UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI I-2247 SAYILI KANUN’UN 27. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (BAŞVURU RED) KARARLAR Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 1-ESAS NO : 2014/1032 KARAR NO : 2014/1185 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : İdari yargı yerince verilen kararın, davanın esası ile ilgili olması ve adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı niteliğini taşımaması karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri koşulunun oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : İ.İ. : Av. F.K. : Kahramanmaraş Belediye Başkanlığı O L A Y : Kahramanmaraş İli, On İki Şubat İlçesi, Hürriyet Mahallesi, 28. sokak adresinde bulunan davacı ve müştereklerine ait 4063 ada 16 parsel sayılı taşınmaz üzerinde, birinci blok beşinci katının tabliye betonu dökülmüş, altıncı katın kalıpları çakılı, ikinci blok gro betonu dökülmüş ve temel demirleri bağlı vaziyette bulunan yapı ile ilgili olarak davalı idare elemanlarınca yapılan incelemelerde, yapının ruhsatsız ve kaçak inşaat olduğundan bahisle 5.10.2010 tarih ve 23/8 sayılı yapı tatil tutanağı tutulmuş, 14.10.2010 tarih ve 2010/2236 sayılı Belediye Encümen kararı ile 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davacı ve müşterekleri adına 122.686,51 TL idari para cezası verilmiş, verilen karar 26.10.2010 gün ve 8831 sayılı işlemle davacıya bildirilmiş, ayrıca 1.12.2011 gün ve 3284 sayılı karar ile de ilave 8.763,32 TL para cezası verilmiş, bu karar da Kahramanmaraş Belediyesi İmar ve Şehirc ilik Müdürlüğü’nün 20.12.2011 gün ve …… 16968 sayılı işlemiyle davacıya bildirilmiştir. Davacı vekili, 26.10.2010 gün ve 8831 sayılı işlemle bildirilen 14.10.2010 tarih ve 2010/2236 sayılı Belediye Encümen kararı ile davacı adına verilen idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Gaziantep 1.İdare Mahkemesi’nce, 15.6.2011 gün ve E:2011/888, K:2011/1004 sayıyla, 3194 sayılı İmar Kanunu ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri birlikte değerlendirildiğinde davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine, davacı ve davalı tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 14. Dairesi’nin 29.11.2012 gün ve E:2011/16059, K:2012/8988 sayılı kararı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da (yapı tatil tutanağı) verilmiş olması nedeniyle davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görev yönünden bozulmuş, dava dosyasının gönderildiği Gaziantep 1.İdare Mahkemesi bu kez, 16.7.2013 gün ve E:2013/670, K:2013/1092 sayılı kararı ile Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nin kurulmuş olması nedeniyle davanın görüm ve çözümünün Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nin yetkisinde olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. KAHRAMANMARAŞ İDARE MAHKEMESİ: 5.6.2014 gün ve E:2013/828, K:2014/1048 sayıyla; davayı esastan inceleyerek, 3194 sayılı Kanun uyarınca verilen para cezası uygulamasında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Davacı vekili, 20.12.2011 gün ve …… 16968 sayılı işlemle bildirilen 1.12.2011 gün ve 3284 sayılı Belediye Encümen kararı ile davacı adına verilen ilave para cezasının iptali istemiyle de adli yargı yerine itirazda bulunmuştur. KAHRAMANMARAŞ 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 29.12.2011 gün ve D.İş:2011/832 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle, ilgili tüm mevzuat hükümleri uyarınca ve 1 Uyuşmazlık Mahkemesi’nin benzer kararları da emsal gösterilerek davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz üzerine, Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesi, itiraz hususunda karar verilmesine yer olmadığına; Kahramanmaraş Belediye Encümenince davacı adına ayrı tarih ve sayılı kararlar ile önce 122.686,51 TL idari para cezası daha sonra ilave olarak 8.763,32 TL idari para cezası verildiği, verilen para cezalarının aynı idari işlem nedeniyle verildiği, bu durumda aynı idari işlem nedeniyle verilen asıl ve ilave idari para cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davalar nedeniyle, Gaziantep 1. İdare Mahkemesi ile Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, bu nedenle yapılan itirazın incelenmesi ve görevli mahkemenin belirlenmesini sağlamak üzere dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi gerektiğini açıklayarak, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi için Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesine iadesine kesin olarak karar vermiştir. Davacı vekilinin, Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen karar uyarınca dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi talebini içeren dilekçesi üzerine, Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nce Gaziantep 1. İdare Mahkemesi ile yapılan yazışmalar sonucu idari yargı yerine ait dosyanın durumu anlaşılarak sonuçta Kahramanmaraş İdare Mahkemesinin E:2013/828, K:2014/1048 sayılı dava dosyası, Mahkemenin D.İş:2011/832 sayılı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Mahkemesinden istenmiş, Kahramanmaraş İdare Mahkemesinin 29.9.2014 gün ve E:2013/828 sayılı yazısı ile, söz konusu dava dosyasında kararın davacı tarafından temyiz edildiği, bu nedenle dosyanın Danıştay Başkanlığı’na gönderileceği ve kararın kesinleşmemiş olması nedeniyle dosyanın gönderilemediği, ancak Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere dosyanın onaylı suretinin gönderildiğinin bildirilmesi üzerine, Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle dosyanın gönderildiği Kahramanmaraş 2. Sulh Ceza Mahkemesince 22.10.2014 gün ve D.İş:2014/344 sayılı yazı ile, kendilerine gönderilen dava dosyasının Mahkemenin 2014/344 D.İş esasına kaydedildiği ve dosyanın Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen karar uyarınca idari yargı yerine ait halen derdest olan dosyanın onaylı örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği belirtilerek, dosya Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasınd a yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev ve yetkileri, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158. maddesi ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde açıkça gösterilmiş, Mahkeme adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınmıştır. 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, 2 gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacı vekilinin, 20.12.2011 gün ve …… 16968 sayılı işlemle bildirilen 1.12.2011 gün ve 3284 sayılı Belediye Encümen kararı ile davacı adına verilen ilave para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine yaptığı itiraz sonucunda, Mahkemece görevsizlik kararı verilmiş, yapılan itiraz üzerine, Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce, itiraz hususunda karar verilmesine yer olmadığına, aynı idari işlem nedeniyle verilen asıl ve ilave idari para cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davalar nedeniyle Gaziantep 1. İdare Mahkemesi ile Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı oluştuğu ileri sürülerek, görevli merciin belirtilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği görülmüş ise de, dosyanın davacı vekilinin başvurusu üzerine Mahkememize gönderildiği anlaşılmıştır. Somut olayda, dosya içinde bulunan idari yargı dosyasının onaylı örneğinin incelenmesinden, davacı vekilinin 26.10.2010 gün ve 8831 sayılı işlemle bildirilen 14.10.2010 tarih ve 2010/2236 sayılı Belediye Encümen kararı ile davacı adına verilen idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açtığı, Gaziantep 1.İdare Mahkemesi’nce davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine, taraflarca temyiz edilen kararın, Danıştay 14. Dairesi’nce davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görev yönünden bozulduğu, Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nin kurulmuş olması nedeniyle Gaziantep 1.İdare Mahkemesi’nce yetkisizlik kararı verilerek dosyanın gönderildiği Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nce davanın esastan incelenerek, 3194 sayılı Kanun uyarınca verilen para cezası uygulamasında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, davacı tarafından temyiz edilen karar ve dava dosyasının Danıştay Başkanlığı’na gönderileceğinin ve halen derdest olduğunun bildirildiği, böylece Gaziantep 1.İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının bozularak sonuçta davanın esası ile ilgili karar verildiğinin anlaşıldığı, bu işlem ile ilgili olarak davacının adli yargı yerine dava açıp açmadığı konusunda bir bilgi olmadığı gibi, adli yargı yerince davacı hakkında bu işlem ile ilgili olarak verilmiş bir görevsizlik kararı da bulunmadığı; davacı vekilinin 20.12.2011 gün ve …… 16968 sayılı işlemle bildirilen 1.12.2011 gün ve 3284 sayılı Belediye Encümen kararı ile davacı adına verilen ilave para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunduğu, Mahkemece görevsizlik kararı verildiği, davacının bu işlem ile ilgili olarak idari yargı yerine dava açıp açmadığı konusunda bir bilgi olmadığı gibi, idari yargı yerince bu kişi hakkında bu işlem nedeniyle verilmiş bir görevsizlik kararı da olmadığı, ancak Kahramanmaraş 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce, aynı idari işlem nedeniyle verilen asıl ve ilave idari para cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davalar nedeniyle, Gaziantep 1. İdare Mahkemesi ile Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı meydana geldiğinden bahisle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi üzerine, davacı vekilinin istemiyle dosyanın Mahkememize gönderildiği anlaşılmış ise de, ortada 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararları bulunmamaktadır. Bu durumda, adli ve idari yargı yerlerince, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığı, bu nedenle 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bu lunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 2-ESAS NO : 2014/1037 KARAR NO : 2014/1089 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) 3 * ÖZET : İdare Mahkemesi kararının bir görevsizlik kararı olmasına karşın, adli yargı yerince verilen kararın husumet yokluğu nedeniyle dava dilekçesinin reddine dair bir karar olması ve görevsizlik kararı mahiyetinde bulunmaması karşısında; 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekili : T.D.Ş. : Av. E.D. - Av. D.A. : (Adli Yargıda) 1- H.B., 2- M.Z. : Av. B.Ş. (İdari Yargıda) DSİ İzmir 2.Bölge Müdürlüğü O L A Y : Davacı vekili, DSİ İzmir 2. Bölge Müdürlüğünde, Emlak ve Kamulaştırma Şube Müdürlüğünde görev yapan müvekkilinin, davalılar tarafından hukuka aykırı bir şekilde çirkin bir olayın içerisine sürüklendiği, ağır bir şekilde mağdur edildiğini, müvekkiline ait, işi ile ilgili olmayan, kendi şahsi harcamalarını gösterir dökümlerin kendisinden habersiz bir şekilde ele geçirildiğini ve maddi, manevi zarar verme amacı ile kullanıldığını; müvekkilinin kişilik hakları ve özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini ifade ederek; toplam 10.000. TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle; 1 -H.B.ve 2-M.Z.’e karşı adli yargı yerinde dava açmıştır. İzmir 7.Asliye Hukuk Mahkemesi, 20.12.2011 gün ve E:2011/164, K:2011/504 sayı ile, uyuşmazlığın esasını inceleyerek, davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4.Hukuk Dairesi, 5.6.2013 gün ve E:2012/10898, K:2013/10731 sayı ile, Mahkemece/ husumet yokluğundan dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olmasının usul ve yasaya uygun olmadığı gerekçesiyle; kararın bozulmasına karar vermiştir. İZMİR 7.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.12.2013 gün ve E:2013/417, K:2013/576 sayı ile, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin 2012/10898 Esas-2013/10731 Karar sayı ve 05/06/2013 tarihli ilamında (....Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/lll, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır. Davaya konu edilen olayda; DSİ İzmir 2. Bölge Müdürlüğünde Harita Mühendisi olarak görev yapan Hasan Beller'in davacıya karşı görev sırasında haksız fiil suçunu işlediği ileri sürülmüş, davalı memurun görevi sırasında ve görevi nedeniyle meydana gelen zarardan sorumlu tutulması istenmiştir. Mahkemece husumet yokluğundan dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun olmadığından bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir....) denmek suretiyle kararlarının bozulduğu, mahkemece yapılan açık yargılama sonunda usul ve yasaya uygun olan Yargıtay bozma ilamına uyulara k husumet yokluğundan dava dilekçesinin reddine dair hüküm tesis edilmiş olduğu gerekçesiyle; “Davacının davasının husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE” karar vermiş; bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili; aynı maddi olaydan dolayı, 2.000 TL. manevi tazminat ödenmesi istemiyle bu kez DSİ İzmir 2.Bölge Müdürlüğüne karşı idari yargı yerinde dava açmıştır. İZMİR 3.İDARE MAHKEMESİ: 1.9.2014 gün ve E:2014/1009 sayı ile, kamu görevlilerinin görevleri sırasında, görevlerinden ayrılabilen kişisel kusurları nedeniyle doğrudan kamu görevlisine karşı açılan davaların adli yargı yerlerinde çözümlenmekte olduğu, dava konusu olayda ise, davalı idare çalışanı Hasan B. tarafından davacının izinde olduğu dönemde davacının şahsi eşyalarını karıştırdığı ve k redi kartı hesap ekstresi ile banka dekontunu eline geçirerek bunları davacı aleyhinde kullandığı ileri sürülerek bu şahsa karşı açılan tazminat davasının, davacı tarafından ileri sürülen hususların kamu görevlisinin görevinden ayrılabilen kişisel kusuru iddiasına dayanması nedeniyle adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmış olduğu; dava konusu olayda, davalı idare çalışanı Hasan B. tarafından davacının kişilik hakları ve özel hayatının gizliliği ihlal edildiği gerekçesi ile manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle ilk olarak İzmir 7. Asiye Hukuk Mahkemesi'nde dava açıldığı, anılan mahkeme tarafından E:2013/417, K2013/576 sayılı ve 17/12/2013 tarihli kararı ile, Hasan B. Tarafından işlenildiği iddia edilen fiillerin görev sırasında olduğu bu nedenle davanın görevli olduğu kamu kurumu aleyhine açılması gerektiği gerekçesi ile davanın husumet yokluğu nedeni ile reddine karar verildiği, bu kararın kesinleşmesi üzerine davacı tarafından görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanı içerisinde bulunmadığı ve davanın yukarıda belirtilen Asliye Hukuk 4 Mahkemesi'nin görev alanı içerisinde kaldığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına, dava dosyası ve ara kararı ile temin edilen İzmir 7. Aliye Hukuk Mahkemesi'nin E:2013/417 sayılı dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, uyuşmazlığın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin bu konuda bir karar vermesine kadar geri bırakılmasına karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Anayasa’nın 158. maddesinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili olduğu belirtilmiş; 224 7 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir…”; 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. / Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.”; 19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. / (Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir.” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. İzmir 3.İdare Mahkemesi kararının görevsizlik kararı olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Buna karşılık, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen İzmir 7.Asliye Hukuk Mahkemesi kararı incelendiğinde; Mahkemece, Yargıtay bozma ilamına uyularak husumet yokluğundan dava dilekçesinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan, adli yargı yerinde açılan davanın davalılarının, H.B.ve M.Z.isimli kişiler olmasına karşılık; idari yargı yerinde DSİ İzmir 2.Bölge Müdürlüğüne karşı dava açıldığı, dolayısıyla davanın taraflarının aynı olmadığı görülmektedir. Buna göre; Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı niteliğinde olmadığından ve ayrıca adli ve idari yargı yerlerinde açılan davanın davalıları da aynı olmadığından; adli ve idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığı oluştuğundan söz etmek mümkün değildir. Bu durumda, olayda, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan İzmir 3.İdare Mahkemesinin başvurusunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan İzmir 3.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 3-ESAS NO KARAR NO KARAR TR : 2014/1038 : 2014/1090 : 29.12.2014 5 * (Hukuk Bölümü) ÖZET : İdari yargı yerinde açılan davanın halen derdest olması karşısında, adli ve idari yargı yerlerince, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş ve kesinleşmiş iki ayrı görevsizlik kararının bulunmadığı, böylece 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının ve 19. maddesinde belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : Tasfiye Halinde YMT Elektronik Dayanıklı Tüketim Malları San. ve Tic. Şti. : Av. E.S. : Türkiye Radyo Televizyon Kurumu O L A Y : Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü, Muhasebe ve Finansman Dairesi Başkanlığı Hasılat Müdürlüğü’nün 19.11.2009 gün ve ……/14553 sayılı kararı ile, 2004 yılına ait bandrole tabi cihaz satışlarının incelenmesi sonucunda, TV satışlarının TV Tüpü olarak yapıldığının tespit edilmesi nedeni ile yapılan inceleme raporuna göre; fatura düzenlenerek fiili satışı gerçekleştirilen 3.531 adet Televizyon cihazı için Kurumlarından belirtilen dönemde bandrol alınmadığının anlaşıldığından bahisle, 3093 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Gelirleri Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca davacı adına 251.333,08 TL idari para cezası verilmiştir. Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce 24.12.2009 gün ve E:2009/1544, K:2009/1614 sayılı karar ile, 3093 sayılı Yasa’da bu Kanun hükümlerine göre verilen idari para cezasına karşı başvuru yolu gösterilmediğinden Kabahatler Kanunu’nun 27/1. maddesi uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine, davalı tarafından temyiz edilen kararın, Danıştay 10. Dairesi’nce, 23.10.2013 gün ve E:2010/5784, K:2013/7318 sayılı karar ile, 3.7.2009 tarih ve 27277 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5904 sayılı Kanun’un aynı tarihte yürürlüğe giren 37. maddesi ile 3093 sayılı Kanun’un 6. maddesine eklenen ikinci cümle uyarınca dava konusu uyuşmazlığın çözümünde idare mahkemesinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görev yönünden bozulmasına karar verilerek Mahkemesine gönderilen dava dosyası, Mahkemenin 2014/1211 sayılı esasına kaydedilmiştir. Davacı, aynı istemle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur. BAKIRKÖY 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 5.4.2010 gün ve D.İş:2010/63 sayıyla; 3093 sayılı Kanun’un 6. maddesi uyarınca dava konusu uyuşmazlığın çözümünde idare mahkemesinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı ile ayrıca Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 24.12.2009 gün ve E:2009/1544, K:2009/1614 sayılı kararı ile Mahkemelerince verilen görevsizlik kararı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı meydana geldiği gerekçesiyle dosyanın görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiş, Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 24.12.2009 gün ve E:2009/1544, K:2009/1614 sayılı dava dosyası, Mahkemenin D.İş:2010/63 sayılı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Mahkemesinden istenmiş, Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 8.10.2014 gün ve E:2014/1211 sayılı yazısı ile, 24.12.2009 gün ve E:2009/1544, K:2009/1614 sayılı dava dosyasında kararın davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Danıştay 10. Dairesi’nin 23.10.2013 gün ve E:2010/5784, K:2013/7318 sayılı kararı ile bozulmasına karar verildiği, bozma kararından sonra dava dosyasının Mahkemenin 2014/1211 sayılı esasına kaydedildiği ve halen derdest olduğu, bu nedenle kararın kesinleşmemiş olması nedeniyle dosyanın gönderilemediği, ancak Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere dosyanın onaylı suretinin gönderildiğinin bildirilmesi üzerine, Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle dosyanın gönderildiği Bakırköy 1. Sulh Ceza Mahkemesince 20.10.2014 gün ve D.İş:2014/755 sayılı yazı ile, kendilerine gönderilen dava dosyasının Mahkemenin 2014/755 D.İş esasına kaydedildiği belirtilerek, dava dosyası idari yargı yerine ait halen derdest olan dosyanın onaylı örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı 6 Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında y er alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev ve yetkileri, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158. maddesi ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde açıkça gösterilmiş, Mahkeme adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınmıştır. 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacının, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü, Muhasebe ve Finansman Dairesi Başkanlığı Hasılat Müdürlüğü’nün 19.11.2009 gün ve ……/14553 sayılı kararı ile adına verilen idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine yaptığı itiraz sonucunda, Mahkemece görevsizlik kararı ile ayrıca Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 24.12.2009 gün ve E:2009/1544, K:2009/1614 sayılı görevsizlik kararı ile Mahkemelerince verilen görevsizlik kararı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı meydana geldiği ileri sürülerek, görevli merciin belirtilmesi için dosyanın re’sen Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar verildiği ve idari yargı kararına ilişkin dava dosyasının onaylı örneği de temin edilerek adli yargı dosyasının Mahkememize gönderildiği görülmüştür. Uyuşmazlık Mahkemesi bu durumlarda, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, mahkemelerce re’sen yapılan başvuruların 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabul edilerek Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlıklarının çözüme kavuşturulmasının, gerek dava ekonomisine gerek Uyuşmazlık Mahkeme-sinin kuruluş amacına uygun olacağı düşüncesiyle görev uyuşmazlıklarının esasını incele-yerek esasa ilişkin karar vermektedir. Ancak, somut olayda, dosya içinde bulunan idari yargı dosyasının onaylı örneğinin incelenmesinden, davacının idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açtığı, Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine, davalı tarafından temyiz edilen kararın, Danıştay 10. Dairesi’nce, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde idare mahkemesinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görev yönünden bozulmasına karar verilerek Mahkemesine gönderilen dava dosyasının Mahkemenin 2014/1211 sayılı esasına kaydedildiği ve halen derdest olduğunun bildirildiği, böylece Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının bozularak kesinleşmediğinin anlaşıldığı, davacının aynı istemle adli yargı yerine itirazda bulunduğu, Mahkemece görevsizlik kararı verilerek, Mahkemelerince verilen bu karar ile Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı meydana geldiği ileri sürülerek dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar verildiği ve dosyanın Mahkememize gönderildiği anlaşılmış olup, ortada 2247 7 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararları bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, Bakırköy 1. Sulh Ceza Mahkemesinin “Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce verilen 24.12.2009 gün ve E:2009/1544, K:2009/1614 sayılı karar ile Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesince 5.4.2010 gün ve D.İş:2010/63 sayıyla verilen kararlar yönünden olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi” istemiyle yaptığı başvurunun, adli ve idari yargı yerlerince, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş ve kesinleşmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığından 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının ve 19. maddede belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının ve 19. maddesinde belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 4-ESAS NO : 2014/1077 KARAR NO : 2014/1127 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : İdare Mahkemesince verilmiş göreve ilişkin bir kararın mevcut olmaması ve sadece usule ilişkin bir dilekçe reddi kararının mevcudiyeti karşısında; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen; “ adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmelerine” ilişkin koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalılar Vekili Vekili : B.K. : Av. C.Y. : 1-Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü : Av. H.K. 2-İ. Sanayi ve Tic. A.Ş. : Av. R.G. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacıya ait Yenişehir İlçesi, Çeltikli Köyü 113 ada 31, 32 ve 33 parsel nolu taşınmazlar üzerinde patates ve fasulye ekili alanların, davalı DSİ’nin yaptığı, bakım ve işletmesi davalı İ. İnşaat A.Ş. ye ait olan yeraltı sulama şebekesine ait vananın açık bırakılması suretiyle 05.06.2013 tarihinde su basması nedeniyle mahsulün zarar gördüğünü belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile hasar tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte dava öncesi tespit amacıyla yapmış olduğu 622,10 TL masrafın, tespit raporunda hesaplanan 11.709,60 TL zararın ve beklenen ancak elde edilmeyen gelirin ve bu alanlara harcadığı icar parası, gübre, ilaç, tohum, işçilik ve masrafların HMK 107 maddesi esaslarına göre hesaplanarak hasar tarihiden itibaren işleyecek temerrüt faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. YENİŞEHİR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 06.02.2014 gün ve E:2013/342, K:2014/35 sayılı kararında; “…İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptali için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile, idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu ve DSİ Genel Müdürlüğü, bir kamu kuruluşu olup yaptığı sulama şebekesinin de kamu hizmeti olduğu tartışmasızdır. Kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan bir kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk 8 kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespiti idari yargı yerlerine ait olup, bunun yargısal denetiminin de 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde <idari dava türleri> arasında sayılan <idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğR.anlar tarafından açılacak tam yargı davası> kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır. Her ne kadar davalılardan bir tanesi özel şirket ise de; davalı şirketin bu faaliyetleri kamu kurumu olan DSİ adına yürüttüğü, yürütülen hizmetin kamu hizmeti olduğu, DSİ ile diğer davalı arasındaki ilişkinin kendi iç ilişkileri olduğu ve davacının bunlar karşısında pozisyonunu değiştirmeyeceği açıktır…” şeklindeki gerekçe ile görevsizlik kararı vermiş ve verilen bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekilinin talebi üzerine dosya Bursa İdare Mahkemesine gönderilmiştir. BURSA 3. İDARE MAHKEMESİ: 23.07.2014 gün ve E:2014/831, K:2014/880 sayılı kararında;“… dava konusu maddi zararın tazmini istemiyle Yenişehir Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada 06.02.2014 tarih E:2013/342, K:2014/35 sayılı kararla “görevsizlik” kararı verildiği, akabinde Asliye Hukuk Mahkemesinden fiziki olarak gelen dava dosyasıyla İdari Yargıda davaya devam edilmek istenildiği görülmekte ise de; adli yargıda verilen görevsizlik kararı sonrası davanın yukarıda belirtilen mevzuat uyarınca yeniden hazırlanacak dava dilekçesi ile süresi içerisinde İdari Yargı yerine başvurularak açılması gerektiğinden, dava dilekçesi bu haliyle 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine uygun bulunmamıştır…” şeklindeki gerekçe ile dava dilekçesinin 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 1. fıkrası(d) bendi gereğince kararın tebliği tarihini izleyen günden itibaren (30) gün içinde 3. maddeye uygun şekilde düzenlenerek yeniden dava açılmak üzere reddine karar vermiştir. Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilen kararlar nedeniyle doğan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi isteminde bulunması üzerine dosya Mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Olayda; adli yargıda, davacıya ait ekili alanlarda sulama şebekesinin neden olduğu zararın davalılardan tahsili istemiyle açılan dava sonunda verilen görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine; davacı vekilinin talebi ile dosyanın idari yargıya gönderildiği anlaşılmaktadır. Adli yargıda yapılan yargılama sonucu görevsizlik kararı verilmiş ve kesinleşmiş ise d e; idari yargıdaki uyuşmazlıkta, dava dilekçesinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 1. fıkrası (d) bendi gereğince kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren (30) gün içinde aynı Kanunun 3. maddesine uygun şekilde düzenlenerek yeniden dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar verilmiş olduğundan, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince göreve ilişkin olarak verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 5-ESAS NO KARAR NO : 2014/1088 : 2014/1137 9 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2247 sayılı Kanunda öngörülen olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma yönteminin usulüne uygun olabilmesi için, yararına görev itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı verilmemiş olması gerektiği, davanın somutunda idare mahkemesinin görevlilik kararından önce adli yargı yerince verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının mevcudiyeti karşısında; 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : N.K. : Av. F.T. : Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü : Av. N.Z. O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin Sosyal Güvenlik Kurumu'na karşı açtığı davanın İdare Mahkemesinde reddedildiğini; kararın davacıya 20.06.2011 tarihinde tebliğ edildiğini, yapılan temyiz başvurusunun, süresinde olmadığından bahisle Danıştay 10.Dairesince, 31.10.2011 tarihinde reddedildiğini; bu durumun PTT'nin kusuruna dayandığını; tebligat 20.06.2011 tarihinde köy muhtarına teslim edildiği halde, zarfın üzerine tebligat tarihi olarak 16.06.2011 yazıldığını; bu hatanın temyiz istemlerinin reddine sebebiyet verdiğini; bunun yanlışlıkla değil, kasıtlı yapıldığı kanaatinde olduklarını; olayın maddi kayba uğramalarına ve üzüntü duymalarına yol açtığını ifade ederek; 1.000TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle 15.5.2012 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 21.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 18.12.2012 gün ve E:2012/282, K:2012/483 sayı ile, davacı vekilinin dava dilekçesinin ve davalı vekilinin cevap dilekçesini özetledikten sonra; bir kısım deliller toplanarak ön inceleme duruşması yapılmış ise de, iddianın açıkça davalı idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığının görüldüğü gerekçesiyle; yargı yolu bakımından Mahkemelerinin görevsizliğine, dava dilekçesinin bu nedenle reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 3.6.2013 gün ve E:2013/6897, K:2013/10489 sayılı kararıyla onanmış; 1086 sayılı Yasa’nın Geçici 2. ve 6100 sayılı Yasa’nın Geçici 3.maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1086 sayılı Yasa’nın 440.maddesi gözetildiğinde, görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Davacı bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 16.İDARE MAHKEMESİ: 22.5.2014 gün ve E:2013/1230 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; idari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlanmış bulunduğu; İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu; idare, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak resen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; dava dosyasının incelenmesinden, davacının SGK'na karşı Ankara 15. idare Mahkemesi'nde açtığı dava ile ilgili, davalı idare posta dağıtıcısının, tebligat zarfına tebliğ tarihini 16/06/2011 olarak yazmasına rağmen, 20/06/2011 tarihinde köy muhtarına teslim edildiğini yazarak kusurlu davrandığı, bu nedenle davacının ilgili davada temyiz süresini geçirdiği ve temyiz başvurusunun reddedildiği, bundan dolayı üzüntü duyduğunu ileri sürerek 1000,00 TL manevi tazminat istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; buna göre dava konusu uyuşmazlığın, davacı tarafından iddia edildiği şekliyle, davalı idare ile davacı arasında taşıma sözleşmesi olması dolayısıyla kamu görevlisinin yaptığı hukuka aykırı eylemlerden dolayı adli yargı görevli olduğu ileri sürülse de, dava konusu uyuşmazlığın temelini açıkça hizmet kusuru oluşturduğundan, açılan davanın idari yargı yerlerinin görevine girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 12. maddesi uyarınca bu kararın taraflara tebliği tarihinden başlayarak (15) gün içinde uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili Yargıtay Cumhuriyet 10 Başsavcılığına sunulmak üzere iki nüsha dilekçe ile Mahkemelerine başvurulabileceği hususunun davalı idareye duyurulmasına karar vermiştir. Davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yönündeki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davanın; davalı PTT idaresinin emrinde çalışan posta dağıtıcısının, davalı idarenin yüklendiği resmi tebligatların yapılması işini görevin gereklerine uygun yapmaması sonucu, davacının aleyhine bir işlem tesisi ile manevi zararına yol açıldığı iddiasına dayandığı; davalı idarenin kendisine teslim edilen posta ve tebligat gibi gönderileri belirlenen ücret karşılığı muhatabına teslim etme yükümlüğü altına girdiği bir sözleşme ile davaya konu dağıtım işini yüklendiği; davanın çözümü için, sözleşmenin idari sözleşme mi yoksa özel nitelikte bir sözleşme mi olduğunun tespitinin gerektiği; idari sözleşmelerin, konusu bir kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin bulunan ve hüküm ve koşulları itibariyle idareye üstün hak ve yetkiler tanıyan; dolayısıyla idarenin kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı hareket edebilme yetkilerini içeren sözleşmeler olduğu; bu nitelikte olmayan diğer sözleşmelerin ise, genelde özel hukuk alanda özel hukuk kurallarına göre düzenlendiği; 6145 sayılı Kanun ile “Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi”nin kurulduğu; 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 4000 sayılı Kanunla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetlerin Posta İşletmesi Genel Müdürlüğünce, telekomünikasyon hizmetlerinin ise Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırıldığı, 4502 sayılı Kanun ile de “Türkiye Cumhuriyeti Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü” adını aldığı, 22.2.2000 tarih ve 23972 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Ana Statü’nün 3. maddesinin 1 numaralı bendinde, bu Ana Statü ile Genel Müdürlüğün tüzel kişiliğe sahip faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir Kamu İktisadi Kuruluşu olduğu belirtilerek ve ayni maddenin 2 numaralı bendinde de, 233 sayılı KHK ve bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edildiği; buna göre, Posta ve Telgraf Teşkilatı, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kuruluşu ise de, 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, iktisadi faaliyetleri bakımından özel huk uk hükümlerine tabi kılındığının açık olduğu, bu durumda, posta hizmetini yürüten Kuruluş ile bu hizmetten ücreti karşılığında yararlananlar arasındaki hukuki ilişkinin, Kuruluşun günlük iktisadi faaliyetinden doğan bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığında kuşkuya yer bulunmadığı; ayrıca, 23.05.2013 tarih ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6475 sayılı “Posta Hizmetleri Kanunu” ile Kuruluşun görevlerinin yeniden düzenlendiği ve "Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi” adı ile yeniden yapılandırıldığı; 5584 sayılı Posta Kanunu’nun 46-55. maddelerinde posta faaliyetleri sırasında doğan zararların nasıl ödeneceği hakkında düzenlemeler getirildiği, PTT idaresinin gördüğü kamu hizmetinde, kurum ile kişi arasında bir akdi ilişki bulunduğu, kişinin ücret karşılığında idareden bir hizmetin yapılmasını istemekte olduğu, davalı idarenin de bu akit içinde yer aldığı, davalı idarenin posta dağıtımı sözleşmesi sırasında bu sözleşmenin doğrudan tarafı olmayan ancak bundan etkilenen kişiler bakımından doğan zararlarında özel hukuk hükümlerine göre tazmininin istenebileceği, PTT’nin kamu kurumu ve görülen hizmetin kamu hizmeti olmasının, bu hukuki ilişkinin akdi olma niteliğini değiştirmediği, olayda, hizmeti gören kurumun idarenin fiilinden doğan bir zararın varlığı karşısında, özel hukuk alanını ilgilendiren bu davanın, adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı kanunun 10 ve 13 maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar vermiş ve dosya Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ : 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir” hükmüne yer verilmiştir. Anılan Yasa hükmü ile, belirtilen yargı mercilerinden birinde açılmış olan bir davanın görülmesi sırasında yapılan görev itirazının reddi üzerine, ilgili Başsavcı tarafından, görevli bulunduğu kendi yargı düzeninin görev alanına vaki müdahalenin önlenebilmesini sağlamak için konunun Uyuşmazlık Mahkemesi’ne götürülmesi suretiyle davanın henüz başlangıç safhasında iken görev sorununun çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. 11 Nitekim, 2247 sayılı Yasa’nın 10. madde gerekçesinde, “Uyuşmazlık çıkarma, yürürlükte bulunan kanunun getirdiği bir yeniliktir. Görülmekte olan bir davanın görev uyuşmazlığını, bu safhada halletmek imkânını verir. Bu madde ile uyuşmazlık çıkarma adli, idari ve askeri yargıya teşmil edilmiştir. Bu yetki, yargı merciince görev itirazının reddi üzerine, kanun yararına olarak, uyuşmazlığın konusuna göre ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından kullanılacaktır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kabul ettiği adli, idari ve askeri yargı mercilerinin ayrılığı prensibinin ihlâli ve ayrı tanzimlere tabi tutulan adli, idari ve askeri yargı mercilerinin yekdiğerinin görev hudutlarına tecavüzleri önlenmiş olacaktır” denilmiştir. Buna göre, ortada henüz açılmış bir dava ve bu davada bir yargı merciince verilmiş görevlilik kararı bulunması; diğer bir ifadeyle, yararına görev itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı verilmemiş olması gerekeceği açıktır. Olayda, uyuşmazlığa konu edilen Ankara 16. İdare Mahkemesinin görevlilik kararından önce, Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının bulunması karşısında, idari yargı yerince adli yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmek olanaksızdır. Öte yandan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen olumsuz görev uyuşmazlığının oluşabilmesi için tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması; 17. maddesinde öngörülen olumlu görev uyuşmazlığının doğabilmesi için ise, yine tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevli sayan kararlar verilmesi; 19. maddeye göre yargı mercilerince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulabilmesi için de, daha önce diğer yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine aynı davada kendisinin de görevsiz bulunduğu ve görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğu kanısına varılması; 20. madde uyarınca görev uyuşmazlığı çıkarılmasında, temyiz incelemesi yapan yüksek mahkeme tarafından Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekmekte olup, incelemeye konu olan adli yargı yerinin görevsizlik kararı üzerine idari yargı yerince aynı davada verilen görevlilik kararı nedeniyle, anılan maddelerde düzenlenen görev uyuşmazlığı türlerinden biri de oluşmamıştır. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun bulunmayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesinde yer alan “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder” kuralı uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 6-ESAS NO : 2014/1101 KARAR NO : 2014/1148 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen görev itirazının en geç birinci oturumda yapılması gerektiği yolundaki koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : Z.Ç. : Av. A.Y. : İstanbul Valiliği (Sağlık Bakanlığı’na izafeten) : Av. Y.D. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının Sağlık Bakanlığı’na bağlı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi başhemşiresi olarak görev yapmakta iken 31.12.2005 tarihinde bu görevinden alındığını ve iki ebe ile bir hemşirenin görev yaptığı Gültepe Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlama Merkezi başhemşiresi olarak görevlendirildiğini, idare işlemine karşı idari yargı merciine başvurduklarını, İstanbul 6.İdare Mahkemesi tarafından idare işleminin iptal edilmesine karar verilerek, davacının 08.02.2007 tarihinde Okmeydanı EAH başhemşireliği görevine iade edildiğini, ancak yargı 12 kararının, idare tarafından şeklen uygulandığını, başhemşirenin görev ve yetkilerini kullanmasını engellediğini, psikolojik taciz ve şiddet uygulanarak görevden ayrılmasına zorlandığını, davalı idarenin yargı kararı ile iade edildiği Okmeydanı Başhemşireliği görevinden alınarak Şişli Devlet Hastanesine hemşire olarak tayin edildiğini, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başhemşire olarak görev yaptığı dönemde hastane baştabibi ile il sağlık müdürünün yasa ve hukuka aykırı işlemlerinin ağır mağduriyetine neden olduğundan bahisle 15.000,00 TL manevi tazminat bedelinin davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce 08.01.2013 tarihinde dava dilekçesi davalı İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne tebliğ edilmiştir. Davalı vekili 17.01.2013 havale tarihli dilekçe ile husumet itirazında bulunmakla birlikte, cevap süresinin duruşma gününe kadar uzatılmasını talep etmiş olup, bu talep dilekçesinde görev itirazında bulunmamıştır. Davalı vekili 15.02.2013 havale tarihli dilekçesi ile davaya cevaplarını sunmuş olup, bu dilekçesinde görev itirazında bulunmamıştır. İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2012/515 sayılı dava dosyasının 1. Celse Ön İnceleme Duruşması’nın 22.05.2013 tarihinde yapılacağına ilişkin tebligat mahkemesince 22.03.2013 tarihinde davalıya tebliğ edilmiş olup,davalı 22.05.2013 tarihli 1.Celse Ön İnceleme Duruşmasına katılmamış, ayrıca bu aşamaya kadar görev itirazını içerir bir dilekçe de sunmamıştır. Davalı vekilince 24.12.2013 günlü 3.celsede beyanen görev itirazında bulunulmuştur. İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi; 24.12.2013 gün, E:2012/515 sayı ile özetle, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği 30.12.2013 havale tarihli dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Danıştay Başsavcısı; “Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de herhalde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır. Öte yandan kişilerin uğradıkları zararla zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında kamu personelinin hizmetten ayrılmayan kişisel kusurları da söz konusu olabilmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, davacının kendisine psikolojik taciz ve şiddet uygulamak suretiyle mağduriyetine neden olduğu belirtilen kamu görevlilerinin görevini yaparken kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa kişisel kusur mu olacağının ortaya konulması gerekmektedir. Bilindiği üzere, kamu kurumlan soyut kişilik olduklarından dolayı kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilebilirler ve bunun sonucu olarak kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirilişi sırasında kişilerin zarar görmesi durumunda meydana gelecek kusur ,kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur.Bu durumda ,kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmeye olanak yoktur.Kamu hizmetinden ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. Bu durum ,Anayasanın 129/5. maddesinde yer alan "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir "kuralında ifadesini bulmaktadır. Buna göre, davacının Ok Meydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başhemşire olarak görev yaptığı dönemde haksız ve kasıtlı işlemlerle psikolojik taciz ve şiddet uygulanması sonucu üzüldüğü ve yıprandığından bahisle davalı idare aleyhine 15.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle açtığı bu davada idarenin hizmet kusuru olup olmadığının yargısal denetimi 2577 sayılı idari Yargılama Usulü 13 Kanunun 2'inci maddesi uyarınca idari yargı yerlerine aittir.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, başvurunun reddi yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ’un başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir. Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır. Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır. Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür. Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. Olayda, İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2012/515 sayılı dosyasında görülen davada, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasını talep eden davalı vekilince 2247 sayılı Kanunun 10.maddesinde belirtildiği şekilde hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda olacak şekilde yapılmış usulüne uygun bir görev itirazının bulunmadığı, buna karşın 24.12.2013 günlü 3.celsede beyanen görev itirazında bulunulduğu, İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 24.12.2013 gün, E:2012/515 sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar verildiği, sonrasında davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği 30.12.2013 havale tarihli dilekçesi ile yapılan müracaat ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması istenildiği anlaşılmıştır. Hal böyle iken, davalı vekili tarafından, 22.05.2013 tarihli birinci oturumdan sonra sunulan dilekçenin görev itirazına ilişkin kısmının süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 7-ESAS NO : 2014/1102 KARAR NO : 2014/1149 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : İdari yargı yerince verilmiş göreve ilişkin bir kararın bulunmaması ve sadece usule ilişkin bir dilekçe reddi niteliğindeki kararın varlığı karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri koşulunun oluşmaması nedeniyle olumsuz görev uyuşmazlığının ve 19. maddesinde 14 belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk. Davacı Davalı KARAR : Ş.Ö. : Kahramanmaraş Valiliği, Trafik Tescil ve Denetleme Şube Müdürlüğü O L A Y : Kahramanmaraş Valiliği Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetim sırasında, alkollü olarak araç kullandığından bahisle, davacı adına 4.8.2014 gün ve HE-784484 seri-sıra sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesi uyarınca 727,00TL. idari para cezası verilmiş, aynı birim tarafından sürücü belgesi geri alma tutanağı düzenlenmiştir. Davacı, idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. KAHRAMANMARAŞ İDARE MAHKEMESİ: 15.8.2014 gün ve E:2014/864, K:2014/1266 sayı ile; idari para cezasının iptaline yönelik istemin çözümünün adli yargı mercilerince karşılanacağı, sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin işlemin iptalinin ise idare mahkemelerinin görev alanına girdiği, bu yönüyle davacı tarafın farklı yargı düzenlerine ilişkin istemlerini aynı dilekçeyle talep etmesi İdari Yargılama Usulü Kanununa aykırı olduğu sonucuna varıldığını açıklayarak, her bir işlem için ayrı dava açılmak üzere davanın reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir. Davacı bu kez, sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmış, idari para cezasının iptali istemiyle de adli yargı yerine itirazda bulunmuştur. KAHRAMANMARAŞ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 28.10.2014 gün ve D.İş:2014/218 sayı ile; öncelikle Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nin 15.8.2014 gün ve E:2014/864, K:2014/1266 sayılı dava dosyasını Mahkemesinden getirtmiş ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle başvurunun reddine ve Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nin 15.8.2014 gün ve E:2014/864, K:2014/1266 sayılı dava dosyası ile Mahkemelerinin 28.10.2014 gün ve D.İş:2014/218 sayılı dava dosyası arasında meydana gelen görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar vermiş, verilen kararın itiraz edilmeden kesinleşmesi üzerine, aynı Mahkemece görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev ve yetkileri, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158. maddesi ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde açıkça gösterilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınmıştır. 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı 15 olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacının, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine yaptığı itiraz sonucunda, Mahkemece idari yargı yerince 15.8.2014 gün ve E:2014/864, K:2014/1266 sayı ile verilen karar ile Mahkemelerince verilen görevsizlik kararı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı oluştuğu ileri sürülerek, görevli merciin belirtilmesi için dosyanın re’sen Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği ve idari yargı kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek adli yargı dosyasının Mahkememize gönderildiği görülmüştür. (Davacının, sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerine açtığı davada ise, davanın Mahkemenin 2014/965 esasına kaydedildiği, 23.10.2014 tarihli karar ile dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulması isteminin kabulüne karar verildiği ve davalı Kahramanmaraş Valiliği tarafından bu karara itiraz edildiğinden dosyanın yürütmenin durdurulması kararına itirazın incelenmesi için Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi’ne gönderildiğinin Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nce 26.11.2014 gün ve 2014/965 sayılı yazısı ile Mahkememize bildirildiği, Başkanlığımızca Kahramanmaraş İdare Mahkemesi ile yapılan yazışmalar sonucu anlaşılmıştır.) Uyuşmazlık Mahkemesi bu durumlarda, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, mah-kemelerce re’sen yapılan başvuruların 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında oldu-ğunun kabul edilerek Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlık-larının çözüme kavuşturulmasının, gerek dava ekonomisine gerek Uyuşmazlık Mahkeme-sinin kuruluş amacına uygun olacağı düşüncesiyle görev uyuşmazlıklarının esasını inceleyerek esasa ilişkin karar vermektedir. Ancak, somut olayda, davacının, adına verilen idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine açtığı davada, Kahramanmaraş 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.10.2014 gün ve 2014/218 D.İş sayılı görevsizlik kararıyla, idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde açtığı davada, Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nce verilen 15.8.2014 gün ve E:2014/864, K:2014/1266 sayılı kararlar arasında oluştuğu ileri sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Kararlar incelendiğinde ise; Kahramanmaraş 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen kararın görevsizlik kararı olmasına karşılık, Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nce verilmiş kararın görevsizlik kararı olmadığı, tek dava dilekçesi ile açılmış olan davada, para cezası ve sürücü belgesi geri alma tutanağına karşı ayrı ayrı dava açılması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği görüldüğünden, ortada 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararları bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin “Kahramanmaraş İdare Mahkemesi’nce 15.8.2014 gün ve E:2014/864, K:2014/1266 sayıyla verilen karar ile Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce 28.10.2014 gün ve 2014/218 D.İş sayıyla verilen kararlar yönünden olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi” istemiyle yaptığı başvurunun, adli ve idari yargı yerlerince, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığından 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının ve 19. maddesinde belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının ve 19. maddesinde belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * 16 * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 8-ESAS NO : 2014/1107 KARAR NO : 2014/1154 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2247 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi kapsamında Uyuşmazlığa konu edilen idare mahkemesinin görevlilik kararından önce adli yargı yerince tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının varlığı karşısında; İdari yargı yerince adli yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmenin olanaksız olduğu gözetilerek, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekilleri : P. Apartmanı Yönetimi Adına Yönetici İ.Y. : Av. M.Ş. : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı : Av. G.A. O L A Y : Davacı vekili; davalı idarenin, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Güzelyaka Mahallesi, 553. Sokak.No:40-61422 ada, 1 parselde bulunan P.Apt. yönetimine, elektrik bağlantısı yapılarak ruhsatsız asfalt kesim işlemi yapıldığının iddia edilmesi üzerine Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Fen İşleri Dairesi AYKOME Şube Müdürlüğünce 18.12.2012 tarih, M.06.1.ABB.0.11.01-5139-17644 sayılı tespit tutanağı ile 11.162,10 TL cezai bedel kesildiğini ileri sürerek bu cezanın iptali istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 5.SULH CEZA MAHKEMESİ; 5.2.2013 gün ve Değişik İş No:2012/1324 sayı ile; itiraza konu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Fen İşleri Dairesi AYKOME Şube Müdürlüğünün 18.12.2012 tarihli kararının, idari para cezası niteliğinde olmayıp, yapılan tahribatın AYKOME Yönetmeliğinin 5. maddesi gereğince belirlenen cezai bedel olduğu; bu bedelin tazmini niteliğinde olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve dosyanın yetkili ve görevli İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekili, savunma dilekçesinde, davada adli yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 6.İDARE MAHKEMESİ: 21.4.2014 gün ve E:2013/1026 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; İdari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davalarının; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı, İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri ve idare hukukunun bilinen ilkelerinden olduğu, İdarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re’sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırdığı ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; dosyanın incelenmesinden, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Fen İşleri Daire Başkanlığı AYKOME Şube Müdürlüğü tarafından yapılan denetimde davacı tarafın ruhsatsız elektrik bağlantısı yaparak asfalt zemini tahrip ettiği, yapılan çalışmada asfalt kesme makinası kullanılmadığı gerekçesi ile 11.162,10 TL para cezası verilmesine ilişkin 18.12.2012 tarih ve 17644 sayılı işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı, buna göre; dava konusu işlemin idarenin kamu gücüne dayalı olarak re'sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis edilmiş olduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 12.maddesi görev itirazında bulunan davalı idarenin kararın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçenin ibrazı gerektiğinin bildirilmesine karar vermiştir. Davalı idare vekilinin, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yönündeki dilekçesi üzerine dava dosyaları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI:Aykome Yönetmeliğinin Ruhsatsız Kazı başlıklı, 17 5. maddesinde, 2. Ve 3. Fıkrada, "2) AYKOME Şube Müdürlüğü'nce kazı sezonu dışında ruhsatsız çalışmanın tespiti halinde çalışma yapılan mevcut zeminin yürürlükteki cezai bedelinin 2 (iki) katı kadar, Modifiye asfalt olan yerlerde çalışma yapılması halinde ise çalışma yapılan mevcut zeminin yürürlükteki cezai bedelinin 5 (beş) katı kadar cezai bedel tahsil edilir. Ayrıca altyapı tesisi açım ruhsatlandırılması da yapılır. /(3) Zemin kaplaması yapılırken AYKOME Şube Müdürlüğü ’ne bildirim yapılarak ön ruhsatlandırma yapılabilir. On ruhsat 15 iş günü içinde asıl ruhsata çevrilir. Aksi takdirde mevcut zemin cinsinden yürürlükteki cezalı bedel uygulanır." hükmü bulunduğu, davalı idare tarafından davaya karşı verilen cevapta, idari para cezasının Encümen kararına dayanmadığı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi kanunu'nun 14. ve 15. maddelerine dayanarak çıkarılan AYKOME Yönetmeliğinin cezai hükümlerine dayanılarak idari para cezasının verildiği, Yönetmeliğin 2. maddesine göre, bu Yönetmelik 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 8. maddesi, 5393 sayılı Belediye kanununun 14. Maddesi, 15.maddesinin b bendi, 18. Maddesinin f bendi, 34. Maddesinin e bendi, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 97. Maddesine dayanılarak hazırlandığı, 06.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde "(1) Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır" denildiği, Uyuşmazlık Mahkemesinin 06/07/2009 gün ve 2008/205 E, 2009/170 K sayılı emsal kararında olduğu gibi; 5326 sayılı Yasanın 27. Maddesinde ise "(1) idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir." hükmünün bulunduğu, buna göre, Aykome Yönetmeliği’ne göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümüne ilişkin ilgili yasalarda hüküm bulunmaması nedeniyle 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin değişik 1. bendi uyarınca 27. maddeye göre adli yargının görevli olduğuna karar verildiği; başvurunun idari para cezasına ilişkin bölümü bakımından, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ : 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir” hükmüne yer verilmiştir. Anılan Yasa hükmü ile, belirtilen yargı mercilerinden birinde açılmış olan bir davanın görülmesi sırasında yapılan görev itirazının reddi üzerine, ilgili Başsavcı tarafından, görevli bulunduğu kendi yargı düzeninin görev alanına vaki müdahalenin önlenebilmesini sağlamak için konunun Uyuşmazlık Mahkemesi’ne götürülmesi suretiyle davanın henüz başlangıç safhasında iken görev sorununun çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Nitekim, 2247 sayılı Yasa’nın 10. madde gerekçesinde, “Uyuşmazlık çıkarma, yürürlükte bulunan kanunun getirdiği bir yeniliktir. Görülmekte olan bir davanın görev uyuşmazlığını, bu safhada halletmek imkânını verir. Bu madde ile uyuşmazlık çıkarma adli, idari ve askeri yargıya teşmil edilmiştir. Bu yetki, yargı merciince görev itirazının reddi üzerine, kanun yararına olarak, uyuşmazlığın konusuna göre ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından kullanılacaktır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kabul ettiği adli, idari ve askeri yargı mercilerinin ayrılığı prensibinin ihlâli ve ayrı tanzimlere tabi tutulan adli, idari ve askeri yargı mercilerinin yekdiğerinin görev hudutlarına tecavüzleri önlenmiş olacaktır” denilmiştir. Buna göre, ortada henüz açılmış bir dava ve bu davada bir yargı merciince verilmiş görevlilik kararı bulunması; diğer bir ifadeyle, yararına görev itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı verilmemiş olması gerekeceği açıktır. Olayda, uyuşmazlığa konu edilen Ankara 6. İdare Mahkemesinin görevlilik kararından önce, Ankara 5.Sulh Ceza Mahkemesi’nce tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının bulunması karşısında, idari yargı yerince adli yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmek olanaksızdır. Öte yandan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen olumsuz görev uyuşmazlığının oluşabilmesi için tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz 18 görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması; 17. maddesinde öngörülen olumlu görev uyuşmazlığının doğabilmesi için ise, yine tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevli sayan kararlar verilmesi; 19. maddeye göre yargı mercilerince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulabilmesi için de, daha önce diğer yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine aynı davada kendisinin de görevsiz bulunduğu ve görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğu kanısına varılması; 20. madde uyarınca görev uyuşmazlığı çıkarılmasında, temyiz incelemesi yapan yüksek mahkeme tarafından Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekmekte olup, incelemeye konu olan adli yargı yerinin görevsizlik kararı üzerine idari yargı yerince aynı davada verilen görevlilik kararı nedeniyle, anılan maddelerde düzenlenen görev uyuşmazlığı türlerinden biri de oluşmamıştır. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun bulunmayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesinde yer alan “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder” kuralı uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 9-ESAS NO : 2014/1108 KARAR NO : 2014/1155 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : İdari yargı yerinde açılan davanın öncesinde adli yargı yerince verilmiş kesin veya kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığı anlaşıldığından, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması nedeniyle, aynı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : M.Ş. : Av. T.Ö. : Emniyet Genel Müdürlüğü O L A Y : İstanbul Valiliği Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetim sırasında, alkollü olarak araç kullandığından bahisle, davacı adına 25.12.2010 gün ve FV-729794 seri-sıra sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesi uyarınca 687,00TL. idari para cezası verilmiş, aynı birim tarafından sürücü belgesi geri alma tutanağı düzenlenmiştir. Davacı vekili, idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerine başvuruda bulunmuştur. ÜSKÜDAR 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.1.2011 gün ve D.İş:2011/10, K:2011/10 sayı ile; itiraz edenin dilekçesinde göstermiş olduğu gerekçelerin yerinde görülmediği, Trafik Ceza Tutanağında herhangi bir usulsüzlük bulunmadığı ve Mahkemece itirazcının itirazının kabulünü gerektirir bir delil de bulunamadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleştikten sonra, davacı vekilinin talebi üzerine, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 17.4.2011 gün ve ….2011/4377/19895 sayılı yazısı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesinde yer alan “İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür” hükmü karşısında, idare mahkemesine görevsizlik kararı vermek gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 14.1.2011 tarihli ve 2011/10-10 değişik iş sayılı kararı aleyhine kanun yararına bozma isteminde bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.5.2011 gün ve KYB.2011-175503 sayılı ihbarnamesi ile dava dosyası Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nce, 30.1.2012 gün ve E:2011/6324, K:2012/714 sayılı karar ile, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriğinin yerinde 19 görüldüğü gerekçesiyle, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 14.1.2011 gün ve 2011/10 Değişik iş sayılı kararının Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309/4-a maddesi uyarınca bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yapılmasına karar verilmiş, dava dosyası Mahkemesine gönderilmiştir. Bunun üzerine, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 29.6.2012 gün ve Değişik iş No:2011/10 sayılı yazısı ile, Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 30.1.2012 gün ve E:2011/6324, K:2012/714 sayılı kararı ile, “idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür” şeklinde hüküm verildiğini belirterek, dava dosyasını Üsküdar Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne göndermiştir. İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin, davacı tarafından Mahkemelerine hitaben yazılmış, davacı, davalı idare, dava konusu, sebepleri, delilleri gösterilerek hazırlanmış bir dilekçe ile dava açılmadığı gerekçesiyle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca yeniden dava açılmak üzere davanın reddine karar vermesi üzerine, davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ: 31.10.2014 gün ve E:2014/1976 sayı ile; 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle ve Uyuşmazlık Mahkemesinin konu ile ilgili kararları emsal alınarak davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler : Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev ve yetkileri, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158. maddesi ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde açıkça gösterilmiş, Mahkeme adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınmıştır. 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. 20 Dosyanın incelenmesinden, davacı vekilinin, davacı adına verilen idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerine yaptığı itiraz sonucunda, Mahkemece itirazın esası incelenerek, itirazın reddine karar verilmiş, kararın kesinleş-mesinden sonra davacı vekilinin talebi üzerine, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nce kararın bozulması istemi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca kararın bozulması isteminin ilgili ceza dairesine gönderilmesi üzerine, Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nce, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen kararın Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309/4-a maddesi uyarınca bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yapılmasına karar verilerek dava dosyasının Mahkemesine gönderilmesinden sonra, Mahkemece dosya ele alınarak yeniden karar verilmeden bir üst yazı ile idare mahkemesine gönderilmiş, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin, davacı tarafından Mahkemelerine hitaben yazılmış bir dilekçe ile dava açılmadığı gerekçesiyle yeniden dava açılmak üzere davanın reddine karar verilmesinden sonra davacı vekilinin aynı istemle idari yargı yerinde dava açması üzerine, bu kez İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine karar verildiği anlaşılmıştır. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvurunun incelenmesi” başlıklı 28. maddesinde, “…….. (8) Mahkeme, son karar olarak idarî yaptırım kararının; a) Hukuka uygun olması nedeniyle, "başvurunun reddine", b) Hukuka aykırı olması nedeniyle, "idarî yaptırım kararının kaldırılmasına", Karar verir. (9) (Ek: 6/12/2006-5560/35 md.) İdarî para cezasının alt ve üst sınırının kanunda gösterildiği kabahatler dolayısıyla verilmiş idarî para cezasına karşı başvuruda bulunulması halinde, mahkeme idarî para cezasının miktarında değişiklik yaparak da başvurunun kabulüne karar verebilir. (10) Üçbin Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararlar kesindir.”; “İtiraz yolu” başlıklı 29. maddesinde, “ (1) Mahkemenin verdiği son karara karşı, Ceza Muhakemesi Kanununa göre itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. (2) İtirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir. (3) Mahkeme, her bir itirazla ilgili olarak “itirazın kabulüne” veya “itirazın reddine” karar verir. (4) Mahkemenin verdiği karar taraflara tebliğ edilir. Vekil olarak avukatla temsil edilme halinde ayrıca taraflara tebligat yapılmaz. (5) (Değişik: 31/3/2011-6217/27 md.) İdarî yaptırım kararının ağır ceza mahkemesi tarafından verilmesi halinde bu karara karşı Ceza Muhakemesi Kanununa göre itiraz edilebilir.” denilmiş; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kanun Yararına Bozma” başlığı altında düzenlenen 309. maddesinde, “(1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirir. (2) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu nedenleri aynen yazarak karar veya hükmün bozulması istemini içeren yazısını Yargıtayın ilgili ceza dairesine verir. (3) Yargıtayın ceza dairesi ileri sürülen nedenleri yerinde görürse, karar veya hükmü kanun yararına bozar. (4) Bozma nedenleri: a) 223 üncü maddede tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkeme, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verir. b) Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilir. Bu hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz. c) Davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez. d) Hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiriyorsa bu hafif cezaya Yargıtay ceza dairesi doğrudan hükmeder. (5) Bu madde uyarınca verilen bozma kararına karşı direnilemez.” hükmü yer almıştır. Somut olayda, davacının, adına verilen idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerine açtığı davada, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 14.1.2011 gün ve D.İş:2011/10, K:2011/10 sayılı kararı ile davanın esası hakkında verilen kararın, kanun yararına bozma istemi sonucunda Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nce, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309/4-a maddesi uyarınca 21 bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yapılmasına karar verildiği, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesinin dördüncü fıkrası (a) bendinde açıkça mahkemenin yeniden karar vereceği düzenlendiği halde, Mahkemesince dosya yeniden ele alınarak bozma gereğince verilmesi gereken görevsizlik kararı verilmeden dava dosyasının idari yargı yerine gönderildiği, davacının aynı istemle idari yargı yerinde açtığı davada, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulabilmesi için, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilmiş kesin veya kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunması, bunun üzerine kendisine açılan davada Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu kanısına varması ve görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurması gerekmektedir. Oysa olayda, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığı gibi esastan verilen karar da bozulmuştur. Bu durumda, ortada 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde, idari yargı yerinde açılan davanın öncesinde, adli yargı yerince verilmiş kesin veya kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için yaptığı başvurunun, idari yargı yerinde açılan davanın öncesinde adli yargı yerince verilmiş kesin veya kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığı anlaşıldığından, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması nedeniyle, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması nedeniyle, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 10-ESAS NO : 2014/1127 KARAR NO : 2014/1170 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Asliye Hukuk Mahkemesi kararının, davanın idareye karşı açılması gerektiğine ilişkin olması ve idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı mahiyetini taşımaması karşısında; 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacılar Vekilleri Davalılar Vekilleri : 1- K.Ö., 2- M.V. : Av. A.E. & Av. L.Ö. : 1- A.B. (Adli Yargıda) : Av. R.I. & Av. S.C. (Adli Yargıda) 2- İzmir Büyükşehir Belediye Bşk.lığı (İdari Yargıda) O L A Y : Davacı vekili A.B.’ı davalı olarak gösterdiği dava dilekçesinde özetle; davacı müvekkillerinin ve davalının Ödemiş Belediye İtfaiye Müdürlüğü’nde çalıştıklarını, olay tarihi olan 28.05.2011 tarihinde davalının müvekkillerine sinkaflı hakaret ve tehditlerde bulunduğunu, bunun üzerine davacı müvekkillerinin suç duyurusunda bulunduğunu ve Ödemiş Sulh Ceza Mahkemesinin 2011/847 Esas ve 2012/203 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında her iki müvekkiline yönelik eylemleri yönünden ayrı ayrı tehdit ve hakaret suçundan dolayı mahkumiyet kararı verildiğini, netice itibari ile de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, davalının eyleminin davacı müvekkillerinin kişilik haklarına ağır saldırı niteliğinde olduğunu belirterek, bu sebeple manevi olarak zarar gördüklerinden bahisle her bir davacı için 5.000,00 TL olmak üzere toplam 10.000,00 TL manevi zararın davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Ödemiş 2.Asliye Hukuk Mahkemesi: 13.06.2012 gün ve E:2012/188, K:2012/347 sayılı kararı ile özetle; davanın kısmen kabul ve kısmen reddine karar vermiştir. 22 İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 05.06.2013 gün ve E:2012/11776, K:2013/10703 sayılı ilamı ile özetle; “...Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabileceğine, kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağına göre, kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeni ile davanın reddine karar verilmesi gerekir.” demek suretiyle kararın bozulmasına karar vermiştir. Davacı vekillerinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 28.11.2013 gün ve E:2013/15026, K:2013/18706 sayılı ilamı ile özetle; “Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 5236 sayılı Yasa ile eklenen Ek Madde 4’e göre karar düzeltmeye konu bölümünün 11.100,00 TL’den az olması durumunda karar düzeltmesi yoluna gidilemez. Somut olayda karar düzeltmeye konu olan tutar bu düzeye ulaşmadığından dilekçenin reddine” şeklinde karar vermiştir. Ödemiş 2.Asliye Hukuk Mahkemesi: Yargıtay’ın bozma ilamına uyduktan sonra 14.02.2014 gün ve E:2013/691, K:2014/84 sayılı kararı ile özetle; husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermiş, taraflarca temyiz talebinde bulunulmaması üzerine karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu aşamadan sonra dava dilekçesinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı davalı olarak göstermek suretiyle aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. İzmir 3.İdare Mahkemesi: 30.06.2014 gün ve E:2014/877, K:2014/1013 sayılı kararı ile özetle; “...tazminata dayanılan delillerin eklenmediğinden dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun’un 5/2. ve 3.maddesi hükümlerine uygun bulunmadığından bahisle dava dilekçesinin aynı Kanun’un 15.maddesinin 1.fıkrasının (d) bendi uyarınca, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde her bir davacının ayrı ayrı dilekçe ile yeniden dava açılabilmek üzere reddine” şeklinde karar vermiştir. Bu aşamadan sonra davacı vekili tarafından yasal süresi içerisinde belirtilen eksiklikler giderilerek dava yenilenmiş ve İzmir 3.İdare Mahkemesinin 2014/1214 Esas sırasına kaydedilmiştir. İzmir 3.İdare Mahkemesi: 04.11.2014 gün ve E:2014/1214 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, başvurunun reddi yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un başvurunun reddi gerektiği, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Anayasa’nın 158. Maddesinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili olduğu belirtilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. Maddesinde, “ Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ela görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir…”, 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” denilmiştir. Aynı Yasa’nın 27. maddesin de ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Olayda, adli ve idari yargı yerlerinde, Ödemiş Belediye Başkanlığı İtfaiye Müdürlüğü’nde şoför olarak görev yapan davacıların, aynı yerde vekaleten itfaiye çavuşu olarak görev yapan davalının hakaret ve küfürleri nedeniyle kişilik haklarına ağır saldırıya maruz kalması sonucunda uğramış olduğu manevi zararın tahsili amacıyla açıldığı anlaşılmaktadır. Dosyalar üzerinde yapılan inceleme neticesinde; görev uyuşmazlığına konu Ödemiş 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.02.2014 gün ve E:2013/691, K:2014/84 sayılı kararında “Davanın husumet nedeniyle reddine” karar verildiği ve kesinleştiği; bu kararın ardından açılan dava sonucu İzmir 3.