kadına karşı ayrımcılık

advertisement
KADINA KARŞI AYRIMCILIK
Prof. Dr. Sarper Süzek,
Yargıç Emine Ülker Tarhan (YARSAV Başkanı),
Yrd. Doç. Dr. Gaye Burcu Yıldız,
Av. Müjde Avcıoğlu,
Hülya Küçükaras,
Ar. Gör. Özge Yücel,
Ar. Gör. Aslı Şimşek
Tarih: 08.03.2010
Meltem Banko: Tüm dünyada her yıl 8 Mart günü Dünya Kadınlar Günü olarak
kutlanmaktadır. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olma mücadelesinin temsili
başlangıcı Amerika’nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük
ücretlerini uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için 8
Mart 1857 yılında gerçekleştirdiği bu grevler kabul edilmektedir. 1977 yılında Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ı Kadın Hakları ve Dünya Barışı Günü olarak ilan etmiştir. Bu
tarihten sonra her 8 Mart Günü tüm dünyada Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlanmaya
başlanmıştır. Dünya Kadınlar Günü her yıl 8 Mart’ta çeşitli etkinliklerle kutlanmakta bugün
özellikle kadınların insan hakları konusunda yaşadığı sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm
önerileri gündeme getirilmektedir. Tabii ki Kadın Haklarını İnsan Hakları kavramından ayrı
tutmak mümkün değildir. Kadın Hakları ile savunulan kadınların ayrıcalıklı haklarına sahip
olması değil sırf insan oldukları için her yerde ve herkes için geçerli olan haklara sahip
olmalarıdır. Birçok gelişmiş ülkede kadın hakları çok ilerlemeler göstermiş olsa da ülkemizde
ve gelişmekte olan ülkelerde kadın hakları ne yazık ki istenen seviyelerde değildir. Ülkemizde
kadınlar hala eğitim ve diğer toplumsal hizmetlere erişmekte güçlükler yaşamakta çoğunlukla
karar alma süreçlerinin dışında bırakılmakta baskı taciz ve şiddete maruz kalmakta, töre ve
namus cinayetlerine kurban gitmektedirler. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecini yaşayan Türkiye
Kadın Erkek Eşitliği ve Kadının İnsan Hakları konularında önemli ilerlemeler kaydetmiştir.
Ülkemizin Kadına Karşı Ayrımcılığın ortadan kaldırılması konusunda son yıllarda gösterdiği
duyarlılık artmış ve bu çerçevede de çok önemli yapısal ve yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kurulmuş ve 2004 yılında Kuruluş Yasası çıkarılmıştır.
Türkiye’de başta Anayasa olmak üzere Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu gibi temel
kanunlarda yapılan yeni düzenlemeler ve diğer ilgili yasalarda gerçekleştirilen değişiklikler ile
Kadın Erkek Eşitliği alanında önemli kazanımlara imza atılmıştır. Sözlerimi burada
tamamlamadan önce kadınların şiddete, baskıya, cinsel istismara, ayrımcılığa maruz
kalmadığı, siyasal yaşama ve iş yaşamına daha fazla katıldığı bir Türkiye dileğiyle tüm
kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Şimdi sizlere değerli konuklarımızı
takdim etmek istiyorum. Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku
Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sayın Sarper Süzek, Yargıtay 4. Ceza Dairesi Tetkik Hakimi
ve YARSAV Başkanı Sayın Emine Ülker Tarhan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Ana
Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sayın Gaye Burcu Yıldız, Emekli RTÜK 1. Hukuk
Müşaviri Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Ankara Barosu Kadın
Hakları Kurulu 2002–2004 Yılı Dönemi Başkanı UNESCO İletişim İhtisas Komitesi 2002–
2006 Dönemi Üyesi ve Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Avukat Sayın
Müjde Avcıoğlu, Türkiye’nin ilk Bilgisayar Mühendislerinden ve Dil Derneği Genel Yazmanı
Sayın Hülya Küçükaras, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Ana Bilim Dalı
Araştırma Görevlisi Türk Hukuk Sitesi Forum Yöneticisi ve Kadınlara Hukuki Destek Merkezi
Üyesi Araştırma Görevlisi Sayın Özge Yücel ve Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel
Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Araştırma Görevlisi Sayın Aslı Şimşek.
Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu; Atılım Üniversitesi Rektörü: Panelimizin adı Kadına
Karşı Ayrımcılık aslında böyle bir panelin daha doğrusu Dünya Kadınlar Günü olarak bir
günün kutlanması benim içimi sızlatıyor. Niye böyle bir güne ihtiyaç duyalım ki biraz önce
1
Sevgili Meltem 1857’lere giden bir tarihçeden bahsetti. Demek 1857’den bu yana 150 yıl
geçmiş hala Dünya Kadınlar Günü adı altında bir gün kutlama ihtiyacı hissediliyor. 21.
yüzyılda ben bunu çok garip karşılıyorum. Aslında böyle bir güne ihtiyaç olmaması gerekir.
Ama ben şunu görüyorum elimde birkaç gazete kupürü var. Bir tanesi ‘Hamile Kadının İş
İsyanı’ diyor Türkiye’den manzaralar bunlar.
Sadece Türkiye’yle ilgili de değil tabii dünyada da yine birtakım sorunlar var. Yeni bir haber
‘100 Milyon Kız Bebeğe Ne Oldu’ diye soruyor Çin’deki bir olaydan bahsediyor. Çin’de
şuanda 100 milyon kız nüfusunun eksik olduğu söyleniyor. Bu bebeklerin başına neler
geldiğinden bahsediliyor ve 21. yüzyılın bu ilk yıllarında ilk 10 yılında hala kadınlarla ilgili
şiddet kadına karşı ayrımcılık buna benzer birtakım insan hakları ihlalleri oluyor. Ben dilerdim
ki 21. yüzyıla gelmişken aradan 150 yıl geçtikten sonra böyle bir güne ihtiyaç duyulmasın.
Niye Dünya Erkekler Günü yok demek ki şuanda Dünya Kadınlar Günü olarak bir güne
ihtiyaç var ama ben dilerdim ki böyle bir güne ihtiyacı olmasın ve dilerim ki böyle Dünya
Kadınlar Günü olarak kutlayacağımız günlere yakın bir gelecekte ihtiyaç duyulmasın böyle bir
güne. Ama maalesef dünyada Türkiye’de hala kadına karşı birtakım şiddet, ayrımcılık ve
buna benzer insan hakları ihlalleri devam ediyor o zaman bugünü de herhalde kutlamak
gerekiyor.
Hülya Küçükaras; Bilgisayar Mühendisi ve Dil Derneği Genel Yazmanı: Ben buraya
biraz kalabalık geldim. Onlarla birlikte olmak istedim haydi bakalım gençler. Kim? Afrodit.
Kim? Kibele. Bu da Artemis. Diledim ki Orta Asya’dan Anadolu’dan tüm yaşam türlerini
bedeninde, dilinde, özünde harmanlamış bu kadınlarla birlikte kutlayalım böyle bir günü ve
onları da analım. Dolayısıyla o yüzden ben dil ve ekin konulu bir konuşmayla başlatayım
istedim bu güzel oturumu. Bir anıyla başlamak galiba daha doğru; Dil Derneği her yıl 26
Eylül’de Dil Bayramı yapar. Yine öyle bir bayram akşamı yemekteydik. Bende yanımda şimdi
arkadaşımın olduğu gibi iki hanım yan yana oturduk karşımızda da Nami Hoca gibi bizim bir
yönetim kurulu üyemiz oturuyor İbrahim Bey. Dedim ki oh ne güzel değil mi Afet Hanım
Kibele gibi ikimizde böyle etli butlu oturduk. Tabii biz Anadolu’nun insanıyız. Karşı taraftan
İbrahim Bey dedi ki yanıldınız hanımlar artık bu toprağın tanrıçası Kibele değil Artemis. Evet,
çünkü bir tanesi anaerkil düzenin tanrıçası diğeri efendim ataerkil düzenin tanrıçası aradaki
farkı görüyor musunuz? Yani anaerkillikten ataerkilliğe nasıl geçildi anlıyor musunuz? Bugün
biliyorum ki buradaki konuşmacılar bu binlerce yılın öyküsünü benden daha iyi dile
getirecekler. Ama ben dilimizle başlayayım. Gerçekten Türk dilini Türkler yaşadıkları yerlerde
coğrafyalarda ya da özümsedikleri yaşam kültüründe bunu nasıl yansıttılar? Her şeyden
önce dilimizin çok başat bir ayrımı var biliyorsunuz diğer dillerden. Ural Altay Dil grubundan
bizim dilimiz Sami dillerinden ve Hint-Avrupa dillerinden en başat özelliği ayrıldığı yer
dilimizde dişil eril ayrımı olmamasıdır. Bu size bir şey çağrıştırıyor mu? Gerçekten de bizim
dilimizde neden eril dişil ayrımı yok diye çok düşündüm. Bu benim yıllardır süren bir
düşüncem. Bugün Dil Derneği Genel Yazmanıyım ama gerçekte yaklaşık 25 yıldır özel ilgim
gereği hem söylem bilim yani mitoloji hem de dil konusunda özel olarak araştırma yapıyorum.
Şimdi şunu da çok düşündüm bu arada bizde doğuda bir yerlerde bir kaza olunca bugünde
oldu her birine başsağlığı diliyoruz Elazığ’da depremden ötürü. 3 kişi öldü derler kadını kızı
eğer sorarsanız söylerler. O zamanda derler ki 10 kişi öldü ama işte 3’ü kişi, geri kalanı kadın
kız. Acaba bizde böyle bir ayrım vardı da dilimize mi yansımadı diye yola çıktım. Ancak bu
çaba içerisinde dil ve ekin yönünden şöyle saptamalarım oldu. Önce Divan-ı Lügati’t Türk
hani bir başyapıt ona bakacağız. Ona dönüp baktığımda kişi sözcüğünün hem eril hem dişil
yani hem erkek hem kadın için kullanıldığını hatta Kaşgarlı’nın verdiği örnekte ‘evinde kişi var
mı?’ dediğini gördüm. Evinde kişi var mı yani eşin var mı bakın Türkçe’de kadın ve erkek ve
eşi var. Karıkocalığa da eş diyoruz yani bir denklik var. Dilimizde de denklik var aslında. Öte
taraftan ilginç olan Türkçede soyluluk sanları da yok. Çünkü Türkçe’nin kültüründe belki
çobanlıktan geliyor bir ast üst ilişkisi de yok. Buna dilciler ve tarihçiler epey şaşırıyorlar ciddi
bir araştırma yapıyorlar. Öte yandan gelelim sözcük kökenlerine. Burada birazcık soluk
alacağız. Sizleri kimi şaşırtmalara doğru uğurlayacağım gibi gözüküyor. Şimdi kadın kız gibi
sözcüklerin ve dişi gibi sözcüklerin kökenlerini araştırmaya başladım. Kadın sözcüğünün ne
yazık ki Hatun’dan başka bir temelini bulamıyorum Türkçe olup olmadığı pek belli değil zaten
2
o yüzden. Dişi açısındansa diş dıştan başka bir şey bulamıyorum. Kız veya kızan ikisi de var
o da kızışmış yani artık cinsel birleşmeye hazır anlamında gençten toydan geliyor kız. Peki,
burası tamam. Ama bu arada erk kökünden erkek geliyor. Erk 3 demektir biliyorsunuz. Yalnız
o zaman anlıyorsunuz ki bedensel güç aslında erkeğe yakıştırılan şimdiki anlamdaki baskı
anlamındaki güç değil. Niye?
Çünkü kadın için yakıştırılan birçok sözcük ebe, ece, eke gibi hep usu aklı bilimsel yaklaşımı
belki bir parça üretimi ve her şeyden önce sevecenliği sevgiyi kendi içinde barındıran
sözcükler. Bu arada sevecenliği en çok barındıran sözcük aranızda adı Emre olan varsa
lütfen bundan sonra kulaklarını tıkasın. Şimdi İmre ya da Emre sevilen demek aslında. Em
kökü biliyorsunuz bulmacalarda da çok çıkar ilaç deva çözüm getiren anlamındadır. Bizim
bugün ne yazık ki kadın için kullandığımız diğer sözcüğünde hani em, siz anladınız ne
olduğunu onunda özünü oluşturur. Çünkü orada kadının erkek için sevilen ve kendini
sağıtacağı yer olduğu çağrışımı var. Bakın ne kadar hoş ben söylemiyorum Kaşgarlı söylüyor
sözlük kökenlerine bakın. Demek ki biz kadın olarak Türk Kültüründe hep böyle sevilen,
sayılan, korunan ve her şeyden önce el üstünde tutulan insanlar olmuşuz kişiler olmuşuz bir
kere denk olmuşuz. Şimdi bunu birde ekin yönüyle irdeleyelim orada ilginç bir boyut var
İnanç. Aslında Türklerin ilk inanç dizgesini Şamanlık olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Kadınlar
Şaman Kandan geliyor o da kan bilen anlamında. Hatta erkek Şaman olduğu zaman da
kadın giysileriyle dolanıyor. Orada da Türk Söylem Bilimine baktığınız zaman gerçekte
dünyanın yaratılmasında Türeyiş Öykülerinde de kadının rolü çok üstün. Ancak benim hep
içimi parlatan ışıtan bir boyutu var Türk Söylemlerinin. Çünkü ben dünyanın bütün söylem
bilim öykülerini okudum. Söylemlerin hepsinin içine girdim çıktım. Korkulan kısıtlayan
gözdağı veren bir tanrı anlayışı yerine Türklerde hep sevilen koruyan kollayan sıcak bir tanrı
anlayışı var. Tek tanrılı dizgelere geçtiğinde de Türkler aslında bir kadın bilge var yine
toplumun içinde ona gidilip danışılıyor bir de Bilgiç denen erkekler var ona danışılıyor.
Demek bir kadının aslında öyle çok da itilmiş kakılmış bir boyutu yok. Tevrat’ın girişinde
anlatılır ‘Lilith’ ve feminizm akımında da bir tür simge olarak kabul edilmiştir. Bu Lilith özgür
kadın Lilith şeytanın işbirlikçisi Lilith ile bizim Albastı söylemimizle ilgili müthiş bir ilgisi var.
