tc. gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih anabilim dalı

advertisement
TC.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
OSMANLI DEVLETİ’NDE SULTAN ABDÜLAZİZ DEVRİ
ANADOLU ISLAHATLARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ebubekir KEKLİK
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mustafa Turan
Ankara-2009
TC.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
OSMANLI DEVLETİ’NDE SULTAN ABDÜLAZİZ DEVRİ
ANADOLU ISLAHATLARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ebubekir KEKLİK
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mustafa Turan
Ankara-2009
ONAY
Ebubekir KEKLİK tarafından hazırlanan “Osmanlı Devleti’nde Sultan Abdülaziz
Devri Anadolu Islahatları” başlıklı bu çalışma ...../…../2009 tarihinde yapılan savunma
sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Tarih
Anabilim dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
[İmza]
………………………
[Unvanı, Adı ve Soyadı] (Başkan)
Prof. Dr. Necdet HAYTA
[İmza]
………………………
[Unvanı, Adı ve Soyadı]
Prof. Dr. Mustafa TURAN
[İmza]
………………………
[Unvanı, Adı ve Soyadı]
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU
ÖNSÖZ
Sultan Abdülaziz Devri Anadolu ıslahatları üzerine yapılan bu tezde,
Tanzimat ıslahatlarının Sultan Abdülaziz devrindeki uygulama alanları
Anadolu ıslahatları üzerinden hareketle açıklanmaya çalışılmıştır. Söz
konusu devir, Tanzimat ıslahatlarının uygulanmasında çok önemli bir yer
işgal etmektedir; bu sebeple aynı zamanda Sultan Abdülaziz devri
ıslahatlarının Osmanlı modernleşme tarihindeki yeri ve önemi tespit edilmeye
çalışılmıştır.
Tanzimat devrinin en önemli idarecilerinden olan Âlî ve Fuad paşaların
Sultan Abdülaziz’in Osmanlı tahtında bulunduğu yıllarda çok küçük aralıklar
dışında devlet idaresinde önemli mevkilerde bulunmaları, bu devrin Osmanlı
modernleşmesi açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Nitekim,
Sultan Abdülaziz’in bu on altı yıllık saltanatında Vilayet Nizamnamelerinden
Maarif-i
Umumiye
Nizamnamesi’ne,
aşiretlerin
iskânından
ziraatta
makineleşmeye kadar uzanan bir çok ıslahat çalışması ve yenilik faaliyeti
yürütülmüştür.
Bu çalışmada genel itibariyle Sultan Abdülaziz devri ıslahatları arşiv
vesikalarına dayanılarak izah edilmeye çalışılmıştır. Fakat transkripsiyonu
yapılan çoğu arşiv vesikası tezin plan ve kapsamından kaynaklanan
problemler sebebiyle metne dâhil edilemedi.
Tez
konusunun
belirlenmesi
aşamasından
başlayarak
tezin
tamamlandığı âna kadar fikirleriyle beni devamlı bir şekilde destekleyen
Hocam Prof. Dr. Mustafa TURAN’a müteşekkir olduğumu belirtmek isterim.
Ayrıca bu teze emeği geçen, başta eşim Hatice olmak üzere, herkese çok
teşekkür ederim.
ii
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………..
i
TABLO LĠSTESĠ………………………………………………………….
v
KISALTMALAR…………………………………………………………..
vi
GĠRĠġ
1-7
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
SULTAN ABDÜLAZĠZ DEVRĠ’NDE ISLAHAT FĠKRĠ VE
8-32
NĠZAMNAMELER
I. SULTAN ABDÜLAZĠZ DEVRĠ’NDE ISLAHATA DUYULAN
ĠHTĠYAÇ …………………………………………………………………...
8
II. NĠZAMNAMELER……………………………………………………...
13
A. Tanzimat Devrinde Vilayet Ġdaresi Meselesi………………
13
B. Vilayet Nizamnamelerine Giden Yol………………………...
20
C. 1864 Tarihli Vilayet Nizamnamesi…………………………...
25
D. 1871 Tarihli Ġdare-Ġ Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi……
27
E. Maarif-Ġ Umumiye Nizamnamesi……………………………..
28
iii
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE, AġĠRETLERĠN ĠSKÂNI VE
ÂSÂYĠġĠN TE’MĠNĠ
33-56
I. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE’NĠN TESĠSĠ VE FAALĠYET ALANI………….
33
II. CEBEL-Ġ BEREKET ISLAHATI………………………………………
41
III. KOZAN-OĞULLARININ TE’DĠBĠ VE AġĠRETLERĠN ĠSKANI…...
44
IV. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYEDEN SONRA ÇUKUROVA……………........
50
V. ZEYTUN ISLAHATI……………………………………………………
53
VI. ADANA VĠLAYET MECLĠSĠ’NDE ISLAHATA DAĠR CEREYAN
EDEN MÜZAKERAT……………………………………………………..
54
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL VE EKONOMĠK HAYATLA ĠLGĠLĠ
58-94
ISLAHAT ÇALIġMALARI
I. DEVLET OTORĠTESĠNĠ SAĞLAMA TEġEBBÜSLERĠ...................
57
A. Dersim Islahatı Ve AĢiretleri Ġskan Etme TeĢebbüsleri…
59
B. Akçadağ Islahatı………………………………………………..
62
II. YOL VE ULAġIM MESELESĠ………………………………………...
69
iv
III. ZĠRAAT…………………………………………………………………
81
IV. TĠCARET……………………………………………………………....
89
SONUÇ…………………………………………………………………….
95
BĠBLĠYOGRAFYA………………………………………………………...
98
TÜRKÇE ÖZET……………………………………………………...……
105
ĠNGĠLĠZCE ÖZET ……………………………………………….………..
106
EKLER …………………………………………………………………….
107
v
TABLO LĠSTESĠ
No
BaĢlık
Sayf
a
Tablo I
: XIX. Asrın Başlarında Osmanlı Eyaletleri
11
Tablo II
: XIX. Asrın Başlarında Osmanlı Eyaletleri ve Sancak Merkezleri
12
Tablo III
: Vilayet Nizamnamelerinden Sonra Osmanlı Vilayetleri
23
vi
KISALTMALAR
a.g.e
: Adı geçen eser
a.g.m
: Adı geçen makale
A.MKT.MHM.
: Sadaret, Mektûbî Kalemi, Mühimme
B.
: Receb
bkz.
: bakınız
BOA.
: Başbakanlık Osmanlı Arşivi
C.
: Cemaziyelahir
C.
: Cilt
CA.
: Cemaziyelevvel
Cevdet, Tezâkir : Cevdet Paşa, Tezâkir, 21-39
DĠA
: Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Ġ.DH.
:
Ġ.MMS.
: İrade, Meclis-i Mahsus
Ġ.MVL.
: İrade, Meclis-i Vâlâ
Ġ.ġD.
: İrade, Şûra-yı Devlet
Ġ.Ü.E.F.T.D.
: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi
Ġ.Ü.E.F.T.E.D.
: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü
İrade, Dahiliye
Dergisi
ĠA
: Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi
Karal, V.
: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, V. Cilt
Karal, VII.
: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VII. Cilt
M.
: Muharrem
OTAM
: Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi
R.
: Rebiülahir
Ra.
: Rebiülevvel
S.
: Safer
s.
: sayfa
Sa.
: Sayı
vii
ġ.
: Şaban
t.y
: tarih yok
TTK.
: Türk Tarih Kurumu
vd.
: ve devamı
Yay.
: Yayınları
Z.
: Zilhicce
1
GĠRĠġ
Osmanlı Devleti, 1699 yılında imzalanan Karlofça AntlaĢması‟nı takip
eden yıllarda Batı karĢısında üstünlüğünü kaybetmeye ve tedricen geri
çekilmeye baĢlamıĢtı. Karlofça AntlaĢması‟nın imzalanmasından yaklaĢık
yirmi yıl sonra imzalanan Pasarofça AntlaĢması ile de Osmanlı Devleti Batı
karĢısındaki üstünlüğünü kaybettiğini anlayacak, bu tarihten sonra ise Batı ile
nasıl daha güçlü bir Ģekilde mücadele edebileceğinin çarelerini araĢtırmaya
baĢlayacaktır.
Osmanlılar, 1699‟dan sonra Orta Avrupa‟da devamlı bir Ģekilde
gerilemenin de etkisiyle artık fetih siyasetinin devam ettirilemeyeceğinin
farkına varmıĢlar, Avrupa‟nın kendilerine sağladığı üstünlüğün sebeplerini
araĢtırmaya ve Batı‟daki geliĢmeleri yakından takip etmeye baĢlamıĢlardı.
Osmanlı idarecileri, 1718‟de imzalanan Pasarofça AntlaĢması‟nın
sağladığı barıĢ ortamından istifa ederek, Batı gücünün kültürel ve teknik
kaynaklarına yönelme ihtiyacı duymuĢlardır. Sadrazam NevĢehirli Damat
Ġbrahim PaĢa, Batı‟daki geliĢmeleri yakından takip edebilmek amacıyla
1719‟de Viyana‟ya bir elçilik heyeti ve 1721‟de Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet
Efendi‟yi, Paris‟e “ vesait-i ümran
ve maarifine dahi lâyıkıyla kesb-i ıttıla
ederek kabil-i tatbik olanlarının takriri” talimatıyla elçilikle görevlendirmiĢtir.1
Sadrazam, Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi‟yi Paris‟e kaleleri, fabrikaları ve
Fransız medeniyetinin diğer eserlerini görmesi ve Osmanlı Devleti‟nde
nelerin uygulanabileceğini bildirmesi amacıyla göndermiĢti; Mehmet Çelebi,
kaleme aldığı sefaretnâmesinde sadece bunları yazmakla kalmamıĢ,
sokaklarda,
dükkânlarda,
hastanelerde
ve
hayvanat
bahçelerinde
gördüklerini de anlatmıĢ, özellikle de Fransız askerî okulları ve eğitim alanları
üzerinde durmuĢ, Fransızların Osmanlılardan farklı olan tarafları, kadınların
1
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yay. Ankara 2000, s. 46 vd.
2
hâli gibi konular üzerende yazmıĢ, Fransız Kralı ile yüksek rütbeli memurların
Paris sokaklarından muhteĢem geçiĢlerini tasvir etmiĢ ve matbaanın çok
yaygın bir Ģekilde kullanıldığını belirtmiĢtir2.
Yirmi Sekiz Mehmet Efendi‟nin, Paris‟te gördüklerini ayrıntılı bir
Ģekilde kaleme aldığı sefaretnâmesi, Osmanlıların Batı‟ya açılan ilk penceresi
olmuĢtur. Yirmi Sekiz Mehmet Efendi‟nin Paris elçiliğinin bir diğer sonucu da
beraberinde Paris‟e götürmüĢ olduğu oğlu Sait Mehmet Efendi‟nin oradan
öğrendiklerinden hareketle, Ġstanbul‟da ilk Türk matbaasının kurulmasına
çalıĢmıĢ olmasıdır.3 Tarihimizde “Lale Devri” olarak adlandırılan 1718-1730
yılları arasındaki barıĢ devresi, Patrona Halil Ġsyanı‟yla sona ermiĢ ve Batı ile
olan doğrudan temas da böylece muvakkaten kesilmiĢtir.
Osmanlı Devleti, 1729‟da Avusturya ve Rusya ordularının tehdidiyle
karĢı karĢıya kalınca, modern harp teknolojisini yerleĢtirmek ve Batılı büyük
devletlerin ordularıyla mücadele gücü kazanabilmek amacıyla Avrupalı
uzmanları ülkeye davet etmeye baĢladı. Osmanlı hizmetine giren Avrupalı
uzmanların en meĢhurlarından biri, Humbaracı Ocağı‟nı ıslah eden ve Ġslâmı
kabul ederek Ahmet adını alan Kont de Bonneval‟dir. Kont de Bonneval veya
nâm-ı diğer Humbaracı Ahmet PaĢa, 1734 yılında bir askeri mühendislik
mektebi kurmuĢtur; fakat yapmayı düĢündüğü yenilikler tam ma‟nâsıyla
yerleĢememiĢtir.4
XVIII. asırda Osmanlı Devleti‟nin hizmetine giren bir baĢka meĢhur
Avrupalı uzman da Baron de Tott‟tur. Baron de Tott, Osmanlı Devleti‟nin
Rusya‟yla savaĢtığı yıllarda askerî reformlar yapmak amacıyla gelmiĢtir. III.
Mustafa‟nın topçu sınıfını teĢkilatlandırmak arzusuna uyan Baron de Tott, bu
2
Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.I, e Yay. İstanbul 1982, s. 320;
Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi Sefaretnâmesi için bkz: Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa
Sefaretnamesi, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1970, Yayına hazırlayan Şevket Rado.
3
Enver Ziya Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, Tanzimat, C.I, MEB Yay. İstanbul
1999, s.19
4
Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul Nisan 2007, s. 26
3
hususta bir talimatnâme hazırlamıĢ ve ilk olarak altı yüz topçu neferini
Kâğıthâne‟de Avrupa usûlünde talim ettirmeye baĢlamıĢtır. “Süratçi” ismini
alan bu neferlerin talimlerinde birçok kez bizzat padiĢah da bulunmuĢ ve
berâberinde bazen oğlu ġehzade Selim‟i de bulundurmuĢtur. Baron de Tott,
sadece topçu yetiĢtirmekle kalmamıĢ, aynı zamanda Tophane‟yi de ıslah
ederek yeni Ģekillerde toplar döktürmüĢtür. Yine aynı devirde teknik bilginin
teorik eğitimini de vermek düĢüncesiyle Mühendishâne-i Bahri-i Hümâyun
kurulmuĢtur.5
1768-1774 Osmanlı-Rus harbinin sonucu Osmanlı Devleti‟nin içine
düĢtüğü müĢkül hâli bütün dünyaya göstermiĢti; fakat Osmanlı devlet ricali,
bu savaĢın sonucundan gerekli dersleri tam olarak çıkaramamıĢ, mevcut
durumun devamı için çalıĢmıĢtır.6 Netice itibariyle, XVIII. asır boyunca devam
eden ve çeĢitli engellemelerle karĢılaĢan reform hareketleri, Avrupa
devletlerinin yükselen gücü karĢısında Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu
durumu düzeltmek hususunda yetersiz kalmıĢtır.7
Osmanlı Devleti‟nde ilk köklü reform haletlerini baĢlatan 1789‟da
Osmanlı tahtına çıkan III. Selim‟dir. III. Selim tahta çıktığında Osmanlı
Devleti‟nin geleceğinde çok büyük ve önemli tesirleri olacak olan Fransız
Ġhtilali baĢlamıĢ bulunuyordu ve devlet, Rusya‟yla savaĢ hâlindeydi;
Avusturya Belgrad‟ı ele geçirmiĢ, Napolyon Mısır‟ı iĢgâl etmeye baĢlamıĢtı.8
1791
sonbaharında
cepheden
dönen
Osmanlı
ordusu
henüz
Silistre‟de iken Sultan III. Selim, ulemâ ve askerden ileri gelen yirmi iki kiĢiye
devletin zayıflığının sebepleri hakkındaki görüĢlerini ve ıslahat tekliflerini
bildirmelerini istemiĢtir. Söz konusu kiĢiler devletin zayıflığının sebeplerini ve
5
Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, s.21 vd.
6
Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, s.22.
7
Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, s. 28
8
Ahmad, a.g.e, s. 31
4
ıslahat tekliflerini birer layiha ile padiĢaha takdim ettiler. PadiĢaha takdim
edilen layihaların ortak noktası, askerî reformlara duyulan ihtiyaç idi; fakat
bunun nasıl gerçekleĢtirileceği hususunda farklı teklifler vardı: Kimi devletin
ihtiĢamlı günlerindeki ordu düzenine dönmeyi teklif ediyor, kimi mevcut askerî
düzeni koruyarak, askere Batı tarzında talim ve terbiye verilmesi gerektiğini
ileri sürüyor, kimileri ise artık eski ordunun ıslahının mümkün olmadığını, bu
sebeple Batı tarzında eğitilmiĢ ve silahlandırılmıĢ yeni bir ordu kurulması
gerektiğini ifade ediyordu.9
Sultan III. Selim, eski ordunun ıslahının mümkün olmadığını, bu
sebeple tamamen Batı tarzında talim yapan yeni bir ordu kurulması
gerektiğini düĢünenlerle aynı kanaatteydi. Devletin kuruluĢ ve geniĢleme
devirlerinde büyük iĢler baĢarmıĢ olan Yeniçeri Ocağı artık tamamen
bozulmuĢ durumdaydı. Batı‟nın askerlik sahasındaki büyük adımlarına
rağmen,
Osmanlı
10
bulunmuyordu.
Devleti‟nin
Batı‟yla
boy
ölçüĢebilecek
bir
ordusu
Neticede Batılı tarzda talim yapan Nizam-ı Cedit ordusunun
kurulmasına karar verilmiĢtir. Yeniçerin tepkisinden çekinildiği için bu yeni
ordunun neferlerinin Yeniçeriler içerisinden seçilmesi istenmiĢ; fakat onlar bu
teklifi kabul etmemiĢlerdir. Bunun üzerine Yeniçerilerin yeni bir ordu
kurulmasından rahatsızlık duyarak isyan etmeleri ihtimali de düĢünülerek,
Nizam-ı Cedit ordusu, Bostancı Tüfenkçi Ocağı‟na bağlı olarak kurulmuĢtur.11
Nizam-ı Cedit ordusunun kurulması alınan bütün tedbirlere rağmen
Yeniçeri
Ocağı‟nın
Nizam-ı
Cedit‟e
olan
düĢmanca
hareketlerini
engelleyememiĢtir. Yeniçeriler arasında Nizam-ı Cedit askerinin sayısı
arttıkça kendilerine ulûfe verilmeyeceği ve ocağın ilgâ edileceği söylentilerinin
yayılmaya baĢlaması, yeni vergiler ihdâsıyla pahalılığın artması, tahsilât
yolsuzluklarından dolayı taĢradan gelen Ģikâyetlere kulak asılmaması,
9
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 58 vd.
10
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, Türkiye Yayınevi, İstanbul
1972, s. 72
11
Karal, V., s. 65; A. Cevat Eren, “Selim III”, İA, C. X, s.447
5
alafrangalıkta fazla ileri gidilmesi gibi sebepler, Kabakçı Mustafa Ġsyanı‟nın
patlak vermesine ve isyan neticesinde III. Selim‟in tahtan indirilmesine yol
açmıĢtır.12
III. Selim‟in gerçekleĢtirmeyi düĢündüğü ıslahat çalıĢmalarını oğlu II.
Mahmut, babasının tecrübelerini de göz önünde bulundurarak daha kararlı bir
Ģekilde devam ettirdi. II. Mahmut ilk iĢ olarak, Alemdar Mustafa PaĢa‟nın da
yardımıyla,
âyânlarla
Sened-i
Ġttifak‟ı
imzalayarak
onların
saltanata
sadakatlerini temin etmiĢ ve merkezî otoriteyi güçlendirmiĢtir. Yeniçeri Ocağı
kaldırılmadıkça köklü bir ıslahat hareketine giriĢilemeyeceğini bilen padiĢah,
1826‟da Yeniçeri Ocağı‟nı kaldırmayı baĢarmıĢtır. Yeniçeri Ocağı‟nın
kaldırılmasıyla Batılı tarzda yapılması düĢünülen reform hareketlerinin
önündeki en büyük engel kalkmıĢ oluyordu. 1826‟dan sonra II. Mahmut,
ıslahat
çalıĢmalarına
hız
vermiĢ,
birçok
alanda
köklü
değiĢiklikler
yapılmıĢtır.13 Onun saltanatı Osmanlı tarihinde en kökü reformların yapıldığı
devirlerin baĢında gelmektedir. II. Mahmut Devri‟nde yapılan reformlar,
Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Tanzimat devrine ve
reformlarına giden yolu açmıĢ, Türk tarihinin seyrini değiĢtiren geliĢmelerin
baĢlangıcı olmuĢtur.
Osmanlı tarihinin en önemli hâdiselerinden birisi de 1839‟da Tanzimat
Fermanı‟nın ilanıdır. Osmanlı tarihinde yeni bir devrin baĢlangıcı olan ferman,
okunduğu yere nispetle Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ve diğer bir adı ile
Tanzimat-ı Hayriye adını aldı. Tanzimat Fermanı‟nda, kuruluĢundan beri
Ģeriata bağlı bulunan Osmanlı Devleti‟nin refah içindeyken 150 seneden beri
çeĢitli sebeplerle Ģeriata riâyet etmemekten dolayı fakirliğe düĢtüğü, gerekli
yeni kanunların çıkarılmasıyla devletin beĢ on yıl içerisinde ümit edilen
seviyeye ulaĢacağı belirtiliyordu. Ayrıca Osmanlı tebaasından herkese ırk ve
din ayrımı yapılmaksızın can ve mal emniyeti sağlanacağı, iltizam usulünün
lağvedilerek herkesin gelirine uygun vergi alınacağı ifâde ediliyordu. Bunların
12
Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, s. 85 vd.
13
Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, s. 28
6
yanısıra fermanda, askerlik hizmetlerinin düzene konulacağı ve kiĢilerin
hukukuna riayet edileceği gibi hususlar yer alıyordu. 14
Tanzimat Fermanı‟nın 1839 yılında ilan edilmesinden, 1876 yılına
kadar olan zaman dilimine Tanzimat devri denilmektedir. Tanzimat devri,
Osmanlı tarihinde birçok yeniliklerin yapıldığı, Osmanlı Devleti‟nin bütün
kurumlarıyla batılılaĢmaya çalıĢtığı bir devirdir.
Osmanlı Devleti‟nin yapısını büyük oranda değiĢtiren Tanzimat
devrinin 1861‟den 1876 yılına kadar olan devresini Sultan Abdülaziz Devri
teĢkil eder. Sultan Abdülaziz devri genel itibariyle devlet idaresini yeni bir
düzene koymak için yapılan çalıĢmaların oldukça yoğun olduğu bir devirdir.
Tanzimat devrinin en önemli padiĢahlarının baĢında Sultan Abdülaziz
gelmektedir. Onun on altı yıllık saltanatı Osmanlı Devleti‟nin birçok alanda
Tanzimat reformlarını hayata geçirmeye çalıĢtığı bir devirdir. Bu devirde
Vilayet Nizamnameleri ve Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile vilayet
idaresinde ve eğitimde köklü yenilikler yapılmıĢtır.
Sultan Abdülaziz‟in saltanatının 1864‟ten 1871‟e kadar olan devresi
Tanzimat devrinin en önemli idarecilerinden sayılan Âlî ve Fuad paĢaların
etkisi altında geçmiĢtir. Söz konusu paĢalar Osmanlı Devleti‟nin ancak her
alanda köklü ıslahat çalıĢmaları yapılarak, Batılı büyük devletlerle mücadele
edebileceğine inanıyorlardı. ĠĢte Sultan Abdülaziz devri bu sebeple Tanzimat
reformlarının uygulamaya konulduğu bir devir olarak öne çıkmaktadır.
Bu çalıĢmada, Osmanlı Devleti‟nin 1861-1876 yılları arasındaki
Anadolu ıslahatları incelenmiĢtir. Anadolu ıslahatları özelinden hareketle
Sultan Abdülaziz devrinin Osmanlı modernleĢme tarihindeki yeri ve önemi
tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır.
14
A. Cevad Eren, “Tanzimat”, İA, C.X, s. 719.
7
Tez, üç ana bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde söz konusu
devrin hemen hemen bütün ıslahatlarını etkileyen nizamnameler, Sultan
Abdülaziz devrinde ıslahat fikri ve ıslahat çalıĢmalarına niçin ihtiyaç
duyulduğu açıklanmaya çalıĢılmıĢtır.
Ġkinci bölümde, 1865 yılında Çukurova‟daki asayiĢsizlikleri gidermek
ve aĢiretleri iskân etmek amacıyla kurulan Fırka-i Islahiyye‟nin tesis sebepleri
ve faaliyetleri incelenmiĢtir. Bu bölümün hazırlanmasında genel olarak arĢiv
vesikalarına müracaat edilmiĢtir. Çukurova‟da asayiĢsizliğin sebepleri Fırka-i
Islahiyye‟nin çalıĢmaları ve aĢiretlerin iskânı ayrıntılı bir Ģekilde incelenmiĢtir.
Üçüncü bölümde ise, baĢta Dersim ve Akçadağ olmak üzere
Anadolu‟nun doğusunda yapılan ıslahat çalıĢmaları ve aĢiretleri iskân etme
teĢebbüsleri konu alınmıĢtır. Bununla beraber Osmanlı Devleti‟nin XIX.
asırda en çok uğraĢmak mecburiyetinde kaldığı meselelerin baĢında gelen
yol ve ulaĢım meselesi ana hatlarıyla izah edilmeye çalıĢılmıĢ, Sultan
Abdülaziz devri Osmanlı ziraat politikası ve Anadolu‟daki ticarî faaliyetler
incelenmiĢtir.
8
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
SULTAN ABDÜLAZĠZ DEVRĠ’NDE ISLAHAT FĠKRĠ
VE NĠZAMNAMELER
I. SULTAN ABDÜLAZİZ DEVRİ’NDE ISLAHATA DUYULAN İHTİYAÇ
Sultan Abdülaziz‟in Osmanlı tahtına çıktığı günlerde devlet büyük bir
mâlî kriz içerisindeydi.
Bu durumun önlenmesi için tedbirler alınması
gerektiğini düĢünen padiĢah, sadrazam Kıbrıslı Mehmet PaĢa‟ya yazdığı
hatt-ı hümâyunda, tebaanın istisnasız olarak refahını sağlamak maksadıyla
çıkarılmıĢ olan kanunları te‟yit ettiğini, tasarrufa riâyet edilerek mâliyenin
düzene konulacağını, ordu ve donanmaya önem verileceğini, dost ve müttefik
devletlerle dostluk iliĢkilerinin devam ettirileceğini ve antlaĢmalara saygı
göstereceğini
ifâde
ediyordu.15
Hatt-ı
hümâyunda
ayrıca,
ıslahat
hareketlerine devam edileceği, Ģer‟î ahkâma riâyet edilmesi gerektiği, devlet
memurlarının vazifelerini sadakatle yerine getirmeleri, devletin mâlî ve mülkî
iĢlerinin yeni bir nizam altına alınmasının zarûrî olduğu, devletin iktisada
riâyet etmesi gerektiği, din, ırk ve mezhep ayrımı yapılmaksızın kanunların
herkese eĢit bir Ģekilde tatbik olunacağı ve ülkenin imarına gayret
gösterileceği ifâde edilmekteydi.16
Mâlî kriz son aĢamasına varmıĢ bulunuyordu. Karadağ‟la
savaĢın eĢiğine gelinmiĢti ve Hersek eyaletinde büyük bir isyan patlak
vermiĢti.
Söz konusu dönemde, Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı
Devleti‟nin iç iĢlerine müdahaleleri iyice artmıĢtı. Avrupalı büyük devletler,
çeĢitli bahanelerle Bâb-ı Âlî‟ye notalar veriyor, Osmanlı Devleti‟nden kabul
edilmesi mümkün olmayan taleplerde bulunuyorlardı.
15
Karal, VII, s. 2 vd.
16
Eren, “Tanzimat”, s. 752
9
Öncelikli olarak Hersek vilayetinde âsâyiĢin te‟min edilmesi
gerekiyordu; zirâ yabancı devletlerin Hersek isyanını bahane ederek Osmanlı
Devleti‟nin iç iĢlerine karıĢmaları ihtimali çok yüksekti. Bâb-ı Âlî, Hersek‟te
âsâyiĢi te‟min edebilmek amacıyla Herseklilerin Ģikâyetlerini iyi karĢılamaya
özen gösterdi ve genel bir af ilân etti. ÖdenmemiĢ vergilerin affedildiği Ömer
PaĢa vasıtasıyla mahallî halka bildirildi. Hersek vilayetinde âsâyiĢ aylar süren
görüĢmelerden sonra sağlanabildi, fakat burada sükûnet çok uzun sürmedi.17
Her fırsatta Osmanlı Devleti‟nin iç iĢlerine karıĢmaya alıĢmıĢ olan
Avrupalı Büyük devletlerden Fransa, 1867‟de Bâb-ı Âlî‟ye verdiği bir notada:
“Hıristiyanların çeşitli memuriyetlere kabul edilmesi, eğitimin ıslahı ve
yaygınlaştırılması, vilayet idare usulünün her tarafta yaygınlaştırılması,
mahkemelerin
alenî
olacak
şekilde
düzenlenmesi,
Hıristiyanların
şahitliklerinin kabul edilmesi, ticaret kanunlarının hazırlanması ve ticaret
mahkemelerinin ıslahı, hapishanelerde zabitânın ıslahı, yabancıların tasarruf
hukukundan serbestçe yararlanmaları, vakıfların ıslahı ve bütün emlak ve
arazinin mülke dönüştürülmesi, iç gümrüklerin ve tüketim vergilerinin
kaldırılması, yollar ve köprülerin ıslahı, maden ve ormanların iyileştirilmesi”
gibi taleplerde bulunuyordu.18
Mâlî kriz içinden çıkılmaz bir hal almıĢ durumdaydı. Devletin
içinde bulunduğu bu güçlükler karĢısında Sadrazam Fuat PaĢa, hazine
iĢlerini bizzat üstlenmiĢ ve padiĢaha, o günlerde değerini oldukça kaybetmiĢ
bulunan kaimenin dolaĢımdan kaldırılması, masrafların kısılması ve devlet
gelirlerinin arttırılması yönünde bir plan sunmuĢtur. Bunun üzerine Bâb- Âlî
tarafından içinde bir Avusturyalı, bir Ġngiliz ve bir Fransızın bulunduğu Hazine
Meclis-i Âlîsi oluĢturuldu. Söz konusu kurul büyük uğraĢlar sonucunda 1863-
17
Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yay., İstanbul 1999 s. 181 vd.
18
Engelhardt, a.g.e, s. 246
10
1864 yılları için ilk bütçeyi hazırlamayı baĢardı ve vergi sisteminde
değiĢiklikler yapılması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulundu.19
Mâlî krizin yanı sıra devletin uğraĢmak zorunda kaldığı birçok mesele
daha vardı. Bunların baĢında Balkanlar baĢta olmak üzere imparatorluğun
çeĢitli eyaletlerinde patlak veren isyan hareketleri bulunuyordu. Ayrıca
Anadolu‟da devlet otoritesinin giremediği ve devlete vergi ve asker vermeye
yanaĢmayan bölgeler de ayrı bir meseleydi.
Osmanlı Devleti‟nin XIX. Asırda uğraĢmak zorunda kaldığı meselelerin
baĢında âsâyiĢsizlik, belki de birinci sırayı iĢgal eder. Ġmparatorluğun geniĢ
sınırları içerisinde devlet otoritesinin giremediği, devletin hiçbir Ģekilde
tanınmadığı bölgeler vardı. Devlet, düz ovalarda oturan ahali dıĢında, dağlık
bölgelerde, genellikle konar-göçer hayat tarzını devam ettiren ve kendi
beylerinin idâresi altında bulunan aĢiretlerden ne asker ne de vergi
alabiliyordu. Ülkenin her tarafında türeyen eĢkıya, köylülere musallat oluyor,
köylünün mahsulüne el koyuyordu. Köylü bu eĢkıyalara devlet otoritesini
kabul
ettirmeye
mecburiyetinde
çalıĢan
kaldığı
jandarma
için
devletin
ile
hayvanlarını
âsâyiĢi
sağlamak
da
beslemek
faaliyetlerinin
masraflarını da çekmek zorundaydı.
Ġmparatorluğu parçalanmaktan kurtarmanın tek yolu BatılılaĢma
çalıĢmalarına hız vermekten ibaret gözüküyordu. Batı ile mücadele
edebilmek için Batının teknolojisini bir Ģekilde Osmanlı ülkesine taĢımak bir
zaruret halini almıĢtı. Fuat PaĢa, siyasi vasiyetnamesinde, Sultan Abdülaziz‟e
hitaben: “Görkemli ülkeniz herhangi bir Avrupa devletinden ileri gitmekliğimizi
sağlayacak bütün gerekli unsurlara sahiptir. Ama böyle ilerlemek için bir şey,
bütün siyasî ve idarî kurumlarımızı değiştirmek mutlaka gereklidir. Geçmiş
yüzyıllarda yararları görülmüş birçok yasa ve düzenlemeler, bugünkü
durumumuzda toplum için zararlı olmaktadır. Yaratılıştan kendini aşmak
19
Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876, agorakitaplığı, İstanbul
2005, s.117
11
eğiliminde olan insan, kendi eserini kusursuzlaştırmak üzere çaba harcamak
ihtiyacındadır” diyordu.20 Fakat Batı örnek alınarak yapılan ıslahat çalıĢmaları
Osmanlı toplumunun bünyesine uygun olmadığı için istenilen baĢarıya
ulaĢılamıyordu. Devletin, Batılı müesseseleri Osmanlı Devleti‟nin Ģartlarına
uygun hale getirebilecek vakti yoktu; çünkü imparatorluk her taraftan
kuĢatılmıĢ haldeydi. Avrupalı büyük devletler, Hristiyan tebaa lehinde devamlı
bir Ģekilde Osmanlı iç iĢlerine müdahale ediyor, Osmanlı Hristiyanlarının
zulüm gördüklerini ve bu sebeple imparatorluktan ayrılmak istediklerini ifade
ederek Osmanlı hükümeti üzerinde baskı kuruyorlardı.
Âli PaĢa, siyasî vasiyetnamesinde: “Osmanlı Devleti, henüz pek az
işlenmiş bâkir bir alan, iyice tanınmayan bir çeşit cennet manzarası arz
etmekte idi. Komşularının fikrî ve maddî ilerlemesine kıyasla halkımız geriydi.
Elindeki maddî kaynaklardan çok az bir yarar sağlamaktaydı. Sanayi ve
ticaret, süregelen kötü alışkanlıklar çerçevesi içinde durgun ve cansızdı.
Böyle bir ülkenin Avrupa devletlerinin iştahını kabartmasında şaşılacak bir
şey yoktur.” dedikten sonra, “Ancak bu devletler tasarılarında anlaşmazlık
içindeydiler. Bazıları, topraklarımızı ele geçirmek arzusuyla karanlık planlar
hazırlıyorlardı.
Başkaları,
ülkenin
kaynaklarından
yararlanmak
için
gruplaşıyor ve ötekilerin planlarını baltalamaya uğraşıyorlardı. Bir yandan
işgal etmek isteği, öte yandan sanayi ve ticaretten kazanç sağlamak,
Avrupa‟nın amaçları içindeydi. Toprağımıza göz koyanlar, gizli emellerini
güzel sözlerle maskeliyorlardı: „Biz acı çeken insanlığı korumak, din
kardeşlerimizi kurtarmak ve baskı altında inleyen halkı refaha çıkarmak için
müdahale etmek, içeriye girmek istiyoruz‟ diyorlardı” demektedir.21
Görüldüğü
gibi
Avrupalı
büyük
devletler
Osmanlı
topraklarını
parçalamak ve sömürgeleĢtirmek için birçok yola baĢvurmuĢlar ve özellikle
Osmanlı Hristiyanlarını çeĢitli isyanlara teĢvik ederek onların imparatorluktan
20
Belgelerle Tanzimat, Osmanlı Sadrazamlarından Âli ve Fuad Paşaların Siyasî
Vasiyetnameleri, Çeviren ve yayına hazırlayan: Engin Deniz Akarlı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları,
İstanbul 1978, s. 2
21
a.g.e , s. 17 vd.
12
ayrılmalarını sağlamaya çalıĢmıĢlardır. Batılı devletlerin teĢvikleri sonucunda
Osmanlı Devleti‟nin muhtelif bölgelerinde ayaklanmaların ve isyanların çıktığı
görülür. Avrupalı devletler isyanlara müdahale ve isyancıları himaye ederek
Osmanlı hükümetlerini isyanlar karĢısında âciz bırakmaya çalıĢmıĢ ve bu
düĢüncelerinde büyük oranda baĢarılı olmuĢlardır.