İdare Mahkemesi’nin 04.11.2014 gün ve E:2014/1214 sayılı kararında ise “...davanın Asliye Ceza Mahkemesinin görev alanı içerisinde kaldığı sonucuna varıldığından, davanın görev yönünden reddine” şeklinde karar verildiği anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere, Ödemiş 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının, davanın idareye karşı açılması gerektiğine ilişkin bulunduğu, anılan kararın “yargı yolunu değiştiren ve idari yargının görevli 23 olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı niteliğinde olmadığından”, adli ve idari yargı yerleri arasında, 2247 sayılı yasanın aradığı biçimde görev uyuşmazlığı oluştuğundan söz etmek mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 11-ESAS NO : 2014/1155 KARAR NO : 2014/1194 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararın idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı mahiyetinde olmayıp, davanın esastan reddine dair bir karar olması karşısında; 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalılar Vekili Vekili : M.A. : Av. H.D. : 1- Kalkınma Bakanlığı (İdari Yargıda) : Av. S.T. (Hukuk Müşaviri) (İdari Yargıda) 2-Güney Ege Kalkınma Ajansı(Adli ve İdari Yargıda) : Av. F.D. O L A Y : Davacı dava dilekçesinde özetle; davacının davalı kurumda genel sekreter unvanı ile 31.12.2009 tarihinden iş akdinin haksız olarak feshedildiği 02.01.2013 tarihine kadar çalıştığını, 2012 Aralık ayında tam olarak çalışıp, brüt maaşının 11.806,00 TL olduğunu, 2013 Ocak ayında da iki gün çalıştığını, davacının çalıştığı dönem itibariyle davalı işyerinde çalışan kişi sayısının iş yasasındaki bu davanın kabulü için aranan sayının üzerinde olduğunu, iş akdinin feshedildiğini bildiren yazıda davacının işveren vekili olduğunun iddia edildiğini, ancak işveren vekili olmadığını, genel sekreterlik makamının işveren vekili şartlarını taşımadığını, ajansın karar organının yönetim kurulu, genel sekreterliğin de icra organı olup, bütçenin ve çalışma programının yönetim kurulu tarafından kabul edilip, kalkınma bakanlığınca onaylandığını, ajansın asli faaliyetlerinin ve programlarının ve bazı diğer hizmet alımları, personel alınıp çıkarılması vb diğer işlere de yönetim kurulunca karar verildiğini, genel sekreterin bu kararları icra eden organ olup, ajansın asli görevleri ve işleri konusunda karar alma yetkisi bulunmadığını, bu kararlan icra ederken işyerinin sevk ve idare etmesine rağmen personeli işe alma işten çıkarma yetkisinin de olmayıp, bu sebeple işveren vekili olmadığını, iş akdinin ne haklı nede geçerli sebeple feshine sebep olabilecek herhangi bir davranışı da olmadığını, Mahkememize müracaat etmeden önce Denizli idare mahkemesine işe iade talepli açtıkları davanın Denizli idare mahkemesinin 2013/112 Esas 2013/220 Karar sayılı kararıyla görev yönünden reddine karar verildiğini, bu dosya içersindeki tüm beyanlarını tekrar ettiklerini, davacının, iş akdinin feshine ilişkin işverence hukuken geçerli sebep gösterilmediği gibi tarafına herhangi bir ihtar ya da uyan yazısı da tebliğ edilmediğini, disiplin soruşturması yapılmadığını, idari yaptırım uygulanmadığını, aksine çalıştığı dönem boyunca takdir alıp, kendisinden övgü ile söz edildiğini, iş akdinin hiçbir sebep gösterilmeksizin haksız, hukuka aykırı bir şekilde sonlandırıldığını belirterek, feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine, işe iade edilmediği takdirde sosyal ve mali haklarına hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Denizli İdare Mahkemesi: 12.03.2013 gün ve E:2013/112,K:2013/220 sayılı kararında özetle; “ dava konusu olayda, davacı ile davalı idare arasında imzalanan sözleşmenin 3.maddesinde, sözleşmenin belirsiz süreli olduğu, 32. maddesinde, Kanuni düzenlemelerin bu sözleşmenin ayrılmaz parçası olduğu, sözleşmede düzenlenmeyen konularda 4857 sayılı İş Kanunu ve diğer ilgili iş mevzuatı hükümlerinin uygulanacağı ve 33.maddesinde bu sözleşmeden doğan ihtilaflarda Denizli İli Mahkemeleri ve İcra Müdürlüklerinin yetkili olduğu hükümleri ile yukarıda yer verilen 5449 sayılı Yasanın 18.maddesi hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, özel hukuka ilişkin dava konusu uyuşmazlığın İş 24 Mahkemesinin görevine girdiği sonucuna ulaşılmıştır.” demek suretiyle davanın 2577 sayılı İda ri Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle bu kez sadece Güney Ege Kalkınma Ajansını davalı olarak göstermek suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Denizli 1.İş Mahkemesi: 27.03.2014 gün ve E:2013/217, K:2014/122 sayılı kararı ile özetle; “...davacının Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığında (Ajansta işe başlamadan önceki en son görev unvanı) Gümrük Uzmanı olarak 70.416.145 emekli sicil nosu ile çalışırken 27.08.2009 tarihinde davalı Ajansa başvurduğu, 27.07.2009 tarihinde 657 sayılı kanunun 43/b ve 67.maddeleri uyarınca bu görevinden ayrıldığı, (görevdeki değişiklik ayrılışı) 27.08.2009 tarihinde davalı ajansa başvurup 04.12.2009 tarihinde genel sekreter olarak görevlendirilmesinin 5449 sayılı yasanın 4.maddesi /2-g bendi gereğince uygun görülüp, 22.12.2009 tarihinde onaylanarak 31.12.2009 tarihinde ajansta genel sekreter olarak göreve başlayıp, 02.01.2013 tarihinde de görevden alındığı, 5449 sayılı yasanın 5.maddesinde davalı ajansın görev ve yetkilerinin 14.maddesinde genel sekreterin görev ve yetkilerinin ayrı ayrı sayılıp, genel olarak ajansın görev ve yetkileriyle genel sekreterin görev ve yetkilerinin uyuştuğu, davacının genel sekreter olarak yönetim kurulunun sınırlarını da belirterek devrettiği, yönetim kurulu yetkilerini fiilen kullandığı, dolayısıyla davacının yasal olarak işveren konumunda bulunduğu, 5449 sayılı yasanın ajans personelinin nitelik, statü ve hakları başlıklı 18.maddesinin 3.fıkrasında kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan bu kanunda belirtilen nitelikleri taşıyanların kendilerinin isteği ve kurumlarının muvafakati ile ajansta genel sekreter olarak istihdam edilebileceğinin, bunların kuramlarıyla olan ilişkilerinin iş akdinin yapılmasıyla son bulacağının, bunlara verilecek ücret ile diğer mali ve sosyal hakların yapılacak iş akdi ile belirleneceğinin, bu şekilde istihdam edilenlerin ajanstaki görevleri sona erdiğinde öğrenim durumları, hizmet yılı ve unvanları dikkate alınarak, önceki kuramlarında kariyerlerine veya durumlarına uygun boş bir kadro veya pozisyona en geç 3 ay içinde atanacaklarının ve herhangi bir işleme gerek kalmaksızın en geç bir ay içerisinde göreve başlatılacaklarının, bu fıkra uyarınca önceki kuramlarına dönen kişilerin ajansta geçen hizmetlerinin kazanılmış hak, aylık, derece ve kademelerinde değerlendirileceğinin, bu durumda kıdem tazminatlarının ödenmeyip, bu sürelerin emeklilik ikramiyesinin hesabında dikkate alınacağının emredici hüküm şeklinde düzenlendiği, davacının 657 sayılı yasaya tabi statüden kurumunun da onayıyla davalı ajansta yasal prosedür gereği hizmet sözleşmesiyle işe başlatılmışsa da, 5449 sayılı yasanın 18/3.fıkrasında yani özel yasasında iş güvencesinin sağlandığı, ajanstaki görevinin sona ermesinden sonra tekrar önceki kurumunda kariyerine veya durumuna uygun boş bir kadro veya pozisyona en geç 3 ay içerisinde atanacağının düzenlenmesi karşısında 4857 sayılı iş yasasındaki iş güvencesi hükümlerinden yararlandırılmayacağı kanaatine varılarak davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” Şeklinde davanın esastan reddine karar vermiştir. İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 29.05.2014 gün ve E:2014/13241, K:2014/15234 sayılı ilamı ile özetle hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, başvurunun reddi yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un başvurunun reddi gerektiği, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Güney Ege Kalkınma Ajansında Genel Sekreter olarak görev yapan davacının iş akdinin feshedilerek görevine son verilmesine ilişkin Güney Ege Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulunun 27.12.2012 tarihli işlem ile Kalkınma Bakanlığı’nın 31.12.2012 tarih ve 7241 sayılı işleminin hukuka aykırı olduğunu gerekçe göstererek işbu işlemin iptali ve maaş, prim, sosyal kesinti, kıdem ve sair tüm haklarından mahrum kalması sebebiyle doğan zararın davalı GEKA tarafından tazmin edilmek suretiyle davacının görevine iadesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 158. maddesinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili olduğu belirtilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1.maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir…” hükmü, Yargı Mercilerinin Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurmaları başlıklı 19.maddesinde; ‘’ Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini 25 Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir.‘’ denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Dosyanın incelenmesinde; Denizli İdare Mahkemesince verilen kararın davada adli yargının görevli olduğuna dair bir görev yönünden red kararı olmasına karşın, davacının adli yargı yerinde açtığı davasında, Denizli 1.İş Mahkemesince, davacının 657 sayılı yasaya tabi statüden kurumunun da onayıyla davalı ajansta yasal prosedür gereği hizmet sözleşmesiyle işe başlatılmışsa da, 5449 sayılı yasanın 18/3.fıkrasında yani özel yasasında iş güvencesinin sağlandığı, ajanstaki görevinin sona ermesinden sonra tekrar önceki kurumunda kariyerine veya durumuna uygun boş bir kadro veya pozisyona en geç 3 ay içerisinde atanacağının düzenlenmesi karşısında 4857 sayılı iş yasasındaki iş güvencesi hükümlerinden yararlandırılmayacağı kanaatine varılarak davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” demek suretiyle davanın reddine karar vermiş, işbu karar Yargıtay 22.Hukuk Dairesinin ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Görüldüğü üzere, Denizli 1.İş Mahkemesinin kararı, davanın esas yönünden incelendiği ve idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı niteliğinde olmadığından, adli ve idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığı oluştuğundan söz etmek mümkün değildir. Bu durumda, olayda, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * II-2247 SAYILI KANUN’UN 10. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI ÇIKARMA) KARARLAR Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 1-ESAS NO : 2014/807 KARAR NO : 2014/1066 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacı şirket ile davalı DSİ Genel Müdürlüğü’nün imzaladığı su kullanım anlaşması çerçevesinde, işletmeye alınan projenin devamı sırasında, davalı idare tarafından hazırlanan ek sözleşmenin, davacı şirket tarafından ihtirazi kayıt ile imzalanması sonrasında, genel koşulları içeren sözleşme maddelerinin yazılmamış sayılmasına ve muarazanın men’ine karar verilmesi istemiyle açılan davanın; ek sözleşmenin, tek taraflı olarak idareye tanıdığı denetim ve sözleşmeyi fesih yetkileri dikkate alındığında idari nitelik taşıdığından, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : P. Enerji Üretim A.Ş. : Av. R.Y. : Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü : Av. G.Ç. & Av. N.T. O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı şirketin 35 MW kurulu gücündeki Sefaköy HES Projesi’ni gerçekleştirmek üzere Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu’na Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği kapsamında lisans başvurusunda bulunduğunu; başvuru süresi içerisinde, davacı şirketin DSİ tarafından onaylanan fizibilite raporunu davalı DSİ Genel Müdürlüğü’ne sunarak, davalı ile 28.08.2007 tarihli “Su Kullanım Anlaşması” imzaladığı ve devamında EPDK’ndan üretim lisansı alınarak projenin tamamlanması ile işletmeye alındığını ancak işletmeye alınan projenin devamı sırasında davalı DSİ tarafından tek taraflı olarak hazırlanan “DSİ Genel Müdürlüğü adına DSİ 24. Bölge Müdürlüğü ile Aralık 26 İlçesi ve Köyleri Sulama Birliği Kiti HES ve P. Enerji Üretim A.Ş. arasında Düzenlenen Sefaköy Barajı ve HES işletmesiyle ilgili Ek Sözleşme” davacı şirketin imzalaması hususu ile ilgili olarak, DSİ 24. Bölge Müdürü tarafından Kars 3. Noterliği’nin 16.08.2012 gün ve 05963 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile davacı şirkete gönderildiğini; davacı şirket tarafından DSİ 24. Bölge Müdürlüğü’ne gönderilen cevabi ihtarname ile ek yükümlülükler içeren Ek Sözleşmenin imzalanamayacağının bildirildiği; konunun çözümü için DSİ Genel Müdürlüğü’ne yapılan başvuru sonucu 12.09.2012 tarihli yazı ile, Ek Sözleşmenin imzalanmaması halinde Su Kullanım Hakkı Sözleşmesi’nin feshedileceğinin bildirildiğini; bunun üzerine söz konusu Ek Sözleşme’nin ihtirazi kayıtla imzalanarak 28.09.2012 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü İşletme Bakım Dairesi Başkanlığı’na teslim edildiğini; Ek sözleşme ile DSİ Genel Müdürlüğü tarafından onaylanan fizibilite raporunun aksine hareket edilerek davacı şirket tarafından öngörülemeyecek zararlara yol açıldığı ve tek taraflı düzenlemeler içeren sözleşmenin davacı şirkete ağır yükümlülükler yüklediğini; davacı şirketin sözleşmenin feshedilmemesi için ihtirazi kayıtla imzaladığını belirterek; Genel İşlem Koşulları içeren sözleşme maddelerinin yazılmamış sayılmak suretiyle muarazanın men’i ile dava sonuna kadar, davacı şirket tarafından müzayaka halinde imzalanan Ek Sözleşmenin uygulanmaması amacıyla ihtiyati tedbir kararı verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır. Davalı DSİ Genel Müdürlüğü vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında düzenlenen Su Kullanım Hakkı ve İşletme Esaslarına İlişkin Anlaşmanın idari sözleşme olduğundan idari yargının görevli olduğu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 22. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ : 20.03.2013 gün ve E:2012/564 K:2013/134 sayılı kararında “…davaya konu taraflar arasındaki sözleşme incelendiğinde, konusu ve süresi ile idareye tanınan denetim ve sözleşmenin feshi yetileri açısından idari nitelikte bir sözleşme olduğu ve idari nitelikteki sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın İdari Yargı mahkemelerince çözümlenmesi gerektiği hususu nazara alınarak…” şeklindeki gerekçe ile dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ: 12.12.2013 gün ve E:2013/28031 K:2013/31261 sayılı BOZMA İLAMINDA “…Uyuşmazlık, davacı ile davalı arasında düzenlenen özel hukuk hükümlerine tabi su kullanımı sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, davada kamu hukukundan kaynaklanan ve idari yargıda görülmesi gereken idari bir işlem veya hizmet söz konusu değildir. Bu nedenle somut olayda, özel hukuk hükümlerinin uygulanması gerekli olup, davanın adli yargı yeri mahkemelerinde görülmesi gerekir…” gerekçesiyle yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Davalı DSİ Genel Müdürlüğü vekili bozma sonrası görev itirazını yenilemiştir. ANKARA 22. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 10.04.2014 gün ve E:2014/115 sayılı kararı ile bozma ilamına uyarak davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı DSİ Genel Müdürlüğü vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu göre v uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Anayasa'nın 168. maddesi gereği, doğal zenginlikler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete ait bulunmakta ve Devlet bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzel kişilere devredebilmektedir. Kamu hizmetinin kurulması ve/veya işletilmesi için yapılan idari sözleşmeler, gerek hizmetin yürütülmesini sağlamak için hizmeti yapanlara kamu gücüne dayanan bazı yetkiler tanıması, gerekse idarenin, hizmetin düzenli ve istikrarlı biçimde yürütülmesini sağlamak için denetim ve gözetim yetkisine sahip olması yönünden özel hukuk sözleşmelerinden ayrılmaktadır. 628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yürürlüğe konulan Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca DSİ Genel Müdürlüğü ile davacı şirket arasında 28.08.2007 tarihinde imzalanan Su Kullanım Hakkı Anlaşması ve Bu anlaşmanın bazı maddeleri ile bu anlaşmaya dayanılarak 28.09.2012 tarihinde imzalanan Ek Protokol, gerek konusu ve süresi gerekse idareye tanınan denetim ve sözleşme feshi yetkileri açısından idari nitelikte ve idare hukuku alanına ilişkin olduğundan, açılan dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari yargının görev alanında bulunmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile, 2247 sayılı Yasa’nın 10’uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşünce istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…Dava dilekçesi ve dosyanın incelenmesi sonucunda, davanın konusunun davalı idare ile davacı Şirket arasında 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca, Hidro Elektrik Santrali (HES) kurma ve işleterek elektrik enerjisi üretmek amaçlı olarak düzenlenen su kullanım hakkı anlaşmasına bağlı olarak ana sözleşme sonrası düzenlenen ek sözleşmenin iptali amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. İhale sonucu düzenlenen kiralama, işletme hakkı gibi sözleşmelerin kendisi ve eki şartnamelerin uygulanmasından kaynaklanan sorunların çözümünde adli yargı yerinin görevli 27 olduğuna dair yerleşik yargısal içtihatlar bulunduğu tartışmasızdır. Ancak davaya konu sözleşme eki niteliğinde bulunan ve davalı Şirkete ek yükümlülükler getiren bu nedenle işin devamı bakımından zorunlu olarak ihtirazi kayıtla imzalanan davaya konu sözleşme ve şartnamelerin niteliği ile bu tür sözleşmelerin 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında klasik ihale mevzuatına uygun olarak mı yoksa özel düzenlemelere göre ve kamuya üstün hak ve yetkiler veren idari sözleşme şartlarına uygun olarak mı yapıldığı hususunun ilgili mevzuat uyarınca incelenmesi gerekmektedir. 26/06/2003 günlü 25150 sayılı RG yayımlanan ve dayanağını 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun, 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümlerinden alarak hazırlanan "Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik"in 1. maddesinde düzenlenen "Bu Yönetmeliğin amacı, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek tüzel kişiler tarafından hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim, otoprodüktör, otoprodiiktör grubu lisansları için DSİ ve tüzel kişiler arasında düzenlenecek Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanması işlemlerinde uygulanacak usul ve esasları belirlemektir." hükmü ile Kanunun, HES’lerin kurulması, işletilmesi ile bu konudaki teknik detayları düzenlemeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. İlgili Kanun hükümlerine uygun olarak yapılan Yönetmelik hükümleri ile esasında kamusal alana ilişkin ve DSİ Genel Müdürlüğü ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu ve EÜAŞ sorumluluğunda olan enerji üretim tesislerinin kurulumu ve işletilmesinde özel sektöre yönelik proje geliştirilmesi, verimlilik esaslı fizibilite çalışmalarının yapılması ve Yönetmelik hükümlerine uygunluğu belirlenen başvuru sahiplerine HES projesini yapma ve su kullanım hakkı sağlanması ile üretim yapma ve kamu katılım payı ödeme yükümlülükleri belirlenmiş bulunmaktadır. Yönetmeliğin 5. maddesine göre DSİ ve mülga EİE (Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü) tarafından geliştirilen ve bu Yönetmelik kapsamında müracaat edilebilecek hidroelektrik enerji projelerine ilişkin listeler, proje safhalarına göre DSİ’nin internet sayfasında sürekli olarak yayımlanır ve güncellenerek ilanı yapılır ve bu projelere Yönetmelikte belirlenen usullere göre başvurular yapılmaktadır. Yönetmelik hükümlerine göre, başvuranlar arasında fizibilite raporlarında yapılan değerlendirme usulüne göre başvurular kabul edilerek anlaşma imzalanması aşamasına geçilmektedir. Yönetmeliğin 9. Maddesinde bu husus "Madde 9 - Fizibilite raporunun değerlendirilmesi safhasında genel olarak; projenin DSİ' nin mevcut, inşa halinde ve mutasavver projelerine olan etkisi ve ilişkisi, hidrolojisi, optimizasyonu, teknik ve ekonomik yönden yapılabilirliği incelenir. Ancak, şirket tarafından hazırlanan fizibilite raporu kapsamında olabilecek yetersiz etüt ve değerlendirmelerden dolayı ilerideki safhalarda hidrolojik, jeolojik, teknik, çevresel, sosyal ve ekonomik yönden oluşabilecek her türlü olumsuz sonuçtan yalnız şirket sorumludur./ Şirket tarafından DSİ'ye teslim edilen fizibilite raporu, DSİ’ce en fazla doksan gün içerisinde değerlendirilerek DSİ görüşü oluşturulur. (Mülga cümle: 04/07/2012-28343 S.R.G Yön/5.md.)/ (Değişik fıkra: 08/02/2007-26428S.R.G. Yön/3.mad) Değerlendirme sonucunda fizibilite raporu kabul edilebilir bulunmayan şirket veya şirketlere durum gerekçeleri ile birlikte eş zamanlı ve yazılı olarak bildirilir. Aynı projeye birden fazla şirketin başvurması halinde, şirketlerin tamamının fizibilite raporlarının kabul edilmemesi veya projeye tek şirketin başvurması ve fizibilite raporlarının kabul edilmemesi durumunda proje yeniden müracaata açılır. / On rapor ve fizibilite hazırlanması ile müracaat ve fizibilite değerlendirilmesine ilişkin bütün süreler projenin özelliğine göre DSİ tarafından en fazla bir katı kadar artırılabilir ve bu durum şirketlere eş zamanlı ve yazılı olarak bildirilir." şeklinde düzenlenirken, başvuran ve anlaşma imzalamaya hak kazanan Şirketlerin, sonradan ortaya çıkacak ve ek yükümlülükler getirebilecek ve sözleşmeye ek şartlardan da kendilerinin sorumlu olduğu da açıkça belirlenmiştir. Yönetmeliğin 10. maddesinde ayrıca, anlaşma yapılabilmesi için ilgili firmanın EPDK dan elektrik üretim lisansı alma zorunluluğu da getirerek anlaşma şarlan belirlenmektedir. Yönetmelik 11. maddede "Ek-l de verilen taslakta belirtilen hükümler çerçevesinde imzalanan anlaşmanın bir örneği yazı ile EPDK ya gönderilir./ Ek-l de yer alan Su Kullanım Hakkı Anlaşmasına, projenin özelliğine bağlı olarak özel hükümler eklenebilir./ Başvurulan projenin ortak tesis kullanımının bulunmaması, depolama tesisi olmaması ve kaynak katkı payı ihtiva etmemesi durumlarında, Ek-l de yer alan Su Kullanım Hakkı Anlaşması metninden ilgili hükümler DSİ tarafından çıkarılır. / Su Kullanım Hakkı Anlaşması, lisans süresince ve lisansın yürürlükte olduğu sürece geçerli olur ve Lisansın yenilenmesi, sona ermesi, iptali halinde Su Kullanım Hakkı Anlaşması hükümsüz kalır. Lisansın yenilenmesi halinde, mevcut Su Kullanım Hakkı Anlaşması eski hak ve mükellefiyetleri ile yenilenir." hükümleri ile anlaşmanın yönetmelik ekindeki taslakta belirlenen şekilde yapılacağı açıkça düzenlenmekte, sonradan gelişen durumlara göre de idareye, bu sözleşmeye ek şartlar getirme hakkı tanımaktadır. Yukarıda incelendiği hali ile, HES kurarak elektrik kullanım işlerinin, genel ihale mevzuatından ayrı bir düzenleme ile yürütüldüğü, kamusal bir faaliyetin, özel düzenlemeler ile ve idareye anlaşmaların 28 hazırlanmasında uygulanması ve denetiminde, kanun ve yönetmelikte belirlenen kamusal güç ve yetki kullanma hakkı tanındığı anlaşılmaktadır. Doktrin ve uygulamada, idarenin kamusal faaliyeti yürütürken, tamamen özel hukuk hükümlerine uygun olarak ve tarafların serbest iradeleri ile hak ve yetkileri belirleyen anlaşmalar yapabileceği bu anlaşmalardan doğan sorunlarında adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği kabul edilmiş iken, idareye üstün hak ve yetkiler tanıyan, sözleşmenin hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesinde, mevzuat hükümlerinin ağır bastığı ve kamu yararının üstün tutulduğu durumlarda düzenlene sözleşmelerin ise idari sözleşme olarak tanımlanması gerektiği kabul edilmiştir. Bu hususta, doktrinde de "İdarî sözleşmelerin, iki taraf arasında imzalanmış olduğu için "sözleşme" adını aldığı, aslında idari sözleşmelerin bir "katılma-işlem" olduğu, "karma işlem" niteliği taşıdığı, hükümlerinin büyük bir bölümünün "düzenleyici genel işlem kural"lardan oluştuğu, sadece "malî hükümler" in tarafların anlaşması ile saptandığı görüşündeki gerçek ve ağırlık da aşikârdır” (Özay, İl Han: İkinci Bine Kavuşurken Günışığında Yönetim, İstanbul 1994, /s.478;Özay, İl Han: Günışığında Yönetim, İstanbul 1996, s.414. Den aktaran "Genel Olarak İdarenin Sözleşmeleri" prof. Dr. Zehra Odyakmaz* http://webftp.gazi.edu.tr/hukukjdergi/2_l2.pdf') tanımlaması ile savunduğumuz görüşe bilimsel bir yorumda katılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar ve incelenen mevzuat hükümlerine göre, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yürürlüğe konulan Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca DSİ Genel Müdürlüğü ile davacı şirket arasında 28.08.2007 tarihinde imzalanan Su Kullanım Hakkı Anlaşması ve 28.09.2012 tarihinde imzalanan Ek Protokol, gerek konusu ve süresi gerekse idareye tanınan denetim ve sözleşme feshi yetkileri açısından idari nitelikte ve idare hukuku alanına ilişkin olduğundan, açılan dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari yargının görev alanında bulunduğu düşünülmektedir…” demek suretiyle Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/115 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı DSİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı P. Enerji Üretim A.Ş. ile davalı DSİ Genel Müdürlüğü’nün imzaladığı su kullanım anlaşması çerçevesinde, işletmeye alınan projenin devamı sırasında, davalı idare tarafından hazırlanan, DSİ Genel Müdürlüğü Adına DSİ 24. Bölge Müdürlüğü ile Aralık İlçesi ve Köyleri Sulama Birliği Kiti HES ve P. Enerji Üretim A.Ş Arasında Düzenlenen Sefaköy Barajı ve HES işletmesiyle ilgili EK Sözleşme’nin, davacı şirket tarafından ihtirazi kayıt ile imzalanması sonrasında, genel koşulları içeren sözleşme maddelerinin yazılmamış sayılmasına ve muarazanın men’ine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 168. maddesinde; “ Tabiî servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabiî servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.” denilmek suretiyle devletin doğal kaynakların aranması ve işletilmesi hakkını kanunla belli esaslar ve süreler için gerçek ve tüzel kişilere devredilebileceği kabul edilmiştir. 18.12.1953 tarih 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Umumi hükümler” başlıklı 1. maddesinde;“ (Değişik: 11/10/2011 - KHK - 662/49 md.) Bu Kanunun amacı; yerüstü ve yeraltı sularının zararlarını önlemek ve/veya bunlardan çeşitli yönlerden faydalanmak maksadıyla bu Kanun ve ilgili diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere; Orman ve Su İşleri Bakanlığına bağlı, k amu tüzel kişiliğine sahip, merkezi 29 Ankara’da bulunan özel bütçeli bir kuruluş olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenlemektir…” “Vazife ve salahiyetleri “ başlıklı maddesinin 2. maddesinde “… r) (Ek : 11/10/2011 - KHK 662/50 md.) İşletmeye açılan hidroelektrik santrallerin su kullanım hakkı anlaşmalarına uygun olarak işletilip işletilmediğini kontrol etmek, bunlarla ilgili her türlü hesap ve tahsilât işlemlerini yapmak, s) (Ek : 11/10/2011 - KHK - 662/50 md.) Sınıraşan ve sınır oluşturan sular konusunda görev alanı ile ilgili çalışmalar yapmak, Ek 6. maddesinde de “ (Ek : 10/9/2014 - 6552/88 md.) 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve su kullanım hakkı anlaşması çerçevesinde elektrik enerjisi üretmek amacıyla yapılacak olan hidroelektrik tesislerinin baraj, regülatör, yükleme havuzu, tünel, kanal, borulu isale hattı gibi su yapısıyla ilgili kısımları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak baraj, gölet ve regülatör gibi su yapılarının inşasının inceleme ve denetimi zorunludur; diğer su yapılarından sulama tesisi, isale hattı, kolektör, arıtma tesisi, taşkın ve nehir yatağı düzenlemesi gibi su yapılarının da denetim masrafları ilgililerine ait olmak üzere denetim hizmeti DSİ tarafından yapılır veya DSİ tarafından yetkilendirilen Türk Ticaret Kanununa göre kurulmuş şirketlerden DSİ’ce müşavirlik hizmeti satın alınarak yaptırılır. Su yapıları yapmak üzere görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiş kamu kurum ve kuruluşları ile mahallî idareler, mevzuatı çerçevesinde talep etmeleri hâlinde su yapılarının denetim hizmetleri bu madde kapsamında yapılır…” hükümleri yer almaktadır. 14.03.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde ; “ Bu Kanunun amacı; elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin yapılmasının sağlanmasıdır. “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde; “Bu Kanun; elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı, toptan veya perakende satışı, ithalat ve ihracatı, piyasa işletimi ile bu faaliyetlerle ilişkili tüm gerçek ve tüzel kişilerin hak ve yükümlülüklerini kapsar.”şeklinde düzenlenmiştir. 6446 sayılı Kanundan önce yürürlükte olan 20.01.2001 tarih 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 6446 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 4628 sayılı Kanunun başlığı “Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” şeklinde değiştirilmiş, 31. maddesinde de; “1) Diğer mevzuatta, 4628 sayılı Kanunun bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddelerine yapılan atıflar, bu Kanunun ilgili hükümlerine yapılmış sayılır. (2) Bu Kanun kapsamında düzenlenmesi gereken ve süre belirtilmeyen yönetmelikler, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde çıkarılır. Bu yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar mevcut yönetmelik, tebliğ, Kurul kararı gibi bütün genel düzenleyici işlemlerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükümleri yer almıştır. 19.02.1985 tarih ve 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ‘un “Amaç “ başlıklı 1. maddesinde; “ Bu Kanunun amacı, enerji ve tabii kaynaklarla ilgili hedef ve politikaların, ülkenin savunması, güvenliği ve refahı, milli ekonominin gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda tespitine yardımcı olmak, enerji ve tabii kaynakların bu hedef ve politikalara uygun olarak araştırılmasını, geliştirilmesini, üretilmesini ve tüketilmesini sağlamak için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının kurulmasına, teşkilat ve görevlerine ilişkin esasları düzenlemektir.” denilmiştir. 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun, 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümlerine dayanılarak hazırlanan “Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” 26.06.2003 tarih ve 25150 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Söz konusu Yönetmeliğin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Yönetmeliğin amacı, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek tüzel kişiler tarafından hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim, otoprodüktör, otoprodüktör grubu lisansları için DSİ ve tüzel kişiler arasında düzenlenecek Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanması işlemlerinde uygulanacak usul ve esasları belirlemektir.” “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde “ Bu Yönetmelik, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek tüzel kişiler tarafından, hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim, otoprodüktör, otoprodüktör grubu lisansları için DSİ ve tüzel kişiler arasında imzalanacak Su Kullanım Hakkı Anlaşmasında yer alması gereken hükümler, Su Kullanım Hakkı Anlaşması’nın imzalanmasına, yenilenmesine, tadiline ve sona ermesine ilişkin usul ve esaslar ile Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalayacak tüzel kişilerin yükümlülüklerini kapsar.” “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde ; “Bu Yönetmelik’te geçen;…d) DSİ: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünü, 30 l) Su Kullanım Hakkı Anlaşması: Hidroelektrik enerji üretim tesislerinin su kullanımına ilişkin işletme esaslarını ve DSİ'ye ödenecek bedellerin ödeme şeklini belirleyen yazılı hükümlere ve şartlara göre DSİ ile şirket arasında akdedilen anlaşmayı,.. ifade eder.” “Su Kullanım Hakkı Anlaşması Hakkında Hükümler” başlıklı 11. maddesinde; “Ek-1'de verilen taslakta belirtilen hükümler çerçevesinde imzalanan anlaşmanın bir örneği yazı ile EPDK'ya gönderilir. Ek-1’de yer alan Su Kullanım Hakkı Anlaşmasına, projenin özelliğine bağlı olarak özel hükümler eklenebilir. Su Kullanım Hakkı Anlaşması, lisans süresince ve lisansın yürürlükte olduğu sürece geçerli olur ve Lisansın yenilenmesi, devredilmesi, sona ermesi, iptali halinde Su Kullanım Hakkı Anlaşması hükümsüz kalır. Lisansın sona ermesi, iptali veya Su Kullanım Hakkı Anlaşmasının feshi hallerinde mevcut tesislerin durumuna ilişkin hususlar DSİ ve EPDK tarafından ayrıca düzenlenir.” şeklindeki düzenlemelerinden sonra yönetmeliğin ekinde örnek anlaşma metni yer almaktadır. Dosya kapsamında yapılan incelemede; davacı şirket ile davalı idare arasında 28.08.2011 tarihinde, “Sefaköy HES Hidroelektrik Enerji Üretim Tesislerinin Su Kullanımı Hakkı ve İşletme Esaslarına İlişkin Anlaşma” nın imzalandığı; davalı tarafından Kars 3. Noteri aracılığıyla 16.08.2012 gün ve 05963 yevmiye no’lu ihtarname ile sözleşmeye eklenen bazı maddelerin imzalanmaması halinde su kullanım hakkına ilişkin anlaşmanın feshedileceği bildirilmesi üzerine davacı şirket tarafından ihtirazi kayıtla 28.09.2012 tarihinde ek sözleşmenin imzalandığı anlaşılmaktadır. 28.08.2007 tarihli Sefaköy HES Hidroelektrik Enerji Üretim Tesislerinin Su kullanımı Hakkı ve İşletme Esaslarına İlişkin Anlaşmanın; “Anlaşmanın konusu ve taraflar” başlıklı 1. maddesinde;“Elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreye uyumlu bir şekilde tüketicinin kullanımına sunulması için rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanması” amacını taşıyan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek tüzel kişiler tarafından hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim, otoprodüktör, otoprodüktör grubu lisanslarına yönelik düzenlenen işbu Su Kullanım Hakkı Anlaşması, Sefaköy HES üretim tesisi için üretim lisansı verilmesi 24.07.2007 tarihli ve 1263-3 sayılı EPDK Kurul Kararı ile uygun bulunması nedeniyle, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile “P. Enerji Üretim Anonim Şirketi” arasında akdedilmiştir.” “Esaslar” başlıklı 3. maddesinde; “Aşağıdaki maddelerde belirtilen hususlar, Kars İli sınırları içerisinde elektrik enerjisi üretimi amacıyla Şirket tarafından inşa edilecek 35,00 MWM / 33,11 MW’e kurulu gücündeki rezervuarlı Sefaköy HES hidroelektrik enerji üretim tesislerinin, lisansın geçerli olduğu süredeki su kullanımına ilişkin işletme esasları ile ortak tesislerin yatırım, işletme, bakım, onarım ve yenileme giderlerinin enerji hissesi oranındaki katılım bedelinin DSİ'ye ödeme şekli ile ilgili esasları belirler.” “Şirketin Yükümlülükleri” başlıklı maddelerinde; 4. madde: “Hidroelektrik enerji üretim tesislerinin bulunduğu bölgenin havza gelişimine paralel olarak DSİ tarafından yürütülmekte olan çalışmalar çerçevesinde, havzadaki mevcut, inşa halinde ve mutasavver projeler (kesin proje, planlama, master plan, ön inceleme ve ilk etüt) kapsamında içme kullanma, turizm ve endüstri suyu temini, sulama, taşkın koruma ve maksatları ile bunların dışında olabilecek başka maksatlara yönelik olarak diğer kuruluşlara ve tüzel kişilere tahsis edilecek suların miktar ve zamanlamasını belirleyecek olan işletme planları DSİ tarafından yapılır ve şirkete bildirilir. Şirket bu planlara uymakla yükümlüdür. Şirket; dere yatağının su alma yeri mansabında doğal hayatın idamesini sağlayacak ve bu kesintileri su haklarını karşılayacak miktardaki suyu yatağa bırakacaktır. Doğal hayat ve su hakları için dere yatağına bırakılacak suyun miktar ve zamanlaması, kurulacak hidroelektrik enerji üretim tesisleri ile ilgil i Şirket tarafından hazırlanarak Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan onay alınacak olan ÇED, Proje Tanıtım Dosyası’nda belirlenecektir. İlgili mevzuat çerçevesinde ÇED veya Proje Tanıtım Dosyası gerektirmeyen projelerde ise fizibilite raporunda belirlenen ve DSİ tarafından uygun görülen miktardaki su, doğal hayatın idamesini sağlamak üzere Şirket tarafından dere yatağına bırakılacaktır. Şirket tarafından inşa edilecek enerji üretim tesislerinin menba ve mansabında değişen ve gelişen şartlar çerçevesinde, havzada ihtiyaçların önceliği, havzanın gelişim durumu ve menba-mansap ilişkisi göz önünde bulundurularak, bu hidroelektrik santral projesi ile ilgili ilk Su Kullanım Hakkı Anlaşmasının imzalandığı tarihten itibaren 20 yıllık periyotlar sonunda, havzadaki hidrolojik veriler, mevcut ve mutasavver projelerdeki değişiklikler ile ihtiyaçların güncelleştirilmesi, yeni projelerin geliştirilmesi ve buna bağlı olarak önceden tespit edilmiş işletme planında DSİ tarafından geçici veya sürekli olarak 31 değişiklik yapma hakkı saklıdır. Değişiklik yapılması halinde DSİ söz konusu değişiklikleri Şirkete bildirir. Şirket bu planlara uymak zorundadır. Bu durumda Şirket, DSİ'den herhangi bir hak talebinde bulunamaz. 5. madde; “Hidroelektrik enerji üretim tesisleri, DSİ tarafından belirlenecek menba ve mansap projelerindeki su kullanımı paternine göre işletilecektir. Mücbir sebeplerden dolayı su verilememesi durumunda enerji üretiminde meydana gelebilecek azalma veya aksamalar sebebiyle Şirket DSİ'den herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.” 8. madde; Şirket kuracağı hidroelektrik enerji üretim tesislerini mansap şartlarına uygun olarak işletecektir. Üretim tesisinden bırakılan suyun DSİ ve üçüncü şahıslara ait tesislere zarar vermesine yol açacak işletme şekilleri tatbik edilemez. Şirkete ait üretim tesisinin işletiminden kaynaklanacak her türlü hasar ve zararlardan üçüncü şahıslara karşı da Şirket sorumlu olacaktır. 14. madde; Hidroelektrik enerji üretim tesislerinin işletilmesi esnasında kullanılabilecek olan suların sağlıklı olarak belirlenebilmesi için DSİ ve Şirketçe uygun görülecek yerlerde, tesis, teçhizat ve yapım bedeli Şirket tarafından karşılanmak üzere DSİ’ce uygun görülen elektronik sistemli akım gözlem istasyonları DSİ kontrolluğunda Şirket tarafından kurulacaktır. Akım gözlem istasyonlarının korunması, bakım ve onarımı gerektiğinde yenilenmesi Şirket tarafından yapılacak ve DSİ yetkili elemanlarınca kontrol edilecektir. Hidrometrik ölçüm ve değerlendirmeler Şirket ve DSİ tarafından müştereken yapılacaktır. Şirketin ölçümlere katılmaması halinde DSİ'ce tespit edilen değerlere itibar edilecektir. Elektronik ölçüm sistemlerinin arızalanması durumunda, üretim tesisine alınabilecek su miktarını belirleme yöntemine DSİ ve Şirket müştereken karar verecektir. Müşterek karar oluşturulamadığı takdirde DSİ görüşüne itibar edilecektir. “Çeşitli hükümler” başlıklı bölümde 21. madde; “Bu anlaşma metninde yer almayan veya yer almış olsa bile uygulamada ortaya çıkabilecek sorunlar ile ilgili olarak taraflar arasında gerekirse ek protokol düzenlenir.” 22. madde; “Şirketin bu anlaşmanın herhangi bir maddesindeki sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde oluşacak her türlü zarar ziyan ve hukuki sorumluluk şirkette aittir. DSİ bu durumda anlaşmayı fesih edebilir. Anlaşmanın feshi veya lisans süresinin sona ermesi halinde, Şirketin önceden oluşan hukuki sorumluluğu ortadan kalkmaz. “ hükümlerini içeren anlaşma taraflar arasında imzalanmıştır. Söz konusu anlaşmanın imzalanmasının ardından anlaşmanın 21. maddesinde de belirtild iği gibi sonrasında davalı idare tarafından düzenlenen ek sözleşme davacı şirkete gönderilerek imzalaması istenilmiştir. “DSİ Genel Müdürlüğü adına DSİ 24. Bölge Müdürlüğü ile Aralık İlçesi ve Köyleri Sulama Birliği, Yeşil Iğdır Sulama Birliği, Kiti Hes ve P. Enerji Üretimi A.Ş. arasında Düzenlenen Sefaköy Barajı ve Hes İşletmesiyle İlgili Yapılan Ek Sözleşme” nin Özel Hükümleri başlıklı bölümünde yer alan maddeler: 5.1.Arpaçay ve Sefaköy barajlarına ait rezervuar işletme programları, su bütçeleri ve bunların işletmesi (sulamaya, enerji üretimine, çevresel akış ve diğer tahsislere verilecek su miktarı) DSİ’ce yapılır. İşletme plan ve programlarında DSİ tarafından geçici veya sürekli olarak değişiklik yapma hakkı saklıdır. Şirket ve Su Kullanıcı Örgütler bu plan ve programlara uymakla yükümlüdür. Şirketin bu planlara aykırı işletme (üretim) yapması halinde çıkabilecek zarar ve ziyandan Şirket, Su Kullanıcı Örgütlerinin bu planlara uygun sulama organizasyonu yapmamasından çıkabilecek zarar ve ziyanlardan da Su Kullanıcı Örgütler sorumlu olacaktır. 5.2. Sefaköy HES’e; Kiti HES’e, Iğdır ovası sulamalarına, çevresel akışa ve Ermenistan Cumhuriyetine verilecek suyun zaman ve miktar bakımından belirlenmesi için su yılı başında Sefaköy ve Arpaçay barajları rezervuar işletme programlarına, genel sulama planlamalarına ve enerji üretim projeksiyonuna uygun olacak şekilde her yıl yenilenmek üzere DSİ tarafından “Yıllık Su Bütçesi” hazırlanacaktır. Bu bütçeye bağlı olarak gerçekleşen duruma göre aylık, gerekirse haftalık olarak “Su Dağıtım Programı” DSİ 24. Bölge Müdürlüğünce yapılarak uygulanmak üzere Şirket ile diğer faydalanan taraflara ve bir nüshaları da DSİ Genel Müdürlüğüne gönderilecektir. Taraflar hiçbir hak ve tazminat talep etmeksizin bu işletme programına uymakla yükümlüdürler. 5.3.Sefaköy HES tesisinde enerji üretimi mansap su ihtiyaçlarına göre yapılacaktır. Aras nehri sınır aşan sular kapsamında olup, suyun kullanılması konusunda Ermenistan Cumhuriyeti ile belirli aralıklarla (bir ay bir ülke tarafında, sonraki ay diğer ülke tarafında olmak üzere aylık) su paylaşımına yönelik iki ülke arasında Protokol yapılmaktadır. Bu nedenle az da olsa kesintili veya dalgalı olarak mansaba verilecek sular, işletme programlarını olumsuz etkileyecek ve taraflar arasında ciddi itilaflar çıkartabilecektir. Mansap projelerine verilecek tahsisli sular (sulamaya, Kiti HES tesisine ve Ermenistan Cumhuriyetine verilecek su vb) ile çevresel akışa verilecek sular yeterli miktarda, kesintisiz ve dalgalanma yapmadan dere yatağına bırakılacaktır. Buna göre; yıl boyunca mansap su ihtiyatları Sefaköy barajına gelen giriş akımlarından fazla ise, gelen günlük giriş akımları Sefaköy barajında depolama yapılmadan enerjisi alınarak kesintisiz ve dalgalanma yapmadan dere yatağına verilecektir. Ancak, mansap su ihtiyaçlarının 32 üzerinde (fazla) gelebilecek günlük akımlar, Serdarabat regülatöründe de tutulamayıp savaklanacağı için, bu fazla sular Sefaköy barajında depolanabilecektir. Bu miktarlar yıl boyunca Sefaköy HES tesisinin bir veya iki türbininin birden kavitasyona düşürmeden çalışmasına yeterli ise, enerji üretilerek verilecektir. Gelen su miktarı tek türbinin kavitasyon sınırının altında kalması halinde ise baraj dipsavağından veya türbinden enerjisi alınmadan verilecektir. Gelen su miktarı bir türbin çalışması için fazla ama iki türbin için yetersiz ise, bir türbin çalışacak ve fazla su depolanmadan, dalgalanmaya mahal vermeden baraj dipsavağından veya diğer türbinden enerjisi alınmadan dere yatağına bırakılacaktır. Sefaköy HES’in hatalı işletm e şekli tatbiki sonucu bırakılan suyun DSİ sulama tesisleri başta olmak üzere üçüncü şahıslara vereceği her türlü zarar ziyandan tamamen şirket sorumlu olacaktır. 5.4.Su kullanıcı örgütler, genel sulama planlamalarını, planlı su dağıtımlarını DSİ kriterlerine uygun olarak yapacak olup, kısıtlı su kaynaklarının en optimum ve tasarruflu biçimde kullanılması için gerekli tedbirleri (gece sulaması yapılaması, fazla su kullanım alışkanlıklarının önlenmesi, su kullanıcılarının bu konularda da bilinçlendirilmesi, modem sulanma sistemlerine geçiş vb.) alacaklardır. Yine bu sulayıcı örgütler sulama tesislerinde su kayıplarını azaltacak ve randımanı artıracak bakım- onarım çalışmalarım DSİ kriterlerine göre zamanında yapacaklardır. 5.5.Aras Nehri doğal akım yetersizliği ve diğer çeşitli sebeplerle Sefaköy barajına az su gelmesi halinde, HES tesisinin çalıştırılamaması veya öngörülenden az enerji üretmesi durumuna ait bütün risk ve sorumluluklar Şirkete aittir. Aynı şekilde doğal akım yetersizliği nedeniyle Serdarabat regülatöründen sulamaya yeterli su verilememesi nedeniyle de oluşabilecek üretim kayıpları ve her türlü risk ise Su Kullanıcı Örgütlerine aittir. Bu durumda, Şirket ve Su Kullanıcı Örgütleri DSİ’den herhangi bir hak ve tazminat talebinde bulunamazlar. 5.6.Şirket HES tesisinde enerji üretimi yaparken işletmesini mansap şartlarına uygun olarak yapacaktır. Enerji üretim tesisinden tahsisli mansap projeleri suyu ve çevresel akış (doğal-ekolojik denge debisi) için gerekli su miktarını kesintisiz olarak dere yatağına verecektir. Sefaköy barajında depolanan suyun enerjisi alınırken dalgalanma yapmadan dere yatağına verilebilmesi için türbin kanat açıklık ayarı kademeli olarak değiştirilerek veya başka bir yöntemle su saatlere yayılarak ani yükleme ve dalgalanma yapmadan bırakılacaktır. Ayrıca Şirket, DSÎ sulama tesisleri ile doğal dere yatağı (şedde yıkılması, şev ve, yatak oyulmaları vb.) başta olmak üzere üçüncü şahıslara ait tesislere zarar vermesine yol açacak işletme şekilleri tatbik etmeyecektir. Eğer böyle bir işletme şekli tatbik edilirse oluşan her türlü zarar ziyandan Şirket sorumlu olacaktır. 5.7.Santralde, elektrik enerjisi üretilmediği ve arıza olduğu zaman, mansap projeleri ve çevresel akış suyu amacıyla gerekli tedbirler Şirketçe alınacaktır. Gerekli suyun verilmemesi veya kesintili verilmesinden dolayı çıkabilecek zarar ve ziyandan Şirket sorumlu olacaktır. 5.8.Arpaçay barajı ve Sefaköy barajı mansabında doğal (ekolojik) hayatın devamı için yılın 12. ayında son 10 yılın aylık ortalama akımlarının %10’u miktardaki çevresel akış suyu kesinti olarak ve mansaptaki diğer projelerin de su ihtiyaçlarının tamamı karşılanacak şekilde dere yatağına bırakılacaktır. Doğal hayat için dere yatağına bırakılacak çevresel akış suyunun miktar ve zamanlaması, varsa Şirketin ÇED Proje Tanıtım Dosyası'ndaki kadar olacaktır. Bu miktar ilgili kamu kuruluşları tarafından değiştirilebilir. Ancak, doğal hayatın devamı için mansaba bırakılacak su miktarı, son 10 yıllık ortalama akımın en az %10 u olacaktır. Ekolojik ihtiyaçlar göz önüne alındığında bu miktarın yeterli olmayacağının belirlenmesi durumunda artırılabilecektir. Nehirde son 10 yıllık ortalama akımın %10’ undan daha az akım olması halinde suyun tamamı doğal hayatın devamı için kesintisiz olarak mansaba bırakılacaktır. Taraflar bu suya herhangi bir şekilde müdahale edemez. Müdahil olanlar oluşabilecek zarar-ziyan ve hukuki sorumluğu da almış sayılır. 5.9.Taşkın ve feyezan hallerinde Şirket, Su Kullanıcı Örgütleri ve ilgili diğer kurum veya kuruluşlar DSİ’nin koordinatörlüğünde birlikte çalışacaktır. Dipsavaktan bırakılacak veya şebekeye alınacak suyun miktarı ve zamanlaması DSİ talimatlarına göre gerçekleştirilecektir. DSİ tarafından öngörülen önlemleri almayanlar ve DSİ talimatlarına uymayanlar verdikleri zarardan sorumludurlar. 5.10.Şirketin ve Su kullanıcı Örgütlerinin her türlü su ile ilgili faaliyeti, gerektiğinde DSİ tarafından haberli/habersiz denetime tabi tutulurlar. Şirket ve Su kullanıcı Örgütleri bu aşamada DSİ elemanlarına her türlü kolaylığı (doküman, proje, ulaşım vb.) sağlayacaktır. Denetimler sonucu tespit edilen aksaklıkların giderilmesi ve gerekli görülen revizelerin yapılması için Şirkete veya Su Kullanıcı Örgütüne uygun bir süre verilir. Şirket veya Su Kullanıcı Örgütü, bu sürede gecikmeye meydan vermeden tespit edilen aksaklıkları giderir veya revize eder. Giderilmediği takdirde fesih hakkı saklı kalmak kaydıyla hukuki yollara başvuracaktır. DSİ bu durumda, hizmetin sürekliliğini sağlamak amacı ile masrafları Şirkete veya Su Kullanıcı Örgütüne ait olmak üzere gerekli tedbirleri alır veya aldırır. 5.11.Sefaköy HES Su kullanım Hakkı ve İşletme Esaslarına İlişkin Anlaşma’nın 14 maddesi gereği P. Enerji Üretim A.Ş tarafından DSİ kriterlerine uygun, DSİ 24. Bölge Müdürlüğünden de izlenebilecek şekilde bir uzaktan algılamalı ölçü tesisi kurulacaktır. Aksi takdirde gelen ve bırakılan suyun sayısal verileri ispatlanamayacağından mansaptaki su kullanıcılarının su yetersizliğine bağlı veya düzensiz 33 dalgalanmalardan sulama şebekesinde su taşması sonucu oluşabilecek zarar ziyan taleplerini şirket peşinen kabullenmiş sayılacaktır. Arpaçay barajı giriş-çıkış akımlarım ölçmek amacıyla da uygun görülen ölçü tesisi DSİ tarafından kurulacaktır. 5.12.Sefaköy HES’in mansabında bulunan ve Aras Nehri önüne oluşturulan bentlerle sularını alan köyler bulunmaktadır. Şirket tarafından düzensiz ve dalgalanmaya yönelik enerji üretimi tatbik edilmesi halinde yıkılan ve bozulan bu bentlerin tekrar teşkil edilmesi dahil her türlü zarar ziyan şirket tarafından karşılanacaktır. Bu konu ile ilgili DSİ’e yapılan talepler şirkete bildirecek, şirket bu talepleri 24 saat içerisinde yerine getirecektir. 5.13.Protokol ve anlaşmalara göre Aras nehri suyunun Ermenistan Cumhuriyeti ile paylaşımı yarı yarıyadır. Gelen akımın mansap su ihtiyacından az olduğu ama şirketin buna rağmen suyu gün içerisinde depolayarak akabinde enerji üretimi yapıp dalgalanma yaratması halinde ani yüklenen suyun büyük bir kısmı sulamada kullanılmadan regülatörden savaklanacağından Ermenistan Cumhuriyeti savaklanan kadar miktardaki suyu müsebbipi Türk tarafı olduğu için bir sonraki ay kendi hisselerine aktarılmasını istemektedirler. Bunun sonucunda, Ermenistan Cumhuriyeti ile yapılan antlaşmalar gereği ülkemizin su konusunda hak kaybına neden olmaktadır. Bu durumda SKHA 22. Maddesi uygulanacaktır. 5.14.Sözleşmenin herhangi bir maddesindeki sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde oluşacak her türlü zarar, ziyan ve hukuki sorumluluk şirkete ait olmakla birlikte “Sefaköy HES Su Kullanım Hakkı Anlaşmasının” 22. maddesi uygulanacaktır. “Diğer Hükümler” başlıklı bölümü; 6.1.Bu ek sözleşme imzalandığı tarihte yürürlüğe girer ve DSİ tarafından fesih veya revize edilinceye kadar geçerlidir. Şirket veya su Kullanıcı örgütlerinden herhangi biri bu sözleşmede yer alan hükümlerinden birine DSİ’nin yazılı uyarısına rağmen uymaması halinde, DSİ bu sözleşmeyi yeni bir uyarıya gerek kalmaksızın tek taraflı olarak fesh edebilir. Sözleşmenin yürürlükten kaldırılması halinde faydalanan Şirket veya Su Kullanıcı Örgütleri DSİ’den hiç bir zarar-ziyan ve tazminat talebinde bulunamaz. 6.2.Bu anlaşma metninde yer almayan veya yer almış olsa bile uygulamada ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili olarak taraflar arasında gerekirse bu ek sözleşmeye ilave maddeler eklenebilir…” hükümleri ile su kullanım hakkı sözleşmesine ek hükümler ile davacı şirkete ek yükümlülükler getirilmiştir. Yukarıda açıklanan ek sözleşme hükümleri incelendiğinde; uyuşmazlığa konu anlaşmanın gerek konusu ve süresi gerekse idareye tanınan denetim ve sözleşme fesih yetkileri açısından idari nitelikte ve idare hukukuna ilişkin olduğu görülmektedir. Kamu hizmetinin kurulması ve /veya işletilmesi için yapılan idari sözleşmeler, gerek hizmetin yürütülmesini sağlamak için hizmeti yapanlara kamu gücüne dayanan kimi yetkiler tanıması, gerekse idarenin, hizmetin düzenli ve istikrarlı yürütülmesi için denetim ve gözetimi yetkisine sahip olması yönünden özel hukuk sözleşmelerinden ayrılmaktadır 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin, değişik (1/a). bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ve değişik (1/c). bendinde, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin d avalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır. Belirtilen duruma göre ve olayda, idare hukuku alanında hüküm ifade eden 4628 sayılı Enerji Piyasası Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmelik hükümlerinin verdiği yetkiye dayanan ve Su Kullanım Hakkı Sözleşmesi ile kurulmuş bulunan idare hukuku çerçevesinde hareket eden davalı idarenin, tek yanlı irade açıklaması ile yeni hükümler içeren ek sözleşme hükümleri idari nitelikte ve idare hukukuna ilişkin olduğundan, genel koşulları içeren ek sözleşme maddelerinin yazılmamış sayılmasına ve muarazanın men’ine ilişkin davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerinde idari yargı yeri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı tarafından 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun kabulü ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.04.2014 gün ve E:2014/115 sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.04.2014 gün ve E:2014/115 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 34 2-ESAS NO : 2014/824 KARAR NO : 2014/1067 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacının, hissedarı olduğu taşınmazda, kendisine ait olduğunu iddia ettiği idare hissesinin, bilgisi dışında davalı belediye tarafından diğer hissedarlara satıldığından bahisle, satışın iptali istemiyle açtığı davanın, İmar Mevzuatı kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : A.A. : Av.İ.T.E. : Mamak Belediye Başkanlığı : Av. Ç.E. O L A Y : Davacı dava dilekçesinde aynen; “Ankara Mamak Belediyesi Sınırları İçinde Bulunan Bostancık Mahallesinde Toplam 716 metre kare olup, Z.E., M.Y., Y.İ., S.İ. ve Şahsıma ait olmak üzere müşterek halinde mülkiyet olup statüsünde bir ortaklık şeklinde gayrimenkule ortaklık devam ettiğinde 143,2 metre kare pay düşerken daha sonra hissemiz olan 143,2 metre kareyi diğer ortaklara belediye bizim haberimiz olmadan satmıştır. Bize yasal tebligat yapılmamıştır. Belediye bilgimiz dışında resen satışı yapmaya yetkili değildir. Esasen yasalarımıza göre artırma usuli ile ortaklara satışının teklif edilmesi gerekirdi. Ben bu satışı veya mülkiyetin intikalini yeni öğrenmiş bulunuyorum. Çorum'da uzun yıllarca ikamet edip iş yerimin de Çorum'da olması hasebi ile öğrenemedim ancak tesadüfen belediyeye gittiğimde 3 gün önce öğrenmiş bulunuyorum. Satış hukuki değildir. Satışın iptali gerekir Sonuç ve İstek: 1: Yukarda Açıkladığım nedenlerle satışın iptaliyle hissem olan 143,2 metre kareyi tapuya tesciline, 2: Yargılama giderleriyle vekalet ücretinin davalı idareye yükletilmesine karar verilmesini arz ve talep ederim. … Arsanın hakiki değerini bilmediğim için 10.000TL olarak belirledim” demek suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalı İdare vekili, cevap dilekçesinde; Ankara İli, Mamak İlçesi, Bostancık Mahallesi imarın 37087 ada 10 numaralı parseli üzerinde, davacıya ait gecekondu bulunduğunu; ancak bu gecekondunun 2981 sayılı İmar Affı Yasasından yararlanması için sahibi tarafından süresi içinde yapılmış herhangi bir başvuru bulunmadığını, dolayısıyla gecekondu kaçak yapı niteliğinde olduğundan, bu gecekondu sebebiyle davacının herhangi bir kazanılmış hakkının bulunmadığını; davacının bu gecekondusunu 1988 yılında inşaa ettiğini; bu parselde ise 06.07.2011 tarihinde hissedar olduğunu, hisse miktarının ise 1 m2 olduğunu ve bunu da diğer hissedar S.İ.’dan satın aldığını; anılan taşınmazda 06/07/2011 tarihinde hissedar olan davacı A.A.’un, aynı tarihte İdarelerine başvurarak taşınmazdaki Belediyelerine ait hisseyi satın almak istediğini bildirdiğini, yapılan işlemlere esas olacak tebligat adresini de “Gülabibey Mahallesi Velipaşa 1 Sokak No:l 11/ B” olarak verdiğini; davacının satın alma talebinin incelemeye alındığını, öncelikle taşınmazın beher m2 birim fiyatının belirlendiğini, sonra konunun Mamak Belediye Encümenine havale edildiğini; Encümenin, 29/09/2011 gün ve 1658/1774 sayılı kararla taşınmazdaki 133 m2 hisselerinin beher m2’si 270 TL.den davacı A.A.’a satılmasına karar vermiş olduğunu; Mamak Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Müdürlüğünün, taşınmazın satış şartlarını içeren 06/10/2011 gün ve 04/2031107426 sayılı yazısının ise davacıya 13/10/2011 tarihinde tebliğ edildiğini ancak davacının kendisine verilen sürede taşınmazı satın almak için idarelerine başvurmadığını; anılan süreçte parselin diğer hissedarlarının, davacının satın almadığı 133 m2 Belediye hissesini satın almak için Kurumlarına müracaat ettiğini; Mamak Belediye Encümeninin de, parselde kalan 133 m2 hissenin m2’si 300 TL.’den parsel hissedarlarına hisseleri oranında satılmasını 15/05/2012 gün ve 853/1011 sayılı kararla hüküm altına aldığını; Encümenin bu kararı ve yeniden belirlenen satış koşullarının davacıya (Gülabibey Mah. Velipaşa 1. Sok. No:...... ÇORUM tebligat adresi) Emlak ve İstimlak Müdürlüğünün 22/05/2012 gün ve 2031204568 sayılı yazısıyla iadeli taahhütlü olarak gönderildiğini, ancak söz konusu tebligatın, anılan şahsın adresten ayrıldığı belirtilerek iade edildiğini; bu arada koşulları kabul eden diğer hissedarlarıyla satış işlemlerinin gerçekleştirildiğini ve taşınmazda hisselerinin kalmadığını; satış işleminin mevzuata uygun olduğunu, Belediyenin hissesini hissedarlarına satmasına engel bir durum veya mevzuat hükmü bulunmadığını; Kurumlarının satışa dair tüm işlemlerinin kesinleştiğini, davacının ise satış işlemlerinin iptalini Mahkemelerinden talep ettiğini, bu 35 durumda davanın görüm ve çözüm yerinin idari yargı mercilerine ait olduğunu savurmuş ve görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 22.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 16.4.2014 gün ve E:2013/465 sayı ile, tapu iptali ve tescil istemine ilişkin davada dava şartlarının mevcut olduğu, davalı vekilinin usule yönelik itirazının yerinde olmadığı gerekçesiyle usulü itirazın reddine karar vermiştir. Davalı vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 21.4.2014 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanununun 17. maddesinde "Belediye veya valilik, kendi malı olan veya imar planlarının tatbiki sonucu kamulaştırmadan artan parçalarla, istikameti değiştirilen veya kapanan yol ve meydanlarda hasıl olan sahalardan müstakil inşaata elverişli olmayan parçaları, bitişiğindeki arsa veya bina sahibine bedel takdiri suretiyle satmak, gayrimenkul sahiplerinin yola giden yerlerden dolayı tahakkuk eden istihkaklarını bedel takdiri suretiyle değiştirmek ve komşu gayrimenkul sahibi takdir edilen bedelle satın almaktan imtina ederse, şüyulandırıp satmak suretiyle imar planına uygunluğunu temin eder. / Bunlardan müstakil inşaata elverişli olanları, kamu yararı için, belediye veya valilikçe yeri alınan şahısların muvafakatları halinde istihkaklarına karşılık olarak bedel takdiri ve icabında denklik temini suretiyle değiştirmeye belediye ve valilik yetkilidir. / Ayrıca belediye veya valilikler ile şüyulu olan müstakil inşaat yapmaya müsait bulunan imar parsellerinde, belediye veya valilikler, hisselerini parselin diğer hissedarlarına bedel takdiri suretiyle satmaya, ilgililer satın a lmaktan imtina ederse, şüyuun izalesi suretiyle sattırmaya yetkilidir. / Bu maddeye göre bedel takdirleri ve bu bedellere itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılır." hükmüne yer verilmiş olduğu; anılan yasa hükümlerine göre, idarenin, paydaşı olduğu taşınmazlardaki payını diğer paydaşların istemi halinde satması konusundaki yetkisinin idari işlem niteliğini taşıdığı; olayda, davalı belediyenin paydaşı olduğu taşınmaz üzerinde davacıya ait bir gecekondu bulunduğu, ancak davacının bu gecekonduya ilişkin yasal herhangi bir başvurusunun bulunmadığı, taşınmazda payı bulunan diğer dört kişiden biri olan S.İ. adlı kişiden 06.07.2011 tarihinde pay satın almak suretiyle davacının da paydaş konumuna geldiği, davacının bu payına dayanarak davalı belediyeye başvuru ile belediye payını satın almak istemesi üzerine isteminin 29.09.2011 günlü, 1658 sayılı kararla kabul edildiği, ancak belirlenen sürede davacının başvurmaması nedeniyle 15.05.2012 günlü, 853 sayılı belediye encümeni kararı ile belediyeye ait 133 m2 payın aralarında davacının da yer aldığı taşınmazın paydaşlarına satılmasına karar verildiği, işlemin davacıya tebliğ edilemediği, belediye payının diğer paydaşlara satıldığı, davacı tarafından durumun öğrenilmesinden sonra da bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, uyuşmazlığın, davacının paydaşı olduğu taşınmazda davalı belediyeye ait payın 3194 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca diğer paydaşlara satışına ilişkin işlemin iptali istemine ilişkin bulunması nedeniyle, davanın satışın iptali istemine ilişkin bölümünün, 3194 sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan idari işlemden kaynaklandığının kabulü gerekmekte olup, buna göre uyuşmazlığın bu bölümünün imar mevzuatı kapsamında çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca davanın satışın iptali istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davacının, Ankara İli, Mamak İlçesi, Bostancık Mahallesinde bulunan 716 m2 yüzölçüme sahip taşınmazda Z.E., M.Y., Y.İ., S.İ. ve Mamak Belediye Başkanlığı ile beraber hissedar olduğunu, Belediyenin 143,2 m2 hissesini kendisine haber vermeden diğer hissedarlara satış yaptığını, yapılan satış işleminin mevzuata aykırı olduğunu ve iptalinin gerektiğini iddia ederek davalı Belediye aleyhine tapu iptal ve tescil davası açtığı; davanın konusunun, davalı Belediyenin, İmar Kanunu'nun 17. Maddesi uygulaması kapsamında, davacının gecekondusunun bulunduğu ve hissedar olduğu parseldeki, Belediye payını önce satın alma başvurusu yapmasına rağmen, satın alma işlemine girişmemesi sonucu, davalı idare tarafından diğer ortaklara satış işleminin iptali ile kendi hakkı olduğuna inandığı hissenin adına tapuya tescili talebini içerdiğinin anlaşıldığı; bu hali ile davanın tapu iptal ve tescil davası niteliğinde olduğunun anlaşıldığı; davaya konu parseldeki Belediye hissesinin diğer hissedarlara satışına dayanak teşkil eden uygulama kaynağını İmar Kanunu 17. Maddeden alan idari bir tasarrufa dayanmakta ise de, davanın açıldığı aşama itibari ile, işlemin sonuçlarını doğurduğunu ve davacı haricindeki hissedarlar adına tapu tescilinin sağlanmış olduğu; dava dilekçesinin incelenmesinden de, davada, tapu kayıtlarına dayanak teşkil eden imar mevzuatına ilişkin işlemlerin iptalinin istenmediği, Medeni Kanun hükümlerine göre tapu iptal ve tescilinin talep edildiğinin anlaşıldığı, bu nedenle ortada idari yargı yetkisi kapsamına giren bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanağının bulunmadığı; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1027. maddesinde “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca resen düzeltir.” hükmüne; Tapu Sicili Tüzüğü’nün 85. maddesinde de “ Kütük üzerinde belgelere aykırı 36 tescil veya yazımın düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması ve yevmiye defterine kaydedilmesi gerekir.(...)/ Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde belgesine aykırı olarak basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi halinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, re'sen düzeltme yapılır.” hükmüne yer verildiği; bu düzenlemeden de, açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının başvurusunun reddinin gerektiği yolunda düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde, davanın satışın iptali istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un davada adli, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı tarafından, hissedarı olduğu Ankara İli, Mamak İlçesi, Bostancık Mahallesi, 37087 ada, 10 parsel sayılı taşınmazda, kendisine ait olduğu iddia edilen 143,2 m2 hissenin kendi bilgisi dışında davalı belediye tarafından diğer hissedarlara satıldığından bahisle, satışın iptali ve hissesinin tapuya tescili istemiyle açılmış; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın satışın iptali istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmıştır. 3194 sayılı İmar Kanununun, “Kamulaştırmadan arta kalan kısımlar” başlıklı 17.maddesinde; “Belediye veya valilik, kendi malı olan veya imar planlarının tatbiki sonucu kamulaştırmadan artan parçalarla, istikameti değiştirilen veya kapanan yol ve meydanlarda hasıl olan sahalardan müstakil inşaata elverişli olmayan parçaları, bitişiğindeki arsa veya bina sahibine bedel takdiri suretiyle satmak, gayrimenkul sahiplerinin yola giden yerlerden dolayı tahakkuk eden istihkaklarını bedel takdiri suretiyle değiştirmek ve komşu gayrimenkul sahibi takdir edilen bedelle satın almaktan imtina ederse, şüyulandırıp satmak suretiyle imar planına uygunluğunu temin eder. Bunlardan müstakil inşaata elverişli olanları, kamu yararı için, belediye veya valilikçe yeri alınan şahısların muvafakatları halinde istihkaklarına karşılık olarak bedel takdiri ve icabında denklik temini suretiyle değiştirmeye belediye ve valilik yetkilidir. Ayrıca belediye veya valilikler ile şüyulu olan müstakil inşaat yapmaya müsait bulunan imar parsellerinde, belediye veya valilikler, hisselerini parselin diğer hissedarlarına bedel takdiri suretiyle satmaya, ilgililer satın almaktan imtina ederse, şüyuun izalesi suretiyle sattırmaya yetkilidir. Bu maddeye göre bedel takdirleri ve bu bedellere itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılır.” hükmüne yer verilmiştir. Bakılmakta olan davaya ilişkin olarak Mamak Belediye Başkanlığı, Emlak ve İstimlak Müdürlüğünce Mahkemeye gönderilen 22.5.2014 gün ve 55765385/042051403441/2113 sayılı yazıda; davacı A.A.’un Bostancık mahallesi 37087 ada 10 nolu parsel üzerinde gecekondusu olduğu ve gecekondusu ile ilgili işlem yaptırmak üzere, varsa imar Affı yasasına müracaat formu tapu tahsis belgesi, tapu, vergi kayıtları, diğer mevcut tüm kayıt ve belgelerle Müdürlüklerine başvurarak tapusunu alması için 13/03/2008 tarih ve 15/03-2734 sayılı yazıyla tebligat gönderildiği; ancak gecekondu adresinden taşındığı için 20.03.2008 tarihinde iade edildiği; Mali Hizmetler Müdürlüğündeki beyannamesine bakıldığında hala eski adresi ve tapusunun bildirilmediğinin ayrıca tespit edildiği; davacının, daha sonra Belediyelerine gelerek 2981/3290 sayılı imar Affı yasasına müracaatı olmadığını beyan ettiği ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğini sorduğunda, kendisine konu hakkında şifahi olarak bilgi verildiği; bunun üzerine davacı A.A. hak sahibi olmadığı için parsel içinde tapulu S.İ.’dan 06.07.2011 tarihinde 1 m2 tapu alarak parsel hissedarı konumuna geldiği ve Belediye hissesi satın almak için Emlak ve İstimlak Müdürlüğüne 06.07.2011 tarihinde, 1031.101920 sayılı dilekçe ile başvurduğu; davacının başvurusu üzerine Belediye hissesinin 29.09.2011 tarih ve 1658/1774 sayılı Encümen Kararı ile 133 m2 yerin A.A.’a satılmasına karar verildiği ve dilekçesindeki adrese 06.10.2011 tarih ve M.06.6..MAM.0-15/04-2031107426 sayılı tebligatın iadeli taahhütlü olarak gönderildiği, tebligatın 13.10.2011 tarihinde alındığının tespit edildiği ancak Belediye hissesini satın almak için hiçbir girişimde bulunmadığı; geçen süreç içerisinde parsel hissedarlarının, Belediye hissesini satın almak için müracaat ettikleri ve Belediye hissesinin, Encümeninin 15.05.2012 tarih ve 853/1011 sayılı kararıyla parsel hissedarlarına hisseleri oranında satışına karar verilmiş olduğu; yine 37 davacı A.A.’un dilekçesinde de belirttiği adrese ve Bostancık mahallesi muhtarlığına 22.05.2012 tarih M.06.3.MAM.0-15/04-2031204568 sayılı iadeli taahhütlü tebligat gönderilerek hissesine düşen 1 m2'yerin alınmasının istenildiği; bu tebligatın, postacı tarafından “adresten ayrılmış olduğundan” notuyla kendilerine iade edildiği; diğer hissedarlar da hisselerine düşen Belediyeleri hissesini satın aldıklarından, Belediye hissesinin kalmadığı; ayrıca; Belediye hisselerinin satışında 21.06.2010 tarih ve M.06.6.MAM.0 -15/042031004739 sayılı satış şartnamelerinde, yasaya müracaatı ve hak sahipliği olmayan vatandaşlar mağdur olmasın diye, Belediyelerine ait hisseyi Satış şartnamesinin 2.maddesinde “Gecekondusu olup da 1 ve 2 m2 yer alan şahıslara 1 defaya mahsus olmak kaydı ile blokesi satışa çıkarılacak, almadığı takdirde tüm hissedarlara satılacak” denilmekte olduğu; bahse konu Bostancık mahallesi 37087 ada 10 nolu parselde davacı A.A.’un dilekçesinde, kendisine 143,2 m2 pay düştüğünü, satıştan haberi olmadığını, tebligat yapılmadığını iddia ettiği; ancak hak sahibi olmadığı halde diğer hissedarlardan 1 m2 yer alması ve kendi tarafından Belediyeye dilekçe vermesi ve telefonla görüşmelerden hiç haberi yokmuş gibi davranmasına da bir anlam verilemediği; hak sahibi olmadığı halde mağdur olmaması için Mamak Belediyesinin kendi hissesini davacıya sattığı ancak adı geçen şahısın tamamen kendi kusuru ve ihmalkarlığından kaynaklandığının saptandığı; ifade edilmiştir. Somut olay ve konuya ilişkin mevzuat hükmü irdelendiğinde; davalı belediyenin de hissedar olduğu taşınmaz üzerinde davacıya ait bir gecekondu bulunduğu, ancak davacının bu gecekonduya ilişkin yasal herhangi bir başvurusunun bulunmadığı; davacının, taşınmazda payı bulunan diğer dört kişiden biri olan S.İ. adlı kişiden 06.07.2011 tarihinde 1 m2 satın almak suretiyle hissedar olduğu; daha sonra payına dayanarak idareye başvurarak belediye payını satın almak istediği; Belediye Encümenince bu isteğin kabul edildiği, ancak belirlenen sürede başvurmaması nedeniyle, daha sonraki belediye encümeni kararı ile belediyeye ait 133 m2 hissenin, aralarında davacının da yer aldığı hissedarlara, hisseleri oranında satılmasına karar verildiği, işlemin davacıya tebliğ edilemediği, belediye hissesinin diğer hissedarlara satıldığı, davacı tarafından durumun öğrenilmesinden sonra da; davacı tarafından satışın iptali ve hissesinin tapuya tescili istemiyle dava açıldığı; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, satışın iptali istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmıştır. Görüldüğü üzere, mevzuat hükümlerine göre, idarenin, hissedarı olduğu taşınmazlardaki hissesini, diğer hissedarların talebi halinde satması konusundaki yetkisi, idari işlem niteliğini taşımaktadır. Öte yandan, davacının tapuya tescil istemi görev uyuşmazlığına konu edilmediği gibi, idarenin, taşınmazın satışına ilişkin saptadığı bedele karşı bir itiraz da bulunmamaktadır. Bu durumda, davanın, davacının hissedar olduğu taşınmazda, davalı belediyeye ait hissenin 3194 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca diğer hissedarlara satışına ilişkin işlemin iptali istemine ilişkin bulunduğu, bu istemin ise, 3194 sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan idari işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde; uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı'nca yapılan başvurunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 22.Asliye Hukuk Mahkemesi kararının; davanın satışın iptali istemine ilişkin kısmının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 22.Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.4.2014 gün ve E:2013/465 sayılı KARARININ, davanın satışın iptali istemine ilişkin kısmının KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞ İ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 3-ESAS NO : 2014/825 KARAR NO : 2014/1068 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacının Tarımsal Kalkınma Kooperatifindeki ortaklık statüsüne son verilmesi nedeniyle, Büyükbaş Süt Sığırcılığı projesindeki borçlarının muaccel hale getirildiğinden ve bu borçlarını erken ödemek zorunda kaldığından bahisle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açtığı davanın; işlemlerinde özel hukuk hükümlerine tabi olan vakfın statüsü, projenin niteliği, sözleşme şartlarına uyulmadığı gerekçesi ile uygulamaya son verildiği hususları gözetildiğinde, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. 38 KARAR Davacı Vekili Davalılar Vekili : Y.Y. : Av. F.A.E. : 1- Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü : Av. N.O. 2-Kula Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin SS İ. