dünyada çok taraflı denge ve türkiye için yakın gelecek

advertisement
ISTANBUL TICARET ODASı
YAYıN NO: 2002 - 20
DÜNYADA ÇOK TARAFLI DENGE
VE
TÜRKİYE İÇİN
YAKIN GELECEK
HAZıRLAYAN
Dr. Can Fuat GÜRLESEL
M. Faruk DEMİR
ISTANBUL
Bu eserin tüm telif hakları istanbul Ticaret Odası'na (İTO) aittir.
İTO'nun ve yazarının ismi kaydedilmek koşuluyla yayından alıntı yapmak
mümkündür. Ancak, İTO'nun yazılı izni olmadan yayının tamamı veya bir
bölümü kopyalanamaz, çoğaltılamaz, ticari amaçlarla kullanılamaz.
Bu kitapta öne sürülen fikirler eserin yazanna aittir. İstanbul Ticaret Odası'mn
görüşlerini yansıtmaz.
HAZİRAN 2002 İSTANBUL
ISBN 975-512-642-2
İTO yayınları için ayrıntılı bilgi
Ticari Dokümantasyon Servisi'nden edinilebilir.
Tel. : (O 212) 455 60 00 / 63 21 - 63 28
Faks: (O 212) 513 88 27 - 520 10 27
E. Posta : dokümantasyon @ tr-ito.com
BASKI
MEGA AJANS
REKLAMCILIK MATBAACILIK FUAR HİZM. LTD. ŞTİ.
Tel.: (212) 519 24 41
Tel - Faks : (212) 519 42 43
ÖNSÖZ
1989 yılında doğu bloku'nun çöküşü ile başlayan yeni süreç iki kutuplu
dünya dengesini sona erdirmiş ancak dünya çapında etkili olacak yeni bir
denge düzeni henüz kurulamamıştır. Mevcut durumun istikrarsızlığı özelikle
11 Eylül olaylarının ardından iyice ortaya çıkmış ve yeni denge arayışları
daha fazla önem kazanmıştır. Bugün Dünyada aşılması gereken en büyük
engel işte bu yeni dönemin iyi tanımlanması ve şartlarının doğru teşhisinde
yatmaktadır. Yeni yüzyılda bugün birçok ülkede hala sürdürülebilen otoriter
rejimlerin yerine "katılımcı yönetim" modellerinin alınması kaçınılmaz
olacaktır.
Küreselleşmenin ortaya çıkardığı gelir ve refah düzeyindeki farklılıklar
insanların beklentilerini farklı şekillerde etkilemiştir. Yeniden yapılanma
süreci de diyebileceğimiz bu dönemde dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri
platformlarda zor bir döneme girdiğini, yönetimlerin ulusal ve uluslararası
bazda yeni anlayışlara itildiğini gözlemliyoruz.
Dünya artık iki kutupluk sınırını aşarak bir taraftan ABD ve AB, diğer
taraftan Çin ve Japonya'nın öncülük yaptığı Uzakoğu olmak üzere;
Rusya'nın da, her ne kadar eski gücünü yitirmiş olsa da, katılımıyla
neredeyse dört kutba ayrılmış durumdadır.
Bu durumu dikkate alan Odamız ise dünyayı başka bir karmaşanın içine
sürüklemekte olan bu yeni sürecin incelenmesi amacıyla bir çalışma
yapılmasını kararlaştırmıştır. "Dünya'da çok Taraflı Denge ve Türkiye İçin
Yakın Gelecek" kitabının çalışmaları bu çerçeve içerisinde gelecekte
dünyada oluşacak olumlu ve olumsuz gelişmeleri incelerken özellikle
Türkiye'nin küreselleşme sürecine ve yeni yapılanmalar içinde kendisine
nasıl bir yer arayabileceği konusu da irdelenmektedir. Dileğimiz ve
beklentimiz ülkemizin ileride kendisini "Çok Taraflı Türkiye" olarak
konumlandırması ve bu konumunun faydalarını zamanında görerek iyi
kullanmasıdır.
Yayınımızın ülkemize, karar alıcılara ve diğer ilgililere yararlı olmasını diler,
bu araştırmayı gerçekleştiren Dr. Can Fuat Gürlesel ve M. Faruk Demir'e
teşekkür ederim.
Prof. Dr. İsmail Özaslan
Genel Sekreter
SUNUŞ
Son yirmi yıldır yaşanan küreselleşmenin yarattığı refah ve yoksulluk
paradoksu ile 1989 yılında sona eren iki kutuplu dünya ardından gelişen
sürecin yarattığı kaotik ortama çarpan 11 Eylül dünyayı yepyeni bir döneme
sokmaktadır. Belki de milenyum işte şimdi başlamaktadır.
Öncelikle bu yeni dönemin tanımlanması ve tarif edilmesi ile bir öncekine
göre farklılıkların ortaya konulması zaman alacaktır. Bugün için yeni
dönemin tanımlanması ve açıklanması önemli zorlukları barındırmaktadır.
Karmaşık ilişkiler karmaşık ifadeleri getirmektedir. Medeniyetler çatışması
klasik, ancak yetersiz hatta yersiz açıklama olarak kalabilmekte ve yeni
dönemi tarif edememektedir.
İki kutuplu dünya ve tek süper gücün yer aldığı geçiş döneminin ardından
dünya Çok Taraflı Yeni Denge sürecine girmektedir. Yeni dönemde
siyaset, güvenlik, ekonomik ve sosyal açıdan iki veya tek kutupluluk değil,
çok taraflılık söz konusu olacaktır.
Türkiye de dünyada oluşmakta olan Çok Taraflı Yeni Denge içinde kendini
Çok Taraflı Türkiye olarak konumlandırmalıdır. Bu konum Türkiye'nin yeni
dönemde en çok insiyatif kullanabileceği konum olacaktır.
Bu çerçevede çalışmamız yeni dönemde Global Denge ve Türkiye'nin
konumlandırılması açısından "Çok Taraflılığı" temel alan bir teori ve buna
bağlı pratik strateji ve politikalar bütününü içermektedir. Çok taraflı ilişkiler
nedeni ile farklı disiplinlerin bakış açısına, trendlerine ve değişmesi gerekli
teorilerine yer verilmektedir.
Çalışmanın ilk bölümü Dünyada Çok Taraflı Denge ve Unsurlarını analiz
etmektedir. İkinci bölüm Türkiye İçin Yakın Gelecek başlığı altında Çok
Taraflı Türkiye konumlandırmasını içermektedir. Üçüncü bölümde ise çok
taraflı global dönemin idaresini sağlayacak uluslar arası yönetişim
anlayışına yer verilmekte ve çok taraflı Türkiye'nin yönetimi için gerekli
siyasi ve idari yönetim reformu önerileri sunulmaktadır.
Çalışmamızın yeni dönemin tarifinde ve Türkiye'nin yakın gelecekteki
global konumlandırmasına katkıda bulunmasını dileriz.
Dr.Can Fuat GÜRLESEL
M.Faruk DEMİR
DÜNYADA ÇOK TARAFLI DENGE
ve TÜRKİYE İÇİN YAKIN GELECEK
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
1. BÖLÜM DÜNYADA ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE UNSURLARI
GİRİŞ
GÜVENLİK VE SAVUNMAANLAYIŞINDA DEĞİŞİM VE YENİ
YAKLAŞIMLAR
1.1.1. DEĞİŞEN TEHDİT VE DÜŞMAN KAVRAMLARI
1.1.2. GLOBAL GÜVENLİK KAVRAMINDA EVRİM
1.1.3. YENİ GÜVENLİK SİYASETİ; ÜLKELER VE KURUMLAR
1.1.3.1. Ülkeler
1.1.3.2. Kurumlar
1.2.
EKSENLER, ÇOK TARAFLI DENGE VE ÇATIŞMA ALANLARI
1.2.1. YENİ EKSENLERİN TARİFİ
1.2.2. ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ÜLKELER
1.2.2.1. Çok Taraflı Dengede Ana Aks Ülkeler
1.2.2.2. Çok Taraflı Dengede Diğer Ülkeler ve BölgeserDeğerlendirmeler
1.2.3. EKSENLER İÇİN ÇIKAR VE ÇATIŞMA ALANLARI
1.2.3.1. Afro Avrasya Eklemleri
1.2.3.2. Balkanlar ve Karadeniz
1.2.3.3. Kafkasya
1.2.3.4. Güney-Batı Asya ve Hindistan
1.2.3.5. Güney Doğu Asya ve Pasifik
1.3.
ÇOK TARAFLI YENİ DENGEDE İSLAM JEOPOLİTİĞİ VE
ÇATIŞMALAR
1.3.1. İSLAM JEOPOLİTİĞİ
1.3.2. JEOPOLİTİK ÇATIŞMA YADA MEDENİYETLER ARASI SINIRLAR
1.3.3. İSLAM JEOPOLİTİĞİNİN STRATEJİK DEĞERLENDİRMESİ
1.4.
DÜNYA EKONOMİSİNDE YENİ DÖNEM 2000-2010 •
1.4.1. GLOBAL EKONOMİDE PARADOKSAL TRENDLER; FIRSATLAR
VE TEHDİTLER
1.4.2. EKONOMİK BÜYÜME
1.4.3. DÜNYA TİCARETİNDE SERBESTLEŞME
1.4.3.1. Dünya Mal ve Hizmet Ticareti
1.4.3.2. Dünya İmalat Sanayiinde Dönüşüm
1.4.3.3. Uluslar arası Sermaye Hareketleri
1.4.3.4. Bölgesel Ekonomik ve Ticari Bütünleşmeler
1.4.4. ENERJİ KAYNAKLARI VE KULLANIMI
1.4.4.1. Global Enerji Pazarında Varsayımlar ve Ana Trendler
1.4.4.2. Global Enerji Talebinde Trendler
1.4.4.3. Enerji Üretimi ve Talebin Karşılanması
1.4.4.4. Global Enerji Ticareti
11
1.1.
11
12
18
22
23
25
29
29
39
40
50
57
57
60
60
61
61
62
62
68
71
75
76
80
82
82
88
89
91
91
92
92
94
98
1.4.5. GLOBAL GIDA İHTİYACI VE KARŞILANMASI
1.4.5.1. Gıda Talebini Belirleyici Unsurlar
1.4.5.2 Tanm Üretimi
1.4.5.3. Gelişmekte Olan Ülkelerin Tarım Göstergeleri
1.4.5.4. Global Tanm Ticareti
1.4.6. SU KAYNAKLARI VE KULLANIMI
1.4.7. EMTİA FİYATLARI VE DÜNYADA YENİ BÖLÜŞÜM
1.4.8. GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER ARASINDA YENİ
İLİŞKİ AĞI
1.4.9. YENİ EKONOMİK DÖNEMİN YÖNETİMİ VE KURUMLAR
1.4.9.1. Uluslar arası Finansal Kurumlarda Yeniden Yapılanma, IMF ve
Dünya Bankası
1.4.9.2. Yeni Dönemin Kurumu G-20
1.5.
SOSYAL AYRIŞMALAR VE ÇOK TARAFLI YENİ DENGEYE
ETKİLERİ
1.5.1. NÜFUS VE DEMOGRAFİK TRENDLER
1.5.1.1. Nüfus Artışı ve Mutlak Nüfus Trendleri
1.5.1.2. Demografik Yapı
1.5.1.3. Nüfus Trendlerinin Bölgelerarası Dağılımı
1.5.1.4. Nüfus Hareketleri
1.5.2. YOKSULLUK VE GELİŞMİŞLİK FARKLARI
1.5.3. ÇEVRE GÜVENLİĞİ VE TRENDLER
1.5.3.1. Genel Trendler
1.5.3.2. Karbondioksit Emisyonu
1.5.3.3. Global Isınma ve İklim Değişimleri
99
99
101
101
102
103
105
107
110
110
111
113
113
114
114
115
117
119
122
122
123
124
II. BÖLÜM TÜRKİYE İÇİN YAKIN GELECEK
GİRİŞ
ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE'NİN STRATEJİK
DEĞERLENDİRMESİ
2.1.1. TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİK EVRİMİ VE GÜVENLİK YAKLAŞIMI
2.1.2. TÜRKİYE'NİN ÇOK TARAFLI DENGE AÇISINDAN KONUMU
2.1.2.1. Entegrasyon İlişkisi
2.1.2.2. Stratejik Ortaklık Politikası ve Stratejik İlişki
2.1.2.3. Ekonomik ve Ticari Yakınlaşma İlişkisi
2.1.2.4. Global Ortaklıklar Politikası İlişkisi
2.1.3. TÜRKİYE'NİN YAKIN ÇEVRE POLİTİKASI ANALİZİ
2.1.3.1. Doğu Akdeniz
2.1.3.2. Ortadoğu
2.1.3.3. Kafkaslar ve Hazar Havzası
2.1.3.4. Karadeniz
2.1.3.5. Balkanlar
2.1.3.6. Yakın Çevre Politikasının Getirdiği Yükler
2.2.
ÇOK TARAFLI TÜRKİYE'NİN EKONOMİK ÖNCELİKLERİ VE
KISITLARI
129
2.1.
130
130
133
133
135
138
139
139
141
141
143
145
146
146
147
2.2.1.
EKONOMİDE DEVLET VE KAMU KESİMİNDE YENİDEN
YAPILANMA
2.2.2. PİYASA EKONOMİSİ VE ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇİŞ
2.2.3. GLOBAL VE BÖLGESEL EKONOMİK ROLLER
2.2.3.1. Merkez Ülke Türkiye
2.2.3.2. Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi
2.2.3.3. Global Ekonomik Rol ve G-20 Üyeliği
2.3.
ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE İÇİN SOSYAL FIRSATLARIN
VE TEHDİTLERİN ANALİZİ
2.3.1. SOSYAL DEVLET İLKESİ
2.3.2. BEŞERİ GELİŞME; ETKİLİ UNSURLAR
2.3.2.1. İnsan Unsuru, Bilgi Toplumu, Demografi ve Eğitim
2.3.2.2. Örgütlü Sivil Toplum
2.3.3. ÇOK TARAFLİ TÜRKİYE'NİN GLOBAL BAŞARISI İÇİN BİREYİN
EVRİMİ
2.3.4. BATI VE İSLAM JEOPOLİTİĞİ ARASINDA TÜRKİYE'NİN KÖPRÜ
GÖREVİ
148
151
153
153
155
158
159
160
163
163
165
167
172
III. BÖLÜM ÇOK TARAFLI YENİ DENGE; ULUSAL VE
ULUSLAR ARASI YÖNETİM
3.1.
3.2.
3.2.1.
3.2.2.
3.2.3.
3.2.4.
3.2.5.
GİRİŞ
ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ULUSLAR ARASI YÖNETİM
YOL AYRIMINDAKİ TÜRKİYE; SİYASİ VE İDARİ YÖNETİMDE
REFORM İHTİYACI
YENİ DEVLET TANIMI VE KAVRAMLAR
YÜRÜTME ORGANLARINDA REFORM
YASAMA ORGANINDA REFORM
SİYASİ PARTİLER
YEREL YÖNETİMLER
177
177
185
185
187
189
190
192
SONUÇ
193
KAYNAKLAR
205
I.BÖLÜM
DÜNYADA ÇOK TARAFLI YENİ
DENGE VE UNSURLARI
GİRİŞ
Soğuk Savaş döneminin ardından iki kutuplu dünya sona ermiş ve ABD'nin tek
süper güç olduğu tek kutuplu bir dünyaya geçilmiştir. Ancak bu dönem bir
geçiş süreci olarak yaşanmıştır. Nitekim tek kutuplu dünyada siyasi,askeri,
ekonomik ve sosyal dengeler kurulamamıştır.
Bu dönemde ekonomi ağırlıklı dünya gündemi, kapitalist sistemin ve piyasa
ekonomisinin yaygınlaşması, demokratik değerlerin ve uluslararası hukuk
normlarının yerleşmesi, uluslararası ticaretin ve sermaye hareketlerinin
serbestleştirilmesi gibi alanlarda yoğunlaşmıştır.
Ancak bu süreç 1997 yılında Asya-Pasifik ülkelerinde yaşanan ekonomik
krizler ile ekonomik alanda kesintiye uğramış, ardından gelen diğer krizler ile
birlikte global talep daralması, 2000'lerin hemen başında dünya ekonomisini
durgunluğun eşiğine getirmiştir. Aynı tarihte dünya üzerinde gelir dağılımında
aşırı bozulma ve fakirlik uluslar arası sistemi tehdit eder hale gelmiştir. ABD
tek başına global ekonominin yönlendiricisi olma rolünden kaynaklanan
sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır.
2000'lerin hemen başında gelinen bu noktada, soğuk savaş sonrası bozulan
dengenin henüz kurulamadığı, hedefleri bölgesel olan ve globaf dengeyi daha
da bozucu girişimlerin yaşandığı bir süreçte 11 Eylül saldırısı gerçekleşmiştir.
Bu saldırının ardından global siyasi askeri, ekonomik ve sosyal dengenin
yeniden oluşması süreci başlamıştır. Bu dengeyi "Dünya'da Çok Taraflı Yeni
Denge" olarak tarif etmekteyiz.
Bu denge ikinci dünya savaşı sonrasında tarafların masa başında yaptığı
uzlaşmalar ve anlaşmalar ile oluşturulmayacaktır. Bir başka deyişle yeni bir
Yalta Konferansı olmayacaktır. Yeni denge tarafların güç mücadelesi ile
kurulacaktır ve yeni dengenin kuruluşu bir on yıl sürecektir.
Bu bölümde Dünya'da Çok Taraflı Yeni Denge ve unsurları ayrıntılı olarak
açıklanmaktadır.
1.1.
GÜVENLİK VE SAVUNMA ANLAYIŞINDA DEĞİŞİM VE YENİ
YAKLAŞIMLAR
Çok Taraflı Yeni Denge'nin kuruluşunda en önemli unsur güç dengeleri
olacaktır. Ancak güç dengelerini sadece askeri güç olarak değerlendirmek
yanlıştır. Çünkü yeni dengenin oluşumunda öncelikle düşman ve tehdit
kavramları değişiklik göstermektedir. Değişen düşman ve tehdit kavramlarına
bağlı olarak da ülkelerin güvenlik yaklaşımları ve anlayışları ile güvenlik
siyasetleri değişim gösterecektir. Bu bağlamda global güvenliğin
sağlanmasından
sorumlu
kurumların
rolleri
de
tartışılmakta
ve
yenilenmektedir. NATO ve AGSP iki önemli kurumsal yapıdır. Yeni denge
kurulurken her iki kurumun çıkar çatışmaları da olacaktır.
1.1.1. DEĞİŞEN TEHDİT VE DÜŞMAN KAVRAMLARI
1990 yılının Temmuz ayında toplanan Londra Konferansının sonuç
deklarasyonu ile soğuk savaşın bitişi resmi olarak ilan edilmiştir. Aradan geçen
on yıl sürecinde global güvenlik ve politik koşullar büyük değişiklikler yaşarken
aynı dönem içerisinde artan veya biçim değiştiren güvenlik yaklaşımı dünya
için yeni ve geniş tanımlı bir tehdit boyutunu da ortaya çıkartmıştır.
1989 yılında Romanya'da Çavuşesko'nun halk ayaklanması sonucu
devrilmesi, Berlin duvarının yıkılması ve devam eden olaylar ile iki
Almanya'nın birleşmesi, Avrupa coğrafyası üzerinde güvenlik açısından
tehditin boyut değiştirmesine yol açmış, dünya'nın diğer bölgelerinde meydana
gelen krizler ve çatışmalar genel dünya güvenliği açısından farklı bir süreci
başlatmıştır.
Geçiş süreci içerisindeki bu kavramsal değişim ve gelişim 11 Eylül saldırısı ile
birlikte önemli bir mesafe kaydederek tehdit ve düşman tanımı açısından
belirli bir çerçeveyi şekillendirmiştir. Tehdit ve düşman tanımı yapılırken,
öncelikle bir tehdit ve düşman
algılama metodolojisini ortaya koymak
gerekmektedir. Bu metodoloji aynı zamanda gelecek süreçte ortaya çıkacak
değişiklikleri öngörmeyi ve tanım üzerinde ihtiyaç duyulacak değişiklikleri
yapmayı sağlayacaktır.
Güvenlik, tehdit ve ekonomi-politik kavramlarının yeniden tanımlanmasını
zorunlu kılan ve yeniden tanımlama yapılmasında stratejik yaklaşımlar
kullanılmasına yol açan devrim niteliğinde üç önemli değişiklik yaşanmıştır.
Birinci değişiklik jeostratejik devrimdir; Dünya politikası açısından coğrafi
zeminlerde meydana gelen değişiklikler iki kutuplu yapıdan sonra karmaşık bir
süreç ve etkin coğrafi faktörlerin katılımıyla çok taraflı yeni bir atmosferi
beraberinde getirmiştir. Jeostratejik devrim ile piyasa ekonomisi, demokrasi,
global değerler ve kültürel etkileşim gibi kavramların yarattığı yeni bir global
diplomasi ve bu diplomasinin arkasında yer alacak yeni askeri konsept ve
ittifaklar önemli hususlar olarak algılanmaktadır.
İkinci değişiklik enformasyon devrimi olarak nitelenmektedir. Enformasyon
devrimi üç noktada tasnif edilebilir. Bunlardan birincisi, enformasyon
teknolojisinde meydana gelen büyük değişim ve gelişimdir. Teknolojinin
üretimi ve transferi, yazılımın kontrolü ve diğer konular global politikayı
şekillendirmekte önemli yer tutmaktadırlar. İkinci olarak bilginin taşınması ve
engellenmesi konusunda devam eden mücadelelerdir. Üçüncü olarak ise
kültür ve değerlerin enformasyon ortamında hızla yaygınlaşması ve karşılıklı
etkileşim yaratması devlet yönetimlerine karşı dolaylı etkiler yaratmaktır.
Enformasyon devrimi bu açıdan güvenlik kavramını tamamen değişmeye
zorlamaktadır.
Üçüncü değişiklik ise yönetim devrimidir; Ülkelerin iç politika hedefleri ve dış
politika hedeflerinde yaratılan genişleme ve karşılaşılan kısıtlamalarla yönetim
anlayış ve biçimleri üzerinde çok önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bu
durum yayılmacı devlet politikalarının azalmasına ve yönetimler arası ilişkilerin
geliştirilmesine olanak tanırken, karşılıklı bağımlılıkları da arttırmaktadır.
Yukarıda anılan her üç devrimle birlikte dünya politikası ve ekonomi
ilişkilerinde değişiklikler ortaya çıkarken, buna bağlı korunması gereken ve
elde edilmesi gereken hedefler de yeni ve daha geniş bir zemin bulmaktadır.
Bu zemin üzerinde taraflar arası tehdit ve düşman tanımı için yeni bir algılama
metodolojiyi de gelişmektedir. Bir başka deyişle ülkeler kendileri için neyin
tehdit olduğunu yeniden tanımlarken kullandıkları metodolojiyi de
değiştirmektedir. Tehdit algılamasında esas olan ise ülkelerin aşağıdaki temel
konulara karşı duydukları hassasiyettir.
a.Uluslararası terörizmle mücadele
b.Saldırma amacı güden agresif politikaları engelleme
c.Tehlikeli silahların yaygınlaşmasını engelleme
d.Demokrasiyi yaygınlaştırma ve koruma
e.Piyasa ekonomisini geliştirme ve yayma
f.Finansai istikrarı koruma
g.Refahı yaygınlaştırma ve arttırma
h.Çevre ve sağlık koşullarını iyileştirme ve koruma
ı.Yolsuzluk ve organize suçlarla mücadele
j.Göçler, nüfus ve mülteci hareketlerini kontrol
Yukarıda sayılan konular ile ilgili olarak ülkelerin ekonomik, politik ve temel
güvenlik yapılarına karşı gelişecek her türlü davranış ve bu davranışı
sergileme niyeti tehdit olarak algılanmaktadır. Bu tehditlerin algılaması üç
temel kategoride değerlendirilmektedir:
Ulusal Fiziki Tehdit; devletlerin veya ulusların kendi varlıklarını hayati seviyede
sürdürmelerine engel olmayı amaç edinen veya hayati koşulları ortadan
kaldırmayı amaçlayan tehditleri nitelemektedir.
Ulusal Çıkar Tehditi; devletlerin veya ulusların hayati olmayan ancak refahı ve
zenginliği engelleyici veya refaha ulaşmak için gerek duyulan yolları ortadan
kaldırmayı amaç edinen tehditleri nitelemektedir.
Ortak Değerler Tehditi; tüm dünya için var olması gerektiğine inanılan barış,
refah, demokrasi, insan hak ve hürriyetleri ile diğer global demokratik*
değerlerin varlığını engelleyen veya ortadan kaldırmayı amaçlayan tehditleri
nitelemektedir. Bu kategori aynı zamanda global tehdit kavramının da temel alt
yapısını oluşturmaktadır.
Tehdit algılama metodolojisi tehditlerin kimlerden ve nelerden kaynaklandığı
konusunda da yeni bir sınıflama yapmaktadır. Temel konularla ilgili olarak
yukarıda ifade edilen kategoriye uygun en dıştan en içe bir seyir izleyerek
tehditlerin sınıflandırılması geniş bir taban üzerine bina edilmektedir. Bu yeni
metodoloji sıcak tehdit durumunda, yapısına göre ulusal, bölgesel veya global
tehdit olarak birden fazla ülkenin tehdit uyarı seviyesini belirlemektedir. Tehdit
kaynaklarını yedi alt grupta sınıflamak uygun olacaktır:
a.
b.
c.
d.
e.
f.
g.
Bölge ve devletten kaynaklanan tehditler
Uluslarüstü gruplardan kaynaklanan tehditler
Teknolojinin tehlikeli kullanımından kaynaklanan tehditler
Güçsüzleşen yönetimlere sahip devletlerin edilgen tehditleri
Saldırgan devletlerin yarattığı tehditler
Birleşik amaçlı istihbarat alt ortaklıklarının yarattığı tehditler
Çevre ve sağlığa saldırı amaçlı tehditler
Tehdit açısından en çok risk taşıyan iki konuyu biraz daha incelemek yerinde
olacaktır. Bunlardan birincisi, global bilgi alt yapılarının güvenliğine ilişkin
tehditlerdir. Siber saldırılar başta olmak üzere ülke yönetimlerini felç etmeyi
sağlayacak seviyede bilgi penetrasyonları ve network sistemlerini ele geçirme
amaçlı davranışlar öncelikli tehdit konumundadır. İkinci olarak ise tehditi
yaratan veya tehditin ülke içi uzantıları konumunda bulunan saldırganların
uzun bir süre sivil yaşam formlarında sessiz bekleyişlerini sürdürmeleridir. Bu
ise sivil yaşam formları üzerine devlet kontrolünü arrtırmak için birey yaşamını
kısıtlayıcı tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. Ortaya çıkan durum yeni
güvenlik yaklaşımında tehditin tanımı ve biçimi üzerinde meydana gelen
değişimlerin bireylerin ve toplumların yaşamlarını da ciddi şekilde değiştireceği
gerçeğidir.
Coğrafi yapılardan kaynaklanan statik tehditler varlığını azalarak devam
ettirmektedir. Buna rağmen özellikle körfez havzası ve doğu asyada sıcak
halde statik tehditin belirgin olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Diğer
unsurlardan kaynaklanan aktif tehdit ise yaygınlaşarak ve yakın bir sürede
artarak varlığını sürdürmektedir. Yukarıda belirtilen bir çok temel konuyla ilgili
olarak aktif tehdit için 2010 yılına kadar belirgin bir artış ve buna paralel olarak
çatışma önleyici yeni birliktelikler olabilecektir.
2010 yılına kadar olan süreçte uluslar arası yeni yapıya yönelik tehditler
önceki dönemlere göre farklılaşacaktır. Belirli başlıklar altında vermeye
çalıştığımız tehdit
bulunmaktadır.
kavramına
ilişkin
unsurları
örneklendirmekte
yarar
İç Çatışma Unsurları
Küreselleşme sürecinden kopuk, demokratik açılımları sağlayamayan, otoriter
rejimler ile toplumsal talepleri bastıran, enformasyon teknolojisine uzak,
demografik baskılar altında ve gelir dağılımının bozuk olduğu yoksul ülkelerde
içsel çatışmalar; toplumsal uzlaşmazlıklardan kaynaklanacaktır. Bu çatışmalar,
toplumsal taleplerin bastırılması ile karşılanması arasındaki dengeye göre;
kısa veya uzun süreli, kısır ve uzlaşmaz olacaktır. Süreç toplum ile siyasi
otorite arasında olacak, uzlaşmazlığın yarattığı istikrarsızlık kalıcı olursa kaotik
ortamlar ile karşılaşılacaktır. Bu nedenle içsel çatışma unsurları bölgesel, hatta
uluslar arası ilgi alanına sıçramış olacaktır.
İçsel çatışmalar çoğu zaman ülke içi yer değiştirmeler, mülteci akımları, insan
hakları ihlalleri, dini ve etnik ayrımlardan, artan göç baskısından da
kaynaklanacak veya bu sonuçları verecektir.
Bu sonuçların önemli bölümü sınır ötesini, komşu ülkeleri de olumsuz
etkileyecek ve onları da çatışma sürecinin içine çekebilecektir. Sahra Afrikası,
Kafkaslar ve Orta Asya, Güney ve Güney Doğu Asya, Orta Amerika ve
ANDEAN ülkeleri içsel çatışma unsurları için potansiyel bölgelerdir. Çatışma
unsurlarının bölgeyi ve global sistemi tehdit etmesi halinde uluslar arası
organizasyonların müdahalesi istenecek ve müdahaleler yapılacaktır.
Uluslar arası Terörizm
Terörizm uluslar üstü terörizme dönüşmektedir. 11 Eylül saldırısı ile birlikte bu
yönde önemli mesafeler alınmıştır. 2010 yılına kadar olan süreçte Devletlerin
terörist gruplara resmi ve siyasi desteği giderek azalacak ve hatta kopacaktır.
Ancak zayıf yönetimler ve ekonomiler, etnik-dini ve kültürel gerginlikler, sınır
kontrollerinin zayıf olduğu yerler uluslar üstü terörizmin iticisi ve olanak
sağlayıcısı alanlar olacaktır.
Uluslar üstü terörizm giderek enformasyon teknolojisinin olanaklarını
kullanarak, uluslar arası bir ağ içinde az sayıda, ancak stratejik ve kitle
ölümleri ile sonuçlanacak eylemler gerçekleştirecektir. Bu eylemlerin devletler
veya ideolojik gruplar ile bağlantısı ise belirgin olmayacaktır. Hareketli terörizm
grupları ile mücadele giderek teknoloji içerikli hale dönüşecektir. Teknolojisi
yetersiz geri ülkeler için bu grupların faaliyetleri ve varlıkları önlenemez
(ulaşılamaz) olacaktır. Bu nedenle iç ve dış terörizm ile mücadele yöntemleri
tamamen değişmektir.
stratejik Altyapılara Tehditler
2010 yılına kadar olan süreçte global bütünleşmeyi sağlayan uluslararası
altyapıya tehditler artacaktır. Yeni dönemin stratejik ekonomik altyapısını
iletişim, ulaştırma, taşımacılık, finansal sistem, enerji gibi sektörlere hizmet
veren bilgi işlem ve enformasyon teknolojisi ve araçları oluşturmaktadır. Global
ekonominin dinamikleri değişmektedir. Geçmiş dönemde Barajlar, enerji
merkezleri, rafineriler, limanlar stratejik altyapıyı oluştururken, bugün için
teknolojik altyapı hayati önem kazanmıştır. Altyapıya fiziki ve elektronik
saldırılar ile bilgi işlem altyapısına ve ağlarına yönelik siber saldırılar tüm
global çalışma sistemlerini durdurabilecektir. Enformasyon teknolojisine dayalı
operasyonlar, askeri güçlere karşı elektronik savaş, enerji silahlarının
kullanımı, ülkeler arası elektronik ve enformasyon ağını koparma, bilgi işlem
altyapılarının çökertilmesi tehditleri ortaya çıkmaktadır.
Kitle İmha Silahları
2010 yılına kadar ülkelerarası sıcak çatışma olasılığı oldukça düşüktür.
Konvansiyonel silahlar ile nükleer silahlar savunma amaçlı ve caydırıcı olma
niteliklerini taşımaya devam edecektir. Uluslararası yeni yapı için tehdit
oluşturan ise Kitle imha silahları olacaktır. Kısa ve orta menzilli balistik
füzelerin Kitle imha silahları ile donatılması durumunda, bu silah grubuna
sahip ülkeler ciddi tehdit unsuru oluşturmaktadır. Kitle imha silahları biyolojik
veya kimyasal silah teknolojisindeki gelişmeye bağlı olarak önem
kazanmaktadır. ABD, İngiltere, Fransa, Hindistan, Pakistan ve İsrail'in yanısıra
kitle imha silahları teknolojisine sahip olan Rusya, Çin, Irak, İran ve K.Kore
balistik füze teknolojilerini de geliştirerek veya balistik füze satışları yaparak bu
tehdit unsurlarını taşıyan ülkeler olmaktadır. Rusya ve Çin'in bu silahları ve
teknolojiyi diğer ülkelere satma olasılığı da bulunmaktadır.
2010 yılına kadar kitle imha silahlarının kullanılma olasılığı, topyekün
konvansiyonel silahların kullanılması veya nükleer silahların kullanılması
olasılığından daha yüksektir. Kitle imha silahlarına karşı en açık tehdit altında
olan ülke ABD olacaktır. ABD'nin özellikle denizaşırı askeri ve ekonomik
birimleri hedef olacaktır. ABD, bu nedenle kitle imha silahlarının üretinlt vjg
kullanımı odaklı olarak bu ülkelere yönelik stratejilerini yeniden belirieyecektir.
ABD bu füze tehdidi karşısında Füze Savunma Kalkanı sistemi projesini yakın
bir süreçte ve etkin olarak hayata geçirecektir.
Riskli Ülkeler
2010 yılına kadar dört ülkede yaşanacak gelişmeler, uluslararası istikrarda
belirleyici olacaktır. Bu dört ülkenin özelliği; gösterecekleri olumlu gelişmeler
uluslar arası istikrara olumlu katkıda bulunacak ve dünya gücü olacaklardır.
Ancak aynı ülkeler sahip oldukları bu potansiyelin yanı sıra, iç ekonomik ve
siyasi sorunların yol açabileceği olumsuzluklar ile yeni uluslar arası yapının
istikrarını bozabileceklerdir. Bu konumda olan ve bıçak sırtı olarak
nitelendirilen dört ülke Çin, Rusya, Japonya ve Hindistan'dır. Bu ülkeler
demografik yapıları, ekonomik büyüklükleri ve askeri güçleri ile kendi içlerinde
ekonomik ve siyasi istikrar arayışı sırasında dünya
açısından riskli
konumdadırlar. Bıçak sırtı dengede uluslar arası yeni yapıyı tehdit edecek
gelişmeler; Çin'in ekonomik gelişmesinin kesilmesi, siyasi idarenin otoritesini
kaybetmesi veya Çin'in
ekonomik olanaklarını askeri güce çevirerek
önlenemez bir güç olmasıdır. Rusya için ekonomik sıkıntıların ve kaotik
ortamın kalıcı hale dönüşmesidir. Hindistan'da eşit dağılmayan ekonomik
gelişmenin geleneksel toplumsal yapıda sosyal patlama yaratmasıdır.
Japonya 'nın ise içinde bulunduğu resesyondan çıkamaması ve ekonomik
olarak dünya gücü olmaktan uzaklaşmasıdır.
Organize Suçlar ve Yolsuzluk
Organize suçlar; önceki dönemlerde yaşanan ülkeler arası sıcak çatışmalar ve
savaşlar kadar ulusal egemenlikleri ve toprak bütünlüğünü tehdit eder hale
gelmektedir. Organize suçlar gelişmişlik farkı gözetmemektedir. Organize
suçların kurumsal yapılaşması artmakta, organize suç örgütleri giderek
güçlenmekte ve küresel kartellere dönüşmektedir. Küreselleşmenin açıklarını
ve olanaklarını istismar eden organize suç örgütleri çeşitlenmekte ve uluslar
arası ağlarını genişletmektedirler. Uyuşturucu madde trafiği, kara para aklama,
stratejik madde, konvansiyonel ve nükleer silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı
gibi alanlarda yoğunlaşan uluslar arası suç örgütlerinin işlem hacmi yıllık 600
milyar dolara ulaşmıştır. Soğuk savaş sonrası yaşanan organize suç
patlamasının bir başka yönü de yolsuzluklardır. Refah seviyesi ve gelir
dağılımı dengesi açısından zayıf ülkelerin iktisadi faaliyetlerini suça dayalı
ekonomi üzerine kurma eğilimleri ve tercihleri jle devlet-siyaset-organize suç
örgütleri arasında karşılıklı bağımlılıklar yolsuzluk ekonomisini doğurmuştur.
Uluslararası suç örgütleri, maddi güçleri ile devletleri, devletlerin yönetimlerini
ve uluslar arası yeni yapıyı tehdit eden boyuta ulaşmıştır. Uluslararası suç
örgütleri ile mücadele etmek ideolojik rakipler (düşmanlar) ile savaşmaktan
daha güç olacaktır.
Zorunlu Göçler ve Sığınmacılık
Ülkeler ve sınırlar arası yer değiştirme sayısı giderek artmaktadır. 2000 yılında
50 milyona ulaşan bu sayının 2010 yılında 120 milyona ulaşması
tahmin edilmektedir. Zorunlu göçler ve sığınmacılığın kaynağı sıcak çatışmalar
ve savaşlardı. Ancak önümüzdeki süreçte nedenler değişmektedir. Sığınmacı
akını, toplu sınır dışı etme, etnik temizleme, doğal afetler yüzünden yerinden
edilme, kalkınma programlarının uygulanması sonucunda yerinden edilme,
daha iyi ekonomik şartlara ulaşmak için yapılan zorunlu iç ve dış göçler, nüfus
aktarımı, nüfus mübadelesi, isteğe aykırı biçimde yurduna geri gönderme ve
zorunlu geri dönüşüm yanı sıra, sosyopolitik kökenli uluslar arası göç
sığınmacı ve sığınma kavramını ve tehdidini yaratmıştır. Genişleyen sığınmacı
hareketi, giderek artan bir biçimde ulusal ve bölgesel güvenliğin önemli bir
unsuru olarak algılanmaya başlamıştır. Sığınmacı akımına maruz kalan
ülkeler, ekonomik, siyasi-etnik-sosyal açıdan sıkıntılar yaşamaktadır.
Gezegenin Güvenliği
Gezegenimiz 2010 yılına kadar olan süreçte kendini besleyebilecek,
yenileyebilecek olanaklarını, doğal kaynaklarını tüketmektedir. Su, enerji,
orman, canlı örtüsü gibi kaynaklar hızla tüketilmektedir. İklim değişiklikleri ve
bunun etkileri ile oluşan öngörülemeyen doğal felaketler gezegeni yaşamsal
bir eşiğe getirmiştir. Küresel bir ekopolitik gereksinimi dünya gündemine
oturmuştur. Nüfus patlaması ve çevre kirliliği, bilgi toplumu ve teknolojik
gelişme süreçleri ile paradoks oluşturmaktadır. Çevre korumasında küresel bir
aksiyon planı üzerinde uzlaşılmalıdır. Aksi takdirde demografik ve ekolojik
gidiş, klasik güvenlik tehditlerinin de yetişme alanı olacaktır.
Değişen Düşman Kavramı
Bu noktaya kadar değişen tehdit kavramına yer verilmiştir.Yeni dönemde
tehdit kavramı düşman kavramından çok daha önemli olacaktır. Geçmiş
dönemin klasik anlamdaki düşman kavramı ortadan kalkmaktadır. Düşman
kavramı yerine rekabet edilen ülke veya unsur kavramı daha çok
kullanılmaktadır. Dolaylı savaş ortamına dönük tehditler artarken örtülü olarak
düşman kavramı açık tarifler ile ifade edilmekte olup düşmanı isimlendirme
eğilimi düşük profile kaydırılmaktadır.
1.1.2, GLOBAL GÜVENLİK KAVRAİVİINDA EVRİM
1990 sonrası süreç global güvenlik için şartları tamamen alt üst ederken, aynı
dönemde yaşanan bir çok yeni olay nedeni ile yeni güvenlik ekolojisi net bir
tanıma kavuşamamıştır. Ancak 11 Eylül saldırısı ile birlikte böyle bir tanımın
şekillenmesi hız kazanmıştır. Global güvenlik için iki temel zemin
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi global denge, ikincisi ise global tehdittir.
Global Denge
Genel olarak otoritelerin kabul ettiği ve 1945' ten itibaren uzun bir süre devam
eden mevcut global denge, Berlin duvarının yıkıldığı 1989 tarihinden itibaren
bozulmuştur. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından korunan
karşılıklı istikrar dünya için geçerli, fakat yeterli olmayan bir dengeyi temsil
etmekteydi. Ancak yapının bozulmasıyla beraber denge kaybolmuştur. Bu
denge kaybı ile ortaya çıkan gerilim stratejisi ise, global ekonomik yapıyı
(serbest piyasa ortamını), global güvenlik yapısını (güvenlik mimarisini), global
sosyal yapıyı (yoksulluk dengesini) ve global sivil yaşam formlarını yöneten
siyasi yapıyı (yönetsel mimari) sarsmıştır. Bu sarsıntı ile birlikte dünyanın
çeşitli bölgelerinde krizler ve çatışmalar yaşanmıştır. Halen bir çoğu devam
etmekte olan bu krizler ve çatışmalar global güvenlik için temel sorunlar olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Ortaya çıkan dengesizliği giderme çabaları 11 Eylül saldırısı ile birlikte büyük
bir ivme kazanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nin girişimiyle yeniden bir
denge kurma süreci başlatılırken, mücadelenin temel aracının güce dayalı
üstünlük olduğu ortaya çıkmaktadır. Yeni bir global dengenin on yıl içerisinde
kurulması beklenmektedir. Bu açıdan global güvenliğin evrimi büyük ölçüde
2010 yılında tamamlanmış olacaktır. Yeni global denge kurulması çalışmaları
aslında dolaylı global üstünlük mücadelesinin bir diğer adıdır. Dengeyi etkin ve
belirleyici olarak kuran lehine bir sonucun alınacağı kaçınılmazdır. Bu açıdan
global dengeyi tesis mücadelesinde, reel-politik sınırlar içerisinde bir
belirleyicilik esas olacaktır. Bu mücadelede tarafların birbirlerine karşı olan
tavırlarında politik nitelikli olanların karşılıklı kışkırtıcılık, askeri nitelikli olanların
baskıcı ve belirleyici; ekonomik nitelikli olanların ise kaşı tarafı zorlayıcı
olması beklenmektedir.
Global Güvenlik Terazisi
Global denge kurulurken, hem dengeyi kurma aşamasında, hem de dengenin
korunması açısından yeni bir güvenlik terazisine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
terazi global seviyedeki konuların kıtasal ve bölgesel ağırlıklarını ve merkezi
konumlarını belirlemek açısından açıklayıcı ve konuyu kolayca kavrayıcı bir
özellik taşımaktadır. 21 nci yüzyılın ilk çeyreğine girerken yeni "Global
Güvenlik Terazisi", değişen tehditin ve tehdit sathının tanımı açısından önceki
teraziden farklı unsurları barındırmaktadır. Yeni global güvenlik terazisi şu
temel özellikleri taşımaktadır:
a. Sıcak tehdit için artış yönetimi ve tehditin baskı yönü Pasifik ile
Yakındoğu arasındadır. Bu geniş alan İslam coğrafyasının tamamına
yakınını kapsamaktadır.
b. Risk oluşma alanı Atlantik-Afrika boynuzu ile Asya Pasifik arasında kalan
güney orta hat üzerinde yoğunlaşmaktadır.
c. Oluşmakta olan yeni çok taraflı denge içerisinde coğrafi tehdit alanı
itibariyle Avrupa-Atlantik güvenlik ortaklığının tanımı ve içeriği önemli
ölçüde değişmektedir.
d. Özellikle Pasifik bölgesinde ABD ile Çin arasındaki karşılıklı güç tehditi
kışkırtıcı bir nitelikte giderek artacaktır.
e. Global güvenlik terazisinin dengesi Doğu Avrasya'da Hint Okyanusu
bölgesinde, Batı Avrasya'da Doğu Akdeniz bölgesinde ayarlanacaktır.
f. Global güvenlik terazisi etkin bir sıcak tehditi banndırmaktadır. Bu tehditin
belirgin muhatapları olarak Çin ve ABD'yi görmekteyiz. Ancak tehditin
seviyesini belirleyen, ağırlık ve esnek taraflılık konumu bulunan ülkeler
olarak Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonunu, çatışma alanının
içinde kalan ülkeler olarak da Türkiye ve İsrail'i konumlandırmak
gerekmektedir.
Giobai Tehditler ve Tehdit Alanları
Global güvenlik için denge dışındaki diğer zemin ise global tehditlerdir. Bir
önceki bölümde tehdit kavramı üzerindeki derinleşme ve genişleme
tanımlanmış bulunmaktadır. Tanımlanan tehdit ulusal, bölgesel, kıtasal ve
global olarak aşamalı bir genişleme eğilimindedir. Küresel terörizmin
aksiyonları ile birlikte tehdite karşı duyarlılık gittikçe artmaktadır. Bunun
dışında kalan diğer konular ile birlikte global tehditleri ve tehdit alanlarını
tanımlamakta yarar vardır.
a. Terörizm
Politik, Ekonomik ve Etnik kaynaklı olarak ortada olmasına karşın, amaçları
itibariyle global bir düşman olarak tanımlanmaktadır. Etkisi ve sathı itibariyle
üç aşamalı bir niteliğe sahiptir.
a. İç terörizm
b. Sınıraşan terörizm
c. Küresel terörizm
Bölgesel etkili olmasına karşın bir ülkenin kendi sınırları dışında konuşlanan
ulusal ünitelerini hedef alabilmesi itibariyle global güvenlik açısından terörizm
öncelikli global tehdittir. Bu global tehditin yaygınlık ve artan risk alanları ise şu
şekilde sıralanmaktadır:
a. Ortadoğu
b. Kafkaslar
c. Hint Üçgeni
d. Kuzey İrlanda
e. Latin Amerika
f. Orta Afrika
g. Kuzey Afrika
h. Güneydoğu Asya
I. İç Asya
,İ. Balkanlar
b. Saldırgan ve Agresif Politika (Radikalizm)
Dini ve Etnik nedenlere dayalı olarak geliştirilmekte olan ve bir diğer ülkeyi ya
da grubu yok etmeyi veya sindirmeyi amaç edinen agresif politikaların yol
açtığı radikalizm en önemli bölgesel nitelikli global tehdittir. Bu tehditin en
yaygın olduğu alan din kaynaklı çatışmalardır. Araç olarak en çok terörizmi
kullanan bu tehdit biçiminin global merkezi bugün için Ortadoğu ve İç Asya ile
Balkan'lardır. Artan etkisiyle birlikte Güneydoğu Asya'da ve Afrika'da da bu
yönde bir karakteristik güvenlik problemi görülmektedir.
c. Tehlikeli Silahlar ve Silahlanma
Politik, askeri ve ekonomik teşvikler ile birlikte nükleer, kimyasal ve biyolojik
olmak üzere çeşitli nitelikteki tehlikeli silahların üretimi ve sahip olma çabaları
global güvenlik açısından çok önemli tehditler sıralamasındadır. Agresif
politika izleyen devletlerin bu silahlara sahip olması sıcak ama beklemekte
olan bir tehditi var kılmaktadır. Bu tehditin alanları ise şunlardır:
a. Kuzey Kore
b. İran
c. Irak
d. Libya
e. Suriye
d. Uluslararası Suçlar
Uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, yasadışı para transferleri gibi örgütlü
işlenen suçlar yeni bir boyutta global bir tehdit konumuna yükselmiştir.
Uluslararası suçların takip edilmesi, engellenmesi ve toplumları yönlendirme
yeteneklerinin kırılması giderek zorlaşmaktadır. Özellikle kirli ilişkilere girmeye
müsait politik yöneticilerle kurulan ilişkiler bu tehditi daha da arttırmaktadır. Bu
tehditin alanları şu şekilde sıralanmaktadır:
a. Uyuşturucu Maddeler Kaçakçılığı ve Trafiği
b. Nükleer Madde Kaçakçılığı ve Güzergahları
c. İnsan Kaçakçılığı ve Güzergahları
d. Finansal Suçlar ve Transfer Olanakları
e. Mülteciler, Göç ve Nüfus
Doğal ve teknolojik afetler sonucu veya ekonomik ve politik sebeblerle her yıl
artan oranda mülteci göçleri ve artan nüfustan kaynaklanan sorunlar artık
global bir tehdit olarak öncelikli bir konuma sahiptir. Bu tehditin alanı genellikle
gelişmiş ülkelerin sınırlan veya bu ülkelere geçişte kullanılacak özelliklere
sahip ara ülkelerdir.
f- Çevre ve Sağlık
Sanayii üretim alanlarından dolayı oluşan tahribatlar, kaynakları kötü ve doğru
kullanmamaktan oluşan kısıtlamalar, toprak yetersizliği, orman tahribatı ve su
yetersizliğinden kaynaklanan çok önemli ve global seviyede bir tehdit
oluşturan çevresel problemler gelecek yüzyılın daha belirgin konusu olmaya
devam edecektir.
Güvenlik; devletlerin ve toplumların bağımsızlığı ve bütünlüğü ile uluslar arası
istikrarı koruma yeteneğidir. Tek kutuplu yapının ortaya koyduğu bir
düzensizlik ile birlikte global güvenlik, yeteneklerini ortaya koymakta
zorlanmaktadır. Bu nedenle de, bölgesel uyuşmazlıklar ve çatışmalara
müdahaleler konusunda gecikmeler yaşanmaktadır. Yeni global güvenlik
siyaseti askeri, ekonomik ve teknolojik güce dayalı bir yaklaşımı
sergilemektedir. Güvenlik siyaseti; tehditlerden uzak kalma, tehditleri oluşturan
nedenleri yok etme üzerine kurulu bir esnekliği beraberinde taşımaktadır.
Geliştirilmiş diplomasi ve caydırıcılık ile güç politikasına dayalı bir birliktelik
saldırganlığı zayıflatmaktadır. Tehdit algılamalarındaki çeşitlenme ile kapsamı
geniş, esnek, değişken bir güvenlik yaklaşımı önem kazanmaktadır. Ulusal,
bölgesel ve global öncelikler, global güvenlik siyasetinde evrensel bağımlılığı
arttırmaktadır. Tehdit algılamalarına bağlı olarak esnek ve uluslar arası
işbirlikleri askeri alanın dışında ekonomik, siyasi ve sosyal alanlara taşınırken
global güvenliğin hizmet hedefi de ülke, bölge, insan ve gezegenin güvenliği
seviyesine çıkmaktadır.
1.1.3. YENİ GÜVENLİK SİYASETİ; ÜLKELER VE KURUMLAR
Değişen tehdit ve düşman unsurları karşısında güvenlik anlayışı ve yaklaşımı
da değişmekte ve hem ülkeler için, hem de güvenlik kurumları için "Yeni
Güvenlik Siyaseti" geliştirmek zorunlu olmaktadır. Yeni güvenlik siyasetini hem
ülkeler yenilemekte, hem de kurulmakta olan çok taraflı yeni denge içerisinde
global güvenlik sorununu yönetecek güvenlik kurumlarının güvenlik siyaseti
anlayışları değişmektedir.
Enformasyon devrimi, coğrafi sınırların stratejik konumlarının hızlı değişimi ve
global sorunlar karşısında birlikte hareket etme zorunluluğu artmaktadır. Bu
süreçte danışma ve diyalog mekanizması gelişmiş, yeni yönetim anlayışına
sahip global bir güvenlik siyaseti geliştirilmesi zorunlu olmaktadır. Global
güvenlik siyaseti üç temel misyon üzerine bina edilmektedir:
1. Global istikrarı korumak
2. Global caydırıcılığı arttırmak
3. Global demokratik değerleri korumak ve yaygınlaştırmak
Bu üç temel konu tüm ülkelerin birbirleri ile kurdukları ilişkilerin temel
karakteristiğini oluşturmaktadır. Paylaşılabilir bir güvenlik için ortak ilkelerin
belirlenmesi kaçınılmazdır. Karşılıklı bağımlılık sıçrama yapabilen bir
saldırganlığa karşı ortak önleyici tedbirlerle mümkün olacaktır. Bunların
dışında ayrıca her ülkenin kendi ulusal güvenlik siyaseti ve bu siyasete ilişkin
stratejileri bulunmaktadır. Bunlar arasında çok taraflı dengenin belirleyici
aktörleri konumunda bulunan ülkelerin yeni güvenlik siyaseti stratejilerine
ilişkin perspektifleri sıralamakta yarar vardır:
1.1,3.1. Ülkeler
Her ülkenin global güvenlik siyasetinin bina edildiği yukarıdaki üç temel
misyona öncelik vermek zorunluluğu bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri:
Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin temel unsurları:
ABD'nin kendi sınırları içindeki güvenliğini sağlamak, ABD'nin deniz aşırı
unsurlarını (ekonomik, siyasi, askeri) korumak, ABD'nin stratejik müttefiklerinin
unsurlarını korumak, ABD'nin ekonomik gelişmesi ve refahı için global
güvenlik çevresi yaratmak, tüm dünyada demokrasi ve insan haklarını
geliştirmek ve iyileştirmek, ABD'nin güvenliği için; ekonomik, siyasi ve askeri
global liderliği korumak ve sürdürmek, global güvenliğin sağlanması için diğer
tüm ülkeler ile işbirliği yapmak.
Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin araçları ve hedefleri:
Konvansiyonel silah kapasitesi ve teknolojisi olarak dünyanın en güçlü
ordusuna sahip olmak. Ülkesi ve dünya için tehdit oluşturan kimyasal ve
biyolojik silahları sınırlamak, yok etmek. Nükleer silah stoklarını tüm dünyada
azaltmak, denemelerini yasaklamak, ABD'nin uluslararası diplomasisini
destekleyecek yeterlilikte savunma gücü oluşturmayı sürdürmek. Birleşmiş
Milletler gibi kurumların uluslararası girişimlerini desteklemek. Bölgesel
uzlaşmazlık ve çatışmalarda, bölge ülkelerini çözüme aktif olarak dahil etmek.
Krizlerin çözümünde müttefikleri ile hareket etmek.
Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin tehdit algılamaları:
ABD'nin konvansiyonel silah gücü üstünlüğünü sınırlayacak nitelikteki stratejik
ve taktik silahlarda teknolojik ilerlemeler sağlanması ve bunların kullanımı,
nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların üretimi ve kullanımı; az sayıda
bölgesel askeri güç/rakip konumunda bulunan ülkelerin aktiviteleri, bölgesel
sıcak çatışmalar ve savaşlar, kitlesel ölümlere yol açacak terörist saldırılar ve
ulusal ekonomisini hedefleyen saldırı ve sabotajlar.
Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin askeri aktiviteleri:
Hem kendi bölgesinde hemde dünyanın her yerinde, ABD'nin, müttefiklerinin
ve dost ülkelerin unsurlarını aynı anda savunabilecek ve kriz anında cevap
verebilecek, hızlı ve düzenli birliklerin varlığı ve konuşlandırılması. Askeri
gücünü; deniz kuvvetleri, karasal kuvvet unsurları, uzay silahları, elektronik
savaş ve iletişim teknolojisi destekli istihbarat yapısı üzerine kurmak. Deniz
Kuvvetlerini tüm bölgelerde askeri savunma ve müdahaleye hazır tutmak,
hayati öneme haiz bölgelerde (enerji havzaları vb) kuvvetli kara gücüne sahip
ülkeler ile stratejik işbirliği (Orta Doğu, Orta Asya, Güney Doğu Asya) yapmak
ve birlikte hareket etmek. Dünya'nın her yerine müdahale edebilecek hareketli
askeri birlikler oluşturmak ve stratejik bölgelerde bu birlikler için gerekli altyapı
oluşturmak. Nükleer silahlan ABD'ye ve ilgi alanlarına yönelik saldırılar
karşısında kullanmak, uzayda liderlik etmek. Uzay teknolojilerini ve uzaydaki
varlığını; füze savunma sistemleri , global pozisyonlama sistemleri, istihbarat
vb gibi askeri ve güvenlik alanlarında, kitle imha silahlarına karşı kalkan ve
koruma amaçlı kullanmak. Elektronik ve iletişim teknolojisini savunma ve
istihbarat alanında kullanmak.
Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisi için uluslararası işbirliği:
Atlantik'in ve Avrupa'nın güvenliğinde temel unsur olarak NATO ile hareket
etmek, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'na destek vermek, Avrasya'nın
genel güvenliğinde AGİT hükümlerine ve şartlarına bağlılık göstermek,
bölgesel anahtar ülkeler ile stratejik işbirlikleri yapmak.
Rusya
Ekonomik sorunlar, dış borç yükü ve yolsuzluklar ile mücadeleyi içeren
yeniden yapılanma süreci Rusya'nın 2010 yılına kadar yeniden bir süper
askeri güç olmasını engelleyecektir. Rusya'nın konvansiyonel silah gücü
teknoloji ve miktar olarak zayıflamaktadır. Rusya konvansiyonel silahlı
mücadelede yetersiz kalacaktır. Nükleer silahların kullanımında ise ABD ile
imzaladığı START I ve START II anlaşmaları ile sınırlamalar vardır ve Rusya
nükleer silah stokunu azaltmaktadır. Ancak Rusya özellikle nükleer silah,
balistik füze silah sistemleri ve kitle imha silahları gibi alanlardaki teknolojisini
geliştirecek, özellikli stratejik savunma silahları üreterek, Batı'nm
konvansiyonel ve stratejik silah gücünü karşılayacaktır. Rusya askeri ve
güvenlik alanındaki ilgisini giderek Kafkaslara ve İç Asya'ya yönlendirecektir.
Rusya Avrupa Güvenlik Perspektifi içerisinde önemli bir yer edinecektir.
Özellikle doğu kanadın güvenlik ihtiyaçlarının giderilmesinde AGSP ve/veya
NATO ile bir çerçeve anlaşması yapması beklenmektediî.
Çin
2010 yılma kadar askeri alanda ABD için rakip olma olanağı en yüksek ülke
Çin'dir. Çin, ABD ile karşılıklı iki kutuplu bir dünya yaratmayacaktır. Ancak
bölgesel ve global askeri dengeleri önemli ölçüde değiştirecektir.
Çin asker ve konvansiyonel silah miktarı olarak 2015 yılında dünyanın en
büyük ordusu olacaktır. Ancak kullanılan teknoloji ve askeri gücün tamamı
modernizasyon açısından bu noktada olamayacaktır. Çin savunma
teknolojisini de geliştirecektir. Bir veya birkaç silah sisteminde 2015 yılında
Batı ile aynı teknoloji seviyesine ulaşabilecektir. Bununla birlikte 2010 yılında
Asya-Pasifik bölgesinin en önemli askeri gücü olacaktır. Çin, ABD'nin
bölgesindeki ilgi alanlarını gözardı ederek gündemini sürdürecektir. Çin
ordusu, bölgesinde hava-kara ve deniz birlikleri ile deniz aşırı noktalarda
harekat yapabilme gücüne erişecektir. Bu özelliği ile ABD ve Japonya ile rakip
olacaktır. Çin, Tayvan ve İran körfezinin güvenliği gibi konularda ABD'nin
güvenlik stratejileri ile çatışacaktır. Çin 2015 yılında; ABD'yi hedef alan ve
ulaşabilen konvansiyonel ve nükleer başlık taşıyan, kara ve denizden
atılabilen, hareketli balistik füzelere sahip olacaktır. ABD ve Çin 2010 yılına
kadar askeri güçlerin bölgesel ve global olarak dengelenmesi konusunda
uzlaşmazlık içinde olacaktır, ancak bu bir sıcak çatışmaya dönüşmeyecektir.
Japonya
Japonya 2010 yılına kadar daha bağımsız bir güvenlik stratejisi izlemeyi
hedeflemektedir. Burada belirleyici temel unsur ABD ile 2.Dünya savaşı
sonrasında yapılan anlaşmalar, yine ABD ile günümüze kadar sürdürülmüş
olan güvenlik işbirliği ile ABD'nin takınacağı tavırdır. Ekonomik açıdan
Japonya'nın içinde bulunduğu resesyon sürecinin devam etmesi de bağımsız
güvenlik stratejisi uygulanmasını engelleyecektir.
Almanya
Avrupa'nın savunmasında ABD'nin ve NATO'nun belirleyici nitelikteki
etkinliğinin azaltılmasını ve Avrupa Birliği'nin oluşturacağı AGSP içinde
Almanya merkezli bir savunma gücü ile savunma ve güvenlik stratejisinin ve
karar alma mekanizmasının hakim olmasını istemektedir. Bundan sonraki
bölümlerde Almanya Avrupa Birliği başlığı altındaki değerlendirmelerin bir alt
ifadesi olarak değerlendirilecektir.
1,1.3.2. Kurumlar
Kurulmakta olan çok taraflı yeni denge içinde global güvenlik siyasetini
belirleme ve yönetme işlevlerini yüklenecek kurumlara da ihtiyaç
duyulmaktadır. Yeni global güvenlik siyasetini yönetme hedefine sahip olan iki
kurum NATO ve AGSP'nun yaklaşımları önemlidir. Her iki kurum arasında
global güvenliğin sağlanmasında çatışma alanlarının oluşacağı da açıktır.
NATO
Kuruluşunun 50. yılında uluslararası işbirliğine yönelik yeni güvenlik stratejisi
belgesini 1999 yılında yayınlamıştır. 1949 yılından sonra ilk kez soğuk savaş
döneminin sona ermesinin ardından NATO 1991 yılında değişen döneme
uygun yeni bir güvenlik belgesi yayınlamıştı. Belgede yer alan yeni güvenlik
stratejisi kavramı; diyalog-işbirliği ve ortak savunma ilkeleri üzerine
kurulmuştur. 1994 Ocak ayında ise Barış için Ortaklık Programı geliştirilmiş ve
NATO ittifakının genişletilmesi hedeflenmiştir.
NATO dünya siyaseti ve ekonomisinde hızlı gelişmelere paralel olarak bu kez
1999 yılında 21.yüzyılın güvenlik stratejisi belgesini yayınlamıştır. NATO'nun
21.yüzyıldaki güvenlik yaklaşımı; vazgeçilmez savunma boyutunun yanısıra
politik, ekonomik, sosyal ve çevresel unsurların önemini vurgulayan geniş bir
yaklaşımı taahhüt etmektedir. Yeni Güvenlik Stratejisi Belgesinde yer alan
NATO'nun yeni dönem yaklaşımı şöyledir:
NATO'nun misyonu:
Avro-Atlantik bölgesinde üye ülkelerin bağımsızlık ve güvenliğini, siyasi ve
askeri araçlar kullanarak teminat altına almak. Avrupa'da adil ve kalıcı bir
barışı tesis etmek ve sürdürmek. Avro-Atlantik sahasının güvenliğine tesir
edecek, ülkelerarası siyasi barış ve ülkeler içi siyasi istikrar hedeflerine hizmet
etmek. Pakt; Kuzey Amerika'nın güvenliğinin organik ve kaçınılmaz şekilde
Avrupa'nın güvenliği ile ilişkili olduğunu kabul eder ve Avrupa'nın güvenliğini
temel misyon edinir. Pakt; üye ülkelerini savunma seçeneklerinde hükümran
ve karar vermekte serbest bırakmakla birlikte, hiçbir müttefikini temel güvenlik
tehdit ve tehlikeleri karşısında kendi ulusal olanakları ile başbaşa kalmasına
izin vermez. Pakt; müttefiklerinin ulusal askeri kapasitelerinin ötesinde,
oluşturduğu askeri güç ile müttefiklerinin ve Avro-Atlantik bölgesinin
güvenliğini sağlamayı sürdürecektir.
Misyonun Yerine Getirilmesi:
Güvenlik; Avro-Atlantik sahasında kurulan denge unsuru kurumlardan biri
olmak, demokratik evrimin gelişimine yardımcı olmak, çatışmaların barışçı
çözümünü zorlamak ve bir ülkenin diğerini tehdit ve işgal etmesini engellemek.
İstişare; Müttefiklerin hayati çıkarlarını, üyelerin güvenliğini tehlikeye
düşürecek, riske atacak gelişmelerin ayrıntılı olarak müzakere ve istişare
edileceği bir transatlantik forum görevini yerine getirmek. Caydırıcılık ve
Savunma; Herhangi NATO ülkesine yönelik her saldırı tehlikesine karşı
caydırıcılık ve savunma fonksiyonunu yerine getirmek. Kriz Yönetimi Merkezi;
Gelişmelerin önceden haber alınıp önlenmesine hizmet etmek, kriz kırma
operasyonları (hareket) dahil , kriz yönetiminde aktif bir işlevi yerine getirmek.
Ortaklık; Avro-Atlantik alanında üye olmayan diğer ülkeler ile de, şeffaflığı,
karşılıklı güveni ve ittifak ile birlikte hareketi geliştirici, geniş çaplı ortaklık,
işbirliği ve diyalog arayışı içinde bulunmak.
Yeni Global tehdit algılaması ile beraber uygulanmakta olan operasyonlar
karşısında alınan tutum ve global tehditi kurumsal olarak kabulleniş ile
beraber, NATO için tehdit sathı tüm dünya olurken görev alanı buna paralel
olarak Avro-Atlantik'ten global sahaya değişiklik göstermiştir.
AGSP: (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası)
Avrupa Birliği; siyasi, ekonomik ve parasal genişleme ve birlik açısından uyum
içinde bir süreci geride bırakmıştır. 1991 yılında alınan Maastricht kararları ile
şekillenen bu süreçte Birlik , Ortak Dış Politika ve Savunma politikası ve kimliği
oluşturulması konusunda sıkıntı yaşamaktadır.
Avrupa Birliği uzun vadede. Birliğin ekonomik ve siyasi bir güç olabilmesi için;
dış politika, güvenlik ve savunma kimliğinde de bağımsız olunmasını ve birlik
içinde uyum sağlanmasını hedeflemektedir.
Avrupa Birliği özellikle güvenlik ve savunma alanındaki bağımsızlığına yönelik
adımları 1993 yılından itibaren atmaya başlamıştır. Batı Avrupa Birliği bu
amaçla oluşturulan kurum olmuş ve Avrupa ordusu kurulması hedeflenmiştir.
2000 yılında ise Batı Avrupa Birliği kurumu kaldırılmış ve 2003 yılında
oluşturulması tamamlanacak 60 bin kişilik Avrupa Acil Müdahale Gücü
kurulması karara bağlanmıştır.
AB, AGSP yapısı içinde Acil Müdahale Gücü'nün karar alma yapısını
NATO'dan bağımsız tutmakta, ancak gerektiğinde NATO'nun istihbarat,
haberleşme, lojistik olanaklarından yararlanmayı planlamaktadır. Bu yaklaşım
AGSP ile NATO arasında veya ABD ile^AB arasında Avrupa'nın güvenliğinin
tesisi konusunda bir yol ayrımını işaret etmektedir.
Avrupa'nın güvenliği konusundaki uzlaşmazlık, NATO bünyesinde kurulması
hedeflenen Avrupa Gücü fikrinin (1996) giderek AB'nin bağımsız Avrupa
Ordusu fikrine ve talebine dönüşmesi ile 2010 yılına kadar olan süreçte
belirsiz bir AB-ABD gerilimini yaratacaktır.
NATO-AGSP ÇATIŞMASI:
Önümüzdeki süreçte ABD ile AB arasında güvenlik alanında giderek bir
kopma yaşanacaktır. NATO'nun içinde 1996 yılında oluşturulmaya başlanan
AGSP'nın amacı; Avrupalı müttefiklerini Paktın misyon ve işlevlerine katılımını
arttırmaktı. Ancak AGSP giderek NATO'dan bağımsız bir Avrupa ordusunun
kimliği haüne dönüşmektedir.
NATO ve AGSP arasında yaşanan bu kopma dünya genelinde stratejik
dengelerin Washington ile Bonn-Moskova ekseni üzerine yerleşmesi trendinin
ilk işaretleridir. Askeri silah standartlarında da NATO ortak standartları
bozulmakta, ABD ve AB standartları ayrılmaktadır.
ABD, Avrupa'nın güvenliğini kendi hayati güvenliği olarak algılamaktadır.
NATO'nun temel misyonu da Avrupa'nın güvenliğidir. NATO, ABD için
Avrupa'daki varlığının (2000 yılında 100.000 ABD askeri) temel aracıdır. AB,
Avrupa'nın güvenliği konusunda uzun vadede AGSP ve Avrupa Ordusu ile
hareket edecektir. Bu NATO'nun giderek misyonu ve işlevini kaybetmesi
anlamına gelebileceği gibi, NATO'nun yeni bir misyonu yüklenebileceği
sonucunu da yaratabilecektir.
Diğer yandan ABD, Avro-Atlantik alanındaki güvenlik yaklaşımını bölge dışı
faaliyetleri kapsayacak bir seviyede NATO'dan bağımsız hale getirecektir.
NATO'nun işlevi ve buna bağlı, gücü değişecektir. Global demokratik
değerlerin tesisi ve yaygınlaştırılması açısından NATO'nun Doğu Avrupa başta
olmak üzere Kafkaslar ve yeni süreçte Avro-Atlantik alanın dışındaki Ortadoğu
ve Kuzey Afrika ile Asya Pasifik bölgesine yönelik yeni bir stratejiyi
uygulamaya koyması kaçınılmazdır. Bu stratejinin tayin ve yönlendirilmesinde
Amerika Birleşik Devletleri'nin belirgin bir üstünlüğü olacaktır. Stratejinin temeli
ise Barış İçin Ortaklık Yaklaşımı (BİO) olarak bina edilecektir. Uygulanmakta
olan BİO stratejisinin yararları ve işleyiş biçimi göz önüne alındığında
aşağıdaki perspektifin izlenebileceği beklenmelidir.
BİO açısından strateji-hedef-etkileşim perspektifi:
a.
b.
c.
d.
e.
f.
NATO ile askeri işbirliğinin geliştirilmesi, müşterek faaliyetlerin
organizasyonu barışçıl bir diyalogu sağlamaktadır.