Nitekim ordular sevk
edilmek suretiyle bastırılan isyanların sonucunda itaat altına alınan bölgeler
Batılı büyük devletlerin müdahaleleriyle devletten yeni birtakım imtiyazlar
daha kazanmıĢlardır. Bu suretle Karadağ‟a hukukî ve siyasi muhtariyet
verilmiĢ, Sırbistan‟daki kalelerden Türk askeri çekilerek bu kaleler Sırp
beyliğine bırakılmıĢtır. Bunların yanısıra Eflak ve Boğdan‟ın Romanya adı
altında birleĢtirilmesi, Lübnan ve Girit‟e idarî haklar ve imtiyazlar verilmesi de
yine bu Ģekilde olmuĢtur.22
Sultan Abdülaziz devrinde, devleti parçalanmaktan kurtarmak için
yapılması gereken köklü reformlara duyulan ihtiyaç iyiden iyiye artmıĢtı. Bu
devirde devlet idaresine yön veren Âli ve Fuat paĢalar da imparatorluğu
dağılmaktan
kurtarmak
için
köklü
reformlar
yapılması
gerektiğini
düĢünüyorlardı. Onlara göre Batı ile mücadele edebilmenin tek yolu Batı gibi
olmaktan geçiyordu. Fuat PaĢa, “bütün siyasî ve idarî kurumlarımızı
değiştirmek mutlaka gereklidir” diyordu. Ona göre devletin parçalanmaktan
kurtulması için Ġngiltere kadar paraya, Fransa kadar bilgi aydınlığına ve
Rusya
kadar
askere
sahip
olması
gerekiyordu.
PaĢa
siyasi
vasiyetnamesinde, padiĢaha hitaben: “ Bizim için artık önemli olan çok terakki
etmek değil, fakat kesin olarak Avrupa‟nın öteki ülkeleri kadar terakki
etmektir” demiĢti.23
22
23
Karal, VII, s. 340 vd.
Belgelerle Tanzimat,
Vasiyetnameleri, s. 2
Osmanlı
Sadrazamlarından
Âli
ve
Fuad
Paşaların
Siyasî
13
II. NİZAMNAMELER
A. Tanzimat Devrinde Vilayet İdaresi Meselesi
Tanzimat devrinde Osmanlı idarecilerinin ana hedeflerinden bir tanesi
de eyaletlerde merkezî hükümetin gücünü yaygınlaĢtırmaktı. Tanzimatın,
Ġmparatorluğu hakiki manada yeni bir Ģekle sokması isteniyorsa bunun için
esaslı bir vilayet teĢkilatı oluĢturulması gerektiğine inanılıyordu. Osmanlı
devletinde taĢra idaresi daima önemli bir mesele olarak devlet idarecilerini
düĢündürmüĢ ve birçok milletten müteĢekkil büyük bir devletin, bu milletler
birlikteliği içerisinde nasıl daha iyi bir Ģekilde idare edileceği tartıĢılmıĢtır.
Tanzimat devrine gelinceye kadar taĢrada devlet otoritesini güçlendirmek
amacıyla çeĢitli faaliyetler yürütülmüĢ ve bu faaliyetlerin en önemlisini II.
Mahmut âyânlarla yaptığı anlaĢmayla gerçekleĢtirmiĢtir. II. Mahmut devlet
idâresinde ve orduda yaptığı birçok yenilik çalıĢmasının yanı sıra, taĢrada
Osmanlı idaresini güçlendirmek için yürüttüğü faaliyetlerle de öne çıkan bir
hükümdardı.
II. Mahmut‟un âyânları ortadan kaldırmasından sonra eyâletlerin
sayısında da değiĢiklik olmuĢtu. Bazı eyaletlerin statüsü farklı olmakla
beraber, her birinin merkezi önemli Ģehirlerde bulunan otuz kadar eyalet
vardı. Her eyaletin baĢında bir vali bulunuyordu ve valilerin yetki ve
sorumlulukları görülen lüzum üzerine zaman zaman arttırılıyor veya
azaltılıyordu. Valiler, 1840‟larda biri Bâb-ı Ali‟nin tayin etmiĢ olduğu
memurlara biri de Tanzimat reformlarıyla oluĢturulan meclislere olmak üzere
iki türlü denetime tabi idiler.
Osmanlı devletinin taĢra idaresi söz konusu olduğunda en büyük
meselelerinin baĢında âsâyiĢsizlik geliyordu. Ġmparatorluğun özellikle dağlık
bölgelerine devlet otoritesi ya hiç giremiyor veya çok kısmî olarak
girebiliyordu. Nitekim devlet, Anadolu‟nun ve Rumeli‟nin düz ovalarında
yerleĢen Türk ahali dıĢındaki tebaasından asker ve vergi alamıyordu. Güney
14
Anadolu‟da Kozan, Cebel-i Bereket, Çukurova; Doğu Anadolu‟da özellikle
Dersim ve Akçadağ devletin asker ve vergi almadığı bölgelerin baĢında
geliyordu. Mesela Dersim bölgesinden devletin 1867 yılı itibariyle yaklaĢık
yüz yük kuruĢ vergi alacağı olduğu arĢiv vesikalarından anlaĢılmaktadır. 24
Osmanlı idarecileri, özellikle tımar sisteminin çöküĢünden itibaren
taĢra idaresini daha düzenli bir Ģekle sokmak amacıyla çeĢitli giriĢimlerde
bulunmuĢlar,
fakat
düĢündükleri
ıslahatı
tam
olarak
fiiliyata
geçirememiĢlerdir. Osmanlı idarecileri için taĢra veya baĢka bir anlatımla
vilayet
sisteminin
yeniden
düzenlenmesi
devletin
taĢrada
otoritesini
güçlendirmesi için gerekli görülürken, aynı durum batılı devletler için
imparatorluk tebaası olan azınlıkların Osmanlı idaresinden ayrılmalarını
sağlayacak bir takım imtiyazlar olarak algılanıyordu.
ĠĢte
Osmanlı
idarecileri,
taĢrada
devletin
otoritesini
artırmak
düĢüncesiyle Tanzimat‟tan sonra ilk iĢ olarak valilerin güç ve yetkilerini
kısıtlama yoluna gitmiĢlerdir. Tazimattan sonra ortaya çıkan Vilayet Meclisleri
de valilerin icraatlarını denetleme hakkına sahiptiler. Fakat bu durumun aynı
zamanda valilik görevinin sıradanlaĢmasına sebep olduğunu da ekleyelim;
zirâ valilerin yetkilerinin daraltılması valilik görevinin câzibesini kaybetmesine
ve Osmanlı mülkî âmirlerinin gözünde valiliğin değer kaybetmesine yol
açmıĢtır. Mesela bazı valiler merkezî hükümete Tanzimat Fermanı‟yla
yetkilerinin daraltıldığını daha doğrusu ellerinin kollarının bağlı olduğunu
söylüyorlardı.25 Vilayet Meclislerinin Osmanlı siyasî hayatında daha sonraki
devrelerde önemli bir role sahip olacağı görülecektir. Mesela bu ilk
oluĢturulan Vilayet Meclisi üyelerinin büyük bir çoğunluğunun 1876‟da
Osmanlı Mebusan Meclisi‟nde de yer aldıkları görülecektir. 26
24
BOA, İ.DH. 561/39098, 1283. Z. 17.
25
Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. II, Gözlem Yayınları, İstanbul 1975, s.
720 vd.
26
İlber Ortaylı, Osmanlıda Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, İş Bankası Yay., İstanbul 2008, s.
272 vd.
15
Tanzimat devrinde vilayet sisteminde yapılan düzenlemeleri, Tanzimat
öncesi devirle karĢılaĢtırıp daha sağlıklı bir Ģekilde değerlendirebilmek için
XIX. asrın baĢlarında Osmanlı eyaletlerinin hangileri olduğunu tablo halinde
vermekte fayda görülmektedir.27
Avrupa
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
27
Asya
Afrika
1
Anadolu
1
2
Karaman(Konya)
2
3
Sivas
3
4
Trabzon
4
5
Ahıska=Çıldır
6
Kars
7
Erzurum
8
Van
9
Diyarbekir
10
Rakka
11
MaraĢ
12
Adana
13
Halep
14
Kıbrıs
15
Trablus
16
Sayda=Akkâ
17
ġam
18
Musul
19
Bağdad
Basra
ġehr-i Zor
Yemen
Tablo I: XIX. Asrın BaĢlarında Osmanlı Eyaletleri
Rumeli
Belgrad
Bosna
Eğriboz
Eflak
Boğdan
Kandiya (Girit)
ĠĢkodra
Mora
Yanya
Cezair-i Bahr-ı Sefid
Kahire
Trablus (-Garb)
Tunus
Cezayir
Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Anadolu‘nun İdari Taksimatı, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Dergisi Yay., Ankara 1988, s. 115 vd.
16
1.
1
2
3
4
5
6
7
8
2.
1
2
3
4
3.
1
2
3
4.
1
2
3
5.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
6.
1
2
3
4
7.
1
2
3
4
5
6
7
8.
1
9.
1
ANADOLU EYALETĠ
Kütahya
9
Aydın
Hüdavendigar
10
Saruhan
Karahisar-ı Sahib
11
MenteĢe
Sultan-önü
12
Hamid
Ankara
13
Teke
Kângırı
14
Karesi
Bolu
15
Viran-Ģehir
Kastamonu
KARAMAN EYALETĠ
Konya
5
Niğde
BeğĢehri
6
KırĢehir
AkĢehir
7
Aksaray
Kayseriye
CEZAĠR-Ġ BAHR-I SEFĠD EYALETĠ (=Akdeniz Adaları Eyaleti)
Gelibolu
4
Rados
Koca-eli
5
Kıbrıs
Sığla
MARAġ EYALETĠ
MaraĢ
4
Gerger
Malatya
(5.
Ayıntab)
Samsad
DĠYARBEKĠR EYALETĠ
Âmid
14
Çapakçur
Hâni
15
Sağman
Mazgird
16
Çermik
Mafarkîn
17
Kulb
Harburt
18
Ġlkis?
Sincar
1111 Penbek
9
Ġs„ird
20
Pertekrek
Siverek
21
Palu
Ergani
22
Kîh
Atak
23
Cizre
Hasan-Keyf
24
Eğil
ÇemiĢgezek
25
Hazo
Nusaybin
26
Tercil
SĠVAS EYALETĠ
Sivas
5
Cânik
Amasya
6
Divriği
Bozok
7
Arapkir
Çorum
ERZURUM EYALETĠ
Erzurum
8
Ġspir
Erzincan
9
Kuruçay
Hınıs
10
Pasin
Kelkid
11
Mamervan
Malazgird
12
Kızuçan
Tortum
13
Kiğı
Karahisar-ı ġarkî
14
Mecingerd
TRABZON EYALETĠ
Trabzon
2
Gönye
ÇILDIR EYALETĠ
Livâne nâm-ı diğer Vartın
4
Cercer
17
2
3
10.
1
2
3
11.
1
2
3
4
5
6
7
8
ġavĢad
Mahaçel
KARS EYALETĠ
Kars
Kağızman
Keçvan
VAN EYALETĠ
Van
Adilcevaz
ġirvı
Esbaberd
Köyin
Zerikı
Kerkâr
Ağakes
12.
1
2
2
13.
1
2
3
4
14.
1
2
RAKKA EYALETĠ
5
Cebecik
4
5
ġuragel
ZaruĢad
9
10
11
12
13
14
15
16
ErciĢ
Müküs
MuĢ
Bargiri
Hakkâri
Bitlis
Hizan
HoĢab nâm-ı
Mahmudî
diğer
4
5
6
ADANA EYALETĠ
Adana
Tarsus
Alâiye
Ġç-il
HALEP EYALETĠ
Halep
Maarretü‟l-Mısrîn
5
6
7
Sis
Uzeyr
Belen
3
4
Matic
Bâlis
Tablo II: XIX. Asrın BaĢlarında Osmanlı Eyaletleri ve Sancak Merkezleri
Tablodan da anlaĢıldığı üzere, XIX. asrın baĢlarında Osmanlı
eyaletleri oldukça geniĢ bulunmaktaydı. Mesela Diyarbekir eyaleti bir eyalet
merkezinden kolaylıkla idare edilemeyecek cesamette bir eyaletti. Aynı
Ģekilde Van Eyaleti, Sivas, Erzurum ve Anadolu eyaletleri de bu türden çok
geniĢ ve bir merkezden kolaylıkla idare edilemeyecek eyaletler arasındaydı.
Ġleride görüleceği üzere Tanzimat devrinde ve özellikle Sultan Abdülaziz
döneminde yapılan ıslahat çalıĢmalarıyla bu geniĢ eyaletlerin vilayet
nizamnameleriyle daraltıldıklarını ve daha kolay idare edilebilir Ģekle
getirildiklerini göreceğiz.
Tanzimat devrinde, bu bölümün asıl inceleme konusu olan 1864,
1867, 1871 yıllarında çıkarılan Vilayet Nizamnamelerine kadar Osmanlı taĢra
ve eyalet idaresine dair hazırlanan en önemli kanun 1858 tarihli Arazi
18
Kanunnamesi‟dir.28 Bu arada 1846 yılında eyaletlerin sınırlarında bir takım
değiĢiklikler yapılmıĢ olduğunu da ilave edelim.
Tımar sisteminin 1839 yılında kaldırılması fiilî ve hukukî yönden
doldurulması gereken bir boĢluk meydana getirmiĢti. Arazi Kanunnamesi‟nin
asıl amacı ortaya çıkan bu boĢluğu doldurmaktı.29 Kanunname bir
mukaddime ile üç bab halinde sıralanan 132 maddeden oluĢmaktaydı.
Osmanlı Devletinde mevcut çeĢitli hukukî statülerin tarif ve taksiminden
bahseden 1. ve 7. maddeler mukaddimeyi oluĢturur. 8. ve 90. maddeleri
oluĢturan birinci bab, mirî arazinin tasarruf, ferağ, intikal ve mahlulat
Ģekillerine ait olmak üzere dört bölüme ayrılmıĢtır. Ġkinci bab, metruk ve
mevat topraklara ait hükümleri ihtiva eder. Arazi Kanunnamesi‟nin birinci
maddesi, Osmanlı Ġmparatorluğunda mevcut toprakları memlüke, miriye,
mevkufe, metruke ve mevat olmak üzere beĢ kısma ayırmaktadır.30
Kanunname, var olan eyalet yapısını korumakla beraber vali, bütün
konularda tam yetki sahibi oluyor, ordu kumandanlarıyla Ġstanbul‟dan
gönderilen hazine memurları eyaletlerdeki iĢlerinden dolayı valiye karĢı
sorumlu oluyorlardı. Eyalet memurlarının ve vatandaĢların valinin kanunları
çiğnediğine dair ellerinde kanıtları bulunduğu takdirde doğrudan Ġstanbul‟la
yazıĢmaya hakları vardı. Bunun dıĢındaki her türlü yazıĢma valinin elinden
geçecekti. Ġdare Meclisleri bütün seviyelerde yeniden iĢletilecek, valilere ve
kaymakamlara danıĢmanlık yapacaklardı.31
Ayrıca 22 Eylül 1858‟de Meclis-i Ahkâm-ı Adliye tarafından vali,
mutasarrıf ve kaymakamların görev ve yetkilerini geniĢ bir Ģekilde açıklayan
28
Arazi Kanunnamesinin tam metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. I, Matbaa-i Amire, İstanbul 1289,
s. 165-199.
29
Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s. 704.
30
Ömer Lütfi Barkan, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 tarihli Arazi
Kanunnamesi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., İstanbul 1999, s. 321-421. Ayrıca Düstur, I. Tertip, C. I,
s. 165, “Memâlik-i devlet-i aliyyede olan arâzi beş kısımdır. Kısm-ı evvel arâzi-i memlûke ya„ni ber
vech-i mülkiyet tasarruf olunan yerlerdir. Kısm-ı sânî arâzi-i miriyedir. Kısm-ı sâlis arâzi-i
mevkûfedir. Kısm-ı râbi„ arâzi-i metrûkedir. Kısm-ı hâmis arâzi-i mevâttır.”
31
Stanford J.Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, e Yay.,
İstanbul 1983, s. 122.
19
“Vali, Mutasarrıf ve Kaymakamların Vazifelerini ġamil Talimat” adı altında bir
talimatname yayınlanmıĢtır. Bu talimatnamede bütün devlet memurlarının
kanuna saygılı olmaları, doğruluktan ayrılmamaları, Ģahsi menfaat peĢinde
koĢmamaları, kanun ve nizam hükümlerinin ivedilikle yerine getirilmesi, iĢ
sahiplerine iyi muamele edilmesi, her sınıf halkı mevzuat yönünden eĢit
görmeleri, cezaları usulüne uygun vermeleri ve memuriyet Ģereflerini
muhafaza etmeleri gibi hususlar dile getirilmiĢtir.32
1860 yılında Tanzimat devri idarecilerinin eyaletlerdeki ıslahat
çalıĢmalarını hızlandırdıklarını görüyoruz. Önemli eyaletlere daha kabiliyetli
idarecilerin atanmalarını ve bu yöneticilere daha yüksek ücret ödenebilmesini
sağlamak için valilikler mutasarrıflıklara yükseltildi. Bu tarihe kadar kaza
seviyesinde kullanılan bir terim olan mutasarrıflık artık valilerden daha çok
ücret alan ve daha yüksek bir mevki haline getirildi. Mesela Mithat PaĢa ve
Ahmet Cevdet PaĢa gibi Tanzimat ricalinin eyaletlere vali olarak tayin
edildiklerini biliyoruz. Aynı zamanda eyaletlere Ġstanbul‟dan gönderilen
bağımsız defterdar ve kâtiplerin yetki ve görevlerine son verilmesiyle, valilerin
eyaletteki mali iĢlerde yetkileri de artmıĢ oluyordu.33 Bu talimatname ile vali
devletin yetki alanına giren konularda merkezî hükümetin taĢradaki en güçlü
temsilcisi haline geliyor ve valilik makamının görev ve yetkileri oldukça
geniĢletiliyordu.34
Eyalet sisteminde yapılan düzenlemeler bir türlü istenilen sonucu
vermiyor, imparatorluğun çeĢitli bölgelerinde karıĢıklıklar ve âsâyiĢsizlik
devam ediyordu. Bu açıdan baĢta Fuat PaĢa olmak üzere birçok Osmanlı
idarecisi daha köklü bir vilayet kanunu yapılması gerektiğine inanmaktaydı.
Cevdet PaĢa, Fuat PaĢa‟nın vilayet idaresiyle ilgili fikirleri hakkında bilgi
verirken: “Bir vakitten berü Fuad Paşa vilâyâtın tanzîmi emelinde olup
32
M.Emin Yolalıcı, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK
Yay., Ankara 1998, s. 19.
33
Stanford J.Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, s. 122.
34
Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s. 721.
20
hülâsa-ı mütâla„atı dahi, eyâletler ve sancaklar büyüdülerek vâlîliklerine,
mücererreb ü muktedir zâtlar intihâb ve dâire-i me‟zûniyyetleri tevsî„ ile yalnız
mühim işlerde Dersaâdet‟e mürâca„at eylemeleri ve bu vechile merkez-i
saltanat âdî işlerle iştigalden kurtularak vükelây-ı devletin de ehem-i umûr ile
iştigal etmeleri hususlarından ibâret idi” demektedir35
B. Vilayet Nizamnamelerine Giden Yol
Ülkenin çeĢitli bölgelerinde meydana gelen karıĢıklıklar ve âsâyiĢsizlik
yeni bir eyalet yönetimi sisteminin hazırlanmasını kaçınılmaz hale getirmiĢti.
Islahat Fermanı‟ndan önce sadece gayr-i müslim ahalinin isyanlarıyla
uğraĢmak zorunda kalan Bâb-ı Âlî artık Müslümanların isyanlarıyla da
uğraĢmak
mecburiyetindeydi;
çünkü
Islahat
Fermanı‟nın
getirdiği
yeniliklerden Müslüman tebaa da hoĢnut olmamıĢtı. DıĢ devletlerin
müdahaleleri ile çıkan gayr-ı müslim ayaklanmalarıyla uğraĢmaya alıĢık olan
devlet, Ģimdi ise Müslüman bölgelerin ayaklanmalarıyla karĢı karĢıya
kalmıĢtı. Meselâ 1860-61 yıllarında Suriye‟de büyük bir isyan çıkmıĢ, hatta
Hariciye Nazırı Fuat PaĢa isyanı bastırmak için bizzat bölgeye gitmiĢti. 36
Suriye‟de meydana gelen isyan devleti oldukça uğraĢtırmıĢ ve
güçlükle bastırılabilmiĢti. Bu arada Avrupalı devletler devamlı bir Ģekilde
çeĢitli bahanelerle Osmanlı iç iĢlerine karıĢıyor, Osmanlı Devleti‟ne çeĢitli
memorandumlar veriyorlardı. Mesela Ġngiltere: Vilayet idare meclislerinin
ıslah edilmesini, bu meclislere ahalinin çeĢitli unsurlarından üye seçilmesi için
daha adil bir seçim usulü konulmasını istiyordu. Ayrıca Vilayet idare
meclislerinden yargı kuvvetinin tamamen alınmasını ve bunların sadece idare
iĢleriyle uğraĢmaları gerektiğini söylüyordu.37
35
Cevdet, Ma‘ruzat, s. 110 vd.
36
Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, TTK Yay., Ankara 2000, s.50.
37
Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 165.
21
Rusya ise Bulgaristan ve Bosna-Hersek için daha fazla imtiyaz
verilmesini istiyordu. Osmanlı iç iĢlerine karıĢmak için devamlı bir Ģekilde
bahaneler arayan Avrupalı büyük devletlere 1859 yılında NiĢ‟te baĢlayan
karıĢıklıklar yeni bir fırsat vermiĢti. Osmanlı Devleti isyanları bastırmak daha
doğrusu kontrol altına almak amacıyla isyan bölgelerine müfettiĢler
gönderiyordu. 1859 yılında Kıbrıslı Mehmet PaĢa karıĢıklıkları önlemek
amacıyla Rumeli müfettiĢliğine tayin edilmiĢti; fakat çalıĢmalarını daha tam
olarak bitirmeden Ġstanbul‟a dönmek mecburiyetinde kalmıĢtı; zirâ bu sefer
de Lübnan bunalımı ortaya çıkmıĢtı.38
Lübnan‟da
1845‟te
çıkan
olaylar
sonucunda
hazırlanan
çifte
kaymakamlık sistemi baĢarılı olamamıĢtı. Birbirine düĢman olan unsurlardan
Marunileri ve Dürzileri hükümete katmak için yapılan deneme, bu iki unsur
arasındaki anlaĢmazlıkları çözemediği gibi anlaĢmazlıkları daha da arttırmıĢ,
aralarındaki düĢmanlığı körüklemiĢti.39 Haziran 1860‟ta Maruniler ve Dürziler
arasında yeniden büyük bir mücadele baĢlamıĢtı. Avrupalı büyük devletler
Lübnan olaylarını bastırmak bahanesiyle bölgeye asker çıkardılar. Böylece
Osmanlı iç iĢlerine müdahale etmeye alıĢmıĢ olan Avrupalı devletler, Lübnan
olayları sebebiyle Osmanlı Devleti‟nin bir iç meselesine fiilen müdahale
ediyorlardı.40
Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti‟ninde aralarında bulunduğu bir
komisyon teĢkil ederek Lübnan‟ın yeni bir statüye kavuĢturulması için
çalıĢmalara baĢladı. Komisyonda Osmanlı Devleti‟nin yanı sıra Ġngiltere,
Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya bulunuyordu. Dürziler tarafından da
kabul edilen yalnız bir Hristiyan kaymakam bulundurulması fikri ağırlık
kazanmaktaydı. Fakat Rusya daha farklı bir idare Ģekli düĢünüyordu.
Rusya‟nın düĢündüğü bu yeni idare Ģekline göre Lübnan‟da bulunan halkların
her birine ve her bir Hristiyan cemaate mahsus bir idare tarzı kurmak lazımdı.
38
Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.50.
39
Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, 165.
40
Ortaylı, a.g.e, s.51.
22
Bu sebeple biri Marunilerden, diğeri Doğu ve Rum kilisesine mensup
aĢiretlerden, üçüncüsü ise Dürzilerden oluĢacak olan üç ayrı kaymakamlık
kurulacaktı41. Neticede komisyon, 9 Haziran 1861‟de Lübnan Nizamnamesi‟ni
yayınladı. Bu nizamnameye göre Cebel-i Lübnan, Beyrut vilâyetinden ayrı bir
statüde olmak üzere yeni bir idare Ģekline sahip oluyordu. Nizamname
aĢağıdaki maddeleri ihtiva ediyordu:
Cebel-i Lübnan, Bâb-ı Âlî‟nin idaresinde yürütme gücünün bütün yetki
ve görevlerine sahip olmak üzere bir Hristiyan mutasarrıf tarafından idare
edilecektir.
Halkı meydana getiren milletlerden her biri mutasarrıfın maiyetinde
birer vekil bulunduracaktır.
Her cemaat tarafından seçilmiĢ ikiĢer üyeden oluĢmak üzere merkezî
bir meclis kurulacaktır.
Cebel, altı kazaya ayrılarak her birinde çeĢitli cemaatler tarafından
atanacak 3 ilâ 6 üyeden oluĢan bir meclis bulunacaktır.
Kazalar, mümkün olduğu kadar aynı unsura mensup ahaliden oluĢmak
üzere nahiyelere bölünecektir.
Her bir nahiyede mezhep erbabları için bir sulh hâkimi, her kazada 3
ilâ 6 üyeden oluĢan bidâyet mahkemesi seviyesinde bir adliye meclisi, liva
merkezinde her cemaatten ikiĢer üye olarak on iki üyeden oluĢan büyük bir
adliye meclisi bulunacaktır.42
Lübnan Nizamnamesi‟yle Cebel-i Lübnan olayları geçici bir süre de
olsa sona erdirilmiĢ oluyordu; fakat nizamnamenin maddelerinden de
41
42
Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 170 vd.
Engelhardt, a.g.e, s. 170 vd. Ayrıca, Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s. 51
vd.
23
anlaĢılacağı üzere Lübnan bölgesi kazandığı özerklik statüsüyle diğer
Osmanlı eyaletlerine kötü bir örnek teĢkil ediyordu. Lübnan mutasarrıfı Suriye
ve Beyrut valilerinden bağımsız olduğu gibi, senelik belli miktarda vergisini
ödemek dıĢında da merkezî hükümetle bir bağı kalmıyordu. Mali meseleler
meclislerde cemaat temsilcileri tarafından çözülecek, adli davalara cemaat
temsilcisi hâkimlerden oluĢan mahkemeler bakacaktı. “Cebel-i Lübnan özerk
statüsü; dış devletlerin Osmanlı İmparatorluğu‟nun bütün vilayetlerinde
görmeyi arzuladıkları bir düzendi”43 Zirâ Cebel-i Lübnan‟a merkezî hükümetin
müdahale etmesi ve memur ataması sınırlıydı. Osmanlı Devleti‟nin
Lübnan‟daki konumu cemaatler arasında arabuluculuk yapmaktan ibaret
kalıyordu. Tabii bu durum Osmanlı idarecileri için ileriki yıllarda baĢka
eyaletlere örnek olacağı düĢüncesiyle büyük bir endiĢe sebebiydi. Bu yüzden
daha sonra hazırlanacak vilayet nizamnamelerinde mahallî halkın idare
meclislerine ve mahkemelere katılımları sınırlandırılmıĢtır. Özellikle zabıtanın
idaresi hiçbir Ģekilde mahallî halka bırakılmadı ve bu hususta merkezî
hükümetin üstünlüğü sağlandı.44 Lübnan Nizamnâmesi‟nden burada uzun
uzadıya bahsedilmesinin sebebi, bu nizamnâmenin 1864 yılında hazırlanan
Vilayet Nizamnâmesi‟nin hükümlerini ve zamanını etkilemiĢ olması ihtimalidir.
Avrupalı devletler, Osmanlı vilayetlerinin hepsinin Lübnan örneğine
uygun olarak düzenlenmesini arzu ediyorlardı. Fakat böyle bir istek Osmanlı
idarecileri için kabul edilemeyecek mahiyetteydi. Osmanlı idarecilerinin amacı
vilayetlerde merkezî hükümetin gücünü azaltmak değil; bilâkis arttırmaktı.
Zaten Tanzimat devrinde vilayetlerle ilgili olarak yapılan ıslahatların büyük
çoğunluğunun amacı taĢrada merkezî hükümetin otoritesini arttırmaktı.
Nitekim bu amaçla ülkenin çeĢitli bölgelerine müfettiĢler gönderilmiĢ ve devlet
otoritesinin giremediği bölgeler “taht-ı inzibata” alınmaya çalıĢılmıĢtır. Mesela
Fuat PaĢa bizzat Suriye‟de çıkan isyanı bastırmak amacıyla bölgeye gitmiĢ,
Ahmet Cevdet ve DerviĢ paĢaların idaresindeki Fırka-i Islahiyye Cebel-i
43
Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.52; Ve, İmparatorluğun En Uzun
Yüzyılı, İletişim Yay., İstanbul 2004, s. 153 vd.
44
Ortaylı, a.g.e, s.52.
24
Bereket, Kozan ve Çukurova‟nın muhtelif yerlerinde devlet otoritesini
sağlamaya çalıĢmıĢlardır. Aynı Ģekilde 1862-63 yıllarında Meclis-i Ahkâm-ı
Adliye azasından Ahmet Vefik ve Rıza efendiler “tahkik-i ahali ve memleket
zımnında” Anadolu müfettiĢliğiyle görevlendirilmiĢlerdir.45
ĠĢte bu Ģartlar altında Bâb-ı Âlî vilayetlerde hemen genel bir ıslahat
programı hazırlamak mecburiyetinde idi; fakat bu program ilk olarak bazı
eyaletlerde tecrübe edilmeli ve ondan sonra genelleĢtirilmeliydi. Osmanlı
Devleti
tatbik
etmeyi
düĢündüğü
ıslahatları
uygulayacak
yeterlilikte
memurlara sahip değildi. Yolsuzluk, rüĢvet, görev ve yetkiyi kötüye kullanma
memleketin her tarafında oldukça yaygınlaĢmıĢtı. Bu sebeple ıslahat
programını uygulamak amacıyla “kâide-i tedric” usûlü kabul edildi. Ve nihayet
Âlî ve Fuat paĢalar taĢra idaresinde köklü bir ıslahat yapmanın vaktinin
geldiğini düĢündüler. 1863 yılında yeni bir vilayet nizamnamesinin hazırlıkları
böylece baĢladı.46
45
Lütfi, C. X, s. 87 ve 105; Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ahmet Vefik Paşa”, İA, C.I, s.208; Tanpınar,
Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul Eylül 2000, s. 213. Vak„anüvis Lütfi Efendi
tarihinde, Ahmet Vefik Paşa‟nın Anadolu müfettişliği hakkında: “Anadolu ve Rumeli‟nin bazı
taraflarına tahkîkât ve teftîşât ve icrâat-ı mukteziyenin icrâsı zımnında ecille-i zevâtdan müfettişler
gönderilmiş idi. Bunlardan Ahmet Vefik Efendi ile Rıza Efendi Anadolu ve Subhi Bey Rumeli
cânibine memur oldular. Dâire-i teftişiyyelerinde fevka‟l-âde icrâat-ı mâriyyeye mıvaffak oldular.
Hususiyle Ahmet Vefik Efendi‟nin Bursa şehr-i şehrinin tezyîn ve i„mârına olan gayret ve himmeti
şâyân-ı takdîrdir” derken(C. X, s.105); Abdurrahman Şeref, “1279 evâhirinde Anadolu mıntıka-i
yemîni müfettişliğine tayin kılınmıştır. Bir buçuk seneyi mütecâviz Bursa ve Karesi câniblerini devr
ile icrâ-yı teftişât eylemiş ve kendisine mahsus olan muâmelât-ı hod-serânesi sanâdid-i mahalliyeyi
gücendirmiş ve ahâliye dahi garib gelmiş olduğundan hakkında şikâyet-i adîde ve şedîde vuku„
bulmağla artık Fuad Paşa dahi sahâbet edememiş ve hatta müfettiş efendinin gayr-i kânûnî harekât-ı
merviyyesini tahkîk içün ayrıca bir hey‟et-i teftîşiyye Bâb-ı Âlîce düşünülmüşdür. Ânın üzerine infisâl
eyleyerek Âlî Paşa‟nın vefâtına kadar ma„zul kalmışdır” demektedir. A. Şeref, Tarih Musâhabeleri,
Matbaa-i Âmire, İstanbul 1339, s. 223-224; Ahmet Hamdi Tanpınar ise, A. Vefik Paşa‟nın Anadolu
müfettişliğiyle ilgili olarak A. Şeref‟in söylediklerini, büyük ihtimalle Tarih Musâhabeleri‟nden
alarak, aynen tekrarlamaktadır. Bkz: Tanpınar, “Ahmet Vefik Paşa” s.208 ve Tanpınar, Edebiyat
Üzerine Makaleler, 213.
46
Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.53.
25
C. 1864 Tarihli Vilayet Nizamnamesi
7 Kasım 1864 (7 Cemâziye‟l-âhir 1281) tarihinde Vilayet Nizamnâmesi
hazırlandı. Vilayet Nizamnâmesi II. Mahmut sonrası yılların tecrübelerinin
tabii bir sonucuydu.47 Nizamnâme ile eski eyalet sistemi kaldırılarak, yerine
vilayet sistemi getiriliyordu. 1864 Nizamnâmesi‟nin meydana getirdiği Ģekliyle
vilayet, Fransa departmanlarında olduğu gibi, sancaklara, sancaklar
kazalara, kazalar köylere bölünmüĢtür. Sancaklar mutasarrıfların, kazalar
kaymakamların, köyler muhtarların idaresinde olup, bunların tamamı valinin
emri altında olacaklardı. Bu mülki taksimatın her bir kademesinde, üyelerinin
çoğunun seçimle belirlendiği bir meclis ve bir de mahkeme bulunacaktı.
48
Vilayet Nizamnâmesi‟nin hazırlanıĢında Mithat PaĢa‟nın görüĢlerinden
geniĢ ölçüde yararlanılmıĢtı; zirâ o kısa süreli NiĢ valiliği sırasında baĢarılı bir
idarecilik örneği sergilemiĢ ve eyaletin karıĢık durumunu düzenlemiĢtir.
Nizamnamenin hazırlanmasında özellikle Fuat PaĢa ile Mithat PaĢa‟nın
müĢterek mesailerinin büyük rolü olduğu ifade edilmektedir. Zaten Fuad PaĢa
eyalet idaresi iĢlerini görüĢmek üzere oluĢturulan komisyon için Mithat
PaĢa‟yı Ġstanbul‟a çağırmıĢ, Mithat PaĢa‟yla bizzat kendisi geceleri beraber
çalıĢarak, Vilayet Nizamnamesi‟nin taslağı oluĢturulmuĢtur.49
1864‟te
neĢredilen,
Vilayet
Nizamnamesi
ile
Osmanlı
vilayet
idaresinde yeni bir devir açılmıĢ, taĢra idaresinde devletin son günlerine
kadar devem edecek olan yeni bir sistem getirilmiĢtir. Nizamnamenin hemen
bütün vilayetlere uygulanması mümkün gözükmüyordu.50 Bu sebeple Mithat
PaĢa‟nın da içinde olduğu komisyon nizamnâmede çok az değiĢiklik yaparak
47
Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s. 143.
48
Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 185 vd.; Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin
Tarihi, İletişim Yay., İstanbul, 2006, s. 93 vd.; Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform,
s.153; Süleyman Oğuz, Osmanlı Vilayet İdaresi ve Doğu Rumeli Vilayeti (1878-1885), Gazi Ünv.
Yay., Yayın No: 85, t.y., s. 19.
49
Ali Haydar Mithat, Mithat Paşa ( Hayat-ı Siyâsiyyesi, Hidemâtı, Menfâ Hayatı), Hilal Matbaası,
İstanbul 1325, s.23-24; Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s.153.
