mermer tasarım desıgn wıth marble

advertisement
TAŞ MİMARLIK VE İÇ MEKAN TASARIMI
STONE ARCHITECTURE AND INTERIORS
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 / 10 TL
MERMER TASARIM
DESIGN WITH
MARBLE
MILAN: THUS SPOKE THE MARBLE
ATHENS: MARBLE MURAL
PARIS:MARBRE POIDS PLUME
BODRUM:
AMANRUYA, CNNT_ KY
GRANADA: NAZARi DUVARI
PORTFOLIO: WANG SHU
BAŞLARKEN / EDITOR’S NOTE
Natura Yayın Kurulu Başkanı
Chairman of Editorial Committe
İstanbul Maden İhracatçıları Birliği
adına Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Özer
Istanbul Mineral and Metals Exporters
Association, CEO Mehmet Özer
GÖKHAN KARAKUŞ
Uygarlığın başlangıcından beri estetik ve yapısal
özelliklerinden dolayı tercih edilen mermerin en önemli
kaynaklarından biri Anadolu. Bu geçmiş Hitit, Likya ve
Frikya medeniyetlerine kadar uzanıyor. Anadolu bugün
de Marmara, Afyon, Burdur, Bursa ve pek çok başka
bölgesinde, uluslararası tasarım ve mimariye kaynak
teşkil eden farklı mermer çeşitlerini üretiyor. Natura’nın
bu sayısında Türkiye mermerlerinin kullanıldığı yeni
tasarımlara odaklanıyoruz. İMİB, Anadolu mermerinin
kullanıldığı uluslararası tasarımların yer aldığı ‘Thus Spoke
the Marble: The Journey Alters You’ (Ve Mermer Dedi Ki:
Yol Seni Değiştirir) sergisini düzenliyor. Milano’da 2012
Salone di Mobile haftasında Zona Tortona’da düzenlenen
sergi, uluslararası tasarımcıların Türkiye’den çeşitli
mermerlerle yarattıkları özgün tasarımlara yer veriyor. Türk
mermerlerinin kullanıldığı bir başka tasarım da Atina’dan.
‘Marble Mural’ iki boyutlu dijital sanat teknikleri ve kolaj
estetiğiyle klasik mermer heykel yaklaşımını çok farklı
bir noktaya ulaştırıyor. Paris’teki Ymer + Malta galerinin
‘Marbre Poids Plume’ sergisi teknoloji, tasarım ve el
işçiliğiyle nasıl ince, hafif ve pratik mermer tasarımları
yapılabildiğini ortaya koyuyor. Son iki yılda Natura’da
Avrasya bölgesinden taş mimariye odaklandık. Bu
sayıda da Asor adalarından Pekin’e uzanan projelere
yer veriyoruz. 2012 Pritzker ödülünün Wang Shu’ya
verilmesi mimaride önemli bir kilometre taşı. Wang
Shu taş, tuğla ve kil gibi malzemeleri mimaride çağdaş
ama geleneğe saygılı bir şekilde uyguluyor. Pritzker’in
Wang Shu’ya verilmesi taşın da önemli yer tuttuğu
yerel malzeme ve yapı tekniklerinin modern mimaride
geliştirilerek kullanılmasına verilen önemin artışına işaret
ediyor. Bu sayıda Wang Shu’nun çok geniş doğal taş
kaplama yüzeylerle etkileyici sonuçlar aldığı projelerine
yer veriyoruz. Portekiz’n Asor adalarında Aires Mateus,
Bodrum’da Gökhan Avcıoğlu, İzmir, Urla’da Serhat
Akbay, İspanya Granada’da Antonio Jimenez Torrecillas,
Hırvatistan Dubrovnik’te Ivanisin & Kabashi Arhitekti ve
Bodrum’da Emine Öğün ve Mehmet Öğün’ün projeleri ise
modern Akdeniz mimarisinde mermer ve taşın yepyeni
bir ekolojik bilinçle kullanımını ortaya koyuyor. Bütün bu
projeler de Natura ve İMİB olarak önceliğimizi oluşturan
yaşamı güzelleştiren ve doğaya saygılı bir mimaride doğal
taş kullanımına taze bir nefes getiriyor.
4 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Marble has been used as a building material for its aesthetic and
structural properties since the dawn of civilization. Anatolia has
always been the source of marble dating back to ancient cultures
such as the Hittite, Lycian and Phyrgian. Today Anatolia is still the
source of important marbles. Marmara, Afyon, Burdur, Bursa and
many other areas in Turkey are a rich source of marbles of different
kinds used in design and architecture globally. This issue of Natura
focuses on new design using marble from Turkey. The sponsor’s of
Natura, The Turkish Stone Exporters’ Association, have undertaken
an exhibition on design with marble from Turkey entitled, Thus
Spoke the Marble: The Journey Alters You. This exhibition taking
place in Milan at Zona Tortona during the week of 2012 Salone
di Mobile features designers from around the world who have
created unique spaces. Another exhibition to show marbles from
Turkey is the Marble Mural by Point Supreme Architects. The Marble
Mural draws attention to techniques of two-dimensional digital
art and a collage aesthetic with the classical sculptural technique
of marble treatment. Marbre Poids Plume, an exhibition from
the Ymer + Malta gallery in Paris throws light on how technology,
design and handcraft can be combined to make marble products
that are thin, light and practical. Marble’s unique natural and
aesthetic qualities, which have been a strategic focus of the
Turkish Stone Exporters’ Association activities, are highlighted in
all of these exhibitions. Architecture in stone from the Eurasian
region has been the focus of Natura in the past two years. In this
issue we feature works from the Azores to Beijing. The awarding of
the prestigious 2012 Pritzker Prize to Chinese architect Wang Shu is
an important moment in architecture. Wang Shu applies materials
such as stone, brick and clay to architecture that is thoroughly
modern but respectful of tradition. The awarding of the Pritzker
to Wang Shu shows the increasing interest in advancing local
materials and methods of building in modern architecture of
which stone is an important component. We feature the projects
of Wang Shu that highlight the large-scale use of natural stone
surfaces and cladding. Modern Mediterranean architecture is
also again featured in this issue of Natura with major projects by
Aires Mateus in the Azores, Portugal, Gökhan Avcıoğlu in Bodrum,
Turkey, Serhat Akbay in İzmir, Turkey, Antonio Jimenez Torrecillas
in Granada, Spain, Ivanisin & Kabashi Arhitekti in Dubrovnik,
Croatia and Emine Öğün/Mehmet Öğün in Bodrum, Turkey. All
of these projects show the use of marble and stone in a new
kind of ecologically minded Mediterranean design. All of these
projects breathe new life into the use of stone in architecture that
improves living and is respectful of nature, a strategic priority of
the editorial team here at Natura and the Turkish Stone Exporters’
Association.
Yayın Kurulu
Editorial Commitee
Mehmet Özer, Ahmet Keleş,
Hasan Can Çoker, Erdoğan Akbulak,
Erol Efendioğlu, Arslan Osman Erdinç,
Candan Özlütürk, Ertuğrul Doğuç
Coşkun Kırlıoğlu, Fatih Özer, Nergis
Büyükkınacı, Engin Yalçın, Kadir
Ceryan
Genel Koordinatör
General Director
Coşkun Kırlıoğlu
Yayın Direktörü
Editorial Director
Gökhan Karakuş
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Editor in Chief
Özlem Alkan K.
[email protected]
Art Direktör / Art Director
Özgür Çakır
Editör / Editor
Gözde Kavalcı
Yönetim / Management
Emedya İletişim Sanayi ve Ticaret Ltd.
Abdülhakmolla Sokak 19 Arnavutköy
İstanbul 34345 /TURKEY
Tel: (212) 359 82 88
[email protected]
Renk Ayrımı / Color Separation
Studio Tel : (0212) 283 90 12
Baskı, Cilt / Printing
Stil Matbaacılık
İbrahimkaraoğlanoğlu Cad. Yayıncılar
Sok. No:5 Seyrantepe / İstanbul
Tel: (0212) 281 92 11
www.stil.com.tr
Yayın Türü / Publication Type
Yerel - Süreli / Local - Periodical
Nisan 2012 - April 2012
MEHMET ÖZER / İstanbul Maden İhracatçıları Birliği
Yönetim Kurulu Başkanı
Istanbul Mineral Exporters’ Association
Chairman of the Board of Directors
Değerli Okurlar,
Prestijli projelerin değerine değer katan Türk doğal taşlarının bilinirliğinin
hızla artması ve yabancı mimar ve tasarımcılar için vazgeçilmez bir marka
olması sektörümüzün en büyük hedefi… Bu hedefe ulaşmak elbette kolay
değil. Uzun zaman ve büyük emek gerektiriyor. Biz de İstanbul Maden
İhracatçıları Birliği olarak, her zaman, her koşulda doğal taşlarımızın hak
ettiği yerlere ulaşması için çalışıyoruz. Birliğimiz, Ege Maden İhracatçıları
Birliği işbirliğinde Nisan ayında çok önemli bir etkinliğe imza atmaya
hazırlanıyor. 17-22 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek “Thus
Spoke the Marble: The Journey Alters You” (Ve mermer dedi ki: Yol seni
değiştirir)adlı sergimizle, dünyanın en prestijli tasarım etkinliği olan
Milano Tasarım Haftası’nda, Anadolu mermerinin gücünü arkamıza alarak
deyim yerindeyse gövde gösterisi yapacağız. Sergide, 6 farklı ülkeden
dünyaca ünlü 9 tasarımcının Anadolu mermerleri ile yaptıkları tasarımlar
ziyaretçilerle buluşacak.
Nisan ayı içindeki bir diğer etkinliğimiz ise Amerika’da 17-20 Nisan tarihleri
arasında gerçekleşen olan Coverings International Tile, Stone&Floorings
Fuarı… Dünyanın en büyük doğal taş pazarlarından biri olan Amerika’nın en
büyük fuarına 17 Türk firmasının milli katılımını organize ediyoruz.
İMİB olarak elbette Türk doğal taşlarının ihracatının artmasını hedefliyoruz.
Ancak bir taraftan da Türk doğal taşlarının bilinirliğinin artması ve
tasarımcılar tarafından daha çok tercih edilir olması için uğraş veriyoruz.
Zaten bunu sağladığımız noktada hem ülkemizin imajına katkı sağlamış
oluyor hem de sektörümüzü büyütüyor, yeni istihdam imkânları oluşturuyor
ve Türkiye ekonomisine katkı sağlıyoruz.
Tüm bunları yaparken ülkemiz sınırları içindeki eğitim ve bilinçlendirme
faaliyetlerini de unutmuyoruz elbette. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
ve İstanbul Kalkınma Ajansı işbirliğiyle yürüttüğümüz “Yaratıcı Endüstrilerde
Farklı Vizyonlar” projesi kapsamında, -30 Mart tarihleri arasında MSGSÜ
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda “Doğal Yaşam – Doğal Taş” konulu
bir sempozyum düzenledik. Sempozyuma; öğrenciler, sektör temsilcileri
ve akademisyenlerden 300’e yakın katılım oldu. “Yaratıcı Endüstrilerde
Farklı Vizyonlar” projemizin en önemli aşamalarından biri de “Doğal
Taş Kullanımında Ezberleri Bozmak”isimli ım yarışmamız… Yarışmamıza
katılmak isteyen öğrenci arkadaşlarımızın 11 Mayıs’a kadar eserlerini teslim
etmeleri gerekiyor. Bu yarışma kapsamında genç tasarımcılardan; alışveriş
merkezleri, havaalanları, dış cephe kaplama, banyo ve bahçe peyzajı gibi
alanlarda günlük yaşamda kullanılabilecek, üretilebilir, özgün tasarımlar ve
ürünleri doğal taşla tasarlamalarını istedik. 8 Haziran’da çekleştireceğimiz
ödül töreninde kazananları açıklayıp ödüllerini takdim edeceğiz. İMİB olarak
hedeflerimiz doğrultusunda hayata geçirdiğimiz tüm projelerimizle ilgili yeni
gelişmeler ve güzel haberlerle yine karşınızda olacağız.
Gelecek sayımızda görüşmek üzere…
6 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Dear Readers,
One of the most important goals of our sector is increase the awareness
of Turkish stones which add significant value to architecture and design
to become the choice of international architects and designers. This is not
an easy goal of course. It requires time and considerable effort. We at the
Turkish Stone Exporters’ Association have always and in all contexts tried to
ensure that Turkish natural stones reach the status they deserve globally.
In April our Association in cooperation with the Aegean Mineral Exporters’
Union is organizing a very important event. From April 17 to 22nd, building on
the strength of Anatolia marble we will proudly be presenting an exhibition
entitled, “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” at the world’s most
prestigious design event, Milano design week at the Zona Tortona. At this
exhibition, visitors will have the opportunity to see the designs in marble of
9 designers from 6 countries. Also in April our other exhibition from the 17th
to 20th will be at the Coverings International Tile, Stone & Floorings fair in
the U.S.A. We are organizing the national participation of 17 Turkish firms in
this the largest stone fair in the biggest market for natural stone.
As the Turkish Stone Exporters’ Association our goal is of course to
increase the exports of natural stone from Turkey. At the same time we are
endeavoring to increase the awareness of Turkish natural stone to make it
the choice of designers. When we achieve these goals, we are simultaneously
helping to improve the international awareness of Turkey, increase the size of
our sector, create new employment opportunities and contribute to Turkey’s
economy.
While pursuing all of these activities we have not forgotten efforts in
education and public awareness in Turkey. We organized a symposium
entitled “Creative Industries, New Visions” in cooperation with the Mimar
Sinan Fine Arts University, Istanbul and the Istanbul Development Agency,
that took place on March 30th, 2012, in the Sedad Hakkı Eldem Auditorium
at the University. 300 students, sector representatives and academicians
attended this noteworthy symposium.
One of the important phases of our “Creative Industries, New Visions” project
is our “Breaking Convention in the Use of Natural Stone” design competition.
Students wishing to participate in the competition have until the 11th of May
to submit their works. In the framework of this competition we are calling
for young designers to create practical, easily produced, original designs and
products in natural stone that can be used in daily life for shopping centers,
airports, exterior cladding, bathrooms and outdoor areas. On the 8th of June
we will present the winners of this competition.
As always we will strive to inform you of all the projects we are realizing
and new developments in line with the goals of the Turkish Stone Exporters’
Association.
MART - NİSAN 2012 / MARCH - APRIL 2012
İÇİNDEKİLER
12
8
32
10 Haber: İstanbul Tasarım Bienali 12 Dosya: ‘Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir.’ 24 Sergi: CHANGE:
Orta Doğu’da mimari ve mühendislik 30 Proje: Point Supreme’in mermer duvarı 36 Tasarım: Paris’te ‘Tüy
kadar hafif mermer’
PROJELER: 42 Bodrum: CNNT_KY 50 Bodrum: Amanruya Tatil Köyü 58 Granada: Nazari Duvarı
68 Lagoa das Furnas: Araştırma Merkezi 76 İzmir: Taş Ev 86 Dubrovnik: Inside_Outside 96 Portfolyo:
Wang Shu 114 Etkinlik takvimi
8 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
CONTENTS
42
68
58
10 News: Istanbul Design Biennial 12 Report: ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’
24 Exhibition: CHANGE: Architecture and engineering in the Middle East 3O Project: ‘Marble Mural’ of Point
Supreme Architects 34 Design: ‘Marbre Poids Plume’ exhibition in Paris
PROJECTS: 42 Bodrum: CNNT_KY 50 Bodrum: Amanruya Resort 58 Granada: Nazari Wall
68 Lagoa das Furnas: Monitoring and Investigation Center 76 Izmir: Stone House 86 Dubrovnik:
Inside_Outside 96 Portfolio: Wang Shu 114 Events calendar
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 9
Haber/News
Murat Germen
İstanbul’un ilk tasarım bienaline
geri sayım başladı
İstanbul Tasarım Bienali 13 Ekim-12 Aralık 2012 tarihlerinde Joseph
Grima ve Emre Arolat küratörlüğünde gerçekleşecek.
Istanbul’s first design Biennial
The Istanbul Design Biennial, organised by the Istanbul Foundation for Culture
and Arts (İKSV) will be held BETWEEN October 13 - December 12.
İstanbul Tasarım Bienali, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından Emre
Arolat ve Joseph Grima küratörlüğünde 13 Ekim–12 Aralık 2012 tarihleri
arasında, gerçekleştiriliyor. İstanbul’un ilk tasarım bienali Londra Tasarım
Müzesi Direktörü ve aynı zamanda İstanbul Tasarım Bienali Danışma Kurulu
Üyesi olan Deyan Sudjic’in önerisi ile belirlenen “Kusurluluk” teması
altında düzenleniyor.
İstanbul Tasarım Bienali sergileri, kentsel tasarım, mimarlık, endüstri
ürünleri tasarımı, grafik tasarım, moda tasarımı, yeni medya tasarımı
gibi başlıca alanlar ve ilgili tüm yaratıcı ürün ve projeleri kapsayacak.
Emre Arolat’ın sergisi “Musibet”, Joseph Grima’nın sergisi ise “Adhokrasi”
başlıklarını taşıyacak. Bienal sergileri, İstanbul Modern ve Galata Özel
Rum İlköğretim Okulu’nda yer alırken, etkinlikler şehrin farklı noktalarına
yayılacak.
Emre Arolat’In İstanbul Modern’deki sergisinde günümüz İstanbul’unun
kentsel ve mimari tasarımınısorgulayacak. Kentsel dönüşüm ve toplu konut
projelerini ve bunların yarattığı sosyal gerilimi dünyadaki diğer benzerleri
ile karşılaştırarak ortaya koyacak. Serginin diğer ayağında ise İstanbul’u
merkezine alan coğrafi ölçekte yerel ve global fikirlerle yeni teknolojiler,
mimeri ve moda tasarımı arasındaki parallelikler gibi konular mercek altına
alınıyor.
10 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
The Istanbul Design Biennial adopted the theme
“Imperfection” at the suggestion of Mr. Deyan Sudjic,
the Director of the Design Museum in London, will be
held between 13 October and 12 December 2012. The
exhibitions curated by Emre Arolat and Joseph Grima
will explore a wide range of fields from urbanism to
architecture, industrial, graphic, fashion, and new media
design, and all relevant creative products and projects.
The Biennial exhibitions will be at Istanbul Modern and
Galata Greek Primary School while the events will be
held at various venues in the city.
The curators of the Istanbul Design Biennial, Emre
Arolat and Joseph Grima, will present two independent
approaches by interpreting the Biennial theme
“Imperfection” separately. The exhibition organised
under the curatorship of Emre Arolat “Musibet: the
Aestheticization of Context and Anti-Context in Design
along the Axis of the Grand Transformation” will take
place at Istanbul Modern. Arolat aims to construct the
curatorial framework of his exhibition by questioning
Refİk Anadol
Bienal sergileri İstanbul Modern ve Galata Özel Rum İlköğretim
Okulu’nda yer alırken, etkinlikler şehrin farklı noktalarına
yayılacak.
The biennial exhibitions will be at Istanbul Modern and Galata
Greek Primary School while the events will be held at various
venues in the city.
Joseph Grima’nın ‘Adhokrasi’ kavramı ise bürokrasinin karşı kutbu. Bienali
bir sergi platformu olmaktan çok bir laboratuar olarak gören Grima sergisini
tasarım dünyasındaki devrim niteliği taşıyan değişiklikleri gösteren bir
sahneye dönüştürecek. Grima’nın sergisi tasarımcı, kullanıcı ve üretici
arasındaki geleneksel ilişkiye meydan okuyan dinamik, karmaşık ve
yenilikçi bir yaklaşım ortaya koyacak.
Bienale geri sayım başlarken, İstanbul Tasarım Bienali, 22-27 Mart arasında,
Türkiye’deki tasarım eğitimini ön plana çıkarmak, kurumları, öğrencileri ve
sanayi temsilcilerini tasarımcılar ile buluşturmak amacıyla bir dizi atölye
çalışması düzenledi. Bienalin “Kusurluluk” teması çerçevesinde yapılan ve
beş gün boyunca, farklı mekânlarda yürütülen 11 ayrı atölye çalışmasında
yaklaşık 200 üniversite öğrencisi, 30’a yakın uluslararası tasarımcı ile
çalışma imkânı buldu. İstanbul Tasarım Bienali Atölye Çalışmaları’na
katılmak üzere İstanbul’a gelen tasarımcılar arasında, Designer of the
Future ödülüne layık görülen kil tasarımcısı Max Lamb, yemek tasarımının
önemli isimlerinden şef Marc Bretillot, mimarlık dünyasının yakından
tanıdığı Luis Urculo, ürün tasarımı ve özellikle Hermes, Fendi gibi önde
gelen markalarla yaptığı çalışmalarla isminden söz ettiren Anon Pairot
ve doğal ve gündelik malzemelerle değerli takı tasarımları gerçekleştiren
Amina Agueznay gibi tanınmış isimler yer alıyor.
İstanbul Tasarım Bienali için proje başvuruları 2 Haziran’a kadar devam
edecek. Başvurular için herhangi bir disipliner ya da coğrafi kısıtlama
bulunmuyor.
urban and architectural design of current Istanbul. The structure consisting
of two main headings, “Transformation” and “Anti-Context” will question
urban transformation and public housing projects, and the social tension
created by these projects by comparing them to other examples in the
world under the first heading. In the second heading, ideas by local and
global actors on a geographical scale will be presented, putting Istanbul to
the center, and showing the changes in new technologies and parallelism
between architectural and fashion design.
The conceptual framework of curator Joseph Grima’s exhibition displayed
at Galata Greek Primary School is “Adhocracy”, the opposite of bureaucracy.
Grima considers the Biennial as a laboratory more than an exhibition
platform. He aims to turn his exhibition into a stage for the current
revolutionary changes in the design world. Grima’s exhibition starts out
with the idea that the final user is a part of the design and manufacturing
processes. The exhibition will have a dynamic, complex, and innovative
structure which challenges the traditional relations between designer, user
and manufacturer and slow bureaucratic processes.
In Grima’s own words: “Since its inception as a discipline of industrialisation
and modernity, design has come to influence—or even define—almost every
facet of contemporary existence. From cities to typefaces via architecture,
vehicles, objects, interfaces, and infrastructural systems, acts of design
permeate our lives almost to the point of saturation. Design has become
so ubiquitous as to have almost become invisible, subsumed into everyday
life to the point we forget it is also inevitably a political activity with farreaching social implications. Today, it stands at one of the most significant
crossroads in its brief and conflicted history.”
Project applications for the Istanbul Design Biennial will continue until 2
June 2012 with no disciplinary or geographical limitations.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 11
Dosya/Report
12 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
9 ünlü tasarımcı
Anadolu mermeri
ile Milano’da
İMİB ve EMİB’in düzenlediği ”Ve mermer dedi ki: Yol seni
değiştirir” sergisi Milano Tasarım Haftası’nda Anadolu
mermerinin eşsiz hikâyelerini anlatıyor.
Thus Spoke the Marble:
The Journey Alters You
The exhibition ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’
showcases the works of prominent designers made from
Turkish marble during Milan Design Week between April 17 – 22.
Yazı-Text: Özlem Alkan K.