Üye olmayan ülkeler ile kriz karşısında oluşacak kriz tepkimeleri için
bir ön ve acil danışma mekanizmasının-, kurulması uluslararası
işbirliğini arttırmaktadır.
Global demokratik değerlerin uluslararası kabul gören bir güvenlik
mekanizması tarafından korunması demokratikleşme arzusunu
cesaretlendirmektedir.
Global istikrarın sağlanması açısından şiddete başvurmadan caydırıcı
işbirliklerinin geliştirilmesi mümkün kılınmaktadır.
Ülkelerin toprak bütünlüğünün korunmasında uluslararası hukukun
egemenliği kuvvet açısından desteklenmektedir.
Ülkelerdeki silahlı kuvvetlerin demokratik bir çerçevede kontrol
edilmesi sağlanırken siyasi yapının askeri kuvvetleri saldırı amaçlı
kullanması engellenmektedir.
1.2. EKSENLER, ÇOK TARAFLI DENGE VE ÇATIŞMA ALANLARI
İki kutuplu dünyanın sona ermesi sonrasında yaşanan tek kutuplu geçiş
döneminde global dengeler kurulamamıştır. Ekonomik ağırlıklı dünya gündemi
ekonomi alanında bile sorunların çözümünde başarılı olamamış, hatta yepyeni
sorunlar ile karşılaşılmıştır. Yeni denge arayışlarını hayata geçiren olay ise 11
Eylül saldırısı olmuştur. Yeni dengenin kurulacağı süreçte değişen tehdit,
düşman, güvenlik anlayışı ve buna bağlı güvenlik siyasetlerine bir önceki
bölümde değinilmiştir.
Yeni dengenin oluşturulmasında sadece güvenlik unsuru yeterli değildir.
Güvenlik, siyasi, ekonomik ve sosyal unsurların tümü bir arada
değerlendirilmektedir. Bu geniş kapsamdan bakıldığında global yeni süreçte
yeni bir dengenin kurulacağı açıktır.
Bu yeni denge tek kutuplu geçiş süreci sonrasında yeniden iki kutuplu bir yapı
üzerine kurulmayacaktır. Çünkü iki kutupluluğu destekleyen ideolojik farklılıklar
ortadan kalkmıştır.
Yeni denge çok taraflılık üzerine kurulacaktır. Ülkelerin öncelikle güvenlik,
siyaset, ekonomik ve sosyal açıdan iki eksen üzerinde ayrışacağı ve
toplulaşacağı, ve bu iki eksenin soğuk savaş dönemindeki iki kutuba benzer iki
ağırlık merkezi olacağı görülmektedir. Ancak her iki eksene taraf ülkeler
arasında siyasi, ekonomik, sosyal ilişkiler çok taraflı ve yoğun olarak
yaşanabilecektir.
Bu nedenle yeni dönem Çok Taraflı Yeni Denge olarak isimlendirilmektedir.
1.2.1. YENİ EKSENLERİN TARİFİ
Öncelikle yeni eksenlerin tarifi yapılmalıdır. Tarif için kullanılan yöntem ve araç
ise jeopolitik teorilerdir. Jeopolitik teoriler de yeni dönemin koşullarına göre
yenilenme ihtiyacı duymaktadır. Bu nedenle öncelikle eksenlerin oluşumu ve
çok taraflı yeni dengenin kurulmasında kullanılan yeni bir jeopolitik teori
geliştirilmektedir.
Fiziki coğrafyaya veya sahip olunan kuvvete göre çeşitli jeopolitik teoriler
geliştirilmiştir. Dünya hakimiyeti amaç edinildiğinde, jeopolitik teorilerin ne
kadar önemli olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Başlıca Jeopolitik
teorileri; Kara Hakimiyeti teorisi. Deniz Hakimiyeti teorisi. Hava Hakimiyeti
teorisi ve Kenar Kuşak teorisidir. Dünya hakimiyeti mücadeleleri genellikle
jeopolitik teorilerden çok etkilenmiştir. Örneğin, Birinci ve ikinci dünya savaşları
bu teorilerin çok etkisinde kalmıştır. Her iki dünya savaşı da, Paris-Berlin-
Varşova-Moskova ana hattında devam etmiştir. Bu hat ise Kara Hakimiyet
teorisinin yolunu izlemiştir.
Jeopolitik özünde coğrafi esaslara dayanmaktadır. Bu nedenle jeopolitik
teorileri oluştururken sürekli değişebilen unsurlara dayanmamak gerekir. Sahip
olunan kara, hava veya deniz gücü ile ekonomik güç olmadan netice almak
mümkün değildir. Oysa deniz, hava ve kara coğrafi olarak bir bütündür.
Coğrafyanın bir bölümünü kullanmadan genel bir Dünya Politikası oluşturmak
eksik bir teoriyi ortaya koyar. Kara Hakimiyeti ve Kenar Kuşak teorisi bu
bakımdan daha uzun süreli ve reel bir değerlendirme için bize rehberlik
etmiştir.
Anılan bu teorilerin birincil amacı, Avrasya'yı kontrol etmek ve Avrasya'nın
imkanları ile dünyayı kontrol etme arzusuna giden stratejik yolu tespit etmek
olmuştur. Avrasya bir bütün olarak tek bir kuvvetin hakimiyetinde hiçbir dönem
olmamıştır. Soğuk Harp dönemi bitimi ile birlikte Sovyet tehdidi ortadan
kalkarken, yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Seksenli yılların
sonlarından itibaren. Doğu Avrupa'dan başlayarak merkezi Asya'yı içine alan
sınırsal değişim süreçleri, klasik anlamda iki kutuplu yapı üzerine oturan
Soğuk Harp dönemi jeopolitik kuramlarının da büyük ölçüde değişmesine
neden olmuştur.
Coğrafi konum üzerinde bir değişiklik olmamıştır. Akarsular, dağlar veya
denizler yerinde durmaktadır. Bu coğrafyaların üzerinde mevcut bulunan siyasi
yapıda ise beklenen değişiklikler son derece yavaş seyretmektedir. Ancak,
Avrasya'da bulunan dünyanın en büyük enerji kaynakları ve dünya nüfusunun
büyük bir bölümü, bir başka ifade ile jeoekonomik imkanlar; dünya
hakimiyetine giden jeopolitik kuramların esasını hala değiştirmemiştir.
Avrasya'ya hakim olabilmek veya kontrol gücünü elinde bulundurmak, dünya
hakimiyeti için kaçınılmaz arayıştır. İki kutuplu dünya bu mücadelenin tek bir
tarafın hakimiyeti ile hitamını engellemiştir. Fakat bugün için oluşan tek kutuplu
veya çok kutuplu ortam, aynı mücadelenin devam edeceğini göstermektedir.
Global değişimler ülkelerin ulusal, bölgesel, kıtasal ve global hedeflerini de
değiştirmektedir. Ancak merkezi Avrasya'yı kontrol etme arzusu yeni
yöntemlerle varlığını devam ettirmektedir. Gelecek elli yılın en büyük ilgi ve
etki odağı durumunda bulunacak Avrasya coğrafyası, klasik teorilerin ana
hedefi olması konumunu devam ettirmekte, bununla birlikte Avrasya'nın yeni
konumunu ortaya koyabilmek için jeopolitik konfigürasyonlar ve kontrol arttırıcı
stratejik yol haritasında bazı değişiklikler yapılması gerekmektedir,
gerektirmiştir. Bu anlamda Atlantik ve Pasifik arasında kalan ve içerisine
Kuzey Afrika bölgesini de dahil ederek değerlendireceğimiz coğrafyaya ilişkin,
Avrasya özelinde yeni bir jeopolitik etüdü gerekli görüyoruz.
Bundan önceki süreçlerde iki kutuplu yapıyı baz alan iki ana eksen
bulunmakta iken bu eksenlerin üzerine inşa edilen jeopolitik pozisyon artık
değişmiştir. Ancak ülkeler için, coğrafi olarak farklı iki eksen oluşturarak
Avrasya'ya yaklaşım olanağı devam etmektedir. Yeni eksenleri kavrayabilmek
açısından yeni jeopolitik pozisyonu da açıklamak yararlı olacaktır.
Merkez adası olarak, Avrasya jeopolitiğinde meydana gelen değişimler ve
bölgenin jeoekonomik ve ekonostratejik değeri üzerindeki şiddetli çekicilik,
bölge üzerinde siyasi, askeri ve ekonomik etkiler açısından yeni ilişkileri ortaya
çıkarmıştır. Sovyetler Birliği'nin etki alanlarına yönelik sınıflandırmalar
açısından eski teoride belirtilen "Kenar Kuşak" üzerinde yer alan ülkelerin yeni
dönemle birlikte yoğun ve sancılı bir siyasi atmosferi yaşadıkları görülmektedir.
Hür dünyaya açılan kapılar olarak kenar kuşak ülkelerinin eski ödevlerini
tamamlamalarına rağmen, bazılarının eskiye oranla daha fazla önem
kazandıkları ve küresel etkili ülkelerin ilgi sahalarına girdikleri gözlenmektedir.
Eski Sovyet topraklarındaki büyük ekonomik zenginliklerin dünya pazarlarına
ulaşabilmesi ve-bölge insanlarının batılı anlamda demokratik, ekonomik ve
teknolojik gereksinimlerinin karşılanması için belirlenen güzergahlardaki
ülkeler, genel jeopolitik konumlarına ek olarak yeni bir jeostratejik değer
kazanmışlardır.
Daha çok 25 inci ve 60 ncı Meridyenler ile 30 ncu ve 50 nci paraleller
arasında kalan alana yönelik ilgi ile birlikte; Avrasya Merkez Adası'nı kontrol
eden güney kuşak üzerindeki kapılar ve kuzeyde yer alan diğer çıkış noktalan
dikkate alındığında; belirttiğimiz bu alanı baz almak suretiyle, Avrasya
jeopolitik konumunun iç içe geçen üç çemberden müteşekkil olduğunu
görmekteyiz (Şekil 1)
İç Çember
Bu alanı bir bakıma, milli sınırlar içerisinde kalan, korunma refleksi en üst
seviyede olan bir kapalı alan olarak ifade etmek mümkündür. Yer altı ve yer
üstü zenginlikler ile diğer imkan ve olanakları barındırdığından bu alan aynı
zamanda Milli Ekonomik Alan'dır. İç çember dış müdahalelere karşı en çabuk
tepki veren ve içe kapanan bir siyasi modeli harekete geçirebilecek alandır. Bu
alan milli sınırlar ile çevrili olup, etnik özellikleri ön planda olan, demokratik
yapıya geçiş aşamasında iç politika etkili bir yapıya sahiptir. Milli stratejik
anlayış ve kavramları, ekonomik açıdan global ekonomi ile. bütünleşme
isteğinde olmasına rağmen, iç çemberde daha çok "Güvenilir Sınırlar"
istemiyle kapalı askeri-siyasi kavram ve anlayış benimsenmiştir.
Orta Çember
Bu çemberi daha çok Avrasya Merkez Alanı olarak tanımlayabiliriz. Bu alan
milli politik ve askeri-ekonomik özellikleri taşıyan bir bölgesel alandır
(Kafkasya, Hazar Havzası, Körfez Bölgesi gibi). Gerek coğrafi konumları,
gerekse siyasi-ekonomik konfigürasyonları nedeniyle tek tek ülke bazında
değil de, ikili ya da dar bölgeli ekonomik, siyasi ve askeri birliktelikler yoluyla
dünya ile temas kuran veya küresel zincire katılabilen bir alan olarak iç
çemberden farklılaşmaktadır. Orta Çember, kendileriyle fiziki sınırları
bulunmayan diğer dünya ülkeleri ile iç çemberde yer alan ülkelerin etkin olarak
ilişkilerini geliştirdikleri ve dolaylı ortaklıklar oluşturabildikleri bir alandır.
Avrasya Merkez Alanı bölgeye fiziki komşuluğu bulunan Karasal Kuvvetlerin
(Çin ve Rusya gibi) doğrudan ve dolaylı müdahalelerini önlemeye yönelik
bölgesel sınırlar olarak bir savunma çemberidir. Özellikle Rusya dışında, bu
bölgede oluşabilecek bağımsız, güvenlik ve ekonomik gruplaşmalar jeopolitik
açıdan bir çatışma kaynağı olacaktır. Ancak Merkez alan üzerinde yer alan
Kuzey Kafkasya bölgesi doğrudan askeri müdahaleye maruz kaldığından,
bölgesel sınırların güvenliği için önleyici girişimlerin yapılması kaçınılmazdır.
"Bölgesel Güvenlik Paktı" veya "AGİT Etki Alanı" gibi çözüm önerileri bu
açıdan bir arayıştır.
Dış Çember
Dış çember Doğu Akdeniz'den Pasifik'e kadar uzanan, iç ve orta çembere
yönelik faaliyet ve mücadelelerin yürütüldüğü bir alan, diğer bir ifade ile
"Uluslararası Stratejik İlgi Alanı" dır. Doğal zenginliklerin kullanımı, sanayi
ve enformasyon transferi, merkez alanına yönelik ticaretin gelişimi ve ilgili
ulaştırma (nakliyat) sorunlarının çözümü, ekonomik globalizasyon süreci ile
birlikte çalışmaların yapıldığı alandır.
Avrasya Merkez Alanı iki koridor arasında sıkışmıştır. Kuzey Orta Hat olarak
ifade edebileceğimiz Çin-Kırgızistan-Kazakistan-Rusya üst koridoru, bir
stratejik eksen olarak tek parçalılığını korumakta zorlanmaktadır. Pasifik ve
Güney Alt Asya'ya deniz açılımı sağlayan Çin, aynı kolaylığı İç Asya açısından
bulamamaktadır. Himalayalar, Hindukuş ve Tanrı Dağları ile Güney Batı Asya
sınırı doğal olarak çevrilen Çin'in Hazar'a giden yolu, arazi yapısı sebebiyle
Kırgızistan ve Kazakistan üzerinden geçmektedir. Bölgedeki petrole olan
ihtiyacı nedeniyle (Kazakistan-Çin Petrol Boru Hattı), Çin'in bölgeye olan ilgisi
Rusya ile dolaylı çatışma noktasıdır. Güney Orta Hat olarak ifade
edebileceğimiz Türkiye-İran-Pakistan-Hindistan alt koridoru ise homojen bir
görüntü için yeni konumlarına uygun yapılanmalar içerisindedir.
Genel anlamda küresel olarak yukarıda belirlenen Avrasya merkezli jeopolitik
pozisyon alt seviyede Avrasya dış çemberine yönelik yaklaşımı sağlayan iki
ekseni oluşturmuştur (Şekil 2). Oluşan bu iki eksen coğrafi olarak Avrasya
Merkez adasına ulaşma yollarını ve bu süreçteki ikili veya çok taraflı ülke
ilişkilerini ifade etmektedir. Bu iki ekseni "Pasifik Ekseni" ve "Kuzey-Batı
Ekseni" olarak isimlendirmekteyiz.
Pasifik Ekseni
ABD, fiziki sınır olarak kendisini Pasifik üzerinden Avrasya'ya yaklaştırma
noktasına getirmiştir. Pasifik ekseni Çin sınırlarından başlayıp, Pasifik uzantısı
olan Hint Okyanus'unun kuzey kıyılarına kadar devam eden bir alanda tam bir
yay çizmiştir. ABD, Çin, Japonya, Hindistan ve Pakistan bu yayın üzerinde,
Avrasya Merkez Alanı'nı bu eksen açısından Kuzey-Batı ve Güney-Batı
yönünde etkilemektedir. Pasifik Ekseni, hem Avrasya Merkez Alanı hem de Alt
Güney Asya açısından Çin-ABD, Çin-Japonya, ABD-Japonya, ABD-Hindistan,
Çin-Hindistan, Japonya-Hindistan denklemlerini ortaklık ve rakabet
çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Pasifik ekseni bir bakıma Avrupa
Birliği'nin bölgedeki ekonomik etkinliğini güney girişi açısından zorlayıcı bir
unsurdur.
Kuzey-Batı Ekseni
Birincil seviyede Rusya'nın, ikincil seviyede Rusya ve AB'nin (daha özelde
Almanya'nın) ekonomik ve siyasi etkiselliğini Hazar Havzası ve İç Asya'ya
kadar taşıyan bir eksendir. Bu eksen Doğu Avrupa-Ukrayna-Kafkasya
güzergahını izleyen bir mihverdir. Bu mihyer aynı zamanda Kuzey Orta Hat
koridoru yoluyla Çin'e kadar uzanmaktadır.İpek Yolu'nun adeta Ukrayna
üzerinden Avrupa'ya uzanan şeklini andırmaktadır. Kuzey-Batı Ekseni hem
Doğu Avrupa açısından hem de Hazar Havzası açısından Almanya-Rusya,
AB-Rusya, Rusya-Çin ve AB-Çin denklemlerini ortaklık ve rekabet
çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Bu eksen aynı zamanda nisbi de
olsa ABD'yi de aynı eksende kuzey girişi açısından zorlayıcı yönde
etkilemektedir.
Her iki eksenin denge ve germe noktası ise Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu ile
birlikte Hint üçgenidir. Yani diğer ifadeyle Türkiye, İsrail, Pakistan,Hindistan ve
İran'ın hassas düzeyde etkin oldukları bir jeopolitik köprüdür. Kuzey Orta
Hattın (Rusya -Çin-K.Kore) oluşturduğu tehdide karşılık ABD'nin merkez
Avrasya açısından bölgesel bir güvenlik denklemi kurmaya çalıştığı
gözlenmektedir. Bir bakıma Kuşatma Stratejisi olarak ifade edebileceğimiz bu
denklem 4 unsur üzerinde bina edilmiştir. Türkiye, Hindistan, Endonezya ve
Japonya bu unsurları oluşturmaktadırlar. Bu unsurlar aynı zamanda
barındırdıkları kültürel güç ve ekonomik imkanlarla da dikkat çekicidirler. Bu
denklem içerisinde İran'ın konumu, kendi geleceğine ilişkin politikaları ile
birlikte değerlendirilecektir. Ancak, İran'ın Çin ve Rusya ile askeri ilişkileri
bakımından ABD açısından bir tampon vazifesi görmesi daha muhtemel bir
değerlendirmedir.
Yeni jeopolitik düzenleme içinde ABD, kendisini bir denge arayışında bulunan
Koordinatör olarak görmekte ve ittifak ve ilişkilerini stratejik ve stratejik
olmayan ortak konumuna taşımaktadır. ABD'nin kendi iç politikasının geleceği
göz önüne alındığında, kendisinin bu duruma zorunlu olacağı gözlenecektir.
ABD bölgesel kuvvet olanaklarını elde ettiği refah ile birlikte paylaşma
eğilimine girmektedir. Bunun karşılığında paylaşabileceği güvenlik ortakları
oluşturmaya çalışmaktadır. Bu nedenle yeni bölgesel liderliklere olan ihtiyaç
artmaktadır. Avrasya'nın yeni jeopolitik konumu tek başına bir liderliği mümkün
kılmamaktadır. Bu nedenle yukarıda anılan eksenler ve yeni gruplaşmalar
çerçevesinde Avrasya'yı, dış çemberi göz önüne alarak ve Hazar'ı orijin kabul
ederek 4 ana bölgeye ayırabiliriz. (Şekil 3)
Kuzey Avrasya
Balkanlar'ın Kuzeyi, Karadeniz, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Rusya'yı
içerisine alan bu bölge Hazar Havzası ile Avrupa arasında kalan bir
coğrafyadır. Kuzey Avrasya bölgesi Avrupa Birliği ile Rusya'nın etkisi
altındadır. Rusya'nın bu bölge üzerinde yürüttüğü doğrudan müdahaleler ile
istikrarsızlık yaratma operasyonları Hazar Havzası üzerindeki baskıları
arttırmaktadır. Kuzey Kafkasya ve Karadenizin güvenliği bu alanın en önemli
sorunlarıdır. Bölgenin barışı açısından ABD'nin ve AB'nin Rusya'yı bu alanda
dengelemesi gerekmektedir. NATO ile Doğu Avrupa ilişkileri açısından
ABD'nin bölgeye ilişkin etkinliği devam etmektedir.
(f)
<
>
LU
N
LU
CO
LU
OI CO
• ••••
co
<
a:
Güney Avrasya
Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya ve Yakın Doğu'yu içerisine alan bu bölge
Akdeniz ile Hazar Havzası arasında kalan bir coğrafyadır. Genellikle Türkiye,
İsrail ve İran'ın etkisi altında kalan bu bölgede, ABD de doğrudan müdahil
olmaktadır. Güney Avrasya'nın sert bir liderlik yarışı devam etmektedir.
Türkiye-İsrail-ABD stratejik ortaklığı bölge genelinde bir güç olarak etkilidir.
İran'ın terörizmle ilgili konumunun yanı sıra, Irak'ın Kuzeyi, Güney Kafkasya ve
Ermenistan, Orta Doğu Barış Süreci bölgede devam eden sorunlardır.
Kuzey Asya
Hazar Havzası'ndan Okyanus kıyılarına kadar uzanan ve Tanrı Dağlarının
kuzeyinden geçen bir alanı kapsamaktadır. Çin ve Rusya'nın etkinlik
mücadelesi yürüttükleri bu coğrafya doğuya gidecek enerji koridoru açsından
son derece önemlidir. Çin güvenlik, ekonomik ve politik işbirliği ortamında bu
alandaki etkinliğini arttırmaktadır. Karasal Kuvvetler olarak Rusya ve Çin
arasında doğabilecek gerilimin bölge istikrarını etkilemesi riski günceldir.
Fergana Vadisi başta olmak üzere su sorunu önemli çatışma
kaynaklarındandır.
Güney Asya
Körfez'in doğusundan Alt Güney Asya'ya kadar olan geniş bir coğrafyadır.
Afganistan'daki ekstremist dini-grupların yarattığı ve merkezi Avrasya'ya doğru
etkiselliğini gösterdiği problemler nedeniyle bir yönüyle İran'ın da dahil olduğu
bu alanda, Keşmir sorunu nedeniyle Pakistan-Hindistan, ekstremist dini
grupların radikalist tutumları nedeniyle Endonezya ve Filipinler belirgin sorun
merkezleridir. Güney Asya'nın batısında İran, Pakistan ve Hindistan,
doğusunda Çin-Japonya ve ABD etkin bir kuvvet merkezi konumundadırlar.
Jeopolitik teorilerin salt askeri harekata yönelik önemleri gittikçe azalmaktadır.
Gelişen savaş tekonolojisiyle birlikte, uzun menzilli füzeler, havada yakıt ikmali
yoluyla daha uzun süre mesafe alabilen uçaklar, deniz silahlarındaki
gelişmeler artık coğrafi engelleri (su,dağ v.s) rahatlıkla aşmaktadırlar. Ayrıca
gelişen uzay teknolojisi ile birlikte muharebenin seyri çok değişmektedir. Yeni
bir kavram olarak Uzay jeopolitiği hayatımıza girmiştir. Ekonostratejik
hedeflere giderken hangi jeopolitik güzergahların izleneceği ve kriz bölgelerine
yönelik önleyici veya müdahale edici güvenlik tedbirlerinin alınması gerektiği
jeopolitik açıdan daha öncelik taşıyan konular olarak etkin olacaktır.
Pasifik Ekseni ve Kuzey-Batı Ekseni arasında ülkeler arası taraflılık ve çatışma
seviyeleri ile paralel olarak Avrasya'nın geleceği barış ve refah açısından
arayışını devam ettirmektedir.
1.2.2. ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ÜLKELER
Merkezi bir konum olarak Avrasya jeopolitiğinde meydana gelen değişimler ve
bölgenin jeoekonomik formasyonundaki şiddetli çekiciliğin, güçlü devletlerin
siyasi etki alanlarında yeni ilişkileri ortaya çıkardığını ifade etmiştik. Bu
anlamda yeni gruplaşmaların olduğunu belirtirken, bir hususu da hatırlatmak
gerekir. Katı bir kamplaşma yerini aynı anda birden fazla grup içerisinde yer
almaya bırakmıştır. Dünya ölçeğinden Bölgesel niteliğe indirgenen ortaklıklar
bu durumu daha da kolaylaştırmıştır. Dile getirilen coğrafi tanımlı iki eksen
dışında Amerika Birleşik Devletlerinin tek ve en büyük güç olmasına karşın
global güvenlik için koordinasyon liderliği dışında kalan konular açısından
farklı bir yapı oluşmuştur. Biz bu yapıyı "çok taraflı yeni denge" olarak
isimlendirmekteyiz. Çok taraflı yeni denge siyasi bir sonuç olarak
algılanmalıdır.
Çok taraflı yeni dengeyi ortaya çıkartan ve ülkeler arası ilişkiyi tayin eden üç
faktör bulunmaktadır:
a. Coğrafi faktörler
b. Ekonomik faktörler
c. Askeri faktörler
Coğrafi faktörler olarak ifade edilen yukarıda detaylı olarak anlattığımız
jeopolitik pozisyon değişikliği ve bu değişikliğin yarattığı jeostratejik devrimdir.
Küreselleşme, piyasa ekonomisi ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi
sürecinde karşılaşılan gelir dağılımı bozukluğu, yoksulluk ve ekonomik
resesyon gibi sorunlar çok taraflı yeni dengenin tasarlanmasında etkili
olmuştur. Üçüncü olarak, ortaya çıkan yeni global tehditler ve buna karşı
oluşturulmaya çalışılan yeni global güvenlik stratejilerinin uygulanmasına
dönük askeri faktörlerdir. Askeri faktörlerin bölgesel anlamda yarattığı işbirliği
ivmesi, çok taraflı ve esnek bir yeni dengenin ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Belirtilen bu yaklaşımla birlikte yeni dengeyi tarif etmek daha kolaylaşacaktır:
"Global hammadde ve enerji ihtiyaçlarının karşılanması, piyasa ekonomisi
kuralları içerisinde global ticaretin yaygınlaştırılması, global seviyede finansal
istikrarı koruyucu çalışmaların yapılması, global demokratik değerlerin
yaygınlaştırılması ve yoksulluğun azaltılmasıyla beraber global refahın
arttırılması için ekonomi ve güvenlik temeli üzerinde inşa edilen karşılıklı ve
paylaşım esaslı yeni siyasi yapının çok taraflı olarak oluşturmaya çalıştığı yeni
denge".
Çok taraflı yeni denge için belirleyici ana akslar (ana aksları oluşturan ülkeler)
ve bunların arkasında sıralanan diğer ülkeler bulunmaktadır. İlişki esnek
tasarlandığından dolayı taraflar arası geçişler ve konuya göre taraf olmak
şeklinde serbestlik göze çarpmaktadır. Bir taraf ile ekonomik ilişki ve bağ
kurulurken diğer taraf ile askeri bir bağın kurulması mümkün olmaktadır.
1.2.2.1. Çok Taraflı Dengede Ana Aks Ülkeler
Oluşmakta olan çok taraflı yeni dengede ana aksı oluşturan 5 ülke
bulunmaktadır. Bu ülkeler,
1. Amerika Birleşik Devletleri
2. Avrupa Birliği
3. Çin
4. Rusya Federasyonu
5. Japonya
Bunların dışında 2015 yılına doğru ana aks seviyesine ulaşmaya çalışan
Hindistan da bulunmaktadır. Japonya ise 2010 yılından itibaren askeri özelliği
ile birlikte tam bir ana aks niteliğini kazanacaktır. Ülkeler için global
konumlanma, bu ana aksların yanında veya karşısında alacakları
pozisyonlarla gerçekleşecektir. "Çok Taraflı Yeni Denge" aks ülkelerini
ayrıntılı olarak incelemekte yarar vardır.
Amerika Birleşik Devletleri
2010 yılına kadar ABD, ekonomik ,askeri ve siyasi olarak global yeni sistemin
tek süper gücü olmaya devam edecektir. ABD, bu özelliği ile uluslar arası
ilişkiler sisteminin merkezinde yer alacak ve global gelişmeler ve ilişkilerin
belirleyici en önemli ülkesi olacaktır. Bununla birlikte dünya sahnesinde
ABD'nin global liderliğine karşı etkin olmaya çalışacak aktörler yer alacaktır.
Bu aktörler, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya gibi ülkeler, AB gibi bölgesel
organizasyonlar, çok uluslu şirketler ve çok uluslu hükümet dışı kurumlardır.
ABD global liderliğinde bu aktörleri göz önünde bulunduracaktır.
Bu aktörlerin amacı ABD hegemonyasına karşı bir güç koalisyonu oluşturmak
değildir. Stratejik hedeflerden çok taktik yaklaşımları benimseyecek bu ülkeler
ve kurumlar, uluslar arası ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerin belirlenmesinde
daha kuvvetli ve etkin rol edinmek amacında olacaklardır.Diplomasi daha
karmaşık hale gelecektir. ABD yeni
\
/
\
Z
/
<—
î^^" • • • • 1
(/)<
IS
OL LU
Û
UJ
U.
/
\
/
süreçte birden fazla konuda, dış politika
hedeflerini desteklemek için
koalisyon(lar) oluşturmakta geçmişe göre daha çok zorlanacaktır. Bununla
birlikte uluslararası topluluk mevcut ve olası çatışmaların ve uzlaşmazlıkların
çözümünde ABD'ye başvurmaya devam edecektir.
Dünya güvenliğinin belirlenmesinde ve güvenlik stratejileri ile politikalannın
oluşturulmasında, tüm ülkeler ABD'nin askeri gücünü ve güvenlik konseptini
belirleyici olarak kabul edeceklerdir. ABD'nin yeni dönemde liderliğini
destekleyen ve bu konuda belirleyici olan unsur ise "Teknoloji" olacaktır. ABD
Teknoloji devriminin lideri olmaya devam edecektir. Teknolojik liderlik;
ekonomik ve askeri güç oluşturulmasını sağlamaktadır. ABD'nin tek süper güç
olma konumunu değiştirecek yegane unsur; ikinci bir veya daha çok sayıdaki
ülkenin teknolojik üstünlüğü ele geçirmesidir. Aksi takdirde ekonomik veya
askeri güç dünya liderliği için tek başına yeterli olmayacaktır.
ABD ekonomisi dünya ekonomisinde belirleyici olmaya devam edecektir.
Ancak diğer ülke ve bölgesel birlikler ile karşılıklı bağımlılığı artacaktır. Bu
nedenle ABD dışındaki ekonomik gelişmeler ve istikrarsızlıklar, önceki
dönemlere göre ABD'yi daha çok etkileyecektir. ABD ekonomik kararlarını
alırken iç ekonomik gelişmelerden çok global ekonomideki trendleri göz
önünde bulunduracaktır. ABD, ekonomik büyümesini; bilgi üretimi, teknolojik
gelişme ve verimlilik artışına dayalı olarak sürdürecektir. Hizmetler sektörü ve
bilgi ekonomisi ürünleri ekonomiyi oluşturacaktır. Bilgisayar, Bilgi işlem ve
Enformasyon teknolojisi ABD ekonomisinin merkezi (kalbi) durumuna
gelecektir. ABD klasik sanayi üretiminde dünya ekonomisi ihtiyaçlarını göz ardı
edecek ve üretimi diğer ülkelere kaydıracak veya terk edecektir. Ekonomik
gelişmenin verimlilik artışına bağlı gelişmesi; refah ve gelir artışını
hızlandırırken gelir dağılımını iyileştirmeye devam edecektir. Verimlilik artışı ve
teknoloji geliştirmenin temelinde ise reformlar geçiren ABD eğitim sistemi
bulunmaktadır. ABD, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinin bulunduğu Atlantik
ötesi ülkeler ile en hızlı büyüyen ekonomilerin bulunduğu Doğu ve Güney
Doğu Asya ülkelerinin coğrafi olarak ortasında bulunmaktadır. Her iki bölge;
Avrupa ve Asya Pasifik ile önümüzdeki dönemde Serbest Ticaret Alanlarının
oluşturulması
hedeflenmektedir.
Böylece serbest ticaretin yarattığı
küreselleşmenin ekonomik nimetlerinden her iki alanın tek ortağı olarak en çok
ABD yararlanacaktır.
ABD dünya kültüründe belirleyici olmayı sürdürecektir. Ancak yeni dönemde
belirleyici unsurlar çok çabuk tüketilen ürünler değil, İnternet ve Enformasyon
teknolojisi ile oluşan bilgi içerikli unsurlar olacaktır. Bilgi yönetiminin önemi
nedeniyle, diğer ülkeler de ABD'nin liderliğindeki bu ağın içinde yer alacak ve
ağın dağıttığı kültürün ve felsefenin etkisi altında kalacaktır.
ABD, 2010 yılına kadar olan süreçte dünyadaki doğal kaynaklar ve enerji
kaynaklarında yaşanabilecek sıkıntılardan en az etkilenecek olan ülkedir. ABD
üretime almadığı çok önemli enerji ve doğal kaynak rezervlerine sahiptir. AB
ve Japonya'yı önemli ölçüde etkileyecek demografik yapıdaki nüfusun
yaşlanması tehdidi de en az 2020 yılına kadar ABD'de görülmeyecektir. ABD
sahip olduğu uzay teknolojileri ve uzay araştırmaları ile Uzayın kontrolünde de
liderliği sürdürecektir. Ekonomik olarak çok önemli kaynakların ayrıldığı Uzay
çalışmalarında ABD ile diğer ülkeler arasında fark açılacaktır. ABD'nin
rakipliğini (ortaklığını) Rusya yerine Çin dolduracaktır.
ABD'de teknoloji ve ekonomik gelişmelerin neden olduğu sosyal hayat ve
ilişkilerdeki değişimler politik muhalefeti güçlendirecek, küreselleşme ve
makineleşmenin insan hayatı üzerine getirdiği zorlamalar nedeniyle,
Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti dışında siyasi hareketler talep edilecek ve bu
siyasi güçler 2008 seçimlerinde etkin olabileceklerdir.
Avrupa Birliği
Avrupa Birliği 2010 yılına kadar Avrupa Projesinin tamamlanması konusunda
önemli mesafe sağlamış olacaktır. Avrupa Projesi kurumsal reformlar,
genişleme, ortak dış politika ve ortak savunma-güvenlik politikalarından
oluşmaktadır. Avrupa Birliğinin orta vadeli gündemi Avrupa Komisyonu
tarafından kabul edilen Agenda 2006 belgesi ile belirlenmiştir. Birlik;
bütünleşme ve genişleme, küreselleşmenin avantajlarını kullanabilme,
enformasyon ve bilgi teknolojisi kullanımını genişletme, demografik (nüfusun
yaşlanması) baskıları yönetme konularına ağırlık verecektir. Yeni süreci
belirleyecek Avrupa Konvansiyonu ise 10 yıllık stratejik yaklaşımı belirlemek
üzere uzun bir maratona başlamaktadır.
Avrupa Birliği ekonomik istikrarını sürdürecek olan tek para birimi Euro'yu
ihraç ederek kullanmaya başlamıştır. Birlik 2010 yılında nüfus artışının
durması ve sağlanacak ekonomik gelişme ile birlikte kişi başına düşen gelir ve
refahı en çok artıran bölge olacaktır. Avrupa Birliği ekonomik alanda ABD'nin
son on yılda uyguladığı enformasyon teknolojisi, yaratıcılık ve buluşlar ile
bilgiye dayalı ekonomik büyüme sürecine 2010 yılına kadar girecektir. Birlik
ekonomik açıdan; ekonomik ve parasal birliğin sağlandığı 1991-2002 yıllarının
aksine daha dışa açık bir politika izleyecektir. Birlik global sürece daha çok
katılacak, ancak ekonomik açıdan 2010 yılında ABD'nin yine global dünyayı
şekillendirme ve yönlendirme gücünü kıramayacaktır.
Avrupa Birliği'nin ekonomik gelişmesi önünde engeller sosyal devlet
politikaları, emek piyasalarının katı yapısı ile kamu düzenlemeleridir. Birlik
üyeleri ekonomik reformlar ve küreselleşmeye uyum için sosyal devlet ile
liberal piyasalar arasında üçüncü yolu geliştirmeye devam edeceklerdir.
Avrupa Birliği önünde önemli tehditlerden biri de yaşlanan nüfus, düşük
doğum oranları ve buna bağlı olarak nüfusun bazı ülkelerde mutlak olarak
azalması olacaktır. Bu gelişme Avrupa'nın refah ve güvenliğini olumsuz
etkileyecektir. Ülke bütçelerinin daha büyük bölümleri sosyal güvenlik
harcamalarına ayrılacak ve ekonomik gelişmenin dayandırılacağı enformasyon
ve bilgi teknolojileri için işgücü eksikliği yaşanacaktır. Avrupa Birliği 2010 yılına
kadar yeniden yoğun bir göç ile karşılaşacaktır. Bu göç iki şekilde olacaktır.
Birincisi yasal yollardan yaşlanan nüfus nedeniyle artan işgücü talebini
karşılama, ikincisi ise K. Afrika, Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkaslardan yasa
dışı mülteci akını ve sığınmalar şeklinde olacaktır. Avrupa Birliği yeni bir kimlik,
milliyetçilik, azınlık sorunu ile karşılaşacak ve bu sorun politik akımları da
etkileyecektir.
Avrupa Birliği'nin global rolü ve belirleyiciliği siyasi ve askeri olmaktan çok
ekonomik konular olmaya devam edecektir. Avrupa Birliği ekonomik ve ticari
açıdan Transatlantik bağlarını güçlendirecektir. Ekonomik gündem öncelikli
olacaktır. ABD başta olmak üzere Kuzey ve Güney Amerika ülkeleri ile 2010'a
kadar geniş bir serbest ticaret alanı kurulması müzakereleri başlamış olacaktır.
Birlik yine Doğu ve Güney Doğu Asya ülkeleri ile ticari ilişkilerini geliştirecektir.
Orta Asya ve Kafkaslar ise daha çok enerji kaynakları ve ticaret yolları
açısından Birliğin ilgi alanı olacaktır. Rusya AB'nin genişleme sürecine dahil
olmayacaktır. Bununla birlikte Moskova ile istikrarlı bir ekonomik ilişki tesis
edilecektir. Rusya güvenlik açısından AB için bir tehdit olmaktan çıkacak, hatta
AB ile Rusya Orta Asya ve Kafkaslara yönelik yeni bir güvenlik ekseni tesis
edebileceklerdir. Uluslararası hukuki kurumların ve normların oluşturulması,
uluslararası uzlaşmazlıklarda diplomatik çözümlere katkı, insani yardımların
genişletilmesi ve çatışmalara Birleşmiş Milletler veya ABD ile oluşturulan
koalisyonlar ile müdahale etmek hedeflenmektedir. Ancak koalisyonlara
katılımda askeri güç bulundurma konusunda çekimser kalacaktır. Avrupa
Birliği savunma ve güvenlik konusunda ağırlığını daha çok Birliğin kendi içinde
ortak politikaların ve kurumların oluşturulması, Avrupa Güvenlik ve Savunma
Politikasının geliştirilmesi ile ABD ve NATO ile Birlik ilişkilerinin yeniden tarif
edilmesi üzerine verecektir.
Avrupa Birliği'nin 2010 yılına kadar Avrupa Projesini tamamlama sürecinde
kurumsal yapılanma, genişleme ve ortak politikalar oluşturulması konusunda
karar birliği henüz oluşmamıştır. Bu alanda çeşitli senaryolar bulunmaktadır ya
da bazı senaryolar savunulmaktadır. Ancak olasılıkları belirsizdir. Avrupa
Birliği öncelikle Birliğin siyasi kurumlarında genişleme ile birlikte reform yapma
baskısı ile karşılaşmaktadır. Genişleyen Birliğin 12 ülkeli yapısında
düzenlenmiş kurumları ile yönetilmesi mümkün değildir. Bu aşamada Birlik
üyelerinin yönetim kademesinde alacakları yetkilerin farklılaştırılması ve üç
grup ülkenin oluşturulması (Üç Vitesli Avrupa) fikri bu kez Birliğin kopması
veya kendi içinde parçalanması olasılığını da (tehdidini) beraberinde
getirmektedir.
Konvansiyon toplantılarının başlamasına ve 2012 vizyonu ve AB ikinci kuşak
yol haritasının oluşmasına neden olan dört başlık bulunmaktadır:
1. Karar Mekanizması: Üye ülkelerin ve çekirdek güç oluşturan ülkelerin karar
merciindeki sınırları, ile yeni katılımlarının yaratacağı sorunlar karar
mekanizmasını açık olarak tanımlayan anayasal çerçeve üzerinde gözden
geçirmeleri zorunlu kılmaktadır.
2. Tarım Politikaları: Özellikle Polonya'nın katılımı konusundaki tartışmalardan
kaynaklanan ve Birlik içi tarım politikasının stratejisi ve ilgili yardımlar konusu
İspanya ve Portekiz başta olmak üzere Birlik içinde sorun teşkil etmektedir.
3. Anayasal Gözden Geçirme: Birlik içindeki demografik değişim, karar
mekanizması, adaylar ile ilişkiler, normların yeniden tayini, yardımlar gibi
konuların yer aldığı hukuki tartışmalar devam etmektedir.
4. Genişleme: Doğuya doğru genişleme süreci, bazı Baltık ülkelerinin
durumunu gözden geçirme. Germen jeopolitik etkinliğini arttırıcı yönde
genişleme ve Almanya'nın yeni dönemde agresif ve büyümeye dayalı ekonomi
politikası izleme isteği, buna karşın Fransa'nın sosyal yapıyı ve geri kalmışlığı
giderme amaçlı ev içinde kalma isteği Avrupa Birliği için genişleme kaynaklı
sorunlardır.
Avrupa Birliği fiziki sınırlarını kuzeyden Ukrayna'ya ve dolaylı olarak Hazar
havzasına taşımaya endeksli Almanya yaklaşımı Birlik içinde grup ayrılığını
teşkil etmiştir. Avrupa Birliği içinde iki temel grup arasında mücadele devam
edecektir:
1.Kuzey ya da Alman Grubu: Germen jeopolitiğinin sınırlarını AB'ye katmayı
hedefleyen Almanya'nın başını çektiği grup. Bu grubun gelecek Avrupa'sını
Almanya'nın önderliğinde agresif bir ekonomik ticari politika ile büyütmek ve
güçlendirmek suretiyle ABD'nin temel ve en güçlü sınırlayıcı rakibi haline
getirmek oluşturmaktadır.
2.Akdeniz/Latin ya da Fransız Grubu: Bu grup Avrupa'nın doğuya ve kuzey
hattından genişlemesini sınırlandırmak isteyen ve Birlik içinde gelecek on yılda
sosyal yaşamı düzenleyen ve Birlik üyesi ülkelerin bireylerinin yaşam
standartlarının öncelikle yükseltilmesini talep eden bir perspektife sahiptirler.
Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz ve Yunanistan bu grubun üyesi olup liderliği
Fransa yürütmektedir. İtalya yeni süreçte Almanya eksenine geçebilecektir.
Çin
Çin son yirmi yıl içinde siyasi ve ekonomik yapısında önemli değişikliklere
gitmiştir. Sosyalist bir rejim ile yönetilen Çin liberal ekonomik politikaları
benimsemiş, ancak siyasi rejiminde, siyasi liberalizmden uzak, totaliter bir
rejim ile yönetilmektedir. Çin yirmi yıllık sürecin ardından 2010 yılına kadar
Doğu Asya ve Pasifik bölgesinin lideri, 2010 yılından itibaren ise Dünya'nın
lideri olma potansiyeline sahip bulunmaktadır. Ancak bu potansiyel ile birlikte,
Çin için önümüzdeki döneme ilişkin önemli belirsizlikler ve bilinmeyenler
bulunmaktadır.
Çin ekonomik açıdan hızlı büyümesini sürdürecektir. 2010 yılına kadar olan
dönemde uluslararası piyasalar ile olan bütünleşme, mal ve hizmet piyasaları,
mali piyasalar ve sermaye hareketlerinde kademeli olarak sağlanacaktır. Çin'in
ekonomik büyüme ve gelişmesi bölgesel ekonomik ilişkiler ve ticaret ile yine
ABD ile olan ilişkiler ve ticarete dayanmaktadır. Bu nedenle uluslararası
bütünleşme seviyesi arttıkça, ekonomik büyümenin daha da hızlanması
beklenmektedir. Çin 2010 yılında Asya-Pasifik bölgesinin üretim ve ticaret
açısından ekonomik lideri olacaktır.
Çin ekonomik gelişmeyi, siyaset (demokratikleşme) ve güvenlik konulan ile dış
politikanın önüne alacaktır. Bu üç alandaki etkisi için ise ekonomik gücü
belirleyici olarak görmektedir. Bununla birlikte ekonomik gelişme toplumsal
yapıda önemli bir bölünme (ayrışma) üzerinde sürdürülmektedir.Çin'in
ekonomik büyümesinde itici gücü Çin denizi kıyısındaki Doğu Çin'de bulunan
dört merkez sağlamaktadır. Yabancı sermaye yatırımlarının yoğun olarak
bulunduğu bu bölge ile Çin'in geri kalanı; yani yaklaşık bir milyar kişinin
yaşadığı ve tarım ile geçinen kırsal alan arasında önemli gelir dağılımı ve
gelişme faklılıkları yaşanmaya devam edecektir.
Çin'de ekonomik büyümeyi sağlamak için politik, sosyal ve hatta ekonomik
hayatta getirilen sınırlamalar devam edecektir. Bu sınırlamaların kaldırılması
zaman alacaktır. Bu yapının sürdürülmesi Çin'deki mevcut rejimin meşruiyetini
ve varlığını tehdit edebilecek, hatta değiştirebilecektir. Son yirmi yılı dış
dünyaya kapalı sınırları içinde büyüyerek geçiren Çin'in, 2010 yılına kadar
olan dünya ile bütünleşme seviyesini artırma hedefi ve enformasyon
teknolojisine uyum daha önce karşılaşılmamış ekonomik ve sosyal sorunları
kaçınılmaz olarak doğuracaktır. Çin'in önümüzdeki on yıl içinde ekonomik
gelişme, dünya ile bütünleşme, sosyal içerikli sorunların çözümü ve bölgesel
rollerin üstlenilmesinde belirleyici en önemli unsur; mevcut siyasi rejimin ve
yönetimin tavrı olacaktır. Çin yarattığı ekonomik dinamizme bağlı olarak
önümüzdeki yakın süreçte politik esnekliği arttırdığı sürece iç ve bölgesel
istikrarı sağlayacaktır. Aksi halde iç ve dış dinamiklerin talepleri, bölgesel ve
hatta dünya lideri olma adayı Çin'i kaotik bir ortam içine sürükleyecektir ki, bu
global güvenlik için en önemli tehdittir.
Çin'in ekonomik büyümesini bir askeri güce dönüştürme ve uluslar arası
sistemi tehdit etme olasılığı da bulunmaktadır. Ekonomik büyüme son yirmi
yılda savunma harcamaları ve silahlanma için önemli kaynak yaratmıştır.
Çin'in askeri kapasitesi yükselmiştir. Ancak tehdit unsuru oluşturacak bir askeri
güce ulaşmak için ne kadar bir ekonomik güce sahip olunması konusu
belirsizdir. Ekonomik güç ile askeri güç arasındaki ilişkiyi de Çin yönetiminin
öncelikleri belirleyecektir. Çin yönetiminin orta vadeli önceliklerinde tarımsal
modernizasyon, altyapının tamamlanması, beşeri ve sosyal gelişmenin
hızlandırılması gibi ekonomik unsurlar bulunmaktadır.
Bununla birlikte Çin; 2010 yılına kadar olan güvenlik ve askeri stratejisini;
kendi ülke topraklarındaki isteklerini yerine getirecek, bölge ülkeleri arasında
(Japonya dahil) en güçlü olacak ve ABD'nin bölgedeki gücünü önce
dengelemeyi sonra sınırlamayı sağlayacak bir askeri güç oluşturmak üzerine
kurmaktadır. 2015 yılına kadkr Çin'de mevcut rejim yapısı içinde istikrarlı bir
sosyal ve siyasal çevrede iki yeni liderin göreve geleceği ve bu liderlerin de
ekonomik güçlenmeyi ve refahı ön planda tutacakları öngörülmektedir.
İstikrarsız bir çevrede ise lider sayısı ve değişikliği artabilir ve otoriter baskılar
ile askeri güç ve güvenlik ön plana çıkabilir.
Rusya Federasyonu
Rusya siyasi, askeri ve ekonomik açıdan dünya liderliğine oynama hedefine
orta ve uzun vadede hep sahip olacak ve sürdürecektir. Ancak en azından
2010 yılına kadar olan süreçte ekonomik kaynakların yetersizliği ve altyapı ile
teknolojik seviye dikkate alındığında Rusya'nın bu hedefe ulaşması
olanaksızdır.
Rusya, 2010 yılına kadar önceliğini ekonomik yapıda iyileşme, kaynakların
etkin kullanımı ve kamu kesiminde reformlara verecektir. Rusya 1989-2000
yılları arasında piyasa ekonomisine geçiş ve uluslararası piyasalar ile
bütünleşme hedeflerine sahip bir Geçiş Ekonomisi ülkesi olarak başarılı
olamamıştır. 1989 yılı sonrasında hızla küçülen ekonomi, 1998 mali krizi ile
birlikte moratoryum noktasına gelmiştir. Bu süreçte reformların yapılmaması
ve yolsuzluk ekonomisi ile kaynakların harcanması olumsuz gelişmeleri
hazırlamıştır. Rusya'nın ekonomik açıdan içinde bulunduğu konum, dünya
liderliği bir yana bölgesel etkinliklerin arttırılmasını bile sınırlandıracak
durumdadır. Rusya'da 2010 yılına kadar olan dönemde belirleyici unsur
ekonomik olarak yeniden yapılanma ve büyüme ile bunu sağlayabilecek politik
güç ve istikrar olacaktır. Rusya da Çin gibi geleceğini yönetimin kararlığına
bağlamıştır. Çin'in aksine Rusya'nın kısa vadeli bir güçlenme sürecini
başarması ise bu kez bölgesel istikrarı ve yeni uluslar arası sistemi belirsizliğe
çevirecektir.
Rusya'nın Çin ile işbirliğine giderek bölgesel bir güç koalisyonu oluşturması
önündeki en önemli engel yine ekonomik yapıdır. Rusya bununla birlikte Çin
ile ekonomik ve ticari ilişkilerini artıracaktır. Rusya dağılan Sovyetler Birliği'nin,
ana belirleyici mirasçısı olmaya devam edecektir. Ancak bu dönemin ağır yük
oluşturan mirası ile son on yılda yaşanan geçiş ekonomisi deneyiminin
yarattığı olumsuz tablo ekonomik reformların önümüzdeki süreçte de hızlı ve
kalıcı olarak yapılmasını engelleyecektir. Sovyetler Birliği döneminden kalan
dış borç yükü, yetersiz ve eski altyapı, geçiş ekonomisinin yarattığı sosyal
ortam, gelir dağılımındaki bozukluk, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin
durumu, yetişmiş insan gücü yetersizliği ve kaynak sıkıntısı Rusya'nın
önümüzdeki dönemde ekonomik reformların yapılması için zorlayan en önemli
unsurlar olmakla birlikte, bu olumsuz unsurlar aynı zamanda reformların
önünde engel de oluşturmaktadır.
Rusya ekonomisi yeni bir büyüme sürecine girecektir, ancak büyüme sınırlı
olacaktır. 2010 yılına kadar global finans ve ticaret sistemine entegre
olabilecek bir yapıya ulaşılması hedeflenmektedir. Rusya en iyi şartlarda yıllık
ortalama % 5 ekonomik büyüme gösterse bile, ABD ekonomisinin ancak on
beşte biri büyüklüğünde olacaktır.
Rusya; teknoloji ve bilimsel buluşlar açısından önemli ölçüde geri kalmıştır.
Küreselleşme sürecinin dışında, tam rekabet şartlarının oluşmadığı ortamda,
teknolojik gelişme açısından Rusya'nın kendini yenilemesi 2010 yılına kadar
yavaş olacaktır. Rusya özellikle dünyayı şekillendirecek enformasyon
teknolojisi alanında diğer ülkeler ile arasındaki açığı kapatmayı
hedeflemektedir. Rusya ekonomisi enerji kaynakları başta olmak üzere doğal
kaynakların varlığına bağlı bir ekonomik gelişme gösterecektir. Bu nedenle
2010 yılına kadar olan dönemde enerji ve diğer emtiaların fiyatlarındaki
dalgalanmalar (krizler), kurulması hedeflenen ekonomik istikrarın önemli
tehditlerinden biridir. Ayrıca enerji ve doğal kaynak gelirlerine sahip olma
mücadelesi politik ve sosyal süreci de ( yolsuzluk vb) olumsuz etkilemeye
devam edecektir.
Rusya'da mevcut koşullar çerçevesinde siyasi hayatın demokratik açılım
göstermesi zaman isteyecektir. Siyasi yapı ve yönetim Sovyetler Birliği
dönemindeki gibi olmasa da otoriter ve kontrollü bir görünüm sergileyecektir.
Demokratik açılım yapacak etkin bir muhalefet oluşması güç görünmektedir.
Otoriter yönetim tarzı daha merkeziyetçi bir yapı içerecektir. Ancak merkezi
anlayış ile yapısal reform sürecinin tamamlanması gecikecektir. Merkezi
otoritenin önünde; global enformasyon ağı ile bütünleşme ve sivil toplumun
gelişimi iki önemli engel (muhalefet) olarak yer alacaktır.
Rusya günümüzde konvansiyonel silah gücü açısından teknoloji, miktar ve
etkinlik olarak zayıflasa bile, halen dünyanın en büyük ikinci nükleer silah
stokuna ve nükleer silah teknolojisine sahip ülkedir. Ancak bugün için bu
gücün Rusya'ya uluslar arası arenada sağladığı tek güç (olanak) Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmasıdır. Rusya dış politika konusunda
ekonomik ve askeri kısıtları göz önünde tutarak; Kafkaslar ve Orta Asya
ülkelerinde Sovyetler Birliği döneminde sahip olduğu üstünlüğü yeniden
kurmak, Avrupa Birliği ve Doğu Asya ülkeleri ile ekonomik ilişkileri
güçlendirmek, ABD'ye de kendini süper güç adayı göstermek amaçlarını
taşıyan politikalar yürütecektir.
Rusya için önemli bir gelişme demografik açıdan nüfus miktarındaki gerileme
olacaktır. 2000 yılında 146 milyon olan Rusya nüfusunun 2015 yılında 130135 milyona düşeceği öngörülmektedir.
Japonya
Japonya 2010 yılına kadar olan süreçte, bir önceki on yıla göre önemli
değişimler gösterecektir. İkinci Dünya savaşı sonrası yönetimde bulunan iki
jenerasyondan ilki Japonya'da ekonomik gelişmeyi askeri ve dış politikada
mutlak dışa bağlılık göstererek sağlamış ve Japonya dünyanın ikinci büyük
ekonomisi haline gelmiştir. Bir sonraki jenerasyon ise Japonya ekonomisini
son on yıldır içinden çıkılamayan bir resesyona sürüklemiştir. 2010 yılına
kadar Japonya'yı şekillendirecek olan yeni jenerasyon ise, Japonya'nın artık
sadece ekonomik değil, siyasi ve askeri açıdan da bağımsız ve güçlü bir ülke
olarak uluslar arası alanda belirleyici olmasını istemektedir.
Japonya'nın bu açılımı yapabilmesi için öncelikle ekonomiyi içinde bulunduğu
durgunluk sürecinden çıkartarak, tekrar ekonomik büyüme trendine sokması
gerekmektedir. Japonya'nın ekonomik canlanması ihracat genişlemesine
bağlıdır. İç talebin genişletilmesi için son 10 yıldır uygulanan ekonomik
önlemler sonuç vermemiştir. Mali sektördeki sıkıntılara ağırlık verilirken,
ihracat için pazar ABD'den ziyade Asya ülkeleri olacaktır. Japonya ekonomik
resesyon sürecinden çıkış için ABD ve AB ile yürütmeye çalıştığı uyumlu
ekonomik politikalar yerine, Asya merkezli ekonomi politikalarını göz önünde
tutacaktır. 2000'in ilk on yılında Japonya ile diğer batılı ülkeler arasında savaş
sonrası dönemde kurulan uzlaşmanın da değişmesi gündeme gelecektir.
Özellikle ekonomi politikalarının uygulanmasında görülecek uyumsuzluk
Japonya'yı ABD ile açık rekabete itecektir. Ekonomik ve ticari gelişmenin
motoru olacak Asya pazarında ABD ile Japonya'nın ciddi rekabeti görülecektir.
Çin ve diğer Asya ülkeleri de ABD ve Japonya arasında seçim yapmakta
zorlanacaktır.
Asya piyasalarında Çin, Japonya ve ABD arasında ekonomi politikalarındaki
uyumsuzluk ve rekabet uluslar arası piyasaları da etkileyecek dalgalanmalar
yaratabilecektir. Japonya Asya piyasalarında istikrarın tesisi ve korunması için
Asya Para Fonu, Asya Ortak Pazarı gibi Asya kurumlarının oluşturulmasını
talep edecektir. Japonya'nın ABD ile, ekonomide açık rekabeti de içeren siyasi
çözümlemeleri önündeki en önemli engel ise ABD ile olan yakın güvenlik
işbirliğidir. Japonya savunma konseptinin oluşturulması ve askeri güçlerinin
sınır ötesi kullanımı konusunda otonom hatta tam bağımsızlık talepleri
bulunmaktadır. Bununla ilgili sınırlayıcı hükümleri barındıran Japonya
Anayasası tartışılmaya başlanmıştır. Ancak güvenlik konseptinde ABD ile bir
karşıtlık oluşturulması hedefi yoktur. Yıllık 40 milyar dolarlık savunma bütçesi
ile Japonya ABD'den sonra en geniş deniz gücüne sahip ülkedir.
Japonya'nın demografik yapısı ise gelecek için tehdit oluşturmaktadır. Giderek
yaşlanan Japon nüfusu sosyal güvenlik politikalarının uygulanmasında önemli
kısıtlar oluşturacaktır.Yaşlanan nüfusun ekonomik üretime katkısının azalması
ile ekonomik durgunluğa yol açan iç talepteki daralmaya katkısı ekonomi
açısından sıkıntılar oluşturacaktır.
1.2.2.2. Çok Taraflı Yeni Dengede Diğer Ülkeler ve Bölgesel
Değerlendirmeler
Hindistan
Hindistan, nüfusu ve ekonomik büyüklüğü ile Çin ve Rusya ile birlikte Asya
kıtasında geleceğin belirleyicisi üç ülkeden biri olacaktır. Hindistan bilgi ve
enformasyon teknolojilerine dayalı hızlı ekonomik büyümesini sürdürecektir.
Hindistan Yeni Ekonomi sürecine uyum gösteren ABD ve İngiltere'den sonraki
üçüncü ülkedir. Hindistan'a bu konuda avantaj sağlayan unsurlar
bulunmaktadır; İngilizce dilinin konuşulması ve eğitim sistemlerinin Anglo­
sakson sisteme uyumu ile bilim adamı ve teknik insan yetiştiriliyor olması, bilgi
işlem teknolojisi üretimi ve bilgi işlem sektörüne yönelik ticarileştirilmiş
ürünlerin sunumunda Hindistan, Batılı gelişmiş ülkelerin artan ihtiyaçlarını
karşılayacaktır. Yeni ekonomi ve bilgi ekonomisi sürecinde Hindistan Batılı
ülkeler ile bütünleşmesini tamamlayacaktır.
Hindistan ekonomisinde yüksek teknoloji işletmelerinin bulunduğu hizmetler
sektörü ağırlıklı dört şehir Mumbai, Yeni Delhi, Bangalore ve Chennai itici güç
olacaktır. Teknolojiye dayalı bu ekonomik gelişmeye rağmen Hindistan'da
ekonomik gelişmişlik farkları artacak, gelir dağılımı bozulacaktır. Kast sistemi
ve çok geniş bir orta kesime karşın yarım milyar Hintli fakirlik sınırında
olacaktır. Hindistan'ın nüfusu 2015 yılında 1,2 milyar kişiye yükselecektir.
Teknolojik ivmeli ekonomik büyüme Hindistan'ı bölgesel bir güç olmaya
itmektedir. Ancak Hindistan'ın ekonomik ve sosyal alandaki ağır kamu
düzenlemeleri ve sosyal sınıflaşma ve gelenekler ekonomik ve sosyal
reformları
gerekli
kılmaktadır.
Bu
alanda
istenilen
gelişmeler
sağlanamayacaktır.
Hindistan'da ekonomik gelişmenin yarattığı adaletsiz büyüme, bölgeler,
kesimler ve bireyler arası gelir dağılımı bozukluğu, politik ve sosyal hayatın
doğasından kaynaklanan (kast sistemi) kısıtlar, Hindistan'ın bölgesel güç olma
konusunda karşılaştığı iç sorunlardır. Bu sorunlar zaman zaman önemli
uyuşmazlıklara ve hatta iç çatışmalara yol açabilecektir. Yakın komşuları ile
olan ilişkileri de bölgesel güç konumunu belirleyecektir. Çin ve Hindistan
bölgede hem rakip, hem de ekonomik gelişmede sinerji yaratan ortaklar
olacaktır. Batı ile ekonomik bütünleşme sürecini hızlandıracak olan Hindistan
için bölgede gerçek sorun ise Pakistan ile olan ilişkileridir. Hindistan lehine
ekonomik gelişme farkı, Pakistan ile siyasi, etnik, dini uzlaşmazlıkları nükleer ^
silahlanma yarışına götürmektedir. Ancak Hindistan, özellikle deniz kuwetleri
içerikli geniş askeri gücü ve nükleer kapasitesi ile Pakistan'ın önünde Güney
Asya'da rakipsiz bölgesel güç olacaktır.
Hindistan 2010 yılında Çin'den sonra, bölgenin nüfus ve satın alma gücü
açısından en önemli ikinci tüketici grubunu oluştururken, artan enerji talebi ile
enerji pazarlarında belirleyici ülke konumuna geçecektir. Hindistan'ın Asya
ülkelerine göre önemli bir üstünlüğü de demokratik süreçte ulaştığı gelişmiş
noktadır. Seküler, Hindu milliyetçi ağırlıklı iktidarlar, bölgesel ve gelir dağılımı
farklılıklarından kaynaklanan önemli sosyo-politik baskılar altında kalacaktır.
Güneydoğu Asya ve Pasifik
2010 yılına kadar bölgenin en belirgin özelliği göstereceği ekonomik
dinamizm, büyüme ve gelişme olacaktır. Bölgede ülkelerin tamamı 2010 yılına
kadar bölge içinde rekebet güçlerini artırmaya ve uluslar arası piyasalar ile
bütünleşme seviyelerini yükseltmeye yönelecektir. Hükümetler, uluslar arası
ortak normları benimserken, aynı zamanda küreselleşmenin sosyal, ekonomik
ve siyasi etkileri ile de artan oranda karşılaşacak ve olumsuz alanları
sınırlandırmak için önlemler alacaktır. 2010 yılına kadar ekonomik dinamizm
bölgede belirleyici olurken, ülkeler içinde ulusal çıkarları önde tutan politikalar,
bölgesel işbirliği arayışlarının önünde engel olmayı sürdürecektir. İdeolojiler ve
bölgeselleşme ikinci planda kalacaktır.
Bölgede Çin, Japonya, Tayvan, Singapur ve Hong Kong ekonomik gelişmeyi
hızlandırırken, Kamboçya, Laos, Vietnam Batı Çin gibi ülke ve bölgeler ile
gelişmişlik farkı açılacaktır. Çin, Hong Kong ve Tayvan arasında daha kuvvetli
bir ekonomik altyapı ve ticari işbirliği oluşacaktır. Japonya ve Çin bölgesel
belirleyici olacaktır. İki ülke arasında ticari işbirliği dışında, bölgesel
uzlaşmazlıklarda diplomasi ve gerekiyorsa askeri güç yolu ile müdahale
geliştirmeyi içeren işbirlikleri olacaktır. İki ülke arasında Çin Denizi'nin stratejik
paylaşımı
dışında
herhangi
bir
uzlaşmazlık
(çatışma)
olasılığı
bulunmamaktadır.
Bölgede kurulacak ilişkiler; 2010 yılına kadar oluşacak güç dengelerinde de
belirleyici olacaktır. Bölgenin zayıf güvenlik düzenlemeleri ve kırılgan siyasi
yapısı nedeni ile ABD siyasi, ekonomik ve askeri varlığını bölgede
sürdürecektir. Japonya ve diğer bölge ülkeleri Çin'in artan varlığını ve askeri
gücünü dengelemek için ABD ile stratejik işbirliklerini sürdüreceklerdir. Çin ise
ABD ile özellikle ekonomik alanda ilişkilerini geliştirirken, Rusya ve Hindistan
ile bağlantılar kurarak; ABD'nin bölgedeki gücünü dengelemeyi; ABD'nin
Tayvan'a olan desteğini zayıflatmayı ve ABD'nin Doğu Asya'daki askeri ve
güvenlik rolünü azaltmayı hedefleyecektir.
Güney Doğu Asya Bölgesi, ekonomik üretim, ticaret ve nihai tüketim açısından
2010 yılında dünyanın en geniş bölgesi haline gelecektir. Bölge en geniş
nüfusu barındırırken, enerji talebi en yüksek bölge olacaktır. 2010 yılında
dünya ekonomisinin kalbi haline dönüşecek bölgede çeşitli tehditler ve kısıtlar
da bulunmaktadır. Japonya'da resesyonun uzun sürmesi ve yaşlanan nüfus
ile birlikte artan sosyal yük, Çin'in yetersiz enerji ve su kaynakları, Endonezya
ve Çin'deki otoriter rejimler ile Kamboçya,Tayland ve Vietnam'da hızla yayılan
AİDS bölgesel tehditlerdir.
Siyaset ve güvenlik açısından da uzlaşmazlık ve çatışmalar olasıdır. Güç
dengelerinde ABD-Çin, Çin-Japonya, Çin-Hindistan rekabeti her süreçte
yaşanacaktır. Tayvan, Kore, Güney Çin Denizi sıcak çatışma potansiyellerini
taşımaktadır. Çin, Endonezya, Filipinler ve Malezya'da ise etnik ve dini
toplumsal gerginlikler yaşanabilecekdir. Güney Asya bölgesinde ise bölgenin
iki gücü Hindistan ile Pakistan arasında, Hindistan lehine açılan ekonomik
gelişme ve refah farkı iki ülke ilişkilerini istikrarsızlaştırmaktadır. Bu büyüyen
istikrarsızlık ortamı Güney Asya merkezli bir nükleer çatişma olasılığını da
artırmaktadır. Pakistan'ın kırılgan, kapalı, izole yapısı karşısında teknolojiye
dayalı ekonomik gelişmeyi sürdüren Hindistan, bölgede Bangladeş, Sri Lanka,
Nepal gibi ülkeleri de ekonomik ve ticari açıdan kendine bağlamaktadır.
Güney Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinin ekonomik büyüme trendi enerji
talebinin merkezini de bu bölgeye taşımaktadır. Bölge ülkeleri ekonomik ve
ticari ilişkilerde Batılı ülkeleri tercih ederken, özellikle petrol başta olmak üzere
enerji ihtiyacının karşılanması konusunda Körfez ülkeleri ve Arap ülkeleri ile de
ilişkilerini daha da artıracaktır.
Merkezi Avrasya
Coğrafi olarak Kafkaslar, Hazar bölgesi ve Orta Asya ülkelerini kapsayan
Avrasya, 2010 yılına kadar, sadece coğrafik bir tanım olmayacak, siyasi,
ekonomik ve kültürel olarak da ortaya çıkacaktır. Coğrafi yakınlık ve kültürel
bağlılık nedeni ile Kafkas ülkeleri, Güney ve Batı komşularına, Orta Asya
ülkeleri Batı ve Doğu Asya ülkelerine, merkezi Asya ülkeleri ise Güney Asya
ve Çin'e yakın ilişkiler kuracaklardır.
Avrasya bölgesi üzerinde Rusya, Türkiye, İran ile ABD ve AB'nin etkinliği
olacaktır. Avrasya ülkeleri giderek Batı ve özellikle Avrupa (Rusya dahil)
bağımlısı olacaklar, ancak Avrupa Birliği'nin dışında kalacaklardır. Çin ve
Hindistan'ın da özellikle enerji kaynakları kullanımı üzerinde yoğunlaşan bölge
ile ilişkileri olacaktır.
Avrasya bölgelerindeki ülkeler, Rusya gibi Sovyetler Birliği döneminin yetersiz
altyapısı ve teknolojik gerilemenin yarattığı ekonomik küçülme ve sıkıntılar ile
karşı karşıyadır. Ekonomik gelişme ve yeniden yapılanma açısından geçiş
ekonomisi ülkeleri olan bu ülkeler önemli kısıtlar ile karşı karşıyadır ve bu
kısıtların giderilmesi en az önümüzdeki 10 yılı kapsayacaktır.Yetersiz yapısal
reformlar, tarım kesiminde verimsizlik, yıpranmış altyapı, verimsiz üretim
alanları, çevre tahripleri gibi ekonomik kısıtların yanısıra önemli sosyal
sıkıntılar da bulunmaktadır. Organize suçlar ve yolsuzluk, uyuşturucu trafiği,
para aklama ve diğer yasa dışı faaliyetler için zayıf ekonomik ve siyasi yapılar
uygun bir ortam hazırlamaktadır. Ve bu süreç orta vade de sürecektir.
Avrasya bölgesi ülkeleri ekonomik gelişmelerini önemli ölçüde petrol, doğal
gaz gibi enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara açılmasına bağlamıştır. Bu
konuda da üç önemli sorun olacaktır. Enerji gelirlerine bağlı ekonomik
gelişmenin bireysel refahın artışına dönüştürülmesi güçtür ve toplumsal
kalkınma zaman alacaktır. Enerji kaynaklarının gelirlerine sahip olabilme
önemli mücadeleleri de (iktidar için bile) beraberinde getirmektedir. Bu
nedenle bölge ülkelerinde siyasi istikrar sürekli tehdit altında olacaktır. Enerji
kaynaklarının uluslar arası pazarlara ulaştırılmasında kullanılacak boru
hatlarına ilişkin tüm tarafların ortak bir mutabakatı da henüz sağlanamamıştır.
Enerji kaynaklarının dünya piyasalarına açılması ile birlikte sağlanacak
ekonomik ilerleme, bu ülkelerin bağımsızlıklarını artırırken, Rusya'nın bölge
ülkeleri üzerindeki ekonomik ve özellikle askeri ve güvenlik etkisi azalmaya
başlayacaktır. Bu nedenle bölge istikrarın sağlanması zaman alacaktır.