50
Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.53 vd.
26
Tuna Vilayeti Nizamnâmesi‟ni hazırladı. Tuna vilayeti, NiĢ, Vidin ve Silistre
eyaletlerinin birleĢtirilmesiyle oluĢturulmuĢtu. Böylece Vilayet Nizamnamesi
ilk olarak yeni oluĢturulan Tuna Vilayeti‟nde tatbik edilmeye baĢlandı. Tuna
Vilayeti valiliğine Mithat PaĢa getirildi. Mithat PaĢa Tuna valiliğinde taraflıtarafsız herkesin taktirini kazanacak bir baĢarı elde etmiĢti. Mithat PaĢa çok
baĢarılı bir bayındırlık faaliyeti yürüttü; bu baĢarı devletin son yıllarda
görmediği kadar büyük ve önemliydi. Zirâ o, asfalt yollar, köprüler, sokak
ıĢıkları, çeĢitli kamu binaları ve okullar yaptırmıĢtı. Tuna nehrinde Vapur
hizmeti, modern tarım aletlerine sahip örnek çiftlikler oluĢturarak, vilayeti
büyük bir refaha kavuĢturmuĢtu. Mithat PaĢa bunların yanında vilayetin
ekonomik hayatını düzenlemekte çok önemli bir rol oynayan memleket
sandıklarını da kurdu. Mithat PaĢa‟nın üç buçuk yıllık Tuna Valiliğinde üç bin
kilometre yol ve bin dört yüz köprü yaptırdığı söylenmektedir. 51
Mithat PaĢanın Tuna Valiliği esnasında Tuna vilayeti altı ay gibi kısa
bir zamanda birçok reformun uygulandığı bir alan haline gelmiĢti. Vilayetin
gelirleri artmaya, ulaĢım ve yönetim sistemi düzelmeye baĢlamıĢtı. Fuat
PaĢa, Avrupa devletlerine hitaben yazdığı 15 Mayıs 1867 tarihli bir
muhtırada, vilayet nizamnamesinin Tuna‟da uygulanan ilk tecrübesinin
baĢarıyla sonuçlandığını bildiriyordu. Ayrıca Fuat PaĢa, ülkenin ihtiyaçlarına
bütünüyle cevap veren bir idare sistemi kurulduğunu ifade ediyordu. Son
olarak yeni sistemin birkaç hafta içerisinde bütün vilayetlere tatbik edileceğini
ilan ediyordu.52
Mithat PaĢa‟nın Tuna Vilayeti‟nde baĢarılı olması yeni vilayet
sisteminin diğer Osmanlı eyaletlerinde de uygulanması hususunda Bab-ı
Ali‟yi cesaretlendirmiĢtir. Bu sebeple, 1867 yılından itibaren Vilayet
Nizamnamesi diğer bazı eyaletlerde de uygulanmaya konuldu. Neticede
1867 yılında Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi neĢredildi. Burada Ģunu ifade
etmek lazım ki, bu 1867 yılında ilan edilen Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi
51
Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s.159.
52
Davison, a.g.e, s.165.
27
yeni hazırlanmıĢ bir nizamname değildi.53 Sadece 1864 yılında çıkarılan
Vilayet Nizamnamesi‟nin bütün imparatorluğu kapsayacak Ģekilde ve
üzerinde önemli bir değiĢiklik yapılmadan neĢredilmiĢ yeni Ģekli idi. Yani,
genel olarak zannedildiği gibi 1864 ve 1867‟de iki ayrı vilayet nizamnamesi
hazırlanmamıĢtır. Daha önce de ifade edildiği gibi, 1867 yılında neĢredilen
Vilayet-i
Umumiye
Nizamnamesi
1864
yılında
çıkarılan
Vilayet
Nizamnamesi‟nin bütün ülkeye teĢmil edilmesidir. Yani, 1864 tarihli Vilayet
Nizamnamesi 1871‟ çıkarılan Ġrade-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi‟ne
kadar yürürlükte kalmıĢtır.
D. 1871 Tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi
Ġrade-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi54 esasında 1864 Vilayet
Nizamnamesinin bir devamıdır. 1871 Nizamnamesi 1864 Nizamnamesindeki
merkeziyetçi eğilimi daha da belirginleĢtirmiĢtir. 1871 Nizamnamesinin
mukaddimesinde Ģu ifade bulunmaktadır: “Vilâyâtın teşkilât-ı esâsiyesi 1281
senesi şehr-i Cumâdi′l-âhiresinin yedisi târîhiyle müverraha olan i„lân kılınan
nizâmnâme ile ta„yîn kılınmış ve mehâkim-i nizâmiye içün nizâmnâme-i
mahsûs vaz„ ve te‟sîs edilmiş olduğundan işbu nizâmnâme idâre-i
mehâkimden bahs etmeyüb yalnız me‟mûrîn-i icrâiyye ve mecâlis-i idâre ve
belediyenin ve nevâhî idârelerinin vezâifini ta‟yîn eder.”55 Buradan da
anlaĢıldığı gibi, 1871 Nizamnamesi vilâyet idaresiyle ilgili olarak yeni bir
hüküm getirmemiĢ fakat 1864 Nizamnamesinin ahkâmını tahkim etmiĢtir.
53
Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.62 vd.
54
İrade-i Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi‟nin tam metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C.I, s. 625-651.
55
Düstur, I. Tertip, C.I, s. 625.
28
Vilayet nizamnamelerinden sonra Osmanlı ülkesinin idarî taksimatı
aĢağıda verildiği Ģekilde oluĢmuĢtur.
Vilâyetlerin Ġsimleri
Ġstanbul
1.
Edirne vilâyeti
2.
3.
Tuna vilâyeti
Bosna vilâyeti
4.
5.
6.
7.
8.
9.
vilâyeti
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
Hersek vilâyeti
Selânik vilâyeti
Yanya vilâyeti
Manastır vilâyeti
ĠĢkodra
Cezayiri Bahr-ı Sefid
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
Sancak veya mutasarrıflıkların isimleri
Edirne, Tekfurdağı (Tekirdağ), Gelibolu, Filibe,
Ġslimiye
Rusçuk, Varna, Vidin, Tulça, Tirnova, Sofya, NiĢ
Bosna Saray, Ġzvornik, Belanuka, Travnik, Bihke,
Yenipazar
Mostar, Kaçka
Selânik, Serez, Drama
Yanya, Ergeri, Tırhala, Preveze, Berat
Manastır, Pirzerin, Üsküp, Dobra, ĠĢkodra
ĠĢkodra
Rodos, Midilli, Sakız, Ġstanköy, Kıbrıs
Girit vilâyeti
Hüdavendigar vilâyeti
Aydın vilâyeti
Ankara vilâyeti
Konya vilâyeti
Kastamonu vilâyeti
Trabzon vilâyeti
Sivas vilâyeti
Erzurum vilâyeti
Hanya, Resno, Kandiya, Ġspakya, TaĢıt
Bursa, Ġznik, Karesi, Karahisar, Kütahya
Ġzmir, Saruhan, Aydın, MenteĢe
Ankara, Yozgat, Kayseriye, KırĢehir
Konya, Teke, Hamit, Niğde, Burdur
Kastamonu, Bolu, Sinop, Kengiri
Trabzon, GümüĢhane, Batum, Canik
Sivas, Amasya, Karahisar
Erzurum, Çıldır, Beyazıt, Kars, MuĢ, Erzincan,
Van
Diyarbekir vilâyeti
Diyarbekir, Mâmuretü‟l-aziz, Mardin, Siirt, Malatya
Adana vilâyeti
Adana, Kozan, Ġçel, Payas
Suriye vilâyeti
TrablusĢam, Hama, Beyrut, Akka, Kudüs,
Belka,Cebel-i Lübnan
Halep vilâyeti
Halep, MaraĢ, Urfa, Zor
Bağdad vilâyeti
Bağdad, Musul, ġehrizor, Süleymaniye, Delim,
Kerbelâ, Sâmira, Hankin
Basra vilâyeti
Basra, Müntefik, Necit
Hicaz vilâyeti
Mekke, Medine
Yemen vilâyeti
Sana, Hüdeyde, Asir, Tor
Trablusgarp
Trablusgarp, Bingazi, Cebel-i Garbiye, Fizan,
Hams
Tablo III: Vilayet Nizamnamelerinden Sonra Osmanlı Vilayetleri
E. Maarif-İ Umumiye Nizamnamesi
Avrupalı büyük devletler devamlı bir Ģekilde Osmanlı iç iĢlerine
müdahale ediyorlar, çeĢitli vesilelerle Bab-ı Ali‟ye nota veriyorlardı. Mesela
Fransa hükümeti, 1867 senesi Ocak ayında Osmanlı hükümetine bir reform
programı sunmuĢtu. On altı paragraftan oluĢan bu programda, Osmanlı idare
29
Ģubelerinden hiçbiri ihmal edilmemiĢti. Fransa hükümetinin söz konusu
notasında Ģunlardan söz edilmekteydi: “Hristiyanların çeşitli memuriyetlere
kabul edilmesi, eğitim ıslahı ve yaygınlaştırılması, vilayet idare usulünün her
tarafa yaygınlaştırılması, mahkemelerin alenî olacak şekilde düzenlenmesi,
Hristiyanların şahitliklerinin kabul edilmesi, ticaret kanunlarının hazırlanması
ve
ticaret
mahkemelerinin
ıslahı,
hapishanelerde
zabıtanın
ıslahı,
yabancıların tasarruf hukukundan serbestçe yararlanmaları, vakıfların ıslahı
ve bütün emlak ve arazinin mülke dönüştürülmesi, gayrimenkul malların
feragatinin değiştirilmesi, dolaylı vergilerin emaneten idare ve iltizamın
kaldırılması suretiyle doğrudan vergilerin toplanma usulünün değiştirilmesi, iç
gümrüklerin ve tüketim vergisinin kaldırılması, büyük nafia işlerinin yapılması,
yollar ve köprülerin ıslahı, maden ve ormanların iyileştirilmesi, büyük
şehirlerde belediye dairelerinin kurulması, her nezaret için bir özel bir bütçe
ve bütün idare şubeleri için de genel bir bütçe hazırlanması.”56
Söz konusu programın baĢ tarafında eğitimden de söz ediliyor,
özellikle Hristiyan tebaanın kabul edilecekleri Müslüman okullarının kurulması
gerektiği ifade ediyordu. Bunun yanında Müslümanlar arasında ilköğretimin
yapılabilmesi için öğretmen yetiĢtirilmesine, fen, tarih, siyaset, hukuk eğitimi
için ise bir üniversite kurulmasının gerekliliğine değiniliyordu.57
Batılı devletler, özellikle Kırım Harbinden sonra, bu harpte Osmanlı
Devletine yaptıkları yardımların bir karĢılığı olarak, Bab-ı Ali‟yi devamlı
kontrol altında tutmak istiyorlardı. Söz konusu devletler, çeĢitli sebeplerle
Osmanlı içiĢlerine müdahale ediyorlar, vilayet idaresinden gayri müslimlerin
imparatorluk içindeki konumlarına, askerlik hizmetinden maarif iĢlerine kadar
birçok konuda Bab-ı Ali‟yi sıkıĢtırıyorlardı. Vilayet idaresi meselesini 1864,
56
57
Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 481.
Engelhardt, a.g.e, s. 246; Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, TTK Yay.,
Ankara 1988, s. 21; Batılı devletlerin Osmanlı ıslahatlarına tesirleri hakkında ayrıca bkz: İhsan D.
Dağı, “Osmanlı Reform Hareketleri ve Avrupa Faktörü”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı I,
Ocak-Şubat 2000, Sa. 31, Ankara 2000, s. 154-158; Mustafa Çufalı, “Osmanlı Reformlarına Yönelik
İngiliz Politikası”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı I, Ocak-Şubat 2000, Sa. 31, Ankara 2000, s.
214-226.
30
1867, 1871 vilayet nizamnameleri ile halleden Bab-ı Ali, maarif meselesini de
köklü bir çözüme kavuĢturmayı düĢünmüĢtür.
Osmanlı hükümeti Fransa tarafından sunulan reform programını 22
ġubat 1867‟de kabul etmiĢtir. Bu durum, Osmanlı devletinde yapılacak maarif
ıslahatlarının Fransız eğitim sistemine göre olacağını gösteriyordu.
ĠĢte Sultan Abdülaziz devrinde maarif iĢlerini belli bir düzene sokmak
ve Batılı devletlerin bu meseleden dolayı Osmanlı iç iĢlerine müdahalelerini
engellemek amacıyla Maarif Nazırı Safvet PaĢa‟nın baĢkanlığında kurulan bir
komisyon tarafından 1 Eylül 1869 tarihinde (24 Cemâziye‟l-evvel 1286)
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi58 neĢredilmiĢtir. Bu nizamname 198
maddeden oluĢmaktadır. Nizamnamenin birinci maddesinde, Osmanlı
mektepleri Ģu Ģekilde tasnif edilmektedir: “ Memâlik-i devlet-i aliyyede
bulunan mekâtib esâsen iki kısma münkasemdir: Birincisi, mekâtib-i
umûmiyedir ki nezâret ve emr-i idâresi devlete âittir. İkincisi, mekâtib-i
husûsiyedir ki yalnız nezâreti devlete ve te‟sis ve idâresi efrâd yahûd
cemâate âittir.”59
Nizamnamenin ana hatları ve ahkâmı Ģu Ģekilde kısaca özetlenebilir:
Daha önceden kurulmuĢ olan Maarif-i Umumiye nezareti daha kapsamlı bir
hale getirilmiĢtir. Kurulması düĢünülen Meclis-i Kebir-i Maarif‟in iki daireden
oluĢması tasarlanmıĢtır. Bu dairelerden birincisi olan Ġlmiye Dairesi,
mektepler için kitap telif ve tercüme ettirmek, Batı okullarıyla iliĢki kurmak ve
Türkçenin geliĢmesini sağlamak gibi iĢleri yürütecekti. Ġkincisi olan Ġdarî Daire
ise, mekteplere, maarif meclislerine, kütüphane, müze ve matbaalara nezaret
edecek, eğitimle ilgili plan, proje ve programları hazırlayacak, maarif
personelinin terfi ve cezalandırılma iĢlerine bakacaktı. Vilayet Maarif
Meclisleri
58
ise,
Maarif
Nezareti‟nin
vilayetlerdeki
Ģubeleri
olarak
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi‟nin metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 184-219; Sibel
Hayta, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ve Türk Eğitimine Katkıları, Gazi Ünv. Sosyal
Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 124-138.
59
Düstur, I. Tertip, C. II, s. 184
31
teĢkilatlanacaklardı. Söz konusu meclislerin baĢkanlığını, vilayetlerde yeni
kurulacak olan maarif müdüriyetleri yürütecekti. Devlet bütçesinden eğitim
için
ayrılan
ödeneklerle
beraber
vakıf
gelirleri
ve
bağıĢlar
maarif
sandıklarında toplanacak ve harcamalar buradan yapılacaktı. Maarif
sandıkları her vilayet, sancak ve kazada kurulacaktı.60
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi‟nin birinci maddesinde ifade edilen
Umumî Mektepler; sıbyan mektepleri, rüĢdiyeler, idadîler, sultanîler, darü‟lmuallimin, darü‟l-muallimat ve darü‟l-fünun idi.61 Hususî Mektepler ise,
müslim ve gayri müslim Osmanlı tebaası ile yabancılar tarafından ücretli veya
ücretsiz olarak açılan mekteplerdi. Bu mekteplerin idaresine gerekli olan para
veya
binalar
bağlı
bulundukları
cemaatlerin
vakıfları
tarafından
karĢılanacaktı. Hususî mektep açabilmek için öncelikle bu mekteplerde
çalıĢacak öğretmenlerin ellerinde Maarif Nezareti tarafından tasdik edilmiĢ bir
Ģahadetname bulunması gerekliydi. Ayrıca bu mekteplerde okutulacak ders
kitapları Maarif Nezaretince görülmüĢ ve kabul edilmiĢ olmalıydı. Bunun yanı
sıra, hususî mektep açabilmek için mektep açmak isteyen kiĢi veya
kurumlara Ġstanbul‟da Maarif nezareti tarafından, vilayetlerde ise valiler
tarafından ruhsat verilmiĢ olmalıydı.62
Mekteplerin nerelerde açılacağı hususu da söz konusu nizamnamede
açıklanmıĢtır. Buna göre, her köy ve mahallede bir sıbyan mektebi, beĢ yüz
haneli yerlerde rüĢdiye, bin haneli yerlerde idadî, vilayet merkezlerinde
sultanî, Ġstanbul‟da kız ve erkek muallim mektepleri, ayrıca uygun görülen
yerlerde de kız rüĢdiyeleri açılması tasarlanıyordu. Sıbyan mektepleri ve
60
Yolalıcı, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s. 63.
61
Lütfi Efendi ise tarihinde: “Mektebler üç sınıfa tertîb olunup, bir sınıfı sıbyâna tahsîs ya„ni mahalle
mekteblerinin ahvâl ve usûl-i tedrîsiyyeleri ta„dîl ve tevsî„ olunmasını; bir kısmı Rüşdiye Mektebleri
olup, bunların da kavâid-i ta„lîmiyyeleri ta„yîn kılınmasını, kısm-ı diğeri Mekteb-i Sultanî usûlü üzre
te‟sîs edilecek mektebler olup, adedinin mikdâr-ı kifâyeye iblâğ kılınmasını. Her nevi„ mekteblerde
tedrîs olunacak dersleri mu„arref ve mu„ayyen olarak herkes evlâd ü etfâlini mekteblere devam
ettirmeye icbâr ve bu bâbda mümâna„at ve muhâlefeti görülenler derecesine ve hareketlerinin
tekerrürüne nisbetle, beş kuruştan yüz kuruşa kadar cezây-i nakdî ahziyle mücâzâta giriftâr edileceğini
mu„âllendir.” demektedir. Lütfi C. XII, s.79. Ayrıca bkz: Zücher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi,
s. 96.
62
Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, C. I-II, Eser Matbaası, İstanbul 1977, s. 508.
32
rüĢdiyeler, müslim ve gayri müslimler için ayrı, kızlar için ayrı, diğer okul
çeĢitleri için ise karma olacaktı.63 Bu mekteplere kızlara 6-10, erkeklere ise 711 yaĢları arasında devam mecburiyeti getirilmiĢtir.64
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi‟nde kabul edilen eğitim-öğretim
ıslahatlarının tamamının, Osmanlı Devleti‟nin o devirde içinde bulunduğu
Ģartlar düĢünülürse, hayata geçirilmesi imkânsız gibi gözükmektedir. Bu
sebeple, yapılması düĢünülen ıslahatlarda yine “kaide-i tedric” usulü
benimsenmiĢ ve nizamnamenin uygulanmasına Ġstanbul‟dan baĢlanmıĢtır.
Nizamnamenin uygulanmaya baĢlamasından sonra düĢünüldüğü derecede
baĢarılı sonuçlar alınamamıĢtır. Merkezî maarif teĢkilatı için kurulması
düĢünülen Meclis-i Kebir-i Maarif iki dairesiyle çalıĢmalarına baĢlamıĢ, fakat
1872 tarihinde meclis iki daireli olmaktan çıkarılarak tek meclis haline
getirilmiĢ ve üye sayısı azaltılmıĢtır. Vilayetlerdeki uygulama ise daha kısıtlı
olmuĢ, sadece Tuna ve Bağdat vilayetlerinde 1872 tarihinde birer Meclis-i
Maarif kurulabilmiĢtir. Maalesef maarif müdürleri ve müfettiĢleri tayin
edilemediğinden vilayetlerde maarif müdürlüklerinin açılması mümkün
olamamıĢtır.65
63
Sadrettin Celal Antel, “Tanzimat Maarifi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., İstanbul 1999, s. 441-462;
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a), Alfa Yay., İstanbul 1999, s. 142; Karal,
VII, s. 201 vd.; Aydın Vilayeti dahilinde kurulması düşünülen mektepler hakkında bkz: BOA, İ.ŞB.
20/883, 1287, B.14.
64
Yücel Gelişli, “Osmanlı İlköğretim Kurumlarından Sıbyan Mektepleri” (Kuruluşu, Gelişimi ve
Dönüşümü), Türkler, C. XV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 35-43.
65
Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, s. 27.
33
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
FIRKA-Ġ ISLÂHĠYYE, AġĠRETLERĠN ĠSKÂNI
VE ÂSÂYĠġĠN TE’MĠNĠ
I. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE’NĠN TE’SĠSĠ VE FAALĠYET ALANI
Osmanlı Devleti‟nin XIX. Asırda uğraĢmak zorunda kaldığı meselelerin
baĢında âsâyiĢsizlik, belki de birinci sırayı iĢgal eder. Ġmparatorluğun geniĢ
sınırları içerisinde devlet otoritesinin giremediği, devletin hiçbir Ģekilde
tanınmadığı bölgeler vardı. Devlet, düz ovalarda oturan ahali dıĢında, dağlık
bölgelerde, genellikle konar-göçer hayat tarzını devam ettiren ve kendi
beylerinin idâresi altında bulunan aĢiretlerden ne asker ne de vergi
alabiliyordu. Ülkenin her tarafında türeyen eĢkıya, köylülere musallat oluyor,
köylünün mahsulüne el koyuyordu. Köylü bu eĢkıyalara devlet otoritesini
kabul
ettirmeye
mecburiyetinde
çalıĢan
kaldığı
jandarma
için
devletin
ile
hayvanlarını
âsâyiĢi
sağlamak
da
beslemek
faaliyetlerinin
masraflarını da çekmek zorundaydı.66
EĢkıyanın yanı sıra bir diğer mesele de devlet otoritesini tanımayan
âyânlar, mahallî eĢrâf, vilâyet meclisi üyeleri ve konsoloslardı.67 Tüccarlar
aĢiretlerin ve âyânların kontrolünde olan bölgelerden bir diğer bölgeye
geçerken eĢkıyalara geçiĢ parası vermek mecburiyetindeydiler. 68 Her yerde
66
Karal, C. VII, s.158.
67
Karal, C.VII, aynı yer
68
Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, C .II, Editörler: Halil
İnalcık, Donald Quataert, Eren Yay., Ankara 2006 s. 935.
34
eĢkıyalık hüküm sürmekte, hatta zaman zaman hacı kafilelerinin soyulması
hadiselerine bile rastlanmaktadır69
ĠĢte Kozan bölgesi de hükümet otoritesinin giremediği yerlerdendi.
Kozan‟ın çoğu yeri isyan halindeydi, Kozan-oğullarının70 ve birçok Türkmen
aĢiretinin hâkim olduğu bölgeden devlet, asker ve vergi alamadığı gibi 18651866 yıllarına kadar bölgede, inzibatı ve devlet otoritesini sağlama
teĢebbüsleri de sonuçsuz kalmıĢtı.71 Ayrıca, Islah hareketinin baĢladığı 1865
tarihinde Kozan-oğullarının, kendilerine daha önceden Bâb-ı Âlî tarafından
verilen, resmî ünvanlara sahip olmalarına rağmen, devlet memurlarının
Kozan bölgesine girmelerine izin vermediklerini görmekteyiz. 72 Kozan
bölgesinin bu Ģekilde isyan halinde bulunması ve Kozan beylerinin baĢlarına
buyruk hareket etmelerinin sebepleri arasında, devletin göstermiĢ olduğu
büyük bir ihmâl de vardı.73 Esasında bölgedeki âsâyiĢsizlik ve düzen
bozukluğu devlet tarafından gayet iyi bir Ģekilde biliniyordu; fakat yeterli
tedbirler de bir türlü alınamıyordu. 1855 senesinin sonlarında, aĢiretlerin
bölgede yol açtıkları düzensizlikler sebebiyle Ģikâyetler artmıĢ ve merkezî
hükümetten bölgeye takviye kuvvetleri göndermesi istenmiĢti.74
69
Paul Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, İ.Ü.E.F.T.E.D., Sa. 10-11. s.
370
70
“Güneyde Sis, kuzeyde Aziziye nâhiyesi, batıda Zamantı Çayı, doğuda Sunbas Vâdisi
Kozanoğullarının nüfuz bölgesinin sınırlarını çizmektedir” Bkz: Dumont, a.g.m, s. 374
71
“Kozan-oğullarına boyun eğdirmek üzere girişilen çeşitli teşebbüsler netice vermemiş idi; şöyle ki
önce Cebbarzâdelerin (Çapan-oğulları) istilâ teşebbüsü Yusuf Ağa tarafından tam bir bozguna
uğratılmıştır” “Kozan‟ı itaat altına almak için ikinci teşebbüs Mısır vâlisi Mehmet Ali Paşa‟nın
Adana‟ya yerleştiği sırada oldu” Mehmet Ali‟nin oğullarından İbrahim Paşa‟nın Kozan bölgesi
aşiretlerini itaat altına alma teşebbüsü de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. “Osmanlı hâkimiyetini de
tanımayan Kozan beyi üzerine „Arabistan ordusu müşiri‟ Kıbrıslı Mehmet Paşa‟nın gönderdiği
kuvvetler de yine Çadırcı Mehmet Bey tarafından bozguna uğratılmıştır” Bkz: V. F. Büchner, “Sis”
İA, C. X, s.710-711; Çukurova‟da yerleşen Türkmen Aşiretleri‟nin isimleri hakkında bkz: Yusuf
Halaçoğlu, “Adana Tarihçesi”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, Yapı Kredi
Yay., İstanbul 2000, s. 11-17.
72
Dumont, a.g.m., s.376
73
Dumont, a.g.m., s. 369-392
74
Nuri Yavuz, Fırka-i Islahiye, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 2004, s. 13.
35
Kozan dağlarının ahâlisi Selçuklular zamanından kalma aĢiretlerden
ibâretti. 475‟te (1082-83) Selçuklu hâkimiyetine giren bölge, bu tarihten sonra
Türkmenlerin yoğun Ģekilde yerleĢtikleri bir alan haline geldi.75 Yavuz Sultan
Selim devrinde Osmanlı hâkimiyetine giren Kozan, ahalisinin dik baĢlılığı ve
coğrafî olarak oldukça sarp bir bölge olması sebebiyle devlet otoritesine tam
olarak alınamamıĢ, hatta tahrir bile olunamamıĢtır.76 Ayrıca Cevdet PaĢa,
Adana ve Misis tarafları arâzisinin Defter-i Hâkânî‟de kayıtlı olmasına rağmen
Kozan dağlarının kayıtlarına rastlanmadığını yazmaktadır.77
Cevdet PaĢa, “Hîn-i fetihden beri Gâvur-dağı yani Cebel-i Bereket bir
hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına hükümet-i Devlet-i aliyye hiç girmedi Hısn-ı
Mansûr tarafı bir hal-i şerkeşîde ve Akçadağ ile Dersim dahi Gâvur-dağı
tavrunda bulunuyor ve buraları birer eşkıyâ yuvası olup etrâfdaki câniler
buralara ilticâ ile hükümetin pençesinden kurtuluyor ve bu dağların sebebine
bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyân ve ser-keşîde dolaşıyor” demektedir.78
Yine Cevdet PaĢa, “Kırım muhârebesi esnasında her tarafdan asakir-i
mu„avine celb ü sevk olunduğu sırada, „acaba Kozan-oğlu da muharebeye
gönderilebilür mi?‟ deyu bahs olunuyordu. O zaman İngiliz baş-tercümanı
olan Pizani, Reşid Paşa‟ya gelüp „Eğer te‟minat verirseniz biz Kozan-oğlunu
muharebeye sevk ederiz‟ demiş. Reşid Paşa bundan ürküp: „Kozan bir
müddet daha bu hâl üzere giderse oraya ecnebî eli girer ve Kozan‟da, bir
hükûmet-i mümtâze şeklini alur. Vâkı„a Kozan‟da şimdiye kadar evâmir-i
devlet cârî olmamış ise de, hâricen tanınmış bir hükûmet değildir. Amma
müdâhale-i ecnebiyyeye ma„ruz olur ise, o da başımıza bir belâ olur. Şimdi
75
Yılmaz Kurt, “Osmaniye” DİA, C. XXXIII, s. 478; Dumont, “Bu göçebeler on bin çadırdan daha
fazla bir nüfusu temsil etmektedirler” der. Bkz: Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun
Islahı”, s. 374.
76
Cevdet, Tezâkir, s. 108.
77
Cevdet, Tezâkir, aynı yer.
78
Cevdet, Tezâkir, s. 107.
36
sırası değil, lâkin ilerüde Kozan‟ı taht-ı zabt ü rabta almalıyız‟ der idi.”
demektedir.79
Pizani‟nin, “Eğer te‟minat verirseniz biz Kozan-oğlunu muharebeye
sevk ederiz” demesinden, Kozan-oğullarının, sâdece devlet otoritesini
tanımamakla kalmadıklarını, aynı zamanda müstakil bir devletmiĢ gibi
davranarak yabancı devletlerle görüĢtükleri sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim
Kozan dağlarında, Kozan-oğullarının müstakil bir devlet gibi hareket
etmelerine set çekecek hiçbir kuvvet bulunmuyordu.80 Ayrıca Kozanoğullarının ahâliye zulmettiklerine dâir bölgeden Ġstanbul‟a Ģikâyet dilekçeleri
geliyor, ahâliden olması gerekenden daha fazla vergi alındığı, alınan
vergilerin “hazine-i devlete verilmeyerek” Kozan-oğulları elinde kaldığı
bildiriliyordu. Ahâlinin bu duruma tahammülü kalmadığı için Haçin*
Kasabası‟ndan yüzü aĢkın hânenin Adana‟ya göçmüĢ oldukları ve söz
konusu kasaba ahâlisinden elli neferin de âilelerini orada bırakarak firar
ettikleri beyân ediliyordu.81 Bununla berâber, Kozan Beyleri idârelerinde
bulunan kiĢilerin hayat haklarını ellerinde bulunduruyorlar, ahâlinin miras
mallarını
müsâdere
ediyorlar
ve
herhangi
bir
kanuna
da
tâbi
bulunmuyorlardı.82
Devlet âsâyiĢsizlik sebebiyle dağlık bölgelerden vergi alamadığı gibi,
Tanzimat ve Islahat fermanlarında bütün tebaanın askere alınacağı ilan
edilmiĢ olmasına rağmen sadece Anadolu ve Rumeli‟de düz ovalarda oturan
Türk ahali düzenli bir Ģekilde askere alınabiliyordu. 83 Meselâ Kırım Harbi
yıllarında Gâvur dağları ve Kozan dağları arasında bulunan bölgeden asker
alınmak istenmiĢse de aĢiretlerin muhalefeti yüzünden söz konusu
79
Cevdet, Ma‘ruzat, s. 113. Ayrıca Bkz: Karal, C. VII, s. 181.
80
Büchner, “Sis”, s. 710
* Bugünkü Saimbeyli
81
BOA, İ.MMS. 30/1256, 17 Ş. 1281
82
Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s. 376.
83
Karal, C. VII, s.183.
37
bölgelerden asker alınamamıĢtı.84 AĢiretler,
devlete
asker ve vergi
vermemeyi alıĢkanlık haline gitirmiĢlerdi. 1852 senesi itibariyle Adana eyaleti
devlet hazine 10.000.000 kuruĢ borçluydu.85
Islahat Fermânı‟nda birçok konuda olduğu gibi askerlik meselesinde
de eĢitlik vaat edilmiĢti, fakat gayr-ı müslim ahali büyük oranda eski
alıĢkanlıklarını devam ettirdi ve daha önce verdikleri cizye vergisini vermeye
devam ederek askerlik hizmetinden yine muaf tutuldular.86 “Olan MüslümanTürk ahaliye oldu. Bütün yük onun sırtına bindi.” Ayrıca Anadolu‟nun ve
Osmanlı Avrupası‟nın dağlık bölgelerinde yaĢayan ahâli de devamlı bir
Ģekilde askerlik hizmetinden kaçmakta idi. Bu sebeple, geniĢ imparatorluk
sınırlarında askerlik hizmetine alınanlar Anadolu ve Rumeli ovalarında oturan
köylülerden ibaret kalıyordu.87 Tabii ahalinin askerlik hizmetinden kaçmasını
sadece âsâyiĢsizlikle açıklamak da pek doğru bir yaklaĢım olmasa gerektir.
Nitekim ülkenin büyük çoğunluğundan asker alınamadığı için askere alınan
Müslüman ahalinin askerlik müddeti nizâmî sürenin iki üç katına çıkabiliyor ve
onlar, terhis edildikten sonra da gerekli görüldüğünde yeniden askere
çağrılıyorlardı. “Yerinden yurdundan koparılıp, Avrupa‟da, Arabistan‟da veya
Afrika‟da kışlalara yerleştirilen bu yoksul insan, parasız pulsuz, elbisesiz,
postalsız ve aç bırakılmaktadır. Nazırından valisine, subayına kadar herkes
kasaları, erzak ve silah depolarını talan eder. Hummanın yiyip tükettiği, aç,
üstü başı lime lime zavallı asker ya eşkıyalığa ya da başkaldırmaya
zorlanır”88
84
“… 1850‟ye doğru, Kilikya ovası ve dağlık çevreleri daima Bâb-ı Âlî‟nin kontrolü dışında
kalmaktadır. Ovanın göçebeleri ve dağlılar, askerlik hizmetini ve vergiyi bilmez gözükmekten gurur
duymaktaydılar. Victor Langlois‟ya göre, Adana Paşalık‟ı 1852 yılında imparatorluk hazinesine on
milyon kuruş borçludur.” Bkz: Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s. 370 ;
Ayrıca, Halaçoğlu, “Fırka-i Islâhiyye” DİA, C. XIII, s. 35.
85
Yavuz, Fırka-i Islahiye, s.19.
86
Suraıya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, Mart 2005, s.
268.
87
Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s.729.
88
Yerasimos, a.g.e, s.122-130.
38
Osmanlı devlet adamları, gayr-ı müslim ahalinin askere alınıp
alınmaması meselesini birçok kez müzakere etmiĢler ve neticede görülen
mahzurlar89 sebebiyle gayr-ı müslim ahaliden asker alınması düĢüncesinden
vazgeçilmiĢtir. Gayr-ı müslim ahaliden asker almak yerine Anadolu‟da
Müslüman ahali ile meskûn fakat devlet otoritesinin giremediği bölgeleri “tahtı inzibâta” alarak daha büyük bir kazanç elde edileceği kanaatine
varılmıĢtır.90 Zaten Cevdet PaĢa‟ya göre devlet, isyan hâlinde olan
bölgelerde inzibat ve âsâyiĢi sağlayamaz ve “ur abalıya” meselince her
zaman yaptığı gibi itaatkâr Müslüman ahaliye yüklenmeye devam ederse
zaman içerisinde devletin aslî unsuru olan Türkler günden güne zaafa
uğrayacaktır.91
“Halbuki” der, PaĢa: “bizde tensîkat-ı askeriyyeden müstesnâ çok
yerler var. Anlar taht-ı inzibâta alınırlar ise kur„a dâireleri tevessü„ eder ve
unsur-ı aslîmiz olan Türkler hayliden hayli nefes alur. İşte Bosna bir
nümûnedir. On seneye kadar Bosna‟nın muvazzafasiyle berâber redîfleri elli
bine bâliğ olur. Kozan hakkında Reşid Paşa‟nın efkârı hâtırlardan
çıkmamışdır. Gâvur-dağı da ez-kadîm hâl-i isyândadır. (...) Ve bu esnâda
ehemmiyeti çok artmışdır. Buraları taht-ı zabt ü rabta alınsa ahâlî-i mutî„anın
89
Cevdet Paşa, vükelâ heyetinden mürekkep bir encümende gayr-ı müslimlerden asker alınıp
alınmaması hususunda fikri sorulduğunda: “Tebe„a-i gayr-ı müslimeden alınacak efrâd-ı askeriyye,
neferât-ı islâmiyye ile mahlût olursa, bir taburda imâm olduğu gibi papas da bulunmak lâzım gelür.
