, el-Cami, I, 28.
64) Taha Cabir el-Ulvani, a.g.m., s. 24.
65) Bkz. Muhammed !zzet Derveze, e/-Kur'anu-1-Mecid, çev. Vahdettin Ince, Ekin Yay., Istanbul,
1997. s. 192, 258-259; M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, DİB, Ankara, 1984, 3. baskı, s.
52.
66) el-Ulvani, a.g.m., s. 24.
67) A.e., s. 25; Süleyman Uludağ, Islam Düşüncesinin Yapısı, Dergah Yay., Istanbul, 1985, ikinci
baskı, s. 81 vd.
68) el-Ulvani, a.g.m., s. 25.
İSLAM'DA AKILCILIGIN ORTA YA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 145
Jelere ağırlık verdiler; Cubba! (v.303/915), Rummanl (v.384/994) ve Kadi Abdulcabbar (v.415/1024) gibi Mutezill müfessirler kendi görüşlerini tasdik ettirmek için
Kur'an ayetlerini te'vil etme yoluna gittiler. Muhyiddin İbn Arab! (v.638/1240) gibi tasawufçular da Kur'an ruhuna aykırı işar! anlamlar ortaya koydular. Diğer yandan Ebu Hayyan (v.754/l353)'ın el-Bahru'-Muhlt'i gibi tefsir kitaplannda gereğin­
den fazla nahiv, sarf ve belagat konulan işlendi69. Öyle oldu ki, tefsirin bünyesine
yanlış-doğru, faydalı-faydasız birçok şey girdi. Her müfessir, kendi mezhebini desteklemek ve hasımlarını reddetmek amacıyla Kur'an ayetlerine, içermedikleri ına­
nalar yükledi. Artık tefsir, yol gösterme ve dini hükümleri öğretme konusundaki
esas görevini yitirmiş oldu 70. Böylece rey tefsiri daha fazla yaygınlık kazanarak, rivayet tefsirinin önüne geçmiş oldu. Abbas! iktidan döneminde birçok felsefe kitabı­
nın Arapçaya çevrilmesi neticesinde de felsefl görüşler tefsire girmiş oldu. Razı gibi bazı müfessirlerde, bunun etkisi rahatlıkla görülmektedir. Gittikçe kimi tefsirin en
belirgin niteliği, akil yönleri oldu. Nakl! yönleri ise ikinci planda kaldı71.
T efsirdeki bu akl! hareket ilk önceleri Kur'an ayetlerini kişisel anlama ve birtakım görüşler arasında tercih yapma gayretleri şeklinde başladı. Bu, akıl yönünün lügat ve Kur'an kelimelerinin delalet ettikleri manalar çerçevesinde kaldığı sürece
makbul bir husustu . Ancak, Islam fütuhatının gelişmesi ve tercümelerin çoğalmasıy­
la akl! ilimler de gelişti ve bu kişisel anlama çabasına dayanan tefsir hareketi deği­
şik bilgi ve ilimlerle, farklı ve zıt görüş ve inançlardan etkilenerek büyük boyutlara
ulaştı. Bunun neticesinde tefsirle ancak çok uzaktan alakası olan birçok hususu içeren tefsir kitaplan ortaya çıktı72.
T efsirin bu şekle bürünmesinden birçok fırkalar doğdu. Bu fırkalar birbirleriyle
yaptıklan tartışmalarda, tercümeleri yapılan Yunan kaynaklı felsefe kitaplanndan
yararlandılar. Artık konuştuklan şeyler mantık ve onunla ilgili meselelerle sınırlı hale geldi. Yazdıklan eserlerde de cevher, araz, heyula, suret, kıyas vesaire gibi kavramlar büyük ölçüde yer aldı. Bu arada felsefe ve felsefl kavrarnlara karşı sevgisi olmayan bir grup da buna tepki olarak akla karşı tavır koyarak onu küçümseme yoluna gitti73 Diğer bir grup da bunların tam tersi olarak aklı yüceltınede aşırı davrandılar, fıkhi meseleler ve itikad! inançlar konusunda ona gereğinden fazla bir yer
verdiler. Bu özelliğiyle meşhur olan fırka mutezile olmuştur .. Mutezile fırkası, Ce69) Bkz. Celalüddin Abdurrahman es-Suyüti, el-ltkdn fi Ulumi'l-Kur'dn, Daru'l-Marife, Beyrut, 1978,
dördüncü baskı, II, 243-244; Menna' Halil el-Kattan, Mebdhis fi Ulumi'/-Kur'dn, Müessesetü'rRisale, Beyrut, 1993, yirmi dördüncü baskı, s. 341-342. Ahmed Mustafa el-Meraği, Tefsiru'/-Merdği, Daru'l-Fikr, trs. I, 11-12; ez-Zehebi, et-Tefsir ve'l-Müjessirun, I, 147.