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi üyesi iken; Kooperatif yönetiminin 01.06.2010 tarihinde yapmış olduğu olağanüstü genel kurul toplantısında müvekkilinin kooperatif üyeliğinden çıkarılmasına karar verdiğini; müvekkilinin durumu protesto etmek için Başkanlık divanına istifa dilekçesi verdiğini; Yönetimin ana amacının, müvekkili kooperatif üyesi olduğu için, Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfından almış olduğu kırsal alanda tarımsal kalkınma sözleşmesinin iptalini sağlamak olduğunu; Kooperatif Yönetiminin, istifa dilekçesini 22.06.2010 tarihinde Manisa İl Tarım Müdürlüğüne bildirerek, kırsal alanda tarımsal kalkınma projesinin iptalini istediğini; Manisa İl Tarım Müdürlüğünün ise, 29.06.2010 tarihinde, müvekkilinin istifa ettiği gerekçesiyle projelerinin iptal edildiğini, kırsal alanda tarımsal destekleme proje bedelinin tahsil edilmesini Kula Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Başkanlığından istediğini; oysa Müdürlüğün öncelikle, çıkarma ve istifa kararlarının kesinleşip kesinleşmediğini sormasının gerektiğini; çıkarma kararına ya da istifa beyanına karşı dava açılmışsa, kararların 1163 sayılı Kanuna göre kesinleşmediğini, kişiler halen kooperatif üyesi iken, projelerinin hukuken iptal edilemeyeceğini; Kula Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının ise, müvekkiline ve diğer arkadaşlarına projenin iptal edildiğini, proje bedellerinin defaten ve faizi ile 11.10.2010 tarihine kadar ödenmesini istediğini; aynı Kaymakamlığın, 13.10.2010 tarihinde de Kula Ziraat Bankası şubesine icra takipleri konusunda talimat verdiğini; Bankanın da Noterden ihtar çekerek proje bedelini tahsil ettiğini; müvekkilinin ise hem çıkarma kararının hem de istifa dilekçesinin hukuka ve kanuna aykırı olduğu, işleme alınamayacağına dair Kula Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/223 esas ve 2013/77 karar sayılı ilamında geçen davasını 06.10.2010 tarihinde açmış olduğunu; dava sonuna kadar tedbiren takiplerin durdurulması talebinin mahkemece reddedildiğini; noter ihtarları arka arkasına gelince de proje bedelini ödediğini; proje bedelini ödeme sebebinin ise; kredi sözleşmeleri iptal ed ildiğinde, diğer kredi sözleşmelerinin de muaccel hale geleceğine dair sözleşme hükümleri olduğunu; davanın 11.04.2013 tarihinde sonuçlandığını; müvekkilin ve diğer arkadaşlarının üyeliğinin devam ettiğine karar verildiğini; davalılar, müvekkili istifa ettiği için projesini iptal etmiş olduğundan, mahkeme kararıyla durumun aksinin ispat edilmiş olduğunu; bunun üzerine Kula 2.Noterliğinden Kurumlara, projelerin iadesi için ihtarname çekildiğini ve tebliğ edildiğini; ancak kurumların cevap vermediğini ve projeleri eski haline iade etmediğini; Projenin iptal gerekçesinin mahkeme kararıyla ortadan kaldırıldığını, bu sebeple; projelerinin eski haline iade edilmesi ya da müvekkilinin maddi zararının karşılanmasının gerektiğini; 2 yıl ödemesiz 8 yılda ödemesi gereken borcunu bir defada ve faiziyle ödemek zorunda kaldığını; haklı olduğunu kanıtlamak için davalar açtığını, bankadan kredi kullandığını; Manisa İdare Mahkemesinde, Kula Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının, projenin iptaline ilişkin kararına karşı 2010/2184 esas ve 2010/2297 karar sayılı ilamıyla da dava açıldığını, fakat mahkemenin, kaymakamlığın kararını, yürütülmesi mümkün olmayan idari işlem sayması sebebiyle davayı reddettiğini; Manisa İdare Mahkemesi'nin 2011/329 Esas ve 2011/605 karar sayılı kararının da, bu işlemlerin başka bir alanına ait olmak üzere açılan bir dava olduğunu; Mahkemenin, gerekçe kısmında Sözleşmelerin uygulanması ile ilgili bir durumun söz konusu olması sebebiyle, sözleşmenin uygulanması ile ilgili durumun çözüm ve görüm yetkisinin adli yargı yeri olduğuna karar verdiğini; fakat bakanlıklar arası protokol ve tarımsal alanda kırsal kalkınma projesi uygulama esaslarına göre, kredinin sahibinin banka değil Fonun ve vakfın fiilen kendisi olduğunu, bankanın sadece aracı kurum vazifesi gördüğünü; sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına; vakfın talebi doğrultusunda 13.09.2013 tarihinde tekrar taraflarca yazılı başvuruda bulunulduğunu, Vakfın, "ödenmiş paranın iadesinin mümkün olmayacağına" karar verdiğini; Vakfın, paraların kişilerin üyeliğinin sona ermesi sebebiyle ödenmiş olduğunu, daha sonra ise üyeliğin devam ettiği yolunda mahkeme kararı olmasını hiç dikkate almadığını; Kula Asliye Hukuk Mahkemesi’nin bahsi geçen kararı olmasa bile; kişilerin halen kooperatif üyesi olduklarını, kooperatif üyesi iken sözleşmelerinin feshedilemeyeceğini; çıkarma kararı da istifa dilekçesi de 1163 sayılı kooperatifler kanununa göre kesinleşmediği için, sözleşmelerin de projelerin de iptal edilemeyeceğini, Mahkeme kararının lehlerine sonuçlandığını, dosyanın Yargıtayda olduğunu ancak bu kararın kesinleşmesini dahi beklemeye gerek olmadığını, çünkü çıkarma kararı da istifa beyanı da dava konusu olduğu için kişilerin halen kooperatif üyesi olduğunu ifade ederek, hukuka aykırılıkları 8 madde halinde sıraladıktan sonra; sonuç ve talep kısmında; müvekkilinin 2 yıl ödemesiz 8 yılda ödeyeceği kredinin defaten ve faiziyle tahsil edildiği, idarelerin ağır hizmet kusuru işlediği; bu sebeple bilirkişiler tarafından hesaplanacak olan zararın, tahsilatın yapıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili; bu konuda fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 5.000,00 TL, zararlarının tahsili; davalı kurumun ağır hizmet 39 kusuru sebebiyle; yoksul olduğu için faydalandığı proje müvekkilin kalkınmasını sağlaması beklenirken; daha da sefalete düşmesine neden olduğu; borcu ödeyebilmek için tekrar kredi çekmek zorunda kaldığı, bu sebeple Teknik bilirkişi zarar hesaplaması yaptıktan sonra; 5.000,00 TL’de manevi tazminatın ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalılardan Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü vekili tarafından süresinde verilen cevap dilekçesinde; davanın konusunun adli yargı merciilerini değil İdari yargı merciilerini ilgilendirdiğini, İdareye karşı açılacak olan davalarda bir idari İşlem veya eylemden zarara uğradığını iddia edenlerin idari yargı mercilerinde dava açmaları gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuş; işin esasına yönelik olarak da; Manisa İdare Mahkemesinde, davacının da aralarında bulunduğu 44 kişinin dava açtığını, dava sonunda Manisa İl Tarım Müdürlüğünün işleminin iptali yönündeki talep açısından davanın reddine karar verildiğini, E:2011/329-K;2011/605 sayılı kararın gerekçesinde, İl Tarım Müdürlüğünün işleminin kesin ve yürütülebilir bir İşlem olmadığı ve iç yazışma niteliğinde olduğu hükmüne varıldığını; İdarelerinin dava konusu olayla herhangi bir ilgisinin bulunmadığını; kredinin kaynağı ve kullandıranın İl Tarım Müdürlüğü olmadığını; zarara uğradığını iddia ettiği “kredinin geri alınmasına ilişkin işlemi” tesis edenin İl Tarım Müdürlüğü olmadığını; bu bağlamda, Kooperatif yönetim kurulu tarafından 22.06.2010 tarihli dilekçe ve ekindeki 02.06.2010 tarih ve 90 sayılı karar özetinde; “kooperatif üyeliklerinden istifa dilekçesi başvuran üyelerin dilekçesinin kabulü ve Kooperatif üyeliklerinin sona erdirilmesi hakkında.” alınan kararın İdarelerine gönderildiğini; İl Müdürlüklerinin de bu kararı, krediyi kullandıran kurum olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına gönderdiğini; yukarda bahsettikleri Manisa İdare Mahkemesinin kararı ile, İl Müdürlüğünün bu yazışmasının iç yazışma olduğu, kesin ve yürütülebilir işlem olmadığı kararı verildiğini; Müdürlüğün işin esasına etki edecek işleminin bulunmadığını, sadece anılan işlemi bildirm e niteliğinde olduğunu; sadece bir bilgilendirme yazısının, davacı tarafa maddi-manevi tazminat hakkı tanımasının mümkün olmadığını; davacı tarafın, projenin Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfının 249 sayılı 24.09.2010 tarihli kararı ile iptal edildiğini ve proje bedelinin bu sebeple tahsil edildiğini beyan ettiğini; burada İl Tarım Müdürlüğünün kusurundan bahsedilemeyeceğini, kurumun üzerine düsen yükümlülüğü yerine getirilmiş olmasının, kusur olarak addedilemeyeceğini; davacının da aralarında bulunduğu 44 kişinin, Kula Asliye Hukuk Mahkemesinde borcun muacceliyetine ilişkin dava açtığını, Kula Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2010/224, K:2013/46 sayı ile, davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığı kararı verdiğini; Mahkemenin, “Esasen ortada herhangi bir alacağın kaldığından bahsedilemez. Çünkü davacılar, almış oldukları krediyi dava devam ederken ödemişlerdir. Davacıların, davalılardan herhangi bir alacağı yoktur. Davacılar sadece kredi borçlarını ödemişlerdir. Ancak borcun zamanından önce ve iradi olmayan bir şekilde ödenmesinden söz edilebilirse de davacılar tarafından açılan dava devam ederken yine davacılar tarafından borcun ödenmiş olması karşısında davacıların ödemeyi baskı sonucu yaptıkları kabul edilemez. Davacılar kendi açtıkları davanın sonucunu beklemeden kredi borçlarını ödemişlerdir.” kararına vardığını; davacının aldığı krediyi ödemiş olması karşısında görülmekte olan davanın yersiz olduğunu; burada, borç olan bir paranın (kredinin) geri alınması durumunun söz konusu olduğunu; Kurumlarının, olaylar döngüsündeki rolü (işleminin işin esasını etkileyecek nitelikte olmadığının mahkeme kararlarına bağlanmasına ve kendilerinin bu davaların davacısı olmalarına rağmen) dikkate alınmadan husumet yöneltilmesinin büyük yanılgı olduğunu; davacının, mahkeme kararının yerine getirilmediğinden bahsettiğini, Noter kanalıyla taleplerini Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına da bildirmiş olduğunu, Mahkeme kararının, üyelikleri sona erip ermediğinin tespitine ilişkin olduğunu, alınan kredinin iadesinin yapılacağına dair hüküm bulunmadığını; bu durumun İl Müdürlüğü ile ilişkilendirilemeyeceğini; davacı tarafın, kooperatifle olan anlaşmazlıklarını dile getirdiğini, “kooperatif yönetiminin ana amacı ise müvekkilin kooperatiften çıkarılması değil; kooperatif üyesi olduğu için Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Vakfından almış olduğu kırsal alanda tarımsal kalkınma sözleşmesinin iptalini sağlamaktır.” ifadelerine yer vermiş olduğunu, zarara uğradığını İleri sürdüğünü ve kooperatifle arasındaki anlaşmazlıkları dile getirdiğini; eğer ortada bir zarar varsa husumetin buna sebep olan gerçek hasımlara yöneltilmesi gerektiğini ifade ederek; davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. KULA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 10.4.2014 gün ve E:2013/246 sayı ile, dava konusu işlemin davalı Vakfın proje iptalinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası olduğu, bu uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalılardan Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğünce, süresi içinde verilen dilekçe ile, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulması üzerine dilekçe ve dava dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI : “(…)Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu 40 ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır. Görüldüğü üzere; İdare Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümü İdari Yargının görev alanında bulunmaktadır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik) hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Olayda, davalı idarelerin kırsal alanda destekleme projesinin iptal edilmesi nedeniyle davacının maddi ve manevi zararının oluşumunda, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşu tarafından, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesi gerekmektedir. Buna göre, Kula Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ile Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü tarafından, ziraat bankası finansörlüğünde uygulanan kırsal alanda destekleme projesinin davacının üyelikten istifası nedeniyle sona erdirilmesi üzerine projeyi iptal ederek proje bedelini peşin ve kullanma tarihi itibariyle işleyen faizi ile birlikte davacıdan tahsil eden davalı idarelerin ağır hizmet kusuru işlediği ileri sürülerek oluşan maddi ve manevi zararın tazmini ist emiyle açılan davada, işlem nedeniyle oluşan zararda idarelerin hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarelerin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının yargısal denetimi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesi uyarınca idari yargı yerlerine aittir.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : “(…)Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı idaresinde, Ziraat Bankası finansörlüğünde, Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi ile ekonomik olarak yoksunluk içinde bulunan üyelere sahip Tarımsal Kalkınma Kooperatiflerine (en az 50-en fazla 100 üyeden oluşan) hayvancılık alanında destek verilmektedir. Bu proje destek programı ile kırsal alanda ekonomik olarak zayıf durumda bulunan kişi ve ailelerin, gelir seviyesini yükseltme, istihdamı artırma, üretilen ürünleri mahallinde değerlendirme ve pazarlama alanlarında gerekli maddi ve teknik desteği zamanında ulaştırarak, onların üretime katılmaları ve üretimde sürekliliklerinin sağlanması amaçlanmaktadır. Davacı Y.Y., KASDEP projesi kapsamına alınan, üyesi bulunduğu S.S. İ. Tarımsal Kalkınma Kooperatifinin üyelerine sağlanan haktan yararlanarak, 2 yıl geri ödemesiz kalan borcu 6 yıl faizsiz olarak geri ödemek üzere, süt sığırcılığı yapmak üzere kredi almış ve taraflarca bu kredi karşılığı, "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile SYDVTF işbirliği ile Uygulanan Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesinden Yararlanan Kooperatif Ortaklarından alınacak Taahhütname ve Borçlanma Sözleşmesi" adı altında sözleşme imzalanarak, 8.967,60 TKL kredi verilmiştir. Dosyada mevcut sözleşmeye göre, taraflar bu sözleşme hükümleri gereğince karşılıklı borç ve yükümlülükler altına girmişler, borca karşı müteselsil kefilde gösterilmiştir. Sözleşmenin taraflarından kredi kullanan davacı Yüksel Yıldırım iken diğer taraflar SYDV Müdürlüğü, Tarım İI Müdürlüğü Destekleme Şube Müdürlüğü olduğu anlaşılmaktadır. Davacının sözleşmenin uygulanma sürecinde haksız olarak Kooperatif üyeliğinden çıkarılması sonucu, sözleşme hükümlerine aykırılık nedeniyle, proje kapsamından çıkarılmasına karar verilerek, kredi geri istenmiş, ancak davacının mahkeme kararı ile kooperatif üyeliğinden haksız olarak çıkarıldığının anlaşılması üzerine, davalı idarelerden haksız olarak proje kapsamından çıkarılmasına ilişkin işlemler nedeniyle uğradığı zararı tazmin etmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Projeyi yürütmek ve gözetmek görevinde baş aktör olan SYDV hukuki niteliği; 29.5.1986 tarih ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile muhtaç durumda bulunanlara yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik etmek amacıyla Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuş olup, Yasanın 7. maddesi Vakıf başlığı altında, “Mülki idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il milli eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı 41 üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İI veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar. /Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir” hükümleri ile, Fonun amaçlarını gerçekleştirmek için Medeni Kanun hükümlerine tabi olarak Vakıf şeklinde teşkilatlanacağı kuralına yer verilmiştir. Uyuşmazlık her ne kadar Tarım İl Müdürlüğü aleyhine idari yargı lehine çıkarılmış ise de, yukarıda açıklanan dava konusu ve tarafları birlikte değerlendirildiğinde, tarafların özel hukuk tüzel kişisi olan SYDV koordinasyonunda, karşılıklı hak ve yükümler içeren bir sözleşme etrafında serbest iradeleri ile buluşarak, projeye dahil olup bu kapsamda kredi kullanıldığı, sözleşmenin uygulanma sürecinde ise sözleşme şartlarına uyulmadığı gerekçesi ile uygulamaya son verildiği, davanın konusunun da, haksız fesih ve bundan doğduğu iddia edilen zararın tazminine ilişkin olduğu gözetildiğinde, davanın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde görüm ve çözümü gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, açılan davanın adli yargı yerinde görüm ve çözümü gerekmekle Danıştay Başsavcılığının başvurusunun reddi gerektiği…” yolunda düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalılardan Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğünün, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan Müdürlük yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un davada adli yargının, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının SS.İ. Tarımsal Kalkınma Kooperatifindeki ortaklık statüsüne son verilmesi nedeniyle, Büyükbaş Süt Sığırcılığı projesindeki borçlarının muaccel hale getir ildiğinden ve bu borçlarını erken ödemek zorunda kaldığından bahisle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle; Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü ile Kula Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına karşı açılmış; Danıştay Başsavcılığınca Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmıştır. Olumlu görev uyuşmazlığı her ne kadar, Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü yönünden çıkarılmış ise de; konunun anlaşılabilmesi açısından Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının hukuki niteliğinin incelenmesi faydalı olacaktır: 29/05/1986 gün ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “(Değişik madde: 16/06/1989 - 3582/1 md.), Bu Kanunun amacı; fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmektir” hükmüne; 3. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuştur” hükmüne yer verilmiş; “Vakıflar” başlıklı 7.maddesinde; “ (Değişik birinci fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.) Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur. (Değişik ikinci fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.) Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe 42 millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil t oplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar. (…) Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir.(…)” şeklindeki düzenleme ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün il ve ilçedeki faaliyetlerini, her ilde vali ve her ilçede ise kaymakam başkanlığında oluşturulmuş Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla yürüttüğü belirtilmiştir. Yine Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü web sitesinde “SYDV’lerin (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları) Yapısı” başlıklı bölümde “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ile Genel Müdürlük arasında hiyerarşi olmayıp, Vakıflar Özel Hukuk Tüzel Kişiliği şeklinde örgütlenmişlerdir.” denilmek sureti ile vakıfların işlemlerinde özel hukuk hükümlerine tabi olduğu hususuna açıklık getirtildiği görülmektedir. 5263 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un (mülga) 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, 29.5.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu ifade edilmiş, 2. maddesinde, bu Kanunda geçen vakfın, il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını ifade ettiği belirtilmiş; 5263 sayılı Kanun, 08/06/2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, aynı kanun hükmünde kararnamenin 11. Maddesinde yer alan “3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun amaçlarını gerçekleştirmek ve uygulanmasını sağlamak için gerekli idari ve mali tedbirleri almak.” şeklindeki düzenleme ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü adı altında yeniden yapılandırıldığı görülmüştür. 08.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu” başlıklı 34. maddesinde; “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu, Bakanın başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Müsteşar, İçişleri, Maliye ve Sağlık bakanlıklarının müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşur.” denilmek sureti ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu’nun yapısı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’ne paralel şekilde yeniden düzenlenmiş, aynı maddenin 3. Fıkrasının a bendinde “Fonda toplanan kaynakların, Bakanlıkça ve il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından yürütülecek sosyal yardım proje ve programları ile yatırım programları çerçevesinde dağıtım önceliklerini belirlemek ve dağıtımına karar vermek. ” fonun görevleri arasında sayılmıştır. 08.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Teşkilatlanma Süreci” başlıklı Geçici 1. Maddesinde; “ Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Kadının Statüsü, Aile ve Sosyal Araştırmalar, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlükleri, Özürlüler İdaresi Başkanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurumu Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte kapatılmıştır. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 31/12/2011 tarihine kadar teşkilatlanmasını tamamlar. Bakanlığın teşkilatlanması tamamlanıncaya kadar; Bakanlık görevlerinin, bu Kanun Hükmünde Kararnameyle kapatılan Başkanlık ve genel müdürlüklerin ilgili birimleri ve mevcut personeli tarafından ilgili mevzuatına göre yürütülmesine devam edilir.” şeklindeki düzenleme ile Bakanlığın teşkilat yapısı tamamlanıncaya kadar başkanlık ve genel müdürlüklerin mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde yürütülmesine devam edileceği belirtilmiştir. Tüm bu yasal mevzuat çerçevesinde yapılan değerlendirme neticesinde; 3294 sayılı Yasa ile, bir hizmet alanı kurularak yürütülmesi görevinin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu’na verildiği, daha sonra 5263 sayılı Yasa ile 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün kurulduğu; ancak, 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu genel müdürlüğün, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü olarak yeniden düzenlendiği ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlandığı; 31.12.2011 tarihi itibari ile de Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ve bağlı teşkilatın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstereceği anlaşılmıştır. 43 3294 sayılı Kanun’a göre faaliyet gösterecek vakıfların mütevelli heyetleri (çoğunlukla) belli kamu görevlilerinden oluşmasına rağmen, gerek 3294 sayılı Yasa’da, gerek 5263 sayılı Yasa ve gerekse 5263 sayılı Yasa’yı yürürlükten kaldıran 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de söz konusu vakıfların kamu tüzel kişiliği şeklinde kurulduğuna işaret eden özel bir düzenlemeye yer verilmediği, söz konusu vakıfların Medeni Kanun hükümlerine tabi olarak kurulup faaliyette bulunmalarının öngörülmüş olduğu açıktır. Dava dosyasının incelenmesinden; Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan kullandırılacak tarımsal krediler uygulama protokolünün; Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Teşkilatlanma Destekleme Genel Müdürlüğü ve Ziraat Bankası AŞ Genel Müdürlüğü arasında 2009 yılında imzalandığı; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı idaresinde, Ziraat Bankası finansörlüğünde, Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi ile ekonomik olarak yoksunluk içinde bulunan üyelere sahip Tarımsal Kalkınma Kooperatiflerine, hayvancılık alanında destek verilmesinin amaçlandığı; davacının, KASDEP projesi kapsamına alınan ve üyesi bulunduğu S.S. İ. Tarımsal Kalkınma Kooperatifinin üyelerine sağlanan haktan yararlanarak, 2 yıl geri ödemesiz, kalan borcunu ise 6 yıl faizsiz olarak geri ödemek üzere, süt sığırcılığı yapmak üzere kredi aldığı; taraflarca bu kredi karşılığında, "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu İşbirliği ile Uygulanan Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesinden Yararlanan Kooperatif Ortaklarından Alınacak Taahhütname ve Borçlanma Sözleşmesi" adı altında sözleşme imzalandığı, davacıya, 8.967,60 TL kredi verildiği; bu sözleşme ile, tarafların sözleşme hükümleri gereğince karşılıklı borç ve yükümlülükler altına girdiği, borca karşı müteselsil kefil de gösterildiği; sözleşmenin uygulanma sürecinde, S.S. İ. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yönetim Kurulunun, aralarında davacının bulunduğu 44 kişinin istifa ettiğini bildirerek, gereğinin yapılması istemiyle Davalılardan Manisa İl Tarım Müdürlüğü'ne 22.06.2010 tarihinde başvuruda bulunduğu; alınan yazı üzerine anılan Müdürlüğün, Kula Kaymakamlığına(Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığına) gönderdiği 29.6.2010 gün ve …/7181 sayılı bir yazıda; ortaklıktan istifa eden ortakların K.A.S.D.P. kapsamındaki (100 Aile x 2 Baş ) 200 Baş Süt Sığırcılığı projesindeki borçlarının muaccel hale getirilip, defaten tahsilinin gerektiğini bildirdiği; Kula İlçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığınca, Kula Ziraat Bankası Şube Müdürlüğüne gönderilen 13.10.2010 tarih ve 266 sayılı yazı ile, ortaklıktan istifa eden ekli listede isimleri yazılı fayda sahiplerinden borçlanma sözleşmelerinin ilgili maddelerine istinaden borcun defaten tahsili için gerekli yasal işlemlerin ve icra işlemlerinin yapılarak sonucundan Vakıflarına bilgi verilmesini istediği; bunun üzerine davacının proje kapsamından çıkarıldığı, kredinin geri istenildiği; davacının ise, kooperatif üyeliğinden haksız olarak çıkarıldığının mahkeme kararı anlaşıldığını, proje kapsamından çıkarılmasına ilişkin işlemler nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını iddia ederek bakılan davayı açtığı anlaşılmıştır. Olumlu görev uyuşmazlığı her ne kadar, bir kamu idaresi olan Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü aleyhine idari yargı lehine çıkarılmış ise de; somut olay, mevzuat hükümleri ve tarafların niteliği birlikte irdelendiğinde; tarafların, işlemlerinde özel hukuk hükümlerine tabi olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığının koordinasyonunda, karşılıklı hak ve yükümlülükler içeren bir sözleşme etrafında serbest iradeleri ile buluşarak, projeye dahil olduğu, bu kapsamda kredi kullanıldığı, sözleşmenin uygulanma sürecinde ise sözleşme şartlarına uyulmadığı gerekçesi ile uygulamaya son verildiği, davanın konusunun da, haksız fesih ve bundan doğduğu iddia edilen zararın tazminine ilişkin olduğu gözetildiğinde, davanın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 4-ESAS NO : 2014/830 KARAR NO : 2014/1069 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Sirkeci-Halkalı arası ağaç budama ve demiryolundaki otları temizleme işinde taşeron firma işçisi olarak çalışan kişinin Lokomotifin çarpması sonucu öldüğü olayda, TCDD Genel Müdürlüğüne karşı açılan tazminat davasının; İdarenin sorumluluğu kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi 44 KARAR Davacılar : 1-G.Ö., 2- F.Ö., 3- K.Ö., 4- M.Ö., 5- Ş.Ö., 6- F.Ö., 7- K.Ö. Vekilleri : Av. Ö.T., Av. M.B. Davalılar : 1- TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü Vekili : Av. F.K. 2- H.E. O L A Y : Davacılar vekili, dava dilekçesinde; 30.09.2010 tarihinde, makinistler İ.Y. ile M.Y.’ın yönetimindeki DE 24405 nolu lokomotifin, Halkalı- Sirkeci demiryolu hattı üzerinde, Yeşilköy Tren İstasyonunu Sirkeci istikametinde geçtikten sonra demiryolu kenarında ot biçme işinde görevli müşterek mirasbırakan F.Ö.’e sağ ön kısmı ile çarparak ciddi şekilde yaralanmasına neden olduğunu, Hastanenin yoğun bakım ünitesindeki tedavisi olumlu sonuçlanmayan adı geçenin 07.10.2010 tarihinde vefat ettiğini; kaza dolayısıyla soruşturma başlatıldığını, Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen ve 2011/96 Esas ve 2011/ 658 Karar sayılı ilam ile sonuçlanan ceza dosyasında yer alan bilirkişi raporunda da ifade edildiği üzere, trafik kazasının bir iş kazası niteliğinde olduğunu, gerek TCDD gerekse de U.E. (resmi kayıtlara göre: H.E.)’ın kusurlu bulunduklarını; ceza dosyasındaki tanık beyanlarından anlaşıldığı kadarıyla, Sirkeci-Halkalı arasındaki demiryollarının temizlik ve ot biçme işlerini yapmak üzere E.İnş. P. Emlak Alım Satım Şti. ile TCDD arasında 20.08.2010 tarihli sözleşme yapıldığı, mütevefanın U.E.’nın kurmuş olduğu şirketin çalışanı olduğu, şirketin çalışanı olarak kaza mahallinde kazaya maruz kaldığı ifade edilmekteyse de, İnternet çıktılı SSK sigortalı hizmet döküm cetvelinden anlaşıldığı kadarıyla, sigortalı mütevefanın olay tarihinde sigortalandığı şirketi, TCDD’nin taşeron firması konumundaki alt işveren H.E. ünvanlı şahıs şirketinde çalıştığı şeklinde olduğunu; resmi kayıtlardan hareketle, davanın müteselsil sorumlu konumundaki şahıs şirketine karşı da açıldığını; TCDD’nın halkalıSirkeci hattındaki demiryolunun ot ve temizlik işlerini üstlenen alt işveren H.E. ünvanlı şahıs şirketinde, kaza tarihinden yaklaşık 35 gün kadar önce çalışmaya başlayan mütevefa F.Ö.’in, aylık 1.000,00 TL ücret ile kendisine tahsis edilen ot biçme makinesi ile demiryolu kenarındaki ot ve çalı-çırpıları temizlemek ile görevliyken kazaya kurban gittiğini ifade ederek; müşterek mirasçıları olan eşi ve çocukları için fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL destekten yoksun kalma ve toplam 190.000,00TL manevi tazminatın tüm davalılardan müşterek ve müteselsilen dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle 30.3.2012 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilince, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur. Bakırköy 1.İş Mahkemesi: 26.11.2012 gün ve E:2012/325, K:2012/822 sayı ile, davanın, iş kazası sonucu ölen işçinin yakınlarının maddi ve manevi zararının giderilmesi talebine ilişkin olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 06/02/2012 tarih 2011/179,2012/7 E-K sayılı ilamında özetle; davalı şirket işçisi olan davacının geçirdiği iş kazası nedeniyle davalılar aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat davasının TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü yönünden idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin belirtildiği; Mahkemece yapılan yargılama, Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2011/96, 658 E-K sayılı dosyası, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 06/02/2012 tarih 2011/179,2012/7 E-K sayılı ilamı ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesine karşı açılan davada, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu olup olmadığının belirlenmesi gerektiği, bu hususun idare hukuku ilkelerine göre saptanabileceği, tam yargı davasının çözümünde idari yargı mahkemelerinin gö revli olduğu kanısına varıldığı gerekçesiyle; davanın yargı yolu nedeniyle reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 20.06.2013 tarih ve E:2013/10725, K:2013/13049 sayılı kararı ile davanın İş Mahkemesinde görülmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. BAKIRKÖY 1.İŞ MAHKEMESİ: 13.1.2014 gün ve E:2013/630 sayı ile, Yargıtay bozma ilamına uyulmasına ve işin esasına girilmesine karar vermiştir. Mahkemenin bu kararının, aynı zamanda görevlilik kararı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından, uyuşmazlığın idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek 14.1.2014 tarihli dilekçeyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istenilmiş; daha sonra mahkemece gereği yerine getirilmediğinden bahisle 8.5.2014 tarihinde 14.01.2014 tarihli dilekçenin gereği yapılarak dosya muhtevasının onaylı örneklerinin Danıştay Başsavcılığına gönderilmesi yeniden talep edilmiş; bunun üzerine, dava dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “(…) Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında "idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.'' kuralına yer verilmiştir. 45 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları "idari dava türleri" arasında sayılmıştır. Öte yandan, 2918 sayılı Yasanın 11.1.2011 tarihli ve 6099 sayılı Yasanın 14. maddesi ile değişik "Görevli ve Yetkili Mahkeme" başlıklı 110. maddesinde "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesin in veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir." kuralı yer almaktadır. Anılan yasa hükmünde, bu kanundan doğan sorumluluk davaları ifadesiyle 2918 sayılı Yasada yer alan hukuki sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağı davalarla sınırlı biçimde görevli yargı yerinin belirlendiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, görevli yargı yeri belirlenirken, söz konusu Yasa'da motorlu taşıt araçlarının verdiği zararlarla sınırlı biçimde düzenlenen sorumluluk kurallarının, dava konusu uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağının saptanması gerekir. Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik güvenliğini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm önlemleri belirlemek amacını taşıyan 2918 sayılı Yasa, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğünün de trafik güvenliği yönünden görev ve yetkilerini sayma yoluyla belirlemiştir. Ancak Yasada, diğer kamu idarelerinin ve bu arada TCDD Genel Müdürlüğünün trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili olarak üstlendikleri hukuki sorumlulukları düzenlenmiş değildir. 2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluk ve sigorta başlıklı sekizinci kısmında; araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu; bir başka deyişle motorlu araçların karıştığı trafik kazaları sonucu ortaya çıkan zarar nedeniyle araç sahiplerinin ve işletenlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir. 2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin sekizinci kısmında yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların karıştığı kazalar nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Fakat kamu idareleri ve kuruluşlarının, trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları, gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşımaları ve 2918 sayılı Yasada da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarının ayrıca düzenlenmemiş olması karşısında trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı öne sürülen zararların, tazmini istemiyle, ilgili idarelere karşı açılan davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, işçilere çalışma esnasında demiryoluna girmemeleri ve makinistlere de çalışma alanına gelmeden önce gerekli uyarıların yapılmaması nedeniyle davacıların murislerinin ölümüne neden olan kazada davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülmektedir. Bu haliyle, destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemiyle açılan bu davada kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa'nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan uyuşmazlığa konu tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olduğu açıktır.(…)” demek suretiyle; 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; “(…) TCDD İşletmesi, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu niteliğindedir. 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir. Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunun 2/1 -b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğR.anlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır. Kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun 46 olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletemediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespiti idari yargı yerlerine aittir. Davalı idare ile hizmet alım sözleşmesi yapan taşeron Şirkette işçi olarak çalışan davacıların murisinin iş kazası nedeniyle ölümü nedeniyle mirasçılarının uğradığı maddi ve manevi zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğüne yönelik olan kısmının görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunduğundan, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü”nün gerektiği yolunda düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü açısından, 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacıların miras bırakanı F.Ö.'in, davalılardan TCDD Genel Müdürlüğü ile E.inşaat isimli taşeron firma arasındaki Sirkeci-Halkalı arası ağaç budama ve demiryolundaki otları temizleme işinde taşeron firma işçisi olarak çalıştığı sırada, DE24405 Nolu Lokomotifin çarpması sonucu öldüğü olayda, davacılar vekili tarafından, gerçek kişi sorumlular ile birlikte, asıl işveren olan TCDD Genel Müdürlüğüne karşı da, destekten yoksun kalma nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası açılmış; davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2.maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Tazminat davasının konusunu oluşturan kazaya ilişkin olarak düzenlenen ve Bakırköy 22.Asliye Ceza Mahkemesinin E:2011/96 sayılı dosyasına sunulan 25.11.2011 tarihli Bilirkişi Raporunda; “(…)1 -A) OLAY: 30.09.2010 günü saat 11:30 sularında, Halkalı-Sirkeci Demiryolu hattı üzerinde Yeşilköy Tren İstasyonu'nu Sirkeci istikametinde geçtikten sonra Hatboyu Cad. ile Anafartalar Sokak'ın kesiştiği noktanın karşısında, Yeşilköy İstikametinden Sirkeci istikametine doğru seyir halinde olan Sanık Makinist İ.Y. ile Sanık Makinist Mehmet Yılmaz'ın yönetimindeki lokomotif, demiryolu kenarında temizlik işinde görevli Maktul F.Ö.'e sağ ön kısmı ile çarparak ölümüne sebebiyet vermiştir. B-İRDELEME: Dosya içerisinde mevcut bilgi ve belgeler ile alınan ifadelerin değerlendirilmesinden: Olay esnasında Maktul F.Ö.’in demiryolu etrafını temizleyen ekipte görevli olduğu, ot biçme makineleri ve motorlu testerelerle demir yolunda geçişe engel olacak ot, çalı, ağaç vb. bitkileri temizleyip biçmekte oldukları, demiryolu kenarında çalışan maktulun Halkalı İstikametinden Sirkeci İstikametine doğru giden güzergahtaki yol kenarında lokomotifin çarpmasına maruz kalarak hayatını kaybettiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamı verilerine göre, söz konusu demiryolunda maktul işçi ve diğer işçilerin temizlik yaptığı alana gelmeden önce tren ve lokomotif kullanan makinistlerin önceden uyarılmasını sağlayacak işaretleme bulunmamaktadır. 47 (…) U.E.,TCDD ile yapılan 20.08.2010 tarihli sözleşme ile Sirkeci Halkalı arasındaki demiryollarının temizlik ve ot biçme işlerini alan "E.İnş. P. Emlak Alım Satım Şti."nin yetkilisi olarak işveren vekili sıfatı taşımaktadır. U.E.'ın işveren vekili olarak, yukarıda belirtilen kanun ve yönetmelik maddelerindeki hususlara riayet etmesi gerekirdi. Eğer kazalı işçiye yapacağı iş ve karşı karşıya kaldığı riskler konusunda yeterli düzeyde iş sağlığı ve güvenliği eğitimi verilerek güvenli çalışma bilinci kazandırılsa idi, kazalının çalışması esnasında tren yoluna girmesini engelleyecek uygun fiziki önlemler alınsa idi, makinistlerin çalışma mahalline gelmeden uyarılmasını temin edecek güvenlik ve sağlık işaretlemelerinin yapılması sağlansa idi, söz konusu olayın meydana gelmesi engellenebilirdi. Bu nedenlerden dolayı, yukarıda belirtilen tedbirleri almadığından ve dosya kapsamı verilerine göre "E.İnş. P. Emlak Alım Satım Şti."nin işveren vekili olduğu değerlendirilen U.E.'ın olayda asli oranda kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır. 15-Dosyada kimlik bilgisi bulunmayan TCDD'nin söz konusu işin yapımı sırasında trafik güvenliğinin sağlanması konusundaki sorumlusunun olaydaki durumu: Dosya kapsamı verilerinden, TCDD ile yapılan 20.08.2010 tarihli sözleşme ile Sirkeci Halkalı arasındaki demiryollarının temizlik ve ot biçme işlerinin "E.İnş. P. Emlak Alım Satım Şti." tarafından üstlenildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu demiryolunun trafiğe açık olduğu da göz önüne alındığında, TCDD tarafından, işçilerin çalışma esnasında demiryoluna girmemeleri ve makinistlerin çalışma alanına gelmeden önce uygun işaretlerle uyarılmalarının sağlanması gerekirdi. Bu durumda, dosyada kimlik bilgisi bulunmayan TCDD'nin söz konusu işin yapımı sırasında trafik güvenliğinin sağlanması konusundaki sorumlusunun olayda tali oranda kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır. Tanık R.Ö., hazırlıkta verdiği ifadesinde, kendisinin TCDD şefliğinde yol bakım memuru olarak çalıştığını, olay günü TCDD ile sözleşme yaparak demiryolu kenarında otları kesme, temizleme işini alan şirketin yaptığı işlerin kontrolünü yapmak üzere görevlendirildiğini beyan etmiş olmakla birlikte, dosyada R.Ö.'un görev tanımına ilişkin veri olmadığından, işin yapımı süresince trafik güvenliğinin sağlanması konusunda R.Ö.'un yetki ve sorumluğu olup olmadığına ilişkin kanaate varılamamıştır. SONUÇ VE KANAAT: Yukarıda belirtilen hususlar neticesinde: 1-Olayın 5510 Sayılı SSGSS Kanunu'nun 13. maddesine göre bir iş kazası olduğuna, 2-Sanıklar M.Y.ve İ.Y.'a, olayın meydana gelmesinde atfı kabil kusur bulunmadığına, 3-Maktul F.Ö.'in olayda tali oranda kusurlu olduğuna, 4-U.E.'ın olayda asli oranda kusurlu olduğuna, 5-Dosyada kimlik bilgisi bulunmayan, TCDD'nin söz konusu isin yapımı sırasında trafik güvenliğinin sağlanması konusundaki sorumlusunun, olayda tali oranda kusurlu olduğuna. Dair kanaatimi belirtir rapordur.” denildiği görülmüştür. Dava konusu olayın, trene biniş, iniş veya trenle yolculuk sırasında ya da hemzemin geçitt e meydana gelmediği; dolayısıyla taraflar arasında yolcu taşıma sözleşmesinin veya 2918 sayılı Yasanın uygulanmasını gerektiren bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilmesi mümkün değildir. Öte yandan, dosyanın incelenmesinden, davacıların miras bırakanı F.Ö.’in TCDD 1.Bölge Müdürlüğünden ihale suretiyle aldığı iş nedeniyle kendisine işyeri dosyası açtıran ve H.E.’ın sahibi gözüktüğü E.İnş. P. Emlak Alım Satım Şti. vasıtasıyla kazanın olduğu işyerinde ve kazanın olduğu gün çalışmaya başladığı anlaşılmıştır. Diğer yandan, 8.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (T.C.D.D.) Ana Statüsü'nün "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1 'inci maddesi, "Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları işletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir..." hükmünü taşımakta; "Hukuki Bünye" başlıklı 3'üncü maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan T.C.D.D. işletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu iktisadi Kuruluşu" olduğuna ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4'üncü maddesinde de, sayılan kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının "tekel" kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmekte olup; buna göre, T.C.D.D. İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda 48 yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların; Anayasa'nın 125'inci maddesinin son fıkrasında yer alan, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralı ile 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendindeki, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalarına idari yargı yerlerinde bakılacağı yolundaki düzenleme uyarınca, İdari Yargı'nın görevinde bulunmaktadır. Bu bakımdan; dosyadaki uyuşmazlığın çözümünün, T.C.D.D. İşletmesinin görevinde olan kamu hizmetini yürütmek amacıyla kurmuş olduğu demiryolu hattı boyunca aldığı önlemler yönünden kusurunun ya da idarenin sorumluluğunu gerektirecek başka bir nedenin bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlı bulunduğu; bu belirleme ise, yukarıda açıklanan Anayasa ve yasa hükümleri çerçevesinde idari yargı yerlerince yapılabilecek nitelikte olduğundan; davanın görüm ve çözümü İdari Yargı'nın görev alanına girmektedir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyularak reddine ilişkin Bakırköy 1.İş Mahkemesinin 13.1.2004 günlü, E:2013/630 sayılı kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalılardan TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyularak REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 1.İş Mahkemesinin 13.1.2014 gün ve E:2013/630 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 5-ESAS NO : 2014/843 KARAR NO : 2014/1070 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacının taşınmazının Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edilmesi üzerine, davacının taşınmazının bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet, imar haklan ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi nedeniyle davacının tasarruf hakkının kaldırıldığından bahisle tazminat ödenmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekili : S.T. : Av. Ö.T.Y. & Av. A.Ş.Y. : T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı : Av. F.S.Ö. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; “Müvekkilin Ankara İli Çankaya İlçesi Dikmen Akpınar Mah. 26026 Ada, 5 Parseldeki 15 Kapı numaralı G. Apartmanının 10 nolu bağımsız bölümünün ve eklenti olarak 10 nolu deponun malikidir. Arsa 1030 m2 olup müvekkilin 110/1030 arsa payı mevcuttur. Apartman inşaatı sırasında yapılan projeye bağlı alınan Ruhsat ve tamamlanmasında alınan Yapı Kullanma İzin Belgesine göre inşaatın toplam alanı 2.270 m2'dir. Müvekkilin mülkiyetinde bulunan 10 nolu bağımsız bölüm ve eklentileri ile apartmandaki ortak alanlarla birlikte 2.270 m2 / 1030 m2 X 110 = 242,427 m2 toplam mülkiyet hakkı vardır. İmarın Ankara İli, Çankaya İlçesi, Akpınar Mahallesi, 26026 Ada, 5 Parsel üzerinde kurulu bulunan G. Apartmanı ve içerisinde bulunduğu ada 2011 yılı Haziran ayı sonlarında trotuar çökmeleri ve 49 bahçe duvar kaplamalarında dökülmeler meydana gelmiştir. İlgili ve yetkili yerlere önlem alınması istemiyle başvurular yapılmıştır. Çankaya Belediyesi tarafından yapılan inceleme neticesinde durum Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne yansımıştır. Olayın gelişim sürecinde Ankara Valiliği devreye girmiş ve Ankara Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü duruma el koymuştur. Yerinde yapılan jeolojik incelemeler sonucunda; 15.08.2011 tarihli (Tarih sanıyoruz 25.08.2011 yazılması gerekirken 15 yazılmıştır. Çünkü yazının ilk bölümünde 19.08.2011 de olay yerine gidildiğinden bahsedilmektedir.) “Teknik Rapor" hazırlanmıştır. Raporda aynen, son cümle "Fakat binanın mevcut halinin sağlıklı ve ekonomik bir şekilde düzeltilmesine imkân bulunmadığından bina için Ağır Hasarlı-Oturulamaz değerlendirilmesinin yapılması uygun görülmüştür." denilmek suretiyle binanın boşaltılması karara bağlanmıştır. İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü 18.08.2011 tarihli Jeolojik Etüd Raporu düzenlemiştir. Teknik raporla birlikte Çankaya Kaymakamlığına ve Çankaya Belediye Başkanlığı'na gönderilmiştir. İncelemeler sırasında da toprak kayması, ayrılmalar ve çatlamalar devam etmiştir. Çankaya Belediyesi, İl Afet Kurulunun Raporuna dayanarak binayı 08.08.2011 tarihinde tahliye etmiştir. Ancak müvekkillere yazılı bir bildirimde bulunulmamış olup Bizzat Belediye Başkanının binayı derhal boşaltın talimatına uyulmuştur. Binanın bulunduğu bölge geçici olarak afet bölgesi ilan edilmiş yapılaşma durdurulmuştur. Arsanın bulunduğu bölgede daha önce heyelan olması nedeniyle yapılan bir inceleme sonucu hazırlanan 18.05.1987 yılında İller Bankası Genel Müdürlüğü tarafından yapılan yerbilimi çalışmalarına göre söz konusu alan "Gr4" olarak tanımlanmış ve Yerleşim bakımından elverişli olmayan alanlar olarak nitelenmiş ve bu bölgede yerleşime gidilmemesi belirtilmiştir. Ancak zorunlu hallerde yerleşime gidilmesi halinde ise 4 başlık halinde hangi önlemlerin alınması gerekeceği belirtilmiştir. ARSANIN İMAR GEÇMİŞİ İNCELENDİĞİNDE; 09.02.1995 gün ve 115 sayı ile onaylı 1/5000 ölçekli nazım imar planı doğrultusunda Konya yolu kenarındaki 28051 adanın bulunduğu söz konusu alanın K.Ç.A. alanı, E:1.45, Hmax:Serbest yapılaşma koşullarına ilişkin 1/1000 ölçekli "Konya Yolu Kenarı Akpınar Mah. İlave İmar Planı" Çankaya Belediye Meclisinin 02.02.1998 gün ve 30 sayılı kararı ile uygun görülmüş ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığınca 26.09.1998 tarihinde onaylanmıştır. 26026 adada bulunan kat maliklerinin ortaya çıkan zararlarının karşılanacağı hem Çankaya Belediyesince hem de Ankara Büyük Şehir Belediyesince tüm kat maliklerine defalarca söylenmiştir. Davaya konu 26026 adada oluşan heyelan nedeniyle Çankaya Belediye Başkanlığınca, 26026 adada bulunan hak sahiplerinin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla imar planı değişikliği hazırlanmıştır. Plan değişikliği sürecinde; 26026 ada ve çevresinde meydana gelen heyelan nedeniyle oluşan riskli durumların giderilmesine yönelik tedbirlerle ilgili olarak, Çankaya Belediyesi İmar Müdürlüğü tarafından 26026, 28025, 28026, 27997 sayılı parselleri kapsayan 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği hazırlanmıştır. Söz konusu plan Çankaya Belediye Meclisinin 10.02.2012 tarih ve 168 sayılı kararı ile uygun görülmüştür. Ancak Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 12.03.2012 tarih ve 318 sayılı kararı ile ; "...Park, Lise ve Pazar alanlarının mevcut imar durumlarının korunması, 26026 adanın tamamının bedelsiz terkinine binaen yeşil alan yapılması, karşılığında takasen Büyükesat 26695 ada 3 no'lu kamu parselinin tahsisi, ticari kullanımı kaldırarak sadece konut kullanımı verilmesi, toplam inşaat alanının 27000m2 olması, yapı yüksekliğinin Serbest bırakılması, yapılaşmaya yönelik 26695/3 parsel mevcut plan notlarına uyulması suretiyle.." tadilen onaylanmıştır. Bu karara göre Çankaya Belediyesinin mülkiyetinde bulunan 26695 ada 3 sayılı parselin plan notları ile 26026 adada bulunan hak sahiplerine tahsisi yapılmıştır. Zararın tamamı karşılanacağı bu kararla belirtildiğinden müvekkil ve diğer hak sahipleri idareye güven ilkesi gereğince tam yargı davası açmamışlardır. 26026 Adadaki maliklerin bedelsiz terkini karşılığında takasen tahsis edilen arsayla ilgili hukuki işlemler yürütülürken,Akpınar mahallesi 26026 adada meydana gelen heyelandan dolayı, 06.02.2013 gün ve 28551 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2013/4251 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında 26026 adanın tümü 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesine göre "Riskli Alan" ilan edilmiştir. Arsanın üzerine yapılaşmayı ve temliki tasarrufları önleyici şerh konulmuştur. Ankara Büyükşehir Belediyesinin yıkım kararı alması üzerine Çankaya Belediyesi tarafından 10 Ağustos 2012 tarihinde, müvekkilin dairesinin bulunduğu Dikmen Apartmanı Çankaya Belediyesi tarafından yıkılmıştır. Ankara Büyük Şehir Belediyesinin 02.01.2013 tarih ve 22875 sayılı yazısı ile 26026 nolu imar adasının 6306 sayılı Kanun kapsamında riskli alan olarak belirlenmesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığından talep edilmiştir. Bunun üzerine söz konusu alan, 28.01.2013 tarih ve 2013/4251 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun 2. Maddesi gereğince "Riskli Alan" ilan edilmesi kararlaştırılmış ve 06.02.2013 tarih ve 28851 sayılı Resmi Gazetede ilan edilerek yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunca 06.02.2013 tarihinde "Riskli Alan" ilan edilmesi üzerine hukuki olarak 26026 adaya ilişkin karar alma ve çözme yetkisi T.C.Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na geçmiştir. 50 Bu tarihten sonra bakanlık yetkilileri, önce Akpınar Mahallesinde hak sahipleriyle mahallinde toplantı yapmış ve bölgenin boşaltılmasını istemiş ve Acele Kamulaştırma İşlemi yapacaklarını duyurmuştur. Buna bağlı olarak hem kendi bünyelerinde hem de dışarıdan hizmet alım yöntemiyle kıymet taktir işlemleri yapmış ve fakat müvekkillere tebliğ etmediği gibi toplantılara da çağırmamıştır. Bu tarihten sonra hem Çankaya Belediyesi hem de Ankara Büyük Şehir Belediyesi tarafından yetkinin bakanlığa geçtiğinden bahisle yapabilecekleri bir şey olmadığı yolunda görüşler kat maliklerine bildirilmiştir. Halbuki, yukarıda açıkladığımız üzere Büyükesat 26695 ada 3 no'lu kamu parselinin takasen tahsisi işlemiyle ada içerisinde bulunan tüm kat maliklerinin ve hak sahiplerinin zararların karşılanması işlemi yürütülmekteyken çıkan 6306 sayılı yasa gereğince bu alanın bakanlığın önerisiyle Bakanlar Kurulunca "Rezerv alan" olarak ilan edilmesi ve hak sahiplerine tahsis edilerek işlemin bitirilmesi gerekmektedir. Bakanlık yasa gereği elinde bulunan bu yetkiyi kullanmamış, Ankara BŞB, ve Çankaya Belediyesi'ni yasa gereği yetkilendirmeye çalışmıştır. Belediyelerin yetkilendirmeye yanaşmaması üzerine sürüncemede bırakmıştır. 26026 adadaki hak sahiplerine tahsis edilen Büyükesat 26695 ada 3 no'lu kamu parselinin maliki olan Çankaya Belediyesi ile arsa karşılığında Bakanlığa bağlı İller Bankası mülkiyetindeki Maltepe Pazarında yapılan çarşıdaki hisselerin takası işlemi yapılarak müvekkillere tahsis edilen arsanın mülkiyeti İller Bankasına geçmiştir. İller Bankası da arsayı duyumlarımıza göre 60.000.000,00 TL bedelle satmıştır. Bakanlık, 26026 adadaki hak sahiplerine tahsis edilmiş arsayı, rezerv alan ilan edilmesi için gerekli işlemleri yapması gerekirken bile bile arsayı satarak 60.000.000,00 TL gelir elde etmiştir. Çankaya Belediyesine, Ankara BŞB. Başkanlığına ve Davalı Bakanlığa ekte sunduğumuz dilekçelerle başvurulmuştur. Ekte sunduğumuz cevabi yazılarda Belediyeler, 6306 sayılı yasa gereği yetkinin Bakanlıkta olduğunu beyan etmişleridir. Bakanlık ise belediyelerin yetki istemediklerini beyan etmiştir. Ancak şu anda Çankaya Belediyesi tarafından, yeni rezerv alan tespit yapılarak Bakanlığa sunulmuştur. Bu alanla ilgili Bakanlık çalışmalarını yürütmektedir. Sonucu hakkında ise tarafımıza bilgi verilmemektedir. Yukarıda açıkladığımız üzere, yasalara uygun olarak kazanılmış, yasalarla güvence altına alınmış müvekkil mülkiyetindeki arsa ve bağlı konuta fiilen el konulmuş ve müvekkilin tasarrufta bulunma hakkı davalı bakanlıkça ortadan kaldırılmıştır. ‘’ demek suretiyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 5.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi: 21.04.2014 gün ve E:2014/47 sayı ile, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Danıştay Başsavcısı; “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 1. maddesinde; "Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındak i riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir"; 2. maddesinde; "İdare: Belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idarelerini, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerini ve Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerini; Rezerv yapı alanı: Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ'nin veya idarenin talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanları; TOKİ: Toplu Konut idaresi Başkanlığını, ifade eder"; 3. maddesinin 1. fıkrasında; "Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya idareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya idarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek idareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya idarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır...", 8. maddesinin 7. fıkrasında; "Riskli yapıların tespit edilmesine veya ettirilmesine dair usul ve esaslar, risklilik kriterleri, riskli yapıların tespitinde ve itirazların değerlendirilmesinde görev alacak teknik heyet ve diğer komisyonlar ile bu Kanunun uygulanmasına dair 51 diğer usul ve esaslar, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikler ile düzenlenir." hükümlerine yer verilmiş bulunmaktadır. 15.12.2012 günlü, 28498 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği'nin 3. maddesinin (c) bendinde; "ilgili kurum: Uygulama alanında dönüşüm projesi gerçekleştirecek olan Bakanlığı, idareyi ve Toplu Konut idaresi Başkanlığını", aynı maddenin (e) bendinde; "Rezerv yapı alanı: Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, Toplu Konut idaresi Başkanlığının veya idarenin talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanları, ifade eder"; 4. maddesinin 2. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde; "(2) Rezerv yapı alanı:a)....., b) TOKİ veya İdare, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosyaya istinaden Bakanlıktan rezerv yapı alanı belirlenmesi talebinde bulunabilir; c) Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosyaya istinaden Bakanlıktan rezerv yapı alanı belirlenmesi talebinde bulunabilir. Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince rezerv yapı alanı belirlenmesi talebinde bulunulabilmesi için; bu talebin, talebe konu taşınmazların maliklerinin tamamının muvafakati ile yapılması ve bu taşınmazların yüzölçümlerinin yüzde yirmibeşinin mülkiyetinin, geliri dönüşüm projeleri özel hesabına gelir olarak kaydedilmek üzere, Bakanlığın uygun gördüğü, bağlı veya ilgili kuruluşuna veyahut da idareye veya TOKİ’ye devrine muvafakat edilmesi gerekir." 5. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde; "(1) Riskli alan;) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,... , ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur", 5. maddesinin 3. Fıkrasında; "Riskli alan belirlenmesi için bu alanda taşınmaz maliki olan gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosya ile birlikte Bakanlık veya idareden riskli alan tespit talebinde bulunabilir, idareye yapılacak talepler Bakanlığa iletilir. Bakanlıkça yapılacak inceleme neticesinde uygun görülen talepler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak, teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur." kuralına yer verilmiş bulunmaktadır. Dosyanın incelenmesinden; davacıya ait taşınmazın bulunduğu adada meydana gelen heyelan sonrasında alanın "Afete Maruz Bölge (Yeni Yapılaşmaya Yasaklanmış Afet Bölgesi)" olarak belirlendiği, Çankaya Belediyesi tarafından tahliye ve yıkım işlemlerinin yapıldığı, söz konusu alan imar planında yapı yasağı uygulanacak alan olarak belirlenerek, detaylı jeolojik etütlere bağlı olarak daha sonra yapılacak 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği ile "pazar yeri, P.ve spor alanı olarak düzenlenmek üzere rezerv alanı olarak bırakılmıştır" şeklinde plan kararı alındığı, daha sonra 28.01.2013 günlü, 2013/4251 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edildiği, davacının taşınmazının bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet, imar hakları ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmesine karar verildiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 28.02.2014 günlü, 1506 sayılı oluru ile bu alanın "Rezerv Yapı Alanı" olarak belirlendiği, 2942 sayılı Kamulaştırma kanuna göre herhangi bir işlem yapılmadığı, davacı tarafından 6306 sayılı Kanun uyarınca taşınmazına davalı Bakanlıkça el konularak tasarrufta bulunma hakkının ortadan kaldırıldığı, herhangi bir ödeme yapılmadığından bahisle davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakımı ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazın Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edildiği, davacının taşınmazının bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet, imar haklan ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi nedeniyle davacının tasarruf hakkının kaldırıldığından bahisle tazminat istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari Yargı yerinde görülmesi gerekmektedir. Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun Geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların 52 uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğu öngörülmüş bulunmaktadır.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: “Davacının, Ankara ili, Çankaya ilçesi, Akpınar Mahallesi, 26026 Ada, 5 Parsel üzerinde kurulu bulunan G. Apartmanı ve içerisinde bulunduğu ada 2011 yılı Haziran ayı sonlarında tretuar çökmeleri ve bahçe duvar kaplamalarında dökülmeler meydana gelmesi sonucu, Çankaya Belediyesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, Ankara Valiliği II Afet ve Acil Durum Müdürlüğü tarafından duruma el koymuştur. Yapılan jeolojik incelemeler sonucunda; 15.08.2011 tarihli "Teknik Rapor" ile binanın mevcut halinin sağlıklı ve ekonomik bir şekilde düzeltilmesine imkân bulunmadığından bina için Ağır Hasarlı-Oturulamaz değerlendirilmesinin yapılması uygun görülmüştür. Davaya konu taşınmazın bulunduğu mevkide, meydana gelen heyelan nedeniyle Çankaya Belediyesi tarafından başlatılan işlemler sonucunda, binanın bulunduğu yerin "Afete Maruz Bölge (Yeni Yapılaşmaya Yasaklanmış Afet Bölgesi)" olarak belirlendiği, Çankaya Belediyesi tarafından tahliye edilerek binanın yıkıldığı ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği ile "pazar yeri, P.ve spor alanı olarak düzenlenmek üzere rezerv alanı olarak bırakılmıştır" şeklinde plan kararı alındığı, 28.01.2013 günlü, 2013/4251 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edildiği, böylece taşınmazın bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet, imar hakları ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmesine karar verilerek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 28.02.2014 günlü, 1506 sayılı oluru ile bu alanın "Rezerv Yapı Alanı" olarak belirlenmesine rağmen davacıya takas yolu ile yeni bir alan gösterilmemesi ve kamulaştırma işlemlerinin de yapılmaması nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemi ile adli yargı yerinde dava açıldığı anlaşılmaktadır. Davanın konusunun, davacının mülkiyetinde bulunan arsa ve üzerindeki konut'un bölgede meydana gelen heyelan sonucu kullanılması olanaksız hale gelmesi donucu, ilgili Belediye ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 6306 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılarak, yıkım, yeni imar düzenlemesi ve bölgenin rezerv alan olarak ilanı ile yapılaşmaya yasaklandığı ancak buna karşılık kamulaştırma işlemi yapılmadığı, davacıya takas yolu ile de zarar giderim yoluna gidilmediği, davacının da bu işlemlerden doğan zararının tazminini talep ettiği anlaşılmaktadır. Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1 -b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğR.anlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır. Uyuşmazlık konusu işlem, 6306 sayılı Yasa ve imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1 -b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/47 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı açısından 2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP 53 DÜŞÜNÜLDÜ: Olayda, davacıya ait taşınmazın bulunduğu adada meydana gelen heyelan sonrasında alanın "Afete Maruz Bölge (Yeni Yapılaşmaya Yasaklanmış Afet Bölgesi)" olarak belirlendiği, Çankaya Belediyesi tarafından tahliye ve yıkım işlemlerinin yapıldığı, söz konusu alanın imar planında; yapı yasağı uygulanacak alan olarak belirlenerek, detaylı jeolojik etütlere bağlı olarak daha sonra yapılacak 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği ile "pazar yeri, P.ve spor alanı olarak düzenlenmek üzere rezerv alanı olarak bırakılmıştır" şeklinde plan kararı alındığı, daha sonra 28.01.2013 günlü, 2013/4251 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edildiği, davacının taşınmazının bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet, imar hakları ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmesine karar verildiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 28.02.2014 günlü, 1506 sayılı oluru ile bu alanın "Rezerv Yapı Alanı" olarak belirlendiği, buna karşın davacı tarafından 6306 sayılı Kanun uyarınca taşınmazına davalı idarece el konularak tasarrufta bulunma hakkının ortadan kaldırıldığı ve dahi herhangi bir ödeme yapılmadığı iddiasıyla, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 5.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 1.maddesinde; " Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu ars a ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir." hükmü, 2.maddesinin 1.fıkrasının b bendinde; " İdare: Belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idarelerini, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerini ve Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerini’’ , c bendinde; ‘’ Rezerv yapı alanı: Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ'nin veya idarenin talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanları’’ , e bendinde ‘’ TOKİ: Toplu Konut idaresi Başkanlığını ifade eder." hükmü, 3. maddesinin 1. fıkrasında; " Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya idareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya idarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek idareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya idarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır..." hükmü, 8. maddesinin 7. fıkrasında; " Riskli yapıların tespit edilmesine veya ettirilmesine dair usul ve esaslar, risklilik kriterleri, riskli yapıların tespitinde ve itirazların değerlendirilmesinde görev alacak teknik heyet ve diğer komisyonlar ile bu Kanunun uygulanmasına dair diğer usul ve esaslar, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikler ile düzenlenir. " hükümlerine yer verilmiş bulunmaktadır. Ayrıca, 15.12.2012 günlü, 28498 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği'nin 3. maddesinin (c) bendinde; " İlgili kurum: Uygulama alanında dönüşüm projesi gerçekleştirecek olan Bakanlığı, idareyi ve Toplu Konut idaresi Başkanlığını ", aynı maddenin (e) bendinde; " Rezerv yapı alanı: Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, Toplu Konut idaresi Başkanlığının veya idarenin talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanları, ifade eder " , 4. maddesinin 2. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde; " b) TOKİ veya İdare, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosyaya istinaden Bakanlıktan rezerv yapı alanı belirlenmesi talebinde bulunabilir; c) Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosyaya istinaden Bakanlıktan rezerv yapı alanı belirlenmesi talebinde bulunabilir. Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince rezerv yapı alanı belirlenmesi talebinde bulunulabilmesi için; bu talebin, talebe konu taşınmazların maliklerinin tamamının muvafakati ile yapılması ve bu taşınmazların yüzölçümlerinin yüzde yirmibeşinin mülkiyetinin, geliri dönüşüm projeleri özel hesabına gelir olarak kaydedilmek üzere, Bakanlığın uygun gördüğü, bağlı veya ilgili kuruluşuna veyahut da idareye veya TOKİ’ye devrine muvafakat edilmesi gerekir." 5. maddesinin Riskli Alan başlıklı 1. fıkrasının (e) bendinde; " Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,... , ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur" , 5. maddesinin 3. Fıkrasında ise; " Riskli alan belirlenmesi için bu alanda taşınmaz maliki olan gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri, birinci fıkrada belirtilen bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosya ile 54 birlikte Bakanlık veya idareden riskli alan tespit talebinde bulunabilir, idareye yapılacak talepler Bakanlığa iletilir. Bakanlıkça yapılacak inceleme neticesinde uygun görülen talepler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak, teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur." kuralına yer verilmiş bulunmaktadır. Dosya kapsamında yapılan incelemede; davacıya ait taşınmazın bulunduğu yerde meydana gelen heyelan sonrasında bu yerin " Afete Maruz Bölge " olarak belirlendiği, Çankaya Belediyesi tarafından tahliye ve yıkım işlemlerinin yapıldığı, söz konusu alanın imar planında yapı yasağı uygulanacak alan olarak belirlenerek, detaylı jeolojik etütlere bağlı olarak daha sonra yapılacak 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği ile " pazar yeri, P.ve spor alanı olarak düzenlenmek üzere rezerv alanı olarak bırakılmıştır " şeklinde plan kararı alındığı, 28.01.2013 günlü, 2013/4251 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca " Riskli Alan " ilan edildiği, davacının taşınmazının bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet, imar hakları ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmesine karar verildiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 28.02.2014 günlü, 1506 sayılı oluru ile bu alanın "Rezerv Yapı Alanı" olarak belirlendiği, bu taşınmaza ilişkin olarak 2942 sayılı Kamulaştırma kanuna göre herhangi bir işlem yapılmadığı, davacı tarafından 6306 sayılı Kanun uyarınca taşınmazına davalı Bakanlıkça el konularak tasarrufta bulunma hakkının ortadan kaldırıldığı, ayrıca kendisine herhangi bir ödeme de yapılmadığı iddia edilerek görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, " idari işlem " , herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, " idari eylem " olarak tanımlanmaktadır. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Bu kabuller ışığında yapılan değerlendirme neticesinde, davacının taşınmazının Bakanlar Kurulu kararıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca " Riskli Alan " ilan edildiği olayda, davacının taşınmazının bulunduğu adadaki her türlü mülkiyet,imar hakları ve yapılaşmaya ilişkin her türlü konunun 6306 sayılı Kanun çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi nedeniyle davacının tasarruf hakkının kaldırıldığından bahisle tazminat istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan " İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları " hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekilinin görev itirazının Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 24.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 21.04.2014 gün ve E:2014/47 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 6-ESAS NO : 2014/844 KARAR NO : 2014/1071 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Davacı Belediye Başkanlığınca davaya konu temizlik ihalesini kazanan şirketten damga vergisi ve karar pulu tahsil edilerek yetkili vergi dairesine yatırıldıktan sonra, ihalenin iptali üzerine davacı belediyenin ihale teklifi sırasında ve 1. hakkedişte ödenen damga vergileri ile bunlara ilişkin karar pullarının davalı idareden istenmesine karşın ödeme yapılmaması üzerine söz konusu ödemelerin iadesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. 55 KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : Bahçelievler Belediye Başkanlığı : Av. A.A.A. : Bahçelievler Kocasinan Vergi Dairesi Müd.lüğü adına İstanbul Vergi Dairesi Bşk.lığı : Av. M.B. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Bahçelievler İlçesi sınırları dahilinde yer alan Yenibosna Merkez, Çobançeşme ve Fevziçakmak Mahallelerinin çöplerinin toplanması, nakli, cadde ve sokakların süpürülmesi, yıkanması, pazar çöplerinin kaldırılması, pazar alanlarının süpürülmesi, yıkanması, ilçe dahilinde bulunan tüm boş alanların temizlenmesi, molozların kaldırılması işinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 19.maddesine göre ihale edildiğini ve ihale konusu işin 27/03/2008 tarihinde 14 aylık olarak (01/05/2008- 30/06/2009 tarihlerini kapsayacak şekilde) yüklenici T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. ve Dış Ticaret Sanayi Ltd.Şti.'ne ihale edildiğini, idarece 2008/16125 kayıt numaralı iş için 28/03/2008 tarih ve 2008/1370 sayı ile firmanın sözleşmeye davet edildiğini, T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. ve Dış Ticaret Sanayi Ltd.Şti. davacı ile sözleşme yapabilmek için sözleşme tarihinden önce teklif ettiği ihale bedeli olan 4.752.311,24 TL' nin binde yedibuçuk (0.0075) sözleşme damga vergisi olan 35.642,33 TL, binde dört buçuk (0.0045) karar pulu tutarı olarak da 21.385,40 TL’nin Bahçelievler Belediye Başkanlığı Mali Hizmetler Müdürlüğü veznesine yatırıldığını, Sözleşme Damga Vergisi ve karar pulu tutarının Mali Hizmetler Müdürlüğü'nce emanet hesabına alındığını ve bağlı bulundukları Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne süresi içerisinde aktarıldığını, firma tarafından diğer yasal yükümlülüklerin yerine getirilerek 31/03/2008 tarihinde davacı Belediye ile sözleşme yapıldığını ve 01/05/2008 tarihinde işe başlanıldığını,söz konusu ihaleye itiraz üzerine Kamu İhale Kurumu tarafından ihalenin iptal edildiğini, davacı Belediyece 01/05/2008 tarihinde işe başlanılan sözleşme konusu iş için 01/05/2008- 31/05/2008 tarihlerini kapsayan 1 aylık hak edişin yapıldığını, ihalenin iptali üzerine T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. ve Dış Ticaret Sanayi Ltd.Şti.'nce davacı Belediye Mahalli Hizmetler Müdürlüğü emanet hesabına yatırılan ve süresi içerisinde Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü hesabına aktarılan binde yedibuçuk (0.0075) Sözleşme Damga Vergisi olan 35.642,33 TL, binde dört buçuk (0.0045) karar pulu tutarı olan 21.385,40 TL'nin yatırıldığına dair makbuzların, sözleşme kapsamındaki işin durdurulduğuna dair yükleniciye gönderilen yazı ve sözleşme örneklerinin Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü'ne bildirildiğini, İhalenin iptali üzerine T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. ve Dış Ticaret Sanayi Ltd. Şti. tarafından Bahçelievler Belediye Başkanlığı aleyhine Bakırköy 1.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2010/54 E. Sayılı dosyası ile 27/03/2008 tarihli ihale gereğince 31/03/2008 tarihinde ödenmiş olan 35.642,33 TL damga resmi ile 21.385,40 TL karar pulu toplamı olan 57.027,73 TL' nin sözleşmenin fesih tarihinden itibaren ticari avans faizi ile birlikte tahsili için dava açıldığını, Bakırköy 1.Asliye Ticaret Mahkemesi'nde açılan davanın davacı tarafından Kocasinan Vergi Dairesine ihbar edildiğini, yapılan yargılama sonucunda 08/12/2011 tarih ve 2011/508 K. sayılı karar ile davanın kabulü ile 57.027,73 TL'nin dava tarihinden itibaren Merkez Bankası'nın kısa vadeli k redilere uyguladığı değişen oranlarda avans faizi ile birlikte tahsiline karar verildiğini, Bakırköy 1.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2010/54 E, 2011/508 K. Sayılı kararının Yargıtay’ca onanarak kesinleştiğini, Bakırköy 1.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2010/54 E. 2011/508 K. sayılı 08/12/2011 tarihli kararı gereğince Hukuk İşleri Müdürlüğü'nce T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. Ve Dış Ticaret Sanayi Ltd. Şti. vekiline ilam vekalet ücreti, yargılama giderleri toplamı olarak 7.319,62 TL, T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. ve Dış Ticaret Sanayi Ltd. Şti. tarafından verilen ibraname göz önünde bulundurularak dava konusu olan Sözleşme Damga Vergisi ve karar pulu tutarından bir aylık hak edişin kesilmesi suretiyle 52.325,79 TL ile birlikte toplam 59.645,41 TL’nin ödendiğini, Bakırköy 1.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2010/54 E, 2011/508 K. sayılı kararında belirtilen 57.027,73 TL’nin kendi uhdelerinde bulunmadığını, dava konusu alacağın süresi içerisinde Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü'ne aktarıldığını, davacı yasal zorunluluklar nedeni ile dava konusu edilen damga vergisi tutarı ve karar pulu tutarını yükleniciden tahsil ederek vergi dairesi hesaplarına aktarmakla yükümlü bulunduğunu ve bu yükümlülüğünü yerine getirdiğini, bu sebeple 52.325,79 TL ile ilam vekalet ücreti, yargılama gideri olan 7.319,62 TL'nin toplamı olan 59.645,41 TL’yi ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte rücuen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır. Davalı Bahçelievler Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü adına İstanbul Vergi Da iresi Başkanlığı vekilinin süresi içerisinde Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde özetle görev itirazında bulunmuştur. Bakırköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: 21.01.2014 gün ve E:2013/293 sayılı kararı ile özetle; davalı vekilinin görev itirazın reddine karar vermiştir. Davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Danıştay Başsavcısı; “...Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; 56 herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır. Gerek uygulama, gerekse öğreti'de, idari işlem; idarenin kamu hizmetinin yürütümü amacıyla ve tek yanlı irade açıklamasıyla tesis etmiş olduğu kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler olarak tanımlanmış, bu tanıma göre, idari yargı yerlerinde iptal davasına konu edilecek hukuksal işlemlerin, öncelikle, kamu idaresinin işlemi olması, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla tesis edilmiş olması, kamu idaresinin tek yanlı irade açıklamasına dayanması ve nihayet kesin ve icrai nitelikte (yürütülmesinin gerekli) olması gerekmektedir. İdari yargıda yerini almış olan Vergi Mahkemelerinin görevleri, kuruluş kanunu olan 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un 6'ncı maddesinde sayılmış, bu maddede Vergi Mahkemelerinin a) Genel Bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları, b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları, c) bendinde de, Diğer Kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hüküm altına alınmıştır. Dosyanın incelenmesinden; Davacı İstanbul Bahçelievler Belediye Başkanlığınca davaya konu temizlik ihalesinin 27.03 2008 tarihinde yapıldığı,ihaleyi kazanan şirketten damga vergisi ve karar pulu tahsil edilerek yetkili vergi dairesine yatırıldığı, ancak söz konusu ihalenin iptali üzerine davacı belediyenin ihale teklifi sırasında ve 1. hakedişinde ödenen damga vergileri ile bunlara ilişkin karar pullarının davalı idareden istendiği, ödeme yapılmaması üzerine de bu vergilerin iadesi istemiyle Bakırköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusunun esasına ilişkin olan 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun 1'inci maddesinde; bu kanuna ekli (I) sayılı tabloda yazılı kağıtların damga vergisine tabi olacağı, bu kanundaki kağıtlar teriminin yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade edeceği belirtilmiştir. Buna göre, tahakkuku tahsile bağlı bir vergi olan ve kağıt üzerine tesis olunmuş bir mükellefiyet şekli olan damga vergisinde hukuki işlemlerin kendisinin değil, bu işlemlerin dayanağını teşkil eden belgelerin vergilendirilmesinin esas olduğu, bunun sonucu olarak Damga Vergisi Kanunu'nun, herhangi bir hukuki işlemin nasıl, neden ve ne zaman doğduğu ile değil, hukuki işlemin sağ doğmasını sağlayan belgeler (kağıtlar) ile uğraştığı sonucuna varılmaktadır. Bu bilgiler karşısında; söz konusu ihalenin iptali üzerine önceden tahsil edilen ve yetkili vergi dairesine yatırılan uyuşmazlık konusu damga vergileri ile karar pullarının iadesi istemiyle açılan ve idari dava türünde olan bu davanın, ihale kararının iptaline ilişkin işlem üzerine uyuşmazlık konusu damga vergisi ile karar pullarının iade edilip edilemeyeceğine ilişkin ihtilafın da idari yargıda yerini almış ve vergicilikte ihtisas mahkemesi niteliğindeki Vergi Mahkemelerince Çözümlenmesi gerekeceğinden, uyuşmazlığı alacak davası kabul edilerek adli yargı yerlerinde dava konusu yapılmasına olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde yer alan "İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden bir i ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde "Vergi Mahkemesinde" görülmesi gerekmektedir. Nitekim, 02/07/2012 günlü ve E:2009/1, K:2012/2 sayılı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararıyla; ihale kararı üzerinden ya da istihkaktan kesinti suretiyle 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'na göre hesaplanıp yetkili vergi dairesine yatırılan damga vergisinin ilgililerince iadesi istemiyle vergi mahkemesinde açılan davalar nedeniyle görev yönünden Danıştay 7'nci Dairesince verilen 06/02/2006 günlü ve E:2003/1573 K2006/366 sayılı karar ile aynı konuda Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca verilen 14/04/2006 günlü ve E:2006/26, K2006/93 sayılı karar arasındaki aykırılığın, yetkili yargı yerinin Vergi Mahkemeleri olduğundan bahisle Vergi Dava Daireleri Kurulu'nca verilen kararlar doğrultusunda giderilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davanın, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine” şeklinde karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: “Davacı Bahçelievler Belediye Başkanlığı tarafından yapılan temizlik hizmet alımı ihalesini kazanan T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. Ve Tic. San. Ltd. Şirketinin ihale sözleşmesinin imzalanması aşamasında ödediği 35.642,33 TL Damga vergisi ve 21.385,40 TL karar pulu harcı ödeyerek sözleşmeyi imzalayıp işe başladıktan sonra, üçüncü kişiler tarafından ihaleye ilişkin olarak 57 Kamu İhale Kurumuna yapılan itiraz sonucu ihale ve sözleşmenin KİK tarafından iptaline karar verilmiştir. İhale sözleşmesinin kendi kusurundan kaynaklanmayan nedenlerle iptal edildiği iddiası ile ihaleyi alan Şirketin Bahçelievler Belediye Başkanlığına karşı, damga ve karar harcı bedeli olarak yatırılan paranın iadesine ilişkin alacak davası, Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23/12/2011 gün ve 2010/54 E, 2011/508 K sayılı kararı ile kabul edilerek, sebepsiz zenginleşme hükümleri gerekçede özetlenerek damga vergisi ve karar pulu harcının iadesine karar verilmiş, bu karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17/04/2012 gün ve 2012/6361 E, 2012/10356 K sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı, Belediye tarafından Mahkeme kararı gereği, iade olunan damga vergisi ve karar pulu harcı tahsil edildiğinde vergi dairesine yatırıldığından, davalı idareden rücuen tahsili için adli yargı yerinde açılan davada, görev itirazının reddi üzerine, Danıştay Başsavcılığı tarafından idari yargı lehine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış ise de; incelenen uyuşmazlık her ne kadar Harçlar Kanunu hükümlerine göre tahsil edilen KDV ve karar pulu harcından kaynaklanmış olsa bile, dava dışı Şirketin davacı Belediye ile hizmet alım sözleşmesi imzaladıktan sonra sözleşmenin uygulanması aşamasında, kendi kusurundan kaynaklanmayan ve ihale şartnamesi ve ihale mevzuatına uygun davranılmamasından kaynaklanan nedenlerle KİK tarafından ihalenin iptal edilmesinden doğan zararın adli yargı yerinde sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tahsili edildiği, adli yargı kararma uyan davacı Belediyenin de aynı hukuki nedenle, paranın hesaplarına yatırıldığı davalı idareden rücuen geri istediği anlaşılmaktadır. Davanın bu hali ile Borçlar Kanunu hükümlerine göre özel hukuk hükümleri dikkate alınarak çözülmesi gerektiği, adli yargı yerinde kesinleşen bir kararın infazından sonra bu davanın devamı niteliğindeki rücu davasının da aynı yargı düzeni içinde sonuçlandırması gerektiği düşünülmektedir. Açıklanan nedenlerle, açılan davanın adli yargı yerinde görüm ve çözümü gerekmekle Danıştay Başsavcılığının başvurusunun reddi gerektiği düşünülmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bahçelievler Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü adına İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bahçelievler Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü adına İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı vekili açısından,10.maddede öngörülen biçimde,olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un davada adli yargının, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı Bahçelievler Belediye Başkanlığı tarafından yapılan temizlik hizmet alımı ihalesini kazanan T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. Ve Tic. San. Ltd. Şirketi’nin, ihale sonrasında sözleşmesinin imzalanması aşamasında 35.642,33 TL damga vergisi ve 21.385,40 TL karar pulu harcı ödeyerek sözleşmeyi imzalayıp işe başlandıktan sonra, üçüncü kişiler tarafından ihaleye ilişkin olarak Kamu İhale Kurumuna yapılan itiraz sonucu ihale ve sözleşmenin KİK tarafından iptaline karar verildiği, bunun üzerine ihale sözleşmesinin kendi kusurundan kaynaklanmayan nedenlerle iptal edildiği iddiası ile ihaleyi alan şirketin Bahçelievler Belediye Başkanlığına karşı, damga ve karar harcı bedeli olarak yatırılan paranın iadesine ilişkin olarak açtığı alacak davası neticesinde, Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 23.12.2011 gün E:2010/54, K:2011/508 sayılı kararı ile davanın kabul edilerek, damga vergisi ve karar pulu harcının iadesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17.04.2012 gün ve E:2012/6361 , K:2012/10356 sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, bunun üzerine davacı Belediye tarafından T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. Ve Dış Ticaret Sanayi Ltd.