Etkileşimde olduğumuz diğer ekinlerden önce başka bir boyuta bakalım. İnancımızda kadın
erkek yok ama Türklerde olmayan bir şey daha var. Şurası çok çarpıcı bunu tarihçiler çok
uzun zamandır araştırıyorlar o da kölelik. Orta Asya’da da kölelik yok aslında Anadolu’da da
kölelik anlayışı yok çünkü belki yerleşik olmamaktan geliyor mülk edinmek sahiplik gibi bir
algı da yok. Böyle olduğu için kadının mülk olarak görülmesi ya da köle olması yok. Ancak
Çinlilerle olan ilişkilerde cariye almak vermek ve odalık diye geçiyor böyle kavramlarla
karşılaşıyorsunuz. Ataerkilliğin başat göstergesi olan kölelik ve sahiplik ve mülkiyet kısaca
bizim dilimizde kültürümüzün içinde de gözükmüyordu. Birde üçüncü boyut yaşam biçiminde
o açıdan bakıldığında da Türklerdeki en temel gösterge bizde hala da var bu özelliğimiz
kaçgöç olmaması. Bununla ilgili ben hızla sözü başka bir noktaya getireyim. Benden daha
bu konuda deneyimli olan Şerafettin Turan öğretmenimize sözü bırakıp Türk Kültür Tarihi
kitabından bir alıntı okuyacağım. İstanbul’da Kaptan Paşa’nın konağında bir yabancı hizmet
görüyormuş. Diyor ki bu hizmet gören yabancı ‘kadın ve erkek giysileri birbirine o kadar
benziyor ki koca erken kalkarsa karısının, kadın erken kalkarsa kocasının elbisesini
giyebilirdi’ denkliğinden noktada olduğuna bakın. ‘Eski Türk Toplum anlayışı kadına da
toplum içerisinde önemli bir yer tanıdığı için kadınlarla erkekler arasında kaçgöç denen bir
soyutlama söz konusu değildi. Geleneksel olarak süren bu özellik 10. yüzyıl başlarında Arap
gezgini İbn-i Fadlan’ı ciddi şaşkınlığa düşürür. Fadlan şöyle yorumlar yapar keza kadın hiçbir
insandan kaçarak bedeninin bir yerini saklamaz. Hele onun Bulgar Türklerinde kadınların ve
erkeklerin bir arada nehire girip yıkandıklarından söz etmesi o dönem Türk yaşamı için
oldukça çarpıcı bir gözlem niteliği taşımaktadır.’ Son olarak çok ünlü bir gezgin daha var İbn-i
Battuta 1332–33 yıllarında Anadolu’yu geziyor ve şöyle diyor. ‘Burada kadınlar erkeklerden
kaçmazlar ve yola çıkacağımız zaman akraba ya da ev halkındanmış gibi sizinle vedalaşırlar.
Hatta bu ayrılıklardan dolayı üzülürler gözyaşı dökerler.’ Şimdi bakın nereden nereye
gelmişiz? Bunu ben binlerce yıl önceden getirdim buradaki uzmanlar tamamlayacaktır. Ancak
biz daha sonra özellikle Anadolu’ya gelirken Mezopotamya Kültürleriyle karıştığımızda ya da
din değişiklikleri sırasında ciddi anlamda bu özelliklerimizi yitirmişiz. Hepinizin okumasını
3
umarım; Mezopotamya Kültürünü Gılgamış aslında çok iyi gösteren bir söylemdir. İştar
Enkidu’ya her şeyi öğretir uygarlaştırır. Sonrada Gılgamış’la evlenmediği için İştar Enkidu’yu
öldürür. Demek ki biz erkeklerin hep gözünü korkutan ama bir taraftan da çok sıcak içten
sağaltan cinsiyetiz onların gözünde. Sonuca doğru geliyorum. Bu nedenle de dillere
baktığınız zaman Mezopotamya ya da o bölge Sami Dillerine hem kadın erkek ayrımını hem
de kadın üzerindeki şeytan işbirlikçiliği sözcüklerini bol bol görüyorsunuz. Bu kadın erkek ya
da eril dişil ayrımı aslında Latin dillerinde de kendini pek gösterdiği için bugünlerde İngilizler
bu cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmak için acaba biz Brotherhood of Men yani insan
kardeşliğini –bakın biz onu da Türkçede kadın erkek ayırmadan söylüyoruz– Siblinghood of
Humans diye çevirebilir miyiz kavgası veriyorlar. Bu bir ilerleme sayılır mı, sözde başlar mı
bu ilerleme dileyelim ki öyle. Ama ne üzücüdür ki bu kültürler etkileşimi içerisinde biz o güzel
gönül zenginliğimizi kızın parası olmasa da olur gönlü zengin olsun yeter diyen atasözlerimizi
bırakıp şimdi çok daha kötülerine geldik. Birkaç inciyle örnek vereyim dilimizden nasıl
etkilendiğimizi. Bir kere her şeyden önce Kadın Erkeğin Şeytanıdır, Kadının Yüzünün Karası
Erkeğin Elinin Kınası, bunları anımsatmak için söylüyorum. Dişi Yalanmazsa Erkek
Dolanmaz, Hırsızlık Bir Ekmekten Kahpelik Bir Öpmekten, Bir Evde İki Kız Biri Çuvaldız Biri
Biz, biz de bir başka iğnedir. Yani İki Kız varsa iki taraftan da iğneleneceksin erkek haberin
olsun demek. Ama benim en çok yüreğimi acıtan şu söz ve bugün galiba daha çok uzmanlar
onları konuşacak 15’deki Kız Ya Erde Gerek Ya Yerde gerçekten burası acı. Efendim ben
şimdi sözümü bitirirken erkeklerin gözünü biraz korkutayım birde bilimsel yaklaşımımız olsun.
Çağdaş bilim ve biyologlar erkekler sıkı durun kadınlar bundan hoşlanacaksınız. Evrim
bilimciler şöyle bir saptamada bulundu ve dirimbilimciler, dirimbilim Biyolojinin Türkçesi.
Dediler ki aslında doğa erkekleri annelerinin genlerini diğer annelere aktaran ve dişi kalıtımını
harmanlayan araçlar olarak kullanıyor. Yani erkeğin tek işlevi dişileri birleştirip soylarını
sürdürmek nitekim bu çok ilginç saptama Orhan Bursalı ‘Türban’ kitabi ve Cumhuriyet Bilim
Teknoloji Dergisi ayrıca kaynak. Nitekim Y kromozomu 300 milyon yıl içinde boyutunun üçte
ikisini yitirip üçte bire indi. Bu çok ilginç eşeysiz üremeye doğru giden bir şeyden söz
ediyoruz. Kibele anamı bir kez daha kutluyorum genç kızlar. Ama tabii biz binlerce yıldan
aldık binlerce yıl öteye götürdük bugünlere daha çok var ya da öyle günler olsun dilemiyoruz.
Biz de eşit dilimizle yücelttiğimiz denkliği ve eşitliği ekinimizle ne güzel böyle taçlandırdığımız
bir arada olmanın güzelliğini bu savaşında en büyük eylem gücümüz olarak görüyoruz
birlikte.
Prof. Dr. Sarper Süzek: Küçükaras’ın sunumu bana küçük bir şey hatırlattı. Kemal Tahir’in
Devlet Ana romanını düşündürttü. O romanda Türk Toplum geleneğinde kadının yeri önemi
gücü çok iyi bir şekilde anlatılır hatta denetlik değil kadının üstünlüğüdür toplum geleneğinin
üstünlüğü. O roman kolay okunan bir romandır. Tavsiye edeceğim. Nasıl buralara geldik o
günle bugünü kıyaslama imkanı da sağlayacaktır.
Müjde Avcıoğlu, Avukat, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi: Benim
konum tabii çok güncel bir konu hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Ama ne dereceye kadar
dikkat ediyorsunuz o yönlere ben onu bilemiyorum. Konumuzda bildiğiniz gibi ‘Medya ve
Kadın’ günümüzde hepimizin bildiği gibi kitle iletişim araçları dediğimiz internet sinema DVD
televizyonda radyo gibi araçlar artık bizim dünyamıza tamamen yerleşmiş araçlardır. Eskiden
biz basına basın derdik o zaman sadece basın vardı. Şimdi yazılı medya tabirini kullanıyoruz.
Basını dördüncü güç olarak kabul ederdik. Ama ne yazık ki şuanda özellikle ülkemizde ve
bazı diğer ülkelerde de var tabii. Artık medya daha doğrusu kitle iletişim araçları dördüncü
güç olmaktan çıktı birinci güç haline geldi. Neden? Çünkü çok hızlı yaygın bir etkileme alanı
bulunmaktadır. Hemen hemen her köye kadar girmekte. Eskiden basınımız biliyorsunuz bir
gün iki gün sonra gazete olurdu Anadolu’da. İstanbul’da basılırdı iki gün üç gün sonra ancak
Anadolu’nun ücra köşelerine gidebilirdi. Ama şimdi bütün ülkemizde televizyonu açtığınız
zaman 70 küsur kişide aynı şeyi izleyebiliyor duyabiliyor. Dolayısıyla televizyonun ve özellikle
televizyon üzerinde duracağım ben bugün radyo üzerinde durmayacağım ve gazetelerin
toplumun sosyal yaşamını değiştirmekte onu olumlu yöne yönlendirmekte ve onu etkilemekte
çok büyük bir araç. Peki, bizim ülkemizde kitle iletişim araçları bunu nasıl kullanıyor? Olumlu
4
yönde mi kullanıyor olumsuz yönde mi kullanıyor? Yani televizyonu izlediğimiz zaman
veyahut da bir gazeteyi açtığımız zaman karşımıza gelen sahne nedir? Cinsiyet eşitliğini
görebiliyor muyuz? O zaman şöyle kısaca öncelikli olarak cinsiyet ne demektir ondan
başlamak istiyorum. Cinsiyet biyolojik bizim tanımımızdır. Doğumla olur fizyolojiktir, genetiktir
doğumla başlar. Yani kadın ya da erkek doğmanız sizin elinizde değildir.
Ancak daha doğmadan önce cinsiyet belirlemeniz başlıyor. Nasıl başlıyor? Hele şimdi birde
ultrasonlarla çocukların cinsiyeti önceden belirlendiğinden kız olacağı tespit edilirse pembe
odalar yapılıyor pembe giysiler hazırlanıyor. Erkek olacağı belirlenirse bu sefer mavi odalar
yapılıyor mavi giysiler ona göre alınıyor. Demek ki daha biz doğmadan bizim cinsiyetimize
uygun rol biçilmiş oluyor. Neden kıza pembe erkeğe mavi? O da tabii ki cinsiyet belirleme de
etkin bir rol bu, o zaman neye geliyoruz? Toplumsal cinsiyete geliyoruz. Toplumsal cinsiyet
işte biz doğduktan sonra başlayan cinsiyet bizim toplumda her topluma göre değişen,
toplumun cinsiyet olarak bize verdiği bakıştır değerdir. Bu toplumdan topluma değişir. Tarihi
akışının içinde değişir. Farklılıklar yaratır veya zaman içinde de değişikliğe uğrar. Mesela
Sayın Küçükaras’ın dediğiniz gibi önceleri demek Orta Asya Türkleri kadına şimdikinden
daha çok fazla değer verdiği de ortaya çıkıyor. Demek ki tarihi süreç içinde bizim kadına
verdiğimiz değerde gün geçtikçe düşmeye başlamış. Peki, bu nasıl doğduktan sonra önce
aileyle başlıyor. Ailede ne deniyor? Benim hanım kızım, oğlana ne deniyor aslan delikanlım.
Yani sıfatlar bile aileyle birlikte başlıyor eşitsizlik aileyle birlikte başlıyor. Okul kitaplarını ele
alalım. İlkokula geliyor açınız bakınız alfabe kitaplarına anne kız; kız annesine yardım
ederken. Erkek çocuk nasıl? Babasına otomobil tamiri ederken ya da onunla top oynarken
kız çocuk top oynamaz mümkün değil. Bu nedenle o zaman neye geldik? Toplumsal cinsiyet
eşitliği, demek ki eşitsizlik daha doğumla birlikte başlamış oluyor. Cinsiyet eşitliği nedir
fırsatları kullanmada eşitlik kaynaklarda kullanmada eşitlik her hizmette eşitlik maaşta eşitlik
her şeyde eşitlik. Peki, medyanın burada ilgisi ne oluyor o zaman katkısı ne oluyor ne olması
gerekiyor? Özellikle biraz önce belirttiğim gibi medya artık birinci güç konumdadır.
Toplulukları istediği gibi yönlendirebilecek bir konumda üstelik bizim gibi ülkelerde medya
yoğunlaşması dediğimiz yani artık medya sahipliği konusunda tekelciliği başlatan bir ülkede
tabii ki bunun olmaması kaçınılmazdır. Çünkü medyamız çok sesli değil şuanda maalesef.
Dolayısıyla medyada toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu üç ayrı dal olarak ele alabiliriz.
Bunlar nedir? Medyaya konu olan kadınlar medya sektöründe çalışan istihdam edilen
kadınlar ve izleyici kadın kitlesi olarak üç ayrı bölgede değerlendirmemiz mümkündür. Peki,
medyaya konu olan kadınlara şöyle bir bakacak olursak önce nereden başlayayım.
Haberlerden başlayalım. Haberleri açınız. Ana Haber Bültenlerini genelde baktığınız zaman
siyasi ve ekonomik konularda kadının hiç ismini göremezsiniz cismini göremezsiniz. Sadece
erkekler vardır. Ama magazin kısmına geldiğiniz zaman bir bakarsınız bütün kadınlara ama
güzel kadınlar cinselliği ön plana konmuş kadınlar bunları izlersiniz ana haber bültenlerinde.
Ana haber bültenlerinde izlediğiniz kadın nasıl bir kadındır? Dediğim gibi cinselliği ön plana
çıkmış manken onlarla ilgili haberlerdir ya da mağdur şiddet görmüş kocasından dayak yemiş
evden atılmış kadın tiplemesini haberlerde görürüz. İkisinin ortası maalesef kadın göremeyiz.