A
ltı farklı ülkeden dünyaca ünlü dokuz tasarımcının Anadolu
mermerleri ile yaptıkları tasarımlar 17-22 Nisan tarihleri arasında
gerçekleştirilen “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You”
(Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir) adlı sergide Milano Tasarım
Haftası için toplanan uluslararası ziyaretçilerle buluşuyor.
Anadolu mermeri, klasik antik çağdan günümüze kadar 4 bin yıldan uzun
süredir çok önemli sanat eserlerinde kullanıldı. Şimdi de dünyanın en
önemli tasarım etkinliklerinden Milano Tasarım Haftası’nda, etkinliğin kalbi
sayılan, Superstudio Più, Art Garden’da, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği
(İMİB) ve Ege Maden İhracatçıları Birliği (EMİB) tarafından ziyaretçilerin
beğenisine sunuluyor. Milano’dan sonra 2014 yılına kadar İstanbul ve diğer
dünya şehirlerini gezecek sergi kapsamında, Türk ve yabancı tasarımcılardan
Anadolu mermerinin, mimarinin farklı platformlarında yenilikçi kullanımına
referans oluşturacak eserler tasarlamaları istendi. Sanatçılar hayat
yolculuğunda yaşadığımız duygusal süreçleri tasarımlarıyla görselleştirdi.
Mermerin “hikâye anlatıcı” rolünü üstlendiği serginin küratörlüğünü,
kurumsal kimlik ve mekân tasarımını İstanbullu tasarım stüdyosu Demirden
Design yapıyor. Eserler, sergi ismini referans alan patikalarla birbirine
bağlanarak sergilenecek. Bu şekilde serginin ilettiği içsel yolculuk metaforu
temsil edilecek. Çerçevesi büyük ölçüde bu içsel yüzleşme ve deneyselliğe
odaklanan bu sergi, ünlü tasarımcılar Alfredo Häberli ve James Irvine’in
eserleri ile tamamlanıyor.
Milano Tasarım Haftası’nda, şehir merkezindeki Zona Tortona’nın
sokaklarında gerçekleştirilen etkinlikler öne çıkıyor. Thus Spoke the Marble
sergisinin mekânı ise Zona Tortona’nın tapınağı haline gelen Superstudio
Più Binası. Sergi, Superstudio Più Binası’nın Sanat Bahçesi’nde, 900
metrekarelik açık alanda dokuz platform üzerinde yapılandırılmış büyüleyici
bir alanda ziyaretçileri karşılayacak.
I
nternational designers showcase their work during Milan Design Week
and Salone del Mobile in Thus Spoke The Marble: The Journey Alters You,
a show that will travel to a series of other international key destinations
after its premiere in Milan.
Organized by the Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) and
the Aegean Mineral Exporters’Association (EMIB), and curated by Turkish
design studio, Demirden Design, the project is groundbreaking in that its
ambitions reach far beyond those of a purely commercial display. Spread
over 900 square-metres at the famous Superstudio Più Art Garden, while
demonstrating and exploring the numerous ways in which Turkish marble
can be used in both architecture and interior design, the installations by the
participating designers are an attempt to reveal the material’s symbolic and
spiritual power.
Demirden Design asked the designers to reflect on the deep-seated emotions
that emerge over the course of an inner journey, and to use this as a starting
point for an installation that would communicate them. Its symbolic title:
Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You invites visitors on a journey
of re-discovery, revealing the narrative qualities of the material. As well as
being a perfect location for rest and relaxation, it also intends to be a place
of insight, discussion, and meditation. The exhibition also hooks onto a
tradition of over four thousand years, in which Turkish marble from across
Anatolia has been the basic material for great works of art and architecture,
from classical antiquity to Byzantine, Ottoman and modern times. It will also
illustrate the creative revival that has characterized the country in recent
years, and its design and architectural scene in particular.
Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You is built across nine platforms,
each carrying an installation, and linked by wooden and iron pathways,
representing the metaphor of the inner journey.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 13
Dosya/Report
BIRSEL + SECK / UNITY
Bibi Seck ve Ayşe Birsel New York’taki ofislerinde ofisten eve, banyodan
otomotive farklı alanlarda tasarımlar yapıyorlar. ‘Unity’ sadece ikilinin birlik
duygusunu değil, işlerinde temel aldıkları diğer özellikleri de ortaya koyuyor:
Sadelik, empati, sürdürülebilirlik ve bir kaç iyi parçanın çok zengin ve uyarlanabilir
çözümler sağlayabildiği ölçeklenebilir sistemler… Bursa’nın Kemalpaşa Beyaz
mermerinden üretilen bu küresel yapıda water-jet yöntemiyle kesilen ve elle
cilalanan 220 modüler sekizgen mermer levha, her biri farklı bir geometri
gerektiren 22 parçalık 10 sıra halinde bir araya getiriliyor.
The work of Ayse Birsel and Bibi Seck in New York spans the office, home, bath,
retail, and automotive sectors. ‘Unity’ is a work that not only expresses their strong
sense of unity, but also some other characteristics they see as essential to their
work: simplicity, empathy, sustainability, and their preference for scalable systems.
The spherical construction in Kemalpasa White marble from Bursa consists of 220
modular octagon marble slabs, water jet cut and hand polished, in ten rows of 22
pieces each, each row requiring a different geometry.
14 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
WERNER AISSLINGER
LOVE’S GAZEBO
Werner Aisslinger’in teknoloji, malzeme
ve örgü, dokuma ve montaj gibi basit
üretim yöntemleriyle birleşen çok karmaşık
mühendislik prosesleri bu sergi için de herkesin
bildiği bir çocuk oyuncağının prensiplerini
mermere uyarlamasına sebep olmuş. Bir
masalın şiirselliğini taşıyan ‘Love’s Gazebo’,
bir gül bahçesinde birleşen 200 parçadan
oluşuyor. Doğal ve organik bir arketipin
soyutlanması olarak da okunabilen, bir arı
kovanı, bir lale ya da ağaç olarak da tasavvur
edilebilen ‘Love’s Gazebo’ yeni üretim
tekniklerine, malzemelere ve şiire dair bir
tutkuyla yaratılmış. Her yaprak üç katmandan
oluşuyor: İki mermer levhanın arasına
yerleştirilen aluminyum levha. Kavaklıdere
Beyaz mermerden water-jet tekniğiyle kesilen,
her biri 10 kg. ağırlığında 200 dilim toplamda 2
ton ağırlığa ulaşırken hafifliğiyle nefes kesiyor.
Werner Aisslinger’s passion for technology
and material, and highly complex engineering
processes that combine with ‘simple’
construction methods, based on knitting,
weaving and assemblage, also drove him to
translate the principles of a universally-known
children’s construction toy into marble for
the exhibition, combining some 200 pieces in
a rose garden, with the poetry of a fairytale.
‘Love’s Gazebo’ incorporates many of the
adjectives essential to his work: utilitarian,
organic, reduced, soft, sustainable, purist,
modular, and nomadic, also driven by a
passion for new production methods, materials,
and poetry. To enhance the strength of the
construction, each petal is created in threefold:
an aluminium slab sandwiched between two
marble ones. In total it consists of 200 water jet
cut modules in White Kavaklidere marble from
Mugla, each weighing approximately 10 kg so
that the total weight is almost 2 tons. And yet,
its lightness is overwhelming.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 15
Dosya/Report
Häberli’nin Latin köklerini İsviçre eğitimiyle buluşturan net ancak kıvrımlı, değişken çizgisiyle
birlikte bir başka özelliği; renk konusundaki hassasiyeti sergideki enstalasyonda da kendisini
gösteriyor. Tasarımcı ziyaretçiyi bir heykel bahçesinden, kıvrımlı bir yoldan mermer sütunlu bir
ormana götüren, üstü kapalı labirentte çok çeşitli doğal taşlar kullanarak perfore bir duvar ya da
heykelde olduğu gibi malzeme ve fonksiyonuyla azami ölçüde oynuyor. Ton sür ton uygulanan
çok zengin renk yelpazesi ve detaylara gösterdiği hassasiyet enstalasyonun yarattığı deneyimi
mükemmelleştiriyor. Bir odada her biri farklı bir mermerden, farklı çap ve uzunlukta 7 sütun var.
Heykel bahçesindeki yekpare Camelion oturma ünitesi ise tek başına 750 kg. ağırlığında.
A clear and yet curly line, frivolous, whimsical even, in which he seems to combine his Latin
origin with his Swiss upbringing was also the basis of his installation, together with one of
his other hallmarks, his subtle sense of colouring. He has created a roofed labyrinth that
leads the visitor from a sculpture garden to a forest of marble pillars, along a curvy path and
arabesque, incorporating a wide array of natural stones, maximally exploiting the materials
and their function, such as a perforated wall or a sculpture, with a great sense of precision in
a large variety of colours, ton sur ton. One room contains 7 pillars, different in diameter and
length, and each made of a different marble, while a seating unit in the sculpture garden,
made out of one piece of Camelion marble, weighs approximately 750 kg.
ALFREDO HÄBERLI / ENLIGHTENMENT
16 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Can Yalman’ın tasarımlarının temelinde hep doğa var. Su da işlerinde sürekli kendini gösteren bir
element. Tasarımcı derinlik, ışık, ritm ve gölgeyle oynayarak akıcı, canlı –ve çoğunlukla yanıltıcı- bir
hareket hissi yaratan tasarımlarıyla yeni Türk tasarım neslinin önemli bir temsilcisi. Yalman’ın sergi
için gerçekleştirdiği enstalasyonda da harekete dair bir göz yanılsaması var. 2.70 m yüksekliğinde iki
duvar arasındaki koridor tıpkı ‘yin ve yang’, pozitif ve negatif gibi bir bütünün birbirini tamamlayan
parçaları olarak birbirlerini yansıtıyor. Her biri beyaz Marmara mermerinden 250 cm’ye 25 cm’lik 40
levhadan oluşan bu yüksek ve ince duvarların yapımı büyük ustalık gerektiriyor. Water-jet ile kesilen
levhaların meydana getirdiği ritmik rölyef zemindeki Alexandrette siyah mermerin suya benzer
deseninde tekrarlanıyor.
Nature has always been at the base of Can Yalman’s designs. Water being a constant element in
his work, the way in which he plays with depth, light, rhythm and shadow, in order to create a fluid,
vibrant -and often delusive- effect of movement, has turned him into one of the most typical and
succesful representatives of a new Turkish design generation. An optical illusion of movement
dominates the installation Yalman created for Thus Spoke the Marble, a corridor between two
walls, 2.70 m high, that mirror each other like ying and yang, or positive and negative, and would
make one seamless whole when united. Each consists of a series of 40 marble slabs in Marmara
White marble narrow, tall and thin, measuring 250 by 25 cm, and only 2 cm thick, and therefore
requires proficiency to handle. Water jet cut, they make a skinny and rhythmic relief that is also
mirrored in a watery pattern on the floor in Alexandrette Black.
CAN YALMAN / RECOLLECTION
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 17
Dosya/Report
JAMES IRVINE / SUSPENSE
Bazıları sade ve net yaklaşımını minimalizm
olarak tanımlasa da James Irvine de
tasarımları gibi gösterişli olana uzak duruyor.
“Bana göre işim bütün fazlalıkları atarak
düşüncemin gerçek gücünü bulmak için en
baştan başlamakla ilgili.”
Sergi için tasarladığı damlı, ayaksız masa
mermerle bağdaştırılan özelliklerle oynuyor:
Mermerin ağırlığı ve yakıcı Akdeniz güneşinin
altında sağladığı ferahlık duygusu…
Enstalasyon hem problem çözücü, hem de
şiirsel. Sadece 4 kayışla yukarda tutulan masa
yerçekimine meydan okuyor. Masanın esprisi
aynı zamanda tasarımcının fazlalıkları atma
yaklaşımını da ortaya koyuyor: Gerekmiyorsa
masaya ayak koyma. Eskişehir’in Derin Mavi
mermeri platformun üzerinde yüzüyor. Masayı
çevreleyen pergolanın Bayburt’un Beyaz Oniks
taşından damı koruma ve gölge sağlıyor.
Some might categorize his approach as
minimalism. But James Irvine is like his designs,
allergic to anything grandiloquent. “Many still
think that design is a sort of styling thing, but
I don’t see it like that. My work has little to do
with minimalism. I think it is about cutting away
all the bullshit and starting from the basics to
find the true strengths of my idea.”
The roofed and legless table he designed for
Thus Spoke the Marble fully plays on some of
the characteristics of marble, such as the idea
of heaviness and its reputation of offering little
comfort under a blazing Mediterranean sun.
Plain problem-solving, the installation is also
poetic, although, with only four straps keeping
the table-top afloat, it challenges gravity. With
deadpan humour, it also perfectly illustrates
his cutting-away approach: don’t put legs on
when not necessary. The solid marble table
in Deep Blue marble from Eskisehir floats on
top of a platform. The pergola that surrounds
it and holds it afloat has a roof of translucent
White Onyx slabs from Bayburt that provide
protection and shadow.
18 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
EMRE AROLAT / FINALITY
‘Bağlam’ Emre Arolat’In mimarisinde önemli bir yere sahip. Her işin karakteri yeni bir spesifik
durum kümesiyle belirleniyor, bu da çok zengin bir portfolyo meydana getiriyor. 2010’da
İpekyol Tekstil Fabrikası’yla aldıkları Ağa Han ödülü gibi pek çok ödüle layık görülen firma
mimarinin tüm alanlarında çok geniş çaplı işlere imza atıyor.
Arolat’ın sergi için tasarladığı tünel şehrin sıtlıkları bağdaştıran diyalekti ile paralellik
gösteriyor. Bu hem arkaik, hem de modern bir geçit. Zemindeki şeffaf Onix ile hafifçe
aydınlatılan alanda ziyaretçiler Sivas’ın Koyu Zeytin Yeşili mermerinden yapılan mistik ve
gizemli kutuya nere varacaklarını bilmeden giriyor, sürekli yön değiştirmelerine sebep olan
engellerle karşılaşıyorlar.
The notion of ‘context’ stands central to the prolific work of Emre Arolat’s Istanbul based
architectural studio. Highly awarded, Emre Arolat’s extremely large portfolio spans almost
all architectural fields imaginable. In 2010, he received the Aga Khan Award for his Ipekyol
Textile Factory building. The tunnel Arolat created is totally in line of the city’s dialectics of
combining opposites, it is a lieu de passage that is at the same time archaic and atavistic
and explicitly modern. Vaguely lit by the translucent Onyx surfaces on the floor, visitors
enter the mysterious and somehow mystic box in Dark Olive marble from Sivas, without
really knowing where they are going, running into obstacles that force them to change
direction constantly.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 19
Dosya/Report
RICHARD HUTTEN / EXCITEMENT
Hollanda’nın en önemli tasarımcılarından Richard Hutten’ın işleri endüstri tasarımından
mobilya ve iç mekan tasarımına kadar uzanıyor. Çeşitli tasarım kurumlarında dersler de
veren tasarımcının işleri pek çok kişisel ve karma sergide yer aldı. Hutten’un sergideki işi
dev bir nakliye sandığı. Ziyaretçiler sandığa girdiklerinde kendilerini tasarımcının şanına
uygun bir alanda buluyor: Çok direkt ve insanın Kemalpaşa Beyaz ve Alexandrette Siyah
mermerden duvarlarda sergilenen güzelliklerden gözünü almasını imkansız kılacak
kadar dar. 20 farklı mermerden meydana gelen duvar desenlerindeki parçaları yaratmak
için 1150 m’lik water-jet kesim ve onları çevrelerindeki desene tam olarak yerleşmeleri
için ince bir el işçiliği gerekmiş.
One of the most influential Dutch designers, Hutten’s work stretches from industrial
design to furniture design and interior design. He has taught at leading design institutes,
while his work was featured in many solo and group exhibitions. Hutten’s work consists
of a large shipping crate. Visitors are invited to step into the crate, where Hutten has
prepared them a path that befits his reputation: very direct, and of such narrowness
that one cannot possibly avoid looking at the wonders that are on display on the walls,
against a background of Kemalpasa White and Alexandrette Black marble. 20 other
types of marble were used to create the inlays in these walls and approximately 1150
meters of water jet cutting was needed to create the pieces, after which very delicate
handwork was needed to make them fit the surrounding puzzle perfectly.
20 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
DEMİRDEN
DESIGN
CELEBRATION
Serginin küratörü Demirden Design disiplinler-arası bir ekiple, iç ve
dış mekan sergileri, konferans ve kurumsal etkinlikler, mağazalar,
galeri, showroom, restoran ve ofislere uzanan projelerinde farklı
yetenek ve yaklaşımları değerlendiriyorlar. 2011 itibarıyla 19 ödül
kazanan stüdyonun sergideki enstalasyonları Kavaklıdere Beyaz
ve Siyah İnci mermerinden meydana geliyor. Merkezde bulunan
ve paylaşımı simgeleyen dev masa, 54 saatlik CNC kesimi ve el ile
cilalama işlemi ile üretilmiş.
Demirden Design, the Istanbul-based studio curating the Thus
Spoke the Marble exhibition, thrives on a multi-disciplinary team,
bringing a mix of talents and approaches to each project. The result
is a wide array of projects, including indoor and outdoor exhibitions,
conferences and corporate events, as well as stores, galleries,
showrooms, restaurants and offices. By the end of 2011 the studio
had received 19 international awards. The installation in Kavaklidere
White and Black Pearl marble designed for Thus Spoke the Marble
in which a large festive table stands central, expressing the culture of
sharing in superlatives: with a top that measures 1.6 by 7.2 meters, 54
hours of CNC cutting and delicate hand polishing were needed to
get it executed.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 21
Dosya/Report
EL ULTIMO GRITO / VISTAS
Rosairo Hurtado ve Roberto Feo’nun tasarım felsefesi dünyaya mesafeli bir bakış açısını
içeriyor. Alışılmıştan sıyrılarak sorunun özüne iniyor ve bunu şaşırtıcı derecede basit bir
yöntemle beceriyorlar: “Bir tasarımcı olarak hedefiniz yıkmak olmalıdır. Herkes halinden
memnun olursa hiçbir şey değişmez.” Sergi için yarattıkları oturma ortamı her biri farklı
bir açıda yerleştirilen üçgen levhaların kontrplak yüzeyleri taşıyan metal çubuklardan
bir strüktürün üzerine oturtulmasından meydana geliyor. Enstalasyonda 25 farklı çeşit,
renk ve dokuda mermer kullanılıyor. İnsan algısının acımasız sınırlarını göstermek üzere
yapılan ölçek oyunuyla enstalasyonun üzerine çıkan ziyaretçi kendini bir dev gibi görüyor.
At the heart of Rosario Hurtado and Roberto Feo’s design philosophy is a detached,
deadpan way of looking at the world. Stripping away conventions, they penetrate
to the core of a problem, often in a staggeringly simple way: “Subversive is the only
thing you can aspire to be as a designer. If everyone was complacent, everything
would remain the same”. For Thus Spoke the Marble, El Ultimo Grito created a sitting
environment, a patchwork of triangular slates, each at a different angle, sitting on a
structure of welded metal rods that carry plywood surfaces.The whole showcases 15
different types of marble, colour and texture. Designers play with scale, illustrating the
cruel limits of human perception, making the visitor who climbs it feel like a giant.
22 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Sergi/Exhibition
24 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
CHANGE:
Orta Doğu’daki
değişimin tanığı
New York’taki Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün (AIA) düzenlediği ‘Change’ sergisi
büyük bir dönüşüm geçirmekte olan Orta Doğu’daki AIA üyelerinin etkileyici
projelerini içeriyor.
CHANGE: Architecture and Engineering
in the Middle East, 2000-Present
This exhibition by the American Institute of ArchitectS New
York features the work of AIA member firms in this rapidly
transforming region
Yazı-Text: Gökhan Karakuş
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 25
Sergi/Exhibition
Albert Saikaly
O
rta Doğu son 75 yılda dev inşaat projelerine sahne oldu.
Petrol ve ardından gelen emlak geliştirme hareketi bu yoğun
inşaat faaliyetini fişekleyen unsurlardı. Ancak bu yaygın
inşaat faaliyetine rağmen 1960’lardan sonraki yapıların
önemli bir karakter ya da değere sahip olduğu söylenemez.
Bazı modern mimari örneklerinde Batı ülkelerinin standart ticari proje
uygulamaları benimsenmiş olsa da binaların büyük çoğunluğu mimari
bir prosesten bile geçmiyordu. 20. yüzyılın sonunda Orta Doğu’nun
kent dokusu, yavanlığı, yerel karakterden yoksun oluşu ve donuk
görüntüleriyle dikkat çekiyordu.
Bu durum, 2000’lerde bölgenin kendine özgü sosyal ve çevresel
karakterine yönelik giderek artan ilginin kendini inşaat ve mimaride
göstermesiyle değişmeye başladı. Hükümet ve özel sektörde yapılı
çevrenin kalitesine dair gelişen bilinç, Orta Doğu toplumlarının
tavrını şekillendirmekteki rolüne daha fazla hassasiyet göstermeye
başlamalarını sağladı.
Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün (AIA) Mimarlık Merkezi tarafından
22 Şubat’ta New York’ta açılan ‘CHANGE: Orta Doğu’da Mimarlık ve
Mühendislik’ sergisi, 2000’lerden bu yana bölgedeki yapılı çevrenin
gelişimine katkıda bulunan önemli yapıları inceliyor. 20 ülkeden
123 çağdaş mimari eserin yer aldığı serginin küratörü ünlü mimari
akademisyen Hassan Radoine Orta Doğu’da tasarıma dair farklı
yaklaşımların örneklerini vererek, bölgedeki kentleri şekillendiren
26 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
109 Architectes
Beyrut’taki
USJ Campus de
L’Innovation et
du Sport (2012)
projelerinde
maşrabiya
pencere
örmelerine
çağdaş bir
yorum getiriyor.
A contemporary
take on the
Moucharabieh
screen is
made by 109
Architectes in
their USJ Campus
de L’Innovation
et du Sport, 2012,
Beirut, Lebanon.
T
he Middle East has been the site of massive
building programs in the last 75 years. Income
from petroleum and later real estate development
were the engines of growth that have led to
extensive construction. Despite this widespread
building the architectural value of much of the construction
since the 1960s has been without significant character
or value. While some modern architecture was applied
through the importation of standardized commercial
methods from Western countries a vast majority of
buildings did not go through an architectural process at all.
The urban landscapes of the Middle East were noteworthy
for their uniform blandness, lack of local character and
drab appearance. This situation started to change in the
2000s as increasing attention to the unique social and
environmental characteristics of the region became an
important factor in construction and architecture.
In February 22, 2012, The Center for Architecture of the
American Institute of Architects New York opened an
exhibition on architecture in the Middle East which looks
at significant buildings in the region since the 2000s
that have contributed to the improvement of the built
environment in the Middle East. CHANGE: Architecture and
modernleşme ve yerelliğin etkilerini inceliyor.
ABD’de bu bölgenin mimarisine ilişkin benzerine
az rastlanır bir sergi düzenlenmesi Orta
Doğu’nun uluslararası çağdaş mimari akımlarda
kazanmaya başladığı önemi vurgular nitelikte.
