T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2. KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ KLİNİK ŞEFİ: DOÇ. DR. M. CEM TURAN 41 HAFTA VE ÜZERİ GEBELİKLERDE SERVİKAL OLGUNLAŞMA VE DOĞUM İNDÜKSİYONU AMACIYLA DİNOPROSTON VAJİNAL OVÜL VE DİNOPROSTON VAJİNAL OVÜLE DÜŞÜK DOZ OKSİTOSİN İLAVESİNİN KARŞILAŞTIRILMASI UZMANLIK TEZİ DR. VEDAT UĞUREL İSTANBUL 2007 ÖNSÖZ Uzmanlık eğitimim süresince bana yol gösteren ve tüm tıbbi bilgilerimi borçlu olduğum değerli klinik şeflerimiz Doç. Dr. M. Cem TURAN ve Doç. Dr. Orhan ÜNAL’a teşekkürü bir borç bilirim. Değerli şef yardımcılarımız Op.Dr. Birol CENGİZOĞLU ve Op.Dr.Sadullah BULUT’a;kliniğimiz uzmanlarına Ayrıca , asistanlık sürem boyunca omuz omuza çalışıp bilgi ve becerilerimizi karşılıklı olarak paylaştığımız bu tezi hazırlamamda büyük yardımları dokunan asistan arkadaşlarım ; Dr. Müge EMEKSİZ , Dr. Orhan BALÇIK, Dr. Yasemin AFŞİN, Dr. Hasniye ÇELİK, Dr. Fatma TEKEOĞLU, Dr.Mine GÜRAY, Dr. Özcan KARA, Dr. Aybala AKIL, Dr. Çiğdem ASLAN, Dr. Esra ÖTEN, Dr.Ayşegül YAPICI, Dr.Gülden YILMAZER, Dr.CENK DEMİR, Dr.Önder SAKİN ,Dr.Bahar ERGEN, Dr.Özge KAYMAZ, Dr.Esra YAŞAR a aileme ve tıbbi bilimsel desteğini esirgemeyen tez danışmanım Op.Dr. Oluş APİ’ye çok teşekkür ederim. 1 İÇİNDEKİLER 1.Giriş ve amaç………………………………………………………3 2.Genel Bilgiler……………………………………………………….5 3.Gereç ve Yöntemler……………………………………………....44 4.Bulgular…………………………………………………………….49 5.Tartışma……………………………………………………………53 6.Sonuç……………………………………………………………….57 7.Kaynaklar…………………………………………………………..58 2 GİRİŞ VE AMAÇ Obstetride doğum indüksiyonu, doğum mekanizması ve perinatal sonuçlara etki eden faktörler daha iyi anlaşıldıkça giderek artan sıklıkta uygulanmaya başlanmıştır. Doğum indüksiyonu çeşitli obstetrik ve medikal nedenlerle gerekli olmasına rağmen, servikal olgunlaşmada yetersizlik doğum indüksiyonu başarısını etkileyen olumsuz bir faktör olarak sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Serviksin doğuma hazırlanması ve oksitosin ile indüksiyona cevap verebilecek uterin değişikliklerin oluşturulabilmesi için çeşitli ajanlar kullanılmaktadır. Bu ajanlar içerisinde prostaglandin analogları önemli bir yer tutar. Serviksin olgunlaşmasını sağlarken, uterotonik etki gösteren ve farklı organ sistemler üzerinde de sistemik ve parakrin etkileri bulunan bu otakoidlerin doğum indüksiyonu amacıyla kullanımı esnasında oluşabilecek yan etkiler mevcuttur. Birçok prostaglandin türevi bulunmaktadır ancak bunların arasında güvenlik marjı en geniş olan ve istenen obstetrik etkileri en etkin şekilde sağlayan prostaglandin E2 (dinoproston) olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Bu çalışmada lokal olarak uygulanan bir dinoproston formülasyonu olan Prostaglandin E2 vajinal ovül, devamlı düşük doz dinoproston temin etmesi, kontrollü salınım sağlaması, sahip olduğu geri çekme sistemi sayesinde 12 saatlik doz dönemi sonunda veya aktif doğum eylemi 3 esnasında prostaglandin salınımının sonlandırılabilmesi gibi özellikleri nedeniyle tercih edilmiştir. Hastaların servikal olgunlaşma sağlanıp travaya girene kadar aralıklı da olsa fetal iyilik hali ve uterus kontraksiyonları açısından monitorize edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle hospitalize edilen hastalarda çoğu zaman bu süre 12 saatten uzun sürmektedir.Uzun hospitalizasyon hastalar açısından olduğu kadar sağlık personeli ve sağlık kurumları açısından da istenen bir durum değildir. Postterm gebelikler fetal ve maternal riskler nedeniyle günümüzde hala önemli bir obstetrik sorun olmaya devam etmektedir. Bu nedenlerle , miyad aşımı saptanan tekiz, baş prezentasyonunda, membranları intakt, doğum indüksiyonu ve prostaglandin preparatları kullanımı kontrendikasyonu bulunmayan gebeliklerde Dinoproston vajinal ovülün, tek başına ve düşük doz Oksitosin ile birlikte kullanıldığı iki doğum indüksiyonu protokolünü doğum süreleri, şekilleri ve parametreleri açısından karşılaştırmak çalışmanın esas gayesidir. 4 GENEL BİLGİLER I) NORMAL DOĞUM EYLEMİ VE FİZYOLOJİSİ İnsan gebeliğinin son saatleri serviksin dilatasyonunu ve fetusu doğum kanalına itici gücü sağlayan uterus kontraksiyonları ile karakterizedir.Bu dönemde çok fazla enerji harcandığı için ingilizcede ‘’labor ‘’ çalışma, iş anlamına gelen kelime kullanılır.Doğum eylemini sağlayan miyometrial kontraksiyonlar ağrılıdır.Bu nedenle doğum sancıları adı verilir. Bu güçlü ağrılı kontraksiyonlar başlamadan önce uterusun doğum eylemine hazırlanması gerekir. Ia) DOĞUM TEORİLERİ: Günümüzde iki genel teorem gözükmektedir.Basit olarak bakıldığında bunlar doğumun uterotoniklerle indüksiyonu teorisi ve gebelikteki koruma ve sürdürmenin kaybolması hipotezidir.Fazla miktarda üretilen uterotoniklere veya artan miyometriyal reseptör sayısına bağlı doğum eyleminin başlayabileceği öne sürülmüştür.Gebelikteki koruma ve sürdürmenin kaybolması ile ilgili görüşlere literatürde geniş yer verilmiş olup ilk bulgular 1950 lerin sonuna gelindiğinde, insan plasenta dokusunun C19–steroidleri östrojene dönüştürdüğünün gösterilmesi ile saptanmıştır.1960’ların başında ise fetal adrenal bezlerin çok fazla miktarda C19-steroidleri sentezlediği ve bunların fetal kanla plasentaya taşındığı görüşü benimsendi. Sinsityotrofoblastlarda bu fetal adrenal C19-steroidler büyük bir verimlilikle östrojenlere metabolize edilirler.Neticede, insan plasentası östrojen biyosentezi açısından tam olmayan bir endokrin organdır.Bu birkaç bulgu insan gebeliğinde fetal- maternal iletişim sistemi konseptinin bir parçası olarak birleştirilmiştir. Yine bu dönemde koyun gebeliklerinde doğum eyleminin uygun zamanda başlangıcına yol açan ilk sinyali fetusun verdiği gösterilmiştir. İn utero olarak koyun fetusuna adrenelektomi veya hipofizektomi uygulanmasının doğumun başlamasını geciktirdiği bulunmuş ancak gebe 5 koyuna yapılan adrenelektomi veya hipofizektominin doğum zamanını etkilemediği gösterilmiştir.Buna karşın, kortikotropin, kortizol veya sentetik bir glukokortikosteroidin gebeliğin daha erken dönemlerinde koyun fetusuna infüzyonu preterm doğuma neden oldu.Liggins koyun fetusunun, beyin-hipofiz-adrenal bezleri arasındaki bir etkileşim ile bir sinyal oluşturduğu, bununda fetal kan ile taşınan ve plasental trofoblastlar tarafından oluşturulan başka sinyaller oluşturduğu sonucuna varmıştır.(1),(2) Koyun gebeliğinin sonuna doğru, koyun fetusunun beyninde ortaya çıkan bir sinyal progesteron çekilmesi ile sonuçlanan koordine bir endokrin fenomenler dizisinin başlangıcını sağlar.Fetus beyninden salınan doğum sinyali tahminen kortikotropin salıcı hormon (CRH), hipofizer-portal damarlar aracılığıyla fetal hipofiz bezine ulaşır ve anterior hipofizden adrenokortikotropik hormon (ACTH) salınımını uyarır.Matürasyon sayesinde fetal adrenal kortekslerin daha duyarlı hale gelmesi ile birlikte olan ACTH sekresyonundaki artış, fetal adrenal kortizol sekresyonunu artırır.(3) Artmış fetal adrenal kortizol sekresyonuna yanıt olarak, koyun plasentasında gebeliğin sonuna doğru sitokrom-P450 17α-hidroksilaz /17,20laz (P45017 α;CYP17) ekspresyonu şaşırtıcı derecede artar.Bu enzim Pregnenolonun en sonunda Dehidroepiandrosteron oluşturmasını sağlar, bu da östrona aromatize edilir.Sonuçta, plasentada sentezlenen pregnenolondan uzaklaştırılıp östrojen sentezine yöneltilmiş olur. Progesteron çekilmesiyle, uterusun sessizlik hali bozulur miyometriyal yanıtsızlık durur ve doğum eylemi başlar. İnsan ve koyun gebelikleri arasında endokrin olaylar açısından önemli farklılıklar vardır. 1. Kan progesteron seviyelerinde meydana gelen bir düşüşle belirgin olan progesteron çekilmesi insan doğumunun başlangıcından önce görülmez. 2. İnsan fetusunda koyun fetusunda olduğu gibi terme yakın dönemde kortizol seviyelerinde belirgin artış olmaz. 6 3. ACTH veya kortizolün insan fetusuna infüzyonu koyunlarda olduğu gibi doğum eyleminin erken başlamasına neden olmaz. 4. İnsan gebeliğinde glukokortikoid tedavisi sonucunda fetal hipofizer ACTH sekresyonunun inhibisyonuyla östrojen oluşumunda belirgin azalma olur ve böylece plasental östrojen sentezi için gereken fetal adrenal C19-steroid prekürsörlerinin sunulması azalır. 5. Koyunda fetal adrenal bezleri insan fetal adrenal bezlerinde olduğu gibi plasental östrojen prekürsörlerinin kaynağı değildir ve koyun gbeliğindeki östrojen üretimi insanlardakine kıyasla daha azdır. 6. Pregnenolonu östrojene dönüştüren enzim (17α-hidroksilaz /17,20 desmolaz ) koyun plasentasında ekspresyona uğrar ancak insan plasentasında uğramaz. 7. Östrojen koyunlarda gebeliğin çok ileri dönemlerinde üretilir ancak insanlarda gebelik boyunca üretilir. 8. Koyun gebeliğinde progesteronun plazma seviyeleri (yaklaşık 10ng/ml) insanlardakine kıyasla azdır(yaklaşık 160 ng/ml) Doğum eylemi esnasında intrauterin prostaglandin üretimi koyunlarda insan uterus dokusundakine kıyasla 20 kat fazladır. Little ve arkadaşları (1966) insan gebeliği esnasında plazma progesteronunun metabolik klirensi oranının erkekler ve gebe olmayan kadınlardakine benzer olduğunu buldular.Sonuçta, progesteronun plazma seviyesi üretim oranıyla doğru orantılıdır. İnsan gebeliğinde gebeliğin sürdürülmesinde geri çekilmenin hangi mekanizmayla olduğu belirlenmemiştir.Progesteron yoksunluğu teorisine alternatif bulmak amacıyla yapılan araştırmalar sonucu, progesteron metabolizmasında, progesteron kompartmantalizasyonunda (sekestrasyon) veya progesteron bağlayıcı protein veya reseptör sayılarında değişiklik açısından sağlam deliller 7 bulunamamıştır. Çoğu araştırmacı progesteron çekilmesinin insan doğumunun başlangıcının temel bir parçası olmadığı sonucuna varmıştır. Kadınların progesteron ile tedavisi term veya preterm dönemde doğum eylemini etkilemez, geciktirmez veya durdurmaz.(4) Progesteronun etkisi, progesteron reseptöründen bağımsız gen-spesifik bir süreçle spesifik ajan veya ajanlar tarafından engellenebilir.(5) Progesteron çekilmesi sistemlerinin evrimsel gelişiminin zirvesi, progesteronun etkilerinin bazılarının selektif olarak zayıflatılması olabilir. Eğer sadece progesteronun uterus sakinliğinin korunmasını direkt olarak destekleyen etkileri, inhibe edilip, uterusun kontraktilite duyarlılığı üzerine direkt etkili olmayan laktogenezin inhibisyonu gibi diğer faydalı etkileri plasentanın çıkmasına kadar korunursa, doğumun başlangıcı için çok daha gelişmiş bir endokrin sistem kurulmuş olurdu. . Buzağı, kuzu ve insan fetuslarındaki beyin anormallikleri doğumun normal zamanlamasını geciktirir.Sığırların fetusunda hipofizin konjenital yokluğu gestasyon süresini birkaç hafta uzatır.Sığır fetusunda adrenal hipoplazi olması da doğumun başlangıcında bir gecikme ile birliktedir.Eğer gebeliğin başlarında gebe koyun Veratrum californicum ile beslenirse, koyun fetusunda teratojen ile indüklenmiş bir siklops benzeri deformite meydana gelir.Böyle bir fetustaki beyin anormallikleri arasında fetal hipofiz bezinin hipotalamustan damarlanmasının yokluğu vardır.Fetal adrenal bezler hipoplastik kalır ve gebelik term dönemin çok ilerisine kadar devam eder.(2) Anensefalik fetusun adrenal bezleri çok küçüktür ve term dönemde normal fetusunkilerin sadece %5-10’u kadardır.Adrenal bezlerin küçüklüğü, çoğu insan fetusunda normalde adrenal kitlenin gelişmesine ve C-19 steroid sentezinin çoğunu sağlayan fetal zonun gelişmemesine 8 bağlıdır.Son olarak, fetal adrenal bezlerin hipoplastik olduğu gebeliklerde, doğum eyleminin başlaması gecikebilir. Bu bulgular fetal adrenal bezlerin insanlarda da koyunlarda olduğu gibi doğumun zamanında başlaması için önemli olduğunu düşündürmektedir. Relatif hipoöstrojenizm ile birlikte olan gebeliklerde –fetal anensefali veya adrenal hipoplazi, veya plasental sülfataz yetersizliği- gestasyon süresinin uzadığına dair dağınık deliller vardır. Ancak östrojen doğum sürecinin gerçekleşmesine en iyi biçimde miyometriyumun kontrakte olma ve kontrakte edici ajanlara yanıt verme kapasitesini artırarak katkıda bulunsada ,insan doğumunun başlangıç sinyali değildir. Amniyon sıvısına fetal idrar veya akciğer sekresyonlarının girmesini engelleyen veya çok azaltan fetal anormallikler (renal agenezi veya pulmoner hipoplazi ) insanda gebeliğin uzamasına neden olmamaktadır.Sonuçta, fetustan fetal-maternal iletişim sisteminin parakrin kolu yoluyla gelen bir sinyal, doğumun başlaması için zorunlu gözükmemektedir. Ib) DOĞUMUN UTERİN FAZLARI Doğum , gebelikte miyometriyum ve servikste meydana gelen major fizyolojik değişikliklerle uyumluluk gösteren 4 uterin faza bölünebilir (6). FAZ 0 Uterusta implantasyondan bile önce başlamış olan ,serviksin yapısal bütünlüğünün korunması ve miyometriyal düz kaslardaki sessizlik ile karakterize bir dönemidir.Bu faz gebelik süresinin %95i boyunca devam eder.Serviksin anatomik ve yapısal bütünlüğünün korunması, faz 0’ın başarısı için esastır. 