Bölgede sosyal, dini, etnik, çevre, sınır uyuşmazlıkları ve çatışmaları
potansiyeli devam edecektir.
Çevre kirliliği ve su yetersizliği bölge ülkeleri için önemli bir sorun
oluşturacaktır. Kullanılabilir su, tarım alanlarının sulanması ve enerji üretimi
için yeterli su kaynağı bulmak zorlaşacaktır. Demografik yapıdaki gelişmelerde
ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan belirleyici olacaktır. Bölgede Slav ırkında ve
Kafkas ülkelerinde nüfus azalırken, Orta Asya ve Hazar ülkelerinde nüfus
artışı sürecek ve 2010 yılında genç nüfusun toplam nüfusa oranı en yüksek
noktaya çıkacaktır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, istihdam alanında sıkıntılar
2010' a kadar artarak devam edecektir.
Ortadoğu ve Arap Yarımadası
Bölge enerji kaynakları hariç global gelişmeler çerçevesinde 2010 yılına kadar
giderek stratejik önemini yitirecektir. Bölge yine istikrar arayışları içinde
olacaktır. Ancak bu kez istikrar arayışı savaşların, çatışmaların,
uyuşmazlıkların çözümünde değil, bölgedeki sosyal gelişmelerin ve taleplerin
karşılanmasında olacaktır. Küreselleşmenin itici gücü olan enformasyon
teknolojisinin kullanımında bölgenin yetersizliği (İsrail hariç) ve uzaklığı
nedeniyle, bu sürecin olanaklarından en az yararlanılırken, çoğunlukla
olumsuz yönleri ile karşı karşıya kalınacaktır. Enformasyon devrimi ve diğer
teknolojik ilerlemelerin varlığına rağmen, bunlara yüksek maliyetler nedeniyle
çok az bir kesimin ulaşacak olması, yetersiz altyapı, kültürel ve geleneksel
sınırlamalar bölgeyi giderek marjinal hale getirirken toplumun beklentilerinin
artması, gelir dağılımındaki aşırı bozulma, dogma fikirlerin yıkılması, rejimlerin
halk üzerindeki etkilerinin ve kontrollerinin azalması gibi nedenler; bölgenin
yeni istikrarsızlık kaynakları olacaktır.
Bölgedeki tüm otoriter rejimler enformasyon teknolojisine dayalı dış
dinamiklerin yanı sıra demografik, ekonomik ve toplumsal baskılardan
etkilenecek ve ideolojik veya felsefi nedenlere dayanılarak bu taleplere karşı
koymak giderek güçleşecektir. Bu süreçte küreselleşme sürecinden
uzaklaşma ve yabancılaşma ile otoriter rejimler arasında sıkışan toplumlar için
politik İslam ile, radikal farklılıklan içeren politik unsurlar, sosyal ve siyasi
bölünmeyi bölgede hızlandıracaktır. Bölgedeki rejimler ise enerji kaynakları
gelirleri ile besledikleri otoritelerini sürdürme, değişimi engelleme ve özellikle
eğitim alanında reformlan yenilememe kararlılıklarını sürdürecektirler.
Bölgedeki değişimi veya istikrarı Arap-İsrail dengesi değil, Arap-Arap ilişkileri
belirleyecektir. Arap dünyasının dinamizmi, Arap-İsrail ilişkilerine daha az
önem verecektir. 2010 yılında İsrail muhtemelen komşuları ile sınırlı sosyal,
ekonomik ve kültürel bağlar içinde "Soğuk Barış" ı sağlamış olacaktır. Bir
Filistin Devleti kurulmuş olacaktır. İsrail-Filistin çekişmesi yeni hali ile halen
devam edecektir. Mısır, Suriye, Irak ve İran arasında ise bölgenin lideri olma
konusundaki gerginlik sürecektir. Ortadoğu bölgesel sorunların çözümünde de
"petrol" hariç giderek kendi başına kalacaktır. Bu açıdan İsrail'e tehdit
azalırken, bir İsrail-Arap savaşı olasılığı azalacaktır. Bölgedeki sıcak çatışma
olasılığı bununla birlikte dünyanın diğer bölgelerine göre yüksek kalacaktır. Su
kıtlığı ve paylaşımı, radikal din terörü ve enerji kaynaklarına yönelik sınır
ihlalleri sıcak çatışma nedenleridir.
ABD'nin, AB'nin ve Çin'in ilgisi İran körfezine, Rusya'nın ilgisi ise Kafkaslar'a
ve Hazar bölgesine yoğunlaşacağından Ortadoğu bölgesi dünya gündeminde
önceliğini kısmi olarak kaybedecektir. İran Körfezi global ekonomi için enerji
ihtiyacının karşılandığı en önemli bölge olmayı sürdürecektir. ABD'nin Güney
Amerika ve Meksika kaynaklarına yönelmesi, Rusya'nın Hazar kaynakları
stratejisi, İran körfezinde AB ve Asya ülkelerinin katılımını güçlendirecektir.
Petrol gelirleri İran, Irak ve S.Arabistan için stratejik ve potansiyel
istikrarsızlıklara yol açabilecektir. İran'daki siyasi değişim süreci ve rejimin
yumuşaması radikal bir rejim değişimine hiçbir zaman yol açmayacaktır. Buna
karşın refahın topluma yayılamaması, bölgesel paradigmalar, dünya ile
yabancılaşma, fakirlik, politik İslam'ın güçlenmesine, çoğulculuk ve demokrasi
beklentilerinin zayıflamasına yol açacaktır.
Mevcut rejimlerin ekonomide yeniden yapılanma ve politik katılımcılık
ihtiyaçlarını kendi kuralları ile çözme girişimleri sürecektir. Bu tutum bölgenin
daha da istikrarsızlaşmasına yol açacaktır. Bölge ülkeleri ile diğer bölgeler ve
ülkeler arasında ekonomik ve ticari yeni ilişkiler ise genişleyecektir. Ortadoğu-
Kuzey Afrika ile Avrupa Birliği arasında ticaret, Çin ve Hindistan ile Körfez
ülkeleri arasında enerji ve ticaret, Türkiye, İsrail, Hindistan arasında teknolojik
işbirlikleri güçlenecektir.
Bölgenin temel belirleyici unsuru ise 2015 yılına kadar demografi olacaktır.
Bölge ülkelerinin nüfusları 2015 yılında bugüne göre daha yüksek ancak kişi
başına satın alma gücü açısından daha fakir nüfusa sahip olacaktır. Nüfusun
yarısından fazlası ülkelerde bir veya iki şehirde toplanacaktır. Nüfusların
yarısından çoğu yirmi yaş ve altı olacaktır. Bu demografik yapının yaratacağı,
istihdam, konut, kamu hizmetleri, şehirleşme, sosyal yardımlar ihtiyacını
mevcut ekonomik kaynaklar ile karşılamak mümkün olmayacaktır. Ekonomik
büyümeyi sağlayacak emek verimliliği ve yabancı sermaye (enerji sektörü
hariç) yokluğu bölgenin enerji gelirlerine rağmen giderek yoksullaşmasına
neden olacaktır.
Afrika
Demografik gelişme, hastalık ve felaketler ile yetersiz yönetimler Afrika
Kıtasını 2010 yılına kadar, küreselleşme süreci içinde marjinal konuma
itecektir. Ekonomik gelişme ve teknolojiye dayalı kalkınma şansını Afrika
ülkeleri kaçırmaktadır. G.Afrika ve Nijerya hariç diğer Kıta ülkelerinin 2010
yılında ekonomik durum bugüne göre daha zayıf olacaktır. Afrika kıtasında
önümüzdeki süreçte bugün için yaşanan sorunlar kalıcı olmaya devam
edecektir. Çoklu ve birbirine bağlı sorunların çözümünde uluslararası katkı ve
ilgi ise yetersiz kalacaktır.
Etnik ve toplumsal gerginlikler, HIV taşıyanlarında artış ve AİDS hastalığının
yaygınlaşma hızı karşısında Afrika'nın çocuk, genç, kadın ve üretken nüfusun
tamamı ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Yanı sıra suç ve şiddet
oranlarındaki artış, politik istikrarsızlıklar, toplumsal tatminsizlikler, fakirlik etnik
ve toplumsal uzlaşmazlıkları sıcak çatışmalara, sınır ötesi hatta ülkeler arası
savaşlara itebilecektir.
Ekonomik gelişmeyi sağlayacak iki unsur olacaktır. Birincisi enerji kaynakları,
ikincisi genetik gelişmelerin tarımsal üretim artışı için kullanılması. Batı Afrika,
2015 yılında Kuzey Amerika'nın petrol ithalatının yüzde 25'ni karşılayacaktır.
Petrol ihracatının yaratacağı gelir olanaklarının ekonomik kalkınma için
kullanılma olanağı ise zayıftır. Siyasi otoriteler, rejimler ve başka gruplar enerji
gelirlerinin paylaşımı için mücadele içinde olacaktır. Yeterli ekonomik kaynağın
bulunmaması ve zayıf yönetimler nedeniyle Kıtanın diğer doğal kaynaklarının
kullanımı verimsiz olmaktadır. Uluslararası şirketler doğal kaynakların
çıkaniması ve kullanılması için istekli olacaklardır, ancak bunun için uygun bir
siyasi çevrenin ve istikrarlı bir sosyal yapının varlığı önemlidir.
Birleşmiş Miletlerin nüfus araştırmalarına göre, 2010 yılında şehirler,
bugünküne göre iki katı nüfus taşıyacaktır. Genişleyen şehirlerde kamu
hizmetlerinin sunulması, kıt kaynaklar nedeniyle kısıtlı olacaktır. Şehirler
istikrarsızlık kaynağıhaline dönüşürken, etnik ve dini farklılıklar toplumda
bireysel statülerin belirlenmesinde halen etkili olacaktır. G.Afrika ve Nijerya
2010 yılında Afrika'nın belirleyici ve güçlü iki ekonomisi olacaktır. Ancak bu iki
ülkenin kaynakları ancak iç taleplerin karşılanmasına yetecek ve Afrika'nın
genel kalkınmasına katkıları çok sınırlı olacaktır. Afrika'nın 2010 yılına kadar
karşılaşacağı bu olumsuz tablonun değişimi, toplumsal uzlaşmadan sağlayıp,
uluslar arası bütünleşmeye yönelen yeni siyasi iktidarlar ve yeni yönetim
anlayışları ile mümkün olacaktır.
Latin Amerika
Latin Amerika ülkeleri; global ekonomik bütünleşmeyi sürdürmesi,
enformasyon teknolojilerinin kulFanımını genişletmesi, nüfus artışının düşmesi
ve demokratik açılımlarını hızlandırması ile birlikte 2010 yılında bugüne göre
daha yüksek refah seviyesine ulaşacaktır. Yabancı yatırımlar için 2010 yılına
kadar Latin Amerika ülkeleri en cazip alan olmaya devam edecektir. Yabancı
sermaye girişi ile ekonomik refah arasındaki olumlu ilişki etkisini gösterecektir.
Ancak bölge ülkeleri arasında farklılıklar açılacak ve daha belirgin hale
gelecektir. Brezilya ve Meksika 2010 yılına bölgesel rol alabilecek ülkeler
olarak girecektir. Brezilya, Şili, Arjantin, Meksika yeni sanayileşmiş ülke
statüsüne geçmiş olacaktır. Ancak küreselleşme sürecine daha uzak duran
Kolombiya, Venezüella, Peru ve Ekvator ekonomik sıkıntılar içinde olacaktır.
Orta Amerika ülkeleri El Salvador, Guatemala, Honduras ve Nikaragua ise
kıtanın yasa dışı faaliyetlerinin yoğunlaştığı dışarıya yoğun göç veren ve
kıtanın ekonomik ve siyasi istikrarını bozan ülkeler konumunda kalacaklardır.
Bölge içinde ticaretin ve yatırımların serbestleşmesi ve bunu düzenleyen
bölgesel birlik MERGOSUR ile hedeflenen Amerika Serbest Ticaret Alanı
ekonomik gelişmenin motoru, yeni istihdam alanlarının da yaratıcısı olacaktır.
Bu süreç hükümetlerin ekonomik reformları için teşvik edici olacaktır.
Ekonomik gelişmenin önünde üç engel bulunmaktadır. Kırılgan mali yapının
yarattığı ve tüm bölgeyi süratle etkileyen finansal krizler, ekonomik
reformlardaki yavaşlama ile ihracatta emtia ürünlerine bağımlılığın getirdiği
kısıtlar. Emtia fiyatlarında oluşacak aşırı dalgalanmalar ülke ekonomilerini
doğrudan etkileyecektir.
Venezüella, Meksika ve Brezilya 2010 yılında Atlantik alanında petrol üreticisi
ve ihracatçısı konumunda enerji sisteminin önemli bir parçası olacaktır. Bu üç
ülke Orta Doğu bölgesinden sonra kanıtlanmış petrol rezervlerinde ikinci
sırada yer almaktadır. Brezilya, Arjantin, Meksika ve Şili'de demografik yapıda
iyileşmeler; nüfus artış hızının düşmesi, yeni istihdam alanlarının yaratılması
başta olmak üzere ekonomi üzerindeki kaynak baskısını ve toplumsal baskıları
azaltacaktır. Bu ülkeler 2010 yılına kadar demokratik yapılarını daha
güçlendireceklerdir.
Bölgenin gelecek süreçte karşılaşacağı üç önemli tehdit ise; çok hızlı çevre
tahribatının yarattığı doğal dengenin bozulması ve çevre sorunları, genel
ekonomik refah artışına karşın geniş kesimde yoksulluğun sürmesi ile yasa
dışı organizasyonların ve işlerin ekonomik kaynakları ele geçirmek için
vereceği mücadeledir. Bu tehditler; zaman zaman ülkelerde popülist ve otoriter
politikacılar için uygun zemin yaratacaktır.
1.2.3. EKSENLER İÇİN ÇIKAR VE ÇATIŞMA ALANLARI
Avrasya'nın değişen jeopolitik konumu ile birlikte iki kutuplu dünya yapısına
göre belirlenen güvenlik stratejik anlayışı ile bölgesel jeostratejik önemler
değişmiştir. Avrasya stratejik güvenlik ekolojisi, 1950-1990 arasındaki soğuk
harp döneminin sona ermesi ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Daha
önceleri bölgesel güvenlik ekolojisine göre yapılan siyasi askeri operasyonlar,
1991'den itibaren global güvenlik ekolojisine tabi olarak, gerek Avrò Atlantik
stratejisi açısından gerekse pasifik stratejisi açısından ilgi ve etki alanı olarak
değişime uğramaktadır.
Avrasya'da Sovyetler Birliği sonrası büyük bir jeopolitik boşluk doğmuştur.
Avrasya'ya hakimiyet veya kontrol isteklerinin önündeki en büyük engel
durumunda olan Rus gücü büyük bir zaafa ve açmaza düşmüştür. Bu geçici
bir durum olabilse de bölgesel ve global açıdan sert bir mücadelenin
başlamasına olanak tanımıştır. Avrasya Merkez adasını kontrol etme hayali
daima global güçlerin stratejilerinin temeli olmuştur. Yeni ortaya çıkan
jeopolitik pozisyon ve bu yapıya uygun olarak gelişmekte olan iki eksen
arasında Avrasya Merkez adası baz alınarak kontrol yeteneklerini arttırıcı
yönde hakimiyet mücadelesine sahne olan ve dolayısı ile eksen ve ittifaklar
arası çatışma alanı olarak tanımlayabileceğimiz beş ana nokta bulunmaktadır.
Biz bu beş noktayı "5J veya 5 Risk Alanı" olarak isimlendirmekteyiz. 2010
yılına kadar geçecek sürede, bölgesel krizler ve stratejik riskleri açısından bu 5
bölge jeostratejik olarak büyük önem ifade etmektedir. Ulusal seviyedeki milli
stratejik anlayış ve kavramiardaki değişimin dışında, özellikle Amerika Birleşik
Devletlerinin genel dünya politikasında son on yıldan itibaren görülen
değişikliklerin de bu jeostratejik değerlendirmede etkisi önemlidir:
1.2.3.1. Afro-Avrasya Eklemleri
Atlantik'in bir devamı olarak Akdeniz ve bu alandaki geçiş güzergahları,
Avrasya'nın batı çıkışı açısından son derece önemlidir. Karadeniz'den ve
Anadolu'nun doğusundan başlayan bir koridor, merkezi Avrasya'yı Akdenize
ve Orta Doğu'ya, yine Güney Kafkasya'dan Basra Körfezi'ne kadar taşır. Afro-
Avrasya Eklemleri Batı'ya en çabuk ulaşabilen yolların güzergahı
durumundadır. Afro-Avrasya Eklemlerini dört başlık altında toparlamak
mümkündür:
a. Kuzey Afrika ve Cebeli Tarık Boğazı
Akdeniz'in Batı'ya açılan kapısı olarak önemli bir noktada bulunan Cebeli Tarık
Boğazı'nın yakın gelecekteki kontrolü bölgesel çatışmaların etkisindedir. Afrika
eklemi olan Kuzey Afrika ve Cebeli Tank Boğazı önemli bir kriz alanıdır. Batı
Akdeniz ve Cebelitarık Boğazı'nın kontrolünde Güney Avrupa ile ABD
arasında sessiz bir ihtilaf mevcuttur. Batı Akdeniz'in kontrolünde Libya'nın
takındığı tavır yerini yeni bir sessizliğe bırakmaktadır. Cezayir'in yaşanan antiekstremist mücadelesinde yeni bir aşamaya gelmesi Güney Avrupa'nın
bölgedeki denklemden çıkartılmaya başladığını göstermektedir. Fas, yeni
Kral'ı ile birlikte Demokratik Monarşi dönemine geçerken diğer bölge
ülkelerinde de yeni gelişmeler söz konusu olmaktadır. Kuzey Afrika'da batıdan
başlayarak doğuya doğru ekonomik bir gelişim ve paralelinde siyasal
transformasyon süreci beklenmelidir. Güvenli bir Batı Akdeniz için daha
istikrarlı ve uluslararası işbirliğine açık bir Kuzey Afrika anlayışı bölgede hakim
olacaktır. Bölgeye yönelik dışarıdan dolaylı siyasi müdahaleler beklenmelidir.
Yirminci paralelin güneyinde kalan alanlarda yaşanan açlık, sefalet,
ekonomik-siyasi krizler ve bunlara bağlı çatışmalar. Kuzey Afrika'yı ciddi
olarak politik etki altına alacaktır. Dini hareketler açısından bölgede yaşanan
sorunlar, ülkelerinin siyasal zeminine süratle taşınabilecektir.
b. Kızıldeniz Bölgesi
Afro-Avrasya ekleminin alt ucu olan Kızıldeniz'in, üst sınırı konumunda
bulunan Süveyş bölgesi için problemler uzun bir süre önce giderilmişti. İsrail
ve Mısır arasında varılan dolaylı mutabakat bölgesel krizin yeni bir çatışmaya
yol açmasını yakın bir gelecekte önlemiştir. Orta Afrika'dan Kuzey'e doğru
yayılma trendinde bulunan ekstremist dini faaliyetlerin Mısır'da yeni sorunlara
sebebiyet verme ihtimali bulunmaktadır. Kızıldeniz'in kontrolüne yönelik bir
adım olarak, 1993 te yapılan Somali operasyonu ve aynı dönemde cereyan
eden iki Yemen arasındaki savaşın sonrasında oluşturulan ABD - İsrail ve
Mısır Ortak güvenlik girişimi etkisini devam ettirmektedir. Suudi Arabistan'da
muhalif grupların gelecekteki durumları ve yönetimin izleyeceği strateji yakın
zamanda bölgedeki yapının bozulabileceğini göstermektedir. Sünni ekstremist
hareketlerin kaynağı olarak Suudi Arabistan hedef ülke konuma gelmiştir.
Özellikle 11 Eylül saldırısı ile birlikte Suudi Arabistan için yönetim ve sosyal
huzursuzluk anlamında yeni bir dönem başlamaktadır.
c. Körfez Bölgesi
Hem Hazar Havzasının alternatif geçiş yolu olarak hem de Basra Körfezindeki
petrol nedeniyle en önemli eklemdir. Avrasya ekleminin Hint Okyanusu ve
Pasifik'e açılan bir kapısı olarak bu eklem bölgesi önemi yanında sorunlarıyla
da güncelliğini korumaktadır. Irak müdahalesi neticesinde 36 ncı paralelin
kuzeyinde oluşan siyasi boşluk aynı zamanda bir güvenlik boşluğu olarak
öncelikli sorundur. Bölgenin kontrolü amacıyla yürütülen Körfez Harekatı ve
akabindeki
uygulamalar
askeri-ekonomik
tedbirler
olmaktan öteye
kaymaktadır. Irak kuzeyinde yer alan bölgede yeni yapılanmalar arayışı
sürdükçe çatışma ihtimalleri de artacaktır. Ortadoğu için yeni ve dengeli bir
güvenlik terazisinin kurulmasında operasyonel faaliyetlere maruz kalacak ilk
ülke olan Irak için bir kaç yıl içerisinde yeni bir siyasi dönemin başlaması
kaçınılmazdır. Ortadoğu siyasetine uzun bir dönem damgasını vuran Baas
politikalarının da sona ermekte olduğunun bir işareti olarak Irak'ın konumu
büyük önem taşımaktadır.
Sınır aşan terörizmin bölgede yol açtığı problemlerin çözümünde örnek bir
kararlılık sergileyen Türkiye, İsrail ile başladığı askeri-siyasi işbirliği sonucunda
bölgede yeni bir denge unsuru oluşturmuştur. İran, iç politik yapısında koyu
siyahtan açık siyaha belki birazda gri renge doğru gelişme ve değişme
isteğinde olduğunu göstermiştir. Irak içerisinde şii unsurlar ile kuzeyde bazı
kürt gruplar üzerinde etkinlik mücadelesi içinde olan İran, iç politikasında
yaşadığı gerilimleri dış siyasetine de yakın bir zamanda yansıtacaktır. Özellikle
Almanya ve İngiltere ekseninde. Körfez bölgesinde global sürece katılmakta
olan bir İran'ı göreceğiz.
d. Doğu Akdeniz
Orta Doğu yeni jeopolitik konumu ile sınır değişiklikleri dahil olmak üzere bir
çok yeni siyasi gelişmeyi beraberinde getirmektedir. Halen Orta Doğu'nun
merkezi Avrasya açısından güvenli bir çıkış noktası haline getirilebilmesi için
çabalar sürdürülmektedir. Bu anlamda Türkiye ve İsrail arasında yürütülen
"Doğu Akdeniz Güvenlik Girişimi", Suriye ve Lübnan'ın terörist gruplar
üzerindeki desteğinin kırılması ve askeri etkinliklerinin nötralize edilmesi
çalışmaları, yeni stratejik anlayış ve kavram açısından bölgeye yönelik, harici
kriz kırma operasyonlarının bir sonucudur. Güney Doğu Avrupa güvenliğinin
de en önemli unsuru olan Doğu Akdeniz, güvenilir hale gelebilme serüvenini
Ege Barış Girişimi ile başlatmıştır. Bu noktada Doğu Akdeniz güvenliğinin
merkez bir üssü olan Kıbrıs'ın ise iki devlet ve iki halk ekseninde bir
Konfederasyon veya ayrı devletler yönetimine kavuşturulması NATO'nun
güney kanadının geleceği açısından da gereklidir. Doğu Akdeniz, ABD - İsrail
ve Türkiye ortak güvenlik girişiminin etkisiyle daha fazla kontrol altında
bulunmaktadır. Türkiye ve İsrail, Doğu Akdeniz Güvenlik Girişimi'nin temel
güçleri olarak ekonomik ve ticari bir diplomasinin barış görevlileri olarak işlev
göreceklerdir.
1.2.3.2. Balkanlar ve Karadeniz
Rusya'nın Stratejik Güvenlik Konseptinin temel tehdit alanı olarak, Balkanlar
ve Karadeniz sorun teşkil edebilecek alanlardır. Karadeniz ortak bir güvenlik
çerçevesine girmeden tek taraflı bir Rusya hakimiyeti alanı olarak kalması
çatışma yaratacaktır. Karadeniz güvenlik açısından, Ukrayna ise Almanya
başta olmak üzere AB açısından, siyasi ve askeri seviyede kriz alanı
konumundadır. Balkanlar'ın Kuzeyi ve Doğu Avrupa'da Rusya ile Almanya
arasında yoğunlaşan dolaylı mücadele Yugoslavya'nın parçalanmasıyla
beraber AB'nin güvenlik riski olarak algılanmaya başlamıştır. Türkiye'nin ilgi
sahası olan Balkanlarda ve Batı Karadenizde AB ile paralel Rusya'ya karşı bir
politika izlenmektedir. Karadeniz ile yetinmeyen Rusya'nın, siyasi olarak
Akdeniz'e ulaşma istemi güncelliğini her zaman korumaktadır. Putin'le beraber
etkin yayılma arzusu daha etkin olarak Rusya'nın siyasi ve askeri politikası
içerisinde yer alacaktır. Balkanlar'da Makedonya ve Arnavutluk önleyici ve
dolaylı tutum merkezi olarak Türkiye'nin Avro-Atlantik eksenindeki ilgisini
taşımaya devam edecektir. Karadeniz'de Türkiye'nin öncülüğünde yürütülen
Karadeniz Güvenlik İşbirliği çalışmaları bölgede çatışma önleyici ve barış
getiren bir sonucu teşvik etmektedir.
1.2.3.3. Kafkasya
Rusya istikrarsızlık yaratma ve doğrudan Askeri Müdahele Stratejisini Kuzey
Kafkaslar'da yoğunlaştırmaktadır. Rusya'nın askeri ve ekonomik açıdan
Güney Kafkaslar'a yönelik tehdidi ciddi şekilde yeni ve uzun soluklu bir kriz
alanı yaratmıştır. Bu kriz alanına birinci derece etki edecek kuvvet, Ukrayna Kuzey Kafkaslar - Hazar ötesi ticari koridorunu bina etmekte olan Almanya ve
AGİT'tir. İkinci kuvvet. Güney Kafkaslar üzerinde sınır güvenliği ve kapalı alan
stratejisi uygulayan Türkiye'dir. Üçüncü kuvvet ise, siyasal ve ekonomik
açıdan Orta Asya güney kuşağında etkinlik mücadelesi veren İran'dır. ABD ve
İsrail ise, iç çembere yönelik politik stratejiler uygulamanın yanısıra, Körfez
güvenliğinin dolaylı bir tutumu olarak bölgede ekonostratejik bir müdahil
konumundadırlar. Ermenistan'ın tam bağımsız bir konum elde etmesi ve
Güney Kafkasyada barışı tesis edecek işbirliklerinin oluşumu aciliyetini
korumaktadır. 2010 yılına kadar sürecek bir barışı tesis çabası için temel
yaklaşım Kafkasya'nın Yugoslavyalaşma sürecine girmesinin hızla önlenmesi
olacaktır. Doğu Karadeniz - Hazar ekseni, jeopolitik olarak orta daireden iç
daireye geçiş önemi açısından anahtar konumundadır. Bu eksenin alt ucu olan
İran ve Ermenistan'ın Rusya ile izleyeceği siyasi ve askeri yakınlaşma
politikası bölgenin jeostratejik güvenlik ve savunma alanını doğrudan
etkileyecektir.
1.2.3.4. Güney-Batı Asya ve Hindistan
Pasifik ekseninin batı ucu olarak Hint Okyanusu ve çevrelediği kara alanı,
Rusya - İran - Çin - Hindistan karasal kuvvetlerinin yoğun etkisi altında
bulunmaktadır. Orta Asya'nın okyanusa açılan noktası olarak bölge aynı
zamanda kıyıdan iç kısımlara giriş için de son derece önemlidir. Bölgede
temas noktası konumunda bulunan Pakistan, Afganistan ve Bangladeş ile
daha içeride fiziki manevra alanı konumunda olan ülkeler Tacikistan ve
Özbekistan'dır. Avrasya Merkez Adasının ekstremist nitelikte dini grupları için
bu ülkeler hem kriz yaratma ve hem de harici olarak krizlere müdahale
etmede üs pozisyonuna sahip ülkeler olarak dikkat çekmektedir. Afganistanİran-Tacikistan hattından Hazar Havzasına yönelen ekstremist dini grupların
bölge güvenliğini ve siyasi dengelerini sarstığı gözlenmektedir. 11 Eylül
saldırısı sonrası bölgeye yapılmakta olan operasyonların seyri ve stratejisi bu
yaklaşım üzerine kuruludur.
Afganistan'ın kuzeyi, Özbekistan ve Tacikistan etnisite ve dinsel özellik olarak
Türkiye'nin çevre temas sahası içerisinde ve Pasifik ekseninde, ilgi ve etki
açısından stratejik bir değer taşımaktadır. Çin ve Hindistan'ın ortak askeri ve
siyasi yakınlaşması bölgedeki dengeyi ABD aleyhine bozarken İran lehine
güçlendirmektedir. Ancak Afganistan ve Kuzey Hindistan'daki problem alanları
stratejik manevralar açısından ABD'ye önemli kolaylıklar sağlamaktadır.
Karasal kuvvetlerin üstünlüğüne rağmen bölgede temel etkileyici ve kontrol
edici kabiliyet deniz kuvveti olduğundan, ABD'nin önümüzdeki birkaç yıl
içerisinde bu bölgede stratejik ilgiden taktik safhaya geçiş yaparken kalıcı bir
güvenlik şemsiyesi kurması ve bu şemsiyeyi yönetmesi beklenmelidir. Bölgede
tırmanışa geçen ekstremist dini grupların yarattığı güvenlik tehdidi karşısında;
Çin ve Rusya'nın yüklenmeye çalıştığı
önleyici nitelikteki ve niyetteki
faaliyetler, bölgenin güvenlik geleceği açısından asıl tehlikenin başlaycağı
nokta olmaya devam edecktir. Ekstremist gruplar üzerinde etkinliği olan İran
ve Pakistan ile Suudi Arabistan'ın tutumlarını bu açıdan hızla değiştireceklerini
beklemek daha talep edilen bir yaklaşım olacaktır.
1.2.3.5. Güney Doğu Asya ve Pasifik
Çin, ABD ve Japonya'nın doğu - batı ticaret koridoru ve Malakka Boğazı'nın
kontrolü ile Uzak Doğu - Merkezi Avrasya arasındaki ekonomik ilişkinin dolaylı
hakimiyetine yönelik siyasi ve ekonomik mücadele, Endonezya'da yeni bir
şekil almıştır. Güney Avrasya'ya yönelik ileri stratejik hedeflerin bir sonucu
olarak NATO'ya özgü krize müdahale ve kriz yönetimi stratejisi; ABD
tarafından tek başına olarak Güney Doğu Asya'da uygulanmaktadır. Bu usul,
aynı zamanda Pasifikteki ABD Askeri koruyuculuğunu tekid ederken, bir
yandan da Çin'in bu alandaki muhtemel askeri gelişim ve isteklerine karşı
caydırıcı mesaj niteliği taşımaktadır. Fakat Avrasya jeopolitiği açısından,
Endonezya ve bölgedeki diğer adalara yönelik kriz stratejisinin asıl önemi,
dinsel özellik taşıyan çatışma süreçlerinin daha iç bölgelerde nasıl bir şekil
almakta olduğudur. Bölgenin ticari ve ekonomik anlamda taşıdığı özellikler
nedeniyle Japonya ve Avrupa Birliği etkin faaliyetlerini sürdürmeye devam
edecektirler. Avrupa ve Amerika ekonomisi açısından bu bölgede cereyan
eden siyasi, ekonomik krizler ile değişiklikler büyük önem taşımaktadır.
1.3. ÇOK TARARAFLI YENİ DENGEDE İSLAM'IN JEOPOLİTİĞİ VE
ÇATIŞMALAR
Çok Taraflı Yeni Denge'nin oluşumu, eksen ülkeler ile eksenlerin ve tarafların
ilgi, rekabet, çıkar ve çatışma alanları ilk iki bölümde ayrıntılı olarak
açıklanmıştır. Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda temel unsurlann
ekonomik ve refah paylaşımı kaynaklı olduğu ve bunların yarattığı tehditlerin
varlığı ortaya konmuştur.
Global anlamda yeni bir yapılaşmanın oluşmakta olduğu uluslar arası alanda
da tartışılmaktadır. Ancak bu tartışmalar, yeni dönemin taraflarını,
ayrışmalarını, çatışma konularını ve alanlarını tarif ederken daha çok sosyal
olgulara; medeniyetler çatışmalarına, hatta daha da özde dinler çatışmalarına
dayandırma eğilimi içinde bulunmaktadır.
11 Eylül saldırısının arkasında yer alan kişilerin (uluslar arası hukuk sistemi ve
kuralları açısından henüz sabitlenmemiştir) inançları, ilişkileri ve kimlikleri
itibari ile slam dini ile özdeşleştirilmeleri ve çatışma alanlarının İslam
Coğrafyası üzerinde yer alması nedeniyle tartışmalar medeniyetler
çatışmasına doğru kaymaktadır.
Buradaki gerçek bir tesadüften ibarettir. Gelişmiş ülkelerin özelde Avrasya Ana
Kıtası üzerinde oluşturacakları çok taraflı yeni denge için çıkar çatışmasında
bulunacakları alan önemli ölçüde İslam Coğrafyasıdır. Ancak İslam
Coğrafyasından kaynaklanan yoğun tehditler nedeniyle İslam jeopolitiği
üzerinde yer alan ülkelerin büyük kısmı çok taraflı yeni dengenin kurulmasında
müdahale (siyasi, ekonomik ve askeri) edilecek ülkeler olacaklardır.
Bu nedenle "Çok Taraflı Yeni Denge"nin kurulmasında İslam Jeoplitiğinin
konumu ve çatışma alanlarının neler olacağına ayrıca yer verilmesinde fayda
bulunmaktadır.
1.3.1. İSLAM JEOPOLİTİĞİ
Mekke'de ortaya çıkan çağrının bugün geldiği nokta, coğrafi gelişim ve politik
derinlik^ile beraber İslam'ın global jeopolitik açıdan kendisi için yarattığı bir
jeopolitik hayat sahası bulunduğunu herkese kabul ettirmiştir. Bu jeopolitik
alan 11 Eylül saldırısı ile birlikte tekrar dünya kamuoyunun gündeminde ön
sıralardaki yerini almıştır. Oysa çok taraflı yeni denge, ana akslar ve eksenler
arasındaki belirleyici coğrafi yaklaşımları islam jeopolitiğinin dengenin temel
parçası olduğunu zaten ortaya koymaktadır.
Çok taraflı yeni denge açısından Avrasya merkez adasını baz alan ve AtlantikPasifik arasında kalan bölgeyi iki yapıya ayıran bir orta hat bulunmaktadır. Bu
orta hat kuzey ve güney olmak üzere iki alanı ve ilişkiler yumağını temsil
etmektedir:
Kuzey Orta Hat:
1. Avrupa Birliği
2. Rusya Federasyonu
3. Ukrayna
4. Kazakistan
5. Kırgızistan
6. Çin
Güney Orta Hat:
1. Kuzey Afrika
2. Doğu Akdeniz
3. Ortadoğu
4. Kafkaslar
5. Hindistan
6. Güneydoğu Asya
Bu jeopolitik pozisyon içerisinde ve güney orta hat üzerinde yer alan ülkelerin
büyük bir kısmı Müslüman'dır ve aynı zamanda bu alan İslamın doğuş ve
yaygınlık coğrafyası durumundadır. Bu açıdan bakıldığında islam için jeopolitik
pozisyonuna uygun bir jeostratejik evrimin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bu
jeostratejik evrimi gerçekleştirmek için ise üç konuda farklılaşmak
gerkmektedir:
a.Yönetim Evrimi
İslam ülkelerinin bir kısmında yaşanmakta olan aşırı milliyetçilik ve içe kapalı
siyasi yapı zamanla dışa saldırgan veya işbirliklerinden kaçan bir yönetim
profili yaratmıştır. Yeni tariflenmekte olan çok taraflı dengede ifade edilen bir
yönetim evrimi kaçınılmazdır. Bu evrim iç politikada gerçekçiliği, dış politikada
işbiriiği ve barış istemini, ekonomik karşılıklı bağımlılığın yarattığı
paylaşımcılığı ve halkın refah seviyesini arttırmayı öncelik edinen bir yönetim
anlayışının geliştirilmesi ile mümkün olacaktır.
b.Global Demokratik Değerler
İslam jeopolitiği üzerinde islam dini temelinde zaten var olan ve bugün global
demokratik değerler olarak ifade edilen insan hak ve hürriyetleri, birey
özgürlüğü ve anayasal güvence içerisinde ifade hürriyeti, fikri ve mali mülkiyet
hakları, sorumluluk, saydamlık ve hesap verilebilirlik, seçme ve seçilme
hakları, örgütlenme ve siyasi temsil gibi konularda önemli değişimlerin
yaşanması zorunludur.
c.Beşeri Kalkınma
Yoksullukla mücadele ve refahı tüm kesimlere yaygınlaştırma konusunda
yönetimlerin ve ana aks ülkelerinin büyük ödevleri bulunmaktadır. İslam
jeopolitiği üzerinde bulunan ülkelerin büyük kısmında beşeri geri kalmışlıktan
kaynaklanan fanatizm eğilimi görülmektedir. Devletler bu sorunu çözmede
geciktikçe toplumda ekstremist gruplara eğilim artmaktadır. Özellikle petrol
üreten ülkelerin petrol gelirlerini sosyal kesimlere aktarmak yönünde ciddi ve
yeni projeler gerçekleştirmeleri islam
û. <
co —
u- —
^
O
O.
o
m
co
Ulli?
DC D
co >
<
III
O
z
UJ
o
u.
<
DC
O
o
jeopolitiğinin unsurları açısından büyük önem taşımaktadır. Jeostratejik
evrim jeoekonomik ve jeokültürel evrimi bir bütün halinde sağlamak suretiyle
islam jeopolitiğine barışı ve refahı getirecektir.
İslam jeopolitik sahasını tanımlamakta yarar vardır: "Kuzey Afrika, Orta Afrika,
Doğu Akdeniz, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, İç Asya, Güney Batı Asya ve
Güney Doğu Asya bölgelerinde yer alan coğrafi konum islam jeopolitiğinin
toprak dağılımını belirler". Bunların dışında Müslüman olmayan topraklarda
yaşayan geniş bir topluluk da bulunmaktadır.
İslam'ın doğuş, gelişme ve bugüne geliş süreçlerinde yaşanılan olaylar ve
bunların yarattığı iç sorunlar dışında, global sorunların yansımalarından
kaynaklanan dış sorunlar da bulunmaktadır.
İç sorunları dört başlık altında toplamak mümkün olacaktır:
a. İktidar Mücadeleleri
Medine Devleti dışında ve dördüncü Halife'nin vefatı sonrasında islam
toprakları içerisinde başlayan iktidar değişiklikleri ve yürütülen mücadeleler
tarihsel etkilerini uzun süre devam ettirmiştir. İslam'ın kendi özünde bulunan
seçme veya tercih etme hürriyeti özellikle kabileler arası mücadelenin gölgesi
altında kalmış, iktidar ile yönetilen arasında ilişki kopmuştur. Bu kopuşla
beraber toplum içinde iktidarı ele geçiren lehine ve aleyhine kamplaşmalar
kanlı çatışmaları ve tarihsel nitelik taşıyacak ayrılıkları başlatmıştır. Osmanlı
İmparatorluğunun sona ermesi ile birlikte toplam anlamda islam toplumu
üzerindeki iktidar mücadeleleri yerini ulusal devletler içi mücadelelere
bırakmıştır.
b.Mezhep Kavgaları
Temel olarak iki büyük akaid ekolünün yarattığı gerilimin kaynağı aslında
iktidar mücadelesinin de sebebi konumunda olmuştur. Gelişen olaylar ve
felsefik tartışmaların yaratmış olduğu dini temel hususlara ilişkin algı farklılığı
bugün için derin ayrılıkları yaratmış olsa da ilk dönem için var olan iktidara
taşınmanın aracı olma konumu mezhepler açısından önemini yitirmiştir.
Davranışlar konusundaki görüş farklılıklarından kaynaklanan mezhepler ise bu
açıdan güncel bir siyasi ayrılık konumunda değildir. Şii ve Sünni akaid
ekollerinin siyasi temsil arzuları hala etkin olarak varlıklarını sürdürmektedirler.
c.Etnik Ayrışmalar
Önceleri kabile seviyesinde başlayan ve islamın genişlemesi ile birlikte farklı
milliyetlerin iktidar ve üstün olma arzularının yarattığı çatışmalar islam toplumu
içerisinde önemli ayrışmalara neden olmuştur. Arap-Fars, Arap-Türk, Fars-
Türk gibi ulus devlete geçen süreçle birlikte kendi sınırları içerisinde devam
eden tarihsel ayrılıkların yarattığı gerilimler önemli bir sorun olarak günümüzde
de etkili olabilmektedir.
d.Kültürel Direniş
Özellikle Şam fethi ile birlikte yoğunlaşan yeni toplulukların islam topraklarına
katılımı kültürel bir etkileşimi de beraberinde getirmiştir. Önceleri farklı arap
kabilelerin katılımından kaynaklanarak yeni gelenek ve inanışlar kırıntılar
olarak islam toplumuna taşınmakta iken, gelişen fetihlerle Roma ve Fars
kültürlerinin de yarattığı kültürel etkileşim çeşitli problemleri ortaya çıkartmıştır.
Bir yandan bu toplulukların ve farklı coğrafi olanakların dini açıdan
ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik mevzuat sayılabilecek çalışmalar, diğer
yandan yeni kültürel iklime karşı hazım problemleri dikkat çekmiştir. Bu sürecin
yarattığı yabancı kültüre karşı direniş zaman içerisinde katılıklara ve dini
fanatizme zemin hazırlamıştır. Bunda haçlı seferlerinin arttırıcı etkisi olmuştur.
İslam toplumu içinde yükselen iç gruplar arası çatışmalar ve dış unsurlarla
yürütülen dolaylı ve dolaysız çatışmalar açısından "belirgin ve sistemli nefretsert ve yok edici mukabele" yaklaşımının kökeninde bu sorunların önemli bir
yeri bulunmaktadır.
Anılan bu iç sorunların dışında global sorunlardan etkilenen veya bölgesel
nitelikli sorunlar da bulunmaktadır:
a. Yoksulluk
b. Beşeri Geri Kalmışlık
c. Demografik Değişim Nüfus ve Göçler
d. Totaliter Yönetimler
e. İç Terörizm ve Sınır Aşan Terörizm
f. Sınır İhtilafları
Avrasya Merkez adasına ulaşan coğrafi kanalların çok büyük bir kısmı islam
topraklarıdır. İslamın jeopolitik konumunu yönetememesinden kaynaklanan
diplomatik ve ekonomik yükler ile bunların eksikliklerinden kaynaklanan
güvenlik problemleri bilinmektedir. Soyut bir Batı-İslam ayırımının dışında
somut bir alt sınıflar mücadelesi bulunmaktadır. Bunda ilahiyat, uzlaşmazlıklar
ve tarihsel nedenler belirgin olmakla birlikte farklılıkların birlikteliğini
sağlayamama beceriksizliği de rol oynamaktadır.
İslam jeopolitiği dört farklı belirleyici ülkenin coğrafi ve politik etkisini
hissetmektedir. Bunlar Suudi Arabistan, İran, Türkiye ve Endonezya'dır.
Güneydoğu Asya'da yükselen Malezya ve Endonezya yaklaşımı, 11 Eylül
saldırıları ile sekteye uğrayan Suudi Arabistan yaklaşımı, 1979'dan beri
etkinliğini koruyan İran yaklaşımı ve yeni dönemde yükselen ve tartışılan
Türkiye yaklaşımı İslam jeopolitiğinin geleceği açısından çok önemli olacaktır.
1,3.2JEOPOLmK ÇATIŞMA YA DA MEDENİYETLER ARASI SINIRLAR
Bir süredir dile getirilen ve 11 Eylül saldırısı sonrasında yüksek sesle ifade
edilen medeniyetler arası bir çatışmanın olasılığı üzerinde durmakta yarar
vardır. Batı'da sıkça söylenen ve Batı ile islam arasında bir fay hattının varlığı
etrafında şekillenen bir yaklaşım bilinmektedir. Bu fay hattı konusunda üç
neden öne sürülmektedir:
1. İlahiyat kaynaklı fay hattı
2. Uzlaşmazlıklar kaynaklı fay hattı
3. Tarihsel ve Coğrafi kaynaklı fay hattı
İslam kendisi dışında kalan Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer semavi dinlere
karşı ilahiyat anlayışından kaynaklı bir ayrışmayı ortaya koymaktadır. Bu
ayrışma aynı zamanda Yahudilik ve Hristiyanlık arasında da bulunmaktadır.
Ancak tarihsel olarak önce Yahudiliğin, ardından Hristiyanlığın ve sonradan
İslamın gelişimi diğerini revize etme veya kapsama üzerine başlayan kabuldireniş ikilemini ve hatta çatışmalarını yaratmıştır.. İlahiyat görüşlerinden
kaynaklanan farklılıkların bulunması ve bu konudaki fikri çatışmalar savaş
veya nefret sebebi olarak kökleşmemiştir. Buna rağmen geçmişte haçlı
seferlerinden kaynaklı olarak Avrupa'nın kendi içerisinde edindiği birikimleri
Batı dünyasına aktarırken antipati uyandıracak bir yaklaşım sergiledikleri
gözlenecektir. Aynı yaklaşımı Avrupa ile temas içinde olan müslüman devletler
Akdeniz alanı dışında kalan müslüman topluluklara Batı'nın aktarılmasında da
göstermişlerdir. İlahiyat meselelerinden kaynaklanarak bugün için iki
medeniyet arasında var olan sorunları değerlendirmek alt sıralarda yer alması
gereken bir seçenektir.
Avrupa ile İslam toplumu arasında en önemli ve köklü coğrafi sınır Akdeniz'dir.
Bunun devamı olarak Balkanlar da bir sınır olarak tarihsel süreç içinde
gelişmiştir. İspanya'nın islam topraklarına katılımı ve daha sonraki süreçte
Viyana kuşatması Avrupa 'da iktidarı kaybetme korkusundaki egemen sınıf ile
dini egemen sınıfı yakınlaştırırken aynı zamanda bir savunma ve saldırıyı
teşvik unsuru olarak geliştirilen islam karşıtlığını bugüne kadar canlı olarak
taşımıştır. Keşifler dönemindeki başarıyı, İspanya'nın kurtarılmasından daha
geriye itecek kadar köklü hale gelen bu karşıtlık, karşılıklı anlayış içerisinde
aşılmayı beklemektedir. Bugün Avrupa'da artan müslüman nüfusu, bir dine
karşı penetrasyonu sağlamanın da arayışını sürdürmektedir.
Akdeniz'de ve Balkanlar'da oluşan coğrafi sınırlar karşılıklı korunma ve
saldırma açısından birbirlerinden kopuşu zorlamıştır. Buna karşın siyasi ve dini
elitlerin aksine sosyal seviyede etkileşim ve karşılıklı iyi ilişkilerin örnekleri aynı
canlılıkla bugüne taşınmakta zorlanmıştır. Akdeniz'de oluşan Hristiyan ve
İslam toplumları arasındaki coğrafi sınır iki yapılı bir tarihsel sürecin
sonucunda başlamıştır. İslam'ın gelişme döneminde Batı için iki önemli büyük
güç olarak Roma ve Sasani imparatorlukları bulunmaktaydı. İslam'ın önce
Sasani İmparatorluğunu ele geçirmeye başlaması ve ardından Roma
İmparatorluğu üzerine akınları özellikle Şam'ın fethi ile birlikte yeni bir sınır
komşuluğunu başlatmıştır. Özellikle Şam'ın kuzeyinde bulunan bir çok önemli
şehrin sakinlerinin kendi rızaları ile İslam egemenliğine girmeye başlaması
kültürel farklılığa dayalı bir mücadeleyi başlatmıştır.
Batı ile olan bu sınır komşuluklarının dışında Asya'da Hindistan bölgesinde
İslam-Hindu ve Çin'de İslam-Budizm arasında oluşan sınırlar da birer çatışma
alanı olma özelliğini korumaktadır. Sadece batı medeniyeti ile olan bir çatışma
yaklaşımının aslında jeopolitik hakimiyet kurma isteminden kaynaklanan bir
çatışma olduğunu göstermesi açısından bu sınır ilişkileri önemli bir olgudur.
Etnik yapı ile birleşerek ortaya çıkan uzlaşmazlıkların yarattığı sorunlar ela
tarihsel köklere dayanmaktadır. Özellikle ulusal bağımsızlık ve devlet olma
mücadelelerinin yaşandığı 20 nci yüzyılın ilk yarısı egemen batı devletlerine
karşı savaşmayı medeniyetlerine karşı bir savaş seviyesine çıkartmıştır.
Bunlardan kaynaklanarak oluşan bağımsızlık hareketlerinden bazıları dinsel
fanatizmle birlikte ekstremist davranışlar sergileyen örgütlere dönüşmüşlerdir.
Bunların dışında ekonomik kaynakların kullanımı, iktisadi yapılarla ilgili
ayrılıklar, siyasi anlamda iç yapıya müdahalelere karşı direnme, kültürel
istilaya karşı direnme ve bölgesel çıkarlardan kaynaklanan bir dizi uzlaşmazlık
islam ile batı arasında bir fay hattının oluşmasına neden olmuştur. Ancak
bunlar sistemli bir nefreti ve karşılıklı yok ediciliği tüm islam toplumunun
özelliği haline getirmeyeceği gibi batı için de böyle bir karşı nefretin toplumsal
genel kabul seviyesine çıkması da mümkün değildir. Yine de artan sorunlar ve
uzlaşmazlıklardaki çözümlerden kaçınma istemleri bir nefret ateşini yakmaya
neden olabilme özelliğini taşımaktadırlar.
İslam jeopolitiği iyi incelendiğinde alınacak ilk ve en temel sonuç gerçek
anlamda bir jeopolitik çatışmanın yaşanmakta olduğudur.
Çok taraflı yeni denge ana aksların etkinlik mücadelesini ve mücadelenin
geçeceği kritik coğrafyayı ifade ettikten sonra islam jeopolitiğinin konumu daha
netlik kazanmaktadır. Bu açıdan Afrika'dan başlayan ve Pasifik'e kadar
uzanan coğrafyada jeopolitik etkileşimin tetikleteceği önemli sosyo-ekonomik
çatışmalar beklenmelidir. Burada temel belirleyici unsur ekonomik ve ticari
üstünlüğü devam ettirme ve bu devamlılığın sosyal etkili işbirliğini geliştirme
olacaktır. Bu hedef ve amaçtan uzaklaşma bir global güvenlik tehditi olarak
algılanmalıdır.
iki taraflı (Bi-lateral) dünya'nın yerini çok taraflı (Multi-lateral) bir dünya
almaktadır ki, bu hem global seviyede, hem ülke seviyesinde sorun ve çözüm
yaklaşımını değiştirmiştir. İki taraflı yapını getirdiği çatışmacı ve suçlu-suçsuz
bakış açısı jeopolitik çıkmazları ve savaşları yaratmıştır. Eğer bu iki taraflı yapı
devam edecek olursa, taraflar arası çatışmalar da kaçınılmaz olacaktır. Kültür
ve Medeniyet açısından da durum bu seviyededir. Çok taraflı denge çok
seçenekliliği beraberinde getirmektedir. Bu çok seçenekli yaklaşım asgari
olarak buluşabilmeyi, azami olarak ise farklı cevap üretebilmeyi sağlamaktadır.
Bu açıdan geçmişte yaşanmış olan Doğu-Batı veya Kuzey-Güney sorunları
farklı ve kesin çıkar ayrılıklan üzerine bina edilmiş olmanın yükünü hala global
barış üzerinde sürdürmektedir. Global liderlik çok taraflı denge için
hükümranlık tanımı yerine sorumluluk tanımını getirmektedir. Bu ise ana aks
ülkelerin rol ye sorumluklannı buna göre tayin etme mecburiyetini
doğurmaktadır. İslam toplumu için de jeopolitik önderliği bulunan ülkelerin aynı
misyonu yüklenmeleri anlamını taşımaktadır.
İslam jeopolitiği üzerinde biriken sorunlarla, mücadele edebilmek askeri
unsurlann dışında uzun soluklu iktisadi ve sosyal yardımlaşma ve iletişim
olanaklarını yaratmakla anlam kazanacaktır. Bu ise bu jeopolitik konfigürasyon
üzerinde etkin ana aksların bölgesel barışa hizmet eden ilişkileri geliştirmesi
ve barış liderliği ile mümkün olacaktır. Rekabet sosyal seviyeye
indirgenmeden güvenlik içinde bir ekonomi ve ticaret diplomasisinin gelişmesi
mümkün olmayacaktır. Bu artan huzursuzluklar nedeniyle rekabet yerini
düşmanlığa bırakabilecek ve ana aks ülkelerine karşı saldırılar için ortam
yaratacaktır.
Soğuk Savaş, iki süper gücün ideolojik mücadele kılıfı altında global ve
zorunlu dengeyi yaratmıştır. Karşılıklı düşman olma durumunun yarattığı
ortamda islam jeopolitiği global hedeflerin çok altında iç sorunlarla mücadele
etmekteydi. Bu süreç içerisinde karşılıklı mücadelelerin birer parçası
konumunda bulunan örgütler gelecekte ortaya çıkacak olan sosyal
huzursuzlukların sorun giderme adresi olarak iktidara veya iktidar ortaklıklarına
taşınmışlardır. Her şeye rağmen var sayılan düşman kavramının içerisinde
soğuk savaş dönemi ihtiyaca yeterli olacak kadar olmasa da taraflar için bir
kısmi refah ve barış dönemi olmuştur. Ancak süre ilerledikçe yaşanan ve artan
gerilim aslında refahın ve bansın yüzeye ne kadar yakın olduğunu
göstermiştir.
Bugün dünya beklentilerin ve engellerin arasına sıkışan iktisadi diplomasinin
zemininde, fakat global güvenlik tehditlerinin gölgesinde soğuk barış dönemine
gimıiş bulunmaktadır. Soğuk Banş, refah ve barışın daha zor sağlanacağı
ancak daha köklü temellere dayanacağı dönem olacaktır. Soğuk barış dönemi
islam jeopolitiği için bir devrim niteliğinde gelişimin yaşanmasına olanak
tanıyacaktır. Bu olanakları yönetmek için bölgesel önderliği üzerine yüklenen
ülkeler daha aktif ve daha sorumluluk alan bir politika geliştirmek
kalacaklardır.
zorunda
1,3.3. İSLAM JEOPOLİTİĞİNİN STRATEJİK DEĞERLENDİRMESİ
Çok Taraflı Yeni Denge'nin oluşumunda yer alan, global seviyede sorumluk
alması gereken ana aks ülkeler ile bölgesel seviyede sorumluk alması
gereken ülkeler için İslam jeopolitik alanında bekleyen bir çok sorun
bulunmaktadır. Bu sorunların stratejik değerlendirmesini yapmakta yarar
vardır:
a.Afganistan Operasyonu ve Taliban'ın Yarattığı Tahribat
Taliban hareketi Müslümanları kendisi ile Batı arasında olmak adına bir tercihe
yöneltmemiştir. Oysa uzun bir süreçte Taliban'ın Afgansitan'da yürüttüğü ve
kapsamı genişleyen dini yönetimi, İslam açısından hangi kriterlerin ve nelerin
doğru olduğu noktasında bir zihin evrimini yaratamamıştır. Buda heykellerinin
yıkımı sırasında fark edilen Taliban yönetimi ve benzerlerinin İslam toplumu
adına çizdikleri imaj karşısında yeterli refleks de gelişememiştir.
11 Eylül saldırısı ile global bir sarsıntının yaşandığı bilinmektedir. İslam
dünyasına doğru çevrilen oklar ile Taliban'ın yarattığı ideolojik tahribat daha
net olarak görülmeye başlamıştır. Batı yaşadığı sarsıntının etkisiyle tarihsel
süreç içerisindeki yerini yeniden sorgulamaktadır. Aynı sorgulamanın İslam
toplumu içerisinde de yapılmakta olduğu görülmektedir. Bu sorgulamanın
temelinde ideolojik anlamda dini algılama ve dini egemen sınıfların yarattığı
kısıtların tahribatları değerlendirilecektir. Afganistan Operasyonu ise, bir
yandan kendi zihin dünyasfında İslam jeopolitiğinde konumlanma açısından
sorulara cevap ararken, aynı zamanda yeniden istilaya uğrama refleksinin
yarattığı bir dizi ekstremist davranışları da ortaya çıkartacaktır.
İslam toplumu, Afganistan'dan sonra yaşanacak gelişmeler ve bu gelişmelerin
etkilerini sorgulamaktadır. Terörizm konusunda yaşanan bu acı olay bir
yandan terörün islam toplumuna verdiği ideolojik ve imaja ilişkin tahribatı
hatırlatırken kendileri için neyin ne kadar ve nasıl değişeceğini, ulusal ve
uluslararası düzeyde ne gibi hukuki değişikliklerin yapılacağını, hangi otoriter
yönetimin ayakta kalıp hangisinin yok olacağını, yeni bölgesel gücün hangileri
olacağını görmek açısından, bir yandan 11 Eylül'ün yarattığı sorgulayıcı evrimi
yaşarken diğer yandan da ölçünün kaçmasından duyduğu endişe ile içe
kapanma eğilimini arttırmaktadır.
ABD 'dışında kalan ülkelerde de biyolojik ve kimyasal silahların
kullanılabileceğine dair oluşan korkuların islam toplumuna karşı bir güven
kırılması yaratması gelecekte bir karşılıklı nefretin gelişmesi açısından da
önemli riskler yaratmıştır.
b. Arap-îsrail Çatışması ve Ortadoğu için Ertelenen Barış Süreci
Arap toplumunun kendi içerisinde devam ettirdiği arap milliyetçiliği ve İsrail'in
kurulmasıyla beraber buna dayanak teşkil etmesi, Filistin sorunu ile doğrudan
ilişkili bir Arap-İsrail çatışmasının yarattığı gerilimi artırmaktadır. Filistin
sorununun dışında Ortadoğu için nüfuz mücadelesinden kaynaklanan bir
Arap-İsrail çatışması da söz konusudur.
Mısır ile İsrail ilişkileri karşılıklı iç politik nedenlerden ötürü verimliliğini
kaybetmiştir. Ürdün açısından kendi içerisindeki Filistinlilerin durumu iç politika
açısından bağlayıcı olmaya devam etmektedir. Suriye değişim dönemi
konusunda beklentileri uzun bir süre erteleyebilme riskini taşımaktadır. Yine de
bir Suriye-İsrail savaşı riski gittikçe azalmaktadır. Öte yandan Suudi
Arabistan'ın İsrail'le dolaylı savaşında 11 Eylül saldırısının negatif etkisi
olmuştur. Taliban ile ilişkileri Suudi Yönetimini zora sokarken Arap-İsrail
ilişkilerinde yeni bir belirsizliği ve Suudi iç politik konularında sıkıntılı bir
dönemi beklemek gerekmektedir.
1990'ların ortalarından itibaren artan bir İsrail-Filistin çatışması söz konusudur.
Bu çatışmaların yarattığı politik atmosfer içerisinde saldırgan tutuma sahip dini
karakterli örgütlerin gücü artmaktadır. Buna karşın İslam-Yahudilik arasındaki
gerilim bu örgütler tarafından karşılık bulan gerekçelerle dinsel bir savaşa
taşınmaktadır.
Arap-İsrail barış sürecinin sağlanmasında Doğu Akdeniz Güvenlik Mimarisi
kapsamında uluslararası güç desteğine olan ihtiyaç artmaktadır. Yakın bir
gelecekte Arap-İsrail çatışması sona erse bile Libya, Irak ve İran ile İsrail
arasında bir barış ortamının oluşması beklenmemelidir.
Madrid Barış Görüşmeleri yeniden ve hızla hayata geçirilmediği takdirde
Ürdün'ün istikrarsızlaşması, Suriye'nin yeniden agresif güvenlik politikalarına
dönmesi ve çıkabilecek bir savaşta Ortadoğu'da kitle imha silahlarının
kullanılması riskleri artacaktır.
c.Reform ve Geleneğin Direnişi Karşısında İran
Şii ekolünün ve 1979 yılından itibaren radikal dini devrimin ihraç merkezi
konumundaki İran uzun bir devrim sürecini geride bırakmıştır. Humeyni'nin
ardından başlayan ve Hatemi ile doruğa çıkan değişim söylemleri ya da diğer
adıyla reform istekleri İran'a dair beklentileri arttırmıştır. Ülke Jeopolitiği ve
İslam jeopolitiği içindeki yeri itibariyle İran'ın reform ve gelenek arasındaki
serüveni çok önem arz etmektedir.
iran aslında siyahtan griye doğru bir açılımı isternektedir. Bu istek devrimin
yöneticilerinin de bir mecburiyetini yansıtmaktadır. İran'da yaygınlaşan rüşvet,
artan gelir dağılımı bozukluğu ve dini egemen sınıfa yakınlığın getirdiği
ayrıcalıklar halkta devrime karşı duyulan memnuniyetsizliği büyük ölçüde
arttırmıştır. Genç nüfusun talepleri ve ortaya konulan kısıtlar nedeniyle İran
yönetimi için zor bir dönem başlamıştır. Biriken talepleri ana akstan
ayrılmadan çözebilecek bir lider olarak Hatemi devrim yöneticileri için de bir
şanstır.
İran'ın kendi içerisinde yaşayacağı bu reform etkisindeki değişimler bir siyasi
ihraç malzemesi olarak kullanılmasa da diğer bölgelerdeki ekstremist gruplara
verdiği desteğin biçimini değiştirecek bir nitelik kazanacaktır.
Gerçekte önemli bir gösterge olarak İran göstermiştir ki, iktidara taşındıktan
sonra fanatik ideolojilerin temsilcileri totaliter ve kendi sınıflarını temsil eden bir
siyasi profile dönüşmektedir. İran değişememenin sancısı ile reform yapma
uğraşısı içinde çabalarken İslam jeopolitiği üzerindeki etkisini aynı ölçüde
sürdürmekte zorlanacaktır.
d. Güneydoğu Asya'dan Afrika'ya İstikrarsızlık ve Ekstremist
Hareketler
Çok taraflı yeni dengenin yarattığı dönüşüm baskısı karşısında islam jeopolitiği
üzerinde ciddi istikrarsızlıklar tehdit olmaya devam etmektedir. Global
dengenin gerektirdiği ekonomik ve siyasi yapısal değişim ve dönüşümleri
gerçekleştiremeyenler ile bunların karşısında direnenler için sıkıntılı bir dönem
başlamaktadır. Bu açıdan islam jeopolitiği üzerindeki ülkelerin büyük kısmı
global dengenin düzeltilecek hedefleri konumuna gelmektedirler.
Güneydoğu Asya'dan Afrika'ya kadar yaygın olan islam ülkeleri için, siyasi ve
sosyal konular dışında ekonomik açıdan da zor bir dönem başlamaktadır.
Afganistan'da başlayan operasyon sonrası küresel terörizme kaynak teşkil
eden istikrarsız yapıların düzeltme amaçlı yeni hedefler olarak Orta Asya,
Güneydoğu Asya ve Yakındoğu'da bölgesel bir gelenek-reform mücadelesi
yaşanacaktır. İslam dünyasının genel olarak sosyal dokusunu oluşturan
yapıları dışında kalan ve ekstremist grup olarak bağımsızlık mücadelesi
kapsamında olmayan örgütleri takip ve kontrol amaçlı harekat ve müdahale
süreci Batı'ya karşı yeni bir antipati akımını körükleyecektir. Aynı süreç islam
toplumu içinde iç sorgulama ve arap islam aklı dışında bir geleneğin
doğmasını da zorlayacaktır.
Endonezya, ülkede yaşanan ekonomik krizin siyasi ve toplumsal kaosa
dönüşmesiyle Güneydoğu Asya'daki en büyük istikrarsızlık alanı olmaktadır.
Malezya ile birlikte teknolojik gelişme ve ekonomik ilerlemeyi yakalamış
moderinzm ile geleneğin islam çatısı altında buluştuğu bir ülke olarak
Endonezya'nın
etkileyecektir.
konumundaki
değişiklikler
İslam
jeopolitiğini
doğrudan
Keşmir konusundaki artan gerilim Pakistan-Hindistan ekseninde bir İslamHindu çatışmasını zorlamaktadır. Oysa Hindistan içerisinde bulunan yüz
milyon civarında müslümanın durumu açısından gelişmeler kaygı verici
olabilmektedir. Pakistan'ın Afganistan operasyonu sonrası Suudi Arabistan ile
birlikte konumlarını yeniden gözden geçirecekleri beklenmektedir. Ancak
gelişmelerin Pakistan iç politikasında bir istikrarsızlık yaratma riski devam
etmektedir.
Özbekistan başta olmak üzere bölge ülkelerindeki yönetim sıkıntılarından
kaynaklanarak artan ekstremist grupların yaşam alanı olan Fergana Vadisi
konusundaki gelişmeler bir istikrarsızlık unsuru olmaya devam edecektir.
Çeçenistan konusunda Rusya Federasyonu tarafından daha yumuşak
politikaların uygulanması bir süre daha ertelenmektedir. Ortadoğu için radikal
gruplar uzun bir sure daha istikrarsızlık unsuru olacaktır. Filistin sorununun
çözümü ile bu durumun değişmesi beklenmekte ise de yeni arap
milliyetçiliğinin gelişimi daha belirleyici olacaktır.
Kuzey Afika, Sudan ve Somali gibi dış halka ülkelerinde beşeri geri kalmışlığın
yarattığı kaotik yapı ekstremist dini grupların varlığına olanak tanımaktadır.
Müslüman olmayan topraklarda yaşayan islam diasporası ekstremist ve
radikal görüşlerden ve yaklaşımlardan giderek kopmaktadır. Beşeri gelişme ile
birlikte global demokratik değerlerin varlığı ve İslam diasporasının bunlara
uyumu dini fanatizmi zayıflatmaktadır. Bununla birlikte yakın gelecekte
özellikle Avrupa'da artan müslüman nüfusa karşı Avrupalıların tutumu ve
kültürel etkileşimleri daha çok merak uyandırmaktadır.
1.4 DÜNYA EKONOMİSİNDE YENİ DÖNEM 2000-2010
Dünya ekonomisi kendi içinde sahip olduğu trendler ile 2010 yılma yönelik
karmaşık ve sorunlu bir yol haritası çizmiş gibi görünmektedir. Son yirmi yıldır
küreselleşme ekseni etrafında yerleşen bu trendlerin bir bölümü büyüme ve
ticareti geliştirirken, bir bölümü ise refah dağılımının bozulması ve fakirlik gibi
sorunları uluslar arası sisteme birer tehdit olacak noktaya getirmektedir.
Dünya da çok taraflı yeni bir denge kurulurken en önemli sorun, son yirmi yılın
gelişmelerinin yarattığı olumsuz sonuçlann giderilmesi ve iyileştirilmesidir. Bu
sonuçlann yeni dengenin tesisine yönelik olası etkilerini öngörmenin yolu ise
bu sonuçlara yol açan dünya ekonomisindeki trendlerin analiz edilmesidir. Bu
başlık altında yapılan sunum da bu işlevi görmektedir.
Yeni denge arayışının temel nedeni olarak şu söylenebilir; 11 Eylül saldınsı
ardından başlayan yeni denge arayışlarının temelinde refah paylaşımı kaynaklı
ekonomik nedenler bulunmaktadır. Analiz edilen ekonomik trendler bu tezi
doğrular nitelikte sonuçlar vermektedir.
Dünya ekonomisine hakim olan kapitalist sistem kendini, ancak daha çok mal
ve hizmet üretilen ve tüketilen bir ekonomik yapıda sürdürebilecektir. Bugün
gelinen noktada ise daha çok mal ve hizmet üretilmesi ile tüketilmesini
yavaşlatacak, hatta engelleyecek bir sürece girilmiştir. Dünya ekonomisi kendi
dinamikleri içinde sıkıntılı bir dönemde bulunmaktadır.
Yeni denge arayışlan, eksenlerin oluşumu ve taraflann çıkar çatışmalan
önümüzdeki dönemde refahın yaratılması ve yeniden dağıtılması sorunu
üzerine inşa edilmektedir. Diğer tüm unsurlar birer araçtır. Örneğin
medeniyetler çatışması, İslam politiği ye benzeri gibi yaklaşımlar refah
paylaşımı mücadelesinin önemli ölçüde İslam coğrafyası üzerinde yapılacak
olmasından kaynaklanmaktadır.
Yeni tehditler, yeni tehdit algılaması, yeni güvenlik anlayışı, ve nihayetinde
"Yeni Çok Taraflı Denge" nin kuruluşu ekonomik kaynaklı unsurlann neticesidir.
Bu nedenle, bu bölümde; global ekonomik trendler, bu trendlerin yarattıklan
fırsatlar ve tehditler ile, ekonomik büyüme, dünya ticaretinde serbestleşme,
enerji kaynaklan ve kullanımı, global gıda ihtiyacı ve karşılanması, su
kaynaklan ve kullanımı, emtia fiyatları ve dünyada yeni bölüşüm, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler arasında yeni ilişki ağı ve yeni ekonomik dönemin
yönetimi ve kurumlar gibi yeni çok taraflı dengenin kurulmasında belirleyici
olacak ekonomik unsurlar 2000-2010 yılı itibariyle incelenmektedir.
1.4.1 GLOBAL EKONOMİDE PARADOKSAL TRENDLER: FIRSATLAR VE
TEHDİTLER
Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda etkili olan ekonomik unsurlann başında
global ekonomik süreçte yaşanan paradoksal trendlerin yarattıkları fırsatlar ve
tehditler bulunmaktadır. Trendlerin paradoksal olarak nitelendirilmesinin nedeni
hem kuvvetli fırsatlar yaratması, aynı zamanda da trendleri yok edecek veya
tersine çevirebilecek tehditler doğuruyor olmasıdır. Küreselleşme 2010 yılına
kadar global ekonomik paradoksun kaynağını oluşturacaktır. 1980'li yıllardan
itibaren etkisini artıran küreselleşme önümüzdeki 10 yılın da temel belirleyicisi
ve şekillendiricisi olacaktır. Küreselleşme; dünya pazarları arasındaki mal,
hizmet, sermaye, teknoloji, bilgi ve sosyal sermaye dolaşımının giderek
serbestleştirilmesi ve yükselmesi şeklindeki trendlerini 2010 yılına kadar
sürdürecektir. Bu trendler dünya ekonomisi için 2010 yılına kadar birbiri ile
çelişkili, hatta karşıt fırsatlar ve tehditler yaratmaya devam edecektir.