AIANY’nın başkanı Joseph J. Aliotta, serginin AIA
Mimarlık Merkezi’nin küresel diyaloğu geliştirme
konusundaki kararlılığının bir devamı olduğunu
belirtiyor. “Son iki yılda Merkez’in sergileri Çin
kentlerinin hızlı büyümesi ve Hindistan’daki
gayri resmi kent stratejileri gibi yakın dönemdeki
uluslararası gelişmeleri irdeliyor. ‘CHANGE’ de
dünyadaki şehirlerde süregelen dönüşümü belgeler
nitelikte.”
Sergi mimaride 21. yüzyılın başında gerçekleşen
belirgin gelişimi ortaya koyuyor.
Orta Doğu farklı peyzajlardan, geleneklerden,
kültürlerden ve iklimlerden müteşekkil çok geniş
SkIdmore, OwIngs & MerrIll’in Kuveyt’teki Al Hamra
FIrdous Tower (2012) binasının kıvrımlı cephesi doğal
taştan.
Stone is used in the curving skin of Skidmore, Owings
& Merrill’s Al Hamra Firdous Tower, Kuwait City,
Kuwait. 2012.
Photo/fotoğraf: Pawel Sulima
Engineering in the Middle East, 2000-Present surveys 123
contemporary works in 20 countries and territories. The
exhibition curated by noted architectural scholar, Hassan
Radoine, Ph.D demonstrate the diversity of approaches
to design in the Middle East and examines the forces of
modernization and localism shaping the region’s cities.
This rare survey of architecture from the region in a venue
in the United States shows the growing importance of
the Middle East to currents of contemporary architecture.
The exhibition “ further(s) the Center for Architecture’s
commitment to global dialogue,” said Joseph J. Aliotta,
AIA, LEED AP, President of AIANY. “In the past two years,
the Center’s exhibitions have grappled with recent
international developments in the built environment, such
as the rapid growth of Chinese cities and informal urban
strategies in India. CHANGE documents and presents the
ongoing transformations of cities around the world.”
CHANGE: Architecture and Engineering in the Middle East,
2000-Present shows the significant improvement in
architecture made in the beginning of the 21st century.
The Middle East is a vast geographical area comprising
diverse landscapes, traditions, cultures, and climates. While
it contains some of the most significant UNESCO monuments
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 27
Sergi/Exhibition
bir coğrafi bölge. Bir yandan en önemli UNESCO alanlarına ev sahipliği
yapan bölge, diğer yandan çok hızlı bir kentsel büyüme ve ekonomik
küreselleşmenin etkisi altında. CHANGE, dev gökdelenler ve insan
yapımı adalar gibi tanıdık görüntülerin yanı sıra, bu değişen bölgenin
çok farklı çağdaş mimari örneklerini de açığa çıkartıyor. Sergi Mimarlık
Merkezi’nin yaptığı açık çağrıya başvuran son 10 yıla ait projeleri
içeriyor. Sergide hem halen ABD’de bulunan, hem de Orta Doğu’da
çalışan AIA üyelerine ait işler yer alıyor.
Sergide özellikle yerel elemanları gelişmiş geometrik formlar ve
malzemelerle bir arada değerlendiren projeler dikkat çekiyor. Bu
projeler arasında Skidmore, Owings & Merrill’in Kuveyt’teki taş ve
camdan kıvrımlı Al Hamra Firdous kulesi (2012), Rishad Khomarlou’nun
İran’daki güçlü, geleneksel Bam Kadın Kültür Merkezi (2012),
İstanbullu GAD’nin Beşiktaş Balık Pazarı (2009) ve Perkins + Will’in
henüz inşa edilmemiş Kuveyt projesi Kuwait University College
of Education (2014) Orta Doğu’da pek çok projede görülen soyut
geometrik düzenlerin modern mimariye entegrasyonunun önemli
örneklerini teşkil ediyor.
Serginin küratörü Hassan Radoine “Orta Doğu değişim geçiriyor,”
diyor. “Yüzlerce yıllık zengin mimari ve kentsel mirasa sahip
bölgedeki mimari ve mühendislik yepyeni sosyal ve ekonomik
gerçekleri şekillendiriyor. Uzun yıllar Orta Doğu’da yaşayıp çalışırken
buradaki yapılı çevrenin nasıl daha kozmopolit olma yönünde
değiştiğine, yerel tavırların uluslararası etkilerle yüzleşmesine tanık
oldum. Bu serginin zamanlaması bu açıdan çok kritik.”
Sergi 23 Haziran’a kadar 536 LaGuardia Place, New York’taki Mimarlık
Merkezi’nde gezilebilir.
28 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
and sites, the region is also undergoing rapid urban growth and economic
globalization. Beyond the familiar images of supertall towers and man-made
islands, CHANGE presents the exceedingly varied contemporary architecture of a
transformative region.
The exhibition features projects from the past decade submitted in response to
an open call by the Center for Architecture. It includes work by AIANY members,
AIA members across the United States, and architects and engineers practicing in
the Middle East.
Architecture with local elements using advanced geometric form and materials
are particularly impressive. These projects include Skidmore, Owings & Merrill’s
curving stone and glass Al Hamra Firdous Tower in Kuwait City, Kuwait, 2012,
Rishad Khomarlou’s robust, traditional Bam Cultural Center for Women, 2012,
in Bam, Iran, Istanbul practice GAD’s sweeping Beşiktaş Fish Market, 2009,
Istanbul, Turkey and the as yet unbuilt Perkins+Will’s Kuwait University College
of Education, 2014, Kuwait City, Kuwait which shows the union of Middle Eastern
tendencies in abstract geometric patterns integrated into modern architecture.
“The Middle East is undergoing ‘change,’” said Hassan Radoine, curator of
CHANGE: Architecture and Engineering in the Middle East, 2000-Present.
“Building on centuries of rich architectural and urban heritage, contemporary
architecture and engineering in the region is shaping new social and economic
realities. Living and working in the Middle East for decades I have witnessed
how the built environment of the Middle East is shifting, becoming more
cosmopolitan, with local attitudes confronting international influence. The
timing of these exhibitions is critical.”
The exhibition is on view from February 22, 2012 through June 23, 2012 at the
Center for Architecture, 536 LaGuardia Place, New York, NY.
Web site for the Center for Architecture: cfa.aiany.org
Solda: Rishad Khomarlou’nun yeni-gelenekçi yaklaşımı İran’daki Bam
Kadın Kültür Merkezi (2012) projesinin temelini oluşturuyor.
Left: Rishad Khomarlou’s neo-traditionalist approach is the basis of the
design for the Bam Cultural Center for Women, 2012, Bam, Iran.
Photo/fotoğraf: Rishad Khomarlou.
Aşağıda: PerkIns+WIll’in Kuveyt’teki KuwaIt
UnIversIty College of EducatIon (2014) projesi
Orta Doğu desen ve el işçiliğinden ilham alıyor.
Below: Middle eastern pattern and craft is
the inspiration of the façade of Perkins+Will’s
Kuwait University College of Education, 2014,
Kuwait City, Kuwait
Photo/fotoğraf: Perkins+Will
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 29
Proje/Project
Duvardaki öykü
Atina’da PoInt Supreme mimaRlığın yarattığı 10 metrelik duvar
mermer malzemenin ifade gücünü ortaya koymak üzere
dijital teknikle heykeltraşlığı birleştiren, müthiş bir görsel
güzelliğin yanı sıra zengin bir anlatıma sahip bir eser.
30 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Marble Mural
Point Supreme Architects of Greece call ‘Marble Mural’ ‘a hymn to marble’
CONSISTING OF 7 MARBLE PIECES OF DIFFERENT ORIGIN, HISTORY, COLOR, TEXTURE AND
IMAGE. THE DESIGNERS MERGE MODERN METHODS WITH HISTORY BY TREATING THE MARBLE
MURAL LIKE A LIVING OBJECT WITH ALL ITS COMPLEXITY AND PERSONALITY.
Yazı-Text: Özlem Alkan K. FOTOĞRAFLar - PHOTOS: YannIs DrakoulIdIs
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 31
Proje/Project
FARKLI DİJİTAL
VE GELENEKSEL
TEKNİKLERLE
YAPILAN İŞÇİLİK,
MERMERİN
DOĞASINDAN
GELEN ANLATIMLA
BÜTÜNLEŞİYOR
TRADITIONAL
AND DIGITAL
TECHNIQUES OF
WORKMANSHIP
MINGLE WITH
INHERENT
MATERIAL
NARRATIONS
OF MARBLE.
M
ermer bir duvar ne kadar özgün ve etkileyici
olabilir? Yunanistan’dan Point Supreme
mimarlığın Atina’daki Interior Design
Show 2010 için yarattığı ‘Marble Mural’
bu soruya çarpıcı bir yanıt veriyor. Point
Supreme mermer için yazılan bir ilahi olarak
tanımladığı ‘Marble Mural’ı her biri farklı kaynaklara,
doğal tarihe, renk, doku ve görüntüye sahip yedi ayrı
mermerden tasarlamış. Bu mermer parçaları farklı
geleneksel ve dijital tekniklerle işlenerek, mermerin
doğasından gelen hikayelerle bütünleşen bir anlatım
oluşturulmuş. Delikler, bariz ve gizli kesikler, iki ve
üç boyutlu rölyefler, dijital ya da elle yapılan baskılar,
geçmişe ve geleceğe dair görüntüler ve ışık, mermeri
alışık olduğumuz temiz ve mutlak görünümünden
çok başka, hikayeler anlatan ve saklayan, resme
dönüşebilen, ayakta duran ve hatta alan yaratan zengin
32 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
P
oint Supreme Architects, founded in Rotterdam in 2007 by
Konstantinos Pantazis and Marianna Rentzou and joined by Beth
Hughes in 2009, is now based in Athens. Their work integrates
research, architecture, urbanism, landscape and graphic design.
Their project Marble Mural made for the Interior Design Show 2010
in Athens, Greece, is in their words ‘a hymn to marble’. Marble Mural is a 10 x
2m wall consisting of 7 marble pieces of different origin, natural history, color,
texture and image, altered via CNC engraving, painting, digital printing, water
cutting, and sculptural techniques while supported on a steel frame. Each
marble slab was treated by hand as well as digitally in order to realize a more
complex marble work.
The marble pieces used for Marble Mural were treated with various traditional
and digital techniques of workmanship that mingle with the inherent material
narrations; holes, hidden or visible cuts, two or three dimensional relief, digital
or handmade print, imagery from the past and the future, light. Consequently,
marble is revealed not as the clean and current matter we are accustomed to
seeing it as, but rather as a rich, thick live object that hides and reveals stories,
“Zihnin hayat ve ölümü, gerçek ve hayali olanı, geçmiş ve geleceği, ifade edilebilen ve
edilemeyeni, yüksek ve alçağı, inşaat ve yıkımı çelişki olarak algılamaktan vazgeçtiği bir
nokta olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle gerçeküstü aktiviteyi bu noktayı bulmak dışında
bir sebeple aramak boşuna olur.” POINT SUPREME
“Everything leads us to believe that there exists a certain point in the mind at which life
and death, the real and the imaginary, the past and the future, the communicable and the
incommunicable, the high and the low, construction and destruction, cease to be perceived in
terms of contradiction. Surrealist activity, therefore, would be searched in vain for any other
motive than the hope of determining this point.” POINt SUPREME
ve canlı bir nesneye dönüştürüyor.
10 x 2 metrelik bu duvarda Point Supreme kendi araştırma, mimari, şehir
planlama, peyzaj ve grafik tasarım yaklaşımlarından yararlanarak, derin
anlamlar içeren bir duvar resmi meydana getirmişler. ‘Marble Mural’in
konsepti Konstantinos Pantazis, Marianna Rentzou, Beth Hughes ve JeanSébastien Lebreton’a ait. Ressam Nikos Sepetzoglou ve heykeltraş Hector
Papadakis de bu fikri hayata geçirenler. Ekip eski Yunan’da üç boyutlu
işler için benzersiz bir medyum olarak görülen mermere çağdaş bir yorum
getirirken, tipik bir heykel malzemesi olarak yaklaşmaktan da kaçınarak taş
levhayı bir bölme duvarı olarak kullanıyor. ‘Point Supreme’ ekibi dış yüzey
için iki boyutlu dijital sanat teknikleri ile mermere uygulanan klasik heykel
tekniklerini birlikte değerlendiriyor. Ağır, nüfuz edilmesi zor bir malzeme
olarak tanınan mermerin doğal damarlarını vurgulayarak izleyicide bir
derinlik ve hafiflik duygusu uyandırıyorlar.
Tarihi değere sahip bir malzemeyle çalışmak, klasik heykellerle yüceltilen
mermerin yüzyıllardır pekiştirilen ihtişamının ötesine geçebilmek kolay bir
iş değil. Point Supreme modern teknikleri tarihle bir araya getirip mermer
can be transformed into a painting, stands up and even creates space. Rather
than include finished, polished and cut marble, Point Supreme architects left
the stone ragged and thick, promoting a textured visual quality as the painting
and digital imagery coat the the marble surface holes and rivets (up to a depth
of 15mm) offer 3-dimensional relief.
The piece is representative of firm’s architectural approach, relying on research,
architecture, urban planning, landscape and graphic design to inform the
meaning of the mural. instead of the heavy and impenetrable qualities normally
associated with marble, the studio evokes a sense of depth and lightness for the
viewer by highlighting the natural marble veins.
Marble Mural took 1.5 months of intense work from all parties. During this time
Point Supreme Architects worked with the different technicians and artists, while
they all worked in turns. The architects state that during each phase different
people were involved. The collaboration with so many different people was the
most difficult part, but also the most exciting. Collaborating with many people
on the same project was critical to Konstantinos Pantazis who believes that this
maximized inclusivity and richness, in contrast to the exclusivity and cleanliness
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 33
Proje/Project
MERMER
YÜZEYLERDE
GERÇEK ÜSTÜ BİR
TASARIM ORTAYA
ÇIKIYOR.
MARBLE SURFACES
ARE TREATED WITH
SURREAL DESIGN
TECHNIQUE.
duvar resmini bütün sofistikasyonu ve kimliğiyle canlı
bir varlık gibi ele alarak bunu başarıyor.
‘Marble Mural’ın üretimi çok yoğun bir çalışmayla 1.5 ay
sürmüş. Bu dönemde Point Supreme mimarları farklı
sanatçı ve teknisyenlerle durmaksızın çalışmışlar. Önce
mermerler kesilmiş, ardından parçalar CNC makinesiyle
çekillendirilmiş, sonra suyla kesilmiş. Mimarlar işin
en zor ve en heyecanlı kısmının bu kadar çok farklı
insanla birlikte çalışmak olduğunu söylüyor. Mermerin
ağırlığına, ebadına ve mazur kalacağı işlemlere göre
doğru kalınlığı belirlemek de önemli bir mesele
oluşturmuş. Sürekli taşınacağı için çok ağır ve kalın
olmaması, çok büyük olduğu için kırılacak kadar
ince olmaması ve tasarımın gerektirdiği işlemlerin
yapılabileceği kadar kalın olması gerekliliği göz önüne
alınarak 3 cm. kalınlıkta olmasına karar verilmiş. Ekip
en zor işlemin üç boyutlu gravür ve heykeltraşlık kısmı
olduğunu belirtiyor. 3 cm. kalınlıkta en fazla 1.5 cm.
34 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
of the typical marble aesthetics: “The exciting thing was that no one could
foresee what the result would be like; each one was doing his task but was
unable to visualize what would happen next. The person who had a relatively
holistic view of the piece was the painter who came last, but even then the light
effects had not happened so he did not know which areas were translucent.”
A multi-layered marble surface naturally brought some practical problems
during production. The designers say that there had to be a precise and careful
choice of the thickness of the wall in relation to the weight of the object, the
size of it, and the operations that would happen on it. It couldn’t be too thick or
heavy because it had to be repeatedly transported, it couldn’t be too thin cause
it was too big and would break, and it couldn’t be too thin cause the operations
needed thickness. They add that the most difficult and restricted operation was
the 3D engraving and the human sculpting; the wall in the end was 3cm thick,
and the maximum curving allowed was approximately 1,5 cm that didn’t allow
enough thickness for big figures. “We had to make various test on how each
technique would be influenced by the ones before it. For example one of the
most beautiful moments are when the digital printing moves when hitting on
the relief, etched or curved surface. ”
A contemporary interpretation of marble, a material considered in ancient
Greece to be the unparalleled medium for 3-dimensional work, the piece was
conceptualized by Konstantinos Pantazis, Marianna Rentzou, Beth Hughes, and
Jean-Sébastien Lebreton, painted by Nikos Sepetzoglou and sculpted by Hector
Papadakis. Deviating from the typical interaction with marble as sculptural
medium, the studio uses the stone slab to create a partition wall. For the
exterior surface, Point Supreme Architects meshed together the techniques of
two-dimensional digital art and a collage aesthetic with the classical sculptural
technique of marble treatment. The team managed to merge modern methods
MİMAR / ARCHITECT: Point Supreme Architects
YER / LOCATION: Atina, Yunanistan / Athens, Greece
YIL / YEAR: 2010
PROGRAM / PROGRAMME: Bölme duvarı/ Partition wall
MALZEMELER / MATERIALS: Mermer - Naxos, India, Euvoia, Morrocco California, Marmara, Brazilia, Afyon Şeker, çelik
strüktür / Marbles – Naxos, India, Euvoia, Morrocco California, Marmara, Brazilia, Afyon Sugar, steel structure
OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 10 x 2 m
TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Konstantinos Pantazis, Marianna Rentzou, Beth Hughes, Jean-Sébastien Lebreton,
Ioannis Gio
oyabildiklerinden çok büyük figürler meydana getirmek
mümkün olmamış. Ayrıca, her bir tekniğin kendisinden
önce uygulanan tekniklerden nasıl etkilendiğini görmek
için çeşitli testler yapılmış. Mimarlar rölyef darbe
aldığında dijital baskının yer değiştirmesiyle etkileyici
sonuçlar ortaya çıktığını belirtiyor.
Konstantinos Pantazis duvarı yaparken malzemeyi
mermer duvar resminin çağrıştırdığı ağır ve kalıcı
uygulamaların tamamen dışında düşündüklerini
söylüyor: “Japon kayar kapıları ‘şoji’leri aklımıza
getirdik, mermerlerin desenlerindeki çeşitlilik de
kendiliğinden herbirine farklı muamele etmemizi
gerektirdi, sonuçtaki etki böyle oluştu.”
Malzemenin olanakları yenilikçi bir yaklaşımla
değerlendirilince ortaya benzersiz görsel etkiye sahip
bu duvar çıkıyor. Duvarın her bir bölümü geçmişten
geleceğe uzanan farklı bir hikaye anlatıyor.
with history by treating the marble mural like a living
object with all its complexity, identity and personality.
“Marble mural is automatically associated with heavy and
permanent applications and we wanted to completely
detach it from those, so we thought of shojis- Japanese
sliding doors, while the variety of marble patterns, colors
and textures led us to treat each one differently therefore
creating the overall mural effect,” Konstatinos Pantazis,
partner of Point Supreme Architects explains.
There is an almost poetic narration in the process of making
the mural because the seven marbles selected carried
their own inherent patterns tracing back to hidden stories,
which waited to be revealed. “One looked like a cow,
another like an elephant skin, the next like a plant, the
next like jewelry, then another one like a bad photocopy,
one like a water and one like a topographic map,” says
Konstatinos Pantazis. The stories told by the marbles were
picked up by the designers who then applied a variety of
different techniques universally on the mural to guarantee
the coherence of the piece. They used cutting, sculpturing,
cnc engraving, water cutting, digital printing and painting.
The employment of these techniques further dramatized
the patterns enhancing an artistic effect on the piece.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 35
Tasarım/Design
Tüy kadar hafif mermer
Ymer & Malta galerinin
Paris’te gerçekleştirdiği
‘marbre poInts plume’
sergisi mermerin geleneksel
kullanımına meydan
okuyarak mermerle ince,
hafif, şeffaf, adeta uçucu
tasarımlar ortaya koyuyor.
V
alérie Maltaverne ve Rémy Le Fur’ün tasarımın
yeni yeteneklerini ortaya çıkarmak ve
sınırlı sayıda mobilya ve tasarım parçaları
üretmek amacıyla açtıkları galerileri Ymer
& Malta Paris’te gerçekleştirdikleri özgün
sergilerle dikkat çekiyor. Cedric Ragot, Normal Studio,
Benjamin Graindorge ve A + A Cooren gibi hem yeni,
hem de tanınmış isimlerle çalışan galeri için üretilen
parçalar Paris’teki Musée des Arts Décoratifs, CNAP
(Centre National des Arts Plastiques) ve FRAC (Fond
Regional d’Art Contemporain) gibi önemli kurumların
koleksiyonlarına girmiş durumda. Galerinin ilk temalı
sergisi ‘Marbre Poids Plume’ tasarımcıları geleneksel
olarak mermerle bağdaştırılan özellikleri yeniden
düşünmeye ve bu vasıflara meydan okumaya çağırarak
mermerden ‘tüy kadar hafif’ nesneler ortaya çıkarıyor.
Bu amaçla aylarca çalışan tasarımcılar çekici işleriyle
malzemenin farklı özelliklerini ortaya koyuyor.
36 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
FEATHERWEIGHT MARBLE
‘marbre poInts plume’ exhibited at Ymer & Malta
of Paris challenges the forms and attributes
traditionally associated with marble, creating
light objects depicting the contemporary
qualities of marble.
Yazı-Text: ÖZLEM ALKAN k.
Y
mer & Malta is a Paris gallery founded by Valérie Maltaverne and
Rémy Le Fur with the aim of highlighting new design talents and
producing limited editions of furniture and design pieces. Like
many of the artists it fosters, the gallery takes a young, fresh and
dynamic approach, primarily following its own aesthetic. Their
exhibitions featuring unique and limited edition works both by emerging
and established artists and designers such as Cedric Ragot, Normal Studio,
Benjamin Graindorge and A+A Cooren, attract much acclaim. Several design
pieces have been purchased by prestigious institutions such as Musée des
Arts Décoratifs in Paris, the CNAP (Centre National des Arts Plastiques) and the
FRAC (Fond Regional d’Art Contemporain). Ymer & Malta’s first theme-based
exhibition, called ‘Marbre Poids Plume’ meaning ‘featherweight marble’
encouraged designers to rethink and challenge the forms and attributes
traditionally associated with the material in order to create the lightest
objects out of marble. With this purpose several young designers worked for
months creating intriguing designs depicting the timeless beauty of marble.
A + A Cooren
Fransız-Japon ikili Aki ve Arnaud Cooren tarafından 1999’da kurulan A +
A Cooren tasarım stüdyosu özel aydınlatma tasarımlarının yanı sıra ürün,
mobilya ve iç mekan tasarımı da yapıyor. İkili sade Japon tasarım estetiğiyle
gündelik nesnelere doğal unsurları katıyor, hem el emeği gerektiren ile
endüstriyel ürünler tasarlıyor. Üretimde basitliği ve sonuçta ortaya çıkan
ürünün kullanım kolaylığını ön planda tutan ikili iyi bir ürünün ancak üretici,
zanaatkar ve tasarımcının ekip çalışmasıyla ortaya çıktığını düşünüyor. A + A
Cooren Artemide, Metalarte ve Tronconi gibi aydınlatma markalarının yanı
sıra Japon mücevher markası Amamika için tasarımlar yapıyor.