Yani normal çalışan işine giden bir kadın asla haber olamaz. Bunun haricinde magazin
programlarına gelelim. Sabah programları görüyorsunuz içler acısı programlar. Ne yapıyor?
Ya şakır şakır elinde kaşıklar ziller oynatılıyor kadın ya da ağlattırılıyor. Mağdur zavallı kocası
evden atmış maddi durumu yok oturuyor ağlıyor. Çözümü sanki oradaymış gibi görüyor
veyahut da dilediği gibi oyun oynuyor halay çekiyor göbek atıyor başka bir tipleme
göremiyorsunuz gene cinsellikle ön planda ya da mağdur kadın ön planda ve dizilere bakınız,
Diziler daha beter durumda dizilerde gördüğümüz kadın tiplemelerinde siz hiç genel müdür
kadın tiplemesi gördünüz mü ya da ne bileyim doktor kadın gördünüz mü? Kadın ya hemşire
olur ya sekreter olur dizilerde ya da çalışmayan ev kadını tiplemesi olur. Ama dizilerin
hiçbirinde üst düzey yöneticisi kadın tiplemesini göremeyiz. Kadın gene zavallıdır, kadın
şiddet görür dizilerde, dayak yer dizilerde Türk filmlerinde tokatlar atılır kadına ikide bir şak
şuk diye sesler gelir yere yıkılır. Bunlardır yani bizim kitle iletişim aracı dediğimiz araçların
gösterdiği kadın tiplemesi maalesef bunlardır. Bunlar iki ayın taramasıdır bakınız iki ay
içindeki haberler kadınlarla ilgili. Öte yandan gelelim reklamlara. Reklamlar daha da beter
reklamlarda kadın ev kadını deterjanlar içinde boğuşuyor yemekle boğuşuyor hep kadın
5
reklamlardaki tiplemede ama cinsellik de ön planda. Şimdi deterjan reklamındaki bir kadını
son derece şık bir kıyafetle görüyorsunuz. Kim şık kıyafetle ev temizliği yapar? Yani gene
burada da cinsellik söz konusu veyahut da yemek yapıyor kadın son derece şık makyajlı
yanında kız çocuğu var yardım ediyor oğlan çocuğuysa bakınız dikkat ediniz küçük
çocuklarda bile bunu yapıyorlar. Oğlan çocuğu annesinin yemeğini yiyor ama boyu büyüyor.
Son zamanlarda bir reklam var yağ reklamı çocuğum güçleneceksin birden boy atacaksın
diyor çocuk yiyor erkek çocuğu ama kız çocuğu bunda yok ve çocuk ertesi gün boyunu
ölçüyor 10 cm büyümüş. Yani gene erkeği reklamda da erk güç olarak gösteriyor. Peki,
reklamdaki erkekler çirkin erkekler mi hayır hepsi gene yakışıklı erkekler mankenler ama
burada gösterilmek istenen erkeğin mankenliği değil, güzelliği değil orada erk var. Araba
reklamlarına bakınız kaç tane kadın var araba reklamında hep erkektir. Var bir iki tane oldu
ama onlar nasıl gösterildi. Trafik kuralları ihlal eden aptal kadın rolünde gösterildi.
Cinsiyetiyle cazibesiyle o trafik kuralı ihlal istemeyen kurtuluyor. Ama cinselliğiyle kurtuluyor
aklıyla değil ve mesela bir merdivenle ilgili bir TOYOTA reklamıydı yıllar önce hiç
unutmuyorum. Kadın arabasını evin altına park ediyor. Merdivende tırmanan bir adamcağız
var merdivenden kayıyor. Kadın koşa koşa bir dakika diye aşağıya iniyor. Adamcağız
zannediyor ki kendini kurtaracak kadın. Hayır, kadın arabasını çekiyor. Kadın yine
merdivenden düşer halde adamı bırakıyor. Bu da bir araba reklamı kullanılmış ama nasıl
kullanıldığını da görüyoruz. Bazı durumlarda dizilerde zavallı bizim Anadolu kadınımız
dizilerde kadınlar her şey çok lüks çok güzel kendini onlarla özdeşleştiriyor hayal alemine
gidiyor toplumdan uzaklaşıyor veyahut da çocuğu olmayan bir kadın özellikle bakın bu Dallas
dizisi vardır çoğunuz bilmezsiniz o diziyi bizler biliriz. Orada hamile kalamayan kısır bir kadın
vardır Pamela mıydı neydi hatırlayamıyorum. O mesela onunla kendini kadınlar özleştirip
mutlu oluyordu o durumda olanlar bak onun da çocuğu olmuyormuş diyor. Yani artık kitle
iletişim araçları ülkemizde maalesef kadını düşündürmeyen ekranda boş boş bakan ve
kendini ikinci sınıf vatandaş olduğunu kabullendirttiren bir yapı izlemektedir. Medyada
istihdamda ne durumdayız? Üst düzey yönetimde olan hiçbir kadın yok televizyonlarda olsun
gazetelerde olsun yok. Kadınlar daha ziyade magazin konularına yönelik. Görüyor musunuz
tecavüz olayları çok fazla ama avukat olunca böyle baş puntoda büyük puntolarla veriyorlar.
Kadın birde büyük puntolarla veriyorlar. Şimdi bakınız yöneticilerin %15’i kadın %85’i erkek,
2008 yılının araştırmaları bunlar köşe yazarlarının %12’si kadın %88’i erkek, televizyonların
siyasi tartışma programlarına katılan konukların %11’i kadın, %80’i erkek, haber
kaynaklarının %18’i kadı, %82’si erkek, arka sayfa güzellerinin %100’ü kadın %0 erkek,
genel yayın yönetmenlerinin %0 kadın %100 erkek evet gördüğünüz gibi istihdam
politikasında da kadın maalesef gene ikinci planda yer almaktadır. Savaş muhabiri kadın hiç
duydunuz mu? Ben duymadım görmedim veyahut da diyelim ki politika üzerinde mesela
dikkat ediniz Ülker Hocam Sayın Hocam da çok iyi bilir. Mecliste devamlı görevli yayın
kuruluşlarının muhabirleri vardır. Kaç tanesi kadındı hocam? Ben Cumhuriyet Gazetesi’nde
bir kadını hatırlarım. Onun haricinde hepsi erkektir. Yani kadın politika kısmıyla da
ilgilenemez, ekonomiyle de ilgilenemez. Kadın magazin programlarıyla ilgilenir daha ziyade
magazin programları yaptırır.
Emine Ülker Tarhan, Yargıç, YARSAV Başkanı: Bugün yaşadığımız ülkede ve zaman
diliminde nasıl bir ülke düzeniyle karşı karşıyayız onunla ilgili benim aldığım notlar var. Bu
notlara göre kadının en az üç çocuk sözü vererek evlenebileceği bir ülke düzeni, ancak yakın
bir tarihte bir adli vaka olarak izlediğimiz gibi doğan çocuk kız ise diri diri gömülme
olasılığının da olduğu bir ülke düzeni. Kadının aynen bir engelli veya küçük bir çocuk gibi
olduğu yani hukukçu beyefendiler hanımefendiler bilirler sezgin olmadığı imasıyla anlı şanlı
anayasa taslaklarında tırnak içinde korunduğu ve kollandığı belki bir gün sokağa dahi bile
çıkmaması için üzerine tırnak içinde titrendiği, belki bir gün üçer beşer bir erkeğin himayesine
sunulacağı bir ülke düzeni. Yargının günbegün kuşatıldığı her gün buna ilişkin yeni ve orijinal
yöntemlerin geliştirildiği kendi yargıç ve savcı olguları yaratılmaya çalışılırken her türlü
fütursuzluğun sergilendiği belki bir gün Mısır’daki örnekte olduğu gibi kadın yargıçların
mesleğini icra edemeyeceği bir düzenin özlendiği bir ülke düzeni. Suç mahallerinin bile artık
değiştiği erkeklerin artık gizli saklı odalarda değil kadınları rahatça ve aleni seyre açık bir
6
biçimde dövüp öldürebildikleri yollar ve meydanların yadırganmadığı bir ülke düzeni.
Kocaman dikkat çekici otomobilleri süslü bedevi yatak örtüsü görünümdeki gösterişli giysileri
parlak mücevherleriyle türbanlı rol modellerinin doldurduğu alışveriş merkezli bir ülke düzeni.
Temel yasalara ilişkin önceki dönemlerdeki gerekçelerde çağdaşlığa ve hukuk sistemine ve
bağımsızlığa yapılan vurgunun bugün artık Avrupa Birliği’ne Avrupa Birliği açılımları ve
entegrasyonuna yani bir biçimde bağımlılığa dönüştürüldüğü bir ülke düzeni. Her gün
kocasından dayak yiyen bir kadının alnından korkma erkeğe el kalkmaz annemden öyle
gördüm kitaptadır diyerek dayağın kaderi olduğu ve katlanması gerektiği fikrini kutsadığı
dövene elsiz sövene dinsiz olmayı önerdiği bir ülke düzeni. Kara çarşafa sokulan her kadını
Gazi Mustafa Kemal’in yaptığı aydınlanma ateşini körelttiğine inanan ve karanlığı yırtmaya
çalışanların artık adeta özür dilemeye zorlandığı bir ülke düzeni. Sağ deliğin olduğu gibi
görünmenin eğitimin bilgi ve üretimin eminim küçümsenerek abartının pompalanmış boş bir
özgüvenin ve kof bir şatafatın yüceltilip genç kadınlara model olarak dayatıldığı ve ne yazık ki
çoğunlukla hiç sorgulanıp tartışılmadan kabul gördüğü bir ülke düzeni. Kız çocuklarının 21.
yüzyılda hala kampanyalarla okula çağrılmak zorunda bırakıldığı bir ülke düzeni. Hukukun
yürütülür kadın programlarının magazin malzemesine indirgenerek içeriksizleştirildiği ve
gücünün köreltildiği bir ülke düzeniyle hep birlikte karşı karşıyayız. Bakın bu hiçbirimizin
hayal etmediği bir ülke düzeniydi. Benim çocukluğumda küçük kızlar büyüyüp ülkesine
faydalı olmak, çağdaş uygarlığa bir adım daha yaklaşmaktır. Annesinden bir adım daha ileri
gitmek üretmek çalışıp kendi hayatını kurmak üzerine kurgulardı geleceğini şimdilerde
olduğundan farklıydı sanki. Ancak birde baktık ki böyle bir ülke düzeniyle karşı karşıya
kalmışız. Ancak her şeye karşın ben şuna inanıyorum ki birilerinin sandığı gibi azınlık değiliz.
Köşeye sıkışmış değiliz. Bugünlerde artık görmezden gelemeyeceğimiz biçimde Türk
Aydınlanma Devrimiyle yargı üzerinden hesaplaşmayı göze alanlar göze göz bir mücadeleyi
de göze almak zorunda olduklarını da artık görmeliler. Bizler geleneksel işbölümünü ve
anneliğin yanı sıra ağır iş yüküyle olumsuz çalışma koşullarına karşın Yargıç ve Cumhuriyet
Savcısı olmanın sorumluluğu ile emek ve onurlu yaşamıyla belki olanaksızı başaran kuşaklar
boyunca ülkesinin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine adalet dağıtmayı ülkümüz
saymış yüzü aydınlığa dönük ve cesur Türk Kadın ve Yargıç ve Cumhuriyet Savcılarımız. Bu
yoldaki bir hukuk mücadelesinin ayak seslerini artık duyurmaktayız. Bu konuda hukuk içinde
mücadele etmekte de kararlıyız. Çünkü hukukun gittiği yer karanlık olamaz. Hukuk hep
aydınlık için adalet için özgürlük için var olmuş ve olmaya da devam edecek. Bakınız Sayın
Konuklar kendi alanım için konuşabilirim. Bildiklerimi size anlatabilirim. Sizinle böyle özel bir
günde özel şeyleri paylaşabilirim. Ben bir Ceza Yargıcıyım ceza kürsüleri bir yargıç için
mesleki açıdan çok tatmin edicidir. Mağduru korumak adalete en azından yaklaşabilmek onu
somutlaştırmak bir sevdadır aslında. Tabii duruşma salonlarını gece uykunuza taşımazsanız
eğer. Aslında yaşamın en zorlu karanlık ve derin duyguları da duruşma salonlarında gezinir
durur. Oradadır uzansanız dokunacağınız dirlikte bazen korkutucu vahşilikte oradadır yaşam
bazen iç burkucudur. Ben ne yargıçlar tanırım yargıladığı yoksul yetimin yırtık ayakkabılarına
gözü takılmış. Ayakkabı alıp isimsizce cezaevine göndermiş ve ne yargıçlar tanırım köhne
arşiv görünümlü adliye duruşma salonlarında çalışmaktan bırakın kadınlığını anneliğini
unutmuş çocuklarıyla ortak bir hafıza dahi yaratamadan bir fincan kahve sohbetini
yaşamından çalarak tüm yaşayamadıklarını da yanına alarak erkence sessizce göçüp gitmiş.
Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum ve selam gönderiyorum buradan onlara. Anlatacaklarım
bir kadın ceza yargıcının sıradan bir duruşma anıdır. Verdiğimiz isimlerin hepsi sahte olaylar
ise gerçektir. Anlatacaklarım yaşanmış ama isimsiz kalmış bir adliye tutanağıdır. Sayın Hülya
Hanımefendinin az önce işaret ettiği 15 yaşındaki kızların ne olması gerektiği belki bu şekilde
daha fazla ortaya çıkar.