Piyasalar arası bütünleşmeler ile birlikte ülkelerin birbirlerine bağımlılıklan
artmakta, bu bağımlılık kültürel değerleri de etkilediğinden sosyal
uyuşmazlıkları da beraberinde getirmekte, ülke ve bölgede yaşanan
istikrarsızlıklar ise tüm global sistemi tehdit eder hale gelmektedir.
Dünya'da ekonomik dönüşümü sağlayan ve 200 yıllık bir sürece sığan
"Sanayileşme" ardından bir sonraki dönüşümü sağlayan "Küreselleşme" 20 yıl
gibi çok kısa bir aralığa sıkışmıştır. Bu nedenle dönüşüm hem önemli fırsatlar
yaratmakta hem de tehditler doğurmaktadır.
Küreselleşme trendinin devamına bağlı bu paradoks kuvvetlenecektir.
Küreselleşme
ekonomik
büyüme ve gelişmenin
iticisi
olacaktır.
Küreselleşmenin dışında kalan ülkeler ekonomik durgunluk, politik istikrarsızlık,
kültürel yabancılaşma sorunlan ile karşılaşacaktır. Küreselleşmenin
kazanımlannın paylaşımı sorunu ise gelişmiş ülkeler arasındaki global politika
uyumunu bozabilecektir.
PARADOKS TRENDLER
VE KAYNAKLARI
Küreselleşme;
Mal ve
Hizmet
Ticareti
ile
sermaye
hareketlerinde
artış sürecek
FIRSATLAR
TEHDİTLER
-Global
ekonomik
büyümenin ana kaynağı
olacak.
-Ekonomide büyüme ile
yeni gelir ve servet artışları
yaratılacak.
-Ekonomide büyüme daha
iyi yaşam şartlan sunacak,
politik
istikrara
katkıda
bulunacak
-Küreselleşme
dışında
kalan ülkelerde ekonomi
rekabet gücünü yitirecek ve
küçülecek.
-Yaratılan gelir ve servet
artışlarının dağılımı adil
olmayacak. Gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler
arası fark daha da açılacak.
-Gelir
dağılımındaki
bozulma, açılan gelişmişlik
farkları iyi yaşam talep
eden ülkelerde sosyal ve
siyasi gerginliklere hatta
çatışmalara yol açacak,
politik istikrar bozulacak.
sürecinin
Küreselleşme
ekonomik -Küreselleşme
büyümenin
kaynağı etkin çalışması için global
ekonomik
istikrar
olmaya devam edecek.
sağlanacak.
-Ekonomi
politikaları
arasında uyum sağlanacak.
-Kur politikaları istikrarı
hedefleyecek ve istikrarlı bir
rekabet alanı yaratılacak.
-Ekonomik
büyümenin
yarattığı servetin paylaşımı
büyük aktörler arasında
çıkar
çatışmasına
dönüşebilecek.
-ABD,
AB,
Japonya
arasındaki
ekonomi
politikaları
uyumu
bozulacak.
-Kur
politikaları
çıkar
(rekabet) savaşının temel
silahı olacak. Uluslar arası
para ve ödemeler sistemi
krizler ile karşılaşacak.
-Sermaye
hareketleri
ekonomik
büyümenin
kaynağı olacak. Sermaye
hareketlerinde
serbesti
artacak.
-Ekonomik
istikrarını
sağlayamamış
ülkeler
sermaye
hareketlerinden
yararlanamayacak
ve
ekonomik
büyüme
için
yeterli kaynak bulamayacak
-Uluslar arası sermaye
piyasaları ile bütünleşen,
ekonomisi istikrarlı ülkeler
hızlı bir ekonomik büyüme
sürecine girecek.
PARADOKS TRENDLER FIRSATLAR
VE KAYNAKLARI
TEHDİTLER
-Sermaye
hareketlerinin
yöneldiği
ülkelerde
ekonomik
istikrasızlıklar
global finans krizlerine yol
açacak.
-Dünya ekonomisi giderek
daha kırılgan bir yapıya
girecek. Global krizlerden
çıkış süresi uzayacak.
Yeni Ekonomi, Teknoloji,
Verimlilik,
Bilgi uluslar
arası rekabet gücünün
teme! belirleyicileri olacak.
-Eğitim
ve
teknoloji
geliştirme altyapısı etkin,
kuvvetli sosyal sermaye ve
vasıflı
işgücüne
sahip
ülkeler
rekabet
gücü
kazanacak
-Yaratıcılık ve teknolojik
gelişmeler hızlanacak.
Teknoloji
ve
bilgi
üretemeyen,
sosyal
sermayesi zayıf ülkeler
rekabet güçlerini giderek
kaybedecek.
-İnsanoğlunun
talep
etmediği ve insanı doğal
sürecinden
koparan
ilerlemeler teknolojik ve
ekonomik
tıkanma
yaratacak.
Global trendlerin ortaya çıkardığı fırsatlann değerlendirilmesi halinde dünya
ekonomisinin 2010 yılında karşılaşacağı tablo uygun bir çevre olacaktır. Ancak
trendlerin ortaya koyduğu nimetlerin paylaşımı sorun yaratmaktadır. Nimetler
eşit dağılmamaktadır. Trendlerin öncüleri veya uyum sağlayanlar nimetlerden
yararlanmaktadır. Diğerleri ise trendlerin yarattığı tehditlere yol açmakta veya
onlara maruz kalmaktadır.
Bu nedenle bu global trendlere karşı da bir global karşıtlık gelişmektedir.
"Küreselleşen küreselleşme karşıtlığı" bunun bir ifadesi olabilmektedir. Bu
karşıtlık bugün için trendlerin hızını kesebilecek, ancak önleyemeyecek
niteliktedir.
Küreselleşmenin genişlemesi, ekonomik büyüme ve ekonomik istikrann
sürmesi önümüzdeki 10 yıla ilişkin beklenen ekonomik trendlerdir. Ancak bu
ana trendlerin önünde karşılaşılabilecek küreselleşme karşıtlığı dışında
küreselleşmenin kendi dinamiklerinden kaynaklanan sınırlamalar da olacaktır.
Bu sınırlamalar; yukandaki trendlerin değişmesine neden olabilecek niteliktedir.
TABL0.2 GLOBAL EKONOMİK TRENDLERİN SINIRLAMALARI VE
SONUÇLARI
SINIRLAMALARIN
KAYNAKLARI
SONUÇLARI
ABD'DE UZUN
SÜRELİ EKONOMİK
RESESYON VEYA
YAVAŞLAMA
•Dünya ekonomisinde yavaşlama
•Global talep daralması
•Sermaye hareketlerinde yavaşlama
•Global krizlerin yönetiminde kaos
AVRUPA BİRLİĞİ
VE JAPONYADA
NÜFUSUN
YAŞLANMASI,
DEMOGRAFİK
GELİŞMELERİN
YÖNETİLEMEMESİ
•Sosyal Güvenlik ve Sağlık sistemlerinde mali çöküş
•Tüketimde daralma, global ekonomik yavaşlama
•110 milyona çıkan ilave işgücü ihtiyacının (2000-2010)
karşılanamaması
•Artan göç,sosyal politikalarda ve göçmen politikalarında
uzlaşmazıık,sosyal huzursuzluklar
•AB'de ekonomik ve parasal birliğin bozulması(parçalanma)
olasılığı
ÇİN VE
HİNDİSTAN'DA
YAPISAL
REFORMLARIN
KESİLMESİ
•Kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması,bankacılık
sisteminde yapılanma, kamu çalışanlarının azaltılması,
piyasa ekonomisine geçiş temel yapısal reformlar
•Dünya ekonomisinde büyüme motorunun durması
•Asya-Pasifik bölgesinde ekonomik ve mali kriz
•Uzun süreli global ekonomik durgunluk
GLOBAL EKONOMİ
POLİTİKALARINDA
UYUMSUZLUK
•Ulusal çıkarların global ekonomik çıkarların önüne
geçmesi
•Global ekonomik bütünleşmenin durması
•Bölgesel ekonomilerin ve politikaların uyumu (ASYAPASİFİK, AB, G.AMERİKA)
•Global ilgiden, bölgesel ilgiye ve önceliklere geçiş. Bölge
içi baskılarda artış ve uyumsuzluk
•ABD-Japonya uyumsuzluğu ile ABD'nin dış ticaret
açıklarını finanse edememesi, ABD ve dünya ekonomisinde
durgunluk
TABLO,2 GLOBAL EKONOMİK TRENDLERİN SINIRLAMALARI VE
SONUÇLARI
SINIRLAMALARIN
SONUÇLARI
KAYNAKLARI
Bölgeler arası ticaret ve korumacılık savaşları
ABD (tek süper güç) karşıtı ekonomik ve ticari
koalisyonların ortak hareketleri
Uluslararası ortak düzenlemelerden kopuş
KÜRESELLEŞEN
KÜRESELLEŞME
KARŞITLIĞI
Gelir dağılımı ve gelişmişlik farklannın açılması ile
küreselleşmeye karşı organize ve kurumsal muhalefet
Ekonomik korumacılık ve uluslar arası ticarette kaotik
ortam
Dünya ekonomisinde yavaşlama
Küreselleşme karşıtlarına müeyyideler
Küreselleşme karşıtı ülkelerde ekonomik çöküntüler,
global kriz
Küreselleşme ve ekonomik büyümenin zorunlu olarak
yavaşlatılması
1.4.2. EKONOMİK BÜYÜME
Dünya ekonomisi gelişmiş ülkelerdeki, özellikle ABD'deki ekonomik
yavaşlamanın etkisi ile büyüme hızını kaybetmiştir. Ancak orta ve uzun vadede
arz yanlısı iktisadi göstergeler 2010 yılına kadarki süreçte ekonomik
büyümenin hızlanacağını öngörmektedir. Buna karşın gelir dağılımı bozukluğu
ve fakirlik nedeni ile tüketimin daralması talep yanlısı iktisadi göstergelerin
global ekonomik büyüme için aynı iyimserlikte olmadığını göstermektedir.
Dünya ekonomisi önümüzdeki on yıl içinde geçmiş on yıllık süreçte
gerçekleşen büyümenin üzerinde yüzde 3.1 oranında büyüme gösterecektir.
Büyüme trendini hızlandıran dört önemli unsur bulunmaktadır.
Enformasyon teknolojisi ve teknoloji kullanımı; sağladığı verimlilik artışı ile
ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır. 90'lı yıllarda ABD enformasyon
teknolojisi ve bilgi ekonomisine dayalı hızlı büyümesi ile dünya ekonomisini
sürüklemişti. Enformasyon teknolojisi ve diğer teknolojilerin kullanımı başta
Avrupa Birliği olmak üzere diğer
ülkelerde önümüzdeki 10 yıl içinde
ekonomide hızlandırıcı rol oynayacaktır. Tüm dünya genelinde verimlilik
artışından kaynaklanan ekonomik büyüme yaşanacaktır.
Uluslararası ticaretin ve yatırımların serbestleşmesi; Dünya ticaretinde
serbestiyi düzenleyen ve artıran Dünya Ticaret Örgütü uygulamaları, sınır ötesi
mal ve hizmet ticaretini genişletmektedir. Uluslararası ticaretin ve doğrudan
yatınmlann genişlemesi ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. 2005 yılından
itibaren dünya hiç olmadığı kadar serbest, o kadarda rekabetçi bir uluslararası
ticaret ile karşılaşacaktır.
Finansal sistemde iyileşme ve sermaye hareketleri; Son on yılda uluslararası
finansal sistemde yaşanan krizler, global ekonomik büyümeyi yavaşlatmıştır.
Finansal sistemde yapılan iyileştirmeler ile sermaye hareketlerindeki genişleme
global ekonomik büyümeye tekrar ivme verecektir.
Gelişmekte olan ülkelerin reformları; son on yılda yapılan yapısal reformlar,
özelleştirme, piyasa ekonomisine geçiş; ticarette serbestleşme, özel sektörün
dinamizm kazanması global ekonomik büyümeye etkilerini önümüzdeki on yıl
içinde gösterecektir. Geçiş Ekonomisi ülkeleri de büyüme sürecine girecektir.
Önümüzdeki on yıllık süreçte Dünya Ekonomisinin yıllık ortalama yüzde3.1
büyüme göstereceği tahmin edilmektedir. Gelişmiş ülkeler aynı dönemde
yüzde 2.5, Gelişmekte olan ülkeler ise yüzde 5.4 büyüyecektir. Bu büyüme
oranları 1960-70 döneminden sonra ulaşılacak en yüksek büyüme oranlan
olacaktır.
ABD ekonomik büyümesi yavaşlayacak ancak sürecektir.
AB enformasyon teknolojileri ve verimlilik artışına dayalı olarak hızlı bir büyüme
sürecine girecektir.
Japonya son on yıldır içinde bulunduğu resesyondan çıkacak, ancak zayıf bir
ekonomik büyüme sağlayacaktır. Dünya ekonomisindeki göreceli ekonomik
büyüklüğü gerileyecektir.
Gelişmekte olan ülkeler;yapısal reformlar, eğitime yapılan yatırımlar,teknoloji
kullanımını benimseme, dinamik özel sektörün yaratılması, mali sektörlerde
iyileşmeler, dış ticarette serbestleşme ve ihracata dayalı rekabetçi büyüme
sürecine gireceklerdir.
Asya Pasifik bölgesi dünyanın en hızlı büyüyen bölgesi olacaktır. Bölge 2010
yılında dünya ekonomisi içinde üretim, tüketim ve ticarette en yüksek payı
alacaktır. Bölgede Çin itici olacaktır. Çin'in DTÖ'ne girmesi ile birlikte büyüme
süreci hızlanacaktır. 90'lı yıllann ikinci yansında kriz geçiren 5 bölge ülkesi
yeniden hızlı büyüme gösterecektir.
Doğu Avrupa ve Merkezi Asya geçiş ekonomisi ülkeleridir. 1990 yılı sonrasında
içinde bulunduklan yapısal dönüşümün tamamlanması ve piyasa ekonomisine
geçiş ile birlikte önümüzdeki 10 yıl tekrar büyüme sürecine girmektedirler.
Rusya'nın performansı iyileşmektedir.
Latin Amerika ülkeleri kınlgan finansal sistemleri ve hassas ekonomileri ile
önemli iç ve dış borç yükü taşımaktadır. Bu bölge öncelikle kınlgan yapıyı
güçlendirmeye önem verecektir. Ekonomik büyüme daha zayıf olacaktır.
Orta
Doğu
ülkeleri
ekonomik
yapılannda
petrole
bağımlılıktan
kurtulamamadadır. Petrol fiyatlarındaki gerileme bu ülkelerin ekonomik
büyümelerini olumsuz etkileyecektir. K.Afrika ülkeleri AB ile artan ilişkilere ve
yapısal reformlara bağlı iyileşme gösterecektir.
Güney Asya bölgesinde teknoloji ve bilgi ekonomisi temelli büyüyen Hindistan
itici olacaktır.
TABL0.3 REEL EKONOMİK BtÜYÜME TRENDLERİ 1'998- 2008 (% Yıllık)
1989-1998
1999
2000
1999-2008
BÖLGELER
2.7
3.1
1.9
2.3
DÜNYA EKONOMİSİ
2.1
1.6
2.3
2.5
GELİŞMİŞ ÜLKELER
GELİŞMEKTE OLAN
5.4
ÜLKELER
3.1
2.7
4.3
7.5
5.5
6.2
6.3
DOĞU ASYA VE PASİFİK
AVRUPA VE MERKEZİ ASYA
-3.5
0.3
2.5
3.4
2.9
-0.6
2.7
3.5
LATİN AMERİKA
2.0
3.2
3.4
3.0
ORTA DOĞU VE AFRİKA
5.5
5.4
5.5
5.2
GÜNEY ASYA
2.3
3.1
3.4
2.4
SAHRA AFRİKASI
BANK
1.4.3. DÜNYA TİCARETİNDE SERBESTLEŞME
Önümüzdeki 10 yıl içinde Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelerin kendi içlerinde
ve aralannda tarif edilen ilişki ve akımlar; Dünya mal ve hizmet ticareti ile
sermaye hareketlerindeki trendleri belirleyecektir. Trendlerin belirlenmesinde
uluslararası kurumlar,çok taraflı anlaşmalar ve düzenlemeler temel olacaktır.
1.4.3.1. Dünya Mal ve Hizmet Ticareti
Dünya mal ve hizmet ticaretine ilişkin temel trendler şunlar olacaktır.
Dünya ticareti büyümesini sürdürecektir. 1998 yılında 6.5 trilyon dolar olan
ticaret hacmi 2008 yılında 12.25 trilyon dolara çıkacaktır.
Dünya ticareti son yirmi yılda olduğu gibi 2010 yılına kadar olan süreçte de
dünya ekonomisinden daha hızlı büyüyecektir.
Dünya hizmet ticareti, mal ticaretinden daha hızlı büyüyecektir. 1998 yılında
6.5 trilyon dolar olan dünya mal ve hizmet ticaretinde hizmet ticaretinin payı 1.3
trilyon dolar ile yüzde 20 olmuştu. 2008 yılında ise 12.25 trilyon dolarlık dünya
ticaret hacmi içinde yüzde 35 pay alacaktır.
Gelişmekte olan ülkeler sanayi malları ihracatında giderek daha yüksek pay
alacaktır. Sanayi malı üretimi içindeki payları 2005 yılında yüzde 29'a ihracat
içindeki paylan ise yüzde 25'e yükselecektir. 2005 yılından sonra ise DTÖ
düzenlemeleri ile ihracat payları daha da artacaktır.
Ticaretteki serbestleşmeye rağmen uluslararası ticaret giderek bölgesel birlikler
içinde yapılır hale gelecektir.
Dünya Ticaret Örgütü Düzenlemeleri
Dünya ticaretindeki trendlerde en önemli belirleyici Dünya Ticaret Örgütünün
düzenlemeleri olacaktır. Dünya Ticaret Örgütü'nün düzenlemeleri 1948 yılına
dayanmaktadır. 1948 yılında ilk kez bir araya gelen ülkeler mal ticaretinde
serbestleşmenin sağlanmasına yönelik olarak 46 yıl boyunca çalışmalannı
yürütmüşler ve son tur görüşmeler olan Uruguay Round'da GATT (General
Agreements on Trade and Tariffs) Ticaret ve Tarifeler Üzerinde Genel Anlaşma
adı verilen düzenleme çerçevesinde mutabakata varmışlardır. O zamana kadar
GATT olarak bilinen müzakereler ardından bu düzenleme ile yaratılacak yeni
çevrenin yönetilmesi için 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (DTO) (WTO
World Trade Organization) kurulmuştur.
Bugün Dünya Ticaret Örgütüne taraf ülkeler arasında uluslararası ticaretin
serbestleşmesi ve ortak kurallara bağlanması konusunda üç önemli anlaşma
bulunmaktadır. Bu üç anlaşma dünya ticaretini düzenleyecektir.
TABL0.4 DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜNÜN ÜÇ DÜZENLEMESİ
FİKRİ
KONU
MALLAR
HİZMETLER
MÜLKİYETLER
ANLAŞMA
KAPSAMI
GATT
(General Agreements
on Trade and Tariffs)
-İmalat Sanayi
indirimleri
ve
engeller
tarife
ticari
-Yatırım Destekleri
-Anti Damping
-Gümrük Beyanlan
-İthal Lisansları
-Devlet Alımlan
-Ticarette Teknik
Engeller
GATS
(General
Agreement
on Trade of Services)
-Meslek
Sahiplerinin
Serbest Dolaşımı
- H a v a Taşımacılığı
-Finansal Hizmetler
- G e m i Taşımacılığı
-İletişim-Haberleşme
TRIPS
(Trade
Related
Aspects of Intellectual
Property Rights)
-Ticari Marka
-Fikri Mülkiyet ve İlgili
-Haklar
-Endüstriyel T a s a r ı m
-Patent
-Ticari Sırlann Gizliliği
Mal Ticaretinde Düzenleme; GATT
1994 yılında imzalanan GATT Anlaşması ile ticaretin dünya genelinde
serbestleştirilmesi ve uyumlaştırılması amaçlanmaktadır. Anlaşmaya 2000 yılı
sonu itibariyle taraf olan 141 ülke dış ticaretin düzenlemesi hakkından önemli
ölçüde vazgeçerek bu konuda uluslararası kurallara uymayı kabul etmektedir.
Anlaşma ile gümrük tarifelerinin aşağı çekilmesi ve konsolide edilmesi, miktar
kısıtlamaları ile ithalat ve ihracat müsaadeleri uygulamalarına son verilmesi,
"en çok kayrılan ülke","tercihli ticaret" gibi ayrıcalıklann kaldıniması ve
ayrıcalıkların tüm ülkelere tanınması, koruma araçlannın en aza indirilmesi
sağlanacaktır.
1994 yılında tamamlanan GATT Anlaşması, taraf ülkelere 10 yıllık bir geçiş ve
uyum süresi tanımıştır. Anlaşma, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girecek ve
anlaşmanın tüm maddelerine uyulacaktır.
GATT Anlaşması ile özellikle gelişmekte olan ülkelerin ağırlıklı yer aldığı tekstil
ve tarım sektöründe gelişmeler yaşanacaktır. Tekstil sektörü, 2004 yılına kadar
Çok Elyaflılar Düzenlemesi ile yönetilecektir. 2005 yılında tekstil ve giyim
sektöründe anlaşma hükümleri yürürlüğe girecektir. Bu tarihten itibaren bu
sektörlerde kota ve diğer ithalat ve ihracat kısıtlamaları kaldırılmış olacak ve
bu tarihe kadar gümrük vergileri yaklaşık yüzde 33 oranında azaltılmış
olacaktır. Tarım sektöründe uygulanan tüm tarife dışı engeller, 1 Temmuz 1995
tarihinde gümrük vergisine dönüştürülmüştür. Bu tarihten itibaren gelişmiş
ülkeler 6 yıl içinde gümrük tarifelerini yüzde 36, gelişmekte olan ülkeler ise 10
yıl içerisinde yüzde 24 oranında aşağı çekeceklerdir. Yurtiçi tanm
sübvansiyonlan 10 yıl içinde her iki grup ülkede de yüzde 20 azaltılacaktır.
Yine ihracat sübvansiyonları altı yıl içinde yüzde 36, sübvanse edilen ihracat
miktarı ise yüzde 21 azaltılacaktır.
GATT Anlaşması aynı zamanda sübvansiyonlar ve telafi edici vergiler, anti
damping, gümrük beyanlan,ticarete teknik engeller, ithal lisanslan, devlet
alımlan gibi teknik alanlarda, uluslararası ortak normlar oluşturulması ve
uyumlaştırma çalışmalannı sürdürmektedir.
GATT Anlaşması'nm getireceği ticari serbestleşme ile dünya genelinde 10 yıl
içinde ilave 213 milyar dolar gelir yaratılacağı tahmin edilmektedir. Yaratılacak
gelirin dağılımı, AB 61, ABD 36, Rusya ve diğer Avrupa 29, İspanya 27,
gelişmekte olan ülkeler 13, Güney Asya ülkeleri ve Çin 20, EFTA 8, dört Asya
Kaplanı 10,Kanada 2 ve Avustralya 2 Milyar Dolar şeklinde olacaktır. Dünya
ticaretinin genişlemesine 1994-2004 yıllan arasında yüzde 10 katkıda
bulunacağı tahmin edilen anlaşmanın bu katkısı, 2004 yılından sonra daha
yüksek oranlı olacaktır.
GATT Anlaşması bölgesel ticari birlikler kurulmasına engel değildir. Bölgesel
birlikler GATT tarifelerinin üzerinde olmamak şartıyla, ortak gümrük tarifeleri ve
oranlan uygulanmasına olanak vermektedir.
GATT Anlaşmasının Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelerde etkileri iki alanda
yoğunlaşacaktır. Tablo 6 ve 7, Gelişmiş ve G.O.Ü'in uyguladıklan tarife
oranlannı vermektedir. Tarife oranlarındaki indirimlerden Gelişnrıiş ülkeler
yararlanacaktır. Çünkü gelişmiş ülkeleri gümrük tarife oranlan G.O.Ü'lere göre
oldukça düşüktür. Tablo 5 ise üretici desteklerini göstermektedir. Gelişmiş
ülkelerin uyguladıkları üretici destekleri (sübvansiyonlar) azalacak,bundan da
G.O.Ü'ler rekabet güçlerini artırarak olumlu etkilenecektir. GATT Anlaşmasının
yürürlüğe girmesi ile birlikte dünya ticaretinde imalat sanayi sektörü ürünlerinin
ihracatında önemli artış yaratacak unsur, gelişmiş ülkelerin ve gelişmekte olan
ülkelerin bu ürünleri ithal ederken uyguladıkları gümrük oranlannı aşağı
çekmesi olacaktır. Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerden yaptıklan
ithalatta gümrük oranları ortalama yüzde 25.4, gelişmekte olan ülkelerin kendi
aralanndaki ticarette uyguladıklan gümrük oranlannda ise gerileme ortalama
yüzde 17.9 olacaktır.
TABL0.5 OECD ÜLKELERİNDE ÜRETİCİ DESTEKLERİ
BÖLGELER
DUSUK GELİRLİ
OECD ÜLKELERİ
AVUSTRALYA - YENİ
ZELANDA
KANADA - ABD
AB
DİĞER
JAPONYA
OECD
KAYNAK : WORLD BANK, UNIDO
1986-1988
1997-1999
28.8
39.4
1.8
47.5
95.2
7.8
53.6
234.8
1.4
47.8
116.6
7.8
53.1
266.2
TABL0.6 GATT ANLAŞMASININ İMALAT SANAYİ ÜRÜNLERİNDE
UYGULANAN İTHALAT GÜMRÜK ORANLARI ÜZERİNDEKİ
ETKİSİ
GELİŞMİŞ ÜLKELERİN GELİŞMEKTE OLAN
Ü L K E L E R D E N İTHALATI
GATT ÖNCESİ
GÜMRÜK ORANI
SEKTÖRLER
GATT
SONRASI
GÜMRÜK ORANI
%
%
GUMRUK
ORANINDA
GERİLEME %
GIDA ÜRÜNLERİ
8.7
9.6
AĞAÇ ÜRÜNLERİ KAĞIT
4.1
MOBİLYA
2.9
TEKSTİL VE GİYİM EŞYASI
11.7
10.0
DERİ AYAKKABI
7.0
6.1
3.7
DEMİR ÇELİK VE DİĞER METAL
2.2
6.7
PETROL ÜRÜNLERİ KİMYA
4.6
ULAŞTIRMA ARAÇLARI
4.3
3.7
MAKİNE VE METAL EŞYA
3.9
3.0
ELEKTRİKLİ ARAÇLAR
5.2
3.5
DİĞER MAMULLER
5.2
3.1
İMALAT SANAYİ G E N E L
5.9
4.4
KAYNAK : THE URUGUAY ROUND STATISTICS ON TARIFF CONCESSIONS GIVEN AND
RECIEVES, W T O , 1996
9.4
29.3
14.5
12.9
40.5
31.3
14.0
23.1
32.7
40.4
25.4
TABLO. 7 GATT ANLAŞMASININ İMALAT SANAYİ ÜRÜNLERİNDE
UYGULANAN İTHALAT GÜMRÜK ORANLARI
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN
ARASINDA İTHALATI
SEKTÖRLER
GATT ÖNCESİ
GÜMRÜK
ORANI %
20.6
GATT
SONRASI
GÜMRÜK ORANI
%
KENDİ
GUMRUK
ORANINDA
GERİLEME %
3.4
GIDA ÜRÜNLERİ
19.9
AĞAÇ ÜRÜNLERİ KAĞIT
MOBİLYA
12.6
10.3
18.3
TEKSTİL VE GİYİM EŞYASI
30.7
25.5
16.9
DERİ AYAKKABI
15.4
19.9
22.6
DEMİR ÇELİK VE DİĞER METAL
12.7
10.4
18.1
PETROL ÜRÜNLERİ KİMYA
21.1
20.4
16.8
ULAŞTIRMA ARAÇLARI
14.0
13.2
5.7
MAKİNE VE METAL EŞYA
16.6
12.7
14.5
ELEKTRİKLİ ARAÇLAR
19.6
17.2
12.2
DİĞER MAMULLER
11.1
9.2
17.1
İMALAT SANAYİ G E N E L
16.2
13.3
17.9
KAYNAK : THE URUGUAY ROUND STATISTICS ON TARIFF CONCESSIONS GIVEN AND
RECIEVES, W T O . 1996
Hizmet Ticaretinde Düzenleme GATS
Dünya ticareti içindeki payı giderek artan hizmet ticaretinin gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler için önemi artmaktadır. Son yirmi yılda, doğrudan
yabancı sermaye yatırımlanndaki artış, sermaye hareketlerinde serbesti ile
bilgiye ve teknolojiye dayalı hizmetlerin artan şekilde ticarete konu olması
sonucunda hizmet faaliyetlerinin uluslar arası boyutu önem kazanmıştır.
Uruguay Round Sonuç Bildirgesi ( Nihai Senet)kapsamında yer alan Hizmet
Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ,uluslar arası hizmet ticaretine ilişkin temel
kavram, kural ve ilkeleri ortaya koyan ilk çok taraflı anlaşmadır.
Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GATS ile , GATT' da mal ticareti hakkında
belirlenmiş olan hükümlerle kıyaslanabilecek kadar geniş ve çok taraflı bir
kurallar çerçevesi çizilmiştir. Bir ülkenin GATS üyesi olması, onun tüm
sektörleri için piyasalannı açma konusunda ve /veya hizmetlerin arzını
etkileyen önlemler hakkında çok geniş taahhütlerde bulunması anlamına
gelmeyecektir. Taahhütlerin genişliği, DTÖ üyeleri arasında farklılık
gösterebilmektedir. Üye devletler liberalizasyon seviyelerinde negatif bir
değişiklik yapmamak konusunda taahhütte bulunmuşlardır. GATS adım adım
serbestleşme prensibi üzerinde kurulmuştur. Gelişmiş GATS üyesi ülkelerin
taahhüt listelerinde pek çok sektöre yer verdiği görülmekle beraber, birçok ülke
de az sayıda sektörde taahhütte bulunarak GATS üyesi olmuşlardır. 2000
yılından itibaren hizmetler sektörü ile ilgili periyodik görüşme turlanna devam
edilmektedir. Böylece daha çok ülkenin hizmet sektörlerini yabancı girişime ve
rekabete açmaları hedeflenmektedir.
Hizmet Ticareti Genel Anlaşması, tüm üye ülkelere uygulanacak olan temel
kurallan belirlemektedir.
Hizmetlerin Tarifi GATS Anlaşması'na göre "Hizmetler", hükümetlerin ticari
amaç dışında ve herhangi bir başka hizmet sunucusuyla rekabet etmeksizin
sunduklan hizmetler haricindeki bütün sektörlerdeki tüm hizmetleri
kapsamaktadır.
Hizmetlerin Sunumu ve Pazara Giriş Hizmetler sektöründe yabancı bir
pazara hizmet sunumunu düzenleyen "Pazara Giriş" hükmü pazara giriş
biçimlerini tarif etmektedir."Pazara Giriş" biçimleri, Hizmetler İçin Arz Şekilleri
olarak da nitelendirilebilir. Hükümler hizmetlerin arzı için dört şekli tarif ve kabul
etmektedir.
a) Sınır ötesi ticarette, hizmet sunucusunun, hizmeti arz ettiği pazarda fiziken
yer almadan hizmetini sağlaması ve ihraç etmesidir.
b) Yurtdışında tüketim, bir ülke vatandaşının yurtdışına giderek hizmeti
doğrudan arz edildiği yerde almasıdır.
c) Ticari varlık; herhangi bir hizmet sektöründe,hizmetin arz edileceği pazarda,
şirket, şube, temsil ofisi,ortaklık biçiminde kurumsal bir yapı içinde yapılanarak
hizmetin doğrudan sunulmasıdır.
d) Gerçek kişilerin hareketliliği,kişilerin profesyonel hizmetlerini, yabancı bir
ülkede doğrudan sunabilmesidir.
Sermaye Hareketlerinde Serbesti Hizmet sunumuyla ilgili herhangi bir
sermaye hareketine de izin verilmektedir. Sınır ötesi hizmet arzı söz konusu
olduğunda; sunulan hizmetin esaslı bir parçası olmak kaydıyla, üye ülkenin
sınırlan içinde ve dışında sermaye hareketlerine izin verilmektedir.
MİNİ Muamele İlkesi GATS anlaşmasının Milli Muamele ilkesi, bir pazarda
yerliler ile yabancılar arasında aynmcı olmama prensibini içermektedir. Her üye
herhangi bir diğer üyenin hizmetlerine ve hizmet sunuculanna, hizmet arzını
etkileyen bütün önlemlerle ilgili olarak, kendi hizmetlerine ve hizmet
sunucularına
uyguladığından
daha
az
kayıncı
bir
muamele
uygulayamamaktadır.
1.4.3.2. Dünya İmalat Sanayiinde Dönüşüm
GATT Anlaşmasında mal ticaretindeki düzenleme giderek Gelişmekte Olan
Ülkeler için önemli olacaktır. Bu "Dünya İmalat Sanayiinde" görülen
dönüşümden kaynaklanmaktadır. Bu dönüşüm "Deendüstrilasyon" olarak
adlandınimaktadır.
İmalat Sanayi üretimi büyük ölçüde ABD, AB ve Japonya'dan Güney Öoğu
Asya, Orta-Doğu Avrupa ve Latin Amerika ülkelerine kaymaktadır. Gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler arasında üretim alanında "esnek üretim modeli"
çerçevesinde bağımlılık kuvvetlenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin dünya
sanayi üretimi içindeki payı hızla artacaktır. Dünya imalat sanayi üretiminin
giderek G.O.Ü'e kayması ile GATT Anlaşmasının getireceği serbestleşme,
G.O.Ü'in ihracat artışını hızlandıracaktır.
TABL0.8 DÜNYA SANAYİ ÜRETİMİ BÖLGESEL DAĞILIMI (%)
BÖLGELER
1970
1980
1995
2005
SANAYİLEŞMİŞ ÜLKELER
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER
DOĞU ASYA
LATİN AMERİKA
K.AFRİKA - ORTA DOĞU
GÜNEY ASYA
SAHRA AFRİKASI
88.8
11.2
4.2
4.7
0.9
1.2
0.6
82.8
17.2
6.8
6.7
1.6
1.3
0.5
80.3
17.2
6.8
6.5
1.6
1.3
0.5
71.0
29.0
20.0
4.4
2.6
1.7
0.3
KAYNAK: UNIDO ANNUAL REPORT, 1999
TABL0.9 İHRACAT ARTIŞ TRENDİ 1989 -2008 (YİLLİK %)
BÖLGELER
1989
1998
1999
2000
DOĞU ASYA VE PASİFİK
AVRUPA VE MERKEZİ ASYA
LATİN AMERİKA
ORTA DOĞU VE K.AFRİKA
GÜNEY ASYA
SAHRA AFRİKASI
11.9
0.5
8.0
4.5
9.8
4.3
7.9
-0.3
-2.8
1.4
6.0
4.1
8.1
4.9
-1.6
3.4
7.7
6.1
1999
2008
8.0
5.6
-1.3
3.9
7.7
4.9
WORLD BANK
1.4.3.3 Uluslararası Sermaye Hareketleri
Uluslararası sermaye hareketleri ile ilgili 2010 yılına kadar aşağıdaki trendler
öngörülmektedir. Uluslararası sermaye hareketleri dünya ekonomisi ve ticaret
genişlemesinin üzerinde büyüme göstermeye devam edecektir.Uluslar arası
sermaye hareketleri 2010 yılına kadar ekonomik büyümenin motoru olmayı
sürdürecektir. Uluslar arası finansal sistemde iyileşme, ortak normlar ile
G.O.Ü'in mali sistemlerindeki yapısal reformlar sermaye hareketlerindeki artışı
teşvik edecektir. Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akışı
genişleyecektir. Mali sistemi şeffaf ve uluslar arası normlara uygun çalışan
G.O.Ü tercih edilecektir. Gelişmekte olan ülkeler sermeye hareketlerine ilişkin
düzenlemelerini serbestleştirmeyi sürdürecektir. Çin başta olmak üzere artan
sayıda ülke uluslar arası sermaye hareketlerine kapılannı açacaklardır. Uluslar
arası sermaye hareketleri şekil değiştirmeye devam edecek; Doğrudan
sermaye yatırımlan, ve proje finansmanı yeniden önem kazanırken, SatınAlma ve Birleşmeler yolu ile sermaye akımı ve Risk yönetimine ilişkin sermaye
hareketleri genişleyecektir.
TABLO.10 ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNDE TRENDLER
SERMAYE HAREKETI
GELİŞMİŞ ÜLKELER
ARASI
ŞEKIL VE HEDEFLER
TAHVİL YATIRIMLARI
Cari işlemler açığı veren ülkelerin uzun vadeli borçlanma
kağıtlarına yatırım
DOĞRUDAN YATIRIMLAR
Teknoloji içerikli üretim alanlarına doğrudan yatırımlar,
ABD ve İngiltere'ye yönelik
Hizmet sektörü alanlarında doğrudan yatırımlar
PORTFÖY YATIRIMLARI
Hizmet sektörü şirketi hisse senetlerine
Teknoloji içerikli sektörlerin hisse senetlerine
SATIN ALMA VE BİRLEŞMELER
Şirket ele geçirmelerine veya birleşmelerine yönelik sınır
ötesi yatırımlar
EMEKLİLİK FONLARI VE YATIRIMLARI
Genişleyen emeklilik fonlarının çeşitli finansal yatırımları
Risk YÖNETİM YATIRIMLARI
Faiz. Kur vb risklerden korunmaya yönelik yatırımlar
BANKA KREDİLERİ
Satın alma ve birleşmelerin finansmanına yönelik jumbo
krediler
TABLO.10 ULUSLAR ARASI SERMAYE HAREKETLERİNDE TRENDLER
SERMAYE HAREKETI
ŞEKIL VE HEDEFLER
GELIŞMEKTE OLAN
ÜLKELER YÖNELIK
T A H V I L YATIRIMLARI
Kamu açığı ve cari işlemler açığı veren ülkelerin uzun
vadeli borçlanma kağıtlarına yatırım
DOĞRUDAN YATIRIMLAR
Yatırım yapılan sektörlerde farklılaşma
Enerji sektörü
Bankacılık sektörü
Bilgi işlem sektörü
İletişim ve Haberleşme sektörü
Tarım sektörü
PORTFÖY YATIRIMLARI
Uluslar arası rekabet gücü olan şirket hisse senetlerine
Hizmet sektörü şirket hisse senetlerine
Yeni ekonomi ve teknoloji şirketleri hisse senetlerine
SATIN ALMA VE BİRLEŞMELER
Mali kurumlarda satın almalar
Esnek üretim sistemine entegrasyon amaçlı
İmalat sanayi sektöründe rekabet gücü olan şirketleri
satın alma ve ortaklıklar
BANKA KREDİLERİ
Proje temelli yatırımların finansmanı
Proje finansmanı (enerji, sulama vb)
1.4.3.4. Bölgesel Ekonomik Ve Ticari Bütünleşmeler
Bölgesel ekonomik ve ticari birlikler; ölçek ekonomisinden yararlanma ,
bölgesel bazda ihtisaslaşma, bölge içi ticareti genişletme, böylece yabancı
sermayeyi çekebilme, üçüncü ülkelere
karşı ortak dış ticaret politikası
uygulama ve daha hızlı bir ekonomik büyüme sağlama faydaları üzerine
kurulmaktadır.
Dünya ticaretinde yaşanan serbestleşme ve bunu hızlandıran DTÖ
düzenlemeleri karşısında, coğrafi olarak birbirine yakın ülkeler arasında
küresel rekabet güçlerini artırmaya yönelik "Bölgesel Bütünleşmelerin" sayısı
önümüzdeki süreçte artacaktır. Bu nedenle artan sayıda ülke bir veya birden
fazla bölgesel birliğin üyesi olacaktır.
2010 yılına kadar bölgesel birlikler veya ticaret alanları arasında da
bütünleşmeler yaşanacaktır.
Amerika ile AB kıtalan arasında,( NAFTA ve AB) "New Transatlantik Market
Place" Transatlantik serbest ticaret alanı oluşturulması görüşmeleri 1998
yılında başlamıştır.
Amerika kıtasında K.Amerika'da NAFTA ile Güney Amerika'daki MERCOSUR
ve ANDEAN bölgeleri arasında serbest ticaret alanı oluşturulması
hedeflenmektedir.
Avrupa Birliği,Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri ile (MENA) ortak serbest ticaret
alanı yaratacaktır.
APEC'te K.Amerika ülkelerinin üyeliği ile K.Amerika-Asya Pasifik bütünleşmesi
sürecine girilmiştir.
2020 yılında tüm bölgesel birliklerin katılımı ile tek bir dünya serbest alanı
oluşacağı öngörülmektedir.
1.4.4. ENERJİ KAYNAKLARI VE KULLANIMI
Enerji kaynakları dünya ekonomisinin belirleyici unsurlanndan biri olmaya
devam etmektedir. Enerji kaynakları dünya ekonomisinin büyümesinde itici
güçtür. Üretici ülkeler için gelir kaynağı, tüketen ülkeler için ise vazgeçilmez bir
ekonomik girdidir. Enerji kaynakları bu vasıflannı önümüzdeki on hatta yirmi yıl
için de koruyacaktır. Enerji fiyatları ise dünya ekonomisindeki bölüşümü
yeniden düzenlemektedir. Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda ve eksenlerin
çıkar çatışmalannda enerji kaynaklan en önemli unsur olmaktadır.
1.4.4.1. Global Enerji Pazarında Varsayımlar ve Ana Trendler
Global enerji pazarında 2010 yılına kadar olan süreci kapsayacak öngörüler
yapılmakta ve genel trendler ortaya konmaktadır. Önümüzdeki 20 yıla ilişkin
yapılan öngörüler temel varsayımlar üzerine oturmaktadır. Bu varsayımlar
şunlardır; Enerji pazanndaki trendlerin en önemli belirleyicisi ekonomik büyüme
ile nüfus artışıdır. Global ekonomik büyüme aynı dönemde ortalama % 3 olarak
öngörülmekte, nüfus artış hızının ise yavaşlayacağı varsayılmaktadır. Petrol ve
doğal gaz fiyatları 2010 yılına kadar bugünkü ortalamalara yakın dalgalanacak,
2010 yılından sonra artmaya başlayacaktır. Aynca enerji kullanımındaki
trendler özellikle OECD ülkelerinin çevre korunmasına ilişkin Kyoto Protokolü
hükümleri gereğince alacağı önlemler ve politika değişiklikleri ile de
etkilenecektir. Bu varsayımlar altında global enerji pazannda 2010 yılına kadar
beklenen ana trendler şunlardır;
•Dünya enerji kullanımı 2020 yılına kadar sürekli bir artış trendi içinde olacaktır.
•Dünya enerji talebinin yaklaşık yüzde 90'nı fosil kaynaklardan sağlanacaktır.
•Dünya enerji talebi bölgeler arasında değişiklik gösterecektir. Gelişmekte olan
ülkeler toplam talep içinde artan pay alırken, OECD ülkelerinin payı
gerileyecektir.
•Uluslararası enerji ticaretinde, özellikle petrol ve doğal gaz ticaretinde keskin
artışlar olacaktır.
•OECD ve Asya ülkeleri enerji talebinde petrol ve doğal gaza giderek daha
bağımlı hale gelecektir.
•OECD ülkelerinin alacakları önlemlere rağmen Kyoto Protokolü'nün
hükümlerini karşılamaktan uzak olacaklardır.
•Gelişmekte olan ülkeler enerji tüketimleri ile hava ve çevre kirliliğine yol açan
CO 2'nin yaklaşık üçte birini üretir hale geleceklerdir.
1.4.4.2. Global Enerji Talebinde Trendler
Global Enerji talebi 1997-2020 yılı arasında ortalama her yıl yüzde 2 (19711997 arasında yüzde 2,2 idi) ve toplam olarak yüzde 57 oranında artacaktır.
PETROL ana enerji kaynağı olmaya devam edecektir. Petrol talebi her yıl
yüzde 1,9 oranında artacak ve 2020 yılında petrolün toplam enerji kaynaklan
içindeki payı yüzde 40 olacaktır. Petrol talebi günlük 2010 yılında 90 milyon
varile, 2020 yılında ise 115 milyon varile ulaşacaktır. OECD ülkelerinde
ulaştırma sektörü, petrol talebindeki artışın ana kaynağı olacaktır. Diğer tüm
nihai tüketim alanlarında ise petrol yerini doğal gaza bırakacaktır. OECD
dışındaki bölgelerde ise petrol talebi artışı ulaştırma, konut ısınma, sanayi ve
diğer enerji üretimi için olacaktır.
DOĞALGAZ yenilenebilir enerji kaynaklanndan sonra en yüksek talep artışı ile
karşılaşan 2. enerji kaynağı olacaktır. Doğal gaz talebi 2020 yılına kadar yıllık
ortalama yüzde 2,7 oranında artacaktır. 2000 yılında yüzde 22 olan enerji
talebi içindeki payı yüzde 26'ya çıkacaktır. Talep artışı petrol ve nükleer enerji
kullanımının ikamesi ile ortaya çıkmaktadır. Doğal gaz çevrim santralleri ile
elektrik ve enerji üretimi nükleer santrallerin ve kömür ile çalışan termik
santrallerin yerini alacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde geniş doğal gaz alt yapı
yatınmlan yapılacaktır.
KÖMÜR talebi artışı yıllık ortalama yüzde 1,7 ile global ortalama talep artışının
altında kalacaktır. Bu nedenle kömür talebinin payı 2020 yılında yüzde 26'dan
yüzde 24'e gerileyecektir. OEGD ülkelerinde kömür talebi sadece enerji üretimi
ile sınırlı kalırken, gelişmekte olan ülkelerde, özellikle Çin ve Hindistan'da
kömür talebi dünya ortalamasının üzerinde artacaktır.
NÜKLEER ENERJİ; 1997 yılında dünya toplam enerji kaynaklannın yüzde
7'sini, elektrik enerjisi üretiminin de yüzde 17'sini sağlamaktaydı. İnşa halindeki
santrallerinde devreye girmesi ile 2010 yılında enerji talebinde en yüksek
payına ulaşacak, 2020 yılına kadar olan süreçte ise payı giderek azalacaktır.
Çin, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde nükleer enerji talebi ve üretimi artarken,
GECD ülkeleri ve eski Sovyet ülkelerindeki nükleer enerji santralleri işletme
ömrünü dolduracak ve üretimden çekilecektir.
HİDROENERJİ; 1997 yılı itibariyle dünya enerji talebinin yüzde 3'nü, elektrik
üretiminin yüzde 18'ini ise hidroenerji kaynaklan karşılamaktadır. 2020 yılına
kadar hidro elektrik santrallerinden elde edilen enerjinin yüzde 50 artması
beklenmektedir. Yeni hidroenerji projelerinin yüzde BO'den fazlası gelişmekte
olan ülkelerde yapılacaktır. Bununla birlikte 2020 yılında toplam enerji tüketimi
içinde hidroenerji kaynaklannın payı yüzde 2 olacaktır.
YENİLENEBİLİR KAYNAKLAR; 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji
kaynaklan talebi yıllık ortalama yüzde 2,8 ile en hızlı artan kaynak olacaktır.
Hızlı talep artışına karşın,2020 yılında yenilenebilir enerji kaynaklannın payı
yüzde 2'den ancak yüzde 3'e çıkacaktır. Çevre sorunlan yenilenebilir
kaynakları teşvik edecek, ancak bu kaynakların fiyatları yüksek kalacaktır.
ELEKTRİK; Diğer enerji kaynaklarından üretilen ve nihai olarak tüketilen enerji
kaynağıdır. Elektrik enerjisi talebi diğer tüm nihai enerji kaynaklarından daha
hızlı artacaktır. 1997-2020 yıllan arasında yıllık ortalama talep artışı yüzde 2,8
ile 1971-1997 döneminin yıllık artışının iki katı olacaktır.
Dünya enerji
kaynakları içindeki payı yüzde 17'den yüzde 20'ye çıkacaktır. Elektrik talebi
hem OEGD, hem OEGD dışı bölgelerden olacaktır. OEGD ülkelerinin elektrik
talebi yıllık ortalama yüzde 1,6 ve 2020 yılına kadar toplam yüzde 43
artacaktır. OECD dışı ülkelerde elektrik talebi ise yıllık ortalama yüzde 4,6
artacaktır. Elektrik talebi tüm sektörlerden ancak özellikle konut ve sanayi
kaynaklı olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde elektrik tüketimi artacak olmakla
birlikte 2020 yılında kişi başına elektrik tüketimi OECD ülkelerinin ancak altıda
birine ulaşacaktır.
Enerji Talebindeki Artışın Kaynakları ve Dağılımı
Global enerji talebindeki artışın önemli bölümünü, Çin, Güney Asya, Doğu
Asya, Latin Amerika ile Afrika ve Orta Doğu bölgelerinde yer alan gelişmekte
olan ülkelerden kaynaklanacaktır. 2020 yılına kadar olan süreçteki enerji talebi
artışının yüzde 68'i bu ülkelerden, yalnızca yüzde 23'ü OECD ülkelerinden
olacaktır. 2020 yılında enerji talebinin yüzde 45'i gelişmekte olan ülkelerden
(1997 yılında yüzde 1) yüzde 44'ü ise (1997 yılında yüzde 54) OECD
ülkelerinden olacaktır.
Gelişmekte olan ülkelerde kuvvetli enerji talebi artışı hızlı ekonomik büyüme,
endüstriyel gelişme, nüfus artışı, hızlı şehirleşmeden kaynaklanmaktadır.
Petrol talebindeki artışın yüzde 70'i ile doğal gaz talebindeki artışın yüzde 40'ı
Gelişmekte olan ülkelerden gelecektir. Dinamik Asya ülkeleri tek başına petrol
talebindeki artışın yüzde 45 kaynağı olacaktır. Petrole olan talep artışında
Kuzey Amerika ülkeleri de G.O.Ü'i takip edecektir. Doğal gazda ise Doğu Asya,
Çin, Hindistan ve Latin Amerika ülkeleri talebin iticisidir. Avrupa Birliği ile Kuzey
Amerika ve Orta Doğu da doğal gaza talebin artacağı bölgelerdir.
TABL0.11 GLOBAL ENERJİ TALEBİNİN DAĞILIMI (%)
2020
1997
BÖLGELER
44
54
OECD
GEÇİŞ EKONOMİLERİ
11
12
ÇİN
14
11
G.O.Ü
31
23
KAYNAK: WORLD ENERGY OUTLOOK 2000
1.4.4.3. Enerji Üretimi Ve Talebin Karşılanması
Petrol
2020 yılına kadar olan süreçte petrol fiyatlan ile petrol maliyetleri için yapılan
tahminler; yeni petrol alanları aranması, bulunması ve ilave petrol üretimini
teşvik etmeyi sürdürecektir.
Global petrol arzı 1997 yılında 75 milyon varil/gün iken 2010 yılında 96 milyon
varil/gün, 2020 yılında ise 115 milyon varil/gün olacaktır.
2010 yılından sonra Orta Asya, Batı Afrika ve Latin Amerika ülkeleri en az
OPEG ülkeleri kadar petrol pazarında pay elde edecektir. OPEC ülkelerindeki
petrol üretimi de 2020 yılına kadar artmaya devam edecektir.
Dünya petrol rezervleri en az 2020 yılma kadar tahmin edilen talep artışını
karşılayabilecek seviyededir. Bazı alanlarda rezervler azalsa bile yeni alanlar
(rezervler) bu açıkları kapatacak boyuttadır. Bununla birlikte yeni alanlann
üretime geçişi belirli bir yatırımı ve süreyi gerekli kılmaktadır.
TABL0.12 GLOBAL PETROL DENGESİ (G ÜN / MİLYON VARİL)
1997
2010
2020
TOPLAM TALEP
OECD
K.AMERİKA
AVRUPA
PASİFİK
O E C D DIŞI
GEÇİŞ EKONOMİLERİ
ÇİN
DOĞU ASYA
GÜNEY ASYA
LATİN A M E R İ K A
AFRİKA
ORTA DOĞU
STOK DEĞİŞİMİ
74.5
40.9
20.2
14.1
6.5
30.1
4.7
4.1
6.4
2.3
6.1
2.1
4.4
3.6
TOPLAM ARZ
74.5
95.8
46.9
24.0
16.0
7.0
45.0
5.8
7.6
10.1
4.1
8.7
3.0
5.7
3.9
95.8
114.7
50.0
26.1
16.8
7.1
60.0
7.4
11.0
13.6
6.2
10.9
3.9
7.0
4.6
114.7
42.0
18.0
10.6
6.7
0.7
7.4
6.1
1.3
46.9
15.7
9.9
5.2
0.6
10.3
7.1
3.2
46.1
13.1
9.0
3.5
0.5
12.3
7.9
4.4
3.2
0.8
1.4
0.9
5.7
2.7
1.9
3.0
0.5
1.6
2.4
6.8
4.8
1.8
2.6
0.4
1.4
3.2
6.8
4.8
1.6
29.8
19.5
10.3
44.1
30.5
13.6
61.8
46.7
15.1
O P E C DIŞI
OECD
K.AMERİKA
AVRUPA
PASİFİK
GEÇİŞ EKONOMİLERİ
RUSYA
DİĞER
ÇİN
HİNDİSTAN
DİĞER ASYA
BREZİLYA
. LATİN AMERİKA
AFRİKA
ORTA DOĞU
OPEC
OPEC ORTA DOĞU
OPEC DİĞER
KAYNAK : WORLD ENERGY OUTLOOK 2000
TABL0.13 DÜNYA HAM PETROL REZERVİ (960 MİLYAR VARİL)
PAY (%)
BÖLGE VE ÜLKELER
53
OPEC ORTADOĞU
10
OPEC DİĞER
8
OECD
18
ORTA ASYA
3
ÇİN
DİĞER ASYA
1
5
LATİN AMERİKA
2
AFRİKA VE ORTADOĞU (OPEC
ÜYESİ OLMAYAN)
KAYNAK : WORLD ENERGY OUTLOOK 2000
Doğal Gaz
Kanıtlanmış dünya doğal gaz rezervleri 2020 yılına kadar oluşacak doğal gaz
talebindeki yüzde 86'lık artışı karşılayacak büyüklüktedir. 2000 yılı itibariyle
kanıtlanmış doğal gaz rezervi 158.3 trilyon m3 dür. Aynca tahmin edilen, ancak
henüz kanıtlanmamış rezen/lerin mevcut kanıtlanmış rezervlerden daha büyük
olduğu öngörülmektedir.
TABL0.14
DOĞAL GAZ ÜRETİMİ VE İTHALATI
1997
2000
2010
2020
OECD K.AMERKA
OECD AVRUPA
OECD PASİFİK
GEÇİŞ EKONOMİLERİ
ÇİN
DİĞER ÜLKELER
DÜNYA TOPLAMI
NET İTHALAT
592
199
31
585
17
396
1819
674
54
631
30
486
2098
799
276
87
882
57
795
2895
478
238
68
1316
78
1630
3807
OECD K AMERİKA
OECD AVRUPA
OECD PASİFİK
GEÇİŞ EKONOMİLERİ
ÇİN
DİĞER ÜLKELER
(-)lşareti Net İhracattır.
-2
104
42
-74
0
-76
-2
153
42
-108
0
-91
61
232
42
-173
0
-168
526
386
74
-363
0
-629
ÜRETİM
(MTOE)
???
KAYNAK: WORLD ENERGY OUTLOOK 2000
Doğal gaz talebi artmaktadır. Ancak, doğal gaz kaynaklarının talep ile
buluşturulması boru hattı aracılığı ile veya likit gaz taşıması şeklinde olsun
önemli yatırımları gerektirmektedir. Bu nedenle üretim ile talebin karşılanması
yatırım kararlarına bağlı bulunmaktadır. Yatırım karannın verilmesi de
rezervlerin bulunduğu alanlann belirli bir büyüklüğe ulaşmasına bağlıdır. Aynı
şekilde ulaştırma (Likit Gaz) maliyetlerinin de düşmesi, talebin büyümesi ile
mümkün olacaktır.
Doğal gaz üretimi geçiş ekonomilerinde, OEGD Avrupa ülkelerinde ve Kuzey
Amerika'da artacaktır. Ancak bu bölgelerin payları düşecektir. Asya, Orta Doğu
ve Latin Amerika ülkelerinde doğal gaz üretimi daha hızlı artacaktır. OEGD
Avrupa ülkeleri doğal gaz ithalatına en çok bağımlı olan ülkeler olacaktır. Afrika
ve Orta Doğu ülkeleri de doğal gaz üreticisi ülkeler olarak kalacaktır.
Elektrik Enerjisi
2020 yılına kadar yaklaşık 3000 GW yeni elektrik enerjisi kapasitesine ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu ilave kapasitenin yaklaşık beşte biri mevcut olanlann yerini
alacak, geri kalanı ise ilave enerji talebini karşılayacaktır. 1997-2010 yılında
ortalama yıllık 103 GW , 2010 ile 2020 arasında ise ortalama yıllık 158 GW
yeni kapasiteye ihtiyaç duyulmaktadır.
İlave kapasitenin üçte birine OEGD ülkelerinde ihtiyaç duyulmaktadır. 2020
yılına kadar OEGD ülkelerindeki mevcut kapasitenin üçte biri yenilenecektir.
Nükleer santraller ve termik santrallerin ömrü tamamlanmaktadır. İlave
kapasitenin yansından fazlası gelişmekte olan ülkelerde doğmaktadır. Yeni
kapasite ihtiyacının üçte ikisi dinamik Asya ülkelerinden kaynaklanmaktadır.
Geçiş ekonomisi ülkelerinde ise 2010 yılından itibaren önemli elektrik enerjisi
talebi oluşacaktır.
2020 yılına kadar öngörülen elektrik enerjisi ihtiyaçlannm karşılanması için
gerekli yatırım tutarı yaklaşık 3 trilyon dolardır. Bu tutara aktarma ve dağıtım
hatlan yatınmlan dahil değildir. OEGD ülkelerinde ihtiyaç duyulan yeni
yatınmların tutan 894 milyar dolar, geçiş ülkelerinde 300 milyar dolar ve
gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık 1.7 trilyon dolardır
Gelişmekte olan ülkeler önümüzdeki yirmi yıl içinde elektrik enerjisi
ihtiyaçlannm karşılanmasına yönelik yatınmlar için çok geniş finansmana
ihtiyaç duyacaklardır.
Kamu kesimlerinin bu yatınmlann tamamını karşılaması mümkün değildir. Bu
nedenle enerji sektörlerinde liberaîizasyon ile özel sektörün enerji sektörüne
katılımı artacaktır.
TABL0.15 GLOBAL ELEKTRİK ENERJİSİ VE YATIRIM İHTİYACI
BÖLGELER
TOPLAM İLAVE KAPASİTE (GW)
1997-2010
2010-2020
OECD AVRUPA
229
248
OECD AMERİKA
195
201
OECD PASİFİK
TOPLAM YATİRİM (milyar dolar)
1997-2010
197
125
2010-2020
192
154
64
75
117
109
OECD
488
523
439
455
GEÇİŞ EKONOIVIİLERİ
116
222
125
194
47
57
50
46
AFRİKA
ÇİN
253
266
285
304
DOĞU ASYA
122
156
"141
149
L.AMERİKA
139
143
210
154
ORTA ASYA
54
77
57
57
GÜNEY ASYA
115
135
127
130
G.O.Ü
730
834
870
839
1579
1434
1488
DÜNYA
1335
KAYNAK : WORLD ENERGY OUTLOOK, 2000
1.4.4.4. Global Enerji Ticareti
2020 yılına kadar uluslararası enerji ticareti önemli ölçüde artacaktır.
Genişleme, farklı büyüklüklerde olmakla birlikte hem petrol ve doğal gaz da
hem de elektrik enerjisinde görülecektir.
İran Körfezi ülkelerinin rolü, global enerji arzının merkezi olarak daha da önemli
hale gelecektir. Asya'nın dinamik ekonomilere sahip ülkelerinin enerji
ithalatındaki artış uluslar arası enerji ticaretindeki genişlemenin temel unsuru
olacaktır. Yükselen talep ile enerji kaynaklannın bölgeler arası dağılımı enerji
ticaretini artıracaktır.
Enerji piyasalannda artan liberalizasyon, tüketicilere farklı kaynaklardan daha
ucuza enerji kaynağı temin etme olanağı sağlayacaktır. Petrol ve kömür
karşılanabilir ulaştırma maliyetleri nedeniyle uluslararası ticarete daha çok
konu olacaktır. Doğal gaz ve özellikle elektrik için gerekli altyapı yatırımları ise
halen maliyetli olmaya devam edecektir.
Bölgeler arası petrol ticareti günlük 28 milyon varilden 2020 yılında 60 milyon
varile çıkacaktır. OECD ülkelerinde petrol üretimindeki daralmaya bağlı olarak
petrol ithalatına bağımlılıklan 2020 yılında yüzde 54'ten (1997) yüzde 70'e
çıkacaktır. OECD ülkelerinde bağımlılığın artması ile OECD dışı ülkelerin Çin,
Hindistan vb hızla artan talep artışı, ihracatçı ülkelerin Orta Doğu ve OPEC
pazar gücünü artıracaktır. Bu ülkelerin petrol ihracatı içindeki payı 2020 yılında
yüzde 26'dan yüzde 41'e ulaşmış olacaktır.
Kömür ticaretinde, tüketimdeki yavaşlama nedeniyle daralma olacak, ticaret
ortakları değişecek, Japonya en büyük ithalatçı olarak kalırken, Asya ülkeleri
yeni ithalatçı ülkeler olacaktır. Avrupa'nın ithalatı azalacaktır.
Doğal gaz ve elektrik alanında ise düzenlemeler, teknik, ticari ve çevre
faktörleri iyileştikçe uluslar arası ticaret genişleyecektir. Uluslararası ticaret her
iki alanda da mevcut dağıtım kanallarının genişletilmesini, yani ilave yatınmı
gerektirecektir.
1.4,5. GLOBAL GIDA İHTİYACI VE KARŞILANMASI
Dünya nüfusundaki artış, gelişmekte olan ülkelerdeki gelir artışı ile birlikte
global gıda talebi artışını sürdürmektedir. Yoksulluk ve global gelir dağılımı
bozukluğu ise gıda talebindeki artışa karşın gıda tüketiminin aynı seviyede
artmasını engellemektedir.
Global gıda ihtiyacı, tüketimi ve üretimi önümüzdeki dönemde, insanlığın ve
ekonominin önemli unsurlanndan ve sorunlanndan biri olmaya devam
edecektir. Çok taraflı yeni denge içinde özellikle Avrasya coğrafyasındaki
yoğun nüfusun artan gıda talebi ile su kıtlığı çekilen Ortadoğu ve özellikle
Afrika'da açlık sınınnı aşan nüfus sayısındaki artış ciddi bir ekonomik ve sosyal
sıkıntı yaratabilecek ve sıkıntıların doğurabileceği çatışmalar yaşanabilecektir.
1.4.5.1. Gıda Talebini Belirleyici Unsurlar
Gıda talebinde belirleyici önemli unsurlar nüfus ile kişi başına gelir artışı ve
gelir dağılımıdır. Gıda talebine yönelik trendleri ölçen FAO'nun daha uzun
vadeyi içeren büyüme tahminleri 2015 yılına kadar ortalama yüzde 3.1, 20152030 yıllan arası için ise yüzde 3.6'dır. Gelişmekte olan ülkeler için aynı
dönemde oranlar yüzde 4.8 ve yüzde 5.4'dür. Milli gelir artışı aynı dönem için
nüfusta beklenen artıştan daha yüksektir. Bu nedenle kişi başına gelir de
artmaktadır. Gelir ve kişi başına gelirdeki artış hızında projeksiyonlar, gelire
bağlı tanm tüketimi ve talebinde artış olacağını göstermektedir. Özellikle gelir
artışının hızla yükseldiği gelişmekte olan ülkelerde tanm tüketimi ve talebi kişi
başına daha hızla artacaktır. Gelişmiş ülkelerde ise gelir artışı kişisel tüketimi
artırmaktan çok tüketimin kompozisyonunu değiştirmektedir.
Tarım ve Gıda Ürünleri Tüketimi
Tarım ve gıda ürünlerine ilişkin projeksiyonlarda, kişi başına tüketimde önemli
artışlar olacağı görülmektedir. Dünya tüketim ortalaması baz yıl olan 19951997 yıllannda kişi başına 2761 kcal iken 2015 yılında 2960 kcal'ye, 2030
yılında ise 3100 kcal'ye çıkacaktır. Artışın önemli kaynağı Gelişmekte Olan
Ülkelerdir. Gelişmekte olan ülkelerde kişi başına tüketim 1995-1997 yıllannda
kişi başına ortalama 2626 kcal iken 2015 yılında 2815 kcal ve 2030 yılında
3020 kcal'e ulaşacaktır. Bununla birlikte 2015 yılında dünya nüfusunun yüzde
6'sı yani yaklaşık 412 milyon kişi halen 2200 kcal olan ve açlık sının kabul
edilen günlük tüketim rakamının altında kalacaktır.
Tarım Ürünleri Talebi
Tarım ürünleri talep artışı 2000-2030 yıllan arasında yavaşlamaktadır. 19871997 yıllan arasında yaklaşık ortalama yüzde 1.8 olan talep artış hızı, baz yıllar
- 2015 arasında yüzde 1.6, 2015-2030 yıllan arasında ise sadece yüzde 1.3
artacaktır.
TABLO. 16
TARIM ÜRÜNLER TALEBİ ART SI % .
BÖLGELER
1987-1997
1995/97-2015
2015-2030
DÜNYA
1.8
1.6
1.3
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER
SAHRA AFRİKASI
YAKIN D O Ğ U - K . A F R İ K A
LATİN AMERİKA
GÜNEY ASYA
DOĞU ASYA
3.9
3.2
2.5
2.6
3.3
5.2
2.2
2.8
2.3
2.0
2.6
1.9
2.5
1.8
1.5
2.1
1.3
GELİŞMİŞ ÜLKELER
0.8
0.6
0.4
GEÇİŞ EKONOMİSİ ÜLKELERİ
-4.2
0.9
0.6
1.7
KAYNAK : FAG FUTURE DEVELOPMENTS İN WORLD FOOD, 2000
Gelişmiş ülkelerin talep artışı ortalama dünya talep artışının da altındadır.
Gelişmiş ülkelerde nüfus artışı olmamakta ve kişi başına zaten yüksek olan
tüketim artmamaktadır.
Tanm ürünleri talebindeki artış büyük ölçüde
gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanmaktadır. Ancak GOÜ' deki talep artışı
da önceki 30 yıllık talep artışının altında olacaktır. Tarım ürünlerine olan
ortalama talep artışı daha çok kişi başına tüketimdeki artıştan
kaynaklanmaktadır. Bu artışı sağlayan ise içinde Çin, Endonezya, Brezilya,
Meksika, Nijerya, Mısır, İran ve Türkiye'nin bulunduğu 26 ülkeden oluşan, hem
nüfus artışı olan, hem milli gelirleri dünya ortalamasının üzerinde büyüyen,
hem de kişi başına tüketimi artan gelişmekte olan ülkeler grubudur. Bu
ülkelerde kişi başına tüketimin 2030 yılında gelişmiş ülkeler seviyesine 3250
kcal/gün'e gelmesi beklenmektedir.
1.4.5.2. Tarım Üretimi
Tarım üretiminin belirleyicisi büyük ölçüde tanm ürünleri tüketimidir. Global
talep artışı veya tüketimi artışı doğrudan global tanm üretimi artışını da
belirlemektedir. Dünya tarım tüketiminde önümüzdeki 30 yıla ilişkin beklenen
yavaşlama, tarım üretimi artışını da etkileyecektir. 1987-1997 yılları arasında
ortalama yüzde 1.9 olan üretim artışı hızı, baz yıllar -2015 arasında yüzde 1.6,
2015-2030 yıllan arasında ise yüzde 1.3 olacaktır. Üretim artışının gelişmiş
ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ayınmda ise G.O.Ü üretim artış
hızı da önemli ölçüde yavaşlayacaktır. 1987 - 1997 yıllan arasında yüzde 3.8
olan üretim artış hızı baz yıllar - 2015 arasında yüzde 2.1'e, 2015-2030 yıllan
arasında ise yüzde 1.6'ya gerilemektedir.
TABL0.17 TARIIVI ÜRÜNLERİ 1JRETİIVIİ ART s ı %
BÖLGELER
DÜNYA
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER
SAHRA AFRİKASI
YAKIN DOĞU - K.AFRİKA
LATİN AMERİKA
GÜNEY ASYA
DOĞU ASYA
GELİŞMİŞ ÜLKELER
GEÇİŞ EKONOMİSİ ÜLKELERİ
1987-1997
1995/97-2015
2015-2030
1.9
1.6
1.3
3.8
3.0
2.7
2.5
3.3
5.0
2.1
2.6
2.0
2.0
2.5
1.8
1.6
2.4
1.7
1.6
2.1
1.2
1.3
0.8
0.6
-4.1
1.1
0.6
KAYNAK : FAG FUTURE DEVELOPMENTS İN WORLD FOOD, 2000
1.4.5.3. Gelişmekte Olan Ülkelerin Tarım Göstergeleri
Dünya tarım sektöründe, tüketim, talep, üretim ve net dış ticaret
göstergelerinde daha etkin olan ülke grubu Gelişmekte Olan Ülkelerdir (GOÜ) .
GOÜ'in üretim artışı tüketimde beklenen artış oranının altında kalacaktır. Bu
veri GOÜ'in aynı dönemde tarım ürünleri ithalatında da artışı zorunlu
kılmaktadır. Üretimin üzerindeki tüketim nedeniyle oluşan açığı ise gelişmiş
ülkelerdeki üretim artışı karşılayacaktır. Gelişmiş ülkeler kendi iç taleplerindeki
yavaşlamaya rağmen üretimlerini, dış talepteki artışı karşılamak üzere iç
tüketimdeki artışın üzerine çıkarmak zorunda kalacaklardır.