French-Japanese design duo, Aki and Arnaud Cooren founded A+A Cooren
Design Studio in 1999. The multidisciplinary duo work in the field of speciality
lighting, as well as product, furniture and interior design. With a simple
Japanese design aesthetic, the studio seeks to subtly integrate nature into
everyday objects and interiors, designing both craft-work and industrial
objects. Focusing on simplicity of manufacturing and ease of use for the final
user, A+A Cooren believe that creating a good product is the outcome of
teamwork between the manufacturers or craftsmen and the designers.
‘VoId’ Tabure
‘Void’ tabure tasarlanırken mümkün olan
en küçük mermer kütlesinin içi tamamen
boşaltılarak hem görsel, hem de fiziksel
hafiflik hedeflenmiş.
‘Void’ Stools
The ‘Void’ stool was designed using the
smallest mass of marble possible, totally
emptied out, so as to give it both visual
and physical lightness. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 37
Tasarım/Design
‘sweetHorIzon’ KÂse
Tasarımcısı Benjamin Graindorge’in sözleriyle: ‘‘sweetHorIzon’ bir
mermer parçasının ulaşabileceği inceliğin sınırlarını araştıran, saf bir
obje. Ben teknik başarıdan çok mermerin talepkar doğasının getirdiği
duyusallıkla ilgileniyorum. Mermer tamamen arındırıldığında ulaştığı
hafiflik ona şeffaflığı, damarları ve yumuşaklığıyla bir ten görünümü
veriyor.”
‘sweetHorizon’ Bowl
In the designer’s own words : ‘‘sweetHorizon’ is a pure object, a search
for the limits of finesse that a piece of marble can attain. Obviously I
am not interested in the technical achievement but in the sensuality
its demanding nature brings. The level of lightness one reaches when
marble is pared down to almost nothing makes it seem like skin, its
transparency, veins and softness make it into something sensual.”
Benjamin Graindorge
Genç Fransız tasarımcı Benjamin Graindorge
2006 yılında ENSCI’den mezun olduktan sonra
iki yıl üst üste Design Parade Festival’e seçildi,
ardından 2008’de tasarım dalında Cinna ve Audi
Talents ödüllerini kazandı. 2009’da Kyoto’da
konuk sanatçı olarak çalıştıktan sonra Fransa’ya
dönerek François Bauchet ile birlikte SaintEtienne’deki tasarım bienalinin mekan tasarımını
gerçekleştirdi.
38 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Benjamin Graindorge
Talented young French designer Benjamin
Graindorge graduated from ENSCI – les Ateliers
in 2006. He was selected two years in a row for the
Design Parade Festival and won the Cinna and Audi
Talents Awards in 2008 in the category of design.
After a as an artist in residence in Kyoto in 2009, he
moved back to France where he worked with François
Bauchet on the scenography for the Biennale
Internationale du Design in Saint-Etienne in 2010.
Cédric Ragot
2002’de kendi tasarım stüdyosunu
kuran Cédric Ragot kozmetikten
elektroniğe, spor malzemelerinden
mobilyaya farklı uygulama
alanlarında endüstriyel tasarımda
kategoriler ötesi bir yaklaşıma
sahip. Farklı tasarımlarının ardındaki
düşünce şu: Ragot’ya göre bağlam
dışı bir form yoktur, her proje
onun malzemesine, tasarımına ve
kullanımına özel bir senaryoyu takip
etmelidir. Kendisini, bir tasarımcı
olarak kendi idealleri, kendisini
destekleyen endüstriyel ortaklarının
hedefleri ve diğer tasarımcıların
gayelerinden meydana gelen
üçlü ilişkiye hizmet etmek üzere
konumluyor ve bu konumun onun
bizi çevreleyen değişimleri önceden
görerek mevcut kodları sarsmasını,
sınırları genişletmesini gerekli
kıldığını düşünüyor.
Cédric Ragot opened his design
studio in 2002, building a cross
category approach to industrial
design, in a broad scope of
application fields: from cosmetics to
consumer electronics, tableware to
sports equipment, furniture to electric
appliances. He believes that different
designs are based on one conviction:
there is no form out of context;
each project must follow a scenario
which is written specifically for its
use, its design and its materials. He
considers himself serving a triangular
relationship between his ideals as
a designer, the goals of industrial
partners who support his initiative and
the aspirations of his contemporaries,
a situation which makes it necessary
to foresee the transformations which
surround us, shaking up the codes
and opening boundaries.
‘Flap’ Aydınlatma
Bloğun direncini değerlendiren bu
lamba güzelliğini kendisini meydana
getiren bloğun hafızasından alıyor.
Mermer tek bir geometrik formda
hem lamba, hem reflektör, hem de
destekleyici yapı görevini karşılıyor.
‘Flap’ Light
The persistence of the block. The
splendor of this lamp comes from
the memory of the very block it
came from. The marble fulfills the
functions of reflector, lampshade
and supporting structure, in one
geometric form.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 39
Tasarım/Design
Normal Studio
Jean-François Dingjian ve Eloi Chafaï yani
Normal Studio, endüstriyel tasarım stüdyolarını
2006’da açtılar. Teknik proseslere meraklı,
teknoloji transferlerine hakim ikili sade ve net
tasarımlarıyla yepyeni formlara imza atıyor.
Ürün tasarımlarında kimi zaman dev firmalarla
çalışıyor, kimi zaman küçük, deneysel seriler
tasarlıyor, bazen sergi tasarımı yapıyorlar.
2010’da Paris’teki Musée des Arts Décoratifs’te
retrospektif sergileri gerçekleşti.
Normal Studio
Jean-François Dingjian and Eloi Chafaï, aka
Normal Studio, founded their industrial design
agency in 2006. Keen observers of technical
processes, familiar with transfers of technology,
they renew forms through simple, accurate
designs. They undertake product design in
collaboration with big industry or experimental
micro-series, as well as exhibition design. Some
of their pieces are part of the collection of the
French National Contemporary Art Funds.
In 2010, Musée des Arts Décoratifs in Paris
mounted a retrospective of their work.
‘RIngs’ KÂse
‘Rings’ kaseler çok yatay birer ‘V’ harfine benzer profillerin döndürülerek bir çember
oluşturmasıyla meydana geliyor. Mermerin alabileceği en ince formda üretilen kaseler
köşelerde sadece birkaç milimetre kalınlığa iniyor ve sanki masanın üzerinde yüzüyormuş gibi
görünüyorlar. Bu hafiflik, geleneksel, katı mermer kütlelerine şaşırtıcı bir tezat oluşturuyor.
‘Rings’ Bowl
The ‘Rings’ cups are made up of a profile shaped like a very flat ‘V’ that turns to form a ring. It is
as thin as marble can be, its thickness diminishes to only a few millimeters on the edge. It seems
to float as if suspended over a table. The impression of lightness forms a surprising contrast
to traditionally solid marble pieces.
40 NATURA • MART-NİSAN
OCAK-ŞUBAT // MARCH-APRIL
JANUARY-FEBRUARY
2012 2012
Projeler/Projects: Bodrum
Gizli cennet
GAD Mimarlık tarafından Bodrum'un gizli kalmış koylarından
birinde inşa edilmek üzere tasarlanan CNNT_KY, 2.5 km'lik sahil
şeridinde spa, otel ve villalarıyla yıl boyunca muhteşem doğayla
iç içe bir hayat vaat ediyor.
42 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Paradise found
desıgned by GAd archıtects to be buılt ın a hıdden bay on the bodrum penınsula
cnnt_ky ıs comprısed of a hotel, spa and resıdences surrounded by breathtakıng vıstas of the aegean.
Yazı-Text: Eray Çaylı
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 43
Projeler/Projects: Bodrum
G
Bodrum’un
doğal peyzajı
tasarımın net
hatlarına
kontrast
oluşturuyor.
The natural
elements of
the landscape
of Bodrum,
Turkey provide a
contrast to the
clean lines of
the design.
AD (Global Architectural Development)
Mimarlık tarafından ‘Türkiye’nin Rivierası’
adıyla anılan bölgenin batısındaki bir
grup saklı kalmış koya inşa edilmek üzere
tasarlanan CNNT_KY, yaklaşık 600 dönüme
yayılan bir proje. Konut, spa oteli, eğlence
ve dinlence amaçlı tesisler ve koruma altındaki bir
doğal alanı içinde bulunduran projenin inşa edileceği
arazi Bodrum Yarımadası’nın kuzeyindeki Göltürkbükü
beldesinde. Projenin amacı, yörenin yalnızca yaz
sezonunda değil, yıl boyunca değerlendirilebilmesi.
CNNT_KY, bu haliyle Bodrum Yarımadası’nın turizmine
ilişkin son yıllarda değişmekte olan taleplere bir yanıt
olarak da değerlendirilebilir.
Türkiye’nin önde gelen tatil adreslerinden olan
Muğla’nın Bodrum ilçesi, Ege Bölgesi’nin tarihi çok
eskilere dayanan bir liman kenti. Bodrum’un, geniş
Akdeniz coğrafyasındaki önemli bir liman ve ticaret
merkezi olarak tarihi 3000 yıl kadar geriye gidiyor.
Şehir, içinde bulunduğu bölgenin Antik Yunan
kültürünün merkez üssü olarak büyük öneme sahip
olduğu dönemde ‘Karya’nın Halikarnası’ adıyla
anılmaktaydı. Dönemin dünyaca ünlü isimleri tarihçi
Heredot ve Dionysos’un doğum yeri olan Bodrum
aynı zamanda komutan Mozolus’un bir dönem ülkesi
Karya’nın tümünü yönettiği bir tür başkentti. Şehir bu
dönemde, eserleri bugün artık dünyanın önde gelen
müzelerinde görülebilecek Bryaksis, Leokares, Skopas
ve Timoteos gibi sanatçıların heykellerine ev sahipliği
yapıyordu. Komutan Mozolus M.Ö. 353 yılında yaşamını
yitirdiğinde, anısına inşa edilmek istenen anıtmezarın
yapımı için göreve çağırılan da yine aynı sanatçılar
olmuştu. Antik dünyanın yedi harikasından biri olan bu
44 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
D
esigned by GAD (Global Architectural Development) for a group
of secluded coves in the western Turkish Riviera, CNNT_KY is
a mixed-use project-in-the-making that spreads over an
area of nearly 600 acres. Comprising residences, a spa hotel,
recreation facilities and a protected natural zone, the project
area is located in Göltürkbükü to the north of the Bodrum Peninsula.
CNNT_KY is a project that aims to put the area in use not only in the
summer high-season but throughout the year. This in many ways is a
response to the changing tourism demands of the Bodrum Peninsula in
which the project is located.
One of Turkey’s prime summer destinations, Bodrum is a port city
in Muğla Province, in the Aegean Region to the southwest of the
country. The city center is located on the southern coast of the Bodrum
Peninsula, at a point that marks the entry into the Gulf of Gökova.
Central Bodrum’s history dates back 3,000 years as a Mediterranean
port and trade settlement. The area was called Halicarnassus of Caria
in antiquity when it served as one of the epicenters of ancient Greek
culture. Renowned figures of the time such as the historians Herodotus
and Dionysius were born here and the commander Mausolus ruled the
whole of Caria from here. The city used to host sculptures by artists
like Bryaxis, Leochares, Scopas and Timotheos whose works can now
be seen in museum collections across the world. It was these sculptors
who were called to duty for the construction of a monument and a
tomb to the memory of the commander Mausolus when he died in
353 BC. One of the Seven Wonders of the Ancient World, this was the
archetype of the architectural element which we know today as the
‘mausoleum’. This and other world-famous art and architectural works
of Halikarnassos were destroyed piecemeal as the city was subject to
wars and earthquakes. If there was one thing these devastations taught
the rulers of Halikarnassos, it was the need for a strong fortress in order
to protect the city. Thus began the construction of the Castle of St. Peter,
which was built by the Knights Hospitaller in 1402 using squared green
volcanic stone, marble columns and reliefs from the nearby Mausoleum.
anıtmezar, bugün dünya çapında ‘mozole’ olarak bilinen yapı türünün ilk
örneğiydi. Hailkarnas’taki bu ve benzeri dünyaca ünlü sanat ve mimarlık
eserleri yıllar içinde savaşlar ve depremler nedeniyle teker teker yıkıma
uğradı. Eğer bu yıkımların Halikarnas’ı yönetenlere öğrettiği bir şey varsa,
o da şehri korumak için sağlam bir kaleye ihtiyaç olduğuydu. Son şekli
Hospitalier Şövalyeleri tarafından 1402’de verilen Aziz Peter kalesi şehrin
kıyısında böylece yükselmeye başladı. Günümüzde halen ayakta olan ve
Bodrum Kalesi olarak bilinen binanın yapımında yeşil volkanik kesme taş,
mermer sütunlar ve civardaki Mozole’nin rölyefleri kullanılmıştı. Dikkat
çekici kalesinin yanı sıra, Bodrum’un yerel mimarisini tanımlayan bir
diğer öğe, bilindiği üzere, kireçle sıvalı cephelerini mavi panjur ve pembe
begonvillerin renklendirdiği küçük, kutumsu, beyaz evler.
Her ne kadar Bodrum’un merkezinden ve bölgeye hizmet eden
havaalanından çok uzak olmasa da, CNNT_KY projesinin inşa edileceği
Göltürkbükü beldesi şehrin curcunasından kaçmak isteyenler için adeta
bir sığınak konumunda. Yarımadanın yeni gelişmekte olan bölümlerinden
olan bu belde, Türkbükü ve Gölköy adlı iki büyük koy ve aralarındaki
bölgeyi kapsıyor. Son yıllarda beldede mantar gibi biten lüks eğlence ve
konaklama tesisleri, buranın dünyada ‘Türkiye’nin Côte d’Azur’ü olarak
anılmasına yol açmış durumda. Bölge bugünlerde, Bodrum Yarımadası’nın
tümünü etkilemekte olan önemli bir değişime de önderlik ediyor. Gerek iç
gerekse dış turizmde son birkaç onyılın en bilinen yaz tatili adreslerinden
olan Bodrum’un son yıllarda yıl boyu hizmet verebilecek bir turizm merkezi
Now known as the Bodrum Castle, the building still
stands to this day. Besides its outstanding castle,
Bodrum’s vernacular architecture is characterized by
tiny box-like houses whose façades are whitewashed
with lime, and blue window shutters adorned with
the local bougainvillea.
Although not very far from either central Bodrum
or the main airport that serves the region, the
Göltürkbükü area where CNNT_KY is located is still
a refuge from the hubbub of the city center. One of
the newly developing parts of the peninsula, the
area stretches between the two bays of Türkbükü
and Gölköy, and has come to be known as ‘the Côte
d’Azur of Turkey’ due to its lively entertainment and
accommodation venues that have mushroomed in
recent years. The area is spearheading the significant
change which has been affecting the whole Bodrum
Peninsula. While the popular summer destination of
last few decades for both domestic and international
tourists, Bodrum has recently been transforming into
a year-round destination. This has partly to do with
the recent expansions at the nearby Milas-Bodrum
International Airport which has allowed busier flight
Otel ve spanın
bir cephesi
Ege’nin
açık tonlu
mermeriyle kaplı.
Light colored
marble from
the Aegean in
Turkey is used to
completely clad
a side of the
hotel and spa.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 45
Projeler/Projects: Bodrum
Doğal taştan yatay düzlemler ve ahşap kolonlar
peyzaja doğru akan alanlar yaratıyor.
Horizontal planes of stone and columns of wood
generate spaces that flow into the landscape.
konumunu kazandığı görülüyor. Milas-Bodrum Uluslararası Havaalanı’nın
kapasitesinin artırılması ve böylece bölgeye olan uçuşların sıklaşması gibi
gelişmelerin de Bodrum’un söz konusu yeni konumu kazanmasına ön ayak
olmuşa benziyor. Benzer gelişmelerle beraber değerlendirildiğinde, CNNT_
KY, Bodrum’a olan ilginin değişmekte olan ve tipik bir yaz tatilcisinin ihtiyaç
ve beklentilerini aşan niteliğine seslenmeyi amaçlayan çabaların bir örneği
olarak değerlendirilebilir.
Dört küçük koyu kapsayan 2.5 kilometrelik bir sahile sahip CNNT_KY
projesinin tamamlandığında yaklaşık 100’er otel odası ve lüks villaya ev
sahipliği yapması öngörülüyor. Projenin önerdiği konaklama tesisleri çeşitli
kat planı ve boyutlara sahip. Otel odaları 100 metrekareden başlarken her
bir villanın söz konusu ebatın yaklaşık yedi katı kadar bir alanı kapsaması
düşünülüyor. Her villanın kendine ait bir sonsuzluk havuzuna sahip
olması planlanırken, tesisin otel kısmına ise biri açık biri kapalı iki yarı
olimpik havuzun hizmet vermesi tasarlanıyor. Konut ve otel odalarının
kat planlarındaki çeşitliliğin gelecekteki konuklara sunulacak deneyimin
kişiselleştirilmesini amaçladığı görülüyor. Konaklamanın yanı sıra 5000
metrekarelik bir spa ve detoks merkezi ile golf sahası gibi dinlence, sağlık
ve eğlence amaçlı tesisler de proje kapsamında inşa edilecekler arasında.
Bu tesislerin bir kısmının, koruma altına alınmış olan yeşil alanın denizle
buluştuğu kıyı boyunda yer alması planlanıyor. Proje tamamlandığında,
schedules to and from the region. In the wake of these developments,
CNNT_KY can be considered an example of recent attempts to address
the shifting nature of the interest in Bodrum, which now exceeds the
typical summer tourist’s needs and expectations.
Straddling four coves, the CNNT_KY project overlooks a 2.5-kilometerlong strip. When the project is completed, this strip will serve the guests
of some 100 hotel rooms and as many luxury villas. The accommodation
facilities proposed by the project consist of various floor plans and
sizes. The hotel rooms start from 100 square meters, while the villas are
planned to encompass about seven times that size. The villas will each
have their own infinity edge pools, while the hotel area will be served
by two semi-olympic size pools.
The various floor plans available are meant to individualize the
experience provided to future guests. There are also plans for several
recreational, health and entertainment facilities, such as golf course
and a 5000-squaremeter spa and detox center. Some of these facilities
will be accommodated along the strip where the protected natural
reserve joins the sea. When the project finishes, the 2.5-kilometer strip
will have been turned into a sand beach. Suitable for harbouring as
many as 50 boats, one of the four coves along this beach will serve as a
mini marina for future guests.
46 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
2.5 kilometrekarelik kıyı şeridi kumsala dönüştürülecek. Söz konusu kıyı
boyunda dizilmiş olan dört koydan birinin ise 50 kadar tekneye ev sahipliği
yapabilecek bir mini marinaya dönüştürülmesi hedefleniyor.
CNNT_KY, GAD Mimarlık’ın kendi deyimleriyle “yeni mimarlık formlarının
bölgeye girişini kısıtlayan” düzenlemeler karşısında malzeme ve biçimi
cesurca kullanan bir tasarım müdahalesi olarak dikkat çekiyor. Konut
yapılarının genel görünümüne kalın doğal taş parçalar ve ince ahşap
kolonların damga vurduğu görülüyor. Yapıştırma yöntemiyle bir araya
getirilmesi planlanan taş parçaların dokusuna nihai şekil verilirken parça
birleşimlerinin derz dolgusu ile doldurulması sonucunda daha steril ve
doğal bir etkinin elde edilmesi amaçlanıyor. Mekanik sistemle montajı
gerektiren durumlarda ise malzeme yüzeyinin kendiliğinden sahip olduğu
derinlikten yararlanıldığı görülüyor. Özetle, yapıların doğayla uyum
içinde olması amacı doğrultusunda kimi zaman üretim sürecine dair
izler korunurken, bazen de malzemenin işlenmemiş haliyle sahip olduğu
yüzey özelliklerinden faydalanılıyor. Yine benzer amaç kapsamında, yapım
sürecine dışarıdan katılan doğal taş malzemenin yanı sıra, hafriyat sırasında
çıkarılan yörenin kendisine ait taşlara da çevre düzenlemesinde yer
verilmesi planlanıyor.
Yapıların çatı örüntülerinin desteklenmesi ve gerekli altyapı ihtiyaçlarının
sağlanmasının düşey silindirik taşıyıcılar aracılığıyla mümkün kılındığı
Vis-à-vis what GAD calls an “archaic building
code still enforced” which “restricts new forms or
architecture being introduced to the landscape,”
CNNT_KY presents itself as a daring intervention
in form and materials. The overall look of the
accommodation facilities proposed as part of the
project is characterized by the use of naked stone
slabs and slim wooden columns. Pieces of the former
are plastered together to form the façades. Wherever
possible, the surface characteristics of the stone are
preserved and an unprocessed finish is preferred
toward achieving a certain degree of harmony
between the built environment and the surrounding
nature. Pieces of stone obtained from digging the
construction pit are then used in landscape design to
establish a similar harmony.
The other significant material used in the project
is wood. Cylindrical wooden columns are employed
both to support the roofing and host infrastructural
details. The majority of these columns will be
produced as solid wood in order to obtain a high
Kaba kesilmiş
taşlar cam ve
çeliğe güçlü bir
görsel taban
oluşturuyor.
Rough-hewn
stone provides
a strong visual
base to the
light glass and
steel above.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 47
Projeler/Projects: Bodrum
Beton yüzey
çeşitli sabitleme
sistemleri
kullanılarak
tamamen
mermerle
kaplanıyor.
Marble
completely
covers the
concrete slab
with a variety
of anchorage
systems.
görülüyor. Bu taşıyıcıların büyük bir kısmının statik taşıma ihtiyacı
doğrultusunda masif ahşap olarak imal edilmesi, kalan dikmelerin ise
yağmur suyu toplama, elektrik ve zayıf akım tesisatlarının kurulması için
içi boş ahşap kaplamalı tüpler olarak imal edilmesi planlanıyor. Bir diğer
önemli malzeme olan cam doğramalara ise taş kaplamaların arasında öne
çıkmayacak bir şekilde yer verilmekte. Böylece, taş dokusunun yapıların
içi ve dışı arasındaki kesintisiz akışının korunmasına özen gösterildiği
görülüyor. Taş parçalar yapıların yan cephelerinin karakterine şekil verirken,
ahşap kolonlar ise ön cephede yer alan sundurmayı taşıyor ve hem yan
hem önden dikkat çekiyor. Biri hantal biri narin olan bu malzemeler estetik
anlamda birbirini dengeliyor.