Uzak bir A şehrinden gelmişti uzak köylerinden birinden T şehrinin yakın köylerinden birine
sattıklarında, o 15’ni bile doldurmamıştı. Yazın ilk günleriydi dedesiyle babası bir traktör
römorkuyla getirip teslimatı yaptılar. Dedesine 1 milyar, babasına 600 milyon vermiş
helalleşmişti damat Çiftçi Mehmet. Damat 61 yaşındaydı; üçü evli öbürleri de kendini
kurtarmış yetişkin 5 çocuğu vardı. Hanım hasta bakanım yok diye sızlanıp durdukça kahvede
akıl daneleri çok oldu. A şehrinden gelenler çok ucuza gelirmiş dediler, dediler adamın aklını
7
çeldiler. Jandarma tutanağından okudum. Neden aldın küçücük kızı dedim. Nasip kısmet
hakime hanım getirip bıraktıkları gün hesabı ödeyip babasıyla dedesini yolculayıp namazımı
kıldım. Doğrudur o gün kızlığını ben bozdum. Üç kere ilişkiye girdim. İstemiyordu ama çok da
zorlamadım. Kollarındaki morluklar mı vallahi billahi ben bastırıp morartmadım. Ailesi dövüp
morartmıştır. Zaten hiç gelmek istememiş. Dediler ki en küçük kardeşi oğlan bebeğe de çok
düşkünmüş. O, besler yıkar paklar büyütürmüş. Evcilik oynar gibi oynarmış bebekten
ayrılmamak için çok ağlamış kaçıp saklanmış.
Bulup çıkartmışlar römorka attıkları gibi getirmişler. Morluklar benden değil onlardandır
billahi. Zaten çok yabani bir kızdı insan içine çıkmıyor hiç normal davranmıyordu. Acaba
konuşamıyor muydu konuşmuyor muydu bilemiyorum. Ama Allah için verilen her işi görüyor
ses etmiyordu. Hanımı yıkıyor yemeğini yediriyordu. Oturup uzaktaki dağlara bakıyordu.
Bazen gülümser gibi oluyordu. Sonraki günlerde sabahları kalktığımızda ilkin bulamıyorduk.
Çocuklarım komşularım hep birlik olup her yeri arıyorlardı. Köyün biraz uzağında çıplak
ayakları çamurlara dikenlere bata çıka onu getirdikleri yöne doğru koşarken bulup
getiriyorduk eve. Önce gelmemek için direnirdi sonra kendini bırakırdı. Eve gelince bir süre
sessiz sessiz ağlar sonra işlerini görürdü. Akşam üsleri çiften dönen traktörün römorkuna
çıkar oturur birinin gelip onu geri götürmesini bekler. Geldiği yollara bakar bakar düşünür
dururdu. Ne düşünürdü bilmem. Ne düşünürdü bunlar benim tahminlerim. Çünkü
tutanaklarda buna ilişkin veriler vardı. Son kucağıma aldığımda anam gene kızmıştı. Sakın
bir daha emzirmeye kalkma senden hem süt gelmez hem de kardeş sütü içilmez demişti.
Bebek kardeşim daha 6 ayını yeni doldurmuştu. Kara saçları öyle çoktu ki gözlerinin içine
girer gözlerini yaşartırdı. Yumuk elleriyle gözlerini oğuşturur sonra bana uzanır burnumu
kulaklarımı çekiştirirdi. Kocaman ağzını boynuma kollarıma yapıştırır diş salyaları her yanımı
ıslatırdı. Gece gündüz koynumda yatar kokusu kokuma karışırdı. Ceviz ağacı yaş ceviz
taneleri gibi kokardı kardeşimin bebek teni. Koynumdan kayıp düştüğünü öldüğünü
görürdüm. Sık sık rüyalarıma girerdi. Ağlayarak uyandığımda süt kokulu homur homur
soluğunu boynumda duyar burnumu saçlarına gömerdim. Kesip koynumda sakladığım
saçlarını bulduğumda anam böyle bir sevgi kötüdür, iyiye alamet değildir, fazlası zarardır
derdi. Beni uzaklara sattıklarını öğrendiğimde çok ağladım. Kaçıp ağıla saklandım ama
buldular.(adli tutanaklardan) Daha geleli 20 gün olmamıştı hakime hanım. Bir sabah ceviz
ağacında sallanır buldum oysa bir güzel geçinip giderdik. Yemeğini esirgemedik, lokmasını
saymadık, üst baş bile aldık. Niye böyle yaptı anlamadık hakimim. Otopsi raporu okundu. 15
yaşlarında kadın 160 cm boyunda 45–46 kilogram ağırlığında üzerinde penye bluz basma
etek adli emanete alındı. Genital muayenesinde saat 6–9 hizasında çentikler anal bölgede
zorlanmaya bağlı kızarıklık, boyunda izler sol kol iç bölgelerinde bastırmaya bağlı olduğu
değerlendirilen morluklar, iri kara gözler esmer ipek yüzü ile göğüste noktalı kanamaları örten
genç siyahı saçlar, ağır işlerden şişmiş çatlamış kalınlaşmış ana kuzusu eller yaralı yırtık, yol
iz bilmez çıplak ayaklar parmaklar arasından kayıp rüzgarlara karışan bir tutam kara bebek
saçı. Kesin ölüm nedeni asfiksi hukukçular bilirler havasız kalma nefes alamama demektir.
Evet, havasız kalmış nefes alamamıştı işte. Böyle bir ülke düzeninde nefessiz kalmıştı. Onun
gibilere artık temiz hava vermek bir nefes vermek şart, ben burada ülkemizi en temiz havayla
dolduracak olanları görüyorum ve onları saygıyla selamlıyorum.
Özge Yücel, Araştırma Görevlisi, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk
Ana Bilim Dalı: Öncelikle tüm emekçi kadınların Dünya Kadınlar Gününü de kutluyorum.
Ayrımcılıkların son bulduğu bir dünyada yaşamayı diliyorum. Ben sizlere SEDAV olarak
bilinen kadınlara karşı her türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve bunun kadına karşı
ayrımcılığın önlenmesindeki yerinden söz etmek istiyorum ve bu arada bizim iç
hukukumuzdaki aksaklıkların SEDAV karşısındaki durumumuzdan da bahsetmek istiyorum.
Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi Birleşmiş Milletler tarafından
hazırlanmış ve imzaya açılmış bir sözleşmedir 1979 yılında kabul edilmiştir. Türkiye bu
sözleşme 1985’te taraf olmuştur. Sözleşmeden şöyle nasıl bunun işlediğinden bahsedersek
sözleşmeyi uygulamak üzere bir komite kurulmuştur ve komite 23 uzmandan oluşmaktadır.
Bu uzmanlar seçildikten sonra kendi adlarına hareket etmektedir ve daha çok SEDAV
sözleşmesinin etkili uygulanabilmesi için bir de ek protokol kabul edilmiştir. Bu protokolden
8
ve getirdiği seçeneklerden biraz sonra bahsetmek istiyorum. Öncelikle sözleşmenin
içeriğinden bahsedersek sözleşmenin amacı kadın erkek eşitliğini her alanda eylemli biçimde
gerçekleştirmektir. Bunun araçları bizde yasal ayrımcılığın yasaklanması ve cezalandırılması
yargı kararlarında bunun önlenmesi ayrımcılığa karşı önlem alınması kişi ve kuruşların
ayrımcılığına karşı önlem alınması olarak ön görülmüştür. Sözleşmenin birinci maddesine
göre kadınlara karşı ayrım kadınların medeni durumuna bakılmaksızın ve kadın ile erkek
eşitliğine dayalı olarak politik ekonomik sosyal kültürel ve medeni ve diğer alanlardaki insan
hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını kullanılmasını engelleyen ya da ortadan kaldıran
ve bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım mahrumiyet ya da
kısıtlama anlamına gelecektir. Pozitif ayrımcılık ise daha farklı bir kavramdır. Bu kavramda
sözleşmenin içinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Dördüncü maddesine göre fiilen yani olgusal
anlamda eşitlik içinde alınan önlemler bu sözleşmeye göre bir ayrımcılık oluşturmayacaktır
ve gerçek anlamda kadın erkek eşitliği hedefine ulaşıldığında bu önlemlere son verilecektir.
Sözleşmenin ayrıntılar karşısında ön gördüğü önlemlerin yelpazesi oldukça geniştir. Kadının
toplum, aile, çalışma, siyaset yaşamında aslında yaşamın her alanında kadına karşı
dayatılan ayrımcılığı da kapsamaktadır. Şöyle bir göz atıldığında cinsler arasında üstünlük ya
da aşağılık düşüncesine son vermek, kalıplaşmış rollere dayalı ön yargı geleneksel veya
diğer uygulamaların kalkması için sosyal ve kültürel kalıplarını değiştirmek, seçme seçilmede
her düzeyde siyasi karar mekanizmalarında ya da diğer derneklerde, uluslararası
toplantılarda katılımı eşit hale getirmek yurttaşlığın kazanılması değişim konularında
yurttaşlığın korunmasında bir ayrıma yer vermemek ki biliyoruz bu konuda bir kadın bir
yabancıyla evlendiğinde yurttaşlığı olumsuz biçimde etkilenmemektedir erkeğin aksine.
Eğitimde eşit koşullar sağlanması ayrımcılığa karşı olacak bir eğitim içeriği hazırlanması eşit
çalışma ve sosyal güvenlik tahkiki biraz sonra bu konuda Sayın Hocamız daha ayrıntılı
olarak değinecektir. Evlenme nedeniyle işten çıkarma ayrımı yasaklanması ve
cezalandırılması banka kredisi, ipotek ve diğer mali kredileri almada, aile zammından
yararlanmada eşitlik sağlanması ki bu konuda da ülkemizde tartışma çıkmıştır. Daha önce
böyle bir destek sağlanacağı duyurulmuştu. Key olarak biliniyordu. Konut edindirme yardımı
ödemeleri ödemelerinin evli eşler bakımından erkeğe ödeneceği belirtilmişti ve bekar olan
kadınlar için yani onların aile kurduğu kabul edilmediğinden onların bu yardımdan
yararlanması mümkün olmadı. Daha sonra diğer bir konuda medeni haklarda eşitlik
sağlanması ve bu arada aile adı meslek ve eş seçiminde eşit kişisel haklar tanınmasında
yine bu sözleşmenin ön gördüğü konular arasındadır. İlk ki Türk Medeni Kanununda artık
meslek seçimi konusunda bir ayrımcılık söz konusu değildir. Kadın ya da erkek mesleğini
dilediği gibi özgürce seçebilmektedir. Ancak aile adında ayrımcılık ne yazık ki devam
etmektedir. Aile adının seçiminde ve çocuğun soyadının belirlenmesinde bir dayatma söz
konusudur. Ayrımcılığa son vermek isteyen ülkelerde bu konuda daha özgürlükçe seçenekler
ön görülmüşken Türk Hukukunda tek tip bir düzenleme vardır. Bu da erkeğin soyadının
kadının soyadının değiştirilmesi ve çocuğun soyadını alacak biçimde belirlenmesi eğer bir
çocuk evlilik içinde doğmuşsa mutlaka babasının soyadını alır başka bir seçenek ön
görülmemiştir. Bu dayatmanın SEDAV’a aykırı olduğunu açıkça görüyoruz. Aile adındaki
ayrımcılığın Anayasaya aykırı olduğu savı ve gerek daha önceki yasa döneminde ileri
sürülmüştür. Gerekse bu yasa döneminde bu yasanın yürürlükte olduğu dönemde ileri
sürülmüştür. Daha farklı şekilde yani çocuğun soyadının mutlaka babasının soyadının olması
yönündeki düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca her ikisi Anayasa
Mahkemesi bunun eşitliğe aykırı olmadığına karar vermiştir. Gerekçelerine baktığımızda
hukuksal açıdan doyurucu nitelik olmadığını görüyoruz. Kararın dayandırıldığı gerekçelerde
şunlardan söz ediliyor gelenekler, kamu yararı, kamu düzeni kimi sorumluluklar ya da
kuşaktan kuşağa ailesinin geçmesiyle aile birliği ve bütünlüğünün sağlayacağı düşüncesi
kadının soyadı erkeğin soyadı olması sonucunda bunun bir ayrımcılık oluşturulmayacağı
anayasaya göre eşitliğin herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olmayacağı anlamına
gelmediği gibi ifadeler yer almaktadır. Bunlar açık olmadığı gibi kamu düzeni kamu erki
zorunluluklar gibi ibareler açık olmadığı gibi ayrım muhakkik kılmaya da yeterli gerekçeler
değildir. Diğer yandan şiddete karşı etkili önlemler sözleşmeleri gördük bunlar arasında
değildir. Buna karşın SEDAV Komitesi tavsiye kararlarında şiddete karşı etkili önlemler
9
alınmasını da işleyerek aslında kadına karşı ayrımcılık yasasını genişletici bir yorum
yapmıştır. Ülkemize karşı şiddete karşı etkili önlem alabilmek için ailenin korunmasına dair
kanun çıkarılmışsa da bu kanun şuanda birçok eksiği de içinde barındırmaktadır. Yasanın
salt sözel yoruma dayanarak yapılan uygulama evlilik dışı ilişki yaşayanlara birlikte yaşadığı
kişilerin şiddetinden ya da boşanmış kadınların boşandığı kişilerin şiddetinden
koruyamamakta ve kadınlara karşı medeni durumlarına göre bir ayrımcılık yaratılmaktadır.
Sözleşmede ülkemiz açısından büyük önem taşıyan bir hüküm var ki buna göre çocuğun
erken yaşta nişanlanması ya da evlenmesi hiçbir şekilde yasal sayılamaz. Ama Türk Medeni
Kanununa göre 17 yaşındaki bireyler kadın ve erkek olarak tanımlanan kişiler ki bunlar
çocuktur. Yasal temsilcilerin izinleriyle evlenmektedir. Yine 16 yaşındaki çocuklar da yargıcın
izniyle evlenebilmektedir. Bu düzenleme bir kere çocuk haklarına aykırıdır bu çok açıktır.