Şti. vekiline ilam vekalet ücreti, yargılama giderleri toplamı olarak 7.319,62 TL, T. Temizlik Akaryakıt İnşaat Tur. ve Dış Ticaret Sanayi Ltd.Şti. tarafından verilen ibraname göz önünde bulundurularak dava konusu olan Sözleşme Damga Vergisi ve karar pulu tutarından bir aylık hak edişin kesilmesi suretiyle 52.325,79 TL ile birlikte toplam 59.645,41 TL’n in ödendiği anlaşılmakla, söz konusu bedelin yasal faizi ile birlikte davalıdan rücuen tahsili istemiyle uyuşmazlığa konu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 08.12.2011 gün, E:2010/54, K:2011/508 sayılı kararında yapılan incelemede, davacının T. Temizlik Akaryakıt İnş. Tur. ve Dış Tic. San. Ltd. Şti. , davalının Bahçelievler Belediye Başkanlığı olduğu, davanın Bahçelievler Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü’ne ihbar edildiği, davaya konu edilen olayda, davacı şirket üzerinde bırakılan, Bahçelievler Belediye Başkanlığı tarafından Bahçelievler İlçesi dahilinde bulunan 58 Yenibosna Merkez Çobançeşme Fevzi Çakmak Mahallelerinin çöplerinin toplanması, cadde ve sokakların temizliği işine istinaden sözleşme akdedebilmek için sözleşme tarihinden önce teklif edilen ihale bedelinin damga vergisi olan 35.642,33 TL ile karar pulu tutarı olan 21.385,40 TL nin davalı Belediye’nin Maliye Hizmetler Müdürlüğü’ne yatırıldığı ve belediye ile sözleşme imzalandığı, ihaleye yapılan itiraz üzerine ihalenin iptal edildiği, davalı tarafça davacıya bir miktar ödeme yapıldığı, ancak vergi ve pul bedelinin ödenmediği belirtilerek, sözleşmenin feshi nedeniyle, önceden ödenmiş olan 35.642,33 TL tutarındaki damga vergisi ve 21.385,40 TL tutarındaki karar pulu bedeli ki toplam 57.027,73 TL nin faizi ile birlikte tahsilinin talep edildiği, yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verildiği, iş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 17.04.2012 gün, E:2012/6361, K:2012/10356 sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar verildiği ve kararın kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu aşamadan sonra Bahçelievler Belediye Başkanlığı tarafından, Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin yukarıda anlatımı yapılan kararı gereğince ödendiği ifade edilen damga vergisi ve karar pulu bedeli ile yargılama giderlerinin yasal faizi ile birlikte rücuen tahsili istemiyle Bahçelievler Kocasinan Vergi Dairesi Müdürlüğü adına İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı aleyh ine uyuşmazlığa konu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Olayda, Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde görülmüş olan dava, tümüyle adli yargı yerinde çözümlenmiş olmakla, davacı belediye tarafından davalı vergi dairesi aleyhine açılan uyuşmazlığa konu davanın bir rücu davası olduğunun kabulü gerekmektedir. Her ne kadar Danıştay Başsavcısı’nca; benzer konuya ilişkin olarak 02/07/2012 günlü ve E:2009/1, K:2012/2 sayılı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararıyla; ihale kararı üzerinden ya da istihkaktan kesinti suretiyle 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'na göre hesaplanıp yetkili vergi dairesine yatırılan damga vergisinin ilgililerince iadesi istemiyle vergi mahkemesinde açılan davalar nedeniyle yetkili yargı yerinin Vergi Mahkemeleri olduğundan bahisle davaya bakmakla idari yargının görevli olduğu belirtilerek olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmış ise de; olayda ihtilaf, iddia olunduğu gibi damga vergisinden ve pul parasından kaynaklanmamakta, dava dışı şirketin davacı Belediye ile hizmet alım sözleşmesi imzaladıktan sonra, sözleşmenin uygulanması aşamasında, kendi kusurundan kaynaklanmayan ve ihale şartnamesi ve ihale mevzuatına uygun davranılmamasından doğan nedenlerle Kamu İhale Kurumunca ihalenin iptal edilmesinden meydana gelen zararın adli yargı yerinde açılan dava sonrası sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tahsili edilmesi üzerine, adli yargı kararına uyan davacı Belediyenin de sadece tahsiline aracılık yaptığı ve dava dışı şirketten tahsili müteakip davalı Vergi Dairesinin ilgili hesabına yatırmış olduğu paranın, aynı hukuki nedenle hesaplarına yatırıldığı davalı idareden rücuen geri istenilmesinden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davanın bu hali ile Borçlar Kanunu hükümlerine göre özel hukuk hükümleri dikkate alınarak çözülmesi gerektiği, a dli yargı yerinde kesinleşen bir kararın infazından sonra bu davanın devamı niteliğindeki rücu davasının da aynı yargı düzeni içinde sonuçlandırması gerektiği anlaşılmış bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlık; davacı Belediye Başkanlığının 27.03.2008 tarihinde yaptığı temizlik ihalesi sonucunda, ihaleyi kazanan dava dışı şirketten tahsil edilerek yetkili vergi dairesine yatırılan damga vergis i ve karar pulunun, daha sonra ihalenin iptali üzerine Adli Yargı kararı ile davacı belediye tarafından davadışı şirkete iadesi nedeniyle ödenen damga vergisi ve karar pulunun davalı Vergi Dairesinden rücuen tahsili istemine ilişkindir. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 6/A maddesinde “Genel Bütçeye, İl Özel İdareleri, Belediye ve Köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali hükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar” a bakmak Vergi Mahkemelerinin görevleri arasında sayılmıştır. Uyuşmazlık konusu Damga Vergisi ile Karar Pullarının iade edilip edilmeyeceği hususu 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-A maddesinde “İdari İşlemler Hakkında Yetki, Şekil, Sebep, Konu ve Maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları” hükmü uyarınca İdari Yargıda yerini alan ve vergicilikte İhtisas Mahkemesi niteliğindeki Vergi Mahkemesince çözümlenmelidir. Nitekim 2.7.2012 gün 2009/1 esas 2012/2 karar sayılı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu Karanda, uyuşmazlığın Vergi Mahkemesinde çözümlenmesi gerektiği hususunu teyit etmektedir. 59 Kaldı ki dava dışı şirketin davacı Belediye aleyhine açtığı davanın Adli Yargıda görülmesi, bu kararın kesinleşmesi üzerine Belediye tarafından Vergi Dairesi aleyhine açılan rücu davasının da aynı Yargı kolunda görülmesini gerektirmemektedir. Rücu davasının da mutlaka asıl davanın açıldığı Yargı kolunda açılması gerektiğine ilişkin hiçbir yasal düzenleme de bulunmamaktadır. Evdeki Rücu davasında görevli yargı kolu uyuşmazlığın niteliğine ve davanın taraflarına göre Vergi Mahkemesi olduğundan, uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 7-ESAS NO : 2014/845 KARAR NO : 2014/1072 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekili : M.G. : Av. D.Ö.A. & Av. H.A. : Yenimahalle Belediye Başkanlığı : Av. A.B. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; “Mülkiyeti müvekkilim M.G.'e ait Ankara ili Yenimahalle ilçesi, Çayyolu köyü, Ortaset mevkiinde olan 823 K. Parsel olup 10.09.1979 tarihinde satın alınan 20.000 m2 yüzölçümlü taşınmaz üzerinde, 1/1.000 ölçekli mevzi imar planı uygulaması sırasında, kamulaştırılacak alan olarak, 551 m2 ayrık tutularak 19.449 m2 si imara açılmış,bu işlemler Yenimahalle Belediye Meclisinin 05.07.1995 gün ve 121 sayılı kararı ile imar ıslah ve isimlendirme komisyonuna havale edilen söz konusu parsele ilişkin mevzi imar planının onaylanması hakkındaki imar ıslah ve isimlendirme komisyonunun 03.08.1995 gün ve 8 sayılı raporunun Yenimahalle Belediye Meclisinin 23.08.1995 günlü toplantıda 157 sayılı kararla kabul edilmiş, onay için Büyükşehir Belediyesine gönderilmiştir. Büyükşehir Belediyesinin 26.01.1996 gün ve 9163-95 sayılı kararı ile de Yenimahalle Belediye Meclisinin kararı onaylanmıştır. 1/1000 ölçekli onaylanan mevzi imar planı düzenlenmesinde 823 nolu parselde 551 m2 lik miktar ayrık tutulmuş ve müvekkilim M.G. adına 10.09.1979 tarihli müstakil tapu verilmiştir. 551 m2 arsanın dışında kalan kısım 19.449 m2 arsa 1/1.000 ölçekli 84.127 sayılı mevzi i mar Planı düzenlemesi ile 16.820 Ada 2 Parsel numarasını alarak müvekkil adına tescil işlemi gerçekleştirilmiştir. 03.10.1996 tarih, 84127 sayılı İmar Planı gereğince imara açılmış ve bu imar planında gösterildiği gibi 551 m2 müvekkil uhdesinde kalarak, kamulaştırılmak üzere ayrılmış ve bakiye 19.449 m2'sinden 6.807 m2'si yeşil alan olarak bedelsiz kamuya 10.10.1996 tarih, 13.145/96 sayılı planla terkin edilmek suretiyle 16.820 ada, 2 numaralı parsel 12.642 m2'ye inmiştir. Her ne kadar 823 parselde kayıtlı 551 m2 alanlı taşınmazın terkin edilebileceği yönünde 09.05.1996 tarihinde Yenimahalle Belediye Başkanlığına öneri dilekçesi verildiği varsayılsa dahi söz konusu araziye ilişkin mevzii imar planı düzenlemesinin daha önce davalı idarece yapıldığı ve 26.0 1.1996 tarihinde Büyükşehir Belediyesince onaylandığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu durum gözetildiğinde verilen öneri dilekçesinin kabul edilmemesi nedeniyle idarece uygulamaya alınmadığı açıkça görülmektedir. Görüldüğü gibi mevzii imar p!anı düzenlemesinde müvekkilim M.G. adına söz konusu taşınmazın 12642 m2'lik kısmı konut alanı olarak tahsis edilmiştir. 60 Konut yapımı ve yoğunluk artışı uygulamaları aşamasında taşınmazın 1640 m2'nin kamuya yeşil alan olarak terkine ilişkin önerinin Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 14.07.2006 gün ve 1681 sayılı kararı ile onaylandığı, 2 numaralı parselden 03.10.2006 gün ve 4155 yevmiye numarası ile tapu nezdinde gerekli kamuya terkin işlemi yapıldığı, 16820 ada 2 nolu parselde kalan 11.002 m2 yüzölçümlü taşınmaz 19.10.2006 gün, 13454 yevmiye ile tapuya müvekkilim M.G. adına tescil edilmiştir. K. mimarlık Ltd.Şti. firmasının 551 m2 arsa üzerine, 14.10.1996 tarihinde çizmiş olduğu projeye göre villa inşa edilmiş, elektrik-doğalgaz-su bağlantıları yapılarak 8 sene ikamet edilmiştir. 16.820 ada, 2 numaralı parsel içerisinde, 551 m2 müvekkile ait olan arsa üzerine 14.11.1997 tarihli projeyle, 21.05.1998 98/133 sayılı Yapı Ruhsatı alınarak ekli planla görüldüğü gibi villa inşa edilmiş ve elektrik, doğalgaz, su abonelikleri yapılmış 8 sene bu villa da ikamet edilmiştir. Müvekkil M.G. sahibi bulunduğu 16.820 Ada, 2 parselde kayıtlı olan 11.002 m2 taşınmaz üzerinde Ankara 41. Noterliği, 15.11.2005 günlü (Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi içerikli Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi) adı altında müteahhit P. Yapı A.Ş. firmasıyla inşaat yapım sözleşmesi imzalanmıştır. Buna göre arsa üzerinde imar ve fenne uygun şekilde 89 dairelik blok apartmanların kat karşılığı olarak yapılması taraflarca kabul edilmiştir. Müteahhidin yapılacak 89 adet bağımsız bölümün paylaşımının ve yoğunluk artışı halinde bağımsız bölümlerin paylaşımının ne şekilde yapılacağı sözleşmede açıkça belirtilmiştir. Müvekkilim ile müteahhit yüklenici firma ile aralarında yapılan sözleşme ve ek sözleşme hükümlerine göre kat karşılığı yapılacak inşaatın müvekkilim M.G.'e ait 16820 ada 2 parselde kayıtlı 11.002 m2 yüzölçümlü arsayı kapsamaktadır. Bu nedenle sözleşme 823 parselde kayıtlı müvekkilime ait 551 m2'lik yer ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Yüklenici firma olarak 16.820 Ada 2 Parselde kayıtlı müvekkile ait 11.002 m2 üzerine tasdikli plana ve sözleşme hükümlerine uygun olarak inşaat yapması gerekli iken taşınmazın belirtilen 11.002 m2 lik yüzölçümünü aşarak, yasal olmadığı halde kamuya ayrılmış yeşil alan ve yolları tamamen işgal ederek, inşaat alanına katmış, yapılaşmayı gerçekleştirmiştir. Satmakta olduğu daireleri, daha fazla bedelle satabilmek için, 2 nolu parseli 20.000 m2 gibi göstermiş ve arsa sahibi müvekkil bu kanunsuzluğu kabul etmeyerek, Hâzineye ait yeşil alanın ve hudutlarının ayrılmasını ve işgalin kaldırılmasını, kamuya ait yolların açılmasını istemiş ve müteahhide ihtar çekmiş ve geçici ile kat'i kabul yapmamış konu yargıya intikal etmiştir. Görüldüğü gibi mevzi imar planı düzenlemesinde müvekkilim M.G. adına söz konusu taşınmazın 11.002 m2 lik kısmı konut alanı, ayrıca 8.447 m2 iki parça halinde (6807+1640) m2 yeşil alan ve yol olarak tahsisen kamuya bedelsiz olarak tapu nezdinde tahsisi yapılarak gerekli terkin işlemi yapılmıştır. Anayasanın 35. Maddesinde herkesin, mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı; Medeni Kanunun 683.maddesinde ise, bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahip olduğu düzenlemeleri ile bireylerin mülkiyet ve tasarrufta bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Öte yandan Anayasanın 46.maddesinde, devlet ve kamu tüzel kişilerinin, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkili oldukları belirtilmiş; 2942 sayılı kamulaştırma kanununda da kamulaştırma koşulları düzenlenmiştir. Olayımızda; mevzi imar planı uygulamasında, mülkiyeti müvekkilim M.G.'e ait 823 parsel 551 m2 yüzölçümlü taşınmaz, kamusal alan olarak ayrıldığı halde 1996 yılından bu yana davalı idarece anılan plan fiilen hayata geçirilmediği, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle müvekkilime ait taşınmaza müdahale edildiği ve taşınmazın R.iç bedeli de ödenmemek suretiyle müvekkilimin mülkiyet hakkının özüne dokunularak zarara uğratıldığı, kamulaştırması el atma olgusunun gerçekleştirildiği açık olup bu nedenle işbu davanın mahkemenize açılması zorunluluğu hasıl olmuştur. Mülkiyeti müvekkilim M.G.'e ait olan ve Ankara İli, Çankaya ilçesi, Çayyolu, Ortaset mevkiinde kain imarın 823 parselde kayıtlı 551 m2'lik taşınmaza davalı idarece kamulaştırmasız el atılmış olması nedeniyle 220.00 TL kamulaştırma bedelinin el atma tarihi olan 03.10.1996'dan itibaren işleyecek en yüksek reeskont faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacı müvekkile ödenmesine karar verilmesi talep olunur” demek suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur. Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi: 18.04.2014 gün ve E:2013/357 sayı ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev 61 uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Danıştay Başsavcısı; “Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşımaktadır. Dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, uyuşmazlık konusu taşınmazın 551 m2'lik kısmının mevzii imar planında "Kamusal Alan" olarak ayrıldığı iddiasıyla anılan kısmın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği anlaşılmıştır. Bu bilgiler karşısında; davanın, davacıya ait taşınmazın, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçlar, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır. İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa hükümlerinin gereğidir. Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin Adli Yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tanı yargı davaları," hükmü gereğince İdari Yargı yerinde görülmesi gerekmektedir. Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 2 1'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı imar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğu öngörüldüğünden 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ‘’ karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: “Davacı vekili tarafından, mülkiyeti davacı M.G. ait olan, davalı idare mevzi imar planı uygulamasında, 823 parsel 551 m2 yüzölçümlü taşınmazın, kamusal alan olarak ayrıldığı halde 1996 yılından bu yana davalı idarece anılan plan fiilen hayata geçirildiği, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle müvekkilime ait taşınmazdan yararlanmanın engellendiği iddiası ile tazminat talep edilmektedir. Davaya konu taşınmazın, öncesinde, 823 parselin 10/09/1979 yılında 20.000 m2 tarla vasfı ile satın alındıktan sonra, süreçte bu tarla üzerinde bulunan ve davaya konu 551 m2 lik alanda davacının villa tarzı konut alanı korunmak istenerek, imar uygulamasına tabi tutulduğu, bu kapsamda, önce 6807 m2 ve plan değişiklikleri, emsal artışları ile ilave olarak 1640 m2 alan yeşil alan, P.olarak Belediyeye terk edildikten sonra, 11.002 m2 lik alanda kat karşılığı konut anlaşması yapıldığı, bu işlemler sırasında, davacının konutunun da bulunduğu 551 m2 lik alanında Büyükşehir Belediyesinin 26/01/1996 tarih ve 9163-95 sayılı kararı ile onanan imar planında kamusal alan olarak ayrıldığının anlaşılması karşısında, bedelinin ödenmesinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Dosya 62 içeriğinden, davacının konutunun da bulunduğu 551 m21ik alanda davalı idare tarafından fiilen kamusal alana ilişkin bir inşai faaliyet bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğR.anlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır. Uyuşmazlık konusu işlem, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. Maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/357 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı açısından 2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının taşınmazına, imar planında kamulaştırılacak alan olarak ayrılmak suretiyle el atıldığı belirtilerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 220.000 TL kamulaştırma bedelinin el atma tarihi olan 03.10.1996’dan itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur. a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır. b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar. Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar. Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir. Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir. İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir. 63 c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Davaya konu olayda; mülkiyeti davacıya ait olup 823 parselde kayıtlı bulunan 551 m2 yüzölçümlü taşınmazın, 03.10.1996 tarihli davalı idarece yapılmış olan imar planı gereği kamusal alan olarak ayrıldığı halde 1996 yılından bu yana davalı idarece anılan planın fiilen hayata geçirilmediği,pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle davacının taşınmazından yararlanmasının engellendiği iddiası ile tazminat talep edilmekte olup, davacının konutunun da bulunduğu 551 m2 lik alanda davalı idare tarafından fiilen kamusal alana ilişkin bir inşai faaliyetin bulunmadığı, dolayısıyla davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın “kamulaştırılacak alan” olarak ayrılmasına karşılık, 1996 yılından davanın açıldığı tarihe kadar kamulaştırılmaması nedeniyle, davacının uğradığını öne sürdüğü zarar bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda hukuki el atma dolayısıyla uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir. Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir. 64 SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 18.04.2014 gün ve E:2013/357 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 8-ESAS NO : 2014/847 KARAR NO : 2014/1073 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde Londra Büyükelçiliği Silahlı Kuvvetler Ataşeliğinde 657 sayılı Kanun’un 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli mütercim-tercüman kadrosunda görev yapan davacının asli memur kadrosuna geçirilme istemiyle yaptığı başvuruda, tesis edilen işlemin askeri hizmete ilişkinlik unsurunu taşımaması nedeniyle, GENEL İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : P.G. adına Büro Emekçileri Sendikası : Av. D.D. : Milli Savunma Bakanlığı : Av. Z.D. O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle, davacının Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Londra Büyükelçiliği Silahlı Kuvvetler Ataşeliğinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesi hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde, Mütercim-Sekreter kadrosunda 1 Mayıs 2013 tarihinden beri görev yaptığını; 2 Ağustos 2013 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6495 sayılı Kanun’un 9. maddesi ile 657 sayılı Kanuna eklenen Geçici 41. madde hükmü uyarınca, 12 Ağustos 2013 tarihli dilekçesiyle, memur kadrosuna atamasının yapılması istemiyle davalı idareye başvurduğunu; ancak düzenlemenin davacıyı kapsamadığı nedeniyle, başvurusunun 9.9.2013 gün ve 12577435 sayılı işlemle reddedildiğini öne sürerek, davacının memur kadrosuna atanma talebinin reddine ilişkin Genelkurmay Başkanlığının 9.9.2013 gün ve 12577435 sayılı işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı vekili süresi içinde, davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılması gerektiğini öne sürerek, görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 18. İDARE MAHKEMESİ: 6.5.2014 gün ve E:2013/1614 sayı ile, davacının sözleşmeli personel olması nedeniyle sivil memur olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte, sivil memur olarak kabul edilse dahi uyuşmazlığın konu itibariyle askeri hizmete ilişkin olmaması nedeniyle, Kanunda aranan “asker kişi” olma ve “askeri hizmete ilişkin olma” şartının bir arada gerçekleşmemesi nedeniyle iş bu davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı idare vekilinin süresi içinde verdiği dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunmaları üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcılığına gönderilmiştir. ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI: Davanın, 657 sayılı Kanunun 4/B maddesi uyarınca Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde sözleşmeli mütercim-tercüman kadrosunda görev yapan davacının memur kadrosuna atanma istemli başvurusunun, davalı idarece 9.9.2013 tarihli bir işlem ile reddedilmesi üzerine, bu red kararının iptali istemiyle açıldığı; Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmayacağının belirtildiği; 20.7.1972 günlü ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği; 1602 sayılı Yasa’nın 20.maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri 65 öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma, çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı; bu bağlamda, TSK bünyesinde sözleşmeli personel olarak görevli bulunan davacının bu bağlamda asker kişi sıfatını taşıdığı hususunda duraksama bulunmadığı; idari işlemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ’nın, bu işlemin; kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı; idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, işlemin bir asker kişiye yönelmesi, etkilerini ve sonuçlarını bir asker kişi üzerinde meydana getirmiş olması gerektiği; iş bu davada, davalı idare tarafından tesis edilen ve TSK’da görevli sözleşmeli personel statüsündeki davacının memur kadrosuna atanma talebinin reddi şeklindeki idari işlemin iptal edilmesi istenildiğinin anlaşıldığı, davada idari işlemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “ asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği ve dolayısıyla uyuşmazlığın çözümünde AYİM’in görevli olduğu, bu nedenle2247 sayılı Kanun’un 10.12. ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denildiği; buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi" ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği; 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinin ikinci fıkrasında da, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayıldığı; davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği; dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğunun kabulu gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu, işlemin, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerektiği; Genelkurmay Başkanlığına bağlı Londra Büyükelçiliği Silahlı Kuvvetler Ataşeliği emrinde mahallinden temini suretiyle sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının memur kadrosuna atanma istemiyle yaptığı başvuru üzerine davalı idarece işlem tesis edilirken ve devamında açılan davanın yargısal denetimi sırasında, askeri görev yerinin özelliği, askerlik hizmetinin amacı, askeri hizmetten kaynaklanan durumlar yönünden değerlendirme yapılacak olması karşısında davanın askeri hizmete ilişkin bulunduğu, belirtilen duruma göre olayda idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden açılan davanın görüm ve çözümünün Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevinde bulunduğu sonucuna ulaşıldığı nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesi uyarınca, yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı yolunda görüş bildirmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. 66 II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde genel idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada genel idari yargının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Müjdat TUNA’nın ise davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde Londra Büyükelçiliği Silahlı Kuvvetler Ataşeliğinde 657 sayılı Kanun’un 4/B maddesi uyarınca sözleşmeli mütercim-sekreter kadrosunda görev yapan davacının statüsünün memur olarak değiştirilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 9.9.2013 tarih ve 12577435 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “istihdam şekilleri” başlıklı 4.maddesinde “…B) Sözleşmeli personel: Kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileridir. (Mülga ikinci paragraf: 4/4/2007-5620/4 md.) Ancak, yabancı uyrukluların; tarihi belge ve eski harflerle yazılmış arşiv kayıtlarını değerlendirenlerin mütercimlerin; tercümanların; Millî Eğitim Bakanlığında norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde öğretmenlerin; dava adedinin azlığı nedeni ile kadrolu avukat istihdamının gerekli olmadığı yerlerde avukatlarını, (....) kadrolu istihdamın mümkün olamadığı hallerde tabip veya uzman tabiplerin; Adli Tıp Müessesesi uzmanlarının; Devlet Konservatuvarları sanatçı öğretim üyelerinin; İstanbul Belediyesi Konservatuarı sanatçılarının; bu Kanuna tâbi kamu idarelerinde ve dış kuruluşlarda belirli bazı hizmetlerde çalıştırılacak personelin de zorunlu hallerde sözleşme ile istihdamları caizdir. (Ek paragraf: 4/4/2007-5620/4 md.) Sözleşmeli personel seçiminde uygulanacak sınav ile istisnaları, bunlara ödenebilecek ücretlerin üst sınırları ile verilecek iş sonu tazminatı miktarı, kullandırılacak izinler, pozisyon unvan ve nitelikleri, sözleşme fesih halleri, pozisyonların iptali, istihdamına dair hususlar ile sözleşme esas ve usulleri Devlet Personel Başkanlığının görüşü ve Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir. (Ek cümle: 25/6/2009-5917/47 md.) Bu şekilde istihdam edilenler, hizmet sözleşmesi esaslarına aykırı hareket etmesi nedeniyle kurumlarınca sözleşmelerinin feshedilmesi veya sözleşme dönemi içerisinde Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen istisnalar hariç sözleşmeyi tek taraflı feshetmeleri halinde, fesih tarihinden itibaren bir yıl geçmedikçe kurumların sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilemezler…” Aynı Yasaya, 6495 sayılı Kanun’un 9.maddesi ile eklenen Geçici 41. maddesinde, “ Kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, ayın veya haftanın bazı günleri ya da günün belirli saatleri gibi kısmi zamanlı çalışanlar ile yükseköğret im kurumlarının araştırma-geliştirme projelerinde proje süreleriyle sınırlı olarak çalışanlar hariç olmak üzere; a) 25/6/2012 tarihi itibarıyla; 1)Bu Kanunun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası…uyarınca vizelenmiş veya ihdas edilmiş sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışmakta olan ve 48 inci maddede belirtilen genel şartları taşıyanlardan, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, birinci ve dokuzuncu alt bentler kapsamına girenler otuz gün, diğer alt bentler kapsamına girenler ise altmış gün içinde yazılı olarak başvurmaları hâlinde pozisyonlarının vizeli olduğu teşkilat ve birimde, 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kurumlar bakımından bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerde yer alan bulunduğu pozisyon unvanıyla aynı unvanlı memur kadrolarına, diğer kurumlar bakımından bu kurumların kadro cetvellerinde yer alan aynı unvanlı memur kadrolarına; pozisyon unvanlarıyla aynı unvanlı memur kadrosu olmaması hâlinde ise ilgisine göre l90 sayılı Kanun Hükmünde Karamameye ekli cetveller veya kurumların kadro cetvellerinde yer alan kadro unvanlarıyla sınırlı olmak üzere Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığınca müştereken belirlenen memur kadrolarına… bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren doksan gün içinde kurumlarınca atanırlar…” hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacının Genelkurmay Başkanlığı yurtdışı teşkilatı Londra Büyükelçiliği Askeri Ataşeliğinde, 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi hükmü uyarınca 1.5.2013 tarihinde Sözleşmeli Personel (Mütercim-Sekreter) olarak çalışmaya başladığı; 2.8.2013 gün ve 28726 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6495 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 9. maddesiyle, 657 sayılı Kanuna eklenen Geçici 41. maddesinin a bendin 1. alt bendi uyarınca durumuna uygun asil memur kadrolarından birine geçirilmek istemiyle başvuruda bulunduğu; başvurusunun Londra Silahlı Kuvvetler Ataşeliği emrinde sözleşmeli statüde görevli (Mütercim-Sekreter) P.G.’nın memur kadrosuna geçirilmesine ilişkin istemin 6495 sayılı Kanun’un 9’uncu 67 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na eklenen 41’inci maddesinin birinci fıkrasının kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatında çalışan sözleşmeli personeli kapsadığı; ayrıca Maliye Bakanlığı Tebliğ ve Rehber’in 1 numaralı kapsam maddesinin 2 numaralı bendinin a fıkrasının “Yurtdışı teşkilatı için vizelenmiş sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilenleri…. kapsamamaktadır.” hükmünü amir olduğu, bu nedenle davacının memur kadrosunda istihdam edilmesinin bu Kanun hükümleri doğrultusunda mümkün görülmediği nedeniyle Genelkurmay Başkanlığının 9.9.2013 gün ve 12577735 sayılı işlemi ile reddedildiği; davacının bu işlemin iptali istemiyle dava açtığı anlaşılmıştır. Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir. Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır. Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığı yönünden yapılan incelemede: İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir. Olayda, davalı idarece tesis edilen işlem, 657 sayılı Kanunun 4/B maddesi kapsamında davalı idarenin yurt dışı teşkilatında “sözleşmeli” olarak istihdam edilmekte olan davacının, 6495 sayılı Kanunla 657 sayılı Kanuna eklenen Geçici 41 nci madde uyarınca “asli devlet memurluğu kadrosuna” geçme koşullarını haiz olup olmadığına ilişkindir. Dosya kapsamından, kamu kurumlarının merkez ve taşra teşkilatında görev yapan 4/B kapsamında istihdam edilen kişilerin anılan yasal düzenlemeden istifade edebilecekleri, yurt dışı teşkilatlarında istihdam edilenlerin ise yasa kapsamı dışında oldukları, bu nedenle Geçici 41 nci maddeden yararlanamayacakları saptaması, işlemin “gerekçesini” ( sebep unsurunu ) teşkil etmektedir.Diğer bir deyişle, kamu kurumlarının ( davalı M.S.B. dahil ) yurt dışı teşkilatlarında 657 sayılı Kanunun 4/B maddesi kapsamında, mahallinden temin suretiyle sözleşmeli olarak istihdam edilmekte olanların, 657 sayılı Kanunun Geçici 41 nci maddesi kapsamına dahil olmadıkları yolunda yapılan değerlendirmeyle varılan sonucun ( davanın somutunda menfi yönde tesis edilen işlemin ) askeri açıdan değerlendirilebilecek herhangi bir yönü olmayıp; diğer kamu kurumlarının yurt dışı teşkilatlarında aynı statüyle çalışan kişilerle davalı M.S.B.’nın yurt dışı teşkilatında 4/B statüsüyle görev yapan davacı arasında, işlemin tesisi ve değerlendirilmesi bakımından herhangi bir fark bulunmamaktadır.Dolayısıyla dava konusu işlemin “askeri hizmete ilişkin” bir yönünün bulunmadığı kuşkusuzdur. Belirtilen duruma göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen “asker kişiyi ilgilendirme” ve “askeri hizmete ilişkin bulunma” koşulları birlikte gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümünde genel idari yargı yeri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde GENEL İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * 68 * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 9-ESAS NO : 2014/1027 KARAR NO : 2014/1083 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacıya ait gecekondu, müştemilat ve ağaçlarının Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında ve yol alanında kalması sebebiyle yıkılması suretiyle kamulaştırmasız olarak el atıldığından bahisle uğranılan zararın ödenmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : F.A. : Av. E.Y. : Altındağ Belediye Başkanlığı : Av. N.I.K. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının Şükriye Mahallesi, Yönü Sokak, No:…. Altındağ/Ankara adresinde bulunan 177 m² arsayı üzerinde bulunan ev, kömürlük, bodrum, garaj, duvar ve meyve ağaçlarını 25.09.1981 tarihinde satın aldığını; bölgeden imar affı geçmesi nedeniyle tüm harçları ve yükümlülüklerini yerine getirerek 18.07.1988 tarihinde arsasına tapu tahsis belgesi alıp 10.10.1988 yılı 3194 yevmiye numarası ile taşınmazını 2291 ada 15 parsel üzerine Altındağ Tapu Sicil Müdürlüğü’nün şerhler hanesine kaydettidiğini; davacının taşınmazına davalı belediye tarafından kapı numaratajı, elektrik, su abonelikleri ve diğer belediye hizmetleri sağlanmak suretiyle davacının bu tarihten itibaren taşınmazı fiili olarak kullandığını; kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde davacının taşınmazı üzerinde bulunan muhtesatı ile birlikte sözleşme yapılmadan ve kamulaştırmaya gidilmeden ve hiçbir bedel de ödemeden davalı belediye tarafından el konularak yapı ve muhtesatın yıkılarak yapının bulunduğu yerden yol geçirildiğini; davalı belediyenin davacının tapu tahsis belgeli arsasında hak sahibi olduğunu kabul etmiş olmasına karşılık kaçak ve hazine arazisine kurulu yapılara uygulanan usulü tatbik ederek gecekonduya takdir ettiği değeri ödemediği, arsasına da hiçbir bedel ödenmediği gibi takdir ettiği enkaz değerinin de ödenmediğini; davacının kamulaştırmadan el atılan taşınmazından hiçbir şekilde faydalanamamasına karşılık kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde kendisine verilmesi gereken daireyi de alamadığını ve mağduriyetinin katlandığını belirterek; davalının arsa ve müştemilatına kamulaştırmaksızın el atmasından dolayı ödemediği meblağın şimdilik 100,00 TL sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınması istemiyle adli yargıda dava açmıştır. Davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde ve 13.03.2014 tarihli duruşmada görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 13.03.2014 gün ve E:2013/503 sayılı kararında gerekçe gösterilmeksizin davalının yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI; “… 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı" başlıklı 73. maddesinde; ‘’Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir. 69 Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz. Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Beled iye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir. Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir. Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır. 70 Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almaktadır. Dosyanın incelenmesinden; davacıya ait gecekondu, müştemilat ve bir kısım meyve ağaçlarının Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje kapsamında ve imar planında yol alanında kaldığı, davacının 2981 sayılı Yasa uyarınca yaptığı imar affı başvurusunda gecekondunun imar planında otoparka tecavüzlü olduğunun tespit edildiği ve gerekli harçlar yatırılmadığından sonuçlandırılmaması nedeniyle işlemlerin tamamlanmayarak söz konusu yapının ruhsata bağlanmadığı, Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje kapsamında ve imar planında yolda kalması nedeniyle yapısı yıkılan davacıya uzlaşma komisyonunca 3.750.00 lira yardım bedelinin ödenmesine karar verildiği, dava dilekçesinde, Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında ve imar planında yol alanında kalan taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle tesis ve arsa bedeli olarak 100 TL tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi istenildiği anlaşılmıştır. Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "id ari eylem" olarak tanımlanmaktadır. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Bu bilgiler karşısında; davanın, davacının gecekondu, müştemilat ve ağaçlarını Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında ve yol alanında kalması sebebiyle yıkılması suretiyle kamulaştırmasız olarak el atıldığından bahisle tazminat talebiyle açılan davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,” hükmü gereğince İdari Yargı Yerinde görülmesi gerekmektedir…” şeklindeki gerekçe ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalılardan Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının gecekondu, müştemilat ve ağaçlarının Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında ve yol alanında kalması sebebiyle yıkılması suretiyle kamulaştırmasız olarak el atıldığından bahisle uğranılan zararın faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır. 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik: 17/6/2010–5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan ed ilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde 71 kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir. Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz. Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile) Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir. 72 (Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir. (Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır. (Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.) (Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur. Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir. Dosya kapsamında yapılan incelemede; Altındağ Belediye Başkanlığı, İmar ve İstimlak Müdürlüğü’nün 10.08.2006 gün ve 01.10/11049 sayılı yazı ve eklerinden; davacının Belediye arsası üzerine yaptığı gecekondunun imar yolu üzerinde kalması nedeniyle tahliyesi sonrası Belediye ekiplerince yıktırıldığı; tapusuz ve 2981/3290/3366 sayılı yasalara göre İmar Affı Müracaatlarından dolayı tapu alanlarında yapılan taleplerine istinaden enkaz ve alt yapı bedeli alamayanların mağduriyetlerinin giderilmesi için enkazlarına karşılık 07.06.2006 tarih ve 533 sayılı Meclis Kararına göre uzlaşma komisyonunca belirlenecek bedel üzerinden ödeme yapılmasına ilişkin Belediye Encümeni’nin 21.06.2006 gün ve 295 sayılı kararın ardından uzlaşma sağlanan ve yapısı yıkılan davacı F.A.’a 3.750.00 YTL ödenmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Davacı vekili tarafından, davacıya ait gecekondu, müştemilat ve ağaçların, kentsel dönüşüm projesi kapsamında imar yolunda kaldığı iddiası ile kamulaştırma işlemi yapılmadan ve hiçbir bedel de ödenmediği iddiası ile alacak davası açıldığı; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, Kentsel Dönüşüm ve Gelişim alanlarına ilişkin mevzuat hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı görülmüştür. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci 73 maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır. Bu durumda; davalı Altındağ Belediyesi’nin ilçe sınırları içerisinde bulunan ve imar planı tamamlanan bölgelerde mülkiyetin tamamı veya hisseli Belediye parsellerinde ve bu parseller arasında kalan İmar Yolları, Park, Pazaryeri ve Rekrasyon Alanları üzerinde gecekondu, müştemilat ve ağaçların kamulaştırmaksızın el atıldığı iddiası ile açılan tazminat davasının, 2577 sayılı Kanun'un 2/1 -b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir. Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.03.2014 gün ve E:2013/503 sayılı kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.03.2014 gün ve E:2013/503 sayılı, KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 10-ESAS NO : 2014/1036 KARAR NO : 2014/1088 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacının hissedarı bulunduğu parsel üzerindeki mesken, eklentiler ve ağaçlarının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığından bahisle; söz konusu tesis ve ağaçlara karşılık, kamulaştırmasız el atma tazminatı ödenmesi istemiyle açtığı davanın, taşınmaza hali hazırda fiilen el atılmadığı gözetildiğinde, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : L.T. Vekilleri : Av. F.T.& Av. U.T. Davalılar : 1-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı 2-Mamak Belediye Başkanlığı Vekilleri : Av. Ç.E., Av. S.B. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin maliki bulunduğu, Ankara İli, Mamak İlçesi, Altıağaç Mh. 39789 ada 1 parselin 145/14536 m² hissesinin, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığını; müvekkilinin imar parselli arsası üzerinde, Hüseyingazi Mh. 187 Sk. No…. kapı numaralı mesken olarak kullandığı tesisi, muhtelif cins ve yaşta ağaçlarının bulunduğunu; 5393 Sayılı Belediye Kanununun 73. maddesine dayalı olarak Büyükşehir Belediyesi tarafından kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilen bölgedeki kamulaştırma ve imar işlemlerinin, Büyükşehir Belediyesi ile Mamak Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülmekte olduğunu; Belediye Encümeninin 04.09.2012 tarih ve 1564/1847 sayılı kararı ile Kaymakamlık Makamınca kamu yararı kararı alınmasına karar verildiğini ve 06.09.2012 tarih ve 2031207868 sayılı yazı ile Kaymakamlık Makamınca kamu yararı kararı alınmış olduğunu; 19.03.2013 tarihli Resmi Gazetede ilan edilen 2013/4320 sayılı Bakanlar Kurulunun 11.02.2013 tarihli kararı ile de anılan bölgenin acele kamulaştırma kapsamına alındığını; ne var ki bu karara ve aradan geçen zamana rağmen anlaşma yapmayan hak sahipleri ile ilgili olarak Kamulaştırma Yasasının 10. ve 27. maddeleri çerçevesinde bir işlem yapılmadığını, Mamak Belediye Başkanlığının 2009 - 2014 yatırım raporuna göre bu bölgedeki hak sahiplerinin %75’i ile anlaşma sağlandığını, bu anlaşma çerçevesinde mahallelerde yıkım ve enkaz kaldırma çalışmalarının başladığını; nitekim Mamak Belediye Başkanlığı’nın anlaşma yapmayan hak sahiplerine kapı kapı dağıttığı duyurunun ekinde acele kamulaştırma kararının bulunduğu, üst yazıda ise anlaşma yapılması halinde kira yardımı yapılacağının, gecekonduların enkaz kaldırma çalışmalarının bitmesinin hemen peşinden depreme dayanıklı konutların temelinin atılarak, çok kısa bir zaman içerisinde konutların öncelikli hak sahiplerine dağıtılacağının bildirildiğinin görüldüğünü; kaldı ki; anlaşma yapan hak sahiplerinin gecekondularının yıkıldığını, yollarda hafriyatın başlamış olduğunu; mahalledeki Harman Yolu 74 İlköğretim Okulu, marketler, kahvehanelerin kapatıldığını; mahalle sakinlerinin çocuklarının başka okullara sevk edildiğini; mahallenin metrukleşmesi sebebi ile mahalleye tinerciler ve hırsızların dadandığını, elektrik saatlerinin çalındığını; başka bir dava dosyasında yapılan bilirkişi incelemesinde; “yapıların yer yer yıkıldığı, bazı gecekonduların enkazının kaldırıldığı, enkaz kaldırılması zor olan bölgelerde gecekondu enkazlarının durduğu, bazı evlerin terk edildiği, bazı yolların kullanılamaz durumda ve harap, terk edilmiş olduğu, belediye hizmetlerinin yapılmadığı, yıkılmayan gecekondularda çağdaş yaşam şartlarının ortadan kalktığı”nın tespit edilmiş olduğunu; raporun devamında bu koşullar altında el atmanın mevcut olduğu kanaatine varıldığını; mevcut durum böyle iken, davalıların, Kamulaştırma Yasasının 10. Ve 27.maddelerini uygulamayarak, müvekkilinin mülkiyet hakkından kaynaklanan haklarını kısıtlamak sureti ile anlaşma yapmaya zorlandığını; anılan kararlar çerçevesinde kentsel dönüşüm alanına giren müvekkilinin taşınmazı ile ilgili olarak uzlaşma ve dolayısı ile daire karşılığı sözleşme yapma niyetlerinin bulunmadığını; tarafların uzlaşma sağlayamadığının, sağlıklı yaşam ve çevre koşullarının ortadan kalktığının, süreklilik arz eden fiili durum sebebi ile kamulaştırmasız el atmanın unsurlarının oluştuğunun açık olduğunu; kaldı ki, 5393 Sayılı Yasanın 73/8. fıkrasında yer alan; “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilirler” hükmü doğrultusunda müvekkilinin dava açma hakkı doğduğunu ifade ederek; fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik; 1- Ankara İli, Mamak İlçesi, Altıağaç Mh. 39789 ada 1 parseldeki 145/14536 hisseli (145 m2) arsa vasfındaki taşınmaz, arsa üzerindeki mesken vasıflı tesis, eklentiler ve ağaçlar için 10.000,00 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına, 2-Kamulaştırma bedeli karşılığında taşınmaz mülkiyetinin davalılara devrine, karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığının vekili, süresi içerisinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 5.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 9.5.2014 gün ve E: 2013/554 sayı ile, davanın Kamulaştırmasız El Atma Davası olduğu gerekçesiyle davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir. Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin süresi içinde verdiği dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI; aynen, “5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; "Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıd a sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir. Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır. 75 Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz. Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir. Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir. Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaIarı için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır. Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almaktadır. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun "İskan Sahalarının Tespiti, Kamulaştırma Ve Kadastro" başlıklı 4. maddesinde; "Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanla rda çevre 76 ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re'sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumlan tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re'sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur. Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır." hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; davacının hissedarı olduğu taşınmazın bulunduğu yerde davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.3.2013 tarihli, 28592 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava dilekçesinde, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kalan taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve taşınmazın mülkiyetinin davalı idarelere devrinin istenildiği anlaşılmıştır. Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 sayılı kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kalması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesindeki taşınmaza yönelik belirlemeden, bu projede öngörülen acele kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından söz konusu proje gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizlik şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde oluşturdukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin Adli Yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine hukuken olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, davanın, davacının hissedarı olduğu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince İdari Yargı yerinde görülmesi gerekmektedir Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar 77 Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş bulunmaktadır.” demek suretiyle, davanın, davacının hissedarı olduğu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden 2247 sayılı Kanun'un 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı ve anılan davalı İdare yönünden 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının hissedarı bulunduğu parsel üzerindeki mesken, eklentiler ve ağaçlarının, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığından bahisle; söz konusu tesis ve ağaçlara karşılık, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak k aydıyla, şimdilik 10.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır. 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik: 17/6/2010-5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir. Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karar a bağlanır. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır. 78 Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından k arşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz. Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile) Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir. (Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir. (Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır. (Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.) 79 (Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur. Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir. Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak dava dosyasında bulunan Mamak Belediye Başkanlığının 23.12.2013 kayıt tarihli cevap dilekçesinde; Belediyelerinin sınırlarında bulunan Altıağaç-KaraağaçHüseyingazi mahallelerinde, imarlaşmanın çeşitli sebeplerle gerçekleşmemesi ve mevcut yapılaşmanın sağlıklı olamaması nedeniyle Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi uygulanmasına karar verilmiş olduğu; davacının hissedarı olduğu arsa ve gecekondunun da bu alan üzerinde kaldığı; Belediyeleri ve T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesine ilişkin olarak hazırlanan 14/08/2012 tarihli protokolün imzalandığı ve Belediye Meclisinin kararıyla Uygulama Yönetmeliği hazırlandığı; Protokol gereği bu bölgenin T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği; bu doğrultuda, anılan bölgede kamulaştırma yapılabilmesi için Belediye Encümeninin 04/09/2012 tarihli ve 1564/1847 sayılı kararıyla kamu yararı kararı alınmış olduğu, bu kararın Kaymakamlık Makamının 06/09/2012 tarihli kararıyla onaylandığı; aynı zamanda bu alanın, Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Gecekondu Kanununun 5,7, 19 ve geçici 9. maddesine istinaden “Gecekondu Önleme Bölgesi” olarak ilan edildiği; 14/08/2012 tarihli protokol ile mevzuat hükümleri doğrultusunda “Altıağaç, Karaağaç ve Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanında” uygulanacak yönetmeliğin hazırlandığı ve Mamak Belediye Meclisine sunulduğu; Mamak Belediye Meclisinin sunulan yönetmeliği 02/07/2012 tarih ve 386 sayılı kararıyla kabul ettiği; ancak yönetmeliğin bazı hükümlerinin, Mamak Belediye Meclisinin 01/08/2012 gün ve 443, 02/01/2013 gün ve 8 sayılı kararlarıyla değişikliğe uğradığı; bu arada Bakanlar Kurulunun 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27. maddesine göre anılan bölge ile ilgili olarak acele kamulaştırma kararı almış olduğu, bu kararın 11/02/2013 tarihli Resmi Gazetede yayınlandığı; bu bağlamda “Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm” alanı olarak ilan edilen bölgede bulunan hak sahiplerini uzlaşmaya davet etmek için tebligatlar gönderilmeye başlandığı; proje kapsamında öncelikle gecekondu ve arsa sahipleriyle uzlaşmaya çalışılacağı, anlaşma sağlanamaması halinde kamulaştırma işlemlerinin yapılacağı; bu konuda yetkili birimi olan Emlak ve İstimlak Müdürlüğünün Acele Kamulaştırma Davası açılacak dosyaları hazırladığını; anılan projeden dolayı arsa ve gecekondu sahiplerinin herhangi bir hak kaybı bulunmadığı gibi, proje uygulandığında anılan mahallelerde bulunan çarpık yapılaşmanın sona ereceği, daha sağlıklı imarlı yapılaşmaya geçileceği; davacının Ankara İli, Mamak İlçesi, Altıağaç Mahallesi, imarın 39789 ada 1 numaralı parselinde tapu kayıtlarına göre bugün için 145 m2 hissesinin bulunduğu; bu hissenin 2981 sayılı İmar Affı Yasasının 13/b maddesine göre ilgili kurumca tahsis edilip, davacı adına tapuda devir ve tescil işlemlerinin yapılmış bulunduğu; davacıya 2981 sayılı İmar Affı Yasasına göre arsa tahsis işlemleri gerçekleştirildiğinden, adı geçen şahsa ait gecekondu ve müştemilatlara en fazla enkaz bedeli tespit edilebileceği, davacının bu konuda bina bedeli isteminin yasal dayanağının bulunmadığı; dava konusu arsa, yapı, müştemilat ve ağaçlara Müvekkili İdare tarafından herhangi bir şekilde el atmanın söz konusu olmadığı gibi, enkazların Kurumları tarafından alınmadığı savunulmuştur. Anılan Belediye Başkanlığının dilekçesine karşı, Davacı vekili tarafından, Mahkemeye ibraz edilen 15.1.2014 tarihli dilekçenin, “FİİLİ EL ATMA OLGUSU - ADLİ YARGININ GÖREVLİ OLMASI HAKKINDA” başlıklı kısmında; “Dava dilekçemizde, müvekkilimin davalılarla uzlaşamadığını, sözleşme yapmak istemediğini belirtmiştik. Davalılar, anlaşma yapmayan hak sahipleri hakkında Kamulaştırma Yasası 10. Ve 27.maddesi çerçevesinde işlem yapmak yerine, mahallede hafriyat çalışmasına başlamış, anlaşma yapan hak sahiplerinin evlerini yıkmıştır. Harman Yolu İlköğretim Okulu önce kapatılmış, 80 ardından yıkılmıştır. Marketler, kahvehaneler kapanmıştır. Bu ortamda mahalle vasfı ortadan kalkmış olmakla arazinin ortasında sadece anlaşma yapmayan hak sahiplerinin evleri kalmıştır. Davalılar ise kamulaştırma işlemi yapmak konusunda isteksiz davranmaktadır. Bunun yerine, çalışmalara hız vererek mahalledeki yaşam koşullarını ağırlaştırmak suretiyle müvekkili anlaşmaya zorlamaktadır. Kaldı ki; davalı yanın dilekçesinde belirttiği üzere, Kaymakamlık Makamınca 04.09.2012 tarihinde 1564/1847 Sayılı Kamu Yararı Kararı alınmış, 14.08.2012 tarihinde TOKİ ile protokol yapılmıştır. 11.02.2013 tarihli Resmi Gazetede Acele Kamulaştırma Kararı da yayınlanmıştır. Bu noktalar üzerinde durmak gerekir: Birincisi, acele el koyma kararından çok önce kamu yararı kararı alınmış, hak sahipleri ile anlaşmalar 2012 tarihinde imzalanmaya başlamıştır. Anlaşma yapan hak sahiplerinin evleri ise hemen yıkılmış, enkazları toplanmıştır. Böylece anlaşma yapmak istemeyen hak sahiplerinin yaşam koşulları 2012 tarihinden bu yana ağırlaşmış, dava tarihi itibari ile çekilmez bir hal almıştır. Bu noktada artık fiili el atma koşullarının oluştuğu, dolayısı ile yargı yolu itirazının haklı olmadığı aşikardır.” denildiği görülmüştür. Davacının taşınmazına fiilen el atılıp atılmadığı yolundaki iddiaların çözüme kavuşturulması amacıyla Mahkemesinden, taşınmaza ilişkin olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılıp yaptırılmadığının sorularak, varsa Bilirkişi Raporu istenilmiş, ancak Mahkemesince 20.11.2014 gün ve E:2013/554 sayılı yazı ile dava konusu taşınmaza ilişkin olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadığı bildirilmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgeler ile tarafların iddia ve savunmalarının irdelenmesinden; da valı idarece dava konusu arsa, yapı, müştemilat ve ağaçlara herhangi bir şekilde el atılmadığının ifade edildiği; davacı vekilinin beyanına göre, davacının davalılarla uzlaşamadığı, sözleşme yapmak istemediği, davalıların, anlaşma yapan hak sahiplerinin evlerini yıkmış olduğunun belirtildiği; bütün bu anlatımlar neticesinde, dosyada davacının taşınmazına fiilen el atıldığına ilişkin her hangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, dolayısıyla davacının taşınmazına fiilen el atılmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Davacı vekili tarafından, müvekkilinin taşınmazının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kaldığı, taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve taşınmazın mülkiyetinin davalılara devri istemiyle dava açılmış; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemin e ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı görülmüştür. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır. Bu durumda; davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç -KaraağaçHüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava konusu uyuşmazlığın da, idarelerin yetkili organlarının kamu gücünü kullanarak, res'en ve tek taraflı olarak tesis ettiği işlem/veya iş lemler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarardan kaynaklandığı; davacı vekili tarafından da, bu işlemlerden doğan zararın tazmininin istenildiği gözetildiğinde; davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir. Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Mamak Belediye Başkanlığının görev itirazının, Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın, tazminata ilişkin kısmının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalılardan Mamak Belediye Başkanlığının GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 9.5.2014 gün ve E:2013/554 81 sayılı KARARININ, tazminata ilişkin kısmının KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 11-ESAS NO : 2014/1074 KARAR NO : 2014/1124 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davalı Üniversite adına Ortadoğu Teknik Üniversitesinde doktora öğrencisi olarak görevlendirilen davacının, davalı üniversite lehine yüklendiği mecburi hizmet yükümlülüğü ile tazminat yükümlülüğünün iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : S.Y. : Av. M.B. : Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü : Av. C.Ö. O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, Kocaeli Üniversitesi adına 2547 sayılı Yasa’nın 35. maddesi uyarınca Orta Doğu Teknik Üniversitesinde doktora eğitimi alması nedeniyle davalı Üniversite ile imzalamış olduğu kefalet senedine göre yerine getirmesi gereken mecburi hizmet yükümlülüğünün iptali ile ödemek zorunda olduğu masrafın iadesi istemiyle davalı idareye vermiş olduğu dilekçesindeki talebinin reddine ilişkin davalı Üniversitenin 13.3.2013 gün ve 1029 sayılı işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanıp idareye karşı taahhütte bulunulduğunu, taraflar arasında yüklenme ve kefalet senedinden doğan alacak borç ilişkisi nedeniyle özel hukuk hükümlerine göre adli yargının görevli olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur. Kocaeli 1.İdare Mahkemesi: 17.5.2013 gün ve E:2013/371, K:2013/554 sayı ile, yüklenme ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davalı idare ile imzalamış olduğu kefalet senedine göre davacının yerine getirmesi gereken mecburi hizmet yükümlülüğünün iptali istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, nitekim Uyuşmazlık Mahkemesinin 9.4.2012 tarih ve E:2012/6, K:2012/66 sayılı kararının da bu yönde olduğu gerekçesiyle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir. Danıştay 8.Dairesi: 30.1.2014 gün ve E:2013/8026, K:2014/496 sayı ile, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedine ilişkin uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümünde idari yargının görevli bulunduğu; bu durumda, davacının imzaladığı taahhüt ve kefalet senedinde yer alan mecburi hizmetten kaynaklı mali yaptırımların kaldırılması talebinin reddine ilişkin işlem ve yüklenme senedine yönelik uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu açık olup, işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekmekte iken uyuşmazlığın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği yönünde verilen kararda hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. KOCAELİ 1.İDARE MAHKEMESİ: 26.6.2014 gün ve E:2014/759 sayı ile, bozma kararına uyarak, 2547 sayılı Yasa’nın 35., 2914 sayılı Yasa’nın 20. ve Bir Üniversite Adına Bir Diğer Üniversitede Lisansüstü Eğitim Gören Araştırma Görevlileri Hakkında Yönetmeliğin 4. maddelerinden söz ederek, davalı idarenin kamu gücüne dayalı olarak tesis ettiği mecburi hizmet yükümlülüğünden kaynaklanan işlemin idari yargıda görülen iptal davalarının konusuna girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görev itirazının reddine karar vermiştir Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosya örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Olayda, davacı görevlendirilmeden önce yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve 82 yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğu, dolayısıyla, uyuşmazlığın taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı, sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu bu nedenlerle 2247 sayılı Kanun’un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davalı Üniversite adına Ortadoğu Teknik Üniversitesinde doktora öğrencisi olarak görevlendirilen davacının, davalı üniversite lehine yüklendiği mecburi hizmet yükümlülüğü ile tazminat yükümlülüğünün iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim elemanı yetiştirme” başlıklı 35. maddesinde “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. (Ek fıkralar: 17/8/1983-2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler. Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, Kocaeli Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi uyarınca davalı idare adına Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim yapmak üzere görevlendirilen davacının, doktora öğrencisi olarak Ortadoğu Teknik Üniversitesine gönderilmesinden önce düzenlenen sözleşme uyarınca mecburi hizmet yükümlülüğü getirildiği ve bu yükümlülük ile tazminat yükümlülüğünün iptali istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Söz konusu yüklenme ve kefalet senedi ile üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle, üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğu açıktır. Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davacı tarafından mecburi hizmet yükümlülüğünün ve tazminat yükümlülüğünün iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Kocaeli 1.İdare Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Kocaeli 1.İdare Mahkemesi’nin 26.6.2014 gün ve E:2014/759 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * 83 * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 12-ESAS NO : 2014/1076 KARAR NO : 2014/1126 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davalı Şirkette çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle kamu kurumuna nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle uğradığı parasal kaybın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : E.U. : Av. B.B. : Türk Telekom A.Ş. : Av. G.G.P. O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 20.10.2010 tarihinde kamu kurumu emrine atanmıştır. Davacı davalı idareden, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği zımnen reddedilmiştir. Davacı vekili; davalı idare işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Kayseri 2.İdare Mahkemesi: 15.12.2011 gün ve E:2011/1538, K:2011/1194 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekom A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay 5. Daire Başkanlığı: 5.7.2012 gün ve E:2012/2571, K:2012/5118 sayı ile, imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmakta olduğu; aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Kayseri 2. İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Kayseri 2.İdare Mahkemesi: 6.11.2012 gün ve E:2012/1081, K:2012/1408 sayı ile, önceki kararında ısrar ederek, incelenen uyuşmazlıkta davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu: 23.10.2013 gün ve E:2013/87, K:2013/3267 sayı ile, imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmakta olup, aksi yöndeki kararda hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Kayseri 2.İdare Mahkemesinin 6.11.2012 günlü ve E:2012/1081, K:2012/1408 sayılı kararının bozulmasına karar vermiştir. Davalı idare vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği önesürülerek görev itirazında bulunulmuştur. KAYSERİ 2.İDARE MAHKEMESİ: 30.5.2014 gün ve E:2014/390 sayı ile, bozma kararına uyarak, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesi hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya 84 esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir. Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile O. Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000 4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. 85 II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. 1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır. 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şir kettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir. Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) O. Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır. Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. 86 Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır. 406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan list ede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur. Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur. Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir. 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır. Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek -29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: “a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için men faatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir 87 idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Kayseri 2.İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Kayseri 2.İdare Mahkemesi’nin 30.5.2014 gün ve E:2014/390 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 13-ESAS NO : 2014/1079 KARAR NO : 2014/1129 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca araştırma görevlisi olarak davalı Üniversite adına yüksek lisans ve doktora eğitimi yapmak amacıyla Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim dalında görevlendirilen davacının, lisansüstü eğitimini yapabilmesi için davalı üniversite lehine yüklendiği mecburi hizmet yükümlülüğü ve kefalet senedinin iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : H.M.G. : Av. Ö.F.S. : Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörlüğü : Av. S.A. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörlüğü’nün, 09.05.2014 gün ve 9163 sayılı yazısı ile bildirilen, mecburi hizmet ve tazminat borcunun kaldırılmasına yönelik talebinin reddedildiğine dair verilen idari kararın iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının özgür iradesiyle imzaladığı taahhüt ve kefalet senedinin, idare hukuku alanında tesis edilmiş bir idari işlem olarak kabul edilemeyeceğini, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 09.04.2012 gün ve E:2012/6, K:2012/66 sayılı kararının da bu yönde olduğunu gerekçe göstererek görev itirazında bulunulmuştur. KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 16.07.2014 gün ve E:2014/684 sayılı kararında; “…2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; “İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, ş ekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğu kurala bağlanmıştır. Olayda, mecburu hizmet yükümlülüğünün kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemde, özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlıktan söz etmeye olanak bulunmadığından bu işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın idari yargının görevinde bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır…” gerekçesiyle görev itirazının reddi ile görevlilik kararı vermiştir. Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosya örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI: “…Dava konusu uyuşmazlık, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklanmaktadır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun öğretim elemanı yetiştirmeye ilişkin 35. maddesinde: Yükseköğretim kurumlan; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine veYükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. 88 (Ek fıkra: 17/08/1983 - 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler. (Ek fıkra: 17/08/1983 - 2880/18 md.) Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmü yer almaktadır. Olayda, davacı Selçuk Üniversitesi’nde görevlendirilmeden önce Konya 6. Noterliğinin 18/10/2010 tarihli 20683 yevmiye nolu yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi emrine nakden ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt etmiştir. Söz konu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğu açıktır. Dolayısıyla, uyuşmazlık taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır..” gerekçesiyle 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilerek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmıştır. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞ İ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca araştırma görevlisi olarak davalı Üniversite adına yüksek lisans ve doktora eğitimi yapmak amacıyla Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim dalında görevlendirilen davacının, lisansüstü eğitimini yapabilmesi için davalı üniversite lehine yüklendiği mecburi hizmet yükümlülüğü ve kefalet senedinin iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim elemanı yetiştirme” başlıklı 35. maddesinde “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunu n belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. (Ek fıkralar: 17/8/1983-2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler. Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi uyarınca davalı idare adına Selçuk Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim yapmak üzere görevlendirilen davacının; davalı Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nden istifa etmesi nedeniyle davalı üniversite tarafından yüklenme ve kefalet senedi gereğince işlem yapılacağı ve 105.517,00TL’nin tebliği tarihi itibariyle 1 ay içinde ödenmesinin 89 davacı ve kefillerinden talep edilmesi üzerine; davacının Selçuk Üniversitesi'ne gönderilmesinden önce davacı ile müşterek borçlu ve müteselsil kefilleri tarafından düzenlenen taahhütname ve yüklenme senedinin iptali istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda, davacının lisansüstü eğitim için Selçuk Üniversitesi’nde görevlendirilmeden önce 14.04.2011 tarih 01934 yevmiye nolu yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi emrine nakden ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt etmiştir. Söz konu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğu açıktır. Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davacı tarafından senedin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Konya 2. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2014 gün ve E:2014/684 sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Konya 2. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2014 gün ve E:2014/684 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 14-ESAS NO : 2014/1080 KARAR NO : 2014/1130 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : G.Ö. : Av. A.K. : Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü : Av. D.G. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Türk Telekom A.Ş. Müdürlüğü’nde çalışmaktayken 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 22. Maddesi uyarınca Balıkesir Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü emrine memur olarak atanması üzerine, davacının maaşının eksik hesaplandığı, en son aldığı maaşının ve 2. Tip iş sözleşmesi uyarınca yılda 4 defa ikramiye tutarından bir aya isabet eden 647,80 TL’sinin maaşına ilave edilmesi için yeniden düzenlenme yapılması istemiyle yapılan başvurusunun zımnen reddine ilişkin Balıkesir İl Telekom Müdürlüğü işleminin iptali ile maaşına göre yılda ödenen dört maaş tutarındaki ikramiye tutarından bir aya isabet eden 647,80 TL nin maaş nakil bildirimindeki maaşına ilave edilmesine ve aradaki farkın dava açma tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargıda dava açılmıştır. Davalı vekilince cevap dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur. BALIKESİR İDARE MAHKEMESİ: 16.04.2014 gün ve E:2013/1423 sayılı görevlilik kararında; “… uyuşmazlığa konu edilerek iptali istenilen idari işlemin kamu gücünü kullanan davalı idarece tek taraflı idare bayanı ile tesis edilmiş olduğu, kamu görevlisi olarak görev yapan davacıya eksik ödeme yapılıp yapılmadığının tespiti suretiyle bakılan davanın hukuki çözümlemesinin yapılacağı dikkate alındığında 90 davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olup görev itirazı yerinde görülmemiştir…” gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir. Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; “…Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile O. Telekomünikasyon A.Ş.'ne satılmıştır. Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmü yer almaktadır. 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmü yer almaktadır. Bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği tarihinden itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklanmaktadır. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Dolayısıyla, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksızdır. Belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen kuruluş arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunmaktadır…” gerekçesiyle 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay 91 Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve ödenmeyen ek ödemelerin ödenmesi istemiyle açılmıştır. 1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır. 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir. Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olar ak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) O. Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır. Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi 92 teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre ist ihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001 -4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır. 406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur. Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur. Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir. 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır. Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali ve ödenmeyen ek ödemelerin ödenmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: “a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak 93 sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Balıkesir İdare Mahkemesinin 16.04.2014 gün ve E:2013/1423 sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Balıkesir İdare Mahkemesinin 16.04.2014 gün ve E:2013/1423 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 15-ESAS NO : 2014/1082 KARAR NO : 2014/1132 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : M.Y. : Av. B.B. (B.) : Türk Telekomünikasyon A.Ş. : Av. G.G.P. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Türk Telekom A.Ş. Kayseri İl Müdürlüğü’nde teknisyen olarak görev yapan davacının 4046 sayılı yasanın 22.maddesi uyarınca Kayseri Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanması sırasında düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin, ilişik kesme tarihine kadar geçen süre içinde, yılda (2 yarım 4 tam olmak üzere) 4 defa verilen ikramiye tutarının ve 40+40 olarak da bilinen denge tazminatının davacının maaş nakil ilmühaberindeki maaşına ilave edilmemesi nedeniyle, nakil tarihine göre ikramiyelerin ve ek ödemelerin yeniden hesaplanarak maaş ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi talebinin, davalı kurum tarafından zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile davacının, davalı şirkete konu ile ilgili yapılan başvuru tarihi olan 18.08.2011 tarihi itibariyle eksik ödenen farkın yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekili süresi içinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur. Kayseri 2.İdare Mahkemesi: 22.12.2011 gün, E:2011/1572, K:2011/1222 sayı ile özetle; “...uyuşmazlık konusu işlemi tesis edilen davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında idari yargının yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, görülen işbu davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 5.Daire 05.07.2012 gün ve E:2012/2424, K:2012/5103 sayılı ilamı ile özetle; “...imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmakta olup, aksi yöndeki kararda hukuki isabet görülmemiştir. 94 Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Kayseri 2.İdare Mahkemesince verilen kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49.maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına” şeklinde karar vermiştir. Kayseri 2. İdare Mahkemesi: Danıştay’ın bozma ilamına uymayarak 22.12.2011 gün, E:2011/1572, K:2011/1222 sayılı kararlarına ısrar edilmesine karar verilen 06.11.2012 gün ve E:2012/1058, K:2012/1397 sayılı kararında özetle; “...uyuşmazlık konusu işlemi tesis eden davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında idari yargının yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, görülen işbu davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle yeniden davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 23.10.2013 gün ve E:2013/386, K:2013/3247 sayılı ilamında özetle; “...imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmakta olup, aksi yöndeki kararda hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Kayseri 2.İdare Mahkemesince verilen kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49.maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına” şeklinde hüküm tesis etmiştir. Bu aşamadan sonra Kayseri 2.İdare Mahkemesi: Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bozma ilamına uyduktan sonra 03.06.2014 gün ve E:2014/389 sayı ile özetle; “...imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten,ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğunu, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile O. Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığını, Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığını,406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığını, bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığını, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz 95 şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığını, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceğini, dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğunu, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin, özelleştirilen kuruluş tarafından zımnen reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğunu belirterek, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. Bakımından 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsa vcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davalı şirkette teknisyen olarak görev yapmakta iken, 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında ise Kayseri Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü’ne ataması yapılan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile eksik bildirim nedeniyle ödenmeyen ek ödeme tutarlarının ödenmesi ve maaş nakil ilmühaberine eklenmesi talebiyle açılmıştır. 1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır. 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir. Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan 96 kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde,telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) O. Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır. Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001 -4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır. 406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur. Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur. Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir. 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe 97 kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır. Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek -29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: “a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca yapılan başvurunun kabulü ile, Kayseri 2.İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Kayseri 2.İdare Mahkemesinin 03.06.2014 gün ve E:2014/389 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 16-ESAS NO : 2014/1087 KARAR NO : 2014/1136 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Araştırma görevlisi olarak görev yaparken, 2547 sayılı Yasanın 35. maddesi kapsamında doktora eğitimi alması amacıyla bir başka Üniversitesinde görevlendirilen, bu esnada taahhüt ve kefalet senedi imzalayan davacının; mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması, taahhütname ve kefalet senedinin iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : A.T. : Av. H.D. : Dicle Üniversitesi Rektörlüğü : Av. R.A. O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde müvekkilinin, 21.12.2006 tarihinde Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümüne 2547 sayılı Yasanın 50/d maddesine göre araştırma görevlisi olarak atandığını; Üniversite tarafından 21.05.2007 tarihinde 2547 sayılı Yasanın 35. maddesi kapsamında Doktora eğitimini tamamlamak üzere gönderildiği Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri 98 Enstitüsü Maden Mühendisliği Anabilim Dalında 15.11.2013 tarihinde doktora eğitimini tamamlayarak mezun olduğunu; Dicle Üniversitesinin, bu eğitim programı sonunda, doktora öğrenimi süresi kadar olmak üzere kendi üniversitelerinde hizmet ifa etmesi konusunda müvekkiline taahhüt ve kefalet senedi imzalattığını; imzalatılan taahhüt ve kefalet senedine göre müvekkilinin, doktora öğrenimi sonunda, bu süre kadar olmak üzere Dicle Üniversitesi’nin göstereceği Mühendislik Mimarlık Fakültesinde göreve başlamak zorunda olacağını; buna riayet etmemesi durumunda doktora sırasında aldığı maaş ve diğer gelirlerin toplamının 10 katı kadar bedeli yasal faiziyle olmak üzere ve ayrıca 560,00-TL ödemek zorunda olduğuna dair şart konulduğunu; Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının web sayfasında ilan edilen Dokuz Eylül Üniversitesi Bergama Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi kadrosuna başvurarak 18.12.2013 tarihinde yapılan sınavda başarılı olduğunu ancak Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümünde mecburi hizmet bulunmasından dolayı kazandığı kadroya başlayamadığını ifade ederek; müvekkilinin, mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması istemiyle davalı kuruma 04.03.2014 tarihinde yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 21/03/2014 tarih 44647515-202.05-1721 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekilince birinci savunma dilekçesinde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kararları doğrultusunda, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur. DİYARBAKIR 3.İDARE MAHKEMESİ: 22.5.2014 gün ve E:2014/327 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanun'un 10. ve müteakip maddelerine yer verdikten sonra; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde; "İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; dosyanın incelenmesinden, davacının Dicle Üniversitesi'nde 2006 yılında araştırma görevlisi statüsünde göreve başladığı, 2547 sayılı Kanun'un 35. maddesi uyarınca eğitim harcamalarına yönelik kefalet senedi ve mecburi hizmete yönelik taahhütname alındıktan sonra kadrosunun Dokuzeylül Üniversitesi'ne aktarıldığı, anılan Üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsünde doktora eğitimi gördükten sonra Dicle Üniversitesi'ndeki görevine geri döndüğü, davalı idareye sunduğu dilekçesiyle, taahhütname ve kefalet senedinin iadesi ve mecburi hizmet yükümlüğünün kaldırılması yolundaki başvurusunun, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'nın işlemi ile reddedildiği; bu işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemi ile bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka ayk ırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu; idarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunmakta olduğu; nitekim, benzer bir uyuşmazlıkla ilgili olarak Danıştay idari Dava Daireleri Kurulu'nun 15.11.2002 günlü, E: 2002/557, K:2002/809 sayılı kararında da uyuşmazlığın idari yargının görev alanına girdiğinin belirtildiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, davaya bakmakla Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir. Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; konunun çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan işlemin incelenmesinin gerektiği; dava konusu uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun öğretim elemanı yetiştirmeye ilişkin 35. maddesinde; “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. / Ek fıkra: 17/08/1983 - 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler. / (Ek fıkra: 17/08/1983 - 2880/18 md.) Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmünün yer aldığı; olayda, davacının, Dokuz Eylül Üniversitesi FBE'de görevlendirilmeden önce Aliağa 2. Noterliğinin 11/05/2007 tarihli 4179 yevmiye nolu yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum 99 tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte Dicle Üniversitesi emrine ödemeyi kabul ve taahhüt etmiş olduğu; söz konu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık olduğu; dolayısıyla, uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısının yazılı düşüncesi istenilmemiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yaparken, 2547 sayılı Yasanın 35. maddesi kapsamında doktora eğitimi alması amacıyla Dokuzeylül Üniversitesinde görevlendirilen, bu esnada taahhüt ve kefalet senedi imzalayan davacının; mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması ve taahhütname ve kefalet senedinin iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Dicle Üniversitesi Rektörlüğünün 21/03/2014 tarih 44647515 202.05-1721 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim elemanı yetiştirme” başlıklı 35. maddesinde “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. (Ek fıkralar: 17/8/1983-2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler. Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacının Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi uyarınca Dokuzeylül Üniversitesi’nde görevlendirildiği; bu esnada taahhüt ve kefalet senedi imzalayan davacının Fen Bilimleri Enstitüsü, Maden Mühendisliği anabilim dalında doktora eğitimini tamamladığı; mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması ve taahhütname ve kefalet senedinin iptali istemiyle yaptığı 4.3.2014 tarihli başvurusunun reddine ilişkin Dicle Üniversitesi Rektörlüğünün 21/03/2014 tarih 44647515-202.05-1721 sayılı işleminin iptali istemiyle bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır. Söz konusu yüklenme ve kefalet senedi ile üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle, üniversite ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğu açıktır. Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davacı tarafından mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması ve taahhütname ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. 100 Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Rektörlük vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinin 22.5.2014 gün ve E:2014/327 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 17-ESAS NO : 2014/1095 KARAR NO : 2014/1143 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacılar tarafından, müşterek çocuklarının ayağında, Devlet Hastanesi’nde yanlış tedavi uygulanması nedeni ile iz kaldığı ve bu durum nedeni ile zarara uğradıkları gerekçesi ile açılan maddi ve manevi tazminat istemli davanın; kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirdiğinden İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalılar Vekili Vekili Dahili Davalı Vekili : E.Ö.’e velayeten O.Ö.ve S.Ö. : Av. E.Y. : 1.İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü : Av. U.Y.Ç. 2. B.T. : Av. M.T.Ö. : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı : Av. H.E. O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin müşterek çocuğu E.Ö.’in ayağında siğil çıkması nedeni ile Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gittiklerini, davalı Dr. B.T. tarafından E.’un ayağındaki siğilin, nitrojen gazı ile dondurma tedavisi ile tedavi edildiğini, uygulanan tedavinin ikinci seansı sırasında E.N.’un ayağında yara oluştuğunu ve bu yaranın iz bıraktığını, bu şekilde müşterek çocuğun ayağının estetik görüntüsünde bozulma olduğunu ve ileride bu nedenle birçok zorluk yaşayacağını belirterek, 10.000 TL maddi ve 80.000 TL manevi tazminatın, olayda kusuru bulunan davalılardan alınarak davacılara verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalılardan, Kamu Hastanelerini temsilen İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur. İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi; 17.09.2014 gün ve 2014/98 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir. Danıştay Başsavcısı; 14.10.2014 gün ve 2014/216 sayılı yazısında aynen “1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3'üncü maddesinde, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerinin bakacağı, öngörülmüş ise de; Anayasa Mahkemesinin 16.2.2012 gün ve E:2011/35, K:2012/23 sayılı kararıyla; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3'üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptaline karar verilmiştir. Bu durumda, görev konusunun kamu düzeninden olması ve göreve ilişkin kuralların derhal. uygulanması ilkesi uyarınca, idarenin hizmet kusuru bulunduğu bahsedilerek açılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin davanın görüm ve çözümü, davanın devamı sırasında görevli yargı yolunu 101 belirleyen yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmesi nedeniyle idari yargı yerine ait bulunmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalılardan İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü bakımından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacıların müşterek çocuğunun ayağında, siğil tedavisi nedeni ile götürüldüğü Devlet Hastanesi’nde, yanlış tedavi uygulanması nedeni ile iz kaldığı ve bu durum nedeni ile davacıların maddi ve manevi zarara uğradığı gerekçesi ile, olayda kusuru bulunan davalılardan 10.000 TL maddi ve 80.000 TL manevi tazminatın alınarak davacılara verilmesi istemi ile açılmıştır. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1 -b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerinin bakacağı hükmüne, geçici 1. maddesinde ise, bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmayacağı hükmüne yer verilmiş, bu Kanunun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin iptali amacıyla açılan davada, Anayasa Mahkemesi, 16.2.2012 tarih ve E:2011/35, K:2012/23 sayılı kararıyla; dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusunun kapsama alındığı ve bu tazminat davalarına bakma görevinin asliye hukuk mahkemelerine verildiği; buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararların kapsama alınmadığı; sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davalarının idari yargıda görülmeye devam edeceği; bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı; ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşabileceği; esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramlarının, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlar olduğu; idare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakarlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesinin mümkün olduğu; özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk hallerinin ise belirli konular için düzenlendiği ve sınırlı olduğu; idarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği; bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi, aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. Davacı zararının, kamu idaresi olan hastanelerde görev yapan sağlık çalışanlarının sağlık hizmetini gereği gibi yürütmediğinden kaynaklandığını; dolayısıyla, idarelerin doğan zarardan hizmet kusuru ilkesi uyarınca sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu duruma göre, hastanelerin kamu hizmetini yürüttüğü sırada kişiye verdiği zararın tazmini istemiyle açılan bu davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının 102 saptanması gerekmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü vekilinin görev itirazının İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, İstanbul 17.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.09.2014 gün ve 2014/98 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 18-ESAS NO : 2014/1097 KARAR NO : 2014/1145 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 4734 sayılı Yasa’ya göre ihale edilerek sözleşmeye bağlanan İnşaat Yapım İşinde, yüklenici tarafından işin süresinde bitirilmediği, dolayısıyla sözleşme hükümlerine uygun hareket edilmediği gerekçesiyle sözleşmenin feshine ilişkin davalı idare işleminin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekili : K. İnş. Nak. Taah. San. Tic. Ltd. Şti. : Av. M.D. & Av. M.T.& Av. Ebru Köroğlu : Orman ve Su İşleri Bak. Devlet Su İşleri Gn. Md.lüğü 12. Bölge Md.lüğü-KAYSERİ : Hukuk Müşaviri Ö.A. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı firma ile davalı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü arasında 01.03.2013 tarihinde Kayseri 7.Noterliğinin onayı ile 980.050,00 TL bedelle “Doyduk Yol Rölekasyonu İnşaatı Yapım İşi” konulu sözleşme imzalandığını, davalı idarece, davacı şirketin söz konusu yapım işini süresinde gerçekleştirmediğinden bahisle 25.04.2014 gün ve 252643 sayılı Bölge Müdürlüğü Olur’u ile taraflar arasındaki sözleşmenin tek taraflı olarak feshedildiğini belirterek, davalı idare tarafından sözleşmenin feshine ilişkin idari işlemin hukuka aykırı olduğundan bahisle kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 12. Bölge Müdürlüğü vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur. Kayseri 1.İdare Mahkemesi: 05.08.2014 gün ve E:2014/565 sayı ile özetle, “...söz konusu işlemin kamu gücüne dayanılarak tek yanlı irade açıklaması ile tesis edildiği görüldüğünden söz konusu dava konusu işlemde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.” demek suretiyle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 12. Bölge Müdürlüğü vekilinin, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: “…Dava konusu uyuşmazlık, taraflar arasında, ihale aşamasından sonra düzenlenen sözleşmeden ve eki şartnamede yer alan tarafların yüklendikleri borcun yükümlülüklerin sözleşmede öngörülen şekilde yerine getirilip getirilmediğinden kaynaklanmaktadır. Davalı Kamu kurumun tarafından, görev alanına giren işlerde ihale yapılmıştır. İhale işlemlerini iki aşamada değerlendirmek gerekmektedir. Birinci aşamada idarelerin ihale işlemi sonuçlanıp kesinleşinceye kadar yaptıkları işlemler olup bu işlemler tek taraflı ve kamu gücü kullanılarak yapılan id ari tasarruf olması nedeniyle idari işlemler olarak kabul edilip, bu aşamadaki uyuşmazlıkların idari yargı yerinde dava konusu olacağı tartışmasızdır. Ancak ikinci aşamada ise, ihale gerçekleşip kesinleştikten sonra idare ve ihaleyi alan kişilere karşılıklı yükümlülükler yükleyen sözleşme ve eki şartname bulunduğu; ihale sonrasında taraflar arasında imzalanan sözleşme ve eki şartnamelerin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olduklarında kuşku bulunmadığı;uyuşmazlığın ise, ihale işleminin kesinleşmesinden sonra yapılan ve 103 sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklandığı; söz konusu ihalenin 4734 sayılı Devlet İhale Kanun’una göre yapıldığı ve ihale onaylanarak kesinleştikten sonra artık tarafların karşılıklı olarak yükümlülük altına girdikleri; dava konusu işlemin, davacının şartnamede belirtilen yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu tesis edildiği; ihalenin kesinleşmesinden sonra gerçekleşmesi ve sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanması nedeniyle uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 12. Bölge Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 12. Bölge Müdürlüğü açısından 2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4734 sayılı Yasa’ya göre ihale edilerek sözleşmeye bağlanan İnşaat Yapım İşinde, yüklenici tarafından işin süresinde bitirilmediği, dolayısıyla sözleşme hükümlerine uygun hareket edilmediği gerekçesiyle sözleşmenin feshine ilişkin davalı idare işleminin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Dosya kapsamında yapılan incelemede; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından "Doyduk Projesi Yol Rölekasyonu inşaatı Yapım İşi" için 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında açılan ih aleyi kazanan davacı K. Inş. Nak. Taah. San. Tic. Ltd. Şti. ile davalı idare arasında 4735 sayılı Kamu ihale Sözleşme Kanunu çerçevesinde işin yapımı için sözleşme ve eki şartname imzalanarak işin yapımı aşamasına geçildiği, sonrasında davalı idare tarafından ihale kapsamındaki işin süresinde gerçekleştirilmediğinden bahisle. 25/4/2014 tarihli ve 252643 sayılı Bölge Müdürlüğü Olur'u ile sözleşmesinin tek taraflı feshedilmesine karar verildiği, davacı şirket tarafından bu işlemin iptali istemi ile görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır. 04.01.2002 tarih ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun ''Amaç'' başlıklı 1.maddesinde; ''Bu Kanunun amacı, kamu hukukuna tabi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri belirlemektir.'' denilmiştir. “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde de; “Aşağıda belirtilen idarelerin kullanımında bulunan her türlü kaynaktan karşılanan mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin ihaleleri bu Kanun hükümlerine göre yürütülür: a) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler, il özel idareleri ve belediyeler ile bunlara bağlı; döner sermayeli kuruluşlar, birlikler (meslekî kuruluş şeklinde faaliyet gösterenler ile bunların üst kuruluşları hariç), tüzel kişiler, b) Kamu iktisadi kuruluşları ile iktisadi devlet teşekküllerinden oluşan kamu iktisadi teşebbüsleri, c) Sosyal güvenlik kuruluşları, fonlar, özel kanunlarla kurulmuş ve kendilerine kamu görevi verilmiş tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar (mesleki kuruluşlar ve vakıf yüksek öğretim kurumları hariç) ile bağımsız bütçeli kuruluşlar, d) (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilenlerin doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ya da ayrı ayrı sermayesinin yarısından fazlasına sahip bulundukları her çeşit kuruluş, müessese, birlik, işletme ve şirketler, e) 4603 sayılı Kanun kapsamındaki bankalar ile bu bankaların doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ya da ayrı ayrı sermayesinin yarısından fazlasına sahip bulundukları şirketlerin yapım ihaleleri Ancak, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ve bu Fonun hisselerine kısmen ya da tamamen sahip olduğu bankalar, 4603 sayılı Kanun kapsamındaki bankalar ve bu bankaların doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ya da ayrı ayrı sermayesinin yarısından fazlasına sahip bulundukları şirketler ( (e) bendinde 104 belirtilen yapım ihaleleri hariç) 4603 sayılı Kanun kapsamındaki bankaların 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa tabi gayrimenkul yatırım ortaklıkları ile enerji, su, ulaştırma ve telekomünikasyon sektörlerinde faaliyet gösteren teşebbüs, işletme ve şirketler bu Kanun kapsamı dışındadır.'' denilmiştir. 05.01.2002 tarih ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’nun ''Kapsam'' başlıklı 2. maddesinde; ''Bu Kanun, Kamu İhale Kanununa tabi kurum ve kuruluşlar tarafından söz konusu Kanun hükümlerine göre yapılan ihaleler sonucunda düzenlenen sözleşmeleri kapsar.'' denilmiş, ''İlkeler'' başlıklı 4.maddenin 3.fıkrasında; ''...Bu Kanun kapsamında yapılan kamu sözleşmelerinin tarafları, sözleşme hükümlerinin uygulanmasında eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir. İhale dokümanı ve sözleşme hükümlerinde bu prensibe aykırı maddelere yer verilemez. Kanunun yorum ve uygulanmasında bu prensip göz önünde bulundurulur.'' denilmiştir. Belirtilen yasal düzenlemeler çerçevesinde, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'nun kamu hukukunu ilgilendiren yasalar olması nedeniyle, sözleşme aşamasına kadar yasaya dayanılarak idarece alınan karar ve yapılan işlemlerin iptali istemiyle açılan davaların idari yargı yerinde, sözleşme yapıldıktan sonra sözleşme hükümlerinin uygulanması nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlıkların ise sözleşme ve özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde görülmesi gerekmekte ise de, sözleşme yapıldıktan sonra tesis edilse bile sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanmayan, sözleşmeden doğan bir hak veya alacağın takibi niteliğini taşımayan, idarenin kamu gücüne dayanarak ve tek yanlı olarak tesis ettiği idarî işlemlerin iptali istemiyle açılan veya bu nitelikteki idarî işlemler nedeniyle doğan tazminat istemleri nedeniyle açılan davaların da idarî yargı yerinde görülüp çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. İdari sözleşmeler, idarelerin tek yanlı, kamusal yetkiye dayanarak, kamu hizmetinin gereklerinin yerine getirilmesi için kamu yararı amacı ile taraflar arasında akdedilen ve idareye üstün hak ve yetkiler veren, gerektiğinde tek yanlı değişiklik ve fesih yetkisini de idareye tanıyan nitelikte sözleşmelerdir. Kamu idarelerinin özel hukuk alanında akdettikleri sözleşmelerin ise; idari sözleşme niteliği taşımayıp, özel hukuk kurallarına göre düzenlendiği kuşkusuzdur. Öte yandan, idarelerce mal veya hizmet alımı için ihaleye çıkılması safhasında ihalenin sonuçlanıp kesinleşmesine kadar geçen aşamada tesis edilen işlemlerin idari nitelikte olduğu kabul edilmekte ve bu aşamada ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümünün idari yargı yerlerine,ihalenin kesinleşmesi ve sözleşmenin akdedilmesinden sonraki aşamada idare ile yüklenici arasındaki sözleşmenin uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün ise özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerlerine ait olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Somut olayda, ihaleyi kazanan davacı şirketin, sözleşmeye aykırı olarak yüklendiği işi süresinde yerine getirmediği gerekçesiyle davalı idare tarafından sözleşmenin tek taraflı olarak feshedildiği, davacı şirketin ise, hukuka aykırılığını öne sürdüğü bu işlemin iptalini talep ettiği anlaşıldığından, uyuşmazlığın çözümünde özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Kayseri 1.İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Kayseri 1.İdare Mahkemesince verilen 05.08.2014 gün ve E:2014/565 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 19-ESAS NO : 2014/1098 KARAR NO : 2014/1146 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 24/a maddesine muhalefet etme eylemi nedeniyle aynı Kanunun 36. maddesi “i” bendi uyarınca hakkında idari para cezası verilmesi ve avlanmakta kullanılan tekne ile üzerindeki makinenin tutanakla adli yargı yerinde Cumhuriyet Savcısı talimatı ile müsadereye konu edilmek üzere zapt edilmesi üzerine, zapt etme (el koyma) işleminin yürütmesinin durdurulmasına, müteakiben davanın kabulü ile işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR 105 Davacı Davalı Vekili : İ.T. : Sahil Güvenlik Komutanlığı : Av. B.Y.Z. O L A Y : Davacı dava dilekçesinde özetle; donatanı ve kaptanı olduğu 12,8 mt’lik ahşap başlıklı teknesi ve üzerindeki 220 Hp ford marka makine ile İstanbul Boğazı Tarabya önlerinde trol ile balık avladığının Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından tespit edilerek yakalanması sonucunda, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 24/a maddesine muhalefet etme eylemi nedeniyle aynı Kanunun 36. maddesi “i” bendi uyarınca hakkında idari para cezasına ilişkin yaptırım uygulandığını ve avlanmakta kullandığı tekne ile üzerindeki makinenin 29/11/2013 gün ve 21126 sayılı tutanakla adli yargı yerinde Cumhuriyet Savcısı talimatı ile müsadereye konu edilmek üzere zapt edildiğini belirterek, öncelikle dava konusu zapt etme (el koyma) işleminin yürütmesinin durdurulmasına, müteakiben davanın kabulü ile işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı Sahil Güvenlik Komutanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur. İstanbul 6.İdare Mahkemesi: 28.02.2014 gün ve E:2013/2521 sayı ile özetle, “...olayda, uyuşmazlığın davacı ile davalı idare arasındaki özel hukuk hükümlerine göre tesis edilmiş bir işlemden kaynaklanmayıp, kamu hukuku kuralları çerçevesinde tek taraflı ve kamu gücüne dayalı işlemden kaynaklandığından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargı mercilerinin görevinde olduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davalı idare vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Sahil Güvenlik Komutanlığı vekilinin, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: “…1380 sayılı Kanunun 24/a maddesinde "İçsular, Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında her çeşit trol ile su ürünleri istihsali yasaktır.” hükmü ile İstanbul Boğazında trolle balık avcılığı yasaklanmış, aynı Kanunun 36/i bendinde "24 üncü maddenin (a) bendinde belirtilen alanlarda trol ile su ürünleri istihsalinde bulunanlar üç milyar lira idari para cezası ile cezalandırılır ve istihsal olunan su ürünleri ile istihsal vasıtaları zapt ve mahkemece müsadere edilir.'' şeklindeki düzenleme ile, yasağa uymama idari para cezasına ve müsadere yaptırımına tabi tutulmuştur. 1380 sayılı Kanunun 22/07/2003 - 4950 S.K./4. md.ile değişik 32. Maddesinde "Bu Kanunda yer alan mahkemece yerine getirilecek görevler zaruret görülmeyen hallerde sulh ceza mahkemelerince onbeş gün içerisinde evrak üzerinden inceleme yapılarak karara bağlanır." hükmü ile üretim vasıtalarının müsaderesine sulh ceza mahkemesinde karar verileceği açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu düzenleme karşısında, müsadere işlemine esas olan ve Cumhuriyet Savcısı kararı ile icra edilen zapt işlemine karşıda itirazın adli yargı yerinde yapılması gerektiği tartışmasızdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Esas: 2009/7 -183, Karar: 2009/257 sayılı kararında da 1380 sayılı Kanun kapsamında müsadere davasının sulh ceza mahkemesinde duruşmalı olarak görülmesi gerektiği kararı verilmiştir. 1412 sayılı CMUK’nun 392/2. maddesinde gerekse 5271 sayılı CMK’nun 259. maddesinde, suç konusu olmayıp sadece müsadereye tabi bulunan eşyanın müsaderesine Sulh Ceza Hakimi tarafından duruşma yapılmaksızın karar verileceğinin benzer düzenlemelerle hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, müsadere işlemine esas teşkil eden, dava konusu su ürünleri üretim vasıtalarının zaptına yönelik işlemin iptali davasının adli yargı yerinde görülmesi gerektiği düşünülmektedir.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. ve 13. maddeleri uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,davalı Sahil Güvenlik Komutanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, davalı Sahil Güvenlik Komutanlığı açısından 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve 13. maddelerinde öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 106 Dava, davacının donatanı ve kaptanı olduğu 12,8 mt’lik ahşap başlıklı teknesi ve üzerindeki 220 Hp ford marka makine ile İstanbul Boğazı Trabya önlerinde trol ile balık avladığının Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından tespit edilerek yakalanması sonucu, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 24/a maddesine muhalefet etme eylemi nedeniyle aynı Kanunun 36. maddesi “i” bendi uyarınca hakkında idari para cezası verilmesi ve avlanmakta kullanılan tekne ile üzerindeki makinenin 29/11/2013 gün ve 21126 sayılı tutanakla adli yargı yerinde Cumhuriyet Savcısı talimatı ile müsadereye konu edilmek üzere zapt edilmesi üzerine, zapt etme (el koyma) işleminin yürütmesinin durdurulmasına, müteakiben davanın kabulü ile işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. 1380 sayılı Su Ürünler Kanunu’nun ‘’ Trol ‘’ başlıklı 24.maddesinin a bendinde; ‘’ İçsular, Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında her çeşit trol ile su ürünleri istihsali yasaktır. İlmi maksatlarla yapılacak incelemelerde trol kullanılabilir. ‘’ hükmü yer almakta olup, davacı hakkında bu maddeye aykırı hareket ettiğinden bahisle idari yaptırım kararı uygulanmıştır. Aynı Kanunun ‘’Cezalar ‘’ başlıklı 36.maddesinin i bendinde; " 24 üncü maddenin (a) bendinde belirtilen alanlarda trol ile su ürünleri istihsalinde bulunanlar üç milyar lira idari para cezası ile cezalandırılır ve istihsal olunan su ürünleri ile istihsal vasıtaları zapt ve mahkemece müsadere edilir. '' hükmü yer almakta olup, bu düzenleme ile, yasağa uymamanın neticesi idari para cezasına ve müsadere yaptırımına tabi tutulmuştur. Kanun’un ‘’ Usul Hükümleri ‘’ başlıklı 32.maddesinde; ‘’ Bu Kanunda yer alan mahkemece yerine getirilecek görevler zaruret görülmeyen hallerde sulh ceza mahkemelerince onbeş gün içerisinde evrak üzerinden inceleme yapılarak karara bağlanır. ‘’ hükmü yer almakta ve böylece istihsal vasıtaların sulh ceza mahkemeleri tarafından müsadere edilebileceği hüküm altına alınmış bulunmaktadır. Ayrıca gerek mülga 1412 sayılı CMUK’nun ‘’ Müsadere Talebinin Mercii ‘’ başlıklı 392.maddesinde; ‘’ Ceza Kanununun 36 ncı maddesi ile diğer maddelerine ve hususi kanunlar hükmün e göre belirli eşyanın müsaderesi veya imhası yahut kullanımdan kaldırılması gerekli olan hallerde, kamu davası açılmamış veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bu hususta bir karar verilmemişse bu tedbirlerin her türlü takiplerden ayrı olarak alınması için Cumhuriyet savcısı veya davacı tarafından yapılacak talep esas davayı görmekle yetkili mahkemeye verilir. Suç mevzuu olmayıp münhasıran müsadereye tabi bulunan eşyanın müsaderesine sulh hakimi tarafından duruşma yapılmaksızın, karar verilir. Bu karar aleyhine alakadarlar acele itiraz yoluna müracaat edebilirler. ‘’ hükmü, gerekse de 5271 sayılı CMK’nun ‘’ Suç Konusu Olmayan Eşyanın Müsaderesi ‘’ başlıklı 259. maddesinde; ‘’ Suç konusu olmayıp sadece müsadereye tâbi bulunan eşyanın müsaderesine sulh ceza hâkimi tarafından duruşma yapılmaksızın karar verilir. ‘’ hükmünün yer alıyor oluşu karşısında, somut olayda olduğu gibi suç konusu olmayıp sadece müsadereye tabi bulunan eşyanın müsaderesine Sulh Ceza Hakimi tarafından duruşma yapılmaksızın karar verileceği anlaşılmıştır. Öte yandan Yargıtay Ceza Genel Kurulu önüne gelen bir dosyada, Kurulun 3.11.2009 gün ve E:2009/7-183, K:2009/257 sayılı kararında da, “……idari yaptırım gerektiren bir suç işlendiğinin ileri sürülmesi karşısında, bu suçun işlenmesine bağlı olarak kamu davası açılamaması nedeniyle, Yasadaki özel düzenleme nazara alınarak zoralım kararı istendiği açıktır. Zoralımına karar verilen eşya ise, bizatihi kendisi suç teşkil eden ve zoralıma tabi eşya niteliğinde değildir. Bu nedenle 1380 sayılı Yasanın 32. maddesindeki, “zaruret görülmemesi” koşulu ile zoralım konusundaki genel hükümler de gözetilerek, duruşma açılarak yargılama yapılmalı ve sonucuna göre hukuki durum belirlenmelidir. Yerel mahkemece yasal düzenlemelerin hatalı yorumlanması suretiyle duruşma açılmadan, evrak üzerinde yapılan inceleme ile zoralım kararı verilmesi isabetsiz ve yasaya aykırıdır. ” denilmekte olup; davada adli yargının görevli olduğuna işaret edilmektedir. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Sahil Güvenlik Komutanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 6. İdare Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Sahil Güvenlik Komutanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN İstanbul 6.İdare Mahkemesince verilen 28.02.2014 gün ve E:2013/2521 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 20-ESAS NO : 2014/1100 KARAR NO : 2014/1147 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) 107 ÖZET : Deniz Harp Okulu Komutanlığı Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi BBm/ASM ve DHO K.lığı Polikliniği'nde devlet memuru olarak görevli iken, Deniz Harp Okulu K.lığı Dekanlığı’na tayin edilen davacının, yapılan tayin işleminin fiziksel engel hali nedeni ile sağlık durumunu olumsuz etkilediğinden hukuka aykırı olduğunu belirterek; iptaline karar verilmesi istemiyle açtığı davanın; davacının, 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. Maddesine göre asker kişi sayılan kişilerden olması ve iptal istemine konu işlemin, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekleri yönünden değerlendirme yapılmasını gerektirmesi nedenleri ile; ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNCE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : S.E. : Av. C.Y. : Milli Savunma Bakanlığı : Av. Z.D. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 04.04.2011 tarihinde Deniz Harp Okulu K.lığı Gata H.Paşa Eğitim Hastanesi BBm/ASM ve DHO K.lığı Polikliniği'nde göreve başladığını, %50 fiziksel engelli olduğunu, geçirdiği trafik kazası nedeni ile rapor aldığını, istirahatlı olduğu günler esnasında annesine karaciğer kanseri teşhisi konulduğunu, annesinin tedavi sürecinde aldığı kemoterapiler vs. işlemler için ve hayati tehlikesi bulunduğundan dolayı annesine refakat etmek zorunda kaldığını ve bu nedenle 3 ay + 3 ay yasal süre içerisinde refakat izni kullandığını, anlatılan konulara ilişkin raporların dava dilekçesine eklendiğini; Davacının refakat izini kullanırken 08.11.2013 tarihinde Deniz Harp Okulu K.lığı Dekanlığı’na tayin edildiğini, tayin edildiği binanın birliğin en uzak noktasında olduğunu, birliğin 72.000 m² bir alan içerisinde konuşlandığını, tayin edildiği yeni görev yerinin engel hali dikkate alındığında sağlığını olumsuz etkileyeceğini, tayin edilmeden önce çalıştığı yer olan Deniz Harp Okulu K.lığı Gata H. Paşa Eğitim Hastanesi BBm/ASM ve DHO K.lığı Polikliniği engelliler için tek katlı bir bina olması ve girişinde rampa bulunması ve konumu itibari ile sosyal tesislere uzaklığının 800 metre olması nedenleri ile müvekkilinin sağlık durumu açısından uygun olduğunu; yeni görev yeri nedeni ile davacının sağlığının olumsuz etkilendiğini belirterek; öncelikle yürütmenin durdurulmasına ve re’sen atamanın iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargıda dava açmıştır. İstanbul 3.İdare Mahkemesi 10.03.2014 gün ve 2014/392 Esas sayılı hasım düzeltme kararı ile; davanın doğru hasım olan Milli Savunma Bakanlığı husumetiyle incelenmesi gerektiğini belirterek; dava dilekçesinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15.maddesinin ( c ) fıkrası gereğince gerçek hasım olarak tespit edilen Milli Savunma Bakanlığı’na bu kararla birlikte tebliğ edilmek suretiyle dava dosyasının tekemmül ettirilmesine ve kararın bir örneğinin davacıya tebliğine karar vermiştir. Davalı Milli Savunma Bakanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur. İstanbul 3. İdare Mahkemesi; 29.05.2014 gün ve 2014/392 Esas sayılı kararında; “Dosyanın incelenmesinden, davanın GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Baştabipliği Birinci Basamak Muayene Aile Sağlığı Merkezi ve Deniz Harp Okulu Komutanlığı Polikliniğinde Veri Hazırlama ve Kontrol işletmeni kadrosunda memur olarak görev yapan davacının Deniz Harp Okulu Dekanlığı Dekan Sekreterliği Öğretim Destek Şubesine Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olarak atanması işleminin iptali istemiyle açıldığı görülmüştür. Davacının yaptığı işin sağlık hizmetleri ile ilgili veri hazırlama ve kontrol olduğu, davanın ise bu işi yapan davacının yer değiştirmesine ilişkin işlem olduğu ve bu işlemin askeri hizmete ilişkin bir yanının bulunmadığı kuşkusuzdur. Belirtilen duruma göre ve olayda Anayasa'nın 157. ve 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddelerinde öngörülen "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşulları birlikte gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.” gerekçesiyle davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolund a süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyası Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı: 02.10.2014 gün ve 2014/51 Esas sayılı kararında: “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanı, Anayasanın 157. maddesindeki düzenlemeye paralel olarak, 1602 sayılı AYİM Kanununun 20. maddesinde, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden 108 maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile sivil memurlardır.” şeklinde ve 21 .maddesinde de. “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır. ” şeklinde düzenlenmiştir. Davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bir devlet memuru olarak 1602 sayılı Kanunun 20/2. maddesine göre asker kişi sıfatını taşıdığı; keza, davanın konusunu teşkil eden ve askeri hizmetin özellik ve gereklilikleri dikkate alınarak tesis edilen atama işleminin askeri hizmete ilişkin bir idari işlem olduğunda da tereddüt bulunmadığı; dolayısıyla, Anayasanın 157, 1602 sayılı Kanunun 20 ve 21. maddelerine göre bu davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanı içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul 3.İdare Mahkemesinin görevlilik kararında "dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bir yanının bulunmadığı" belirtilmişse de; TSK'da görev yapan devlet memurlarının atamalarının, askeri hizmetin ifası nedeniyle, askeri hizmetin özellik ve gereklilikleri dikkate alınarak tesis edildiği, dolayısıyla bu konuya ilişkin işlem ve uyuşmazlıkların askeri hizmete ilişkin olduğu hususları, yerleşik uygulamayla da sabittir.” gerekçeleriyle 2247 sayılı Kanunun 10, 12 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazl ığı çıkartılarak, uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesini ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğuna karar verilmesini istemiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı'nca, davalı Milli Savunma Bakanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu yolundaki sözlü, AYİM Savcısı Müjdat TUNA’nın davada askeri idari yargı yerinin görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava; Deniz Harp Okulu Komutanlığı Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi BBm/ASM ve DHO K.lığı Polikliniği'nde devlet memuru olarak görevli iken, Deniz Harp Okulu K.lığı Dekanlığı’na tayin edilen davacının, yapılan tayin işleminin fiziksel engel hali nedeni ile sağlık durumunu olumsuz etkilediğinden hukuka aykırı olduğunu belirterek; iptaline karar verilmesi istemi ile açılmıştır. Dosya kapsamında yapılan incelemede; davacının, 04.04.2011 tarihinde Deniz Harp Okulu Komutanlığı Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi BBm/ASM ve DHO K.lığı Polikliniği'nde göreve başladığı, 08.11.2013 tarihinde Deniz Harp Okulu K.lığı Dekanlığı, Dekan Sekreterliği görevine, ilgili görevin 2009 yılı Aralık ayından beri boş olması nedeni ile, hizmet gereği olarak tayin edildiği, da vacının söz konusu atama işleminin iptali için iş bu davayı açtığı anlaşılmıştır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun, “Memurların bir kurumdan diğerine nakilleri” başlıklı 74.maddesinde; “ (Değişik: 30/5/1974 - KHK/12; Değiştirilerek kabul: 15/5/1975 - 1897/1 md.) Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında, kurumların muvafakati ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle, bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan, bir kadroya nakilleri mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinin altındaki derecelere atanabilmeleri için ise atanacakları kadro derecesi ile kazanılmış hak dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok olmaması ve memurların isteği de şarttır. Aşağı dereceye atananların 68 inci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları caizdir. Kazanılmış hak derecelerinden aşağı derecelere atananların aylık derece ve kademeleri genel hükümlere göre tespit edilmekle beraber, atandıkları bu derecelerde geçirdikleri süreler (kesenek ve karşılık farklarının kendileri tarafından her ay T.C. Emekli Sandığına gönderilmesini kabul etmeleri şartıyla) emeklilik yönünden eski derecelerinde değerlendirilir. 109 13/12/1960 tarihli ve 160 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi kapsamına giren kurumlarla bu Kanuna tabi kurumlar arasındaki nakillerde de yukarıdaki hükümler uygulanır. Aynı kanunun 4 üncü maddesi kapsamına giren kurumlarda çalışıp 657 sayılı Kanuna tabi olmayan personelden, hizmete giriş dereceleri 36 ncı madde ile tespit edilen giriş derecelerinin üzerinde olanların ilk ilerleme ve yükselmeleri için kanuni bekleme sürelerine yukarıda yazılı dereceler arasındaki sürelere tekabül eden süre kadar ilave edilir.” hükmüne yer verilmiştir. Aynı Kanunun’ Memurların Kurumca Görevlerinin ve Yerlerinin Değiştirilmesi’ başlıklı 76. maddesinde; “Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler. Memurlar istekleri ile, kurumlarında kazanılmış hak derecelerinin en çok üç derece altında aynı veya başka yerlerdeki kadrolara atanabilirler. Aşağı dereceye atananların 68 inci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinden aşağı derecelere atananların aylık derece ve kademeleri genel hükümlere göre tespit edilmekle beraber, atandıkları bu derecelerde geçirdikleri süreler (kesenek ve karşılık farklarının kendileri tarafından her ay T.C. Emekli Sandığına gönderilmesini kabul etmeleri şartiyle) emeklilik yönünden eski derecelerinde değerlendirilir.” şeklindeki düzenleme ile, memurun aynı kurum içinde yer değiştirmesi sureti ile yapılacak atamalarda izlenecek usul ve esaslar belirlenmiştir. 26.02.2010 gün, 27505 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı Ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin ‘’ Amaç ‘’ başlıklı 1.maddesinde; ‘’ (1) Bu Yönetmeliğin amacı; Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının Karargâhları ile bağlı birlik, kurum ve kuruluşlarında görevli Devlet memurlarının yer değiştirme suretiyle atanmalarının usul ve esaslarını belirlemektir.’’ hükmü yer almakta olup, Yer Değiştirme Suretiyle Atamanın temel ilkelerini düzenleyen 5.maddesinde; ‘’ (1) Yer değiştirme suretiyle atamalarda esas alınacak temel ilkeler şunlardır; a) Bu Yönetmelik kapsamındaki Devlet memurları için hizmet alanlarındaki görevin sürekliliği esastır. b) Yer değiştirme sureti ile atamalarda, atanmak istenilen hizmet bölgesi ve alanındaki kadro imkânları ile ayrılmak istenen yerdeki hizmet ihtiyacı öncelikle dikkate alınır. c) Kurumun hizmet ihtiyacı nedeniyle hizmet bölgelerindeki zorunlu çalışma sürelerine bakılmaksızın belirli bir süre görev yapmak üzere sürekli görevle atama yapılabilir. ç) Hizmet ihtiyacı nedeniyle yapılacak atamalarda, görevin özelliğine göre hizmet bölgeleri ve alanları arasında memurların adil ve dengeli dağılımının sağlanması esastır. d) Atama isteklerinin değerlendirilmesinde birlik komutanı veya kurum amirlerinin görüşleri de dikkate alınır. e) Atanacak memurun asaletinin onaylanmış olması gerekir.” hükümleri yer almakta olup, davacının ataması da, hizmet gerekliliği nedeni ile Yer Değiştirme Suretiyle yapılmış bulunmaktadır. Öte yandan; Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’n in askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır. Anılan Yasa’nın değişik 21. maddesinin birinci fıkrasında “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır.” denilmiştir. Bu bağlamda, davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde belirtilen asker kişi sayılanlardan olan sivil memur olması karşısında dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır. Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince: 110 İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir. Bu yasal düzenlemeler ve kabuller ışığında olaya bakıldığında; davalı idare tarafından tesis edilen ve TSK da görevli sivil memur statüsündeki davacının aynı askeri birlik içinde başka bir göreve, ilgili görevin uzun zamandır boş olması nedeniyle yer değiştirme suretiyle atanması şeklinde gerçekleşen idari işlemin, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak askeri hizmet gereklerine göre vücut bulduğu anlaşıldığından; bu işlemin yargısal denetimi sırasında da anılan hususların dikkate alınması gerekliliği karşısında, davacı hakkında tesis edilen idari işlemin askeri hizmete ilişkin olduğunun kabulü gerekmektedir. Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine gir mektedir. Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ’NİN görevli olduğuna, bu nedenle AYİM Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 3.İdare Mahkemesi’nce reddine ilişkin 29.05.2014 gün ve 2014/392 Esas sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 21-ESAS NO : 2014/1132 KARAR NO : 2014/1174 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacılar tarafından, müşterek çocuklarının, olay tarihinde tren istasyonuna yanaşan tren ile peron arasına düşerek hayatını kaybetmesi sonucu uğradıkları maddi zararın, olayda kusuru bulunan davalıdan tazmini istemiyle açılan davanın, T.C.D.D. İşletmesinin görevinde olan kamu hizmetini yürütmek amacıyla kurmuş olduğu demiryolu hattı boyunca aldığı önlemler yönünden kusurunun ya da idarenin sorumluluğunu gerektirecek başka bir nedenin bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlı bulunduğu; müteveffa ile davalı kurum arasında gerçekleştirilen yolcu taşıma sözleşmesi ile meydana gelen olay arasında da uygun illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacılar : 1-İ.A. 2-F.A. Vekili : Av. S.D. & Av. S.D.A. Davalı : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü Vekili : Av. F.K. O L A Y : Davacılar vekili, dava dilekçesinde özetle; davacıların murisi S.A.’un 14.07.2005 tarihinde Menekşe Tren İstasyonunda, Kanarya’ya gitmek üzere bek lerken, oR.ı kendilerine mekan edinen tinercilerin kavgası sonucu istasyona yanaşan trenle peron arasına düşerek, trenin kafasına çarpması sonucu hayatını kaybettiğini, kazanın davalı işletmenin insan yaşamının kutsallığı ilkesi çerçevesinde teknolojideki gelişmelerden yararlanarak çağdaş taşıma güvenliği önlemlerini almaması ve personelin dikkatsizliği sonucu meydana geldiğini, kazazedenin ölümüyle davacı anne babanın çocuklarının maddi desteğinden yoksun kaldıklarını belirterek; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 111 davacı anne ve baba için ayrı ayrı 2.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilli cevap dilekçesinde özetle; davalı idarenin kamu iktisadi kuruluşu olması dolayısıyla açılan davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur. Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: 05.12.2012 gün ve 2012/47 Esas, 2012/561 Karar sayılı kararı ile, davacının davasını TCDD Genel Müdürlüğü’ne karşı açtığı idarenin eylem ve işlemlerine karşı açılan tazminat davasına bakma görevinin İdari yargıya ait olduğunu belirterek, davacının dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi: 16.05.2013 gün ve 2013/6498 Esas, 2013/10122 Karar sayılı kararı ile; “…davacıların murisi ile davalı TCDD işletmesi arasındaki uyuşmazlık mutlak ticari işlerden olan taşıma sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davalı TCDD, özel hukuk tüzel kişisi gibi hareket ederek özel hukuk kurallarına göre taşıma işi yapması nedeniyle, TTK hükümleri uyarınca tacirdir. Bu itibarla davanın adli yargıda görülmesi gerektiği nazara alınarak işin esasına girilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, dava dilekçesinin yargı yolu nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın davacılar yararına bozulmasına karar vermek gerektirmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüne ve kararın davacılar yararına bozulmasına karar vermiştir. Küçükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesi: 26.03.2014 gün ve 2013/493 Esas sayılı ara kararı ile Yargıtay bozma ilamına uyulmasına ve davalı idarenin vaki görev itirazının reddine karar vermiştir. TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir. Danıştay Başsavcısı: 19.11.2014 gün ve 2014/244 sayılı yazısında aynen:“… Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2' nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b ) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, görüm ve çözümü İdari Yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterilmiştir. Bu anayasal ve yasal düzenlemelere göre, yargı yerlerinde tazminat istemiyle açılacak bir davanın idari Yargı'nın görev alanına girebilmesi için; zararın doğması hali dışında, ortada, öncelikle, bu zararı doğuran idari bir işlem veya eylemin bulunması, zararla bu işlem ya da eylem arasında illiyet bağının kurulabilmesi gereklidir. Bir idari işlem ya da eylemin varlığı ise, kamu hizmeti yürütümü amacıyla, kamu gücü kullanılarak bir kamu idaresi tarafından yapılmış bir faaliyetin bulunmasına bağlıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Ana Statüsü'nün 3'üncü maddesinde, Ana Statü ile teşkil olunan TCDD işletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu İktisadi Kuruluşu" olduğu belirtilmiş; 2'nci maddesinde ise, kamu iktisadi kuruluşu; sermayesinin tamamı Devlete ait olan ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kurulan, kamu hizmeti niteliği ağır basan kamu iktisadi teşebbüsü olarak tanımlanmıştır. Yine, aynı Ana Statü'nün 4' üncü maddesinde, demiryollarının işletilmesi, genişletilmesi ve yenilenmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları işletmesi Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır. Bu düzenlemelere göre; TCDD İşletmesi, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumudur. Dolayısıyla, bu hizmetin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı olarak yapmış olduğu eylem ve işlemlerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü, idarenin Kamu Hukuku alanındaki faaliyetlerinin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli idari Yargı düzenine mensup mahkemelere aittir. Bu bakımdan; davada, tazminat isteminin karara bağlanabilmesi, anılan görevin gereği gibi yerine getirilip getirilmediğinin; hizmetin noksan ya da hatalı yürütülüp yürütülmediğinin veya kamu idaresini Kamu Hukuku kurallarına göre sorumlu kılan diğer hallerin var olup olmadığının araştırılıp saptanmasını gerektirdiğinden; davanın TCDD Genel Müdürlüğüne karşı açılan ve bu idarenin Kamu Hukukuna göre olan sorumluluğunu gerektiren kısmının görüm ve çözümü idari yargı yerlerinin görevindedir.” şeklindeki gerekçe ile davanın görüm ve çözümü İdari Yargının görev alanına girdiğini belirterek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince 112 yapılan incelemeye göre, davalı TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı TCDD Genel Müdürlüğü açısından, 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacıların murisi S.A.’un olay tarihinde tren istasyonuna yanaşan tren ile peron arasına düşerek hayatını kaybetmesi sonucu maddi desteklerini kaybeden davacılar tarafından olayda kusuru bulunan davalıdan zararlarının tazminine karar verilmesi istemi ile açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2.maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyada kapsamında yapılan incelemede; davacıların murisinin ölümüne neden olan kazanın; 14.07.2005 tarihinde Menekşe Tren İstasyonunda, Kanarya’ya gitmek üzere beklerken, tinercilerin kavgası sonucu istasyona yanaşan trenle peron arasına düşerek, trenin kafasına çarpması sonucu hayatını kaybetmesi ile gerçekleştiği, İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı Bilirkişi Kadir Töreli’nin 11.10.2005 tarihli raporunda; müteveffanın, olay sırasında girilmesi yasak olan demir yolu güzergahına girmesi sırasında can emniyetini riske koyduğundan olayın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğunun belirtildiği görülmüştür. Bu durumda dava konusu olayın, trene biniş, iniş veya trenle yolculuk sırasında ya da hemzemin geçitte meydana gelmediği açıktır. Dolayısıyla taraflar arasında yolcu taşıma sözleşmesinin veya 2918 sayılı Yasanın uygulanmasını gerektiren bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilmesi de mümkün olmayacaktır. Diğer yandan, 08.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (T.C.D.D.) Ana Statüsü'nün "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1 'inci maddesi, "Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları işletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir..." hükmünü taşımakta; "Hukuki Bünye" başlıklı 3'üncü maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan T.C.D.D. işletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu iktisadi Kuruluşu" olduğuna ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4'üncü maddesinde de, sayılan kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının "tekel" kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmekte olup; buna göre, T.C.D.D. İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda 113 yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir. İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların; Anayasa'nın 125'inci maddesinin son fıkrasında yer alan, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralı ile 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendindeki, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalarına idari yargı yerlerinde bakılacağı yolundaki düzenleme uyarınca, İdari Yargı'nın görevinde bulunmaktadır. Bu bakımdan; dosyadaki uyuşmazlığın çözümünün, T.C.D.D. İşletmesinin görevinde olan kamu hizmetini yürütmek amacıyla kurmuş olduğu demiryolu hattı boyunca aldığı önlemler yönünden kusurunun ya da idarenin sorumluluğunu gerektirecek başka bir nedenin bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlı bulunduğu; bu belirleme ise, yukarıda açıklanan Anayasa ve yasa hükümleri çerçevesinde idari yargı yerlerince yapılabilecek nitelikte olduğundan; davanın görüm ve çözümü İdari Yargı'nın görev alanına girmektedir. Ayrıca, her ne kadar olay, müteveffanın Menekşe Tren İstasyonunda, Kanarya’ya gitmek üzere beklediği esnada meydana gelmiş ve bu nedenle taşıma sözleşmesinin şartları gerçekleşmiş gibi görünse de; 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun taşıyıcının sorumluluğunu düzenleyen 914. Maddesinde; yolcunun yolculuk öncesi güvenliğinin sağlanmasına ilişkin yükümlülüğe yer verilmediği, sadece adı geçen kanunun ‘Yönetmelik’ Başlıklı 916. Maddesinde; “Yolcu taşıması, bu Kanun hükümlerine uygun olarak Ulaştırma Bakanlığınca bir yönetmelikle düzenlenir. Yönetmelik, araç ile sürücüyü ilgilendirenler de dâhil olmak üzere, her konuda yolculuğun güvenliğini; hava, ses, yer ve çevre temizliğini ve diğer gereklilikleri sağlayıcı önlemleri içerir. Yönetmelikte, bagajın teslim alındığına ilişkin belgenin şekline ve özellikle bagajın ağırlığı ile içeriğine ilişkin kayıtlar hakkındaki hükümler yer alır. Yönetmelikte, bagaj ağırlığını ve sorumluluğu bu Kanundaki hükümler dışında sınırlayıcı düzenlemelere izin veren hükümler bulunamaz. “ denilmek sureti ile yolculuğun güvenliğini sağlama yükümlülüğünün sözleşme kapsamında ele alınması gerektiğinin belirtildiği, bu anlamda trenin beklenmesi esnasında meydana gelen olay ile taşıma sözleşmesi arasında uygun illiyet bağının bulunmadığı anlaşılmakla; tren istasyonunu güvenliğinin sağlanması ve burada alınması gereken tedbirlerin alınmasına ilişkin yükümlülüklerin, idarenin genel güvenlik hizmetlerinin gereği gibi işleyip işlemediği noktasında yapılacak değerlendirme ile ancak idari yargı yerlerince saptanabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.03.2014 gün ve 2013/493 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Bilindiği üzere, kara taşımacılığının bir türü olan trenlerle yolcu ve eşya taşıma işi bir İktisadi Kamu Kuruluşu olan T.C. Devlet Demir Yolları tarafından “tekel” halinde yapılmaktadır. 28.10.1984 gün 18559 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan T.C.D.D. İşletmesi Ana Statüsünün 3. maddesinde “TCDD İşletmesi, sermayesinin tamamı devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesi ile sınırlı özel hukuk hükümlerine tabi bir kuruluş” olarak tarif edilmiştir. Statünün 4. maddesinde de, TCDD’nin tam bir ticari işletme olduğu, yolcu ve eşya taşıma yanında liman, iskele, ambar, antrepo, sundurma, silo, akaryakıt deposu, umumi mağazalar kurup işletmek, kiraya vermek, sigorta acenteliği gibi işler yapabileceği ve bütün faaliyet konularının tamamına yakınını “tekel” kapsamında yürütebileceği açıklanmıştır. 14.12.1984 gün 18435 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Kamu İktisadi Teşebbüsleri hakkında 233 sayılı KHK hükümlerine ve yukarıda açıklanan ana statüsüne göre TCDD İşletmesi Özel Hukuk Hükümlerine göre yönetilen bir ticari işletmedir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun 16/1 maddesinde “Ticaret Şirketleriyle amacına varmak için ticari bir işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, İl Özel İdaresi, Belediye ve Köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum veya kuruluşlarında tacir sayılacakları”, 114 6102 sayılı Yasanın 11/1 maddesinde de “Ticari İşletmenin, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmeler” olduğu, 6102 sayılı yasanın 914/1 maddesinde de “taşıyıcının yolcuları rahat bir yolculukla ve sağ lıklı olarak gidecekleri yere ulaştırmakla, özellikle hava, ses, yer ve çevre kirliliğine meydan vermemek için gerekli düzeni kurmakla, gerekli diğer tüm önlemleri almak ve mevzuatta öngörülen kurallara uymakla yükümlü” olduğu düzenlenmiştir. Somut uyuşmazlıkta, Muris Süleyman Aksoy’un 14.07.2005 tarihinde Menekşe Tren İstasyonunda, Kanarya’ya gitmek üzere beklerken, Tren İstasyonuna yanaşan tren ile peron arasına düşerek hayatını kaybetmesi sonucu davacıların destekten yoksun kaldıkları iddiasıyla gerçekleşen maddi zarar talep edilmiştir. Olay tren istasyonunda gerçekleşmiş olup, olayın vuku bulduğu yer tamamen davalının tasarruf ve hakimiyet alanında bulunmaktadır. Biletini alan ve trene binmekte iken tren ile peron arasına düşen destek ile davalı arasında taşıma ilişkisi kurmuş olup yolcunun ölümü nedeniyle davalı 6102 sayılı TTK 914 maddesi gereğince objektif kusursuz sorumluluk ilkesine göre sorumludur. Bu halde uyuşmazlık Adli Yargının görev alanında bulunduğundan, uyuşmazlıkta İdari Yargıyı kabul eden sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Karşı Oy Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 22-ESAS NO : 2014/1138 KARAR NO : 2014/1179 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Taraflar arasında imzalanan hibe söyleşmesinin bir gereği olarak verilen teminat mektubunun, sözleşme kapsamında üstlenilen yükümlülüğün davacı tarafından yerine getirilmemesi nedeni ile hazineye irat kaydedilmesine ilişkin davalı idare işleminin iptali ile teminat mektubuna konu meblağın davacıya iadesine karar verilmesi istemi ile açılan davada; sınırları ve kapsamı 5488 sayılı Tarım Kanunu ile çizilen hibe sözleşmesinin, gerek hazırlanması, gerekse denetlenmesi sırasında idarenin, kamu hukukundan kaynaklanan üstün yetkiler kullanması ve hibe konusu miktarın kamu alacağı niteliğinde olduğunun kabulü ile geri alınmasında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun uyarınca gecikme zammı uygulanacağının düzenlenmesi nedenleri ile idari sözleşme niteliğinde olduğu sonucuna varıldığından, açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : D.Yem Tarım Hayvancılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. : Av. S.G. & Av. İ.Ö. : Kilis Valiliği (İl Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü) : Av. A.E.E. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde aynen; “Davalı idare tarafından 05.08.22011 Tarihinde kurulu olan yem üretim tesisine ek yatırım yapmak üzere proje bedelinin yarısı hibe olmak koşulu ile hibe sözleşmesi yapılmıştır. Bu sözleşme yapılırken proje bedelinin %10 u kadarı için müvekkil firma süresiz banka teminat mektubu vermiştir. Sözleşmenin bitim tarihi 31/07/2012 olarak belirlenmiştir. Müvekkil firma yetkilileri söz konusu tesis projesini başlatmak için bir çok girişimlerde bulunmuşlar ise de ticari hayattaki durgunluk, firmanın yapılan sözleşme sonrasında ekonomik o!arak zor duruma düşmesi ve iflas etme aşamasına gelmesi gibi etkenlerle projeye başlayamamışlardır. 31/07/2012 tarihinde bir ay öncesinde kuruma müracaat ederek 31/11/2012 tarihine kadar sözleşme süresi uzatılmış ise de yine projeye başlanmamış ve şirket gitgide ekonomik çöküntü haline girmiştir. Şirket ortakları, borçlarını dahi ödeyememiş ve şirket hisselerini satarak borçları ödemiş ve şirketten ayrılmışlardır. 115 Yapılan hibe sözleşmesine istinaden müvekkil firma kurumdan hiçbir şekilde ödenek almamış ve hiç bir şekilde kurumu zarara uğratmamıştır. Kurumun zararı söz Konusu değil iken doğacak olası zararlara karşı alınan teminat mektubunun paR.a çevrilerek irat kaydedilmesi hakkaniyet kurallarına ve sözleşmede denk kodların sağlanmasına aykırılık arz edecektir. Yapılan hibe sözleşmesinin iptali istenerek, hiçbir zarar olmadığından teminat mektubunun iadesi istenmiş ancak kabul edilmemiştir Dava konusu sözleşmenin uygulanabilirliği kalmadığından sözleşmenin iptali ile hiçbir zarar oluşmadığından teminat mektubunun iadesine cezasının iptali istemi ile iş bu davayı açmak zarureti doğmuştur.” şeklindeki gerekçesi ile, hibe sözleşmesinin iptali, teminat mektubunun paR.a çevrilmesine ilişkin işleminin iptali ile kendisine iadesi istemi ile 18.04.2013 tarihinde idari yargı yerine dava açmıştır. Gaziantep 1.İdare Mahkemesi: 15.03.2015 gün ve 2012/1846 Esas, 2013/315 Karar sayılı kararı ile usulüne uygun düzenlenmeyen dava dilekçesinin reddine karar vermiş, davacının 18.04.2013 tarihli ikinci ve usulüne uygun dava dilekçesini mahkemenin 2013/723 Esasına kaydetmiş ve 30.04.2013 tarihli ara kararı ile hasmın düzeltilmesine ve yargılamanın Kilis Valiliği husumetiyle devam etmesine karar vermiştir. Davalı Kilis Valiliği vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur. Gaziantep 1. İdare Mahkemesi: 27.12.2013 gün ve 2013/723 Esas sayılı kararında aynen; “Dosyanın incelenmesinden, 11/03/2011 tarih ve 27871 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2011/9 sayılı Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Kapsamında Tarıma Dayalı Yatırımların Desteklenmesi Hakkında Tebliğ uyarınca davalı idare ile davacı şirket arasında "Çelik Silo ve Pelet Yem Projesi" nin uygulanmasına yönelik olarak dava konusu hibe sözleşmesinin imzalandığı, sözleşmenin 14. maddesinde belirlenen fesih hükümleri uyarınca davalı idarece sözleşmenin tek taraflı olarak feshedilmesi ve davacı şirket tarafından verilen teminat mektubunun paR.a çevrilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta olup, davalı idare tarafından dava konusu sözleşmenin özel hukuk sözleşmesi niteliğinde olduğu, dolayısıyla davanın görüm ve çözümünün adli yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bir sözleşmenin "idari sözleşme" sayılabilmesi için, sözleşmenin taraflarından birinin kamu idaresi, kurumu ya da kuruluşu olması; sözleşmenin kamu hizmetinin yürütülmesi ile ilgili bulunması ve yönetime özel hukuk yetkilerini aşan yetkiler tanınması gerekli olduğu öğretide kabul edilmektedir. Olayda, sözleşme taraflarından birinin, bir kamu idaresi olan Kilis Valiliği olduğu, sözleşmenin amacının kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesi çerçevesinde belirlendiği, dolayısıyla kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin bir sözleşme olduğu, diğer taraftan sözleşmenin 4.9. maddesinde, uygulamaların sözleşmede belirlenen usul ve esaslara göre gerçekleştirilmesinin izlenmesinden il müdürlüklerinin sorumlu olduğu, belirtilerek idareye bir denetim ve gözetim görevi verildiği; yine sözleşmenin 14.3. maddesi uyarınca, belirli durumlarda davalı idareye önceden tebliğ etmeksizin sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetme yetkisi verildiği, sözleşmenin sözü geçen iki maddesi ile, idarenin özel hukuk yetkilerini aşan yetkilere sahip olduğu görülmüştür. Bu durumda, davalı idare ile davacı arasında, kamu hizmetinin yürütülmesine matuf olarak imzalanan ve davalı idareye, idare olmasından kaynaklanan üstün yetkilerin verildiği dava konusu hibe sözleşmesinin idari sözleşme niteliğinde olduğu sonuç ve kanaatine varılmış olup, yargısal denetimin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. ve 2576 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca idari yargı yerince yapılması gereklidir.” şeklindeki gerekçesi ile davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Kilis Valiliği vekilinin adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; 23.10.2014 gün ve 2014/246262 Esas sayılı yazısında aynen; “2011/9 sayılı Tebliğin 1. Maddesinde kırsal kalkınma çalışmalarının etkinliklerinin artırılması ve kırsal toplumda belirli bir kapasitenin oluşturulması amaçlar arasında sayılmaktadır. Tebliğ dayanağını ise, 18/4/2006 tarihli ve 5488 sayılı Tarım Kanunu, Kırsal Kalkınma Planı ve 19/2/2011 tarihli ve 27851 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2011/1409 sayılı Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesine İlişkin Bakanlar Kurulu Kararından almaktadır. Tebliğde, kırsal kalkınmaya destek amaçlı olarak tarımsal kalkınma projelerine nakdi ve ayni hibe desteği miktar, oran ve şartları belirlenmiş, bu şartlara uyan özel kişi ve Şirketlerle sözleşme yapılacağı düzenlenmiştir. Tebliğin 35. Maddesi "(1) Hibe sözleşmesi, il müdürü ile hibe başvuru sahibi arasında akdedilir./ (2) Hibe sözleşmesi içerik ve formatı Bakanlık tarafından yayımlanan uygulama rehberinde tüm taraflara önceden duyurulur./ (3) Başvuru sahiplerinin hibe kaynaklarından yararlanabilmesi için hibe sözleşmesini imzalaması önkoşuldur./(4) Kendilerine yapılan bildirimi takip eden altmış gün içerisinde il müdürlükleri ile hibe sözleşmesi imzalamayan veya hibe sözleşmesi eki dokümanları tamamlayamayan yatırımcıların proje başvuruları ve bunlara ilişkin değerlendirme sonuçları iptal edilir./ (5) Başvuru sahibi tarafından teslim edilen hibe sözleşmesi ve ekleri il müdürlüklerince incelenir ve uygun bulunursa hibe sözleşmesi 116 imzalanır." hükümleri ile taraflar arasında düzenlenecek hibe sözleşmesinin şekil şartlarını düzenlemiştir. Tebliğde, hibe sözleşmesi karşılığı, idarenin projeyi izleme ve denetlemesine ilişkin çeşitli hükümlerde yer almaktadır. Tebliğin 49. Maddesinde “ Yatırımların proje amaçlarına uygun olarak yapılmasından, uygulamaların hibe sözleşmesinde belirtilen usul ve esaslara göre gerçekleştirilmesinden, doğru olarak belgelendirilmesinden ve belgelerin muhafazasından yatırımcılar sorumludur./ (2) Yatırımcılarca gerçekleştirilecek projelerin amaçlarına uygun olarak yapılmasından, uygulamaların hibe sözleşmesinde belirtilen usul ve esaslara göre gerçekleştirilmesinin izlenmesinden, uygulamaya yönelik olarak düzenlenecek tüm belgelerin kontrolünden, onaylanmasından ve birer suretinin muhafazasından il müdürlükleri sorumludur." hükmü ile tarafların sorumlulukları ve denetim hakları düzenlenmiştir. Taraflar arasında düzenlenen Hibe sözleşmesinin, tarımsal kalkınmayı destek amacıyla tahsis edildiği, taraflara hibenin hak edilmesi için karşılıklı hak ve yükümlülükler getirdiği anlaşılmaktadır. Sözleşmenin 15. Maddesinde ise, taraflar arasında doğabilecek uyuşmazlıkların çözümünde genel mahkemelerin ve icra dairelerinin yetkilendirildiği anlaşılmaktadır. Davaya konu uyuşmazlık taraflar arasında projenin değerlendirilmesi ve kabulü aşamasında değil, bu aşamadan sonra taraflar arasında düzenlenen, karşılıklı hak ve yükümlülükler yükleyen sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan sorundan oluşmaktadır. Uyuşmazlık konusu sözleşmelerin hukuki niteliğinin incelenmesinde; İdarenin, tıpkı özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak, konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapılabileceği, idare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmelerin "idari sözleşme" olarak adlandırıldığı, idarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerinin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılması gerektiği düşünülmektedir.” şeklindeki gerekçesi ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Kilis Valiliği vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, davalı Kilis Valiliği bakımından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un adli yargının görevli olduğu, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı ile davalı arasında imzalanan, hibe sözleşmesi sonrasında, sözleşme ile yerine getirilmesi taahhüt edilen projenin yapılamaması nedeni ile, sözleşmenin iptali ile, sözleşme gereğince verilen teminat mektubunun davacıya iadesine karar verilmesi istemi ile açılmıştır. Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; davacı ile davalı arasında 09.08.2011 tarihli hibe sözleşmesinin imzalandığı, bu kapsamda davacının, 578021,60 TL belli bitkisel ürün işletme tesisi kurma projesini gerçekleştirme yükümlülüğü, davalının da gerçekleştirilecek bu proje kapsamında proje bedelinin %50’si sözleşmede gösterilen şartlarda davacıya ödeme yükümlülüğü altına girdiği, davacı şirket tarafından ‘Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Başlangıç Raporu’nu hazırladığı ve Kapasite artırımı ve teknoloji yenileme konulu, 09.09.2011 başlangıç, 31.07.2012 bitiş tarihli proje ortaya konulmuş ve 09.09.2011 gün ve 1246MW000061 numaralı 53803,00 TL bedelli teminat mektubu davalı kuruma ibraz edilmiştir. Bu aşamaların tamamlanmasından sonra, davacı şirket yetkilileri, Tarım Gıda ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’ne verdikleri 03.05.2012 tarihli dilekçe ile; piyasa şartları nedeni ile üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerinden sözleşmenin feshi ile teminat mektubunun iadesine karar verilmesini talep ettikleri, Kilis Valiliği İl Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü tarafından verilen 22.06.2012 gün ve 309-7598 sayılı yazı ile 30.11.2012 tarihine kadar projenin eksiksiz olarak tamamlanması gerektiğini, aksi halde 1 ay öncesinde ek süre talep edilmemesi durumunda 31.07.2012 tarihi itibari ile; ek süre alınması durumunda ise 30.11.2012 tarihi itibari ile verilen teminat mektubunun hazineye irat olarak 117 kaydedileceğini bildirdiği, davacı şirket yetkililerinin bu yazı üzerinde davalı kuruma müracaat ederek, sözleşme süresinin uzatılmasını talep ettikleri; ilgili talebin İl Proje Yürütme Birimi’nin 09.07.2012 gün ve 2012/3 sayılı kararı ile uygun bulunduğu ve bu şekilde sözleşme süresinin 30.11.2012 tarihine kadar uzatıldığı; bu uzatma kararı ile ek hibe sözleşmesi imzalandığı; ancak mahallinde yapılan inceleme neticesinde tutulan 30.11.2012 tarihli tutanak ile, projenin tamamlanmadığının tespit edildiği, bunun üzerine İl Proje Yürütme Birimi Komisyonu’nun 09.01.2013 gün ve 2013/1 sayılı kararı ile sözleşmenin feshedilmesi yönünde karar alındığı ve Kilis Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nün 18.04.2013 gün ve 143/5414 sayılı kararı ile teminatın hazineye irat olarak kaydedildiği tespit edilmiştir. Görüldüğü üzere, davacı ile davalı arasında geçen yazışmaların ve yapılan işlemlerin temelinde 09.08.2011 tarihli hibe sözleşmesi ve bu sözleşme gereklerinin yerine getirilmemesi nedeni ile verilen teminatın irat kaydına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu iddiası yer almaktadır. Bu nedenle görevli yargı yerinin belirlenmesi adına sözleşmenin niteliğinin ve teminatın hazine adına irat kaydına ilişkin işlemin hukuki niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir. a) 09.08.2011 Tarihli Hibe Sözleşmesi’nin Hukuki Niteliği 18/4/2006 tarihli ve 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun Amaç başlıklı 1. Maddesinde; “Bu Kanunun amacı; tarım sektörünün ve kırsal alanın, kalkınma plân ve stratejileri doğrultusunda geliştirilmesi ve desteklenmesi için gerekli politikaların tespit edilmesi ve düzenlemelerin yapılmasıdır.” denildikten sonra; Aynı Kanunun ‘Kapsam’ başlıklı 2. Maddesinde; “Bu Kanun, tarım politikalarının amaç, kapsam ve konularının belirlenmesi; tarımsal destekleme politikalarının amaç ve ilkeleriyle temel destekleme programlarının tanımlanması; bu programların yürütülmesine ilişkin piyasa düzenlemeleri, finansman ve idarî yapılanmanın tespit edilmesi; tarım sektöründe uygulanacak öncelikli araştırma ve geliştirme programlarıyla ilgili kanunî ve idarî düzenlemelerin yapılması ve tüm bunlarla ilgili uygulama usûl ve esaslarını kapsar.” şeklindeki düzenleme ile, tarımsal politika, plan ve programların 5488 sayılı Kanun çerçevesinde yapılacağı belirlenmiş, aynı kanunun 7. maddesi ile de bu görev Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na verilmiştir. (6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan 639 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olarak adı değiştirilmiştir.) Bu kapsamda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından, davaya konu sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte olan, Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Kapsamında Tarıma Dayalı Yatırımların Desteklenmesi adı altında 2011/9 sayılı tebliğin hazırlandığı ve 11.03.2011 gün ve 27871 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği anlaşılmıştır. Adı Geçen 2011/9 sayılı Tebliğin ‘Amaç’ başlıklı 1. Maddesinde; “Bu Tebliğin amacı; doğal kaynaklar ve çevrenin korunmasını dikkate alarak, kırsal alanda gelir düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal üretim ve tarıma dayalı sanayi entegrasyonunun sağlanması için küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesi, tarımsal pazarlama altyapısının geliştirilmesi, gıda güvenliğinin güçlendirilmesi, kırsal alanda alternatif gelir kaynaklarının oluşturulması, toplu basınçlı sulama sistemlerinin geliştirilmesi, yürütülmekte olan kırsal kalkınma çalışmalarının etkinliklerinin artırılması ve kırsal toplumda belirli bir kapasitenin oluşturulmasına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.” denilmek sureti ile çıkarılan tebliğ ile kırsal alanlarda gelir düzeyinin artırılması, tarımsal üretim ve tarıma dayalı entegrasyonun artırılması orta ölçekli işletmelerin desteklenmesi gibi yöntemlerle tarımsal faaliyetlerin desteklenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Adı geçen tebliğde bu amacı gerçekleştirmeye yönelik hibe sözleşmelerine de yer verilmiş ve 4. Maddede hibe sözleşmesi; “proje sahipleri ile il müdürlüğü arasında imzalanan ve hibeden yararlanma esasları ile tarafların yetki ve sorumluluklarını düzenleyen sözleşme” olarak tanımlanmıştır. Tebliğin ‘Hibe Sözleşmesi’ başlıklı 37. Maddesinde; “Hibe sözleşmesi, il müdürü ile hibe başvuru sahibi arasında akdedilir. (2) Hibe sözleşmesi içerik ve formatı Bakanlık tarafından yayımlanan uygulama rehberinde tüm taraflara önceden duyurulur. (3) Başvuru sahiplerinin hibe kaynaklarından yararlanabilmesi için hibe sözleşmesini imzalaması önkoşuldur. (4) Kendilerine yapılan bildirimi takip eden altmış gün içerisinde il müdürlükleri ile hibe sözleşmesi imzalamayan veya hibe sözleşmesi eki dokümanları tamamlayamayan yatırımcıların proje başvuruları ve bunlara ilişkin değerlendirme sonuçları iptal edilir. (5) Başvuru sahibi tarafından teslim edilen hibe sözleşmesi ve ekleri il müdürlüklerince incelenir ve uygun bulunursa hibe sözleşmesi imzalanır.”denilmek sureti ile hibe sözleşmesinin içerik ve formatı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından önceden duyurulacak ve ilgililer bu şarları taşıyacak hibe sözleşmelerini imzalamadıkları müddetçe kendilerine hibe yardımı yapılmayacağı ortaya konulmuştur. Görüldüğü üzere bu düzenlemelerle, sözleşme üzerine görüşme yapma, karşılıklı uzlaşı ile maddeleri belirleme gibi, tarafların özgür iradesi ve sözleşme serbestisine dayalı imkanlar tanınmamaktadır. Tebliğin ‘Yükümlülüklerin yerine getirilmemesi’ başlıklı 41. Maddesinde; “Proje sahibi, projeyi hibe sözleşmesi koşullarına uygun olarak icra etmediği takdirde Bakanlığın ödemeleri yapmama ve/veya 118 hibe sözleşmesini feshetme hakkı saklıdır. Bu durumda Bakanlık, ayrıca hibe miktarını azaltabilir ve/veya hibe kaynaklarından ödenmiş olan meblağların tamamen veya kısmen geri ödenmesini talep edebilir./ Hibe sözleşmeleri devredilemez. Ancak yatırım sahibinin vefatı halinde talep etmeleri durumunda kanuni mirasçılar ile hibe sözleşmesi tadil edilerek uygulamalara devam edilir.”şeklindeki düzenleme ile de idarenin tek taraflı olarak sözleşmeyi feshedebileceği, hibe miktarını azaltabileceği veya geri ödenmesini talep edebileceği hususları düzenlenmiştir. Tebliğin “Proje uygulamalarının izlenmesi” başlıklı 42. Maddesinde; “(1) Proje sahipleri, hibe sözleşmesi akdinden sonra, teklif ve kabul edilen projeyle hibe sözleşmesi hükümlerine göre projeyi uygulamaya başlar. (2) Projelerin uygulamalarının kontrolü ve izlenmesi, il proje yürütme birimlerince yapılır. Gerek duyulması halinde, ilgili kamu kurumu elemanları ile takviye yapılabilir. (3) Proje uygulamalarının kontrolü ve izlenmesi ihtiyaç duyulduğunda Genel Müdürlükçe de yapılır. (4) Yatırımcılar, proje ile ilgili gelişmeleri içeren ilerleme raporlarını üç ayda bir il müdürlüğüne vermekle yükümlüdürler. Nihai rapor ile birlikte ise işyeri açma ve çalışma ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi, demirbaş kayıt listesi, yatırıma ait fotoğraflar ile uygulama rehberinde belirtilen belgeleri il müdürlüğüne ibraz etmekle yükümlüdür. (5) Proje uygulamalarının Tebliğ ve hibe sözleşmesi hükümlerine uygun olarak yürütülmediğinin tespiti halinde, bu durum tutanağa bağlanarak tutanak tarihinden itibaren on gün içerisinde proje sahiplerine uygulamaların hibe sözleşmesi hükümlerine uygun olarak yürütülmesi konusunda il müdürlüğü tarafından bir ihtar yazısı yazılır ve konu hakkında Genel Müdürlük bir hafta içerisinde bilgilendirilir. (6) Yazının karşı tarafa tebliğ tarihini izleyen bir ay içerisinde projenin Tebliğ ve hibe sözleşmesi hükümlerine uygun olarak yürütülmediğinin tespit edilmesi halinde il müdürlüğü fesih için Genel Müdürlüğün uygun görüşü doğrultusunda hibe sözleşmesinin fesih işlemini başlatır.” denilmek sureti ile de, projeye başlanması ve projenin ilerlemesi aşamalarında, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü tarafından denetlemelerin yapılacağı, hibe sözleşmesinin gereklerinin yerine getirilmediğinin tespiti halinde ise sözleşmenin feshine ilişkin idari prosedürün başlatılacağı belirtilmiş; bu şekilde idarenin tek taraflı denetim yetkisi düzenlenmiştir. Tebliğin ‘Hibe sözleşmesinde yapılacak değişiklikler başlıklı 47. Maddesinde; “(1) Hibe sözleşmesinin imzalanmasından sonra, projenin uygulamasını zorlaştıracak veya geciktirecek herhangi bir mücbir sebep söz konusu ise, hibe sözleşmesi uygulamanın herhangi bir safhasında mevzuata uygun olarak değiştirilebilir. (2) Proje değişiklikleri satın alma öncesinde ve sonrasında teknik gereklilik hallerinde yapılabilir. Satın alma işleminden sonra yapılacak değişiklikler için Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınır. Proje değişiklikleri kesinlikle hibeye esas proje tutarında bir artışı öngöremez. (3) Hibe sözleşmesi imzalandıktan sonra mücbir sebep olmadıkça yatırım yeri değiştirilemez ve değerlendirme kriterleri bakımından toplam proje puanını azaltacak değişiklikleri içeremez. Projenin konusu ve amacı ise hiç bir şekilde değiştirilemez. Yer değiştirme gerekmesi halinde Bakanlığın yazılı onayı alınması gerekir.” şeklindeki düzenlemelerle, sözleşme hükümlerinin değiştirilme koşulları ve bu konuda Bakanlığın onay mercii olarak gösterilmesi, sözleşmenin yapılması sonrasında da kamu gücünün kullanıldığını göstermektedir. Tebliğin ‘Denetim’ başlıklı 51. Maddesinde; “Program kapsamında yapılan tüm işlemler Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından denetlenir. Bu denetimler sırasında yapılan işlemlere ait talep edilen tüm bilgi ve belgeler kendilerine sunulur.” denilmek sureti ile proje kapsamında yapılacak işlemlerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından gerçekleştirileceği; ‘Cezai hükümler’ başlıklı 52. Maddesinde ise “(1) Haksız yere yapılan destekleme ödemeleri, ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen gecikme zammı oranları dikkate alınarak hesaplanan kanuni faizi ile birlikte geri alınır. Haksız ödemenin yapılmasında ödemeyi sağlayan, belge veya belgeleri düzenleyen gerçek ve tüzel kişiler, geri alınacak tutarların tahsilinde müştereken sorumlu tutulurlar./(2) Bu kanunla belirlenen destekleme ödemelerinden, idari hata sonucu düzenlenen belgelerle yapılan ödemeler hariç, haksız yere yararlandığı tespit edilen üreticiler, beş yıl süreyle hiçbir destekleme programından yararlandırılmazlar.” şeklindeki düzenleme ile de, hibeye ilişkin yardımın ve buna ilişkin haksız ödemenin bir kamu alacağı niteliğinde olduğu, bu nedenle geri alınması gerektiğinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun uyarınca gecikme zammı uygulanacağı belirtilmiştir. Ayrıca davaya konu sözleşme maddeleri incelendiğinde;4. Maddesinin 9. Bendinde; “Yatırımcılarca gerçekleştirilecek projelerin amaçlarına uygun olarak yapılmasından, uygu lamaların hibe sözleşmesinde belirtilen usul ve esaslara göre gerçekleştirilmesinin izlenmesinden, il müdürlükleri sorumludur.” denilmek sureti ile, sözleşme konusunda denetim yetkisinin Bakanlığa bağlı il müdürlüklerinde olduğunu belirtilmiştir. 119 Yine sözleşmenin 14. maddesinin 1. fıkrasında; idarenin sözleşmeyi herhangi bir bildirimde bulunmasızın tek taraflı fesih yetkisine yer verildikten sonra, aynı maddenin 4. fıkrasında, bu fesih halinde sözleşmenin diğer tarafı tarafından verilen teminatın hazineye irat kaydedileceği düzenlenmiştir. İdari sözleşmeler, taraflarından en az birisi bir kamu tüzel kişisi olan ve bir kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin ve/veya özel hukuku aşan birtakım hükümler içeren sözleşmeler olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede, bir kamu hizmetinin kurulması ve/veya işletilmesi için yapılan idarî sözleşmeler, gerek hizmetin yürütülmesini sağlamak için hizmeti yapanlara kamu gücüne dayanan kimi yetkiler tanıması, gerekse idarenin, hizmetin düzenli ve istikrarlı biçimde yürütülmesini sağlamak için denetim ve gözetim yetkisine sahip olması yönlerinden özel hukuk sözleşmelerinden ayrılmaktadır. (Danıştay 13. Dairesi’nin 2014/2005 Esas, 2014/2889 Karar sayılı kararı) Davaya konu sözleşme bu itibarla ele alındığında, tarımsal kalkınma gibi kamu düzenini yakından ilgilendiren bir konuda yapılması, sözleşmeye ilişkin içerik ve şartların sözleşme öncesinde Bakanlık tarafından hazırlanmış olması ve diğer tarafın bu şartlara uygun sözleşme ibrazı ile talebinin dikkate alınabilmesi, sözleşmenin devamı süresince idarenin denetim ve teftiş yetkilerinin bulunması, herhangi bir eksiklik halinde sözleşmenin tek taraflı olarak feshine karar verebilmesi, sözleşmede yapılacak değişikliklere ilişkin kısıtlar öngörülmesi ve ‘yer’ yönünden yapılacak değişikliğin Bakanlığın onayına tabi tutulması ve nihayet, sözleşme gereğinin yerine getirilmemesi ya da haksız olarak hibe ödemesi yapılması halinde iadesi istenen miktara 6183 sayılı Kanun’da düzenlenen gecikme faizi oranının uygulanmasının öngörülmüş olması nedenleri ile, sözleşmenin sınırları yargı kararları ile belirlenen idari sözleşme niteliklerini taşıdığı sonucuna varılmıştır. b) Teminat Senedinin Hazine Adına İrat Kaydına İlişkin İşlemin Niteliği 2011/9 sayılı Tebliğin ‘Hibe sözleşmelerinde teminat alınması’ başlıklı 38. Maddesinde; “(1) Ekonomik yatırımlarda proje sahibi, hibeye esas proje tutarının %10’u tutarında süresiz banka teminat mektubunu hibe sözleşmesi ile birlikte il müdürlüğüne verir veya hibe sözleşmesinde belirtilen hibeye esas proje tutarının % 5’ini il müdürlüğü adına açılacak bir hesaba yatırır. İl müdürlüğü tarafından kesin teminat mektuplarının teyidi alındıktan sonra, defterdarlık muhasebe müdürlüğüne muhafazası için teslim edilir. (2) Teminat mektuplarının toplam tutarı, hibeye esas proje tutarının %10’nundan az olmamak kaydı ile birden fazla bankadan kesin teminat mektubu alınabilir. (3) Nihai raporun onaylanması ve son ödemenin gerçekleşmesini takiben yatırımcının, SGK prim borcu ile vadesi geçmiş vergi borcu olmadığına dair ilgili kurumlardan aldığı belgeler ile birlikte il müdürlüğüne müracaatı halinde teminat mektubu veya hesaba yatırılan tutar kendisine iade edilir. (4) Hibe sözleşmesinin, sözleşmede yer alan nedenlerle fesih edilmesi halinde teminat mektubu veya hesapta bulunan miktar Hazine adına irat kaydedilir.” şeklindeki düzenlemeler ile, teminat senedinin alınma koşulları, sözleşmenin feshi halinde teminat ile ilgili izlenmesi gereken usul ve esaslar düzenlenmiş, sözleşmenin, sözleşmede belirtilen nedenlerle feshi halinde, teminatın hazineye irat kaydedileceği düzenlenmiştir. Taraflar arasında imzalanan hibe sözleşmesinin 14. maddesinde, idarenin sözleşmeyi fesih halleri düzenlenmiş, bu maddenin 3. fıkrasının h bendinde, Yatırımcının hibe sözleşmesi sonrasında kendisine hibe ödemesi yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın projeyi uygulamaktan vazgeçmesi halinde sözleşmenin idare tarafından tek taraflı olarak, herhangi bir bildirime gerek olmaksızın feshedilebileceği düzenlenmiştir. Aynı Sözleşmenin 14. Maddesinin 4. Fıkrasında; “Hibe Sözleşmesi 14. madde hükümleri çerçevesinde feshedilmesi halinde yatırımcı GTHB tarafından fesih tarihine kadar yapılan hibe tutarı yasal faizi ile birlikte GTHB’ye geri öder ve sözleşme öncesi verilmiş olan teminat mektubu nakde çevrilerek veya nakit olarak il müdürlüğü hesabında tutulan meblağ Hazine adına irat kaydedilir.” denilmek sureti ile Bakanlık tebliğine uygun şekilde taminatın hazineye irat kaydına ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Belirtilen düzenlemeler karşısında, davaya konu teminatın, hazineye irat kaydına ilişkin işlemin, idarenin tek taraflı, kamu gücüne dayalı, tebliğ ve sözleşmeden kaynaklanan tek taraflı üstün yetkilerine dayalı olarak gerçekleştirdiği idari işlemlerinden olduğu ve dava konusunun idari yargının görevine girdiği sonucuna varılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde; idari yargının görev alanının, idari işlem ve eylemler ile genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklardan doğan davalara bakmakla sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır. Her ne kadar, taraflar arasındaki hibe sözleşmesinin 15. maddesinde; “Bu hibe sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına tabidir. Yasal bir anlaşmazlık durumunda Kilis Mahkemeleri ve İcra Daireleri yetkilidir.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiş ise de, söz konusu düzenleme görev ya da yargı koluna ilişkin olmayıp, mahkemelerin yer yönünden yetkisini belirlemeye yönelik bir düzenlemedir. Bu nedenle görevli yargı yerinin belirlenmesi açısından bir saptayıcılığı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvurusunun reddine karar verilmesi gerekmiştir. 120 SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 23-ESAS NO : 2014/1150 KARAR NO : 2014/1190 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : S.N. : Av. N.E. : Sivas Belediye Başkanlığı : Av. H.Ç. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; mülkiyeti davacıya ait, N.A.’un kullanımında olan 58…… plakalı araç ile 11.08.2012 tarihinde Sivas ili, Merkez Eğriköprü istikametinden şehir merkezi istikametine seyir halinde iken 69. sokak ayrımındaki dönel kavşakta bulunan çukura aracın ön tekerinin çarpması ve tekerin patlaması nedeniyle tek taraflı trafik kazası meydana geldiğini; karayolunun bakım ve onarımından sorumlu olan davalı idarenin, kendisine yasalarla verilmiş olan görevleri tam ve eksiksiz biçimde yerine getirmeyerek hizmet kusuru işlediği ileri sürülerek oluştuğu belirtilen 9.000,00 TL maddi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargıda dava açmıştır. Davalı Sivas Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. Maddesi uyarınca davanın adli yargıda görülmesi gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur. SİVAS İDARE MAHKEMESİ: 17.09.2013 gün, E:2014/141 sayı ile verdiği görevlilik kararında “…2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin sekizinci kısmında yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların karıştığı kazalar nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Fakat kamu idareleri ve kuruluşlarının, trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları, gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşımaları ve 2918 sayılı Yasada da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarının ayrıca düzenlenmemiş olması karşısında; trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı öne sürülen zararların tazmini istemiyle, ilgili idarelere karşı açılan davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir. Bu haliyle bakılan uyuşmazlık, özel hukuktaki araç işletenin hukuki sorumluluğundan değil, 6001 sayılı Yasada Karayollarının emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarmak, onarımını yaptırtmak, işletmek, işlettirmek, temizliğini yapmak, yaptırmak şeklinde öngörülen görevlerin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği, dolayısıyla yürütülen hizmetlerin kusurlu işletildiği, meydana gelen zararda hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklanmakta olup, buna göre davanın görüm ve çözümü idare mahkemelerine aittir…” denilmek suretiyle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı Sivas Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşm azlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI: “…2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 2. maddesinde “Bu Kanun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile ilgili hükümleri kapsar.” hükmü ile kanunun uygulanmasında trafik düzeni ile kişi ve kurumların bu kanuna tabi olduğu belirlenmiştir. Ek 10. maddesinde ise “Karayollarının yapım, bakım ve işletmesinden sorumlu olan tüm kamu ve özel kuruluşların projelerini yapan ve uygulayan yetkili ve sorumlu kişiler, çağdaş ilim ve teknik esaslarına uymak ve uygulamak konusunda Karayolu Trafik Güvenliği Kurulunun önerilerini kuruluş 121 kanunlarına uygun olacak şekilde değerlendirmek zorundadırlar.” Hükmüne yer verilerek, Karayollarının bakım ve onarım faaliyetlerinde uyulacak kurallara atıf yapılmaktadır. 5393 sayılı Belediye Kanununun 15/p maddesi “Kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç par yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiR.a vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek. ” hükmü ile Karayollarında belediyelerin yetki ve sorumluluklarını tespit etmektedir. Diğer taraftan, 2918 sayılı Yasa’nın “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlığını taşıyan 110. maddesinde (Değişik:11/1/2011-6099/14 md.), “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitti meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. / Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir” denilmiş, Yasa’nın Geçici 21.maddesinde ise (Ek:11/1/20116099/15 md ), “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” hükmü ile de dava konusu idarenin sorumlu olduğu köy yolunun bakım ve onarım ve işaretleme kurallarını ihmal ettiği nedeni ile kusurlu olduğu tezine dayanan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinde yapılması gerektiği anlaşılmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13 maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Sivas Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, trafik kazası nedeniyle meydana gelen maddi zararın tazmini istemiyle açılmış tazminat davasına ilişkindir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “ İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. madd esi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerini taşımakta; bu bölümün sonunda yer alan, 90. maddesinde. “ Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fillere ilişkin hükümleri uygulanır.” denilmekte; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesi ise, “ Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmektedir. Anılan hükümlerin incelenmesinden,106.maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının, sahip oldukları motorlu araçların sebep olduğu zararlardan dolayı idare hukuku kurallarına değil, bu Yasa’da düzenlenen “ işleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu” çerçevesinde Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerine tabi kılındığı; bu suretle 2918 sayılı Yasa’da, motorlu aracın işletilmesinden doğan zararların tazmini konusunda, motorlu aracın sahibinin özel ya da kamu tüzel kişisi olması bakımından bir farklılık gözetilmeyerek işaret edilen kamu kurum ve 122 kuruluşlarının da özel hukuk tüzel kişileri gibi aynı esaslara göre sorumlu olduklarının kabul edildiği anlaşılmaktadır. Dosyanın incelenmesinden; davacının işleteni olduğu 58……. plakalı aracın davalı idarece bakım ve işletimi yapılan yolda bulunan çukura düşmesi sonucu meydana gelen tek taraflı ve maddi hasarlı trafik kazası nedeniyle oluşan 9.000,00 TL maddi zararın, başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini amacıyla görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda sözü edilen Kanun hükümlerine ek olarak, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı belirtilmiş, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısiyle 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların 123 uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Sivas Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Sivas İdare Mahkemesi’nin 17.09.2013 gün ve 2013/141 sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Sivas Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Sivas İdare Mahkemesi’nin 17.09.2013 gün ve 2013/141 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçların verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü 124 böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * * * III-2247 SAYILI KANUN’UN 14. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞI) KARARLAR Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 1-ESAS NO : 2014/679 KARAR NO : 2014/1064 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Mülkiyeti davalı belediyeye ait iş yerlerinin, davacının 1987 yılında belediye encümen kararı ile satın alarak 2008 yılına kadar kullanmasının ardından, 2008 yılında belediye tarafından dava konusu taşınmazların da içinde bulunduğu alana kültür merkezi yapılması ve 1987 tarihli encümen kararına göre kullanıma devam eden eski dükkan sahiplerine aynı şekilde dükkanlarının verilmesi konusunda alınan encümen kararına göre; yeni dükkanların yapılması sonucu davacıya önceki kullanıma uygun olarak yeni dükkanların tapularının verilmemesi nedeniyle dükkanlar arasındaki değer farkı nedeniyle oluşan hukuki 125 durumun tesbiti ve oluşan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : M.C. : Av. M.Ö. & Av. M.B.S. : Akdağmadeni Belediye Başkanlığı : Av. C.G. O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacının, Akdağmadeni Belediyesi’nin 30.07.1987 tarihli encümen kararı ile 327 ada 43 sayılı parsel üzerinde bulunan 12 ve 15 nolu dükkanların açık arttırma usulü ile satın alarak bedellerinin ödendiğini; dükkanların tapularının verilmemesine rağmen 2001 yılına kadar davacı ve aynı şekilde satın alan dükkan sahipleri tarafından kullanımın devam ettiğini; Belediyece dükkanların 16.02.2001 tarihinde kamulaştırılmasına karar verildiği ancak bedel konusunda anlaşılamadığından dava açıldığı, 2002/160 Esas sayılı dosya ile yargılama sürerken belediyenin kamulaştırmadan vazgeçtiğini; daha sonra Akdağmadeni Belediyesince davacıya satılan dükkanlarında içinde bulunan sahaya iş hanı ve kültür merkezi inşa etme kararı alınarak 23.05.2008 tarih 2008/126 sayılı Encümen Kararı ile “daha önce satılan ve kamulaştırmaya da konu edilen 1-16 sıra numaralı dükkanların da aynı sıra ve düzen ile hak sahiplerine tahsis ve devir edileceğine” karar verildiğini; açıklanan durum uyarınca yeni binada oluşturulan dükkanların hak sahiplerine tahsis edilerek tapuların verildiğini; davacının yurt dışında bulunması ve her zaman Türkiye’ye gelememesi nedeniyle tapularını ancak 02.11.2009 tarihinde alabildiğini; ancak bu devir sırasında davacıya tahsis ve devredilen dükkanlarda eski hak sahipliğini gösteren sıra ve düzenden sapılarak davacıya 12 ve 15 numaR.a karşılık aynı sıra numaralı bağımsız bölümler verilmesi gerekirken 327 ada 43 parselde bulunan 11 ve 12 nolu bağımsız bölüm lerin kat irtifakı tapusunun verildiğini; verilen dükkanlar ile verilmesi gerekenler arasında farklar olduğundan değer kaybının söz konusu olduğunu; bu şekilde tahsis nedeniyle davacının zarara uğradığını ve bunun hizmet kusurundan kaynaklandığını belirterek; davalının işleminin hukuka uygun bulunmadığının tesbiti ile bedel farkından doğan zarar miktarı 50.000.00TL nin yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya verilmesi istemiyle idari yargıda dava açmıştır. Davalı vekili, cevap dilekçisinde özetle; dava konusu taşınmazların 1987 yılında davacıya satılmasına rağmen tapuların davalı belediye üzerinde kaldığını; yeni yapılar yapılırken dükkân sahipleri ile anlaşma yapıldığını; davacının eski dükkânları yerine daha değerli yeni dükkânların verildiğini; tapularını alana kadar hiçbir itirazda bulunmayan davacının tapuları aldıktan sonra dava açmasının hakkın kötüye kullanılması olduğunu ileri sürerek davanın reddine savunmuştur. YOZGAT İDARE MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve E:2009/861 K:2011/1187 sayılı kararında “…uyuşmazlığın, davalı idare ile dükkan sahipleri arasında imzalanan ve davacının da daha sonra itiraz etmeyerek ve kendisine verilen dükkanları alarak rıza gösterdiği inşaat yapım sözleşmesinden kaynaklandığı ve davalı idarenin dükkan dağıtımı sırasında eski dükkanının yerine aynı değerde yer vermemesi nedeniyle davacının zarara uğradığı gerekçesine dayanılarak açıldığı, bu nedenle davanın davalı idarenin inşaat yapım sözleşmesindeki yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bakılan davada, görevli mahkemenin tesbit edilebilmesi için dükkan sahipleri ile idare arasında yapılan ve davacının da itiraz etmeyerek rıza gösterdiği sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Sözleşmenin idari sözleşme olması durumunda davanın idari yargıda, özel hukuk sözleşmesi olması durumunda ise adli yargıda çözümlenmesi gerekecektir. Bu bağlamda, somut olayda, dükkan sahipleri ile idare arasında yapılan ve davacının da rıza gösterdiği inşaat yapım sözleşmenin, tarafların eşit hukuksal statüde bulundukları ve her iki tarafın da aynı hak ve olanaklara sahip olduğu, idarenin tek yanlı ve üstün hak ve yetkilerle donatılmadığı özel hukuk sözleşmesi niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı zararının idari eylem ya da işlemden veya herhangi bir idari sözleşmeden kaynaklanmayıp, dükkan sahipleri ile davalı idare arasında yapılan ve davacının da rıza gösterdiği inşaat yapım sözleşmesinden kaynaklandığı açık olduğundan, özel hukuk sözleşmesine aykırılıktan doğan davanın, sözleşme hükümleri ile özel hukuk kuralları çerçevesinde çözümlenmesinin gerekmesi karşısında, davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği tartışmasızdır. Öte yandan, bir an için, davacı ile davalı idare arasında herhangi bir sözleşmenin bulunmadığı, inşaat yapım sözleşmesinin zımni rıza ile yapılmasına olanak bulunmayacağı ve idare tarafından yasalarla kendisine verilen görevin yerine getirilmesi amacıyla değil müteahhitlik faaliyeti çerçevesinde davacının dükkanını yıkarak zararına karşılık yeni dükkanlar verdiği ve davacı zararının bütünüyle karşılanmaması 126 nedeniyle bakılan davanın açıldığı kabul edilse bile, İdare, kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kişilere verdiği zararları tazminle sorumlu olup, tazmini istenilen zararın idari eylem ve işlerden doğması halinde bu zararlar idari yargıda açılacak tam yargı davası ile istenebilir. İdari Usul ve esaslar dışında idarece yapılan eylemler "haksız fiil" niteliğinde olup; idarilik karakteri, taşımayan bu eylemlerden dolayı ancak adli yargı da dava açılması mümkündür. İdarenin bir kamu hukuku kuralına, yasa, tüzük, yönetmelik gibi bir kural işlem veya bir fiil niteliğinde eylemde bulunması mahkeme içtihatları ve doktrinde "fiili yol" olarak nitelendirilmekte ve idarelik karakteri taşımayan bu eylemlerden dolayı idarenin alelade bir fert durumuna geleceği, sonuçta özel hukuk hükümlerine göre çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklara yol açılacağı kabul edilmektedir. Somut olayda, davalı idare tarafından herhangi bir kamusal faaliyetin yerine getirilmesi amacıyla olmayıp kent merkezinde bulunan eski dükkanların sahipleri ile anlaşarak yıkılması ve yerine yapılan ticaret merkezinden dükkan sahiplerine yer verilerek kalanı ile belediyeye kaynak oluşturulması amacıyla yürütülen bir faaliyet sırasında herhangi bir mevzuat hükmüne dayanılmaksızın ve idari karar alınmaksızın ayrıca davacı ile sözleşme yapılmaksızın davacının dükkanlarının da yıkıldığı ve yerine yapılan ticaret merkezinden verilen yer ile eski dükkanların yerinden verilmesi gereken yer arasındaki değer farkından kaynaklı bakılan uyuşmazlığın doğduğu anlaşılmaktadır. Davacı ile idare arasında yapılmış bir sözleşmenin varlığının kabul edilmemesi halinde uyuşmazlık, bir idari eylemden değil haksız fiil iddiasından kaynaklanmakta olup uyuşmazlığın görüm ve çözümü bu halde de adli yargının görev alanına girmektedir…” gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İdari yargıda verilen görevsizlik kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir. DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ: 17.10.2012 gün ve E:2012/3194 K:2012/7705 sayılı kararı ile İdare mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun bulunarak temyiz isteminin reddi ile görevsizlik kararının onanmasına karar vermiş ve onama kararının ardından görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargıda dava açmıştır. AKDAĞMADENİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 18.02.2014 gün ve E:2013/45 K:2014/43 sayılı kararında “…Somut olayda davalı idare ile davacı dışındaki 3. kişiler arasında yapılan sözleşmeler hukuki niteliği itibariyle istisna (eser) sözleşmesidir. İdare Mahkemesi kararında kat karşılığı inşaat sözleşmesi olarak nitelendirilen bu sözleşmeler esasen istisna (eser) sözleşmelerinin bir türünü oluşturur. Kural olarak istisna (eser) sözleşmelerinin geçerliliği şekil koşuluna bağlı değildir. Sözlü olarak da istisna (eser) sözleşmesi bağıtlanabilir. Ancak bedel olarak taşınmaz mülkiyetinin devrini öngören istisna (eser) sözleşmeleri -olayımızda Akdağmadeni Belediyesi ile davacı dışındaki 3. kişiler arasındaki sözleşmelermülkiyet nakli borcunu içerdikleri için resmi biçimde (MK eski 634 md. yeni 706 md, MK. 213. md, Tapu Kanunu 26. mad. Noterlik Kanununun 60. mad.) yapılmış olmadıkça geçerlilik kazanamazlar. Dolayısıyla İdare Mahkemesi'nin davalı idare ile davacı arasında zımni bir sözleşme varlığının kabul edildiğine yönelik değerlendirilmesi hukuki açıdan hükme esas alınamaz. Taraflar arasında zaten fiilen yapılmış bir sözleşme olmadığı gibi böyle bir sözleşmenin mülkiyeti nakil borcunu içermesi nedeniyle resmi yollardan yapılması gerektiğinden açıklanan gerekçeler yerinde değildir. Dolayısıyla olayda hangi yargı kolunun görevli olduğu hususunun esasen davalı idarenin eyleminin haksız eylem mi yoksa idari eylem mi olduğunun açıklığa kavuşturulması sonucunda belirlenmesi gerekir. Bu bağlamda bu konudaki İdare Mahkemesi'nin diğer gerekçesi ise; taraflar arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesinin zımni olarak yapılmasına olanak bulunmadığı kabul edilse bile davalı idare tarafından her hangi bir kamusal faaliyetin yerine getirilmesi amacıyla olmayıp kent merkezinde bulunan eski dükkan sahipleri ile anlaşarak dükkanların yıkılması ve yerine yapılan ticaret merkezinden dükkan sahiplerine yer verilerek kalanı ile belediyeye kaynak oluşturulması amacıyla yürütülen bir faaliyet sırasında herhangi bir mevzuat hükmüne dayanılmaksızın, idari bir karar olmaksızın ve davacı ile sözleşme yapılmaksızın davacının dükkanlarının da yıkıldığı ve yerine yapılan ticaret merkezinden verilen yer ile eski dükkanların yerinden verilmesi gereken yer arasındaki değer farkından kaynaklı uyuşmazlık olduğu, eylemin bu açıdan haksız fiil iddiasından kaynaklandığı ve idari yargı mercinin görevli olmadığı şeklinde belirtilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; idari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir. İdari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. 127 İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücüne (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. Kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler ise özel hukuk alanına ilişkin olduğundan, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler.Kamu idare ve kuramlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsura söz konusu olduğu halde, ortada idari kararın tatbikine ilişkin bir fiil olduğunda idari yargı mercinin görevli olduğu düşünülecektir. Bu açıklamalar ışığında somut olayda değerlendirildiğinde; davalı idare ile davacı arasındaki uyuşmazlığın esasen davacıya sonradan inşa edilen dükkanlardan davacının düşüncesinin aksine 11 ve 12 nolu dükkanların verilmesinden ötürü oluştuğu iddia edilen değer farkından kaynaklandığı ve maddi tazminat istemine ilişkin olduğu, davalı idarenin davacıya 11 ve 12 nolu dükkanları vermesi şeklindeki eyleminin 23/05/2008 tarihli 2008/126 sayılı Belediye Encümen kararma istinaden tatbik edildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla idari bir kararın uygulanması nedeniyle uyuşmazlığın ortaya çıkması nedeniyle konunun çözüm yerinin idari yargı merci olduğu…” şeklindeki gerekçe ile görevsizlik kararı vermiştir. Adli yargıda verilen görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Davacı vekili tarafından; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığın doğduğu, adli yargı dosyasının mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, mülkiyeti davalı belediyeye ait iş yerlerinin, davacının 1987 yılında belediye encümen kararı ile satın alarak 2008 yılına kadar kullanmasının ardından, 2008 yılında belediye tarafından dava konusu taşınmazların da içinde bulunduğu alana kültür merkezi yapılması ve 1987 tarihli encümen kararına göre kullanıma devam eden eski dükkan sahiplerine aynı şekilde dükkanlarının verilmesi konusunda alınan encümen kararına göre; yeni dükkanların yapılması sonucu davacıya önceki kullanıma uygun olarak yeni dükkanların tapularının verilmemesi nedeniyle dükkanlar arasındaki değer farkı nedeniyle oluşan hukuki durumun tesbiti ve oluşan zararın tazmini istemiyle açılmıştır. Halen yürürlükte olan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “ Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde: “ Belediye, mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla; a) İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor orta ve yüksek öğrenim öğrenci yurtları (Bu Kanunun 75 inci maddesinin son fıkrası, belediyeler, il özel idareleri, bağlı kuruluşları ve bunların üyesi oldukları birlikler ile ortağı oldukları Sayıştay denetim ine tabi şirketler tarafından, orta ve yüksek öğrenim öğrenci yurtları ile Devlete ait her derecedeki okul binalarının yapım, bakım ve onarımı ile tefrişinde uygulanmaz.); sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır…” hükmü ile ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetleri belediyenin görevleri arasında sayılmıştır. “Belediye Meclisi” başlıklı 17. maddesinde “Belediye meclisi, belediyenin karar organıdır ve ilgili kanunda gösterilen esas ve usûllere göre seçilmiş üyelerden oluşur.” Belediye meclisinin tanımı ve kimlerden oluşacağı, “ Meclisin görev ve yetkileri” başlıklı 18. maddesinin ( e) bendinde “ Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması hâlinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesisine karar vermek.” hükmü ile de taşınmaz mal alım satımının belediye meclisinin görev ve yetkileri arasında olduğu açıklanmıştır. 128 Aynı kanunun “Belediye Encümeni” başlıklı 33. maddesinde Belediye Encümeninin kimlerden oluştuğu ve kimlerin çağrılacağı belirtilmiş, “ Encümenin görev ve yetkileri” başlıklı 34. maddesinin ( g) bendinde ise : “ Taşınmaz mal satımına, trampasına ve tahsisine ilişkin meclis kararlarını uygulamak; süresi üç yılı geçmemek üzere kiralanmasına karar vermek.” şeklindeki düzenleme ile, taşınmaz mal alım ve satımına ilişkin Belediye Meclis kararlarının uygulanmasının encümenin görev ve yetkisi içinde olduğu vurgulanmıştır. Belediyelerin kamu hizmeti gören kuruluş oldukları konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak tüzel kişilik olarak kendilerine kanunlarla verilen görev ve yetkileri kullanırken yine kanunla düzenlenmiş organları ile bu işlemleri gerçekleştirmeleri gerekmektedir. 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunundan önce yürürlükte olan kanunlara da baktığımızda; 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 70 ve 83. maddelerine yorum getiren gerek adli; gerekse idari yargı kararlarında belediye taşınmazlarının satışına karar verme yetkisinin, belediye meclislerine ait olduğu ilkesi benimsenmiş iken 28.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5272 sayılı yasa ile 1580 sayılı Belediye Kanunu iptal edilerek 18/e ve 34/g maddeleri ile belediyeye ait taşınmazların satışı yine belediye meclisinin kararına bağlı kılınmış, aynı ilkeler sonradan yürürlüğe giren yukarıda açıklanan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 18/e ve 34/g maddeleriyle de korunmuş, meclisin kararı doğrultusunda belediye encümeninin tasarrufa yetkili olduğu benimsenmiştir. Dosyaların incelenmesinden; Akdağmadeni İlçesi, İstanbulluoğlu Mahallesi’nde bulunan mülkiyeti Akdağmadeni Belediyesi adına kayıtlı olan 327 ada 43 ve 46 parseller üzerine yapılan dükkanlar 30.07.1987- 10.08.1987 tarihli Encümen Kararları ile aralarında davacı Miktat Caner’in de bulunduğu şahıslara satıldığı, bu karara göre davacıya 12 ve 15 nolu dükkanların verildiği;söz konusu satış konusunda tapuda resmi işlemler gerçekleştirilmeksizin dükkanların kullanımının şahıslarca devam ettirildiği, bu fiili durumun 2008 yılına kadar devam ettiği; belediye tarafından 2008 yılında alınan karar ile dava konusu dükkanların da içinde bulunan taşınmazlara belediyece otopark, işyeri ve çok amaçlı salon yapımına karar verilerek söz konusu dükkanların da yıkılarak yerlerine yenisinin yapıldığı; 23.05.2008/126 sayılı Belediye Encümeni kararı ile, daha önce 1987 tarihli encümen kararları kapsamında kendilerine satış yapılan dükkan sahiplerine kullanımlarında olan dükkanların yerine aynı şekilde dükkan verilmesine karar verildiği ve bu kapsamda davacı Miktat Caner’e de 12 ve 15 nolu dükkanlarına karşılık 11 ve 12 nolu dükkanların verilmesine karar verilmiş ve bu kararın ardından 2009 yılında tapuda yapılan resmi satış işlemleri ile 11 ve 12 nolu dükkanların tapu kaydı davacı üzerine kaydedilmiştir. Dava, yeni yapılan dükkanların mülkiyetinin davacıya 2009 yılında geçmesinin ardından, ilk encümen kararına göre davacıya verilen ve davacının 1987 den itibaren kullandığı dükkanlardan birinin doğru verilmesine karşın diğerinin farklı verilerek, verilmesi gereken bölümün 3. kişiye satılması nedeniyle aradaki zararın giderilmesi istemiyle açılmıştır. Tapulu taşınmazların satışı 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705 maddesinde (Eski Medeni Kanunu 633. maddesinde); taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olacağı ve 706. maddesinde de taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olmasının resmi şekilde düzenlenmiş bulunmasına bağlı olduğu, Türk Borçlar Kanunu 237 maddesinde (Eski Borçlar Kanunu 213. maddesinde) taşınmaz satışının geçerli olabilmesi için, sözleşmenin resmi şekilde düzenlenmesinin şart olduğu hükümleri yer almak olup, tapu siciline ilişkin kanun, tüzük ve yönetmeliklerde de bu işlemin tapu memuru önünde olması gerektiği açıkça belirlenmiştir. Somut uyuşmazlığa baktığımızda; belediyenin mülkiyetinde olan taşınmazların satışı öncesi satıcı konumundaki belediye ile alıcı konumundaki davacı arasında gerçekleşen işlemlerden kaynaklanan bir uyuşmazlık söz konusudur. Davalı Belediye Başkanlığı kamu görevi yapan bir kuruluş olup, encümen kararı ile yaptığı satış sözleşmesini özel hukuk hükümlerine göre yapmıştır. Zaten belediyenin bu satışı encümen kararı olmadan gerçekleştirmesi mümkün değildir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın giderilmesinde idare hukukunu ilgilendiren bir idari işlem ve tasarruf da söz konusu değildir. İdari yargının görev alanı, idare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklardır. İdari hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler, idari eylem ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir. Davanın idari yargıda görülebilmesi için taraflar arasında yapılan sözleşmenin bir idari sözleşme olması gerekir. Bir sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için ise, sürekli bir kamu hizmetinin görülmesi amacının taşıması, taraflardan birinin idare olması ve kamu hukukuna özgü, kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin sözleşmede birlikte yer alması gerekir. Bu tür sözleşmelerin, idarenin tek taraflı ayrıcalıklı üstün hak ve yetkilerini içermesi gerekmektedir. Yukarıda açıklanan tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; taraflar arasındaki ilişkinin özel hukuk ilişkisi olduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Adli Yargı görevli bulunmaktadır. 129 Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Akdağmadeni Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2014 gün ve E:2013/45 K:2014/43 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Akdağmadeni Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2014 gün ve E:2013/45 K:2014/43 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 2-ESAS NO : 2014/1003 KARAR NO : 2014/1076 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 1980-1984 yılları arasında Konya İli, SaR.önü İlçesi, Ladik Belediyesine atanmak suretiyle Belediye Başkanı olarak görev yapan davacının, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun değişik ek 68. maddesi ve 5393 sayılı Kanun’un 85/a maddeleri uyarınca makam ve görev tazminatının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işleminin iptali ile tazminat alacağı istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekilleri : A.G. : Av. N.K. : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı : Av. S.A. (İdari Yargıda) Av. S.Y. (Adli Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, 1980-1984 yılları arasında Konya İli, SaR.önü İlçesi, Ladik Belediyesine atanmak suretiyle Belediye Başkanı olarak görev yapan davacının, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun değişik ek 68. maddesi ve 5393 sayılı Kanun’un 85/a maddeleri uyarınca makam ve görev tazminatının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri Daire Başkanlığı’nın 30.03.2009 günlü 32.544.050 sayılı işleminin; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönleri ile idare hukuku ilkelerine ve usul ve yasaya açıkça aykırı olduğundan davacının görev yaptığı 29.09.1980-25.03.1984 dönemi itibariyle makam, görev ve temsil tazminatlarının, göreve başladığı 29.09.1980 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle idari yargıda dava açmıştır. ANKARA 13. İDARE MAHKEMESİ: 25.11.2009 gün ve E:2009/515, K:2009/1418 sayılı kararında “… Davacının makam ve görev tazminatı ödenmesi istemiyle başvuruda bulunduğu 11.02.2009 tarihinde 5434 sayılı Kanunun Ek 68. maddesi yürürlükte olmadığından uyuşmazlığın belediye başkanlarına makam tazminatı ödenmesi hususunu düzenleyen 5510 sayılı kanunun” 5434 sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin 11. fıkrası hükümleri uyarınca çözümlenmesi zorunludur. 5510 sayılı Kanunun geçici 4. maddesinin 11. fıkrasında, hangi belediye başkanlarının makam, görev ve temsil tazminatı alacakları hususu açıkça düzenlenmiştir. Söz konusu fıkrada seçimler neticesinde belediye başkanı olarak görev yapmış olanlara makam tazminatı verileceği hükme bağlanmış, seçimler neticesinde belediye başkanı olarak görev yapanların ne şekilde makam, görev ve temsil tazminatı alacakları tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ifade edilmiştir. Bu itibarla, yürürlükte olan mevzuata göre, yalnızca seçimler neticesinde belediye başkanı olarak görev yapanlara makam tazminatı ve buna bağlı olarak görev ve temsil tazminatı ödeneceği açık olduğundan, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında atanmak suretiyle belediye başkanı olarak görev yapan davacıya makam tazminatı ve buna bağlı olarak görev ve temsil tazminatı ödenmemesi yolunda tesis olunan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı…” şeklindeki gerekçe ile davanın reddine karar vermiş ve verilen karar davacı vekilince temyiz edilmiştir. DANIŞTAY 11. DAİRESİ: 27.06.2012 gün ve E:2010/1923 K:2012/4968 sayılı BOZMA İLAMINDA;“…davacının makam ve görev tazminatından yararlandırılmak istemiyle 11.02.2009 tarihinde davalı idareye başvurduğu, Sosyal Güvenlik Kurumunun 10.03.2009 tarihli dava konusu işlemi ile davacının 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinde belirtilen şartları taşımadığı gerekçesiyle isteminin 130 reddedildiği, davacının başvurusundan önce, 01.10.2008 tarihi itibariyle 5434 sayılı Kanun’un kurallarının yürürlükten kalktığı ve anılan tarihten itibaren 5510 sayılı Kanun’un ilgili maddesinin yürürlüğe girdiği görülmektedir. Bu durumda, 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceğinin kurala bağlandığı göz önüne alındığında; 5510 sayılı Kanunun uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu ve kararın bu nedenle usul hükümlerine uygun olmadığı…” gerekçesiyle temyiz isteminin kabulü ile davanın reddine ilişkin kararının görev yönünden bozulmasına karar verilmiştir. ANKARA 13. İDARE MAHKEMESİ: 20.09.2012 gün ve E: 2012/1397 K:2012/2507 sayılı kararı ile Danıştay 11. Dairesi’nin bozma ilamına uyarak, uyuşmazlığın 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceğinin kurala bağlandığı göz önüne alındığında; 5510 sayılı Kanun’un uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 15/1-a maddesi hükmü uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargıda dava açmıştır. ANKARA 5. İŞ MAHKEMESİ: 11.03.2013 gün ve E:2013/35 K:2013/157 sayılı kararında “…davacıya 5434 Sayılı Yasaya göre yaşlılık aylığının bağlandığı ve uyuşmazlığın 5510 Sayılı Yasanın yürürlülük tarihi olan 2008 tarihinden önce meydana geldiği ve davanın İdari Yargıda görülmesi gerektiği anlaşıldığından davanın yargı yolunun caiz olmaması sebebi ile davanın usulden reddine karar ver ilmiştir...” gerekçesiyle davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle davanın usulden reddine karar vermiş ve verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ : 28.05.2013 gün ve E:2013/9328 K:2013/11718 sayılı Onama kararında “…Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle, 01.9.1978 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun kapsamında emekli olan davacı hakkında, 5510 sayılı Kanunun, 5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri başlıklı Geçici 4. maddesinin, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08.02.2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartlan haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur.”şeklindeki 1. fıkrası, , “Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunu n 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına almanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır, "şeklindeki 4. fıkrası ile “Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır.”biçiminde düzenlenen 5. fıkrası; yine 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde yer alan “...bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” düzenlemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesinin 04.9.2012 gün ve 2012/ 64-83 sayılı kararında, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafın dan açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği, 5510 sayılı bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği sonucuna varılmış bulunmasına…” gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verilmiş ve onama kararının ardından görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Davacı vekilinin, ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini talep etmesi üzerine dosya Mahkememizi gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : 131 Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 1980-1984 yılları arasında Konya İli, SaR.önü İlçesi, Ladik Belediyesine atanmak suretiyle Belediye Başkanı olarak görev yapan davacının, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun değişik ek 68. maddesi ve 5393 sayılı Kanun’un 85/a maddeleri uyarınca makam ve görev tazminatının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işleminin iptali ile tazminat alacağına ilişkindir. Dosyanın incelenmesinden; davacının 07.08.1978 tarihinde Emekli Sandığı iştirakçisi olarak emekliye ayrıldığı, 29.09.1980- 25.03.1984 tarihleri arasında atanmak suretiyle Konya İli, SaR.önü İlçesi, Ladik Belediye başkanı olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Davacı, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 631 sayılı KHK ile değişik 68. Maddesi gereğince ödenmesi gereken makam ve görev tazminatının ödenmesi talebinin davalı kurum tarafından reddedilmesi üzerine; gerekli ödemenin yapılması için idari yargıya yaptığı başvurunun görev nedeniyle reddedilmesinin ardından adli yargıya başvurmuştur. 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nun (5510 sayılı kanunun 106. maddesi ile mülga edilen) Ek 68.maddesinde; “(Değişik madde: 24/11/1994 - 4049/7 md.) (Değişik fıkra: 23/02/1995 - KHK - 547/13 md.) Makam tazminatı ile Yüksek Hakimlik ve temsil veya görev tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde bulunanlardan, 10/10/1984 tarihli ve 3056 sayılı Kanunun 36 ncı maddesine göre istihdam edilenlere, Başbakanlıkta da makam tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde en az 6 ay çalışmış olmaları kaydıyla bu tazminatlardan yüksek olanı esas alınarak ödeme yapılır. (Ek cümle: 04/07/2001 - 631 S.KHK/1. md.) Makam veya yüksek hakimlik tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde toplam en az iki yıl bulunmadan veya bu görevlerde hiç bulunmadan emekliye ayrılanlara ise, en az altı ay süreyle bulundukları en üst görevleri için belirlenen görev tazminatı veya hizmet yılları itibarıyla belirlenen görev tazminatından yüksek olanı ödenir. Bu halde de iki yıllık süreyi doldurma şartı aranır. (Ek cümle: 12/02/2000 - 4505/3 md.) Ancak bu tazminatların ölenlerin dul ve yetimlerine ödenmesinde iki yıl görev şartı aranmaz. (...) (Ek fıkra:07/12/2004 - 5272 S.K./86.mad) Sandıkça emekli aylığı bağlanan büyükşehir belediye başkanlarına 7000, il belediye başkanlarına 6000, ilçe belediye başkanlarına 3000, diğer belediye başkanlarına 1500 gösterge rakamı üzerinden, bu Maddede belirtilen usul ve esaslar dahilinde makam tazminatı, buna bağlı olarak temsil veya görev tazminatı ödenir. Bu tazminatlar ilgililere ödendikçe iki ay içinde faturası karşılığında Hazineden tahsil olunur. Birinci fıkrada öngörülen iki yıllık sürenin hesabında iştirakçi olup olmadıklarına bakılmaksızın belediye başkanı olarak geçen sürelerin tamamı dikkate alınır. (Ek fıkra: (12/02/2000 - 4505/3 md.) Temsil ve görev tazminatları; yönetim ve denetim kurulu üyelikleri dahil olmak üzere kamu kesiminde her ne suretle olursa olsun aylık veya ücret alıp almadıklarına bakılmaksızın görev alanlara bu durumları devam ettiği sürece ödenmez. Tazminattan yararlanırken, yararlanma şartlarını kaybedenler en geç bir ay içinde durumu Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne bildirirler. Bu durumun ortaya çıktığı tarihi takip eden ay başından itibaren tazminat ödenmesine son verilir. Zamanında bildirimde bulunmayanlara ödenen tazminat kanuni faizi ile birlikte geri alınır.(...) Bu tazminatlar, ölenlerin 5434 sayılı Kanunun 67 nci maddesinde belirtilen aylığa müstehak dul ve yetimlerine 68 inci maddesindeki oranlar üzerinden ödenir. Bu ödemeler, T.C. Emekli Sandığınca ödenmesini müteakip iki ay içinde Genel Bütçeye giren kurumlardan ayrılanlar için Hazineden, diğerleri için son kurumlarından faturası karşılığında tahsil edilir.(...) denilmiş; 1.1.2007 tarihinde; maddenin “Bu tazminatlar, ölenlerin 5434 sayılı Kanunun 67 nci maddesinde belirtilen aylığa müstehak dul ve yetimlerine 68 inci maddesindeki oranlar üzerinden hesaplanır.” şeklindeki beşinci fıkra metni ile “Bu ödemeler, T.C. Emekli Sandığınca ödenmesini müteakip 132 iki ay içinde Genel Bütçeye giren kurumlardan ayrılanlar için Hazineden, diğerleri için son kurumlarından faturası karşılığında tahsil edilir.” şeklindeki son fıkra metni yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer taraftan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.” hükmüne, aynı maddenin beşinci fıkrasında ise; “ Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır. (Ek cümle: 16/06/2010-5797 S.K/10. md.) Ancak, Polis Akademisinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yetim aylıkları bu öğrenimleri süresince kesilmeksizin ödenmeye devam edilir.” hükmüne yer verilmiştir. 31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre iş lem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir. 5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 s ayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal 133 güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…” Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve hakların da 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır. Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır. Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1 a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce, Emekli Sandığı iştirakçisi olarak emekli olan davacının, 29.09.1980- 25.03.1984 tarihleri arasında Belediye Başkanı olarak görevlendirilmesinden dolayı, makam ve görev tazminatından yararlandırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kalınan tazminat tutarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın; 5434 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak çözüme kavuşturulacağı gözetildiğinde; idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Ankara 13.İdare Mahkemesi’nin 20.09.2012 gün ve E:2012/1397, K:2012/2507 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 13.İdare Mahkemesi’nin 20.09.2012 gün ve E:2012/1397, K:2012/2507 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 3-ESAS NO : 2014/1021 KARAR NO : 2014/1081 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Pendik Ana Çocuk Sağlığı Merkezinde doktorluk vazifesini yerine getirirken emekliye ayrılan davacının, İstanbul İli, Pendik İlçesi Güllübağlar Aile Sağlığı Merkezinde sözleşmeli Aile Hekimi olarak görev yaptığından bahisle emekli maaşının kesilmesine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk. Davacı Vekili Davalı Vekili KARAR : M.Ö. : Av. F.Ö.Y. : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı : Av. N.T. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 1986 yılında Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesinden mezun olduğunu; ilk olarak 1987 yılında Antalya Elmalı Sağlık Ocağında doktor olarak göreve başladığını; 20 yıl bilfiil kamu görevini yerine getirdikten sonra, son olarak, 2007 yılında Pendik Ana Çocuk Sağlığı Merkezinde doktorluk görevini yerine getirirken emekliye ayrıldığını; 5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun’un 3/2-son maddesi uyarınca T.C.Sağlık Bakanlığı Aile 134 Hekimliği Hizmet Sözleşmesi imzalayarak ilk olarak Malazgirt Aile Sağlığı Merkezinde 1.11.2010 tarihinde çalışmaya başladığını; davacının halen Pendik, Güllübağlar Aile Sağlığı Merkezinde sözleşme li olarak Aile Hekimliği görevini yürüttüğünü; bu süre içerisinde emekli aylığını da almaya devam ettiğini; ancak, davalı idare tarafından sözleşmeli olarak aile hekimliği hizmeti veren davacının emekli aylığı alabilmesinin söz konusu olmadığından bahisle, emekli aylığının kesildiğini, davacının emekli aylığı alarak sözleşmeli olarak aile hekimliği hizmeti vermesinde hukuki bir engel bulunmadığını ileri sürerek, davacının emekli aylığının kesilmesine yönelik işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 7. İDARE MAHKEMESİ: 15.7.2013 gün ve E:2013/677, K:2013/1265 sayı ile, uyuşmazlığa konu emeklilik maaşının verilmesi ve kesilmesine ilişkin hak ve yükümlülüklerin 5510 sayılı Kanun çerçevesinde düzenlendiği ve anılan Kanun’da düzenlenen hususlarda aksine hüküm bulunmayan hallerde İş Mahkemesinin görevli olduğu açıkça belirtildiğinden, davanın çözümünün Adli Yargı’nın görevine girdiği sonuç ve kanaatine ulaşıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez müvekkilinin emekli aylığı alarak sözleşmeli olarak aile hekimliği hizmeti vermesinde hukuki bir engel bulunmadığını; buna rağmen davacının emekli aylığının kesilmesinin hukuka aykırı olduğunu, davacının 657 sayılı Yasaya tabi bir memur olmadığı nedeniyle emekli aylığının kesilmesini gerektirecek bir durumunun olmadığını ileri sürerek, 5.10.2010-5.10.2012 tarihleri arasında davacıya ödenmiş olan yaşlılık aylıklarından dolayı kuruma borçlu olunmadığının tespiti istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL ANADOLU 20.İŞ MAHKEMESİ: 7.2.2014 gün ve E:2014/56 K:2014/71 sayılı kararı ile, 5510 sayılı Kanunun Geçici 4.md ”Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre aylık, tazminat, harp malullülüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08/02/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1.maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara bu kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil ödenmesine devam olunur.Ancak 5 ile 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların aylık ve diğer ödemelerin bu kanunun 32., 34. ve 37. md.’deki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.Bu madde kapsamına girenleri aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır” hükmüne yer verildiği, Kanun maddesinden açıkça anlaşılacağı üzere doktor olarak emekli iken emekli aylığı alan davacıya aile hekimliği hizmet sözleşmesi imzalaması nedeniyle emeklilik aylığının kesilmesi işleminin iptali talebinin İdari Yargı Mahkemelerinde değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmakla Mahkemelerinin görevsizliğine, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde İdari Yargı Mahkemeleri görevli olduğundan dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir. Yargıtay 10.Hukuk Dairesi:10.6.2014 gün ve E:2014/10619, K:2014/14282 sayı ile, hükmün onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilmiş olan görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu önesürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Pendik Ana Çocuk Sağlığı Merkezinde doktorluk vazifesini yerine getirirken emekliye ayrılan davacının, İstanbul İli, Pendik İlçesi Güllübağlar Aile Sağlığı Merkezinde sözleşmeli Aile Hekimi olarak görev yaptığından bahisle emekli maaşının kesilmesine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır. 135 Dosyanın incelenmesinden, davacının 1987 yılında Antalya Elmalı Sağlık Ocağında doktor olarak göreve başladığı; 20 yıl bilfiil kamu görevini yerine getirdikten sonra son olarak 2007 yılında Pendik Ana Çocuk Sağlığı Merkezinde doktorluk vazifesini yerine getirirken emekliye ayrıldığını; 1.11.2010 tarihinde T.C. Sağlık Bakanlığı Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi imzalayarak Malazgirt Aile Sağlığı Merkezinde çalışmaya başladığını; davanın açıldığı tarihte de Pendik Güllübağlar Aile Sağlığı Merkezinde sözleşmeli Aile Hekimi olarak hizmet verdiğini; emekli aylığı alarak, sözleşmeli olarak aile hekimliği yaptığı nedeniyle 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 30.maddesi ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 96.maddesi uyarınca emekli maaşının kesilmesine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığı işleminin iptali ile kuruma borçlu olunmadığının tespiti istemiyle davaların açıldığı anlaşılmıştır. 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 30.maddesinde, “Cumhurbaşkanı tarafından atananlar, Başbakan tarafından atananlar, Bakanlar Kurulu kararı veya müşterek kararnameyle atanan veya görevlendirilenler, Türkiye Büyük Millet Meclisince yapılan seçimler sonucunda görev verilenler ile yükseköğretim kurumlarının öğretim üyeliklerine ve Sağlık Bakanlığının tabip ve uzman tabip kadrolarına yapılacak atamalar hariç olma k üzere, herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar, genel bütçeye dahil dairelerin, katma bütçeli idarelerin, döner sermayelerin, kefalet sandıklarının, sosyal güvenlik kurumlarının ve bütçeden yardım alan kuruluşların kadrolarına açıktan atanamazlar. Diğer kanunların bu fıkR.a aykırı hükümleri uygulanmaz. Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar. Diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun ek 11 inci maddesine göre 1.1.2005 tarihinden önce alınmış Bakanlar Kurulu kararları uygulanmaz. Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri; a) Cumhurbaşkanlığına seçilenler, b) Dışarıdan Bakanlar Kurulu üyeliğine atananlar, c) Yasama Organı üyeliğine seçilenler, d) Mahalli idareler seçimleri sonucuna göre görev alanlar, e) Sadece toplantı veya huzur ücreti ya da hakkı ödenen görevleri yürütenler ile yönetim ve denetim kurulu üyeliği ücreti karşılığında görevlendirilenler, f) Yaş haddini aşmamış olmaları kaydıyla her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarında ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler (üniversitelerde ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler hakkında yaş haddini aşmamış olmaları kaydı aranmaz.), g) Vakıf üniversitelerinde görev alanlar, h) Özel kanunlarında emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmeksizin çalıştırılma veya görev yapma hakkı verilenlerden Cumhurbaşkanı tarafından atananlar, Başbakan tarafından atananlar, Bakanlar Kurulu kararı veya müşterek kararname ile atanan veya görevlendirilenler ve Türkiye Büyük Millet Meclisince yapılan seçimler sonucunda görev verilenler, i) 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 60 ıncı maddesinin (a) fıkrası uyarınca Yasama Organı üyeliğinin bitiminden sonra öğretim üyesi olarak atanmış olanlar, Hakkında uygulanmaz. (Ek fıkra: 10/1/2013-6385/2 md.) İkinci fıkR.a göre emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilenlerin sigortalılıklarının sona erdiği tarih yazılı istek tarihi kabul edilerek ilgili sosyal güvenlik kanunlarına göre aylıkları yeniden bağlanır.” hükmüne, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun ”yersiz ödemelerin geri alınması” başlıklı 96.maddesinde, “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler; a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden, b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede 136 yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, (1) itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır. Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır. Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır. Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir. 31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 inci ve Geçici 4 üncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir. 5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…” Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi 137 bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır. Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır. Bu durumda, 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ve tam yargı davaları kapsamında bulunan, 5754 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatı ile çalışmaya başlamış ve 2007 yılında emekliye ayrılmış olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nin 15.7.2013 gün ve E:2013/677 K:2013/1265 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nin 15.7.2013 gün ve E:2013/677 K:2013/1265 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde, OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 4-ESAS NO : 2014/1022 KARAR NO : 2014/1082 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : ÖZET: 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca emekli olan davacı tarafından, İstanbul Ataşehir Belediye Başkan yardımcısı olarak görev yapması nedeniyle, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49. maddesine göre Emekli Sandığı ile ilişkilendirmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı idarenin işleminin iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekilleri : İ.Y. :Av. Ş.Ö.C. : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı : Av. T.D. (İdari Yargıda) Av. S.A. (Adli Yargıda) O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan emekli olan davacının halen İstanbul Ataşehir Belediyesi’nde Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığını; kurumu aracılığıyla, yasanın tanımış olduğu hak çerçevesinde 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 49. maddesine göre Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmesini talep ettiğini;Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından gönderilen 07.08.2009 tarih ve B.07.01.EMS.0.11.08/53.838.052 sayılı yazısı ile “5393 sayılı Belediye Yasası’nda herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli aylığı almakta iken, Belediye Başkan Yardımcılığına seçilenlerin Emekli Sandığı ile ilişkilendirileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından” talebinin reddedildiğini; red işleminin açıkça kanuna aykırı olduğunu belirterek, işlemin iptali istemiyle idari yargıda dava açmıştır. ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ: 28.12.2010 gün ve E:2009/1501 K:2010/1900 sayılı kararında “… 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 26. maddesinin 3. fıkrasında, “Davacının gösterdiği adreste tebligat yapılamaması halinde yeni adresinin bildirilmesine kendiliğinden hükümsüz 138 kalır. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir yıl içinde yeni adres bildirilmemek suretiyle yeniden işleme konulması istenmediği takdirde, davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.” hükmü yer aldığından, Mahkememizin 17.12.2009 tarihli kararı ile dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olup, davacı tarafından bir yıl içinde yeni adres bildirerek dosyanın yeniden işleme konulmasının istenmediği anlaşıldığından…”şeklindeki gerekçe ile davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. DANIŞTAY ONBİRİNCİ DAİRE:08.02.2012 gün ve E:2011/3019, K:2012/597 sayılı kararında özetle; “…2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 26. maddesinin 3. fıkrasında; davacının gösterdiği adreste tebligat yapılamaması halinde, yeni adresin bildirilmesine kadar dava dosyasının işlemden kaldırılacağı ve varsa yürütmenin durdurulması kararının kendiliğinden hükümsüz kalacağı, dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir yıl içinde yeni adres bildirilmek suretiyle yeniden işleme konulması istenmediği takdirde, davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği kurala bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 60. maddesinde, Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işlerinin, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılacağı, 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21. maddesinde, kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memurunun tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim edeceği ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirileceği, ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihin, tebliğ tarihi sayılacağı, muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurlarının yukarıdaki fıkra uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecbur olduğu kuralına yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacının dava dilekçesinde belirttiği adresin "Ataşehir Belediye Başkanlığı Kayışdağ Cad. No:143 Küçükbakkalköy-Ataşehir/İSTANBUL" olduğu, posta ve harç tamamlama yazısının anılan adrese tebligata çıkarıldığı, tebligat alındısında "Gökhan Barış muhatabı tanımadığını beyan etti. Muhtarlık kayıtlarında kaydına rastlanmamıştır. Ata Petrol ."kaydının yer aldığı, İdare Mahkemesince 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 26. maddesinin 3. fıkrası uyarınca davacının gösterdiği adreste tebligat yapılamaması nedeniyle dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiğinin ve davacı tarafından bir yıl içinde yeni adres bildirilerek dosyanın yeniden işleme konulmasının istenilmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle, davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, temyiz aşamasında yürütmenin durdurulması isteminin savunmadan sonra incelenmesi yolunda verilen Dan ıştay Onbirinci Dairesinin 6.5.2011 tarihli ve E: 2011/3019 sayılı kararının davacıya dava dilekçesinde belirtilen adreste tebliğ edildiği, dolayısıyla davacının adresini değiştirmediği ve davacıya yapılan ilk tebligatın usulsüz olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, Tebligat Kanunu'na uygun olarak yapılmayan ilk tebligat göz önünde bulundurularak İdare Mahkemesince davanın açılmamış sayılması yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır…” şeklindeki gerekçe ile hükmün bozulmasına karar verm iştir. ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ: 11.10.2012 gün ve E:2012/1063, K:2012/1439 sayılı kararında; “… Uyuşmazlığın davacının konumu ve statüsü gereği 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi kapsamında sigortalı kabul edilip edilmeyeceğine ilişkin bulunduğu anlaşılmakta olup, bu haliyle uyuşmazlık, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasından kaynaklandığından, 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesi hükmü uyarınca iş mahkemelerince çözümleneceği açık olduğundan, iş bu davanın çözümü idari yargının görev alını dışında kalmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile davanın 2577 sayılı Kanunun 15. maddesinin 1/a bendi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargıda dava açmıştır. ANKARA 5. İŞ MAHKEMESİ: 22.03.2013 gün ve E:2013/83 K:2013/214 sayılı kararında “…5393 Sayılı Yasanın 49/8. maddesinde… bu şekilde görevlendirilen Meclis Üyeleri denilmek suretiyle statüleri konusunda herhangi bir düzenleme yapılmadığı, davacının süresi içerisinde kuruma başvurduğu, davalı kurum tarafından maddenin kapsamının daraltılamayacağı, Belediye Meclis üyeleri arasında görevlendirilen belediye başkan yardımcılarının taleplerine göre bir sosyal güvenlik kurumu ile ilişkilendirilebileceklerini, davacının bu hakkını 5510 Sayılı Yasanın 4/c maddesi kapsamında kullandığı, emekli maaşı aldıktan sonra tekrar çalışma olması halinde sosyal güvenlik destek primi talep edileceği ancak bu aşamada uyuşmazlık konusu olmadığı anlaşıldığından…” şeklindeki gerekçe ile davanın kabulüne karar vermiş ve verilen karar davalı vekilince temyiz edilmiştir. YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ: 26.12.2013 gün ve E:2013/9331 K:2013/25626 sayılı kararında “…5510 sayılı Kanunun “Uyuşmazlıkların çözümü yeri” başlıklı 101. maddesinde, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği açıklanmış, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 139 ise 114. maddesinde, yargı yolunun caiz olmaması durumu, dava koşulları arasında sıralandıktan sonra 115. maddesinde dava koşulu eksikliğini saptayan mahkemece davanın usulden reddine karar verileceği öngörülmüştür. Yukarıda yasal düzenlemeler ışığında dava değerlendirildiğinde; taraflar arasındaki hukuki ilişki, çekişmenin niteliği ve dayandığı hukuki sebep dikkate alındığında, uyuşmazlığın çözümünde 5510 sayılı Kanunun uygulama yeri bulunmadığından adli yargı ve giderek, sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemeleri görevli olmayıp bu tür davalar idari yargının görev alanı içerisinde yer almaktadır.…” gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar vermiştir. ANKARA 5. İŞ MAHKEMESİ :08.04.2014 gün ve E:2014/94, K:2014/505 sayılı kararı ile bozma ilamına uyarak bozma ilamındaki gerekçelerle, uyuşmazlığın idari yargıda görülmesi gerektiğinden yargı yolunun caiz olmaması nedeni ile HMK 115. maddesi uyarınca davanın usulden reddine karar vermiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekilinin, ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini talep etmesi üzerine dosya Mahkememizi gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte olup, bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca emekli olan davacı tarafından, İstanbul Ataşehir Belediye Başkan yardımcısı olarak görev yapması nedeniyle, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49. maddesine göre Emekli Sandığı ile ilişkilendirmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı idarenin işleminin iptali istemiyle açılmıştır. 31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 inci ve Geçici 4 üncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümler inin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir. 140 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5510 sayılı Kanunun 101 inci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı retle sonuçlandırmıştır. Bu bakımdan, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 29.09.2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Ataşehir Belediyesi Başkanlığı Meclis Üyesi olarak seçildiği, 13.04.2009 tarihinde 5393 sayılı Yasa’nın 49. maddesine göre Belediye Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildiği ve halen Ataşehir Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı; öncesinde 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca emekli olan davacının, 25.05.2009 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna yaptığı başvuruda, 5393 sayılı Kanunun 49. maddesine göre Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmesini talep ettiği; Sosyal Güvenlik Kurumu 07.08.2009 gün ve B.07.1.EMS.0.11.01.08/53.838.052 sayılı verdiği cevabında “5393 sayılı Belediye Kanununda herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli aylığı almakta iken Belediye Başkan Yardımcılığına seçilenlerin kurumumuzla ilgilendirileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığından…” denilmek suretiyle davacının talebinin reddine karar verilmesi üzerine söz konusu işlemin iptali için dava açıldığı anlaşılmıştır. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “ Norm kadro ve personel istihdamı” başlıklı 49. maddesinin 7. fıkrasında “Norm kadrosunda belediye başkan yardımcısı bulunan belediyelerde norm kadro sayısına bağlı kalınmaksızın; belediye başkanı, zorunlu gördüğü takdirde, nüfusu 50.000'e kadar olan belediyelerde bir, nüfusu 50.001-200.000 arasında olan belediyelerde iki, nüfusu 200.001-500.000 arasında olan belediyelerde üç, nüfusu 500.000 ve fazla olan belediyelerde dört belediye meclis üyesini belediye başkan yardımcısı olarak görevlendirebilir. Bu şekilde görevlendirilen meclis üyelerine belediye başkanına verilen ödeneğin 2/3'ünü aşmamak üzere belediye meclisi tarafından belirlenecek aylık ödenek verilir ve taleplerine göre bir sosyal güvenlik kurumu ile ilişkilendirilir. Bu şekilde görevlendirme, memuriyete geçiş, sözleşmeli veya işçi statüsünde çalışma dâhil ilgililer açısından herhangi bir hak teşkil etmez ve belediye meclisinin görev süresini aşamaz. Sosyal güvenlik prim ve benzeri giderlerden kurum karşılıkları belediye bütçesinden karşılanır…” Aynı Kanunun 85. maddesinin a bendinde “(8.6.1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile ilgili olup yerine işlenmiştir. “ denilmiştir. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 85. maddesindeki gönderme üzerine 08.06.1949 tarih 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 12. maddesinin incelenmesinde: “Bu kanunla tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli fıkrada yazılı yerlerde çalışanlardan, Türk uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş bulunmak şartiyle, (II) işaretli fıkrada gösterilenler faydalanırlar. (3) I – Daire, kurum ve ortaklıklar …. ; ç) Belediyeler;.) n) (Ek: 1/3/19711377/1 md.; Değişik: 3/7/2005 5393/ 85 md.) Sosyal güvenlik kuruluşlarına tâbi görevlerde bulunmadan veya bu kuruluşlara tâbi olarak çalışmakta iken illerin daimi komisyon üyeliğine veya belediye başkanlığına seçilen ve atananlar ile Sandıktan veya diğer sosyal güvenlik kuruluşlarından emekli, yaşlılık veya malûllük aylığı almakta iken belediye başkanlığına seçilen ve atananlar, istekleri üzerine istek dilekçelerinin Sandık kayıtlarına geçtiği tarihi takip eden ay başından itibaren emekli kesenekleri kendilerince, karşılıkları kurumlarca ödenmek ve emekli aylıkları Sandıkla ilgilendirildikleri tarihten itibaren kesilmek suretiyle,…” şeklindeki düzenleme ile, kimlerin 5434 sayılı Kanunla tanınan haklardan yararlanacağı açıklanmış, 5510 sayılı Kanun’un 106. maddesinin 8. fıkrası ile 08.06.1949 tarihli 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 12 maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. 5510 sayılı Kanunun “Sigortalı Sayılanlar” başlıklı 4/c maddesi “… Kamu idarelerinde; 1) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendine tabi olmayanlardan, kadro ve pozisyonlarda sürekli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar, 2) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine tabi olmayanlardan, sözleşmeli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86 ncı maddesi uyarınca açıktan vekil atananlar, sigortalı sayılırlar. Birinci fıkranın (c) bendi gereği sigortalı sayılanlara ilişkin hükümler; 141 a) Kuruluş ve personel kanunları veya diğer kanunlar gereğince seçimle veya atama yoluyla kamu idarelerinde göreve gelenlerden; bu görevleri sebebiyle kendilerine ilgili kanunlarında Devlet memurları gibi emeklilik hakkı tanınmış olanlardan hizmet akdi ile çalışmayanlar hakkında da uygulanır…” Aynı Kanunun “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 1. maddesinde: “(Değişik: 17/4/2008-5754/68 md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı ve 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı kanunlara göre ödenmekte olan sosyal yardım zammı ile telafi edici ödeme tutarları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ödenen tutarlar esas alınarak, ilgililerin gelir ve aylıklarına ilâve edilerek ödenir. Sosyal yardım zammının ilavesinde tamamı dağıtılacak şekilde, hak sahiplerinin gelir ve aylıklardaki hisseleri esas alınır. Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır. 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı kanunlar kapsamında geçen sigortalılık süresi fiili hizmet süresi ve prim ödeme gün sayısı, genel sağlık sigortasının uygulanmasında gerekli olan sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayılarında dikkate alınır.” düzenlemeleri yer almaktadır. Uyuşmazlık, davacının 5510 sayılı yasa yürürlüğe girmeden önce, Emekli Sandığı iştirakçisi olarak değil 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca emekli olduktan sonra 5510 sayılı Yasa’nın yürürlükte olduğu tarihte Belediye Başkan Yardımcısı olarak görevli olması nedeniyle; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49. maddesine göre 5510 sayılı Kanun’un 4/c maddesi kapsamında sigortalı kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesi kararı birlikte değerlendirildiğinde, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olarak çalışıp emekli olduktan sonra Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yapan davacının, 5393 sayılı Kanun’un 49. maddesine göre Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmesine ilişkin talebinin 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla 5510 sayılı Yasanın 101.maddesi uyarınca da ihtilafın adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli oluğundan, Ankara 5. İş Mahkemesi’nin 08.04.2014 gün ve E:2014/94 K:2014/505 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 5. İş Mahkemesi’nin 08.04.2014 gün ve E:2014/94 K:2014/505 sayılı, GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 5-ESAS NO : 2014/1034 KARAR NO : 2014/1087 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davalı Şirkette çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle kamu kurumuna nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle uğradığı parasal kaybın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. 142 KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : H.H. : Av. A.T. : Türk Telekomünikasyon A.Ş. : Av. S.T. O L A Y : Davalı Şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasanın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı 11.3.2010 tarihinde, Kocatepe Üniversitesi Rektörlüğü emrine atanmıştır. Davacı vekili, müvekkilinin Devlet Personel Başkanlığına bildirildiği tarih itibariyle davalı kurumdan almış olduğu ücret ve ücrete eklenmesi gereken farkların ayrıca ikramiye tutarlarının sabit bir değer olarak eklenmesi suretiyle maaş nakil ilmühaberlerinin düzenlenmesi ve DPB’ye bildirilmesi gerektiğinin tespiti ile maaş nakil ilmühaberlerinin eksik ve hatalı düzenlenmesi nedeniyle kamuda çalışmaya başladıkları tarihten dava tarihine kadarki eksik ücret alması nedeniyle uğradığı zarardan şimdilik 6.000 TL nin tahsili istemiyle 25.2.2013 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 4.İŞ MAHKEMESİ: 11.6.2013 gün ve E:2013/316, K:2013/636 sayı ile, davanın normatif dayanağının 406 sayılı Kanunun Ek. 29. maddesi, 375 sayılı KHK.’un Ek 3. maddesi, 399 sayılı KHK.’un Ek. II cetveli ve bu kanun hükmünde kararnamelere dayanılarak çıkarılan 2006/1, sayı lı tebliğ yanında taraflar arasındaki sözleşme hükümleri olduğu; dosya içeriğine göre gerek yasal düzenleme ve gerekse sözleşmedeki hükümler dikkate alındığında, davalı kurumda özelleştirme öncesi kapsam dışı olarak çalışan ve 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak ücreti belirlenen davacının özelleştirme sonrası çalıştıktan sonra nakledildiği tarihe kadar kamuda aynı statüde çalışanlar için getirilen özlük haklarından yararlandırılarak, nakil edildiklerinde haklarının korunmasının amaçlandığı; kısaca dava cının kapsam dışı olarak kamuda çalışmış gibi sayılmakta olduğu; özelleştirmeden önce statü hukuku hükümlerine tabi davacı niteliğindeki personelin, özelleştirme sonrası belirli bir süreliğine davalı ile özel hukuk hükümlerine tabi olarak iş sözleşmesi kapsamında çalıştırıldığı, nakledildiğinde tekrar statü hukuku kapsamına girdiği; davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı dönemde, davalı şirkete davacının ücreti konusunda “artış oranının, kamudaki memur maaş artış oranında” olacağı yönünde yükümlülük getirildiği gibi, 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığının görüldüğü; bu işlemlerin idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kuramdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları, idari işlemlerle ilgili uyuşmazlığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; emsal Yargıtay 9. Hukuk D.nin 11.06.2012 gün ve 2012/13657 E. ve 2012/20239 K. Sayılı ilamı da değerlendirilerek davanın esası ile ilgili yargılama yapma görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle; HMK 114/1 -b, 115/2. maddeleri gereğince davanın usulden reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22.Hukuk Dairesi, 7.10.2013 tarih ve E:2013/28814, K:2013/20917 sayı ile, yargılama giderleri yönünden kararı düzelterek onamış ve görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez, davalı şirket tarafından düzenlenen “yer değiştirme suretiyle atamalarda aylık bildirim” formunda (maaş nakil ilmühaberi) “Naklin Yapıldığı Yıl İçerisinde Almış Olduğu İkramiyeler" sütununun boş bırakılması ve naklin yapıldığı yılda almış olduğu ücret yerine daha düşük bir ücretin yazılması suretiyle anılan formun eksik ve hatalı düzenlenmesine ilişkin işleminin iptali; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak üzere; müvekkilinin maaş nakil ilmühaberinin eksik ve hatalı düzenlenmesi nedeniyle kamuda çalışmaya başladığı tarih olan 11.03.2010 tarihinden itibaren her ay eksik ücret alması nedeniyle uğramış olduğu zararın bilirkişi marifetiyle hesaplanarak davalı şirketten tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 12.İDARE MAHKEMESİ: 5.9.2014 gün ve E:2014/1406, K:2014/973 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari dava türlerinin; “idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar" olarak tanımlanmış, aynı Kanunun 15. maddesinin (l/a) bendinde; idari yargının görev alanına girmeyip adli veya askeri yargının görev alanına giren davaların reddedileceğinin hükme bağlanmış olduğu; 406 sayılı Kanunun 1. maddesinin 7. fıkrasında, "Türk Telekom, bu kanun ve özel kanun hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu kanun hükümleri saklı kalmak üzere kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası 143 kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz." hükmüne yer verilerek Türk Telekom’a özgü farklı bir statü oluşturulduğu; aynı Kanunun 4673 sayılı Yasayla değişik Ek 22. maddesinde de; Türk Telekomdaki kamu payı % 50'nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartlarının aranacağı, bunların dışında kalan personelin iş mevzuatı uyarınca istihdam edileceği ve iş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartların Yönetim Kurulu tarafından tayin olunacağının hükme bağlandığı; ayrıca, Türk Telekomünik asyon A.Ş.’nin özelleştirme kapsamında iken %55 oranındaki hissesinin blok olarak satışı suretiyle özelleştirilmesi için 01.07.2005 tarihinde yapılan ihale sonucunda 2005/9146 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda, şirketin %55 oranındaki hissesinin satılarak 14.11.2005 tarihinde Oger firmasına devredildiği, şirketin kamusal niteliğinin ortadan kalktığının görüldüğü; dava dosyasının incelenmesinden; Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinde kapsam dışı personel statüsünde tekniker olarak görev yapmakta iken iş sözleşmesi sona erdirilip başka kuruma naklen atanarak kurum ile ilişiği kesilen davacının, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca Devlet Personel Başkanlığına bildirildiği yılın 15 Ocak tarihinde almış olduğu ücretin ve diğer mali hakların maaş nakil ilmühaberine yanlış yansıtıldığından bahisle, maaş nakil ilmühaberinin eksik düzenlenmesine ilişkin işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda; iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; 2577 sayılı Kanunun 15. maddesinin (l/a) bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; davaya ilişkin bilgi ve belgelerin dosyada yer aldığı ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek -29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacının, Türk Telekominikasyon Anonim Şirketinin özelleştirilmesi sonrası başka kuruma nakli sırasında düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin eksik düzenlenmesi nedeniyle yapılan eksik bildirim işleminin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların tazmini istemiyle açılmıştır. 1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa ’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır. 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7. 1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde 144 telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir. Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu p ayı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır. Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001 -4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır. 406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur. 145 Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur. Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir. 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır. Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacının vekili tarafından; müvekkilinin Türk Telekominikasyon Anonim Şirketinin özelleştirilmesi sonrası başka kuruma nakli sırasında düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin eksik düzenlenmesi nedeniyle yapılan eksik bildirim işleminin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların tazmini istemiyle 25.2.2013 tarihinde dava açılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: “a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her t ürlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Belirtilen nedenlerle Ankara 4. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4. İş Mahkemesi’nin 11.6.2013 gün ve E:2013/316, K:2013/636 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 6-ESAS NO : 2014/1040 KARAR NO : 2014/1092 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi istemi ile açtığı tazminat davasının, ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk. KARAR 146 Davacı Vekili Davalı Vekili : A. Sigorta A.Ş. : Av. F.P. : Başakşehir Belediye Başkanlığı : Av. E.K.A. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili sigorta şirketinin sigortalısı olan 34…..... plaka sayılı aracın 24.12.2010 tarihinde Başakşehir 4.Etap Kartal Caddesi istikametinde seyir halinde iken caddede yeterince aydınlatma olmaması üzerine, yolda bulunan 150 cm uzunluğu ve 15 cm derinliğindeki münferit çukur sebebiyle kaza yaptığından bahisle araçta meydana gelen 2.243,72 TL maddi zararın ödeme tarihi olan 11.1.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 10. İDARE MAHKEMESİ: 30.10.2012 gün ve E:2011/1131, K:2012/1809 sayı ile, dava konusu uyuşmazlığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin bir tazminat davası olduğu, anılan Kanunun 110. maddesi uyarınca davanın görüm ve çözümünde adli yargı mercilerinin görevli olduğu gerekçesiyle adli yargının görev alanına giren davanın 2577 sayılı Yasa’nın 14/3-a ve 15/1-a maddeleri uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istem ile adli yargı yerinde dava açmıştır. KÜÇÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 13.12.2013 gün ve E:2013/89, K:2013/754 sayı ile, davacı yanın rücuen tahsilini istediği tazminatı gerektiren haksız eylemin davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın tüzel kişiliği yönünden kamu hizmetinin ifasına dair olduğu ve hizmet kusuru ile bağımlı bulunduğu, o halde uyuşmazlığın tam yargı davasının konusunu oluşturacağı, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca hizmet kusurundan doğan zararlardan dolayı idareye karşı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekeceği, davacı yanın davasını rücuya dayalı haksız fiil kurallarına göre açmış olmasının bu olguyu değiştirmeyeceği, görev kurallarının kamu düzenine dair olduğu ve mahkemelerce istek olmasa bile kendiliğinden dikkate alınacağı, bu itibarla, davada mahkemelerinin değil idare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle, yargı yolu caiz bulunmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı kararının kesinleşme şerhli örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer k amu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 147 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu olay neticesinde vasıtada maddi hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiği, olayın meydana gelişinde davalı idarenin yol kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına tazminat ödeyen şirketin kusur nispetine göre yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerin e konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararları gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu dolayısıyla, Küçükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Küçükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.12.2013 gün ve E:2013/89, K:2013/754 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde, Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY 148 Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onaranının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alınan idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklanm sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. 149 Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamım veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik karannm bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 7-ESAS NO : 2014/1043 KARAR NO : 2014/1095 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacı tarafından, sevk ve idaresindeki aracı ile yolda seyir halinde iken; yol çalışması olduğuna dair uyarı levhasının olmamasından dolayı asfaltın kazıldığı çukura düşmesi sonucu kartelin delinerek motorun hasar görmesi nedeni ile meydana gelen zararın, olayda kusuru bulunan davalıdan tahsili istemi il e 150 açılan davanın, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. Maddesi gereğince ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : T.C. : Av. M.O. : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin kendisine ait 34……. plakalı araç ile 02.10.2013 tarihinde Davutpaşa’dan Maltepe/Bayrampaşa istikametine giderken aracın birden irtifa kaybettiğini, araçta büyük bir düşme ve ses meydana geldiğini, yaklaşık 300 metre sonra da aracın birden yağ lambasının yanıp motorunun durduğunu ve bir daha çalışmadığını, müvekkilinin çekici çağırdığını, beklerken aracın düştüğü yere gittiğini, belediyenin yol çalışması yaptığını ve bu çalışma esnasında etrafta hiçbir uyarıcı trafik levhası ve işareti olmadığını, hiçbir ışıklandırmanın bulunmadığını gördüğünü, davalı belediyenin yetkili kurumunun yol çalışması yaparken veya yaptırırken etrafa hiçbir uyarıcı trafik levha ve işareti koymaması nedeniyle müvekkilinin seyir halinde iken asfaltın kazıldığı çukura düştüğünü, kartelin delinerek motorun hasar gördüğünü, buna ilişkin mahkemede hasar tespiti yapıldığını, yaklaşık 60 gün geçmesine rağmen parçaların yurt dışından sipariş edilmesi nedeniyle aracın henüz tamir edilmediğini ve kullanım dışı olduğunu belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla araçta meydana gelen hasar tamiri, değer kaybı ve aracı kullanamamaktan kaynaklı zarar olmak üzere toplam 22.014,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınmasına karar verilmesi istemi ile 26.11.2013 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. Bakırköy 9.Asliye Hukuk Mahkemesi: 29.11.2013 gün ve 2013/544 Esas, 2013/567 Karar sayılı kararı ile; “İdarenin yol yapım çalışması yaparken çalışmanın yapıldığına ilişkin uyarıcı trafik levha ve işareti koymaması ve çalışma sırasında asfalt dökmeden önce asfaltı kazarak çukur oluşması tamamen idarenin hizmet kusurudur. Bundan kaynaklı meydana gelen zararların giderilmesi için açılacak dava da idari yargıda açılması gerekmekte olup mahkememiz bu davaya bakmakla görevli değildir. HMK. 114/1-b bendi gereğince dava şartlarından olan yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle HMK. 115/2 md. Uyarınca dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın usulden reddine” şeklindeki gerekçesi ile dava şartı noksanlığı nedeniyle HMK nun 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden reddine karar vermiş, verilen karar davacı vekiline 06.03.2014 tarihinde, davalıya 14.03.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, tarafların temyiz etmemesi üzerine 31.03.2014 tarihinde kesinleşmiş ve karara bu şekilde şerh edilmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istemle; idari yargıda dava açmıştır. İstanbul 8.İdare Mahkemesi: 08.07.2014 gün ve 2014/985 Esas, 2014/1061 Karar sayılı kararı ile; “2918 sayılı Kanunda yapılan değişiklikle, 2918 Sayılı Kanunda kamu kurum ve kuruluşlarına verilen görevlerin ya da yüklenen sorumlulukların ilgili idare tarafından gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle meydana gelen trafik kazası neticesi ortaya çıkan zararın tazmin i istemiyle açılacak davaların adli yargı mercilerinde çözüme kavuşturulacağı öngörülmüştür. Dolayısıyla 2918 Sayılı Kanun uyarınca idareye karşı hizmet kusuru bulunduğundan bahisle açılacak tazminat davaları adli yargının görev alanına girmektedir. /Olayda 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununda belediyeye yüklenen görevlerin sayıldığı, tazminat davasına konu uyuşmazlığın 2918 Sayılı Kanun ile davalı idareye yüklenen görevlerin gereği gibi yerine getirilmediği iddiasından başka bir ifadeyle 2918 Sayılı Ka nun uygulamasından kaynaklandığı görülmektedir./Bu durumda, davalı idarenin gerekli tedbirleri almadığı iddiasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 110.maddesi hükmü uyarınca adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varılmaktadır./Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesinin 24/12/2012 tarih ve E:2012/523, K:2012/422 sayılı kararı da bu yöndedir.” şeklindeki gerekçesi ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1 -a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar davacı vekiline 24.07.2014, davalıya 01.08.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, süresinde itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 151 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının sevk ve idaresindeki 34…….. plaka sayılı aracı ile yolda seyir halinde iken, yol çalışması olduğuna dair uyarı levhasının olmamasından dolayı asfaltın kazıldığı çukura düşmesi sonucu kartelin delinerek motorun hasar görmesi nedeni ile meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasında, kusuru bulunan davalıdan, araçta meydana gelen hasar tamiri, değer kaybı ve aracı kullanamamaktan kaynaklı zarar olmak üzere fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 22.014,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili istemi ile açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; davanın, 02.10.2013 günü meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasında, yol çalışması olduğuna dair uyarı levhasının olmaması nedeni ile kusuru bulunan davalıdan, meydana gelen zararın tazmini istemi ile Bakırköy 9.Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı, davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine bu kez İstanbul 8.İdare Mahkemesi’nde dava açıldığı, İstanbul 8.İdare Mahkemesi’nce davanın görevden reddedilmesi üzerine davacının, 2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 14.maddesi uyarınca görevli yargının belirlenmesi istemi ile Mahkememize müracaat edildiği anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu 152 yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Bakırköy 9.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bakırköy 9.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.11.2013 gün ve 2013/544 Esas, 2013/567 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, 3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapma, yaptırma, bakım ve onarımını sağlama..." Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ih lal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. 153 Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklar ını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof.Dr.Ergun Ozbudun.Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahk emesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da ida ri yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla İçtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Karşı Oy Eyüp Sabri BAYDAR 154 * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 8-ESAS NO : 2014/1046 KARAR NO : 2014/1098 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekili : A.Ü. : Av. B.Y. & Av. A.Ö.Ö. : Türk Telekomünikasyon AŞ. : Av. M.E. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, 23.08.2010 tarihine kadar aylık ücretinin davalı şirketçe ödendiğini, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 6. İş Mahkemesi: 10.04.2013 gün, E:2011/164, K:2013/427 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 6. İdare Mahkemesi: 23.05.2013 gün ve E:2013/783, K:2013/999 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, davacı vekilinin talebi üzerine, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır. 1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel 155 Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır. 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir. Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır. Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001 -4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık 156 yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır. 406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur. Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur. Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir. 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik b irinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre iç inde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır. Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: “a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 6.İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 6.İş Mahkemesince verilen 10.04.2013 gün, E:2011/164, K:2013/427 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * 157 * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 9-ESAS NO : 2014/1049 KARAR NO : 2014/1101 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : G. Sigorta A.Ş. Vekilleri : Av. Z.S.İ. (İdari Yargıda) Av. B.Ç. & Av. Ş.Ç. (Adli Yargıda) Davalı : Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı Vekili : Av. R.O. (İdari Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirket tarafından mecburi mali mesuliyet sigortası ile sigortalı bulunan 07……… plakalı aracın 01.10.2011 tarihinde rögar kapağının yolun seviyesine göre yüksek olmasından kaynaklı meydana geldiği iddia olunan kazada G.Ö. ve Z.Ö.’ün vefat ettiklerini,bu kaza sebebi ile davalı idarenin %75 oranında kusurlu bulunduğunu, müteveffa mirasçılarına söz konusu kaza sonrasında 101.932,00 TL tutarında ödeme yapıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idarenin %75 kusur nispetine isabet eden 76.449,00 TL zarar bedelinin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Antalya 2.İdare Mahkemesi: 16.01.2014 gün ve E:2012/1302, 2014/56 sayı ile özetle; davada adli yargının görevli olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır. Antalya 2.Asliye Hukuk Mahkemesi: 03.04.2014 gün ve E:2014/140, K:2014/154 sayı ile özetle; davada idari yargının görevli olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyasına ait evrak da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava,davacı şirket tarafından sigortalı bulunan 07…….. plakalı aracın 01.10.2011 tarihinde rögar kapağının yolun seviyesine göre yüksek olmasından kaynaklı meydana geldiği iddia olunan kazada G.Ö. ve Z.Ö.’ün vefat ettiklerini, bu kaza sebebi ile davalı idarenin %75 oranında kusurlu bulunduğunu, müteveffa mirasçılarına söz konusu kaza sonrasındaki hasar bedeli olan 101.932,00 TL’nin 18.06.2012 tarihinde ödendiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idarenin %75 kusur nispetine isabet eden 76.449,00 TL zarar bedelinin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve 158 bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Antalya 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. 159 SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 03.04.2014 gün ve E:2014/140, K:2014/154 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, 3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapma, yaptırma, bakım ve onarımını sağlama..." Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alınan idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlar a ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl 160 yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerinin de uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 10-ESAS NO : 2014/1051 KARAR NO : 2014/1103 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekilleri : E. Sigorta A.Ş. : Av. G.G. : Karayolları Genel Müdürlüğü : Av. F.A. (Adli Yargıda) Av. N.F.G. (İdari Yargıda) O L A Y : Davacı şirket vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı şirketin 34………. plaka sayılı aracı “Arabam Garantide Sigorta Poliçesi” ile kasko sigortası teminatı altına aldığını, söz konusu aracın 25.08.2011 tarihinde sürücü F.S.D. yönetiminde, Tuzla Orhanlı’da seyir halindeyken yol üzerinde emniyetsiz bir şekilde duran rögar kapağına çarparak hasara uğradığını, araçta 8.973,00 TL hasar meydana geldiğini, davacı şirketin 19.10.2011 tarihinde 8.973,00 TL’yi araç malikine ödediğini, davalı kurumun tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucunda meydana gelen kaza nedeniyle müvekkili şirketin ödemiş olduğu bedelin davalıdan tahsili istemiyle adli yargıda dava açılmıştır. 161 ÜSKÜDAR 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 04.10.2012 gün ve E:2012/32 K:2012/293 sayılı kararında “… Hizmet kusurundan doğan isteklerin İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1 -b maddesi gereğince idareye karşı idari yargı yerinde açılacak tam yargı davasında ileri sürülmesi gerektiği, yargı yolu bakımından mahkememizin görevsiz olduğu, dava dilekçesinin bu nedenle reddi gerektiğini sonuç ve kanısına varılmıştır. …” şeklindeki gerekçe ile yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliğine, dava dilekçesinin bu nedenle reddine karar vermiş ve verilen karar davacı vekilinde temyiz edilmiştir. YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ: 08.10.2013 gün ve E:2013/13170 K:2013/13541 sayılı kararında; “…mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi…” gerekçesi ile hükmün onanmasına…” karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 5. İDARE MAHKEMESİ: 07.01.2013 gün ve E:2014/1, K:2014/4 sayılı kararında özetle; “… 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunu’nun 14. maddesi ile değişik 110. maddesinde, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, (işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil) adli yargıda görüleceği hükmü getirilmiştir. Görev kuralları, kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunun, taraflar için bir müktesep hak oluşturmayacağı, yargı mercilerince davanın her aşamasında re’sen incelenmesi gereken bir husus olduğu ve geçmişe de etkili olacağı bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Dosyanın incelenmesinden; davacı sigorta şirketince kasko sigorta poliçesi kapsamında sigortalı olan 34 UV 114 plaka sayılı aracın, 19.10.2011 tarihinde Tuzla Orhanlı’da seyir halindeyken rögar kapağına çarparak hasara uğradığı, oluşan hasarlara karşılık olarak ödenen 8.973,00 TL sigorta hasar bedelinin hizmet kusuru nedeniyle davalı idareden talep edildiği, talebin reddi üzerine görülen davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinde yapılan bu yeni değişikliğe göre, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceği anlaşılmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi uyarında davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İş bu karara karşı taraf vekillerince yapılan itiraz başvurusu üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulun 30.05.2014 gün ve E:2014/10911, K:2014/11288 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve verilen görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Davacı vekilinin talebi üzerine dosya mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı belirtilmiş; aynı Kanunun, “Karayolları Genel Müdürlüğünün görev ve yetkileri” başlıklı 7. maddesinde; “ Karayolları Genel Müdürlüğünün bu Kanunla ilgili görev ve yetkileri şunlardır: a) Yapım ve bakımdan sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri almak ve aldırmak, b) Tüm Karayollarındaki işaretleme standartlarını tespit etmek, yayınlamak ve kontrol etmek, c) (Mülga: 17/10/1996 - 4199/47 md.) 162 d) Trafik ve araç tekniğine ait görüş bildirmek, karayolu güvenliğini ilgilendiren konulardaki projeleri incelemek ve onaylamak, e) Yapım ve bakımından sorumlu olduğu Karayollarında, İçişleri Bakanlığının uygun görüşü alınmak suretiyle, yönetmelikte belirlenen hız sınırlarının üstünde veya altında hız sınırları belirlemek ve işaretlemek, f) Trafik kazalarının oluş nedenlerine göre verileri hazırlamak ve Karayollarında, gerekli önleyici teknik tedbirleri almak veya aldırmak, g) Yapım ve bakımından sorumlu olduğu Karayollarında trafik güvenliğini ilgilendiren kavşak, durak yeri, aydınlatma, yol dışı park yerleri ve benzeri tesisleri yapmak, yaptırmak veya diğer kuruluşlarca hazırlanan projeleri tetkik ve uygun olanları tasdik etmek, h) Yetkili birimlerce veya trafik zabıtasınca tespit edilen trafik kaza analizi sonucu, altyapı ve yolun fiziki yapısı ile işaretlemeye dayalı kaza sebepleri göz önünde bulundurularak önerilen gerekli önlemleri almak veya aldırmak, i) (Mülga: 3/5/2006 – 5495/4 md.) j) (Değişik: 17/10/1996 - 4199/5 md.) Trafik zabıtasının görev ve yetkileri saklı kalmak üzere Bu Kanunun 13,14,16,17,18,47/a ve 65 inci maddeleri hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında suç veya ceza tutanağı düzenlemek; 47 nci maddenin (b), (c) ve (d) bentlerinde belirtilen kural ihlallerinin tespiti halinde, durumu bir tutanakla belirlemek ve gerekli işlemin yapılması için en yakın trafik kuruluşuna teslim etmek, k) Bu Kanunla ve bu Kanuna göre çıkarılmış olan yönetmeliklerle verilen diğer görevleri yapmaktır. (Son fıkra Mülga : 28/3/1985 - 3176/16 md.)” hükmüne yer verilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yarg ıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; davacı şirket tarafından kasko ile sigortalı bulunan 34 UV 114 plakalı aracın, 25.08.2011 tarihinde Tuzla ilçesinde Tuzla’dan Orhanlı yolunda, Orhanlı istikametinde seyir halindeyken emniyetsiz bir şekilde duran rögar kapağına çarparak hasara uğradığı, oluşan hasarının karşılanması için davacı şirketçe araç sahibine ödenen 8.973,00 TL tutarındaki tazminatın davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli ya rgı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten 163 araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısiyle 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 04.10.2012 gün ve E:2012/32 K:2012/293 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 04.10.2012 gün ve E:2012/32 K:2012/293 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" idarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş, 6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımını yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. 164 Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza , Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerinin de uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * 165 * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 11-ESAS NO : 2014/1053 KARAR NO : 2014/1105 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Bilkent Üniversitesi’nde Akademik İngilizce Programında öğretim görevlisi olarak çalışmakta iken davalı idarenin ihtarnamesiyle hizmet sözleşmesi feshedilen davacı tarafından, ihbar ve kötü niyet tazminatının yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : S.B.K. : Av. E.Y. : Bilkent Üniversitesi Rektörlüğü : Av. İ.A. (Adli Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının 12 yıldan fazla süredir davalı üniversite bünyesinde öğretim görevlisi olarak çalıştığını, 2011 Kasım ve Aralık aylarında bel fıtığı rahatsızlığı nedeniyle tedavi görmeye başladığını, bir ay kadar sağlık iznine ayrılmak sorunda kaldığını, 04.01.2012 tarihinde görevine döndüğünü, 12.01.2012 tarihinde hakkında öğrenci şikayeti olduğu gerekçesiyle yöneticiler tarafından davacıya ithamlarda bulunulduğunu, 17.01.2012 tarihinde ise aynı konu ile ilgili olarak davacının yazılı olarak uyarıldığını, daha sonra rektörlük tarafından davacıya bu konu ile ilgili olarak ihtarname gönderilerek savunmasının istendiğini, davacının savunma yazısını gönderdiğini, davacıya karşı hoşgörüsüz, kötü niyetli, baskıcı ve çalışma huzurunu bozan bir tavır alındığını, davalı üniversite rektörlüğü tarafından gönderilen 06.03.2012 tarihli ihtarname ile yasal süre geçtikten sonra iş sözleşmesinin sona erdiğini, 22.03.2012 tarihinde kıdem tazminatının ödendiğini, fesih gerekçesi olarak gösterilen hususların ilk yarıyılda gerçekleşmiş olduğunu ve kabulü mümkün olmadığını ileri sürerek, 5.000,00 TL ihbar tazminatı ile 500,00 TL kötü niyet tazminatının dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 7. İŞ MAHKEMESİ: 14.03.2014 gün ve E:2012/333, K:2014/266 sayılı kararında; “… Vakıf Üniversitesi öğretim üyelerinin idare hukuku kapsamında kamu personeli oldukları, bu açıdan iş sözleşmesinin feshine ilişkin işlemin de 2577 sayılı Kanunun 2/1-a bendinde tanımı yapılan iptal davasına konu edilebilecek nitelikte bir idari işlem niteliği taşıdığından hukuka uygunluk denetiminin de Anayasa ile bu denetim için oluşturulan idari yargının görev alanına gireceği belirtilmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesinin kararlarında açıklandığı üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargı olduğu sonucuna varılmıştır…” şeklindeki gerekçe ile HMK’nun 114/b madde ve bendi gereğince yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle davanın reddine dair verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargıda dava açmıştır. ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ: 07.08.2014 gün ve E:2014/739, K:2014/897 sayılı kararında ; “… 4857 Sayılı İş kanunu hükümlerine göre istihdam edilmiş davacının yine bu Kanun hükümleri uyarınca iş aktinin feshedildiği anlaşılmakla, bu hususta idari yargının görevli olduğu yönünde açık bir hüküm bulunmaması da dikkate alındığında, uyuşmazlığın görüm ve çözü yerinin adli yargı olduğu Mahkememizin görevli bulunmadığı sonucuna varılmıştır…” şeklindeki gerekçe ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekilinin talebi üzerine dosya mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına 166 ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Bilkent Üniversitesi’nde Akademik İngilizce Programında öğretim görevlisi olarak çalışmakta iken davalı idarenin 06.03.2012 gün ve 05077 sayılı ihtarnamesi le hizmet sözleşmesi feshedilen davacı tarafından, 5.000,00 TL ihbar ve 500,00 TL kötü niyet tazminatının yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Anayasanın “Yükseköğretim Kurumları” başlıklı 130. maddesinin birinci fıkrasında, “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.”; 2. fıkrasında, “Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafında n, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir.”; 10. fıkrasında “Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabidir.” hükmüne yer verilmiş; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na 5772 sayılı Kanun ile eklenen ve vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumları ile ilgili düzenlemeler getiren Ek Madde 2'de, “Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla, Yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek yüksekokulu kurabilir. Bu meslek yüksekokulu, kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim duyulması esastır.” denilmiş; Ek Madde 5'de, “(Ek madde: 17/08/1983 - 2880/32 md.) (Değişik fıkra: 28/12/1999 - 4498/1 md.) Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının, vakıf yönetim organı dışında en az yedi kişiden oluşan bir mütevelli heyeti bulunur. Mütevelli heyet üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından dört yıl için seçilir, süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Mütevelli heyet üyelerinin yaş sınırlaması hariç Devlet memuru olma niteliklerine sahip bulunmaları ve en az üçte ikisinin lisa ns düzeyinde yükseköğrenim görmüş olması gerekir. Mütevelli heyet üyeleri kendi aralarından bir başkan seçer. Mütevelli heyet vakıf yükseköğretim kurumunun tüzelkişiliğini temsil eder. Vakıf yükseköğretim kurumlarının yöneticileri Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü alınarak mütevelli heyet tarafından atanır. Mütevelli heyet; vakıf yüksek öğretim kurumu yöneticilerine uygun gördüğü ölçüde yetkilerini devredebilir. Yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapar, atamalarını ve görevden alınmalarını onaylar, yükseköğretim kurumunun bütçesini onaylar ve uygulamaları izler, ayrıca vakıfça hazırlanan yönetmelik hükümlerine göre diğer görevleri yürütür. Mütevelli heyetin toplantı nisabı ve karar alınması ile ilgili hususlarda bu Kanunun 61 inci maddesi hükmü uygulanır.”kuralına; aynı Yasadaki Ek Madde 8'de ise, “(Ek madde: 17/08/1983 -2880/32 md.) Vakıfça kurulacak yükseköğretim kurumlarındaki akademik organlar, Devlet yükseköğretim kurumlarındaki akademik organlar gibi düzenlenir ve onların görevlerini yerine getirir. Öğretim elemanlarının nitelikleri Devlet yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının niteliklerinin aynıdır. Devlet Yükseköğretim kurumlarında çalışmaları yasaklanmış veya disiplin yoluyla bu kurumlardan çıkarılmış kişiler, vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alamazlar.” kuralına yer verilmiştir. Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğretim elemanları” başlıklı 23. maddesinde ise, “Öğretim elemanlarının seçimi, değerlendirilmesi, seçilenlerin uygun görülen akademik unvanlarla görevlendirilmeleri ve yükseltilmeleri yürürlükteki kanun ve yönetmelik hükümlerine uyularak vakıf yükseköğretim kurumunun yetkili akademik organlarınca yapılır. Öğretim elemanlarının atamalarında, devlet yükseköğretim kurumlarındaki atamalarda aranan şartlara ilaveten vakıf yükseköğretim kurumunun akademik yönden gerekli gördüğü şartlar da aranabilir. Vakıf meslek yüksekokullarında özellikle 167 uygulamalı derslerde görevlendirilecek öğretim elemanlarının atanmasında çalışma deneyimine sahip olması gözetilir. Vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanunda devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabidir. Bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır.” kuralı yer almıştır. Davalı Bilkent Üniversitesi de anılan mevzuat hükümleri çerçevesinde 2809 sayılı “Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu”nun Ek 43.maddesi ile vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlere tabi olmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulmuştur. İdari rejime dayalı olarak düzenlenmiş bulunan Türkiye'nin idari yapısında, kamu tüzel kişiliği idari yargının görev alanının belirlenmesinde kullanılan ölçütlerden birisidir. Kamu tüzel kişilerinin kuruluş amacı kamu yararı, faaliyet konuları ise kamu hizmetidir. Bu bağlamda, Kamu Tüzel Kişileri, özel hukuk tüzel kişilerine nazaran üstün ve ayrıcalıklı kamu gücüne sahiptirler ve tek taraflı işlemlerle yeni hukuki durum yaratabilirler. Bu nedenle de personeli kamu hukukuna tabidir. Kanunla kurulma ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmanın yanı sıra, Devlet Üniversitelerinde olduğu gibi Vakıf Üniversitelerinin de Anayasal güvence altına alınmış olan "Bilimsel Özerkliğe sahip olmaları” bir diğer ayrıcalığıdır. Üniversitelerde bilimsel özerklik ilkesi benimsenirken güdülen amaç, yükseköğretimin çeşitli siyasal çevre ve baskı grupları ile düşünce kümelerinin etkisinin dışında tutarak, bilimsel amaç, hedefler ve gereksinimlerine bağlı olmalarını sağlamaktır. Bu nedenle de, bilimsel faaliyetin asli unsurları olan yükseköğretim elemanlarının, görevleri, unvanları, atama, yükselme ve emeklilikleri gibi özlük haklarının kanunla düzenleneceği konusu, anayasal teminat altına alınmıştır. Somut olay ve mevzuat hükümleri birlikte irdelendiğinde; davalı Üniversitenin, sürekli ve düzenli nitelikteki kamu hizmetinde çalıştırdığı davacının; statüsü, göreve alınması, hak ve yetkileri gözetildiğinde, İdare Hukuku kapsamında bir kamu personeli olduğu açıktır. Bununla birlikte, davacının sözleşmesinin feshine ilişkin davalı işleminin idare hukuku anlamında bir idari işlem olduğunda kuşku bulunmamakla birlikte, bu idari işlemden kaynaklanan tazmin isteminin (taraflar arasındaki ihbar ve kötüniyet tazminatı alacağına ilişkin olan davanın,) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. Maddesinin b fıkrasında belirtilen; ‘’İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları‘’ kapsamında idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 07.08.2014 gün ve E:2014/739 K:2014/897 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 07.08.2014 gün ve E:2014/739 K:2014/897 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 12-ESAS NO : 2014/1055 KARAR NO : 2014/1107 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Ölümlü-Yaralanmalı trafik kazası sonucu düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : A.D. : Av. F.E. : Adli Yargıda Hasımsız İdari Yargıda Emniyet Genel Müdürlüğü O L A Y : A Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nce 15.12.2013 günlü ve 2013/1589 sayılı ölümlü-yaralanmalı trafik kazası tespit tutanağı düzenlenmiştir. 168 Davacı, tutanakta belirtilenin aksine kazaya karışan diğer aracın sürücüsünün hatalı olduğunu ileri sürerek, trafik kaza tespit tutanağına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 27.12.2013 gün ve D.İş:2013/6961, K:2013/6961 sayı ile, başvuranın trafik kaza tespit tutanağına itiraz ettiği ve başvuranla ilgili herhangi bir yaptırım kararına itiraz etmediği belirtilen başvuruya konu talebin sulh ceza mahkemelerinde incelenebilecek bir talep olmadığı anlaşıldığından, başvurunun 5326 sayılı Yasa’nın 28/1-b maddesi gereğince görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir. Davacı, bu kez, aynı istemle Emniyet Genel Müdürlüğüne karşı idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 4. İDARE MAHKEMESİ: 6.6.2014 gün ve E:2014/1050, K:2014/1241 sayı ile, trafik kazası sonrası düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle dava açıldığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın “Bu suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri” başlıklı 112. maddesinde, “Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde bakılır” hükmünün yer aldığı, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin “Trafik Kazalarına El Konulması” başlıklı 154. maddesinde, “Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır. a) Trafik kazalarına; 1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, 2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek “Kaza Tespit Tutanağı” düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma), el konulur”, aynı Yönetmeliğin “Trafik Kazalarına İlişkin İşlemler” başlıklı 156. maddesinde de, “Trafik Kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki esas ve usuller uygulanır. a) Kaza tespit tutanağının düzenlenmesi; 1) Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar h asar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir. Tutanaklar; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklamak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir” kurallarına yer verildiği, dosyanın incelenmesinden, davacının aracıyla karıştığı trafik kazası sonrasında Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta ise de; yukarıda anılan yasal düzenlemeler uyarınca, kaza tespit tutanağının kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne yardımcı olmak üzere trafik zabıtasınca düzenlenen tespit niteliğinde bir belge olduğu ve idari işlem niteliği bulunmadığı, bu bakımdan adli yargı yerlerinde çözümlenecek uyuşmazlıkların görümü sırasında mahkemelerce değerlendirilecek nitelikte bir belge olduğu anlaşıldığından, kaza tespit tutanağına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün Mahkemelerine değil, görevsizlik kararı veren Sulh Ceza Mahkemesi'ne ait olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı, adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. 169 II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, trafik kaza tespit tutanağının iptali istemiyle açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun “Trafik kazalarına el koyma ve bilirkişilik” başlığını taşıyan 83. maddesinde, “Trafik kazalarına; a) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, b) Kazanın oluş nedenlerini, iz ve delillerini belirleyerek trafik kaza tespit tutanağı düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca el konulur. Trafik zabıtasının görevli olmadığı veya bulunmadığı Karayollarında meydana gelen kazalarda trafik kaza tespit tutanağı mahalli genel zabıtaca düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir. Karayollarında meydana gelen ve yalnız maddi hasarla sonuçlanan trafik kazalarında tarafların anlaşması halinde ve fiil başka bir suç oluşturmuyorsa adli kovuşturma yapılmaz ve Türk Ceza Kanununun 565 inci maddesi hükmü uygulanmaz. Trafik kazalarında yolun trafiğe kapandığı hallerde; trafik zabıtası veya genel zabıta; iz ve delilleri kaybolmayacak şekilde işaretledikten ve gerekli işlemleri yaptıktan sonra, karayolunu trafiğe açmaya yetkilidir. Karayolunun trafiğe kapanmasına ölümlü ve hayati tehlike yaratan yaralanmalı kazalar neden olmuş ve bu kaza can, mal ve trafik güvenliğini etkiliyor ve başka bir yoldan geçiş verilemiyorsa Cumhuriyet savcısının gecikeceğinin anlaşılması halinde, gerekli işaretlemeler yapılıp araç ve ölüler kenara alınarak durum bir tutanakla tespit edildikten sonra yol trafiğe açılır. Trafik zabıtası, usul kanunlarına göre görevlendirilirse, trafik kazalarında bilirkişilik yapar. Trafik kazaları, kaza tahkik memurluğu, bilirkişilik ve bunlarda aranacak şartlar ile diğer esaslar yönetmelikte gösterilir” ve “sürücü belgelerinin geri alınmasında ve iptalinde yetki” başlıklı 112. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevlilerin ve trafik tescil kuruluşlarının yetkilendirildiği hâller hariç olmak üzere, sürücü belgelerinin geri alınmasına ve iptaline sulh ceza mahkemeleri karar verir.” hükmü yer almıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na dayanılarak çıkarılmış bulunan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Trafik Kazalarına EI Konulması” başlıklı 154. maddesinde, “Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır. a) Trafik kazalarına; 1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, 2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek “Kaza Tespit Tutanağı” düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma), el konulur. Trafik zabıtasının görev alanı dışında kalan yerler ile el koyamadığı durumlarda, trafik kaza tespit tutanağı, örneğine uygun olarak mahalli zabıta tarafından düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir.(…)” denilmiş; aynı Yönetmeliğin, “Trafik Kazalarına ilişkin işlemler” başlıklı 156. maddesinde de, “Trafik kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki usul ve esaslar uygulanır. a) Trafik kazası tespit tutanağının düzenlenmesi 1) Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar, hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir. Tutanağa kazazedelerin olay yerindeki ölüm veya yaralanma durumu işlenir. Trafik Kazası Tespit Tutanağı; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklanmak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir. Trafik kazası tespit tutanağının düzenlenmesi ile tutanakta yer alan bilgilerin bir veri tabanında toplanmasına ve bu bilgilerin ilgili taraflarla paylaşımına ilişkin usul ve esaslar Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenir. 2) Trafik kazası tespit tutanağı düzenlemeye 154 üncü maddenin (a) bendi gereğince trafik zabıtası ve genel zabıtanın görevli personeli yetkilidir. Tutanaklar en az iki görevli tarafından düzenlenir. Hafif yaralanmalı veya hasarlı kazalarda tek görevli tarafından rapor şeklinde de düzenlenebilir. Ancak, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait araçların karıştığı trafik kazalarında bir askeri temsilcinin bulundurulması mecburidir. 3) Tutanak düzenleyenler, tutanakta taraflar için kusur oranı belirtmeksizin sadece kazanın oluşumunda kimin hangi trafik kuralını ihlal ettiğini belirtirler. 170 4) Karayolu üzerinde ölüm veya yaralanma ile sonuçlanıp, olay yerindeki iz ve delillerin tespit ve değerlendirilmesi sonucunda trafik kazası olduğu anlaşılan durumlarda; kazaya karışan taraf veya unsurlardan birinin, birkaçının ya da tamamının olay yerinden ayrılmış olması halinde de trafik kazası tespit tutanağı düzenlenir. 5) Önceden meydana gelmiş veya olay yerinden kaldırılmış araçların karıştığı ve yalnız maddi hasarla sonuçlanan kazalar için trafik zabıtası ve genel kollukça hasar tespitine dair kazaya karışanlara verilmek üzere tutanak veya rapor düzenlenmez. Bu durumlarda hasar tespitleri ilgililerin sigortalarına veya yetkili mahkemelere başvurmaları suretiyle yapılır. Ancak; Can, mal ve trafik güvenliğini etkileyen veya yolun trafiğe kapandığı maddi hasarlı trafik kazalarında, kazaya karışanların kazanın oluşuna göre iz ve delilleri işaretleyerek, mümkün olduğu takdirde olay yerinin fotoğraflarını çekerek araçlarını en yakın ve uygun yerlere çekmeleri, Karayolu üzerinde birden fazla sayıda aracın karıştığı sadece maddi hasarla sonuçlanan ve tarafların bu Yönetmelik çerçevesinde Maddi Hasarlı Trafik Kazası Tespit Tutanağı düzenlemediği trafik kazalarında; taraflara ait araçlardan en az birinin olay yerinde bulunması ve olay yerindek i iz ve delillerden kazanın oluşumu ile o yerde meydana geldiğine kanaat getirilmesi, hallerinde görevlilerce trafik kazası tespit tutanağı düzenlenir. b) Kaza istatistikleri Kazaların nedenlerini tespit etmek ve alınacak tedbirlerin belirlenmesinde kullanılmak üzere, trafik kazası tespit tutanaklarındaki bilgilerden yararlanılarak, kazaya el koyan birimlerce örneğine uygun istatistik formu düzenlenir. Düzenlenen istatistik formları, her ilde şehiriçi trafik denetleme şube müdürlüklerinde toplanarak, il genelinde değerlendirmesi yapıldıktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.” denilmiştir. Diğer taraftan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır. Bu düzenlemelere göre, kaza tespit tutanağı, kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne esas olacak ve trafik zabıtasınca düzenlenecek bir belge olup, idari işlem niteliğide bulunmayan bu belgenin, adli yargı yerlerinde çözümlenecek uyuşmazlıkların görümü sırasında o mahkemelerce değerlendirilecek olduğundan, kaza tespit tutanağına yönelik davanın idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmamaktadır. Bu durumda, davacı tarafından; trafik kaza tespit tutanağına itirazen açılan ve idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmayan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 27.12.2013 gün ve D.İş:2013/6961, K:2013/6961 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 13-ESAS NO : 2014/1067 KARAR NO : 2014/1118 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Sigortalı aracın uğradığı hasar bedelinin bir kısmını ödeyen sigorta şirketinin, zararın davalı idarece giderilmesi istemiyle açtığı rücuen tazminat davasının ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : Ankara Anonim Türk Sigorta A.Ş. : Av. M.A. (vekillikten vazgeçmesi üzerine idari yargıda : Av. H.K.) : Batman Belediye Başkanlığı : Av. M.E.B. 171 O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkili şirket tarafından ….nolu hususi kasko sigortası poliçesi ile sigortalanan 72……. plakalı aracın, 30.01.2012 tarihinde Raman Meydan Mahallesi 1112 Sokak mevkiinde bulunan yolda mevcut 60 cm uzunluğundaki ve 30 cm enli, 10 cm derinliğindeki çukur nedeniyle hasarlanmış olduğunu; araçta 12.000.00. TL hasar meydana geldiğini; davalı tarafın kusuru ile orantılı olarak 3.000.00 TL lik hasardan davalı tarafın sorumlu bulunduğunu; müvekkili şirketin meydana gelen hasarı sigortalısına 08.06.2012 tarihinde ödediğini; Türk Ticaret Kanununun 1301. ve devamı maddelerine göre müvekkili şirketin kendi sigortaladığı araç malikinin haklarına böylece sahip olarak, kazada kusuru bulunan şahıslara karşı ödediği meblağı talep etme hakkına sahip bulunduğunu; kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında hasarın meydana geldiği mevkide hizmetin kötü işlemesi ve hizmetin gereği gibi işlememesi sonucu hasarın meydana geldiğini; davalı idarenin meydana gelen hasarda haksız fiil hükümleri ve KTK 10. ve 110. maddesi çerçevesinde sorumluluğu bulunduğunu; davalıya 26.07.2012 tarihli ihtarname çekildiğini ancak davalının müvekkili şirkete ödeme yapmadığını; taraflar arasındaki ilişki, TTK' nda düzenlenen sigorta sözleşmesinden kaynaklandığına ve bu tür sözleşmeler TTK'nun 3. ve 4. maddeleri hükümleri uyarınca mutlak ticari davalardan olduğuna göre, somut olayda ticari işlerdeki temerrüt faizi oranına hükmedilmesinin gerektiğini ifade ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere; şimdilik 2.000.00.TL asıl alacaklarının tüm ferileri ile birlikte ödemenin sigortalıya yapıldığı 08.06.2012 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faiziyle birlikte tahsili istemiyle 14.3.2013 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. BATMAN 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA): 3.10.2013 gün ve E:2013/151, K:2013/581 sayı ile, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin, hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2.maddesinde “idari dava türleri" arasında sayılan "idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğR.anlar tarafından açılacak tam yargı davası" kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağının açık olduğu; olayda, olay tarihi itibariyle kamu kuruluşu niteliğinde olan Belediye'nin kamu hizmetini, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütüp yürütmediği, kamu yararına uygun şekilde işletip işletilmediği hususunun irdeleneceği, bu bağlamda hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının araştırılacağı; bu araştırmanın da idari yargı yerlerince yapılmasının gerektiği; imar yolu kapsamında bulunan yoldaki çukurdan dolayı kazanın meydana geldiğinin iddia edildiği, yolun bakım ve onarımının idari hizmet kapsamında kaldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 16.1.2014 gün ve E:2013/20602, K:2014/462 sayılı ilamı ile onanmış ve görevsizlik kararı kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı olaydan dolayı bu kez, 3.000.00TL istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. BATMAN İDARE MAHKEMESİ: 28.5.2014 gün ve E:2014/922, K:2014/1228 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Görevli ve Yetkili Mahkeme" başlıklı 110. maddesinin 1. fıkrasında; "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren -trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır." hükmüne yer verildiği; dosyanın incelenmesinden; Davacı sigorta şirketi tarafından, KASKO sigortası ile sigortalanan 72…. plakalı aracın, Raman Meydan Mahallesi, 1112 Sokakta bulunan 10 cm derinliğindeki çukur nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen trafik kazasında 12.000,00 TL tutarında hasarlanması olayının, davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı ileri sürülerek, toplam 3.000,00 TL tutarındaki zararın tazmini istemiyle ilk olarak Batman 3. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan davada, anılan mahkemenin 03/10/2013 tarih ve 2013/151 esas, 20134/581 sayılı kararıyla, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle davanın yargı yolu nedeniyle reddedilmesi ve anılan kararın Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2013/20602 esas, 2014/462 sayılı kararı ile onanması üzerine, bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunundan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceği açık olup, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, davanın idari yargıda (mahkemelerinde) görülüp görülemeyeceğinin tespitinin gerektiği; buna göre, davacıların uğradığı belirtilen zararın, 2918 sayılı Kanundan doğan bir sorumluluktan kaynaklanıp kaynaklanmadığının ortaya konulmasının gerektiği; 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 14. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla, ulaşım, şehir içi trafik hizmetlerini yapmak belediyenin görev ve sorumlulukları arasında sayıldığı; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Amaç" başlıklı 1. maddesinde; bu Kanunun amacının, Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğuna yer verildikten sonra, 10. maddesinin 1. fıkrasında; bu Kanunla belediyelere verilen görevlerin il ve ilçe trafik komisyonları ve mahalli trafik birimleri ile işbirliği yapılarak yürütüleceği, (b) bendinde ise, belediyenin görev ve yetkilerine yer verilmiş olduğu; o halde, mahalli 172 müşterek olmak şartıyla, belediye sınırları içindeki yolların yapım ve bakımıyla görevli ve yetkili olan belediyenin, yol yapım ve bakımında kusurlu olması nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen trafik kazasında uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, anılan Kanundan doğan sorumluluktan kaynaklandığı sonuç ve kanaatine varıldığı; bu durumda; davacı tarafından KASKO sigortası ile sigortalanan araçta, davalı idarenin, yol yapım ve bakımında hizmet kusuru bulunması nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen trafik kazası sonucunda oluşan hasarın, belediye sınırları içindeki yolların yapım ve bakımından sorumlu olan davalı idarenin, 2918 sayılı Kanun’un 10. maddesinde belirtilen sorumluluğundan kaynaklandığının ileri sürülmesi nedeniyle, meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan davanın, adlî yargı yerlerinin görev alanında bulunduğundan görev yönünden reddinin gerektiği; diğer yandan, idari eylem ve işlemlerin idari yargı yerlerinde görülmesi gerekirken, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesiyle, anılan Kanundan doğan bütün sorumluluk davalarının adlî yargıda görüldüğü ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi'ne yapılan itiraz başvurusu neticesinde, Anayasa Mahkemesi'nin 26/12/2013 tarih ve 2013/68 esas, 2013/165 sayılı kararıyla itirazın reddine karar verildiği; ayrıca, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 06/02/2012 tarih ve 2012/3 esas, 2012/29 karar; aynı gün ve 2011/256 esas, 2012/25 karar; 04/06/2012 tarih ve 2012/101 esas, 2012/133 sayılı kararlarında da, 2918 sayılı Kanundan kaynaklanan tazminat davalarında adlî yargının görevli olduğuna karar verildiği; bakılmakta olan davada, ilk olarak adlî yargı yerin ce de görevsizlik kararı verilmesi nedeniyle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanun'un 14. maddesi gereğince, davanın taraflarınca, iş bu kararın kesinleşmesinden sonra görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunulabileceğinin açık olduğu gerekçesiyle; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyasının aslı ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, sigortalı aracın uğradığı hasar bedelinin bir kısmını ödeyen sigorta şirketinin, zararın davalı idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacı Şirkete Kasko Sigorta Poliçesi ile sigortalı aracın, 30.01.2012 tarihinde Raman Meydan Mahallesi 1112 Sokak mevkiinde bulunan yolda mevcut 60 cm uzunluğundaki ve 30 cm enli, 10 cm derinliğindeki çukur nedeniyle hasar gördüğü, araçta 12.000.00. TL hasar meydana geldiği; davacı şirket tarafından sigortalıya ödenen hasar miktarının 3000.00TL’lik kısmına isabet eden 173 kısmının, maddi zararın oluşmasında kusurlu olduğundan bahisle davalı Belediyeden tazmini istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Batman 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Batman 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) verdiği 3.10.2013 gün ve E:2013/151, K:2013/581 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 14-ESAS NO : 2014/1068 KARAR NO : 2014/1119 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) 174 ÖZET : Davacı tarafından, davacı şirkete kasko sigortası poliçesi ile sigortalı aracın; davalı belediyenin kazmış olduğu çukurun yanındaki kum tümseğine kapılması nedeni ile meydana gelen trafik kazası sonucu araçta oluşan zararın, olayda kusuru bulunan davalıdan tahsili istemi ile açılan davanın, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. Maddesi gereğince ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : H. Sigorta A.Ş. : Av. H.T. : Ankara Büyükşehir Belediyesi : Av. D.B.G. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 01.07.2012 tarihinde , davacı şirkete sigortalı olan 06…… plakalı araçta; sigortalının Ankara Beşevler istikametinden Gazi Üniversitesi istikametine seyir halinde giderken belediyenin kazmış olduğu çukurun yanındaki kum tümseğin aracın sağ lastiğine kapılması sonucunda direksiyon hakimiyetini kaybederek orta refüje çarpması ve takla atması sonucu maddi hasar meydana geldiğini; sürücünün bu olayla ilgili herhangi bir kural ihlalinin olmadığını; daha önceden açılmış olan çukur ve çukurun açılması veya doldurulması için belediye tarafından yığılmış kum tümseğinin yola taşan kısmı için belediyece herhangi bir uyarı levhası veya ikaz edici bir levha konmamış olduğunu; davalı belediyeye söz konusu ödeme ile ilgili başvuruda bulunulduğunu ancak başvurularına bir cevap verilmediğini ve herhangi bir ödeme yapılmadığını, meydana gelen kaza sonucunda sigortalıya 14.08.2012 tarihinde 19.000 TL ödeme yapıldığını; aracın pert olması sonucunda sovtaj teklifleri alınarak en yüksek teklif yapana aracın 6400 TL ye satıldığını belirterek; fazlaya dair her türlü yasal talep ve hakları saklı kalmak kaydıyla 01.07.2012 tarihinde meydana gelen kaza sonucunda zarar gören hak sahiplerine ödenen 12.600 TL tazminatın, davalı belediyenin hatasından dolayı ödeme tarihi olan 14.08.2012 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemi ile 27.11.2012 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 8.İdare Mahkemesi: 30.11.2012 gün ve 2012/1786 Esas, 2012/1640 Karar sayılı kararı ile; dava konusu uyuşmazlığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun uygulanmasına ilişkin bir tazminat davası olduğunu, anılan Kanunun 110.maddesi uyarınca davanın görüm ve çözümünde adli yargı mercilerinin görevli olduğunu belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1 -a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, karar davacı vekiline 21.12.2012 tarihinde, davalı vekiline 24.12.2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup, yasal süresi içerisinde taraflarca kanun yoluna başvurulmadığından karara şerh edildiği üzere 28.01.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istemle; adli yargıda dava açmıştır. Ankara 3.Asliye Ticaret Mahkemesi: 21.01.2013 gün ve 2012/716 Esas, 2013/11 Karar sayılı kararı ile; davanın hukuki dayanağının TTK 1301.m ve BK 49 ve devamı maddeler olduğunu, davacı sigortalısına taraf olanın sigorta şirketi olduğunu, davalı ile arasındaki ilişkinin ise bundan doğduğunu, davanın ticari bir dava olmayıp, haksız fiile dayalı tazminat davası olduğunu, davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğini belirterek; Mahkemelerinin görevsizliği nedeni ile dava dilekçesinin reddine, dosyanın görevli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, verilen karar davacı vekiline 21.03.2013 tarihinde, davalı vekiline 10.05.2013 tarihinde tebliğ edilmiş, tarafların kararı temyiz etmemeleri üzerine karara şerh edildiği üzere 27.05.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi: 11.02.2014 gün ve 2013/302 Esas, 2014/95 Karar sayılı kararı ile; davanın, kasko sigorta sözleşmesine dayanılarak açılan trafik kazasından kaynaklanan, rücuen tazminat istemine ilişkin olduğu, yargı yolu kavramının, bir hukuk sisteminde herhangi bir davanın o hukuk sistemine dahil yargı kollarından hangisinde bakılacağını ifade ettiği, uyuşmazlığın hangi yargı kolunda bakılacağı hususunun, davanın genel koşullarından olup, mahkemece re'sen dikkate alınmasının gerektiği, bir kamu hizmeti görmekle yükümlü olan Ankara Büyükşehir Belediyesinin, belediye sınırları içerisinde bulunan ve kendi sorumluluğu altında bulunan yolların ve bu yol üzerinde bulunan bir kısım alt yapı hizmetlerinin yapımı ve onarımı sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olmadığı, hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar yönünden idare aleyhine, tam yargı davasının idari yargı yerinde açılması gerektiği, esasen 2918 Sayılı KTK'nun hukuki sorumluluğa ilişkin 85. ve onu izleyen maddelerinde araç işletenin sorumluluğu düzenlendiği, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğu bu yasa kapsamı dışında tutulduğu, somut olayda ise, davacı vekilinin, davalı idarenin, kazanın meydana gelmesinde yol ve alt yapı kusuru (yolda açılan çukurdan çıkan toprağın çukurun yanına konulduğu ve sigortalı aracın bu nedenle kaza yaptığı) 175 bulunduğunu ileri sürerek işbu davayı açtığı dikkate alınarak, aşağıdaki şekilde karar verilmesi gerekmiştir.(Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 tarih, E. 2013/12062 K. 2013/12042”şeklindeki gerekçesi ile davanın yargı yolu bakımından reddine karar vermiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 17.Hukuk Dairesi: 03.06.2014 gün ve 2014/9756 Esas, 2014/8907 Karar sayılı kararı ile; onama kararı vermiş, verilen karar davacı vekiline 11.08.2014 tarihinde, davalı vekiline 08.08.2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, süresinde karar düzeltme talebinde bulunulmadığından, karara şerh edildiği üzere 09.09.2014 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı şirketin kasko sigortalısı bulunan 06…….. plakalı araç sürücüsünün 01.07.2012 tarihinde Ankara Beşevler istikametinden Gazi Üniversitesi istikametine seyir halinde giderken davalı belediyenin kazmış olduğu çukurun yanındaki kum tümseğin aracın sağ lastiğine kapılması sonucunda direksiyon hakimiyetini kaybederek orta refüje çarparak takla atması nedeni ile araçta meydana gelen maddi zararın, olayda kusuru bulunan davalıdan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 12.600 TL tazminatın 14.08.2012 ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsili istemi ile açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” den ilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; davanın, 01.07.2012 günü meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasında, belediyece daha önceden açılmış olan çukur ve çukurun açılması veya doldurulması için belediye tarafından yığılmış kum tümseğinin yola taşan kısmı için herhangi bir uyarı levhası veya ikaz edici bir levha konulmamış olması nedeni ile kusuru bulunan davalıdan, meydana gelen zararın tazmini istemi ile Ankara 8.İdare Mahkemesi’nde dava açıldığı, davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine bu kez Ankara 3.Asliye Ticaret Mahkemesi’nde dava açıldığı, Ankara 3.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin görevsizlik kararı üzerine dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiği ve Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce de davanın görevden reddedilmesi üzerine davacının, 2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 14.maddesi uyarınca görevli yargının belirlenmesi istemi ile Mahkememize müracaat ettiği anlaşılmaktadır. 176 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili ola rak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s. 136-147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.02.2014 gün ve 2013/302 Esas, 2014/95 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, 3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları 177 yapma, yaptırma, bakım ve onarımını sağlama..." Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alın an idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan ar açların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.) 178 Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir gör ev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla İçtihad edildiğ i gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Karşı Oy Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 15-ESAS NO : 2014/1073 KARAR NO : 2014/1123 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Sağlık hizmetinin yürütülmesi sırasında meydana geldiği öne sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : M.Ş. : Av. M.A. : Sağlık Bakanlığı 179 Vekili : Av. R.K. (Adli Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin aşırı derecede ateşlenmesi sonucu kaldırıldığı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Polikliniğindeki tedavisi sırasında 03/09/2006 tarihindeki görevli doktorca yapılması gereken ancak hemşire tarafından yapılan intramuskuler enjeksiyon sonrası oluşan sinir hasarı sonucu artan/ağırlaşan daimi sakatlık zararının olduğunu, ayrıca doktorun hastaya/davacıya veya yakınlarına yapılacak iğnenin/tedavinin komplikasyonları, yan etkileri hakkında aydınlatma/bilgilendirmede bulunmadığını, bu nedenlerden dolayı yapılan işlemden davalı kurum çalışanlarının kusurlu olduğunu iddia ederek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Yozgat İdare Mahkemesi: 15.12.2011 gün ve E:2011/1370, K:2011/1264 sayılı kararı ile özetle; idari eylemden kaynaklı tam yargı davası niteliğindeki uyuşmazlığın görüm ve çözümünün Ankara İdare Mahkemesinin yetkisine girdiğinden bahisle, 2577 Sayılı Yasanın 15/1-a maddesi uyarınca davanın yetki yönünden reddine, dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara 12. İdare Mahkemesi: 10.02.2012 gün ve E:2012/170, K:2012/188 sayılı kararı ile özetle; “01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ölüm veya Vücut Bütünlüğünün Yitirilmesinden Doğan Zararların Tazmini Davalarında Görev” başlıklı 3. maddesinde, “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/01/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.” hükümlerine yer verilmek suretiyle, vücut bütünlüğünün yitirilmesinden kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde adli yargı mercileri görevli kılınmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi: 09.10.2012 gün ve E:2012/259, K:2012/368 sayı ile özetle; “Her ne kadar 12.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 3/1. maddesine “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/01/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.” hükmü mevcut ise de, Anayasa Mahkemesi’nce 16.02.2012 günlü kararı ile HMK’nun 3.maddesinin tamamının iptaline karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nce HMK’nun 3.maddesinin iptaline karar verildiğinden idari eylem ve işlemlerden doğan zararların tazmini için açılan davalar idari dava niteliğinde olduğundan, huzurdaki dava idari hizmet kusurundan kaynaklı tazminat davası olup, Adli Yargıda değil İdari Yargıda bakılması gerektiği anlaşıldığından, yargı yeri görev nedeniyle davanın reddine karar verilmesi sonuç ve kanaatine varılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, taraflarca süresi içerisinde temyiz talebinde bulunulmaması üzerine karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu aşamadan sonra 28.01.2013 tarihli dilekçesi ile yeniden idari yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 12.