Mimarların, yapılarda kullanmayı amaçladıkları farklı malzemeler
arasındakine benzer bir dengeyi yapılı ve doğal çevre arasında da
gözettikleri söylenebilir. Doğa ve mimarinin birbirine temas ettiği
arayüzlerin tümünün, söz konusu iki ortam arasında kademeli bir geçişi
olanaklı kılacak şekillerde kullanılması planlanıyor. Binalar arasında kalan
alanlarla, bina çatıları ve avlularının bahçeye dönüştürülmesine ilişkin
planlar bu yaklaşımın bir örneği. Yüzey tasarımı ve malzemenin yanı sıra,
rengin de yapılı ve doğal çevrenin arasında uyumlu bir ilişki yaratılması
doğrultusunda kullanıldığı görülüyor. Tüm binaların bölgede yer alan zeytin
ağaçlarının yapraklarının yeşiline yakın bir tonda boyanması planlanıyor.
Proje arazisinin 440 hektarlık bölümünün şu anda yaklaşık 10 bin zeytin
ağacına ev sahipliği yaptığı düşünüldüğünde bu tercih daha da anlam
kazanıyor. Proje yürütücüleri CNNT_KY projesinin söz konusu ağaçlar
üzerindeki etkisinin yalnızca yerlerinin değiştirilmesiyle sınırlı olacağını
ve zeytinlikler yaşamlarını ileride kurulacak tesisin arazisi içerisinde
sürdüreceklerini belirtiyorlar. Hatta ağaçlardan toplanacak zeytin ve bu
zeytinlerden elde edilecek yağın, yine bölgedeki keçiboynuzlarından elde
edilecek pekmezle beraber tesisin gelecekteki konuklarına sunulması da
planlar arasında. Ayrıca, proje kapsamında kurulacak deniz suyu arıtma
sistemi sayesinde tesisin su ihtiyacının da yerel kaynaklardan karşılanması
planlanıyor. Rüzgar santrali ve tesis içinde kullanılacak elektrikli araçlara
ilişkin planlara da bakılırsa, su tüketimiyle ilgili gündeme gelen benzer
48 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
static bearing capacity, while others will be woodcoated hollow tubes through which electrical
cables and rainwater pipes pass. Glass windows are
embedded within the stone façades in a way that
allows the material transition from the interior to
the exterior of buildings to be achieved without any
interruption in the overall natural look provided by
the texture of the stone material. While stone slabs
dominate the side façades of buildings, wooden
columns support the canopy and are remarkably
visible from both frontal and side views. One bulky
and the other delicate, these two essential elements
seem to aesthetically balance each other out.
The architects seem to have sought a similar balance
for the relationship between the built and the
natural environment. The intention is to use every
interface between nature and architecture toward
providing a gradual transition, as villa rooftops,
courtyards, and various residual spaces will be turned
into gardens. In addition to surface design and
materials, color is also used for establishing harmony
between the built and the natural. It is planned
that all buildings will be painted in a shade of green
similar to that of the leaves of the surrounding olive
trees. This is indeed a pertinent decision, as some
10 thousand olive trees currently fill up the project’s
440-acre area. Project managers suggest that CNNT_
KY’s impact on these trees will be limited to their
relocation, which means they will live on within the
premises. There is talk of the management’s plans
to collect olives from these trees and extract their
oil. The intention is that both the olives and the
extracted oil will be shared with future hotel guests
‘yeşil’ seçeneklerin elektrik enerjisine ilişkin çözümler
kapsamında da değerlendirildiği görülüyor.
Ne ilginçtir ki, CNNT_KY projesinin inşa edileceği bölge,
sitrin adı verilen ve sahibine başarı, huzur, mutluluk ve
neşe getirdiğine inanılan özel bir taşa da ev sahipliği
yapmakta. Dahası, sitrin taşının geçmişi de tıpkı
Bodrum’unki gibi antik döneme dayanıyor. CNNT_KY
projesinin yatırımcılarının şimdiden bu taşı inşaat
alanını ziyarete gelen misafirlere küçük özel keseler
içinde hediye ettikleri söyleniyor. Bölgenin doğası
ve tarihine bir saygı duruşu niteliği taşıyan sitrinin
aynı zamanda CNNT_KY projesinin mimari felsefesinin
sembolü olduğu da söylenebilir. Soyut modern
formları doğal malzemeler aracılığıyla derin tarih ve
el değmemiş doğaya sahip bir bölgeye entegre etmeyi
amaçlayan proje, Bodrum turizmine ilişkin dönüşen
talepleri yerele ait özniteliklerden taviz vermeden
karşılamayı öneriyor.
Su ve bitki
gibi doğal
elemanlar
Akdeniz etkisini
güçlendiriyor.
Natural
elements
such as water
and plants
add to the
Mediterranean
atmosphere.
as will be the molasses which will presumably be produced out of the
local locust beans. A desalination plant is also conceived as part of the
project, which will allow the hotel and residences to obtain their water
from the sea. Similar relatively greener options are considered also for
electricity consumption, as plans for a wind farm and hybrid vehicles
are in the making.
Interestingly, the area where CNNT_KY is going to be built is home to a
special kind of stone called citrine, which is believed to bring success,
peace, happiness and joy to its owner. The reputed fame of citrine, just
like that of Bodrum, dates back to ancient times. CNNT_KY’s investors
have already started presenting this stone in little gift sacks to potential
customers and prospective residents who have been visiting the
construction site. A token of appreciation for the region’s nature and
history, citrine is also a fitting symbol of the architectural philosophy
of CNNT_KY. Integrating abstract modern forms via natural materials
into a long history and pristine landscape, the project seeks to address
Bodrum’s shifting character while allowing no compromise to the
locale’s primal features.
MİMAR / ARCHITECT: GAD Mimarlık, Gökhan Avcıoğlu
YER / LOCATION: Bodrum, Türkiye / Turkey
YIL / YEAR: Design / Tasarım 2011
PROGRAM / PROGRAMME: Hotel, spa, residence
MALZEMELER / MATERIALS: Yerel doğal taş, ahşap, cam profil / Natural stone, natural wood
columns, glass profiles
OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 41,227 m2
TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Semih Acar, Müge Tan, Kerem Demircan, Aysu Aysoy, Derya
Arpaç, Mert Türközü
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 49
Projeler/Projects: Bodrum
50 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Bodrum’da
gerçekleşen rüya
Yapılı çevre ile doğa arasındaki uyumun en etkileyici ve en
güncel örneklerinden biri olan Bodrum’daki Amanruya
Resort, geleneksel ile moderni, lüks ile tevazuyu, yerel ile
globali benzeri az bulunur bir ahenkle, rahmetli Turgut
Cansever’in mimari vizyonuna göz kırparak, Göltürkbükü’ndeki
Demir Evleri’nin yanıbaşında bir araya getiriyor.
Mediterranean as the muse
The Amanruya Resort in Bodrum, Turkey is an impressive example of the
harmony between built environment and nature on the Mediterranean.
Merging the traditional and modern, luxury and simplicity, local and
global, the collection of stone buildings is a contemporary interpretation
of the architecture of master Turkish architect Turgut Cansever.
Yazı-Text: Yasemin Şener
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 51
Projeler/Projects: Bodrum
A
dını Sanskritçe’de “barış”anlamına gelen “aman” ve Türkçe
“rüya” kelimelerinden alan Amanruya Resort, Ege Denizi’nin
Güneydoğu kıyılarında, Mandalya Körfezi’nde, Bodrum
Yarımadası’nın kuzeyindeki Göltürkbükü’nde, Akdeniz çam
ormanları ve eski zeytin bahçeleriyle çevrili bir yamaçta
60 dönüm arazi üzerinde kurulu bir tatil köyü. Yöresel
mimarinin geleneksel öğelerinden ve geleneksel yapı metodlarından
esinlenilen Amanruya Resort, bu yönüyle üç sene önce kaybettiğimiz
ünlü mimar Turgut Cansever’in kendisine 1980 yılında Ahmet Ertegün
Evi, 1992’de de Demir Tatil Köyü ile Ağa Han Mimarlık Ödülleri’ni
kazandıran mimari vizyonuna çok da uzak durmuyor. 1970 yılında
ortaklarıyla birlikte bu araziyi satın alan Cansever, Demir Tatil Köyü’nü
de bu arazinin Doğu tarafına inşa etmişti. Cansever’in vizyonunu bu
arazide Amanresorts ile birlikte farklı bir yorumla hayata geçirmek ise
mimar kızı ve damadı Emine ve Mehmet Öğün’ün çabalarıyla oldu.
Ağaçların arasından kıvrılarak ilerleyen bir yolun sonunda ulaşılan
Amanruya, deniz manzarasını her açıdan gözler önüne seren birçok
avlu ve teras varyasyonu sunan ve kendi özel çakıl plajına doğru
kademelenerek inen bir yerleşim yapısına sahip. Bölgenin karakteristik
kırmızı toprağından organik bir biçimde ortaya çıkmış gibi görünen
mimarisiyle, geleneksel Bodrum evlerine ve Rum köylerine gönderme
yapan Amanruya Resort’un tasarımında doğal çevreye minimum
etkide bulunmak en önemli çıkış noktalarından biri olmuş. Arazinin ve
pratik kullanımın gerektirdiği zorunluluklar taş yapıların birbirlerinin
üzerinden ve içinden akarak, tıpkı Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi
organik bir biçimde gelişen mekanlar dizisi yaratmasını sağlamış.
Osmanlı dönemine ait Akdeniz mimarisiyle biçimlenmiş bir Rum
köyünü çağrıştıran tatilköyünde terrakota ve taş duvarlar Bizans
döneminin “opus listatum” duvarlarını anımsatırken, her çeşitte,
renkte ve boyutta taşların prekast beton sütunlarla yarattığı çelişki
Cansever ornamentalizmini yansıtıyor. Yapılarda prekast beton
bölümler haricindeki her şey el yapımı olma özelliği taşıyor.
52 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
T
he Amanruya Resort whose name is derived from the Sanskrit word for
peace, ‘aman’, and the Turkish word for dream, ‘ruya’, is located on 60
acres of land surrounded by Mediterranean pine forest and ancient olive
groves on Mandala Bay in the town of Göltürbükü on the northern coast
of the Bodrum Peninsula on the southeastern Aegean coast of Turkey.
The design attitude of Amanruya Resort was inspired by the traditional elements
of local architecture and masonry building methods of the Turkish Aegean. At the
same time there is a direct relation to the architectural vision of the late famous
20th century Turkish architect Turgut Cansever and his projects in this context.
The Ahmet Ertegün House and Demir Houses by Cansever also located in Bodrum
were important buildings that were precedents to Amanruya being awarded the
Aga Khan Award for Architecture in 1980 and 1992 respectively. Cansever and
his partners bought land in 1970 for the Demir Houses on the eastern side of
this Bay that is now joined on the other side of the Bay with Amanruya. It was
Cansever’s architect daughter, Emine Öğün, and her husband, Mehmet Öğün,
who had a double role as architects and property owners in partnership with the
Aman Resorts hotel chain. The Aman Resorts based in Singapore are known for
numerous hotels in South Asia that situate a luxury hotel concept in a peaceful
village setting.
Amanruya opened in 2011 is located at the end of a winding road in an Aegean
pine forest above the sea. Similar to other Aman Resorts, Amanruya is conceived
as a settlement, its many small houses set on a slope down towards a private
pebble beach. The arrangement of the buildings creates a variety of courtyards and
terraces affording every possible sea vista. Having a minimal impact on the natural
environment was of paramount importance in the design approach of Amanruya
Resort. The design refers to traditional Bodrum houses and Greek villages with
its architecture appearing to rise organically from the characteristic red soil of
the region. The primary building material throughout the design is stone, rough
masonry walls on the exterior matched with clean, refined marbles in the interior.
These stone structures flow from and into each other as the land and practical use
dictates, ensuring a natural organic growth of spaces.
In its construction, Amanruya suggests a Greek village from the Ottoman era
composed of Mediterranean architecture consisting of terracotta and stonewalls
bringing to mind the Byzantine opus listatum walls. The stones of these walls in
all shapes, sizes and colors, contrast with the precast concrete columns inspired
by Turgut Cansever’s earlier Bodrum designs. Apart from these small elements of
precast concrete, everything else is handmade.
Emine and Mehmet Öğün’s architectural inspiration is very much local, stating,
“If you seek a solution that belongs to the place, then history is the logical place
Taş ve kayalarla çevrelenen dış alanlarda
Rum köylerinden ilham alınıyor.
Outdoor spaces lined in stone and rocks are
inspired by the character of Greek villages
from the Ottoman period.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 53
Projeler/Projects: Bodrum
54 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Banyolar
hamamlara
referansla
tamamen
mermerle kaplı.
Baths are
completely
clad in marble
alluding to the
interiors of
Turkish hamams.
“Yere ait bir çözüm arayışındaysanız, tarih en mantıklı başlangıç
noktalarından biridir.” diyen Emine ve Mehmet Öğün çiftinin
tasarımlarında Hitit, Frigya, Likya, Lidya, İyonya, Roma, Bizans ve
Osmanlı uygarlıklarının izleri özellikle de yapı tekniklerinde ve biçimsel
ifadelerde olabildiğince doğal bir biçimde yerini bulmuş. Tatil köyünün
girişi geleneksel Türk mimarisinin rafine sadeliğinin en çok hissedildiği
yerlerden biri. Bu yaklaşımla biçimlendirilen üç katlı kütüphane
yapısının üst katında bulunan lounge, yerden tavana kadar uzanan
camlarıyla bir yandan eşsiz deniz manzarasına diğer yandan çam
ormanlarına bakıyor.
Kütüphane kulesinden yerel el sanatlarının en iyi örneklerinin
sergilendiği uzun ve gösterişli butik yapısına çakılla kaplanmış
dolambaçlı basamaklarla ulaşılıyor. El yapımı, tuğla sarnıç özgün
bir halı galerisine dönüşmüş. Buradan ulaşılan Sanat Galerisi’ndeki
beyaz mermer zeminler ve beyaz duvarlar ise sanat eserlerinin ve
yüksek duvarların her iki yanında asılı duran dekoratif Brezilya
taşı madalyonların sergilenmesi için en uygun fonu oluşturuyor.
Amanruya, misafirlerini her biri diabaz granitten yapılmış özel
to start.” In fact their designs contain influences from
the construction techniques and formal expressions of
past Anatolian civilizations such as the Hittite, Phyrgian,
Lycian, Lydian, Ionian, Roman, Byzantine and Ottoman.
For example, the entrance to the Resort is inspired by
the refined simplicity and solidity of traditional Turkish
architecture. This is carried through to the beautiful 3-storey,
freestanding library that features a lounge on the top floor
with floor-to-ceiling windows looking out over the sea on
one side, and pine forests on the other.
A meandering stair covered with inlaid small stones connects
the library tower to the boutique as an excellent example
of local handicraft. An existing hand-built, brick cistern,
a common feature of the rural agriculture of the area was
converted into a unique Carpet Gallery. White marble floors
and white walls create the ideal backdrop for showcasing
fine artworks and two decorative medallions of Brazilian
stone hang on either side of the high walls in the spacious
gallery. The 36 stone cottages that make up Amanruya’s
guest accommodation all offer private swimming pools of
diabaz granite, and terrace gardens scented with thyme
and shaded by olive trees. These cottages are 70-90 square
meters each and feature white marble floors and mahogany
ceilings. The baths refer to the traditional Turkish ‘hamam’
with openings in their ceilings. Bursa arches joining
bedrooms and bathrooms, and the lighting holes from the
hamams called ‘elephant eyes’ in the bathrooms are some
Mermer kolonlar alanları tanımlayan
dekoratif unsurlar olarak kullanılıyor.
Marble columns are used as a decorative
element defining spaces.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 55
Projeler/Projects: Bodrum
yüzme havuzlarına ve zeytin ağaçlarının gölgelendirdiği kekik kokulu
teras bahçelere sahip 36 taş evde ağırlıyor. Büyüklükleri 70-90 m2
arasında değişen evlerin zeminlerinde beyaz mermer, tavanlarında
ise maun kullanılmış. Banyolar ise tepe açıklıklarıyla geleneksel
Türk hamamlarına gönderme yapıyor. Yatak odaları ile banyoları
birbirine bağlayan Bursa kemerleri ve banyo tavanlarındaki “fil gözü”
adı verilen aydınlatma delikleri yapıların tasarımındaki Osmanlı
etkilerinden bazıları. Amanruya’nın sembolü olan kısa mermer
sütunlar ile çevrili bulunan mangal kömürlü gelenksel şömineler
-Topkapı Sarayı’nda bulunan benzerleri gibi- serin aylarda odaları ve
terasları ısıtmak için kullanılıyor.
Evlerin ve sosyal alanların tavanlarında koyu strüktürel ahşap
kullanılırken, lounge ve restoranlarda 13. ve 14. yüzyılın marangozluk
detayları ve süslemeleriyle üretilmiş yapısal ahşap sütunlar
bulunuyor. Beyaz badanalı yüzeyler ve beyaz Muğla mermeri, koyu
renkli tavanlarla çarpıcı bir kontrast yaratıyor. İç mekanlarda renk
olgusu sadece pencerelerden yansıyan görüntülerle, misafirlerin
hareketleriyle ya da zaman zaman sergilenen sanat eserleriyle
sağlanıyor.
Amanruya’nın dört tarafı deniz manzaralı restoranlarla çevrelenmiş
50 metrelik havuzunda Antalya bölgesinden getirilerek kullanılmış
olan yeşil mermerler Ege denizinin derinliklerinden farklı tonlar
yansıtıyor. Tatil köyünde kullanılan taş ve mermerlerin tamamı
yerel olarak üretilmiş. Zeminde kullanılan beyaz Muğla mermerler
de buna dahil. Tüm yürüme yolları ve yapıların cephelerindeki
pencereler elle yerleştirilmiş çakıl taşları ile kaplanmış. Villalara
giden yolların kenarlarındaki taş duvarlar da yerli ustaların emeği.
Geleneksel Kilis evlerinden esinlenilerek yapılan ve “Barbakan” adı
verilen cephelerdeki direnaj delikleri, rüzgarın ve yağmurun yönünü
değiştirdiği gibi, günışığının iç mekanlara dramatik bir etkiyle nüfus
etmesini sağlıyor.
Amanruya’nın yer aldığı vadi, baharda enfes kır çiçekleriyle dolup
taşarken, aynı zamanda orkide, incir ve keçiboynuzu ağaçları ile 300
yıllık zeytin ağaçlarına da evsahipliği yapıyor. Ekim yağmurlarının
ardından hasat edilen zeytinler otelin kendi üretimi olan
zeytinyağlarının yapımında kullanılıyor.
56 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Bir Akdeniz köyünün sıralı evlerinin mimarisi
çağdaş yaşama uyarlanıyor.
The architecture of a series of cottages in the
form of a Mediterranean village is adapted to
contemporary lifestyles.
of the other Ottoman influences on the building design. Turkish mangal charcoal
fireplaces – similar to those found in Topkapı Palace in Istanbul - warm the rooms
and terraces in the cooler months and are flanked by Amanruya’s signature short
marble pillars.
Dark structural wood was used on the ceilings in both the guest cottages and
public areas. The structural wooden pillars in the lounges and dining rooms have
the carpentry details of 13th and 14th century Anatolian precedents. Additional
whitewashed surfaces and the local white Muğla marble creates a striking contrast
with these dark ceilings. The color reaches inside through the windows reflecting
off of the shiny surfaces through the movement of guests or in contrast to the
works of art. These refined interiors with a cosmopolitan character are in contrast
to the rough exteriors of natural stone and Aegean flora.
Green marble from the southern Mediterranean Antalya region of Turkey reflected
in different turquoise tones was used in the Amanruyas 50-metre infinity pool
surrounded by four restaurants, all with sea views. The stone and marble from the
pool like all the other examples that were used throughout the resort are locally
produced marbles from the Mediterranean region of Turkey such as the white
Muğla marble used for the floors. Local craft can also be seen in the construction
of the stonewalls at the sides of the paths leading to guest cottages which were
handcrafted by local masons. Drainage holes on the facades called ‘Barbakan’ are
influenced by the traditional Kilis houses deflecting the wind and the rain while
allowing daylight into interior spaces with a dramatic effect.
The valley in which Amanruya is situated is rich in wildflowers in the spring and
also home to orchids, fig and carob trees, pine forests and 300-year-old olive
trees. Olives that are harvested after the rains in October are used for producing
the Resort’s own olive oil. Overall Amanruya is an organic and sensitively placed
addition to the historic and natural beauty of Aegean Turkey as a contemporary
interpretation of the architecture of Turgut Cansever.
Pürüzsüz ve akıcı mermer zemin iç mekan
stilinin önemli bir parçası.
Smooth and slick marble flooring is an
important part of the cosmopolitan style
applied in the interiors.
MİMAR / ARCHITECT: Emine Öğün & Mehmet Öğün Mimarlık
YER / LOCATION: Bodrum, Türkiye / Bodrum, Turkey
YIL / YEAR: 2011
PROGRAM / PROGRAMME: Otel / Hotel
MALZEMELER / MATERIALS: Yerel doğal taş, ahşap, mermer / Natural
stone, natural wood columns, marble
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 57
Projeler/Projects: Granada
Duvardaki mit
Antonio Jiménez Torrecillas granit taşla yenilediği
Endülüs’teki ortaçağdan kalma Nazari Duvarı’nda tarihi
modern bir bakış açısıyla yorumluyor.
Mural myths
The reconstruction of the Nazari Wall in Andalusia by Antonio Jiménez
Torrecillas invigorates history with a modernity based in granite stone.
Yazı-Text: Gökhan Karakuş
58 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 59
Projeler/Projects: Granada
60 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
İspanya’nın Granada şehrinde Ortaçağ’dan kalma bir
kaleye ait Nazari Duvarı yaratıcı bir yaklaşımla yeniden
inşa edildi.
The NazarI Wall is a creative reconstruction of a section
of a medieval fortress on a hillside in Granada, Spain.
M
imaride metafizik artık pek gündemde değil. Bir zamanlar
mimari teorinin önemli bir unsurunu teşkil eden uzay,
zaman ve varoluş prensipleri artık mimari pratikten
neredeyse silinmiş durumda. 19. yüzyılda Fransız yazar
Victor Hugo ‘Notre Dame de Paris’ romanında ‘Bu onu
öldürecek.’ derken kitap ve matbaanın mimariyi yok edeceğini
söylüyordu. Bunu söylerken de felsefe, din ve mimariyi bir dahaki
yüzyılda rastlanmayacak bir biçimde gruplandırıyordu. 20. yüzyılın
sonunda felsefe ve mimaride dekonstrüksiyonun yükselişiyle mimari
düşüncede klasik batı metafiziği de yok oldu.
Ancak günümüzün küreselleşen dünyasında çağdaş mimarlıkta
meselenin sadece klasik batı sistemi olmadığını görüyoruz. Batı-dışı
bağlamlarda inşaatın artmasıyla, eski inanç sistemleriyle ilişki kuran
mimariye de rastlıyoruz. Özellikle tarihi eserlerin çağdaş yaşamla iç
içe olduğu bölgelerde inanç sistemlerinin uyumu önem kazanıyor. Bu
uyumun etkili olabilmesi içinse form ve malzemelerin belli sembolik
ve kozmolojik özelliklerle entegre edilebilmesi gerekli. Bu sistemlerin
çevreye uyarlanması için, malzeme ve forma, soyut mimari şekillerin
potansiyel sembolik etkisine dayalı bir uzam deneyimi yaratabilecek
mimari stratejilere ihtiyaç var.