24-28 haftalarda saptanan, serviks kısalması, preterm doğum riskinin arttığına işaret eder (7). FAZ 1 Uterusu doğuma hazırlamak için, faz 0 ‘daki uterin durağanlığı askıya almak gerekir. Uterus doğuma hazırlanırken miyometriyum ve servikste morfolojik ve fonksiyonel değişiklikleri gözlenir. 1) Miyometriyal oksitosin reseptör sayısında artış 9 2) Miyometriyal hücreler arasındaki gap junctionlarda artış (sayı ve yüzey alanı) 3) Uterin irritabilite gelişir 4) Uterotoninlere duyarlılık artar 5) Predominan olarak ağrısız ve aralıklı kontraksiyonlar ile karakterize kontraktil bir durumdan, kontraksiyonların daha sık olduğu bir duruma geçiş 6) Alt uterin segmentin gelişimi 7) Servikal yumuşama Klinikte bebeğin aşağı düşmesi olarak anne tarafından ‘’bebek düştü ‘’ şeklinde ifade edilen aslında bebeğin oluşan alt segmente yerleşmesi (hafifleme) olan bir durum gözlenir. Faz 1 esnasında, miyometriyumdaki oksitosin reseptör sayısında 50 katdan fazla bir artış söz konudur . Bu durum oksitosine uterusun kontraktil yanıtında meydana gelen artışla çakışır. Aynı zamanda, uzamış gestasyon bu reseptörlerin artışındaki gecikme ile ilişkilidir(8). Ayrıca faz 1 esnasında, miyometrial hücreler arasındaki gap juncitonların sayı ve büyüklüğü, doğum eyleminin başlangıcından önce artar, doğum eylemi boyunca artmaya devam eder ve doğumdan sonra hızlı bir şekilde azalır.Bu durum term veya preterm doğum olsun, gerçek spontan doğumdur. Faz 1’de meydana gelen servikal değişiklikler: Serviksin İçeriği: Serviksin 3 temel yapısal komponenti vardır.Bunlar; kollajen, düz kas ve bağ dokusu veya temel yapı maddesi olarak sıralanabilir.Ana bileşen Tip l ve III kollajendir. Doğumda servikal değişiklikler için önemli olan serviks komponentleri, ekstrasellüler matriks ve temel yapı maddesi içinde olanlardır;glikozaminoglikanlar, dermatan sülfat ve hiyalüronik asid.Serviksin düz kas içeriği uterus fundusundan çok daha az olup yalnızca %25 ila %6 arasında değişkenlik gösterir. 10 Servikal Yumuşama: Faz 1 de gerçekleşen servikal değişiklikler temel olarak, kollajen, bağ dokusu ve onun temel yapı maddesinde oluşan değişiklikleri içerir. Servikal yumuşama iki tamamlayıcı değişiklikle ilişkilidir: 1) Kollajen yıkım ve kollajen liflerin yeniden düzenlenmesi 2) Değişik aminoglikanların relatif miktarlardaki değişiklikleri Hyalüronik asid bir dokunun su tutma kapasitesi ile ilişkilidir.Terme yakın dönemde, serviksteki hiyalüronik asid miktarında çarpıcı bir artış, dermatan sülfatta da eş zamanlı bir düşüş olur.Servikal yumuşama sürecinde düz kasın rolü açık değildir, ama daha önce inanılandan daha önemli olabilir.Rath ve arkadaşları (1998) ve Winkler ve Rath (1999) bu olasılığa işaret etmişlerdir.(9),(10) Servikse direk uygulanan PGE2 ve PGF2α, servikal yumuşamadaki gelişimsel değişiklikleri indükler.Bunlar kollajen değişikliği ve glikozaminoglikanların konsantrasyonlarındaki değişikliklerdir.Servikse yakın olarak intravajinal uygulanan PG supozituvarlar, klinikte servikal yumuşamayı etkilemek ve doğum eylemini indüklemek için kullanılırlar. FAZ 2 aktif doğum eyleminin gerçekleştiği fazdır.Progresif servikal dilatasyona yol açan uterus kontraksiyonları ve bunun neticesinde gebelik ürününün doğumu söz konusudur. Faz 2 de kendi içinde 3’e ayrılır. Faz 2 nin 1.evresinde servikal dilatasyon sağlayacak yeterli frekans, süre ve amplitüddeki uterus kontraksiyonlarının başlamasından, fetusun geçişine izin verecek (10cm) kadar serviksin dilate olmasına kadar devam eder.Bu evre, servikal efasman ve dilatasyonu kapsar. Faz 2 nin 2. evresi:Tam servikal dilatasyon ile başlar fetusun inişi ve doğumu ile sonlanır. 11 Faz 2 nin 3.evresi:Fetusun doğumundan hemen sonra başlar, plasenta ve membranların doğumuyla biter.Plasentanın ayrılma ve atılma evresidir. Faz 2 esnasındaki uterus kontraksiyonları; Kalsiyum iyonları ile aktive olmuş miyozin hafif zincir kinazın, miyozin hafif zincirini fosforillemesi neticesinde aktin ile interaksiyona girerek aktin-fosforillenmiş miyozin kompleksini oluşturması ve ATP nin ADP ye dönüşünü katalizleyen ATPaz sayesinde sağlanan enerji ile bu kompleksin kasılması neticesinde oluşur. Bu sistemin kontraktilitesi farklı basamaklarda azaltılabilir.İntrasellüler Kalsiyum iyonlarının miktarını artıran veya azaltan mekanizmalar kontraktilitede artış ve azalmaya yol açarlar.Artan intrasellüler cAMP ve cGMP konsantrasyonları uterusta gevşemeyi sağlar.(11) , (12). Faz 3: Puerperal hemostazın ve uterus involusyonunun olduğu dönemdir. Her ne kadar bu süre yaklaşık olarak 4-6 hafta ise de, annenin emzirme süresi ile doğrudan ilişkilidir . Ic) DOĞUMDA ETKİLİ MEDYATÖRLER: Östrojen miyometriyumun güçlü kontraksiyon oluşturma kapasitesini arttırmak için, direkt ya da indirekt olarak miyometrial hücre hipertrofisi, kontraktil potansiyeli, uterotonin reseptörler ve hücreden hücreye iletişimi düzenler. Östrojen miyometriyal kontraksiyonları oluşturmak için direkt etki etmez, daha çok güçlü ve uyumlu kontraksiyon kapasitesini geliştirir. Progesteron doğumun uterin 0 fazındaki uterus yanıtsızlığını oluşturma ve sürdürmede etkilidir. Ancak, ilerleyen gebelik haftalarında antiprogestin verilmesi oksitosin ile doğum indüksiyonunu kolaylaştırsa da bağımsız olarak doğuma sebep olmaz.Bu durum insan gebeliğinde progesteron çekilmesinin doğumu başlatan primer ve ilk etken olmadığına işaret eder. (13). 12 Gap junctionları ,konneksonları kapsayan transsellüler membran kanallarıdır.Miyometriyal hücreler arası moleküllerin ve iyonların değişimi için hızlı kanallardır.Miyometriyal kontraksiyon için önemli olan cAMP ve Kalsiyum iyonları bu kanallar yoluyla taşınır.Gap junctionlarının fizyolojik önemi optimal sayıda bulununca miyometriyal elektrsiksel senkronizasyonu dolayısıyla koordineli kontraksiyonları sağlamalarıdır.Östrojen, gap junction oluşumunu tetikler.Progesteron ise aksi tesirde bulunur.Progesteron antagonistleri, gap junctionların prematür gelişimi ve preterm doğuma sebep olur.(14) Oksitosin reseptörler sentezi in vivo ortamda Östradiol-17β verilmesi ile artarken, Östradiol17β in bu etkisi ortama progesteron eklenmesi ile nötralize olur. Progesteron oksitosin reseptör yıkımınıda artırır. Oksitosin reseptörleri termde insan endometriyumu ve desiduasında bulunur ve prostaglandin üretimini uyarır.(15) Oksitosin reseptörleri amniyon ve koryodesidual dokularda da mevcuttur. Primatlarda doğumdan önce plazma progesteron seviyeleri düşmez.(2) Plazma düzeyleri yalnız plasentanın doğumundan sonra azalır. Gebe kadınlara progesteron uygulanması doğumun zamanında başlamasını geciktirmez ya da preterm doğumu engellemez. Sonuç olarak, östrojen ve progesteronun etkinlikleri insan gebeliğinin Faz 0’ını geliştiren ve sürdüren geniş tabanlı, biyomoleküler bir sistemin komponentleri olarak çalışır. Prostaglandinlerin etkileri heptahelikal plazma membran G protein-bağlantılı protein ailesine ait bir dizi prostaglandin reseptör ve alt tipleri tanımlanmıştır.(16) Prostaglandin reseptör ailesi, belli bir prostaglandine bağlanmadaki seçiciliklerine göre ayrılırlar. Bu ailedeki reseptörler farklı zamanlarda farklı prostaglandinleri bağlayabilecekleri için ortaya çıkan net sonuç farklı olabilir.Örneğin ; PGE2 düşük konsantrasyonlarda Gαs subunitin indüklediği adenilsiklaz aktivitesini uyararak cAMP artışı ve düz kas gevşemesine yol 13 açarken, daha yüksek konsantrasyonlarda Gαi yada Gαq aracılığıyla adenilsiklazı inhibe eder veya fosfolipaz C’yi aktive ederek miyometriyal kontraksiyonları aktive eder. Bu nedenle prostanoidlerin net eylemi birçok faktöre bağlıdır.Muhtemelen prostanoidler gebeliğin bir aşamasında miyometriyal relaksasyonda ve doğumun başlamasından sonra miyometriyal kontraksiyonlarda rol oynarlar.(17) Id) DOĞUMUN İKİNCİ FAZI VE OKSİTOSİN : Oksitosin, yunanca çabuk doğum anlamına gelen bir uterotoniktir. 1906’da Sir Henry Dale posterior hipofiz ekstrelerinde uterotonik bioaktiviteyi keşfetmiştir.1911 itibariyle klinik obstetride kullanılmaya başlanmıştır.1950’de Pierce ve Du Vigneaud posterior hipofizin uterotonik ajanı olan oksitosinin yapısını belirlemişlerdir. Oksitosin doğumu başlatıcı etkiye yol açmaz.Doğumun 1.fazı başladığında, aktif doğum eyleminin etkinliğinin sağlanmasında rol oynar.Deneysel olarak hayvanlarda fosfolipazı aktive eden bir heptahelikal reseptör aracılığıyla etki ettiği gösterilmiştir.(18) Oksitosinin doğumun 3. fazında çok etkin bir hormon olduğu gözükmektedir. Oksitosin supraoptik ve paraventriküler nöronların magnosellüler nöronlarında sentez edilen bir nöropeptiddir.Oksitosin prohormonu, taşıyıcı protein nörofizin ile birlikte, membrana bağlı veziküllerde aksonlar boyunca taşınarak posterior hipofiz bezinin nöral lobunda depolanmak ve daha sonra salınmak üzere getirilir.Oksitosin prohormonu transport boyunca enzimatik olarak oksitosine çevrilir. Gestasyonun sonuna doğru miyometriyal ve desidual dokulardaki oksitosin reseptörleri sayısında çarpıcı bir artış olur.Oksitosin, prostaglandin salınımını tetiklemek için endometriyal (desidual) dokuya etki eder.Ayrıca oksitosin, direkt desidual ve ekstraembryonik fetal dokularda ve plasentada sentez edilir.(19) 14 Uterusta oksitosin sentezi endometriyumla kısıtlanmıştır ve miyometriyumda sentezlenememektedir.İnsanda doğum eylemi esnasında artmış fetal oksitosin salınımı kanıtlanmıştır.Umblikal arter plazmasında, venöz plazmadan yüksek seviyededir.(20) Doğumun başlamasında oksitosinin rolü olmadığını düşündüren bulgular şu şekilde sıralanabilir. Doğumun 2. fazına kadar, gebelik boyunca maternal kanda oksitosin artışı gözlenmemesi, oksitosin reseptör konsantrasyonundaki artışın doğumun başlamasından hemen önceki dönemde olması ayrıca antiprogestin olarak davranmaması sayılabilir. Oksitosin, miyometriyal hücreler arasında gap junction oluşumunu veya oksitonin reseptör sentezini indüklemez.Oksitosin infüzyonu, büyük miktarlarda olsa bile terme yakın olanlar dışında insan gebeliklerinin çoğunda doğumu indüklemede etkili değildir. Ie) PROSTAGLANDİNLER VE DOĞUMDA 2. FAZ Pek çok prostaglandinler özellikle PGE2 ve PGF2α, termde doğumu başlatmada yardımcıdır. Pek çok kanıt bunu destekler niteliktedir.Örneğin: Amniyotik sıvı maternal plazma ve maternal idrarda prostaglandin düzeyleri doğum boyunca artar.İkincisi, gebe kadınların hangi gebelik döneminde uygulanırsa uygulansın prostaglandin tedavisi abortus veya doğuma sebep olur. Üçüncü olarak Prostaglandin sentaz inhibitörleri insan gebeliğinde indüklenmiş abortus veya spontan doğumu geciktirir ve bazen preterm doğumu durdurur.(21) Son olarak, in vitro miyometriyal düz kas dokusunun prostaglandin ile muamelesi, test edilen prostanoide ve uygulanan dokunun fizyolojik durumuna bağlı olarak kontraksiyona neden olur. Oksitosin gibi, miyometriyal dokularda üretilmiş prostaglandinler, doğum başladıktan sonra 2. fazda (aktif doğum ) miyometriyal kontraksiyonların etkinliğine katkıda bulunur. Prostaglandinler, özellikle PG E2 ve PGF2α gestasyonun tüm aşamalarında amniyotik sıvıda tespit edilebilir. Doğum eylemi başlamadan önce prostanoidler, fetal idrar ve muhtemelen cilt, 15 akciğerler ve umblikal korddan atılım sonucunda amniyotik sıvıda bulunurlar. Fetus büyüdükçe amniyotik sıvıda prostaglandin düzeyleri artar.Ancak doğum öncesi prostaglandin artışı denilecek miktarda bir artış olmaz.Terminde, doğum başlamadan önce amniyotik sıvıda prostaglandin seviyesi çok düşüktür (1 mikrogram).Amniyotik sıvıda prostaglandinlerin yarı ömrü 6-12 saat gibi uzun bir süre olduğu için amniyotik sıvıya prostaglandin geçişi az orandadır. If) ÖNTORBA (FOREBAG) OLUŞUMU : Uterusta başlayan en ufak kontraksiyon ile serviks üzerinde yerleşmiş olan fetal zarlar desidua parietalisten ayrılarak ön torbanın oluşmasını sağlar.Ön torba dokuları vajinaya direkt olarak prostaglandin F2α ve sitokinler IL-1β, IL-6 sekrete eder.Ön torbaya yapışık kalan desidual doku miktarına bağlı olarak üretilen inflamatuar mediyatör miktarı değişkenlik göstersede, oldukça fazla miktarda olduğu kesindir.(22) Ön torbada üretilen prostaglandinler hem vajina hem de amniyotik sıvıya girerler.Bu mekanizma ile uterin faz 1 deki serviksteki doğum eyleminin karakteristiği olan hızlı değişiklikler sağlanıyor olabilir.(23) Mac Donald ve Casey (1993, 1996) Ön torbanın desidua parietalisin, ön torba amniyotik sıvısına giren prostaglandinlerin oluşumundan sorumlu olduğu, özellikle PGF2α ve onun kararlı metaboliti PGFM in ön torba amniyon sıvısında PGE2’den çok daha fazla miktarda bulunduğu gösterilmiştir.(24),(25) Desidua ; PGE2 ve PGF2α’nın her ikisini de üretir, ancak amniyon ve koryon laeve primer olarak PGE2 ve çok az PGF2α üretir. Amniyotik sıvıda prostaglandin düzeylerinde artışın doğumu başlatan mekanizma olduğu düşünülsede aksine işaret eden bulgular : 1. Doğum eylemi başlamadan önce amniyotik sıvıda prostaglandin düzeylerinde doğumla ilişkili bir artış olmaz. 