TABL0.18
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN TARIM SEKTÖRÜ
GÖSTERGELERİ
GÖSTERGELER
1987-1997
1995/97-2015
2015-2030
TALEP ARTIŞI
3.9
2.2
1.7
ÜRETİM ARTIŞI
3.8
2.1
1.6
1.8
1.4
1.0
NÜFUS ARTIŞI
NÜFUS ( Milyon)
3612
4436
5778
TÜKETİM (Kcal/gün)
2433
2626
2860
KAYNAK : FAO FUTURE DEVELOPMENTS IN WORLD FOOD, 2000
1.4.5.4- Global Tarım Ticareti
Gelişmekte olan ülkelerde tüketim artışının üretim artışının üzerinde
gerçekleşecek olması, GOÜ'in tarım ithalatını artıracaktır. GOÜ'in tanm ithalatı
artışı, tanm ihracatlannın üzerinde olacak, GOÜ'in geleneksel net tanm
ihracatçısı konumları erozyona uğrayacaktır.
Tanm ürünleri ticaret fazlası giderek açığa dönüşecektir. GOÜ'in tahıl, bitkisel
ürünler ve hayvancılık ürünleri gibi ana emtialarda net ithalatçı konumu
sürerken, klasik ve özellikli ihraç ürünlerindeki artış ithalattaki artışı
karşılayamayacaktır. GOÜ'de tanm ürünlerine dayalı sanayileşme de iç talebi
artırmaktadır. Tüketim ve talep artışına karşın, GOÜ'de tanm alanı yetersizliği
ve sulama olanaklan üretim artışını sınırlamaktadır. GOÜ'in 1995-97 yıllannda
ortalama 190 milyon ton olan bitkisel ürün ithalatı 2015 yılında 230 milyon ton,
2030 yılında ise 309 milyon ton olacaktır. Toplam ithalat ise gelişmiş ülkelerin
geçiş ekonomilerinin ithalatı da katıldığında; 2015 yılında 251 milyon ton, 2030
yılında ise 318 milyon ton olacaktır. İthalatın önemli bölümünü gelişmiş ülkeler
karşılayacaktır. Gelişmiş ülkelerin ihracatı 1995-97 ortalamasında yıllık 142
milyon ton iken, 2015 yılında 219 milyon tona, 2030 yılında ise 279 milyon tona
çıkacaktır.
TABL0.19
DÜNYA BİTKİSEL ÜRÜN TİCARETİ (milyon ton)
ÜLKE GRUPLARI
1995- 1997
2015
2030
1.GOÜ İTHALATÇI
- 130
- 230
-309
2. GÜ İTHALA1 1 Çl
-31
-36
-37
- 161
-266
-346
3. TOPLAM İTHALAT (1 +2)
4. GEÇİŞ EKONOMİLERİ
-4
5. TOLAM İTHALAT (3+4)
-165
6. GOÜ İHRACATÇI
7. GÜ İHRACATÇI
15
28
- 251
-318
23
32
39
142
219
279
GOU Gelişmekte Olan Ülkeler
GÜ Gelişmiş Ülkeler
GOÜ İhracatçı (Arjantin, Tayland, Vietnam)
(-) Net İthalat
(+) Net İhracat
KAYNAK : FAO FUTURE DEVELOPMENTS IN WORLD FOOD, 2000
1,4.6 SU KAYNAKLARI VE KULLANIMI
Su giderek ticari ve stratejik bir meta haline gelmektedir. Su kaynakları ve
kullanımı arasındaki farklılıklar nedeniyle su bir ticari meta haline
dönüşmektedir. Bu farklılıklann ülkeler arası güç kazanma yönünde
kullanılması ise suyu stratejik bir unsur haline dönüştürmektedir. Bu nedenle
önümüzdeki dönemde ülkeler arasında su kaynaklı sıkıntılar, ihtilaflar ve hatta
çatışmalar olasıdır. Çok taraflı yeni dengenin kurulmasında özellikle Orta Doğu
ve Orta Asya bölgesinde su birinci derecede önem arzedecektir. Bu nedenle
su kaynakları ve kullanımına ilişkin gelecek trendleri aynntılı olarak analiz
edilmektedir.
Su ihtiyacı ve tüketimi nüfus artış hızının üzerinde artış gösterecektir. 19901995 yılları arasında dünya nüfusu iki kat artarken su tüketimi aynı dönemde 6
kat yükselmiştir. 2025 yılına kadar olan süreçte bu trendin su tüketimi lehine
artarak devam etmesi beklenmektedir.
2025 yılında dünyadaki su tüketimi ihtiyacı bugüne göre yüzde 50 oranında
yükselecektir. Su kaynaklannda öngörülen artış ve yine su kaynaklanndaki
kaybolmalar dikkate alındığında 2025 yılında her üç kişiden ikisi su yetersizliği
ile karşı karşıya kalacaktır. 2000 yılında su yetersizliği (yıllık kişi başına su
tüketimi 1700m3 sudan az) çeken 1.7 milyar nüfus, 2025 yilında 5 milyar
olacaktır.
Su kıtlığı ise daha büyük tehdit haline gelecektir. 2000 yılında su kıtlığı çeken
31 ülkede 500 milyon olan nüfus, 2025 yılında 48 ülkede 3 milyar kişiye
yükselecektir. 2050 yılında ise 54 ülkede 4 milyar insan susuz kalacaktır. 2000
yılında her saat 600 insan su yetersizliği veya bunun yol açtığı hastalıklardan
ölürken, 2025 yılında bu sayı 1000'e çıkacaktır.
Su ihtiyacının önemli bir bölümü tanmsal sulama ve üretimi içindir. Gelişmekte
olan ülkelerde su tüketiminin yüzde 80'i tanmsal sulamaya kullanılmaktadır.
2025 yılına kadar tarımsal sulama için gerekli su ihtiyacı tüm dünya genelinde
nüfusta ve yaşam standartlarındaki yükselişe bağlı olarak yüzde 50 oranında
artacaktır. Su kaynaklan özellikle
gelişmekte olan ülkelerde bu talebi
karşılayacak seviyede değildir. G.O.Ü kıt su kaynaklannı tarımsal sulama ile
kişisel ve sanayi için su kullanımı arasında tercih yapmak zorunda kalacak,
tanm ve gıda ürünleri ithalatı yoluna gideceklerdir. Su sıkıntısı dünya genelinde
elde edilen haşatın yüzde 10 gerilemesine yol açacaktır.
Global ısınma ve iklim değişiklikleri su kaynaklarının kaybolmasına yol
açmaktadır. Yer üstü ve yeraltı sulan akımlannda önemli değişimler
yaşanacaktır. Isınma nedeni ile tanm sulaması için daha çok su gerekli
olurken, tutulan su kaynaklannda azalma olacaktır.
Su yetersizliği ve kıtlığı en çok Kuzey Afrika ve Orta Doğu'yu tehdit etmektedir.
Bölgede 2000 yılı itibariyle kişi başına düşen su miktarı 1250 m3 iken bu rakam
hızla gerileyerek 2025 yılında 650m3'e düşecektir. 6 ülkede 20 milyon kişiye su
temin eden Çad gölünün yüzde 95'i, dünyanın en büyük dördüncü gölü olan
Aral Gölü'nün yüzde 60'ı kurumuştur. Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de su
rezen/leh 15 yıl içinde kuruyacaktır. İran'da nüfusun yüzde 60'ı suyun olduğu
bölgelere göç edecektir. Çin'in su ihtiyacı 2025 yılına kadar yüzde 66
artacaktır. Çin'de bugün şehirlerin üçte ikisi yeterli su olanağına sahip değildir.
2025 yılında kuraklık tehdidi altında olan ülkeler; Orta Asya ülkeleri; Hindistan
dahil Güney Asya ülkeleri , Çin dahil Güney Doğu Asya'da tüm ülkeler, Mısır,
İran, Irak, Suriye, Türkiye, Ürdün ve Arap Yanmadası ülkeleri, Fas, Tunus,
Cezayir ve Orta Afrika ülkeleri. Doğu Afrika ülkeleri ile Güney Afrika
Cumhuriyeti olacaktır.
Suyun giderek kıt bir meta haline gelmesi; su kullanımı ve paylaşımdan
kaynaklanan uzlaşmazlıklan ve çatışmaları artıracaktır. Su giderek stratejik bir
meta haline gelmektedir. 21. Yüzyıl su savaşlanna sahne olabilecektir.
Uzlaşmazlıklann yükseleceği bölgeler şunlar olacaktır;
Merkezi Asya'da Aral gölünden yararlanan beş ülke ; Özbekistan, Tacikistan,
Kırgızistan, Nil Nehri Alanı; Mısır ile başta Etiyopya ve Sudan olmak üzere Nil
nehrinden su temin eden Orta Afrika ülkeleri Güney Asya'da Hindistan,
Nepal,Bangladeş, Pakistan arasında su paylaşımı sorunlan Orta Doğu bölgesi;
Orta Doğu ve Arap yarımadası ülkeleri önümüzdeki 25 yıl boyunca su
olanaklannda önemli azalma ile karşılaşacaktır. Tablo 20 bu gelişmeyi
yansıtmaktadır. Bu ülkeler önemli ölçüde suya bağımlı kalacaktır. Türkiye ile
Irak ve Suriye arasında eski Mezopotamya alanındaki sulann kullanımında
uzlaşmazlık sürecektir.
TABLO. 20 ORTA DOĞU ÜLKELERİNDE KİŞİ BAŞINA SU
— -
- - - - - - - -
-
—• . " . —^ »
aiMaaa
mm m
H• A fI
^ \ • r% n I
ÜLKELER
1995
2025
MISIR
İRAN
İSRAİL
ÜRDÜN
UMMAN
S.ARABİSTAN
B.A.E
936
1719
389
318
874
249
902
607
916
270
144
295
107
604
SCARCITY WASHINGTON, 1997
1.4.7. EMTİA FİYATLARI VE DÜNYADA YENİ BÖLÜŞÜM
Çok taraflı yeni denge bir refah paylaşımı mücadelesi üzerine kurulmaktadır.
Refahı sağlayan kaynaklar paylaşımı da şekillendirmektedir. Her ülkenin bu
anlamda sahip olduğu kaynaklar, bunlann miktan, bu kaynaklara olan talep ,
bu kaynaklann uluslar arası pazarlara çıkışı önemlidir.
Ancak refah paylaşımına ilişkin temel unsur kaynaklann veya diğer bir deyimi
ile emtiaların fiyatlarıdır. Dünya ekonomisinde belirleyici önemli unsurlardan biri
de Emtia fiyatlanndaki trendlerdir. Emtia fiyatları, emtia ihracatçıları ile emtia
ithal eden ülkeler arasındaki global bölüşümü de etkilemektedir.
Özellikle enerji ve hammadde üreticisi gelişmekte olan ülkeler açısından
fiyatlar gelir, gelişmiş ülkeler açısından ise bir maliyet unsuru oluşturmaktadır.
Fiyat değişimlerinin gelir ve maliyet yönünden etkilerini Petrol üretimi ve
tüketiminde bulunan Gelişmekte Olan Ülkeler için aşağıdaki Tablo 21
göstermektedir.
TABL0.21
PETROL FİYATLARINDAKİ ARTISIN GELİŞMEKTE
OLAN ÜLKELERE ETKİSİ
PETROL
İTHALATAÇILARI
ÜLKE
MİLYAR
SAYISI ABD DOLARI
BÖLGELER
DOĞU ASYA
PASİFİK
PETROL
TÜM GELİŞMEKTE
İHRACATÇILARI
OLAN ÜLKELER
ÜLKE
MİLYAR
ÜLKE
MİLYAR
SAYISI ABD DOLARI SAYISI ABD DOLARI
VE
7
-16
3
7
10
-9
5
-5
0
0
5
-5
LATİN AMERİKA
15
-4
7
22
22
18
SAHRA AFRİKASI
13
-2
5
13
18
11
AVRUPA VE DOĞU
ASYA
18
-14
3
27
21
13
6
-2
10
66
16
64
64
-43
28
135
92
92
GÜNEY ASYA
ORTA DOĞU
K.AFRİKA
VE
TÜM GELİŞMEKTE
OLAN ÜLKELER
Rakamlar: Ülkelerin cari işlemler dengesi üzerindeki toplam yük veya katkıdır.
KAYNAK: GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES. 2001,
WORLD BANK
Emtialar üç grupta toplanmaktadır. Enerji, Tanm ürünleri ve Madenler. 19911997 yıllan arasında petrol fiyatları yüzde 2.5, maden fiyatları ise yüzde 1.5
gerileme, tanm ürünleri fiyatlan ise yüzde 2.3 artış göstermiştir. 1997 AsyaPasifik krizi ve 1998 yılı Rusya krizi ile yaşanan global ekonomik daralma ile
talep gerilemesi tüm emtia fiyatlannda önemli düşüşlere yol açmıştır. Kısmi
ekonomik toparlanmaya rağmen 2000 yılında da fiyat gerilemeleri sürmüştür.
Petrol fiyatlan ise artış gösteren tek emtia olmuştur. Sanayileşmiş ülkelerin
sanayi ürünleri fiyatlan da aynı dönemde gerilemiştir. 2001 yılında ise talep
genişlemesi ve ekonomik büyümenin hızlanması ile emtia fiyatlan tekrar
artmaya başlamıştır. Ancak fiyatlar henüz kriz öncesi 1997 yılı fiyatlannın
oldukça altındadır. Petrol fiyatları ise global enflasyonist baskı yaratmış,
üretimdeki kısmi artış ile bir ölçüde gerilemiştir.
2002-2010 yıllan arasında ekonomik büyüme ve bunun yaratacağı talep artışı
etkisi ile enerji fiyatlann dışındaki emtia fiyatlan da mutedil artışlar
beklemektedir. Fiyatlar 2010 yılına kadar artış ile 1997 fiyatlanna ulaşmış
olacaktır.
TABLO. 22 EMTİA FÎYATLARINC)A TRENDLEP
EMTİA
1999
2000
2001
2002-2010
PETROL
PETROL DIŞI
-8.0
-11.2
55.0
-0.8
-10.7
3.4
-3.0
2.8
-13.9
-16.5
-14.7
-23.4
-5.2
-3.9
-9.4
-16.9
3.9
5.1
7.5
1.5
3.3
2.4
3.8
4.3
-23.2
-16.2
2.0
3.7
13.6
-6.3
4.2
2.2
4.7
3.5
1.6
1.1
-1.9
-2.3
3.6
2.2
TARIM
GİDA
TAHIL
İÇECEK
HAMMADDE
METALLER
GÜBRE
G-5 ÜLKELERİ
SANAYİ
ÜRÜNLERİ
BİRİM FİYATI
KAYNAK : GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES, 2001,
WORLD BANK
Uluslar arası enerji fiyatlan tahminleri; dünya enerji kaynaklannın, artan global
enerji talebini karşılayacağı ve buna bağlı olarak istikrarlı ve nispi artışlar
göstereceği varsayımlanna bağlı olarak yapılmaktadır.
Bununla birlikte özellikle petrol fiyatlarında daha dalgalı bir dönem
beklenmektedir. Son otuz yılda 10 ile 65 dolar arasında değişen petrol fiyatlan
1998-2000 yıllan içinde 8 ile 37 dolar gibi en düşük ve en yüksek oranlara
ulaşmıştır. Az sayıda ülkenin üretimde daha fazla pay alması petrol
fiyatlanndaki dalgalanmayı artıracaktır.
Doğal gaz pazarlan yüksek taşıma maliyetleri nedeniyle büyük ölçüde
bölgeseldir. Petrol gibi global bir pazardan söz edilememektedir. Doğal gaz
ve petrol ürünleri enerjide giderek artan bir rekabete girecektir. Avrupa ve
Japonya'da doğal gaz fiyatlan önemli ölçüde, ABD'de ise kısmen artacaktır.
Doğal gaz fiyatlarının bölgeler arasındaki farklılıkları giderek azalacaktır.
1.4.8 GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER ARASINDA YENİ
İLİŞKİ AGI
Yirmi yıllık küreselleşme süreci ve bu süreç içinde oluşan trendler ile bunlann
önümüzdeki ilk on yıl içinde sürecek olmasına bağlı olarak gelişmiş ülkeler ile
gelişmekte olan ülkeler arasındaki ilişkiler yeni bir şekil almaktadır.
Çok taraflı yeni bir dengenin tesis edilmesinde, refah paylaşımı üzerinde
taraflann toplulaştığı eksenler içi ve eksenler arası ilişkiler yeni bir boyut
taşıyacaktır. Ancak burada eksenlerin tarafları içinde gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeler birfikte yer alacaktır. Bununla birlikte çok taraflılık yaklaşımı
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki yeni ilişkiler ağının da ortaya
konmasını gerektirmektedir.
21.Yüzyılın ilk dönemlerinde piyasa ekonomisi ve serbestleşme felsefesi
üzerine inşa edilen yeni global ekonomik yapı; bu dönem için Gelişmiş ve
Gelişmekte olan ülkeler arasında yeni bir ilişki ağını tarif etmektedir. Bu ilişki
ağı içinde üretim ve ticaret alanlan ve akımları bulunmaktadır.
Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru; hizmet sektörü ürünleri,
teknoloji ve sermaye akımı. Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere ise
enerji, hammadde ve sanayi ürünleri akımı olacaktır. İlişki yeni dönemin
bölüşüm sürecini de belirleyecektir.
TABL0.23 GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER ARASINDA
YENİ'İLİŞKİ AĞI VE BÖLÜŞÜME ETKİLERİ
BÖLÜŞÜMDE ETKİLERİ
AKIMLAR
GELİŞMİŞ ÜLKELERDEN G.O.U^ERE
HİZMET SEKTÖRÜ ÜRÜNLERİ
Bilgi ekonomisi içerikli ,bilgi ve iletişim
teknolojilerine dayalı, hizmet sektörü
üretiminde ve ihracatında yoğunlaşma.
Hizmet toplumundan bilgi toplumuna
geçiş
TEKNOLOJİ
Yatırım harcamalarının üretiminden çok ,
teknoloji, buluş ve yaratıcılığa kayması.
Teknoloji ve buluşların ticari hayata
uyarlanması ve Gelişmekte olan
ülkelerin kullanımına sunulması
SERMAYE
Net ihracatçı konumundaki gelişmiş
ülkelerden , net ithalatçı konumundaki
G.O.Ü'e sermaye akışı sürecektir.
G.O.Ü'in ekonomik büyüme motoru
olacaktır.
Katma değeri yüksek, vasıflı işgücü
gerektiren, bilgi üretimi faktörü içeren
ürünler. Fiyatları göreceli olarak yüksek.
Gelişmiş ülkeler lehine bölüşüme etki
Teknoloji üreten Gelişmiş ülkeler lehine
etki
Teknolojiye uyum sağlayan,adapte eden,
geliştiren G.O.Ü lehine bölüşümüne etki
Doğrudan sermeye akımlarında Gelişmiş
ve G.O.Ü'ler lehine bölüşümde etki
Portföy yatırımlarında Gelişmiş ülkeler
lehine bölüşümüne etki
G.O.Ü'LERDEN GELİŞMİŞ ÜLKELERE
ENERJİ VE HAMMADDE
Dünya enerji ihtiyacının önemli
bölümünü (petrol, doğal gaz ve diğer)
G.O.Ü'ler sağlamaya devam edecektir.
Stratejik unsur taşıyan emtia kaynağı ile
metal ve maden kaynağı yine G.O.Ü'ler
olacaktır.
SANAYİ ÜRÜNLERİ
Yeni dönemin en önemli değişimi
G.O.Ü'in giderek net sanayi ürünleri
ihracatçısı
konumuna
gelmeleridir,
imalat
sanayi
üretimi
G.O.Ü'de
yoğunlaşmaktadır.Esnek üretim sistemi
ile gelişmiş ülkelerin teknoloji yoğun
Hizmet
Sektörü
üretiminde
yoğunlaşması bu sonucu vermektedir.
Enerji ve hammadde akımının bölüşümü
etkisinde fiyatlar ve talep belirleyici
olmaktadır. Enerji ve hammadde fiyat ve
talebinde artış bölüşümün G.O.Ü'ler
lehine , aksi Gelişmiş Ülkeler lehine
bozmaya devam edecektir. Enerji ve
Emtia talebinde artış, maden ve metal
talebinde azalma beklenmektedir.
G.O.Ü'ler kendi içlerinde daha yüksek
katma değerli sanayi üretimi ile daha
yüksek gelire ulaşacaktır. Ancak göreceli
olarak Gelişmiş ülkelerin Hizmet sektörü
ürünleri karşısında sanayi ürünleri katma
değeri ve fiyatları gerileyecektir.
1.4.9. YENİ EKONOMİK DÖNEMİN YÖNETİMİ VE KURUMLAR
21. yüzyılın en azından ilk 20 yılı için öngörülen ekonomik yapının, felsefi
anlamı ile Küreselleşmenin yönetilmesi yeni kurumsal yapıları ve mevcut
kurumsal yapılarda da yaklaşım farklılıklannı gerekli kılmaktadır.
Yeni dönem; gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, yani tüm oyuncular için
önemli olanaklar sunmakta aynı zamanda tehditlere açık bırakmaktadır.
Yeni dönemde; sunulan olanaklann kullanılması ve adil dağılımı iki ana
hedeften biridir. İstikrarlı bir global ekonomik çevre yaratılmalıdır. Bu ekonomik
çevrede uluslararası ticaret ve yatırımlar artacak, global ekonomik büyüme
hızlanacaktır. Ekonomik büyüme, sürdürülebilir insani gelişme olarak
algılanacaktır. Yoksulluk ile mücadele ve yoksulluğun azaltılması
sağlanacaktır. İkinci ana hedef ise yeni dönemi tehdit eden ekonomik ve mali
krizlerin önceden görülebilmesi, engellenmesi, kriz anında etkin yönetim
sağlanması ve krizlerin hasarının global, bölgesel ve ülke seviyesinde en aza
indirilmesi olacaktır. Global ve yerel mali istikran sağlamanın önünde kınlgan
ve yeniden yapılandınlan mali sistemler, kamu mali disiplini, yapısal reform
ihtiyaçlan, şeffaflık-yolsuzluk ikilemi bulunmaktadır.
Yeni dönemde belirtilen iki ana hedefe ulaşmak için mevcut Uluslararası
Finansal Kurumlarda yeniden yapılanma ve Yeni Kurumsal yapılar oluşturma
yollanna gidilecektir. Böylece global, bölgesel ve ülke seviyesinde global
istikrarı temin eden ve koruyan kurumsal alt yapı oluşturulmuş olacaktır.Yeni
dönemin yönetilmesinde en önemli gelişme ise gelişmiş ülkeler ile gelişmekte
olan ülkeler arasında artan işbirliği olacaktır.
1.4.9.1. Uluslararası Finansal Kurumlarda Yeniden Yapılanma, IMF ve
Dünya Bankası
1944 yılında kurulan yeni ekonomik düzenin uluslararası finans kurumlan IMF,
Dünya Bankası ile Bölgesel Kalkınma Bankalan 20. Yüzyılın son yirmi yılında
yaşanan küreselleşme ile oluşan yeni yapının yönetilmesinde yetersiz
kalmışlardır.
Giderek artan uluslararasılaşma, uluslararası ticaret,sermaye hareketleri,
piyasalar arası bütünleşmeler ekonomik gelişme, gelişmişlik farklan,
yoksullaşma IMF ve Dünya Bankası'nm misyonları ve işlevlerinin değişmesi
konusunda baskı yapmaktadır. Yeni yapıda ekonomik istikrarsızlıklar giderek
gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanmakta ve bunlar global sistemi
etkilemektedir.
IMF ve Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve 1944 Bretton Woods ekonomik
(parasal) sisteminin kuruluşunda ulus-devletlerin ortak olarak kurduklan
kurumlar olmuşlar ve son dönemlere kadar bu gelişmiş ülkelerin öncelikleri;
örneğin global ödemeler sisteminin çalıştıniması, kurum politikalanna da
yansıtılmıştır.
Yeni dönemin oyunculan gelişmekte olan ülkeler ise, IMF ve Dünya Bankası
gibi kurumların karar alma, politika üretim ve kriz yönetimi mekanizmalarında
etkin olarak yer almamaktadır. Krizlerin kaynağı olan ülkelerin bu kurumlarda
etkin olmaması, krizlerin önlenmesi ve etkin yönetilmesi olanaklarını da
sınırlamaktadır.
Uluslararası Finans Kurumlan'nın reformu konusunda; Dünya Bankası'nın
işlevleri için somut adımlar atılmaktadır. Ancak IMF ve Bölgesel Kalkınma
Bankaları ve Kurumları için çok sayıda öneriler geliştirilmektedir. Aşağıdaki
tabloda bunlar sunulmaktadır.
TABLO 24. ULUSLARARASI KURUMLARIN YENİ ROLLERİ
DÜNYA BANKASI
IMF
• i ş l e v i " Sürdürülebilir İnsani G e l i ş m e " nin
s a ğ l a n m a s ı , y o k s u l l u k v e açlık ile m ü c a d e l e
d ü ş ü k gelirli e k o n o m i l e r i n k ü r e s e l s i s t e m ile
bütünleştirilmesi
•Global Merkez Bankası'na dönüştürülsün
G l o b a l s i s t e m d e S o n K r e d i verici işlevini
yüklensin
• D ı ş y a r d ı m l a r ı n ; y o k s u l l u k v e açlık ile
m ü c a d e l e y e k a y d ı r ı l m a s ı , insani g e l i ş m e ,
sosyal ve beşeri kalkınmaya yönelik
kaynaklar kullanılacak. Kaynakların etkin
k u l l a n ı m ı için t e k n i k d e s t e k a r t a c a k a n c a k
şeffaflık t a l e p e d i l e c e k .
• U l u s l a r a r a s ı Kredi S i g o r t a K u r u m u ' n a
dönüştürülsün
U l u s l a r a r a s ı borçları belli bir sınıra k a d a r
g a r a n t i etsin
•Krizler anında ülkelerden çekilen sermaye
a k ı m l a r ı n ı n k a r ş ı l a n m a s ı n a yönelik F o n
haline d ö n ü ş t ü r ü l s ü n
•Politikalarda esneklik yaratılacak. Her
ü l k e n i n k e n d i n e ö z g ü ş a r t l a r ı n a g ö r e farklı
politikalar üretilecek.
• K r i z y a ş a y a n ülkeler ile birlikte s e r m a y e
ç ı k ı ş l a n n a karşı ortak f i n a n s m a n y ö n e t i m i
sağlansın
•Politikaların üretilmesinde, Banka, ülkeler
v e sivil t o p l u m ö r g ü t l e r i a r a s ı n d a işbirliği
artırılacak.
• B ö l g e s e l K a l k ı n m a B a n k a l a n ile işbirliğini
artırsın,Krizlere o r t a k m ü d a h a l e edilsin
• " Kapsamlı Kalkınma Çerçevesi"
o l u ş t u r u l a r a k v e k a y n a k l a r ihtiyaç d u y a n
ülkeler y ö n l e n d i r i l e c e k .
• B ö l g e s e l Garanti Fonları kursun ve
k u r u m l a n n g l o b a l y ö n e t i c i s i v e s o n kredi
vericisi haline d ö n ü ş s ü n
•IMFkaldınIsın
•IMF'nin yerine Dünya Finansman Kurulu (
W o r l d Financial Authority) kurulsun. Bu
k u r u m uluslararası f i n a n s s i s t e m i n e ilişkin
tüm ortak düzenlemeleri çıkarsın, sistemin
denetim ve gözetiminden sorumlu olsun.
1.4«9,2. Y e n i D ö n e m i i i K u r u m u G - 2 0
Dünya ekonomisindeki gelir ve refah eşitsizliğinin ortadan kaldıniması ve bu
eşitsizliğin yol açtığı tehditlerin en aza indirilmesi için gelişmiş ülkeler ile
gelişmekte o í a n ülkeler
G - 2 0 kurumu çatısı altında yeni bir işbirliğini
b a ş l a t m ı ş l a r d ı r . G - 2 0 bünyesinde gelişmiş ü l k e l e r i l e gelişmekte o l a n ü l k e l e r
arasındaki işbirliğinin temelini yeni dünya ilişkileri oluşturmaktadır. G-20'in
temel hedefleri,
•Bölüşüm bozukluğundan olumsuz etkilenen ve nükleer güce sahip ülkeler ile
işbirliğine giderek, dünya güvenliğini sağlayacak yeni bir ekonomik işbirliği
platformu kurmak,
•Asya-Pasifik krizi sonrasında, ekonomilerindeki krizlerin dünya ekonomisini
olumsuz etkilediği ülkeler ile işbirliğine giderek, global mali ve ekonomik
krizlerin önlenmesi ve kriz anlarında ortak hareket edilmesi,
•Uluslararası sermaye hareketlerinin yüzde 70'inin yöneldiği bu 10 ülkede
kamu kesimi ve mali sistemde reform yapılması, şeffaflığın sağlanması, uluslar
arası normlara uyulması ve mali krizlerin önlenmesi,
•Doğrudan yabancı sermaye yatınmlannın yüzde 80'inin yöneldiği 10 ülkede
dünya pazarlarına ve özellikle gelişmiş ülke pazarlanna yönelik imalat sanayi
üretiminin kesilmemesi,
•Gelişmiş ülkelerin kendi iç alanlanndaki ticaretin dışında en önemli dış
pazarları olan 10 ülkede ekonomik istikrann korunması ve satın alma gücünün
yükseltilmesi,
•10 ülkenin bölgelerinde ekonomi ve demokrasi açısından örnek ve merkez
ülke olması, bölgelerindeki ülkelerin dünya ile bütünleşmesinde merkez ve
aracı olması. Bu amaçla, 10 ülkenin de ekonomik ve siyasi istikrara kavuşması
ve bunu sürdürmesi, serbest piyasa, demokrasi ve liberal felsefeyi
benimsemesi hedeflenmektedir.
G-20 ülkelerine ait veriler, 1999 yılına yani G-20'nin kurulduğu yıla ait olarak
özellikle verilmiştir. Ancak 2000 ve 2001 yıllarında ülkelerin göstergelerinde
değişiklikler olmuştur.
TABLO. 25 G-20 ÜLKELERİN N GÖSTERGE LERİ (1999 YILI VERİLERİ)
ÜYE ÜLKELER
ABD
ALMANYA
JAPONYA
FRANSA
INGILTERE
ITALYA
KANADA
AVUSTRALYA
BREZILYA
ARJANTIN
MEKSIKA
GÜNEY KORE
ÇIN
HINDISTAN
RUSYA
GÜNEY AFRIKA
S.ARABISTAN
TÜRKIYE
NUFUS
MILLI G E L I R
KBMG
BUYUME
Milyon Kişi
Milyar Dolar
Dolar
%
272.3
82.5
127.0
59.2
59.3
57.7
30.9
40.2
163.4
36.2
99.2
46.8
1025.0
986.2
146.6
40.2
20.9
63.9
8.848
2.431
3.190
1.622
1.450
1.294
1.222
1.051
789
224
452
287
978
377
239
105
149
196
32.616
27.418
25.129
25.425
23.478
21.685
20.250
20.616
4.820
6.177
4.559
6.135
779
382
2.466
2.616
7.126
2.850
4.5
2.1
0.2
2.1
0.8
1.6
1.9
2.0
2.8
3.4
4.2
-2.3
7.0
5.7
-7.0
2.0
1.0
-6.4
KAYNAK: DÜNYA BANKASı YıLLıK RAPORLARıNDAN DÜZENLENMIŞTIR.
1.5- SOSYAL AYRIŞMALAR VE ÇOK TARAFLI YENİ DENGEYE
ETKİLERİ
Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda ve çok taraflı yeni ilişkilerin tarifinde
sosyal trendler de etkili olacaktır. Sosyal trendler büyük ölçüde sosyal
ayrışmaları içermektedir. Bu aynşma ekonomik gelişme farklılıklanndan
kaynaklanmaktadır. Farklılığı yaratan ise ekonomideki küreselleşme trendi
sürecinde fırsatlardan yararlananlar olduğu gibi tehditlerine maruz kalanlann
da bulunmasıdır.
Bu başlık altında nüfus ve demografik trendlere, yoksulluk ve gelişmişlik
farklanna ve çevre güvenliğine çok taraflı yeni dengenin oluşumunu doğrudan
etkileyen unsurlar olarak yer verilmektedir.
1.5.1. NÜFUS VE DEMOGRAFİK TRENDLER
Demografik trendlerdeki eğilimler ve gelişmeler daha geniş süreçlerde belirgin
olmaktadır. Bu nedenle demografi ve nüfus trendlerinin analizleri 2010 yılının
ardına 2020, hatta 2025 yılına sarkmaktadır.
Demografik trendler dört ana noktada yoğunlaşmaktadır. Nüfus artışı ve mutlak
nüfus trendleri, Demografik yapı. Nüfus hareketleri ve Nüfus trendlerinin
bölgeler arası dağılımı.
1.5.1.1. Nüfus Artışı Ve Mutlak Nüfus Trendleri
•Dünya nüfus artış hızı yavaşlamaya devam edecektir. Yavaşlamanın sürmesi
uluslararası alanda ve hükümetlerin yürüttüğü nüfus artışı ile mücadele
programlarının devamına bağlı kalacaktır. Yaşam süresi ise uzamaya devam
edecektir.
•Dünya nüfusu 1999 yılında 6 milyara ulaşmıştır. Son on yılda 1 milyar ilave
nüfus eklenmiştir. Nüfusun yansına yakını 25 yaşın altındadır. Önümüzdeki 15
yıl boyunca her yıl ortalama 70 milyon nüfusun eklenmesi beklenmektedir.
•2025 yılında Birleşmiş Milletlerin nüfus tahmin çalışmalanna göre nüfus 7.82
milyar olacaktır. Alternatif tahminler ise en düşük 7.28 milyar, en yüksek 8.38
milyar nüfusu göstermektedir. Nüfus artış hızı 1960'lann başından itibaren
yüzde 2 iken, 1985 yılında yüzde 1.7 olmuş, 2000 yılına kadar ortalama yüzde
1.4'e düşmüş ve 2000 yılında yüzde 1.3 olmuştur. 2015 yılına kadar nüfus artış
hızının yüzde 1, daha sonraki yıllarda ise yüzde 0.8 olması beklenmektedir.
1.5.1.2. Demografik Yapı
•Demografik yapıda önümüzdeki süreçte keskin dönüşümler yaşanacaktır.
•Toplam dünya nüfusu içinde bağımlı grubun payı giderek artacaktır. Toplam
nüfus içinde 24 yaş altı genç nüfus ve 60 yaş üstü nüfusun miktarı ve payı
yükselecektir.
•Yaşlı nüfusun artışı gelişmiş ülkelerde, genç nüfusun artışı ise gelişmekte olan
ülkelerde görülecektir.
•2010 yılında yaşlı nüfusun yüzde 80'i gelişmiş ülkelerde olacaktır. Gelişmiş
ülkeler iş gücü için yetersiz nüfus ile karşılaşacaktır. Yaşlı nüfusun artışı ile
üretken genç nüfus üzerindeki yük giderek artacaktır. Bağımlı nüfusun diğer
ucundan azaltmaya gidilecektir. Bu da daha az çocuk yapma anlamına
gelmektedir ki, uzun vadede bu gelişmiş ülkelerde nüfusun yok olması
anlamına gelmektedir. Gelişmiş ülkelerde nüfusun mutlak olarak azalacak
olması nedeniyle, genç nüfus ile yaşlı nüfus komposizyonu iki kat daha hızlı
yaşlı nüfus lehine bozulmaktadır. İşletme yapılan, sermaye büyüklüğü ve
teknoloji, nüfusun yaşlanmasının yol açacağı insan kaynaklan açığını
karşılamaya yetmeyecektir. Yaşlı nüfusun artışı ile ülkelerin sosyal harcamaları
giderek artacaktır. 2010 yılına varmadan gelişmiş ülkelerde sağlıklı bireyler için
emeklilik yaşı 70-75 aralığına yükselecektir. Hiç bir gelişmiş ülkenin sosyal
güvenlik sistemi değişen demografik trendin yaratacağı sorunları bugünkü
yapısı ile karşılayamayacaktır. Gelişmiş ülkelerde iş alanlan yaşlanan nüfusa
uyumlu hale gelecektir. Buluşların ve yaratıcılığın hızı azalacaktır. Yaşlı
nüfusun beklentileri politik sistemi de değiştirecektir.
•Genç nüfusun arttığı gelişmekte olan ülkeler ise; Sahra Afrikası, Orta Doğu ile
Asya bölgeleri ağırlıklı olacaktır. Nüfus yapısı içinde giderek artan genç nüfus
artan altyapı yatınmlarmı gerektirecektir. Çoğu az gelişmiş ülkelerdeki genç
nüfusun artışı, yoksulluğu genişletecek, HIV-AIDS ve benzeri hastalıklann
yaygınlaşmasına yol açacak, ülke içi sosyal çatışmalan artıracak ve sıcak
çatışmalar ile toplu göçler ve sığınmalar yaşanacaktır.
1.5.1.3. Nüfus Trendlerinin Bölgelerarası Dağılımı
Nüfus artışı , mutlak ve demografik yapılarda trendler bölgeler , hatta aynı
bölge içindeki ülkeler arasında farklılıklar gösterecektir. 2025 yılına kadar olan
nüfus artışının yüzde 95'i gelişmekte olan ülkelerden ve yine artışın tamamına
yakını kırsal alanlardan kaynaklanacaktır.
•Gelişmiş ülkelerde 2025 yılına kadar nüfus artış hızı ortalama yüzde 0.3
olacaktır.
•Gelişmiş ülkeler arasında yıllık ortalama yüzde 1 ile ABD, Avustralya, Kanada
ve Yeni Zelanda nüfus artış hızı en yüksek ülkeler olacaktır. Bu ülkelerin nüfus
artışını göçler önemli ölçüde etkileyecektir. Avrupa Birliği'nde ve Japonya'da
ise nüfus mutlak darak azalacaktır. Almanya'da nüfus her yıl ortalama yüzde
0.1 azalacaktır. İngiltere ve Fransa'da nüfus artışı sıfınn biraz üzerinde
olacaktır. İtalya ve İspanya ise ortalama yüzde 1 ile hızlı nüfus artışı
gösterecek iki ülke olacaktır.
TABLO. 26 DÜNYA NÜFUSUNUN BÖLGELERE GÖRE DAĞILIMI
(MİLYON KİŞİ)
1950
1960
1970
1980
1990
YİLLİK
ORTALAMA
BÜYÜME%
2025
TAHMİN
DÜNYA
2516
3020
3698
4448
5292
1.7
782
AFRİKA
222
279
362
477
642
3.0
1402
K.AMERİKA
166
199
226
252
276
0.8
284
LAMERİKA
168
218
286
363
448
2.1
720
ASYA
1377
1668
2102
2583
3113
1.9
4669
AVRUPA
393
425
460
484
498
0.2
415
OKYANUSYA
12.6
15.8
19.3
22.8
26.5
1.5
34.6
ESKİ S O V Y b l L E R
BİRLİĞİ ALANI
180
213
243
266
289
0.8
297
BÖLGELER
KAYNAK: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
•Gelişmekte olan ülkeler arasında ise nüfus ve demografi trendleri farklılıklar
taşıyacaktır. Afrika nüfusu 2025 yılında iki katına ulaşmış olacaktır. K.Afrika
ülkelerinde nüfus artış hızı düşerken, Sahra Afrikasında yüksek ölüm
oranlanna rağmen, nüfus artış hızı yüksek olacaktır. G.Afrika Cumhuriyetinin
nüfusu ise 49.4 milyondan 38.7 milyona düşecektir.
•Rusya Ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise nüfus mutlak olarak azalacaktır.
Rusya'nın 2000 yılında 146 milyon olan nüfusu 2025 yılında 131 (135) milyona
gerileyecektir. Asya'da Hindistan, İran ve Orta Asya'daki beş Cumhuriyetin
nüfusu 2025 yılına kadar yüzde 40 artacak ve yaklaşık 2.1 milyara ulaşacaktır.
Hindistan 1.33 milyar, Pakistan 270 milyon nüfusa ulaşacaktır. Çin, Kore ve
Tayland' da nüfus artış oranı ortalama yüzde 1, diğer Asya ülkelerinde ise
ortalama artış hızı yavaşlamaya devam edecektir.
TABL0.27 ÜLKELERİN NlJFUSLARI NEREYE GİDİYO R
ARTIŞ VEYA
2025
1998
EN ÇOK NÜFUSLU
(MİLYON)
AZALIŞ (MİLYON)
(MİLYON)
1.480.4
225.3
1.255.1
1.ÇIN
975.8
1.330.2
354.4
2.HİNDİSTAN
332.5
58.7
273.8
3.ABD
206.5
275.2
68.7
4.ENDONEZYA
268.9
121.1
147.8
5.PAKİSTAN
121.8
238.4
116.6
6.NİJERYA
165.2
216.6
51.4
7.BREZİLYA
124.0
180.0
56.0
8.BANGLADEŞ
62.1
136.3
74.2
9.ETİY0PYA
147.2
131.4
-15.8
10.RUSYA
85.8
22.0
63.8
18.TÜRKİYE
NÜFUSU AZALANLAR
-15.8
13.4
147.2
RUSYA
82.4
80.9
-1.5
ALMANYA
51.2
46.0
-5.2
UKRAYNA
22.6
21.1
-1.5
ROMANYA
10.6
10.1
-0.5
YUNANİSTAN
10.2
9.6
-0.6
ÇEK CUMHURİYETİ
10.3
9.6
-0.7
BELARUS
9.8
9.4
-0.4
PORTEKİZ
KAYNAK: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
1.5.1.4, Nüfus Hareketleri
Demografik gelişmeler üç önemli nüfus hareketinin olacağını göstermektedir.
Şehirleşme, Zorunlu göçler ve İşgücü hareketleri. Her üçünün de yaratacağı
ekonomik, sosyal ve siyasi fırsatlar ve tehditler olacaktır.
Şehirleşme Kırsal alanlardaki yüksek doğum oranlan ve nüfus artışı,
erozyonlar ve doğal afetler ile toprak kaybı, ormanlann yok olması, uzun
vadede emtia fiyatlarında göreceli gerileme ve şehirlerin yüksek hayat
standartlan şehirleşmeyi hızlandıracaktır.
2000 yılı itibariyle dünya nüfusunun yüzde 47 'si yani 2.9 milyar kişi şehirlerde
yaşamaktadır. 2006 yılında nüfusun yüzde 50'si şehirlerde yaşayacaktır. 2030
yılında bu oran ve sayı yüzde 60 ve 4.9 milyar olacaktır. Şehirlerdeki nüfus
artışı, şehirlilerin nüfus artışından değil, büyük ölçüde kırsal alanlardan göçten
kaynaklanacaktır.
Latin Amerika ve Karayiplerde yüzde 75 olan şehirleşme oranı 2030 yılında
yüzde 83'e, Asya'da yüzde 37'den yüzde 55'e, Afrika'da yüzde 38'den yüzde
53'e çıkacaktır. Avrupa ve K.Amerika'da ise 2000 yılında sırası ile yüzde 75 ve
77 olan şehirleşme oranları 2030 yılında yüzde 83 ve 84 olacaktır.
Mega şehirler artmaya devam edecektir. Nüfusu 10 milyonun üzerindeki
şehirlerde yaşayanların oranı 2000 yılında yüzde 4.2 iken, bu oran 2030
yılında yüzde 5.2 olacaktır. Nüfusu 1 milyonun altındaki küçük şehirlerde
yaşayanlann oranı da yüzde 28.5'dan yüzde 30.6'ya yükselecektir.
Tokyo 2030 yılında 26.4 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehri
olacaktır. 2015 yılında Gelişmekte olan ülkelerde nüfusu 10 milyonun üzerinde
23 mega şehir olacaktır.
Bunlar; Bombay, Lagos, Shangay, Jakarta, Sao Paulo, Karaçi, Pekin, Doha,
Meksiko Gity, Yeni Delhi, Kalküta, Tianjin, Manila, Kahire, Seul, İstanbul, Rio
De Janeiro, Buenos Aires, Lahor, Haydarabad, Bang Kong, Lima ve
Tahran'dır.
Zorunlu Göçler Etnik sorunlar ve çatışmalar, ekonomik sıkıntılar, sınır ötesi
işgaller, doğal felaketler gibi nedenlerle 2000 yılı itibariyle yaklaşık 125 milyon
kişi vatandaşı olduklan ülke sınırlannın dışında diğer ülkelerde zorunlu göç
nedeni ile yaşamaktadır. 50 ülkenin nüfusunun % 15'den fazlası zorunlu göçler
nedeniyle diğer ülkelerde yaşamaktadır. Yasal ve yasa dışı zorunlu göçlerin
önümüzdeki dönemde artarak süreceği tahmin edilmektedir.
Zorunlu göçler, sığınmacılar ve mülteci sorunu ülkeler arasında önemli sorun
teşkil edecektir. Göç edenlerin vasıfsız olması, mülteci kabul eden ülkeleri
zorlamaktadır. Aynca mülteciler kısa zamanda diasporalarını oluşturarak
sığındıkları ve geldikleri ülkede politik etkinliklere geçmektedirler. Zorunlu
göçler demografik yapıya dinamizm katmakla birlikte sosyal ve siyasi
gerginlikleri yükseltecektir.
Önümüzdeki 15 yıl içinde zorunlu göçlerin; K.Amerika'ya ; Güney Amerika ve
Güney Doğu Asya'dan Avrupa'ya ; Kuzey Afrika, Orta Doğu,Güney Asya, Orta
Asya ve Doğu Avrupa'dan Gelişmiş Ülkelere; Asya, Latin Amerika, Orta Doğu
ve Sahra Afrikasından olması beklenmektedir.
İşgücü Hareketleri Gelişmiş ülkelerin demografik trendleri, nüfusun
yaşlanması bu ülkelerdeki emek ihtiyacını artıracaktır. Gelişmiş ülkeler
istihdam ihtiyaçlarını gelişmekte olan ülkelerden karşılayacaktır. Özellikle
Avrupa Birliği ülkeleri ve Japonya bu konumdadır. Ancak istihdam ihtiyacı bu
kez iyi eğitilmiş vasıflı, ileri teknolojiler alanlannda çalışabilecek kişiler için
olacaktır. Bir anlamda işgücü hareketi; beden gücünden beyin gücüne
dönüşecektir.
Bu işgücü hareketleri politik-milli asimilasyon, sosyal uyum, milliyetçilik-ırkçılık
gibi kaybolmakta olan sorunları tekrar canlandıracağı da açıktır.
1.5.2. YOKSULLUK VE GELİŞMİŞLİK FARKLARI
Dünya ekonomisinin önümüzdeki süreçte karşılaşacağı en önemli sorun
giderek bozulan gelir dağılımıdır. İstikrarlı bir ekonomik çevre, küreselleşme,
ticarette serbestleşme gibi hedefler sağlansa bile, bunlann gelir dağılımı
bozukluğuna iyileştirici etkisi sınırlı kalmaktadır. Hatta bozucu etkisi
bulunmaktadır.
2010 yılına kadar olan dönem için öngörülen
üzerinde yaşayan kişilerin gelirlerinde de artışa
dönemi nüfus artış hızının azaldığı ve ekonominin
dönem olacaktır. Kişi başına GSYİH gelişimi A
yapılan ekonomik büyüme tahminlerine bağlı
senaryosunu (kötümser öngörü) içermektedir.
ekonomik büyüme dünya
yol açacaktır. 2000-2010
daha yüksek büyüdüğü bir
senaryosunu (daha önce
iyimser senaryo) ve B
Gelir dağılımı farklılıkları birkaç şekilde ortaya çıkmaktadır. Dünya nüfusunun
yüzde 20'sini oluşturan gelişmiş ülkeler dünya gelirinin yüzde 80'ni üretmekte
ve kullanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin bile arasında gelişmişlik farklan
açılmaktadır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelir uçurumu da giderek
artmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler dünya nüfusunun yüzde BO'nine gelirin ise
yüzde 20'sine sahip bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin yaklaşık 80'ni
kişi başına milli gelir ölçütleri ile yoksulluk sının içinde bulunmaktadır ve bu
sayı artmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler arasında da gelir farklılıklan
bulunmaktadır.
Ülkeler ister gelişmiş ister gelişmekte olsun, kendi içlerinde de giderek bozulan
bir gelir dağılımı trendi ile karşı karşıyadır.
Çok taraflı yeni dengenin oluşumu bu olumsuz trendden etkilenecektir. Ancak
yeni dengeni oluşumunda gelir dağılımının iyileştirilmesi ilk hedef olmayacaktır.
Çünkü bu bir refah paylaşımı sürecidir. Bu nedenle çok taraflı denge sosyal,
ekonomik, askeri-güvenlik ve siyasi unsurlan bir arada bulundurmaktadır.
Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda yoksulluk ve gelişmişlik farklan tehdit
içerikli önemli bir unsur olacaktır.
TABLO. 28
KİŞİ BAŞINA GSYİH BÜYÜMESİ 2000-2010
1980
DÜNYA
GELİŞMİŞ ÜLKELER
OECD
ABD
JAPONYA
EURO ALANI
OECD DIŞI
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER
DOĞU ASYA VE PASİFİK
AVRUPA VE ORTA ASYA
LATİN AMERİKA
ORTADOĞU VE K.AFRİKA
GÜNEY ASYA
SAHRA AFRİKASI
1.3
2.4
2.4
2.2
3.4
2.1
3.7
0.8
5.6
0.4
-0.9
-0.6
3.5
-1.2
1990 2000-2010 A 2000-2010 B
SENARYOSU SENARYOSU
2.3
1.3
1.3
1.9
2.7
1.7
1.9
2.6
1.6
2.3
2.5
1.2
1.1
2.3
1.0
1.9
3.0
2.4
3.7
4.1
2.3
1.8
3.7
2.3
5.9
5.4
3.9
-2.0
4.1
3.0
1.7
3.0
1.4
0.9
1.7
0.7
3.5
3.9
2.5
-0.6
1.3
-0.1
DEVELOPING COUNTRIES, 2001 .WORLD
BANK
Ekonomik büyüme ve kişi başına ortalama gelir artışı yoksulluk ile savaş için
olumlu bir gelişme olacaktır. Ancak ekonomik büyüme ile gelir dağılımının
iyileşmesi arasında doğrudan çok açık bir ilişki bulunmamaktadır.
Bununla birlikte gelir dağılımı çok bozuk ülkelerin ancak ekonomik büyüme ile
iyileşme sağlayacakları varsayılmaktadır. Ancak örnekler farklı sonuçlar
vermektedir.
Malezya 1980'lerde büyürken gelir dağılımı iyileşmiş, 90'larda büyürken
bozulmuştur. G.Kore ve Endonezya'da ekonomi 80'ler ve 90'larda büyümüş
ancak gelir dağılımı çok az iyileşme ile hemen hemen aynı kalmıştır. Çin
ekonomisi son yirmi yılda hızlı ekonomik büyüme gösterirken gelir dağılımı
bozulmaktadır. Rusya 1990'lı yıllann tamamında ekonomik olarak küçülmüş ve
gelir dağılımı bozulmuştur. Gelir dağılımı bozuldukça ekonomik büyüme
sağlayabilen ülkeler de bulunmaktadır. Latin Amerika ülkeleri gibi.
Son 30 yılda dünya ekonomisindeki büyüme ile insanlar gelir eşitsizliğinin
azalması değil, gelir dağılımının daha da bozulması ile karşılaşmışlardır. Ancak
ortalama kişi başına gelirler artmıştır.
Önümüzdeki 10 yıl içinde Sahra Afrikası, Orta Doğu ve Güney Amerika ülkeleri
gelir dağılımı bozukluğunu en kuvvetli hissedecek bölgeler olacaktır. Çin ve
Hindistan ekonomileri hızlı büyüyecektir. Ancak Çin'de bölgeler arasında,
Hindistan'da ise kişiler (sektörler) arasında hızlı bir gelir dağılımı bozulması
yaşanacaktır.
Gelişmekte olan ülkelerde bireysel gelir artışını sağlayacak en önemli araç
eğitim ve vasıf kazanmak olacaktır.
Ekonomik büyüme ve kişi başına gelir artışında öngörülen trendler, fakirlik
sınınnda olan insan sayısını da azaltacaktır. Ekonomik büyüme ve kişi başına
gelir artışı ile ilgili iki senaryoya bağlı olarak Günlük 1 dolar ve 2 dolar ile
yaşayacaklann sayısı bölgesel dağılımlan itibariyle Tablo 18 ve 19'da
sunulmaktadır. Her iki Senaryo' ya bağlı olarak da günlük 1 dolar ile
yaşayanlann sayısında 1998 yılına göre 2015 yılında mutlak azalma olacak ve
toplam dünya nüfusu içindeki pay düşecektir. Çin hariç bırakıldığında ise
iyileşmenin azaldığı görülmektedir.
İki ayrı senaryoya bağlı olarak Günlük 2 dolar ile yaşayan insan sayısında da
1998 yılına göre 2015 yılında mutlak azalma olacaktır. Ancak bu gelir
dilimindeki iyileşmenin daha alt gruptaki iyileşme ile karşılaştınidığında oran
olarak daha düşük kalacağı görülmektedir. Kişi başına gelirin günlük 1 dolar
olduğu kesimde iyileşme daha etkin, 2 dolar olan kesimde ise daha sınırlı
olmaktadır.
TABLO,29 GÜNDE 1 DOLAR İLE YAŞAYAN İNSAN SAYISI (Milyon)
2015
A
SENARYOSU
2015 B
SENARYOSU
BÖLQE
1990
1998
DOĞU ASYA VE PASİFİK
452.4
267.1
65.1
100.7
DOĞU ASYA VE PASİFİK
(ÇİN HARİÇ)
92.0
53.7
9.4
20.1
AVRUPA VE ORTA ASYA
7.1
17.6
6.3
9.0
73.8
LATİN AMERİKA
ORTA DOĞU VE K.AFRİKA
GÜNEY ASYA
SAHRA AFRİKASI
TOPLAM
TOPLAM (ÇİN HARİÇ)
60.7
42.8
58.3
5.7
6.0
5.1
6.2
495.1
521.8
296.7
410.7
242.3
301.6
360.6
426.2
1276.4
1174.9
776.5
1011.2
720.9
930.6
915.9
961.4
KAYNAK : GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES, 2001
WORLD BANK
TABLO.30 GÜNDE 2 DOLAR İLE YAŞAYAN İNSAN SAYISI (Milyon)
2015 A
SENARYOSU
2015 B
SENARYOSU
BÖLGE
1990
1998
DOĞU ASYA VE PASİFİK
1084.4
884.9
323.2
472.2
DOĞU ASYA VE PASİFİK
(ÇİN HARİÇ)
284.9
252.1
114.6
187.2
AVRUPA VE ORTA ASYA
43.8
98.2
46.9
57.6
167.2
159.0
132.9
161.6
58.7
85.4
57.5
79.7
LATİN AİVİERJKA
ORTA DOĞU VE K.AFRİKA
GÜNEY ASYA
976.0
1094.6
1077.8
1213.6
SAHRA AFRİKASI
388.2
489.3
636.7
690.3
2718.4
2811.5
2275.1
2675.0
2066.5
2390.0
TOPLAM
TOPLAM (ÇİN HARİÇ)
1918.8
2178.7
KAYNAK : GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES, 2001
WORLD BANK
1.5.3. ÇEVRE GÜVENLİĞİ VE TRENDLER
Çevre gCivenliği artık gezegenin güvenliği haline dönüşmüştür. Hızlı ekonomik
büyüme ve kaynaklann hızla tüketilmesi trendinin devamı önümüzdeki
dönemde sürdürülemez bir noktaya yaklaşmaktadır.
Bu açıdan çok taraflı yeni dengenin kurulabileceği bir çevre ortamının bile
kalmadığı görülebilecektir. Çevre güvenliği ve trendler bu açıdan çok önemlidir.
Refah paylaşımı mücadelesi gezegenin güvenliğini göz ardı edemeyecektir.
1.5.3.1. Genel Trendler
•Nüfus artışı ile ortaya çıkan; ilave toprak, su ve gıda ihtiyacı ile ekonomik
büyüme ve gelişmeye bağlı enerji talebi ve kullanımı, sanayi üretimi ve artıklan
2010 yılına kadar çevre güvenliğini tehdit eden unsurlar olacaktır. Daha uzun
yıllan kapsayan süreçlerde ise çevre güvenliğine ilişkin radikal sorunlar ile
karşılaşılacaktır.
•Çevre Güvenliği önümüzdeki süreçte "Gezegenin Güvenliği" şeklinde
değişecektir.20 yüzyılda sağlanan hızlı ekonomik gelişmenin yan unsurlan
Dünya' nın doğal düzeninin çalışmasını tehdit eder hale gelmiştir. Bu nedenle
20.yüzyılın "ekonomik büyüme" hedefi yerini 21.yüzyılda sürdürülebilir insani
gelişmeye" bırakmıştır. Burada temel amaç gezegenin güvenliğini de
gözetecek ekonomik gelişmenin sağlanmasıdır. Çevre Güvenliği 21.yüzyılda
gelişmiş ülkelerin ana gündemlerinden biri olacaktır. Çevre bilinci giderek
kuvvetlenecektir. Ancak uygulanma aşamasında aynı bilinci göstermek
ekonomik gereklerle güç olacaktır. Gelişmekte olan ülkeler ise hızlı nüfus artışı,
şehirleşme ve ekonomik büyüme ile birlikte önümüzdeki 20 yıl içinde ağır çevre
sorunlan ile karşılaşacaktır. Hava, su ve doğa kirliliği hızla artacaktır.
Kaynaklann yetersiz olması G.O.Ü'de çevre sorunları ile ilgili önlemler
önündeki en büyük engeldir.
•Çevre Güvenliğini tehdit edecek unsurlar şunlar olacaktır; Doğal Dengenin
bozulması; Nüfus artışına bağlı olarak toprak ihtiyacının artması, bu nedenle
yağmur ormanlannın hızla tüketilmesi, doğal ormanların, zengin bitki türlerinin
Atık kirlenmesi; Rusya, Ukrayna başta olmak üzere nükleer atıkların, sanayi
atıklannın ve tanm atıklannın yaratacağı nehir, göl, deniz ve hava kirliliklerinde
artışlar
ve
kullanılabilir
su
kaynaklannın
yok
olması.
Nükleer Güvenlik; Nükleer enerji üretimi yapan santrallerin giderek yaşlanması
ve nükleer santrallerde yıpranma, kaza,sızıntı riskinin giderek yükselmesi
Atmosferik Tehdit; Kimyasal madde kullanımının ( ozon ve noxious vb gibi)
yoğunlaşması ve atmosferdeki oranlannın artması ile atmosferde dengenin
bozulması ve delinmeler. Antartika üzerindeki ozon deliğinin 20 yıl daha
genişleyeceği öngörülmektedir. Avustralya, Arjantin ve Şili ciddi tehdit altında
kalacaktır.
Global ısınma ve iklim değişiklikleri; Öngörülebilir ciddi
tehditler taşımaktadır.
•Çevre Güvenliği için uluslararası anlaşmalar ve normların sayısı artacaktır.
Çevre Güvenliği normlan uluslararası ticarette çok önemli bir engel haline
gelecektir.
•Çevre Güvenliği normlanna uyum ekonomik ve sosyal hayattaki alışkanlıklan
da değiştirecektir.
Organik kimyasal ürünlerin kullanımı sınırlanacak. Ekonomik büyüme için
daha az enerji bağımlı ve teknolojik içerikli unsurlar kullanılacak. Yenilenebilir
enerji kaynaklan yatınmlan artacak. Doğal gaz kullanımı petrolün yerini alacak.
•Çevre Güvenliğine ilişkin süreç 2015 yılına kadar çevrenin tahrip olması
yönünde devam edecek, bugünden atılan adımlar 15 yıl sonra iyileşme
yönünde trendi tersine çevirecek . Özellikle global ısınma ve iklim değişiklikleri
etkilerini 2100 yılına kadar artarak gösterecek.
1.5.3.2. Karbondioksit Emisyonu
Çevre Güvenliğini tehdit eden ve global ısınma başta olmak üzere iklim
değişiklikleri yaratan, dünyanın atmosferik, ekolojik ve biosferik dengesini
bozan karbondioksit (002) emisyonudur.
C02 emisyonundaki artış sürecektir. Enerji talebi ve kullanımındaki öngörülere
bağlı olarak 1997-2020 yıllan arasında C02 emisyonu her yıl ortalama yüzde
2.1 oranında artacaktır. Böylece 2020 yılma kadar toplam artış yüzde 60
olacak ve C02 emisyonu 13,69 milyar ton artmış olacaktır.
C02 emisyonundaki artış gelişmekte olan ülkelerde görülecek enerji
tüketimindeki artıştan kaynaklanmaktadır.1997 yılında C02 emisyonunun
yüzde 51'i OECD ülkelerinden, yüzde 38 G.O.Ü'den, yüzde 11' i ise Geçiş
ekonomisi ülkelerinden kaynaklanıyordu. 2020 yılında ise G.O.Ü'in payı yüzde
50, OECD ülkelerinin payı yüzde 40 ve geçiş ekonomisi ülkelerinin ki ise yüzde
10 olacaktır.
Sadece Çin'in 2010 yılına kadar yaratacağı ilave C02 emisyon toplamı 3.264
milyon ton iken , OECD ülkelerinin ki 2.831 milyon tonda kalacaktır. Doğu Asya
ve Güney Asya emisyon artışının ana kaynağı olacaktır.
Sektörel dağılıma bakıldığında ise OECD ülkelerinde ulaştırma sektörü,
G.O.Ü'de ise ulaştırma yanı sıra, özellikle sanayi ve konut sektörleri emisyonun
kaynağıdır. Geçiş ekonomisi ülkelerde ise giderek sadece ulaştırma alanı
kaynak olacaktır. C02 emisyonundaki bu artış trendi çevre güvenliğine
tehdidini artırarak sürdürecektir.
1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolüne taraf olan OECD ülkeleri, Rusya,
Ukrayna ve Doğu Avrupa ülkeleri karbondioksit emisyonlarının sınırlama karan
almışlardır. Bu çok taraflı ve çok önemli bir anlaşmadır. Ancak ABD 2001
yılında taraf olduğu Kyoto Anlaşmasından çekildiğini açıklamıştır. Bu nedenle
anlaşmanın hükmünü yitirdiği söylenebilir.
1.5.3.3. Global Isınma Ve İklim Değişimleri
Global ısınma ve buna bağlı iklim değişikliklerinin temel nedeni C02 ve
insanların tükettiği diğer gazlar ile bunlann kullanım miktarlarıdır. Bu gazlara
ilişkin emisyon miktarı tahminlere göre 2100 yılına kadar olan süreç için global
ısınma, iklim değişiklikleri ve insanlık için muhtemel değişiklikler
öngörülmektedir.
Buna göre 1990 yılından 2100 yılına kadar olan süreçte global yeryüzü
sıcaklığının 1.4 ile 5.8 derece arasında artacağı öngörülmektedir. Öngörülen
ısınma artışı hesap edilebilen son 10000 yılda görülen 100 yıllık ısınma
miktarlarının oldukça üzerindedir. 20. yüzyılın tamamında yer yüzü sıcaklığı 0.2 ile + 0.6 derece arasında değişiklikler göstermiştir. 21. yüzyılda yeryüzü
ısınma miktan çok yüksek olacaktır.
Kara parçalannın hemen tamamında ısınma artışı global ortalama ısınmanın
daha da üzerinde olacaktır. Kuzey Amerika, Kuzey Asya ve Orta Asya' da
ısınma artışı global ortalama ısınmanın üzerinde , Güney Doğu Asya ile Güney
Amerika'da ise altında gerçekleşecektir.
Yine 2100 yılında deniz sulannın 0.09 metre ile 0.88 metre arasında
yükseleceği öngörülmektedir. Global ısınma ile birlikte El Nino olarak tabir
edilen ve Pasifik bölgesinde görülen doğa olaylannm sayısı artacakken,
Asya'da muson yağmurlarının sayısı artacak ve düzenleri giderek bozulacaktır.
Global ısınma ile Güney yanmkürede karla kaplı alanlar ve buzul alanlar
küçülmeye, buzullar ve buz dağlannın genişliği çekilmeye devam edecektir.
Antartika ve Grönland da önemli kopmalar yaşanacaktır.
TABL0,31 GLOBAL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİMLERİ
GLOBAL ISINMA GÖSTERGELERİ MUHTEMEL SONUÇLARI
Daha yüksek hava sıcaklığı,daha fazla sıcak gün
sayısı ve tüm kara alanlarında sıcak dalgası
Daha yüksek hava soğukluğu, tüm kara alanlarında
azalan soğuk ve don yaşanan gün sayısı
Yüksek yaş gruplarında ve kırsal alanda artan
ölüm olayları ve ciddi hastalanmalar
Küçük ve büyükbaş hayvanlarda ve vahşi
hayvanlarda artan sıcaklık baskısı
Turizm merkezlerinde değişiklikler
Tarım ürünlerinde artan tahrip olma riski
Soğutmaya ilişkin artan enerji talebi
Soğuk İle ilgili hastalık ve ölümlerde azalma
Soğuk ve donmadan kaynaklanan tarım
üretimine yönelik tehditlerde azalma
Bazı virüs ve mikroplar için yaşama ve yayılma
için uygun alan
Isınma ile ilgili enerji talebinde azalma
Önceden öngörülemeyen Doğa Felaketlerinde artış
Artan su baskını, heyelan, sel, çığ olayları
Artan toprak erozyonu
Sel felaketlerine karşı tarım ve yerleşim
alanlannda değişiklikler
Yaz aylarında artan kuraklık
Tarım üretiminde azalma
Su kaynaklarının miktar ve kalitesinde azalma
Orman yangınlarında artış
Doğal bitki örtüsünün kaybolması
Doğrudan insan yaşamına yönelik risklerde artış
Kıyılarda artan erozyon, toprak kaybı, yerteşim
alaniannın ve altyapının kaybolması
Kıyılardaki ekolojik dengenin bozulması, bitki
örtüsünün kaybolması
Tropikal kasırga,hortum ve benzeri felaketlerde artış
Muson yağmurlarında artış ve düzensizlik
II. BÖLÜM
TÜRKİYE İÇİN YAKİN GELECEK
GİRİŞ
Çok taraflı yeni denge oluşumunun karşısında Türkiye İçin Yakın Gelecek
analizi ikinci bölümün içeriğini oluşturmaktadır.
Analiz ve analiz çerçevesindeki öneriler çok taraflı yeni denge karşısında "Çok
Taraflı Türkiye" konumlandırması üzerine inşa edilmektedir. Türkiye'nin çok
taraflı yeni denge karşısındaki konumu bunu ve buna bağlı insiyatif almayı
gerektirmektedir.
İkinci bölümde öncelikle çok taraflı dengede Türkiye'nin stratejik
değerlendirmesi yapılmaktadır. Stratejik değerlendirme Türkiye'nin jeopolitik
evrimini ve güvenlik yaklaşımındaki değişimi zorunlu kılmaktadır. Çok taraflı
denge karşısında Türkiye ana aks ülkeler ile ilişkilerini entegrasyon ilişkisi,
stratejik ortaklık politikası ve stratejik ilişki, ekonomik ve ticari yakınlaşma
ilişkisi ile global ortaklıklar politikası şeklinde çok taraflı konumlandırmaktadır.
Buna bağlı olarak da yakın çevresi ile ilgili politikalarını yeniden tarif
etmektedir.
Çok taraflı yeni denge içinde Çok Taraflı Türkiye stratejisi ve buna bağlı
politikaların uygulanması ekonomik açıdan güçlü olmayı gerektirmektedir. Bu
nedenle Türkiye'nin ekonomik öncelikleri ve yukarıdaki konumlandırmayı
engelleyen ekonomik sorunları bulunmaktadır. Türkiye öncelikle devletin
ekonomideki yerini yeniden tarif etmeli ve kamu kesiminde gerekli reformları
buna göre tespit etmelidir. Ardından piyasa ekonomisinin tüm kurum ve
kuralları ile oluşturulması ve böylece üretim ekonomisine geçiş sağlanmalıdır.
Çok Taraflı Türkiye'nin konumlandırılmasında en önemli unsur çok taraflı
ekonomik ilişkiler olmaktadır. Türkiye ekonomide merkez ülke, bölgesel
ilişkilerinde ekonomi ve ticaret diplomasisi ile uluslar arası alanda global
ekonomik rollerini tarif etmeli ve uygulamalıdır.
Türkiye çok taraflı yeni dengede konumlanırken sosyal unsurları da
gözönünde bulundurmalıdır. Sosyal Devlet ilkesinin yeniden tarifi
gerekmektedir. Sosyal Devlet ilkesinin temel hedefi beşeri gelişmişliğin
sağlanması olmalıdır. Beşeri gelişmeyi etkileyen unsurlar olan insan unsuru,
bilgi toplumu, demografik koşullar ve eğitim ile toplumsal yapıya yönelik
örgütlü sivil toplum unsurlarına yönelik politikalar geliştirilmelidir. Çok taraflı
yeni denge ve Çok Taraflı Türkiye için bireyin de evrimi gerekmektedir. Bu
nedenle bireye yönelik yeni açılımlar sağlanmalıdır. Son olarak Türkiye
medeniyetler çatışması tehditi ile İslam jeopolitiğinin değişen önemi karşısında
sahip olduğu model ile barışçıl bir köprü olma konumunu Çok Taraflı
Türkiye'nin önemli bir unsuru olarak kullanmalıdır.
2-1. ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE'NİN STRATEJİK
DEĞERLENDİRMESİ
Türkiye'nin yeni oluşmakta olan çok taraflı denge içindeki stratejik
değerlendirmesi üç ana başlık altında yapılmaktadır. Türkiye'nin jeopolitik
evrimi ve güvenlik yaklaşımı, Türkiye'nin çok taraflı denge açısından konumu
ile Türkiye'nin yakın çevre politikası analizi.
Bu stratejik değerlendirme, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde çok taraflı yeni
denge içinde alması gereken konumu belirleyen ve bu konuma giden yol
haritasını çizen niteliktedir.