Bir olsa be‟is yok, diyelim. Lâkin bizde tebe„a-i gayr-i müslimenin envâ„-ı kesiresi var. Ortodoks,
Katolik, Ermeni, Ya„kubî, Protestan yekdigere mübâyin oldukdan başka, Katolikler dahi Lâtin ve
Ermeni katoliği ve Merkit denilen Rum katoliği ve Mârunî ve Süryânî ve Geldânî deyu muhtelif
sınıflara münkasemdir. Ve Melkitler ile Mârunîler, ikisi de Papa‟yı tanıdıkları hâlde yekdigere
hasımdırlar. Bulgarlar dahi Ortodoks mezhebinde bulundukları hâlde bir vakitten berü Rumlardan
müteneffir olmuşlardır. Bunlar hep başka başka papas isterler. Yahudiler de haham ister. Bir taburda
bir sürü rûhâniler bulunmak lâzım gelür. Müslümanların ramazânı, Hıristiyanların eyyâm-ı
muhtelifede perhîzleri var. Böyle mahlût bir hey‟et nasıl idâre olunacak” dediğini yazmaktadır. Bkz:
Ma‘ruzat. s.112-113.
90
91
Cevdet, Tezâkir, s.107.
Cevdet, Tezâkir, aynı yer. “… yalnız ahâli-i mutî„aya yüklenir isek günden güne anâsır-ı
asliyyemize za„f gelir.”; Ma„ruzat‟ta ise: “…hep anâsır-ı mutî„a üzerine yükleniliyor. Böyle giderse
anâsır-ı asliyyemiz olan Türklere günden güne za„f geliyor” denilmektedir. Bkz: Cevdet, Ma‘ruzat, s.
115.
39
yükü çok hafifler ve ol vakte kadar ahâlî-i gayr-ı müslimeden asker alınmak
meselesi dahi arîz u amîk düşünülerek hall edilmiş olur”92 demektedir.
Neticede, Anadolu‟da devlet otoritesini tanımayan bölgelerin ıslahına
karar verilmiĢ ve hem orduya yeni asker kaynakları temin etmek, eĢkıyalığa
bir son vermek, vergileri düzenli bir Ģekilde toplamak, bulundukları bölgelerde
türlü karıĢıklıklara sebep olan aĢiretleri iskân etmek hem de ziraate açık
olmayan bölgeleri ziraate açarak93 devlete yeni gelir kaynakları elde etmek
düĢüncesiyle Anadolu cihetinin ıslahı için bir “fırka-i askeriyye” teĢkil edilmesi
uygun görülerek, Fırka-i Islahiyye adında bir askerî fırka kurulmuĢtur. Fırka-i
Islahiyye‟nin kumandanlığına MüĢir DerviĢ PaĢa94 getirilirken, Cevdet
PaĢa‟nın da fevkalade memuriyetle DerviĢ PaĢa ile Kozan cihetine gitmesine
karar verilmiĢtir95.
Fırka-i
Islahiyye‟nin
hareket
sahası
Ġskenderun‟dan
MaraĢ
ve
Elbistan‟a; Kilis‟ten Niğde ve Kayseri‟ye; Adana eyâletinden Sivas eyâleti
sınırına kadar uzanıyordu.96 Fırka, Rumeli isyanlarında da kullanılan ve
büyük bir çoğunluğu Batı Anadolu zeybekleri, bir kısmı da Arnavut
askerlerinden müteĢekkil yedi taburla berâber Girit ve Adana‟dan gelen
taburlarla, Hassa ikinci süvari alayından oluĢan toplam on beĢ tabur piyâde,
iki süvari alayı ve beĢ altı bin kadar Çerkez ve Kürt atlılarından
oluĢmaktaydı.97 Masraflar için hazineden yeterli miktarda tahsisat ayrılmıĢ,
92
Cevdet, Ma‘ruzat, s.115.
93
Halaçoğlu, “Fırka-i Islâhiyye”, s.35
94
Derviş Paşa hakkında bkz: Şihabeddin Tekindağ, “Derviş Paşa” İA, C.III; Türkiye Diyanet Vakfı
tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi‟nde Derviş Paşa maddesinin bulunmamasının garipsenecek
bir durum olduğunu belirtelim.
95
“Derviş Paşa ile müştereken fevka‟l-âde bir me‟zûniyyeti hâiz idik. Umur-ı mülkiye kullarına ve
askerin ta„biyesi ana âid olup, ne tarafa gidilmek ve nereye sevk-i asker edilmek husûsu dahi
beynimizde müşterek bir vazife idi. Ve makam-ı Ser-askerîden verilen emr üzerine erkân-ı harbiyyeye
ma„nevî nezâretim olup, ekseriyâ kullarına mürâca„at ederlerdi.” Cevdet, Ma‘ruzat, s.119; Tezâkir,
s.135 vd; Ayrıca, bkz: Ali Ölmezoğlu, “Cevdet Paşa” İA, C. III, s.116
96
Cevdet, Ma‘ruzat, s.131; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiye ve Yapmış Olduğu İskân”, İ.Ü.E.F.T.D,
Mart 1973, Sa.27, s.1-20; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye” DİA, C. XIII, s.35
97
Cevdet, Tezâkir, s.133; Ma‘ruzat, s.116-117, “Derviş Paşa, Ostrog Boğazı‟ndan mürûr ile
Karadağ‟ı yarup muzafferen İşkodra cihetine geçen asâkir-i şâhânenin en güzîdelerinden yedi tabur
40
bir muhâsebeci ile muhâsebe kâtipleri de fırkada görevlendirilmiĢti. Ayrıca
ıslahat sahalarında yapılacak yeni düzenlemer için tahrir, tapu, mal ve
muhâsebe memurlarından bir komisyon da kurulmuĢtu. Bununla beraber
Fırka-i Islahiyye‟nin de uyması gereken bir takım kurallar belirlenmiĢ, fırkanın
sevk ve idâresi, yapılması gereken ıslahat sırasında silah kullanıp
kullanmayacağı, öncelikle devletin halka sevdirilmesi gerektiği, aĢiret reislerin
bölge dıĢına gönderilmeleri, fırkaya yardımcı olanlara maaĢ bağlanması,
ıslahat sahalarının yeniden yapılandırılması, vergilerin yeniden düzenlenmesi
ve arazileri tapusuz olan ahaliye tapularının verilmesi gibi konular tespit
edilmiĢtir.98
Fırka-i Islahiyye‟nin tedâriki görüldükten sonra, 20 Mayıs 1865‟te
Ġstanbul‟dan hareketle 28 Mayıs 1865 tarihinde Ġskenderun‟a varıldı.99 Fırka-i
Islahiyye ilk olarak Kozan üzerine gitmek ve Kozan dağlarında âĢâyiĢi
sağlamak, birkaç seneden beri isyan hâlinde olan Zeytun nâhiyesini ıslah ile
MaraĢ üzerinden Kürt dağı ve akabinde Cebel-i Bereket olarak isimlendirilen
Gâvur dağı cihetini inzibat altına almak düĢüncesindeydi. Fakat bu esnâda
Gâvur dağı ve Kürt dağındaki isyan hareketleri Ģiddetlendiği, bazı Gâvur dağı
ağalarının yabancı devletlerin memurlarıyla görüĢtükleri iĢitildiği için, öncelikli
olarak Cebel-i Bereket bölgesine gidilmeye ve orada âĢâyiĢ te‟min edildikten
sonra Kozan ıslahatına baĢlanılmasına karar verildi.100 Ayrıca söz konusu
bölgelerde inzibat sağlandıktan sonra devlet otoritesinin giremediği, uzun
nizâmiyye seçdi ki ekser neferâtı zeybek bahâdırları ve bâkîsi Arnavutluğ‟un güzîde erleri idi. Ve
cümlesi nev-îcad şeşhâneli tüfengler ile müsellah idi. Arnavud[lar], çâbük ü çâlâk ve cesûr u bî-bâk
âdemler olup dağlarda ve sarp yerlerde seküp gider bir kavm oldukları ma„lumdur. Zeybekler ise
mehâlik ü muhâtarâtdan sakınmaz, yorulmaz, usanmaz, şûh u şen ve sanki askerlik içün yaratılmış
Türklerin bir güzel soyudur.” Ayrıca bkz: Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Dumont, “1865
Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.371.
98
Cevdet, Ma‘ruzat, s. 118 ve Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35.
99
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Dumont, Fırka-i Islahiyye‟nin İskenderun‟da karaya çıkış
tarihini 3 Haziran 1865 olarak vermektedir. Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun
Islahı”, s.383; Kasım Ener ise Fırka-i Islahiyye‟nin Çukurova‟daki faaliyetlerinin tarihini 1864 olarak
vermektedir; fakat bu tarih doğru değildir. Bkz: Kasım Ener, Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir
Bakış, Berksoy Matbaası, İstanbul 1964, s 309; Ayrıca Ener, söz konusu kitabında, Fırka-i Islahiyye
ile alakalı bilgileri Cevdet Paşa‟nın Tezâkir‟inden hülasa ettiğini belirtmektedir. Bu hülasa için bkz: s.
309-311
100
Cevdet, Tezâkir, s.108
41
zamandan beri isyan hâlinde bulunan Akçadağ ve Dersim dağlarını ve Kürt
aĢiretlerini de ıslah ederek, Ġran sınırına kadar gitmek tasavvur ediliyordu. 101
II. CEBEL-Ġ BEREKET102 ISLAHATI
Fırka-i Islahiyye ilk iĢ olarak Haziran 1865‟te Gâvur dağının ıslah ve
iskânına baĢlamıĢ, ilk olarak Payas sahilinden Gâvur dağının zirvesine
çıkılarak UlaĢlı aĢiretinin taht-ı inzibata alınması düĢünülmüĢse de bu
düĢünceden vazgeçilmiĢtir.103 Ġskenderun ve Belen yoluyla Amik ovası
tarafına geçilerek, Gâvur dağı ve Kürt dağı arasında bulunan vadiden güneye
doğru hareketle, UlaĢlı aĢiretinin ikmâl yollarının kesilmesine karar verilmiĢtir;
bu sayede Kürt dağında âsâyiĢin te‟min edileceği ve isyanın “tasgir” edileceği
düĢünülmüĢtür.104
Fırka-i Islahiyye Gâvur dağı ve Kürt dağı ıslahatıyla meĢgul olduğu
sırada, Kozan tarafını ıslahata hazırlamak düĢüncesiyle, fırkanın te‟sisi
esnâsında Ġstanbul‟da kaleme alınmıĢ ve Kozan-oğullarıyla, Kozan bölgesinin
aĢiret beylerine hitâb eden, DerviĢ PaĢa ve Cevdet PaĢa‟nın mühürlerini
taĢıyan bir beyânnâme Kozan‟a gönderilmiĢtir.105
101
Cevdet, Tezâkir, aynı yer,
102
“Gâvur dağında bir çok dar ve derin vâdîler vardı ki, iki cebelin zirvesindekiler birbirini görür ve
seslerini işidir ve yekdiğere uzakdan merâmını anlatabilir iken bir cebelden diğerine bir saatte
varılamaz” Cevdet, Ma‘ruzat, s.152
103
Cevdet, Tezâkir, s. 136; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35.
104
Cevdet, Tezâkir, s.136 vd. Cevdet Paşa, Ulaşlı aşireti hakkında “Ulaşlı aşiretleri zirve-i cebelde ve
gayet sarp yerlerde sâkin, pek vahşi ve cerî vü cengâver bir halk olup dört ağalığa münkasim idiler…”
şeklinde bilgi verir. Bkz, Cevdet, Ma‘ruzat, s. 126
105
Cevdet, Tezâkir, s.137, Söz konusu beyânnâmede meselâ: Bir elde berât-ı emân ü merhamet ve
diğerinde seyf-i ma‟delet-i şerî‟at olarak gelindi. Hemşehrîlerimizden bir ferdin bir damla kanının
dökülmesi istenilmez. Lâkin ser-keşlik ve bâgîlik edenin te‟dîbi dahi şer‟ ü kanunun ahkâmı
iktizâsındandır. Refâkatimizde bulunmalarıyla iftihâr ettiğimiz asâkir-i şâhânenin üzerlerine sâye olan
sancak herkes için mezalle-i emn ü emân olduğundan anın altına sığınanlar her sûretle masûn
olacakları misillû ellerinde olan süngülere karşı gelenlerin dahi dûçâr-ı kahr u nekâl olacakları
derkârdır.” denilmektedir. Tezâkir, s.139
42
Gâvur dağı ıslahatına Çukurova‟nın en büyük aĢiretlerinden biri olan
Reyhaniye aĢiretinin ıslahı ve iskânıyla baĢlanmıĢtır. Reyhaniye aĢiretinin
iskânıyla Halep yolu emniyet altına alınmıĢ olacak; böylece hem Fırka-i
Islahiyye‟ye o taraftan gelebilecek saldırıların önü alınmıĢ hem de Gâvur dağı
aĢiretlerinin ikmâl yolları kesilmiĢ olacaktı. Reyhaniye aĢireti devlete karĢı,
diğer aĢiretlere nazaran daha ılımlı bir tavır içerisindeydi. Nitekim Reyhaniye
aĢireti beyi Mustafa, devlet tarafından Belen boğazı yoluyla Ġskenderun‟dan
Halep‟e giden yolun güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiĢ ve bu görevinde
devlete büyük bir sadakat göstermiĢti.106 Bu arada Gâvur dağı eĢkıyasından
bezmiĢ olan Antakya ahalisinin de Fırka-i Islahiyye‟ye yardım ettiklerini
kaydetmek lâzımdır. Aynı zamanda bazı aĢiretler de Fırka-i Islahiyye‟nin
faaliyetlerini yürütmesine yardımcı olmuĢlar, bu sebeple fırka, bazı bölgelerde
zahmetsizce âĢâyiĢi temin etmiĢtir.107
Buradan hareketle Hacılar ve Lece nahiyeleri arasında bulunan
Kargılı‟da ordugâh kuran Fırka-i Islahiyye, önemli bir geçit noktası olması göz
önünde bulundurularak burada Ordu-köyü adı verilen bir köy kurmaya karar
vermiĢtir. Kurulan bu yeni köye Hacılar nahiyesinden otuz hane iskân edilmiĢ,
ayrıca çevredeki nahiyeler birleĢtirilerek bir kaza, bu kazaya merkez olmak
üzere de Hassa adıyla bir kasaba tesis edilmiĢtir.108
Hassa kazâsının her köyünde muhtarlar seçilmesi sağlanarak, biri
Ermeni olmak üzere dört üyeden müteĢekkil bir kaza meclisi tesis edilmiĢ ve
muhtarları seçilen köylerin isimleri Bâbıâli‟ye bildirilmiĢtir. Hassa kazasında
elli neferlik bir zaptiye teĢkilatı kurulmuĢ; ayrıca bir de kazâ müdürü tayin
edilmiĢtir. Kazâ kısa zamanda tahrir olunarak, askerlik kur‟aları çekilmiĢtir.
Kazâda bir sıbyan mektebi yapılmak üzere aylık yüz kuruĢ hocalık maaĢı
tahsis edilmiĢtir. Ahalinin tahsil olunamayan vergileri ödemeye güçleri
bulunmadığı düĢüncesiyle affedilmiĢ ve inĢası devam eden Hassa kıĢlasına
106
Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.387.
107
Cevdet, Tezâkir, s. 141 vd; Ma‘ruzat, s.133 vd. Ayrıca Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35.
108
Cevdet, Ma‘ruzat, s.134; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, aynı yer.
43
kereste getirmeleri istenmiĢtir. Bu esnada, dağın zirvesinde bulunan
Karafakılı
aĢireti
bulundukları
mevkie
güvenerek
kur‟a
çekimine
katılmamıĢlarsa da sevk edilen bir tabur piyadenin yaptığı gece baskını
marifetiyle ordugâha getirilerek onların da askerlik kur‟alarının çekilmesi
sağlanmıĢtır.109 Böylece uzun zamandır isyan halinde bulunan Gâvur dağı
aĢiretlerinden olan Karafakılı aĢireti de itaat altına alınmıĢ oluyordu.
Kürt dağına gelince, burada Okçu Ġzzeddinli, ġıhlar ve Amikî adlarıyla
üç aĢiret bulunuyordu ve bunlardan Okçu izzeddinli aĢireti nüfus olarak
diğerlerine göre daha kalabalıktı. Kürt dağı aĢiretleri Fırka-i Islahiyye‟yi fazla
uğraĢtırmamıĢlar kolaylıkla inzibat altına alınmıĢlardı. AĢiretlerin inzibata
alınması ve iskân edilmeleriyle Kürt dağı müstakil bir kaza olarak tesis
edilmiĢ, ġehzade Ġzzeddin Efendi‟nin adına nispetle buraya Ġzziyye adı
verilmiĢtir. AĢiret reislerine meclis azalığı gibi bir takım memuriyetler
verilerek, Kürt dağı ıslahatında yardımları sağlanmıĢtır. Yeni tesis olunan
Ġzziyye kazasında ve Kürt Dağı‟nda gayr-ı müslim bulunmadığı için kaza
meclisi üyelerinin tamamı Müslümanlardan seçilmiĢtir.110 Fakat daha sonra
kendi baĢlarına hareket etmeye alıĢmıĢ bu aĢiret reislerinin, bölgelerinde
kalmalarında bir takım mahzurlar görüldüğü için baĢka mahallere sevk
edilmeleri gerektiği düĢünülmüĢ ve kendilerine çeĢitli memuriyetler verilmek
Ģartıyla “nakl-i hane” ettirilmiĢlerdir.111Kürt dağının itaat altına alınmasında,
Fırka-i Islahiyye‟nin o güne kadar misli görülmemiĢ bir hoĢgörü ve adalet
içerisinde hareket etmesinin de büyük bir tesiri olmuĢtur. Dağlara çekilen
veya firar eden ahali bu adalet ve hoĢgörü karĢısında dağlardan inerek
mütegallibe olan kendi ağalarından uzaklaĢarak devlet otoritesine ısınmaya
109
Cevdet, Ma‘ruzat s.134-135; Tezâkir, s.142-143; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35.
110
Cevdet, Tezâkir, s.144-145; Ma‘ruzat, s. 136;
111
Cevdet, Ma‘ruzat, aynı yer. “Böyle hükümet-i hod-serâneye alışmış olan beylerin kazâ
müdirlerine inkıyâd, kendilerine pek güç geleceğinden ve kendileri hazm etseler bile anlara mensûb u
mütehassıs olanlar kendilerini rahat bırakmayacakları derkâr olduğundan kendülerinin âhar mahalle
nakl-i hâne ettirilmeleri lâzım geleceği…”; Ayrıca aşiret reislerinin memuriyetle başka mahallere
nakli hakkında bkz: BOA, İ.MMS. 30/1256
44
baĢlamıĢlardır.112 Kürt dağının itaat altına alınmasıyla Fırka-i Islahiyye artık
bütün dikkatini Gâvur dağına verebilecek imkâna da kavuĢmuĢ oluyordu.
Fırka-i Islahiyye Kürt dağı aĢiretlerini itaat altına aldıktan sonra Gâvur
dağı tarafında, MaraĢ‟tan Amik ovasına ve Halep, Antep, Kilis ve Ġzziyye
taraflarından Çukurova‟ya giden yolların kesiĢme noktasında bulunan Nigolu
kalesini tamir etmeye baĢlamıĢ, bununla beraber kaleye bakan tepelere birer
kule inĢa edilmiĢtir. Bu bölgede bulunan Kerkütlü, Çerçili, Hanağzı,
Kürtbahçesi, Eğintili, Keferdiz nahiyeleriyle Dumdum Ovası aĢiretleri
birleĢtirilerek fırkanın adına nispetle Islahiyye adı verilen bir kaza teĢkil
edilmiĢtir. Ayrıca Delikanlu ve Çelikanlu aĢiretleri de Dumdum ovasına iskân
edilmiĢ ve birçok yeni köy kurulmuĢtur.113 Daha önce baĢka aĢiret beylerine
yapıldığı gibi bu aĢiret beyleri de mecburi ikâmete tâbi tutulmuĢlar ve
Islahiyye kasabasına yerleĢtirilerek, burada aĢiret beylerinin de içinde
bulunduğu bir kasaba meclisi oluĢturulmuĢtur.114 Ardından Islahiyye sancak
merkezi olmak üzere Ġzziyye, Bulanık ve Hassa kazaları birleĢtirilerek MaraĢ
mutasarrıflığına bağlı bir kaymakamlık kurulmuĢtur. Bu arada bölgenin en
önemli ve güçlü aĢiretlerinden biri olan UlaĢlı aĢiretine bağlı Karayiğitoğulları, Kaypak-oğulları, Çend-oğulları, Kelmen-oğulları ve Ali Bekir-oğulları
itaat altına alınarak iskân edilmiĢlerdir.115 Böylece Gâvur dağının en önemli
aĢiretleri itaat altına alınarak, Gâvur dağı ıslahatı ve aĢiretlerin iskânı büyük
oranda baĢarıyla sonuçlandırılmıĢ oluyordu.
III. KOZAN-OĞULLARININ TE’DĠBĠ VE AġĠRETLERĠN ĠSKÂNI
Cebel-i Bereket ıslahatını ve aĢiretlerin iskânını tamamlayan Fırka-i
Islahiyye, Ağustos ayında bir ucu Gâvur dağının bir vadisinde bir ucu
Çukurova‟nın kenarında bulunan Hacı Osmanlı Köyü civarında, burası bir
112
Cevdet, Ma‘ruzat, s.140
113
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Ma‘ruzat, s.140 vd.
114
Cevdet, Tezâkir, s. 150
115
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, aynı yer.
45
merkez olmak üzere Kıyı nahiyelerini birleĢtirerek bir kaza oluĢturma iĢine
giriĢti. Hacı Osmanlı Karyesi‟nin üst tarafına bir ordugâh kurularak etrafındaki
tepeleri tutmak düĢüncesiyle burada bir kule inĢasına baĢlandı. 116 Cevdet
PaĢa, Çend-oğlu nahiyesinin alt tarafında bulunan karyelere, Kıyı köyleri
denildiğini ve bu köylerin merkezinin Hacı Osmanlı karyesi olduğunu yazar.
Ayrıca Hacı Osmanlı karyesinde vaktiyle büyük bir kasaba bulunduğu fakat
bu kasaba ahalisinin âsâyiĢsizlik sebebiyle zamanla dağılıp dağlara çekilmiĢ
oldukları tahmin edilmektedir.117 Nitekim hem Cebel-i Bereket havalisinde
hem Çukurova‟nın muhtelif bölgelerinde hem de Kozan taraflarında daha
önce yerleĢik olmalarına rağmen aĢiretlerin baskısından ve yerel idarecilerin
zulümlerinden dolayı ahalinin büyük bir çoğunluğunun dağlara çekilmek
zorunda kaldıkları bilinmektedir. Söz konusu bölgelerde terk edilmiĢ birçok
yerleĢim yerine rastlanmıĢ olması bu düĢünceyi desteklemektedir. Bu
hususta daha sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için, farklı tarihlerde
tutulmuĢ nüfus kayıtlarını karĢılaĢtırmak ve ziraatla uğraĢan ahali ile konargöçer olarak yaĢayan ahalinin nüfusa olan oranını hesap etmek lâzımdır.
Hacı Osmanlı karyesi merkez olmak üzere oluĢturulan bu yeni kazâya,
köyün kurucusuna izâfetle Osmaniye adı verildi. Burada bir hükümet konağı,
bir câmi„ ve bir mektep inĢâsına baĢlanmıĢ, kazâ meclisi tesis edilerek
Osmaniye ileri gelenlerinden ve iskân edilen aĢiret beylerinden kimseler
kendilerine maaĢ tahsis edilerek kazâ meclisi a‟zalığına tayin edilmiĢlerdir.
Daha önce de ifade edildiği gibi iskân edilen aĢiret beylerine maaĢ tahsis
edilerek, onların birer memuriyetle devlet kontrolüne alınması sıkça
baĢvurulan bir usûldü. Yörenin en büyük ve tehlikeli aĢiretlerinden biri olan
Tecirli aĢireti ile Cerid118 aĢiretinin kıĢlak yerleri ve UlaĢlı aĢiretinden Çend-
116
BOA, İ.DH, 1293/101637,1282.CA.10; Cevdet, Tezâkir, s. 159; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”,
aynı yer; Kurt, “Osmaniye”, s.479.
117
118
Kurt, “Osmaniye”, s.479.
BOA, İ.MMS. 30/1256-19 “Gerek Tecirlü ve gerekse Cerid ve Bozdoğan ve Sırkıntı ve Karsantı
aşiretlerinin taht-ı zabta ve muhafazaya alınmasının Hüsnü Paşa‟ya ihale olunduğu, ancak bu konuda
bir fermânın gelmediği, buna karşın yaylalara çıkma zamanlarının yaklaştığı, kötülükleri ve
bozuklukları bilinen Tecirlü aşiretinin…”
46
oğlu nahiyesi bu yeni kazâya iskân edilmiĢlerdir.119 Burada ayrıca DerviĢ
PaĢa ve Cevdet PaĢa‟nn isimlerine nispetle Cevdediye ve DerviĢiye köyleri
kurulduğunu da ekleyelim. Bu köyler bugün de bu isimlerle anılmaya devam
etmektedir.
Fırka-i Islahiyye tarafından kurulan köylerin tamamının bir listesinin
bulunmaması büyük bir eksikliktir ve esâsen bu köylerin isimlerinin tespit
edilmesi daha kapsamlı bir araĢtırmanın konusudur. Kaldı ki Fırka-i
Islahiyye‟nin bu bölgede yaptığı ıslahat hakkında elimizde bulunan bilgilerin
büyük bir çoğunluğu Cevdet PaĢa tarafından kaleme alınmıĢtır. ArĢiv
vesikaları ise genellikle, sadece aĢiretlerin iskânına dair bir takım bilgiler
ihtiva etmekte, fakat vesikalarda kurulan yeni köyler hakkında yeterli
derecede bilgi verilmemektedir. Fırka-i Islahiyye‟nin masraf defterlerinin
yayınlanmamıĢ olması da bir baĢka mesele olarak durmaktadır. Bu
defterlerin yayınlanmasıyla fırka hakkındaki bilgilerin daha da geniĢleyeceği
düĢüncesindeyim.
Osmaniye kasabasında gerekli görülen ıslahatın yapılmasından sonra
buradan hareket edilip, Ceyhan nehrinden geçilerek Çukurova içlerine doğru
ilerlenmeye baĢlanmıĢtır. Fırkanın önünden bir birlik gönderilerek otların
yakılması ve daha rahat bir Ģekilde ilerlenmesi sağlanmıĢtır. Cevdet PaĢa‟
“Çukurova bizim bilmediğimiz bir âlem imiş” demekte, bir ot deryâsından
bahsetmektedir. Nitekim Çukurova‟nın büyük bir bölümü iskâna açık olmadığı
için her taraf otlarla çevrelenmiĢ durumdadır ve bu otlar bir atın boyunu
geçebilecek derecede yüksektir. Yine Cevdet PaĢa Çukurova -Fırka-i
Islahiyye‟nin orada bulunduğu tarihlerde- ahvâlini tasvir ederken: “ Her
tarafda büyük büyük nehirler akıyor, yağmurlar mevsiminde yağıyor,
yağmadığı vakitler yeryüzüne düşen latîf şebnem ile nebâtâtı besliyor,
temmuz ve ağustos içinde her yerin otları kurumuş iken rehgüzârımızda
henüz solmağa yüz tutmuş ve bir tarafa serilip serpilmiş ipek gibi otlar
119
BOA, İ.DH. 1293/101637,1282.CA.10; Cevdet, Tezâkir, 161-162, Ma‘ruzat, 149-150;
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiye ve Yapmış Olduğu İskân”, s.11.
47
görülüp bunlar kaldırıldığı gibi altından taze otlar ve zümrüd gibi çimenler
görünüyordu. Çi fâide ki cevelângâh-ı aşâir olmağla hiçbir yerinde zirâ„at yok
idi. Câ-be-câ kışın aşâirin kışladıkları yerlerde çadır yerleri ve ocak taşları
görülüp andan başka emâre-i iskân u ikamet yok idi. Adım başında uçan
durrâc kuşları ve câ-be-câ seğirdip kaçan ceylan sürüleri bu mürg-zâr-ı
letâfete şenlik veriyor ise de her köşesinde görülen yaban domuzları ile
küçük büyük yılanlar dahi insana vahşet veriyordu” yazmaktadır.120
Osmaniye‟den hareket edildikten sonra (Eylül 1865) Kozan tarafına
yönelen Fırka-i Islahiyye, evvelâ harap bir durumda olan Kadirli (Kars-ı
Zülkadiriyye)
kasabasını
imar
ederek
kasaba
çevresinde
bulunan
aĢiretlerden bir kısmını buraya iskân etmiĢtir. Ayrıca Çukurova aĢiretlerinden
isteyenlerin buraya yerleĢmelerine izin verilmiĢ, Kadirli kısa zamanda nüfusu
altı yüz hâneye ulaĢan bir kasaba haline gelmiĢtir. Kasaba daha sonra Kozan
sancağına bağlı bir kazâ merkezi hâline getirilmiĢtir.121
Fırka-i Islahiyye Osmaniye‟den hareketinin üçüncü günü Sis (bugünkü
Kozan) kasabasına ulaĢmıĢtır. Fırka-i Islahiyye Sis‟e vardığı zaman Sis‟de
Müslümanlara ve Ermenilere âit toplam altı yüz kadar hâne bulunuyordu.
Kaza topraklarında ise 3956 Müslüman, 352 gayr-ı müslim olmak üzere
toplam 4308 hâne tespit edilmiĢti.122 Fakat kasaba ahalisinin tamamı yaz
mevsiminde yaylaya çıktığı için kasabada Fırka-i Islahiyye oraya ulaĢtığı
zaman birkaç bekçiden baĢka kimse bulunmuyordu.123
Fırka-i Islahiyye ilk iĢ olarak kasaba ahalisinin kasabaya gelmesini
istemiĢtir. Ermeni kathalikosu da Ermenilerin kasabaya gelmesi yönünde
çalıĢmalara baĢlamıĢtır.124 Bunun üzerine kasaba ahalisi yaylalarından
120
Cevdet, Ma‘ruzat, s. 155-156; Tezâkir, s. 170.
121
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35
122
Büchner, “Sis”, s.711
123
Cevdet, Ma‘ruzat, s. 156.
124
Cevdet, Tezâkir, s.171-712; Ma‘ruzat, s.157; Büchner, “Sis”, aynı yer.
48
kasabaya dönmeye baĢlamıĢlar ve o zamana kadar Kozan‟da cuma namazı
kılınmadığı anlaĢılarak ilk iĢ olarak kasaba dıĢında bir yere bir mescid inĢa
olunmuĢtur. ĠnĢâ edilen bu mescid için Bâb-ı Âlî‟den bir imâmet ve hitâbet
berâtı istenmiĢ fakat bu berat, uzun yıllar geçmesine rağmen bir türlü
gönderilmemiĢtir.125
Fırka-i Islahiyye Kozan‟da bulunduğu esnada Kozan-oğlu beyleri
fırkaya gelerek kendilerine maaĢ tahsis edilmesi ve memuriyet verilmesi
Ģartıyla baĢka bölgelere sevk edilmeyi kabul etmiĢlerdir. Meselâ Kozan-oğlu
beylerinden Ahmet Bey Kütahya‟ya, Ali Bey ve Ömer Ağa Konya‟ya, Yusuf
Ağa Sivas‟a, Hacı ve Mısdık beyler Kayseriye gönderilmiĢler ve bu Ģehirlerde
oturmaya mecbur bırakılmıĢlardır.126 Kozan-oğullarından bazılarının Fırka-i
Islahiyye‟nin otoritesini bu kadar çabuk bir Ģekilde kabul etmelerinin sebebi,
onların, fırkanın gücünü daha önceden görmüĢ olmaları ve Fırka-i Islahiyye
ile mücadele edemeyeceklerini anlamıĢ olmalarıdır. Nitekim Fırka-i Islahiyye
daha Gâvur dağı ıslahatıyla meĢgul iken bazı Kozan ağaları DerviĢ ve
Cevdet paĢalarla görüĢmüĢlerdi ve Gâvur dağı aĢiretlerinin Fırka-i Islahiyye
karĢısında direnemediklerini görmüĢlerdi.127 Hatta bu görüĢmeler esnasında
Kozan ağalarından Ömer Ağa, oğlu Ahmet Ağa‟ya hiç direnç göstermeden
Fırka-i Islahiyye‟ye itaat etmesini tavsiye edeceğini söylemiĢti.128
Kozan-oğullarının büyük oranda itaat altına alınmasıyla, uzun
zamandan beri devlet otoritesinin giremediği Kozan havâlisine de böylece
devlet eli değmiĢ oldu. Kozan‟da nüfus sayımı yapılmıĢ, havâlinin askerlik
kur‟aları çekilmiĢtir. Ayrıca bölgenin en büyük aĢiretlerinden biri olan Sırkıntı
aĢiretinin iskân edilmesi sağlanarak, bunların iskânıyla birçok yeni köy
kurulmuĢtur. Daha önce de ifade edildiği gibi Kozan ağaları belli maaĢlar ve
125
Cevdet, Tezâkir, s. 173.
126
BOA, İ.MMS. 30/1256; Cevdet, Tezâkir, s.173; Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu
Anadolu‟nun Islahı”, s.385
127
128
BOA, İ.HD. 1293/101635, 1282.CA.23
Mustafa Onar, “Kozanoğulları”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, Yapı
Kredi Yay., İstanbul 2000, s. 367-375.
49
memuriyetler verilmek Ģartıyla baĢka mahallerde yerleĢmeye mecbur
edildiler.129 Meselâ, Menemencioğlu Ahmet Bey, Karsantıoğlu ve Üzeyir
hânedanından Ġmam Bey Ġstanbul‟a yerleĢtirilenler arasındaydı. 130 Fakat bu
aĢiret beylerinden bazıları, ikamet mahallerinden kaçmıĢlar veya kaçmaya
teĢebbüs etmiĢlerse de yakalanarak daha uzak mahallere iskânları
sağlanmıĢtır. Sivas‟a gönderilen Kozan-oğlu Yusuf Bey yolda kendisini yeni
ikamet yerine götüren askerlerin elinden kaçmıĢ, etrafına topladığı
dağlılardan yeniden bir teĢkilât kurmuĢtu; ancak birkaç gün sonra vurularak
öldürülmüĢtü.131 Ġskân edildikleri bölgelerden firar eden aĢiret beylerinin veya
adamlarının, tekrar firar etmelerini engellemek amacıyla Ġstanbul‟a iskân
edilmeleri uygun görülmüĢ, bazen de görülen lüzum üzerine bunların
Rumeli‟de bir yerlere iskân edilmelerine çalıĢılmıĢtır.132 Fırka-i Islahiyye
tarafından itaat altına alınan Kozan; Sis, Haçin, Belenköy ve Kadirli
kazalarından meydana gelen büyük bir sancak merkezi haline getirilmiĢtir.
Fırka-i
Islahiyye
Kozan
havalisini
itaat
altına
aldıktan
sonra
Çukurova‟da bulunan diğer bazı büyük Türkmen aĢiretlerini de itaat altına
almıĢ
ve
bunları
ya
yaylaklarına
veya
kıĢlaklarına
iskân
etmiĢtir.