70) el-Kattan, Mebdhis, s. 342; el-Meraği, Tefsiru'l-Merdği, I, 11-13; Hasan Yunus Hasan, Dirdsdtun ve Mebdhis fi Tdrihi't-Tefsir ve Mendhici'I-Müfessirin, Mısır 1991, s. 30-31, 75-76.
71) ez-Zehebi, et-Tefsir ve'/-Müfessirun, I, 146-147.
72) Bkz. ez-Zehebi. et-Tefsir ve'l-Müjessirun, I, 146.
73) Fehd b. Abirrahman b. Süleyman er-Rumi, Menhecu'l-Medreseti'l-Akliyyeti'/-Hadise fi't-Tefsir,
Riyad, 1983, I, 41.
146 1 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ
maleddin el-Afgani (v. 18971 ile temeli atılan ve öğrencisi Muhammed Abduh
(v. 1 905) tarafından geliştirilen Yeni Akılcı Med resesi'ne göre ilk akl! medrese sayılmaktadır74
Aslında
Mutezile'den önce de kimi akılcı akımlar vardı. Bunlar Kaderiyye ve
Mutezile ise bu iki zıt fırkanın karışımından meydana gelen ve
onların devamları niteliğinde olan bir fırkadır75. Daha Mutezile mezhebi ortaya çık­
madan önce Ma'bed Cühenl, Geylan ed-Dımaşkl ve Cehm b. Safvan gibi bazı kişi­
ler akla dayanarak ilk defa nassları tevil etmişlerdi. Bunların tesirleri altında gelişen
Mutezile akla daha da geniş yer vererek nassları zahiri manalarından uzaklaştırarak
yorumladılar76. Kaderiyye ve Cehriyye fırkaları; kaderiyye fırkasının; insanın, fiilierinde mutlak hürriyet sahibi olduğunu, kader diye bir şey olmadığını77 ileri sürmekle ve Cehriyyenin de, bu düşüncenin tam zıddı olarak, insanın, fiilieri konusunda
bir seçme hürriyetinin olmadığını, kader karşısında rüzgarın havada saHadığı asılı bir
tüy gibi olduğunu78 iddia etmekle birbirlerine zıd olan iki ayrı ekol olarak ortaya çık­
tılar. Fakat her iki grup akılcı te'vil metodunu takip etmek konusunda müttefiktiler. İşte Mutezile bu her iki düşünce akımından da yararlanarak tam anlamıyla akıl­
cı yorumlama yöntemini kullandığı gibi, hür irade düşüncesini de kendi karakteristik özelliği haline getirdi19.
Fert bazında ise İslam'da ilk akılcı te'vil düşüncesine davet eden,SO Kur'an'ın
mahluk olduğunu iddia eden, sı Yüce Allah'ın sıfatıarını inkar eden ve ta'tile çağıCehriyye
fırkalarıdır.
74) A.e., I, 42-43.
75) en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Felsejf fi'/-lsldm, I, 313. Ayrıca bkz. Necati Öner, insan Hürriyeti,
Selçuk Yay., Istanbul, 1982, s. 51.
76) Uludağ, ls/dm Düşüncesinin Yapısı, s. 78.
77) Ali b. Muhammed Seyyid Şerif el-Curcani, Ta'rifdtu'/-Curcdni, trz. y., y., s. 174; Ebu Zehra, Tôrihu'/-Mezdhibi'l-ls!dmiyye, I, 112; en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'/-Felsefi fi'l-lsldm, s. 318; er-RCı­
ml, Menhec, I, 40. Krş. Tahir b. Muhammed Ebu'I-Muzaffer el-lsferayini, et-Tabsir fi'd-Din ve
Temyizu'/-Firaki'n-Ndciye ani'/-Firaki'/-Hôlikin, thk. Kemal YCısuf, Alemu'l-Kütüb, Beyrut,
1983, s. 21.