Çünkü o yaşta bir çocuğun bu derece ağır sorumlulukları alması beklenemez. Diğer yandan
çocuk yaşta çocuk sahibi olması beklenen kız çocukları görünür ya da görünmez baskılarla
zorlamalarla evlendirilmesi kesinlikle SEDAV Sözleşmesine de aykırıdır. Kadına yönelen
baskı ve ayrımcılık aslında kız çocuklarının doğumuyla başlamaktadır. Daha sonra ergenlik
çağında şiddetlenerek devam etmektedir. Toplumda bu egemen yargıları aşamayan
düzenleme ivedilikle değiştirilmelidir. Yargıcın izniyle 16 yaşında evlendirilen kız çocukları
için aslında izni isteyende anne babalarıdır. Böyle bir istemle bir anne baba Sayın Yargıç
Eray Karınca’nın görev yaptığı 8. Aile Mahkemesine de başvurmuş Eray Karınca bu istemi
reddetmiştir ve gerekçesinde şöyle demektedir. Somut olayda davacıların küçük bireyi
evlenmesi için öne sürdükleri bir akrabayla nişanlı olma ve evlenme için acele etmeleri gibi
nedenler olağanüstü neden olarak kabul edilemez. Bu nedenlerle davanın reddine karar
verilmiştir. Ayrıca demiştir ki açıkça dile getirilmemesine karşın ailenin küçük bireyi
evlendirmek istemesi ailede çocuk sayısındaki çokluk buna karşılık ekonomik ve sosyal
açıdan güçsüzlüğüdür. Bu nedenle ailenin ekonomik ve sosyal anlamda desteklenmesi
küçük yaşta evliliğin yaratabileceği sorunlar hakkında bilinçlendirilmesi ve küçük bireyle
kardeşlerinin okumak için yönlendirilebilmesi amacıyla gerekli kurumlara yazı yazılmasına
karar vermiştir Sayın Yargıcımız. Bu karar için kendisini kutluyorum çok önemli örnek bir
karar aynı zamanda sosyal devlet olduğumuzu hatırlatan da bir karar. Karardan da
anlaşılacağı gibi aslında küçük yaşta evlendirmenin temellerine inildiğinde çok ekonomik
olduğu görülmektedir. Bu çocukları eğitim hakkı tanımak yerine evlendirerek adeta baştan
savmak bir çözüm yolu olarak kabul görmüştür. Ancak kadın ve çocuk haklarını uygun
düşmeyen bu tutuma karşı çıkış ne yazık ki Değerli Yargıçlarımızın kişisel kararlarıyla sınırlı
kalmaktadır. Bu nedenle yasal düzenlemenin değiştirilmesi gereklidir. SEDAV ek protokole
gelecek olursak bu protokol başvuranlara yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine benzer
şekilde başvurma hakkı tanımaktadır. SEDAV Sözleşmesinde tanınmış hakların ihlali
sonucunda mağdur kalındığı savıyla bireyler gruplar ya da kurumlar bu kişiler adına birebir
başvuru yapabilmektedir. Ancak bu başvurunun kabul edilmesi için iç hukuk yollarının
tüketilmesi ya da Avrupa İnsan Haklarındaki Sözleşmede olduğu gibi etkili bir iç hukuk
yolunun bulunmaması gerekmektedir. Bu protokol ihtiyari niteliktedir yani taraf devletler
isterse protokole taraf olmaktadır. Türkiye’de bu protokol 2003 yılında yürürlüğe girmiştir.
Ayrıca bu başvuran kişiler ve başvurusu için sözleşme aykırı nitelikte ise ya da hakkın kötüye
kullanılması niteliğindeyse ya da komite de uluslararası soruşturma ve çözüm çerçevesinde
incelenmiş örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde inceleniyorsa ya da incelenmişse
başvuru kabul edilmeyecektir. Protokolün ön gördüğü diğer bir yol ise doğrudan incelemedir.
Komite sözleşmedeki hakların ciddi sistematik biçimde ihlal edildiği yönünde güvenilir bilgi
alırsa inceleme için devlet işbirliği yapmaya davet eder ve bu konuda bir araştırmacıyı
atayabilir. SEDAV’ın taraf devletlere yüklediği birde düzenli rapor verme ödevi
bulunmaktadır. Bu ödevin yerine getirilmesi kadın örgütlerinin işlevi oldukça önemlidir. Daha
önce komitede başkanlık yapmış Prof. Dr. Feride Acar bu kuruluşların gerek resmi rapor
hazırlanmasına katkıda bulunduğunu, gerek gölge raporlarıyla katkıda bulunduğu
belirtmektedir. Gölge Rapor nedir? Gölge Rapor aslında hükümetin yansıtmak istemediği
olumsuzlukları yansıtan ciddi hak iddia edenleri anlatan resmi olmayan rapordur. Bu da resmi
raporla birlikte sivil toplum örgütleri tarafından ortaklaşa hazırlanarak ilettirilir ve gölge
raporun Türkiye’yle ilişkileri komitenin verdiği tavsiye kararını önemli ölçüde etkilediği
10
görülmektedir. 2005 tarihli tavsiye kararlarında baktığımızda şunlar dikkat çekmektedir.
Eşitsizliğin temelinde ataerkil yapı kültürel basmakalıplar ve gelenekler bulunmakta ve bunlar
erken yaşta zorla evliliklere ya da çok eşliliğe yol açmaktadır. Edinilmiş bağlara katılma
rejiminin yarı yetkin uygulanması gerektiği vurgulanmaktadır. Bizim yasamızın uygulanma
kanununa göre ne yazık ki sadece 2002’den itibaren edinilmiş mallar için bu rejim
uygulanmaktadır. Bu da ayrımcılık oluşturmaktadır. Şiddetin sürdüğü ve ailenin korunmasına
dair yasanın uygulanmasının izlenmesi gerektiği belirtilmiş bu konuda yetersizlikler
vurgulanmıştır; sığınma evlerinin yetersiz olduğu vurgulanmıştır. Siyasete katılmada kota
uygulanması gerektiği belirtilmiş. Eğitimde farklı özel önlemler alınması gerekliliği belirtilerek
en son kadın sağlığına ilişkin bilgilendirme çalışmaları yapılması ve sağlık hizmetine ulaşımın
her kadın için mümkün olması gerektiği belirtilmiştir. Son olarak komitenin 1997’de verdiği 26
nolu genel tavsiye kararında birçok konu ele alınmıştır. Ama benim özellikle dikkatimi çeken
ve ülkemizde de çok bağdaştırdığım bir kısımdan söz etmek istiyorum. Burada deniliyor ki
birçok ülkede gelenekler ve sosyal kültürel yapı kadınlara oy hakkından vazgeçilecek
niteliktedir. Birçok erkek ikna yoluyla ya da doğrudan kadınların oylarını etkiler ya da kontrol
altına alır. Politika konusunda kadınların yetersiz bilgilere sahip olması bu konuda
örgütlenme yetersizliği de kadınların siyasi yaşamda erkeklerle eşit düzeye gelmesinin önüne
geçmektedir. Taraf devletlerin raporları gösteriyor ki diye kadınlar hükümet kabinelerinde
devlet hizmetinde ve kamu yönetimlerinde adli yönetimler ve adalet sisteminde üst düzey
yönetimlerin dışına bırakılmaktadır. Etkin ve üst düzey pozisyonlara nadiren atanmaktadır.
Bazı devletlerde sayıları nispeten artarken genellikle ekonomi politikalarının geliştirilmesiyle
ilgili karar verme mekanizmalarında bulunma siyasal ilişkiler savunma ve barış politikalarında
anayasal yorumlarla ilgili karar verme süreçlerinde çok küçük oranda temsil edilmektedir. Ne
kadar tanıdık geldi değil mi?
Aslı Şimşek, Araştırma Görevlisi, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu
Hukuku Ana Bilim Dalı: Bugün sizlerle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki Cinsiyet
Ayrımcılığı yasağını paylaşmak istiyorum. Öncelikle İnsan Hakları ve Kadın Hakları
birlikteliğine de kısaca değineceğim. Kadın Hakları İnsan Haklarının bölünmez bir parçası
niteliğindedir. Şöyle ki toplumsal cinsiyet duyarlılığının artması Uluslararası İnsan Hakları
düzenlemelerinin sadece erkek deneyimleri ile özdeşleşen bir anlayıştan çıkıp aynı zamanda
kadınlarının farklı deneyimlerini kapsayan anlayışa kavuşması ve bunlara ek olarak yakın
zamanlardan itibaren geçmişten gelen köklü eşitsizliklerini düzeltme girişimlerinin
yoğunlaşması ile kadının insan hakları artık insan hakları içinde önemli bir yer teşkil
etmektedir. Konumuz gereği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine kısaca değinecek olursak hukuk sistemimiz açısından hakla özgürlükleri
koruma mekanizmalarından biri de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Türkiye Sözleşmeyi
10 Mart 1954’te onaylamış. 18 Mayıs 1954’te yürürlüğe koymuş. Aynı zamanda 1987 yılında
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanımış bunun yanında 1989’da
mahkemenin yargı yetkisini kabul etmiştir. Dolayısıyla kısaca Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi bugün bizim için ne anlam ifade ediyor ona bakarsak sözleşmenin 19.
maddesine göre sözleşmede devletler tarafından kabul edilen hükümlülüklere uyulmasını
sağlamak için yargısal denetim yapmak için kurulmuş sürekli bir koruma mekanizması
niteliğindedir mahkeme. Şimdi asıl konumuza gelirsek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
ayrımcılık yasa iki farklı düzenlemeyle dile getirilmektedir. Bunlardan biri sözleşmenin 14.
maddesi maddeyi okumayacağım sadece şunu söyleyeyim. Sözleşmedeki tanınan hak ve
özgürlüklerden yararlanma cinsiyet bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır
denmektedir kısaca. Görüldüğü gibi madde sözleşmedeki hak ve özgürlüklerden
yararlanmada cinsiyet ayrımcılığı yapılması yasaklanmaktadır. Dikkatinizi şu noktaya çekmek
istiyorum. Getirilen ayrımcılık yasağı bu madde kapsamında sadece sözleşmede düzenlenen
hak ve özgürlüklerle sınırlıdır. Ayrımcılık eyleminin kendisi bir insan hakları ihlali olarak
öngörülmemiştir. Bunun birazdan ne demek olduğunu açıklayacağım. Sözleşmedeki diğer
düzenleme ise 12 numaralı ek protokolde yer alıyor. Protokolün birinci maddesine göre
yasayla ön görülmüş olan tüm haklardan yararlanma cinsiyet bakımından hiçbir ayrımcılık
yapılmadan sağlanır. Hiç kimse hangisi olursa olsun hiçbir kamu makamı tarafından özellikle
11
1. fıkrada belirtilen gerekçeler dayalı bir ayrıma maruz bırakılamaz. Bu maddenin 14.
maddeden farkı protokolün 1. maddesi ayrımcılığı sözleşmenin içerdiği hak ve özgürlüklerle
sınırlı olmaksızın genel olarak yasaklamakta şimdi neden aynı zamanda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinden de bahsettim onu açıklığa kavuşturayım. Çünkü Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde düzenlemelerin bu hususta anlaşılması gerektiği aslında Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına bağlı olarak gelişme göstermekte dolayısıyla 14.
maddedeki ayrım ve diğer maddeli ayrımcılık yasağının nasıl anlaşılması gerektiği aslında
mahkemenin vermiş olduğu kararlar doğrultusunda yorumlanmakta. Şimdi mahkemenin 14.
maddeye bakış açısını incelersek öncelikle mahkeme 14. maddenin bağımsız nitelikte
olmadığını belirtiyor. Bu ne demektir? Yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin bir başka
maddesiyle bağlantılı olmadıkça uyuşmazlıkla uygulanamaz diyor. Dolayısıyla 14. madde
tamamlayıcı niteliktedir. Mahkeme tek başına 14. maddeyi bir aykırı önerisi saymamakta
örnek veriyorum özel hayatın gizliliği ayrımcılık ilkesi ihlal edilerek ihlal edilmiş şeklinde karar
vermekte. Dolayısıyla sözleşmede düzenlenen hak ve özgürlüklerin biriyle bağlantılı olarak
ayrımcılık yasağının ihlal edilmiş olma ihtimalini mahkeme yeterli görmektedir incelemek için.
14. maddedeki ayrımcılık yasağının diğer özelliği yasağın mutlak nitelikte olmamasıdır. Bu ne
demektir? Benzer olan durumlar arasında görülen farklılıkların kanunen farklı muameleleri
haklı gösterip göstermeyeceğine ve bunun derecesinin ne olacağının değerlendirilmesi
konusunda sözleşmeci devletlere bir takdir yetkisi tanınmaktadır. Buradan da şunu
anlayabiliriz. Takdir yetkisinin kapsamı konuya ve ortaya çıktığı koşullara göre değişebilir.
Mahkeme buradan bir ayrımcılık yapabilirsiniz diyor. Belki bu cinsiyet ayrımcılığının
mantığına ters gelebilir şuan ama burada kastedilen yaptığınız ayrımcılığın biraz sonra
değineceğiz makul ve nesnel olup olmamasıdır deniyor. Dolayısıyla yapılan pozitif ayrımcılık
mahkemenin önüne geldiğinde bu ayrımcılık yasağını ihlal etmiştir dememize gerek yok.