16 2. Gebelik öncesi dönemde ve gebelik boyunca amniyotik sıvıdaki prostaglandinin toplam miktarı ve amniyotik sıvıya bu otakoidlerin geçiş oranı, doğumu indüklemek için gerekli miktarla karşılaştırıldığında çok azdır. 3. Doğum eyleminin ilerleyişinin aynı aşamasında elde edilen amniyotik sıvıdaki prostaglandin düzeyleri, normal gebelikler arasında çok fazla (100 kattan fazla) değişkenlik gösterir. 4. Ön torbadaki prostaglandin konsantrasyonlarıyla, servikal dilatasyon derecesi korrelasyon gösterir. 5. Prostaglandinler doğum eylemi sırasında ön torbadan vajinaya yüksek oranda salgılanır. Bu bulgular, doğum eyleminin normal süreçlerinin artmış prostaglandin sentezini de içererek inflamasyon gelişimine katkıda bulunduğunu düşündürmektedir. II) DOĞUM İNDÜKSİYONU Doğum eyleminin indüksiyonu; doğum eyleminin spontan olarak başlamasından önce, rüptüre olmuş veya olmamış membranların varlığında, herhangi bir mekanik işlem ya da farmakolojik ilaçla uterus kontraksiyonlarının uyarılmasını ifade eder. Doğum indüksiyonu, gebeliğin devamının anne ve fetus için tehlikeli olduğu veya olası yararın doğum yönünde olması durumlarında önerilir.Bunun dışında doğumun elektif indüksiyonu (ACOG 1999a ya göre ) önerilmez.(26) Tüm gebe kadınların yaklaşık %20 si ila %30’u indüklenmektedir.(27) 17 IIa) DOĞUM İNDÜKSİYONUNUN KESİN ENDİKASYONLARI: MATERNAL ENDİKASYONLAR Preeklampsi/Eklampsi Gebeliğin indüklediği hipertansiyon Maternal medikal hastalıklar (D.M., kronik pulmoner hastalık ,kronik renal hastalık) FETAL ENDİKASYONLAR Koriyoamniyonit Anormal (güven vermeyen) antepartum fetal testler Intrauterin Gelişme Kısıtlılığı Postterm gebelikler İzoimmunizasyon UTEROPLASENTAL ENDİKASYONLAR Ablasyo plasenta Gebelik haftası indüksiyon kararı almada önemli bir faktör olup, akciğer matüritesini tamamlamış gebelikler ve termindeki fetuslar için bu yönde karar almak nispeten kolay iken preterm gebeliklerde indüksiyon kararı almak için, intrauterin ortamdaki riskler ve gebeliğin devam etmesi durumunda annenin karşılaşacağı riskler, fetusun karşılaşacağı prematüriteye bağlı risklere göre daha ciddi boyutta olmalıdır. 18 IIb) DOĞUM İNDÜKSİYONUNDA FETAL PULMONER MATÜRİTENİN TAM OLDUĞUNA İŞARET EDEN BULGULAR KLİNİK KRİTERLER: 1. Düzenli menstrüel siklusu olan ve yakın zamanda doğum kontrol hapı kullanımı hikayesi olmayan kadınlarda 39 haftayı doldurmuş olmak 2. Fetal kalp seslerinin 20 haftadır fetoskopla veya 30 haftadır Doppler ile duyuluyor olması . LABORATUAR BULGULARI 1) Serum veya üriner insan koryonik gonadotropini (hCG) gibi güvenilir metodlarla çalışılmış pozitif gebelik testinden itibaren 36 hafta ve üzeri bir sürenin geçmiş olması, 2) 6-11. haftalarda yapılmış baş-makat uzunluğu (CRL) ölçümünün veya 20 haftadan önce bipariyetal çapın ölçümüne göre gestasyonel yaşın 39 hafta veya daha fazla olduğunu destekliyor olması Bu klinik veya laboratuvar bulgularından iki veya daha fazlasının bulunması durumunda term gebelik olduğu düşünülür.Eğer term gebelik olduğu konfirme edilemez ise, amniyos mayii analizleri ile fetal akciğer matürasyonu tespit edilir.(28) 19 IIc) SERVİKAL DEĞERLENDİRME İndüksiyon kararı almak için endikasyon ve fetal akciğer matüritesinden emin olduktan sonra kemik pelvisin vajinal doğuma uygunluğu, ultrason ile tahmini fetal ağırlık, fetal pozisyon ve fetal iyilik hali değerlendirilmelidir. Serviks başarılı doğum indüksiyonu için önemli role sahiptir. 1964 yılında, Bishop terminde gebeliklerin elektif indüksiyonunu değerlendirebilmek için skorlama sistemi geliştirmiştir.(29) Skorlama sistemi klinik olarak değerlendirilebilecek servikal faktörleri içerir.Bu faktörler dilatasyon , efasman , başın seviyesi, kıvam, seviksin pozisyonudur. Bu skorlama sisteminin esas amacı ultrasonun olmadığı dönemlerde iyatrojenik prematüriteyi önlemekti.Fakat, daha sonra termindeki gebeliklerde indüksiyon başarısını öngörmekte kullanılmaya başlandı.Servikal skor sekizi geçince, indüksiyona bağlı vajinal doğum insidansı spontan doğuma yakındır.Çalışmalara dayanarak, ACOG 6’nın üstünde Bishop skorlarının aynı sonuçları verdiğini gösterdi. (30) 20 Bishop skorunun, modifiye edilerek prediktibilitesinin artırılması ve başarısız indüksiyon girişimi ve komplikasyon oranlarını azaltmak amacıyla Burnett tarafından, Modifiye Bishop Skorlama sistemi önerilmiştir. Bu skorlama sisteminde bishop skorunda kullanılan aynı parametreler şu farklılıklarla değerlendirilir. 1. Her bir parametrenin en yüksek skoru 2 olup, toplam en yüksek 10 puan verilir. 2. Orijinal bishop skorlama sisteminde servikal efasman yüzde cinsinden ifade edilmesine karşın, Burnett bunu santimetre olarak belirtmiştir. 3. Skor 10 un üstünde hastaların tümünün 4 saat içinde doğurduğu, skor 6-8 arasında saptanan hastaların %90 ının 6 saat içinde doğurduğu, skor 6’nın altında ise öngörülemez olduğunu belirtmiştir.(31) Tablo 2 .Modifiye Bishop skoru (Burnett) Friedman ve arkadaşları, multipar gebeler üzerinde yaptıkları çalışmada Bishop Skorunda kullanılan parametrelerin tümünün aynı oranda öneme sahip olmadığını ve latent faz uzunluğunu belirlemede dilatasyonun ;konsistans, efaman ve seviyeye göre iki kat fazla; pozisyona göre dört kat fazla önemli olduğunu öne sürdü. 1986’da O’Leary ve Ferrell transvajinal sonografik skorlama sistemini öne sürmüş ve serviksin vertikal uzunluğu, çapı, dilatasyonu ve fetusun prezente olan kısmının seviyesini ölçerek, dijital muayene ve bishop skorları ile karşılaştırmışlardır.Dijital skorlama ile 21 sonografik bulguların birbiri ile paralel sonuçlar vermesine rağmen, birinin diğerine üstünlüğü gösterilememiştir. 1992’de Lim ve arkadaşları, servikal dilatasyonu tespit etmede ultrasonografinin dijital muayeneye üstünlüğünü araştırmışlar.Ultrasonografi ile tespit edilen servikal uzunlukların olandan daha kısa ölçüldüğünü ancak iki metod arasında istatistiksel anlamlı fark olmadığını bulmuşlardır. 1996’da Watson ve arkadaşları, Bishop skorunun beş komponentinine ek olarak maternal parite ve tranvaginal sonografiyi skorlama sistemine dahil etmişler, bu yedi faktörün, doğumun latent fazını belirmedeki rolünü incelemiştirler.En iyi korrelasyonun dilatasyon olduğunu, parite ve servikal uzunluk tesbitinin ek yarar sağlamadığı sonucuna varmışlardır. Tüm bu modifikasyon önerilerinin klinik açıdan fazla bir yararı olmadığı için servikal matürasyonun değerlendirilmesinde halen basit ve ekonomik bir yöntem olan orijinal bishop skorunun kullanımı önerilmektedir. (32) IId) DOĞUM İNDÜKSİYONU KONTRENDİKASYONLARI ACOG’un bildirdiği kesin kontrendikasyonlar: (33) 1. Klasik uterin insizyon olması, 2. Aktif genital herpes enfeksiyonu, 3. Plasenta veya vaza previa, 4. Bazı fetal malprezentasyonlar (transvers situs gibi). Bazı özel durumlarda ise doğum indüksiyonu daha dikkatli kullanılmalıdır: 1. Çoğul gebelik, 2. Maternal kardiyak hastalıklar (bazıları), 3. Grand multiparite, 22 4. Makat prezantasyonu, 5. Acil doğum gerekmeyen bazı anormal fetal kalp hızı paternleri, 6. Alt segment uterus kesisi olması IIe) DOĞUM İNDÜKSİYONU METODLARI MEKANİK YÖNTEMLER a) Fetal membranların sıyrılması b) Amniotomi veya Artifisyel Membran Rüptürü ve Extraamniyotik salin infüzyonu c) Balon kateter d)Higrometrik dilatörler ( Laminaria japonika) FARMAKOLOJİK YÖNTEMLER a) Prostaglandinler b) Oksitosin c) PGF2. d) Mifepriston (RU-486) e) Relaksin IIe1) MEKANİK YÖNTEMLER IIe1a) Fetal membranların sıyrılması: Koryoamniyotik membranların, işaret parmağı ile alt uterus segment ve serviksten 360 derece dairesel hareketlerle sıyrılarak ayrılması yöntemidir. 23 Çok eski dönemlerden beri uygulanmakta ve etkinliği bilinmektedir ancak terminde gebeliklerde indüksiyon amacıyla kullanımı ilk kez 1810 yılında bildirilmiştir. (34) Bu işlemin başarılı olabilmesi için verteks, servikse angaje olmalı ve sıyırma işlemini yapacak kişinin parmağının geçebileceği kadar servikal açıklık olması gerekmektedir. Servikal olgunlaşmayı artırıcı etkisi, membranlar ve desiduadan endojen prostaglandin salınımına bağlıdır. Membranların sıyrılmasını takiben maternal sirkulasyonda prostaglandin F2’nin primer metaboliti olan 13,14-dihydro-15-keto-prostaglandin F2 in saptanması bu mekanizmayı desteklemektedir. (35) Ayrıca, serviksin parmakla manupulasyonunun Ferguson refleksi adı verilen otonom nöral bir refleks ile maternal posteriyor hipofizden oksitosin salınımına neden olduğu öne sürülmüştür. Böyle bir refleksin varlığı tartışmalı olsa da bir çok çalışma ile bu prosedürün yararlı olduğu gösterilmiştir. 1997 yılında yayımlanan bir randomize çalışmada; membranların sıyrılmasının spontan doğum eyleminin başlamasına kadar geçen süreyi kısaltmasına rağmen, operatif vajinal doğum, sezeryan doğum oranları ve yenidoğan morbiditesi üzerine etkisi olmadığı öne sürülmüştür. (36) Membranların sıyrılmasını takiben sonuçlar öngörülemediği için ve bu yöntemin etkinliği kanıtlanmadığı için, doğum indüksiyonunda tek başına güvenilir bir yöntem olarak kabul edilmemelidir. Membranların sıyrılmasına kontrendikasyon oluşturan durumlar; Plasenta previa, membran rüptürü ve genital enfeksiyonlardır. 24 IIe1b) Amniyotomi veya Artifisyel Membran Rüptürü Olası kordon sarkması komplikasyonunu engellemek için fetal verteks servikse ve pelvise tam olarak angaje olduktan sonra dişli klemp veya benzer plastik bir enstrüman ile fetal membranların artifisyel rüptürüdür. İşlemi uygulayabilmek için serviksin belli bir oranda dilate olması gerekmektedir. Amniyotomi, serviks indüksiyona uygun yüksek bishop skorlara ulaşıldıktan sonra uygulandığı için serviksin olgunlaşması amacıyla kullanımı sınırlıdır. Uzamış membran rüptür zamanı koryoamniyonite neden olduğu için genellikle oksitosinle birlikte uygulanır. IIe1c) Balon Kateter ve Ekstraamniyotik salin infüzyonu (EASI) Servikal açıklık az olduğunda membranların sıyrılması için yeterli açıklık bulunmayabilir. Bu durumda yavaş servikal dilatasyon sağlamak amacıyla 25-50 ml balonu olan foley sonda internal os’tan ilerletilerek şişirilebilir.Balon gergin bir şekilde bacak içyüzüne bandajlanır.Bu şekilde 8-12 saatte servikal olgunluk başlatılabilir. (37) Balon kateter ile servikal olgunlaşma sağlanmasında etkinliğin artırılması amacıyla bazı modifikasyonlar yapılmış ve ekstra-amniotik aralığa salin infüzyonu tekniği öne sürülmüştür. Ancak günümüzde bu yöntem, uygulama zorluğu, hasta uyumu ve uzun süren uygulama süresinde gelişebilecek enfeksiyon endişesi nedeniyle sıkça kullanım bulmamaktadır. 25 IIe1d)Laminaria japonika Viabl olmayan erken haftalardaki gebelik terminasyonu amacıyla higrometrik dilatörler uzun süredir kullanılmaktadır.Ancak terminde servikal olgunlaşmayı sağlamadaki etkinliğine ait veriler sınırlıdır.Bu amaçla Krammer et al ve Gilson et al, higrometrik dilatörler ile servikal durumda hızlı bir gelişme gözlemlemiş ancak sezaryan doğum oranlarını ve doğuma kadar geçen sürelere etkili olmadığını saptamışlardır. (38) (39). Guinn ve arkadaşları (2000), servikal dilatorler, servikal prostaglandin jel ve Ekstraamniyotik Salin İnfüzyonu yöntemlerinin termde indüksiyon amacıyla kullanımını araştırmış ve benzer sezeryan doğum oranlarına karşın servikal dilatörler kullanılan grupta doğuma kadar geçen sürenin anlamlı düzeyde uzun olduğunu saptamışlardır.(40) Ayrıca higrometrik dilatörlerin kullanımı güvenli gibi gözüksede, laminarya kullanımı sonrası anaflaksi gelişimi bildirilmiştir. (41) IIe2) FARMAKOLOJİK YÖNTEMLER IIe2a) Prostaglandinler Prostaglandinler hazır olarak doğadan alınmayıp vucutta üretilirler. Vücutta membran fosfolipidlerinden fosfolipaz A2 enzimi etkisi ile Araşidonik asid oluşur. Oluşan araşidonik asid, siklooksijenaz enzimi ile Prostaglandin G2 ye çevrilir .Prostaglandin G2 ise peroksidaz enzimi ile Prostaglandin H2 ye çevrilir. Prostaglandin H2 ; Prostaglandin E2, Prostaglandin F2α, Prostasiklin (PGI2) ve Tromboksan A2 nin öncü bileşiğidir.Prostaglandinlerin klasifikasyonunda ilk harf siklopentan halkasının yapısına göre A,B,C,D,E,F olarak adlandırılırken.Harften sonra gelen sayı prostaglandin türevinin içerdiği çift bağ sayısına işaret eder. Biyolojik önemi olmayan Prostaglandin A,B,C, PGE2’den türer. 