Çukurova‟nın en büyük aĢiretlerinden biri olan AvĢarlar yaylakları olan
Kayseri civârındaki Sarız‟a ve Uzunyayla‟ya iskân edilirlerken, Tatarlı
129
BOA, İ.MMS. 30/1256, “Ma„lum-ı âlî buyurulduğu üzere fırka-i müfrezenin sâye-i şevket-vâye-i
cenâb-ı pâdîşâhide Bereket dağı ve Cebel-i Kozan cihetlerinde icraata muvaffak oldukları ıslâhât
sırasında oranın ser-keşân rüesâsından bir takımı berü taraflara geçirüldüğü gibi bunlardan Ahmed
Bey‟in dahi uhdesine rütbe-i mir-i mirân tevcihiyle Kütahya kaymakamlığına memuriyeti icrâ
kılınmışdı…”; Cevdet, Tezâkir, s.177 vd; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”s.35; Kurt,
“Menemencioğuları Tarihi ve Çukurova‟da Aşiretler”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana:
Köprübaşı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s. 356-365,
130
Cevdet, Tezâkir, s. 190; Kurt, “Menemencioğulları Tarihi ve Çukurova‟da Aşiretler”, s.365
131
Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.386
132
BOA, İ.HD. 1293/101635, 1282 CA.24, “Devletlü Derviş Paşa ve semâhatlü Cevdet Efendi
hazerâtı tarafından tetimme-i ıslâhât olarak bu kere dahi vürûd eden muharrerât melfufâtıyla berâber
arz ve takdîm kılındı. Reviş-i işârâta nazaran Mısdık Paşazâde Dede Bey‟in avânesinden Hasan
Kethüdâ ile diğer Monla Hasan uygunsuz adam oldukları bad-ezin oralarda bulundurulması münâsib
olmayacağından merkûm Hasan kethüdâ‟nın oralarca olan alâkası kat„ edilerek on nefer familyasıyla
berâber bir daha ol havâle ayak basmamak üzere Edirne‟ye nefy ve iclâsı zımnında bâb-ı zabtiyeye
gönderilmesi (…) merkûm Hasan Kethüdâ‟nın vürudunda hemen Edirne‟ye gönderilmesinin hemen
zabtiye müşirîn-i celilesine havâlesi ve mahalline vusûlünde ikamesiyle firar edememesi esbâbına
îtinâ ve dikkat gösterilmesinin Edirne Valiliği‟ne bildirilmesi… ”
50
muhacirleri Kadirli kasabasına, Kırıntılı aĢiretleri ise Kozan kazasında
bulunan boĢ arazilere iskân edilmiĢlerdir.133
IV. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE’DEN SONRA ÇUKUROVA
Fırka-i Islahiyye, ıslahat faaliyetlerini kısmen de olsa tamamladıktan
sonra, Ġstanbul‟a dönme kararı almıĢ ve Kasım 1865‟te Payas‟tan hareketle,
yine aynı ay içerisinde Ġstanbul‟a ulaĢılmıĢtır. Fırka-i Islahiyye feshedilmemiĢti
çünkü bahar mevsiminde tekrar Kozan havalisine gidilerek oradaki ıslahat
ikmâl edildikten sonra Akçadağ ve Dersim baĢta olmak üzere bütün bir Doğu
Anadolu baĢtan baĢa dolaĢılarak oraların da ıslah edilmesi düĢünülüyordu. 134
Zaten fırka feshedilmediği için DerviĢ ve Cevdet paĢalar Ġstanbul‟da
bulundukları zaman da Fırka-i Islahiyye‟ye ait iĢleri görüĢmeye devam
etmiĢlerdir.135 Fakat o esnâda Eflak ve Boğdan‟da bazı karıĢıklıklar çıktığı
için Tuna vilâyetinde bir ihtiyât ordusu kurulmasına karar verilmiĢ ve Fırka-i
Islahiyye‟den bazı taburların oraya gönderilmesi uygun görülmüĢtür. Bu
durumda Anadolu‟da yapılması düĢünülen umûmî ıslahat çalıĢmalarının da
askıya alınması gerekmiĢtir.136 Bununla berâber, Cevdet PaĢa‟nın 1867
yılında hazırlanan Vilâyet Nizâmnâmesine göre Adana ve Halep eyâletleri ile
Kozan, MaraĢ, Urfa ve Zor sancaklarının birleĢtirilmesiyle teĢkil edilen Halep
vilâyetine tayin edilmesi137 de Fırka-i Islahiyye‟nin faaliyetlerinin durmasına
ve Anadolu‟da yapılaması düĢünülen umûmî ıslahat çalıĢmalarının askıya
alınmasında etkili olmuĢtur.
133
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35
134
Cevdet, Tezâkir, s. 201; Ma‘ruzat, s. 178
135
Cevdet Paşa, Fırka-i Islahiyye‟nin bu altı aylık süre içerisindeki masrafları hakkında: “Masârif-i
fevka‟l-âdemizin mecmû„u dört bin dört yüz bu kadar kese akçeye bâliğ olup Derviş Paşa ve fakirin
fevka‟l-âdeden muhasses olan ma„aşlarımız ile Fırka defterdârı Ârif Efendi‟nin ve sair ma„iyyet
me‟mûrîn ve ketebesinin ma„âşâtı ve başı-bozukların ma„aş ve ta„yînâtı ve on beş tabur piyâde ve iki
alay süvâri asakir-i nizâmiyyenin nakliyatı ve Hassa ve İslahiyye kışlalariyle İslahiye ve Osmaniye‟de
inşâ olunan kulelerin masârif-i inşââtı ve sâir masârif-i fevka‟l-âde hep bu dört bin bu kadar kese
miyânında olup yalnız vapurların devr-i çarh masârifâtı hâric idi…” demektedir. Tezâkir, s. 195-196;
Ayrıca, Ma‘ruzat, s. 173
136
Cevdet, Tezâkir, s. 201
137
Ölmezoğlu, “Cevdet Paşa”, s.116 ve Cevdet, Tezâkir, s. 199 ve 202
51
Cevdet PaĢa‟nın yeni teĢkil olunan Halep vilâyetine tayin olunduğu
günlerde, Kozan‟da yeniden büyük bir isyan meydana gelmiĢtir. Hemen
Fırka-i Islahiyye kumandanlarından olan Kurt Ġsmail PaĢa o tarafa
gönderilmiĢ ve isyan kısa zamanda bastırılmıĢtır. Bu arada Cevdet PaĢa,
Halep‟ten MaraĢ‟a gelmiĢ bulunuyordu ve buna tesâdüf eden günlerde Gâvur
dağında
da
isyan
hareketleri
görüldüğüne
dâir
haberler
iĢitilmeye
baĢlanmıĢtı; bunun üzerine o tarafa da âsâyiĢin yeniden te‟mini için memurlar
sevk edilmiĢtir. Gâvur dağında meydana gelen isyan hareketlerine MaraĢ
mutasarrıfı
olan
Tevfik
PaĢa‟nın
kötü
muâmelesinin
sebep
olduğu
düĢünülerek, Tevfik PaĢa‟nın görevden alınması Bâb-ı Âlî‟ye arz olunarak,
yerine NâĢid PaĢa‟nın tayin edilmesi sağlanmıĢtır.138
Cevdet PaĢa, MaraĢ‟tan sonra Kadirli (Kars-ı Zülkadiriyye) kasabasına
geldiklerini ve burada büyük bir îmâr faaliyetinin devam ettiğini gördüklerini
yazar. “Geçen sene burası Pazaryeri denilen bir hâlî sahrâdan ibâret iken, bu
kerre müceddeden altı yüz bu kadar hâne ve bir hayli dükkânlar yapılarak bir
yeni kasaba peydâ olduğu nazar-ı memnuniyetle görüldü.” “Geçen sene
buralarda ebniye değil bir kulübe samanlık bile yok iken Pazaryeri‟nde böyle
güzel bir kasaba peydâ oldukdan başka, Çukurova‟nın her tarafında
müceddeden köyler teşkil edilmiş ve Kurt İsmail Paşa‟nın zoriyle aşâirin
çadırları bozulup, parçaları hânelerine döşeme yapılmış olduğu, nazar-ı
ta„aacüb ü hayret ile görülmüşdür.”139 Kadirli‟den, Sis‟e giderlerken üç saat
kadar hep pamuk tarlalarından geçtiklerini ve “Sağ tarafımızda Kozan
dağlarına ve solumuzda Cihan (Ceyhan) nehrine dek gözümüzün gördüğü
kadar yerler hep mezru„ olup hava dahi misk kokuyordu” dedikten sonra,
cümlelerine Ģu Ģekilde devam eder: “Bir aralık burnumuza bir fenâ koku geldi.
„Acaba bir tarafta bir lâşe mi var‟ diye Hüseyin Bey‟den sordum. „Hayır bir şey
yok. Fakat mezrû„ât içinden çıkıp henüz zirâ„at olunmamış yerlere geldik. Bu
fenâ koku andan geliyor. Biz geçen sene Çukurova‟da gezdiğimiz vakit hep
bu fenâ kokular içinden geçmişiz. Lâkin her taraf bir hâlde bulunduğundan
138
Cevdet, Tezâkir, s. 204
139
Cevdet, Ma‘ruzat, s. 180-181
52
anı duymamışız. Şimdi bir tarafı zirâ„at ile islah olunduğundan harâb ve hâlî
yerlerin fenâ kokuları böyle his olunuyor. İşte Çukurova havasının fenâlığına
sebep dahi ancak harâbiyeti olduğu eğer îmâr olunsa havası dahi böyle
kesb-i nezâfet edeceği bu hâlden anlaşılıyor‟ dedi”140
Cevdet PaĢa‟nın yukarıdaki satırlarından, Fırka-i Islahiyye‟nin aslında
ne kadar büyük bir iĢ baĢardığını görebiliriz. Görüldüğü gibi bir sene öncesine
kadar aĢiretlerin ve mahalli beylerin kontrolünde güvensizlik içinde bulunan
bölgeler, çok kısa bir zamanda iskâna açılmıĢ ve birçok yeni köy ve
kasabanın inĢâ edilmesiyle önemli birer yerleĢim alanları hâline gelmiĢlerdir.
Bu bölgelerin ıslahatı, aĢiretlerin iskânı, iskân sonrasında ortaya çıkan yeni
köy ve kasabalar, devlete asker sağladığı gibi buralarda tarım faaliyetlerinin
baĢlamasıyla hem tarımda çalıĢan iĢ gücü ortaya çıkmıĢ hem de daha önce
göçebe olarak yaĢayan aĢiretlerin bu sâyede vergilendirilmeleri de
kolaylaĢmıĢtır.141 Bununla berâber iskân edilmeyi kabul etmeyen bazı
aĢiretlerin, baĢka mahallere göç ettiklerini ve iskân faaliyetlerine karĢı önemli
tepkilerin doğduğunu, bu tepkilerin halk edebiyatı metinlerine de yansıdığını
eklemek lazımdır.142
Bugün Çukurova, ekonomik olarak değerlendirildiğinde Türkiye‟nin en
çok üreten bölgelerinden biri ve önemli bir tarım sahasıdır. Pamuk, tahıl ve
turunçgiller tarımı, besin ve tekstil sanayii ile ülke ekonomisine büyük bir katkı
sağlamaktadır. Aynı zamanda bölge kara, deniz yolları ve sahip olduğu
önemli limanlarıyla büyük bir ticaret merkezidir de. Bugün, Çukurova‟nın ülke
ekonomisinde sahip olduğu önemli yerin temellerinin, büyük oranda Fırka-i
Islahiyye‟nin faaliyetleri sonucunda atılmıĢ olduğunu söylemek hiç de yanlıĢ
olmaz. Nitekim Fırka-i Islahiyye sadece bir askeri birlikten çok daha öte bir
teĢkilattır; zira onun askeri faaliyetlerinin yanında ekonomik geliĢmeyi
sağlayacak bir takım çalıĢmaları da olmuĢtur. Fırka-i Islahiyye, bu hususta en
140
Cevdet, Tezâkir, s. 205
141
Kemal H. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, İmge Kitabevi, Ankara 2002, s. 245.
142
Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiye ve Yapmış Olduğu İskân”, s.16 vd.
53
önemli çalıĢmasını aĢiretlerin iskânıyla baĢarmıĢtır. Özellikle pamuk baĢta
olmak üzere endüstriyel tarım ürünlerin bölgeye ilk defa sokulması, daha
sonra önemli bir geliĢme gösterecek olan karayollarının temellerinin atılması
yine Fırka-i Islahiyye‟nin çalıĢmaları arasındadır.
Fırka-i Islahiyye‟nin Gâvur dağı, Kozan ve Çukurova‟da yapmıĢ olduğu
ıslahat faaliyetlerinin, Anadolu‟da daha sonra yapılacak ıslahat çalıĢmalarına
da bir örnek teĢkil etmiĢ olabileceğini zannediyorum, fakat iĢin aslı, Fırka-i
Islahiyye‟nin ıslahat tecrübelerinden, hem kurulduğu devirde yapılan
ıslahatlarda hem de daha sonra yapılan ıslahat çalıĢmalarında ne derecede
faydalanıldığını tam olarak bilebileceğimiz bir vesikaya rastlayamadım.
V. ZEYTUN ISLAHATI
Cebel-i Bereket, Çukurova ve Kozan dağları gibi devlet otoritesinin
tam olarak giremediği bölgelerden biri de Zeytun‟du. Zeytunlular da kendileri
dıĢında hiçbir gücün hâkimiyetini tanımamakta idiler ve devlet bu bölgeden
de asker ve vergi alamamaktaydı. Zeytun, Fırka-i Islahiyye‟nin faaliyet
sahasına girmekteydi; fakat fırkanın o günlerde kolera hastalığıyla uğraĢması
Zeytun ıslahatının yapılamamasına sebep olmuĢtu.143 1282 tarihinde Payas,
Adana, Kozan, MaraĢ, Urfa ve Zor sancakların birleĢtirilmesiyle oluĢturulan
Halep Vilayeti valiliğine tayin edilen Cevdet PaĢa‟ya, o günlerde Hâriciye
Nâzırı bulunan Âlî PaĢa Zeytun ıslahatıyla bizzat ilgilenmesini tavsiye etmiĢti.
Cevdet PaĢa Halep valisi sıfatıyla, 1283‟te erkân-ı harbiye binbaĢılarından
Hüseyin Hüsnü Bey‟i bir bölük piyâde nizâmiye askeriyle Zeytun‟a
göndermiĢtir. Zeytun nâhiyesi her taraftan kuĢatılmakla iĢin ciddiyetini
anlayan Zeytunlular Hüseyin Hüsnü Bey‟e itaat etmiĢlerdir.144 Zeytun‟da,
Hüseyin Hüsnü Bey tarafından bir bölük süvâri ve bir bölük piyâde olmak
üzere bir zabtiye teĢkilatı kurulmuĢtur. Kurulan bu yeni zabtiye teĢkilatında
bulunan kimselerin yarısı Müslüman ve diğer yarısı ise Ermenilerden
143
Cevdet, Tezâkir, s. 212.
144
Cevdet, Tezâkir, aynı yer.
54
oluĢmaktaydı. Bu arada Zeytun‟da, Zeytun kocabaĢılarının idâresinde
bulunan kırk kadar Müslüman hânesi bulunduğu ve bu Müslüman hânelerin
devlete asker vermedikleri anlaĢılmıĢ olduğundan ilk iĢ olarak onların askerlik
kur‟aları çekilmiĢtir.145 Daha sonra ise Ermenilerin iâne-i askeriyeleri meselesi
yoluna konulmuĢtur.
Zeytun Kasabası merkez olmak üzere, kasabanın etrafında bulunan
Müslüman nahiyeleri buraya ilhak edilerek bir kaza teĢkil edilmiĢ, azasının
yarısı Müslümanlardan ve diğer yarısı Ermenilerden müteĢekkil bir kaza
meclisi kurularak, kazaya bir kaymakam ve bir nâib tayin edilmiĢtir. Zeytun
ıslahatı bu Ģekilde tamamlandıktan sonra, çok geçmeden kasabada bir isyan
çıkmıĢsa da kısa zamanda kasaba tekrar kontrol altına alınarak, isyana ön
ayak olanlar cezalandırılmıĢtır. Bunun üzerine Ermeni kocabaĢılarından
dördü önce Halep‟e, akabinde de Ġstanbul‟a gönderilerek Zeytun ıslahatı
baĢarıyla sonuçlandırılmıĢ, devlet otoritesinin giremediği bir bölgede daha
devlet kontrolü sağlanmıĢtır.146 Fırka-i Islahiyye‟nin baĢlatmıĢ olduğu ıslahat
çalıĢmaları Zeytun‟un da itaat altına alınmasıyla hedeflendiği Ģekilde kısmî de
olsa baĢarıya ulaĢmıĢtır. Görüldüğü üzere, ıslahat çalıĢmalarında sıkça
baĢvurulan mecburî ikamet ve zorunlu iskân usulü ıslahatların baĢarılı
olmasında çok etkili bir yol olarak kullanılmıĢtır.
VI. ADANA VĠLAYET MECLĠSĠ’NDE ISLAHATA DÂĠR CEREYÂN
EDEN MÜZAKERÂT
1286 Recebi‟nde (1870) Adana vilayet merkezi meclis-i umumisinde,
yapılması düĢünülen bazı ıslahata dair bir toplantı yapılmıĢ ve yapılması
düĢünülen ıslahat çalıĢmalarına dâir ġurâ-yı Devlet‟e de gerekli bilgiler
verilmiĢtir.147 Söz konusu müzâkerelerin bazı maddeleri vilayet dâhilinde
bulunan yolların tamir ve tesviyesiyle ilgilidir. Yolların tamir ve tesviyesi çok
145
BOA, A.MKT. MHM. 364/20, 1283 CA. 23; Cevdet, Tezâkir, s. 213
146
BOA, A.MKT. MHM. 364/20, 1283 CA. 23; Cevdet, Tezâkir, aynı yer.
147
BOA, İ.ŞD. 19/819, 1287 CA. 6
55
önemli bir mesele olmakla berâber, yol güzergâhlarının ekseriyetle taĢlı
olması, zor geçilebilir, çetin yerlerden geçmesi sebebiyle masrafların külliyetli
olacağı bildirilmektedir. Yolların ta‟mir ve tesviyesine keĢif yapılmadan
kalkıĢılmasının Turuk ve Meâbir Nizamnâmesi‟ne148 mugâyir olacağı
düĢüncesiyle öncelikli olarak keĢiflerinin etraflıca yapılması, mesâfelerinin ve
yapılacak
ta‟mirâtın
masraflarının
miktarı
belirlenerek
bildirilmesi
kararlaĢtırılmıĢtır. Ayrıca Belenköy kasabasından, Rum nahiyesine giden
yolun tamir ve tesviyesinin bir kondüktör idâresiyle mümkün olduğu, bunun
dıĢında bir masraf olmadığı anlaĢılırsa o yolun derhal tesviyesine baĢlanması
gerektiği; ancak köy yollarına bağlanacak büyük caddeler yapılmadıkça bu
inĢaatlardan yeterli miktarda fayda sağlanamayacağı belirtilmiĢtir.
Gülnar kazâsında ve Ġçel sancağının çeĢitli yerlerindeki köy yollarının
tadil ve tesviyesinin ertelenmesi, Mersin kasabası sokaklarının usulünce
açılması, evlerinin muntazam bir Ģekilde yapılması, ayrıca kasaba dâhilinde
bulunan dükkân gölgeliklerinin -sokakların belediye tarafından tanzim
edilmesi sırasında- icâblarına bakılması istenmiĢtir. Bunun yanı sıra bahçe ve
bostanlarda bulunan kulübelerin Ebniye Nizamnâmesi149 ahkâmına göre bir
intizama konulması da istenmiĢtir.
Mersin‟e bağlı köylerde bulunan bağların yeniden ağaçlandırılması,
bunun ahâlinin faydasına olacağı ve bu hususa hükümetçe de dikkat
gösterildiği ifâde edilerek, bakımsızlıktan dolayı yabanî hükmüne giren
zeytinliklerin
ahâliye
ve
kumpanyalara
îhâle
edilmesi,
söz
konusu
zeytinliklerin süratle iyileĢtirilmesinin ise hem ahalinin hem de hazinenin
yararına olacağı ifade edildikten sonra, zeytinliklerin iyileĢtirilmesi isteğinden
itibaren iki sene müddet belirlenerek, bu müddetin sonunda ne kadar ağacın
imârına teĢebbüs olunmuĢ ise onların usulüne göre meccânen ihâle edileceği
talip olanlara senet verileceği; fakat belli bir müddet zarfında imâr faaliyeti
148
18 CA. 1286 (26 Ağustos 1869) tarihli Turuk ve Meâbir Nizamnâmesi metni için bkz: Düstur, I.
Tertip, C. II, s. 301-309.
149
7 CA. 1280 (20 Ekim 1863) tarihli Turuk ve Ebniye Nizamnâmesi metni için bkz: Düstur, I.
Tertip, C. II, s. 499-513.
56
yürütülmediği takdirde verilen senetlerin geri alınacağı ve bu durumun bütün
vilayete duyurulması gerektiğine karar verilmiĢtir.
Uygun olan mahallerde dut fidanları dikilerek, ipek yetiĢtiriciliği iĢine
baĢlanması, Belenköy kasabasında meydana gelen kök boya ve afyon
tohumu gibi faydalı Ģeylerin ekilip biçilmesine ve terakkilerine ehemmiyet
gösterilmesi istenmiĢtir. Mersin‟de inĢası istenen su yollarının yapımının
ertelenmesi; fakat yapımına devam edilen harkların ve su bentlerinin
yapımının hızlandırılması gerektiği ifade edilmiĢtir. Adana Ģehrinde bulunan
Camus gölünün temizlenmesinin ne kadar masrafa mal olacağının yapılacak
bir keĢifle tespit edilmesi, yine Adana vilayeti dâhilinde bulunan çayların ve
nehirlerin temizlenmesi gerektiği de beyan edilmiĢ, bu çalıĢmaların önemli
faydalar sağlayacağı belirtilmiĢtir. Ayrıca Adana‟dan Mersin iskelesine kadar
uzanan Ģose yolda araba iĢlettirilmek üzere bir Ģirket kurulması gerektiği
kararlaĢtırılmıĢ ve bu sayede hem tüccarların hem de ahâlinin önemli
faydalar sağlayacakları ifade ve beyan edilmiĢtir.
ĠĢbu taleplere merkezî hükümet tarafından 7 Cemâziye‟l-Âhire 1287 (4
Eylül 1870) tarihli gönderilen cevapta genel itibariyle olumlu yaklaĢılmıĢ,
Adana vilâyet meclisince lazım görülen ıslahat çalıĢmaları uygun bulunarak,
bu hususa hükümetçe gerekli desteğin sağlanacağı bildirilmiĢtir. 150
150
BOA, İ.ŞD. 19/819, 1287 C. 7 ve 22 Ağustos 1286
57
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL VE EKONOMĠK HAYATLA ĠLGĠLĠ
ISLAHAT ÇALIġMALARI
I. DEVLET OTORİTESİNİ SAĞLAMA TEŞEBBÜSLERİ
Kozan, Cebel-i Bereket ve Çukurova‟nın birçok bölgesinde olduğu gibi
devlet, Anadolu‟nun çoğu doğu ilinden de vergi ve asker alamıyordu. Doğu
Anadolu‟nun çoğu bölgesi aĢiretlerin kontrolü altındaydı ve esâsen Doğu
Anadolu‟da devlet otoritesinin giremediği bölgeler, devletin tam bir otorite
sağlayabildiği bölgelerden daha fazlaydı. Bölge ahalisi genel olarak
göçebeydi ve kendi mahalli beylerinin idâresinde devlete asker vermedikleri
gibi vergi de vermiyorlardı. Mesela 1850‟lerde Harput‟ta asker ve vergi
vermek istemeyen eĢkıya çeteleri üzerine asker sevk edilmiĢ, ahâliyi devlete
karĢı kıĢkırtanların sürgün edilmeleri sağlanmıĢtı.151 Devlet, aĢiret reislerine
memuriyetler vererek maaĢ bağlamasına, çeĢitli Ģekillerde onları taltif
etmesine rağmen, aĢiret reislerinin ön ayak oldukları karıĢıklıklara bir türlü
engel olamamakta152 ve büyük bir mesele olan âsâyiĢsizliğe çözüm
üretememekte idi.
Doğu Anadolu aĢiretlerin kontrolleri altında bulunuyor, aĢiretler
bölgenin coğrafi Ģartlarının kendilerine sağladığı avantajlarla bulundukları
bölgelerde önemli bir güç teĢkil ediyorlardı. AĢiretlerin kontrolünde bulunan
151
Ahmet Aksın, “Tanzimat‟ın Harput Eyaleti‟nde Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler”, Belleten,
Sa.235, Aralık 1998. s. 851-861
152
Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.V, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 441.
58
bölgelerde devlet, yabancı ve yerli tüccarların güvenliğini sağlamak
hususunda çok zorlanıyor, bu aĢiretlerin eĢkıyalık faaliyetlerine karĢı
tüccarları korumak için özel muhafız birlikleri oluĢturuyordu. Meselâ Bâb-ı Âlî,
Trabzon-Erzurum-Tebriz
yolu
üzerinde
Ġranlı tüccarların
güvenliklerini
sağlamak için muhafızlar tayin etmiĢ, yol üzerinde lazım görülen ve mümkün
olan yerlerde ise kır serdarları adı verilen askeri birlikler oluĢturmak
mecburiyetinde kalmıĢtı.153 ÂsâyiĢsizliğin, gündelik hayatın bir parçası halini
aldığı bölgede, eĢkıyanın yanı sıra bir diğer mesele de devlet otoritesini
tanımayan âyânlar, mahallî eĢrâf, vilâyet meclisi üyeleri ve konsoloslardı. 154
Tüccarlar aĢiretlerin ve âyânların kontrolünde olan bölgelerden bir diğer
bölgeye geçerken eĢkıyalara geçiĢ parası vermek mecburiyetindeydiler. 155
Her yerde eĢkıyalık hüküm sürmekte, hatta zaman zaman hacı kafilelerinin
soyulması hadiselerine bile rastlanmaktaydı. Mesela Akçadağ‟da Ġranlı
hacılara
bir
saldırı
düzenlenmiĢ,
saldırının
fâili
olan
eĢkıyaların
cezâlandırılmaları istenmiĢ, söz konusu eĢkıyaların baĢka bölgelere sürgün
edilerek hapsedilmeleri sağlanmıĢtı.156
Bölgede bulunan aĢiretler, barıĢ zamanlarında zaman zaman da olsa
devlet otoritesini tanısalar da, savaĢ halinde askerin dağılması veya baĢka
bölgelere sevk edilmesi durumunda yine baĢlarına buyruk hareket etmeye
devam ediyorlardı.157 BaĢlarına buyruk hareket etmeye alıĢmıĢ olan aĢiretler,
sâdece devlet otoritesini tanımamakla kalmıyorlar, iç ve dıĢ ticarete de büyük
oranda zarar veriyorlardı. Nitekim devlet otoritesinin giremediği bölgelerin
baĢında gelen Dersim Doğu vilayetleri arasında baĢına buyruklukta baĢı
153
Selahattin Tozlu, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, Türkler, C. XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara
2002, s. 481-492.
154
Karal, c. VII, s.158.
155
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, C.II, s. 935.
156
BOA, İ.MVL. 438/19381, 1277 S. 15; “Hüccac-ı İraniyye haklarında Ağcadağ‟da vuku„a gelen
uygunsuzluğa sebeb olanlardan Yağmurlu Mehmed ve Ali‟nin ahz u girift olunarak Harput‟a celb ile
bi‟l-istîzân habs olunmuş…”
157
Tozlu, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, s. 481-492.
59
çekiyordu.158 Bölge, neredeyse Osmanlı idâresine girdiği tarihten itibaren
hiçbir Ģekilde devletin kontrolüne fiilen girmemiĢti. Dersim de aynen Kozan
dağlarında olduğu gibi mahalli beylerin hâkimiyeti altında bulunuyordu.159
A. Dersim Islahatı ve AĢiretleri Ġskân Etme TeĢebbüsleri
Cevdet PaĢa, daha önce de ifade edildiği gibi: “Hîn-i fetihden beri
Gâvur-dağı yani Cebel-i Bereket bir hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına
hükümet-i Devlet-i aliyye hiç girmedi Hısn-ı Mansûr tarafı bir hal-i şerkeşîde
ve Akçadağ ile Dersim dahi Gâvur-dağı tavrunda bulunuyor ve buraları birer
eşkıyâ yuvası olup etrâfdaki câniler buralara ilticâ ile hükümetin pençesinden
kurtuluyor ve bu dağların sebebine bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyân ve serkeşîde dolaşıyor” demektedir.160 Ve Kozan, Gâvur dağı havâlisi ve Çukurova
ıslahatları tamamlandıktan sonra Akçadağ ve Dersim dağlarını da itaat altına
almak için o bölgeye gitmeyi, Kürt aĢiretlerini ıslah ederek Ġran sınırına kadar
olan bölgeyi itaat altına almayı da düĢündüklerini ifâde etmektedir.161 Fakat
bu düĢünce gerçekleĢtirilememiĢ, Dersim bölgesinin ıslahatı Fırka-i Islahiyye
tarafından yapılamadan fırka, özellikle balkanlarda çıkan karıĢıklıkları
bastırmak için o tarafa sevk edilmiĢtir.
Dersim dağları162, eĢkıyalığın kol gezdiği bölgelerin baĢında geliyordu
ve bölgenin tahriri yapılamadığı gibi asker kur‟aları da çekilememiĢti. Devletin
asker ve vergi alamadığı bölgeden, 1867 Nisan‟ı itibariyle vergi alacağının
yaklaĢık olarak yüz yük kuruĢ olduğu, devlete verilmesi gereken verginin
mahalli beylerin elinde kaldığı, diğer ahalinin de baĢına buyruk hareket eden
158
BOA, İ.DH. 561/39098, 1283, Z. 17
159
Suat Akgül, “Cumhuriyet Dönemine Kadar Dersim Sorunu”, OTAM, S. 4, Ankara 1993. s. 1-22;
Celile Celil, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda Kürtler, Özge Yayınları, Ankara Şubat 1992,
s. 32.
160
Cevdet, Tezâkir, s.107.
161
Cevdet Tezâkir, s.108
162
Şemseddin Sami, Dersim maddesinde “Dersim hemen her tarafdan nehir mecrâlarıyla ve dağ
sırtlarıyla ayrılımış olub, dağlı ve sarb bir yer olmağla, öteden beri ba„zı aşâyir-i ekrâdın cevelângâhı
hükmünde kalmıştır.” demektedir. Ş. Sami, Kâmûsü’l-A‘lâm, C. III, İstanbul, 1308, s. 2131.
60
aĢiretlere bakarak vergi ve asker vermekten kaçtıkları 4. Ordu Riyaseti
tarafından Bâb-ı Âlî‟ye bildiriliyordu.163 Ve yine 4. Ordu Riyaseti tarafından
bölgenin itaat altına alınmasının elzem olduğu, bunun için bölgeye yeteri
miktarda asker sevk olunması gerektiği ifâde ediliyordu. Bir baĢka belgede
ise: “Dersim dağında mutavattın aşâyir ve ekrâd öteben berü vâdî-i serkeşîde (…) olarak evâmir-i hükümet-i seniyyeye itaatden ve vergü ve tekâlif-i
vâkı„alarını edâ ve ifâdan istinkâf eyledikleri cihetle bunların dahi dâire-i itaat
ve fermân-ı berîye idhalleriyle tekâlif-i vâkı„alarının istîfâsı levâzım-ı umur-ı
mülkiyyeden bulunduğundan cebel-i mezkûrun ıslahatı ne esbâba mütevakkıf
ise icâbâtının bi‟l-mütâlaa iş„ârı vilâyet-i mezkûre tevcih edilmiş idi”
denilmektedir.164
Hükümet tarafından Dersim dağları ıslahatının herhangi bir gâile
çıkarılmadan bitirilmesi istenmiĢ, bu hususta ne gibi yardım gerekiyorsa
te‟min edilmesine çalıĢılacağı söylenmiĢtir.165 ĠĢte bu amaçla aĢiretlerin te‟dip
edilmesi, Kiğı, Mazgird, Ovacık, Kuzican ve Hozat kazalarında yapılacak
ıslahat çalıĢmaları için Harput ve Malatya‟dan redif taburları toplanılması
istenmiĢtir.166 Dersim dağları ıslahatına, aĢiretler üzerine asker sevk
edilmekle baĢlanmıĢ, gerekli görülen yerlere de dağ topları yerleĢtirilmiĢtir.
Mesela Mazgird‟te Yüksektepe olarak adlandırılan mevkie bir tabur piyade
yerleĢtirilmiĢtir. Söz konusu bir tabur piyade, hem bölgenin vergilerini tahsil
etmekle hem de Dersim dağlarının güney yakasının güvenliğini sağlamakla
görevlendirilmiĢtir.167 Bunun üzerine Mazgird itaat altına alınmıĢ ve ahalisi
vergi vermeyi kabul edeceklerini, askerlik hizmeti yapması gerekenleri tespit
ve teslim edeceklerini taahhüt etmiĢlerdir.168
163
BOA, İ.DH. 561/39098, 1283, Z. 17.
164
BOA, İ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8.
165
BOA, İ.DH. 561/39098, 1283, Z. 17.
166
BOA, MKT. MHM. 380/62, 1283 Z. 26.
167
BOA, İ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8.
168
BOA, A.MKT. MHM. 461/63, 1290 CA. 15.
61
Devletin ıslahat çalıĢmalarını ciddi bir Ģekilde yürüttüğünü gören aĢiret
reisleri direnemeyeceklerini anlayarak itaat etmeye karar vermiĢler, bazı
aĢiret reislerine memuriyetler verilmek üzere maaĢlar bağlanarak baĢka
bölgelere gönderilmelerine karar verilmiĢtir. AĢiret reislerinin bu Ģekilde devlet
otoritesini tanımaları, bölge ahalisini de harekete geçirmiĢ, bölge halkı, vergi
vermeyi kabul ettiklerini ve asker vermeye de hazır olduklarını söylemiĢlerdir.
Bunun üzerine bölgenin tahrir edilmesi için Dersim‟e tahrir memurları
gönderilmiĢ ve herkesten gelirine göre vergi alınması gerektiği vilâyet
merkezine bildirilmiĢtir. Fakat halkın eski vergi borçlarının tamamını
ödeyemeyecekleri, bu sebeple eski vergi borçlarının bir kısmının af edilmesi
ve kalanının da taksitlendirilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. 169
Dersim‟deki ıslahat çalıĢmaları ve aĢiretlerin iskânı istenildiği seviyede
baĢarılamamıĢ, Dersim bölgesi isyan halinde kalmaya devam etmiĢtir.
Nitekim 1890 Yılına gelindiğinde bile henüz Dersim bölgesinde ahalinin
büyük bir çoğunluğu aĢiretler halinde yaĢamaktaydı ve esâsen âsâyiĢsizlik de
bütün Ģiddetiyle devam ediyordu. Bölgede ulaĢımı sağlayacak neredeyse
doğru düzgün bir yol bulunmuyordu. Bu sebep ahalinin hububat ve diğer
ürünlerini pazarlara sevk edebilmesi oldukça zor Ģartlar altında mümkün
olabiliyordu.170
Netice itibariyle Dersim meselesi 1860‟lı yıllarda tam manasıyla
halledilememiĢ, bölgede Fırka-i Islahiyye‟nin Kozan dağlarında yürüttüğü
Ģekilde
baĢarılı
bir
iskân
faaliyeti
yürütülememiĢtir.
Zira
Dersim‟de
âsâyiĢsizlik daha uzun yıllar devam edecek, bölge cumhuriyet devrine kadar
devlet otoritesini tanımayacaktır. Bu duruma devletin dâima iç ve dıĢ baĢka
meselelerle uğraĢması ve bu bölgeye bütün dikkatini verememesi sebep
olmuĢtur. Tabii mahalli beylerin kendi baĢlarına buyruk yaĢamaya alıĢmıĢ
olmaları, bazı devlet memurlarının su-i istimalleri de halkın devamlı bir
Ģekilde isyan halinde bulunmasına sebep olan âmiller arasındadır. Osmanlı
169
BOA, İ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8.
170
Ali Karaca, Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), Eren Yay., İstanbul, 1993, s. 79.
62
Devleti sâdece devlet otoritesini tanımayan mahalli beylerle ve aĢiretlerle
uğraĢmak mecburiyetinde kalmamıĢ, aynı zamanda kendi memurlarının su-i
istimallerini de gidermek için uğraĢ vermiĢtir. Öyle ki zaman zaman devlet,
memurlarını teftiĢ etmek için gönderdiği müfettiĢleri teftiĢ etmek için yeni bir
müfettiĢ göndermek zorunda kalmıĢtır.
Devletin asker toplama ve vergi alma usulü de halkın askerlik
hizmetlerinden kaçmalarının, vergi vermemelerinin sebepleri arasındaydı.