2.1.1.TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİK EVRİMİ VE GÜVENLİK YAKLAŞIMI
Üç kıtanın ve onlarca sorunlu bölgenin merkezinde yer almanın getirdiği
jeopolitik güçlükler ile beraber ortaya çıkan jeopolitik önem Türkiye için klasik
bir yaklaşım olarak devam etmektedir. Soğuk savaş döneminin getirdiği
koşullar karşısında iki yapı arasındaki tampon bölge olma görevini başarıyla
tamamlayan Türkiye'nin yeni koşullarla birlikte jeopolitik evrimini de yaşamakta
olduğu görülmektedir.
Türkiye ünlü jeopolitik teorisyeni Spykman'ın "kenar kuşak" ülkelerinden biri
olarak üç taraflı coğrafi özelliğin tüm unsurlannı yönetebilen bir ülkedir.
Jeopolitik açıdan coğrafi konumu, milli bileşim unsurları, ekonomik yapısı, dini
ve diğer sosyal unsurlan ile askeri unsurları bir bütün olarak Türkiye, soğuk
savaş döneminin iki kutuplu etkilerini taşımıştır. Buna karşın 1990 yılından
itibaren iki kutuplu yapının sona ermesi ile birlikte gelişen olaylar ve 11 Eylül
saldırısı ile ivmelenen yeni süreç global jeopolitiği etkilerken Türkiye için de bir
jeopolitik evrimi başlatmıştır.
Türkiye'nin jeopolitik evrimine neden olan ve bu jeopolitik evrim ile birlikte
güvenlik yaklaşımını değişikliğe uğratan unsurları açıklamakta yarar vardır:
Coğrafi Konum
Türkiye'nin bir önceki döneme oranla akarsuları, dağları, denizleri ve toprak
büyüklüğü değişmemiştir. Ancak buna karşın coğrafi sınırlarında önemli
değişiklikler olmuştur. 1990'ların başından itibaren öncelikle Sovyet Sosyalist
Cumuhuriyetler Birliği değişikliğe uğrayarak bir çok farklı ulus devletin
kurulması sınırları değiştirmiştir. Doğu'da Rusya Federasyonu, Gürcistan,
Nahcıvan ve Ermenistan ile sınırlarımız yeni taraflar bulmuştur. Sovyet tehditi
ortadan kalkarken coğrafi kontrolsüzlük tehditi canlanmıştır. Batı açısından
eski yapıdaki jeopolitik önem ve tehdit karşılaştırması belirsizlik tehditine
dönüşmüştür. Hemen ardından Kafkaslar'da başlayan çatışma ve gerginlikler
coğrafi tehditleri ve sınır hareketlerini farklı ve yeni bir sürece taşımıştır.
Güney'de Körfez harekatı sonrasında coğrafi olarak devlet yönetimi dışında bir
boşluğun oluşması jeopolitik açıdan Türkiye'yi açık kapı konumuna getirmiştir.
Türkiye sınır aşan terörizm ile birlikte on yılı aşan bir süre Güneydoğu
bölgesinde jeopolitik evrimin kötü koşularını yaşamıştır. Jeopolitik açıdan
güney sınırında Irak toprağı sayılan aJan jeopolitik tehditin en yüksek olduğu
bölgedir. İsrail ve Arap devletleri arasındaki çatışma ile Filistin sorununda
yaşanan gşrilimin şiddete döünüşmesi güney jeopolitik rsiklerini oldukça
arttırmıştır.
Akdeniz'de Kıbrıs adası açısından jeostratejik önem artarken jeopolitik
paylaşım isteminden kaynaklanan gerilim ve Avrupa Birliği'nin güvenlik
yaklaşımının yarattığı zorlamalar coğrafi bir sorunu temsil etmektedir.
Türkiye'nin Akdeniz jeopolitik evrimi, bu alanın jeopolitik tehdit olarak ikinci
sıraya yükselmesine neden olmuştur. Ege sahası jeopolitik konumunu
gerileyerek devam ettirmektedir.
Batı bölgesi coğrafi sınırlarında orta uzaklık etkisiyle birlikte siyasi baskı
yaratan yeni bir Birlik sınırı gelişmiştir. Avrupa Birliği'nin yaşadığı evrim ile
birlikte global bir güç olarak Türkiye için coğrafi sınır konumuna gelmiştir.
Kuzey'de açık tehdit yerine çıkar tehditi kapsamında bulunan bir Rusya
Federasyonu konumlanmıştır.
Bunların dışında yeni gelişmekte olan Hazar Havzası ile Körfez Havzasının
Batı ile arasındaki orta hat köprüsü olma özelliği belirginleşmiştir. İslam
coğrafyası ile Batı arasındaki anahtar rol ise artmaktadır.
Politik Durum
İki kutuplu yapı içerisinde oluşan politik katılık yerine yeni durumun yarattığı
esneklilik ve buna parallel çok yönlü ilişkiler ile politik atmosfer büyük ölçüde
değişmiştir. Özellikle ekonomi, ticaret ve güvenlik alanında meydana gelen
politik değişiklikler Türkiye'nin jeopolitik evriminde önemli rol oynamaktadır.
Kuzey'de gelişen ekonomi merkezli politik yakınlaşma atmosferi, doğu'da
Hazar Havzası enerji kaynaklarının transferi ile karşılıklı ticaret yaklaşımının
yarattığı politik atmosfer ve güney'de oluşan güvenlik içerikli yakınlaşma
atmosferi jeopolitik açıdan önem artışı sağlarken, diğer yandan jeopolitik
çekiciliğin getirdiği sınır aşan sorunlarla yeni ve zorlayıcı bir politik durumu
belirginleştirmektedir. Yeni uluslararası yapının mimarisi olarak çok taraflı
dengenin yaratmakta olduğu insiyatif kullanma politikası Türkiye'nin yönetim
reflekslerini de geliştirmektedir.
Unsurların Değişimi
Türkiye'nin artan nüfusu, krize rağmen gelişmekte olan ekonomisi, hizmet,
ticaret ve finansın coğrafi olarak transferini sağlayan sistemi ve büyük gelişme
kaydeden askeri gücü önemli unsur değişiklikleri olarak jeopolitik evrimin
önemini arttırmaktadır. Buna karşın demografik değişim ile beraber, iç göçler,
artan yoksulluk ve beşeri geri kalmışlık coğrafi konumun yarattığı çekicilik
açısından Türkiye için bir jeopolitik tehdit konumundadır.
Jeopolitik Evrimin Etüdü
Yeni oluşmakta olan çok taraflı dengenin üzerinde bina edildiği global
jeopolitik pozisyon ve bu pozisyonun ortaya çıkardığı iki yeni eksen arasında
Türkiye'nin jeopolitiği sıkışmaktadır. Türkiye sıkışmanın yarattığı gerilimi
aşmak ve Kuzey-Batı Ekseni ile Pasifik Ekseni arasında jeopolitik evrimini
yönetebilir hale gelmesi için yukarıda sayılan unsurlarda dahil değişimleri
başarması gerekmektedir. Özellikle askeri alandaki evrimini ekonomi-politik
alana da taşıması kaçınılmazdır. 11 Eylül saldırısı sonrasında global jeopolitik
açısından yaşanan evrim büyük bir hızla devam etmektedir.
Gerek savunma doktrinlehnde meydana getirdiği değişiklikler gerek ise siyasi
güç dengelerinde yarattığı dalgalanmalar açısından, 11 Eylül önemli bir
milattır. Eksen değişikliğine dönük katkıları nedeniyle bu saldırı ve sonrasında
yürütülecek askeri, siyasi ve ekonomik faaliyetlerin dikkatlice izlenmesinde
yarar bulunmaktadır. Kuzey-Batı Ekseni üzerinde Hazar Havzasına dönük
oluşacak baskıların aktif bir askeri boyuta indirgenmesi daha zor olacaktır.
Yeni dönemin oluşum aşamasında Türkiye açısından yakın gelecekte doğu
yönünde jeopolitik tehditin sınırlarını aşması riski azalmaktadır.
Bu jeopolitik evrimle beraber; genelde Avrasya'ya, özelde Türkiye'ye yönelik
olmak üzere yoğun bir siyasi, ekonomik ve askeri ilişki girişimleri başlamıştır.
Türkiye yer aldığı Pasifik Ekseni açısından bir merkez ülke olarak, hem Yakın
Doğu - Orta Asya ile beraber Güney Asya, hemde Avrupa Birliği ve Rusya ile
ikili ve bölgesel olarak, askeri ve savunma, ekonomik ve siyasi, sosyal ve
kültürel işbirliğini geliştirmek ve yeni ortaklık platformları oluşturmak
zorundadır. Bu zorunluluk yeni coğrafi tablonun bir sonucu olmakla beraber
aynı zamanda Avrasya'da güçlü oyuncu olabilmenin bir gereğidir. Bu durum
özellikle ABD ile birlikte yürütülen Stratejik Ortaklık ilişkisini dengelemek
açısından önem arz etmektedir.
Yeni jeostratejik güç merkezleri sıralamasında Güney Avrasya'nın liderliği için
bölge ülkeleri ile rekabet halinde olan Türkiye'nin; etnisite çeşitliliği ve dini
potansiyeli açısından Avrasya genelinde oynayabileceği rolü, askeri,
demografik ve ekonomik olanaklarıyla birlikte yeni jeopolitik evrimine
yansıtması mümkün olacaktır.
2.1.2.TÜRKİYE'NİN ÇOK TARAFLI DENGE AÇISINDAN KONUMU
Çok taraflı yeni dengenin yarattığı ve bölgesel güvenlik ekolojisini değişime
zorlayan dış faktörler Türkiye'nin global konumlanmasını da değişime
yönlendirmektedir. Türkiye'nin çok taraflı yeni denge açısından dış politik ve
güvenlik projeksiyonunu tanımlamak global konumlanma açısından daha
açıklayıcı olacaktır. Çok taraflı yeni dengeyi oluşturan ana aks ülkeler olan
ABD, AB, Çin, Rusya Federasyonu, Japonya ve diğer uluslararası örgütler ile
ilişkiler dört temel politik başlık altında toparlanmaktadır. Bunları entegrasyon
ilişkisi, stratejik ortaklık ve stratejik ilişki, ekonomik ve ticari yakınlaşma ilişkisi,
ve global ortaklık ilişkisi başlıkları altında incelemekte yarar bulunmaktadır.
2,1.2.1.Entegrasyon İlişkisi
Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri olarak entegrasyon hedefi
içerisinde olduğu ana aks Avrupa Birliği'dir. Avrupa Birliği ile olan entegrasyon
temelli ilişki uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Türkiye'nin batı yönündeki hedefi
olması açısından AB önemli sembolik bir konuma sahiptir. Türkiye'nin global
konumlanması açısından Avrupa Birliği ile aktif bir ilişkisi olması kaçınılmazdır.
Türkiye ve Avrupa Birliği arasında entegrasyonu gerekli kılan unsurlar ve
karşılıklı zorlayan kısıtlar bulunmaktadır. 2010 yılına kadar geçecek sürede
Türkiye'nin Birliğe tam üyeliğini belirleyecek bu noktaları sıralamakta yarar
vardır:
Destekleyen Unsurlar:
a. Türkiye açısından batı değerlerine sahip olma ve kendi bünyesine adapte
etmesinde Avrupa Birliği üyeliği kaçınılmaz bir hedeftir.
b. Türkiye'nin ekonomik gelişiminde ve ticaret hacminin arttırılmasında AB'nin
önemli bir yeri olabilecektir.
c. Türkiye'nin demokratik yapısının gelişmesinde
sağlayacağı zorlamalar karşılıklı başarıyı getirecektir.
üyelik
şartlarının
d. Kolektif güvenlik eylemleri açısından bölgesel ittifakın yaratılmasında Birlik
üyeliğinin sağlayacağı avantajlar bulunmaktadır.
e. Beşeri gelişmenin sağlanmasında ve karşılıklı sosyal etkileşimin
sonuçlarının yararlı hale getirilmesinde üyelik hedefi önem arz etmektedir.
LU
OC
— co
Il
15
O
CO
co»
'O
•
-
J
ce •z••••
m
o
>•
co
<
>
<
ce
CD
LU
1z
lu
O
f.
Avrupa Birliği için Ortadoğu ve Kafkaslar'da yaşayan toplumlara esnek
komşuluk olanağını tanıyacak bir ülke olarak Türkiye anahtar roldedir.
g. Güneydoğu Avrupa güvenlik mimarisinin gücü ve istikrarı ile yakın tehditin
uzaklaşıtırılması açısından Türkiye'nin Birlik ortak savunma kapsamına
alınması çok önemlidir.
Kısıtlar:
a. Türkiye'nin Birlik entegrasyonu ile ortaya çıkacak karar mekanizmasının
henüz tam olarak şekillenmemesinden kaynaklanan ortak yönetim
endişeleri bulunmaktadır.
b. Birlik üyeliği dışında kalacak olan Rusya ve İsrail'in bölgesel hareket
serbestliği karşısında, bölgesel konumunu kullanamayan Türkiye'nin çevre
ülkeleri üzerindeki etkisini kaybetmesi söz konusu olacaktır.
c. Birlik ile entegrasyonun bir sonucu olarak tarihsel hedeflerini, çıkarlarını
daraltarak Birlik hedefleri dışına çıkamaması söz konusu olacaktır.
d. Avrasya merkez adası açısından hammadde temininde koridor ülke yerine
koridor üye ülke olmanın getireceği politik ve ekonomik etkinliğin
kaybolması endişesi bulunmaktadır.
e. Avrupa Birliği içerisinde nüfus ve demografik yapı açısından güçlü bir
Türkiye ile fikri ve çıkar farklılığı bulunan ülkelerin karşılıklı iç mücadele
yaşamaları kaçınılmazdır.
f.
11 Eylül ile başlayan süreçten ve çok taraflı yeni dengeden kaynaklanarak
global demokratik değerlerin Birlik dışında da zorunlu olmasının getirdiği
değişimi entegrasyon dışında da sağlama olanağı bulunmaktadır.
g. Ayrıcalıklı ilişkilerin yaratacağı üyelik dışı konumun (Rusya, İsrail ve
İngiltere gibi) Türkiye'ye daha cazip görüleceği anlaşılmaktadır.
h. Egemenlik veya kısmi egemenlik haklarının Birliğe devri konusunda
Türkiye açısından güçlendirilmiş zorluklar bulunmaktadır.
i.
Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı bazı demografik problemlerin erken
dönemde Birlik tarafından baskı unsuru olarak kullanılmasından
kaynaklanan güvenlik endişeleri bulunmaktadır.
2.1.2.2. Stratejik Ortaklık Politikası ve Stratejik İlişki (SOP):
Çok taraflı dengenin ana akslarından olan Amerika Birleşik Devletleri ile
Türkiye arasındaki ilişki biçimi Stratejik Ortaklık ilişkisidir. Bunun dışında bir alt
seviyede olan stratejik ilişki biçimi de ana aks dışında olup eksen açısından
önemli olan İsrail ile bulunmaktadır.
İkili ilişkilerin genel diplomatik çerçevenin dışında bir stratejik derinlik
kazanması ve kazanılan bu derinliğin karşılıklı bağlayıcılığını güvenlik
seviyesine çıkartan bir politik ilişki boyutu olarak SOP öncelikli belirleyiciliğini
sürdürmektedir. Stratejik Ortaklık Politikası üç kademe olarak irdelenmektedir.
Bu noktaları Stratejik Boyuta taşıma, Stratejik İlişki ve Stratejik Ortaklık olarak
sıralamak mümkündür. Türkiye'nin kendi girişimleriyle yaratmaya çalıştığı veya
başka ülkeler tarafından Türkiye ile oluşturulmaya çalışılan Stratejik Boyuta
taşınabilir birtakım ilişkiler söz konusudur. Ancak içinde bulunduğumuz
koşullar açısından ülkemizin yakın gelecek projeksiyonunda belirleyici olan,
İsrail ile yürüttüğümüz Stratejik İlişki ve Amerika Birleşik Devletleri ile
imzaladığımız Stratejik Ortaklık Politikası'nın durumudur.
Amerika Birleşik Devletleri'nin güvenlik anlayışını "Avro-Atlantik Perspektifi"
den "Pasifik Perspektifi" ne yöneltmesiyle birlikte çok taraflı denge açısından
yeni güvenlik yaklaşımı ortaya çıkmaktadır. ABD'nin oluşturmaya çalıştığı yeni
global güvenlik ekolojisi çerçevesinde, Türkiye'nin yeni jeopolitik
konfigürasyonu "ABD'nin Merkezi Avrasya için Kuşatma Stratejisi" ülkelerinden
biri olarak ayrı bir önem ve misyon kazanmıştır. Bu anlamda daha esnek
hareket edebilme yeteneğine ve global demokratik ve ekonomik değerleri
bölgesel alana ihraç edebilme yeteneğine sahip bir misyona ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu misyon için gerekli vizyon ve yapısal dönüşüm süreci,
Türkiye için yapısal değişimleri ve diğer bölgesel değişkenleri yeni global
dengeye uyumlu hale gelecek bir yapı için harekete geçirtmiştir.
Ülkemizin yaşamış olduğu ekonomik kriz süreci çerçevesinde Stratejik Ortaklık
Politikası açısından ABD-Türkiye dengesi bazı zorlamalar ile karşı karşıyadır.
Türkiye'nin yaşamakta olduğu ekonomik kriz sürecinde ihtiyaç duyulan
yardımların ABD tarafından karşılanmasına karşın bu süreçte gerek duyulan
reformların iç direnişle karşılaşması, siyasi istikrarın zayıf bir dengede
bulunmasından kaynaklı dış politik konulardaki kısmi görüş ayrılıkları ile var
olan ilişkinin ticari hareketlerle yeterince desteklenmemesi gibi bazı zorlayıcı
unsurlar olarak sıralanabilinir. Buna karşın stratejik güvenlik açısından elde
edilen başarıların paylaşımı ve terörizmle mücadelede görülen karşılıklı
yardımlaşma ortaklığı derinleştirmektedir. Bu koşullar bağlamında ikili stratejik
yaklaşım ölçümü açısından Çin ve Kuzey Kore konuları ile Kıbrıs, Kuzey Irak
ve Filistin coğrafyasına dönük bazı SOP çerçevesi içerisinde yer alan
konuların daha güncele taşınması ve
sıcak ilişkilerin başlaması
beklenmektedir.
stratejik İlişki kapsamında İsrail ile ilişkilerin seyri karşılıklı risk alma eğilimine
girmek üzeredir. İsrail yönetimine hakim olan mevcut Radikal Musevi Cephe
ile ABD ekseninde yer alan Demokratik Musevi Cephe arasındaki ilişkiler
yeniden yakınlaşma eğilimine girmiş görünmektedir. Bunun sağlanmasında
İsrail'in yeniden oluşturmaya çalıştığı "Güvenilir Sınırlar" için sınır aşan
davranışların genel bir karşı cephe yaratma istemi ve bu istemden
kaynaklanan savaş riski etkin rol oynamıştır. Genel olarak İsrail açısından bu
tür riskleri elimine etmenin temel gereklilik hedefi, Türkiye ile var olan Stratejik
İlişki'nin Stratejik Ortaklık çerçevesine taşınmasıdır.
Türkiye ile İsrail arasında Arap çatışması dışında kalan alanlarda sosyopolitik
seviyede daha derin ilişkilerin gelişmesi mümkün olabilecektir. Ancak İsrail
kendi içerisinde yaşayacağı politik dönüşümü erteledikçe, Türkiye ile güvenlik
perspektifi ve eko-stratejik gereklilik ilgisi daha dar anlamda kalacaktır. Yine de
srail Türkiye'nin Yakın Çevre Politikası çerçevesinde ana aks dışında kalan
en önemli ülke olarak değerlendirilmektedir.
2.1.2.3. Ekonomik ve Ticari Yakınlaşma İlişkisi
Çok taraflı yeni denge kapsamında yer alan ana aks ülkelerden Rusya
Federasyonu, Çin ve Japonya ile Türkiye arasındaki ilişki ekonomik ve ticari
yakınlaşma biçiminde gelişmektedir. Ekonomik ve ticari ilişkinin dışında
ülkeler ile askeri açıdan düşük seviyeli yeni ilişkiler de gelişmektedir. Ancak bu
ülkeler ile ilişkinin temeli çok taraflı dengeye uygun olarak bazı hedefler
içermektedir. Bu hedefleri sıralamak gerekirse:
a. Rusya Fedarasyonu ile coğrafi komşuluğun getirdiği jeopolitik çıkar
çatışmalarına uygun kalacak seviyede, karşılıklı askeri alım antlaşmalan
yapmak.
b. Rusya Federasyonu ile NATO arasında gelişmekte olan ve 2005 yılına
kadar tamamlanacak olan çerçeve antlaşması kapsamına uygun olarak
askeri yakınlık ve ortak güvenlik hedefi içerisinde bulunmak.
c. Rusya Federasyonu ile ileri seviyede ekonomik ve ticari işbirliğini
geliştirmek ve karşılıklı olanaklar yaratmak.
d. Türkiye'den mal ve hizmet transferlerini Rusya, Çin ve Japonya'ya
yapabilmek.
e. Kafkaslar nedeniyle ortak çıkarlarda antlaşmaya varmak ve azami
ayrılıkları alabilecek diplomatik ilişkileri geliştirmek.
f. Çin ile askeri alımlar konusunda düşük profilli yakınlaşmalar içerisinde
bulunmak.
g. Çin ve Türkiye arasında pürüz yaratan konularda ekonomik yakınlık
üzerine inşaa edilecek çözümler ve ortak projeler geliştirmek.
h. Çin pazarında Türkiye'nin etkinliğini arttırmak ve ortak ticareti geliştirmeye
dönük yeni ikili ilişkiler geliştirmek.
i.
iç Asya'da coğrafi kontrol kaynaklı çatışmalarda ve Türk Cumhuriyetleri'nin
sorunlarının giderilmesinde diplomatik ilişkileri geliştirmek.
j . Japonya ile kurulu bulunan ekonomik, ticari ve kültürel ilişkileri daha ileri
seviyeye taşımak,
k. Japonya ve Türkiye arasında geliştirilmiş ticari ortaklıkların kurulmasına
hız vermek.
I. Japonya'nın 2010 yılına kadar geliştireceği askeri fonksiyonlarına uygun
olarak karşılıklı askeri bağları güçlendirmek,
m. Her üç ülke ile olan ilişkilerde diğer stratejik ortaklık ve entegrasyon
ilişkilerinden kaynaklanan yükümlülükleri dengelemek.
2.1.2.4. Global Ortaklıklar Politikası İlişkisi (GOP)
Çok taraflı yeni dengenin ana aks ülkeleri dışında kalan uluslararası
kurumlarla ilişkiler Türkiye'nin global konumlanması açısından büyük önem arz
etmektedir. Bu ilişki biçimi global ortaklıklar politikası olarak şekillenmektedir.
Global Ortaklık Politikası çerçevesi içerisinde yer alan kurumlar, Birleşmiş
Milletler (BM), NATO, İslam Koferansı Örgütü (İKÖ),
G-20 Örgütü ve
Ekonomik Kalkınma Örgütü, Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) ile Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü'dür (KEİK).
Türkiye'nin NATO içerisindeki gücü etkinliğini korumaktadır. NATO'nun Barış
İçin Ortaklık progamı kapsamında genişlemesi ile birlikte yeni alanlarda
Türkiye'nin etkinliği daha da artacaktır. Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı
açısından da Türkiye önemli bir anahtar ülke konumunu sürdürmektedir.
NATO Türkiye'nin global konumlanmasında çok önemli yerini korumaya
devam edecektir.
11 Eylül saldırısı ile birlikte jeopolitik çatışmanın tarafı olarak bir kültürel
karşıtlık konumuna çekilmek istenen İslam Devletleri için Batı ile köprü olması
ve ilişkilerin düzenlenmesinde Türkiye büyük bir önem kazanmıştır. Bu açıdan
İKÖ içerisinde Türkiye'nin daha etkin bir politika izlemesi kaçınılmazdır. Bu
politikanın hedefi ise İKÖ'nün yönetimini elde etmek olarak şekillenmektedir.
Bunların dışında, BM içinde etkinliği arttırmak diğer örgütlerle ilişkileri
geliştirmek uzun bir dönemdir Türkiye'nin izlediği başarılı politikalardır. Son
olarak yakın gelecek projeksiyonu açısından başta güvenlik yaklaşımları
olmak üzere çeşitli nedenlerden ötürü AB ile olan ilişkilerin resesyonu ve hatta
ilerleyen süreçte geçici ilişki zayıflamasının olabileceği hatırlanmalıdır.
2.1.S.TÜRKİYE'NİN YAKIN ÇEVRE POLİTİKASI ANALİZİ
Çok taraflı yeni denge ve 11 Eylül saldırısı ile yeni bir dönemin açılmakta
olduğu bilinmektedir. 11 Eylül sonrası yeni dönemi "Soğuk Barış Dönemi"
olarak tarif etmekteyiz. Yani bir başka ifade ile çatışma seviyesinde gerilim ve
savaş atmosferinde bir barış dönemi yaşayacağız. Özellikle Avrasya
jeopolitiğinde belirgin olacak bir çatışma/gerilim/barış atmosferi Türkiye için
yakın çevre politikasında zor bir dönemi işaret etmektedir. Bu dönemin en
belirgin yanı jeopolitik zorlayıcılıklar ve global etkili olabilecek bölgesel
sorunlardır. Bölgesel açıdan bu sorunlar ve bölgeler Petropolitik açıdan
Kafkasya/Hazar Havzası ve Hidropolitik açıdan Orta Doğu/Doğu Akdeniz
coğrafi sahasıdır. Bu sahalar Türkiye'nin yakın çevre politikasının merkezi
konumundadırlar. Türkiye'nin jeopolitiği ile yaşanılan süreç bu sahalarda yeni
bir stratejik evrimi gerektirmektedir.
Türkiye, bulunduğu jeopolitik konum itibariyle hassas kriterleri bulunan üç
bölgenin merkezinde kesişme noktasındadır. Yine her üç bölgenin barındırdığı
ekonomik zenginlikler ve/veya siyasi-askeri konumlarından ötürü ülkemizin
kazandığı jeostratejik önem bilinen bir noktadır. Bu önemin çok taraflı denge
içerisinde yarattığı politik yapı 11 Eylül ile birlikte farklı bir sürece
dönüşmüştür. Bu dönüşüm aynı zamanda bir rol değişikliğini de beraberinde
getirmektedir.
11 Eylül tarihinde meydana gelen saldırı ile yeni bir sürecin başladığı
bilinmektedir. Bu süreç küresel terörizim ve uluslararası terörle mücadele
ittifakı kavramlarını gündeme taşırken; bölgesel ve küresel seviyede yeni
rolleri de devletlerin önüne koymuştur. Bu rol aynı zamanda Afganistan
Operasyonu ile başlamış olan yeni güç dengeleri arasında geleceği kazanma
veya gelecekte belirgin ve etkin bir yer edinme mücadelesini etkileyecek bir
tanım getirmektedir. Tanımlanan rol ile ülkelerin kendi içlerinde yaşayacağı
dönüşüm ve değişim süreci paraleldir anlayışı belirleyici bir yaklaşım olacaktır.
Bir yandan G-20 süreci ile başlayan bölgesel seviyede liderliği etkileyici
ekonomik yeniden yapılanma; diğer yandan da küresel seviyede bir tehdit
algılamasını kabullenen NATO'nun dünya sathında bir görev edinme
yaklaşımı ile "global güvenlik ekolojisi" ve "global ekonomi siyaseti" yeni
gelişmelerin habercisi konumundadırlar. Tüm bu gelişmelerin ışığında, 11
Eylül öncesi ihtiyaçlar ve sonrası zorunluluklar karşısında yakın çevre
politikasına ilişkin dış politik yaklaşımlarda stratejik kavrayış ve uygulama
açısından bazı değişiklikler gerekmektedir.
Çok taraflı yeni dengenin yarattığı koşullar karşısında Türkiye'nin jeopolitik
evrimi ve global konumlanması açısından bir perspektif çizilmiştir. Bu
çerçevenin etkisinde Türkiye'nin yakın çevre politikasını ve yakın çevre politik
sorunlarını beş ana başlık altında toplamak uygun olacaktır.
Bu beş ana başlık altında Kıbrıs, Ege, Makedonya, Kosova, Bosna, Ukrayna,
Rusya, Gürcistan, Abhazya, Karabağ, Ermenistan, Azerbaycan, İran, Kuzey
Irak ve Irak, Filistin, İsrail, Suriye ve diğer önemli konular hakkında temel
bilgiler verilmektedir.
2.1.3.1. Doğu Akdeniz
Değişen güç merl<ezleri, yeni oyuncuların sahneye çıkması ve ekonostratejik
öneme haiz yeni adreslerin belirmesi ile birlikte, etkinlik ve bölgesel liderlik
mücadelelerinin yoğun olarak cereyan ettiği bir ateş çemberi içerisinde yer
alan Türkiye için güvenlik, bugün ve yakın gelecekte en öncelikli konudur.
Türkiye, hem sınırlarının güvenliği hem de ekonomik çıkarlannın korunması
için, uzun soluklu olarak uyguladığı ulusal güvenlik siyasetinin gereklerini
yerine getirmek için gerekli çabalarını sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye,
bölgesel istikrar ve güvenlik çemberinin sağlanması noktasında, hem kendi
güvenliği hem de üzerinde taşıdığı Batı değerlerini korumak için, hareket
kabiliyeti yüksek, sofistike silah ve donanıma haiz, güçlü bir orduya sahip
olmak zorundadır. Özellikle yakın sınır çerçevesinden gelen tehditler ve maruz
kaldığı sınıraşan terörist saldırılara karşı yürüttüğü ve başarıya ulaştırdığı
ısrarlı
anti-terörist operasyonlarla, ulusal güvenliğinin sağlanmasında
gösterdiği sınıraşan tedbirleri alma kararlılığıyla örnek bir model oluşturmuştur.
Bu ise teröre destek veren ve/veya çıkarını terörist faaliyetlerle bütünleştiren
ülkelere karşı açık bir hatırlatmadır. Ayrıca Türkiye'nin terörizme karşı verdiği
mücadeledeki haklılığı 11 Eylül saldırısı sonrasında tüm Dünya'da daha iyi
anlaşılmaktadır.
Türkiye'nin güvenliği ile global güvenlik için Doğu Akdeniz Güvenlik Mimarisi
olarak tanımlayacağımız yapı büyük önem taşımaktadır. Bu mimari Avrupa
Güvenlik anlayışının aksine merkez olarak Kıbrısı içine alan ve Türkiye,
Ortadoğu, Kuzey Afrika'yı kapsayan bir ekonomik temelli güvenlik girişimidir.
Güneydoğu Avrupa Güvenlik Mimarisi ise Doğu Akdeniz'i alt güvenlik sınırı
olarak gören ve savunma stratejisini bölgeyi tehdit görme yaklaşımı üzerine
kuran bir girişimdir. Bu açıdan Doğu Akdeniz Güvenlik Mimarisi Türkiye'nin
yakın çevre politikasının temelini oluşturmaktadır.
Kıbrıs, Türkiye'nin yanı sıra Doğu Akdeniz güvenliği açısından da son derece
önemli bir jeostratejik konumdadır. Kıbrıs'ta tarafların eşit statüde, iki halk ve
iki devlet olarak tanınmaları öncelikle çözüm olup, bundan sonraki aşamada
bir ada- iki halk- iki devlet görüşmeleri için Türkiye yapıcı katkılarını devam
ettirmektedir. Ama esas olan öncelikle Ada'da iki devlet olarak, tarafların kendi
aralarında temel sorunların çözümü için diyaloglarının geliştirilmesidir. Kıbrıs
sorunu ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığı ve bağımsızlığı
korunmak kaydıyla müzakere edilmeye devam edecektir. Kıbrıs, Türkiye'nin
Güvenlik Siyaseti açısından vazgeçilmezlik statüsünü korumaktadır.
2.1.3.2. Ortadoğu
Hidropolitik açıdan Ortadoğu gözlerin çevrildiği bir alandır. Türkiye'nin güney
sınırındaki ülkeler ile su ilişkisi ise yakın çevre politikasının hidropolitik
etkisinde kalmasına olanak tanımaktadır.
2000'li yıllara girerken Su dünyanın en stratejik ve yaşamsal unsuru olma
trendini yükseltirken, beraberinde yeni krizleri de derinleştirerek gündeme
taşımaktadır. Türkiye, ekonomik ve sosyal refah seviyesinin arttırılması
maksadıyla sınıraşan akarsularından daha fazla yarar sağlayacak projeleri
hayata geçirmeye başlamıştır. Dünya Bankası ile Keban ve Karakaya
Barajlarının yapımı sırasında yapılan anlaşma gereği Suriye'ye verdiği
saniyede 500 metreküp su miktarındaki taahhüdü yerine getirmesine rağmen;
özelde Suriye'nin ve genelde Arap dünyasının dile getirdiği, her an suyun
Türkiye tarafından kesileceği iddiaları bölgede muhtemel su savaşları
senaryolarını zaman zaman ön plana çıkarmaktadır.
Türkiye; Fırat ve Dicle'yi Arap dünyasının ifade ettiği gibi "Uluslararası
Akarsular" olarak değil, "Sınıraşan Akarsular" olarak kabul etmektedir. Bunun
bir gereği olarak, Türkiye bu akarsular üzerinde eşit egemenlik ve eşit
paylaşımı kabul etmemektedir. Bu nedenle, Türkiye sınıraşan akarsuları
üzerinde uluslararası hukuk açısından her türlü projeyi uygulamayı kendi
egemenlik hakkı olarak görmektedir.
Ancak dış siyasetimiz açısından benimsediğimiz, sınıraşan akarsularımızın
hakça ve optimum kullanımı olarak ifade ettiğimiz "^iç aşamalı plan" öneri
paketi çerçevesinde bu akarsularımızla ilgili olarak ekonomik temelde
görüşmeler ve proje çalışmaları yapmak mümkündür. Özellikle tarafımızdan
ortaya konan "Su Borsası" projesi, bu anlamda iki noktada büyük önem arz
etmektedir. Birincisi, Orta Doğu özelinde hem ekonomik işbirliğinin
geliştirilmesine katkı sağlayacak hemde sınıraşan akarsularımız aynı zamanda
sınıraşan barışı getirecektir. İkinci önemli nokta ise, dünya üzerinde benzer
durumdaki bir çok bölgede su problemlerinin çözümünde örnek bir model teşkil
edecektir.
Bu konuyla ilgili ülke tezimizi ve çözüm önerilerimizi yukarıda ifade ettiğimiz
üzere; ekonomik temele dayalı ve egemenlik hakkımızı koruyan ikili veya üçlü
projelere açık oluduğumuz gibi, İsrail gibi ihtiyaç sahibi ülkelerin taleplerini
karşılamak noktasında açık diyalog sürecini sürdürmekteyiz. Suriye, Irak, İran,
Bulgaristan, Yunanistan ve eski Sovyet sınırları ile olan su ilişkimiz, sürekli
artan değeriyle su konusunun dış siyasetimizdeki önemli yerini koruduğunu
göstermektedir.
Irak'ın toprak bütünlüğü içerisinde Kuzey Irak halkının ve Türkmenlerin
sorunlarının ve konumlarının barışçıl diyalog ortamı çerçevesinde, çözümü
beklenen ve ülkemiz tarafından takip edilen bir konudur. Uzun zamandır
devam eden siyasi boşluğun güvenlik boşluğu halinde devamı sınır faaliyetleri
açısından dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu nedenle Kuzey Irak içerisinde
bağımsız bir faaliyetin oluşmaması açısından Irak içerisinde siyasi istikrarsızlık
ve boşluğun ortadan kaldırılmasını amaç edinen çalışmaların hızlandırılması
gerkmektedir.
israil'in merkezinde yer aldığı Orta Doğu Barış Süreci Sharm El Sheik'ten
başladığı yeni dönemi, Suriye ile de devam ettirerek yakın zamanda nihayete
erdirmelidir. ABD ve Batı'nın, Orta Doğu ve Avrasya'ya açılan kapısı olarak
Doğu Akdeniz, güvenli bir ekonopolitik alan olabilmek için gerekli güvenilir
yapısını kazanmak zorundadır. Doğu Akdeniz kapısının anahtarı,
oluşturulacak yeni ve geniş katılımlı bir ekonomik ve güvenlik şemsiyesi
altında saklıdır. Arap dünyasının gençlik ve dinamizminin yeni sembolü olarak
Ürdün'ün yeni Kralı, kişiliğinde barındırdığı batının evrensel demokratik
değerleriyle birleştirdiğinde Orta Doğu açısından yeni bir dönemin başladığını
göstermektedir. Benzer anlamları üzerinde taşıyan Fas'ın yeni Kralı da bir
başka işareti vermektedir. Artık Arap dünyasında "Mutlak Monarşinin" yerini
"Demokratik Monarşi" almaktadır. Esad sonrasında oluşan yeni Suriye tablosu
bu anlamda büyük önem taşımaktadır. Mısır ise değişim rüzgarına karşı
isteksiz davranmakla geleceğin Yakın Doğu'sundaki liderliğini tehlikeye
düşürmüştür.
Türkiye İsrail ile arasında kurduğu ekonomik, askeri, teknolojik, bilimsel ve
siyasi işbirliğini geliştirmek suretiyle Orta Doğu Barış Sürecinde olumlu katkıda
bulunmaya devam etmektedir. Ancak Türkiye, bu olumluluğun aynı zamanda
ülkeye fayda sağlanması için, diğer Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle
ekonomik ve siyasi işbirliğini geliştirme çabasını yoğunlaştırmalıdır. Doğu
Akdeniz Ekonomik ve İstikrar örgütlenmesi bu açıdan büyük önem
taşımaktadır.
2.1.3.3. Kafkaslar ve Hazar Havzası
Petrostratejik hamlelerin çok sık yapıldığı Kafkasya satranç tahtasında, diğer
rakiplerden ayrı olarak, bölge devletleriyle ve bölge halklarıyla din-dil-kültür
birlikteliğimizin önemi çok büyüktür. Ancak Türkiye açısından bu kazanımın
daha güven veren ve tercih edilen bir ekonomik-siyasi ortaklık sistemine
dönüştürülmesi çabası yeterli seviyeye
ulaşmadığı veya yanlış taktikstratejilerden kaynaklanarak istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir.
Kafkasya ve Hazar Havzası barındırdığı enerji kaynakları ile hem dünyanın
hem de bölge ülkelerinin cazibe merkezidir. Hazar havzasındaki petrol ve
doğalgazın dünya pazarlarına taşınması yönünde geliştirilen projeler; bu
projelerin doğu-batı yönünde seyri ve geçiş güzergahları üzerindeki yoğun
ekonomik ve siyasi rekabetle birlikte Kafkasya'daki diğer siyasi krizler, dış
siyasetimizde son derece önemli yer tutmaktadır. Türkiye açısından petrol
boru hattının Bakü-Ceyhan projesi çerçevesinde hitamı temel hedef olmakla
birlikte, siyasi ve ekonomik mücadeleler ve bölgesel dengeler açısından, bir
yerine alternatif birkaç hattın inşaasının kaçınılmaz olduğu görülmektedir.
Türkiye hem alternatif diğer hatların proje grupları içerisinde yer alma çabasını
hem de ana taşıyıcı hattın Bakü-Ceyhan olduğu tezindeki ısrarını ve
mücadelesini sürdürecektir.
Doğal enerji kaynaklarının nakil projelerinin yanı sıra, bölgesel siyasi krizler
açısından Abhazya ve Yukarı Karabağ sorununun çözümlenmesi Türkiye için
son derece önemli konulardır. Abhazya sorununun Gürcistan'ın toprak
bütünlüğü korunarak çözümlenmesi. Kuzey Kafkasya'nın barışı ve güvenliği
açısından büyük önem arz etmektedir. Rusya'nın uygulamakta olduğu
Abhazya politikası Kuzey Kafkasya'da savaşı ciddi bir aşamaya taşıma riskini
korumaktadır.
Türkiye'nin genel anlamda petrostratejik beklentilerinin, özel anlamda BaküCeyhan projesinin hayat bulmasında, Ermenistan'ın Güney Kafkasya Barışı
noktasında konumunu netleştirmemesi engelleyici bir durumdur. Türkiye bu
netliği kazandırabilme imkan ve kaabiliyetini ortaya koymalıdır. Sınırsal konum
açısından hep aynı yerde kalmak durumunda olan Ermenistan'ın konumsal
netsizliği, hep aynı konumda kalmak istemeyen Rusya'nın İran'a daha yakın
fiziksel bir aralıkta bulunma istemini netleştirmektedir.
Yukarı Karabağ sorununun ve Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin iki tarafın
anlaşabildiği ortak bir noktaya getirilerek çözüme kavuşturulması, hem Güney
Kafkasya'daki Rusya etkinliği hem de sınırlarımızın güvenlik öncelikleri
açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye tam bağımsızlığını kazanmış bir
Ermenistan'ın bölge güvenliği ve taraflar açısından önemini vurgulamaya
devam etmelidir. Ayrıca Türkiye Ermenistan-Azerbaycan arasındaki ihtilafın
giderilmesinde üreteceği çözümlerle birlikte aracı bir konum kazanmak
zorundadır.
Bakü-Ceyhan hattının Batı'ya daha hızlı bir sürede ulaşabilmesi açısından ve
bölgedeki ülkelerin ekonomilerinin, Türkiye'nin öncülüğünde geliştirilecek
işbirliği çerçevesinde uluslararası piyasa ile bütünleştirilmesi için daha fazla
çaba sarf edilmelidir. Bölgeye olan sınır komşulukları nedeniyle iki önemli ve
güçlü ülke olarak, Türkiye ve Rusya bölge sorunlarının çözümünde ortak
işbirliğini geliştirmek çabası içinde olmalıdırlar. Bilindiği üzere dolaylı çatışma
ve gerginlik süreçleri iki tarafa da üstünlük sağlamayacaktır. Türkiye'nin
bölgede barışı destekleyen tutumuna karşın, Rusya'nın da bölgede yürüttüğü
istikrarsızlık ve kriz yaratma politikasından vazgeçmesi gerekmektedir.
Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan'ın ortak bir payda altında ve
kazançlarının hakça korunması çerçevesinde Türkiye'nin öncü girişiminde bir
araya getirilmesi, Rusya-Kazakistan-Kırgızistan-Çin denkleminin çözünürlüğü
açısından önem taşımaktadır.
Ermenistan'ın tam bağımsızlığı Güney Kafkasya barışı ve Türkiye-Rusya-İran
ilişkilerinin geleceği açısınd'^n büyük önem taşımaktadır. Trans Kafkasya boru
hatlarına Batı'dan gelecek finansal destek için bu konu ayrıca önem
kazanmaktadır. Kafkasya'nın Yugoslavyalaşma sürecine itilmesi ülkemiz
güvenliğini ilgilendirdiği kadar, Kafkasya çerçevesinde tüm tarafları riske
edecektir. Türkiye, bu bağlamda bölgede yürüttüğü barış amaçlı güvenlik
ortaklığı girişimlerini, taraflara güven veren ve diyaloga açık bir çerçevede
sürdürmektedir. Kafkas İstikrar Paktı'nın
temel felsefik çerçevesi bu
hassasiyete dayanmaktadır.
Pakistan-Afganistan-Tacikistan-Özbekistan ekseninde merkezi Asya'ya ve
Türkmenistan üzerinden Hazar Havzasına yayılma trendinde bulunan
ekstremist aşırı dinci hareketlerin oluşturabileceği tehditlerin önlenmesinde
Rusya ve Çin'in üstlenmekte oldukları rol, aynı zamanda merkezi Avrasya'daki
güvenlik dengelerini alt üst etmektedir. Buna mukabil Afganistan operasyonu
ile birlikte önleyici tedbirlerin alınmasında ABD'nin bir karasal kuvvet yapısı
teşkil ettirerek merkezi Avrasya'ya yerleşmesi Rusya-Çin güvenlik yaklaşımını
etkileyecektir. Bu girişim lokal bir kuvvet olarak Türkiye'nin konumunu önemli
kılmaktadır. Buna karşın ekstremist gruplarla mücadele açısından risk
artacaktır. Türkiye, yakın gelecekte bu riski tek başına taşımak durumunda
kalmamalıdır. Sosyal yapımız üzerinde mevcut durumda bulunan antiekstremist yapılara, ortak paydalardan hareketle ivme kazandırılması kontrollü
ve güvenli bir gelecek için büyük yarar taşımaktadır.
2.1.3.4. Karadeniz
Karadeniz; komşu ülkelerin ekonomik ilişkilerinde görülen canlılık, Hazar
petrollerinin Doğu Avrupa'ya ve Trans-Balkan hattı ile Adriyatik'e taşınması
senaryoları ve diğer etkenlerle birlikte gittikçe ısınan bir bölgedir. Bu sıcaklığın
gerilim ve kriz yerine, dostluk ve paylaşıma dayalı ortaklığa dönüşmesi
taraflann yararına bir durumdur. Türkiye, tarihsel süreci ile birlikte
Karadeniz'de vardır ve olmaya devam edecektir. Karadeniz'de bölge ülkeleri
arasında yürütülecek güvenlik ve işbirliği ile her türlü yayılmacı ve çatışma
yaratan etkenlere karşı ortak bir tavır almak mümkün olacaktır. Türkiye,
Kafkasya ve Balkanlar ile eş zamanlı olarak yürüttüğü Karadeniz Deniz
Kuvvetleri Güvenlik İşbirliği ve Karadeniz Sahil Güvenlik İşbirliği çalışmalarıyla
bu noktada üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme gayretindedir. Bu
anlamda Ukrayna ile geliştirilecek ekonomik ve siyasi işbirliği son derece
büyük önem taşımaktadır. Ukrayna askeri, ekonomik ve siyasi tam
bağımsızlığı ile Avrupa'nın Karadeniz'deki bir istikrar uzantısı olarak varlığını
ortaya koymalıdır. Rusya'nın bölgesel güvenlik ve ekonomik işbirliği
çalışmalarına aktif katılımı hedeflenen bölgesel barış açısından son derece
büyük önem taşımaktadır.
2.1.3.5. Balkanlar
Türkiye'nin ilgi sahası olarak etkisel güvenlik alanı bağlamında: Batı'da
Makedonya- Kosova; Kuzey'de Karadeniz, Doğu'da Ermenistan ve Karabağ,
Güney'de Kıbrıs ve Kuzey Irak ekseninde oluşacak her türlü siyasi ve askeri
gelişim ve değişim, öncelikli değer ifade etmektedir. Diğer bir tanımlama ile
Türkiye'nin "Yakın Çevre Politikası" ve "Çevre Güvenliği" bu noktalardan
itibaren daha fazla hassasiyet taşımaktadır.
Kosova'da tarafların bütün haklarını koruyan bir çözümün geliştirilmesi ve
Bosna -Hersek'te kazanılan hakların korunması Türkiye'nin dış siyaseti
açısından önemlidir. Makedonya'da yaşanmakta olan siyasi ve iç güvenlik krizi
bütün Balkan ülkelerini ciddi bir çatışmanın içine çekebilme özelliğine sahiptir.
Arnavutların haklarının verilmesi ve korunması önemli bir siyasi sorumluluğu
gerektirmektedir. Bir anlamda bir Balkan ülkesi olarak Türkiye; bölgeyle olan
tarihi, kültürel ve insani ilişkilerinin ve kendi güvenlik ekolojisinin bir neticesi
olarak bu bölgede, gerek NATO gerekse AGİT nezdinde yürütülecek
faaliyetlere aktif olarak katılım politikasını sürdürücektir. Balkanlar'da
Türkiye'nin dışında olduğu veya taraf olmadığı bir faaliyetin yürütülmesi
Türkiye çıkarları ve dış siyaseti açısından kabul edilemez.
2.1.3.6. Yakın Çevre Politikasının Getirdiği Yükler
Çok taraflı yeni denge ile ortaya konan yakın çevre politikasının getirdiği yükler
Türkiye'nin kendi iç yapısında
ve dış hedeflerinde bazı değişimleri
gerektirmektedir. Bu değişimler ile çok taraflı dengede global konumun ve
bölgesel jeopolitik evrimin sağladığı avantajları beşeri gelişme ve
kalkınmasına dönüştürme imkanını bulacaktır.
Türkiye ekonomik ilgi ve etkinlik sahasını Gebelitarık ve Kuzey Afrika'dan Alt
Güney Asya ve Sarı Deniz'e kadar genişletmiştir. Küresel ekonomik süreç ile
birlikte tüm Dünya'da rekabet edebilir bir fonksiyonel ekonomik yapı
kazanmak, ülkemizin ulusal ekonomik siyasetinin gerekliliğidir. Türkiye,
Avrasya'nın etkin merkez ülkesi olarak, modern ve serbest ekonomik yapısı ile
yakaladığı avantajlı konumun bilincinde olmaktan öte gayretler sarf etmek
zorundadır.
Türkiye, öncelikle kendi demokratik yapısını güçlendirme ve bireyinin refah
seviyesini arttırma çabasını sürdürmektedir. Karşı karşıya bulunulan sorunlar
ve zamanın hızlı akışı karşısında elini daha çabuk tutma zorunluluğunu her
yönetim kademesinin bilmesi ve üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Türkiye, bölgesinde demokrasi, istikrar, barış getiren güvenlik ve ekonomik
refah açısından model bir ülke olmak için çaba göstermektedir. Aynı çaba ve
hedeflerin diğer bölge ülkelerinde de gösterilmesi, bölgede yaşayan ulusların
refah ve mutluluğu, ortak değerler ve işbirliği çalışmalarımızın nihai hedefidir.
Bu bakımdan global demokratik değerlerin tesisinde, bölgesel istikrarın
sağlanmasında, Türkiye etkin ve öncü bir rol üstlenmiştir. Türkiye artık siyasi
model ihraç eden ülke konumda olacaktır. Türkiye, serbest piyasa ekonomisi,
dünya ile bütünleşme ve demokrasi değerlerini ihraç etmek politikasını
geliştirmelidir. Öncelikle de bu rolün gerektirdiği iç değişimi sağlamalıdır.
Türkiye, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Havzası'ndaki yeni
jeostratejik durumun ortaya koyduğu gereklilikler çerçevesinde, ortak çıkarlar
baz alınarak, çok taraflı yeni dengenin ana aks ülkeleri ile ilişkilerini stratejik
seviyede geliştirecektir. Bu yeni stratejik anlayış ve kavramın gerektirdiği yakın
çevre politikası ise Türkiye tarafından bölgeye barış ve refahın getirilmesi için
bir araç olacaktır.
Yukarıda ifade edilen Türkiye'nin jeopolitik evrimi, yeni durum karşısında
global konumlanması ve uygulamakta olduğu yakın çevre politikası ile çok
taraflı denge içerisinde güçlü bir konumu bulunmaktadır. Artan önem ve buna
karşın artan riskle birlikte Türkiye'nin iki yapılı dünyada üstlendiği tek tip ve iki
yapıdan birine kesin bağlılık politikasını değiştirmekte olduğu gözlenmektedir.
Bu değişiklik Türkiye'nin artık "çok taraflı Türkiye" profilini yakalamakta
olduğunu işaret etmektedir.
Ancak 11 Eylül saldırısı ile büyük bir ivme kazanan bu yeni süreçte gelişmeyi
ve dönüşümü çok hızlı yapmak gerekmektedir. Stratejik olarak yapılan bir
profil değişikliğinin ülkenin tüm kurum ve kuruluşları ile sosyal yapıya yeni
hedefler olarak taşınması gerekmektedir. Agresif bir savunma refleksinin
yaratacağı içe kapanma riskini aşabilmek açısından ulusal çıkarların daha
geniş bir alana ve farklı konulara yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Türkiye'nin jeopolitik evrimi coğrafi ve politik önemi son derece arttırmıştır.
Aynı şekilde global tehditlerin Türkiye'nin yakın çevre politikasına etki edecek
oranda artması ise jeopolitik tehditi de arttırmıştır. Fırsat ve tehdit kavşağı
uzun bir süre beklemeyi kabul etmemektedir. Tarihin önemli bir değişim anını
yaşamakta iken önemlilik evriminin fırsatını başarma evrimine çevirmek
Türkiye için tek ve en önemli çıkar yoldur.
2.2 ÇOK TARAFLI TÜRKİYE'NİN EKONOMİK ÖNCELİKLERİ VE
KISITLARI
Dünya'da çok taraflı yeni dengenin oluşumunda temel kriterlerin ekonomik
içerikli olduğu açıktır. Refah paylaşımı bunların başında gelmektedir. Yeni
dengenin oluşumunda ülkelerin sahip olduklan ekonomik güç belirleyici
olacaktır. Yeni yapı ekonomik açıdan piyasa ekonomisi, serbest mal ve hizmet
ticareti, ekonomik ve ticari birlikler ile uluslar arası düzenleyici normlar üzerine
kurulmaktadır.
Bu yeni yapı çerçevesinde öngörülen Çok Taraflı Türkiye için ekonomik
öncelikler ve yanısıra Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu kısıtlar
bulunmaktadır. Ekonomik açıdan Çok Taraflı Türkiye öngörüsü; bölgesel bir
ekonomik ve ticari merkez ülkeyi, piyasa ekonomisi modelinin ihracını bölgede
istikrar unsuru olacak ve sosyal refah ve beşeri gelişmişlik seviyesini
bölgesinde destekleyecek bir ekonomik istikrarı içermektedir.
Böyle bir öngörü Türkiye'nin ekonomik önceliklerini de işaret etmektedir.;
Ekonomide kamu kesiminde yeniden yapılanma sağlanmalı, bu amaçla kamu
reformları tamamlanmalıdır. Bu aşamada devletin ekonomideki yeri yeniden
tanımlanmalıdır.
Türkiye hem uluslar arası yeni yapının gereği olarak, hem de kendi ekonomik
istikrarı için piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile yerleştirmelidir. Bu
yapı içinde ekonomik kaynakların etkin ve verimli kullanımı ile üretim
ekonomisi oluşturulacaktır.
Türkiye, uluslar arası alanda ve özellikle bölgesinde bir ekonomi ve ticaret
diplomasisi politikası tespit etmeli ve bunu uygulayarak uluslararası ekonomik
bütünleşmede özellikle bölgesinde aktif ve öncü rolü oynamalıdır.
2.2.1, EKONOMİDE
YAPILANMA
DEVLET
VE
KAMU
KESİMİNDE
YENİDEN
Türkiye'de ekonomik açılımların sağlanmasının önündeki en önemli kısıt
devletin bugün için ekonomide sahip olduğu roldür. Devlet üretim ve istihdam
yaratma buna bağlı olarak gelir ve kaynak yaratma işlevlerine önemli ölçüde
sahiptir. Kamu kurumları, kamu fiyatları, kamu müdahaleleri piyasa
ekonomisinin tam anlamı ile kurulmasını engellemektedir. Bu nedenle
ekonomi alanında öncelikle bir dünya görüşü olarak devletin ekonomideki
rolünün ne olacağı belirlenmeli, sınırları çizilmeli ve bu yeni rolü gerektiren
kamu kesiminde yeniden yapılanma tamamlanmalıdır.
Bu amaçla;
Ekonomide önümüzdeki on yıl boyunca tam bir piyasa ekonomisine geçişi
öngörülmelidir. Bu nedenle aynı süreç içinde devlet ekonomik anlamda tüm
mal ve hizmet üretiminden çekilmelidir.
"Kamu Fiyatı" ortadan kaldırılmalıdır. Kamunun belirlediği herhangi bir mal ve
hizmet fiyatı kalmamalıdır.
Devlet deregülasyon düzenlemeleri ile tekel konumunda olduğu tüm sektörleri
özel sektörün katılımına açmalıdır. Devlet tekeli ortadan kaldırılmalıdır. Özel
sektörün bu alanlara katılımı ile geniş bir yeni istihdam alanı yaratılmış
olacaktır.
Devlet ekonomik mal ve hizmet üretimi alanından çekileceğinden bu alanlarda
istihdam yaratma görevinden de çekilmektedir. Çıkarılacak yeni personel rejimi
ile düzenlenmiş devlet memurluğu devletin tek istihdam alanı olarak kalmalıdır.
Devlet ekonomiden çekilerek elde edeceği gelirleri (özelleştirme ve benzeri) ve
elde edeceği tasarrufu "insan kaynaklarına ve beşeri gelişmeye dayalı
ekonomik kalkınmanın" ihtiyaçları için yani bireylerin eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik, çevre, moral değerler, kültür-sanat gibi alanlarda geliştirilmesi için
kullanmalıdır.
Devletin bu anlamda temel görevi piyasa ekonomisine katılımcı tüm birey ve
girişimcilere eşit beşeri gelişme hakkı tanıması, birey ve girişimcileri
donatması ve rekabetçi bir piyasa yaratılması ile bu piyasanın kuralları içinde
çalıştırılmasıdır. Hukukun üstünlüğü bu noktada önem kazanmaktadır.
Devlet ekonomide kural koyucu, (tam piyasa şartlarının çalışmasına yönelik)
denetleyici, gözetleyici ve hakem rolünde olmalıdır. Eşit rekabet şartlarının
yaratılması ve uygulanmasından sorumlu tutulmalıdır.
Devlet Merkez Bankası, Eximbank, İller Bankası (son iki bankaya da özel
sektör ve girişimcilerin ortaklığı olabilir) dışında hiçbir mali kuruma sahip
olmamalıdır.
Devlet, bölgesel kalkınma farklılıklarının giderilmesi amacıyla kısa süreli ve
geçici olmak şartıyla ve tercihen bölgenin özel sektörü ve girişimcisi ile ortaklık
şeklinde ekonomik mal ve hizmet üretiminde bulunabilmen, daha sonra ortaklık
payını özel kesime bırakmalıdır.
Kamu, altyapı yatırımlarını sürdürmelidir. Bu yatırımlarda özel sektörün
ortaklığı veya tam katılımı, veya çeşitli finansman yöntemleri ile özel sektörün
altyapı yatırımlarını gerçekleştirmesi desteklenmelidir.
Ekonomi yönetiminde dağınıklık giderilmeli ve merkezi yönetim içinde ekonomi
yönetimi Ekonomi Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı altında toplanmalıdır. Hiçbir
devlet bakanlığı ekonomik yürütme işlevi üstlenmemelidir. Başbakanlığa
doğrudan bağlı herhangi ekonomik karar verici bir kurum da olmamalıdır. Tüm
yetki ve sorumluluk iki bakanlıkta toplanmalıdır. Başbakan doğal olarak bu iki
bakanlığın sorumluluğunu taşıyarak ekonominin genelinden sorumlu olacaktır.
Merkezi ve yerel idare merkezi ve yerel (bugünkü haline göre daha geniş ve
etkin) ekonomik ve sosyal konseyler ile sürekli istişarelerde bulunulmalıdır.
Ekonomi yönetiminde merkezi yönetim bazı gelir toplama ve harcama
yetkilerini yerel yönetimlere devrederek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımı
sağlanmalıdır. Yerel hizmetler konusunda merkezi otoritenin karar gücü
daraltılmalıdır. Böylece bölgesel ve yerel inisiyatifler güçlendirilmelidir.
Devletin planlama fonksiyonları ve bunu yürüten Devlet Planlama Teşkilatı
yeniden tarif edilmelidir. Tam bir piyasa ekonomisi hedefi içinde planlama
fonksiyonu işlemini yitirmektedir. Ancak hedeflenen Çok Taraflı Türkiye'nin
ekonomik ilişkilerinin stratejik planlaması için Devlet Planlama Teşkilatı
stratejik bir konuma getirilmeli ve doğrudan Ekonomi Bakanlığına bağlı olarak
strateji ve buna bağlı program geliştirme merkezi haline getirilmelidir.
Devletin teşvik sisteminde odak noktası teknolojinin ve AR-GE'nin teşviki ile
KOBİ'lerin teşvik edilmesi olmalıdır. Ekonominin genelindeki teşvik sistemi ise
zaten Avrupa Birliği ve GATT anlaşmalarına bağlı olarak düzenlenme
durumundadır.
Devlet artık yeni sosyal devlet anlayışı (bir sonraki bölümde aynntılı
sunulmaktadır) ile ekonomide doğrudan müdahalelerde bulunamayacaktır.
Devlet yeni sosyal devlet anlayışı içinde herkese eşit beşeri gelişmişlik sunma
ile görevli olacak ye harcamalarını bu yönde yapacaktır.
Toplumun halen önemli bir bölümünü oluşturan tarım kesimi, tümü ile piyasa
ekonomisine dahil edilmelidir. On yıllık geçiş süreci içinde devlet doğrudan
destekleme alımlarından çekilerek, tarım ürünleri fiyatlan ürün borsalarında
belirlenmeli, devlet tarım kesimine verimliliğinin artırılması yönünde doğrudan
kaynak transferinde bulunmalıdır.
Kamu kesiminde harcama ve borçlanma reformu yanısıra. Özelleştirme,
Sosyal Güvenlik Sistemi, Vergi Reformu, Personel Rejimi Reformu, Fonlar ve
Yerel Yönetimler Reformu, Tarım Kesimi Reformları tamamlanmalıdır.
Kamu Kesimi Reformları ile kamu açıkları ve kamu borçlanma gereğinin
azaltılması neticesinde borç stoku azalmaya başlayacak, enflasyon ile faiz
oranları istenilen rakamlara çekilecektir. Böylece ekonomik istikrar sağlanmış
olacaktır. Ekonomik istikrarı gören yabancı sermaye kaynakları'ile borçlanma
gereği azalan kamuya daha önce akan kaynaklar ise hızlı ve sürdürülebilir
ekonomik büyüme için kullanılacaktır.
"Mali Kesim Reformu" önemli bir aşamadır. Kaynakların tasarruf sahiplerinden
(yurtiçi - yurtdışı) ekonomik büyümeyi sağlayacak özel kesime aktarımını mali
kesim gerçekleştirmektedir. Ancak mali sistem sağlıklı çalışmamaktadır. Mali
sistemde şeffaflık ve mali yeterlilik ile etkin bir denetim - gözetim sistemi
kuracak önlemleri içeren Mali Kesim Reformu tamamlanmalıdır. Böylece
kaynakların ekonomide etkin kullanımının önü açılacaktır.
2.2.2. PİYASA EKONOMİSİ VE ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇİŞ
Türkiye son yirmi yıldır piyasa ekonomisine geçmeye çalışmaktadır. Kamunun
ekonomideki ağırlığı nedeniyle piyasa ekonomisi tam anlamı ile
çalışamamaktadır. Kamu reformlarının geciktirilmesi ile kamu kesimi
borçlanma gereğinin yüksek olması ekonomideki dengeleri bozmakta,
ekonomide krizlere yol açmakta ve istikrarlı bir ekonomik büyümeye geçişi
engellemektedir.
Devletin ekonomide yerinin yeniden tarif edilmesi ve buna bağlı olarak kamu
kesimi reformlarının tamamlanması ile birlikte piyasa ekonomisi de tüm kurum
ve kurulları ile çalıştırılmalıdır. Üretim ekonomisine geçiş ve istikrarlı bir
ekonomik büyüme için elverişli çevre böylece sağlanmış olacaktır.
Ekonomide kamu kesimi tüm mal ve hizmet üretiminden çekilmelidir. Devletin
Ekonomideki Yeri bölümünde devletin ekonomideki konumu net olarak tarif
edilmişti.
Devlet piyasa ekonomisinin tüm kurumlarının, kurallarının oluşturulmasından
ve uygulanmasından ve piyasanın etkin denetim ve gözetiminden sorumludur.
Devlet piyasa ekonomisinde "yedek oyuncu" bile değildir, (gerektiğinde
müdahale ederim zihniyeti)
Özel sektör piyasa ekonomisinin tek oyuncusudur. Ekonomide üretim ve
istihdamın (devlet memurluğu şeklinde hariç) tek kaynağı haline gelmektedir
ve uluslararası rekabete giderek daha çok açılmaktadır.
Devlet ile özel sektör ilişkisi
a) Devletin kural koyuculuğu, piyasalarda denetim ve hakemliği
b) Özel sektöre teknoloji, verimlilik, katma değer alanlarında teşviki
c) Altyapı yatırımlarında işbirliği
d) Kamu yatırımlarının ve alımlarının ihale (değiştirilecek ihale yasası ile) ile
özel sektöre yaptırılması alanları ile sınırlıdır.
Bu ilişkilerin tamamı merkez yönetimler için olduğu kadar yerel yönetimler
(yerel yönetimler reformu) için de geçerlidir.
Piyasa ekonomisi ile ilişkili ve ekonominin genelindeki istikrar için önemli bir
konu da Tarım Kesimi Reformudur. Bu reform 25 milyonluk bir nüfus ile
ekonominin ancak yüzde 15 katma değerini yaratan tarım kesimi ile ilgilidir.
Türkiye tarımda güçlü bir üretici ülke olarak kalmalı ancak tarım toplumu
olmaktan çıkmalıdır.
Bunun için Tarım kesiminde de tam bir piyasa ekonomisi uygulanmalıdır.
Devlet tarım destekleme alımlarından çekilmelidir. Tüm tarım fiyatları mal
borsalarında belirlenmelidir. Devlet toprak reformu sonrası işletmeler haline
gelen ve vergi veren (mal borsalarına girmesi halinde vergi istisnası) tarım
kesimine verimlilik artışı ile ilgili desteklemede bulunmalıdır.
Devletin "Gelir Dağılımının iyileştirilmesi ile ilgili ekonomiye müdahalesi
olmamalıdır. Ekonomi vizyonu içinde atılan adımlar ve devletin yeniden
yapılandırılması ile önümüzdeki on yıl içinde yaratılacak refah aynı zamanda
ekonomik istikrar (düşük enflasyon ve faizler) ile gelir dağılımında da
iyileşmeyi kendiliğinden sağlayacaktır. Borç ve açıklar içinde kamunun
reformları yapmadan, kendini yeniden yapılandırmadan gelir dağılımını
düzeltme adına ekonomiye müdahalesi ve kesimler arası kaynak aktarımı
geçici olmakta, reel kaynaklara dayandırılmadan yapılan müdahaleler bir
dönem sonra gelir dağılımını (yükselen faizler ve enflasyon) daha da
bozmaktadır.
Çalışma hayatı ile ilgili, özellikle sosyal güvenlik ve sağlık şemsiyesi tüm
çalışanları kapsamalı, özel sektör ve kamu üzerindeki yük paylaşımı yeniden
yapılandırılmalı, özel sigorta ve güvenlik sistemlerinin alana girmesi
sağlanmalıdır. Esnek çalışma sistemlerini getirecek çalışma ve iş hukuku
düzenlemeleri yapılmalıdır. Sendikalar ve sendikalı olma ile ilgili sınırlamalar
demokratikleşme prensipleri çerçevesinde özgürlükçü anlayış ile yeniden
düzenlenmelidir.
Ekonomik vizyon; uluslararası rekabet, verimlilik, bilgi ekonomisi, insan
kaynaklarına ve beşeri gelişmeye dayalı kalkınma (sermaye birikiminin beşeri
sermayenin gelişimine yönlendirilmesi), bireysel girişimcilik (bireysel hak ve
özgürlüklerin), yenilikçilik ve yaratıcılık (düşünce ve fikir özgürlüğü) ile sosyal
liberalizm (bireysel girişimcilikte eşit donanım ve fırsat eşitliği) kavramlarını
ekonominin temel unsurları haline getirmektedir.
Ekonomik büyüme ve üretim ekonomisine geçiş için yukarıda sıralanan
önlemlerin tamamlanması zorunludur. Üretim artışı ve ekonomik büyüme
kendine uygun bir ekonomik çevre talep etmektedir. Yukarıdakilerin tamamı ile
devletin ekonomideki yeni rolü ve kamu kesiminde yeniden yapılanma bu
çevrenin yaratılmasını sağlayacaktır. Bu uygun çevrenin yaratılması ile birlikte
dünya pazarlarında ve özellikle bölgesel ekonomik ve ticari birlikler içinde
rekabetçi bir özel sektör yaratılacaktır.
Özel sektör öncelikle teknoloji, katma değer, verimlilik, yaratıcılık ve uluslar
arası standartlara uyum konusunda teşvik edilmelidir.
Sektörel tercihler ise;
Ekonomik iç dinamiklerin yaratacağı talepler
Dünya pazarlarında ve bölgesel pazarlarla mukayeseli avantajlara sahip ve
rekabet avantajına sahip olabilecek sektörler
Ekonominin itici sektörleri
Uluslar arası esnek üretim sistemine eklenecek yan sanayi (küçük sanayi)
Stratejik ve öncelikli sektörler
kriterleri ile belirlenmelidir.
2.2.3. GLOBAL VE BÖLGESEL EKONOMİK ROLLER VE TÜRKİYE
2.2.3.1 Merkez Ülke Türkiye
Çok Taraflı Yeni Dünya Dengesi içinde Çok Taraflı Türkiye'nin en önemli
unsuru ekonomik ve ticari açıdan bir merkez ülke konumuna getirilmesidir.
Çok taraflı bölgesel ve global ekonomik ve ticari ilişkilerin kurulması Türkiye'yi
21.yüzyılın başlarında eksenlerin kesişme noktasındaki "çevre ülke"
konumundan yeni bir "merkez ülke" konumuna götürecektir. Temel hedef iç ve
dış dinamiklerin tamamının "merkez ülke" olmaya yönelik olarak
değerlendirilmesi ve yönetilmesi olmalıdır.
Küreselleşme olarak ifade edilen süreç içinde dünya tüm ülkeleri dış dünya ile
daha yoğun bir etkileşime sokmaktadır. Dış dünyanın belirleyiciliği tüm ülkeler
için kendi içlerindeki "ideoloji" ve "sınıflaşma" öğelerine göre daha önemli hale
gelmiştir. Dış dünyanın katılım, tüketim, iletişim, bilişim devrimleri etkileyici
olmaktadır. Önemli olan dış dinamiklerin etkileri ile iç dinamiklerin etkilerinin
örtüştürülmesi ve merkez ülke olma hedefine yönelik olarak kullanılmasıdır.
Ekonomik açıdan Merkez ülke - çevre ülke ilişkileri de değişmiştir. İlişki
değişikliği Türkiye'ye ilk kez 21.yüzyıla girerken bir merkez ülke olma olanağı
sunmaktadır. Merkez-çevre ülkeleri arasındaki eski ilişki tarifinde ilişkilerde
"kim-kime bağlı" belirleyici idi. Bugün ise ilişkilerde "kim net katma değer elde
ediyor olgusu" belirleyici olmaktadır. Rekabet üstünlükleri net katma değer
yaratanı belirlemektedir. Rekabet üstünlükleri de verimlilik, ileri teknoloji ve
mali yeterlilik ile sağlanmaktadır. Bu unsurlara sahip ve ilişkide oldukları
ülkelere göre avantajlı ülkeler çevre ülke konumundan merkez ülke konumuna
gelebilmektedir.