26 Prostaglandin E2: Prostaglandin E2 jelin (dinoproston) lokal tatbiki servikal olgunlaşma amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. Prostaglandin E2 , servikste kollajen liflerinin çözülmesi ve submukozal su içeriğin artışı gibi histolojik değişikliklere yol açarak, olgunlaştırıcı etkiyi oluşturur. Rayburn 1992 yılında intraservikal ve intravajinal prostaglandin E2 preparatlarının etkinliğini araştırmış ve prostaglandin E2 nin servikal efasman ve dilatasyonu sağlamada plaseboya üstünlüğünü ortaya koymuştur.Prostaglandin ile indüklenen servikal olgunlaşma genellikle doğum eyleminide tetikler.Dahası bu şekilde tetiklenen doğum eylemi spontan doğuma benzer bir patern sergiler. Düşük doz prostaglandin E2 başarılı indüksiyon şansını artırır, uzamış doğum insidansını engeller ve total ve maksimum oksitosin dozlarını azaltır. Hastaların yarısı travaya girerek 24 saat içinde doğurur. (42) Prostaglandinlerin sezeryan doğum oranları üzerine etkisi hakkında farklı veriler olup, bir kısmı sezeryan doğumları azalttığını bildirsede, çoğunluğu belirgin bir azalma göstermemiştir. (43) Birçok çalışmada prostaglandin E2’nin farklı dozlarda ve farklı uygulama yolları karşılaştırılmıştır.Önceki çalışmalarda 0,3-0,5 mg intraservikal ve 3-5 mg intravajinal prostaglandin E2 preparatları kullanılarak kontrol grubu ile kıyaslanmıştır.Bu çalışmaları içeren 18 meta-analiz 1811 hastayı içeriyordu.Owen ve arkadaşları (1991) Prostaglandin E2 nin Bishop skorlarını iyileştirdiğini ve indüksiyondan doğuma kadar geçen zamanı kısalttığını, sezeryan doğum oranını değiştirmediğini bildirmiştir. 1992 yılında FDA Prostaglandin E2 jelin (Prepidil), indüksiyon endikasyonu olan terminde veya termine yakın kadınlarda servikal olgunlaşmak amacıyla kullanımını onaylamıştır.Jel 2,5 27 ml şırıngada 0,5 mg dinoproston içermektedir.İntraservikal yolun primer avantajı uterus aktivitesi tetikleyici etkinin daha az olması ve ileri derecede olgunlaşmamış serviksler üzerine etkinin daha fazla olmasıdır. Son olarak 10 mg dinoproston vajinal ovül (Cervidil;Forest Laboratories, New York, NY. Propess ovül) 1995 yılında servikal olgunlaşma amacıyla kullanım onayı almıştır. Ovül 10 mg prostaglandin içeren bir hidrojel polimerden oluşur. Hidrojel polimer vajina seviyesinde şişmekte ve saatte 0,3 mg , sabit hızda Prostaglandin E2 serbestleştirmektedir. 12 saat boyunca yaklaşık olarak 3,5 ila 4 mg Prostaglandin E2 serbestleştirmektedir. Ovül vagina içerisinde orijinal büyüklüğünün 2-3 katına kadar şişer; şiştikçe daha yumuşak ve esnek hale gelir, fakat çıkarılmasını kolaylaştıracak şekilde fiziksel bütünlüğünü korur. Preparat ; hiperstimulasyon, membran rüptürü veya maternal ve fetal advers olaylarla karşılaşılınca ovülün çıkarılmasını sağlamak amacıyla, bir geri çekme bandı takılı şekilde, polyesterden yapılmış tek parça örgülü keseden oluşan bir geri çekme sistemi şeklinde imal edilmiştir. Şekil 1.Propess ® vajinal ovul 28 Bihop skoru 4 veya daha az olan hastalar, prostaglandin E2 ile servikal olgunlaşma sağlamak amacıyla seçilebilir. Preparatın, devamlı uterus aktivitesi ve fetal kalp trasesi takibi yapılabilecek doğum odasında uygulanması önerilir (American College of Obstetricians and Gynecologists, 1995b).Uygulama sonrası hasta en az 30 dakika- 2 saat arasında sırtüstü yatırılıp bu süre sonunda uterus aktivitesi ve fetal kalp hızında değişiklik olup olmadığı not edilir.bu periyoddan sonra uterus aktivitesinde veya fetal kalp hızında değişiklik olmaz ise hasta taburcu edilebilir veya serviste takibe alınır.Kontraksiyonlar oluşursa sıklıkla uygulamadan sonra ilk saat içerisinde gözlenip, 4 saat sonra pik seviyeye ulaşılır. (44) Eğer düzenli kontraksiyonlar persiste ederse, fetal kalp hızı takibine devam edilir, vital bulgular not edilir.Prostaglandin E2 uygulamasından sonra veya birlikte oksitosin uygulaması ile ilgili veriler sınırlı olup üretici firmanın önerisi olası yan etkileri en aza indirmek amacıyla ovül çekildikten 6- 12 saat sonra oksitosin infüzyonuna başlanması yönündedir. Olası yan etkiler: Uterus hiperstimulasyonu toplam 20 dakikalık izlem süresi boyunca, 10 dakikada 10 veya daha fazla kontraksiyon olarak tanımlanır. Hiperstimülasyon riskini azaltmak için ovül uygulanmadan önce hastanın travaya girmemiş olduğundan emin olmak gerekir. Hiperstimülasyon, en sık, ovülün vajene yerleştirilmesini takiben 1 saat sonra gözlenir.Ovülün kuyruğundan çekip uzaklaştırarak ve sürekli fetal monitörizasyon yaparak çoğu vakada kontraksiyonlar normal seviyelere geriler. Sistemik yan etkiler, ateş, bulantı, kusma ve diare olup düşük doz lokal prostaglandin E2 ovul ile nadiren gözlenir.Üretici firma glokom, ağır hepatik ve renal disfonksiyon veya astım hastalarında ovül kullanımında dikkatli olunmasını önermekteyse de Prostaglandin E2 bronkokonstriksiyonun aksine bronkodilatör etkili olup düşük dozda kan basıncı üzerine etkisi yoktur. 29 Prostaglandin E2 ile doğum indüksiyonu; yenidoğanda düşük apgar skorları, resüsitasyon ihtiyacı, yoğun bakım ünitesine yatış veya perinatal ölüm oranları açısından oksitosin indüksiyonuna benzer sonuçlar göstermiştir. (43) Prostaglandin E1 : Misoprostol (Cytotec®), sentetik prostaglandin E1 analoğudur.Peptik ülser tedavisi amacıyla kullanılmakta olup doğum indüksiyonu amacıyla onay almamış bir preparattır.Ancak, ACOG (1999,2000) 3-6 saatten daha sık uygulanmamak üzere 25 µg intravajinal misoprostol tedavisinin servikal olgunlaşma amacıyla etkili olduğunu bildirmiştir. (26) Preparatın avantajları ucuzluğu, oda sıcaklığında stabil olması, oral veya vajinal yolla kolay uygulanabilir olmasıdır. İlaca bağlı taşisistol ve hiperstimülasyon gibi istenmeyen yan etkiler doz ile ilişkili görünmektedir. Bu yan etki oranlarını azaltmak için değişik doz uygulamaları gündeme gelmiştir. Hangi doz ve uygulama şeklinin en etkin ve güvenilir olduğu net olarak ortaya konamamıştır. (45) 50 µg intavajinal misoprostol uygulaması, prostaglandin E2 ile karşılaştırılmış ve artmış takisistol, mekonyum pasajı ve mekonyum aspirasyonunun misoprostol grubunda anlamlı oranda fazla olduğu bildirilmiştir. (46) Geçirilmiş sezaryan veya uterus cerrahisi sonrası gebeliklerde servikal olgunlaşma amacıyla intravajinal misoprostol kullanımına bağlı bildirilmiş uterus rüptürü vakaları mevcut olup bu durumlarda kullanımı kontrendikedir. (47) 100µg oral misoprostolün, 25µg intravajinal uygulamaya etkinlik açısından eşdeğer olduğu bildirilmiştir. (48) IIe2b)Oksitosin Oksitosin, yunanca ‘’ çabuk doğum’’ anlamına gelir . 30 Oksitosin siklik yapıda nanopeptid bir hormondur.Oksitosin, ilk kez 1953 yılında Du Vigneud ve arkadaşları tarafından senteze edilmiş ve sentez edilen ilk polipeptid hormon olarak 1955 yılında Nobel ödülü kazandırmıştır. Oksitosin hipotalamusun supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerinde sentezlenerek, sentezlendikleri nöronların aksonları boyunca seyrederek hipofiz arka lobundan pulsatil olarak salınır.İnsanlarda oksitosin geni, 20. kromozom üzerinde, vazopresin ile aynı gen lokusunda bulunmaktadır. Oksitosinin posterior lobda depolanma ve salgılanma mekanizması vazopresininkine benzer.Oksitosin, hormonal olarak ve beyinde nörotransmiter olarak fonksiyon görmektedir. Oksitosin travay esnasında uterus kontraksiyonlarını artırarak uterotonik etki yapar. Oksitosinin yarı ömrü 5 dakikadır.Oksitosin karaciğer ve böbreklerde inaktive edilir.Gebelikte, plasental oksitosinaz tarafındanda yıkılır.İntravenöz infüze edilen oksitosine yanıt 3-5 dakika içinde gözlenip, plazmada stabil seviyelere 40 dakika içinde ulaşılır. (49) Oksitosine, uterus yanıtı gebeliğin 20-30 haftasından itibaren artmaya başlar.34.gebelik haftasından terme kadar değişmez.Terminde hızla artan bir duyarlılık vardır.Oksitosin dozu servikal dilatasyon, parite ve gestasyonel yaşa göre değişir. (50) İntravenöz oksitosin uygulama tekniği ve dozaj şemaları Sentetik oksitosin, 1000 ml dengeli tuz çözeltilerinde dilue edilerek, infüzyon pompası ile intravenöz yolla uygulanır.Doğum stimulasyonu için bunun dışında bir uygulama yolu önerilmemektedir.Rutin obstetrik uygulamada 10-20 ünite oksitosin (10.000-20.000 mU) 1000 ml laktatlı Ringer solüsyonu içine katılarak mililitresinde 10 ila 20 mU oksitosin içeren infüzyon sıvısı hazırlanır. 31 Tablo 3 .Doğum indüksiyonunda kullanılan Oksitosin rejimleri ªYüksek doz protokolleri ile tekrarlayan hiperstimülasyon olursa doz artımı 3 mU/dk ya düşürülebilir. (ACOG 1999a) ACOG 1999 yılında tablo da belirtilen dozlarda yüksek veya düşük doz protokollerden birinin doğum indüksiyonu amacıyla seçilebileceğini bildirmiştir. Oksitosin infüzyonunun doğum indüksiyonu amacıyla kullanılmasında ilk dönemlerde düşük doz protokolü yeğlenirken , daha sonraki çalışmalar ve uygulamalar göstermiştir ki tek başına oksitosin uygulanan hastalarda yüksek doz oksitosin uygulaması düşük doz protokolü ile karşılaştırıldığında doğum süresini anlamlı derecede kısaltmakta, indüksiyon başarısızlık oranlarını azaltmakta, yenidoğan sonuçları üzerine olumlu etkide bulunmaktadır. (51) Oksitosin uygulamasında kardiyotokografik bulgular ile fetal iyilik hali takibi ve kontraksiyonlara bağlı olarak doz ayarlaması, sabit doz ve aralıklarla oksitosin infüzyonu yapılmasına tercih edilir. Oksitosine uterusun yanıtı büyük değişkenlik gösterir.Oksitosin dozunun; uterus kontraksiyon sıklığı 2-3 dakikada bir, kontraksiyon süresi 60-90 saniye ve 32 intrauterin basınç 50-69 mmHg olacak şekilde ayarlanmış olması önerilmektedir.Bir başka deyişle yaklaşık olarak 200 montevideo ünitesinde kontraksiyon paterni oluşturulması yeterli kontraksiyon olarak değerlendirilir.ACOG 1995 yılında, doğumun birinci evresinde arrest denilebilmesi için, uterus kontraksiyon paterninin 2 saat boyunca servikal değişiklik sağlanamadan 200 Montevideo ünitenin üzerinde olması olarak tanımlamıştır. (52) Oksitosin uygulaması esnasında dikkat edilmesi gereken durumlar ve karşılaşılabilecek komplikasyonlar : Oksitosin infüzyonundan kaçınılması gereken durumlar, anormal fetal prezentasyonlar ve çoğul gebelik, çok iri bebek ve patolojik hidramnios gibi uterusun aşırı gerilmesine neden olan durumlar olarak sıralanabilir. Ayrıca , grandmultiparlarda(6 ve daha fazla sayıda önceki doğum) oksitosin infüzyonu artmış uterus rüptür risk nedeniyle önerilmez. Geçirilmiş önceki sezeryan operasyonu sonrası gebeliklerde kullanımı ile ilgili farklı öneriler bulunmaktadır.Ancak genellikle uygulanması önerilmez. Oksitosin hızlı intravenöz uygulama sonrası hipotansiyona yol açabileceği için dilue edilerek infüzyon pompası veya flowmetre ile damla sayılarak uygulanmalıdır. (53) Oksitosin yapısal olarak Antidiüretik hormona benzediği için diürezi azaltır.Bu etkisi dakikada 20mU dozundan itibaren gözlenmeye başlanır.Elektrolit içermeyen dekstroz solüsyonu içerisinde uzun süre yüksek dozda oksitosin infüzyonu su intoksikasyonu ve hiponatremiye yol açabilir.Anne ve yenidoğanda konvülsiyonlar gözlenebilir. (54) Bu ciddi komplikasyon oksitosinin, izotonik salin veya ringer laktat içerisinde verilmesi ve uzun süre yüksek dozda oksitosin uygulanması gereken durumlarda verilen sıvı miktarı artırılmadan, verilen sıvıdaki oksitosin konsantrasyonunu artırarak engellenebilir. Uterus hiperstimulasyonu, fetal kalp atım anormalliği eşlik etsin veya etmesin 60 ila 90 saniye süreli 10 dakikalık periyodda 5 veya 15 dakikada 7 nin üzerinde kontraksiyon varlığıdır. 33 Taşisistol ise fetal kalp atım anormalliği ile birlikte olan hiperstimulasyon olarak tanımlanır.Hiperstimulasyon ve taşisistol hasta sol yanına yatırılıp uterus perfuzyonunda artış sağlanırken derhal oksitosin infüzyonuna son verilerek yakın takiple kısa sürede geriler. Dirençli durumlarda 0,125 mg iv terbutalin ile tokoliz yapılabilir.Uterus hiperstimulasyonu ve taşisistol, uterus rüptürü nedeni olabilir. IIe2c) PGF2. Doğum indüksiyonunda intravenöz olarak kullanılmıştır.Retrospektif randomize çalışmaların metaanalizleri, indüksiyonun başarısı ve vaginal doğum oranları açısından oksitosine üstünlüğü gösterilememiştir.Uterus hiperstimulasyonu sıklığı daha fazla olup, terapötik aralığı dar olduğu için klinik pratikte kullanım alanı bulamamıştır. IIe2d) Mifepriston (RU-486) Hem glukokortikoid, hemde progesteron reseptör antagonistidir.Planlanmış indüksiyon öncesi iki gün boyunca günde 200 mg intravajinal Mifepristonun servikal matürasyon ile dilatasyon, uterus kontraksiyonlarını uyardığı total oksitosin ihtiyacını azalttığı gösterilmiştir. Klinik Kullanıma girmesi için daha fazla çalışmalara ihtiyaç vardır. (55) IIe2e) Relaksin Relaksin, iki aminoasid zincirinden oluşan bir protein hormondur.1950 yılından beri servikal olgunlaşma üzerine etkisi araştırılmaktadır. Primer olarak korpus luteumda yapılır. İlk çalışmalarda domuz ve sığırdan elde edilen ekstreler kullanılırken, daha sonra DNA rekombinant teknolojisinde ilerlemeler neticesinde insan relaksini sentezlenmiştir. İnsanlarda miyometrium aktivitesi üzerine inhibitör etkisi nedeniyle, relaksin, indüksiyon amacıyla kullanılan diğer farmakolojik ajanların aksine uterus hiperstimulasyonuna yol açmaz.Cochrane databazının 2003 yılında yayınladığı bir review 267 hastayı kapsayan çalışmaları içeriyordu.