Daha sonra mahkeme bu takdir yetkisini kullanan sözleşmeci devletin yaptığı tasarrufun
ayrımcı nitelikte olup olmadığını tespitte kullandığı belli başlı ölçütler var asıl önemli olan bu
ölçütler aslında. Mahkeme öncelikle 14. maddenin benzer durumdaki kişileri farklı
muameleye karşı koruduğu tespitini yapıyor. Yani benzer durumdaki kişilere farklı muamele
yapılması aslında cinsiyet ayrımcılığı oluyor bu durumda. Daha sonra farklı muamelenin
ayrımcılık yasağını ihlal edip etmediğini bakarken şu kıstasları kullanıyor. Farklı muamele
istismara ve makul bir nedene dayanmıyorsa meşru bir amaç gütmüyorsa ve aynı zamanda
başvurulan araçlarla ulaşılmaya çalışılan amaç arasında makul bir ölçümlük ilkesi ilişkisi
yoksa ayrımcılık yasağını ihlal etmiştir diyor mahkeme bu şekilde 14. madde aslında
okuduğumda gayet kapalı tek cümlelik bir madde gibi görünüyor. Fakat mahkeme bu şekilde
ölçütler getiriyor cinsiyet ayrımcılığını belirlerken ve vermiş olduğu birkaç karardan örnek
vermek istiyorum. Bozulmuş 1993 tarihinde bir İsviçre Davasında kadın başvurucu 6.
maddede düzenlenen adil yargılanma hakkının kullanılması sırasında cinsiyet nedeniyle
ayrımcılık yapıldığını iddia ediyor. Mahkeme burada ilk olarak adil yargılanma hakkı
bakımından delillerin kabul edilebilir konusunun öncelikle aslında ulusal hukuku ilgilendiren
bir konu olduğunu belirtiyor fakat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin görevinde ise iç
hukuktaki yargılamayı davada sunulan delillerle bir bütün olarak ele alıp yargılamanın adil
olup olmadığını karar vereceğini söylüyor ve bunu nasıl cinsiyete dayalı ayrımcılık yasağı
ihlali olarak görüyor onu belirteyim. Ulusal mahkeme kararını çocuk doğuran kadınların
işlerini bıraktıkları şeklinde bir ön kabule dayandırılıyor ve ulusal mahkemenin kararında tek
esaslı gerekçe bu olduğu için burada cinsiyete dayalı farklı muameleden kaynaklanan bir
ayrımcılık yasağı tehdidin de buluyor. Bu kararında mahkeme Avrupa Konseyine üye
ülkelerde cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesinin temel neden olduğunu cinsiyetler arasında farklı
muamelenin haklı görülebilmesi için çok güçlü ve objektif nedenler bulunması gerektiğini
belirtiyor. Diğer bir örnek karar 2002 tarihli bir Hollanda Davası mahkeme burada kadın
başvurucunun 65 yaşına ulaşan kadın başvurucunun yaşlılık aylığında sırf eşi yurtdışında
çalıştığı için aynı kesintinin yapılmasını aynı durumdaki evli erkeklerde ise kesinti
yapılmaması durumunu mülkiyet hakkının cinsiyet yapanın ayrımcılık yapılarak ihlal edildiği
kararını veriyor. Bu kararlar diğer ülkelerle ilgiliydi. Şimdi Türkiye’ye dönecek olursak
mahkemenin Türkiye’yle yine cinsiyete dayalı ayrımcılık kararı aslında çoğumuzun bildiği gibi
Ayten Ünal Tekeli’nin Türkiye’ye karşı açmış olduğu dava 2004 Türkiye davası bu dava 2004
12
tarihinde özel yaşama saygı hakkı konusunda isim hakkı bakımından cinsiyetler arasında
farklı muamele nedeniyle ayrımcılık yapıldığını hüküm ediyor mahkeme. Bu kararı biraz
açacak olursam çünkü bizim için önemli bir karar. Mahkemenin ilgi haline gelmiş ve istikrar
kazanmış görüşüne göre 14. madde anlamında cinsiyete göre farklı muameleden söz
edilebilmesi için biraz öncede belirtmiştim yapılan ayrımcılığın makul ve objektif olmaması
gerekir. Dolayısıyla mahkeme burada özel yaşama saygı hakkının cinsiyete dayalı ayrımcılık
yoluyla ihlal edildiğini belirtiyor ve çok güzel tespitler yapıyor. Sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türk Hukukunda kadın evlendikten sonra sadece kızlık soyadını kullanamazken erkek evlilik
öncesi soyadını evlendikten sonrada aynen kullanmaya devam etmektedir. Türk
Hukukundaki düzenleme cinsiyet ayrımına dayanmaktadır. Bununla beraber burada önemli
olan bu ayrımın objektif ve makul olup olmadığıdır. Uluslararası alandaki son gelişmeler evli
çiftlerin her birinin kendi soyadını muhafaza etmesi ve ya ortak bir soyadı seçmede her iki
eşin eşit haklara sahip olması yönündedir. Türk Hukukunda evli kadın kocasının soyadını
kullanmak zorundadır. Kendi soyadını tek başına kullanamaz. Bu zorunluluk nedeniyle eşitlik
ilkesinde aykırı bir düzenleme söz konusu medeni kanunda. Bunun dışında gene bu kararda
soyadlarının evliliklerinden etkilenmesini istemeyen kadınların menfaatlerini Yeni Türk
Medeni Kanununda dikkate alınmadığını vurguluyor ve yeni 2001 tarihli Medeni Kanunda
evin reisinin koca olması uygulamasına son verilmesini aile birliğini temsil ekonomik
faaliyetlerde bulunmak aile üyeleri ve çocuklarla ilgili konularda erkeklerle aynı ölçüde söz
sahibi olma gibi olanakların sağlanmasının yanında aile birliği esas olmakla beraber cinsiyet
ayrımı yasağı kapsamında Avrupa Konsey Üyesi Devletler ve elbette ki Türkiye’nin
gelenekleri kadına dayanmaktan kaçınma hükümleri olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla
soyadıyla ilgili bu ayrımcı düzenlemenin bende kanaatimce geleneklere dayalı bir düzenleme
olduğunu düşünüyorum. Aile birliğinin aile soyadı olarak erkeğin soyadı kabul edilmesiyle
erkeğinin isminin sadece aile birliğine yansıtılması bir gelenektir ve burada birincil planda
erkek ikincil planda kadın tutulmaktadır. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
karşısında Türkiye’nin sunduğu gerekçeler kamu yararı gelenekler ve kamu çıkarıdır. Fakat
bunları bir düzleme oturtamamıştır maalesef makul ve resmen objektif bir neden olarak
görmemiştir mahkeme. Dolayısıyla ayrımcılık ve sayım ihlali olarak tespit etmiştir. Diğer bu
çalışmayı yaparken diğer ülkelerin acaba bir ayrımcılık tespiti yapıldığında nasıl tepki
verdiklerini de baktım gördüğüm şu eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi belli bir konuda
bir mevzuatta ayrımcılık yasağı ihlali görüyorsa devlet kendi sorumluluğunu bilincinde olarak
mevzuatında değişiklik yapma yoluna gidiyor. Fakat Türkiye’de inatla mevzuatta bir değişiklik
yapılmıyor üstelik mahkeme kararlarıyla da tescilleniyor bu diye düşünüyorum. Dolayısıyla
yapılması gerekenin en kısa zamanda mevzuatta gerekli değişiklikler olduğunu
düşünüyorum.
Yrd. Doç. Dr. Gaye Burcu Yıldız, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri İş ve Sosyal Güvenlik Hukuk Ana Bilim Dalı Üyesi: Türk
Hukukunda eşitlik ilkesi dediğimiz zaman hangi maddeler var onlara bir bakarsak öncelikle
Anayasanın 10. maddesi var karşımızda. Anayasanın 10. maddesi Türk Hukukunda eşitlik
ilkesinin temel dayanağıdır temel pozitif dayanağıdır. Ama şunu da belirtmek gerekiyor bu
Anayasa Hukuku öğretisinde de Anayasa Mahkemesi kararında da ifade edilen bir gerçek
diyorlar ki eğer bir devlet Hukuk Devleti ilkesi ve demokrasiyi benimsemişse devlet şekli
olarak anayasalarında yazılı olmasa bile eşitlik ilkesi o zaman devlet düzeninin temel
prensiplerinden biridir. Eğer bu anayasada da ifade ediliyorsa devlet düzeninin külli
prensiplerinden biri haline gelir ifadesi var. Şimdi anayasaya baktığımızda 10. madde aslında
eşitlik ilkesinin iki yönünden sadece ayrımcılık yasağını düzenlemiş gibi görünüyor. Yani
kişilerin cinsiyet dil din ırk siyasal düşünce gibi nedenlere dayalı olarak farklı işleme muhatap
tutulamayacağı yönünde bir güvenceye getiriyor. Ama biraz önce dediğim gibi yani eşitlik
ilkesinin demokratik bir hukuk devletinde temel ilke olması ve gene bu esas anayasanın 10.
maddesinin gerekçesinde de vardır. Demokrasinin üç vazgeçilmez ilkesinden biri olarak ifade
etmektedir eşitlik ilkesini. Dar anlamda eşit işlem yapma borcu dediğimiz ve ayrımcılık
yasakları olmaksızın aynı hukuki durumda bulunan kişilere aynı şekilde davranılmasını ifade
eden dar anlamda eşit işlem yapma borcuna gene anayasanın 10. maddesinin kapsamında
13
yer almaktadır. Konunun anayasal boyutu bu şekilde özetlendikten sonra İş Kanununa
geldiğimizde 4857 sayılı İş Kanunun 5. maddesinde Eşit Davranma Borcu başlığıyla bir
düzenleme getirmiştir. Yalnız bununla da gene anayasadaki gibi ayrımcılık yasakları
düzenlenmiştir. Ama dar anlamda eşit işlem yapma borcu burada da açık şekilde
düzenlenmemiştir. Ama biz anayasanın 11. maddesi gereğince anayasanın 10. maddesinin
İş Hukukunda da bağlayıcı olduğunu söylüyoruz ve işverenin hem eşit işlem yapma borcu
altında olduğunu hem de maddede sayılan cinsiyet dil, din, ırk, renk gibi özelliklere bağlı
olarak işçileri arasında farklı işlem yapılmayacağı anlamını kabul ediyoruz. Yine hep
anayasanın 10. maddesi İş Kanunun 5. maddesi kanun metinlerine benzer sebepler ifadesini
içerir. Demek ki sadece maddede sayılanlar değil ayrımcılık yasakları kapsamında
değerlendirilecek diğer konularda da hiçbir kişi veya kuruluş farklı işlem yapamayacaktır.
Gene Türk Ceza Kanunun 122. maddesine değinmemiz gerekiyor. Pozitif hukuk açısından
önemli bir düzenleme ayrımcılık suçu artık var bizim hukuk sistemimizde ve bu madde bir
kişinin işe alınmasını veya alınmaması kararını kişinin cinsiyeti felsefi inancı dini özürlülük
durumu gibi maddede sayılı sebepler ve bunlara benzer durumlarda buna bağlayan
ayrımcılık yasaklarından birine bağlanmasını suç olarak düzenliyor ve bir ceza yaptırım
getiriyor. Ayrımcılıktan söz edebilmemiz için biraz önce Aslı Hanım da söyledi. Haklı bir
neden olmaksızın belli büro ayrımcılık nedenine dayalı olarak burada somut olarak cinsiyeti
alabiliriz. Haklı bir neden olmaksızın bir kadın aleyhine farklı ve olumsuz bir davranışa
muhatap tutulmadır. İş hayatında örneğin saat başı ücretler kararlaştırılırken kadınlar için
daha düşük ücretle kararlaştırılması kadınlar aleyhine ayrımcılıktır. Kadına karşı ayrımcılığın
tabii ülkemizde benden önceki konuşmacılarda özellikle Emine Ülker Hanım’ın söyledikleri
tabii bütün meseleyi ortaya koyuyor. Gelenekler eğitim sorunu ve basmakalıp düşünceler var.
Bunlar sadece tabii hukuk kurallarıyla ortadan kaldırılamaz. Ama mevzuatın yine bu gözle
düzenlenmesi ve varsa ayrımcılık düzenlemelerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Ben burada
özellikle anayasanın 50. İş kanunun 14. maddesine değinmek istemiyorum. Anayasanın 50.
maddesi çalışma şartları ve dinlenme hakkı başlığını taşır ve şu ifadeyi getiriyor. Kimse
yaşına, cinsiyetine gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve
ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Şimdi maddenin
2.fıkrasına baktığınızda kadınlar yaş olarak küçük olan yani çocuklarla ve bedeni ruhi
yetersizliği kişilerle aynı derecede korunması gereken bir grup olarak bu şekilde bir ifade
tarzı var. Oysa yabancı hukuktaki gelişim çizgisine baktığımızda kadınların çalışma
yaşamında korunması gereken tek durum gebelik ve yeni doğum yapmış olma halidir. Bunun
haricinde kadınları bu şekilde ikincil işgücü tali nitelikte fiziksel olarak zayıf bu şekilde görmek
özellikle ülkemiz açısından işgücüne katılım oranlarının son 10–15 senede aşırı derecede
düştüğü gerçeği dikkate alındığında son derece isabetsiz yaklaşımlar. Burada tabii özellikle
yeraltı sualtı çalışmalarında getirilen yasak kadının doğurganlık niteliğinin korunmasıyla
ilişkilendiriliyor. Ama inanın bu konuyla ilgili sözleşmesi birçok devlet tarafından
feshedilmiştir. Aralarında Hollanda’nın ve gelişmiş bazı ülkelerin de olduğu ülkeler tarafından
feshediliyor. Gerekçede şu kadının doğurganlık niteliğinin korunup korunmaması kendi
iradesine tabii kılınmalıdır. Bu noktada tabii şunu da belirtmek lazım eğer tıbbi olarak bir işin
yapılmasının bir kadının o işte çalışmasının sadece ve sadece kadın cinsi üzerinde olumsuz
bir etki yarattığı tıbbi açılımı ortaya konuluyorsa burada yaşama hakkı çerçevesinde bir
çalışma kısıtlaması veya yasaklaması getirilebilir. Ama böyle bir bilimsel veri olmaksızın
tıbben kanıtlanmış bir şey olmaksızın kadınlar ve erkekler arasında bu derecede kesin
çalışma yasakları konması isabetli değil. Gene 14. maddeye baktığımızda 14. madde kıdem
tazminatının ödeneceği hallerde kadın işçinin evlendikten sonra bir yıl içerisinde işten
ayrılmasını bir koşul olarak koyan biraz önce söylediğim gibi işgücünün katılımın giderek
azaldığı bir ülkede bu yönde bir düzenlemenin soruna çözüm getiremediğini soruna çoğaltıcı
etki sağlayacağını düşünüyorum. Bir diğer hüküm gece postasında çalışmayla ilgili 1475
sayılı İş Kanunun döneminde Kadınların gece postalarında çalışmaları yasaktı. Ama şimdi 18
yaşının üstündeki kadınlar çalışabiliyor. Bu konuda çıkarılan yönetmelik ise iki hüküm içeriyor
ki işverenleri neredeyse gece postasında kadın işçi çalıştırma demeye getiriyor. Bunlardan
birincisi erkek işçilerle kadın işçiler arasında gece postası çalışanlar arasında rutin sağlık
muayenelerinin zamanı konusunda çok ciddi bir fark var kadınlar 6 ayda bir bu kontrole tabii
14
tutulan erkeklerde 2 yıl. Bir diğeri işvereni çok çok daha mali külfet getiren unsur eğer işveren
gece postasında kadın işçi çalıştırıyorsa servis sağlamak zorunluluğu var. Böyle bir şey
koyduğunuz zaman işveren kadın işçi çalıştırmaz bunun maliyet olacağı için. Eğer yani servis
zorunluluğu getirilecekse bunun kadın ve erkek işçi ayrımı gözettirmeden hepsi için getirmesi
daha isabetli olur. Tekrar İş Kanunun 5. maddesine döndüğümüzde de bunu kadına karşı
ayrımcılık olarak daha özel bir alanda incelersek 5. madde kadınlara sözleşmenin
korunması, şartların oluşturulması iş sözleşmesinin devamında ortaya çıkabilecek bütün hak
ve yükümlülükler konusunda ve gene iş sözleşmesinin feshi konusunda koruyor ayrımcılığa
karşı koruyor. İş Kanunun 5. maddesinde işin niteliği zorunlu kılmadıkça kadın işçilere
cinsiyete ve gebelik durumlarına dayalı olarak farklı işlem yapılmayacağı açıkça belirtiliyor.