Türkiye'nin "merkez ülke" konumunu belirleyici üç unsur, dünyada da yükselen
üç değer Piyasa Ekonomisi, Demokrasi ve Dış Dünya ile Bütünleşmedir.
Türkiye bölgesindeki ülke gruplarına kıyasla bu üç yükselen değerde çok
ileridir, önemli birikimlere sahiptir ve bunları kendi içinde de geliştirerek ihraç
edecek niteliktedir.
Bu nitelikleri ile Türkiye Avrasya coğrafyası içinde bir merkez ülke olmayı
hedeflemektedir. Güneydoğu Avrupa, Karadeniz Ülkeleri, Orta Asya
Gumhuriyetleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri merkez ülke Türkiye'nin
piyasa ekonomisi ve demokrasi ihraç edeceği, dış dünya ile bütünleşmede
aracı ve köprü olacağı coğrafyalardır. 21.yüzyılda bölgenin refahı ve istikrarı
için dünyanın yükselen değerlerinden en az payını almış bu ülkeler karşısında
bu değerlerin önemli birikimine sahip Türkiye'nin merkez ülke olması
kaçınılmazdır.
"Merkez Ülke" olmanın ana hedefi bölgedeki ekonomik refahın ve istikrarın
sağlanması ve bunun Türkiye ve diğer ülkeler tarafından adil şekilde
paylaşılmasıdır. Türkiye'nin bunun dışında merkez ülke olmaktan çevresindeki
ülkeler üzerinde hiçbir beklentisi, çıkan ve arzusu olmamalıdır.
Bu nedenle "merkez ülke" olma stratejisi tamamen "ekonomi ve ticaret
diplomasisi" ve "değerler diplomasisi" üzerine kurulmalıdır.
"Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi" bölgesel ekonomik ve ticari birliklerin
kurulması ve mevcutların güçlendirilmesi ve Türkiye'nin tüm birliklerde itici rol
oynaması ile sağlanacaktır.
"Değerler Diplomasisi" ise ideolojilerin değil, demokrasi, laiklik, çağdaş ilişkiler
ve kurumların tanıtılması, kurulması ve ihracı ile sağlanacaktır.
"Değerler Diplomasisi"nin en önemli aracı, "Multimedya Koridoru" olmalıdır.
İletişim teknolojisinde ileri konumda olan Türkiye tüm bölge ülkelere yönelik
"piyasa ekpnomisi, demokrasi, laiklik ve çağdaş değerler" içerikli kültür ihraç
etmelidir. İletişim ve medya altyapısı buna göre kurulmalıdır. Bu bölge
toplumlarının ve insanlarının değerler diplomasisi ile bilinçlendirilmesi
sağlanmalıdır.
Türkiye'nin merkez ülke olma hedefi herhangi bir uluslar arası üst örgüte tam
üye olmasına engel değildir. Daha açıkçası Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam
üyeliği Türkiye'nin merkez olmasına "engel" değildir veya "alternatifi" de
değildir.
Nitekim Avrupa Birliği ile bugün içinde bulunduğumuz "Gümrük Birliği" merkez
ülke Türkiye'nin ekonomik ve ticari açıdan bölgesel rekabet gücü ve avantajları
kazanmasında önemli bir unsurdur.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde elde edilecek, Demokrasi, İnsan Hakları,
Hukukun Üstünlüğü ve her alanda yüksek standartlar yine merkez ülke
Türkiye'nin bölgesindeki ülkelere ihraç edeceği değerlerdir ve bunların Türkiye
içinde güçlenmesini sağlayacaktır.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki tek uyuşmazlık Türkiye'nin merkez ülke
olma hedefinin Avrupa Birliği'nin de bölgeye yönelik çıkarları ile çatışması
olabilir. Bu noktada Türkiye bölgesel merkez ülke konumu ile piyasa
ekonomisi, demokratikleşme ve dış dünya ile bütünleşme konusunda ülkeleri
Avrupa Birliği'nin bu konulardaki ölçütlerine yaklaştıracak, bölgede refah ve
istikrarı sağlayacak 21.yüzyılda belki de bu ülkeleri Avrupa Birliği'ne tam
üyeliğe hazır hale getirecektir. Bu nedenle Türkiye'nin merkez ülke olması
Avrupa Birliği'nin de uzun vadeli çıkarınadır.
2,2.3.2. Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi
Ekonomi ve Ticaret Diplomasisinin yaratılmasının temel amacı Türkiye'nin
bölgesel ekonomik ve ticari ilişkilerinde uzun vadeli hedeflere ve stratejilere
sahip olmasıdır. Bu hedef ve stratejiler çok taraflı Yeni Denge içinde bölgesel
çok taraflı ekonomik ve ticari ilişkilerin kurulmasıdır.
Ancak bu diplomasinin bölgesinde ortak refah yaratacak projelere dayalı
olması gerekmektedir. Ayrıca ekonomi ve ticaret diplomasisi dünya
ekonomisinde incelenen global ekonomik büyüme, enerji ihtiyacı ve
karşılanması , gıda talebi ve karşılanması, su ihtiyacı ve karşılanması gibi
trendler karşısında Türkiye'nin uzun vadeli hedeflerini ve yaklaşımlarını da
içermeli ve projeler de bunları hayata geçirecek nitelikte olmalıdır.
Türkiye önümüzdeki 10 yıl için "Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi"ne dayalı "10
Stratejik Faktör Programı" nı uygulamalıdır.
SF-1 Bölgesel Ekonomik Ve Ticari İşbirliği Örgütleri
Türkiye bölgesinde öncülük ettiği ve üyesi olduğu bölgesel ekonomik ve ticari
işbirliği örgütleri; Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, Güneydoğu Avrupa
Ülkeleri İstikrar Paktı ve İşbirliği Şartı, Ekonomik İşbirliği Örgütü ile OrtadoğuKuzey Afrika İşbirliği kurumlarının faaliyetlerini hızlandırmalıdır. Bu örgütlerin
tamamında yer alan tek ülke Türkiye böylece bölgesel ticaretin
genişletilmesini, bölgede geniş bir serbest ticaret alanı kurulmasını, bölgede
ortak dış ticaret politikalarının izlenmesini ve altyapı yatırımlarının
tamamlanması ve uyumunu sağlamalıdır.
SF-2 Avrupa Birliği İle Gümrük Birliği Ve Serbest Ticaret Anlaşmaları
Türkiye Avrupa ile sağladığı Gümrük Birliği ve 15 ülke ile yapılan (4 ülke ile
daha yapılacak) Serbest Ticaret Anlaşmaları ile uluslar arası sermaye, uluslar
arası ve bölgesel ticaret için çok geniş bir serbest ticaret alanı oluşturmaktadır.
Türkiye dış ticarette AB normlarının ve uluslar arası normların bölgeye
taşınmasına aracılık etmektedir. Bölge ülkelerinin AB ve dış dünya ile
bütünleşmesine aracılık etmeli,yabancı yatırımcılar için elverişli ticaret çevresi
sunmalıdır.
SF-3 Serbest Ticaret Bölgeleri
Türkiye çok geniş bir ticaret potansiyeline sahip Avrasya coğrafyasına yönelik
faaliyet gösterecek Serbest Ticaret Bölgeleri oluşturmalıdır. İhtisaslaşmış
Sanayi alanları, teknolojiye dayalı ve bölge hammadde kaynaklarına dayalı
sanayi üretimi yaparak bölge ticaretine konu olacaktır. Serbest Ticaret Alanları
ise ikinci ipek ticaret yolu ve Avrasya koridoru üzerinde transit ticaret ve çok
taraflı -ikili ticarette avantajlar sağlayacak- ticaret bölgeleri olmalıdır.
Bölge ülkeleri kaynaklannın uluslar arası pazarlara açılması ve taşınması;
Avrasya bölgesindeki ülkelerin ekonomik potansiyelini sahip oldukları
kaynaklar oluşturmaktadır. Petrol, doğal gaz, altın, çeşitli metaller, pamuk ve
buğday gibi emtialar uluslar arası pazarlara açılmaktadır. Türkiye bölge
ülkelerinin doğal kaynaklarının uluslar arası pazarlara açılmasında merkez
rolünü oynayacaktır.
SF-4 Enerji Kaynaklarının Uluslar Arası Piyasalara Taşınması Ve Akdeniz
Petrol Borsası
Türkiye Hazar ve Orta Asya petrol ve doğal gazının batılı pazarlara
taşınmasına öncelik vermelidir. Azerbaycan ve Kazakistan petrolünün BaküCeyhan hattı ile uluslar arası pazarlara .sunacaktır. Bu bölgeden uluslar arası
piyasalara açılacak Orta Asya petrolünün fiyat teşekkülü de Ceyhan veya
İstanbul'da kurulacak Akdeniz Petrol Borsası'nda gerçekleşecektir.
Türkiye için bölge doğal gazının petrolden önemli bir ayrıcalığı vardır. Türkiye
petrolü taşıyacak ancak çok az kullanacaktır. Bölge doğal gazına ise
Türkiye'nin evvel emirde ihtiyacı bulunmaktadır. Türkiye önümüzdeki 10 yıl
içindeki enerji asçığını bölge ülkelerinden ithal edeceği doğal gaz ile
kapatacaktır.
SF-5 Bölgesel Altın Ticareti Ve İstanbul Altın Borsası
Türkiye bölge ülkelerinin altın arzı ile altın talebini İstanbul Altın Borsası
aracılığı ile karşılamalıdır. Türkiye; Hong Kong ile Londra arasında Avrasya
bölgesindeki kıymetli maden ticaretine aracılık etmelidir.
SF-6 Bölgesel Emtia Borsaları
Türkiye öncülüğünü İzmir Vadeli İşlem Borsası'nın yaptığı emtia borsalarının
sayısını artırmalıdır. Bu borsalarda sadece Türkiye'nin değil bölge ülkelerinin
emtialarından kayıtlı olmalı ve işlem görmelidir. Türkiye bölge ülkelerinin
pamuk ve buğday başta olmak üzere, emtia ürünlerinin açılımını sağlamalıdır.
SF-7 Su Ve Akdeniz Su Borsası
Türkiye önümüzdeki dönemde, sahip olduğu "su" yu uluslar arası su hukuku
düzenlemelerine ve anlaşmalarına bağlı kalarak, özellikle ihtiyacı bulunan
Ortadoğu ve Arap Yarımadası ülkelerine satarak, bölgesel barışa da katkıda
bulunmuş olacaktır. Su, öncelikle Manavgat yöresinden Kıbrıs üzerinden
İsrail'e taşınacaktır. Orta vadede suyun fiyatı kurulacak "Akdeniz Su Borsası"
nda belirlenmelidir.
SF-8 Bölgesel Finans Merkezi : İstanbul
Türkiye, bölge ülkelerinin finansal piyasalarının uluslar arası finans piyasaları
ile bütünleştirilmesinde aracı olurken, bölge ülkelerine yönelik uluslar arası
sermaye hareketlerinin de merkezi olmalıdır. Sermaye piyasaları aracılığı ile;
bölge borsaları arası işbirliği ve eşanlı işlem sağlayacak borsalar arası iletişim
ve işbirliği merkezi platformu Avrasya Borsalar Federasyonu (FEAS) ile İMKB
olacaktır. İMKB uluslar arası pazarı bölge ülkelerinin menkul kıymetlerinin
ihracına olanak tanımaktadır. Bölge ülkelerine yönelik sermaye hareketlerinin
yönetimi ile TOMB merkezli bölge ülkeleri arası ödeme sistemi kurulması diğer
hedeflerdir. İstanbul Altın Borsası, Akdeniz Petrol Borsası ve Akdeniz Su
Borsası finansal merkezi güçlendirecek borsalar olacaktır.
SF-9 Avrasya Ulaştırma Koridoru Ve İkinci İpek Ticaret Yolu
Türkiye, Avrasya bölgesi içinde yük ve yolcu taşımacılığında kara, demir ve
deniz yolları ile bölgesel merkez ve köprü rolünü oynayacaktır. TRACECA,
Avrasya Ulaştırma Koridoru Londra ile Çin Denizi arasını birbirine
bağlayacaktır ve bu uzun yol ikinci ipek ticaret yolu olarak Avrasya Kıtası
içindeki ticaretin ana güzergahı olacaktır. İkinci İpek Ticaret Yolu Avrupa ile
Asya arasında üç yoldan birbirine bağlanmaktadır. Kara ve demir yolu Türkiye
üzerinden geçmektedir. Türkiye bu hattı tamamlayacak, otoyol ve demiryolu
(Kars-Tiflis demir yolu, Ankara Doğu ve Güneydoğu Anadolu bağlantılı
otoyolları) yatırımlarına öncelik vermelidir. Yine İstanbul, Mersin ve İzmir
limanları deniz taşımacılığı ile Avrasya-Amerika arasındaki ticarette ana
limanlar olarak rol alacaktır.
SF-10 GAP Projesi, Bölgesel Gıda Ambarı
Türkiye; 2000-2010 yılları arasında mevcut GAP Master Planının yerini alacak
GAP Bölgesel Kalkınma Planı ile GAP'ı tamamlamayı ve tüm bölge
ülkelerinin tarım ürünü ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflemelidir.
Türkiye ekonomide yeniden yapılanma ve kamu reformları ile piyasa
ekonomisine geçiş sürecinde 10 stratejik faktör programını da uygulamalıdır.
Bu program ekonomik büyüme içinde büyük katkı sağlayacaktır. 10 SF
Programı içinde yer alan unsurlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Türkiye bu
program ile birlikte bölge ülkelerine yönelik değerler ihracına "piyasa
ekonomisi, demokrasi, dünya ile bütünleşme" ye de aracılık etmeli ve Avrasya
bölgesinde ekonomik kalkınma ve refahı temin ederek bölgesinde kalıcı
güvenliği sağlamalıdır.
2.2.3.3. Global Ekonomik Rol ve G-20 Üyeliği
Çok taraflı yeni denge içinde ekonomik açıdan bölgesel merkez ülke olma ve
bunu uygulanacak ekonomi ve. ticaret diplomasisi ile hayata geçirme temel
yaklaşımdır. Ekonomi ve ticaret diplomasisi ilişkiler açısından çok taraflılığı
zorunlu kılmaktadır.
Türkiye'nin bu bölgesel yaklaşımı global ekonomik ilişkilerde G-20 üyeliği ile
de örtüşmektedir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yeni dönemde ilişkileri
düzenlemek üzere G-20 kurumu oluşturulmuştur. G-20' de G-8 ülkeleri ve AB
ile IMF-Dünya Bankası temsilcisinin yanı sıra gelişmekte olan 10 ülke
bulunmaktadır. Bu ülkeler; Brezilya, Arjantin, Meksika, Güney Kore, Çin,
Hindistan,Güney Afrika, Suudi Arabistan, Türkiye ile Rusya'dır. Bu ülkelerin
özellikleri gelişmiş ülkeler ile geniş ticaret hacimlerinin bulunması ile gelişmiş
ülkelerden yönelen sermaye hareketlerinin bu ülkelerde yoğunlaşmasıdır. Aynı
zamanda bu ülkeler, bölgelerinde ekonomik büyümenin ve ticari gelişimin itici
ülkeleri ve merkezleri konumunda veya potansiyelindedir. G-20 içinde gelişmiş
ülkeler ile gelişmekte olan 10 ülke ticari ve finansal serbestleşmenin yönetimini
birlikte üstlenecektir. Ve gelişmekte olan 10 ülke bölgelerindeki ülkeler (yeni
pazarlar) gelişmiş ülkeler ve uluslar arası pazarlar arasında köprü rolü
oynayacaktır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye yeniden tanımlanmakta ve
düzenlenmekte olan dünya ilişkilerinde G-20 üyesi olarak önemli bir işlevi
üstlenmiştir. G-20'nin içinde yer alan, Türkiye dahil 10 gelişmekte olan ülke,
bölgelerinde gelişme potansiyele en yüksek ve bölgeleri için istikrar unsuru
ülkeler olarak seçilmişlerdir.
Türkiye kendi bölgesinde Avrasya coğrafyası üzerinde önemli bir potansiyele
sahip bulunmaktadır. Avrasya coğrafyası Güneydoğu Avrupa ülkeleri,
Karadeniz ülkeleri, Kafkaslar ve Orta Asya ülkeleri ile Ortadoğu ülkelerini
kapsamaktadır. Bu bölgede geniş enerji kaynakları, kıymetli maden ve metal
kaynakları, emtia kaynakları mevcutken, önemli bir pazar ve ikili ticaret
potansiyeli bulunmaktadır. Aynı zamanda bölge, sıcak çatışmalar, sınır
ihtilafları, etnik çatışmalar, radikal akımlar, kitle imha silahları ve nükleer
silahlar gibi tehditleri de barındırmaktadır.
Bu tehditler karşısında Avrasya coğrafyasında istikrarın öncelikli şartı bölgede
güvenliğin tesis edilmesi olmuştur.
Ancak bölgede güvenliğin ve barışın sürekli ve kalıcı olması, ekonomik refahın
sağlanması ile mümkün olacaktır. Bölgenin ekonomik potansiyeli özellikle
sahip olduğu enerji kaynakları ve diğer kaynaklar nedeniyle oldukça yüksektir.
Kalıcı güvenlik ve istikrar için gerekli ekonomik refah, bölgesel ekonomik ve
ticari çok taraflı işbirlikleri ile sağlanacaktır. Türkiye bölgede bu işbirliğinin
yönlendiricisi konumundadır.
2.3. ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE İÇİN SOSYAL FIRSATLARIN
VE TEHDİTLERİN ANALİZİ
Çok taraflı yapının tesisinde sosyal unsurlar, ekonomik ve güvenlik unsurları
kadar etkili olmaktadır. Toplumsal yapının temelinde olan birey ve insan sosyal
ilişkilerin ana unsurudur. Bu nedenle sosyal unsurları göz ardı eden
yaklaşımlar ile yapılan analizler sonucunda çok taraflı denge eksik veya yanlış
kurulacaktır.
Sosyal olgular çok geniş bir çerçeveye yayılmaktadır. Devletlerin sosyal devlet
olma ilkesinden başlayan bu çerçeve medeniyetlerin ve dinlerin ayrışmasına
kadar çok farklı alanlarda tartışmalara yol açmakta ve iyileştirmeleri
gerektirmektedir.
Türkiye'nin Çok Taraflı Yeni Denge içinde konumlandırmasını yaparken sosyal
unsurları da değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye bu anlamda sosyal
unsurlardan kaynaklanan bazı fırsatlar ve tehditler ile karşı karşıya
bulunmaktadır. Öncelikle devletin ekonomideki yerinin yeniden tarifine ve
kamu reformlarına paralel olarak, sosyal devlet ilkesinin de yeniden tarif
edilmesi gerekmektedir. Bu yeni tarif çerçevesinde sosyal ve beşeri gelişme,
gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluğun yarattığı tehditler incelenmeli, sosyal
ve beşeri gelişmenin araçları olarak ise demografik unsurların, eğitimin ve
örgütlü sivil toplumun etkinliği yeniden şekillendirilmelidir.
Sosyal doku, yeni sosyal devlet anlayışı çerçevesinde beşeri gelişmeye dayalı
olarak iyileştirilirken bir yandan da yeni döneme ilişkin bireysel özgürlüklerin
genişletilmesi ve yeni ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir. Burada bir
başka bakış açısı ile bireyin de çok taraflı dünya ve çok taraflı Türkiye'nin yeni
şartlarına uyum sağlayacak şekilde evrimi söz konusudur. Bu evrim doğal
akışı içinde olacaktır. Ancak kamusal yönlendirmeler (özgürlüklere müdahale
değil) mutlaka olmalıdır.
Son olarak da medeniyetler çatışması olgusu arasında sıkıştırılmaya çalışılan
İslam'ın İslam jeopolitiği çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi ile birlikte
Türkiye'nin temsil edeceği ve değerlerini tüm İslam ülkelerine ihraç edeceği
köprü olma modelinin geliştirilmesi, kendi toplumu içinde benimsenmesi ve
bunu global anlamda paylaşması, böylece global sosyal iyileştirmenin önemli
bir öncü rolünü üstlenmesi gerekmektedir.
2.3.1. SOSYAL DEVLET İLKESİ
Sosyal devlet ilkesi için diğer iyileştirme alanları ile uyumlu yeni bir yaklaşım
geliştirilmektedir;.
Klasik Refah Devleti; sosyal refahın optimizasyonu amacıyla ekonomiye aktif
ve kapsamlı müdahalelerde bulunmaktadır. Müdahaleci, düzenleyici,
yönlendirici, girişimci, yeniden dağıtımcı fonksiyonlarına sahiptir.
Sosyal Devlet İlkesi, sınırlı ve sorumlu devlet ilkesinin temel nitelikleri ile
yeniden tarif edilmektedir. Sosyal devlet ilkesi adına müdahaleci, girişimci ve
yeniden dağıtımcı fonksiyonları en aza indirilmelidir. Düzenleyici ve
yönlendirici fonksiyonları yeniden düzenlenmelidir.
Yeni Sosyal Devlet; insanların beşeri gelişmişliğinin eşit ve tam
sağlanmasından
ve
bireylerin
piyasa
ekonomisi
rekabetine
eşit
hazırlanmasından ve piyasa ekonomisinin sosyal yönünün geliştirilmesinden
sorumludur.
Türkiye'nin çok taraflı dünya içinde rekabetini sağlayacak en önemli unsuru
"insan"dır. Hedefler ve ekonomik kalkınma "insan kaynaklarına ve beşeri
gelişmişliğe" dayandırılmalıdır.
Dünyada rekabette belirleyici; insan kaynakları ile bunların beşeri gelişmişliği,
bilgi düzeyi ile manevi ve moral değerlerinin gücü haline gelmiştir.
Bu noktada sosyal devlet ilkesi, kamu kaynaklarının gerekli bölümünün insan
kaynaklarının beşeri gelişmişliğine kaydırılmasını öngörmektedir. Bilgi
toplumuna geçiş ile manevi ve moral değerlere yatırım yapılması
hedeflenmelidir. Klasik sosyal devlet anlayışı ile devletin reel gelirlere (vergi
vb.) dayanmayan kaynaklarını bazı kesimlerin lehine transfer ödemesi
şeklinde kullanması ile hem kaynaklar etkin kullanılmamakta, hem de Türkiye
hedeflerinden giderek uzaklaşmaktadır.
Devletin klasik sosyal devlet ilkesinde terk edeceği fonksiyonların önemli bir
bölümünü ise piyasa ekonomisi üstlenmelidir. Bunun aracı özel kesimin sivil
örgütlenmesi ve gönüllü sivil toplum kuruluşlarıdır. Devlet bunu teşvik etmeli
ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği içinde olmalıdır. Klasik Sosyal Devlet
ilkesinde terk edilen fonksiyonları özel kesim yürütmelidir. Bu "piyasa
ekonomisinin sosyal sorumluluğu" olarak ifade edilmektedir.
Küreselleşen dünyada rekabetin oyuncuları özel sektördür. Özel sektörün
rekabette karşılaştığı en önemli engellerden biri de vergidir. Özel sektör ve
bireyler daha az vergi vermek istemektedir. Sınırların kalktığı ortamda
sermaye daha az vergi vereceği yerlere gitmektedir. Bu devletlerin vergi
gelirlerini düşürmektedir. Vergi gelirleri düşen devletin klasik sosyal devlet
ilkesi içindeki fonksiyonlarını yerine getirmesi de zorlaşmaktadır.
Bu nedenle azalan vergi gelirleri ile devletin yeni sosyal devlet ilkesini
benimsemesi, özel sektörün (piyasa ekonomisi oyuncuları) ise daha az vergi
ödeyerek elde ettikleri tasarrufların bir bölümü ile devletin sosyal devlet
ilkesindeki fonksiyonların bir bölümünü gerçekleştirmesi en akılcı yoldur.
Böylece eşit olmayanlara eşit davranan, zayıfı koruyan mekanizmaların
olmadığı piyasa ekonomisi ve piyasa ilişkileri sosyal yönü ile devletten aldığı
bu görevi yerine getirmelidir.
Devletin sosyal devlet anlayışı ise piyasa ekonomisinde herkesi eşit ve güçlü
kılacak donanımları tüm bireylere istisnasız ulaştırmak olmalıdır.
Yeni sosyal devlet ekonomide mal ve hizmet üretiminden çekilerek istihdam
yaratma vasfından vazgeçmektedir. İstihdam yaratma, yani iş yaratma işlevini
ekonomide piyasa ekonomisine terketmektedir. Sosyal devlet bireylere iş
bulma sorumluluğunu bırakmaktadır.
Ancak piyasa ekonomisinde istihdam yaratma olanaklarının geliştirilmesi için
çalışma mevzuatı esnekleştirilmelidir. İş gücü piyasası esnek işgücü pazarı ile
daha az işsizlik yaratacak bir yapıda yeniden düzenlenmelidir.
Sosyal devlet, işgücü pazarında arzda bulunacak tüm bireylerin beşeri
gelişmişliğini ve moral-manevi değerlerini yüksek tutmaktan sorumludur ve
herkese bu donanımı vermelidir.
Hedef milyonlarca eğitimsiz, vasıfsız insanlarımıza devlet kadrolarında maaş
olarak ödenen kaynakların eğitimli, vasıflı, verimli insanlar yaratılması için
kullanılmasıdır. Bu değişime toplumun ve bireylerin de "istekli ve katılımcı"
olması gereklidir.
Devlet beşeri gelişmişlik konusunda eğitim ve sağlık alanlarındaki
hizmetlerinin tüm bireyleri kapsamasını sağlamalıdır. Yaygın bir burs ve sağlık
sigortası sisteminin kurulmasının ardından eğitim ve sağlık hizmetleri
karşılığında bir bedel ödenmelidir. Eğitim ve sağlık alanında özel sektörün
geniş katılımı sağlanmalıdır. Paralı olacak bu katılımda olanağı olmayanların
burs sistemi ile eğitilmeleri ve sağlık sigortası ile sağlık hizmetlerinden
yararlanması sağlanmalıdır.
Devlet Sosyal Güvenlik işlevini sürdürmelidir. Ancak sisteme özel sektörün
geniş katılımı sağlanmalıdır. Sosyal Güvenlik Sistemi reformu sonrasında
sistemin aktüerya ve mali dengesinin yeniden sağlanması ardından çalışanlar
için özel veya devlet sistemi arasında seçim yapabilme olanağı getirilmelidir.
Kentleşme sosyal yapı içinde önemli bir unsurdur. Tarım kesimi nüfusunun
toplam nüfusa oranının on yıl sonunda yüzde 10'lara indirilmesi
hedeflenmelidir. Bu nedenle kırsal alandan kentsel alanlara göç önemli bir
konut ihtiyacı doğurmaktadır. Konut ihtiyacının karşılanmasında yeni sosyal
devlet doğrudan konut üretiminde yer almamalıdır. Hazine ve belediye
arazilerinin konut alanı olarak kullandırılması ve piyasa mekanizması içinde
uzun vadeli konut finansmanını sağlayacak mali piyasaların kurum ve
enstrümanlarının çıkartılması, bunlarla ilgili hukuki mevzuatın hazırlanması ve
denetimi devletin görevi olmalıdır. Ucuz konut yapımı, merkezi yönetimlerin
işlevleri arasından çıkartılmaktadır. Yerel yönetimler ise finansman yükünü
merkezi bütçeye yüklemedikçe konut üretiminde bulunabilmelidirler.
Yeni sosyal devlet gelir dağılımının iyileştirilmesi adına ekonomiye ve
piyasalara müdahale etmemelidir. Teşvik unsurları da dahil kesimler arası
farklılıkları gözeten transfer ödemeleri yapmamalı ve fiyat farklılığı
gözetmemelidir. Piyasa mekanizması düzenine gelir dağılımı düzeltme adına
devlet müdahale etmemelidir. Sosyal devletin görevi bireyi piyasa
ekonomisinin rekabet şartlarına hazırlamak olmalıdır.
2.3.2. BEŞERİ GELİŞME; ETKİLİ UNSURLAR
2.3.2.1. İnsan Unsuru, Bilgi Toplumu, Demografi ve Eğitim
"Beşeri Gelişme" idealizmi Türk insanına yönelik olmalıdır.
Türkiye 21.yüzyılın başında iki önemli olanağı yakalamıştır. Çok taraflı yani
denge içinde "Merkez Ülke" olma ilki, "insan kaynaklarına ve beşeri
gelişmeye" dayalı ekonomik büyüme ve kalkınma ise ikincisidir.
Ekonomik kalkınma için gerekli olan faktörler; emek, sermaye ve doğal
kaynaklardır. Özellikle sermaye sanayileşmede, doğal kaynaklar ise (örneğin
petrol) tek başına ekonomik refahı (çoğu kez ekonomik kalkınmayı değil)
sağlamada önemlidir. Ve ülkeler bu üretim faktörlerinin zenginliğine göre
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak gruplandırılmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin bu mevcut üretim faktörleri içinde özellikle sermaye
birikimini sağlayarak gelişmiş veya yeni sanayileşmiş ülke olma konumuna
gelmeleri önemli bir süreci (Güney Kore 30 yıl 1960-1990) almaktadır.
Sermaye yetersizliği (doğal kaynaklar da kıt ise, burada doğal kaynak olarak;
dünya piyasalarından stratejik ve belirleyici kaynaklar zikredilmektedir)
sürdükçe gelişmiş ülke olabilme süreci uzamaktadır.
Ancak 21.yüzyıla girerken bu mevcut üretim faktörlerine bir yenisi eklenmiştir;
"Bilgi". 21.yüzyılda ülkelerin gelişmişlik seviyesini de büyük ölçüde sermaye ve
doğal kaynaklar değil "bilgi" üretim faktörünün miktarı ve niteliği belirleyecektir.
"Bilgi" üretim faktörü, sermaye kaynakları kıt olduğu için gelişmiş ülke
statüsüne ulaşmakta uzun bir süreç yaşayan gelişmekte olan ülkelerin bu
sürecini de çok kısaltabilecektir. Türkiye başta olmak üzere tüm gelişmekte
olan ülkeler için bu çok önemli bir fırsattır.
Önümüzdeki 20 yıl içinde bilgi toplumuna geçiş ve bilgi üretim faktörünü yoğun
olarak beşeri gelişmenin ana unsuru ve hedefi olarak kullanımını görülmelidir.
Dünyadaki bu gelişme ile örtüşen Türkiye'deki iç dinamik ise Türkiye'nin 20002020 yılı içinde oluşacak demografik yapısıdır. Bu dönem içinde demografik
yapı şöyle olacaktır.
Nüfus artışı giderek yavaşlayacak ve gelişmiş ülkelerdeki gibi yüzde 1'e
inecektir.
Temel eğitim ve üniversite çağına gelen nüfus artık her yıl artmayacak ve sabit
kalacaktır. (Eğitim yatırımları buna göre planlanmalıdır).
15-64 yaş arası çalışabilir faal nüfus ilk kez toplam nüfus içinde en geniş
toplama ulaşacaktır. Yani çalışanların çalışmayanlara oranı en yüksek
seviyede olacaktır. Üretken nüfusun en geniş olduğu dönem yaşanacaktır.
Bu sürecin sonundan itibaren ise Türkiye 2020-2050 yıllarında yaşlanan bir
nüfus olma sürecine girecektir. Yani sosyal güvenlik ihtiyacının arttığı bir
dönem yaşanacaktır.
Bu demografik yapı (çalışan nüfusun büyük bölümü genç) ülkelerin gelişim
süreçlerinde bir kez oluşmaktadır ve ülkelerin eline bu avantajı değerlendirmek
için bir kez fırsat gelmektedir. Bu dönemde bu nüfusun eğitim, mesleki bilgibeceri ve beşeri gelişmişliği en üst düzeyde tutulduğu anda ülke hızla
kalkınmaktadır.
"2000-2020" sürecinde dünyadaki bilgi üretimi faktörünün gelişimi ile
Türkiye'deki demografik yapının ulaşacağı yapıyı aynı anda değerlendirerek
Türkiye için ve Türk halkı için kalkınma ve refah yolu "insan kaynaklarına ve
beşeri gelişmeye dayalı" model olarak kurulmalıdır.
Bu modelin başarı şansını artıran üç unsur ise bilgi toplumuna geçiş, genç
nüfus ve eğitim olacaktır. Bilgi toplumuna, özellikle genç ve eğitimli nüfus çok
açıktır, bilgiye onlar ulaşmakta ve bireysel olarak kullanmaktadır. Amaç
"bilgi"nin ekonomik kalkınma ve bireysel refah amaçlı top yekun kullanılması
olmalıdır.
Devlet bilgi toplumuna geçişte gerekli altyapıyı, özel sektörün katılımı ile
gerçekleştirmelidir. Kamu kendi içinde bilgi ve altyapısının kullanımını (KamuNet projesinin geliştirilmesi) öncelikle geliştirmelidir.
Eğitim sistemindeki değişim ve gelişim tamamen bilgi toplumuna ulaşmayı
hedeflemen, beşeri gelişmişlik ve demografik yapının sunduğu tarihi olanağın
ekonomik kalkınma ve bireysel refah için kullanılmasına yönelik olmalıdır.
Devletin ekonomide yeniden yapılandırılması ile devletin rolü tamamen beşeri
gelişmişliğin sağlanmasına dönmektedir. Bu nedenle devlet yeniden
yapılandırma sonrasında eğitime ve diğer beşeri gelişme unsurlarına bugün
ayırdığından çok daha yüksek oranlı kaynak ayırabilecektir.
Eğitim ve beşeri gelişme, devlet-özel sektör işbirliği ile sağlanmalıdır. Eğitim ve
sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlara özel sektör katılmalıdır. Yüksek öğrenim
ve diğer beşeri hizmetler paralı olmalıdır. Devlet burs, sigorta v.b. gibi
sistemler ile sosyal devlet işlevini yerine getirmelidir.
Temel eğitim 8 yıldan 11 yıla çıkartılmalı ve zorunlu hale getirilmelidir. Devletin
temel eğitim hizmeti ücretsiz olmalıdır. Eğitimin temel amacı, bilgi toplumuna
geçişi [ıızlandırmal< için "öğrenim" olmalıdır. Bilgiyi alabilen, değerlendiren ve
yeni bilgiler üreten, bilgi katma değerini yükseltebilen bir toplum yaratılmalıdır.
İdeolojik öğretiler; cumhuriyetin temel ilkeleri ile ahlak ve manevi değerlerinin
yanı sıra, demokrasi, bireyselcilik, çağdaş ilişkiler ve değerler, liberalizm, bilgi
toplumu olmalıdır.
Sınıfsal bir ayırım olarak "Bilgi Burjuvazisi" yaratılmalıdır. Bu sınıf genç
nüfusun yeni sınıfı olacaktır. Önümüzdeki yirmi yıl içinde bilgi arz ve talebi bilgi
burjuvazisi sınıfını toplumun hakim sınıfı haline getirecektir. Genç nüfus bu
anlamda bilinçlenmeli ve eğitim böyle bir gençlik yaratmalıdır.
Bilginin ve bilimin, pozitivizmin merkezi üniversiteler özerk olmalıdır.
Üniversitelerin ekonomik kalkınmaya, beşeri gelişmeye katkısı artırılmalıdır.
Üniversiteler idari özerkliğe sahip olmalıdır. YÖK'ün üniversiteler üzerindeki
işlevi sadece koordinasyon olmalıdır. Özel üniversiteler ile birlikte üniversite ve
mesleki eğitim kurumlarının (meslek liseleri ve yüksek okullar) planlanması
önümüzdeki 20 yıllık demografik gelişim ile ekonomik ve dış dünyayla ilgili
hedeflerine göre yeniden yapılmalıdır.
2.3.2.2. Örgütlü Sivil Toplum
Çok Taraflı Dünya ve Çok Taraflı Türkiye için öngörülen tüm ilişkiler, kurumlar
ve hedefler örgütlü sivil toplumu gerekli kılmaktadır. Kentlileşen, farklılaşan ve
karmaşıklaşan toplumun gereksinimlerini demokratik ve etkin bir biçimde
aktaracağı ve devletin muhatap kabul edeceği ve kamusal ortak yaşamın
örgütlenmesi "Sivil Toplum Örgütlerini" gerekli kılmaktadır.
Örgütlü sivil toplum "Demokratikleşme" ile getirilen hak ve özgürlüklerin
kurumsal olarak kullanıldığı, baskı gruplan olarak fikirlerin kamuoyuna
sunulduğu, taleplerin kamuoyu nezdinde tartışıldığı, devlet ile ilişkilerde araç
olarak kullanılan kurumlardır.
Sivil Toplum Örgütleri demokrasinin ayrılmaz parçalarıdır. Sivil Toplum
Örgütlerli bilgiye dayalı olmalıdır. Kanun ile kurulmuş örgütler, gönüllü örgütler
ayırımı da net olarak tarif edilmelidir.
Sivil Toplum Örgütleri demokratik hak ve özgürlüklerini kullanırken,
cumhuriyetin temel ilkelerinin korunmasında da demokratik çerçevede kalmak
ve hukuka saygılı olmak şartıyla en önemli teminatıdır.
Piyasa ekonomisi ve bireyselcilik hedefleri ile , hızlı ve sağlıklı kentleşme ve
sınırlı ve sorumlu devlet (yeni sosyal devlet anlayışı) toplumda ilişkilerin
azalmasına, buna karşın aidiyet hissinin karşılanma talebinin artmasına yol
açmaktadır. Aidiyet ve toplumsal ilişkilerin kuvvetlendirilmesinde en önemli
araç ise Sivil Toplum Örgütleri olmalıdır. Sivil Toplum Örgütleri kendi
içlerindeki homojenite ile insanın kendi olma ve içinde yaşadığı topluma
kendisi olarak katılma ihtiyacını karşılayacaktır. Böylece birey ile toplum
arasındaki yabancılaşma da en aza indirilecektir. Birey rasyonelleşecektir.
Toplumsal uzlaşmaların tarafları Sivil Toplum Örgütleridir. Her ne konuda
olursa olsun yaşanacak toplumsal fikir ayrılıklarının tartışılacağı ve
uzlaşmaların çağdaş ilişkiler içinde sağlanacağı kurumlar Sivil Toplum
Örgütleridir. Bu olanağın sağlanmaması halinde taraflar yasa dışı
örgütlenmeler ve yasa dışı platformlarda kamuoyundan uzak ve kamuoyunun
hatta taraftarlarının geniş kesiminin benimsemediği ve tasvip etmediği
uzlaşma yollarına gitmektedir (uzlaşma denemez).
Toplumun devlete taleplerini sunacakları, devlet ile tartışacakları veya
taleplerini ve çözüm önerilerini kamuoyuna sunacakları araçları yine Sivil
Toplum Örgütleridir. Bu amaçla;
a.Yöresel ve merkezi Ekonomik-Sosyal Konseyler kurulmalı, içeriği
genişletilmeli işlevleri artırılmalıdır.
b.Yerel yönetimler sivil toplum örgütlerini akredite etmelidir. Yerel sorunların
tümü ile ilgili sivil toplum örgütlerinin istişaresi, katılımı ve denetimi
sağlanmalıdır.
Her iki yöntem ile "katılımcı demokrasi"nin geliştirilmesi sağlanmış olacaktır.
Katılımcı demokrasinin böylece geliştirilmesi ve merkezi ve yerel yönetimlerin
sivil toplum örgütleriyle sağlamış oldukları ilişkiler siyasi sistemde çıkara dayalı
kesimler - siyasi partiler ilişkilerini de azaltacaktır. Örgütlenemeyen ve devlet
ile diyalog kuramayan kesimler çıkarlarının tecellisi için tek yol olarak siyasi
partiler içinde örgütlenmeyi bulmaktadır. Bu kesimlere dayalı siyasi partiler de
geniş halk kesiminin çıkarları için değil, içlerine sızan ve etkin olan bu
kesimlerin çıkarları için ve çoğu zaman halkın geri kalanının çıkarlarının
aleyhine çalışmaktadır.
Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak değişiklik ile "Bilgiye Dayalı Sivil Toplum
Örgütleri"nin (Hareketler, İnisiyatifler, Enstitüler) Siyasi Partiler ile işbirliği yolu
da açılmalıdır.
Türkiye'nin merkez ülke olma hedefi çerçevesinde planlanan "değerler
ihracında" kitle iletişimi araçları ile birlikte en önemli işlevi bilgiye dayalı sivil
toplum örgütleri görecektir. Merkez ülke konumundaki Türkiye'nin çevre
ülkelerine yönelik değerler ihracının (demokrasi, piyasa ekonomisi, çağdaş
ilişkiler ve dünya ile bütünleşme) bir aracı da sivil toplum örgütleridir. Sivil
Toplum Örgütleri bu ülkelerdeki ikili ilişkileri ve etkinlikleri ile değerler ihracına
katkıda bulunacaktır.
Özellikle dış politika konusunda resmi politikaların hazırlanmasına temel
olacak, ancak devletin resmi olarak uluslar arası alanda henüz tartışmadığı
konularda politikalar oluşturulması, bunların yurtdışında benzer kuruluşlar
nezdinde tartışılması, yurtdışında Türkiye'nin tezlerini (yeni vizyon hedefleri
çerçevesinde) anlatmak ve kabulünü sağlamak işlevleri de bu amaçla
kurulacak sivil toplum örgütleri sağlayacaktır.
Türkiye'de Sivil Toplum Örgütleri Dernek ve Vakıf statüsünde kurulmakta ve
faaliyet göstermektedir. Dernekler ve Vakıflar Kanunları yukarıda sayılan tüm
işlevlerin
gerçekleştirilmesine
olanak
tanıyacak
şekilde
yeniden
düzenlenmelidir.
2.3.3. ÇOK TARAFLI TÜRKİYE'NİN GLOBAL BAŞARISI İÇİN BİREYİN
EVRİMİ
Çok taraflı yeni denge kazanımları bölüşmeyi ve risklere karşı paylaşımı
sağlayan bir siyasi, ekonomik ve sosyal düzeni gerekli kılmaktadır. Global
paylaşıma esas teşkil eden mal, hizmet ve finansın akıcılığının sağlanacağı bir
benzeşen yapılar zinciri kurmaktır. Bu zincir globalden bölgesele ve oradan
ülke seviyesine inen geniş bir yaklaşımı hedef almaktadır.
Türkiye bu anlamda bir zincirin jeostratejik önemi ile birlikte en önemli
halkasıdır. Global bir akıcılığın ekonomik ve sosyal merkez ülkesi olmanın
getirdiği kazanımları elde edebilmek açısından Türkiye'nin de kendi iç evrimini
sağlaması büyük önem taşımaktadır. Türkiye için bu evrimin temel zemini ise
kendi vatandaşlarının yaşamak zorunda olduğu bireysel evrimdir.
Jki kutuplu (bi lateral) dünyanın yarattığı sosyo-siyasal çerçeve içerisinde birey
de kendisini iki taraflılık konumuna yerleştirmiştir. İki taraflı yapının temel
özelliği olan mutlak taraf ve karşı taraf (düşman taraf) ikilemi ise bireyi aslında
tek taraflı olmaya sürüklemiştir. Bu tek taraflılık süreç içerisinde birey ile birlikte
siyasi, sosyal, ekonomik^ve diğer hususlarda tek taraflı ya da tek tip olmaya
zorlayan bir sosyal sistemi ortaya çıkartmıştır. Global yapı ile birlikte uyumlu
bir tablo olması nedeniyle birey ile dünya arasında bir kopukluğun yaşanması
ise genellikle söz konusu olmamıştır. Çünkü o gün için global düzen iki taraflı
bir yapı ve onun gerektirdiği bir siyasal ve sosyal atmosferi yaratmıştı.
Çalışmanın birinci bölümünde tarif edildiği üzere yeni global düzen çok taraflı
bir denge üzerine inşa edilmektedir. Bu denge global yapıyı çok taraflılık
düzlemine taşımaktadır. Bir başka ifade ile çok taraflı yeni bir siyasal ve sosyal
atmosfer bulunmaktadır. Bireyin de dünya ile bütünleşebilmesi ve onu
kapsayabiímesi için bu atmosfere uygun olarak çok taraflı birey konumuna
gelmesi gerekmektedir. Burada iki temel esas bulunmaktadır.
Bunlarda birincisi siyasi sistemin çok taraflılığının sağlanması diğeri ise kamu
yapısının çok taraflı atmosferi yansıtabilecek bir yenileşmeye kavuşmasıdır.
Birey olarak yaşanılan ülkenin genel yapısı ile birlikte çok taraflı global
akıcılıktan yararlanmada bu iki esas yenileşme ve değişim önem taşımaktadır.
Türkiye, bu anlamda soğuk savaş döneminin bittiği 1990 yılından beri bu
yenileşmeyi ve değişimi gerçekleştirememiş ve iki taraflı siyasi yaklaşım ile
yeni global değişimin arasında sıkışmıştır. Bu sıkışmanın sonucunda, siyasi
tıkanıklıklar ve parçalı siyasi tablonun getirdiği güçsüz yönetimler ile;
yenileşme ve değişim için ortak vizyonu yakalamak olanağından uzak
kalmıştır. Ekonomik krizlerin global olarak çözüm ortaklığını yönetime taşıması
ile birlikte ise bu vizyon yeterli derinliğe kavuşamadan pratik yaşama adapte
edilmeye çalışılmıştır. Oysa yenileşme ve değişimde bireyin algılaması ve
katılımcı desteği olmadan, derin ve sağlam bir yenileşmenin sağlanması
güçlüklerle doludur.
Bu açıdan Türkiye'de iki taraflılık girdabında sıkışan bireyin çok taraflı birey
konumuna taşınması açısından yapılması gereken siyasi ve kamusal değişim
öncelik taşımaktadır. Değişim, bireyin kendi kimliğini çok taraflı dengenin
yarattığı atmosfere uygun olarak bulmasını sağlamaya dönük önceliklere
sahip olmalıdır. Bu önceliğin içerisinde bir çerçeve teşkil etmesi açısından çok
taraflı bireyin evrimine ilişkin beş ana başlığı açıklamak yararlı olacaktır.
Anayasal Kimlik
Bireyin anayasal bağlılığı tüm farklılıkları aşarak en üst düzeyde birara dalığı
kabul açısından ve bireyin güvende olması noktasında temel esastır. Bireyin
anayasal kimlik çerçevesi bu hususiyetleri kapsayıcı bir niteliktedir. Anayasal
kimlik bireyin taraf konumunun dışında insani varlık, güven ve beşeri nitelik
olarak global ve vatandaş tanımı içerisinde ulusal konumunu tayin eder.
Çok taraflı dünya dengesi açısından anayasal kimlik kamusal alanı, özerk
alanı ve özel alanı üç sınır ve esnek ilişki içerisinde tanımlamayı ve birey ile
kamu arasında eşit ilişkiyi belirler. Anayasal kimliğin üç alanın koruyuculuğu
açısından çizeceği sınırlar çok taraflı dengenin getirdiği global demokratik
değerlerin taraflarca aynı ölçüde algılanması esasını da taşımaktadır.
Anayasal kimlik açısından birey kendi konumunu özel alan olarak
nitelemektedir. Bu alana bireyin rızası dışında müdahale etmek ve bireyin
alanına ilişkin taraf belirlemek çok taraflı bireyi sınırlamaktadır. Temel amaç
tanımlanmış özel alan içerisinde bireyin anayasal kimliği kendi özelinde
benimseyebilmesi, özümseyebilmesi ve devlete olan bağlılığını manevi bir
çerçeveye oturtmasıdır. Bu yaklaşımın anayasal güvence içerisinde olması
ise, anayasal kimliğin birey tarafından sahiplenilmesi ile doğru orantılı olarak
devlet ile birey arasında tijm sosyal unsurların üstünde bir bağlılık ilişkisini
çerçevelendirmektedir.
Anayasal kimlik etnik ve dini kimliğin üstünde bir konum kazandığı için
anayasal olarak vatandaşlık kabulü ile anayasal olarak ülkenin tanımlandığı
milli tanım birey tarafından rıza ile kabul edilmektedir. Bu ise devletin anayasal
kimliği diğer unsurlara zorlayan yaklaşımları kamu güvenliği olarak algılaması
yoğunluğunu karşılıklı olarak azaltacaktır.
Anayasal kimlik, bireyin temel hak ve hürriyetleri, ekonomik özgürlüğü, sosyal
paydaşlık esasına dayalı örgütlülüğü, inanç hürriyeti, bilgi edinme ve düşünme
serbestliği gibi global demokratik değerlerin karşılıklı güvence altına alınması
açısından, çok taraflı bireyin temel tanımı içerisinde yer almaktadır.
Siyasi Kimlik
Çok taraflı dengenin siyasi yaklaşımına baz oluşturan doğrudan demokrasi
anlayışı ile birlikte çok taraflı bireyin siyasi kimliği daha geniş bir çerçeveye
taşınmaktadır. Bu taşınmanın amacı birey için iki taraf arasına sıkışmanın
getirdiği siyasal kısır döngüleri aşabilmek ve siyasi parti, siyasi temsil adayı,
hükümet ve alt siyasi-sosyal gruplar arasında tek tip olmayan ve çok seçenekli
bir bakış açısını kazandırmaktır. Bu açıdan bireyin çok taraflı dünya
perspektifinin bir parçası olarak siyaset kurumu içerisindeki etkinliğini arttırıcı
yönde katılım olanaklarını geliştirmek gerekmektedir. Bireyin dünyayı
algılaması ve taleplerini optimum seviyede gözden geçirebilmesi, yani siyasi
kimliğini bağımsız olarak kazanabilmesi ana hedeftir. Bu hedefin yakalanması
ise, siyaset kurumu ile birey arasında bir raporlama ve hesap verilebilirlik
perspektifini oluşturacaktır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde çok taraflı bireyin siyasi kimliğini oluşturmada
siyaset kurumu ile politika oluşturma süreçlerinde bireyin konumlanma esasları
büyük önem arz etmektedir.
Siyaset kurumu ülke için iyileştirme, geliştirme, koruma ve refahı temin etme
amaçlarını birey ile anayasal çatı arasında yer alan yönetim kademesine
taşıma talebini sürekli olarak yinelemektedir.
Bu amaçların ana hedefi
vatandaşa dönük sonuçlar elde etmektir. Bu nedenle politika oluşturmanın
siyasi sürecindeki başlangıç noktası olarak bireyin tayini temel ortak görüş
olmalıdır. Birey politika oluşturmanın her aşamasına nüfuz edebilmek için
siyaset kurumunun temel organı olan siyasi partiler içerisindeki temsilini en üst
düzeye çıkartmak zorundadır.
Bireyin kendisi ve toplum için optimum bir çözümleyici fikir sahibi olması ve bu
fikirleri parti veya sivil toplum örgütlerine taşıyabilmesi ya da en basit olarak
seçim mekanizmasında bununla ilgili bir tavır alabilmesi politika oluşturmada
siyasi kimliğini temsilde çok önemli yer tutmaktadır.
Bundan sonraki
aşamalarda yasama mercii ve kabine ile ilgili olarak siyasi taleplerinin takipçi
olması kendi siyasal gelişimi açısından gereklidir. Yine bu kapsamda siyasi
partilerin kendi teşkilatları ile sivil toplum örgütleri arasında bir bağ kurmaları
bireyin siyasi kimliğinin bir parçası olarak örgütlenmenin daha anlamlı
algılanmasını sağlayıcı etkileri bulunmaktadır.
Birey ile kamu arasında güven ve ortaklığa dayalı yeni bir temelin atılmasında
önemli olan bir nokta partilerin politika oluşturma süreçlerinde muhatapları
olarak sadece tek tip birey tercih etmemeleridir. Bu tercihin yerine çok taraflı
bireyin sağladığı bir yaklaşım olarak, en iyiyi bulmada siyasi taraflılığın
esnekliği çerçevesinde doğru uygulayıcı adaylara destek vermenin gerekliliği
prensibi eksenindeki yeni çok taraflı bireyi tercih etmektedir.
Laik Kimlik (İnanç Kimliği)
Sosyal kimliğin içerisinde yer almakla birlikte siyasi ve kamusal ilişkisi
nedeniyle laik kimlik ya da inanç kimliği başlığı altında incelenmesi gereken bir
çok taraflı birey unsurudur.
Çok taraflı denge içerisinde sosyal doku farklılıklarının ve inanç farklılıklarının
bir taraf olma seviyesi en aza indirgenmiştir. Bu açıdan devlet seviyesinde çok
taraflı yapı açısından bireylerin arasındaki inanç farklılıklarını taraf olma
özelliğinden çıkartmada laik yaklaşım büyük önem taşımaktadır. Bu açıdan
çok taraflı bireyin en önde gelen unsuru laik kimliğidir.
Farklı inançlara sahip olma hürriyeti ve inançlarını yaşama hakkı ile diğer
bireyin de farklı olmaktan kaynaklanan hakları arasında bir dengeye ihtiyaç
duyulmaktadır. Kamusal alan toplumun tüm kesimlerini yani tüm bireylerini
aynı çerçevede eşitler arası ilişki çerçevesinde bir araya getirir. Kamu
hizmetinin sunulması ile kamu alanının kuralları bu ortak paydayı gözetecek
şekilde belirlenir. Ortak paydanın oluşmasında dayanışma, hoşgörü ve
sorumluluk ilkeleri doğrultusunda geliştirilen laik anlayış bireyler için bir
güvende olma aracıdır.
Laik kimlik ise bu güvende olma ve bir arada yaşama olanağının kamu
açısından karşılıklı kabul edilen bir sosyal unsurdur. Bireyin inanç serbestliği
ve inançlarını yaşama hakkı bireyin özel alan ile ilgili konusudur. Ancak bazı
uygulamaların diğer bireyleri etkilemesinin engellenmesi kamu alanı ile özel
alan arasında oluşturulacak bir diyalog ile mümkün olacaktır. Bu çerçeveyi
tanımlarken oluşturulan laik kimlik yüklenimi dini örgütlenmeleri sınırlama
açısından en az seviyeye indirgenmelidir. Buna karşın kamu alanının kuralları,
birey tarafından anayasal kimliğin karşılıklı sorumluluk anlayışına uygun olarak
öncelikle kabul edilmelidir. Türkiye üç büyük din için bir arada yaşafna ve
barışı yakalama olanağını yakalamış tarihsel tecrübesi ile kendi bireyleri
arasında laik kimliği bir öncelik olarak benimsetecek politik evrimi
gerçekleştirmek durumundadır.
Sosyal Kimlik
Çok taraflı denge içerisinde global olarak sosyal yapıyı etkileyen unsurlar ile
geleneksel sosyal yapıyı oluşturan unsurlar arasında önemli bir etkileşim
yaşanmaktadır. Global bir ortak kültür oluşumu yaşanmasına rağmen
geleneğin varlığı da aynı ölçüde etkisini sürdürmektedir. Bu varlık devamlılığı
kendi aralarında bir çatışmayı ve gerilimi yaşatmaktadır. Devletlerin bu yapı
karşısında bireyin sosyal kimliğini ortaya koyması olanaklarını geliştirme ve
koruma ödevi
önem kazanmaktadır. Bu açıdan çok taraflı Türkiye'nin
önündeki konulardan birisi de, bireyin evrimi açısından sosyal kimliğin
konumunu tayin etmektir.
Bireyin sosyal kimliği iki taraflı dünya anlayışının kısır döngüsünden çıkmak
zorundadır. İki taraflı bireyin sosyal kimliği belirli bir yasal çerçevenin içerisinde
ve global niteliği göz ardı edilerek şekillenmekteydi. Bugün için çok taraflı bir
yapıda bireyin sosyal kimliği, gelenekleri alt gruplardan kaynaklanan dokusu,
yaşam alanındaki edinimleri, global dünyadan etkileşimleri, beşeri gelişim
konumundan kaynaklanan kısıtları ve kendi içselliğine ait dışa vurumlarından
oluşan bir farklılık özelliği ile genişleyen bir çerçeveye taşınmıştır. Farklılıkların
biraradalıkları zenginleştirme özelliği, sosyal kimliğin ülke dokusunu
zenginleştirip globale ihraç etme olanağını doğurmaktadır. Türkiye, esnek
global yapının ortasında jeopolitik evriminin sonuçları üzerinde sosyal kimliği
ihraç edebilme olanağını yakalamak ve değerlendirmek zorundadır.
Türkiye için dışa etki yaratmanın önünde duran fırsatlardan biri olarak, sosyal
kimliğin çok kültürlü özelliği ülkenin içe kapanmasını önleyici ve içerde
cemaatleşmenin önündeki engelleyici yapı olduğunu algılamak durumundadır.
Sosyal kimlik bireyin evrimi ile genişlediğinde bireyin kendisini büyük devlet
olgusu içerisinde yeniden tanımlar ve karşılıklı olarak sınır dışına kimlik
etkileşimini taşımaya olanak tanır.
Türkiye'nin zorlayıcı risklerinden biri olan cemaatleşme sosyal kimlik açısından
bireyin evrimi ile aşılabilir. Birey için cemaatleşme eğilimi bireyin kendi sosyal
kimliğini ret etmesi veya yabancılaşması ile artmaktadır. Ancak bireyin evrimi
sırasında birey için bireyin kendi varlığını tanıyan ve anayasal kimlik
güveninde yer bulan bir sosyal kimlik yaklaşımı önleyici bir tutum olarak önem
kazanmaktadır.
Ekonomik Kimlik:
Çok taraflı Türkiye ekonomik ve ticari olarak yeni global dengenin merkez
ülkesi olarak bir evrim yaşamaktadır. Global hammadde temin yollarından
global enerji için koridor olmaya kadar önemli jeostratejik önemi ile birlikte mal,
hizmet ve finansın akıcılık kazandığı bir ülke olarak da yeni bir anlam
kazanmaktadır.
Bu anlam ve önemi taşıyabilecek ekonomik ve kamusal bir yapıya sahip
olmanın yanında bireyin evrimi açısından ekonomik kimliğin de tanımı daha
geniş ve net çerçeveye ulaşmaktadır. Bireyin ekonomik kimliği hem kendi
yaşam seviyesine dönük olarak hem de global ekonomiden pay alabilecek bir
yapıya dönüşmek açısından değerlendirilmektedir.
Bireyin ekonomik kimliği, beşeri gelişmesinin sağlanmasında ihtiyaç duyduğu
gelir seviyesine ulaşmak olarak hedeflenmektedir. Bu açıdan bireyin üretim
yeteneğinin ve iş gücü özelliğinin geliştirilmesi, üretime katılımın arttırılması ve
kamu alanı içine bağımlılığının azaltılması kendi yeterliliğinin sağlanmasında
bağımsız unsurların geliştirilmesi gibi konularda reformların yapılması
sağlanmalıdır. Bu konuda sosyal devlet ilkesi başlığı altında yapılacaklar
sınırlanmıştı.
Ekonomik kimlik açısından bireyin kazanması gereken önemli özelliklerden
bazıları, rekabet anlayışına sahip olmak, rekabetin gerektirdiği donanıma
sahip olmak, üretim için verimli ve teknik katılım özelliğine sahip olmak, esnek
ekonomik ilişkilerin gerektirdiği risk bilincine sahip olmak, beşeri gelişimi ile
birlikte ekonomik açıdan teşebbüs olanaklarına sahip olmak ve tüketim ile
tasarruf arasında dengeli bir model kurabilmektir. Ekonomik kimlik toplumun
farklı katmanlarındaki bireyler için ekonomik yapıya katılımlarına uygun olarak
tanımlar ve yükümlülükler getirmektedir.
Yukarıda anılan beş kimlik ile bireyin evrimi ve çok taraflı bir dünya dengesi
içerisinde kazanımları talep edebilecek bir çok taraflı Türkiye'nin oluşumu,
küreselleşme karşısında olumsuz etkilerden korunmak açısından büyük önem
taşımaktadır. Bir başka ifade ile yeni dengenin yarattığı global yapı karşısında
Türkiye'nin sosyal açıdan tehditleri ve fırsatları tercih edilmeyi beklemektedir.
2.3.4. BATI VE İSLAM JEOPOLİTİĞİ ARASINDA TÜRKİYE'NİN KÖPRÜ
GÖREVİ
Türkiye'nin çok taraflı yeni denge içerisinde Batı ve İslam arasında İslam
Jeopolitiğini barış ve diyalog zeminine taşıyacak köprü ülkesi olduğu açıkça
görülmektedir. Avrupa Birliği ve İKO arasında düzenlediği Medeniyetler
Buluşması Toplantısı ile bu durum daha net olarak anlaşılmaktadır.
11 Eylül saldırısı sonrasında sıkça tartışılmaya başlanan ve medeniyetler arası
bir gerilim olarak gösterilen sonuçta bir çatışmanın çıkabileceği endişesiyle
gündemdeki yerini işgal eden İslam ve Müslüman kimlik üzerine bazı
açıklamalar yapmak yararlı olacaktır. Mısır'da İngilizlere karşı başlatılan
bağımsızlık savaşının sembolü olan İhvan- Müslim, Cezayir'de Ahmed Bin
Bella'nın hareketi, Filistin'de İsrail'e karşı yürütülen İntifada
hareketi ve 1979 İran devrimi ile İslami hareketlerin şiddet boyutu geniş bir
alanda izlenmeye başlamıştır. Global akıcılığın ve tanıma olanaklarının
artması ve 11 Eylül saldırısı ile tüm dünya için İslami hareketler ilgi alanı
olurken, ABD tarafından Afganistan'da başlatılan operasyon ve özellikle Arap
kökenli kimselere karşı gösterilen tepkiler yeni bir dönemin endişelerini
arttırmıştır.
Aslında çok taraflı yeni dengenin kavramsal içeriğinin anlatıldığı birinci
bölümde ifade ettiğimiz gibi jeopolitik bir çatışmanın ve tarihsel bir algılamanın
sonucu olarak Batı'da ve İslam Ülkelerinde karşılıklı imaj yanılsamasının
yarattığı gerilim yeni bir dönemi başlatmaktadır. Bu dönem gerilim ve çatışma
eğilimlerine karşın daha yoğun olarak barış arayan ve refah paylaşımı ile
sorunları çözme isteminde bulunan bir paradigmayı tanımlamaktadır. Bu
dönem ise soğuk banş dönemi olarak isimlendirilmektedir.
Soğuk barış döneminin en önde gelen konulardan biri olarak Batı ve İslam
arasındaki jeopolitik çatışmanın bir medeniyetler buluşması ve diyalogu ile
ortak
bir
yaklaşıma
kavuşturulabileceği
arzusudur.
Bu
arzuyu
gerçekleştirmede, iki taraf arasında köprü olacak, taraflar üzerinde bir
tecrübeye sahip olan ve geliştirmekte olduğu sistemi ile İslam jeopolitik
alanına model teşkil edebilecek bir ülke olarak Türkiye'nin adı sıkça dile
getirilmektedir. Bu modelin inanç boyutu ile ilgili olarak Türkiye'nin fırsat
analizini yapmak gerekmektedir. Bu analiz sonucunda Türkiye'nin bir köprü
görevi fırsatını yakaladığı görülmektedir.
İslam dini, daima etkisel özelliğini devam ettirip aynı zamanda karşıdan
doğacak tepkilere karşı barışçıl bir yaklaşım içinde olmuştur. Köprü görevi
görecek bir Türkiye için barış ve diyalog anlayışını sembolize eden bu
yaklaşımın geliştirilmesi ve ifade edilmesindeki neden Türkiye'nin sahip olduğu
, tarihsel deneyimleri ile birlikte kendi içerisinde coğrafi birlikteliği iyi kavrayan
algısı ve ilk bağımsızlık hareketlerindeki dini motifleri bir şiddet hareketine
çevirmeyen stratejisi olmasından kaynaklanmaktadır.
III.BÖLÜM
ÇOK TARAFLI YENİ DENGE ULUSAL
VE ULUSLARARASİ YÖNETİM
GİRİŞ
Çalışmanın ilk iki bölümünde Global Çok Taraflı Yeni Dengeyi oluşturan
unsurlar, eksenler, taraflar ve ilişkiler ile Türkiye için yakın gelecek ve Çok
Taraflı Türkiye konumlanmasına yönelik ayrıntılı analiz, öngörüler ve önerilere
yer verilmişti.
İki kutuplu dünya ve tek kutuplu dünya düzeni içinde ilişkilerin yönetiminde
temel unsurlar etkili olmuştu. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde devlet
anlayışları ve yönetimler ideolojik temellere bağlı kendi kutupları içinde yoğun
ilişkilere, karşı tarafla ise soğuk savaş olarak ifade edilen boyuttaki ilişkilere
yer vermekteydi.
Tek kutuplu dünyada ise; global sorunların yönetimine daha çok eğilen,
ideolojik temellerden kopmuş, küreselleşmeyi yaratan ve küreselleşmenin
yarattığı uluslar arası normları kendine yol gösterici olarak kabul eden devlet
ve yönetim anlayışları tartışılmaya ve uygulanmaya başlanmıştı. Ancak bu bir
geçiş süreci olduğu için teorik bazda bir devlet ve yönetim sistemi henüz
oluşamamıştır.
Yeni süreç ise tarif edildiği üzere Çok Taraflı Yeni Denge dönemidir. Bu yeni
dönemin yönetimi ulusal ve uluslar arası bazda yeni yönetim anlayışlarını da
zorunlu kılmaktadır. Bu yeni anlayış devletler, hükümetler, parlamentolar,
siyasi partiler, yerel yönetimler ve katılımcı demokrasinin unsurları olan sivil
toplum örgütleri ve bireyler için gerekmektedir.
Üçüncü bölümde öncelikle uluslar arası alanda önümüzdeki yirmi yılda etkisini
gösterecek yönetim anlayışındaki değişiklik trendleri analiz edilmektedir.
Ardından Türkiye için siyasi ve idari yönetimde reform ihtiyaçları için bir yol
haritası çizilmektedir.
3.1. ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ULUSLAR ARASI
YÖNETİM
Çok Taraflı Dengenin kurulacağı sürecin kendi iç dinamikleri yeni dönemin
idaresini "Yönetim"den "Yönetişim"e taşımaktadır. Dünyanın geleceğini ve
gelecek trendlerini 20.yüzyılın "Yönetim" anlayışı ile idare etmek mümkün
olamayacaktır. Anlayış değişimi öncelikle "yönetim"in kendi içerisinde
başlamaktadır. Bu nedenle Yönetimden Yönetişime geçişe ilişkin sürecin
tariflerini vermek faydalı olacaktır.
YÖNETİŞİM; yönetmek ve yönetimden farklı olarak resmi yönetim, karar alma,
politika üretme, çözüm bulma konularında, resmi ve özel kurumların ve
bireylerin her aşamada birlikte davranmalarıdır. Yönetişim gerek ülkelerin
kendi içinde, gerekse uluslar arası ilişkilerde eski yönetim anlayışının
değişmesi anlamına gelmektedir.
ULUSAL YÖNETİŞİM; Devletin, özel kesimi ve sivil toplumu yönetim, karar
alma, politika üretme, çözüm bulma alanlarına taşıması ve bu kesimler ile
birlikte hareket etmesidir.
ULUSLAR ARASI YÖNETİŞİM; Devletler ile birlikte, uluslar arası kurumların,
hükümetler dışı kuruluşların , yurttaş platformlannın, çok uluslu şirketlerin ve
diğer özel tarafların yönetim ortaklığıdır.
Yönetişim'in tek bir model içine sığdırılması güçtür. Geleceğin şartlarına göre
gelişme evrelerini sürdürmektedir. Ancak belirgin ortak özellikleri oluşmaktadır.
Gerek ulusal, gerekse uluslar arası bazda bu ortak özellikler görülmektedir.
•Sivil Topluma ve Açık Topluma dayalıdır.
•Katılımcı Demokrasi yöntemini benimsemektedir.
•Hiyerarşik yönetim kademeleri yoktur.
•Taraflar arasında yönetim ortaklığı kurulmaktadır.
•Küresel Komşuluk (ortaklık) yaratmaktadır.
•Ademi merkeziyetçidir,esnektir ve çok boyutludur.
•Küresel bir birey bilinci ve sorumluluğu yaratmaya yöneliktir.
Yönetişim; Demokrasi ve buna bağlı Siyasi Anlayışı da dönüştürmektedir.
DEMOKRASİ VE SİYASET; liberal demokrasiyi çoğulcu bir demokrasi
yönünde genişletmeyi ve derinleştirmeyi öngörmektedir.
Demokrasi ve Yeni Siyasi Anlayış; farklı kimliklerin farklılıkların tanınması,
devlet-toplum ilişkilerinin çoğulculuğa ve katılımcılığa dayandırılması, siyasi
söylem alanının çoğulculuğa açılması, çok kültürlü bir demokratik platform
oluşturma, katılımcı bir parlamenter sistem üzerinde demokrasiyi ve yeni
siyasi anlayışı geliştirmeyi hedeflemektedir.
KÜRESEL ETİK İHTİYACI; Yeni dönemin ulusal ve uluslar arası yönetişimi,
eski dönemin yönetim sürecinde olduğu gibi taraflarca ortak uzlaşmalar ile
hazırlanmış kurallara bağlı kalacaklardır. Bunun yanı sıra kurallara bağlanmış
olmasa bile yönetişimin taraflarının ortak kabul gösterecekleri ve uyacakları
değerlere ihtiyaç duyulmaktadır.Yönetişim döneminde "değerler","kurallar"dan
daha etkili olacaktır. Karşılıklı bağımlılık ve çoğulculuk üzerinde yükselecek
olan bu değerler yeni dönemin "küresel etiği" ni oluşturacaktır. İlk belirginleşen
değerler; özgürlük, adalet, eşitlik, yaşama saygı, karşılıklı anlayış, hoşgörü,
demokrasiye inanç ve insan haktendir.
DEVLETLER VE YENİ DEVLET ANLAYIŞI; Devletler dünya sahnesinde
siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında ana belirleyici oyuncuları olmaya
devam edeceklerdir. Ancak 21.yüzyılın ilk döneminde ulusal devletlerin
boyutları; Uluslar arası Yönetişime geçiş için dar, Ulusal Yönetime geçiş için
ise geniş, her ikisi için ise hantal ve verimsiz yapıdadır.