Çalışmaların hiçbirinde uterus hiperstimulasyonu ve fetal kalp hızı 34 değişikliği bildirilmemiş olup plasebo ile karşılaştırılınca relaksin verilen hastalarda sezeryan doğum oranları benzer bulunmuştur.Relaksinin servikal olgunlaşma amacıyla kullanımı, servikal olgunlaşma üzerine olumlu etkisi bildirilmiştir.Purifiye domuz veya rekombinan insan relaksininin servikal olgunlaşma amacıyla kullanımı net olmayıp daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğu sonucuna varılmıştır. (56) III ) POSTTERM GEBELİK 1902 yılında Ballantyne , fetusun intrauterin ortamda uzun süre kalmasının hem kendisi hemde anne açısından tehlikeli olabileceği fikrini öne sürdü. 1954 yılında Clifford, uzamış gebelik süresinin fetal gelişme geriliği ile birlikte olabileceğini belirtmiş ve bunu postmatürite ile birlikte gözlenen plasental disfonksiyon sendromunu olarak tarif etmiştir. Clifford postmatür yenidoğanları; subkütan yağ dokusu kaybı gösteren, buruşuk, kuru, çatlak deskuame derili, ince ekstremiteli, deri ve tırnakları mekonyum ile boyalı ve uyanık görünümlü olarak tanımlamıştır. (57) 1970 li yıllara gelindiğinde uzamış gebelik süresinin perinatal mortaliteyi artırdığı ve perinatal sonuçları iyileştirmek için fetal izlem veya elektif indüksiyon gerekliliği universal kabul görmüştür. Postmatür terimi patolojik uzamış gebelik süresi sonucu yenidoğandaki tipik klinik bulguları tarif etmek için kullanılır. Postterm veya uzamış gebelik süresi terimi ise sadece beklenenden uzun süren gebelik süresini tanımlar.ACOG (1997) bu süreyi son adet tarihinden itibaren tamamlanmış 42 hafta (294 gün ) olarak belirlemiştir. (58) Ancak bu tanım ovulasyonun son adet tarihinden iki hafta sonra olduğu teorisine dayanılarak medikolegal açıdan tam ve keskin sınırla çizilmiş bir tanımlamanın gerekliliği nedeniyle 35 yapılmıştır.Aynı zamanda birçok kadında menstruel siklus düzensizlikleri veya foliküler fazın süresi ve ovulasyon zamanlarının aynı kadında bile farklılıklar gösterdiği göz önüne alınırsa bu tip bir tanımlamanın yeterliliği sorgulanabilir. Fetal iyilik halinin değerlendirmesi ve obstetrik ultrasonografinin yaygın olarak kullanılmaya başlanması ile yapılan yeni çalışmalarda tamamlanmış 41 hafta ve üzerindeki gestasyonel yaşın, postterm gebelik olarak tanımlanmasının daha uygun olacağı görüşü hakimdir. (59) Postterm gebelik insidansı, kullanılan kriterlere göre değişse de % 4 - 14 arasında olup, ortalama %10 dur. (60) 27.677 Norveçli kadının dahil edildiği bir çalışmada, eğer ilk doğum postterm ise sonraki gebelikte postterm insidansı %10 dan %27 ye çıkmış, eğer kadın ardarda iki postterm doğum yapmışsa oran %39 a çıkmıştır. (61) Bu nedenle önceki gebelikte postterm hikayesi olan hastalar sonraki gebeliklerinde takibe alınmalıdır. IIIa) ETİYOLOJİ Postterm gebelik tanısının en sık nedeni nedeni hastanın son adet tarihini temel alarak yapılan hatalı hesaplamalardır. Bunun dışında çeşitli fetal ve plasental anomaliler postterm gebeliğe neden olabilir.İntakt fetal hipotalamo-pituiter –adrenal aks varlığı doğumun başlangıcı için gereklidir.Bu nedenle fetusta anensefali ve adrenal hipoplazi varlığında gebelik süresi uzamaktadır. X kromozomuna bağlı resesif geçiş gösteren plasental sulfataz eksikliği, erkek fetuslarda düşük estrojen üretimi sonucu gebelik süresinde uzama ve doğum indüksiyonu ve servikal olgunlaşmanın sağlanmasında yetersizliklere yol açar. (62) Prostaglandin E2 ve F2α nın serviks ve uterus üzerine olan stimulan etkileri iyi bilinmektedir.Non-steroidal antiinflamatuar ilaçların prostaglandin sentezini inhibe edici 36 etkilerinden yola çıkarak kronik kullanımlarının gebelik süresini uzatmaları beklenir ancak bu etkiye hangi dozda ve sürede yol açabilecekleri hakkında bilgi elimizde bulunmamaktadır. Uzamış gebelik süresi ile ilişkili maternal faktörlerin başında primiparite gelir.Campbell ve arkadaşlarının Norveçli kadınlar üzerinde yaptıkları 10 yıllık bir kohort çalışmada 294 günden fazla uzamış gebelik süresi ile primiparite arasında küçük ama anlamlı oranda bir ilişki bulmuşlardır.(RR 1.06 ,% 95 CI , 1.05 ila 1.06) (63) Aksine multiparite ve kronik ilaç kullanımı ise postterm gebeliğe karşı koruyucu etkide bulunmaktadır. Özet olarak primiparite ve erkek fetus, postterm gebelik nedenlerinin çok az bir kısmını oluşturmakta, önceki gebelikte postterm doğum hikayesi ise önemli bir prediktif bulgu olarak gözükmektedir. IIIb) TANI Postterm gebelik tanısında tek başına son adet tarihinin kullanılması, hastanın yanlış hatırlaması ve foliküler faz ve ovulasyon sürelerindeki fizyolojik varyasyonlar nedeniyle yanlış tanıya yol açmaktadır. 25.gebelik haftasından önce yapılmış ultrasonografiye göre hesaplanan gebelik süresi son adet tarihine oranda çok daha doğru sonuçlar vermektedir. Yardımlı üreme teknikleri kullanılarak elde edilen gebeliklerde bu iki yöntem karşılaştırılınca ; ultrasonografiye göre %95 CI ±8.3 gün iken, son adet tarihine göre %95 CI -9 ila +27 gün arasında bulunmuştur.Buradan da anlaşılacağı üzere son adet tarihinin kullanılması gebelik süresinin olduğundan daha uzun hesaplanmasına yol açmaktadır. (64) , (65) 37 Aynı şekilde Boyd ve arkadaşları sadece son adet tarihi kullanılarak hesaplanan 293 günün üzerindeki gebelik süresi insidansı %7,5 olup, sadece erken ultasonografiye göre %2,6 ya, her iki metod birlikte kullanıldığında ise %1.1 e düşmektedir.(66) Gebeliğin 5-10 haftasında Gestasyonel kese ortalama çapının ölçümünün gebelik haftasının değerlendirilmesinde ± 0.64 günlük hata payı vardır. 7-14 gestasyonel haftalar arasında CRL ölçümü ± 2.7 gün, 12-24 haftalar arası ölçülen FL ± 6.7 gün , ikinci trimerster ölçümlerinde ± 2.5-3.5 haftalık hata payı bulunur.İkinci trimesterde doğruluk payı en az olan ölçümün BPD ile alınabildiği, ayrıca transverse serebellar çapın kafa şeklinden etkilenmediği için gestasyonel yaşın ultrasonografik tayininde BPD yerine kullanılabileceği önerilmiştir. (67), (68). IIIc) POSTTERM GEBELİĞİN RİSKLERİ IIIc 1) Perinatal Mortalite İnsan gebeliğinde normal olarak belirlenen sürenin üzerinde perinatal mortalitenin arttığının gözlenmesi postterm gebelik tanımının gelişmesine neden olmuştur.Bu durumu en iyi yansıtan gözlemler, 42 haftanın üzerindeki gebeliklere müdahale edilmediği dönemlere aittir.İsveçte gebelik haftalarına göre bildirilen perinatal mortalite oranlarının ilerleyen gebelik haftası ile azalarak 39-40 haftalarda en düşük seviyeye ulaştığı ancak 41’inci haftadan itibaren artış gösterdiği gözlemlenmiştir.(69) Naeye 1978 yılında postterm ölüdoğumlarda karşılaşılan anomalileri bildirmiştir. (70) Günümüzde anensefali gibi postterm gebelik nedeni olan anomaliler erken gebelik haftalarında saptandığı için, genel populasyonla karşılaştırılınca postterm gebeliklerde gözlenen anomali insidansı daha fazla değildir. (71) 38 Daha sonraki gözlemlerde postterm gebeliklerde, perinatal mortalitenin en sık intrapartum ve yenidoğan döneminde olduğu ve en sık ölüm nedeninin ise intrapartum asifiksi ve mekonyum aspirasyonuna bağlı olduğu yönündedir. (72) IIIc 2)Fetal distress, Oligohidramnios ve Mekonyum Aspirasyonu İntrapartum dönemin postterm fetus için hayati açıdan en tehlikeli dönem olmasının nedeni, ilerleyen gebelik haftası ile azalmış amniyos mayiinin kordon kompresyonunu kolaylaştırıcı etkisidir.Postterm gebeliklerde acil sezeryan nedeni olan kardiyotokografik bulgular incelendiğinde uteroplasental yetmezliğin bulgusu olan tipik geç deselerasyonların aksine, kordon kompresyonu bulgusu olan uzun süreli ani başlangıçlı ağır fetal bradikardiler %75 oranında saptanır.Birçok hastada bu deselerasyonlardan önce eşlik eden variabl deselerasyonlar gözlenir.(73) Azalmış umbilikal kordon çapı, özellikle oligohidramnios ile birlikte ise intrapartum fetal distresi predikte eder. (74) Amniyotik sıvı volümü 42. gebelik haftasından itibaren azalmaya başlar. Azalmış amniyos mayiinin nedeni, azalmış fetal idrar üretimine bağlanmıştır. Pulse powerDoppler ile fetal renal kan akımının postterm gebeliklerde ve fetal mesane volümünün 38-42 haftalar arasında giderek azaldığı gösterilmiştir. (75) (76) Zaten azalmış olan amniyos mayiine mekonyum pasajı fetus için potansiyel tehlikeli intrauterin ortam oluşumuna ve mekonyum aspirasyon sendromunun gelişmesine zemin hazırlar.Amniyos mayiine mekonyum geçişi 3 mekanizma ile açıklanır; bunlardan ilki, hiposiye yanıt olarak fetusun sfinkter ani kasının relaksasyonu, ikincisi nöral kontrol altında normal gastrointentinal gelişimin bir parçası olarak ve son olarak umblikal kordon basısına bağlı vagal refleksle artan intestinal peristalsisdir. 39 Ramin ve arkadaşları mekonyum aspirasyon sendromunun patofizyolojisini fetal respirasyon hareketlerinin başlamasına neden olan hiperkarbiye ek olarak asidemi nedeniyle oluşan alveolar hasara bağlı olduğunu ileri sürmüştür.(77) IIIc 3) Plasental disfonksiyon ve dismatürite Clifford (1954) dismatür yenidoğanlara ait klinik faktörleri tanımlarken, postmatürite sendromunun plasentanın yaşlanmasına bağlı olduğunu ileri sürmüş ancak histolojik olarak plasental dejenerasyonun oluştuğunu gösterememiştir. Smith ve Barker (1999) , 36-39 haftalarla karşılaştırıldığında plasental apoptozun (programlı hücre ölümünün) 41-42 gebelik haftaları arasında hızlandığını göstermiştir. (78) Plasental yaşlanmanın hipoksiye yol açıp, kordon kanında artmış eritropoetin seviyesine yol açacağı tezi ile yapılan bir çalışmada 41 hafta ve üzerindeki gebeliklerde kordon kanı eritropoetin seviyeleri yüksek seviyelerde bulunmuş ancak Apgar skorları ve umbilikal arter kan gazları normal bulunmuştur.Otörler bazı postterm gebeliklerde fetal oksijenizasyonun bozulduğu kanısına varmıştır. (79) Ancak artmış apoptozun rolü belirlenememiş olup günümüzde postterm gebeliğin tek başına plasental disfonksiyona yol açtığı söylenemez. IIIc4)Makrozomi Postterm fetus 38. gebelik haftasına kadar ivmeli bir şekilde artan kilo alımına devam eder.38. haftadan 42. haftaya kadar ise daha az bir hızla da olsa kilo alımının devam ettiği kanıtlanmıştır.Bu nedenle postterm gebeliklerde makrozomi ve beraberinde gelen omuz distosisi , brakial pleksus zedelenmesi gibi komplikasyonlar artar. (80) 40 IIId) POSTTERM GEBELİKLERİN YÖNETİMİ: Postterm gebeliklerde antenatal yönetimin gerekliliği günümüzde kabul görmüştür.Ancak müdahale yöntemleri ve uygulama zamanları halen tartışmalıdır.Üzerinde durulan major konular ;kaçıncı gebelik haftasından sonra müdahalenin daha uygun olacağıdır.Bu konuda bir grup doldurulmuş 41. haftadan sonrayı uygun görürken, bir grup otör ise 42. haftanın beklenmesini savunmaktadır.Diğer bir konu ise bu haftalardan sonra antenatal testlerle bekleyici yaklaşım veya elektif doğum indüksiyonundan hangisinin seçilecek yönetim şekli olduğu konusundadır. Elektif indüksiyon uygulamak yerine antenatal testlerin uygulanması gerektiğini savunan görüş servikal uygunluk ve bishop skoru düşük gebelerde perinatal ölüm oranını azaltmadan operatif doğum oranlarını artıracağından çekinmekte idi.Ancak yapılan çalışmalar bunun aksini kanıtlamıştır. Serviksin indüksiyon başarısındaki rolü kanıtlanmış bir gerçektir.Alexander ve arkadaşları (2000) 800 hastayı dahil ettikleri bir çalışmada servikal dilatasyonu olmayan hastaların indüklenmesinin distosi nedeniyle sezeryan doğum riskini iki kat arttırdığını bildirmişlerdir. (81) Servikal olgunlaşma sağlanmadan indüksiyon başarısının düşük olduğu ortaya konulunca çalışmalar prostaglandin E2 gibi servikal olgunlaştırıcı ajanlarla elde edilen sonuçlar araştırılmaya başlanmıştır.ACOG 1997 yılında prostaglandin jelin postterm gebeliklerde tek başına servikal olgunlaşma sağlamak amacıyla kullanımının güvenli olduğunu bildirdi.(82) Postterm gebeliklerin antenatal takibinde kullanılan testler ; haftada iki veya üç kez non-stress test , amniyos mayii volümü takibi ve anne tarafından günlük fetal hareketlerin sayılmasını içerir.Bu şekilde antenatal takip yapılan bir grup hastayı, prostaglandin E2 vajinal jel ile doğum indüksiyonu yapılan hasta grubu ile karşılaştıran bir çalışma, doğum indüksiyonu 41 yapılan grupta daha az sezeryan oranı (%21) ( antenatal takip grubunda (%24) ) saptamışlardır.Ayrıca antenatal takip grubunda iki ölü doğuma karşılık elektif indüksiyon uygulanan grupta hiç ölü doğum gerçekleşmemiştir. Otörler indüksiyon grubunda daha az sezeyan oranının, daha az fetal distress saptanması nedeniyle olduğunu da eklemişlerdir. Maliyet açısından araştırılınca, doğum indüksiyonunun , haftada iki üç kez fetal takibe oranla daha ucuz bir yöntem olması ve daha az maliyetle daha iyi sonuçlar sağlaması nedeniyle tercih edilmesi gereken yöntem olduğu bildirilmiştir.