Askerlik yapabilecek yaĢta olan gençler mazeretlerine bakılmaksızın ellerli
zincirlenerek asker toplama merkezlerine götürülüyorlar ve bu merkezlerde
diğer bölgelerden gelecek asker adaylarını beklerlerken çok kötü Ģartlar
altında tutuluyorlardı. Ülkenin tamamından asker alınamadığı için askere
alınabilenlerin askerlik hizmet süreleri iki üç katına çıkabiliyordu.171 Tabii bu
durumun
halk
arasında
büyük
bir
korkuya
sebep
olmuĢ
olduğu
anlaĢılmaktadır.
B. Akçadağ Islahatı
Osmanlı Devleti, tarihinin her devrinde aĢiretleri iskân etmeye çalıĢmıĢ, çeĢitli
tarihlerde Anadolu‟daki aĢiretleri muhtelif bölgelere iskân etmiĢtir. Devletin ilk
kurulduğu yıllarda, aĢiretler genellikle Rumeli‟ne geçirilerek yeni fethedilen
topraklara yerleĢtiriliyorlardı; bu sayede Anadolu‟da konar-geçer olarak
yaĢayan Türkmen aĢiretlerinin önemli bir kısmı iskân edilmiĢtir.
Devlet
kuruluĢ devrinden sonra da aĢiretleri iskân etmek için çeĢitli teĢebbüslerde
bulunmuĢtur.
Genel olarak kuruluĢ ve geniĢleme devirlerinin ardından, imparatorluk,
dinamizmini ve etrafa yayılma kabiliyetini kaybetmeye, statik bir hal almaya
baĢlamıĢtır. Bu durumun tabii sonucu olarak da dıĢa dönük olan iskân
politikası yerini yavaĢ yavaĢ bir iç iskân politikasına terk etmeye baĢlamıĢtır.
XVI. Asrın sonlarından itibaren baĢlayan, XVII. ve XVIII. asırlarda devlet için
171
Aksın, “Tanzimat‟ın Harput Eyâleti‟nde Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler”, s.858 vd.
63
büyük bir mesele halini alan içi karıĢıklıklar ve savaĢların çok uzun
sürmesinin çıkardığı ekonomik sıkıntıların halk üzerinde oluĢturduğu baskı,
onların yerlerini terk ederek kendileri için daha uygun gördükleri yerlere göç
etmelerine sebebiyet vermiĢtir. Bu göçler sonucunda daha önce mamur olan
alanlar birer harabeye dönüĢmüĢ, bu durum ise ekonomisi ziraate dayanan
devletin büyük bir gelir kaybına uğramasına yol açmıĢtır.172
Osmanlı Devleti‟nde XVII. asırda baĢlayan ve XVIII. asırda da devam eden
iskân siyasetinin temel amacı, harap ve sahipsiz yerlere aĢiretlerin
yerleĢtirilmesi ve boĢ kalan arazilerin yeniden ziraate açılması idi. Osmanlı
iskân siyasetini iç iskân siyasetine dönüĢtüren sebeplerden biri de, devletin
zahire ambarı olarak kabul edilen Rumeli topraklarının önemli bir kısmının
elden çıkmasıdır. Bu durum devletin geleceği için endiĢe uyandırmıĢ,
Anadolu‟da bazı ziraî ıslahatların yapılması kararlaĢtırılmıĢtır. Ziraatin
geliĢtirilmesi için aranan çarelerin baĢında ise, konar-göçer aĢiretleri boĢ
yerlere iskân ederek hem o bölgeleri mamur etmek hem de tarım üretimini
artırmak düĢüncesi gelir.173
Osmanlı Devleti‟nin, aĢiretleri iskân etmek için yürüttüğü bütün çabalara
rağmen, Anadolu‟da konar-göçer aĢiretler meselesi XIX. asra kadar devam
etmiĢtir. AĢiretler, bu devirde, devlet otoritesi daha da zayıfladığı için
kontrolden tamamen çıkmıĢ bulunuyorlardı. Dersim, Kozan ve Gavurdağı
aĢiretlerinin hâkim oldukları alanlara devlet memurlarının girmesi bile
mümkün değildi. Aynı Ģekilde Doğu Anadolu‟nun bazı bölgelerinde de devlet
otoritesinin hiçbir Ģekilde giremediği, devlete asker ve vergi vermek
istemeyen bölgeler vardı.
Akçadağ‟da tıpkı Dersim bölgesi, Gâvur dağları, Kozan bölgesi ve Çukurova
gibi devlet otoritesinin tam olarak giremediği bölgelerin baĢında geliyordu.
172
Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin
Yerleştirilmesi, TTK Yay., Ankara 1997, s. 4 vd.
173
Halaçoğlu, a.g.e, s. 5
64
Daha öncede ifade edildiği üzere Cevdet PaĢa: “Hîn-i fetihden beri Gâvurdağı yani Cebel-i Bereket bir hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına hükümet-i
Devlet-i aliyye hiç girmedi Hısn-ı Mansûr tarafı bir hal-i şerkeşîde ve Akçadağ
ile Dersim dahi Gâvur-dağı tavrunda bulunuyor ve buraları birer eşkıyâ
yuvası olup etrâfdaki câniler buralara ilticâ ile hükümetin pençesinden
kurtuluyor ve bu dağların sebebine bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyân ve serkeşîde dolaşıyor” demektedir.174
Devlet âsâyiĢsizlik sebebiyle dağlık bölgelerden vergi alamadığı gibi,
Tanzimat ve Islahat fermanlarında bütün tebaanın askere alınacağı ilan
edilmiĢ olmasına rağmen sadece Anadolu ve Rumeli‟de düz ovalarda oturan
Türk ahali düzenli bir Ģekilde askere alınabiliyordu. 175 Meselâ Kırım Harbi
yıllarında Gâvur dağları ve Kozan dağları arasında bulunan bölgeden asker
alınmak istenmiĢse de aĢiretlerin muhalefeti yüzünden söz konusu
bölgelerden asker alınamamıĢtı.
Islahat Fermânı‟nda birçok konuda olduğu gibi askerlik meselesinde
de eĢitlik vaat edilmiĢti, fakat gayr-ı müslim ahali büyük oranda eski
alıĢkanlıklarını devam ettirdi ve daha önce verdikleri cizye vergisini vermeye
devam ederek askerlik hizmetinden yine muaf tutuldular.176 “Olan MüslümanTürk ahaliye oldu. Bütün yük onun sırtına bindi.” Ayrıca Anadolu‟nun ve
Osmanlı Avrupası‟nın dağlık bölgelerinde yaĢayan ahâli de devamlı bir
Ģekilde askerlik hizmetinden kaçmakta idi. Bu sebeple, geniĢ imparatorluk
sınırlarında askerlik hizmetine alınanlar Anadolu ve Rumeli ovalarında oturan
köylülerden ibaret kalıyordu.177
Osmanlı devlet adamları, gayr-ı müslim ahalinin askere alınıp
alınmaması meselesini birçok kez müzakere etmiĢler ve neticede görülen
174
Cevdet, Tezâkir, s.107.
175
Karal, VII, s.183.
176
Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, s. 268.
177
Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s.729.
65
mahzurlar sebebiyle gayr-ı müslim ahaliden asker alınması düĢüncesinden
vazgeçilmiĢtir. Gayr-ı müslim ahaliden asker almak yerine Anadolu‟da
Müslüman ahali ile meskûn fakat devlet otoritesinin giremediği bölgeleri “tahtı inzibâta” alarak daha büyük bir kazanç elde edileceği kanaatine
varılmıĢtır.178 Zaten Cevdet PaĢa‟ya göre devlet, isyan hâlinde olan
bölgelerde inzibat ve âsâyiĢi sağlayamaz ve “ur abalıya” meselince her
zaman yaptığı gibi itaatkâr Müslüman ahaliye yüklenmeye devam ederse
zaman içerisinde devletin aslî unsuru olan Türkler günden güne zaafa
uğrayacaktır.179
“Halbuki” der, PaĢa: “bizde tensîkat-ı askeriyyeden müstesnâ çok
yerler var. Anlar taht-ı inzibâta alınırlar ise kur„a dâireleri tevessü„ eder ve
unsur-ı aslîmiz olan Türkler hayliden hayli nefes alur. İşte Bosna bir
nümûnedir. On seneye kadar Bosna‟nın muvazzafasiyle berâber redîfleri elli
bine bâliğ olur. Kozan hakkında Reşid Paşa‟nın efkârı hâtırlardan
çıkmamışdır. Gâvur-dağı da ez-kadîm hâl-i isyândadır. Ve bu esnâda
ehemmiyeti çok artmışdır. Öte tarafında Kürt-dağı dahi ana müşâbih bir hale
geldi. Akçadağ bir hal-i serkeşîdedir. Dersim ise bir eşkıyâ yuvasıdır. (…)
Buraları taht-ı zabt ü rabta alınsa ahâlî-i mutî„anın yükü çok hafifler ve ol
vakte kadar ahâlî-i gayr-ı müslimeden asker alınmak meselesi dahi arîz u
amîk düşünülerek hall edilmiş olur”180 demektedir.
Akçadağ bölgesi de genel olarak aĢiretlerin kontrolünde bulunuyor,
aĢiretler ise devlet otoritesini tanımak istemiyorlardı. AĢiretler, yerleĢik
ahaliye musallat oluyor, ticaret kervanlarını basıyor ve zaman zaman
bulundukları bölgeleri yağmalıyorlardı. Devlet aĢiretlerden ne vergi ne de
asker alabiliyordu. Akçadağ aĢiretleri devamlı bir isyan halinde bulunuyor,
hac kervanlarını basmaktan bile geri durmuyorlardı.181
178
Cevdet, Tezâkir, s.107.
179
Cevdet, Tezâkir, aynı yer; Cevdet, Ma‘ruzat, s. 115.
180
Cevdet, Ma‘ruzat, aynı yer.
181
BOA, İ.MVL. 438/19381, 20.Ra.1277.
66
Ahalinin devlete vergi ve asker vermemesinin yegâne sebebi, dik baĢlı
ve serkeĢ olmaları değildi sadece; vergiler, halkın ödeyemeyeceği kadar
ağırdı. Askerlik hizmeti de uzun yıllar devam ettiği için askerlik hizmetinden
kaçmak tabii karĢılanan hadiseler arasında yer alıyordu. Halk, ağır
vergilerden ve vergi tahriratında yapılan haksızlıklardan devamlı bir Ģekilde
Ģikâyetçi
oluyor,
vergilendirme
usulündeki
karıĢıklıklar
ahâlinin
hoĢnutsuzluğuna sebebiyet veriyordu.182
Akçadağ bölgesini kontrol altına almak, bölgenin uzun yıllardan beri
ödemediği vergi borçlarını tahsil etmek ve hepsinden daha önemlisi burada
büyük bir âsâyiĢsizlik sebebi olan aĢiretleri iskân etmek gerekiyordu. Devlet,
bu iĢi yürütmek için mahalli idarecilere çeĢitli emirler göndermiĢ, onlarda BabÂlî‟ye, bu iĢin yürütülebilmesi için yeterli miktarda askere ihtiyaçları olduğunu
bildirmiĢlerdir. Bunu üzerine aĢiretleri itaat altına alma ve iskân faaliyetlerini
yürütmek gayesiyle beĢ yüz kuruĢ maaĢla bir yüz baĢı ve yüz kuruĢ maaĢla
yüz nefer süvari zaptiye tahrir olunmuĢtur. 183
Akçadağ bölgesinde bulunan aĢiretlerin iskânı ve itaat altına alınmaları
faaliyetlerinin baĢında Harput Eyâleti valisi bulunacaktı. Valinin bizzat taht-ı
nezaretinde bulunan faaliyetlerin öncelikli amacı devlete asker ve vergi
vermeyen aĢiretleri kontrol altına almak ve aĢiret reislerini bir daha karıĢıklığa
sebebiyet vermemeleri için baĢka mahallere sevk ve iskân etmekti.184
Akçadağ aĢiretlerinin iskân edilmeleri ameliyesine bölge aĢiretlerinin
reisleri olan Ahmet, ġâkir ve Ali ağaların üzerine yürünerek baĢlanmıĢtır. Söz
konusu ağalar kendilerine karĢı faaliyet gösteren devlet kuvvetlerine ciddi bir
direniĢ göstermeyecekler, Harput valisine her birinin mühürleri bulunan beĢ
maddelik bir taahhütnâme vermiĢlerdir. ĠĢbu taahhütnâmeye onlar:185
182
Aksın, “Tanzimat‟ın Harput Eyâleti‟nde Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler”, s.855 vd.
183
BOA, İ.MVL. 438/19381, 20.Ra.1277.
184
BOA, İ.MVL. 510/23019, 2.M.1281.
185
BOA, İ.MVL. 438/19381, 15.S.1277
67
1) “Akçadağ kazasında iĢbu 75 senesine mahsuben icrasında
müsamaha vuku bulmuĢ olan kur„a-i Ģer„iyeyi usul ve kanununa
tatbiken icrasına taahhüd eylediğimizden memurlarının sür„at-ı
irsalini niyaz ederiz.
2) ĠĢbu yetmiĢ altı senesi emval vergisini yerlü yerinden cem„ ve tahsil
ve vakt u zamanıyla hazineye teslim olunmasında nasb olunacak
müdirimiz ile beraber bezl ü vüs„-i makderet ederek (…)-i zimmet
ideceğimize taahhüd ederiz
3) ĠĢbu yetmiĢ altı senesi Körte Nahiyesinin aĢâr-ı Ģer„iyyesine bir
tarafdan iltizama talib ve ragıb bulunmadığından ahali kendü
baĢına keyl ve ta„Ģir etmiĢ olduklarından mültezimi vürudunda
zürrâ„dan tahsil birle teslim edeceğimize taaahhüd ederiz.
4) Civarımız bulunan Malatya ve sair kazaların kurâlarına iliĢik
ettirmeyeceğimizden baĢka Sivas toprağından Behisni toprağına
varıncaya kadar yani Hasan Çelebi merhalesinden Sürgü Karyesi
hududuna kadar esnâ-yı rahda bir ferde ve mürur-ı ubura kazamız
ahalisinden tasallut ve taarruz eden vuku„ bulur ise mes„uliyeti
tarafımıza râci olacağından dâima hıfz ü hırâsetle saye-i hazret-i
Ģahanede bir gûne uygunsuzluk vuku„ bulmamasına müteahhid
oluruz.
5) Bundan akdem vuku„ bulmuĢ olan Ġran hüccâcının gasb u garât
olan eĢyasından bâkî kalan eĢyasını ve gâsıbları her kimler ise
anların pesinden kesilmeyerek ele getürmeye sa„y ü gayretle ibrâzı sadakate taahhüd eyleriz” diyerek teminat veriyorlardı.
Akçadağ‟ın önde gelen ağalarından olan Ahmet, ġâkir ve Ali
ağalardan alınan bu taahhütnâme, aĢiretlerin kontrol altına alınmasında
büyük bir mesafe alınmasını sağlamıĢtır; zirâ taahhütnâmenin beĢinci
maddesinden anlaĢılacağı üzere onlar, sadece Akçadağ ve havalisinde değil
Malatya baĢta olmak üzere Sivas‟a kadar olan bütün arazi üzerinde de
hâkimiyetleri olan ve sözleri geçen kimselerdi.
68
Akçadağ„da bulunan aĢiret reislerinden alınan taahhütnâme yetersiz
bulunmuĢ olacak ki, yeniden karıĢıklıklara sebebiyet vermeleri ihtimalinin
önüne geçmek düĢüncesiyle söz konusu Ahmet, ġâkir ve Ali ağalar,
kendilerine maaĢ bağlanmak suretiyle Harput‟ta ikamet etmeye icbâr
edilmiĢlerdir.186
AĢiretlerin kontrol altına alınmasından sonra Akçadağ ahalisinden
uygunsuz hareketlerde bulunan kimselerin yakalanarak cezalandırılmaları
iĢine baĢlanmıĢtır. Ayrıca Ġran hacılarına saldıran karyeler üzerine asker sevk
edilerek saldırganlar yakalanmıĢ, bu kimselerin tekrar aynı hareketlere
sebebiyet vermemeleri için tedbirler alınmıĢtır.187
Karyelerde uzun yıllardır yapılamayan askerlik kur‟aları çekilmiĢ, bütün
Akçadağ kazası dâhilinde bulunan asker kaçakları yakalanarak alaylarına
gönderilmiĢtir. Harput kazası dâhilinde yeni yollar ve kıĢlalar inĢâ edilmeye
baĢlanmıĢ ve bu iĢlerde yöre halkının büyük hizmetleri görülmüĢtür. Bunların
yanı sıra Malatya kazası dâhilinde bulunan Kırkgöz Köprüsü civârında
bulunan arazi tesviye edilerek, bu arazide Eser-i Aziz ve Ümran-ı Aziz
isimleriyle yeni iki karye tesis edilmiĢtir. Yeni tesis edilen karyelere Harput‟a
sevk edilmiĢ olan Kafkas muhacirleri iskân edilmiĢtir.
AĢiretlerin kontrol altına alınmasıyla Akçadağ bölgesinde huzur ve
sükûnet hâkim olmaya baĢlamıĢtır. AĢiretlerin kontrol altına alınması ve
âsâyiĢin temin edilmesi Malatya ahalisini oldukça hoĢnut etmiĢ, ahali bu
hususta Ġstanbul‟a bir teĢekkür mektubu göndermiĢtir. Akçadağ ıslahatında
yararları görülen Akçadağ ve Keban maden müdürleriyle bazı aĢiretlerin
reislerine niĢan ve rütbeler tevcih edilmiĢtir. 188
186
BOA, İ.MVL. 438/19381, 15.S.1277.
187
BOA, İML. 438/19381, 15.S.1277 ve 20.Ra.1277
188
BOA, İ.MVL. 510/23019, 2.M.1280 ve 2.M.1281.
69
II. YOL VE ULAġIM MESELESĠ
Osmanlı Devleti‟nde XVIII. ve XIX. Asırlardaki gerilemeler yol bakımını
ve taĢımacılığı da olumsuz yönde etkilemiĢtir ve özellikle XIX.asır
düĢünüldüğünde karayollarının durumu oldukça kötü gözükmektedir. Bu
duruma kısmen de olsa XVII. asrın ortalarından itibaren Ġngiltere, Hollanda
gibi Avrupalı ülkelerin deniz ticaretine önem vermeleri sonucu kadim ticaret
yollarının önemini kaybetmesi sebep olmuĢtur. Tabii menzil teĢkilatının eski
önemini kaybetmesi, teĢkilatın masraflarının artması ve devletin yeni yollar
yapımına yeterli miktarda kaynak ayıramaması da Osmanlı karayollarının
bozulmasına ve kullanılamaz hale gelmesine sebep olan âmiller arasındadır.
Osmanlı Devleti‟nde kara ulaĢımında kullanılan ana yollar Anadolu‟da
ve Rumeli‟de üçer kol halinde bulunuyordu. Bu yollar sağ, sol ve orta yol
olarak isimlendiriliyordu. Anadolu‟da sağ kolu, Üsküdar‟dan baĢlayarak
Gebze, EskiĢehir, AkĢehir, Konya, Adana, Antalya, istikameti ile Halep ve
ġam güzergâhını takip eden Hac yolu oluĢturuyordu. Orta kolu Üsküdar,
Gebze, Ġznik, Bolu, Tosya, Merzifon, Tokat, Sivas, Hasan Çelebi, Malatya,
Harput, Diyarbekir, Nusaybin, Musul, Kerkük güzergâhını takip eden BağdatBasra yolu meydana getiriyordu. Sol kolu ise yine Üsküdar‟dan baĢlayan
Üsküdar, Gebze, Ġznik, Bolu, Tosya, Merzifon, Ladik, Niksar, Karahisar-ı
ġarki (ġebinkarahisar), Kelkit, AĢkale ve Erzurum üzerinden Kars‟ı
müteakiben Tebriz‟e ulaĢan yol teĢkil ediyordu.189
Osmanlı Devleti karayollarının tamir edilmesi iĢine gerekli önemi
veremediği gibi, yolların güvenliğini de sağlayamıyordu. Yollar üzerinde
bulunan konar-göçer aĢiretler ticaret kervanlarına büyük zararlar veriyor daha
önce de bahsedildiği gibi ticaret kervanları bir bölgeden diğerine sevkiyat
yaparken aĢiretlerin iznini almak mecburiyetinde kalıyordu. Yollar üzerindeki
189
Vahdettin Engin, Rumeli Demiryolları, Eren Yay., İstanbul 1993, s. 21.
70
asayiĢsizlikler sebebiyle devlet XIX. asırda Trabzon-Erzurum-Tebriz yolunda
Ġranlı tüccarları korumak için muhafızlar tayin etmiĢ, yol güzergâhında
mümkün olan yerlere kır serdarları tayin ederek tüccarların güvenliğini
sağlamaya çalıĢmıĢtır.190
XIX. asrın baĢlarında Sultan II. Mahmut merkezî idarenin eyaletler
üzerindeki
kontrolünü
sağlamak
amacıyla
yol
ve
menzil
teĢkilatını
düzenlemeyi düĢünmüĢtür. Bu düĢünceyi hayata geçirmek için öncelikli
olarak aĢiretlerin ve ayanların kontrolünde olan bölgelerin güvenliğini
sağlamak gerekiyordu; çünkü daha önce de ifade edildiği gibi Osmanlı
karayolları çok kullanıĢlı olmamasının yanı sıra tüccarlar ve yerli ahali bir
bölgeden diğerine geçerken aĢiret reislerine belli bir miktarda yolluk vermek
mecburiyetinde kalıyorlardı. Ġstisnaî bir durum olsa da PaĢalar ve
kumandanlar görev yaptıkları bölgelere tüccarları celbetmek amacıyla hanlar
inĢa ediyorlar, tehlikeli gördükleri yerlere muhafızlar koyarak yoları ıslah
etmeye çalıĢıyorlardı. Fakat buna rağmen tüccarların bir malı bir yerden
baĢka bir yere sevk etmeleri aĢiretlerle olan münasebetlerinin ne derece iyi
olduğuna bağlıydı. Zira Anadolu‟nun muhtelif bölgelerinde bulunan aĢiretler
ticaret kervanlarından geçiĢ parası almakla kalmıyorlar, zaman zaman da yol
trafiğini içinden çıkılmaz bir hale sokuyorlardı.191
Sultan Abdülaziz‟in Osmanlı tahtına cülus ettiği 1861 tarihinde de
Osmanlı ülkesinde karayollarının durumu hiç de iç açıcı gözükmüyordu.
Abdülaziz devri gazeteleri sık sık yol yokluğundan bahsediyorlar, Osmanlı
ülkesine gelen yabancı seyyahlar da ulaĢımın zorluklarından söz ediyorlardı.
Yol yokluğu sadece taĢrada görünen bir mesele değildi; Ġstanbul da dâhil
olmak
üzere
büyük
Ģehirlerde
bile
devamlı
bir
Ģekilde
rastlanan
durumlardandı. Mesela Londra‟dan Galata‟ya kadar eĢya nakli için verilen
navlunun, Galata‟dan o eĢyayı Beyoğlu‟na getirmek için verilen ücretten daha
fazla olduğu söyleniyordu. Köylü fazla ürettiği ürünü yol yokluğu sebebiyle
190
Tozlu, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, s. 181 vd.
191
Quataert, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, C. II, s. 935
71
baĢka bölgelere sevk edemediği için fazla üretimden kaçınıyordu. Ziraati
geliĢtirmek amacıyla Amerika‟dan getirilen tarım aletleri köylüye dağıtılmak
istenmiĢ, fakat köylü fazla mahsulâtı sevk edemeyeceği ve dolayısıyla bu
iĢten bir kârının olmayacağı düĢüncesiyle söz konusu tarım aletlerini kabul
etmek istememiĢtir.192
Karayollarının yetersizliği sadece ticareti ve üretimi olumsuz yönde
etkilemekle kalmıyor, asker sevkiyatında da çok büyük sıkıntılar yaĢanıyordu.
1864 tarihinde Meclis-i Vâlâ tarafından hazırlanıp Âlî PaĢa‟ya takdim edilen
bir raporda, karayolları için Ģu bilgi veriliyordu: “Umumî refahın ve servetin
geliĢmesine, tesirli bir surette hizmet eden yol Ģebekesinin ıslah edilmesi,
pamuk ziraatinin de iki yıldan beri geniĢletilmesi üzerine çok acil ve umumî
bir ihtiyaç haline gelmiĢtir.”193 Görüldüğü üzere Tanzimat ricali yolların bir
Ģekilde
ıslah
edilmesi
gerektiğini
düĢünüyorlardı.
Mesela
Avusturya
elçiliğinde bulunmuĢ Sadık Rıfat PaĢa ulaĢtırmanın önemine değinirken her
türlü tarım ve sanayi ürününün satıĢ yerlerine indirilmesi için güvenli, kolay ve
çabuk ulaĢımın gerekliliğini vurguluyor, bu Ģekilde yerinde değerini
bulamayan ürünlerin daha elveriĢli Ģartlarda satıĢının yapılabileceğini ve bu
sayede ticaretin geliĢeceğini belirtiyordu. O‟na göre bu düĢüncenin
gerçekleĢtirilebilmesi için Avrupa‟da olduğu gibi Ģose yolar yapılması ve
nehirlerin temizlenerek kıyılara nakliyatın sağlanması gerekiyordu.194
Tanzimat devrinin en önemli idarecilerinden biri olan Fuat PaĢa,
yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı konuĢmalarda, kara ve deniz yolu
ulaĢımını arttırmakla ortak çıkarlara hizmet edileceğinden ve bu sayede
Osmanlı milletleri arasında kaynaĢma sağlanabileceğinden bahsetmiĢtir.
Fuat PaĢa‟ya göre hükümetin vazgeçilmez bir görev sayması gereken ilk iĢ
yolların ıslahı edilmesidir. Ona göre Osmanlı Devleti, mevcut yollarını ıslah
ettiğinde ve Avrupa ülkeleri kadar demir yoluna sahip olduğu zaman dünyada
192
Karal, VII, s. 244.
193
Karal, VII, s. 267.
194
Engin, Rumeli Demiryolları, s. 27.
72
önde gelen ülkeler arasına girebilecektir. Âlî PaĢa ise, ülke topraklarının
büyük imkânlarını verimli hale getirmek için demir yollarlına sahip olmanın
yanı sıra bayındırlık hizmetlerini geliĢtirmenin, yeni yollar ve kanallar açmanın
lüzumundan bahsetmiĢtir.195
Sultan Abdülaziz devrinde sermaye sahibi Avrupalı büyük devletler
Ģose ve araba yolu inĢasını pek kârlı görmedikleri için bu hususta hiçbir
faaliyete giriĢilmemiĢ buna karĢılık daha kârlı bir yatırım olacağı düĢünülen
demiryolu inĢaatına devlet tarafından birçok yabancı Ģirkete imtiyazlar
verilmiĢtir.196 Fakat bu arada Sultan Abdülaziz devrinin baĢlarında yani 1862
tarihinde Osmanlı ülkesinin birçok bölgesinde yollarının tamir edilmesi ve
yeni yollar açılması faaliyetlerinin de yürütüldüğünü kaydetmek gerekir. Yol
çalıĢmalarının Anadolu‟da özellikle Amasya sancağı ile Samsun ve
Kastamonu‟da yapıldığını görmekteyiz.197 Nitekim Anadolu Canib-i yemini
teftiĢ memuru Ahmet Vefik Efendi‟nin, Safer 1280 tarihinde sadarete
gönderdiği bir arz tezkeresinde, Samsun‟dan Amasya‟ya kadar olan yolların
köylüyü teĢvik ile civar köylerde bulunan ahalinin iki üç gün çalıĢmalarını
sağlayarak her köyden yirmiĢer otuzar kiĢi tedarikiyle tesviyesine ivedilikle
baĢlanılması gerektiği bildirilmiĢtir.198 Ayrıca 1869‟da, kırsal kesimde yaĢayan
her erkeğin yılda dört gün yol yapımında çalıĢmasını gerektiren Turuk ve
Meabir Nizamnamesi neĢredilmiĢtir. Söz konusu nizamnameye göre, yol
yapımında
kullanılacak malzeme
giderleri kamu
yararı bankalarınca
karĢılanacak, ücretsiz olarak çalıĢacak iĢçiler, yiyecek ve yük hayvanlarını
kendileri getireceklerdi.199
195
Engin, Rumeli Demiryolları, s. 27.
196
Karal, VII, s. 268.
197
Karal, VII, aynı yer.
198
BOA, İ.DH. 512/34848, 1280.S.25.
199
Emine Kıray, Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, İletişim Yay., İstanbul 2008, s. 130;
Vedat Eldem, “1865 tarihli bir kanunla, 16 yaşından 65 yaşına kadar erkek nüfus için senede dört gün
yollarda bizzat çalışmak veya bunun karşılığını nakden ödemek suretiyle bir yol mükellefiyeti ihdas
edildi” diyorsa da, sözünü ettiği kanunun hangi kanun olduğu anlaşılamadı. Söz konusu kanun,
muhtemelen 1869 tarihli Turuk ve Meâbir Nizamnamesi‟dir. Bkz: Vedat Eldem, Osmanlı
İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK Yayınları, Ankara 1994, s.95.
73
Yol yapımı büyük bir emek ve sermaye gerektirdiği için mâlî durumu
hiç de iç açıcı olmayan devlet, yol yapımına gerekli kaynakları ayıramamıĢtır;
fakat buna rağmen yolların ıslahı ve yeni yollar açılması için birtakım iyi
niyetli çalıĢmalar görülmektedir. 1869 yılında yayınlanan Turuk ve Meâbir
Nizamnâmesi ile ülkede bulunan bütün yollar, vilayet merkezlerinden
Ġstanbul‟a, iskelelere ve demiryollarına ulaĢan büyük caddeler; vilayet ve
sancaklar arasındaki büyük yollar; kazalardan kasabalara, büyük caddelere,
demiryolu ve iskelelere giden sancak yolları; daimi surette arabaların
geçmediği nahiyeler arasındaki yollar olmak üzere dört gruba taksim
edilmiĢtir.200
Yol yapımı çok masraflı bir iĢ olduğundan imkânları yetersiz olan
devlet öncelikle Trabzon-Erzurum yolu gibi ticari önemi bulunan yolların tamir
edilmesine gayret göstermiĢtir. Ticari önemi bulunmayan ikinci derece
yolların yapımını ise, iĢletme hakkını yabancı kumpanyalara vererek
yürütülmeye çalıĢılmıĢtır. Yol yapımında istihdam edilmek üzere yurt
dıĢından mühendisler getirilmiĢ ve Erzurum-Trabzon, Ġzmit-AdapazarıHendek istikameti üzerinden Ankara, Dikili-Bergama-Kırkağaç, BandırmaBalıkesir, Gemlik-Bursa, Samsun-Amasya yolları ile Tuna, Bosna, Halep ve
MaraĢ vilayetleri dâhilinde bulunan bazı yoların yapımına baĢlanmıĢtır.201
Yapılan çalıĢmalara rağmen karayollarında yeterli iyileĢtirmenin yapılabildiği
söylenemez. Nitekim hem Sultan Abdülaziz devrinde hem de Osmanlı
Devleti‟nin son günlerine kadar karayolu ulaĢımı büyük bir mesele olarak
varlığını devam ettirmiĢtir.
Tanzimat devrinde yolların ıslahı, yeni yollar inĢa edilmesi hususunda
devletin büyük bir gayret gösterdiğini ifade etmek gerekir. Yapılan iyi niyetli
çalıĢmalara rağmen özellikle karayolu ulaĢımında önemli bir geliĢme
sağlanamamıĢtır. Söz konusu devirde yollarla ilgili olarak yapılan asıl önemli
200
Engin, Rumeli Demiryolları, s. 28.
201
Engin, a.g.e, aynı yer.
74
geliĢme, demiryollarının Osmanlı ülkesine girmesi ve bu devirde demiryolu
Ģebekesinin geliĢtirilmesi için büyük çaba sarf edilmesidir.
Demiryolunun bir ulaĢım aracı olarak hizmete girmesi ilk defa olarak
Ġngiltere‟de
gerçekleĢmiĢtir.
Bilinen
Ģekliyle
demiryolu
henüz
ortaya
çıkmamıĢken Avrupa‟nın çeĢitli maden iĢletmelerinde raylı bir sistemin
kullanıldığı
bilinmektedir.
Avrupa‟da
XVI.
asrın
ortalarından
itibaren
ocaklardan çıkarılan madenler, tahtadan raylar üzerinde iĢletilen basit bir ray
sistemiyle taĢınmaya baĢlamıĢtı. Demiryolları, teknolojinin büyük bir atılım
kaydettiği XIX. asırda yeni bir ulaĢım aracı olarak ortaya çıkmıĢtır. Bu konuda
önemli bir geliĢme sağlanması buharlı makinelerin bulunmasıyla mümkün
olmuĢtur.202
Osmanlı Devleti‟nde ise demiryolları Kırım Muharebesi‟nden sonra
inĢa edilmeye baĢlanmıĢtı. Büyük bir sermayeye ve teknik bilgiye ihtiyaç
duyan bu teĢebbüsü Osmanlı hükümeti yabancı Ģirketlere bırakmak
mecburiyetinde kalmıĢtı.203 Osmanlı hükümeti için demiryollarının ülkeye
girmesi çok büyük bir ehemmiyete sahipti. Hükümet, öncelikle ülkenin
tamamını kuĢatacak bir kuzey-güney-doğu-batı bağlantısına sahip olmak
istiyordu. Osmanlı Devleti için demiryollarının büyük bir stratejik önemi
vardı;204 bu sebeple Osmanlı idarecileri demiryolu Ģebekesinin stratejik
noktalar üzerinden geçmesi hususunda hassasiyetle duruyorlar, bu konuda
hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaması gerektiğini düĢünüyorlardı. Hatta Sultan
Abdülaziz,
tren
hattının
sarayın
bahçesinden
geçmesi
söz
konusu
olduğunda: “Memleketime demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin
râzıyım” demiĢtir. Sultanın bu sözleri, demiryoluna duyulan ihtiyacın ne kadar
202
Esin Kaya, “Türkiye‟de İlk Demir Yolları”, Belleten, Sa. 202, Nisan 1988, s. 209-218; Engin,
“Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, Türkler, C.XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.462480.
203
204
Karal, VII, s. 268
Wolf Hutteroth, “Osmanlı Devleti‟nde İlk Demir Yolları”, Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıl
Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, Bildiriler, Selçuk Üniversitesi Yay.,
Konya 2000, s. 291-297.
75
büyük olduğunu ve esasen devletin bu meseleye büyük bir hassasiyetle
yaklaĢtığını göstermektedir.
Bâb-ı Âlî için demiryollarının ülkeye girmesi aynı zamanda, taĢrada
imal edilen ürünlerin limanlara, ticaret merkezlerine daha kolay sevk edilmesi
demekti. Ayrıca devlet, savaĢ zamanlarında veya ülke içerisinde herhangi bir
isyan zuhur ettiğinde asker toplamakta ve toplanan askeri mahalline sevk
etmek hususunda büyük sıkıntılar yaĢıyordu; demiryollarının ülkeye girmesi
Osmanlı Devleti‟nin bu en önemli meselesini de büyük ölçüde halledecekti.
Demir yollarının ülke ekonomisine de büyük fayda sağlayacağı Ģüphesizdi.
Yol yokluğundan mütemadiyen Ģikâyetçi olan ve bu sebeple fazla üretim
yapmaktan uzak duran halk da ürününü daha kolay pazarlama imkânına
sahip olacak, dolayısıyla ülke genelinde önemli bir üretim artıĢı sağlanmıĢ
olacaktı.