T
he metaphysics of architecture is no longer
talked about. Once an important aspect of
architectural theory, the principles of space,
time and existence are today largely absent
in the practice of architecture. When in the
19th century the French writer Victor Hugo wrote in his
novel Notre Dame de Paris that “This will kill that.”
announcing that the book and the printing press would
kill architecture, he was grouping together philosophy,
religion and architecture in a way that would disappear
in the next century. In the 20th century, the social,
material and formal basis of architecture with a nod to
functionality become the primary interest of modern
architecture at the expense of the metaphysics of
architecture. With the ascendance of deconstruction
in philosophy and architecture at the end of the 20th
century, classical western metaphysics in architectural
thought was dead.
Yet in today’s global world we see that it is not only the
Western classic system that is an issue in contemporary
architecture. With the increase in building in nonWestern contexts we see more architecture in relation
to older systems of belief. Especially in regions where
ancient monuments co-exist with contemporary life,
the harmonization of belief systems becomes important.
This harmonization, in order to be effective, needs
to integrate how form and materials are imbued
with certain symbolic and cosmological qualities. The
application of these systems to the environment requires
architectural strategies that shape an experience of a
space based on its materials and forms, on the potential
symbolic effect of abstract architectural forms.
An example of this profound understanding of shape and
form using geometries in stone is the reconstruction of
the remnants of a medieval citadel in southern Spain. A
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 61
Projeler/Projects: Granada
Granada’nın İslami tarihini yansıtan duvar şehrin
çeperinde Elhamra Sarayı’na bakan bir tepede yer alıyor.
The medieval walls are from Granada’s Islamic past
located on the periphery of the city on a hill facing the
famed Alhambra Palace.
Doğal taşın geometrilerini kullanarak bu derin şekil ve form anlayışını
ortaya koyan önemli bir örnek İspanya’nın güneyindeki bir Ortaçağ
kalesinin kalıntılarının yeniden inşa edildiği Nazari duvarı.
14. yüzyılda Endülüs’te Müslüman hakimiyeti sırasında inşa edilen askeri
kalenin bir parçası olan Nazari duvarının büyük bölümü 19. yüzyılda
bir deprem sırasında yıkılmış. 2006’da Granadalı mimar Antonio
Jiménez Torrecillas’in duvar için tasarladığı eklenti tamamlanana kadar
duvardaki bu derin delik şehir dokusunun bir parçasını oluşturmuş.
Granada’nın en önemli tarihi eseri Elhamra Sarayı’ndan da görülebilen
bu müdahale taş mimarinin gücünden yararlanarak tarihi ve çağdaş
olanı, eskiyle yeni arasında ince bir denge oluşturarak bir araya getiriyor.
İspanyol imar kanunları mimara belirgin şekli ve tarzıyla bir ek
olduğu hemen anlaşılabilen bir müdahale özgürlüğü tanımış ancak
bu yeni duvarın gelecekte tarihi kalıntılara hiç zarar vermeyecek
şekilde yıkılabilir olması şartıyla. Kalenin tarihi temeli yerli
yerindeyken bunu becermek, tarihi temeli koruyacak özel temellerin
ve dengeli, ancak gerektiğinde sökülebilecek bir duvarın tasarlandığı
karmaşık bir stratejiyle mümkün olmuş. Mimarlar, pratik ve sembolik
hedeflerini gerçekleştirebilmek için granit levhaları kuru yığma
yöntemi ile dizmiş ve hem içeriden hem dışarıdan bakıldığında ilginç
bir görünüm elde etmişler. Sonuçta ortaya çıkan, uzun granit levhalar
ve aralarındaki boşluklardan meydana gelen iki taraflı duvar belirgin,
ancak Ortaçağ kalıntılarıyla uyum içinde bir müdahale.
Duvarın restorasyonu, bu kuru, dağınık doğal peyzajın kentsel
dönüşümünün ikinci fazını teşkil ediyor. Şehre yakınlığına ve
ilişkisine rağmen bu bölge şehir merkezine periferal, atıl bir alana
dönüşmüş. Burada kaybolan tarihi sınırları yeniden tanımlayıp
kalan Ortaçağ dokusunu koruyarak görsel süreklilik sağlamak ana
hedeflerden biri olmuş. Uzaktan bakıldığında bu yeni duvar tarihi
duvarların lineerliğini sürdürerek onlara uyum gösterirken, yakına
gelindiğinde orijinal duvardan çarpıcı bir farklılık gösteriyor.
62 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
19th-century earthquake destroyed a large section of this
structure called the Nazarí wall in Granada, Spain. The
wall was a part of military fortification dating originally
to the 14th century Muslim rule of Andalusia. This gap
was a prominent part of the urban fabric until 2006
when the local Granadan architectural practice Antonio
Jiménez Torrecillas’ design for an intervention in the
wall was completed. Visible from Granada’s most famous
monument, the Alhambra, the intervention is a profound
balance of old and new, resolving history and the
contemporary through the power of architecture in stone.
While regional and Spanish heritage building regulations
gave the architect the freedom to design an addition that
in its spare and clearly defined shape is easily identifiable
as such, they also dictated that this new wall be capable
of demolition in the future without damaging the
historical ruins. With the ancient foundation still in place,
this required a complex strategy for designing special
foundations that retained the ancient base and also for a
wall that is stable yet could be dismantled if needed. To
realize both the practical and symbolic goals the architects
chose granite slabs to build the wall, dry stacking them in
a manner that creates interest both inside and out. The
resulting two sided wall of long granite slabs with gaps
was an obvious contemporary addition yet in harmony
with the medieval remnants.
The aim of restoring the wall constituted the second
phase of the urban transformation of this dry scrubby
natural landscape. This area despite its immediacy and
connection with the city, had nonetheless become a left
over space, peripheral to the city proper.
Bir patika
ve merdiven
gibi peyzaj
elemanlarıyla
tarihi kalenin
kalıntılarıına
giriş sağlanıyor.
Landscape
elements such
as a path and
staircase allow
access through
the remnants
of the medieval
citadel.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 63
Projeler/Projects: Granada
Farklı ebatlarda
dizilen granit
levhalar tarihi
duvarın taş
strüktüründen
yola çıkıyor.
Stacked
granite slabs in
different sizes
refer to the
stone structure
of the
historical walls
in an abstract
and poetic way.
64 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
40 metrelik duvarın her iki tarafındaki iki küçük
açıklık iki yığma granit duvar arasında dar bir
geçitle duvarın bir tarafından diğerine geçiş
sağlıyor. İç mekan yaratan bu açıklık tasarlanırken
gece devriyeleri ve gizli geçitleri ile bir zamanlar
Endülüs’te hüküm süren Beni Ahmer hükmündeki
eski askeri kalelerin hissi esas alınmış. Mimar
Torecillas tarihi şehirlerden gelen sembolik ve
varoluşsal etkiyi alana getirmek üzere çalışırken
ziyaretçilerin ‘Granada’nın yeraltı mitolojisinin
bir parçası olan ışık ve karanlıkla karşılaşmasını’
hedeflemiş. İki duvardaki çeşitli aralıklarla birlikte
bu alan, doğrudan spesifik bir tarihi formu
hatırlatmadan Ortaçağ duvar kavramının fiziksel ve
formel özelliklerini yakalamayı başarıyor. Burada
duvarın soyut geometrisi geçmiştekinden farklı,
ancak taşların arkitektonik yığma yöntemi ile
geçmişe bağlanıyor.
İnşaat oldukça basit ama mitolojiden temellenen
monolitik etkisi çok güçlü. 112 m3’lük standart
ölçüde büyük, işlenmemiş granit taşlar, verimli
bir uygulamayla yerin altına gömülü bir yatağa
yerleştirilmiş. Yine de metafizik etki çok net. Basit
ve temel bir deneyim yaratılıyor. İnsan ölçeğinde
ziyaretçiler onları taş malzemeyle doğrudan temas
ettiren dar aralıkta yollarını buluyorlar. Bu uzun,
garip tünel bilişsel ve ruhani bir etki yaratıyor. Bu
The goal was to endow this stretch with visual continuity, redefine the
vanished historical borders and safeguard the remaining medieval fabric.
Seen from a distance, the new wall is in harmony with the historical walls,
respecting their linearity yet when experienced close up, however, strikingly
different from the original wall.
Two small openings on either side of the 40 meter (130 foot) wall allow
access from one side of the wall to the other, via a narrow passageway
between the two stacked granite walls. This surprising gap creating this
interior space was influenced by “old military fortifications, the spirit of
secret passageways and night patrols” dating from the Andulacian past of
the Islamic Nasrid Empire that once ruled Granada. The architect Torrecillas
working to invest space with existential and symbolic impact originating
from the cities past wanted visitors “to negotiate a world of light and
darkness that is a part of the myth of underground Granada.” Combined
with the numerous apertures in the two walls, this space captures something
of the material and formal qualities of the medieval concept of the wall
without immediately recalling any specific historical form. Here the abstract
geometry of the wall is one removed from the past but is connected through
the architectonic method of stacking stones. The construction was quite basic
but powerful in its monolithic strength, pointing to myth as its basis. The
112 m3 of granite is piled up in large untreated stones of standard section
and length -the most efficient scheme- placed on a bed buried under the
ground. Yet the metaphysical impact is quite clear. The experience is basic
and elemental. At human scale visitors walk, having the task of navigating
this narrow gap that puts them into direct contact with the stone material.
This long permeable tunnel is an odd space that creates an affect that is
cognitive and spiritual. The experience puts the visitors literally in the wall
giving them an understanding of its basic properties in an abstract and
ambient way. The spaces relation to the non-Western past of the city and
the older wall has forced this contemporary architecture to act in a symbolic
and one could propose in a metaphysical manner to create a cotemporary
Nazari Duvarı eklentisi dar bir geçiti çevreleyen ve iki
yandan giriş yapılabilen iki paralel duvardan oluşuyor.
The Nazarí Wall intervention is comprised of two
parallel walls lining a narrow passageway with
entrances on either side.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 65
Projeler/Projects: Granada
MİMAR / ARCHITECT: Antonio Jímenez Torrecillas
YER / LOCATION: Alto Albaicín, Granada, İspanya / Alto Albaicín, Granada, Spain
YIL / YEAR: 2002 – 2008
PROGRAM / PROGRAMME: Yerleştirme ve peyzaj / Intervention and landscaping
MALZEMELER / MATERIALS: Granit blok ve yer döşemeleri / Granite blocks and pavers
OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 60m2 duvar / wall, 50m2 merdiven / stairs
TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Amaya Navarro Oteiza, Mª Jesús Conde Sánchez, Miguel Ángel
Ramos Puertollano, Michele Panella, Alberto García Moreno, David Arredondo Garrido,
Michele Loiacono, Manuel Guzmán Castaños, Miguel Dumont Mingorance, Miguel
Rodriguez López, Gustavo Romera Clavero, Erwan Blanchard, Maylis Vignau.
deneyim ziyaretçileri tam anlamıyla duvarın içine sokarak duvarın
temel özelliklerini soyut ve çevresel olarak anlamalarını sağlıyor.
Alanın şehrin batılı olmayan geçmişiyle olan ilişkisi ve tarihi duvar
bu çağdaş mimariyi sembolik ve metafizik bir tavra zorlayarak, hem
gündelik, hem de metafizik bir güncel deneyim yaratmasını sağlıyor.
Geçmişle olan teması, bu zaman ve mekanlar arası geçitin tam
anlamıyla mihenk taşını oluşturuyor.
Nazari duvarındaki müdahale Antonio Jiménez Torrecillas mimarlığın
bu bölge için gerçekleştirdiği master tasarım planının sadece bir
parçası. Plan –artan kentsel gelişime bir tampon bölge olarak
görülen- çevredeki peyzajın korunmasını ve yakındaki San Miguel
Alto şapelinin restorasyonunu da içeriyor. Duvara paralel yeni bir
merdiven ve kaldırımın yenilenmesi de plan dahilindeki diğer
peyzaj unsurları. Tarihi duvar, yenilenen granit duvar ve merdivenin
oluşturduğu düzen, geçitler ve patikalarla benzersiz bir ağ oluşturarak
metafizik mimarinin gücüyle gündelik bir deneyimi bambaşka zaman
ve uzay boyutlarına taşıyor.
66 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Mimari alan
çağdaş tasarımı
kullanarak
tarihi
duvarların
ruhuna
gönderme
yapıyor.
The
architectural
space refers
to the spirit
of the ancient
walls using
contemporary
design.
experience that is everyday yet metaphysical.
Importantly it’s the contact with this non-Western past
that is literally the touchstone for this passage in time
and space.
The intervention in the Nazarí wall is but one piece of
the larger master design for this area by the architectural
practice of Antonio Jiménez Torrecillas. It also includes
the preservation of the landscape surrounding the area
-seen as a buffer for continued urban developmentand the restoration of the nearby chapel of San Miguel
Alto. Additional landscape elements included the paving
refurbishment and a new staircase parallel to the wall
itself. The network of the historic wall, the new granite
wall and the staircase creates a unique constellation of
paths and passage ways that take everyday experience
into new dimensions of space and time driven by the
qualities of a metaphysical architecture.
Yeni ve eski
duvarlar
birbirlerinden
farklı
olmalarına
rağmen
geçmişin
deneyimini
geleceğe
taşımak üzere bir
araya geliyor.
The new and
old walls are
distinct yet
work together
as a whole
bringing
together the
experience of
the past into
the present.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 67
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
68 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
İkincil doku
Atlas Okyanusu’ndaki Asor Takımadası’nın volkanik özellikler
taşıyan ve zengin su kaynaklarına sahip Furnas köyüne
yapılan Furnas Araştırma Merkezi, doğal değerleri yok olmak
üzere olan bölgedeki sürdürülebilirlik yaklaşımının tasarıma
dönüştürülmesine iyi bir örnek teşkil ediyor.
Design rejuvenation
The design of the Lake Furnas Research and Monitoring Center gives
importance to ecological efforts in this special corner of the Azores Islands.
Yazı-Text: Derya Uzal, FOTOĞRAF-Photo: FG+SG Fernando e SergIo Guerra
A
sor takımadası, Atlas okyanusunda, Akdeniz’in tam üzerinde,
Portekiz kıyılarının 1500 km açığında yer alır. Kartaca ve Arap
denizcilerin uğrama amacıyla kullandığı, 14. yüzyılda İtalyan
denizciler tarafından aralıklarla kullanılmış, daha sonraları
ilk kez onlara bugünkü adı veren Portekizliler tarafından işgal
edilmiştir. 1976 yılından bu yana Portekiz’e bağlı özerk bir
bölge. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusu boyunca uzanan Asor Adaları
yanardağ kökenli. Batı yönünde, takımadanın en büyük kenti olan Ponta
Delgada’nın yer aldığı, 130.000’i aşan nüfusuyla, en kalabalık olan Sâo
Miguel Adası bulunuyor. Yükseklikleri 1000 metreyi aşan tepeler, lav
akıntılarına ait izler ve kaldeiralardan oluşan ada hala hareketli bir
jeolojik yapıya sahip. Tropikal ve kutup hava kütlelerinin çarpıştığı bir
bölgede bulunan ada genelde yağışlı. Bu yağışlar Akdeniz ikilimi ile
buluşunca zengin bir bitki örtüsü sunuyor.
Furnas köyü bu bölgede takım adaların en güzel yerlerinden biri, ikincil
volkanik hareketleri okunabilen, zengin su kaynaklarına sahip hidrolojik
bir cennet. Aşırı kullanımlar, bu iklim koşullarında sürdürülebilirliği tehdit
eden başlıca sebeplerden. Geçim kaynakları ve tarımdaki monokültürel
hareket, toprağın verimini azaltmış, adanın oluşumundan itibaren yetişen
bitki örtüsü yok olmuş, buna bağlı erozyon ve kuraklık başgöstermiş,
toprak kütleleri su kaynakları ve göllerde sığlaşmalara ve kirlenmelere
sebep olmuştur.
Furnas gölü çevresinin sürdürülebilirlik ve yeniden kazanımı gibi önemli
konulara odaklanmak üzere kurulmuş SPRAçores, havza ve kıyı alanlarını
yeniden yapılandırmak için 2006 yılının Ekim ayında çalışmalarına
başladı. SPRAçores, finans, hukuk, peyzaj, mimar ve biyoloji konusunda
yetkili araştırmacılardan oluşan interdisipliner bir yapılaşma. Aires
T
he Azores archipelago is located in the Atlantic
Ocean, 1500 km off coast of Portugal. Although
the Portuguese were the first to inhabit the
Azores giving the name to the archipelago in
the 15th century, Arab and Italian sailors had
used the Islands since the 14th century. The
Archipelago has been an autonomous region belonging
to Portugal from the 17th century on becoming official
in 1976. The mountainous land of the 9 principal islands
stretching along a northwest-southeast direction were
originally volcanic, retaining this topography today. The
most populous city of Ponta Delgada with a population of
130,000 is located on São Miguel Island the most crowded
in the Azores. Known as the “Green Island” it still shows
the dynamic features of the volcanic geological structure
with hill heights over 1000 meters and the remains of lava
streams set in highly lush forests and fields.
Located in a zone where climate and polar air masses
collide means the Island receives significant rainfall. When
this rainfall meets the Mediterranean climate, the rich
soil offers the opportunity for a diversity of vegetation
and animal life. It is here in this beautiful setting where
the village of Furnas is located, a natural paradise rich
with water resources. The Furnas Village is often referred
to as the “Drawing Room” of the Azores. It is one of the
most beautiful locations in the archipelago and its name
is related to the phenomena of secondary volcanism,
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 69
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
Mateus mimarlık, başından beri ekipte sürdürebilir tavrın tasarıma
dönüşme şeklini tartışırak, cevaplar bulmaya çalışır. Bu bağlamda niyetleri
toprağı değiştirmek değil, toprağın kullanımını değiştirerek, onu yeni bir
deneyimle işgal etmektir. Bilimsel bir farkındalık yaratmak, araştırmanın
tutarlılığı ve devamı için de ekonomik, ekolojik ve sosyal açıdan
sürdürülebilir olması önemlidir. Yapı programı ile beraber, çok fonksiyonlu
manzara alanları yaratmayı, ekolojik ve ekonomik sürdürebilirliği, yerel
ekonomiyi çeşitlendirmeyi ve heterojenite oluşturmayı hedefler.
Tasarımlarında konut-hacim ilişkilerini yerel malzeme üzerinden
sorgulayan Aires Mateus mimarlık ofisi benzer bir yaklaşımı Furnas
Gözlem ve Araştırma Merkezi’nde uygular. 1130 m2’lik göl kıyısı boyunca,
laboratuar ve ofisleri de barındıran, tüm ağaçlık alanı deneyimleme
imkanı veren bir teknoloji parkı projelendirir.
Bitki türlerini yeniden yetiştirmek üzere, büyük fidanlık alanlarından
oluşturulan peyzaja, bir yapı eklentisi olarak taştan yapılmış birimler,
Asor’ların zaman içinde oluşmuş katmanlı doğal örtüsüne yerleştirilir,
ikincil bir gerçekliği böylece üretir. Basit geometrilerden yapılması ve
bazalt taşının cephelerde minimum müdahale ile kullanılmasından
dolayı doluluk-boşluk ve dokusuyla yeni yapısıyla yeni yapıyı var edebilir.
Araştırma yapılan alanlara çok fonksiyonlu sürdürelebilir peyzajlar sunan,
kapalı hacimlerini avlu ve bu peyzajlar arasındaki birimler olarak üreten
Aires Mateus işlevi yerel malzemeyle optimumda yorumluyor.
Aires Mateus Venedik Bienali için yaptığı Casa Areia’da mekan içinde kumu
kullanma yaklaşımı gibi, ilk fikirini açıkça temsil edildiği yapıları, şiirsel
deneylerle karakterize eder.
Araştırma merkezi ait olduğu doğal
ortamdan tasarımıyla farklılaşıyor.
This investigation center is part of
the natural setting but distinct
from in its design.
70 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
underground steam vents, that is felt in the Furnas Valley. Thanks
to the diversity of its sources of water, experts consider the Furnas
Valley a hydrological paradise. The village is also known for its
outstanding parks, gardens and sights.
Recently this area has come under threat from excessive use
as the issue of sustainability in the environment of Furnas
in São Miguel has become critical. Economic interests and
agricultural activity in the area have reduced soil fertility, led
to the disappearance of vegetation, caused land erosion and
contamination of water sources. The small lake in Furnas has
become important for ecologists for these reasons. To be able
to be focus on recycling and sustainability issues around the
Furnas Lake, the SPRAçores company was formed with an
interdisciplinary professional team derived from financial,
landscape, architecture and biological experts. SPRAçores, a public
company with 100% capital owned by the regional government of
Azores was established in October 2006 to manage and promote
areas of environmental interest in the Azores, has focused its
attention on the Furnas region. Approximately 250 hectares that
consist mainly of pastureland have been acquired and are being
intervened by SPRAçores. Importantly the Furnas Lake shores are
under a process of architectural and landscaping transformation.
As a part of the first phase of the ecological strategy of
revitalization of the shores of the Furnas Lake SPRAçores
constructed the Furnas Research and Monitoring Center, 2010,
designed by the Lisbon, Portugal practice of Aires Mateus led by
Manuel Aires Mateus and Francisco Aires Mateus. One of Aires
Mateus’ architectural strategies has been to try to find sustainable
attitudes towards projects from the beginning of design. In this
project, their idea was to transform the land not by physically
transforming it but occupying it with a new presence and
experience. According to the architects, “The project intends to
evoke the architectural landscape of the Azores, drawing upon
the form and material that embed the collective memory of
this island and archipelago, that have become, with time, a
second nature of this place.” Using this strategy Aires Matues
designed the Research and Monitoring Center and the nearby
Researcher Accommodation building as basic, archetypal volumes,
straightforward and solid, reinforced with the affect generated by
the complete cladding with the local basaltic stone. The complex
includes additional landscape elements such as outdoor seating,
small buildings functioning as studios and lodgings inserted in an
extraordinary natural habitat: Lake Furnas.
The most dramatic of these buildings is the Research and
Monitoring Center. Winner of the prestigious MARMOMACC
International Award Architecture in Stone 2012, the Center is
noteworthy for using design for ecological goals. The sculptural
monolithic stone buildings bring high design to an area of natural
beauty valuing material and landscape in a process of synthesis.
Aires Mateus’ Research and Monitoring Center is clear statement
on using design to transform the idea and experience of a natural
place, of creating ecological value through design value. The
presence of the building and its contemporary design gives the
message that this area and its surroundings are important. Stone
is an important catalyst in this perception as it gives a sense of
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 71
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
Bu birimlerde katı kütlelerde boşlukları, iklime uygun yöntemlerle mekansal
bir zenginlik yaratmak için kullanır. İşlevlere göre oluşturulan kütleler;
araştırma alanları ve konaklama birimi cephe ve kullanım özelliklerine
göre birbirlerinden farklılaşır. Araştırmaların yapıldığı avlulu yapı, iç ve dış
ilişkisinde, dış mekanda peyzaja uzanan geçirimsiz taş duvarlarla, avluda taş
yüzeylerin izin verdiği şeffaf çerçevelerin arasında kalan bir ara mekandır.