(83) 41. hafta veya 42. haftada müdahale : Bir çok Kanada ve Amerika kaynaklı çalışma 41. haftada müdahaleyi önermekte.Ancak 41. haftayı 42. haftada benzer yöntemle müdahale ile karşılaştıran randomize çalışma olmadığı için bu konu net değildir.Usher ve arkadaşları perinatal mortalite oranlarının 40, 41, 42. gebelik haftalarında 1000 doğumda sırasıyla 1,5 – 0,7 – 3 olduğunu bildirmiştir. (66) Bu bulgular ışığında 42 hafta yerine 41. haftada müdahalenin daha uygun olacağı düşünülür. Amniyos mayiinin azalması postterm gebeliklerde fetal riski artırmaktadır.Postterm gebeliklerde normal amniyotik volüm saptanması durumunda fetal büyümenin devam ettiğinden emin olmak gerekir çünkü patolojik oligohidramniozun ne zaman gelişeceği kesin olarak bilinemez.Bu nedenle Wing ve arkadaşları 41.gebelik haftasından itibaren tüm gebelerde amniyos mayiinin haftada iki kez ölçülmesi gerektiğini bildirmektedir. (84) Ayrıca tek başına ultrasonografi ile hesaplanan amniyos mayii miktarının normal olması, gelişebilecek potansiyel fetal tehlikeleri ekarte ettirmez. Oligohidramnios ; en geniş vertikal cebin ölçülmesi veya dört kadranda ölçüm ile amniyotik sıvı indeksi hesaplanarak tespit edilebilir.Alfirevic ve arkadaşları (1997) 500 adet 290 günü aşmış uzamış gebelik süresi olan hastada her iki yöntemle ultrasonografik amniyos mayii tayini yapmış ve dört kadran amniyos mayii indeksi ölçümü yönteminin, postterm gebeliklerde oligohidramnios tanısının gerçekte olduğundan daha fazla hesaplanmasına neden olduğunu gözlemlemişlerdir. (85) 42 Postterm gebeliğe yaklaşımda öneriler ( ACOG 1997 , 1999): ACOG’un 1997 yılında yayınladığı bildirgesinde, uzamış gebeliklerin değerlendirilmesi ve tedavisi için önerileri şunlardır: 1- Monitorizasyonun sonucu iyileştirdiğine dair bir kanıt olmasada antenatal takibe 42. haftada başlanmalıdır. .2- 40-42. haftalar arasında başlanan antenatal takibin neonatal sonuçları iyileştirdiğine dair yeterli kanıt bulunmamaktadır. 3- Tek başına hiçbir antenatal takip metodunun diğerine karşı üstün olduğu gösterilememiştir. 4- Serviksi uygun olan postterm gebeliklerde indüksiyon ile doğum veya antenatal takip seçeneklerinin hangisinin tercih edilmesi gerektiği bilinmemektedir. 5- Serviksi uygun olmayan postterm gebeliklerde hem indüksiyon ile doğum, hem de antenatal takiple bekleyici yaklaşımın sonuçları iyidir. 6- Postterm gebeliklerde servikal değişiklik yaparak doğumu indüklemek için prostaglandin jel güvenle kullanılabilir. (86) , (82) Bu öneriler 42 haftadan sonraki gebeliklerin takip ve yönetimi açısından esneklik sağlarken, 42. haftadan sonra antenatal izlem veya indüksiyon yöntemlerinden birinin mutlaka seçilmesi gerektiğini belirtmektedir. ACOG, postterm gebeliğin yüksek riskli bir durum olarak tanımlamakta ve haftada iki kez antenatal tarama yapılmasını önermekte, Doppler velosimetrenin rutin kullanımının gerekmediğini eklemektedir.Oligohidramniosu ise ultrasonografi ile 2cm den az en derin 43 vertikal cep veya amniyotik sıvı indeksi 5cm ve altında olarak tarif etmektedir.Tüm bunlar yakın fetal takip gerektirir. IIIe) İNTRAPARTUM YÖNETİM Doğum postterm fetus için en tehlikeli dönemdir.Bu nedenle postterm gebelik nedeniyle takip edilen hastalara visitleri esnasında doğumun başladığından şüphelendikleri anda hastaneye başvurmaları önerilir.Bu sebeple başvuran hastalarda, kardiyotokografi cihazı ile fetal distres ve uterus kontraksiyonlarının varlığı değerlendirilir. Amniyotominin ne zaman yapılması gerektiği konusuda problemlidir.Zira zaten azalmış amniyos mayii olan hastalarda kordon kompresyonu olasılığı artacaktır.Ancak amniyotomi kalın mekonyum varlığını göstererek uyarıcı olabileceği gibi, membranların rüptüründen sonra fetal skalp elektrodu ile internal fetal monitorizasyona da imkan sağlar. Amniyos mayiinde kesif mekonyum saptanması durumunda fetusun kafasının doğumunu takiben thoraks perineden sıyrılmadan önce farenksinin aspirasyonu ile risk azaltılabilir. Eğer kesif mekonyum saptandığında doğumun gerçekleşmesine uzun süre varsa özellikle nullipar hastalarda sezeryan kararı göz önünde tutulmalıdır. Postterm gebeliklerde devam eden fetal büyümeye bağlı makrozomi gelişerek omuz distosisi gelişebileceği için hekim bu konuda deneyimli olmalıdır. GEREÇ VE YÖNTEMLER I) ARAŞTIRMANIN AMACI : İkinci trimesterden önceki ultrasonografilerine ve son adet tarihine göre 41. gebelik haftasından uzun gebelik süresi olan ve belirlenen çalışma kriterlerini dolduran gebeliklerde kontrollü salınımlı dinoproston vajinal ovülün tek başına veya eş zamanlı başlanan düşük doz 44 oksitosin infüzyonunun doğum süresi ve doğum şekli üzerine olan etkileri ve güvenilirliğinin araştırılması çalışmanın primer amacı olarak belirlendi. Ayrıca ikincil olarak elde edilmesi planlanan sonuçlar ; dinoproston vajinal ovül ve oksitosin uygulamasına başlandıktan sonra 6. ve 12. saatteki bishop skoru değişimleri üzerine olan etki, toplam verilen oksitosin dozu, transvajinal ultrasonografi ile ölçülen servikal uzunluğun indüksiyon başarışını belirlemedeki rolü, sezeryan ile doğum gerçekleştirildi ise oranları ve endikasyonları, fetal distress ve hiperstimulasyon oranları idi. Çalışma Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde Ekim 2005 – Mayıs 2007 tarihleri arasında toplam 98 hasta ile Doğumhane ünitesinde gerçekleştirildi. II) HASTA SEÇİMİ 41. gebelik haftasını doldurduğu ve serviksin indüksiyona uygun olmaması nedeniyle refere edilen hastalar öncelikle transabdominal ultrasonografi ile fetal biyometri, fetal tahmini ağırlık, amniyos mayii indeksi, gros anomali açısından araştırıldıktan sonra transvajinal ultrasonografi ile servikal uzunlukları ölçüldü.Pelvik muayene ile pelvis anatomisinin uygunluğu, bishop skoru ve membranların intakt olup olmadığı değerlendirildi.Hastalar kardiyotokografi cihazı ile non-stress teste tabi tutuldu.Ateş, arteryal tansiyon gibi vital bulgular kaydedilerek, tam idrar tetkiki, hemogram ve kan grubu gibi laboratuar tetkikleri istendi. Tüm bu bulgular ışığında aşağıda belirtilen çalışmaya dahil edilme ve dışlama kriterlerini karşılayan hastalar yazılı onam alınarak çalışmaya dahil edildi. IIa) Çalışmaya dahil edilme kriterleri: 41 haftanın üzerinde medikal endikasyonu olmayan Nullipar veya 3ün altında doğum yapmış multipar gebeler 45 Sefalik prezentasyon Membranları intakt Bishop skoru 4 veya altında Kemik pelviste distosiye neden olacak belirgin bir uygunsuzluk olmaması Reaktif NST , uterus kontraksiyonları olmaması Ultrasonografi ile belirlenen tahmini fetal ağırlık ≤ 4000 g IIb)Çalışmadan dışlama kriterleri 38 santigrad derece üzerinde ateş Hipertansiyon (Kronik ve gebeliğin indüklediği) Diabetes mellitus Prostaglandinlere allerji hikayesi Bilinen astma hastalığı Glokom Maternal kardiak hastalık varlığı Ultrasonografide saptanmış klinik polihidramnios Vajinal pesser uygulamasından 4 saat önceki dönemde NSAİİ veya asetaminofen kullanımı Pesser konulmadan önceki 24 saat içinde oksitosin ile indüksiyon Spontan travaydaki hasta Açıklanamayan vajinal kanama Sezeryan operasyonu ile doğum veya geçirilmiş uterus cerrahisi hikayesi III) RANDOMİZASYON Hasta seçimi kriterlerine uyan 98 hasta, dinoproston vajinal ovül ve dinoproston vajinal ovüle ek olarak eşzamanlı düşük doz oksitosin infüzyonu başlanmak üzere iki gruba randomize edildi. 46 IV) ÇALIŞMA PROTOKOLÜ Şekil 2.Dinoproston vajinal ovül ( Propess ® ) uygulaması : Posteriyor fornikse tek parmakla ilerletilen ovul vajen eksenine dik olarak yerleştirilerek , çekme ipi vajenden dışarıya çıkarılır. Dinoproston vajinal ovül uygulamasına ek olarak düşük doz oksitosin uygulaması: 500 ml %5 Dekstroz içeren Ringer Laktat çözeltisine 5 IU Oksitosin eklenerek mililitresinde 10 miliünite Oksitosin içeren infüzyon mayii hazırlandı. İnfüzyon doseflowmetre ile damla sayılarak verildi.İnfüzyon hızı dakikada 4 damla (2 mili-ünite ) olacak şekilde sabit hızda tutuldu.Bu şekilde uygulanan düşük doz oksitosin infüzyonuna tek uygulanan propess vajinal ovülün maksimum etkin olabildiği 12 saatlik süre boyunca devam edildi.Bu süreden önce doğuran hastalarda infüzyona collum tam açık efase olana kadar devam edildi. Her iki gruptaki hastalar dinoproston vajinal ovül posteriyor fornikse yerleştirildikten sonra 1 saat boyunca sol yanlarına yatırılarak kardiyotokografi cihazı ile takip edildi.Bu süre sonunda uterus kontraksiyonları ve fetal kalp trasesi değerlendirildi. Anormal uterus kontraksiyonları olmayan ve fetal distress bulguları saptanmayan hastalar aralıklı monitorizasyon ile takibe alındı.Anormal fetal kalp trasesi ; uzun süreli ağır bradikardi, takikardi, geç deselerasyonlar, uzun süren variabilite kaybı, bradikardi ile birlikte olan derin variabl deselerasyonlar olarak tanımlandı.Anormal uterus aktivitesi ise 60 ila 90 saniye süreli 10 dakikalık periyodda 5 veya 15 dakikada 7 nin üzerinde kontraksiyon varlığı olarak değerlendirildi.Bu bulgular saptanan 47 hastalar öncelikle sol lateral dekubitus pozisyonuna çevrilip, nazal maske ile oksijen ve intravenöz yolla bolus 500 ml kristalloid solüsyonu verildi.Dinoproston ovül çekildi, hasta aynı zamanda düşük doz oksitosin infüzyonu alan grupta ise infüzyonuna son verildi.İzlem süresi fetal distresin ve uterin hiperstimulasyonun şiddetine göre belirlendi.Bu süre sonunda bulgularda düzelme olan hastalara bekletilen dinoproston ovüller tekrar uygulandı.Güven verici bulgular devam ettiğine kanaat getirince oksitosin infüzyonu alan hasta grubunda, infüzyona devam edildi.Anormal bulgularda düzelme olmayan veya başlangıçta ağır fetal distress bulguları saptanan hastalar acil sezeryan operasyonuna alındı. Her iki gruptaki hastalarda 12 saat sonunda dinoproston vajinal ovül çekildi.Tüm hastalara oksitosin ile augmentasyon uygulandı.Oksitosin infüzyonu 20 dakika aralarla dakikada 2 miliünite ( 4 damla) artışlarla yeterli kontraksiyon sağlanana kadar (10 dk da 200 ün üstü 500 ün altında montevideo ünitesinde uterin aktivite) artırıldı.En fazla çıkılabilecek infüzyon hızı dakikada 20 mili-ünite (40 damla) ile sınırlandırıldı. Tüm hastalara 5cm servikal dilatasyonda amniyotomi uygulandı.Amniyos mayii mekonyum varlığı ve niteliği açısından değerlendirildi. IV) SONUÇLARIN TOPLANMASI Hastaların , gestasyonel haftası, gravida, parite, abortus ve vücut kitle indeksleri Dinoproston vajinal ovül verilmeden önceki başlangıç, 6. saat ve 12. saatteki bishop skorları transvajinal ultrasonografi ile ölçülen servikal uzunluk, hastaların doğum şekli, sezeryan operasyonu ile doğurtulan hastaların sayısı ve sezeryan endikasyonları, vajinal yolla doğumu gerçekleştirilip başarılı tedavi sağlanan grupta doğuma kadar geçen toplam süre, verilen toplam oksitosin dozu ve hiperstimulasyon oranları, fetal cinsiyet, doğum kiloları, varsa doğum komplikasyonları kaydedildi. 48 BULGULAR Araştırmaya 50 Prostaglandin E2 vajinal ovül, 48 Prostaglandin E2 vajinal ovüle ek olarak eş zamanlı düşük dozda oksitosin infüzyonu başlanan toplam 98 hasta dahil edildi. Her iki gruptaki hastalar yaş, gebelik haftaları, gravida, parite, abortus sayıları, vücut kitle indeksi, çalışmanın başlangıcında transvajinal ultrasonografi ile ölçülen servikal uzunluk ve başlangıç bishop skorları açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel anlamlı farklılık tespit edilmedi. Grup 1 (PG E2) (n=50) Yaş 26,2 ± 5,6 Grup 2 (PGE2+Oksitosin ) (n=48) 27,1 ± 5,8 0,43 41,29±0,3 41,38 ± 0,4 0,26 1,82±0,9 1,81±1,1 0,21 0,64 ±,87 0,58±,96 0,54 0,16±,37 0,18±,44 0,44 29,0±4,4 29,1±3,6 0,75 35,2±6,2 35,3±5,6 0,25 2,7±1,2 2,6±1,2 0,86 p Gebelik Haftası Gravida Parite Abortus VKİ Servikal uzunluk Bishop 0 Tablo 4. Demografik verilerin gruplar arası karşılaştırılması ( Değerler median ve standard deviasyon olarak verilmiştir.) Gruplar, doğuma kadar geçen süre, 6.saatteki ve 12.saatteki bishop skorları ve verilen toplam oksitosin dozları açısından karşılaştırılmış ve sonuçlar aşağıdaki tabloda p değerleri ile birlikte gösterilmiştir.Buna göre gruplar arasında 6. saat, 12. saat bishop skorları ve toplam oksitosin dozları arasında istatistiksel bir fark saptanmazken, sadece Prostaglandin E2 vajinal 49 ovüle düşük doz oksitosin eklenen grupta belirgin olarak kısalmış doğum süresi ile p değeri 0,05 den küçük bulunmuş ve istatistiksel anlamlı bir fark saptanmıştır. Grup 1 (PG E2) (n=50) Grup 2 (PGE2 +Oksitosin ) (n=48) p Doğum süresi 18,41 ± 8,0 15,0 ± 7,7 0,038 6. sa bishop 6,04 ± 2,79 5,57 ± 2,73 0,96 12.sa bishop 7,86 ± 2,32 7,00 ± 2,58 0,64 Toplam oksitosin dozu (U) 4,96 ± 4,93 5,19 ± 6,11 0,84 Tablo 5.Doğum süresi ,6. saat ,12. saat bishop skorları ve toplam verilen oksitosin dozu Doğum süresindeki kısalmanın multipar ve primipar hastalarda farklı olabileceği düşünülerek subgrup analizine gidildi. 