Osmanlı Devleti‟nin demiryolları konusundan gösterdiği kararlı tutum
Avrupalı sermaye çevrelerini harekete geçirmiĢse de söz konusu sermaye
çevreleri ilkin meseleye tereddütle yaklaĢmıĢlardır. Onlar yapacakları
yatırımların karĢılığını alamayacakları düĢüncesindeydiler; fakat Osmanlı
hükümetinin kararlı tutumu demiryollarının getireceği kârı göz önünde
bulunduran Ġngiltere‟yi bu hususta harekete geçirmiĢtir. Bu çerçevede
Ġngiltere Batı Anadolu ve Balkanların tarım potansiyeli yüksek bölgelerinde,
denizle bağlantılı demiryolu hatları inĢa edebilmek için Osmanlı hükümeti
nezdinde imtiyaz aramaya baĢlamıĢtır.205 Nitekim Osmanlı topraklarında ilk
demiryolu imtiyazı Ġngiliz Ģirketlerine verilmiĢtir.
Osmanlı toprakları üzerinde yapılan ilk demiryolu hattı, Mısır valisi
tarafından Ġngilizlere yaptırılan 211 kilometrelik Ġskenderiye-Kahire demiryolu
hattını saymazsak, 1856 yılında yapımına baĢlanan Ġzmir-Aydın demiryolu
hattıdır.
205
Engin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, s. 462 vd.
76
1856 yılında yapımına baĢlanan Ġzmir-Aydın demiryolu hattı imtiyazı,
Ġngiliz Ģirketlerine verilmiĢ ve hat 1866‟da açılmıĢtır; fakat bu hat üzerinde
yapılan çalıĢmalar 1872 yılına kadar devam etmiĢtir.206 Öteden beri Osmanlı
ülkesinde demiryolu yapılmasını isteyen ve Osmanlı hükümetinden bu
konuda imtiyaz elde etmeye çalıĢan Ġngiliz Ģirketlerinin ilk olarak Ġzmir-Aydın
arasında bir demiryolu hattı inĢa etmek istemelerinin sebebi bu hattın büyük
bir ticari kazanç getireceğini düĢünmeleridir. Ġngiliz Ģirketlerini bu düĢünceye
sevk eden en önemli sebep, Ġzmir‟in Osmanlı limanları içerisinde çok büyük
bir ticari hacme sahip olmasıydı.
Ġzmir limanı, XIX. asırda Osmanlı Devleti‟nin Ġstanbul, Trabzon,
Selanik ve Beyrut limanlarıyla beraber en önemli beĢ limanından birisiydi.
Ġzmir‟in doğal ve korunaklı bir limana sahip olması, Ģehri önemli bir ithalat ve
ihracat merkezi haline getirmiĢti. Osmanlı Devleti ile Ġngiltere arasındaki
ticaretin gerçekleĢtirildiği en önemli merkezlerden biri de Ġzmir idi. 207 Bölgede
buluna Ġngiliz tüccarlarla üretici arasındaki bağlantı, Ġzmir‟deki Rum ve
Ermeni komisyoncular tarafından sağlanıyordu. Ġngiliz tüccarlar Ġngiltere‟den
getirdikleri malları burada Rum ve Ermeni komisyonculara devrediyorlar,
ihraç edecekleri tarım ürünlerini de yine onların vasıtasıyla satın alarak
Ġzmir‟den vapurlarla Ġngiltere‟ye sevk ediyorlardı.208
Batı Anadolu bölgesi verimli tarım alanları ile yabancı tüccarları
cezbeden bir konuma sahipti. Ġzmir-Aydın demiryolu hattının inĢasıyla
Aydın‟da üretilen tarım ürünleri kolay bir Ģekilde Avrupa ülkelerine
taĢınabilecekti. Aydın ve çevresi tarım ürünlerinin çeĢitliliği bakımından son
derece zengindi. Bölgede bulunan ovalarda yetiĢtirilen tarım ürünlerinden
baĢta incir olmak üzere zeytin, üzüm, palamut, meyan kökü gibi birçok tarım
ürünü Aydın‟dan Ġzmir‟e sevk edilir ve buradan yurtdıĢına gönderilirdi.209
206
Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.V, s. 454.
207
Ali Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s.15.
208
Akyıldız, a.g.e, s.15.
209
Besim Darkot, “Aydın”, İA., C. II, s.61; Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s.16.
77
Bölge tarım ürünlerinin çeĢitliliğinin yanı sıra yer altı kaynakları açısından da
oldukça zengindi. Bu açıdan kendisine daime kâr getirecek bölgeleri faaliyet
alanı
olarak
seçen
Ġngiliz
sermayesi,
Ġzmir-Aydın
ve
Ġzmir-Kasaba
demiryollarının yapımını takip eden yıllarda Batı Anadolu bölgesine
yönelmiĢti.210 Bu devirde Batı Anadolu‟da yapılan yol ıslah ve inĢâ
çalıĢmalarının sadece demiryollarıyla sınırlı kalmadığını, özellikle, Aydın‟da
kara yollarının ve derelerin ıslahına çalıĢıldığını ayrıca yeni kanallar açılması
için de faaliyetlerde bulunulduğunu eklemek gerekir.211
Batı Anadolu bölgesinde Ġngiliz sermayesi ile yapılan Ġzmir-Aydın
demiryolu hattı 130 kilometre ve Ġzmir-Kasaba hattı ise 93 kilometre idi. Bu
hatlar Batı Anadolu bölgesindeki liman Ģehirlerinin iç bölgelerle irtibatını
güçlendirmiĢ ve bu sayede iç bölgelerde yetiĢtirilen tarım ürünlerinin
limanlara taĢınmasını kolaylaĢtırmıĢtır.212 Ġzmir-Aydın demiryolu hattının üç
aĢamada yapılması planlanmıĢtı. Ġzmir‟den Aydın dağlarına kadar olan 70
kilometrelik ilk bölüm, demiryolu hattı inĢâ etmek için hiçbir zorluk
göstermeyen düz bir araziden geçirilecekti. Ġkinci bölüm, Aydın dağlarından
Menderes vadisine geçiĢi sağlayan bir tünelden, üçüncü bölüm ise bu
tünelden Aydın‟a kadar olan kısımdan oluĢacaktı.213
Demiryollarının
yapılmasıyla
beraber, Batı Anadolu
bölgesinde
ulaĢtırma masrafları oldukça azalmıĢ, bölgeden yapılan ihracat faaliyetleri
ivme kazanmıĢtır. Demiryollarının yaygınlaĢmasıyla baĢta Batı Anadolu
Ģehirleri olmak üzere bütün ülkede Ģehirlerin nüfusu artmaya baĢlamıĢtır.
Avrupa ülkelerine yapılan ihracatın yanı sıra iç pazarlar için tapılan tarım
210
Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, Tarih Vakfı Yay.,
İstanbul 2005, s. 85.
211
BOA, A.MKT. MHM. 441/47, 1285.Z.28.
212
Engin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, s. 462 vd.
213
Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, İstanbul 2007, s.101.
78
üretimi artmıĢ, bu sayede Anadolu köylerinin merkezle ve pazarla olan irtibatı
kuvvetlenmiĢtir.214
Ġzmir-Aydın
demiryolu
yapımının
Ġngiliz
sermayesi
tarafından
üstlenilmesi ve 1866‟da yabancıların Osmanlı topraklarında mülk edinmesine
izin verilmesi Ġngilizleri, Ġzmir‟in iç bölgelerinde toprak satın almaya ve
ihracata yönelik büyük çiftlikler iĢletmeye sevk etmiĢtir. 1868 yılına
gelindiğinde yani Ġzmir-Aydın demiryolu hattının iĢletmeye açılmasından
sadece 5 yıl sonra Ġzmir‟de bulunan bütün iĢlenebilir toprakların üçte birinin
Ġngilizlerin eline geçtiği söylenmektedir. 1878 yılına gelindiğinde ise Ġzmir
bölgesinde bulunan bütün iĢlenebilir toprakların Ġngilizler tarafından satın
alındığı ifade edilmektedir.215
Osmanlı hükümetinin demiryolu yapımı imtiyazını yabancı Ģirketlere
vermesi, bu Ģirketlerin imtiyazlarını zaman zaman kötüye kullanmalarına
sebebiyet vermiĢtir. Yabancı Ģirketlere verilen imtiyazların spekülasyon
konusu haline gelmesi ve Avrupalı büyük devletler arasında bu hususun
rekabet meselesi halini alması Osmanlı Devleti‟ni zarara uğratmıĢtır. 216 Bu
durum Osmanlı hükümetini 1872‟den itibaren yabacı Ģirketlere demiryolu
imtiyazı vermekten vazgeçirmiĢtir. Devlet, bu tarihten sonra kendi sermayesi
ile yeni hatların inĢasına baĢlamıĢ, bu suretle Mudanya-Bursa ve
HaydarpaĢa-Ġzmit hatları yapılmıĢtır. Bursa-Mudanya hattının yapımına 1873
yılında Sultan Abdülaziz‟in bir iradesiyle baĢlanmıĢtır. Hat, dar olarak
yapılacak ve 154 kilometre uzunluğunda olacaktı.217
Sultan Abdülaziz devrinde devlet sermayesi ile yapılan bir diğer yol
olan HaydarpaĢa-Ġzmit demiryolu hattı 99 kilometre uzunluğundaydı. Bu hat,
HaydarpaĢa‟dan Ġzmit, EskiĢehir, Ankara, Kayseri, Sivas, Diyarbakır, Mardin
214
Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s. 216.
215
Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, s. 111-112.
216
Mesela İzmir-Aydın demiryolunun yapımında karşılaşılan bazı zorluklar hakkında bkz: Akyıldız,
Anka’nın Sonbaharı, s.26-39.
217
Karal, VII, s. 270.
79
üzerinden Bağdat‟ta son bulacak olan demiryolu hattının bir bölümünü
oluĢturuyordu. HaydarpaĢa-Ġzmit hattı inĢaatı 1873 yılında tamamlanarak
iĢletmeye açılmıĢtır. Yine bu devirde devlet tarafından uzunluğu 76
kilometreyi bulan Kasaba-AlaĢehir demiryolu hattı inĢa edilmiĢtir. Böylece
daha önce Ġzmir‟den Kasaba‟ya kadar uzanan ve bir Ġngiliz Ģirketi tarafından
yapılmıĢ olan hat da AlaĢehir‟e kadar uzatılmıĢ oluyordu. 218 Bu arada
Mudanya-Bursa ve HaydarpaĢa-Ġzmit hatlarının yapımına devlet tarafından
baĢlanılmasına rağmen, devletin, büyük bir mâlî destek ve teknik imkân
meselesi olan söz konusu demiryolu hatlarının yapımının mâli ve teknik
yükünü
kaldıramayarak,
bu
hatların
yapımını
Ģirketlere
devretmek
mecburiyetinde kaldığını da eklemek gerekir.219
Yapımının
devlet
tarafından
yüklenildiği
HaydarpaĢa-Ġzmit
ve
Mudanya-Bursa gibi demiryolu hatlarının inĢâsı, borçlanmaya sebep olmuĢ,
yabancı Ģirketler tarafından yapılan hatlar da aynı Ģekilde borçlanmaya yol
açmıĢtır.220
Demiryollarının yapımı, kısa zamanda Osmanlı ülkesine yeni bir
canlılık kazandırmıĢ, demiryolu hattı üzerinde bulunan Ģehirlerin nüfusu kısa
bir müddet içerisinde önemli derecede artmıĢtır. Osmanlı köylüsünün iç ve
dıĢ pazarla olan bağlantısı artmıĢ, köylü fazla ürününü ne yapacağı
endiĢesinden kurtulmuĢtur. Bu durum doğal olarak üretimin artıĢını
sağlamıĢtır.
Demiryolları aynı zamanda merkezî idarenin taĢra üzerindeki gücünü
ve otoritesini de pekiĢtirmiĢtir. Devlet için demiryolları, savaĢ zamanında
daha kolay asker sevk etmek, ülke içerisinde herhangi bir isyan zuhurunda
daha çabuk müdahale etmek manasına geliyordu. Demiryolu hatlarının
ülkenin stratejik noktalarından geçirilmesi ülke savunması için de hayatî
218
Karal, VII, s. 270.
219
Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s. 43.
220
V. Necla Geyikdağı, Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye, Hil Yayınları, İstanbul 2008, s.125.
80
önem taĢıyordu. Zaten Tanzimat devri ıslahatları genellikle ulaĢtırma ve
haberleĢmeyi
kolaylaĢtırma,
âsâyiĢin
mümkün
olduğu
kadar
çabuk
sağlanmasına yöneliktir. Tanzimat idarecileri ulaĢımın ve haberleĢmenin
kolaylaĢtırılması ve daha da önemlisi âsâyiĢin sağlanması hususlarında
büyük bir dikkat göstermiĢler; bu konuda teĢvik edici ve düzenleyici tedbirler
almıĢlardır.221
Demiryolları tarım ve sanayi alanında faydalı olmasına rağmen, genel
olarak demiryollarının yer altı kaynakları açısından önemli bir yararı
görülmemiĢtir; zirâ özellikle Batı Anadolu bölgesinde bulunan madenler
yabancı Ģirketler tarafından yağmalanmıĢtır. Madenlerde Türk iĢçiler değil,
Yunanlı veya Ġtalyan iĢçiler istihdam ediliyor ve çıkarılan madenler
demiryolları vasıtasıyla Ġzmir üzerinden Ġngiltere‟ye sevk ediliyordu; bu
sebeple Batı Anadolu‟dan çıkarılan madenlerin bölgeye hiçbir faydası
dokunmamıĢtır.222
Neticede demiryolları, Osmanlı Devleti‟ne birçok ekonomik fayda
sağlamıĢtır. Demiryolları, iç bölgelerin kıyı bölgeleriyle irtibatını güçlendirmiĢ,
devletin iç bölgeler üzerindeki otoritesini güçlendirmesini sağlamıĢtır. Artık
ülke içerisinde asker sevkiyatı daha hızlı bir Ģekilde sağlanabiliyordu. Ayrıca
demiryolları
aĢiretlerin
kontrolünü
kolaylaĢtırmıĢ,
ulaĢım
masraflarını
azaltmıĢtır. Demiryolları, imal edilen malların ithalini ve Osmanlı ham ve gıda
maddelerinin ihracını teĢvik etmiĢtir; fakat demiryolu hatlarının Ankara gibi iç
bölgelerdeki Osmanlı Ģehirlerine kadar uzatılması, mesâfenin himâye ettiği
bazı zanaatkârları zarara uğratmıĢtır.223
221
Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim, Turhan Kitapevi, Ankara
2004, s. 121.
222
Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s. 50-51.
223
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, C.II, s. 932 vd.
81
III. ZĠRAAT
Tanzimat devrinde, s<osyal ve idarî ıslahatlarla modernleĢmeyi ve söz
konusu
ıslahatların
baĢarısını
ekonomik
alanda
atılacak
adımlarla
desteklemeyi amaçlayan bir idarî anlayıĢ oluĢmuĢtur. Bu devirde, öncelikle
zirâî geliĢme politikalarını oluĢturacak ve uygulayacak bir zirâî bürokrasi
kurulmuĢtur. Zaman içerisinde sayıları ve güçleri artan bu bürokratik
kadroların ziraat politikalarının temel amacı, üretimin arttırılması ve
çeĢitlendirilmesi idi. Onlar, dıĢ talebe yönelik tarım ürünlerinin imâlinin teĢvik
edilerek, dıĢ ticaret dengesinin sağlanması gerektiğini düĢünüyorlardı. Ġthal
ikamesi
amacıyla
kurulan
yerli
sanayi
tesislerinin
ihtiyaç
duyacağı
hammaddelerin yurt içi üretimle karĢılanması ve tarım araç ve metotlarının
modernleĢtirilmesi de onların hedefleri arasındaydı.224
Abdülaziz Devri‟nde, 1858 yılında çeĢitli altyapı yatırımlarının yapımı
iĢlerine bakmak için kurulan “Meclis-i Maabir” içerisinde 1863‟te üç kiĢilik bir
“Ziraat Fırkası” teĢkil edilmiĢtir. Bu fırkaya, ülkenin temel zenginlik kaynağı
olan tarımın geliĢtirilmesi ve bu husustaki tekliflerin görüĢülüp karara
bağlanması, ticarî değeri yüksek ürünlerin üretiminin teĢvik edilmesi, zirâî ve
sınâî ürünlerin üretim ve ticaretine âit istatistikler yapması görevleri
verilmiĢtir.225
Yine Abdülaziz Devri‟nde, mahallî seviyede yapılacak ekonomik
geliĢmelerle alakalı olan çalıĢmaları organize etmek amacıyla 1868 yılında
ġura-yı Devlet‟in içinde bir Nafia Dairesi kurulmuĢ ve bu daireye tarım
alanında yapılacak geliĢmelerle ilgili konuların ve söz konusu alanda üreticiye
verilecek imtiyazların görüĢülerek karara bağlanması görevi verilmiĢtir. Bu
çerçevede
vilayetlerde
her
yıl
toplanan
Vilayet
Genel
Meclislerinin
düzenleyeceği ve o bölgenin ekonomik geliĢmesiyle alakalı tekliflerin yer
224
225
Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayıncılık, İstanbul 1998, s. 45.
Güran, “Tanzimat Döneminde Tarım Politikası”, Tanzimat, Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Editör: Halik İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu, Phonenix Yayınevi, Ankara 2006, s.
513-521.
82
alacağı raporlar da bu daire tarafından görüĢülecek ve yerine getirilecekti.
Aynı yıl içerisinde vilayetlerden bu niteliklerde elliye yakın rapor ġura-yı
Devlet‟in Nafia Dairesi‟ne ulaĢmıĢ ve okul, yol ve liman yapımı, bataklıkların
kurutularak tarıma elveriĢli hale getirilmesi, sulama tesisleri kurulması, bazı
vergilerin kaldırılması veya oranlarının düĢürülmesi, tarımda ihtiyaç duyulan
iĢgücünün karĢılanması için tedbirler alınması, hayvan hastalıklarının
engellenmesi, fabrikalar tesis edilmesi, modern tarım araç ve gereçleri, iyi
cins tohumluk ve daha önce üretim yapılmayan pazara yönelik ürün çeĢitleri
için tohum gönderilmesi gibi tekliflerin yer aldığı bu raporlar Nafia Dairesi‟nde
görüĢülerek bir kısmının gerçekleĢtirilmesi için lazım gelen teĢebbüslerin
yapılması karara bağlanmıĢtır.226
Abdülaziz
Devri‟nde
Osmanlı
ziraatinin
en
önemli
meseleleri,
âsâyiĢsizlik, yol yokluğu, vergilerin ağırlığı ve ülkenin hemen hemen her
alanında görülen adaletsizliktir. Memleketin her tarafında büyük bir otorite
boĢluğu bulunuyor, bu durum köylünün üretim yapmasına ve ürettiği ürünleri
pazarlamasına engel oluyordu. Özellikle Anadolu‟da bir yerden bir yere
sevkiyat yapmak, hem yol yokluğu hem de yollar üzerinde bulunan aĢiretlerin
saldırıları sebebiyle neredeyse imkânsız hâle geliyordu. Ayrıca köylünün
üzerindeki vergi yükü çok ağırdı; bu yükün bu kadar ağır olmasının baĢlıca
sebebi, ülkenin birçok bölgesinden düzenli bir Ģekilde vergi alınamamasıydı.
Devlet, özellikle, ülkenin dağlık bölgelerinde oturan ahâliden ve aĢiretlerden
vergi alamıyor; bu durum vergi yükünü, düz ovalarda oturan ve ziraatle
uğraĢan köylünün çekmesine sebebiyet veriyordu.
XIX. asır‟da Anadolu‟yu gezen Avrupalı gezginler ve Osmanlı ülkesinin
ekonomisi ve ticareti üzerine çalıĢan yazarlar kitaplarında, Müslüman-Türk
ahâlinin periĢan bir halde olduklarından bahsetmektedirler. Köyler terk
edilmiĢ
haldedir;
evler
harabeye
dönmüĢtür
ve
tarlalar
ekilmeden
bırakılmıĢtır. Bu durumun ortaya çıkmasının sebebi, askerlik yükümlülüğünün
226
Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, s. 46-47.
83
alabildiğine kötüye kullanılması ve vergilerin halkın ödeyebileceği miktarın
oldukça üzerinde olmasıdır.227
Osmanlı bütçesinin en önemli gelir kalemi olan âĢâr vergisi,
Tanzimat‟a kadar arazinin verimliliğine göre alınırken, bu devirde bütün
üreticilerden onda bir oranında alınmaya baĢlanmıĢtı.
ÂĢâr vergisi,
mültezimlere ihâle ediliyor, onlar de devlet içinde devlet gibi hareket ederek
türlü hilelerle kendilerine menfaat sağlamaya çalıĢıyorlardı. Vergisini
ödeyemeyen ahâlinin, elinde ne varsa satılıyor; bazen vergi mükellefleri, türlü
iĢkencelere katlanmak zorunda kalıyorlardı.228 Hele devletin mâlî bunalımının
arttığı devirlerde âĢârın oranı yüzde 15‟e kadar çıkarılıyordu. Ġltizam sistemi,
küçük üreticinin üzerindeki vergi yükünü daha da arttırıyor, hasat yerine
gelen mültezim, üreticinin ödeyeceği vergiyi kendi takdirine göre tespit
edebiliyordu.229
Devlet, hem yol meselesini halletmek hem yollar üzerinde bulunan
aĢiretleri bir Ģekilde kontrol altına almak mecburiyetindeydi. Sultan Abdülaziz
devri idarecileri, söz konusu meseleleri halletmek için önemli teĢebbüslerde
bulunmuĢlar; fakat hem yol meselesini halletme hususunda hem de
aĢiretlerin iskânı iĢinde istenilen baĢarı elde edilememiĢtir. Bu devirde, yol
yokluğu meselesi, özellikle demiryolu hatlarının inĢa edilmesiyle kısmen
baĢarılı bir Ģekilde çözülmüĢ; ne var ki aĢiretlerin iskânı hususunda tam bir
baĢarı elde edilememiĢtir.
Anadolu‟da bulunan konar-göçer aĢiretlerin iskân edilmesi iĢinde en
önemli baĢarı, Fırka-i Islahiyye‟nin Kozan, Gâvurdağı ve Çukurova‟daki
aĢiretleri iskân etmesidir. Fırka-i Islahiyye‟nin 1865‟te söz konusu bölgelerde
yapmıĢ olduğu iskân ve ıslahat, ziraî faaliyetlerin hız kazanmasına ve
özellikle Çukurova‟da, baĢta pamuk ziraati olmak üzere tarımın önemli bir
227
Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c.II, s. 909-910.
228
Karal, VII., s. 245.
229
Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, Türkiye İş
Bankası Yay., İstanbul 2007, s. 10.
84
geliĢme
göstermesini
sağlamıĢtır.
Fırka-i
Islahiyye‟den
önce
tarım
faaliyetlerinin neredeyse hiç görülmediği Çukurova, Fırka‟nın aĢiretleri iskân
etmeyi baĢarması ve tarımın teĢvik edilmesiyle kısa zamanda ülkenin en
önemli tarım alanlarından biri hâline gelmiĢtir.
Sultan Abdülaziz devrinde, baĢta pamuk olmak üzere tarım üretimini
arttırmaya yönelik teĢvik edici çalıĢmalar yürütülmüĢ; bu hususta gerekli
görülen kanun ve nizamnameler yayınlanmıĢtır. Bunlardan bir tanesi 27 Ocak
1862 tarihli “Pamuk Ziraatinin Tervîc ve Tek‟îri Hakkında Müsâ„adât-ı
Seniyye” nizamnamesidir. Söz konusu nizamnameye göre:
Tapu nizamnamesinde beyan olunduğu üzere boz ve kıraç yerleri
yeniden açıp tarla yapacak olanlara o yerler karĢılıksız olarak verilecek ve
kendilerine daha sonra bu arazilerin tapuları da ita kılınacaktı. Üreticilerden
tarıma açtıkları arazilerin mahsulünden bir sene, eğer arazileri taĢlık ise iki
sene öĢür alınmayacaktı. Toprağı tarıma açan Ģahıslar, bu topraklarda
pamuk üretimi yaparlarsa öĢür muafiyetleri beĢ seneye çıkarılacaktı. Aynı
zamanda söz konusu muafiyetin süresi ilanından itibaren on sene olacaktı.
Bu on sene içerisinde pamuk gümrüğü tarifeleri değiĢtirilmeyecek, üretilen
pamuk ne kadar yüksek kalitede olursa olsun her türlü pamuktan aynı
miktarda gümrük alınacaktı. Ayrıca yetiĢtirilecek olan pamuğun iskelelere
kolay bir Ģekilde nakledilmesi için pamuk ziraati yapılan bölgelerin yolları
bozuk ise tamir ettirilecekti. Bunun yanısıra pamuk yetiĢtiren üreticiler,
Avrupa‟dan tarım aletleri getirtmek isterlerse bunlardan gümrük alınmayacak
ve getirilmesi düĢünülen tarım aletlerinin masrafları devlet tarafından
karĢılanacaktı.
Örnek olması açısından Amerika ve diğer uygun görülen
ülkelerden yeterli miktarda tarım aleti ve makineler ile pamuk tohumları
getirilecek, bunlar pamuk ziraati yapanlara tecrübe ettirilecekti. Buna ek
olarak pamuk ziraatinin usulüne dair tarifnameler ve risaleler hazırlanarak,
pamuk ekilen bölgelere gönderilecekti. Son olarak pamuk yetiĢtirilen
bölgelerin Ģehir ve kasabalarında her sene birer sergi açılarak oralarda
yetiĢtirilmiĢ olan pamuğun numûneleri sergilenerek en yüksek kalitede pamuk
85
üretenler mükâfatlandırılacak, pamuk ziraatinin geliĢtirilmesi için daha ne
gerekiyorsa yapılacaktı.230
Pamuk Nizamnâmesi‟ne ek olarak aynı yıl içerisinde yani 10 Temmuz
1862 tarihinde “Dutluk Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi”231 çıkarılmıĢtır. Söz
konusu nizamnâmede de devletin, taĢrada imâlat sektörüne verdiği büyük
önem ve üretimi teĢvik etmek için aldığı tedbirler görülmektedir. 1862 yılında
ayrıca bir de “Zeytinlikler Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi”232 neĢredilmiĢtir
ki; bu nizamnâmeye göre, zeytin üreticileri de aynen pamuk ve dut üreticileri
gibi öĢürden muaf tutulacaklardı; bu muâfiyetin müddeti dikilen zeytin
fidanlarının cinsine veya aĢılı olup olmadıklarına göre değiĢecekti. Ayrıca
1862 yılı içerisinde taĢrada bulunan mülkiye ve mal memurlarına 12 Mart
tarihli sekiz maddelik bir talimatnâme gönderilmiĢtir. Bu talimâtnâmede
taĢrada bulunan mülkiye ve mal memurlarına Ģunlar bildirilmiĢtir233:
1) Sâye-i ihsân-vâye-i hazret-i Ģâhânede vesile-i memuriyet
ve
menfaat-i memleket
ve
teb‟a
olan ziraat
ve
hırâset
maddelerinin gün be gün ilerlemesi ve derece ve keyfiyetlerinin
anlaĢılması için memâlik-i mahrûsede vaki„ eyâlet ve sancak
dâhillerinde kâffe-i kazâ ve kurâda ahâlinin arâzi ve tarlası ve çift
ve çubukları ve bağları ve hâsılât ve yarar yerleri ne kadardır. Ve
liva ve kazâlarda dahi ne miktar çiftlikât vardır ve be-her sene
gerek Ģitâ‟ ve gerek sayfâ‟ bunların ne miktar mahallerine tohumât
zer„ olunur ve ne miktar yerleri ziraat olunmayarak kalmaktadır.
Ve senenin feyz ve bereketine ve mahallerinin münbitliğine göre
bir kileden kaç kile hâsılât alınır. Ve bağlarının üzümleri ve
Ģıralıkları dahi ne kadar hâsıl olur ve üzümün ne kadarı derûn-ı
eyâlette ekl ve sarf olunur ve ne miktarı kurutulup taĢraya
230
Düstur, I. Tertip, C. II, s. 437; Pamuk üreticilerine sağlanan kolaylıklar için ayrıca bkz: Güran,
“Tanzimat Döneminde Tarım Politikası”, s. 513-521.
231
Dutluk Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi‟nin metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 438-439.
232
Zeytinlikler Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi‟nin metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 440.
233
Düstur, I. Tertip, C. I, s. 721-724.
86
gönderilir. Ve kimi sene ziyâde ve kimi sene noksan hâsılât
olacağından, ol sene-i sâbıkasına kıyâsen mezruât-ı vâkı„adan ne
miktar hâsılât olması tahmin ve kıyâs olunur. Ve hâsıl olacak
Ģeylerin vakit ve zamanca ol senenin râyiç ve fiyâtı kaç kuruĢtur
ve sene-i sâbıkadan râyiç ve fiyâtının ziyâde yahut noksanı
olduğu hâlde miktarı nedir. Cinsi cinsine keyfiyet ve kemiyetleri
ve bir de ziraat ve hırâsetleri ve‟l-hâsıl mahsulâtı sene-i
sâbıkadan noksan olanların çift ve çubukları dahi eksilenlerin alet
ve sebepleri ve mahsulâtı ve çiftleri tezâyüd edenlerin miktarları
nedir. Ve bunların teksir ve tevfirleri mahallerince ne esbâba
mütevakkıftır, buraları vülât-ı izâmdan tâ kazâ müdürüne varınca
bi‟l-cümle mülkiye ve mal memurları tarafından sıhhati ve hakikati
ve iktizâsı vechile tahkik olunarak, kazâ müdürleri sancak
kaymakamlarına,
kaymakamlar
dahi
eyâlet
vâli
veya
mutasarrıflarına bildirerek zîri mazbatalı defâtirinin be-her sene
Ģubat içinde ve nihâyet mart ibtidâsında bu tarafa takdimine dikkat
olunacaktır.
2) Bunun için bir mebde‟-i sene iktizâ edeceğinden iĢbu
gelecek ruz-ı kasımdan itibâr olunarak bâlâda tafsîlen muharrer
olduğu vechile ahâlinin sene-i hâliye mezruâtı ne kadardır ve ne
miktar yerleri ekilip ve ne kadar mahalleri ekilmeyip kalmıĢtır. Ve
hâsılâtın mahallerince râyiç ve fiyatı nedir ve tahmin ve kıyas
olunarak ne miktar mahsulât olur ve yetmiĢ iki senesi hâsılâtından
ne kadar ziyâde ve noksan olacaktır ve hububât ve mahsulâtın
cinsi cinsine sene-i sâbıka râyicinden dahi ziyâde ve yahut
noksan olarak farkı var mıdır ve olduğu takdirce tefâvüt fiyatının
kemiyyeti nedir. Usul-i mezkûre üzere buraları tahkîk ile zîri
mazbatalı defteri gönderilecektir.
3) TaĢralarda olan üzüm bağlarına bazı illet târî olarak gerek
Devlet-i Aliyye vâridâtına ve gerek sâhiplerine nakısa ve zaruri
87
müeddi olmakta olduğundan o makûle illet basit mahallerde olan
bağlara mı ziyâde müstevlî oluyor yoksa mürtefi„ bulunanlara mı
taarruz ediyor evvel-i emirde bunun lâyıkıyla tecrübe ve tahkiki
lâzımdır.
4) Ziraat
müdürleri
dahi
mevâd-ı
lâzımede
memurîn
taraflarına müracaat ve ihtâr ve ifâde-i keyfiyet eyleyerek bi‟littihad iktizâ eden hususâtın hüsn-i tesviyesine itinâ ve dikkat ve
memurîn dahi bunlar haklarında icrâ-yı lâzıme-i muâvenet
edeceklerdir.
5) Bir de taĢralarda tapu nizâmının icrâsı memurları varsa
da yine bazı mertebe fesad vuku„ bulmakta olduğundan ve bu
husus ise itinâya Ģâyân ve memurîn-i mülkiyenin re‟s mesele-i
memuriyetleri olan mevâddan idüğü nümâyân bulunduğundan
tapu hususunun dahi bir gûne fesâd ve irtikâb karıĢtırılmaksızın
nizamına tatbiken her halde hüsn-i icrâsıyla beraber mahlûlât ve
hâsılâtı keyfiyetlerinin beher mâh hazine-i celîleye bildirilmesine
memûrîn-i müĢâr ve mûmâ ileyhim câniblerinden ziyâdesiyle
medd-i inzâr-ı takayyud ve dikkat olunacaktır.
6) TaĢralarda kaza ve kasaba ve karyelerde ahalinin ne
mikdar meraları vardır ve iĢbu meralarda köylü mü hayvanlarını
ra‟y eylemektedir veyahud köyce iltizâma mı verilmektedir veya
otu mu satılmaktadır ve bunlardan öĢür alınmakta mıdır? Elhasıl
keyfiyetleri
ne
merkezde
ise
bi′t-tahkik
bâ-mazbata
iĢ„âr
kılınacaktır.
7) TaĢralarda ekser mahallerde defterdar gibi mal müdirleri
vergü içün tahsil olunan akçenin ıskontosundan bazı mertebe
irtikâb suretiyle ticaret eylemekte ve bu keyfiyet zaten ve mülken
memnu„ ve muzırr Ģey görünmekte olduğundan bundan böyle bu
88
hususun önü alınmak icab-ı maslahatdan görünmüĢdür. Binaenaleyh tahsilat vâkı„asından kaza ve liva ve mal sanduklarına
tevârüd eden akçe ne cinsdir. Meselâ ne kadarı altın ve ne kadarı
gümüĢ ve ne kadarı meskûkât-ı devlet-i aliye ve sikke-i
ecnebiyyedir ve meskûkât-ı Devlet-i Aliyyenin dahi ne kadarı
sikke-i cedide ve ne mikdarı sikke-i atîkedir. Ve bunlar kaç guruĢ
fiyat ile alınmıĢdır ve meskûkât-ı atîka ile Ġfrenciyenin nizâmına
tatbiken mahallerinde alındığı fiyatı nedir cins cins keyfiyet ve
kemiyyetleri
cânib-i
hazineye
gönderilmekte
olan
cedvelin
kenarına derc ve beyan olunacakdır ve eğer altın meskûkât alınır
da gümüĢ meskûkât diye gösterilir. Ve fiyat ve saireden dolayı
irtikâb vukû„ bulur ise mütecâsir olan memûr mes‟ûl ve mu„âtab
olacaktır. Ve bir de bir eyâlet dâhilinde emti„a-i ma„mûleden ne
makûle Ģey hâsıl olmaktadır bu madde dahi tahkik ve iĢ„âr
kılınacaktır.
8) Kasabât ve kurâdan emvâl-i vergüden olarak bi‟t-tahsîl
kazâ mal sandıklarına teslim olunan akçenin cins ve ne fiyat ile
alınmıĢ ise gerek mahalli defterine ve gerek ahaliye i„tâ olunacak
makbûz senedlerine akçenin cins ve miktarı derc olunacaktır. Ve
kaza sandıklarından dahi re‟s liva ve eyâlet mal sandıklarına
te‟diye kılınacak mebâliğin dahi kezâlik cins ve fiyatları icâb eden
mahalline ve kazâlar mal sandıklarına i„tâ olunacak ilmühaberlere
tahrîr ve iĢâret kılınacaktır.
Buradan da anlaĢılacağı üzere daha Sultan Abdülaziz Devri‟nin
baĢlarından itibaren devlet, tarımın geliĢtirilmesi için bir takım tedbirler almıĢ,
üretimin attırılması için ahâliyi üretime teĢvik etmeye çalıĢmıĢtır. Ancak söz
konusu devirde, devletin en büyük eksiklerinden bir tanesi de, memurların
ehliyetsizliği meselesi idi; bu sebeple çıkarılan iyi niyetli nizamnâmeler
genellikle kâğıt üzerinde kalıyor, arzu edilen baĢarı bir türlü sağlanamıyordu.
YetiĢmiĢ eleman eksikliği, Tanzimat devrinin en büyük problemlerinin
89
baĢında geliyordu; buna rağmen Sultan Abdülaziz Devri, Osmanlı tarım
sektöründe üretimim arttığı, yeni birçok arazinin tarıma açıldığı, konar-göçer
aĢiretlerin iskân edilerek zirâî faaliyetlere baĢlatıldıkları bir devirdir.