Bazalt temelinde volkanik kökenli olması, ince taneli, yoğun, sert yapısı
ve aşınmalara dayanıklılığı ile dış mekanda kuvvetli bir peyzaj öğesine
dönüşürken iç mekanda yok olur. İç mekanın bütünlüğü ise yek ahşap
kullanımıyla yakalanmaya çalışılır, ahşap içeride işlevsel ve bağımsız bir
kesit sunar. Sert ve dayanıklı taş farklı eğimlerden oluşan cephe ve çatıda
kullanılmıştır. Peyzaja saplanan araştırma birimi dış duvarları, avluyu saklar.
Peyzaja bakan cepheyle başlayan yüzey, avlu iç cephe boşluklarında
şeffaf yüzeyleri aşıp, avlu taş zemini devam eder ve diğer cepheden
toprağa saplanır. Birimlerin yekpareliği içeride ve dışarıda aynı niyetle
birbirinden farklı malzemeler ile yakalanmaya çalışılır. Işığı yakalayan
ve hapseden hammadde burada Aires Mateus tasarım grubunca heykelsi
bir öğe olarak kullanılır.
72 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
solidity and value but is also connected to the local geology.
The architecture of the building is characterized by the presence of an
intermediate space between interior and exterior, a patio created by a
subtraction of volume, conceived almost as a sculpture, a block of material
excavated so that light may enter. The inner facades and the distribution system
of the building take place inside the patio. The monolithic appearance of the
building is achieved using basalt applied on a continuous shell of concrete.
The exterior stonewalls are held up by a reinforced concrete structure while the
stone roof is held up by a steel girder system. Overall the uniform cladding gives
the impression of one solid volume. The building was therefore conceived as a
sculpture, as a block of raw matter that is intentionally cut into to capture light
and the Lake itself.
Masses are generated by individual functions in the faceted envelope. The
Research Center ‘s courtyard is an intermediate space standing between the
transparent frames, permeated by interior stone surfaces with the impervious
stonewalls extending from the outer space towards the landscape. The basalt
originally volcanic turns into a strong landscape element with a fine-grained,
dense, hard and abrasion resistance surface. It disappears in the interior.
Geçici konaklamalara izin veren birim ise içeriden
4 eşit parçaya bölünmüş kompakt bir yapıdır. Her
cephede optimum ışık alabilmek için ahşap çerçeveler
dış kabuğu güneşi görme saatlerine göre farklı
yüksekliklerde keser. Bu cam yüzeylerle içeri çekilen
aydınlık alanları çevreleyen ahşapla iç mekanda da
malzeme sürekliliği konsepti korunuyor.
Birimler arasında göl kenarını yeni bir topoloji olarak
ele alan tasarım hikayesi taş ve beton yüzeylerin
kullanıldığı, küçük geçitler, bazalttan yapılmış
mobilyaları da içerir. Bu birimler doğal yapının içinde
girintili çıkıntılı zemin üzerinde ansızın beliriverir. Bir
rota tanımlanmış, bu rotaya kimi işlevler yüklenmiş,
boşluklar tespit edilip içlerine yerleşilmiştir. Değişimin,
izlenebilir kılınması, ziyaretçilere açılması ekolojik
olarak sürekliliği tartışırken sosyal ve ekonomik olarak
sürekliliği de sağlar.
Furnas gölü ve çevresinin yeniden işlevlendirilmesini
yerel dinamikleri efektif kullanarak sürdürülebilirliği
amaçlayan düşünce, zaman ve malzemeyi de
halihazırda araştırmanın konusu iken tasarımla
bütünleştirebilmiştir. Doğru malzeme kararları ile de
tasarım taçlandırmıştır.
binanın planı taş kütlenin merkezindeki
yarığın çevresinde şekilleniyor.
The plan of the buıldıng ıs based
around the cut ın the center of stone
volume.
Inside, a totally wood interior corresponds to the totally
stone exterior. The integrity of the interior is supplied by
the continuous wood surfaces, interior wood cladding both
on floor and ceiling enables a context independent but in
parallel to the exterior.
Inside and outside the design using these different
materials provides continuity and uniform surfaces. The
buildings appearing as geological formations closely
tied to nature in their abstract geometric shapes and
materials.
Designed as a new landscape topology, the Center and the
other new additions to the shores of Furnas Lake make
a clear statement to visitors of the importance of social,
economic and importantly ecological sustainability.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 73
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
74 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Plan ve kesitte keskin açılı volümler
göze çarpıyor.
Jagged angular volumes are present
in plan and section.
MİMAR / ARCHITECT: Manuel Aires Mateus, Francisco Aires Mateus
YER / LOCATION: Lagona das Furnas, Azores, Portugal
YIL / YEAR: 2008-2010
PROGRAM / PROGRAMME: Çevre kontrol ve araştırma merkezi / Environmental monitoring
and investigation center
MALZEMELER / MATERIALS: Volkanik bazaltik taş, doğal ahşap yer döşemesi, betonarme
strüktür / Volcanic basaltic stone, natural wood flooring, reinforced concrete structure
OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 1130 m2
TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Patrícia Marques, Valentino Capelo de Sousa, Mariana
Barbosa Mateus, Susana Rodrigues, Joana Simões, Catarina Belo, Francisco Caseiro,
Vânia Fernandes, João Caria Lopes
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 75
Projeler/Projects: İzmir
76 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Taş ev
Mimar Serhat Akbay 65 yıllık bir köy evini yerel mimariye
uygun olarak yenileyerek Urla, Yağcılar Köyü’nde Ağa
Han Ödülü’ne aday bir mimari eser yaratmış.
Stone House
Respecting traditional building practices architect Serhat Akbay
renovates a 65 year old village home in Urla on the Turkish Aegean.
Yazı-Text: Gözde Kavalcı
Urla’daki bu geleneksel evin
yenilenmesiyle şekli ve programı çağdaş
hayata uyarlanıyor.
The reconstruction of this traditional
stone house in Urla, Turkey, realigns
the shape and program of the house to
modern life.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 77
Projeler/Projects: İzmir
P
rofesyonel hayatının büyük bir bölümünü de İzmir’de geçirmiş olan
ve 2000 yılından beri Ege kıyılarında bulunan Urla-Yağcılar Köyü’nde
yaşayan mimar Serhat Akbay, projelerini içinde bulunduğu coğrafya
ile bütünleştirmekteki başarısıyla tanınıyor ve bölgesel mimarideki
başarısını tasarladığı her yapıyla daha da sağlamlaştırırken kendisi
de bölgede yerel bir hayat yaşamayı tercih ediyor.
Akbay yapılarını, bölge koşullarının ısı, rüzgar, ışık, toprak gibi tüm
özelliklerini göz önünde bulundurarak tasarlıyor ve doğaya her hangi bir
etkide bulunmadan yöre koşullarından olabildiğince yararlanmaya çalışarak
yapının form, malzeme ve inşa tekniklerini belirliyor.
Urla çevresindeki yerel mimarinin özellikleri de bu çalışmalara zemin
hazırlıyor. Ege Bölgesi’nin sıcak iklimi, mimarinin ana elemanını, yazın
yaşam alanlarını serin tutacak ancak kışın da soğuktan koruyacak kalın
taş duvarların oluşturmasına yol açmış. Urla’nın konumuna bağlı olarak
oluşan ve özellikle kışları sertleşen sürekli rüzgarlar düşünüldüğünde, kalın
duvarların kullanımı daha da anlam kazanıyor. Bu noktada geçmişte Sakız
Adası ile sürekli ilişki içerisinde olan Urla’da bölgesel mimarinin oluşmasında,
mübadele dönemine kadar bölgede yoğun olarak yaşayan Rum nüfusunun
inşa tekniklerinin etkisinin olduğunu da belirtmek gerekiyor. Mübadele
sonrası inşaatta görev almaya başlayan Türklerin de aynı yapı tekniği
prensiplerini yıllarca devam ettikleri biliniyor.
Yöre halkının eskiden zeytincilik ve bağcılık ile geçimlerini sağladıkları,
denize sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunan Urla’nın yerel mimari
özelliklerinden yola çıkarak bölgede çağdaş yaşama uygun yeni yapılar
tasarlayan ve mevcut olan kimi yapıları da restore eden Akbay, tasarım ve
malzeme seçiminin yanında, tasarladığı yapıların inşaasında da yerelliği
koruyarak bölgedeki ustalar ve diğer kişilerle birlikte çalışıp, onların
deneyimlerini de işin içine katıyor ve yerel imkanlar dahilinde problemlere
çözüm getiriyor.
Urla - Yağcılar Köyü’nde eşi ile yaşamak için tasarlayıp inşa ettiği Bağ Evi
ile 2002 yılında Ulusal Mimarlık Ödülü’nü alan ve ardından aynı proje ile
2003 yılında Ağa Han ödül adayı olan Akbay, evinden sonra aynı bölgede
konumlandırmak üzere tasarladığı ofisi “Mimarın Bürosu” ile 2006 yılında
düzenlenen 10. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde Yapı Dalı Ödülü’nü aldı.
YAĞCILAR köyü
taş ve beton
yapılardan
oluşuyor.
The rural
village of
YAĞICILAR, Urla
consists of
buildings in
stone and
concrete.
78 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
S
pending most of his professional life in Izmir, Turkey the architect
Serhat Akbay known for projects that are successfully integrated with
their surroundings has reinforced his success in regional architecture
with each new project. He has himself lived in very same geography
the Urla-Yağcılar village on the Aegean coast of Turkey since 2000.
Akbay designs his buildings with an emphasis on their unique regional
characteristics based on climate, temperature, wind, light and topographic
qualities. In his architecture he uses as much as possible local methods in
determining form, materials and construction minimizing the impact on
nature. The traditional architecture of Urla on the Aegean coast of Turkey is
the basis of much of his work. The Aegean climate determines the use of
thick stonewalls as the primary architectural element keeping living spaces
cool in summer and warm in winter. Due to Urla’s geographic position on the
Sea, these thick walls are also important in protecting against the constant
strong winds especially in the winter. It is important to mention here the
historic influence on the techniques of regional architecture of this area by
the Anatolian Greek population that lived in this area before WWI and of the
constant relations between Urla and the neighboring Greek Island of Chios.
We know that after the population exchanges between Greeks and Turks
after WWI the Turks used construction methods inherited from the Greeks for
many years.
Akbay has in work restored existing buildings and designed new buildings
for contemporary lifestyles inspired by the characteristics of the traditional
architecture of Urla which is located a few kilometers from the sea and has
a local economy based on olives and winemaking. In parallel to design and
material selection, Akbay preserves local character by working with local
craftsmen and villagers integrating their knowledge into his projects to use
local techniques in solving problems.
Akbay was awarded the Turkish National Architecture Award in 2002 and
nominated for the Aga Khan Award in Architecture in 2003 for the Vineyard
House in Urla – Yağcılar that he designed and built as a residence for himself
and his wife. Later in 2006 he would go on to receive the Construction Sector
Award in the 10th Turkish National Architecture Awards for his “Architectural
Office” building set in the same area.
Evin taş kabuğu
betonla takviye
edilmiş. Ana
volüm aynen
bırakılırken
pencere ve
kapıların yerleri
evin yeni tasarım
stratejisine
göre
değiştirilmiş.
The stone
shell of the
house has been
reinforced with
concrete. While
the primary
volume is intact.
windows and
doors have been
moved based on
the new design
strategy.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 79
Projeler/Projects: İzmir
Bu ödüllerin, mimarın profesyonel hayatına olan etkisi kadar, köylülerin
kendisine ve yaptığı işlere bakış açısına olan etkisi de büyük olmuş. Köy halkı
olumlu gelişmelerle birlikte, Akbay’ın köye romantik amaçlarla gelmediğine
ve köye anlamlı katkılarda bulunduğuna ikna olmuş.
Taş Ev, Akbay’ın 2006 yılında restore etmek amacıyla satın aldığı, yola cephesi
olan ve bölgenin yerel mimarisinde sıkça karşılaşılan örme taş duvarlara
sahip eski bir ev. Yapı, İzmir şehir merkezi ve her geçen yıl turistik bağlamda
daha da popülerleşip yaz-kış hem yerli hem de yabancı turistleri çeken Çeşme
arasında, yarımadanın tam ortasında olan Urla’da bulunuyor. Bu kadar
hareketli iki nokta arasında olmasına rağmen dinginliğini korumayı başaran
bölgede, Akbay’ın yaşadığı evin ve ofisinin de bulunduğu Yağcılar Köyü’ndeki
dört odalı bu taş yapıda, öncelikli olarak iki ay boyunca sıva söküm işleriyle
uğraşılmış ve yapının statik olarak uygun olup olmadığı araştırılmış. 65 yıl
önce, Akbay’ın şimdiki ortağının dedesinin, oğullarından biri için imece usulü
inşa ettiği yapı, çamur ile işlenmiş olmasına rağmen yığma yapı şartlarına
uygun çıkınca, mimar ortaya çıkan taş malzemeyi korumuş ve binanın
içerisinde bulunan ara kat zemin döşemesini ve odaların arasında bulunan
bölmeleri kaldırararak, taş malzemenin yapıya sağladığı ayırt edici özellikleri
belirginleştirmeyi amaçlamış. Bu noktada yapının, günümüz mimarisine
uygun bir yığma yapı geleneğinde inşa edilmemiş olmasına rağmen yıllar
boyu oldukça sağlam bir şekilde ayakta kalması, Serhat Akbay’ı etkileyen
80 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
These awards affected the architect’s professional life but also greatly
improved the perception of the architect and his work by the villagers of
Urla. Due to these positive events, the villagers became convinced that
Akbay didn’t come to the village with only romantic interests but was making
a meaningful contribution.
The Stone House bought by Serhat Akbay in 2006, is an old village house with
traditionally clad stone walls -quite common in local architecture- facing
the road. The house is situated in the town of Urla in the middle of the
peninsula between the city of Izmir and the tourist town of Çeşme.
Although being surrounded by two destinations bustling with people, this
portion of the peninsula is still quiet and serene. Before Akbay moved into
this four-room house where he both lives and works, he carried out the
static analysis of the building and took 2 months to scrape the plaster off the
walls. The house built by the grandfather of Akbay’s current business partner
in cooperation with fellow villagers 65 years ago, turned out to comply with
current masonry building standards. Although mud was originally used to
cement the stones, Akbay kept the stone structure intact. He removed the
mezzanine flooring and the separations between the rooms in order to bring
out the distinct character of the building achieved by stone. The architect
was thoroughly impressed by this building that remained strongly intact
after many decades of wear and tear, although not having been built with a
unsurlardan biri olmuş. Yapı güçlendirilerek restore edilirken, taşın güçlü ve
sağlam etkisini kuvvetlendirmek ve bir başka malzemenin taş ile yarışmasını
önlemek için, malzeme olarak taş haricinde ahşap, çelik ve cam oranlı bir
biçimde, taş duvarların bütünsel etkisini kırmayacak şekilde kullanılmış.
Bölgede yaygın olarak kullanılan taş örme duvarların dayanıklı yapısı, Taş
Ev’de yaşama alanını çevreleyen bir kabuk olarak varlık gösteriyor. Taş
malzemenin duvar yüzeylerindeki sürekliliğini sağlamak için, evin orjinal
yapısında bulunan iki pencere de kapatılmış ve çatı, taş duvarların içerisine
yapılan çelik konstrüksiyonun üzerinde konumlandırılarak yapıdan 50
cm. daha yukarıya taşınmış. Duvar hizasınca yükselen sabit cam yüzeyler
ile kaplanan, çatıyla duvarlar arasında bulunan bu boşluk, kütlesel taş
duvarların algısını güçlendirirken, aynı duvarların engellemiş olduğu gün
ışığının istenilen düzeyde içeri sızmasını sağlayarak yapıya karakter veren
önemli özelliklerinden birisini oluşturmuş.
İki katlı mekan
üst kattaki
yatak odası
ile birlikte
tek bir alana
dönüştürülmüş.
Yeniden
inşa edilen
ahşap çatı
içerlek yatay
pencerelere yer
açmak üzere
yükseltilmiş.
The twostorey interior
has been
transformed
into one
major space
with an upper
level sleeping
area. The
reconstructed
wood roof
has been raised
slightly to
allow space
for recessed
horizontal strip
windows.
masonry technique in line with contemporary standards.
While the building was restored and strengthened, the
architect also utilized wood, steel and glass in addition
to stone in a subtle balance to enhance the stark and
strong effect of natural stone without overpowering it.
The strong stone structure prevalent in local architecture
forms a shell around the living volume of the house. To
provide continuity to the stone surfaces, two windows
were removed from the original structure of the house
and the roof supported by the steel structure built
inside the stone walls was raised 50 cm. This space
between the wall and the roof and framed with glass
surfaces along the wall, strengthens the impact of the
voluminous stone walls while enabling the sunlight
these same walls block to penetrate inside the building.
The primary characteristic of the house, which is in distinct
harmony with the other houses of the village, is the
strength of the simple geometry realized by the use of
only stone in the exterior walls. The wood roof, which is
distinct from the stone base, nonetheless exists in visually
unity with the overall composition of the two-story house.
Both the stonewalls and the timber roof are equally strong
presences in the exterior as well interior of the house.
Using traditional techniques as a basis for developing
innovative solutions, the Stone House with its prismatic
form is as spare as traditional village house yet
possesses at the same time the nuances of contemporary
architecture. This building currently used as a design
workshop, which was at one time facing destruction, has
raised the awareness of the value of the other traditional
buildings in the village. The construction, which was
realized with the grandchildren of the original owners,
provided additional meaning for Akbay.
Akbay who is not only concerned with professional
design and construction but with also the local life in
the region himself notes the positive developments
in the construction of the building of the village and
awareness that was generated by the awards in an area
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 81
Projeler/Projects: İzmir
Taş duvarlar
evi keskin Ege
güneşinden
korurken, iç
mekana yerel
karakter
kazandırıyor.
The stone walls
protect the
house from the
harsh Aegean
sunlight while
providing local
character to
the interior
design.
82 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Köydeki diğer yapılarla güçlü bir uyum halinde olan yapının ana özelliği,
duvarların özellikle dış cephede taştan başka bir malzemeyle bölünmemiş
olması sebebiyle güçlenen basit geometrisinde yatıyor. Ahşap, basit bir
formda ve binanın kabuğundan ayrı bir şekilde durmasına rağmen yapıyı
bütünleyen bir çatıya sahip iki katlı evin, bir de avlusu bulunuyor. Hem taş
örme duvarlar hem de ahşap çatı, yapının dışında olduğu gibi, güçlü etkisini
iç mekanda da koruyor.
Prizmatik yapıdaki Taş Ev, geleneksel yöntemleri baz alarak geliştirilen
yenilikçi çözümleriyle, bir köy evi kadar yalın olmayı ve çağdaş mimarinin
nüanslarını da aynı anda taşımayı başarıyor. Şu anda bir tasarım atölyesi
olarak kullanılmakta olan yapının zamanında yok olmaya yüz tutmuşken
tekrar kazanılması, köydeki diğer evlerin de değerlerinin farkına varılmasını
sağlamış. İnşaatın, yapının 65 yıl önceki ilk sahibinin torunlarıyla birlikte
yapılmış olması ise, Akbay için ayrı bir anlam teşkil ediyor.
Bölgede sadece profesyonel yapı tasarımı anlamında değil, aynı zamanda
yerel hayatla da ilgilenen Akbay, hızla gelişmekte olan turistik bölgelere
yakın konumlanan köyün yapılanmasında, olumlu gelişmeler ve yapılara
gelen ödüllerin de yardımıyla bir bilinç oluştuğunu belirtiyor. Türkiye’de Ege
ve Akdeniz bölgelerinde özellikle 70’lerden itibaren oluşan turizme bağlı
çarpık yapılaşmanın durdurulamaz bir ivme kazanmasına bağlı olarak,
Geleneksel
taş işçiliğiyle
örülmüş
duvarlar
betornarme
kirişlerle bir
arada.
Traditional
stone masonry
walls are
combined with
reinforced
concrete beams.
adjacent to the quickly developing tourist centers of the
region. Akbay’s Stone House and his similar projects gain
greater importance when considered in the context of
the rapid and uncontrollable momentum in construction
that accompanied the growth of the tourism sector
in Turkey’s Mediterranean and Aegean regions that
started in the 1970s, the near destruction of the natural
vegetation, the quick disappearance of the centuries
old architectural character of the area in the formation
of rural life based primarily on these construction and
tourism dynamics.
Akbay’s architectural strategy preserves regional
architecture in a complete assessment of the values
of the region while merging these buildings with
contemporary lifestyles and needs. He has in work in
Urla transformed the perception of the local architecture
and in parallel improved the lifestyle standards of
the village, restarting the viniculture in Urla that had
100 years ago been the primary economy of the rural
geography.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 83
Projeler/Projects: İzmir
Evin yeni planında üst katı yatak odasına ayrılan açık bir merkezi alan ile daha az
pencereye yer veriliyor.
The new plan for the house consists of a free-flowing central space with an upper
sleeping area and fewer windows.
bitki örtüsünün yok denilecek vaziyete gelmesi, mimari anlamda bölgenin
yüzlerce yıldır oluşan yerel özelliklerinin ivedi bir şekilde ortadan kaldırılması,
dolayısıyla bölgedeki yerel yaşamın da tüm bu turizm ve imar koşullarına
göre şekillenmesi göz önünde bulundurulursa, Akbay’ın Taş Ev ve benzeri
diğer projeleri ile ortaya çıkardığı işler yarattığı farkındalıkla daha da anlam
kazanıyor.
Yerel mimariyi yörenin tüm özellikleriyle birlikte değerlendirip korurken,
günümüz insanının yaşam koşullarını ve ihtiyaçlarını irdeleyerek tasarladığı
yapıları çağdaş yaklaşımlarla bütünleştiren Akbay, bölgede mimaride olan
bakış açısına paralel olarak yaşam koşullarında da değişiklik yaratıyor ve
yüzyıllar önce Urla’da halkın ana geçim kaynaklarından olan bağcılığı köyde
tekrar başlatıyor.
12 senedir köy halkıyla birlikte yaşayarak hem mimarlık hem de bağcılık
yapan Serhat Akbay’ın bölge için tasarladığı her yapı, içerisinde bulunduğu
doğanın ve yörenin bütünselliğini hiçbir şekilde etkilemeden, ikisinin de
özelliklerini kendisinde barındırıyor ve bu entegrasyonla yerel mimariyi bir
adım ileriye taşıyor.
84 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Serhat Akbay who has lived with the villagers for 12 years
pursuing architecture and winemaking has in all the
buildings he has designed in the area been careful not
to adversely effect the unity of the natural and local
social condition, retaining their value in his design and
by integrating them into regional architecture advancing
its development.