50 Bunun neticesinde çalışmanın ikinci grubundaki multipar hastalarda, birinci gruba oranla istatistiksel anlamlı kısalmış doğum süresi saptanırken, primigravid hastalar arasında böyle bir fark saptanmadı. PRİMİPAR p MULTİPAR Grup 1 (PG E2) (n=21) p Grup 1 (PG E2) (n=29) Grup 2 (PGE2 +Oksitosin ) (n=33) Grup 2 (PGE2 +Oksitosin ) (n=15) Doğum süresi 20,9 ± 8,3 17,1 ± 8,1 0,78 14,9 ± 6,4 10,4 ± 3,7 0,01 6. sa bishop 5,7 ± 2,6 5,39 ± 2,8 0,97 6,4 ± 2,9 6,0 ± 3,1 0,63 12.sa bishop 7,8 ± 2,5 6,41±2,18 0,33 7,8 ±1,9 8,2 ± 3,0 0,15 Toplam oksitosin dozu 5,94± 5,46 6,82 ± 6,78 0,54 3,39 ± 3,5 1,81 ± 1,82 0,14 Tablo 6.Primipar ve multipar hastaların gruplara göre dağılımı ve çalışmanın primer ölçütleri açısından altgruplara ayrılarak incelenmesi 51 Gruplar sezeryan oranları ve hiperstimulasyon açısından karşılaştırılmıştır.Her iki parametre açısından, iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark tespit edilmemiştir. Grup 1 (PG E2) (n=50) C/S oranı Uterin hiperstimulasyon Grup 2 (PGE2 +Oksitosin ) (n=48) n=9 %14 n = 11 %22,9 n=5 %10 n=6 %12 p toplam n=20 %20,4 n=11 %11,2 0,26 0,43 Tablo 7. Gruplar arası Sezeryan ve Uterus hiperstimulasyonu sayıları ve yüzdeleri Saptanan sezeryan endikasyonları, ilerlemeyen travay ve fetal distrese bağlı olup hasta sayıları ve yüzdeleri tabloda verilmiştir Sezeryan endikasyonları Grup 1 (PG E2) (n=50) Grup 2 (PGE2 +Oksitosin ) (n=48 Toplam n=20 İlerlemeyen travay n=5 %10 n= 6 % 12 n=11 %55 Fetal distress n= 4 %8 n= 5 %10 n=9 %45 Tablo 8 .Sezeryan endikasyonları ve gruplara göre dağılımı 52 Neonatal sonuçlar açısından incelendiğinde doğum ağırlıkları, 5.dakika Apgar skorları arasında gruplar arası bir fark bulunmamakta idi. Grup 1 (PG E2) (n=50) Grup 2 (PGE2 +Oksitosin ) (n=48) p Doğum ağırlığı (g) 3458 ± 295 3335 ± 472 0,12 5. dakika Apgar skor 8,94 ± 1,13 9,10 ± 0,89 0,65 YDYBÜ’ne yatış n=1 n=2 Omuz distosisi n= 0 n=1 Tablo 9.Neonatal sonuçlar açısından grupların karşılaştırılması TARTIŞMA Obstetrik güncel yaklaşımda ,postterm gebeliklere yaklaşım halen tam olarak çözülememiş bir sorun olarak devam etmektedir.Bu hastalar için antenatal yakın takiplerle bekleyici yaklaşım veya 41-42 haftadan sonra elektif doğum indüksiyonu ile sonlandırılması gerektiğine inanan iki farklı görüş benimsenmiştir.İlerleyen gebelik haftalarında artan perinatal mortalite nedeniyle 41 veya 42 haftadan uzun gebeliklerin sonlandırılması gerektiğini savunan çalışmalar mevcuttur. Gebeliğin güvenli ve etkin bir şekilde sonlandırılabilmesi için ise en önemli engel serviksin indüksiyona vereceği yanıt olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu amaçla çeşitli servikal olgunlaşma sağlayan farmakolojik ve mekanik yöntemler 53 denenmiştir.Farmakolojik yöntemlerin başında prostaglandin analogları gelir.Prostaglandin E1 (misoprostol), Prostaglandin E2 (dinoproston), ve Prostaglandin F2α, bunlar arasında sayılabilir.Misoprostol ve dinoprostonu karşılaştıran çalışmalarda, serviksin olgunlaşmasında misoprostolün oldukça etkin olmasına karşın uterin taşisistol gibi ilacın kontrollü salınımının olmaması ve bolus etkisine bağlı yan etkilerin sık görülmesi nedeniyle güvenlik marjının çok dar olduğu kanısına varılmış ve servikal olgunlaşma sağlamak amacıyla kullanımına çekince ile yaklaşılmıştır.Şu anda bu preparat sadece peptik ulkus tedavisi amacıyla piyasada bulunmakta ve obstetride kullanım ruhsatı bulunmamaktadır. Dinoproston ile yapılan ilk çalışmalarda lokal uygulanan jel formu kullanılmış ve olası yan etkiler minimuma indirilmeye çalışılmıştır.Fakat ilaç etkisinin sonlandırılması gerektiğinde, jel formunun uzaklaştırılması etkili ve kolay bir şekilde olamamaktadır.Son olarak polietilenglikol bazlı hidrojel poliüretan polimerden oluşan bir katı matriks içerisine yerleştirilen dinoprostonun sabit dozda salınımını sağlayan vajinal ovül formları geliştirilmiştir.Bu polimer vajen içerisine posterior fornikse yerleştirilir.Nem alarak orijinal büyüklüğünün iki üç katına kadar şişer.Polimerin ucuna bağlı ipi sayesinde gerek durumunda çekilerek etki sonlandırılabilir.Lokal etkili prostaglandinler in vivo hızla yıkıldıkları için etkinin sonlanması çok hızlı olmaktadır.İlk formulasyonlar daha yüksek oranda (0,7 mg/saat) dinoproston serbesleştirirken, bildirilen hızlı doğum ve hiperstimulasyon oranlarının yüksek olması üzerine daha güvenli ve düşük dozda (0,3 mg/saat) dinoproston sağlayan formlar geliştirilmiştir. Ovülün uygulaması esnasında karşılaşılabilecek bir problem, ovül 12 saate kadar vajende kalacağı için hastanın bunu düşürmesi veya rahatsızlık duymasıdır.Bizim çalışmamızda ovülün çıkarılmasını gerektirecek kadar rahatsızlık duyan hastamız olmadı, ovülün düşmesi ise sık karşılaştığımız bir durumdu.Üretici firma ovülün posterior fornikse yatay yerleştirilmesinin bunu engelleyeceğini bildirse de hastalar bekleme süresinde ambule 54 oldukları için çalışmanın başında sık rastladığımız bir durumdu.Bu problemi de çekme ipini ince bir flaster ile sabitleyerek aştık. Tedavi başarısı, tek dinoproston ovül ile 12 saat sonraki bishop skorunda 3 puan artış ve gözlem süresi içinde vajinal doğumun gerçekleşmesi olarak değerlendirildi. 12 saatlik dozlama süresi boyunca her iki gruptaki hastaların tümünde bishop skorunda beklenen artış sağlandı. Çalışmamızda ilk gruptaki hastalar ortalama 18,41 ± 8,0 saatte doğururken , ovül yanında düşük doz oksitosin infüzyonu yapılan hastalar 15,0 ± 7,7 saatte doğurdu.Bu sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı idi ve dinoproston vajinal ovüle düşük doz oksitosin ilavesinin doğum süresini kısalttığına işaret ediyordu.Ancak hastalarımız gravide, parite sayıları açısından homojen değildi.Bu nedenle multipar ve primipar hastaları altgruplara ayırarak tekrar incelediğimizde nullipar hastalarda her iki grup arasında doğuma kadar geçen süreler açısından anlamlı fark gözlemedik.Multipar hastalar ise 14,9 ± 6,4 saate 10,4 ± 3,7 saatlik doğuma kadar geçen süreler ile ikinci grupta istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık gösteriyordu.Bu fark multipar hastalarda servikal olgunlaşmanın daha hızlı gerçekleşmesine ve aktif faza giren hastaların 12 saatlik sadece yavaş salınımlı ovül ile yetinmeyerek ek olarak düşük doz oksitosin verilerek augmentasyon sağlanmasına bağlı olabilir.Diğer taraftan nullipar hastalarda 12 saat sonunda ancak bishop skorlarından iyileşme sağlanmış ve her iki grupta oksitosin bu süre sonunda artırılarak yeterli kontraksiyonlar sağlanıp hasta doğumun aktif evresinde idame edilmiştir.Görüleceği üzere multipar hastalar ikinci grupta ortalama olarak vajinal ovül çekilmeden doğurmuşlardır. Dinoproston vajinal ovülün kullanımı ve diğer doğum indüksiyonu metodları ile karşılaştıran bir çok çalışma olmasına rağmen, oksitosinle birlikte kullanımı ile ilgili çalışma çok azdır. Dinoproston vajinal ovüle oksitosin eklenerek yapılan çok yeni bildirilen plasebo kontrollü bir çalışmaya sadece bishop skoru 6’dan düşük nullipar hastalar dahil edilmiş, bir gruba 55 dinoproston vajinal ovül diğer gruba dinoproston vajinal ovül ile eşzamanlı 1 mIU/ml dozunda düşük doz oksitosin 30 dk aralıklarla artırılarak verilmiştir.Bu çalışmada, nullipar hastaların 24 saatteki vajinal doğum oranlarının oksitosin ilavesi ile değişmediği ancak ek dinoproston verilme ihtiyacını azalttığı bildirilmiş ve dinoproston vajinal ovül ile eş zamanlı başlanan oksitosin infüzyonunun nullipar hastalarda servikal olgunlaşma amacıyla kullanılabileceği ve daha geniş tabanlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu eklenmiştir.(87) Çalışmamızda düşük doz oksitosin infüzyonu sabit hızda ( 2 mIU/dakika)12 saat boyunca verilmiştir.Hiperstimülasyon oranları her iki grup için sırasıyla %10 ve %12 olarak bulunmuştur.Hiperstimülasyon gelişen toplam 11 hastanın 5 i ilk grupta , 6 sı ikinci grupta idi ve her iki gruptaki 3’er hasta fetal distres nedeniyle sezeryan operasyonu ile doğurtuldu.Hiperstimülasyon ve sezeryana yol açma oranlarını araştırmak için daha fazla sayıda hasta içeren çalışmalara gereksinim vardır. Sezeryan oranları açısından incelendiğinde toplam 98 hastadan 20 si sezeryan operasyonu ile doğurtuldu.Sezeryan oranları 1. grupta %14(n=9), 2.grupta %22,9 (n=11) olup, iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark gözlenmedi(p=0,26). Her iki grup arasında sezeryan ve hiperstimulasyon oranları açısından farklılık saptanmamasının nedeni oksitosin infüzyonunun sabit ve düşük dozda verilmesi ile ilişkili olabilir.Nullipar hastalarda doğum süresine ve servikal olgunlaşma üzerine etkileri değerlendirmek için infüze edilen oksitosin miktarını oluşan uterus kontraksiyonlarına göre titre ederek yapılacak yeni çalışmalara ihtiyaç vardır. Neonatal sonuçlar açısından bakılınca hastalar çalışmaya dahil edilirken ortalama sonografik fetal kilo tayini yapıldığı ve 4000g üzeri makrozomik fetuslar çalışma dışı tutulduğu için birbirine benzer olup, doğum kiloları ve Apgar skorları her iki grupta sırasıyla 3458 ± 295 gram ve 3335 ± 472 gram idi.Apgar skorları ise sırayla 8,94 ± 1,13 ve 9,10 ± 0,89 olup iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmadı.İki grup neonatal sonuçlar açısından farklılık göstermiyordu. 56 Çalışmamızda yenidoğan yoğun bakım ünitesine grup 1 de bulunan bir yenidoğan hiperstimulasyon, mekonyum aspirasyonu şüphesi ile yatış verildi.İkinci gruptan ise iki yenidoğana yatış verildi.Bu yenidoğanlardan biri mekonyum ve fetal distres nedeniyle sezeryan operasyonu ile doğurtuldu.Diğeri ise ultrasonografik hesaplanan kilosu 3850g olup 4250g makrosomik olarak doğdu ve omuz distosisi sonucu gelişen klavikula kırığı nedeniyle yatış verildi. SONUÇ 41.gestasyon haftasında ve üzerindeki, bishop skoru 4 ve altında, membranları intakt, sefalik prezentasyonda, maternal medikal hastalığı ve prostaglandinler ile indüksiyona kontrendikasyonu bulunmayan çalışma kriterlerini dolduran 98 adet postterm gebeliği olan hasta grubunda, dinoproston vajinal ovülün tek başına ve oksitosin ile birlikte doğum şekli ve süresi üzerine olan etkilerini araştırdık. İki grup arasında, düşük doz oksitosin ile birlikte dinoproston ovül verilen gruptaki multipar hastalarda sadece dinoproston ovül verilen hastalara oranla anlamlı derecede kısaldığını saptadık.Nullipar hastalarda uyguladığımız sabit düşük dozda protokolün doğum süresi üzerine istatistiksel anlamlı etkisinin bulunmadığını gözledik. İki grup arasında doğum şekli, fetal ve maternal yan etkiler açısından bir farklılık saptanmadı. Dinoproston vajinal ovülün çekilmesini takiben bekleme süresinin gerekli olmadığı ve derhal oksitosin infüzyonuna başlanabileceği kanaatine vardık. Bu sonuçlarla, postterm gebeliğin aktif yönetiminde dinoproston vajinal ovül ve oksitosin infüzyonu ile doğum indüksiyonunun seçilebilecek bir yöntem olduğuna ancak uterin hiperstimulasyon, fetal distress gibi intrapartum tehlikelerin ve neonatal sonuçlar üzerine olan etkilerin araştırılması için daha fazla hasta sayısı ile yapılacak prospektif plasebo kontrollü çalışmalara gereksinim vardır.Ayrıca multipar hastalardaki anlamlı sonucun aynı şekilde geniş seriler ile konfirme edilmesi gerekmektedir. 