Bu anlamda Devletlerin ulusal ve uluslararası yönetim sürecine etkin
katılımları için yeni Devlet anlayışlarının benimsenmesi kaçınılmazdır. Aksi
takdirde devletler; dışarıda küreselleşme ile bütünleşme fırsatını kaçıracaklar,
içeride ise çoğulculuğun getirdiği taleplerin karşılanamaması tehdidi ile
karşılaşacaklardır.
Devlet yeniden yapılandırılırken temel amaç etkin bir "Yönetişim Sistemi" nin
kurulması olacaktır. İstisnasız tüm devletler önümüzdeki süreçte yeniden
yapılanma ve yönetişim sınavından geçeceklerdir. Ulusal Yönetişime geçiş
alanlarında anlayış ve uygulama değişikliklerini zorunlu kılmaktadır.
Devletlerin ulusal yönetişime geçememeleri halinde uluslar arası yönetişime
katkıları da olamayacak, hatta uluslar arası yeni dönem için bu tip devletler
birer tehdit unsuru haline geleceklerdir. Devletlerin ulusal yönetişimdeki
başarısı yeni dönemin trendlerine ne kadar uyum sağlayabileceği ile
ölçülecektir.
Tablo temel aktörlerini yine devletlerin oluşturduğu, Uluslar arası Yönetişimin
aktörlerinin rollerini, gündemini, işbirliği yollarını, düzenlemelerini ve
kurumlarını incelemektedir.
TABLO- 32 ULUSLARARASI YÖNETİŞİM
Devletler ve Hükümetleri ile
Uluslararası kurumlar yeni dönemin
idaresinde, uluslar arası gündemin
çözülmesinde eski yaklaşımları ile
başarılı olamayacaklardır.
OYUNUN AKTÖRLERİ;
DEVLETLER
•
Önümüzdeki süreçte hem uluslar
arası gündem genişlemekte hem de
oyuncu sayısı yani bağımsız devlet
sayısı artmaktadır.
•
Etnik yapılar varsayımı ile hareket
edilirse dünya üzerinde 5000 ülkenin
kurulması mümkündür. Ancak 2010
yılına kadar bağımsız devlet
sayısının 300'e ulaşması
beklenmektedir.
•
Bu ülkelerin önemli bölümü
demokrasi, parlamenter sistem, çok
partili yapı ve seçimle ile yönetilir
olacaktır.
•
2010 yılına kadar uluslar arası
yönetişim gözetilecek olsa bile
ülkelerin tamamı için halen ulusal
çıkarlar ve öncelikler ön planda
olacak.
•
300'e yakın, toplumlarının
taleplerinin yansıdığı demokratik
yapıları ile ulusal önceliklerini ön
planda tutan bağımsız devletin ulusal
çıkarlarını dengelemeleri ve aynı
zamanda uluslar arası gündemi
uzlaşmalar içinde yönetmeleri ancak
" Uluslar arası Yönetim "ile mümkün
olacaktır.
TABLO. 32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM
ULUSLARARASI YÖNETİŞİMİN
GÜNDEMİ
ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ
Çalışmanın hemen tamamında
belirtilen trendlerin yaratacağı
olanaklar ve tehditlerin tamamı
uluslar arası yönetişimin gündemini
oluşturacaktır. Tekrar olmakla birlikte
önem sırasına göre gündemin üst
sıralarını; global ekonomik ve
finansal dalgalanmalar, kıt doğal
kaynaklar için rekabet, sığınmalar,
göçler, mülteci sorunları, rüşvet,
yolsuzluk, insan kaçakçılığı, nükleer
silah ve teknoloji kaçakçılığı, biyolojik
ve kimyasal silah tehditleri,
uyuşturucu trafiği, uluslar arası terör,
organize suç örgütleri, siber tehditler,
fikir ve mülkiyet haklarının
korunması, genetik oynamalar, AİDS
ve diğer felaketler, global ısınma,
iklim değişiklikleri ve gezegenin
güvenliğinin sağlanması,
uzlaşmazlıklar ve sıcak çatışmalar,
yoksulluk ve fakirlik olacaktır.
Oyunun aktörleri Devletler ve
2010'nun gündemi. Uluslar arası
Yönetişim Uzlaşma ve etkin yönetim
için yoğun uluslar arası işbirliğini
zorunlu kılmaktadır.
Gündemi oluşturan her alanda
devletler, uluslar arası kurumlar,
çokuluslu şirketler, hükümet dışı
kurumlar, otoriteler ve uzman
kuruluşlar ve diğerlerinin
katılımlarının sağlanacağı Forumlar
kurulacaktır.
TABLO-32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM
ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ
Forumlarda tüm katılımcıların
etkinliği ile gündem sorunlar
çözümlenmeye çalışılacaktır.
Çözümlerde ulusal öncelikler değil,
global öncelikler gözetilecektir.
Devletler buna rıza gösterecektir.
Forumlar giderek Devletler dışı
kurumlar ile hükümet dışı kurumların
katılım ve çözümlerine sahne
olacaktır. Global gündemin
çözümlerinde devletler arası
işbirliğinden çok hükümet dışı
kurumların işbirliği ve işlevleri önem
kazanacaktır.
Forumlar ve işbirlikleri etik açıdan
bağlayıcı, hukuki açıdan ise yol
gösterici nitelikte olacaktır.
ULUSLARARASI DÜZENLEMELER
Uluslararası Yönetişim Uzlaşma ve
etkin yönetim için yoğun uluslar arası
işbirliğini zorunlu kılmaktadır.
Gündemi oluşturan her alanda
devletler, uluslararası kurumlar,
çokuluslu şirketler, hükümet dışı
kurumlar, otoriteler ve uzman
kuruluşlar ve diğerlerinin
katılımlarının sağlanacağı Forumlar
kurulacaktır.
Forumlarda tüm katılımcıların
etkinliği ile gündem sorunlar
çözümlenmeye çalışılacaktır.
TABL0.32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM
ULUSLARARASI DÜZENLEMELER
Böylece "Uluslararası Yönetişimin"
hukuki alt yapısı oluşturulmaktadır.
Uluslar arası Esnek Düzenlemeler
(Soft Laws) ise global toplumun
dönüşümüne tüm ülkelerin belirli bir
süreçte uyum sağlamalarına yönelik
yapılmaktadır. Devletler arası yapılan
ve uluslar arası hukukun ürettiği
Anlaşmalar Yanı sıra hükümetler dışı
kurumlarında katılımı ile hazırlanan
ve hukuki bağlayıcılığı olmayan
ULUSLARARASI YÖNETİŞİMİN
KURUMLARI
•
•
düzenlemeler (Helsinki Şartı, AGİT,
Paris Şartı vb) devletlere etik
yükümlülükler getirmektedir.
Uluslararası Esnek Düzenlemeler
özellikle gelişmekte olan ülkeler için
avantajlar taşımaktadır.
Yeni dönemin düzenlemelerinin
yapılması ve yönetilmesi yanı sıra
yapının gözetilmesi, uzlaşmazlıkların
çözülmesi, hatta sıcak çatışmaların
önlenmesi gerekmektedir.
Yeni dönem için böyle bir kurumsal
gereksinme hukukun üstünlüğünü
sağlama amacını taşıyan Birleşmiş
Milletlerin yeniden yapılanmasından,
bir Dünya Devleti kurulmasına kadar
olasılıkları ortaya çıkarmaktadır.
TABLO,32 (Devamr) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM
ULUSLARARASI YÖNETİŞİMİN
KURUMLARI
Birleşmiş Milletler uluslararası
yönetişim için öngörülen en üst
kurum olarak görülmektedir. Soğuk
Savaş dönemi sonrasında BM
barışın ve hukukun üstünlüğünün
temini ve sürdürülmesi için daha
uygun bir döneme girmiştir.
Ancak BM'in yeni döneme ilişkin yine
en önemli kurumu olan Güvenlik
Konseyi'nin yapısı, soğuk savaş
döneminde belirlenen beş ülkenin
veto hakkı, seçicilik ve ayrımcılık
Birleşmiş Milletleri uluslar arası
yönetişimin başarısındaki en önemli
sınırlamalardır. Bu yapının değişmesi
güç görünmektedir. Bununla birlikte
Güvenlik Konseyi'nin yapısı ve işlevi
dahil BM'de reform talepleri
artacaktır.
•
Hukukun üstünlüğünün tüm ülkeler
için eşit ve adil uygulanması adına
Uluslar arası Adalet Divanı (BM için
bugün adeta bir danışma organı
gibidir) kurumunun güçlendirilmesi,
BM Güvenlik Konseyi kararlarının
Divan'ın gözetimine açılması
gündemdedir. Böylece BM'in siyasi
kararları yerine Divan'ın Hukuki
kararları geçerlilik kazanacaktır.
•
Uluslararası Suçlar karşısında
çalışacak Uluslar arası Kriminal
Mahkemesi yetki alacaktır.
TABL0.32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM
Çatışmaların önlenmesi ve müdahale
süreci BM'in tekelinde kalacak,
ancak en çok uzlaşmazlığın
yaşanacağı alan olacaktır. Birleşmiş
Milletler birbirleri ile ilişkili üç ayaklı
bir sistem kuracaktır.
Önleyici Diplomasi; kritik eşikte anında
müdahale için hazır güçlerin ilgili
ülkelerde bulunmasının temini
Küresel Gözetim; çatışma olasılığı
bulunan tüm noktalar için kurumsal
gözetim yapılarının oluşturulması ve
sürekli gözetim
Erken Müdahale; sıcak çatışmanın ilk
başında müdahale yeteneği
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
HALKLARI ÖRGÜTÜ
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEVLET
Her üç aşamada da yetki paylaşımı,
karar verme organı ve süreci
çözülememiş konulardır.
Sadece Hükümetler Dışı Kurumların
üyesi olacağı ve uluslar arası yönetimin
gündemini yönetecek Sivil Örgüt.
Tüm üye ülke vatandaşlarının oyları ile
seçilecek ve uluslar arası yönetişimi
sağlayacak ulus devletler üzeri bir devlet
aygıtı
3.2, YOL AYRIMINDAKİ TÜRKİYE;
YÖNETİMDE REFORM İHTİYACI
SİYASİ
VE
İDARİ
Türkiye siyasi ve idari yönetimde reform ihtiyacı açısından yol ayrımında
bulunmaktadır. Öncelikle kendi iç dinamiklerinin siyasi, ekonomik ve sosyal
değişim taleplerini karşılayabilmek için devlet ve yönetim anlayışında reforma
ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu reform ihtiyacının karşılanmasında, yetkili otoriteler ağır davranmaktadır.
Toplumun talepleri ile mevcut reformlar miktar, içerik ve zaman olarak
örtüşmemektedir. Bunun sonucu olarak da Türkiye ekonomik, siyasi ve sosyal
krizler ile karşılaşmaktadır.
Çok Taraflı Yeni Global Denge içinde ise, Türkiye kendine çizdiğimiz "Çok
Taraflı Türkiye" rolünü etkin şekilde oynayabilmek için siyasi ve idari
yönetimde reforma ihtiyaç duymaktadır.
Bu reformların yapılmaması halinde Türkiye kendi için arzu edilmeyen yolu
seçmiş olacaktır. Global konumlanmadaki yerini alamayacağı gibi, kendi iç
dinamiklerinden kaynaklanan yeni siyasi, ekonomik ve sosyal krizler ile karşı
karşıya kalacaktır.
Bu nedenle; Yeni devlet tanımı ve devlet anlayışı başta olmak üzere yürütme,
yasama, siyasi partiler ve yerel yönetimler alanlarında reformlar hayata
geçirilmelidir.
Çalışmanın ikinci bölümünde Ekonomide Devlet ve Sosyal Devlet Başlıkları
altında yeni devlet tanımının iki önemli unsuruna yer verilmiştir. Reform
önerilerine bu bağlamda Yeni Devlet Tanımı ve Kavramları ile başlamak
yerinde olacaktır. Bu alanda yine İstanbul Ticaret Odası tarafından
yayınlanmış olan " Devlet Teşkilatının Yeniden Yapılandırılması" (2002, Yayın
No Gürlesel, Demir) önemli ölçüde yol gösterici olmaktadır.
3,2,1. YENİ DEVLET TANIMI VE KAVRAMLAR
Yeni devlet tanımı; günümüzde Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası
kurumların da tasarlamaya çalıştığı 21 inci yüzyılın yeni ve modern devlet
tanımını temel almalıdır. Yeni devlet tanımında dar anlamda devlet-birey
ilişkisinin yeni tarifi, geniş kapsamda yeni devlet tanımındaki tüm taraflar ve
karşılıklı etkileşimleri, yeni karar alma süreci, kamu ve kamu alanı ile
hükümetlerin; merkezi hükümet, genel hükümet şeklindeki tanımları ile toplam
kamu tarifi yapılmalıdır.
Yeni Devlet tanımının kavramsal çerçevesinde, devlet-birey ilişkileri yeniden
tarif edilmekte ve düzenlenmektedir. Vatandaş için devlet yaklaşımı
benimsenmekte, kamusal karar alma sürecinin kavramsal çerçevesinin
başlangıcı veya temeli vatandaş üzenne inşa edilmektedir. Kamusal çerçeve
yeniden çizilirken siyasi sorumluluk ve yönetsel teknik sorumluluk bir
hiyerarşik düzen içerisinde ortaya konmakta vatandaş- yasama- yürütme
arasında bir yetki devri ve bilgilendirme yükümlülüğü ve sorumluluğu süreci
oluşturulmaktadır. Vatandaşı temel ve başlangıç alan süreçte vatandaştan
başlayarak yetkiler sırası ile siyasi partiler aracılığı ile parlamentoya, kabineye,
bakanlıklara ve hizmet ünitelerine aktarılmakta raporlama ve bilgilendirme
sürecide en sondan başlayarak vatandaşa geri dönmektedir. Yetki devri
kullanımı, siyasi ve teknik sorumluluk, raporlama, bilgilendirme, şeffaflık ve
hesap verebilme her aşamada sağlanmaktadır. Yetkiyi veren vatandaş, yetki
kullanımını denetlemekte ve yetkiyi kullananlardan hesap sorabilmektedir.
Vatandaşın fikirleri ve istekleri ile başlayan ve bunları yerine getirmekle
yükümlü olan kurumların hesap verebilirliğine kadar uzanan yeni karar alma
süreci Politika Oluşturma, Planlama, Uygulama, Denetim ve Verimlilik
aşamalarından oluşmaktadır.
Karar alma sürecinin her aşamasında katılım mekanizmaları kurulmakta,
oluşturulan politikaların belgeleri, ölçülebilir sayısal ve niteliksel hedefler ve
performans kriterleri, denetime yönelik bilgilendirme ve şeffaflık, raporlama
yükümlülükleri ile kamuda etkinlik ve verimliliğin ölçülmesine yönelik kriterler
sunulmaktadır.
Politika oluşturulması, siyasi süreç olarak tarif edilmektedir. Politika
oluşturmanın siyasi süreci vatandaş, parti, parlamento ve kabine
aşamalarından geçerek iki temel belgeye ulaşmaktadır. Dünya Görüşü
Belgesi; siyasi partilerin belgesi (parti programı değil) olup siyasi partinin
dünyayı ve ülkeyi nasıl algıladığı ortaya konmaktadır.
Uygulama ve Hedefler Belgesi ise; siyasi partinin ifade ettiği dünya görüşü
çerçevesinde hangi hedefi hangi yollar ve hangi sürede yapabileceği
konusunda topluma açıklaması gereken bir somut belgedir.
Siyasi partiler bu iki belgeyi de vatandaşın ve toplumun geniş katılımı ile
hazırlamalı ve siyasi sorumluluklarının belgesi olarak topluma sunmalıdır.
İktidara taşınan ve hükümeti oluşturan siyasi partiler planlama aşamasında
siyasi ve teknik süreç aşamasına ulaşmaktadırlar. Bu aşamada hükümet
(kabine) Stratejik Planlama ile Karar Planlaması yapmaktadır. Stratejik
Planlama orta-uzun vadeli hedefleri içermekte. Karar Planlaması ise Karar
Hedefleri Belgesi (Plan Belgesi) olarak hazırlanmaktadır. Plan Belgesi
hükümet programıdır. Ancak Plan Belgesi klasik hükümet programından çok
farklıdır. Plan Belgesi; hükümetin yapacaklarını belirli zaman ve miktar
hedefleri getirerek kamuoyuna açıkladığı ve güvenoyu istediği belgedir. Teknik
ve yönetsel sorumluluk bu belgenin onayı ile başlamakta, siyasi sorumluluk ise
devam etmektedir.
Uygulama Stratejileri ve Bütçeleme karar alma sürecinde bir sonraki
aşamadır. Plan belgesinde belirtilen hedeflere ulaşılması için uygulama
stratejileri belirlenmekte ve bütçe hazırlanmaktadır. Bütçelerin çok yıllık
hazırlanması önerilmektedir. Plan belgesi çerçevesinde düşünülen faaliyetlerin
ve projelerin tamamen ekonomik gerçeklere uygunluğu sağlanmalıdır. Bunu
çerçeveleyen araç Bütçe olmaktadır.
Plan Belgesi ve Bütçe uygulamaya geçişleri ile birlikte izlenmeli,
değerlendirilmeli ve hesap verilebilirlik çalıştırılmalıdır.Plan Belgesi ve
Bütçenin hedef ve sonuçlarının uyumu siyasi ve yönetsel sorumluluğun
ölçülebileceği performans kriterleri aracılığı ile izlenmeli ve değerlendirilmelidir.
Buradaki izleme ve değerlendirme klasik kamusal denetim araçlarından
uzaklaşılarak, şeffaflık, açıklık, bilgilendirme üzerine kurulu sürekli bir izleme
kurulması
ile
önceden
belirlenmiş
performans
kriterlerine
göre
değerlendirilmenin yapılmasıdır.
Plan belgelerinde yer alan uygulamaların hedeflere ulaşması yanı sıra önemli
bir konuda kamu hizmeti uygulamalarının ayrıca etkinlik ve verimliliğinin
ölçülmesidir. Uygulamaların hedefe ulaşması yanı sıra etkin ve verimli olup
olmadığı ölçülmelidir. Bu amaçla kamu hizmetlerinin sunumunda etkinliği
ölçen performans kriterlerinin yerleştirilmesi, toplam kaliteye geçiş ve
uluslararası standartlara yakınlık hedef alınmaktadır.
3.2.2. YÜRÜTME ORGANLARINDA REFORM
Yürütmeye ilişkin öneriler aşağıdaki organlar için yapılmaktadır.
Gumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, Başbakan ve Bakanlıklar.
Yeniden yapılanmada temel; parlamenter sistem içinde yürütme kurumlarının
etkinleştirilmesi üzerine kurulmaktadır.
Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olmakla birlikte, siyasi sorumluluk almamalı,
bunun yerine kamusal karar süreçlerinin üzerinde bir gözetmen, bir kamusal
hakem ile hükümet ve parlamento çalışmalarına destek veren konumda
bulunmalıdır.
Bakanlar Kurulu; yürütmenin etkinliği ve sorumluluğu bakanlar kurulu
(kabine) üzerinde toplanmalıdır. Kabineye Başbakan başkanlık etmeli, kabine
içerisinde en fazla iki kişi Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmelidir.
Kabine iki Devlet Bakanı ve onbeş Hizmet Bakanından oluşmalıdır.
Başbakanlık; Başbakan çekirdek ünitesi olarak tepede karar almanın merkezi
konumundadır. Kabine sekreteriiği ödevi ile kabineye karşı hazıriıklar ve
bakanlıklar arası koordinasyon konumundadır. Teknik sorumluluğun tepe
noktasındadır.
Başbakanlık yapısal ve fonksiyonel olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
Başbakanlık Makamı; başbakan ve kişisel çalışmalarına katkıda bulunan özel
kalem müdürünü, siyasi danışman, basın danışmanı, milli güvenlik danışmanı,
diğer danışmanlar ile hizmetli personelden oluşmalıdır. Başbakanlık mekanı
fiziki olarak kamusal karar alma etkinliği ve kamu güvenliği açısından yeniden
organize edilmelidir.
Siyasi Danışmanlık Kurumu; siyasi kurumlar ile ilişkiler, siyasi konuların
takibi,
hükümet
uygulamalarının
siyasi
boyutunun
izlenme
ve
koordinasyonunu, raporlama ve bilgilendirmeyi sağlamalıdır.
Milli Güvenlik Danışmanlığı Kurumu; Başbakan için iç ve dış güvenlik
konularında sürekli hizmet verecek olan kurumdur.
Aktif Danışma Heyeti kurulmalıdır. Günlük faaliyetler çerçevesinde
Başbakanın çekirdek ekibi ile kişisel karar sürecinde dinamizm yaratması
mümkün olacaktır. Heyet dış politika, dış ve iç güvenlik, ekonomik kararlar
konularında sürekli bir istişarenin yürütüleceği mekanizmadır. İlgili bakanlar.
Genelkurmay Başkanı ve Başbakan Müsteşarından oluşmaktadır.
Politika ve karar oluşturmada teknik sürecin hızlandırılması amacı ile
Başbakanlığa bağlı üç yeni teknik kurul oluşturulmaktadır. Her üç kurulun
kararları da Bakanlar Kurulunun yetki devri ile Bakanlar Kurulu kararı tarzında
olmalıdır. Kurullar konularına göre ilgili bakan ve üst düzey bürokrasiden
oluşturulmalı ihtisaslaşmış alt kabine konumunda olmalıdır. Konularına göre
kurullar;
Dış Politika ve Güvenlik Kurulu
Yüksek Planlama Kurulu (mevcut hali revize edilecek)
Sosyal Politika Kurulu
Yüksek Planlama Kurulu stratejik ve uzun vadeli kararları alan bir kurum
olarak yeniden yapılanırken. Devlet Planlama Teşkilatı da kurulun sekreterya
görevini üstlenen ve stratejik planlama ve çalışmalar yapan bir kurum olarak
Ekonomi Bakanlığına bağlı faaliyetlerini sürdürmelidir.
Başbakanlığa bağlı
önerilmektedir.
yardımcı
nitelikte
iki
ünitenin
daha
kurulması
Yüksek Memurlar Atama Komitesi; Kabine personel rejiminde yapılacak
değişiklikler ile birlikte kamu hizmetleri sektörünü temsil eden en yüksek
memur olarak Müsteşar, Genel Müdür, Başkan gibi görevliler ile sözleşmeler
çerçevesinde görevlendirme yapmalıdır. Bu görevlilerin seçimi ve
atanmasında standartlar oluşturacak ve görev alacak bir komite kurulmalıdır.
Ulusal Knz Yönetinmî Komitesi; kriz anındaki farklı yönetim anlayışına hakim,
geleneksel bürokrasiden farklı, bir ekipten oluşturulmalı, ve doğal afetler ile
derin ekonomik krizler karşısında kurumlar arası işbirliği ve koordinasyon
sağlanarak karar alma süreci hızlandırılmalıdır.
Bakanlıklar; sayısı ikisi devlet bakanlığı on beşi hizmet bakanlığı olmak
üzere on yediye indirilmektedir.
İki devlet bakanı olacaktır. Bir devlet bakanı sadece kamu personel
yönetiminden sorumlu olacaktır. Diğer devlet bakanı ise merkezi hükümet
kurumları arasındaki koordinasyonun sağlanması ve yönetiminden sorumlu
olacaktır.
Hizmet bakanlıklarının sayısı on beş olacaktır. Çevre, Orman, Turizm, Kültür
bakanlıkları kaldırılmalıdır. Bu hizmetler Müsteşarlık seviyesinde Başbakana
bağlı olarak sunulmalıdır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı; İskan Bakanlığı adını
almalıdır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı; Tarım Bakanlığına çevrilmelidir. Köy
işleri ve hizmetleri yeni kurulan Yerel Yönetimler Bakanlığına bağlanmaktadır.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı sadece Ticaret (iç ve dış ticaret) Bakanlığı olarak
faaliyet gösterecektir.
İki yeni bakanlık kurulmalıdır. Ekonomi Bakanlığı ve Yerel Yönetimler
Bakanlığı.
Ekonomi Bakanlığı; ekonomi ile ilgili birimlerin Hazine Müsteşarlığı, Devlet
Planlama Teşkilatı ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bağlı olduğu,
ekonomi politikalarının Yüksek Planlama Kurulu ile koordineli belirlendiği ve
uygulandığı bakanlık olacaktır.
Yerel Yönetimler Bakanlığı; yerel yönetim anlayışındaki değişikliğe paralel
olarak merkezi hükümet ile yerel yönetimler arasındaki idari ve mali aracılığı
ve yönetimi gerçekleştirecek bakanlık olacaktır. İller Bankası ile Köyişleri
Genel Müdürlüğü bakanlığa bağlanacaktır.
3.2.3. YASAMA ORGANINDA REFORM
Yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelik öneriler Yasama ve
denetim işlevlerinin etkinleştirilmesini hedeflemektedir.
TBMM Genel Kurul çalışmaları Yasama çalışmaları ve Denetim çalışmaları
olmak üzere ikiye ayrılmalı ve genel kurul çalışma saatleri uzatılarak yeniden
düzenlenmelidir. Yasama çalışmaları Salı, Çarşamba, Perşembe 15.00-19.00
arasında, Denetim çalışmaları ise Salı ve Perşembe 10.00- 12.00 saatleri
arasındaki genel kurullarda yapılmalıdır. Genel Kurul gündemleri haftalık
olarak belirlenmeli ve her Pazartesi günü haftalık program Başkanlık Divanı
tarafından açıklanmalıdır.
Her iki çalışma için Genel Kurul toplanma yeter sayısı salt çoğunluk olmalıdır.
Üçte bir çoğunluk ile toplanma şartı kaldırılmalıdır. Genel Kurul öncesi
yoklama ve ertelemeler kalkmış olacaktır. Karar yeter sayısı ise genel kurul
katılımı salt çoğunluğu olmalı ancak en az 100 adet evet oyu aranmalıdır. Her
iki kurul öncesi başkanlığın sunuş konuşması 5 dakika ile sınırlanmalı,
konuşma metni e-mail ile milletvekillerine kurul öncesi gönderilmelidir.
Gündem değişiklikleri içeren önerge için en az on milletvekilinin imzası
aranmalıdır.
Çalışma Komisyonları aynen korunmalı, Siyasi İşler Komisyonu ile Ulusal
Politikalar Komisyonu isimleri ile iki yeni komisyon kurulmalıdır. Siyasi İşler
Komisyonu; siyasi partiler, seçim sistemi, siyasetin finansmanı, siyasi ahlak,
milletvekilliği dokunulmazlığı gibi siyasi alanları düzenlemelidir.
TBMM'nin denetim işlevi kurumsallaştırılmalıdır. Hükümetin güvenoyu aldığı
Plan Belgesi ve Bütçesine ilişkin hedefler-gerçekleşmeler ile ilgili standart
raporlar her ay Meclis başkanlığına gönderilecektir. Her üç ayda bir de
hükümet her iki belgeye ilişkin gerçekleşmeleri iki tam gün genel görüşme ile
meclise sunacak iki tam günde müzakereler yapılacaktır. Denetim Genel
Kurulu her üç ayda bir Hükümet Siyasi ve Mali Hedef ve Uygulamaları
gündemi ile 4 gün toplanmalıdır.
Hedef ve Uygulamalar alanında bir sapma olması halinde siyasi ve teknik
sorumluluğa bağlı olarak güven oylaması veya gensoru, araştırma önergesi
istenebilecektir. Böylece performans kriterlerine bağlı olarak kullanılacak
denetim araçlarının siyasileştirilmesi engellenmiş olacaktır.
Gündem dışı konuşmalar, Bakanların cevap hakları, sözlü soru önergeleri ve
cevaplandırılması, güven oylaması, gensoru, Meclis soruşturma önergeleri,
meclis araştırma komisyonlarının kurulması gibi tüm işlemler Denetim işlevli
Genel Kurul toplantılarında gündemli olaraKyapılacaktır.
3.2.4. SİYASİ PARTİLER
Merkezi hükümet tanımı içinde yer almamakla birlikte yasama erkini elinde
bulunduran parlamentoyu oluşturan kurumlar olarak devlet teşkilatındaki
yapılanmaya paralel olarak reforma tabi olmalıdırlar.
Siyasi partilerin tek tip örgütlenme modeli zorunluluğundan vazgeçilmelidir.
Siyasi partiler seçimlere katılabilme şartlarını yerine getirmek için gerekli
örgütlenme koşullannın dışında istediği organ, örgüt, kurum ve kurulları
oluşturabilmelidir. Böylece siyasi partilerde lider ve merkez hakimiyeti
genişleyen örgüt ve taban katılımı ile dengelenmiş olacaktır.
Sivil toplum örgütlerinin siyaset yapma ve siyasi partiler ile ilişki kurma
serbestisi arttırılmalıdır.
Bireylerin siyaset yapma ve katılımı konusundaki sınırlamalar sadece kolluk
kuvvetleri, silahlı kuvvetler mensupları, savcı ve yargıçları kapsamalıdır.
Siyasi partilere üye yazılımı il ve ilçe yüksek seçim kurulu merkezleri aracılığı
ile gerçekleşmelidir ve denetim altında olmalıdır.
Siyasi partiler iç tüzüklerinde serbest bırakılmalıdır. Ancak bu serbestinin parti
içi demokrasiyi engeller şekilde kullanılmasına izin verilmemelidir.
Lider veya merkezi örgütün, teşkilat ve üye ile ilgili menfi kararlarında yeter
karar sayısı arttırılmalıdır, (zorlaştırılmalı). Parti disiplin kurulları lider ve
merkezden bağımsız seçilmeli ve kararlar il ve ilçe seçim yüksek seçim
kurulları tarafından denetlenmelidir.
Yerel ve genel seçimlerde parti adayları tüm parti üyelerinin iştiraki ile ve
hakim nezaretinde yapılacak ön seçimler ile belirlenmeli, lider veya merkeze
her alandaki aday sayısının yüzde 25'i kadar aday belirleme olanağı
sunulmalıdır.
Siyasi partiler tüm gelir ve harcamalarını, kayıtlı olarak, yüksek seçim
kurullarına vermeli, kamuoyuna ilan etmelidir. Siyasi partilerin mali tablolama
ve raporlarına ilişkin standartlar getirilmelidir.
Siyasi partilerin denetimlerinde Yüksek Seçim Kurulları bünyesinde Anayasa
Mahkemesi, Sayıştay, YSK temsilcilerinden oluşacak sürekli gözetim yapacak,
yeni bir birim kurulmalıdır.
Yüksek Seçim Kurulu siyasi partilerin ve adayların seçim bölgelerindeki
seçmen sayısına orantılı olarak her seçim döneminde harcama sınırını
açıklamalı, siyasi partiler ve adaylar harcamalan ile ayrıntılı bilgileri YSK'na
vermelidir.
Partilere yapılan bağışlarda üst sınır olmalı, bağış yapanın ismi bağış
makbuzunda mutlaka yazılmalı ve bağış miktarı tamamen veya kısmen vergi
tahakkuk rakamından düşürülebilmelidir.
Milletvekili dokunulmazlığı kavramı yeniden tanımlanmalı ve kapsamı
daraltılmalıdır. Milletvekillerinin yasama sorumsuzluğu mutlak korunmalı,
sadece tutuklama veya kişi özgürlüğünün sınırlamasında dokunulmazlığı
koruyarak, adli takibat ve yargılama işlemleri dokunulmazlık kapsamına
girmemelidir. Meclis soruşturmasına yargı organı da dahil olabilmelidir.
Siyasi ahlak yasası çıkarılarak siyasilerin kişisel çıkar sağlama ile kamu
menfaatini gözetme arasındaki çizgi etik kurallar ile belirlenerek, milletvekilleri
ve hatta tüm siyasi parti yöneticileri etik kuralara uyum açısından gözetim ve
denetim altına alınmalıdır.
3.2.5. YEREL YÖNETİMLER
Merkezi Yönetim içinde Yerel Yönetimler Bakanlığı kurulmalıdır. Bakanlık
öncelikle; yerel yönetimlere ilişkin kavram ve terimlere açıklık, anlam birliği ve
standart getirmelidir. Yerel yönetimlere merkezi bütçeden aktarılacak pay
Bakanlığın bütçesi olmalıdır.
Yerel yönetimlerin yurt genelindeki örgütlenme modelinde; alan mekan
yönetimi birlikteliğinden alan yönetimine geçilmelidir. Kent-kır alanlarının
birbirinden bağımsız idareleri kaldırılmakta köy tüzel kişiliği korunurken, idaresi
ilçe belediyelerine bağlanmaktadır. Alan yönetiminde il ve ilçe yönetimleri
temel birimler olmaktadır. Belediye kuruluşu için nüfus ana kriter olmaya
devam etmeli 2000 sınırı arttırılmalıdır. Yerel Yönetim Bakanlığına bağlanan
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü köylere altyapı ve benzeri hizmetleri merkezi
bütçe kaynakları ile sunacaktır.
Yerel yönetimler mali konularda yeniden yapılandırmaya tabi olacaktır.
Denetimlerinde Belediye Meclislerinin işlevleri arttırılacaktır.
İller Bankası; yerel yönetimlerin alt yapı ve üst yapı yatırımlarına piyasa
koşulları içinde finansman sağlayan sahipliği ve yönetimi tamamen yerel
yönetimlere bırakılmış bir yatırım bankası olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
İller Bankası Yerel Yönetimler Bakanlığına bağlanacaktır. Merkezi yönetimi ile
yerel yönetimler arasındaki fon akışına aracılık edecektir.
SONUÇ
Son yirmi yıldır süren küreselleşme yarattığı refah ve gelir farklılaşması ile
kendi içinde bir paradoksu yaşamaktadır. Aynı süreçte tek kutuplu dünya
siyasi ve askeri açıdan kaotik bir geçiş dönemi yaratmıştır. Bu süreçler devam
ederken 11 Eylül olayı ile birlikte yeni bir dönem açılmıştır. Bu dönemin yapı
taşlarının oturması için en az bir on yıl gerekecektir. Ancak bu yeni dönem
ikinci dünya savaşı sonrasında yapılan Yalta anlaşmasına benzer masa
başında varılmış mutabakatlara dayalı bir dönem olmayacaktır.
Çalışmamızda yeni dönem Dünya'da Çok Taraflı Denge olarak tarif
edilmekte ve Türkiye için Çok Taraflı Türkiye konumlandırılması
önerilmektedir. Çok Taraflılığın yönetilmesi için uluslar arası alanda yönetişim
kavramı geliştirilirken, yeni dönemde Türkiye için gerekli siyasi ve idari
yönetim reformu önerileri de sunulmaktadır.
Dünyada Çok Taraflı Yeni Denge
11 Eylül saldırısının ardından global siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal
dengenin yeniden oluşma süreci başlamıştır. Yeni dengenin temeli global
refah paylaşımı üzerine oturmaktadır. Yeni denge tarafların güç mücadelesi
ile kurulacaktır ve yeni dengenin kuruluşu bir on yıl sürecektir.
Çok Taraflı Yeni Denge'nin kuruluşundaki güç dengelerini sadece askeri güç
olarak değerlendirmek yanlıştır. Çünkü yeni dengenin oluşumunda öncelikle
düşman ve tehdit kavramları değişiklik göstermektedir. Değişen düşman ve
tehdit kavramlarına bağlı olarak da ülkelerin güvenlik yaklaşımları ve
anlayışları ile güvenlik siyasetleri değişim gösterecektir. Bu bağlamda
global güvenliğin sağlanmasından sorumlu kurumların rolleri de tartışılmakta
ve yenilenmektedir.
Tehdit, düşman ve güvenlik kavramlarının yeniden tanımlanmasını zorunlu
kılan devrim niteliğinde üç önemli değişiklik yaşanmıştır. Bunlar jeostratejik
devrim, enformasyon devrimi ile yönetim devrimidir.
Bu devrimlere bağlı olarak ülkelerin tehdit algılamaları da değişmektedir.
Ülkelerin tehdit algılamaları; uluslar arası terörizmle mücadele, saldırma
amacı güden agresif politikaları engelleme, tehlikeli silahların yaygınlaşmasını
engelleme, demokrasiyi yaygınlaştırma ve koruma, piyasa ekonomisini
geliştirme ve yayma, finansal istikrarı koruma, refahı yaygınlaştırma ve
artırma, çevre ve sağlık koşullarını iyileştirme ve koruma, yolsuzluk ve
organize suçlarla mücadele ile göçler, nüfus ve mülteci hareketlerine ne kadar
duyarlı oldukları ile ölçülecektir.
Doğrudan tehditler; İç çatışma unsurları, Uluslar arası terörizm, stratejik
altyapılara tehditler, kitle imha silahları, riskli ülkeler, organize suçlar ve
yolsuzluk, zorunlu göçler ve sığınmacılık ile gezegenin güvenliği olacaktır.
Ülkeler bu tehditleri üç temel kategoride algılamaktadır; Ulusal Fiziki Tehdit,
Ulusal Çıkar Tehditi ve Ortak Değerler Tehditi. Tehditler, ulusal varlıkları
tehdit etme boyutundan global değerlere yönelik tehditler şeklinde
sıralanmaktadır.
Tehditlerin şekil değiştirmesi doğal olarak boyutlarını da değiştirmektedir.
Tehdit kaynaklarını yedi alt grupta sınıflamak mümkündür; bölge ve
devletten kaynaklanan tehditler, uluslarüstü gruplardan kaynaklanan tehditler,
teknolojinin tehlikeli kullanımından kaynaklanan tehditler, güçsüzleşen
yönetimlere sahip devletlerin edilgen tehditleri, saldırgan devletlerin yarattığı
tehditler, birleşik amaçlı istihbarat alt ortaklıklarının yarattığı tehditler ile çevre
ve sağlığa saldırı amaçlı tehditler.
Yeni dönemde tehdit kavramı düşman kavramından çok daha önemli
olacaktır. Geçmiş dönemin klasik anlamdaki düşman kavramı ortadan
kalkmaktadır. Düşman kavramı yerine rekabet edilen ülke veya unsur
kavramı daha çok kullanılacaktır.
Global tehdit ve düşman tanımındaki değişimler global güvenlik kavramında
da evrime yol açmaktadır. Global güvenlik kavramı iki temel üzerinde
oturmaktadır. Global Denge ve Global Güvenlik Terazisi.
1945'ten itibaren kurulan ve 1989 tarihinde bozulan dünya için geçerli fakat
yeterli olmayan global güvenlik dengesi, 11 Eylül saldırısının ardından ABD
'nin girişimiyle yeniden inşa edilmeye çalışılacaktır. Mücadelenin temel amacı
güce dayalı üstünlük olacaktır. Dengeyi etkin ve belirleyici olarak kuran
lehine bir sonucun alınacağı kaçınılmazdır. Global dengeyi tesis
mücadelesinde reel-politik sınırlar içerisinde bir belirleyicilik esas olacaktır.
Bu mücadelede tarafların birbirlerine karşı olan tavırlarında politik nitelikli
olanların karşılıklı kışkırtıcılık, askeri nitelikli olanların baskıcı ve belirleyici,
ekonomik nitelikli olanların ise karşı tarafı zorlayıcı olması beklenmektedir.
Global Güvenlik Terazisinin oluşumu ise ülkelerin ve kurumların güvenlik
anlayışı ve siyasetindeki değişime ve tutumlarına bağlı olacaktır.
Değişen tehdit ve düşman unsurları karşısında güvenlik anlayışı ve yaklaşımı
da değişmektedir. Hem ülkeler, hem de kurumlar "Yeni Güvenlik Siyaseti"
geliştirmek zorundadır. Global Güvenlik Siyaseti üç temel misyon üzerine bina
edilmektedir. Global istikrarı korumak, global caydırıcılığı artırmak, global
demokratik değerleri korumak ve yaygınlaştırmak.
Global güvenlik mimarisinin oluşumunda yani güvenlik dengesi ve güvenlik
terazisinin kuruluşunda beş ülke etkili olacaktır; ABD askeri açıdan dünyanın
dört bir yanında müdahale gücünü, nükleer, konvansiyonel silah kapasitesi,
savunma teknolojisi ve uzay teknolojisi ile sürdüren tek süper güç olacaktır.
Rusya ekonomik iyileşme süreci nedeni ile askeri etkinlik alanını, global
alandan bölgesel alana çekecektir. Çin ekonomik gücünü giderek askeri
gücüne yansıtacak, daha çok bölgesinde ve ilgi alanlarında ABD'nin gücünü
dengelemeye çalışacaktır. Japonya askeri açıdan daha bağımsız olma
arzularını seslendirecek ve Pasifik alanında Çin ve ABD'yi dengeleyecektir.
Almanya ise Avrupa'nın güvenliğini NATO'dan bağımsız bir Avrupa güvenlik
kurumu ile sağlama politikasına yönelecektir. 1989 sonrasında iki kez güvenlik
konseptini değiştiren NATO ise üye AB ülkelerinden daha bağımsız global bir
güvenlik kurumu haline dönüşürken, ABD ve İngiltere ağırlıklı hale gelecek ve
AGSP kurumu ile özellikle Avrupa başta olmak üzere bölgesel güvenliğin
temini konularında çatışacaktır.
Dünya'da Çok Taraflı Denge, özellikle güvenlik siyasetindeki evrimin yol
açtığı değişim ile birlikte güvenlik, siyaset, ekonomik ve sosyal unsurları bir
arada içerecek şekilde oluşacaktır. Yeni denge çok taraflılık üzerine
kurulacaktır.
Ülkelerin öncelikle güvenlik, siyaset, ekonomik ve sosyal açıdan yeni
dengenin iki ana ekseni üzerinde ayrışacağı ve toplulaşacağı ve bu iki
eksenin iki ağırlık merkezi olacağı görülmektedir. Ancak her iki eksene taraf
ülkeler arasında siyasi, ekonomik, sosyal ilişkiler çok taraflı ve yoğun olarak
yaşanabilecektir. Bu nedenle yeni dönem Çok Taraflı Yeni Denge olarak
isimlendirilmektedir.
Çok Taraflı yeni dengede öncelikle yeni eksenlerin tarifi yapılmaktadır. Tarif
için kullanılan yöntem ve araç ise jeopolitik teorilerdir. Jeoekonomik
imkanların varlığı dünya hakimiyetine giden jeopolitik kuramların esasını hala
değiştirmemiştir. Bu açıdan dünyanın en geniş enerji kaynakları ile dünya
nüfusunun büyük bölümünü barındırıyor olması nedeni ile Avrasya'ya hakim
olabilmek veya kontrol gücünü elinde bulundurmak, dünya hakimiyeti için
kaçınılmaz olmayı sürdürmektedir.
Global değişimler ülkelerin ulusal, bölgesel, kıtasal ve global hedeflerini de
değiştirmektedir. Ancak tüm bu değişimlere karşın merkezi Avrasya'yı kontrol
etme arzusu yeni yöntemlerle varlığını devam ettirmektedir. Bu nedenle
Merkezi Avrasya Goğrafyası Dünya'da Çok Taraflı Yeni Denge'nin
kurulmakta olduğu, eksenlerin karşılıklı yer aldığı ve çıkar çatışmalarının
yansıyacağı alan olacaktır.
Daha çok 25. ve 60. meridyenler ile 30. ve 50. paraleller arasında kalan alan
merkezi Avrasya adası olarak tarif edilmektedir. Avrasya jeopolitik konumu iç
içe geçen üç çemberden oluşmaktadır.
İç çember; milli sınırlar içinde kalan, korunma refleksi en üst seviyede olan
kapalı alandır. Yer altı ve yer üstü zenginlikler ile diğer olanakları
barındırdığından bu alan aynı zamanda Milli Ekonomik Alandır.
Orta Çember; bu çember daha çok Avrasya Alanı olarak tanımlanmaktadır.
Bu alan Milli Politik ve Askeri-Ekonomik özellikleri taşıyan bir bölgesel
alandır.
Dış çember; Doğu Akdeniz'den Pasifik'e kadar uzanan, iç ve orta çembere
yönelik faaliyet ve mücadelelerin yürütüldüğü bu alan, diğer bir ifadeyle
"Uluslar arası Stratejik İlgi Alam'dır.
Genel anlamda küresel olarak yukarıda belirlenen Avrasya merkezli jeopolitik
pozisyon Avrasya dış çemberine yönelik yaklaşımı sağlayan iki ekseni
oluşturmuştur. Oluşan bu iki eksen coğrafi olarak Avrasya Merkez adasına
ulaşma yollarını ve bu süreçteki ikili veya çok taraflı ülke ilişkilerini ifade
etmektedir. Bu iki ekseni "Pasifik Ekseni" ve "Kuzey-Batı Ekseni" olarak
isimlendirmekteyiz.
Pasifik Ekseni; ABD, fiziki sınır olarak kendisini Pasifik üzerinden Avrasya'ya
yaklaştırma noktasına getirmiştir. Pasifik ekseni, Çin sınırlarından başlayıp,
Pasifik uzantısı olan Hint Okyanusu'nun kuzey kıyılarına kadar devam eden
bir alanda tam bir yay çizmiştir. ABD, Çin, Japonya, Hindistan ve Pakistan bu
yayın üzerinde, Avrasya Merkez Alanı'nı bu eksen açısından Kuzey-Batı ve
Güney-Batı yönünde etkilemektedir. Pasifik Ekseni, hem Avrasya Merkez
Alanı hem de Alt Güney Asya açısından Çin-ABD, Çin-Japonya, ABDJaponya, ABD-Hindistan, Çin-Hindistan, Japonya-Hindistan denklemlerini
ortaklık ve rekabet çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Pasifik ekseni
bir bakıma Avrupa Birliği'nin bölgedeki ekonomik etkinliğini güney girişi
açısından zorlayıcı bir unsurdur.
Kuzey-Batı Ekseni; Birincil seviyede Rusya'nın, ikincil seviyede Rusya ve
AB'nin (daha özelde Almanya'nın) ekonomik ve siyasi etkiselliğini Hazar
Havzası ve İç Asya'ya kadar taşıyan bir eksendir. Bu eksen Doğu AvrupaUkrayna-Kafkasya güzergahını izleyen bir mihverdir. Bu mihver aynı zamanda
Kuzey Orta Hat koridoru yoluyla Çin'e kadar uzanmaktadır. İpek Yolu'nun
adeta Ukrayna üzerinden Avrupa'ya uzanan şeklini andırmaktadır. Kuzey-Batı
Ekseni hem Doğu Avrupa açısından hem de Hazar Havzası açısından
Almanya-Rusya, AB-Rusya, Rusya-Çin ve AB-Çin denklemlerini ortaklık ve
rekabet çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır.
Yeni jeopolitik düzenleme içinde ABD, kendisini bir denge arayışında bulunan
Koordinatör olarak görmekte, ittifak ve ilişkilerini stratejik ve stratejik
olmayan ortak konumuna taşımaktadır. ABD bölgesel kuvvet olanaklarını
elde ettiği refah ile birlikte paylaşma eğilimine girmektedir. Bunun karşılığında
paylaşabileceği güvenlik ortakları oluşturmaya çalışmaktadır. Bu nedenle
yeni bölgesel liderliklere olan ihtiyaç artmaktadır. Avrasya'nın yeni jeopolitik
konumu tek başına bir liderliği mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle yukarıda
anılan eksenler ve yeni gruplaşmalar çerçevesinde Avrasya, dış çemberi göz
önüne alarak ve Hazar'ı orijin kabul ederek 4 ana bölgeye ayrılmaktadır.
Kuzey Avrasya, Balkanlar'ın Kuzeyi, Karadeniz, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve
Rusya'yı içerisine alan bu bölge Hazar Havzası ile Avrupa arasında kalan bir
coğrafyadır. Kuzey Avrasya bölgesi Avrupa Birliği ile Rusya'nın etkisi
altındadır.
Güney Avrasya, Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya ve Yakın Doğu'yu içerisine
alan bu bölge Akdeniz ile Hazar Havzası arasında kalan bir coğrafyadır.
Genellikle Türkiye, İsrail ve İran'ın etkisi altındadır.
Kuzey Asya, Hazar Havzası'ndan Okyanus kıyılarına kadar uzanan ve Tanrı
Dağlarının kuzeyinden geçen bir alanı kapsamaktadır. Çin ve Rusya'nın
etkinlik mücadelesi yürüttükleri bu coğrafya doğuya gidecek enerji koridoru
açısından son derece önemlidir.
Güney Asya, Körfez'in doğusundan Alt Güney Asya'ya kadar olan geniş bir
coğrafyadır. Güney Asya'nın batısında İran, Pakistan ve Hindistan, doğusunda
Çin-Japonya ve ABD etkin bir kuvvet merkezi konumundadırlar.
Merkezi bir konum olarak Avrasya jeopolitiğinde meydana gelen değişimler ve
bölgenin jeoekonomik formasyonundaki şiddetli çekiciliği, güçlü devletlerin
siyasi etki alanlarında yeni ilişkileri ortaya çıkarmaktadır. Katı bir kamplaşma
yerini aynı anda birden fazla grup içerisinde yer almaya bırakmıştır. Dünya
ölçeğinden Bölgesel niteliğe indirgenen ortaklıklar bu durumu daha da
kolaylaştırmıştır. Dile getirilen coğrafi tanımlı iki eksen dışında Amerika
Birleşik Devletlerinin tek ve en büyük güç olmasına karşın, global güvenlik için
koordinasyon liderliği djşında kalan konular açısından farklı bir yapı
oluşmuştur. Biz bu yapıyı "çok taraflı yeni denge" olarak isimlendirmekteyiz.
Çok taraflı yeni denge siyasi bir sonuç olarak algılanmalıdır.
Çok taraflı yeni dengeyi ortaya çıkartan ve ülkeler arası ilişkileri tayin eden üç
faktör bulunmaktadır:
Coğrafi faktörler olarak ifade edilen jeopolitik pozisyon değişikliği ve bu
değişikliğin yarattığı jeostratejik devrimdir. Küreselleşme, piyasa ekonomisi ve
demokratik değerlerin yerleştirilmesi sürecinde karşılaşılan gelir dağılımı
bozukluğu, yoksulluk ve ekonomik resesyon gibi sorunlar çok taraflı yeni
dengenin tasarlanmasında etkili olan ekonomik faktörlerdir. Üçüncü olarak,
ortaya çıkan yeni global tehditler ve buna karşı oluşturulmaya çalışılan yeni
global güvenlik stratejilerinin uygulanmasına dönük askeri faktörlerdir.
Oluşmakta olan çok taraflı yeni dengede ana aksı oluşturan 5 ülke
bulunmaktadır. Bu ülkeler; Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği,
Çin, Rusya Federasyonu, Japonya'dır.
Bunların dışında 2015 yılına doğru ana aks seviyesine ulaşmaya çalışan
Hindistan da bulunmaktadır. Japonya ise 2010 yılından itibaren askeri özelliği
ile birlikte tam bir ana aks niteliğini kazanacaktır. Ülkeler için global
konumlanma, bu ana aksların yanında veya karşısında alacakları
pozisyonlarla gerçekleşecektir.
Uluslar arası alanda yeni yapılanmaların oluşumuna yönelik farklı tartışmalar
sürmektedir. Ancak bu tartışmalar, yeni dönemin taraflarını, ayrışmalarını,
çatışma konularını ve alanlarını tarif ederken daha çok sosyal olgulara;
medeniyet çatışmalarına, hatta daha da özelinde dinler çatışmalarına
dayandırma eğilimi içinde bulunmaktadır. Buna neden olan ise; gelişmiş
ülkelerin özelde Avrasya Ana Kıtası üzerinde oluşturacakları çok taraflj yeni
denge için çıkar çatışmasında bulunacakları alanın büyük ölçüde İslam
Coğrafyası olmasıdır. Bununla birlikte İslam coğrafyasından kaynaklanan
yoğun tehditler nedeniyle İslam jeopolitiği üzerinde yer alan ülkelerin büyük
kısmı çok taraflı yeni dengenin kurulmasında müdahale (siyasi, ekonomik ve
askeri) edilecek ülkeler olacaklardır. Bu nedenle Çok Taraflı Yeni Denge'nin
kurulmasında İslam Jeopolitiğinin önemi büyük olacaktır.
Bununla birlikte medeniyetler arası bir çatışmanın olasılığı üzerinde durmakta
fayda vardır. Buna iki ana neden bulunmaktadır. İlki; ilahiyat kaynaklı,
uzlaşmazlıklar kaynaklı ve tarihsel ve coğrafi kaynaklı. Batı ile İslam arasında
oluşmuş derin fay hattıdır. İkincisi ise Afganistan operasyonu ve Taliban'ın
yarattığı tahribat, Arap-İsrail çatışması ve Ortadoğu için ertelenen barış süreci,
reform ve geleneğin direnişi karşısındaki İran ile Güney Doğu Asya'dan
Afrika'ya istikrarsızlık yaratan ekstremist hareketler gibi sıcak çatışma
kaynaklarının varlığıdır.
Global Çok Taraflı Yeni Denge'nin temel amacı kaynak ve refah
paylaşımının yeniden yapılmasıdır. Çünkü; dünya ekonomisine hakim olan
kapitalist sistem kendini, ancak daha çok mal ve hizmet üretilen ve tüketilen
bir ekonomik yapıda sürdürebilmektedir. Bugün gelinen noktada ise daha. çok
mal ve hizmet üretilmesi ile tüketilhıesini yavaşlatacak, hatta engelleyecek bir
sürece girilmiştir. Bu süreci tersine çevirecek olan global talep; doğal
kaynaklar, potansiyel gelir, demografi ve gelişme trendleri itibari ile
önümüzdeki elli yıl için Avrasya kaynaklı olacaktır. Bu nedenle global çok
taraflı yeni dengenin kurulmakta olduğu alan Avrasya coğrafyasıdır. Çok taraflı
yeni dengenin kurulmasını etkileyecek ekonomik trendler şunlar olacaktır;
Global ekonomik büyüme, dünya mal ve hizmet ticareti ile uluslar arası
sermaye hareketlerinin de serbestleşmesine dayalı olarak artacaktır. Petrol ve
doğal gaz başta olmak üzere mevcut enerji kaynaklarının kullanımı artarak
devam edecek ve en az yirmi yıl bu enerji kaynaklarına bağımlı kalınmaya
devam edilecektir. Nüfus ve gelir artışlarına bağlı olarak özellikle gelişmekte
olan ülkelerden kaynaklanan gıda ihtiyacının karşılanması gelişmiş ülkeler
tarafından sağlanacaktır. Su ticari bir meta haline gelecek, su kaynaklarına
duyulan ihtiyaç artacak ve stratejik bir unsur olarak su sıcak çatışmaların
kaynağı olacaktır. Emtia fiyatları dünyada yeni bölüşümü etkileyecektir.
Global talebin tedrici artışı ile birlikte gelişmekte olan ülkelerin sahip olduğu
emtia fiyatlarında istikrarlı bir artış olacaktır. Fiyatlar refah paylaşımı dengesini
bozacak değişiklikler göstermeyecektir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler
arasında çok taraflı yeni denge kaynaklı ilişkiler ve karşılıklı bağımlılık
bugünkünden çok daha fazla olacaktır.
Global sosyal trendler de çok taraflı yeni dengenin oluşumunda etkili
olacaktır. Demografi, yoksulluk ve gelir dağılımı farklılaşması ile çevre
güvenliği üç temel unsurdur. Gelişmiş ülkelerde nüfus artışı yavaşlarken
(bazı ülkelerde dururken) nüfus giderek yaşlanmaktadır. Gelişmekte olan
ülkelerde de nüfus artışı yavaşlamakta, ancak genç nüfusun toplam nüfusa
oranı giderek artmaktadır. Gelişmiş ülkeler sosyal güvenlik yükü, gelişmiş
ülkeler ise istihdam yükü altında kalırken, göç , mülteci akını , sığınmacılık
ülkeler içinde ve ülkeler arasında artan tehdit oluşturacaktır. Sosyal dengeleri
en çok etkileyen unsur ise dünya nüfusunun %20'sinin dünya gelirinin
%80'nini üretiyor ve tüketiyor olmasıdır. Gelişmişlik farklılıkları ve gelir
dağılımı bozuklukları gelişmiş ülkeler arsında, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içlerinde daha da artmaktadır. 2010 yılında
yoksulluk sınırının altında 2 milyara ulaşacak nüfus önemli bir tehdit
olacaktır. Ekonomik gelişme için kullanılan gezegenin kaynakları ise çevre
güvenliğini ötesinde artık gezegenin güvenliği boyutunda tehdit yaratır hale
gelmiştir.
Türkiye İçin Yakın Gelecek; Çok Taraflı Türkiye
Türkiye İçin Yakın Gelecek on yıllık bir süreçtir. On yıl, global çok taraflı yeni
dengenin oluşması sürecidir. Türkiye bu dönem içinde kendini "Çok Taraflı
Türkiye" olarak konumlandırmalıdır.
Türkiye'nin Çok Taraflı Denge karşısında konumlandırılması yapılırken
öncelikle Türkiye'nin stratejik konumuna ilişkin değerlendirmeler yapılmalıdır.
11 Eylül saldırısı sonrasında global jeopolitik açıdan yaşanan evrim büyük bir
hızla devam etmektedir. Bu jeopolitik evrimle beraber; genelde Avrasya'ya,
özelde Türkiye'ye yönelik olmak üzere yoğun bir siyasi, ekonomik ve askeri
ilişki girişimleri başlamıştır. Türkiye yer aldığı Pasifik Ekseni açısından bir
merkez ülke olarak, hem Yakın Doğu - Orta Asya ile beraber Güney Asya,
hem de Avrupa Birliği ve Rusya ile ikili ve bölgesel olarak, askeri ve savunma,
ekonomik ve siyasi, sosyal ve kültürel işbirliğini geliştirmek ve yeni ortaklık
platformları oluşturmak zorundadır. Bu zorunluluk yeni coğrafi tablonun bir
sonucu olmakla beraber aynı zamanda Avrasya'da güçlü oyuncu olabilmenin
bir gereğidir. Bu durum özellikle ABD ile birlikte yürütülen Stratejik Ortaklık
ilişkisini dengelemek açısından önem arz etmektedir.
Yeni jeostratejik güç merkezleri sıralamasında Güney Avrasya'nın liderliği için
bölge ülkeleri ile rekabet halinde olan Türkiye'nin; etnisite çeşitliliği ve dini
potansiyeli açısından Avrasya genelinde oynayabileceği rolü, askeri,
demografik ve ekonomik olanaklarıyla birlikte yeni jeopolitik evrimine
yansıtması mümkün olacaktır.
Çok taraflı yeni dengenin yarattığı ve bölgesel güvenlik ekolojisini değişime
zorlayan dış faktörler Türkiye'nin global konumlanmasını da değişime
yönlendirmektedir. Türkiye'nin çok taraflı yeni denge açısından dış politik ve
güvenlik projeksiyonunu tanımlamak global konumlanma açısından daha
açıklayıcı olacaktır. Çok taraflı yeni dengeyi oluşturan ana aks ülkeler olan
ABD, AB, Çin, Rusya Federasyonu, Japonya ve diğer uluslararası örgütler ile
ilişkiler
dört temel politik başlık altında toparlanmaktadır. Bunlar
entegrasyon ilişkisi, stratejik ortaklık ve stratejik ilişki, ekonomik ve
ticari yakınlaşma ilişkisi, ve global ortaklık ilişkisidir.
Entegrasyon İlişkisi: Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri olarak
entegrasyon hedefi içerisinde olduğu ana aks Avrupa Birliği'dir. Türkiye'nin
global konumlanması açısından Avrupa Birliği ile aktif bir ilişkisi olması
kaçınılmazdır. Bununla birlikte Türkiye ve Avrupa Birliği arasında
entegrasyonu gerekli kılan unsurlar ve karşılıklı zorlayan kısıtlar
bulunmaktadır ve aktif ilişkisinin ismi henüz netleşmemiştir ve bu ilişki stratejik
ortaklıklarına göre şekillenecektir.
Stratejik Ortaklık Politikası ve Stratejik İlişki: Çok taraflı dengenin
akslarından olan Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasındaki
biçimi Stratejik Ortaklık ilişkisidir. Bunun dışında bir alt seviyede
stratejik ilişki biçimi de ana aks dışında olup eksen açısından önemli
İsrail ile bulunmaktadır.
ana
ilişki
olan
olan
Amerika Birleşik Devletleri'nin güvenlik anlayışını "Avro-Atlantik Perspektifi"
den "Pasifik Perspektifi" ne yöneltmesiyle birlikte çok taraflı denge açısından
yeni güvenlik yaklaşımı ortaya çıkmaktadır. ABD'nin oluşturmaya çalıştığı yeni
global güvenlik ekolojisi çerçevesinde, Türkiye'nin yeni jeopolitik
konfigürasyonu "ABD'nin Merkezi Avrasya için Kuşatma Stratejisi"
ülkelerinden biri olarak ayrı bir önem ve misyon kazanmıştır. Bu anlamda
daha esnek hareket edebilme yeteneğine ve global demokratik ve ekonomik
değerleri bölgesel alana ihraç edebilme yeteneğine sahip bir misyona ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu misyon için gerekli vizyon ve yapısal dönüşüm süreci,
Türkiye için yapısal değişimleri ve diğer bölgesel değişkenleri yeni global
dengeye uyumlu hale gelecek bir yapı için harekete geçirtmiştir.
Stratejik İlişki kapsamında İsrail ile ilişkilerin seyri ise karşılıklı risk alma
sürecine girecektir.
Ekonomik ve Ticari Yakınlaşma İlişkisi; Çok taraflı yeni denge kapsamında
yer alan ana aks ülkelerden Rusya Federasyonu, Çin ve Japonya ile Türkiye
arasındaki ilişki ekonomik ve ticari yakınlaşma biçiminde gelişmektedir.
Ekonomik ve ticari ilişkinin dışında ülkeler ile askeri açıdan düşük seviyeli
yeni ilişkiler de gelişmektedir.
Global Ortaklık İlişkisi; Çok taraflı yeni dengenin ana aks ülkeleri dışında
kalan uluslararası kurumlarla ilişkiler Türkiye'nin global konumlanması
açısından büyük önem arz etmektedir. Bu ilişki biçimi global ortaklıklar
politikası olarak şekillenmektedir. Global Ortaklık Politikası çerçevesi
içerisinde yer alan kurumlar. Birleşmiş Milletler (BM), NATO, İslam Koferansı
Örgütü (İKÖ),
G-20 Örgütü ve Ekonomik Kalkınma Örgütü, Güvenlik ve
İşbirliği Örgütü (AGİT) ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'dür (KEİK).
Dünya'da çok taraflı yeni dengenin oluşumunda temel kriterlerin ekonomik
içerikli olduğu açıktır. Yeni dengenin oluşumunda ülkelerin sahip oldukları
ekonomik güç belirleyici olacaktır. Yeni yapı ekonomik açıdan piyasa
ekonomisi, serbest mal ve hizmet ticareti, ekonomik ve ticari birlikler ile uluslar
arası düzenleyici normlar üzerine kurulmaktadır.
Bu yeni yapı çerçevesinde öngörülen Çok Taraflı Türkiye için ekonomik
öncelikler ve yanısıra Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu kısıtlar
bulunmaktadır. Ekonomik açıdan Çok Taraflı Türkiye öngörüsü; bölgesel bir
ekonomik ve ticari merkez ülkeyi, piyasa ekonomisi modelinin ihracını,
bölgede istikrar unsuru olacak ve sosyal refah ve beşeri gelişmişlik seviyesini
bölgesinde destekleyecek bir ekonomik istikrarı içermektedir.
Böyle bir bölgesel konumlanma ve rol Türkiye'nin ekonomik önceliklerini de
belirlemektedir;
Ekonomide kamu kesiminde yeniden yapılanma sağlanmalı, bu amaçla
kamu reformları tamamlanmalıdır. Bu aşamada devletin ekonomideki yeri
yeniden tanımlanmalıdır. Türkiye hem uluslar arası yeni yapının gereği olarak,
hem de kendi ekonomik istikrarı için piyasa ekonomisini tüm kurum ve
kuralları ile yerleştirmelidir. Bu yapı içinde ekonomik kaynakların etkin ve
verimli kullanımı ile üretim ekonomisi oluşturulacaktır.
Türkiye, uluslar arası alanda ve özellikle bölgesinde bir ekonomi ve ticaret
diplomasisi politikası tespit etmeli ve bunu uygulayarak uluslararası
ekonomik bütünleşmede özellikle bölgesinde aktif ve öncü rolü oynamalıdır.
Türkiye'nin Çok Taraflı Yeni Denge içinde konumlandırmasını yaparken
sosyal unsurları da değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye bu anlamda
sosyal unsurlardan kaynaklanan bazı fırsatlar ve tehditler ile karşı karşıya
bulunmaktadır. Öncelikle devletin ekonomideki yerinin yeniden tarifine ve
kamu reformlarına paralel olarak, sosyal devlet ilkesinin de yeniden tarif
edilmesi gerekmektedir. Bu yeni tarif çerçevesinde sosyal ve beşeri gelişme,
gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluğun iyileştirilmesi, sosyal ve beşeri
gelişmenin araçları olarak ise demografik unsurların ve eğitimin
kullanılması ile örgütlü sivil toplumun etkinliği sağlanmalıdır.
Sosyal doku, yeni sosyal devlet anlayışı çerçevesinde beşeri gelişmeye dayalı
olarak iyileştirilirken bir yandan da yeni döneme ilişkin bireysel özgürlüklerin
genişletilmesi ve yeni ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir. Burada bir
başka bakış açısı ile bireyin de çok taraflı dünya ve çok taraflı Türkiye'nin
yeni şartlarına uyum sağlayacak şekilde evrimi söz konusudur. Bu evrim
doğal akışı içinde olacaktır. Ancak kamusal yönlendirmeler
(
özgürlüklere müdahale değil) mutlaka olmalıdır.
Son olarak da medeniyetler çatışması olgusu arasında sıkıştırılmaya çalışılan
İslam'ın, İslam jeopolitiği çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi ile birlikte
Türkiye'nin temsil edeceği ve değerlerini tüm İslam ülkelerine ihraç edeceği
köprü olma modelinin geliştirilmesi, kendi toplumu içinde benimsenmesi ve
bunu global anlamda paylaşması, böylece global sosyal iyileştirmenin önemli
bir öncü rolünü üstlenmesi gerekmektedir.
Yeni Dönem; Uluslararası Yönetişim, Türkiye'de Siyasi ve İdari Reforrh
İhtiyacı
İki kutuplu dünya ve tek kutuplu dünya düzeni içinde ilişkilerin yönetiminde
temel unsurlar etkili olmuştu. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde devlet
anlayışları ve yönetimler ideolojik temellere bağlı kendi kutupları içinde
yoğun ilişkilere, karşı tarafla ise soğuk savaş olarak ifade edilen boyuttaki
ilişkilere yer vermekteydi.
Tek kutuplu dünyada ise; bir geçiş süreci olması nedeni ile teorik bazda bir
devlet ve yönetim sistemi henüz oluşamamıştı.
Yeni süreç ise tarif edildiği üzere Çok Taraflı Yeni Denge dönemidir. Bu yeni
dönemin yönetimi ulusal ve uluslar arası bazda yeni yönetim anlayışlarını da
zorunlu kılmaktadır. Bu yeni anlayış devletler, hükümetler, parlamentolar,
siyasi partiler, yerel yönetimler ve katılımcı demokrasinin unsurları olan sivil
toplum örgütleri ve bireyler için gerekmektedir. Katılımcılığı ön plana çıkaran
idare şekli yönetişim olarak isimlendirilmektedir.
Türkiye, dünyada çok taraflı yeni dengeyi algılama, uyum gösterme ve Çok
Taraflı Türkiye konumlandırmasını sağlayabilmek için yeni bir yönetim
modeline ve anlayışına ihtiyaç duymaktadır. Devlet Teşkilatında Yeniden
Yapılanmayı içeren siyasi ve idari yönetim reformu gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Destination Z, Tlıe History of the Future, Robert Boidock, 1999
Global Trends 2015, National Intelligence Council, 2001
Global Trends 2005, Michael Mazarr, CSIS, 2000
Deflation, Gary Shilling, 1998
Anticipating the Future 2050, Barry Buzan, Gerald Segal, 1999
The Next Balance of Power, The Economist, January 3rd 1998
2000 Yılına Yaklaşırken Amerika'yı Etkileyen 74 Trend, Marvin Cetron, 1999
Dictionary of 21st Century, Jacques Attali, 1998
The Long Boom, Avision For The Coming Age of Prosperity, Peter Leyden,
1999
The G-7 and the Need for Reform, Cesare Menlini, 1999
The Weightless World, Strategies For Managing the Digital Economy, Diane
Coyle, 1998
New Rules for the New Economy, Kevin Kelly, 1998
The Pivotal States, A New Framework for US Policy in the Developing World,
Paul Kennedy, 1999
Yirmibirinci Yüzyıla Hazırlanırken, Paul Kennedy, T İş Bankası Yayınları, 1995
China, Through The Sliding Door, John Gittings, 1999
Kapitalizmin Geleceği, Lester C Thurow, Koç-Unisys Yayınları 3, 1996
Yeni bir Uygarlık Yaratmak, Alvin-Heidi ToffIer, Türk Henkel Dergisi Yayınları
3, 1995
The Futures Project, Overiew. European Commissions, 1999
The Future of Russia. Shaping Actors, Shaping
Commissions, 1998
Factors,
European
Towards A New Global Age. Challenges and Opportunities. Policy Report,
OECD, 1997
Globalization and Régionalisation. The Challenge for Developing Countries,
OECD, 1994
Shaping Factors in East Asia by the Year 2000 and Beyond, Institute For
Asian Affairs, 1997
European Security: The New Transnational Risks, Politi. A, 1997
2025, W.Kelley, 2025 Support Office Air University
The 2050 Normative Global Scenario, UNU Millenium Project,
www .geocities.com
New Trends for the World of 2000 and Beyond, Global Future Report, 2000
The Top 10 Trends of the 21st Century, Gerald Cerente, Trends Future
institute, 2000
state of the Future at the Millenium, Jerome Glenn, Theodore Gordon,
UNESCO, 1999
Global Economic Prospects and the Developing Countries, 2001, The World
Bank
NATO, The Alliance's Strategic Concept, 1999
Küresel Toplum ve Türl<iye, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, (Yayınlanmamış Kitap)
Globalization of World Politics, Baylis John, Steve Smith, Oxford University,
1998
Progress in Strengthening the Architecture of the International Financial
System, IMF, 2000
Entering the 21st Century, World Development Report 1999/2000, The World
Bank
Challenges for the Global Trading System in the New Millenium, WTO, 1999
Trading into the Future, The World Trade Organization, 1999
Download