Şimdi burada aynı veya eşit değerli bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret
kararlaştırılamayacağı da hükme bağlanıyor ve işçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu
hükümlerin uygulanması daha düşük bir ücretin uygulanması haklı kılmaz hükmünü de
getiriyor. Bunlar tabii son derece önemli işveren iş görüşmesi sırasında daha henüz bir iş
ilişkisi kurulmadan önce kadın adaya birtakım soruları soramaz. Nedir bunlar medeni hali,
hamile olup olmadığı gibi bunun sınırı tabii ki işin niteliğinden kaynaklanan sebeplerin zorunlu
kılması. Bu ne olabilir? Örneğim radyoaktif maddeler ve çalışılan bir yerdir ve o radyoaktif
maddenin bebeğe veya anneye zararı vardır. Böyle bir durumda ayrımcılık olduğundan söz
edemeyiz. Bu yaşam hakkının korunması çerçevesi içerisinde haklı görülen bir durumdur
veya böyle bir kişinin o işe alınmaması cinsiyete dayalı ayrımcılık oluşturmaz. Yine daha
sözleşme korunurken biraz önce de ifade ettiğim gibi o işi yapacak bir erkek işçiden daha az
ücret kararlaştırılamaz sırf cinsiyet nedeniyle. Ama iki kişi vardır bu iki kişinin eğitimleri
birbirinden farklıdır, yetenekleri farklıdır veya yapacakları iş birbirinden farklıdır. Bu gibi
durumlarda objektif bir neden vardır. İşler farklıdır bu iki durum birbirine eşit değildir bu gibi
durumlarda ortaya çıkan farklılıklar ayrımcılık olarak değerlendirilmez. İş Kanununa
baktığımızda cinsiyet nedeniyle yapılan fesihler yani bunun için hamilelikle yani yeni doğum
yapmış olma halini de almak gerekiyor. İkili bir ayrıma bunları sokabiliriz. İş güvencesine tabi
işçi açısından bu bir geçersiz bir fesihtir. İş Kanunu 18.maddesi uyarınca İş Güvencesi
kapsamı dışındaki işçiler ise hem kötü niyetli hem de ayrımcı nitelik taşıyan fesihtir. Hamile
bir işçiye İş Kanunu birçok alanda koruma getiriyor. Ama bunlardan belki en önemlisi iş
güvencesini de sağladığı için doğumdan önce ve sonra çalışamayacağı sürenin askıda
kalması Türk Hukukunda bu doğumdan önce 8, doğumdan sonra 8 hafta olarak düzenlendi.
Konuyla ilgili Avrupa Birliği direktifi 14 haftadır dolayısıyla Türk Hukuku bu açıdan daha ileri
bir düzenleme getirmiştir. Hamile işçinin doğumdan önceki ve sonraki süre boyunca iş
sözleşmesi feshedilemez. Bu bir güvencedir ve kadın işçi bunu istediği gibi kullanabilir.
Ardından bir emzirme döneminde ona gerekli izinler verilir bu izinler hangi zaman kullanacağı
gene kendi iradesine tabidir bu da olumlu bir düzenlemedir. Tabii iş hayatında kadına karşı
ayrımcılık dediğimiz zaman özellikle iki sorunun üstünde durmak gerekiyor bunlardan biri
cinsel taciz ve diğeri de mobbing. Cinsel taciz işveren tarafından gerçekleştirilebilir veya
işyerinde çalışan diğer bir işçi ya da işyerine dışarıdan gelen bir üçüncü kişi müşteri olabilir
bir başka temsilci olabilir bunlar tarafından gerçekleştirilebilir. Bu durumlarda kadın işçinin
yapabileceği şey feshetmek iş hakkı nedeniyle feshetme imkanı var. Ancak işçi veya bir
üçüncü kişi diğer işçi veya üçüncü kişi olarak taciz gerçekleştiriliyor ise iş akdini haklı
nedenle önce işverene durumu bildirmesi ve işverenin gerekli önlemleri almasını beklemesi
gerekiyor bu gerekli önlemler. Eğer iş yerinde çalışan bir işçi bir diğer, ne tacizde
bulunuyorsa onun yerinin değiştirilmesi başka bir yere gönderilmesi ve hatta bu kişinin iş
akdinin feshedilmesi gündeme gelebilir. Bir üçüncü kişiyse ne olur? Kişinin işyerine girişi
engellenebilir. Bu şekilde bir korunma söz konusu olur. Gene cinsel taciz durumlarında Türk
Ceza Kanunun ilgili hükümlerin uyarınca koruma sağlanabilir cinsel saldırı veya cinsel taciz
durumlarında. Tabii mobbing şuan yasal olarak henüz düzenlenmemiş bir alan. Ama koruma
Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca sağlanabilir bir manevi tazminat söz konusu olabilir.
Ayrıca Türk Ceza Kanunun 117. madde İş ve Çalışma Hürriyetinin ihlali başlığını taşır. O
madde uyarınca da bir cezai yaptırımın uygulanabileceğini düşünüyorum. Şimdi ayrımcılığın
ispatı iş ilişkisinde doğrudan ayrımcılık hallerinde daha kolay dolaylı ayrımcılık hallerinde
biraz daha zor ama İş Kanunun 5. maddesine baktığımızda hak edilmiş bir ispat yükü
15
getirdiğini görüyoruz. İşçi mahkemeye cinsiyetin nedeniyle olumsuz bir davranışa muhatap
tutulduğunu ortaya koyacak kadar maddi emareyi sunduğunda ispat yükü işverene geçiyor
ve işveren söz konusu uygulamayı ayrımcılık faslıyla değil objektif haklı bir gerekçeyle
yaptığını kanıtlamak durumunda bu şekilde bir hafifletilmiş ispat yükü var. Ayrımcılık
durumlarında işverene hukuku iradeyi ve cezai yaptırımlar uygulanacaktır. Hukuki
yaptırımların başında Borçlar Kanunu 19. ve 20. maddeleri uyarınca eğer bir sözleşme
hükmüyse veya bir iç yönetme hükmüyse bunun geçersiz sayılması gündeme gelecektir.
Gene Eda davası açarak hakları talep edebilecektir. Tartışmalı olmak ve sorumluluğu işçiye
ait olmakla beraber işçi iş görmekten kaçınabilir. Maddi manevi zararı varsa gene hükümlere
göre tazminat davası açabilir. İş Kanunun 24/2 eğer ücretinde eksik ödeme varsa veya f
bendinde çalışma şartlarında uygulanmıyorsa gene cinsel taciz durumunda 24/2’deki
bendine göre iş akdini derhal feshedebilir kıdem tazminatını alabilir. Gene Medeni Kanun
uyarınca saldırının önlenmesi davaları bu anlamda bunların özellikle mobil durumunda bunun
etkili olabileceğini düşünüyorum ve İş Kanununa açıkça düzenlenmiş bir yaptırım olarak
ayrımcılık tazminatını talep edebilir. Ayrımcılık tazminatı işçinin en fazla 4 aylık ücret tutarıyla
sınırlıdır. Bu miktarın çok sembolik olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bir yaptırımdan söz
edeceksek bunun etkili ve caydırıcı olması gerekiyor. Örneğin bir işveren hamile bir kadın
işçiyi işten atar. Bu ciddi bir ihlaldir ama bir toplu işten çıkarma söz konusu ise işveren önce
sendikalı işçileri belirleyip bu sendikalı işçilere arasından da kadın olanları işten çıkarıyorsa
yani birçoklu ayrımcılık varsa bu daha ani yaptırıma tabi tutulması gerekiyor. Davaya bakan
hakime takdir hakkını bu anlamda tanımak son derece önemli dolayısıyla bir üst sınıra tabi
olmayan bir tazminat yani belki alt sınır olarak düşünebiliriz dört ay ama üst sınır kesinlikle
konmamalı yabancı hukuklardaki çizgiye baktığımızda da üst sınırın yerinde olmadığı daha
önce ortaya konmuş ve herhangi bir üst sınır yok oradaki yaptırımlarda. Gene idari
yaptırımlardan söz ettik. İdari yaptırım olarak para cezası verilebilir işverene. Gene
Kabahatler Kanunu uyarınca eğer bir fiile iki tane idari para cezası ihlal edilmişse onları
yüksek olan uyarıya örneğin işveren cinsiyete dayalı ücrette ayrımcılık yapıyorsa burada
ücretler için ücretin eksik ödenmesine ilişkin idari para cezası daha yüksek ayrımcılıkla ilgili
5. maddeye aykırılığa bağlı idari para cezası daha düşük Kabahatler Kanununda yüksek olan
uygulanacak. Tabii cezai yaptırımlar Türk Ceza Kanunun 122. maddesinde ön görülen ceza
yaptırımı olabilir veyahut bir cinsel tacizci cinsel saldırının getirdiği maddeleri koruma
sağlayıp yararlanabilir. Bunu cinsel taciz ve cinsel saldırı için şunun altını çizmek gerekiyor.
Maddeler cinsel taciz ve saldırının işveren tarafından iş ilişkisindeki hiyerarşisi nüfus
kullanarak gerçekleştirmesi durumunda bunu ağırlatıcı bir sebep olarak görmüş ve daha ağır
ceza ön görüyor her iki maddede. Son olarak kişilerin bu haklarını talep edebilecekleri zaman
aşımı sürelerine değinmek istiyorum. Ayrımcılık tazminatı için başka bir süresi geçerli ama
ücretlerde örnek cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılıyorsa ücrete ilişkin özel bir zaman aşımı
süresi Borçlar Kanunu yer aldığı için artık İş Kanunda var. Burada 5 yıllık süreyle zaman
aşımı işleyecek.
Prof. Dr. Sarper Süzek: Sayın Yıldız kendisine ayrılan çok kısa süre içinde anayasadan
başlayarak çalışma hayatının hemen hemen tüm yönleriyle kadının durumunu çalışma
hayatında anlatma becerisini gösterdi. Şimdi gerçekten de görülüyor ki yani mesele o kadar
da basit değil bu sunumdan bu sonuç da çıkıyor. Şöyle ki yani kadınlara birçok sosyal
hakların tanınması istenen bir durum sosyal devlete uygun ama bunun madalyonun ters
tarafı var. Bu takdirde de bu hakların fazla verilmesi pozitif ayrımcılığın çok ileri götürülmesi
bu sefer istihdamı olumsuz etkiliyor. Nitekim ülkemizde bunu etkilemiştir rakamlar gerçekten
çarpıcıdır. Kadın işgücü istihdamı son derece düşmektedir yıllar içinde. Bugün işveren
konfederasyonları işçi konfederasyonları bütün ilgili çevreler bu konuya çözüm aramaktadır.
Devamlı üzerinde tartışılmakta konuşulmaktadır. Dolayısıyla her şeyde olduğu gibi hukukta
da denge çok önemlidir yani sosyal hakların verilmesiyle istihdam arasındaki dengede kendi
içinde çok önemli. Bu nedenle mesela birkaç örnek verilebilirse çok güzel belirtti Sayın Yıldız.
Mesela doğum izni bizim uluslararası standartların da üzerindedir veya kıdem tazminatı
gerçekten başka ülkelerde bulunmayan şekilde kadın işçilere olanaklar getirmektedir. Mesela
kıdem tazminatı konusunda çarpıcı bir yargı kararından söz etmek isterim. Şimdi belirttikleri
16
gibi kadın işçi evlendiği –sadece kadın işçilere özgü–takdirde bir yıl içinde işten ayrılırsa istifa
edenlere kıdem tazminatı ödenmez. Ama kadınlara kadın işçilere bir ayrıcalık getirilmiştir 1
yıl içinde işinden ayrılırsa kıdem tazminatını alabilmektedir. Şimdi bilir misiniz bu nasıl bir
gelişmeye yol açtı. Birçok kadın işçi mesela Yargıtay’a yansıyan kararlardan aynı iş yerinde
60 tane kadın işçi önce eşlerinden boşandılar sonra tekrar evlendiler ve evlendikten sonra bir
yıl içinde kıdem tazminatı alınabileceği için işyerlerinden ayrılıp kıdem tazminatı talep ettiler.
Tabii Yargıtay bunu kanuna karşı bir hakkın kötüye kullanılması olarak gördü.