78) Bkz. Ebu'I-Hasan Ali b. İsmail el-Eş'ari, Kitdbu Makaldti'/-lsldmiyyin ve lhtildjati'/-Musallin tashih: Hellmut Ritter, Veisbaden, 1980, üçüncü baskı, s. 279; Abdldkaclir b. Tahir b. Muhammed
el-Bağdadi, el-Fark Beyne'/-Firak, thk. Muhammed Muhyuddin Abdulhamid, Daru'l-Ma'rife, Beyrut, s. 211; Tahir b. Muhammed Ebu'I-Muzaffer el-lsferayini, et-Tabsir fi'd-Din ve Temyizu'/-Firaki'n-Ndciye ani'/-Firaki'/-Halikin, thk. Kemal YCısuf, Alemu'l-Kütüb, Beyrut, 1983, s. 107;
Şehristanl, el-Mi/el ve'n-Nihal, I, 78; Sa'duddin Mes'ud b. Ömer et-Teftezanf, Şerhu'/-Akôid,
Hayri Zorlutuna Matbaası, 1966, s. 114; el-Curcani, et-Ta'rifdt, s. 80; Muhammed Kamil Dahir,
ed-Da'vetü'/-Vehhdbiyye ve Eseruhd fi'/-Fikri'/-lsldmf el-Hadis, Daru's-Selam, Beyrut, 1993, s.
107.
79) en-Neşşar, Neş'etu'l-Fikri'/-Felsejf fi'l-lsldm, I, 313.
80) A.e., I, 329.
81) Ebu Zehra, Tdrihu'l-Mezdhibi'l-lsldmiyye, I, 108; en-Neşşar, Neş'etu'l-Fikri'l-Felsefi fi'l-lslam, I,
331; Kemal Yüsuf el HCıt, et-Tabsir fi'd-Din, "üç nolu dipnot". Alemu'l-Kütüb, Beyrut, 1983, s.
21.
İSLAM'DA AKILCILIGIN ORTAYA ÇIKIŞI VE TEFSİRE GİRİŞİ--- 147
ran,82 Allah'ın kıyamet gününde görüleceği düşüncesini reddeden83 kişi Ca'd b.
Dirhem'dir. Kaynaklar, Ca'd b. Dirhem'in, bu düşüncelerini BennEm b. Sem'adan,
onun da Leb!d'in kız kardeşinin oğlu Talut'tan aldığını söylemektedirler. Lebid, Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in zamanında yaşayıp ona düşman olan, sihirle uğraşan ve
Kur'an'ın mahluk olduğunu söyleyen biriydi. Lebid'in de bu görüşlerini Yemen' deki
bir Yahudiden aldığı söylenmektedir84. Mu'tezile'nin temelini oluşturan Cehmiyye
fırkasının kurucusu 85 Cemh b. Safvan (v. 128/746)'da bütün bu görüşleri ondan aldı. Ayrıca Cehm'e göre, "sem'in/vahyin vürCıdundan önce bilgiler zorunlu olarak
akılla elde edilir." 86 Yani, akıl, eşyadaki salah, kubh, fesad ve hüsnü ortaya çıka­
rır. Tek başına akıl vahyin vürCıdundan önce bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna
karar erir. Öyle görünüyor ki, daha sonra Mutezile, ilkelerinden biri olan hüsnkubh meselesini bu görüşü üzerine bina etmişlerdir87. Görüldüğü gibi, Mutezile, Kaderiyye; Cehmiyye ise Cebriyyedir. Aralarındaki aşırı benzerlikten dolayı birçok kitapta Mu'tezile, Cehmiyye diye isimlendirilmiştir88.
SONUÇ
Her dinde olduğu gibi İslam dininde de ka/bf iman, tasdik, teslim ve takdis
ile Ak/f tefekkür aşaması gibi iki farklı sürecin yaşandığı, iki aşamadan
geçildiği bir gerçektir. Birinci aşamada dini konuların akla arzedilmesi, dinin açık­
lanmasında akla müracaat edilmesi ve dini meselelerde tartışmaların yapılması, baş­
ka bir ifadeyle cedele başvurulması hoş karşılanmamıştır. Çünkü dinin gelişmesi evresinde dini hakikatierin akl! temellerinin araştırılması ve bu konularda cedele baş­
vurulması, dine zarar verir. ResCılullah (s.a.s.)'ın hayatta olduğu ve vahyin indirildiği süreçte tam bir teslimiyet vardı. llk nesil, aklın algı alanını aşan meselelerde akil
yorumlar yapmamış, yalnızca olduğu gibi inanınakla yetinmiştir. Onlar, vahyi herhangi bir tenkid ve eleştiriye tabi tutmadan , onu olduğu gibi kabul etmekle beraber, vahyin dışında ResCılullah'ın kendi şahsi kararlarını aynı ölçüde kabul etmeyip
gerek görüldüğü yerde itiraz edebilmişlerdir.