57 KAYNAKLAR 1. Liggins GC, Kennedy PC, Holm LW: Failure of initiation of parturition after electrocoagulation of the pituitary of the fetal lamb. Am J Obstet Gynecol 98:1080, 1967 2. Challis JRG, Lye SJ: Parturition. In Knobil E, Neill JD (eds): The Physiology of Reproduction, 2nd ed, Vol II. New York, Raven, 1994, p 985 3. Myers DA, McDonald TJ, Nathanielsz PW: Effect of bilateral lesions of the ovine fetal hypothalamic paraventricular nuclei at 118-122 days of gestation on subsequent adrenocortical steroidogenic enzyme gene expression. Endocrinology 131:305, 1992 4. Casey ML, MacDonald PC: The role of a fetal-maternal paracrine system in the maintenance of pregnancy and the initiation of parturition. In Jones CT (ed): Fetal and Neonatal Development. Ithaca, Perinatology, 1988b, p 521 5. Casey ML, Smith JW, Nagai K, MacDonald PC: Transforming growth factor-ß inhibits enkephalinase (EC 3.4.24.11) gene expression in human endometrial stromal cells and sex skin fibroblasts in culture. J Clin Endocrinol Metab 77:144, 1993b 6. Casey ML, MacDonald PC: Human parturition: Distinction between the initiation of parturition and the onset of labor. In Ducsay CA (ed): Seminars in Reproductive Endocrinology. New York, Thieme, 1993a, p 272 7. Iams JD, Goldenberg RL, Meis PJ, Mercer BM, Moawad A, Das A, Thom E, McNellis D, Copper RL, Johnson F, Roberts JM: The length of the cervix and the risk of spontaneous premature delivery. N Engl J Med 334:567, 1996 8. Fuchs AR, Fuchs F, Husslein P, Soloff MS, Fernstrom MJ: Oxytocin receptors and human parturition. A dual role for oxytocin in the initiation of labor. Science 215:1396, 1982, 1984 58 9. Rath W, Winkler M, Kemp B: The importance of extracellular matrix in the induction of preterm delivery. J Perinatol Med 26:437, 1998 10. Winkler M, Rath W: Changes in the cervical extracellular matrix during pregnancy and parturition. J Perinatol Med 27:45, 1999 11. Barany K, Barany M: Myosin light chain phosphorylation in uterine smooth muscle. In Carsten ME, Miller JD (eds): Uterine Function: Molecular and Cellular Aspects. Plenum, New York, 1990, p 71 12. Sanborn BM, Anwer K, Wen Y, Stefani E, Toro L, Singh SP: Modification of Ca2+ regulatory systems. In Garfield RE, Tabb TN (eds): Control of Uterine Contractility. Boca Raton, FL: CRC Press, 1994, p 105 13. Frydman R, Fernandez H, Pons JC, Ulmann A: Mifepristone (RU486) and therapeutic late pregnancy termination: A double-blind study of two different doses. Hum Reprod 3:803, 1988 14. Chwalisz K, Fahrenholz F, Hackenberg M, Garfield R, Elger W: The progesterone antagonist onapristone increases the effectiveness of oxytocin to produce delivery without changing the myometrial oxytocin receptor concentrations. Am J Obstet Gynecol 165:1760, 1991 15. Fuchs AR, Husslein P, Fuchs F: Oxytocin and the initiation of human parturition, 2. Stimulation of prostaglandin production in human decidua by oxytocin. Am J Obstet Gynecol 141:694, 1981 16. Coleman RA, Smith WL, Narumiya S: Eighth International Union of Pharmacology. Classification of prostanoid receptors: Properties, distribution, and structure of the receptor and their subtypes. Pharmacol Rev 46:205, 1994 59 17. Crankshaw DJ, Dyal R: Effects of some occurring prostanoids and some cyclooxygenase inhibitors on the contractility of the human lower uterine segment in vitro. Can J Physiol Pharmacol 72:870, 1994 18. Ku CY, Qian A, Wen Y, Anwer K, Sanborn BM: Oxytocin stimulates myometrial guanosine triphosphatase and phospholipase-C activities via coupling to G alpha q/11. Endocrinology 136:1509, 1995 19. Zingg HH, Rozen F, Chu K, Larcher A, Arslan A, Richard S, Lefebvre D: Oxytocin and oxytocin receptor gene expression in the uterus. Recent Prog Horm Res 50:255, 199 20. Leake RD: Oxytocin in the initiation of labor. In Carsten ME, Miller JD (eds): Uterine Function. Molecular and Cellular Aspects. New York, Plenum, 1990, p 361 21. Besinger RE, Neibyl JR: The safety and efficacy of tocolytic agents for the treatment of preterm labor. Obstet Gynecol Surv 415, 1990 22. Cox SM, King MR, Casey ML, MacDonald PC: Interleukin-1 beta, -1 alpha, and -6 and prostaglandins in vaginal/cervical fluids of pregnant women before and during labor. J Clin Endocrinol Metab 77:805, 1993b 23. Winkler M, Rath W: Changes in the cervical extracellular matrix during pregnancy and parturition. J Perinatol Med 27:45, 1999 24. MacDonald PC, Casey ML: The accumulation of prostaglandins (PG) in amniotic fluid is an aftereffect of labor and not indicative of a role for PGE2 and PGE2a in the initiation of human parturition. J Clin Endocrinol Metab 76:1332, 1993 25. MacDonald PC, Casey ML: Preterm Birth. Sci Am 3:42, 1996 26. American College of Obstetricians and Gynecologists: Induction of Labor. Practice Bulletin No. 10, November, 1999a 27. - Coonrod DV, Bay RC, Kishi GY. The epidemiology of labor induction: Arizona,1997. Am J Obstet Gynecol 2000;18:1355-62. 60 28. Data from the American Academy of Pediatrics and The American College of Obstetricians and Gynecologists publication: Guidelines for Perinatal Care, 4th ed., 1997. 29. Bishop EH: Pelvic scoring for elective induction. Obstet Gynecol 24:266, 1964 30. American College of Obstetricians and Gynecologists: Induction of labor, ACOG Technical Bulletin No. 217. Washington, DC, American College of Obstetricians and Gynecologists, 1995 31. Burnett JE. Preinduction scoring: an objective approach to induktion of labor. Obstet Gynecol 1996; 28: 479-89 32. Rodney KE, Douglas SR. Preinduction Cervical Assesment. Clinical Obstetrics and Gynecology. 2000;43:3440-446 33. ACOG Practice Bulletin. Clinical manegement guidelines for ObstetriciansGynecologists. No; 1999: 1-10 34. Kerr JMM, Johnstone RW, Phillips MH: Historical Review of British Obstetrics and Gynaecology, 18001950. London, E&S Livingston, 1954, p 34 35. Mitchell MD, Flint APF, Bibby J, et al: Rapid increase in plasma prostaglandins after vaginal examination and amniotomy. Br Med J 2:1183, 1977. 36. Crane J, Bennett K, Yound D, et al: The effectiveness of sweeping membranes at term: a randomized trial. Obstet Gynecol 89:586, 1997. 37. Scher J, Jeng DY, Moshirpor J, Kerenyi TD: Acomparison between vaginal prostaglandin E2 suppositories and intrauterine extra-amniotic prostaglandins in the management of fetal death in utero. Am. J. Obstet.Gynecol. 137; 769-772, 1980. 38. Krammer J, O'Brien WF: Mechanical methods of cervical ripening. Clin Obstet Gynecol 38:280, 1995a ,1995b 61 39. Gilson GJ, Russell DJ, Izquierdo LA, Qualls CR, Curet LB: A prospective randomized evaluation of a hygroscopic cervical dilator, Dilipan, in the preinduction ripening of patients undergoing induction of labor. Am J Obstet Gynecol 175:145, 1996 40. Guinn DA, Goepfert AR, Christine M, Owen J, Hauth JC: Extra-amniotic saline infusion, laminaria, or prostaglandin E2 gel for labor induction with unfavorable cervix: A randomized trial. Obstet Gynecol 96:106, 2000 41. Cole DS and Bruck LR: Anaphylaxis after laminaria insertion. Obstet Gynecol 95:1025, 2000 42. Rayburn WF, Wapner RJ, Barss VA, Spitzberg E, Molina RD, Mandsager N, Yonekura L: An intravaginal controlled-release prostaglandin E2 pessary for cervical ripening and initiation of labor at term. Obstet Gynecol 79:374, 1992 43. Keirse MJNC: Prostaglandins in preinduction cervical ripening. Meta-analysis of worldwide clinical experience. J Reprod Med 38:89, 1993 44. Bernstein P: Prostaglandin E2 gel for cervical ripening and labour induction: A multicentre placebo-controlled trial. Can Med Assoc J 145:1249, 1991 45. How HY,LeaseburgeL,Khoury JC,Siddiqi TASpinnato JA,Sibai BM:A comparison of various routes and dosages of misoprostol for cervical ripening and the induction of labor.Am J Obstet.Gynecol 2001;185;911-5 46. Wing DA, Jones MM, Rahall A, Goodwin TM, Paul RH: A comparison of misoprostol and prostaglandin E2 gel for preinduction cervical ripening and labor induction. Am J Obstet Gynecol 172:1804, 1995a 47. Plaut MM, Schwartz ML, Lubarsky SL: Uterine rupture associated with the use of misoprostol in the gravid patient with a previous cesarean section. Am J Obstet Gynecol 180:1535, 1999 62 48. Wing DA, Ham D, Paul RH: A comparison of orally administered misoprostol with vaginally administered misoprostol for cervical ripening and labor induction. Am J Obstet Gynecol 180:1155, 1999 49. Seitchik J, Amico J, Robinson AG, Castillo M: Oxytocin augmentation of dysfunctional labor, 4. Oxytocin pharmacokinetics. Am J Obstet Gynecol 150:225, 1984 50. Satin AJ, Leveno KJ, Sherman ML, McIntire DD: Factors affecting the dose response to oxytocin for labor stimulation. Am J Obstet Gynecol 166:1260, 1992b 51. Satin AJ, Leveno KJ, Sherman ML, Brewster DS, Cunningham FG: High- versus lowdose oxytocin for labor stimulation. Obstet Gynecol 80:111, 1992a 52. American College of Obstetricians and Gynecologists: Dystocia and the Augmentation of Labor. Technical Bulletin No. 218, December, 1995a 53. Hendricks CH, Brenner WE: Cardiovascular effects of oxytocic drugs used postpartum. Am J Obstet Gynecol 108:751, 1970 54. Eggers TR, Fliegner JR: Water intoxication and syntocinon intoxication. Aust NZ J Obstet Gynaecol 19:59, 1979 55. Johnson N, Bryce FC: Could antiprogesterones be used as alternative cervical ripening agents? Am J Obstet Gynecol 162:688, 1990. 56. Relaxin for cervical ripening and induction of labour AJ Kelly, J Kavanagh, J Thomas Cochrane Database of Systematic Reviews 2007 Issue 4 Copyright © 2007 The Cochrane Collaboration. Published by John Wiley & Sons, Ltd. 57. Clifford SH: Postmaturity with placental dysfunction, clinical syndrome and pathologic findings. J Pediatr 44:1, 1954. 58. American College of Obstetricians and Gynecologists: Management of postterm pregnancy. Practice Pattern No. 6, October 1997 63 59. Harma M, Harma M. Postterm gebelik. In, Kadın hastalıkları ve doğum bilgisi, Eds. Çiçek MN, Çelik C, Akyürek C, Haberal A, Güneş Kitabevi, 2004:483 60. Bakketeig LS, Bergsjo P: Post-term pregnancy: Magnitude of the problem. In Chalmers I, Enkin M, Keirse M (eds): Effective Care in Pregnancy and Childbirth. Oxford, Oxford University Press, 1991, p 765 61. Mogren I, Stenlund H, Hogberg U: Recurrence of prolonged pregnancy. Int J Epidemiol 28:253, 1999 62. Rabe T, Hosch R, Runnebaum B: Sulfatase deficiency in the human placenta: clinical findings. Biol Res Pregnancy Perinatol 4:95, 1983. 63. Campbell MK, Ostbye T, Irgens LM: Post-term birth: risk factors and outcomes in a 10year cohort of Norwegian births. Obstet Gynecol 89:543, 1997. 64. Mul T, Mongelli M, Gardosi J: A comparative analysis of second-trimester ultrasound dating formulae in pregnancies conceived with artificial reproductive techniques. Ultrasound Obstet Gynecol 8:397, 1996. 65. Gardosi J, Mongelli M: Risk assessment adjusted for gestational age in maternal serum screening for Down's syndrome. BMJ 306:1509, 1993 66. Boyd ME, Usher RH, McLean FH, Kramer MS: Obstetric consequences of postmaturity. Am J Obstet Gynecol 158:334, 1988. 67. Spelaccy WN, Scott JR, Disaia PJ, Hammond CB: Postdate Pregnancy. Danforths Obstetrics & Gynecology, 7th Edition. JB, Lippincott Company. Philedelphia, 1994:32 68. Goldstein l, Reece EA, Pilu G et al.: Cerebellar Measurement with Ultrasonography on the Evalutan of Fetal Growth and Development. Am . Obstet Gynecol 1997; 156:1065. 69. Lindell A: Prolonged pregnancy. Acta Obstet Gynecol Scand 35:136, 1956 70. Naeye RL: Causes of perinatal excess in prolonged gestations. Am J Epidemiol 108:429, 1978 64 71. Clausson B, Cnattingus S, Axelsson O: Outcomes of post-term births: The role of fetal growth restriction and malformations. Obstet Gynecol 94:758, 1999 72. Crowley P: Post-term pregnancy: Induction of surveillance? In Chalmers I, Enkin M, Keirse M (eds): Effective Care in Pregnancy and Childbirth. Oxford, Oxford University Press, 1991, p 776 73. Leveno KJ, Quirk JG, Cunningham FG, Nelson SD, Santos-Ramos R, Toofanian A, DePalma RT: Prolonged pregnancy, 1. Observations concerning the causes of fetal distress. Am J Obstet Gynecol 150:465, 1984 74. Silver RK, Dooley SL, Tamura RK, Depp R: Umbilical cord size and amniotic fluid volume in prolonged pregnancy. Am J Obstet Gynecol 157:716, 1987 75. Trimmer KJ, Leveno KJ, Peters MT, Kelly MA: Observation on the cause of oligohydramnios in prolonged pregnancy. Am J Obstet Gynecol 163:1900, 1990 76. Veille JC, Penry M, Mueller-Heubach E: Fetal renal pulsed Doppler waveform in prolonged pregnancies. Am J Obstet Gynecol 169:882, 1993 77. Ramin KD, Leveno KJ, Kelly MS, Carmody TJ: Amnionic fluid meconium: A fetal environmental hazard. Obstet Gynecol 87:181, 1996 78. Smith SC, Baker PN: Placental apoptosis is increased in post-term pregnancies. Br J Obstet Gynaecol 106:861, 1999 79. Jazayeri A, Tsibris JC, Spellacy WN: Elevated umbilical cord plasma erythropoietin levels in prolonged pregnancies. Obstet Gynecol 92:61, 1998 80. Nahum GG, Stanislaw H, Huffaker BJ: Fetal weight gain at term: Linear with minimal dependence on maternal obesity. Am J Obstet Gynecol 172:1387, 1995 81. Alexander JM, McIntire DD, Leveno KJ: Postterm pregnancy: Does induction increase cesarean rates? Obs et Gynecol Invest 7: 79A, 2000c 65 82. American College of Obstetricians and Gynecologists: Management of postterm pregnancy. Practice Pattern No. 6, October 1997 83. Hannah ME, Hannah WJ, Hellman J, Hewson S, Milner R, Willan A , Canadian Multicenter Post-Term Pregnancy Trial Group: Induction of labor as compared with serial antenatal monitoring in post-term pregnancy. N Engl J Med 326:1587, 1992 84. Wing DA, Fishman A, Gonzalez C, Paul RH: How frequently should the amniotic fluid index be performed during the course of antepartum testing? Am J Obstet Gynecol 174:33, 1996 85. Alfirevic Z, Luckas M, Walkinshaw SA, McFarlane M, Curran R: A randomized comparison between amniotic fluid index and maximum pool depth in the monitoring of postterm pregnancy. Br J Obstet Gynaecol 104:207, 1997 86. American College of Obstetricians and Gynecologists: Antepartum fetal surveillance. Technical Bulletin No. 9, October 1999 87. Tan PC, Valiapan SD, Tay PY, Omar SZ.Concurrent oxytocin with dinoprostone pessary versus dinoprostone pessary in labour induction of nulliparas with an unfavourable cervix: a randomised placebo-controlled trial.Department of Obstetrics & Gynaecology, University of Malaya, Kuala Lumpur, Malaysia. 66