Bu tip uygulamalara da yol açabiliyor. Dolayısıyla bütün bu hakların biraz fazla olması
mesela kadın işçiler konusunda doğum izni dışında belirttiğim ücretli izinler Sosyal Sigortalar
tarafından da açılan durum dışında ayrıca da 6 ay ücretsiz izin imkanı tanınmıştır örnekler
çoğaltılabilir. Şimdi bütün bunlar gerçekten istihdamı olumsuz mu etkiliyor o açıdan da bir
bakmak lazım. Ama buna karşılık mobbing sorunu önemli. Mobbing sorunu iş kanununda yer
almıyor yani manevi taciz cinsel taciz var ama manevi tacizin yaptırımları yok. Belki bir müjde
olarak söylenebilir. Biraz izlediğim için biliyorum Borçlar Kanunun taslağı içinde yer aldı
manevi taciz açısından. Bu sefer tabii diğer yönü de düşündürüyor. Acaba işinde
ilerleyemeyen yetenekli olmayan kadın işçiler bu sefer manevi tacize karşı karşıya mobbingle
mi karşı karşıya kalıyoruz şeklinde itirazlarda bulunabilirler işin bu yanı da var. Yani bütün bu
yanlara da biraz dikkat ermek lazım. En son olarak söylenecek çok söz var ama şunu
söyleyeyim çok önemli olduğu için sosyal güvenlik yönünden. Yani 5510 sayılı yasa çok
yenilikler getirdi haklar getirdi evlenmeyen gençler için özellikle. Ama çok önemli bir eksiği
var bizim sosyal güvenlik sistemimizin. Şimdi aslında dünyada 9 ana kolda sigorta kolunda
güvence getirilir. Bu uluslararası sözleşme standarttında yer buldu. Bizde İşsizlik
Sigortasında getirilmekle 8’e çıktı ama 9. yok bizde o da aile yardımları sigortası. Bu çok
önemli bir eksiklik yani yardımların böyle uygulamada gördüğümüz gibi ferden birtakım yani
şeklinde yardımların yapılması sosyal güvenlik içinde yer alan bir kavram değil. Sosyal
güvenlik daha sistemli tüm topluma yönelik olmalı anayasanın 60. maddesi herkes sosyal
güvenlik hakkına sahiptir diyor. O halde aile yardımları sigortası sosyal güvenlik sistemi içine
mutlaka sokulması ve her cihanda bu yardımların anneye veya eşe veya kadın eşe verilmesi
önemli bir çözüm bir ülfettir. Ceza Kanununa getirilen ayrım yasağından söz ettim çok önemli
bir hüküm. Onun uluslararası sözleşme ve Avrupa Birliği normları da bize dayattı. Bu ayrımın
önlenmesi ne kadar kadın işçi işgücü istihdamını geliştirecek bunu biraz zaman içinde
göreceğiz bugün için daha belirtileri yok. Şimdi zannediyorum bu kadına ayrım yasağı
konusunda hemen hemen bütün yönleri Sayın konuşmacılar tarafından ele alınmış oldu.
Bizim tespitimizin de uygun olduğu zannediyorum ortaya çıktı bütünden daha özele doğru
gelmiş olduk.
Soru: Yeni ve eski Ceza Kanunun kadına bakış açısını kısaca değerlendirmenizi rica etsem
ve ayrımcılık bakımından herhangi bir gelişme olup olmadığını değerlendirebilir misiniz?
YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan: Sayın Hocamın belirttiği gibi 122. madde tabii yeni
bir düzenleme; ayrımcılığa karşı düzenleme olumlu elbette ancak şuana kadar bir
uygulamasını görmedim ben hocamın da işaret ettiği gibi.
Soru: Özellikle cinsel özgürlüğe karşı suçlarda kadına karşı bir iyileştirme yapıldığı
söyleniyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz veya bu, uygulamaya ne şekilde yansıdı?
YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan: Bir fark göremiyorum ben. Yani eski ceza
yasasıyla yeni ceza yasasında cinsel taciz bakımında hemen hiçbir fark yoktur. Yani o
konudaki yorumların doğru olmadığını düşünüyorum.
Soru: Ben arkadaşımın sorusuna bir iki ekte bulunmak istiyorum. Bir kere evlilik içi cinsel
tecavüzde suç olarak kapsama girdi bu önemli bir şey. Artı bekaret konusunda artık hakim
izni olmadan bekaret kontrolüne gidilemiyor. Bunun gibi bazı değişiklikler de var bunu ayrıca
belirteyim dedim.
17
Soru: Hocam bir iki sorum
Soru: Merve Tan Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyim. Benim sorum
Sayın Hülya Küçükaras’a. Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara haklarını altın tepside
verdiğini düşünüyorum altın tepsiyle bize sunulduğunu düşünüyorum. O yüzden kadınlar
haklarının çok da farkında değil hala 21. yüzyılda biz türbandan, kara peçeden söz ediyorsak
çevremizde görüyoruz kadınlar haklarının çok farkında değil. Özge Hocam da ekonomik,
sosyal, kültürel yapıdan bahsetti. Biz bunları kırmak için bireysel olarak neler yapabiliriz?
Bize düşen görevler nelerdir? Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Hülya Küçükaras: Merveciğim bir kere ben pek senin gibi düşünmüyorum. Temel olarak
aslında donanmak gereken yerin de tarihimiz olduğu kanısındayım. Anadolu ayaklanmaları
tarihini ayrıca çalışmanı özel olarak sana öneririm. Bir kadın olarak yalnızca Mustafa
Kemal’in armağan ettiği bir kadın hakları dünyasında da yaşamıyoruz aslında. Anadolu’da
kadının yaşadığı hemen her dönemde kadının bir kavgası var bunlar boşuna gelmedi bu
masaya. Emin ol yani boşuna gelmedi. Yalnızca güldürerek başlayayım diye değil tam tersi
düşündürerek başlamak için. Anadolu’da kadının kavgasına dönük bir sürü kitap var daha
sonra sana adlarını kaynak olarak söylerim. Çünkü bende yaklaşık 25 yıldır iş yaşamımda ya
da bir anne olarak ya da boşanmış bir kadın olarak ben de bir kavga veriyorum. Yani şuanda
sadece yalnızca bir kimlik temsil ettiğim için o bağlamda konuştum. Şimdi neler yapmalıya
bakarsak kendi adıma söyleyeyim. Ama birçok kişide paylaşacaktır diye düşünüyorum. Her
şeyden önce erkeğe bu gücü veren üretme gücüdür. Üretme ve araç yapma gücü
ataerkillikle tam o noktada patlamıştır zaten. Demek ki kadında da aynı gücü sürdürebilme
çünkü kadın zaten buna donanımlı ve birikimli üretme gücünü hissettirmesi gerekiyor. Bu
üretim alanında burada konuşmacılar son derece güzel toparladılar. Evlerimiz değil yalnızca
yaşamın her alanı çünkü beyin açısından bilimsel baktığımızda kadın bunun üstün
yönlerimizi hepsini biliyoruz. Şimdi birincisi böyle donanacağız. İkincisi erkekler lütfen
alınmasın ama erkeklerin gerçekten üzerimizde baskı yaratma noktasını da iyi
yakalayacağız. O çünkü bizim öz gücümüz erkek ciddi bir korkak. Bunu bilimsel dayanaklarla
söylüyorum. Tabii gülmek ve eğlenmek çok hoş. Korkak demiştim bunu erkeği yermek ya da
aşağılamak adına söylemiyorum. Kadının bu gerçeğin ayırdın da olduğunu ama bunu
bilinçaltında tuttuğunu biliyorum yalnızca. Bu nedenle kadının da erkeğinde birbirlerini
karşılıklı bu gücün kullanmasından ben çok üzüntü duyuyorum. Her iki tarafın da bunu bilinç
üstüne çıkartabileceği bir düzen diliyorum her şeyden önce. Ama önce biz kadınlar bunun
ayırdında olacağız. Erkekleri aşağılamadan sakın ha çünkü o kışkırtılmış erkeklik son derece
korkunç. Ama öyle yani bu konuda kitap bile vardır ‘Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık’
diye. Hayır, her şeyin denklikle çözüleceğini biliyoruz. Bunu şunun için söyledim erkeğin o
içteki zayıflığını bilip bundan güç elde edip ama bunu kullanmaksızın kendimizi güçlü
saymalıyız dönüştürebildiğimiz nokta burası olursa ancak anlamlı. Çünkü o kışkırtılmış
erkekliğine şiddetin nasıl yol açtığını örnek görüyoruz. Özet bu bilgiyle donanacağız çok
sakin ve güçlü olacağız. Bizimki gibi olmayan kadınlara da örnek yaratacağız ve onları
elinden tutacağız.
Soru: Basını eleştirirken şöyle bir tane tezde bulundum yanlış haberlerle çevrede bilinmedik
veya savaşımlı durumlar yaratabiliyorlar. Ne bileyim bu kadar habere karşı bunun tecavüzdür
veya kadına karşı işte yanlış tavırlardır.
Bunları bayanlar gördüğü halde peki neden bir tane çevre oluşturmuyorlar. Bunun bir tane
yani en büyük şeyi eğitimsizlik mi yoksa daha fazla bir şey mi?
Avukat Müjde Avcıoğlu: Aslında yasal düzenlemelerimizde var tabii bu konuda ne var en
başta 3984 sayılı Radyo ve Televizyon Yayınları Kuruluş Yayınları hakkında kanun var. Bu
kanun çerçevesinde biz 4. maddesi bu kanunun yayın ilkeleridir. O yayın ilkeleri
çerçevesinde bir ilkesi anımsayamayacağım hangi ilke olduğunu hangi bent olduğunu kadına
çocuğa karşı onları küçük düşürücü, aşağılayıcı yayın yapılamaz diyerekten bir ilkemiz
mevcut ve bu ilkeye dayanaraktan Radyo Televizyon Üst Kurulunda ben 12 yıl görev yaptım.
18
O 12 yıl içinde bu bente dayanaraktan epey ceza verildi yayın kuruluşlarına. Ancak yeterli
değil neden yeterli değil. Çünkü kadınlarımızdan tepki gelmiyor buna sadece yayın
kuruluşları açısından bakıyoruz. Maalesef kadınlar neden tepki gelmiyor? Tepkisizlik
yapılıyor çünkü. Verilen yayınlarla kadınlarımız uyutuluyor. Dünya tozpembe gösteriliyor
veyahut da ben hiç unutmuyorum. Kadın Hakları Kurulu Başkanıydım Ankara Barosunda bir
kadıncağız Güneydoğu’dan geldi geldiğinde üstünde şalvar geleneksel yani Güneydoğu
geleneksel kıyafetleri içinde bir kadındı. Bize başvurdu. Yapacak bir şey yok şiddet görüyor
evde ve bizim de ancak yapabileceğimiz Danışma Merkezi Ankara Barosunun yapabildiği
sığınma evine göndermek olabiliyor. Çünkü baronun başka katkısı olmuyor. Sadece bir
dilekçesini yazabiliyorduk şiddet gördüyse fotoğraflarını çekip belge olarak yapıyorduk bunun
ötesine gidemiyorduk. Sığınma evine gönderdik arada tabii ki bakıyoruz. Sığınma evlerinde
bu tür kadınlara az ya da çok harçlık verirler. Üç gün ya da dört gün sonra gittim kadına
bakmaya kadın nasıldı biliyor musunuz televizyon dizisinden çıkma gibiydi. Eline aldığı
harçlığı gitmiş kıyafet almış ayağında halhallar, t-shirtler, kısa etekler. Bu nedir? Dedi
televizyonda hanımlar böyle giyiniyor dedi, ben de böyle giyindim dedi. Şimdi burada kim
haklı kim suçlu? Kadın mı suçlu yayın kuruluşu mu suçlu ya da bu yayın kuruluşunun buna
yönlendiren toplum mu suçlu? Çünkü bir reyting ayağı var. Kadınlar kendilerini ilgilendiren bu
tip tozpembe görülen dünyayı izlemekten hoşlanıyorlar. Daha çok izlenir olan programlar
bunlar oluyor. Yayın kuruluşlarını çok tartıştım ben 12 yıl boyunca bana hep gelen o. Ama
çok izleniyor en çok izlenen bu. Eğitin izlerken. Eğitiyoruz. Eğitiyoruz dediği de şu resmi
nikahın geçerli olduğunu hakkında bir program yapılıyor ve gayri resmi yaşayan yani resmi
nikahsız yaşayan kadınlar çıkartılıyor konuşuluyor konuşturuluyor ve alkışlattırılıyor. Şimdi
eğitim dediğiniz bu mu? Resmi nikah sonrası yapması için oturtuldunuz yayında siz gayri
resmi birlikte yaşamayı teşvik ediyorsunuz. Bu nasıl iştir veyahut da 4320 sayılı kanundan
bahsettiniz galiba? Ailenin Korunması hakkındaki kanundur. Bir tane yayın kuruluşunda
ailenin korunması hakkında kanunla ilgili bir şey gördünüz mü duydunuz mu? Halbuki bu
kanun değişti çok geçen sene değişikliğe uğradı ve ben şahsım olarak son derece bu
değişiklikten memnunum çok şey yapılabilir bu kanunla. Ama açıklayan yok açıklayan yok.
Ben gittim açıklamaya. Nereye gittim? Karakollara. Bakın çok ilginçtir başımdan geçen olayı
anlatayım size. Karakollarda iş başlıyor dayak yiyen kadın önce karakola gidiyor. Polis kocan
diyor döver elinin karası hadi hadi barışın diye eve geri gönderiyor. Bunun yanlış olduğunu
izah etmeye gittim. Bütün Ankara’daki karakolların polislerin birleşmesiyle Ankara Emniyet
Müdürlüğünün konferans salonunda bir açıklamada yaptım 4307 sayılı kanunla ilgili. Anlattım
görevlerini anlattım. Sorunuz var mı dedim. Tek bir parmak kalktı 300–400 kişilik polisten.
Evet, buyurun dedim. Siz dedi kocanızdan dayak yiyorsunuz da dedi ondan mı bu işlerle
ilgileniyorsunuz. Soru buydu tek soru. Buyurunuz. Bu eğitimle olur bu eğitim okullarda başlar
doğumla başlar. Yayın kuruluşlarının çok büyük katkısı olması gerekir. Başka diyecek bir şey
yok yani.
Prof. Dr. Sarper Süzek: Bu konuda üniversitelerimize çok görevler düşüyor Sayın
Öğrencilerimizde hukuka uygunluk taşıyıcısı olacaklar bunu ümit ediyoruz.
19
Download