İdare Mahkemesi: 26.03.2013 gün ve E:2013/390, K:2013/704 sayılı kararı ile özetle; “...tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada idari ve adli yargı mercilerinin her ikisinin de kendilerini görevsiz görmeleri nedeniyle, 2247 sayılı Kanunun ilgili hükümleri uyarınca kararların kesinleşmesinden itibaren davacı tarafından olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesinin en son görevsizlik kararını veren Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden talep edilmesi gerekirken, bu yolda herhangi bir başvuruda bulunup söz konusu görevsizlik kararlarından birinin kaldırılması yönünde Uyuşmazlık Mahkemesince herhangi bir karar verilmeden, söz konusu görevsizlik kararı verilen davalardaki istemle yeniden açılan bakılmakta olan davanın esası inceleme olanağı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; davanın incelenmeksizin reddine” şeklinde karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, Ankara 15.Asliye Hukuk Mahkemesince, Ankara 12. İdare 180 Mahkemesine ait yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Polikliniğindeki tedavisi sırasında 03/09/2006 tarihindeki görevli doktorca yapılması gereken ancak hemşire tarafından yapılan intramuskuler enjeksiyon sonrası oluşan sinir hasarı sonucu artan/ağırlaşan daimi sakatlık zararının olduğunu, dolayısıyla davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle davacının uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1 -b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerinin bakacağı hükmüne, geçici 1. maddesinde ise, bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmayacağı hükmüne yer verilmiş, bu Kanunun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin iptali amacıyla açılan davada, Anayasa Mahkemesi, 16.2.2012 tarih ve E:2011/35, K:2012/23 sayılı kararıyla; dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusunun kapsama alındığı ve bu tazminat davalarına bakma görevinin asliye hukuk mahkemelerine verildiği; buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararların kapsama alınmadığı; sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davalarının idari yargıda görülmeye devam edeceği; bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı; ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşabileceği; esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramlarının, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlar olduğu; idare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakarlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesinin mümkün olduğu; özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk hallerinin ise belirli konular için düzenlendiği ve sınırlı olduğu; idarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği; bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi, aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. Davacı vekilince, müvekkilinin zararının, kamu idaresi olan Sağlık Bakanlığına bağlı hastanede görev yapan sağlık çalışanlarının, sağlık hizmetini gereği gibi yürütmediğinden kaynaklandığını; dolayısıyla, idarelerin doğan zarardan hizmet kusuru ilkesi uyarınca sorumluluğunun bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu duruma göre, devlet hastanesinin kamu hizmetini yürüttüğü sırada kişiye verdiği zararın tazmini istemiyle açılan bu davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanması gerekmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir. Açıklanan nedenlerle, Ankara 12. İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 12.İdare Mahkemesince verilen 10.02.2012 gün ve E:2012/170, K:2012/188 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. 181 * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 16-ESAS NO : 2014/1103 KARAR NO : 2014/1150 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekili : R. Sigorta A.Ş. : Av. Y.Y.H. : Denizli Belediye Başkanlığı : Av. L.S. (İdari Yargıda) Av. E.K. (Adli Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirket tarafından sigortalı bulunan 20….. plakalı aracın 26.06.2011 tarihinde Saltak Caddesinden Bayramyeri istikametine seyri esnasında yol sathında meydana gelen asfalt çökmesi ve çökme yapan noktaya dik olarak konan kaldırım plaka taşına aracın ön kesimi ile çarpması sonucu trafik kazasının meydana geldiğini, kaza sonrası meydana gelen 3.560,00 TL maddi zarar bedelinin 05.10.2011 tarihinde sigortalıya ödendiğini, davalı idarenin söz konusu kazada %100 oranında kusurlu ve sorumlu olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idarenin %100 kusur nispetine isabet eden 3.560,00 TL maddi zarar bedelinin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Denizli İdare Mahkemesi: 28.12.2012 gün ve E:2011/1638, 2012/1629 sayı ile özetle; davada adli yargının görevli olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir . Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır. Denizli 3.Asliye Hukuk Mahkemesi: 10.03.2014 gün ve E:2014/78, K:2014/122 sayı ile özetle; davada idari yargının görevli olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermişt ir. İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 17.Hukuk Dairesi 16.09.2014 gün ve E:2014/15006, K:2014/11854 sayılı ilamı ile özetle hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava,davacı şirket tarafından sigortalı bulunan 20…….plakalı aracın 26.06.2011 tarihinde Saltak Caddesinden Bayramyeri istikametine seyri esnasında yol sathında meydana gelen asfalt çökmesi ve çökme yapan noktaya dik olarak konan kaldırım plaka taşına aracın ön kesimi ile çarpması sonucu meydana geldiği belirtilen trafik kazasına istinaden oluştuğu öne sürülen 3.560,00 TL maddi zarar bedelinin 05.10.2011 tarihinde sigortalıya ödenmiş olması üzerine, davalı idarenin söz konusu kazada %100 oranında kusurlu ve sorumlu olduğu iddiasıyla, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 3.560,00 TL tutarındaki maddi zarar bedelinin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi 182 istemiyle açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma 183 usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Denizli 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Denizli 3.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 10.03.2014 gün ve E:2014/78, K:2014/122 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, 3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapma, yaptırma, bakım ve onarımını sağlama..." Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilm iş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alınan idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu 184 gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerinin de uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 17-ESAS NO : 2014/1104 KARAR NO : 2014/1151 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi istemi ile açtığı tazminat davasının, ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : S.Japan Sigorta A.Ş. : Av. A.T.A. : Karayolları Genel Müdürlüğü : Av. H.Ç. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkiline kasko sigorta poliçesi ile sigortalı bulunan 55………plaka sayılı araç seyir halindeyken yolun iki yönlü mü yoksa tek yönlü mü kullanıldığı yönünde herhangi bir işaretleme, uyarı levhası olmadığından bağlantı yoluna geldiğinde karşı 185 yönden gelmekte olan 05………plaka sayılı araçla çarpışmaları sonucu maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, davalı idarenin sorumluluğunda bulunan yol üzerindeki gerekli tedbirlerin alınmaması ve işaretlemelerin konulmaması nedeniyle meydana gelen kazada hasar gören aracın hasar bedelinin sigortalıya ödendiğini ileri sürerek, bu nedenle hasar gören sigortalı araç için ödenen 3.233,00 TL alacağın ödeme tarihi olan 8.8.2011 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalı idareden tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. SAMSUN 1.İDARE MAHKEMESİ: 20.12.2011 gün ve E:2011/1783, K:2011/1643 sayı ile, 2918 sayılı Kanunun 110. maddesinde, işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları da dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceği kuralına işaret edildiği; motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davaların açılabileceği Mahkemelerle ilgili düzenlemelere yer verildiği; olayda, davacı şirketin sigortalısının karıştığı kaza sonrasında, kasko sigorta sözleşmesi kapsamında sigortalısına ödediği 3.233,00 TL’nin, kanuni halefiyet ilkesi uyarınca tazmini istemiyle açılan davanın, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’ndan doğan sorumluluk davası niteliğinde olduğu anlaşıldığından, yukarıda anılan özel mevzuat hükmü doğrultusunda, görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle, davanın 2577 sayılı Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karara davalı idare vekilince itiraz edilmiştir. Samsun Bölge İdare Mahkemesi: 12.4.2012 gün ve E: 2012/127, K: 2012/120 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 110.maddesindeki düzenlemenin, trafikten dolayı birbirine zarar veren araçların hukuki sorumluluğuna ilişkin bir düzenleme olduğu, zararın Karayollarının hizmet kusurundan kaynaklandığı ve uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle davalı idarenin itirazının kabulüne ve Samsun 1.İdare Mahkemesince verilen itiraza konu 20.12.2011 gün ve E:2011/1783, K:2011/1643 sayılı kararın bozulmasına karar vermiş; bu kararın düzeltilmesi istemi ile davacı vekilince başvuruda bulunulmuştur. Samsun Bölge İdare Mahkemesi: 12.7.2012 gün ve E: 2012/251, K: 2012/248 sayı ile, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Mahkemelerinin 12.4.2012 gün ve E:2012/127, K:2012/120 sayılı kararının kaldırılmasına, Samsun 1.İdare Mahkemesinin 20.12.2011 gün ve E:2011/1783, K:2011/1643 sayılı kararının onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istem ile adli yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesi: 30.1.2013 gün ve E:2012/453, K:2013/24 sayı ile, 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanunun 4.maddesinde tarafların tacir olduğuna bakılmaksızın bu konuda düzenlenen hususlarla ilgili davaların ticari dava sayıldığının belirtildiği ve 6335 sayılı kanun ile yapılan değişiklikte Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer mahkemeler arasındaki ilişkinin görev ilişkisi olduğu gerekçesiyle Mahkemelerinin yetkisizliğine ve kararın kesinleşmesinden itibaren dosyanın Ankara Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir. Yargıtay 17.Hukuk Dairesi:17.6.2013 gün ve E:2013/7535, K.2013/9215 sayı ile, kamu hizmeti görmekle yükümlü olan davalının, kamu hizmeti sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olmadığı; idarenin karar ve eylemlerden doğan zararın ödetilmesi isteklerinin 11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında değinildiği üzere tam yargı davasının konusunu oluşturduğu; bu davaların ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesi hükmünce idari yargı yerinde açılması gerektiği; yargı yolu dava şartlarından olup mahkemece re’sen incelenmesi ve dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddi gerekirken, ticaret mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle, davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.1.2013 gün ve 30.1.2013 gün ve E:2012/453, K:2013/24 sayılı kararının bozulmasına karar vermiştir. ANKARA 10.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 21.11.2013 gün ve E:2013/435, K:2013/605 sayı ile, bozma kararına uyarak, kamu hizmeti görmekle yükümlü bulunan davalının kamu hizmeti sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olmadığı; idarenin karar ve eylemlerden doğan zararının ödetilmesi isteklerinin 11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere tam yargı davasının konusunu oluşturduğu; bu davaların ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanununun 2. maddesi hükmünce idari yargı yerinde açılması gerektiği; yargı yolunun dava şartlarından olup, mahkemece re’sen gözetilmesi gerektiği, böylece açılan bu davanın çözüm ve görüm yeri idari yargı mercileri olduğundan dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali 186 ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu olay neticesinde vasıtada maddi hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiği, olayın meydana gelişinde davalı idarenin yol kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına tazminat ödeyen şirketin kusur nispetine göre avans faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz 187 konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu dolayısıyla, Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21.11.2013 gün ve E:2013/435, K:2013/605 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde, OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 18-ESAS NO : 2014/1115 KARAR NO : 2014/1159 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : K.A. : Av. Y.Ç. : Kütahya Belediye Başkanlığı : Av. B.B. (İdari Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının sevk ve idaresindeki 43…… plakalı araç ile dava dışı R.A.’ın idaresindeki 43………. plakalı aracın karıştığı 25.04.2010 tarihli kazada E.A.’ın yaralandığını, bu kaza nedeniyle Kütahya 2. SCM’nin 2011/45 esas sayılı dosyasından yapılan yargılamada alınan raporlara göre davacının 2/8, R.A.’ın 1/8 ve davalı Belediye Başkanlığının 3/8 oranında kusurlu bulunduğunu, ceza yargılamasının bu kusurlara göre kesinleştiğini, E.A. adına Kütahya 2. AHM.’nin 2011/50 - 2013/346 sayılı dosyasından manevi tazminat davası açıldığını, kararın 27.03.2014 tarihinde kesinleştiğini, davacı tarafından bu dosyanın davacısına 22.950,00 TL ödendiğini, yargılama sırasında davanın Kütahya Belediye Başkanlığına ihbar edildiğini, Belediye Başkanlığının kazanın meydana gelmesinde 3/8 kusurlu olduğunun anlaşıldığını, kusura isabet eden 8.606,25 TL’ sinden davalının sorumlu olduğunu, bu paranın ödenmesi için davalı idareye 09.04.2014 tarih 9968 evrak numarası ile başvuruda bulunmalarına rağmen ödeme yapılmadığını ileri sürerek 8.606,25 TL’nin davalı belediyeye başvuru tarihi olan 09.04.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan rücuen tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ESKİŞEHİR 1. İDARE MAHKEMESİ:22.07.2014 gün ve E:2014/564, K:2014/907 sayılı kararında; “…2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun’dan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceği öngörüldüğünden tam yargı davası niteliği taşımayan rücu davasının adli yargının görevine girdiği sonucuna ulaşılmıştır. 188 Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kararları da bu yöndedir…” şeklindeki gerekçesi ile davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargıda dava açmıştır. KÜTAHYA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:28.10.2014 gün ve E:2014/397, K:2014/421 sayılı kararında; “…2918 sayılı yasanın 110. maddesindeki değişiklik ve 6100 Sayılı HMK’nun eldeki davalarda önce yürürlüğe girmiş Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ise 16.02.2012 tarihinde verilmekle birlikte 19.05.2012 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiş olup yargı yolu uyuşmazlığı kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkememizce tüm bu düzenlemeler ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı göz önüne alındığında davalı idarenin yol işaretleme eksikliği sebebiyle kazanın oluşumuna katkıda bulunup bulunmadığı yani kurumun idari hizmetini yerine getirirken kusurlu davranıp davranmadığını araştırma görevini idari yargının görev alanında olduğu kanaati ve sonucuna varılmıştır…” şeklindeki gerekçe ile davanın yargı yolunun caiz olmasına ilişkin dava şartının yokluğu nedeniyle usulden reddine karar vermiş ve verilen görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin karar kesinleşmiştir. Davacı vekilinin talebi üzerine dosya mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, trafik kazası nedeniyle meydana gelen manevi zararı ödeyen davacının, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; davacı tarafından 25.04.2010 tarihinde davacının sevk ve idaresindeki 43……..plakalı aracın karıştığı trafik kazası sonucu açılan davada mahkeme tarafından davalı idarenin de 3/8 oranında kusurlu bulunduğundan bahisle, anılan kaza sebebiyle davacının kazada yaralanan Emeti Arslan’a ödemek zorunda kaldığı 22.950,00 TL manevi zararın davalı idarenin kusur oranına isabet eden 8.606,25 TL’lik kısmından dolayı davacıya karşı sorumlu olduğu ileri sürülerek davacı tarafından ödenen bu miktarın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasa faizi birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu 189 inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.10.2014 gün ve E:2014/397 K:2014/421 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.10.2014 gün ve E:2014/397 K:2014/421 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir. 2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yolları, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş, TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır. 190 Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır. 11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1. fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir. Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır. Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir. Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır. Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir. Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.) Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444) Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir. 191 Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlanyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.) Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına, 2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına, Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre, Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp Sabri BAYDAR * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 19-ESAS NO : 2014/1116 KARAR NO : 2014/1160 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesi uyarınca verilen idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağına karşı yapılan itirazın, aynı Kanun’un 112.maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : S.Ş. : Av. U.K. : Konya Valiliği, Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü O L A Y : Konya Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce, ikinci kez alkollü araç kullandığından bahisle davacı hakkında 14.12.2013 gün ve GY-790847 seri-sıra sayı ile trafik suç tutanağı düzenlenerek davacıya 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesi uyarınca 877,00 TL. idari para cezası verilmiş, aynı birim tarafından aynı gün ve 006450 sayı ile sürücü belgesi geri alma tutanağı düzenlenmiştir. Davacı vekili, idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur. KONYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 21.2.2014 gün ve D.İş:2014/5 sayı ile; idari para cezası yanında davacının ehliyetinin geri alınması kararı da verildiği ve dava konusu edildiği açıklanarak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması ve dava konusu edildiği nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 18.9.2014 gün ve E:2014/440, K:2014/858 sayı ile; 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle davanın çözümünün adli yargı yer ine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: 192 l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen biçimde önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilmek suretiyle gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmaz-lığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesi uyarınca verilen idari para cezası ile sürücü belgesi geri alma tutanağının iptal edilmesi istemiyle açılmıştır. 13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında (Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md), “Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” denilmekte iken, maddenin beşinci fıkrası,“Yapılan tespit sonucunda 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında,fiili bir suç oluştursa bile,700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır.Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır.Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye,son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde;ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle,üç veya üçten fazlasında ise,1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır.Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması halinde belirtilen süreler,geçici alma süresinin bitiminde başlar ”şeklinde 24.5.2013 tarihli 6487 sayılı Kanun’un 19.maddesiyle yeniden düzenlenmiş, maddeye aynı Kanunla; “Sürücü belgelerinin geçici geri alma işlemleri bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler tarafından yapılır ” denilmek suretiyle onikinci fıkra eklenmiştir. Anılan Kanun’un, “Trafik zabıtasının görev ve yetki sınırı ile genel zabıtanın trafik hizmetlerini yürütmeye ilişkin yetkisi” başlığı altında düzenlenen 6. maddesinde ise, “Trafik zabıtası ve genel zabıtanın görev ve yetki sınırı; a)Trafik zabıtası: Trafik zabıtası görevi sırasında karşılaştığı acil ve zorunlu hallerde genel zabıta görevi yapmakla da yetkilidir. Mülki idare amirlerince, emniyet ve asayiş bakımından zorunlu görülen haller dışında, trafik zabıtasına genel zabıta görevi verilemez, araç, gereç ve özel teçhizatı trafik hizmetleri dışında kullanılamaz. b)Genel Zabıta 193 Trafik zabıtasının bulunmadığı veya yeterli olmadığı yerlerde polis; polisin ve trafik teşkilatının görev alanı dışında kalan yerlerde de jandarma, trafik eğitimi almış subay, astsubay ve uzman jandarmalar eliyle yönetmelikte belirtilen esas ve usullere uygun olarak trafiği düzenlemeye ve trafik suçlarına el koymaya görevli ve yetkilidir” denilmektedir. Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabaha tler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “(1) Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır.” denilmiştir. Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülece ği anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanun’un Adli Kovuşturma ve Cezaların Uygulanması başlıklı Dokuzuncu Kısım’a dahil “Bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri ” başlığı altında düzenlenen 112. maddesinin ilk paragrafında; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bu kanundaki hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı ifade edilmiş; böylelikle sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin uygulamalar, trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevi dışında tutulmuş iken; 12.7.1013 tarihli 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle yapılan değişiklik ile, maddenin başlığı, “Sürücü belgelerinin geri alınmasında ve iptalinde yetki ”; şeklinde, madde ise, “Bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevlilerin ve trafik tescil kurulu şlarının yetkilendirildiği haller hariç olmak üzere, sürücü belgelerinin geri alınmasına ve iptaline sulh ceza mahkemeleri karar verir. Bu Kanunun 51 inci maddesinin ihlali ve 118 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı “100 ceza puanını doldurmak” eylemi nedeniyle sürücü belgelerinin geri alınmasına yine bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler yetkilidir. Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması veya iptaline dair verilen kesinleşmiş mahkeme kararı örnekleri, sürücülerin sicillerine işlenmek üzere mahkemelerce ilgili trafik birimlerine gönderilir. Bu Kanuna göre görülen davalar, diğer kanunlara göre görülen davalarla birleştiri-lemez. ……. ” denilerek yeniden düzenlenmiştir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için; 194 a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, b) İşyerinin kapatılması, c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması, d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması, gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir. Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin karar, 2918 sayılı Kanun’un 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 112. maddesi ve 5326 sayılı Kanun uyarınca incelendiğinde, 2918 sayılı Kanun’un, bu Kanun’daki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkilerinin düzenlendiği 112. maddesi uyarınca, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davaların sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için ehliyetin geri alınmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davalara bakma görevinin idare mahkemesine ait olduğu kuş-kusuzdur. Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, idari para cezası yönünden oluşan olumsuz görev uyuşmazlıklarının çözümünde, idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması ve dosya içeriğinden bu kararın idari yargı yerinde dava konusu edildiğinin anlaşılması halinde; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılarak, idari yargı yerince verilen görevsizlik kararlarının kaldırılmasına karar verilmiştir. Somut olayda, idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak sürücü belgesi geri alma tutanağı da düzenlendiği ve idari yargı yerinde dava konusu edildiği anlaşılmış ise de; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde, “diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için, ….. ehliyetin geri alınması, …….gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilerek, ilgili kanununda, bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulan, başka bir deyişle, belirtilen istisnalar içinde sayılan yaptırımlardan biri olan “ehliyetin geri alınması”na ilişkin hükmün, 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 112. maddesinde yapılan değişiklik ile yukarıda belirtilen şekilde yeniden düzenlendiği ve bu karara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetildiğinde, oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümünde, sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde açılan davanın bir öneminin bulunmadığı, davanın adli yargı yerinde görüleceği açıktır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezası ve sürücü belgesi geri alma tutanağının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 112. maddesinde yapılan değişiklik ile maddenin yeniden düzenlendiği ve bu karara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye de yer verilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirti ldiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezası ve sürücü belgesi geri alma tutanağına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Konya 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 21.2.2014 gün ve D.İş:2014/5 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. 195 * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 20-ESAS NO : 2014/1121 KARAR NO : 2014/1165 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Maddi hasarlı trafik kazası sonucu düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Davalı : F.Ç.B. : 1-Adli Yargıda: Hasımsız 2-İdari Yargıda: İstanbul Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü Çevre Yolları Trafik Ekipler Amirliği O L A Y : Davacı dilekçesinde; 24/02/2014 günü Şişli, Okmeydanı Devlet Karayolunda (D 100), 34………. plaka sayılı aracı ile seyir halinde iken, aracının arızalanması nedeniyle aracı sağa emniyet şeridine çektiğini; yol yardımı için beklediğini; saat 23;00 civarında 34……….. plakalı minibüsün aracına çarptığını; yaralamalı maddi hasar oluştuğunu; ancak görevli polis memurlarının hiç kusuru olmadığı halde, kaza tespit tutanağında kendi aracına tüm kusuru yükletildiğini ifade ederek; 24.2.2014 tarihli Maddi Hasarlı Trafik Kazası Tespit Tutanağının iptali istemiyle 26.2.2014 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 3.SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.3.2014 gün ve Değişik İş No:2014/1296, K:2014/1296 sayı ile, başvuranın Trafik kaza tespit tutanağına itiraz ettiği ve başvuranla ilgili her hangi bir idari yaptırım kararına itiraz etmediği, belirtilen başvuru konusunun mahkemelerinin görev alanı içerisinde kalmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle; görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 2.İDARE MAHKEMESİ: 9.5.2014 gün ve E:2014/925, K:2014/858 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 112.maddesinde; "Bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevlilerin ve trafik tescil kuruluşlarının yetkilendirildiği hâller hariç olmak üzere, sürücü belgelerinin geri alınmasına ve iptaline sulh ceza mahkemeleri karar verir. Bu Kanunun 51 inci maddesinin ihlali ve 118 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı “100 ceza puanını doldurmak” eylemi nedeniyle sürücü belgelerinin geri alınmasına yine bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler yetkilidir. Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması veya iptaline dair verilen kesinleşmiş mahkeme kararı örnekleri, sürücülerin sicillerine işlenmek üzere mahkemelerce ilgili trafik birimlerine gönderilir. Bu Kanuna göre görülen davalar, diğer kanunlara göre görülen davalarla birleştirilemez. Askeri araçları süren kişiler ile asker kişilerin bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili davalarına da bu mahkemelerde bakılır. Askeri görev ve hizmetlerin yürütülmesi sırasında askeri araç sürücülerinin asker kişilere karşı işledikleri trafik kazalarıyla ilgili suçlarda 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu hükümleri saklıdır." hükmünün yer aldığı; 18/07/1997 gün ve 23053 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Karayolları Trafik Yönetmeliğinin trafik kazalarına el konulmasında uygulanacak esas ve usulleri belirleyen 154. maddesinin a/2 bendinde, “Trafik kazalarına; kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek Kaza Tespit Tutanağı düzenlemek üzere trafik zabıtasınca ( polis veya jandarma ) el konulur.” denilmiş, 156. maddesinin a/l bendinde de, “Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü ve yararlılar, hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere (kaza tespit tutanağı) düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir. / Tutanaklar, soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklanmak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir.” kuralına yer verilmiş olduğu; yukarıda anılan hükümlere göre, maddi hasarlı kaza tespit tutanağının kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki ihtilafların çözümüne esas olacak ve trafik zabıtasınca düzenlenecek bir belge olduğu, idari işlem niteliği bulunmadığı; belirtilen nedenle, adli yargı düzenine ait mahkemelerde çözümlenecek uyuşmazlıklar sırasında o mahkemelerce değerlendirilecek olan maddi hasarlı kaza tespit tutanağına yönelik davanın görüm ve çözümünün Adli Yargı makamlarına ait olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. 196 İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME: Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kaza tespit tutanağının iptali istemiyle açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun “Trafik kazalarına el koyma ve bilirkişilik” başlığını taşıyan 83. maddesinde, “Trafik kazalarına; a) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, b) Kazanın oluş nedenlerini, iz ve delillerini belirleyerek trafik kaza tespit tutanağı düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca el konulur. Trafik zabıtasının görevli olmadığı veya bulunmadığı karayollarında meydana gelen kazalarda trafik kaza tespit tutanağı mahalli genel zabıtaca düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir. Karayollarında meydana gelen ve yalnız maddi hasarla sonuçlanan trafik kazalarında tarafların anlaşması halinde ve fiil başka bir suç oluşturmuyorsa adli kovuşturma yapılmaz ve Türk Ceza Kanununun 565 inci maddesi hükmü uygulanmaz. Trafik kazalarında yolun trafiğe kapandığı hallerde; trafik zabıtası veya genel zabıta; iz ve delilleri kaybolmayacak şekilde işaretledikten ve gerekli işlemleri yaptıktan sonra, karayolunu trafiğe açmaya yetkilidir. Karayolunun trafiğe kapanmasına ölümlü ve hayati tehlike yaratan yaralanmalı kazalar neden olmuş ve bu kaza can, mal ve trafik güvenliğini etkiliyor ve başka bir yoldan geçiş verilemiyorsa Cumhuriyet savcısının gecikeceğinin anlaşılması halinde, gerekli işaretlemeler yapılıp araç ve ölüler kenara alınarak durum bir tutanakla tespit edildikten sonra yol trafiğe açılır. Trafik zabıtası, usul kanunlarına göre görevlendirilirse, trafik kazalarında bilirkişilik yapar. Trafik kazaları, kaza tahkik memurluğu, bilirkişilik ve bunlarda aranacak şartlar ile diğer esaslar yönetmelikte gösterilir.” hükmü; “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110.maddesinde, “ (Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.) İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” hükmü; “Sürücü belgelerinin geri alınmasında ve iptalinde yetki” başlıklı 112.maddesinde, “ (Değişik: 12/7/2013-6495/20 md.) Bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevlilerin ve trafik tescil kuruluşlarının yetkilendirildiği hâller hariç olmak üzere, sürücü belgelerinin geri alınmasına ve iptaline sulh ceza mahkemeleri karar verir. Bu Kanunun 51 inci maddesinin ihlali ve 118 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı “100 ceza puanını doldurmak” eylemi nedeniyle sürücü belgelerinin geri alınmasına yine bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler yetkilidir. Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması veya iptaline dair verilen kesinleşmiş mahkeme kararı örnekleri, sürücülerin sicillerine işlenmek üzere mahkemelerce ilgili trafik birimlerine gönderilir. Bu Kanuna göre görülen davalar, diğer kanunlara göre görülen davalarla birleştirilemez. Askeri araçları süren kişiler ile asker kişilerin bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili davalarına da bu mahkemelerde bakılır. Askeri görev ve hizmetlerin yürütülmesi sırasında askeri araç sürücülerinin asker kişilere karşı işledikleri trafik kazalarıyla ilgili suçlarda 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu hükümleri saklıdır.” Hükmü, yine aynı Yasanın “Suç ve ceza tutanakları” başlıklı 114.maddesinde “– (Değişik: 18/1/1985-KHK 245/13 md.; Değiştirilerek kabul: 28/3/19853176/13 md.) 197 (Değişik birinci fıkra : 3/5/2006 - 5495/3 md.) Bu Kanunda yazılı trafik suçlarını işleyenler hakkında yetki sınırları içinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı personeli ile Ulaştırma Bakanlığının ve Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili birimlerinin il ve ilçe kuruluşlarında görevli ve yetkili kılınmış personelince tutanak düzenlenir. Birkaç trafik suçunun bir arada işlenmesi halinde her suç için ayrı ceza uygulanır. (Değişik fıkra: 3/11/1988 - 3493/48 md.) Yargı yetkisine giren suçlarla ilgili tutanağın bir sureti ilgili mahkemeye 7 iş günü içinde gönderilir. (Mülga dördüncü fıkra: 12/7/2013-6495/24 md.) (Mülga beşinci fıkra: 12/7/2013-6495/24 md.) (Mülga altıncı fıkra: 12/7/2013-6495/24 md.) (Mülga yedi ve sekizinci fıkralar: 3/11/1988 - 3493/48 md.) Bu maddenin uygulanmasına ait usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. (Ek fıkra: 3/7/2003-4916/32 md.) Trafik para cezaları kredi kartı ile de ödenebilir. Kredi kartı ile yapılan tahsilatın saymanlık hesaplarına aktarılma süresi ile uygulamaya ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.” hükmü yer almıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na dayanılarak çıkarılmış bulunan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Trafik Kazalarına EI Konulması” başlıklı 154. maddesinde, “Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır. a) Trafik kazalarına; 1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, 2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek “Kaza Tespit Tutanağı” düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma), el konulur. Trafik zabıtasının görev alanı dışında kalan yerler ile el koyamadığı durumlarda, trafik kaza tespit tutanağı, örneğine uygun olarak mahalli zabıta tarafından düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir.(…)” denilmiş; aynı Yönetmeliğin, “Trafik Kazalarına ilişkin işlemler” başlıklı 156. maddesinde de, “ (Değişik:RG-21/3/2012-28240) Trafik kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki usul ve esaslar uygulanır. a) Trafik kazası tespit tutanağının düzenlenmesi 1) Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar, hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir. Tutanağa kazazedelerin olay yerindeki ölüm veya yaralanma durumu işlenir. Trafik Kazası Tespit Tutanağı; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklanmak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir. Trafik kazası tespit tutanağının düzenlenmesi ile tutanakta yer alan bilgilerin bir veri tabanında toplanmasına ve bu bilgilerin ilgili taraflarla paylaşımına ilişkin usul ve esaslar Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenir. 2) Trafik kazası tespit tutanağı düzenlemeye 154 üncü maddenin (a) bendi gereğince trafik zabıtası ve genel zabıtanın görevli personeli yetkilidir. Tutanaklar en az iki görevli tarafından düzenlenir. Hafif yaralanmalı veya hasarlı kazalarda tek görevli tarafından rapor şeklinde de düzenlenebilir. Ancak, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait araçların karıştığı trafik kazalarında bir askeri temsilcinin bulundurulması mecburidir. 3) Tutanak düzenleyenler, tutanakta taraflar için kusur oranı belirtmeksizin sadece kazanın oluşumunda kimin hangi trafik kuralını ihlal ettiğini belirtirler. 4) Karayolu üzerinde ölüm veya yaralanma ile sonuçlanıp, olay yerindeki iz ve delillerin tespit ve değerlendirilmesi sonucunda trafik kazası olduğu anlaşılan durumlarda; kazaya karışan taraf veya unsurlardan birinin, birkaçının ya da tamamının olay yerinden ayrılmış olması halinde de trafik kazası tespit tutanağı düzenlenir. 5) Önceden meydana gelmiş veya olay yerinden kaldırılmış araçların karıştığı ve yalnız maddi hasarla sonuçlanan kazalar için trafik zabıtası ve genel kollukça hasar tespitine dair kazaya karışanlara verilmek üzere tutanak veya rapor düzenlenmez. Bu durumlarda hasar tespitleri ilgililerin sigortalarına veya yetkili mahkemelere başvurmaları suretiyle yapılır. Ancak; Can, mal ve trafik güvenliğini etkileyen veya yolun trafiğe kapandığı maddi hasarlı trafik kazalarında, kazaya karışanların kazanın oluşuna göre iz ve delilleri işaretleyerek, mümkün olduğu takdirde olay yerinin fotoğraflarını çekerek araçlarını en yakın ve uygun yerlere çekmeleri, Karayolu üzerinde birden fazla sayıda aracın karıştığı sadece maddi hasarla sonuçlanan ve tarafların bu Yönetmelik çerçevesinde Maddi Hasarlı Trafik Kazası Tespit Tutanağı düzenlemediği trafik 198 kazalarında; taraflara ait araçlardan en az birinin olay yerinde bulunması ve olay yerindeki iz ve delillerden kazanın oluşumu ile o yerde meydana geldiğine kanaat getirilmesi, hallerinde görevlilerce trafik kazası tespit tutanağı düzenlenir. b) Kaza istatistikleri Kazaların nedenlerini tespit etmek ve alınacak tedbirlerin belirlenmesinde kullanılmak üzere, trafik kazası tespit tutanaklarındaki bilgilerden yararlanılarak, kazaya el koyan birimlerce örneğine uygun istatistik formu düzenlenir. Düzenlenen istatistik formları, her ilde şehiriçi trafik denetleme şube müdürlüklerinde toplanarak, il genelinde değerlendirmesi yapıldıktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.” Hükmüne yer verilmiştir. Diğer taraftan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır. Bu düzenlemelere göre, maddi hasarlı kaza tespit tutanağı, kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne esas olacak ve trafik zabıtasınca düzenlenecek bir belge olup, idari işlem niteliği de bulunmayan bu belgenin, adli yargı yerlerinde çözümlenecek uyuşmazlıkların görümü sırasında o mahkemelerce değerlendirilecek olduğundan, maddi hasarlı kaza tespit tutanağına yönelik davanın idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmamaktadır. Bu durumda, davacı tarafından; yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kaza tespit tutanağına itirazen açılan ve idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmayan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3.Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 3.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.3.2014 gün ve Değişik İş No:2014/1296, K:2014/1296 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 21-ESAS NO : 2014/1123 KARAR NO : 2014/1166 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacı kurum tarafından düzenlenen, davalının da katılıp kazandığı ancak sonrasında tespit edilen usulsüzlük nedeni ile feshedildiği anlaşılan ihale nedeni ile öngörülen geçici teminat bedelinin gelir kaydedilmesi talebine yönelik davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Karayolları Genel Müdürlüğü Vekilleri : Av. S.S. (Adli Yargıda) Av. A.A. (İdari Yargıda) Davalı : G.Y. İnşaat Proje ve Restorasyon San. Tic. Ltd. Şti. Vekilleri : Av. D.D.K. (Adli Yargıda) Av. N.K. (İdari Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili idare tarafından 13/12/2004 tarihinde açık ihale usulü ile ihalesi yapılan 2004/180305 İKN’li Sivas ilindeki eski Sivas-Kayseri yolundaki Kesikköprü’nün onarım işi ihalesi ile ilgili olarak 17/01/2005 tarihli ihale komisyonu kararında ihaleye geçerli teklif veren iki isteklinin bulunduğunu, ekonomik açıdan en avantajlı birinci teklifin davalı şirket tarafından verildiğini 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununun 40.maddesi gereğince bu istekliye ihale edilmesi hususunda Genel Müdürlük makamının onayına sunulduğunu, ihale uygun görülmeyerek 24/01/2005 tarihinde iptal edildiğini, firmanın kamu ihale kuruluna itirazen şikayet başvurusunda bulunduğunu, Kamu İhale Kurulu’nun ihalenin iptaline yönelik idarenin 24/01/2005 tarihli işleminin iptal 199 edilerek iptal öncesindeki işlemlere kaldığı yerden mevzuata uygun şekilde devam edildiğini, ihaleyi alan firma ihalelerde teklif verme aşamasında ihale dışı bırakılacak ve ihaleye katılmayacak olanlar kapsamında olunmadığına ilişkin taahhütnamenin birinci maddesinde belirtilen bu taahhütnamenin imza tarihi 13/04/2004 itibariyle 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunun 10.maddesinin son fıkrasının a,b,c,d,e,g,i, bentlerinde belirtilen durumlarda olunmadığı beyan ve kabul edilerek bu durumda değişiklik olması halinde idareye derhal bildirmeyi kabul ve taahhüt ediyoruz şartına aykırı davrandığının yapılan incelemede tespit edildiğini, yapılan araştırmada yine şirketin ihale tarihi olan 13.12.2004 tarihi itibariyle vadesi geçtiği halde ödenmeyen borcunun bulunduğunun belirlendiğini belirterek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 27.000 TL geçici teminat mektubu bedelinin ihalenin iptal edildiği, 05.05.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi; 27.12.2006 gün ve E:2006/175, K:2006/523 sayılı kararı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 29.05.2007 gün ve E:2007/2849, K:2007/3601 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş, davacı vekili tarafından karar düzeltme başvurusu üzerine Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 27.09.2007 gün ve E:2007/5633, K:2007/5814 sayılı ilamı ile HUMK’nun 440/III, 3. maddesi uyarınca, mahkemelerce verilen “görevsizlik” kararlarının onanması veya bozulmasına ilişkin Yargıtay kararlarına karşı “karar düzeltme” yoluna başvurulamayacağından, karar düzeltme dilekçesinin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 2.İdare Mahkemesi: 29.04.2009 gün ve E:2009/485, K:2009/615 sayı ile özetle; “...idari yargı yerinde hukuka uygunluğu denetlenen faaliyetin kamu idaresine ait olması nedeniyle, bu denetimi konu edilen davanın davalısı değişmez bir biçimde idare olduğundan, dolayısıyla davalısının özel hukuk tüzel kişisi olan ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesi kapsamında olmayan bu davanın esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır.” demek suretiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 13. Dairesi 15.02.2010 gün ve E:2009/5365, K:2010/1277 sayılı ilamı ile özetle; “...işbu davanın çözümlenmesi idari yargının görev alanına girmediğinden, İdare Mahkemesince bu husus gözetilmeksizin, davanın incelenmeksizin reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca bozulmasına” şeklinde karar vermiştir. Ankara 2.İdare Mahkemesi; Danıştay’ın bozma ilamına uyduktan sonra 21.10.2010 gün ve E:2010/1855, K:2010/1403 sayılı kararı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, 2577 sayılı Yasanın 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 13. Dairesi 10.06.2011 gün ve E:2011/323, K:2011/2779 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş, davacı vekilinin karar düzeltme başvurusu üzerine yine Danıştay 13.Dairesi 13.03.2014 gün ve E:2011/4033, K:2014/913 sayılı ilamı ile karar düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı idare tarafından, 13.12.2004 tarihinde yapılan ve davalı şirket uhdesinde kalan, “Eski Sivas-Kayseri Yolundaki Kesik Köprünün Onarımı (Restorasyon)” ihalesinin, da valı şirketin ihaleye katılırken vermiş olduğu taahhütnamedeki beyanların gerçek dışı olduğunun tespit edildiğinden bahisle 05.05.2005 tarihinde iptal edilmesi üzerine, davalı şirket tarafından ödenmeyen 27.000,00 TL geçici teminat mektubu bedelinin ihalenin iptal edildiği tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. 200 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 573.maddesinde; ''Limited Şirket bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulur; esas sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur. Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Limited şirket, kanunen yasak olmayan her türlü ekonomik amaç ve konu için kurulabilir. '' denilmek suretiyle limited şirketin tanımı yapılarak kuruluşu anlatılmıştır. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Buna göre, idare aleyhine dava açılmayıp, davalı mevkiinde Türk Ticaret Kanunu hükümleri uyarınca kurulmuş ve anılan yasa hükümleri uyarınca faaliyet gösteren ve bu kanuna tabi olan, kamu kurumu niteliği taşımayan, özel hukuk hükümlerine tabi bir özel şirket olan G.Y. İnşaat Proje ve Restorasyon San. Tic. Ltd. Şti. adlı özel hukuk tüzel kişisi ile bu şirketin temsilcisi konumunda yer alan 4721 sayılı TMK’nın birinci kitap, birinci kısım, birinci bölümünde düzenlenen özel hukuk gerçek kişilerin bulunması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır. Belirtilen bu hususlara göre, davalı özel şirketin, davacı kurum tarafından düzenlenen ve davalı tarafın usulsüzlük yapması nedeni ile feshedilen ihale neden ile öngörülen geçici teminat bedelinin gelir kaydedilmesi talebine yönelik davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Ankara 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 1.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 27.12.2006 gün ve E:2006/175, K:2006/523 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 22-ESAS NO : 2014/1124 KARAR NO : 2014/1167 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekilleri Davalı Vekilleri : Ankara Sigorta A.Ş. : Av. A.Ö.B. & Av. Y.G.B. : Karayolları Genel Müdürlüğü : Av. Ö.Ş.B. & Av. F.Y. (İdari Yargıda) Av. S.P. (Adli Yargıda) O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirket tarafından sigortası yapılan 25…… plakalı aracın 14.07.2010 tarihinde, davalı kurumun 12. Bölge Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan Ilıca-Erzurum karayolunda davalı kurumca yapılan yol çalışması esnasında trafik işaret levhalarının yönetmeliğe uygun şekilde koyulmaması sebebiyle maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, bu kaza sebebi ile davalı idarenin 2/8 oranında kusurlu bulunduğunu, meydana gelen kaza sonrasında yapılan 201 eksper raporuna göre araçta 16.500,00 TL zarar oluştuğunu ve söz konusu zararın 08.10.2010 tarihinde sigortalıya ödendiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idarenin 2/8 kusur nispetine isabet eden 4.125,00 TL zarar bedelinin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Erzurum 1. İdare Mahkemesi: 16.06.2011 gün, E:2011/1082, 2011/902 sayılı kararı ile özetle; “....2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesinde yapılan söz konusu değişiklik sonrası, Karayolları Trafik Kanunu’na dayalı olarak açılan sorumluluk davalarında Yasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği 19.01.2011 tarihi sonrasında açılan davalarda adli yargı mercileri görevli olduklarından, anılan istemle, 06.06.2011 tarihinde Mahkememiz kayıtlarına giren dilekçeyle açılan işbu davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan itiraz başvurusu üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 16.11.2011 gün ve E:2011/509, K:2011/594 sayılı ilamı ile özetle; “...davalı Karayolları Genel Müdürlüğü’nün, gerek 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 7. Maddesinde verilen görev ve yetkiler, gerekse 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 4.maddesiyle verilen görev ve yetkiler çerçevesinde üstlendiği kamu hizmetinin ifası amacıyla tesis ettiği idari işlemlerden ve idari eylemlerden dolayı idari sorumluluğu bulunduğu açık olup davalı idarenin ilgili Kanunlar çerçevesinde üstlendiği kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu ileri sürülen zararın, idarenin hizmet kusuruna dayandırılarak tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının özel hukuk hükümlerine göre sonuçlandırılması mümkün olmayıp bu davaların görülmesi ve çözümünde görev idari yargı yerlerine ait bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle itirazın kabulüne, Erzurum 1.İdare Mahkemesince verilen 16.06.2011 gün ve E:2011/1082, K:2011/902 sayılı kararın bozulmasına” şeklinde karar vermiştir. Erzurum 1.İdare Mahkemesi: Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’nin bozma ilamına uymayarak 27.04.2012 gün ve E:2012/4, K:2012/613 sayı ile özetle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14/3-a/6 ve 15/1-a maddeleri uyarınca davada adli yargının görevli olduğunu belirterek, davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan itiraz başvurusu üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 04.07.2012 gün ve E:2012/557, K:2012/463 sayılı ilamı ile özetle; görev red kararına ilişkin kısmına yönelik itirazın reddi hükmün onanmasına karar vermiş, davalı idare vekilince karar düzeltme talebi üzerine yine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 20.09.2012 gün ve E:2012/796, K:2012/638 sayı ile davalı vekilinin karar düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır. Erzurum 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 16.05.2013 gün ve E:2012/707, K:2013/476 sayı ile özetle; davaya bakmakla idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 17.Hukuk Dairesi 03.12.2013 gün ve E:2013/18189, K:2013/17010 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş ve taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı şirket tarafından sigortası yapılan 25…... plakalı aracın 14.07.2010 tarihinde, davalı kurumun 12. Bölge Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan Ilıca-Erzurum karayolunda davalı kurumca yapılan yol çalışması esnasında maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, bu kaza sebebi ile davalı idarenin 2/8 oranında kusurlu bulunduğunu, meydana gelen kaza sonrasında yapılan eksper raporuna göre araçta 16.500,00 TL zarar oluştuğunu ve söz konusu zararın 08.10.2010 tarihinde sigortalıya ödendiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı idarenin 2/8 kusur nispetine isabet eden 4.125,00 TL zarar bedelinin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. 202 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136 -147.) Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir. Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin Karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. 203 Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Erzurum 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Erzurum 1.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 16.05.2013 gün ve E:2012/707, K:2013/476 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 23-ESAS NO : 2014/1129 KARAR NO : 2014/1171 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği’nin 24.maddesine aykırı olarak, çocuğa oyun oynatıldığının tespit edilmesi nedeniyle, davacı adına kayıtlı spor toto bayilik ruhsatının iptaline ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : A.D. : Av. T.Ö. (İdari Yargıda) : Spor Toto Teşkilat Başkanlığı : Av. S.K. (Adli Yargıda) O L A Y: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı idare ile aralarında yapılan bayilik sözleşmesine göre 18 yaşından küçüklere oyun oynatıldığının tespiti durumunda bayiliğinin iptal edileceğine dair hüküm olmasından dolayı 29.05.1996 doğumlu K.C.G. isimli gencin 02.01.2013 tarihinde işyerinde oyun oynadığının görevli polisler tarafından tutanak altına alınarak 16.06.2006 tarihinde 113013 nolu bayilik ruhsatının iptal edildiğini, daha sonra küçüğün babası tarafından kuponun kendisi tarafından yatırıldığına dair beyanda bulunduğunu, davalı idarenin tek taraflı fesih hakkı ve bunun kullanma biçiminin bayi aleyhine ağır bir koşul olduğunu belirterek 30.01.2013 tarih 30875700-110.02/183 sayılı bayilik iptali işleminin iptali ile bayiliğin devamına karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. Manisa 2.İdare Mahkemesi: 14.02.2013 gün ve E:2013/210, K:2013/137 sayılı kararı ile özetle; “...davacının iddia bayiliği ruhsatının iptaline ilişkin işlem, Süper Toto Teşkilat Başkanlığı tarafından tesis edildiğinden, bu davanın görüm ve çözüm yetkisi genel yetki kuralı uyarınca işlemi tesis eden merciin bulunduğu yer yönünden yetkili Ankara İdare Mahkemesine aittir.” demek suretiyle 2577 sayılı Kanun’un 14. ve 15/1-a maddeleri uyarınca davanın yetki yönünden reddine, dosyanın davaya bakmakla yetkili bulunan Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara 3.İdare Mahkemesi; 15.04.2013 gün ve E:2013/512, K:2013/758 sayılı kararı ile özetle: “...davalı idare ile davacı arasında yapılan bayilik sözleşmesinin, idari sözleşme niteliği taşımayıp, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir hukuksal işlem olduğu ve bu ilişkilerden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği dikkate alındığında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan görüm ve çözümünün adli yargının görevine girdiği sonucuna ulaşılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 10.Dairesi 11.06.2014 gün ve E:2013/5885, K:2014/3862 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı aynı istemle, bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesi; 26.09.2013 gün ve E:2013/317, K:2013/476 sayılı kararı ile özetle; davada idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş, taraflarca temyiz talebinde bulunulmaması üzerine karar kesinleşmiştir. Davacı, idari ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuşlardır. İNCELEME VE GEREKÇE : 204 Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15.maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İSMAİL SARI’nın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davalı idare ile aralarında yapılan bayilik sözleşmesine göre 18 yaşından küçüklere oyun oynatıldığının tespiti durumunda bayiliğinin iptal edileceğine dair hüküm olmasından dolayı 29.05.1996 doğumlu Kayhan Can Geydirici isimli gencin 02.01.2013 tarihinde işyerinde oyun oynadığının görevli polisler tarafından tutanak altına alınarak 16.06.2006 tarihinde 113013 nolu bayilik ruhsatının iptal edildiğini, daha sonra küçüğün babası tarafından kuponun kendisi tarafından yatırıldığına dair beyanda bulunduğunu, davalı idarenin tek taraflı fesih hakkı ve bunun kullanma biçiminin bayi aleyhine ağır bir koşul olduğunu belirterek 30.01.2013 tarih 30875700-110.02/183 sayılı bayilik iptali işleminin iptali ile bayiliğin devamına karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle; 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı ve tüzelkişiliğe sahip bir kamu kurumu iken; aynı Kanunun 4. maddesine göre Genel Müdürlüğe bağlı bir birim olan Spor Toto Teşkilat Başkanlığının tüzelkişiliğinin bulunmadığı; Kanunun 2. maddesinin mülga (i) bendi uyarınca, Türkiye'de düzenlenecek futbol ve diğer spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarının düzenlenmesi ve yürütülmesi yetki ve görevinin Genel Müdürlüğe ait olduğu; Genel Müdürlüğün bu yetkisini, 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kanalı ile kullandığı; Başkanlığın ise kendisine ait olan bu faaliyetini, sözleşme imzaladığı ve bayilik ruhsatı verdiği bayileri aracılığı ile yürüttüğü görülmekte iken; 08.06.2011 tarih, 27958-Mük. Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 638 No.lu “Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile Gençlik ve Spor Bakanlığının kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları düzenlenmiş; Kararnamenin 31. maddesinin 1.fıkrasında; 21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda ve diğer mevzuatta gençlik hizmetleriyle ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış olan atıfların Bakanlığa, spor hizmetleriyle ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış olan atıfların Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış sayılacağı; 2.fıkrasının c bendinde (3289 sayılı Kanunun) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin yürürlükten kaldırıldığı; ç bendi il e; 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinin "e) Uluslararası Organizasyonlar Dairesi Başkanlığı" şeklinde değiştirildiği ve aynı maddede yer alan "Bağlı Birimler: Spor Toto Teşkilat Başkanlığı" ibaresinin yürürlükten kaldırıldığı; Kararnamenin 31. maddesinin 6.fıkrasının a bendinde; 29/4/1959 tarihli ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunun; 1 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin "Yurtiçinde ve yurtdışında spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahis oyunlarını oynatmak üzere, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği haiz Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kurulmuştur." şeklinde değiştirildiği; Kararnamenin “Düzenleyici İşlemler” başlıklı Geçici 1. maddesinde; bu Kanun Hükmünde Kararnamenin uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin, bir yıl içinde yürürlüğe konulacağı, bu düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar mevcut düzenlemelerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı; Geçici 9.maddesinde; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının iş ve işlemleri nedeniyle taraf olduğu her türlü davalar ve icra takipleri ile sair hukukî ihtilaflardaki aktif ve pasif husumet ehliyetinin, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğü tarihinde, başka herhangi bir işleme gerek kalmaksızın Spor Toto Teşkilat Başkanlığına devredilmiş sayılacağı hükümlerine yer verilmiştir. 638 No.lu Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikler de dikkate alındığında; 7528 sayılı “Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun” 2. maddesinde; Teşkilat Başkanlığının yetkisini bizzat kullanabileceği gibi kısmen veya tamamen özel hukuk tüzel kişilerine devredebileceği veya mal ve hizmet satın alma yoluna gidebileceği belirtilmiş; Yurt içinde 205 ve yurt dışında yapılan her türlü spor müsabakası üzerine yurt içinde ve yurt dışında spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenlemek, denetim ve gözetimi altında düzenletmek, bunlara ilişkin her türlü izni vermek ve sözleşmeyi yapmak; spora dayalı bahis ve şans oyunlarına yönelik mevzuata aykırı iş ve eylemlerin önlenmesi için gerekli denetimleri yapmak, faaliyetlerde bulunmak ve tedbirleri almak; spora dayalı bahis ve şans oyunlarının kamu yararına ve sosyal amaçlara uygun olarak düzenlenmesi ve gelişmesini sağlayacak politikalar belirlemek ve uygulamak; izinsiz olarak spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenleyen, başbayilik veya bayilik faaliyetinde bulunan veya kurallara aykırı hareket eden gerçek ve tüzel kişilere uygulanacak yaptırımlara ilişkin esasları belirlemek ve bunlar hakkında gerekli yasal işlemleri yapmak; spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenleme faaliyetinin gelişmesini sağlayacak tedbirleri almak ve bu konuda yapılması gerekli düzenlemeleri Gençlik ve Spor Bakanlığına önermek Teşkilat Başkanlığının görev ve yetkileri arasında sayılmış; aynı Maddede, Teşkilat Başkanlığının spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesi ve düzenletilmesinde tek yetkili olduğu; Gençlik ve Spor Bakanlığının izin veya onayıyla spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesi, denetim ve gözetimi altında düzenletilmesi, oynatılması, gerekli altyapı ve organizasyonun sağlanması ve yürütülmesi için gerçek ve tüzel kişilerle sözleşme yapabileceği ifade edilmiş; spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesine ilişkin kararları almanın, bayiliklerin nerede kurulacağını ve sayısını tespit etmenin, bayilere verilecek komisyon ve teşvik primi oranlarını tespit etmenin Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri arasında olduğu hükümlerine yer verilmiştir. 3289 ve 7258 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak hazırlanan ve 28.02.2009 tarih ve 27155 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği”nin, spor müsabakalarına dayalı olarak düzenlenecek sabit ihtimalli ve müşterek bahislerin oynatılmasını, oyun çeşitlerini, bu oyunlara ait kupon kabul ve değerlendirme işlemlerini, dağıtılacak ikramiye ile sabit, gezici ve sanal ortam bayilerine ilişkin esaslar ile uygulama şekil ve şartlarını kapsadığı belirtilmiş; “Bayilik ruhsatı” başlıklı 14. maddesinde; “Sabit bayilik faaliyetinin yapılabilmesi için Teşkilattan ruhsat alınması zorunlu olup, bayilik faaliyetinde bulunması uygun görülenlere bayilik ruhsatı verilir. Ruhsat verildiği tarihten itibaren Teşkilatça iptal edildiği tarihe kadar başka bir işleme gerek olmaksızın geçerlidir. Ancak, Teşkilat tarafından gerekli görülen hallerde ruhsat yenilenebilir veya vize edilebilir.”; “Sabit bayilik sözleşmesi” başlıklı 15. maddesinde; “(1) Sabit bayilik ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişiler ile Teşkilat arasında süresi 10 yılı geçmemek üzere süreli sabit bayilik sözleşmesi yapılır. (2) Sabit bayilik sözleşmesi ruhsatın geçerli olduğu sürece yürürlükte kalır, ruhsatın iptali halinde başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden feshedilmiş sayılır. (3) Teşkilatça gerekli görülen durumlarda sabit bayilik sözleşmesi yenilenebilir. (4) Sabit bayilik ruhsatı vermeye ve bu bayiler ile sözleşme yapmaya Teşkilat Başkanı yetkilidir. Teşkilat Başkanı bu yetkisini alt birimlere devredebilir. (5) Sabit bayilikler tüzel kişilere birden fazla olarak ve 16 ncı maddede belirtilen kriterler dahilinde verilebilir. Bu durumda verilen bayiliklerin her türlü hukuki ve cezai sorumluluğu bu tüzel kişiye aittir.”; denilmiş; Yönetmeliğin 16.maddesinde “Sabit bayilik ruhsatı verilmesi şartları”, 17.maddesinde “Bayilerin işyerlerinde aranılacak asgari nitelikler”,18.maddesinde “Sabit bayiliklerin verilmesinde izlenecek yöntem”, 19.maddesinde “Sabit bayilik teminatı”, 20.maddesinde “Sabit bayi komisyonu ve ikramiye ödeme primi oranı” 21.maddesinde “Sabit bayiinin adres değişikliği”, 22.maddesinde “Sabit bayiliğin devredilmesi”, 23.maddesinde “Sabit bayilik faaliyetinin sürekliliği ve yürütülmesi” ne ilişkin düzenlemelere yer verilmiş; “Sabit bayilik ruhsatının iptali” başlığını taşıyan 24.maddede ise “(1) Aşağıda belirtilen hallerde bayilik ruhsatı, Teşkilat tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edilir: a) Gerçek kişi bayiinin ölmesi halinde mirasçılarından altmış gün içinde bayilik ruhsatı talebinde bulunulmaması, b) Bayilik ruhsatını haiz olan şirketin iflas etmesi, c) İzinli süreler ve mücbir sebepler dışında, her ne sebeple olursa olsun bayiinin bir takvim yılı içerisinde, izinsiz toplam on beş gün oyun oynatmaması, ç) Teşkilatın izni olmaksızın, işyerinde Teşkilata ait olmayan oyunlar oynatması, d) Teşkilat tarafından her bayi için belirlenen haftalık hasılat limitinin üzerinde oyun oynatılması, e) Oyun bedellerinin kayıt dışı olarak bayiinin kendi nam ve hesabına tahsil edilmesi, f) Yetkisi dahilindeki ikramiye ödeme taleplerini geri çevirmesi, g) Bayi olabilme şartlarından herhangi birini kaybetmesi veya ruhsat ver ildikten sonra bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığının anlaşılması, ğ) Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunulması, Teşkilat tarafından verilen talimat ve kurallara riayet edilmemesi, 206 h) Teşkilatın veya Başbayiinin yetkili personellerine fiili saldırı, hakaret ve tehditte bulunulması, ı) Teşkilat veya Başbayiinin mallarına kasıtlı zarar verilmesi, i) 18 yaşından küçüklere oyun oynatılması veya ikramiye ödenmesi, j) Yılbaşından itibaren dörder aylık periyotlardaki asgari haftalık satış hasılatı ortalamasının Yönetim Kurulunca belirlenen limitin altında olması, k) Teşkilattan yazılı izin almadan adresini değiştirmesi veya bayiliği devretmesi, l) Teşkilata ait olan oyun hasılatlarının işlemiş yasal faiziyle birlikte veya gecikme cezalarının tamamının yatırma tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde ödenmemesi, m) Teşkilata ait olan oyun hasılatının bir takvim yılı içerisinde beş kez geç ödenmesi, n) Güncellenen teminat miktarının süresinde tamamlanmaması, o) Süreli teminat mektuplarının süresi dolmadan en geç on gün önce yenilenmemesi, ö) Yasa dışı bahis oynatılması, oynatılmasına aracılık edilmesi, bunlara yer veya imkan sağlanması veya bunların reklam ve tanıtımın yapılması, p) Haklı bir gerekçe olmadan bilet iptal edilmesi, iptal edilen biletlerin bir yıl süresince saklanmaması veya iptal edilen biletlerin talep tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde Teşkilata teslim edilmemesi, r) Oyunları, Teşkilat tarafından belirlenen değerinden fazla bedelle oynatması, s) Borç mukabili veya kredi kartıyla ya da kredili hesaptan oyun bedelini tahsil etmek suretiyle oyun oynatılması, (2) Teşkilat tarafından bayilik ruhsatı iptal edilenlere yeniden bayilik ruhsatı verilmez.” hükmü yer almıştır. Öte yandan, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile davacı arasında 11.01.2010 tarihinde, 112116 Numaralı Spor Toto Sayısal Bayilik Sözleşmesi imzalanmıştır. Söz konusu Sözleşmenin 2. maddesinin (a) bendinde, 7258 sayılı Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında Kanun, Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tüzüğü, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği ve bunlara ait tebliğler ve talimatların, bu sözleşmenin vazgeçilmez parçası olduğu, bunların bayilere ait hükümlerine, bayiinin aynen uymakla yükümlü bulunduğu; Bayiinin Teşkilatın ve Başbayiinin re’sen vereceği talimatlara, mevcut veya değişebilecek Yönetmelik vb. düzenlemelere uymayı peşinen kabul edeceği; 8.maddenin (b) bendinde, ödeme ile ilgili maddeler ve bayiinin başbayie karşı olan yükümlülükleri de dahil olmak üzere, bayi tarafından iş bu sözleşmenin maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının Teşkilat tarafından ayrıca herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin iptal edileceği; (d) bendinde, bayilik ruhsatının herhangi bir sebeple iptali halinde sözleşmenin kendiliğinden feshedilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır. Uyuşmazlık konusu sözleşmenin hukuki niteliği incelendiğinde; İdare, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabilir. İdare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmeler “idari sözleşme” olarak adlandırılırlar. İdarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılmasına karşılık, 2577 sayılı Yasa’nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1-c maddesinde belirtildiği üzere, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde ise, idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği haiz Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’na ait olduğuna ve bu hak, bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu açıktır. Olayda, davacının davalı idare ile 16.06.2006 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesi imzalayarak 113013 nolu bayilik ruhsatı alıp, faaliyet göstermeye başladığı, sonrasında, yapılan kontrol ve denetimlerde davacının, 18 yaşından küçük çocuğa oyun oynattığının tespiti üzerine, davalı idare tarafınd an davacıya gönderilen 30.01.2013 tarih, 183 sayılı yazı ile, Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği’nin 24/i maddesi gereğince bayiliğinin Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’nın 28.01.2013 gün ve 308755700-110.05/150 sayılı oluruna istinaden iptal edildiğinin davacıya bildirildiği, bunun üzerine davacı tarafından bu işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Bu durumda, idarece, kamu gücüne dayanılarak tek yanlı düzenlenen bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan, dava konusu işlemin, hem bayilik sözleşmesine, hem de Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği hükümleri uyarınca tesis 207 edildiği; İdarenin sözleşmeyi anılan Yönetmelik hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sadece sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağı da bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, Ankara 3.İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 3.İdare Mahkemesince verilen 15.04.2013 gün ve E:2013/512, K:2013/758 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 29.12.2014 gününde Üye Nurdane TOPUZ’un KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Dava, yapılan kontrol ve denetimlerde 18 yaşından küçüklere oyun oynatıldığının tespit edilmesi nedeniyle, davacı adına kayıtlı 113013 nolu bayilik ruhsatının iptal edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. İdare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar idari yargının görevi alanını oluşturmaktadır. İdare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler ile aynı amaçla gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir. Bir sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için sürekli bir kamu hizmetinin görülmesi amacını taşıması, taraflardan birinin idare olması ve kamu hukukuna özgü, kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin sözleşmede yer alması zorunludur. İdarenin davacı ile yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin, idari sözleşme niteliği taşımadığı, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir hukuksal işlem olduğu ve bu ilişkiden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği dikkate alındığında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargının görevinde bulunmaktadır. Bu nedenle, davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum. Üye Nurdane TOPUZ * * * Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: 24-ESAS NO : 2014/1139 KARAR NO : 2014/1180 KARAR TR : 29.12.2014 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Davacı tarafından, sevk ve idaresindeki aracı ile seyir halinde olduğu yol üzerinde; yol çalışması yapılmasına rağmen yeterli işaretlemelerin olmaması, gerekli yol denetimi ve görevli bulunmaması nedenleri ile meydana gelen trafik kazası sonucu uğradığı maddi ve manevi zararın, olayda kusuru bulunan davalıdan tazmini istemi ile açılan davanın; 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. Maddesi gereğince ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : A.P. : Av. M.Ş. : Ankara Büyükşehir Belediyesi : Av. K.V. O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 25.05.2013 tarihinde 06……… plaka sayılı araçla İrfan Baştuğ caddesinden havaalanı istikametine seyir halinde olduğu sırada 141.sokak kavşağına geldiğinde yol çalışması olduğu halde yol üzerinde yeterli işaretlemelerin olmaması, gerekli yol denetimi ve görevli bulunmaması ve diğer yol kusurları sebebiyle meydana gelen trafik kazası sonucu ağır şekilde yaralandığını ve bu nedenle geçici ve kalıcı iş göremez hale geldiğini, meydana gelen kazada; yol 208 çalışması olan alanda gerekli ve yeterli uyarıcı önlemleri almayan davalının kusurlu olduğunu belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 5.000,00 TL maddi tazminatın, 25.000,00 TL manevi tazminatın, kaza tarihi olan 25.05.2013 tarihinden itibaren işleyecek değişen oranlarda avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemi ile 27.09.2013 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. Ankara 9.Asliye Hukuk Mahkemesi: 01.10.2013 gün ve 2013/429 Esas, 2013/450 Karar sayılı kararı ile; “HMK'nun 3. maddesinde ‘Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar’ hükmü Anayasa Mahkemesinin 16/02/2012 tarih, 2011/35-2012/23 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. HMK'nun 1. maddesi gereğince, mahkemelerin görevinin ancak kanunla düzenlenebileceği ve göreve ilişkin kuralların kamu düzenine ilişkin olmasına göre, görev dava şartlarından olup mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılabileceği gibi, taraflarca ileri sürülmesi mümkündür. İdari Yargılama Usulü Kanun'unun 2/b maddesinde ‘idari eylem ve işlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları’nın idari yargının görevinde olduğu öngörülmüştür. HMK'nun 3. maddesi Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmiş olup, davaya konu uyuşmazlığın idare Mahkemesi'nin görevinde olduğu anlaşıldığından Yargı Yolu itibari ile Mahkememizin görevsizliğine, bu nedenle dava dilekçesinin reddine” şeklindeki gerekçesi ile yargı yolu nedeniyle mahkemelerinin görevsizliğine, bu nedenle dava dilekçesinin reddine karar vermiş, verilen karar davacı vekiline 04.11.2013 tarihinde, davalıya 06.11.2013 tarihinde tebliğ edilmiş, tarafların temyiz etmemesi üzerine 22.11.2013 tarihinde kesinleşmiş ve karara bu şekilde şerh edilmiştir. Davacı vekili bu kez aynı istemle; idari yargıda dava açmıştır. Ankara 3.İdare Mahkemesi: 03.07.2014 gün ve 2013/2107 Esas, 2014/1028 Karar sayılı kararı ile; “dava konusu işlemin Vergi Mahkemesinin görevine giren vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ile bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin bulunmadığı gibi idare mahkemesinin görevine giren iptal veya tam yargı davasına konu bir işlem ile ilk derecede Danıştayca çözümlenecek bir işlemde olmadığı, özel hukuk ilişkisinden doğan ve adli yargının konusuna giren bir işlem olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1 -a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine” şeklindeki gerekçesi ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar davacı vekiline ve davalıya 01.08.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, süresinde itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 29.12.2014 günlü toplantısında: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının sevk ve idaresindeki 06 EU 7056 plaka sayılı aracın yapılan yol çalışması sırasında, gerekli ve yeterli uyarıcı önlemlerin alınmaması nedeni ile meydana gelen maddi hasarlı ve yaralanmalı kaza sonucu, davacının uğradığı maddi ve manevi tazminatın, olayda kusuru bulunan davalıdan tazmini istemiyle açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve 209 bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun Karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; davanın, 25.05.2013 günü meydana gelen trafik kazasında, yol çalışması olduğu halde yol üzerinde yeterli işaretlemelerin olmaması, gerekli yol denetimi ve görevli bulunmaması ve diğer yol kusurları nedeni ile kusuru bulunan davalıdan, meydana gelen zararın maddi ve manevi tazmini istemi ile Ankara 9.Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı, davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine bu kez Ankara 3.İdare Mahkemesi’nde dava açıldığı, Ankara 3.İdare Mahkemesi’nce davanın görevden reddedilmesi üzerine davacının, 2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 14.maddesi uyarınca görevli yargının belirlenmesi istemi ile Mahkememize müracaat edildiği anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değ ildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.20