IV. TĠCARET
Osmanlı Devleti‟nde çeĢitli Ģekillere bürünen ticaret, genel olarak
uluslararası ticaret ve iç ticaret olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. XVIII. ve XIX.
asırlarda, bütün dünyada uluslararası ticarette çok büyük bir artıĢ meydana
gelmesine rağmen, aynı asırlar içerisinde Osmanlı ticaretinde çok önemli bir
artıĢ meydana gelmemiĢtir. Mesela XIX. asırda uluslararası ticaret 64 misli
büyürken, Osmanlı ticaretindeki artıĢ 10-16 katlık bir büyüme göstererek
uluslararası ticaretin gerisinde kalmıĢtır. XIX. asırda Osmanlı Devleti‟nin
uluslararası ticaretteki önemi azalmıĢ bulunuyordu; fakat bu durum Osmanlı
ekonomisinin küçüldüğü manasına gelmiyordu. Osmanlı Devleti her Ģeye
rağmen Ġngiltere, Fransa ve Almanya gibi Batılı büyük devletlerin ticaret
yaptıkları en önemli ülkelerin baĢında gelmeye devam ediyordu.234
XVIII. asrın sonlarında hatta XIX. asrın baĢlarında Osmanlı dıĢ
ticaretinin toplam hacmi, ülke içerisindeki üretimin yüzde bir veya ikisini
aĢmıyordu. GeniĢ topraklara sahip olan imparatorluğun iç ticareti, dıĢ
ticaretinden çok daha önemli görünmekteydi. Bunun yanı sıra Osmanlı
Devleti‟nin Ortadoğu ve Doğu Avrupa ile yaptığı ticaret, Batı Avrupa
ülkeleriyle yaptığı ticaretten daha önemli bir yere sahipti.235
Osmanlı Devleti‟nde Müslüman tüccarlar da ticari faaliyetlere iĢtirak
etmekle beraber, bu hususta gayr-i müslim tüccarların payı daha büyüktü.
Gayr-i müslimlerin ticaretteki en önemli avantajları yabancı lisan bilmeleriydi;
bununla beraber onlar, ahitnamelerdeki boĢlukları da kendi lehlerine
çeviriyorlar ve böylece ticaretteki paylarını büyütüyorlardı. Gerçekten de,
234
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922, s. 189.
235
Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, s.20.
90
Avrupa devletlerine verilen imtiyaz ahitnameleri ve bu ahitnamelerde
yabancılara verilen imtiyazlar, onların hizmetinde çalıĢan Osmanlı tebaası
gayr-i müslimlerin de aynı imtiyazlardan faydalanmalarına sebebiyet veriyor;
bu durum gayr-i müslim tebaanın yabancı devletlerin himayesi altına
girmelerine yol açıyordu. Elçi ve konsoloslar da bu durumu bir kazanç aracı
haline dönüĢtürmek amacıyla aslında hizmetlerinde tercüman olarak
çalıĢtırmadıkları gayr-i müslim Osmanlı tebaasına tercümanlık beratı temin
ederek, onlarında da yabancıların faydalandıkları imtiyazlara sahip olmalarını
sağlıyorlardı.
XVIII. asırda bu uygulamalara bir son verilmeye çalıĢılmıĢ; fakat
Avrupalı devletlerle ticaret yapmak isteyen gayr-i müslim Osmanlı tebaasına,
XIX. asrın baĢlarında özel bir statü tanınıncaya kadar bu durumun önüne
geçilememiĢtir. Bu Ģartlar altında Müslüman tüccarların gayr-i müslim
tüccarlarla rekabet etmesi oldukça zorlaĢıyor, Müslüman tüccarlar ticarette
geri planda kalıyorlardı. Bu durumu engellemek amacıyla II. Mahmud‟un
saltanatının ilk yıllarında Müslüman tüccarlardan dıĢ ticaretle uğraĢmak
isteyenlere gayr-i müslim tebaanın sahip olduğu imtiyazlar verilmek suretiyle
Hayriye Tüccarı adı verilen bir Müslüman tüccarlar sınıfı meydana
getirilmiĢtir.236
Ticaretle uğraĢan Müslümanların, ticarî faaliyetlerde yükselmeleri
özellikle 1860‟lar ve 1870‟lerden sonra hız kazanmaya baĢlamıĢtır. Bu
durumun sebepleri arasında vakıf idarecileri olarak geçimlerini kazanan
ulemâ ailelerinin çocuklarının, artık bu tarihten sonra geçimlerini bu Ģekilde
kazanamamaları ve bunun sonucunda bu ileri gelen Müslüman ailelerin iç
ticarete yönelmeleri etkili olmuĢtur.237
Sultan Abdülaziz Osmanlı tahtına çıktığı sırada, hem Osmanlı dıĢ
ticareti hem de iç ticaret yabancıların eline geçmiĢ bulunuyordu. Zaten
236
Mübahat S. Kütükoğlu, “Hayriye Tüccarı”, DİA, C. XVII. s.64
237
Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, s. 115.
91
Abdülaziz‟in tahta çıktığı tarihte devlet büyük bir mâlî bunalım içerisindeydi ve
bu bunalımdan kurtulmak için Avrupalı devletlerin yardımlarının sağlanması
gerektiği düĢünülüyor, bu hususta çeĢitli giriĢimler yapılıyordu.238
Osmanlı idarecileri mâlî buhrandan kurtulmak için yabancı devletlerin
yardımına ihtiyaç duyulduğunu düĢünüyorlar, devlet, bu sebeple Batılı
devletlere devamlı bir Ģekilde borçlanıyordu. Tabii Batılı büyük devletler,
yaptıkları her türlü yardımdan kendileri için menfaatler bekliyorlardı. Mesela,
Ġngiltere‟nin 1838‟de Mehmet Ali PaĢa‟ya karĢı Bab-ı Ali‟yi desteklemesinin
karĢılığı Ġngilizlere önemli ticari ayrıcalıklar sağlayan Balta Limanı Ticaret
AntlaĢması‟yla sonuçlanmıĢtır. Aynı Ģekilde Ġngiltere ve Fransa‟nın Kırım
Muharebesi‟nde Osmanlıyla birlikte Rusya‟ya karĢı savaĢmalarının sonucu
Islahat Fermanı olmuĢtu.239
Ġngiltere zaten Osmanlı ülkesini Ġngiliz mallarını pazarlama ve geliĢen
sanayii için hammadde temin edebileceği uygun bir zemin olarak görüyordu.
Bu sebeple Ġngiltere, Osmanlı Devleti‟ne, karĢı koyamayacağı bir ticaret
antlaĢması imzalatmak için fırsat kolluyordu. Ġngiltere‟nin beklediği uygun
zaman Mısır Valisi Mehmet Ali PaĢa‟nın isyanı sırasında ortaya çıktı.
Osmanlı hükümeti, Mehmet Ali PaĢa isyanında Rusya‟nın desteğini
sağlamak amacıyla Rusya‟yla Hünkâr Ġskelesi AntlaĢması‟nı imzalamıĢtı.
Hünkâr Ġskelesi AntlaĢması‟nı Doğu Akdeniz‟deki menfaatleri için tehlikeli
bulan Ġngiltere, Mısır meselesinde Osmanlı hükümetini desteklemesi
karĢılığında Osmanlı hükümetinden, Osmanlı topraklarını Ġngiltere‟nin açık
pazarı haline getiren Balta Limanı Ticaret AntlaĢması‟yla büyük bir ticarî
imtiyaz koparmayı baĢarmıĢtır.240
238
Karal, VII, s. 260.
239
Karal, VII, aynı yer.
240
Muzaffer Tepekaya, “Sanayi Devrimi Döneminde Osmanlı İktisadî Yapısı”, Yeni Türkiye,
Osmanlı Özel Sayısı II., Ankara 2000, s. 195-214.; Kütükoğlu, “Ahidnâmeler ve Ticaret
Muâhedeleri”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı II., Ankara 2000, s. 222-234.
92
1838 yılında imzalanan Balta Limanı Ticaret AntlaĢması, Osmanlı
ticaretine büyük zararlar vermiĢ, Osmanlı tüccarlarının ve yerli sanayiinin
yabancılarla olan rekabet gücünü önemli ölçüde zayıflatmıĢtır; zirâ 1838
antlaĢmasıyla yabancılara Osmanlı ile yapacakları ticarî muâmelelerde her
türlü serbestlik verilmiĢtir.241
Ticaret antlaĢmalarının ve kapitülasyonların Osmanlı ticaretini olumsuz
yönde etkilemesinin yanısıra bir de Abdülaziz Devrinde SüveyĢ Kanalı‟nın
açılması ve kanalın açılmasından sonra bu durumdan Akdenizdeki Ġtalyan ve
Fransız limanlarının daha çok faydalanması Osmanlı ticaret merkezlerinin
zarar etmelerine sebebiyet verdi. SüveyĢ Kanalı‟nın açılmasından önce doğu
ile batı arasında taĢınan mallar Ġskenderun ve Suriye limanlarından sevk
ediliyordu; fakat kanalın açılmasıyla beraber ticarî mallar karaya çıkarılmadan
doğrudan SüveyĢ Kanalı‟ndan geçirilmeye baĢlandı. Bu durum ise,
Suriye‟deki ticaret merkezlerini ve özellikle Halep‟in zarar görmesine yol açtı.
SüveyĢ Kanalı‟nın açılmasıyla beraber Osmanlı limanlarının zararı
oldukça arttı ve bu duruma bağlı olarak Osmanlı sanayii güç kaybetmeye
baĢladı. Mesela, Kırım Harbi yıllarında önemli bir ticaret ve üretim merkezi
olan Halep‟te dört bin tezgâh çalıĢmakta iken kanalın açılmasından sonra
tezgâh sayısı üç bine düĢtü.242
Sultan Abdülaziz Devri, devletin içinden geçtiği mâlî buhrana rağmen
tarım üretiminin arttığı bir devirdir. Bu devirde özellikle pamuk üretiminde
önemli sayılabilecek bir artıĢ meydana gelmiĢtir. Özellikle Amerikan iç savaĢı
sırasında Amerika‟nın güney eyaletlerinden ham pamuk ihracının kesilmesi,
Ġngiltere‟de hem pamuk hem de pamuklu ürünlerin fiyatlarında büyük artıĢlara
sebep olmuĢtu.243 Bu durum baĢta Ġngiltere olmak üzere Avrupalı büyük
241
Yusuf Kemal Tengirşek, “Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Haricî Ticaret Siyaseti”,
Tanzimat, C.I, MEB Yay., İstanbul 1999, s.282-320.
242
Karal, VII, s. 262.
243
Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, s. 44.
93
devletlerin, Osmanlı Devleti‟ni pamuk ziraati yapmaya teĢvik etmelerine yol
açmıĢtır.
Osmanlı hükümeti pamuk ziraatını arttırmak için çeĢitli tedbirler almıĢ,
ahâliyi teĢvik etmek amacıyla vergi muâfiyetleri sağlamıĢtır. Gerçekten de
Sultan Abdülaziz devrinde Osmanlı topraklarında pamuk üretimi oldukça
büyük bir artıĢ göstermiĢ, söz konusu devirde pamuk, en önemli tarım
ürünlerinden biri haline gelmesinin yanısıra ihracı yapılan tarım ürünleri
içerisinde ilk sırayı almıĢtır. Mesela 1865 yılına kadar aĢiretlerin kontrolünde
olan ve tarım faaliyetlerinin çok az görüldüğü Çukurova, Fırka-i Islahiyye‟nin
bu bölgede yapmıĢ olduğu iskân neticesinde pamuk ziraatı yapılan önemli bir
merkez haline gelmiĢtir.
Osmanlı dıĢ ticareti 1840‟ların baĢından 1870‟lere kadar devamlı bir
Ģekilde artıĢ göstermiĢtir. Ġthalat ve ihracât yılda yüzde beĢ nokta beĢ
artmıĢtır ve bu yılları takip eden her on yılda iki katı kadar yükselmiĢtir. 244 Bu
artıĢın
en
önemli
sebeplerinden
biri,
Osmanlı
ülkesinde
yapılan
demiryollarının ulaĢımı kolaylaĢtırmasıdır. Fakat dıĢ ticaretindeki artıĢın
1873-1874 yıllarında Anadolu‟yu vuran kıtlık felaketi neticesinde azaldığı
söylenebilir. Bu yıllarda sert geçen kıĢlar ve kuraklık yüzünden tarım ürünleri
zarar görmüĢ, hayvanların telef olması sebebiyle hayvancılık faaliyetleri de
ağır zarara uğramıĢtı. Devlet, 1874 yılında iç ticareti tekrar canlandırmak
amacıyla yurt içi vergilerin çoğunu iptal etmiĢtir; buna rağmen söz konusu
kriz bir müddet daha devam etmiĢtir.245
Sultan Abdülaziz devri Anadolu‟sunda, görüldüğü üzere ticarî
faaliyetlerin en önemli meselelerinden bir tanesi yol yokluğudur. Gerçi
demiryollarının inĢası ile bu mesele kısmen de olsa halledilmiĢtir; fakat
Anadolu‟da yol yokluğu meselesi Sultan Abdülaziz devrinden sonra da
devam etmiĢtir. Anadolu ticaretini yol yokluğu kadar olumsuz etkileyen bir
244
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, s. 947.
245
Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, İletişim Yay., İstanbul 2008, s. 134.
94
diğer mesele de âsâyiĢsizliktir. Özellikle konargöçer aĢiretlerin bulunduğu
bölgeler üzerinden ticari mal sevk etmek zaman zaman imkânsız hale
geliyordu. Anadolu ticareti için çok büyük bir öneme sahip olan TrabzonErzurum-Tebriz Yolu‟nu korumak için devlet, önemli tedbirlere baĢvuruyor,
buradan mal taĢıyan tüccarları korumak için sınır karakolları inĢâ ettiriyor ve
lüzum görülen bölgelere kır serdarları tayin ediyordu. Bazen güvenlik zafiyeti
sebebiyle
tüccarlar
Trabzon-Erzurum-Tebriz
yolunu
kullanmak
yerine
mallarını Kafkaslar üzerinden taĢımayı tercih ediyorlardı. Bu durum ise,
Osmanlı ticaretini büyük zararlara uğratıyor, Ruslar, yol güzergâhını kendi
topraklarından geçirmek için çeĢitli faaliyetlerde bulunuyorlardı.
95
SONUÇ
Sultan
Abdülaziz
devri,
Tanzimat
reformlarının
uygulamaya
konulduğu, imparatorluğun dağılmasını engellemek amacıyla yapılan ıslahat
çalıĢmalarının yoğunlaĢtığı bir dönemdir. Söz konusu dönemde, baĢta vilayet
idaresi olmak üzere birçok sahada ıslahat çalıĢmaları yapılmıĢtır. Osmanlı
idarecileri,
yabancı
devletlerin
Osmanlı
iç
iĢlerine
karıĢmalarını
engelleyebilmek düĢüncesiyle çeĢitli ıslahat faaliyetleri yürütmüĢler, dıĢ
müdahaleleri mümkün olduğu kadar azaltmaya çalıĢmıĢlardır.
Vilayet idaresinde yapılan yenilik çalıĢmalarının baĢlıca amacı,
Avrupalı devletlerin Osmanlı iç iĢlerine müdahalelerini engellemek ve ülke
içerisinde âsâyiĢi temin etmektir. Bu konuda yapılan bütün iyi niyetli
çalıĢmalara rağmen, Avrupalı devletler bir yolunu bulup, çeĢitli bahanelerle
Osmanlı Devleti‟nin iç meselelerine müdahil olmuĢ, her fırsatta Osmanlı
azınlıklarını kıĢkırtmıĢlardır. Devletin, yapılan ıslahat çalıĢmalarında en büyük
problemi, memurlarının ehliyetsizliği ve ıslahat çalıĢmalarının devamlılık
gösteremeyiĢidir. Her taraftan kuĢatılmıĢ olan Osmanlı Devleti, ıslahat
çalıĢmalarında yeterli ve gerekli ön hazırlıkları yapamamıĢ; bu durum
ıslahatların yerleĢmesini ve baĢarılı sonuçlar vermesini engellemiĢtir.
Sultan Abdülaziz devrinde yabancı devletlerin müdahaleleri ve
Hristiyan
tebaanın
isyanlarıyla
uğraĢmak
zorunda
kalan
devletin,
imparatorluğun Müslüman tebaasının çoğunlukta olduğu bölgelerde de
önemli meselelerle uğraĢmak zorunda kaldığını ilave etmek gerekir. Nitekim
özellikle Anadolu‟da devlet otoritesini tanımayan konargöçer aĢiretler önemli
bir mesele olarak devleti uzun yıllar uğraĢtırmıĢ, Çukurova‟da bulunan
aĢiretler Fırka-i Islahiyye‟nin çalıĢmaları sonucunda büyük oranda iskân
edilmiĢtir. Ancak aynı baĢarının Dersim ve Akçadağ bölgesi aĢiretlerinin
iskânında gösterildiğini söyleyemeyiz. Devlet bütün uğraĢlarına rağmen
Ġmparatorluğun dağlık bölgelerinde kontrolü ve âsâyiĢi tam manasıyla
96
sağlayamamıĢ, söz konusu bölgeler Osmanlı Devleti‟nin tarihe karıĢtığı devre
kadar büyük bir mesele olmaya devam etmiĢtir.
Osmanlı Devleti‟nin XIX. asırda uğraĢmak zorunda kaldığı bir diğer
önemli meselesi de yol ve ulaĢım meselesidir. Sultan Abdülaziz devrinde
kara yollarının ıslahına çalıĢılmıĢ ve önemli ticaret merkezleri arasında yeni
yollar inĢa edilmiĢtir; ancak yapılan çalıĢmaların arzu edilen baĢarıyı
yakaladığını söylemek çok zordur. Yol meselesinde atılan en önemli adım, bu
devirde demiryolu ağının yaygınlaĢtırılmaya çalıĢılmıĢ olmasıdır. Demiryolu
yapımı için yeterli mâlî güce sahip olmayan devlet, yabancı Ģirketlere çeĢitli
imtiyazlar vermiĢ, Osmanlı demiryolları, Osmanlı topraklarını zenginlikleri ele
geçirilmesi gereken bir saha olarak gören Avrupalı Ģirketler tarafından
yapılmıĢtır.
Devletin
demiryolu
inĢasında
zaman
zaman
millî
sermayeyi
kullanmaya çalıĢtığını, fakat bu hususta çok baĢarılı olamadığını da eklemek
gerekir. Ayrıca demiryolları hem yapımı esnasında hem de iĢletmeye
açıldıktan sonra yerli ahaliye önemli bir fayda sağlamamıĢtır. Nitekim
Osmanlı
Devleti‟nden
demiryolu
imtiyazı
alan
yabancı
Ģirketler,
demiryollarının yapımı aĢamasında ve yollar iĢletmeye açıldıktan sonra
genellikle Osmanlı tebaasından olanları çalıĢtırmak yerine yurt dıĢından iĢçi
getirmiĢlerdir; fakat bütün bunların yanısıra demiryolları Osmanlı Devleti için
hayatî bir öneme sahiptir. Ġsyanları bastırmak, savaĢ zamanlarında cepheye
asker sevk etmek, bir yerden bir yere ma‟mul madde taĢımak demiryolları
vasıtasıyla eskiye nazaran oldukça kolaylaĢmıĢtır. Ayrıca demiryollarının
Osmanlı ülkesine girmesini takip eden yıllarda Osmanlı ülkesinde ticarî ve
zirâî faaliyetlerin kısmen de olsa canlılık kazandığını görüyoruz. Sultan
Abdülaziz‟in Osmanlı topraklarında demiryolu inĢa edilmesi için özel bir
gayret gösterdiğini ve bu hususta idarecileri teĢvik edici sözler sarf ettiğini de
ekleyelim.
97
Söz konusu devirde yapılan bütün iyi niyetli çalıĢmalara rağmen
istenilen sonuç elde edilememiĢ, devletin kronikleĢen meseleleri bu devirden
sonra da artarak devam etmiĢtir. Sultan Abdülaziz‟in saltanat yıllarının
1861‟den 1871‟e akar olan ilk dönemi, Tanzimat devrinin iki önemli siması Âli
ve Fuat paĢaların etkisi altında geçmiĢ, bu dönemde önemli yenilik
çalıĢmalarına imza atılmıĢtır. Sultan Abdülaziz‟in saltanat yıllarının 1871‟de
Âli PaĢa‟nın ölümünden 1876‟ya kadar olan ikinci dönemi ise, ilkine nazaran
ıslahat çalıĢmalarının yavaĢladığı bir dönem olarak gözükmektedir.
98
BĠBLĠYOGRAFYA
I. ARġĠV KAYNAKLARI
A. BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi
a- Belgeler
-
BOA, A.KMT. MHM. 441/47, 1285.Z.28.
BOA, A.MKT. MHM. 364/20, 1283 CA. 23.
BOA, A.MKT. MHM. 461/63, 1290 CA. 15.
BOA, Ġ.DH. 1293/101637,1282.CA.10.
BOA, Ġ.DH. 512/34848, 1280.S.25.
BOA, Ġ.DH. 561/39098, 1283. Z. 17.
BOA, Ġ.HD. 1293/101635, 1282 CA.24.
BOA, Ġ.HD. 1293/101635, 1282.CA.23.
BOA, Ġ.MMS. 30/1256, 17 ġ. 1281
BOA, Ġ.MMS. 30/1256-19 .
BOA, Ġ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8.
BOA, Ġ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8.
BOA, Ġ.MVL. 438/19381, 1277 S. 15.
BOA, Ġ.ġB. 20/883, 1287, B.14.
BOA, Ġ.ġD. 19/819, 1287 C. 7 ve 22 Ağustos 1286
BOA, Ġ.ġD. 19/819, 1287 CA. 6
BOA, MKT. MHM. 380/62, 1283 Z. 26.
II. TELĠF VE TETKĠK ESERLER
AHMAD,
Feroz,
Bir
Kimlik
PeĢinde
Türkiye,
Ġstanbul
Bilgi
Üniversitesi Yay., Ġstanbul Nisan 2007.
AKGÜL, Suat, “Cumhuriyet Dönemine Kadar Dersim Sorunu”, OTAM,
Sa. 4, Ankara 1993.
AKSIN, Ahmet, “Tanzimat‟ın Harput Eyaleti‟nde Uygulanması ve
KarĢılaĢılan Güçlükler”, Belleten, Sa.235, Aralık 1998.
AKYILDIZ, Ali, Anka’nın Sonbaharı, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul 2005.
99
AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi (BaĢlangıçtan 1999’a), Alfa Yay.,
Ġstanbul 1999.
ANTEL, Sadrettin Celal, “Tanzimat Maarifi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay.,
Ġstanbul 1999.
BARKAN, Ömer Lütfi, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve
1274 tarihli Arazi Kanunnamesi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., Ġstanbul 1999.
BARKAN, Ömer Lütfi, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve
1274 tarihli Arazi Kanunnamesi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., Ġstanbul 1999.
BAYKARA, Tuncer, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına GiriĢ I
Anadolu‘nun Ġdari Taksimatı, Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Dergisi
Yay., Ankara 1988.
Belgelerle Tanzimat, Osmanlı Sadrazamlarından Âli ve Fuad
PaĢaların Siyasî Vasiyetnameleri, Çeviren ve yayına hazırlayan: Engin
Deniz Akarlı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul 1978.
BÜCHNER, V. F., “Sis”, ĠA, C.X.
CELĠL, Celile, XIX. Yüzyıl Osmanlı Ġmparatorluğunda Kürtler, Özge
Yayınları, Ankara, ġubat 1992.
CEVDET PAġA, Ma'rûzât, Yayına Hazırlayan: Yusuf Halaçoğlu, Çağrı
Yay., Ġstanbul 1980.
CEVDET PAġA, Tezakir, 21-39, Yayınlayan: Cavid Baysun, TTK.
Yay., Ankara 1991.
ÇADIRCI, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal
ve Ekonomik Yapısı, TTK Yay. Anakara 1997.
100
DAĞI, Ġhsan D., “Osmanlı Reform Hareketleri ve Avrupa Faktörü”,
Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı 1, Ocak-ġubat 2000, Sa. 31, Ankara
2000.
DANĠġMEND, Ġsmail Hami, Ġzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV,
Türkiye Yayınevi, Ġstanbul 1972.
DARKOT, Besim, “Aydın”, ĠA., C. II.
DAVĠSON, Roderic H., Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Reform (18561876), agorakitaplığı, Ġstanbul 2005.
DUMONT, Paul, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”,
Ġ.Ü.E.F.T.E.D., S. 10-11.
DÜSTUR, I. Tertip, C. I, Matbaa-i Amire, Ġstanbul 1289.
ELDEM, Vedat,
Osmanlı
Ġmparatorluğu’nun Ġktisadi
ġartları
Hakkında Bir Tetkik, TTK Yayınları, Ankara 1994.
ENER Kasım, Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir BakıĢ, Berksoy
Matbaası, Ġstanbul 1964.
ENGELHARDT, Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yay., Ġstanbul 1999.
ENGĠN, Vahdettin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, Türkler,
C. XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002.
ENGĠN, Vahdettin, Rumeli Demiryolları, Eren Yay., Ġstanbul 1993.
EREN, A.Cevad, "Selim III", ĠA. C. X
ERGĠN, Osman, Türk Maarif Tarihi, C. I-II, Eser Matbaası, Ġstanbul
1977.
FAROQHĠ, Suraıya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik YaĢam, Tarih
Vakfı Yay., Ġstanbul, Mart 2005.
101
GELĠġLĠ, Yücel, “Osmanlı Ġlköğretim Kurumlarından Sıbyan Mektepleri
(KuruluĢu, GeliĢimi ve DönüĢümü)”, Türkler, C. XV, Yeni Türkiye Yay.,
Ankara 2002.
GEYĠKDAĞI, V. Necla, Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye, Hil
Yayınları, Ġstanbul 2008.
GÜRAN, Tevfik, “Tanzimat Döneminde Tarım Politikası”, Tanzimat,
DeğiĢim Sürecinde Osmanlı Ġmparatorluğu, Editör: Halik Ġnalcık, Mehmet
Seyitdanlıoğlu, Phonenix Yayınevi, Ankara 2006.
GÜRAN, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayıncılık, Ġstanbul
1998.
HALAÇOĞLU, Yusuf, “Adana Tarihçesi”, Efsaneden Tarihe Tarihten
Bugüne Adana: KöprübaĢı, Yapı Kredi Yay., Ġstanbul 2000, s. 11-17.
HALAÇOĞLU, Yusuf, “Fırka-i Islahiye ve YapmıĢ Olduğu Ġskân”,
Ġ.Ü.E.F.T.D., s.1-20, Mart 1973.
HALAÇOĞLU, Yusuf, “Fırka-i Islâhiyye”, DĠA, C. XIII.
HAYTA, Sibel, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ve Türk
Eğitime Katkıları, Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 124-138.
HUTTEROTH,
Wolf,
“Osmanlı
Devleti‟nde
Ġlk
Demir
Yolları”,
Uluslararası KuruluĢunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle
Osmanlı Devleti Kongresi, Bildiriler, Selçuk Üniversitesi Yay., Konya 2000
JORGA, Niolae, Osmanlı Ġmparatorluğu Tarihi, C.V, Yeditepe
Yayınevi, Ġstanbul, 2005,
102
KARACA, Ali, Anadolu Islahâtı ve Ahmet ġâkir PaĢa (1838-1899),
Eren Yay., Ġstanbul, 1993.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V, TTK Yay., Ankara 1994.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.VII, TTK Yay., Ankara 1988.
KARPAT, Kemal H., Osmanlı ModernleĢmesi, Ġmge Kitabevi, Ankara
2002.
KAYA, Esin, “Türkiye‟de Ġlk Demir Yolları”, Belleten, Sa. 202, Nisan
1988, s. 209-218.
KIRAY, Emine, Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve DıĢ Borçlar, ĠletiĢim
Yay., Ġstanbul 2008.
KODAMAN, Bayram, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, TTK Yay.,
Ankara 1988.
KURMUġ, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye GiriĢi, Yordam Kitap,
Ġstanbul 2007.
KURT, Yılmaz, “Menemencioğuları Tarihi ve Çukurova‟da AĢiretler”,
Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: KöprübaĢı, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2000, s. 356-365.
KURT, Yılmaz, “Osmaniye” DĠA, C. XXXIII.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat, “Ahidnâmeler ve Ticaret Muâhedeleri”, Yeni
Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı II., Ankara 2000, s. 222-234.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat, “Hayriye Tüccarı”, DĠA, C. XVII, s.64-65
LEWĠS, Bernard, Modern Türkiye'nin DoğuĢu, TTK. Yay., Ankara
2000.
103
MĠTHAT, Ali Haydar, Mithat PaĢa ( Hayat-ı Siyâsiyyesi, Hidmâtı,
Menfâ Hayatı), Hilal Matbaası, Ġstanbul 1325.
OĞUZ, Süleyman, Osmanlı Vilayet Ġdaresi ve Doğu Rumeli Vilayeti
(1878-1885), Gazi Ünv. Yay., Yayın No: 85, t.y.
ONAR,
Mustafa,
“Kozanoğulları”,
Efsaneden
Tarihe
Tarihten
Bugüne Adana: KöprübaĢı, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2000.
ORTAYLI, Ġlber, Ġmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, ĠletiĢim Yay.,
Ġstanbul 2004, s. 153 vd.
ORTAYLI, Ġlber, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Ġktisadi ve Sosyal
DeğiĢim, Turhan Kitapevi, Ankara 2004.
ORTAYLI, Ġlber, Osmanlıda DeğiĢim ve Anayasal Rejim Sorunu, ĠĢ
Bankası Yay., Ġstanbul 2008.
ORTAYLI, Ġlber, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli Ġdareleri, TTK
Yay., Ankara 2000.
ÖLMEZOĞLU, Ali, “Cevdet PaĢa” ĠA, C. III.
PAMUK, ġevket, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme
1820-1913, Tarih Vakfı Yay., Ġstanbul 2005.
PAMUK, ġevket, Osmanlıdan Cumhuriyete KüreselleĢme, Ġktisat
Politikaları ve Büyüme, Türkiye ĠĢ Bankası Yay., Ġstanbul 2007.
PAMUK, ġevket, Osmanlı-Türkiye Ġktisadî Tarihi 1500-1914, ĠletiĢim
Yayınları, Ġstanbul 2005.
QUATAERT, Donald,
Osmanlı
Ġmparatorluğu’nun Sosyal
ve
Ekonomik Tarihi, c .2, Editörler: Halil Ġnalcık, Donald Quataert, C. II, Eren
Yay., Ankara 2006.
104
SHAW, Stanford J., SHAW, Ezel Kural, Osmanlı Ġmparatorluğu ve
Modern Türkiye, c. 2, e Yay., Ġstanbul 1983.
ġ. SAMĠ, Kâmûsü’l-A‘lâm, C.III, Ġstanbul 1308.
ġEREF, Abdurrahman, Tarih Musâhabeleri, Matbaa-i Âmire, Ġstanbul
1339.
TANPINAR, Ahmet Hamdi,
Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah
Yay., Ġstanbul, Eylül 2000.
TANPINAR, Ahmet Hamdi, “Ahmet Vefik PaĢa”, ĠA, C.I.
TEKĠNDAĞ, ġihabeddin, “DerviĢ PaĢa” ĠA, C.III.
TOZLU, Selahattin, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, Türkler, C. XIV,
Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.481-492.
YAVUZ Nuri, Fırka-i Islahiye, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara
2004.
YERASĠMOS, Stefanos, Az GeliĢmiĢlik Sürecinde Türkiye, C. II,
Gözlem Yayınları, Ġstanbul 1975.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Sefaretnamesi, Hayat Tarih
Mecmuası, Ġstanbul 1970 (Yayına hazırlayan ġevket Rado)
YOLALICI, M.Emin, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağı’nın
Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yay., Ankara 1998.
ZÜRCHER, Erik Jan, ModernleĢen Türkiye’nin Tarihi, ĠletiĢim Yay.,
Ġstanbul, 2006.
105
Özet
[KEKLĠK, Ebubekir]. [Osmanlı Devleti‟nde Sultan Abdülaziz Devri Anadolu
Islahatları], [Yüksek Lisans Tezi], Ankara, [2009]
Bu tez, Sultan Abdülaziz Devri Anadolu Islahatları‟nı konu
edinmektedir. Söz konusu devir, Osmanlı Devleti Tarihi‟nde çok önemli bir
yeri olan Tanzimat reformlarının uygulamaya konulduğu devirlerden biri
olması açısından son derece önemlidir.
Bu çalıĢmada, Sultan Abdülaziz devrinde Anadolu‟da yapılan ıslahat
çalıĢmaları tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Öncelikle, söz konusu devirde
yapılan ıslahat çalıĢmalarına zemin hazırlaması bakımından nizamnameler
incelenmiĢtir.
Sultan Abdülaziz devri Anadolusu‟nda, en önemli problemlerden bir
tanesi, konar-göçer aĢiretlerin sebep oldukları âsâyiĢsizliktir. Konar-göçer
aĢiretler, bulundukları bölgelerde müstakil birer devletmiĢ gibi hareket
ediyorlar ve devlet otoritesini tanımıyorlardı.
Devlete vergi ve asker
vermeyen aĢiretler, aynı zamanda ülke ticaretine de büyük zarar veriyorlardı.
AĢiretleri iskân etmek için baĢta Çukurova olmak üzere birçok bölgede
teĢebbüslerde bulunulmuĢ, bu hususta istenilen baĢarı elde edilemese de
çok önemli geliĢme kaydedilmiĢtir. Mesela: Çukurova aĢiretlerinin büyük
çoğunluğu iskân edilip, bölgenin büyük bir kısmı ziraî faaliyetlere açılmıĢtır;
fakat aynı baĢarı Doğu Anadolu‟daki aĢiretlerin iskânında yakalanamamıĢtır.
Anadolu‟da sosyal ve ekonomik hayatla ilgili yapılan ıslahat
çalıĢmaları, ayrı bir bölümde incelenmiĢ; Anadolu demiryolları baĢta olmak
üzere, söz konusu devirde Osmanlı idaresini büyük sıkıntılara sokan yol ve
ulaĢım meselesi tetkik edilmiĢtir. Ayrıca, Anadolu‟da ziraî ve ticarî alanda
yapılan ıslahat çalıĢmaları hakkında bilgi verilmeye çalıĢılmıĢtır.
Anahtar kelimeler:
1.Abdülaziz
2.Tanzimat
3.Anadolu
4.Islahat
5.Ġskân
106
ABSTRACT
[KEKLĠK, Ebubekir]. [Reforms in Asia Minor During the reign of Sultan
Abdülaziz in Ottoman Empire], [Master Thesis], Ankara, [2009]
The subject of this thesis is the Reforms in Asia Minor during the reign
of Sultan Abdulaziz. This era is of great importance as it is one of the eras
that the Admistrative Reforms of 1839 were put into practice.
In this work, the reforms during the reign of Sultan Abdulaziz have
been studied. First, body regulations ("nizamname") have been studied as
these lay the groundwork for the reforms in the mentioned era.
One of the most significant problems in Asia Minor during the reign of
Sultan Abdulaziz is the unrest caused by the nomadic clans. These nomadic
clans were acting as a self-governing state in their territories, repudiating the
government authority. Besides rejecting to pay taxes and to give soldiers to
the government, they also caused offense to the trade system. In order to
localize the clans, many attemps were made principally in the Cukurova
region, and considerable improvements were made eventhough the intended
success were not fulfilled. For instance; a majority of the Cukurova clans
were localized and a large part of the region were opened to agricultural
activity; yet the same success were not reached in the localization of Eastern
Asia Minor clans.
Social and economic reforms in Asia Minor have been discussed in a
separate chapter; the issue of roads and transportation that put the Ottoman
government into serious problems in the era has been analysed. Again,
information about agricultural and commercial reforms is given.
Keywords:
1.Abdulaziz
2.Tanzimat (Administrative Reforms of 1839)
3.Anatolia
4.reform
5.localize
Download