Sahabe, Hz. Peygamber'in vefatından sonra değişik kültür ve inarıçiara sahip insanların İslam'a girmesiyle RasCılullah döneminde olmayan değişik sorunlarla karşı
karşıya geldiler. Bu sorunlar karşısında da sahabe kaçınılmaz olarak akıl yürütmek
aşaması
82) en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'l-Fe/sejf fi'/-ls/am, I, 331.
83) Ebu Zehra, Tarihu'/-Mezahibi'/-lslamiyye, I, 107.
84) en-Neşşar, Neş'etu'/-Fikri'l-Fe/sejf fi'/-lslam, I, 330; Ebu Zehra, Tarihu'/-Mezahibi'/-lslamiyye,
I, 105-106.
85) en-Neşşar, a.g.e., I, 333.
86) eş-Şehristani, e/-Mi/e/ ve'n-Niha/, I, 88.
87) en-Neşşar, a.g.e., I, 346.
88) A.g.e., I, 359.
1481 Yrd. Doç. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ
Hiç kimse Kur'an veya hadisin olmuş ve olacak bütün meseleleri i, herşeyi tek tek beyan ettiğini iddia edemez. Çünkü nass'ın belli bir sını­
n vardır, ama olayların belli bir sının yoktur, sonları gelmez. Şu halde sonu olanın
sonsuzu içermesi mümkün değildir. İşte bundan dolayı, içtihad yani akıl yürütme,
sahabe döneminde Kitab ve Sünnet'ten sonra üçüncü kaynak durumuna geldi.
Özellikle Ashab nesiinin sonlarına doğru itikadl konularda ihtilafların arttığı, baş­
ta kader, Allah'ın zat ve sıfatları gibi konular olmak üzere bazı meselelerin tartışıl­
dığı bir ortam oluşmuş ve bir kısım siyasi, fikri akımlar ile itikadi mezhepler ortaya
çıkmış ve pek çok şey tartışılmıştır.
Bu arada Hz. Peygamber'in az sayıda ayeti tefsir etmesi vb. nedenlerle değişik
tefsir ekolleri ortaya çıkmış, her müfessir kendi birikimi ve akl! kabiliyeti oranında
Kur'an ayetlerini tefsir etmiştir. Yapılan bu tefsirler, kimi zamcı.n birbirleriyle uyuş­
muş kimi zaman da farklılık arzetmiştir.
Hadis uydurma hareketinin başlamasıyla birlikte de, Kur'an'ı tahrif etmeyi ve
müslümanlar arasında kuşku ve şüphe meydana getirmeyi başaramayan ve İslam
kisvesi altında bozuk inanç ve düşüncelerini yaymak isteyen kötü niyetliler tefsire
yönelerek bu alanda hadis uydurdular. Tefsir alanında yapılan bu hadis uydurma
eylemi gittikçe güç kazandı ve tarafları olan ekol haline dönüştü.
İşte bu tehlike karşısında bazı İslam uleması, hadis metninin tenkidi ötesinde akli yönteme baş vurarak bu uydurma hadislerle mücadeleye giriştiler. Bu akli tenkit
neticesinde bazı sahih hadisler de red veya tevil edildi. Bu akılcılar, lafızların zahirine göre hareket etme yöntemini eleştirdiler, rivayet sahih olsa bile her hadisin akıl
süzgecinden geçirilmesinin ve aklın kabul etmediği hadislerin red veya tevil edilmelerinin gerekli olduğunu ileri sürdüler. Bu arada "akılcı yorumlama yöntemi" Kur'an
ayetlerine de sirayet etti. Bu akılcı harekete karşı tepkiler ve karşı koymalar da baş
göstedi. Doğal olarak her grup diğeriyle mucadeleye koyuldu, birbirleriyle yardım­
laşma yerine siyasi, ilmi ve fikri vb. her türlü silahın kullanıldığı bir çekişme ve kavga ortamı doğdu. Akli tefsirle nakli tefsir birbiriyle çekişen iki ekol haline geldi. Müfessirler, tefsirlerinde kişisel anlayışiarına itimat ederek değişik yönlere ayrıldılar. Bilimsel kavramlar, mezhebi inançlar ve felsefi kültürler onları etkiledi, her müfessir
uzmanı olduğu ilimiere önem verdi.
zorunda
çerdiğini
kaldı.
Download