MİMAR / ARCHITECT: Serhat Akbay
YER / LOCATION: Urla, İzmir, Türkiye / Turkey
YIL / YEAR: 2006
PROGRAM / PROGRAMME: Konut / Residence
MALZEMELER / MATERIALS: Doğal taş, ahşap, metal / natural stone,
wood, metal
OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 80 m2
TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Serhat Akbay
Projeler/Projects: Dubrovnik
karşıtlıklar ters yüz
Hırvatistan’in ünlü sahil kenti Dubrovnik’te halka açık bir
otopark ve spor salonundan oluşan InsIde_OutsIde projesi
bölge için önemini altyapısal özelliklerinin yanı sıra,
yapının çevresiyle yakın ilişkiye girmesini sağlayan tasarım
çözümlerinden de alıyor.
Contradictions Inside Out
Traditional limestone masonry walls are an integral part of this hybrid
parking and sports facility in historic Dubrovnik, Croatia.
Yazı-Text: Eray Çaylı
86 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 87
Projeler/Projects: Dubrovnik
88 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
K
runoslav Ivanišin ve Lulzim Kabashi’den oluşan Ivanišin.
Kabashi.Arhitekti’nin Hırvatistan’ın ünlü sahil kenti
Dubrovnik’te gerçekleştirdiği proje Inside_Outside (İçerisi_
Dışarısı), halka açık bir otopark ile spor salonundan oluşuyor.
Ülkedeki ilk kamu-özel sektör ortak girişimi olan proje,
bölgedeki bir ilkokula ait metruk bir spor sahasının 2000’lerin
başında yerel idareye devredilmesi sonucu başlayıp 2009 yılında
tamamlanmış. Projenin daha hacimli kısmını oluşturan yapı, dört kata
yayılan toplam 24 bin metrekarelik yüz ölçüme ve 750 araçlık kapasiteye
sahip bir yarı yeraltı otoparkı. Bu yapının üst kısmındaki alanın ise
açıkhava spor sahaları, kafe, bar ve seyir terasının da aralarında
bulunduğu çeşitli sosyal tesislerin inşası için değerlendirildiği görülüyor.
Projenin ikinci önemli bileşeni ise, ilkokulun arazisine komşu parselde
inşa edilen 2 bin metrekarelik bir kapalı spor salonu. Proje kapsamında,
otopark ve rekreasyon gibi farklı programların doğrultusunda tasarlanan
iki yapıya yan yana yer verilirken üretilen tasarım çözümleri, genelde
birbirine karşıt olduğu varsayılan olguları ayıran sınırların bulanıklaştığı,
‘melez’ niteliği yüksek bir projenin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Hırvat mimar ikilinin projeleri aracılığıyla müdahalede bulunduğu ilk
varsayım otoparkların kentteki rolüyle ilgili. Otopark benzeri öğelerin
kentsel tasarım bağlamındaki değerlerinin genellikle sadece altyapısal
özellikleriyle sınırlı olduğu kabul edilir. Elbette, Dubrovnik’in turistik
merkezinin hemen yanında yer alan ve trafik yoğunluğunun özellikle
yaz aylarında arttığı bir bölgeye yapılan yüksek kapasiteli bir otopark
projesi bu açıdan büyük öneme sahip. Ancak Inside_Outside yakından
incelendiğinde, projenin bölge için öneminin yalnızca altyapısal
Dubrovnik’in Akdeniz fonu ve tarihi
dokusu tasarıma kaynak teşkil ediyor.
Dubrovnik’s Mediterranean setting
and historic fabric were important
guides to the design.
I
nside_Outside, a project by the architect duo
Krunoslav Ivanišin and Lulzim Kabashi’s Ivanišin.
Kabashi.Arhitekti, consists of a public carpark and
sports center in the famous Croatian coastal city of
Dubrovnik. Completed in 2009 as the outcome of
the first public-private partnership in the country,
the project was launched in early 2000s when a derelict
sports ground belonging to a local elementary school
was handed over to the municipality. The larger part of
the project is the 24000-squaremeter semi-underground
car park which spreads over four floors and can serve up
to 750 cars. Atop this building is the area which hosts
various recreational facilities such as outdoor sports courts,
a cafe-bar and a viewing terrace. The other significant
component of the project is the 2000-squaremeter indoor
sports hall constructed on the lot adjacent to an elementary
school. The design solutions generated through reconciling
the two very different architectural programs of the car
park and recreational facilities have led to the blurring of
boundaries between phenomena that are often taken to
be contradictory, and created a project with a decidedly
“hybrid” character.
The first assumption into which the Croatian architect
duo Ivanišin.Kabashi.Arhitekti intervenes has to do with
the role of the car park within the urban context. It is
generally assumed that the urban significance of car
parks is limited to their role as infrastructural elements.
To be sure, there can be no doubt of the infrastructural
importance of a high-capacity car park in an area that
is in close proximity to Dubrovnik’s tourist center where
road congestion peaks especially in the summer. But
a closer look into Inside_Outside suggests that the
architects have made noteworthy efforts for the project’s
significance within the larger context of Dubrovnik to
transcend a merely infrastructural role. These efforts
are most evident in a number of design solutions that
are striking in the way they help the project to relate
meaningfully and harmoniously to its surroundings. A case
in point is the semi-underground car park that, despite
the challenge presented by its topographic position, is
still not disconnected from its environment, and benefits
from sunlight even in its lowermost floor. Thanks to its
interior design, which reduces the hefty effect of columns
and beams, the car park’s overall look is relatively airier
compared to its counterparts. Lifts and ramps that allow
wheelchair access help expand the audience the car park
serves. Another significant feature that adds to the project’s
public character surely pertains to the cafe, bar and viewing
terraces on the rooftop area. Overlooking Dubrovnik’s
coastal historic city center, the project seeks to share the
benefits of its advantageous geographical location with the
larger public.
It is possible to trace Inside_Outside’s harmonious
relationship with nature via its design decisions regarding
color and materials. Located right next to Dubrovnik’s
UNESCO World Heritage city center, the project area is also
where the large naked chunk of limestone that is Mount
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 89
Projeler/Projects: Dubrovnik
Kireçtaşı ve
galvanize çelik
sokak hizasında
şaşırtıcı şekilde
birleşiyor.
Limestone and
galvanized steel
are surprisingly
paired at street
level.
özelliklerinden ibaret olmamasına özen gösterildiği görülüyor. Bu
özenli yaklaşım, yapının çevresiyle yakın ilişkiye girmesini amaçlayan
dikkate değer tasarım çözümlerinde vücut buluyor. Örneğin, kısmen
yeraltında konumlanmış olan otopark, bu özelliğine rağmen tasarımı
sayesinde çevreden kopmuyor ve en alt katının dahi günışığından
faydalanmasına olanak tanınıyor. Otoparkın, kolon ve kiriş gibi
taşıyıcı elemanlarının ağırlığını hissettirmeyen iç mekan düzenlemesi
sayesinde çoğu benzerinin aksine oldukça ferah bir görüntüye sahip
olduğu fark ediliyor. Bedensel engellilerin erişimine olanak tanıyan
asansör ve rampalar da yapının hizmet verebileceği kitleyi büyütüyor.
Projenin kamusal niteliğini artıran bir diğer özellikse hiç şüphesiz teras
kısmındaki kafe, bar ve seyir alanları. Dubrovnik’in deniz kıyısındaki
tarihi şehir merkezini tepeden gören bir arazide yer alan otopark, bu
coğrafi konumunu üst kısmındaki sosyal tesisler aracılığıyla kamunun
kullanımına sunuyor.
Inside_Outside’ın çevresiyle olan uyumlu birlikteliğinin izini mimari
programın yanı sıra renk ve malzeme tercihi gibi maddesel özellikler
üzerinden de sürmek mümkün. Proje, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde
yer verilerek korumaya alınan Dubrovnik’in tarihi şehir merkezinin
hemen bitişiğindeki bölgede yer alıyor. Burası ayrıca, yer yer çıplak bir
kireç taşı kütlesini andıran Srdj Dağı’nın Adriyatik Denizi’ne kavuştuğu
yer. Projenin bu coğrafi konumunun, mimarların estetik tercihleri için
önemli bir referans noktası ve ilham kaynağı olduğu açık. Çevrenin
tasarım üzerinde yaptığı bu önemli etkinin ipuçlarını projede sıklıkla
karşımıza çıkan taş malzemelerde bulmak mümkün. Örneğin, otoparkın
ana araç girişinin üzerinde yapılmış olan peyzaj düzenlemesinde
geniş bir kayalık alana yer veriliyor. Dahası, söz konusu düzenlemede
kullanılan kireç taşlarının kökeni de yine bu topraklara dayanıyor.
Taşların çıkarıldığı yer, yarı yarıya yere gömülü olarak inşa edilen
otoparkın ve kapalı spor salonunun yapımı sırasında kazılan otuz bin
metreküplük inşaat çukuru.
90 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Srdj joins the Adriatic Sea. Clearly, this geographical position
is an important reference point and an inspiration for the
architects’ aesthetic decisions. This impact made by nature
on architecture can be seen in the stone-type materials that
are used frequently in the project. The landscape design of
the area atop the main car entrance is a case in point, as the
stones filling up this area originate from the very location
where the project is built and are the remainders of the
30000 cubic meter construction pit dug when laying the
foundations for the project.
The project does not employ stone only as an element of
landscape design element. Both the façades of the rooftop
facilities and the wall marking the project’s limits are
covered with limestone. Here, the decision to use limestone
bears the influence of local regulations. When seeking the
municipality’s permission for the demolition of a nearby
limestone wall that would otherwise impede the project,
the only condition imposed on the architects concerned the
use of the exact same materials and production methods in
their construction. This is only one example of the various
measures taken by Dubrovnik’s local authorities to protect
the city’s status as a world heritage site. The architect duo’s
solution to this problem sprung out of their encounter
with a local stonemason in a nearby village. The encounter
then led to a collaboration that introduced the limestone
surfaces which now help Inside_Outside provide a smooth
transition between nature and architecture as well as pay
tribute to Dubrovnik’s medieval city walls which are of the
same material.
Such decisions on materials allow not only for a certain
degree of harmony between the built and the natural but
Şehrin imar
kanunu
Dubrovnik’in
kireç taşının
kaplama ve
geleneksel
duvar
örmelerinde
kullanımını şart
koşuyor.
Limestone from
Dubrovnik used
as cladding and
in traditional
masonry walls
was required
by the city’s
building
regulation.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 91
Projeler/Projects: Dubrovnik
92 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Taş, projede karşımıza sadece bir peyzaj elemanı olarak çıkmıyor.
Otoparkın teras kısmında yer alan yapıların cepheleri ile, projenin
sınırlarını çevreleyen araziyi batıda komşu olduğu caddeden ayıran
betonarme duvarların bir kısmı da kireç taşıyla kaplı. Buradaki malzeme
tercihinin ardında, yasal bir kısıtlamanın yaratıcı bir çözüme evrildiği
bir süreç yatıyor. Kısıtlama, yerel yönetimin, Dubrovnik’in ‘dünya mirası’
niteliğini mümkün kılan mimari dokusunun korunmasına ilişkin.
Mimarlar, bu duruma kentin civar köylerinden birinde tanıştıkları bir taş
ustasıyla birlikte çözüm getiriyor. Ustanın geleneksel yöntemlerle işlediği
kireç taşının yapının çevreyle buluştuğu yüzeylerdeki kullanımı, kentin
Ortaçağ’dan kalma ve aynı malzemeden yapılma surlarına da bir saygı
duruşu niteliğinde.
Malzemeye ilişkin benzer kullanım tercihleri, yapının çevreye uyum
sağlamasının haricinde, projenin üretim sürecinin izlerini sürebilmeyi
de mümkün kılıyor. Elbette, inşaat sırasında yapılan kazılarda elde
edilen taşların peyzaj elemanı olarak kullanılması bu durumun en
açık örneği. Benzer bir durum yüzey bitirme tercihlerinde de karşımıza
çıkıyor. Yüzeylerin özellikle kentsel mimari dokuyla yakın temasa girecek
kısımları kireç taşıyla kaplanırken, bir kısmının da ‘çıplak’ betonarme
haliyle bırakıldığı görülüyor. Projenin mimari tasarımında, üretim
sürecine dair izlerin malzeme üzerinden sürülmesine olanak tanıyan
benzer müdahalelerin yanı sıra inşa edilen yapıların farklı katmanlarını
ve altyapısal öğelerini ele veren tercihlerle de karşılaşılıyor. Projede, çelik
benzeri daha çok taşıyıcı elemanlarda kullanılan bir malzemeye dahi
son kullanıcıyla temas eden kısımlarda rastlamak mümkün. Örneğin
spor salonunun cephesindeki beton panelleri bir arada tutan galvanize
çelik çerçeve, herhangi başka bir malzemenin ardına saklanmadan
görünür kılınmış. Çeliğin altyapısal amaçların yanı sıra mimari tasarım
öğesi olarak da kullanıldığı durumların bir diğer örneği de otoparkın
çatısındaki ana giriş kapısında yer alan çelik dikdörtgenler prizması. Okul
bahçesini aydınlatan elemanların bağlı bulunduğu direğin saklanmaya
ihtiyaç duyulmaksızın adeta altyapısal bir obelisk gibi görünür
bırakılması bu tercihlere bir diğer örnek. Söz konusu aydınlatma direği
ve otopark girişindeki soyut dikdörtgenler prizması gibi öğeler projenin
genel geometrisinde biçimsel bir dengenin sağlanmasına da yardımcı
oluyor.
Malzemenin yanı sıra renk kullanımındaki tercihler de, projede biçim
ve işlevi, mimari programın ipuçlarını verecek şekilde birleştiren bir
öğe olarak öne çıkıyor. ‘Taksi sarısı’ diye de bilinen ve genelde trafik
işaretleri ile kent içi çevre düzenlemelerinde sıkça karşılaşılan rengin,
otoparkın sahilden de görülebilen batı cephesinde kullanılması bu
açıdan önemli bir karar. Böylece, bir yandan mimari programın dışarıdan
fark edilebilmesi sağlanırken diğer yandan da yapının çevresinden
karakterli bir biçimde ayrışması söz konusu. Otoparkın yanı sıra, kapalı
spor salonunundaki aydınlatma ve duvar kaplama malzemesi tercihleri
sayesinde buradaki bazı iç mekanlara da sıcak bir sarı tonunun hakim
olduğu görülüyor. Projenin diğer kısımlarında da bir başka sıcak renk
olan kırmızının farklı tonlarıyla karşılaşmak mümkün. Örneğin, spor
salonu binasının beton bloklarla kaplı cephesinde soluk bir sarının yanı
sıra uçuk pembe boya kullanımı göze çarpıyor. Elbette, bu tercih salonun
hemen yanında bulunan ilkokulun mimari programı ve hedef kitlesine
also for an opportunity to trace the production process behind the project. To be
sure, the prime example of this is the limestone obtained from the construction
pit and then used as an essential element of landscape design. Other examples
include decisions on how surfaces of concrete structures are finished. While
surfaces that come in contact with the urban architectural fabric are clad in
limestone, others are left unprocessed in their raw concrete form. In addition
to these decisions that shed light on different stages of the production process,
there are others that reveal the various layers and infrastructural aspects of the
architecture. A case in point is the specific way in which steel is used in the
project. While generally an infrastructural material, steel in Inside_Outside even
appears on surfaces that have direct contact with the visitor. Hence the overt
visibility of the galvanized steel frames to which the concrete panels of the sports
hall’s façade are attached. Similarly, the role of the steel rectangular prism atop
the car park’s vehicle entrance transcends infrastructural needs and is akin to that
of a significant architectural design element. Yet another example is the lighting
pole situated in the schoolyard, which is not concealed at all and left visible as
if an infrastructural obelisk. In many ways, elements like this pole and the steel
rectangular prism by the car park’s vehicle entrance contribute also to the overall
geometric balance of the project.
In addition to decisions on materials, those on color also seem to merge form
and function in a way that implies the architectural program. Significant in this
respect is the architects’ decision to paint the western and the most visible façade
of the car park in ‘traffic yellow’, a color that often appears in road signs and
the inner-city streetscape. This decision comes across as an attempt to make
the car park’s program visible for people that view the building from outside as
well as to distinguish the building from its surroundings. In addition to the car
park, warm shades of yellow dominate also part of the sports hall’s interiors
thanks to decisions taken on how these spaces are lit and their walls clad. Other
warm colors such as red also appear in the project. A case in point is the concrete
Farklı malzeme, doku ve renklerde yüzeyler
binanın içinden dışına doğru devam ediyor.
Surfaces in different materials, textures
and colors, continue from the inside to
the outside of the building.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 93
Projeler/Projects: Dubrovnik
bir gönderme olarak da yorumlanabilir. Yine kırmızının bir tonu olan
kiremit renginin ise açıkhava spor alanlarının zemininde kullanıldığı
görülüyor. Projede kullanılan farklı sarılar Akdeniz güneşinin yöredeki
binaların kireç taşı duvarlarında ortaya çıkarttığı tonlarla iletişim
halindeyken, kırmızılar ise çevre binaların yerel mimaride önemli bir yeri
olan kiremit damlarıyla uyum içinde.
Kapalı spor salonunu içeren binanın geniş doğramalarla kaplı kuzey
cephesi Srdj Dağı’nın kısmen çam ağaçlarıyla kaplı yamacına bakıyor.
Böylece, salona geleceklere yalnızca burada gerçekleşecek spor
etkinliklerinin değil aynı zamanda arka plandaki doğanın da tadını
çıkarabilme şansı verilmiş oluyor. Dahası, üstü kapalı spor salonunun
zeminindeki renk de yine çevreyle uyumlu olacak şekilde seçilmiş. Her
ne kadar aralarında ton farkı olsa da, salon zemininin rengi de tıpkı arka
plandaki ağaçlar gibi yeşil. Projenin bu kısmında spor alanlarının yanı
sıra bale ve dans odası, soyunma odaları ve bir de revir yer almakta.
Inside_Outside, genelde karşıt olduğu varsayılan kavramları ayıran
çizgileri incelten bir tasarım müdahalesi olarak sivriliyor. Öncelikle,
otopark gibi bir programı alışılagelmedik bir biçimde kent için altyapısal
bir çözümden ziyade kamusal bir alan olarak öne sürüyor. Dahası, kırsal
ile kentselin, dağ ile denizin ve yerel ile küresel-turistiğin uyumlu
birlikteliğini, özellikle kireç taşı kullanımı yardımıyla, sağlıyor. Son
olarak, saklamaya gerek duymadığı taşıyıcı elemanları, altyapısal öğeleri
ve farklı malzeme katmanları sayesinde, yine genellikle zıt kavramlar
kabul edilen işlevsel ile dekoratifi birbirinin yerine kullanarak temasa
geçiriyor. Bu nedenle proje, tıpkı isminin vaat ettiği gibi, içeriyle dışarıyı
bir kılmaya ve karşıtlıkları ters yüz etmeye aday.
94 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
façades of the sports hall, which bear the both colors of pale yellow and light
pink. This can in many ways be considered also a reference to the program and
audience of the adjacent elementary school building. Another shade of red, burnt
ocher is used on the floors of the outdoor sports facilities. While the different
shades of yellow used in the project are in conversation with the Mediterranean
sun’s effect on the region’s limestone façades, those of red are in harmony with
the surrounding buildings’ roof tiles.
Facing the pine tree-covered hills of Mount Srdj, the northern façade of the indoor
sports hall is covered with wide glass windows. Visitors to the hall are therefore
presented the opportunity of enjoying not only the sports activities taking place
there but also the surrounding nature in the backdrop. What is more, the color of
the indoor court’s floors is also in harmony with this scenery: both the floors’ and
the pine trees’ colors are green, with a slight difference in shade. Besides sports
facilities, this component of the project includes also a ballet and dance hall,
changing rooms and an infirmary.
Inside_Outside is a design intervention into the boundaries, which are assumed
to separate presumably contradicting concepts. It first presents as public space the
car park whose role within the city is often taken for granted as pertaining only to
infrastructural purposes. Using a significant local material such as limestone, the
project then sets out to achieve a certain degree of harmony between the rural
and the urban, the mountains and the sea, and the local and the global-touristic.
Finally, its structural elements, production processes and different material layers
all made visible suggest that the project’s approach to ‘the decorative’ and
‘the functional’ is as two interchangeable concepts. This is why the project, as
suggested by its name, promises to substitute the inside for the outside and turn
contradictions inside out.
Taş yamacın içine yerleştirilen
otopark alanı zemin hizasında spor
salonlarının arkasına gizleniyor.
The parking facility is inserted deeply
into the stone mountainside, hidden
by the sports salons at ground level.
MİMAR / ARCHITECT: Ivansin Kabashi Arhitekti
YER / LOCATION: Dubrovnik, Hırvatistan / Dubrovnik, Croatia
YIL / YEAR: Project: 2004- 2006, Completion: 2005- 2009
PROGRAM / PROGRAMME: / Public car park with sports hall
MALZEMELER / MATERIALS: Hırvatistan doğal kireçtaşı, betonarme, prefabrik beton
paneller, cam profil, galvanize çelik / Natural limestone from Croatia, reinforced
concrete, prefabricated concrete panels, profile glass, galvanized steel
OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 25.900 m2
TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Iva Ivas, Mario Matic, Maja Milat
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 95
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Yeniden yorumlanan gelenek
2012 PrItzker Ödülü’nün
sahibi Wang Shu, geçmiş ve günceli
buluşturan malzemelerle gelişmiş
yapı tekniklerini birleştirerek
Çin’in mimari geleneklerini yeniden
gündeme getiriyor.
Tradition
Reinterpreted
2012 Pritzker Architecture Prize WINNER
Wang Shu is looking to bring Chinese
architectural traditions back into focus
by combining time-honored local materials
with advanced building techniques where
the past and the present meet.
Yazı-Text: Aylin Kartal,
FOTOĞRAF-Photo: Arnaldo Genitrini
96 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Lv Hengzhong
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 97
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
WAng Shu
1985 yılında mimarlık derecesini Nanjing Institute of Technology, Mimarlık Bölümü’nden alan Wang Shu, üç
yıl sonra aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. Hangzhou’daki Zhejiang Güzel Sanatlar Akademisi’nde
çevre, mimarlık ve eski yapıların renovasyonu üzerine çalıştı. 2000 yılından bu yana Hangzhou Sanat
Akademisi’nin Mimarlık Bölümü’nün başkanlığını yürütüyor. Geçen yıl Harvard Graduate School of Design’da
“Kenzo Tange Misafir Öğretim Görevlisi” programında görev alan ilk Çinli mimar olan Wang Shu; UCLA, Harvard,
Texas Üniversitesi ve Pennsylvania Üniversitesi dâhil birçok üniversitede de misafir öğretim görevlisi olarak
bulunmaya devam ediyor. Ayrıca, Venedik, Hong Kong, Brüksel, Berlin ve Paris gibi şehirlerde gerçekleştirilen
çok sayıda uluslararası sergide yer aldı. Wang Shu, bu yılki Pritzker Ödülü’nün öncesinde, 2010 yılında Lu
Wenyu ile birlikte Shelling Mimarlık Ödülü ve 2005 yılında “Beş Seyrek Ev” projesi ile Asya-Pasifik Sürdürülebilir
Yapılar Holcim Ödülü’nün sahibi oldu.
FOTOĞRAF / PHOTO: Zhu Chenzhou
Wang Shu earned his first degree in architecture at the Nanjing Institute of Technology, Department of Architecture
in 1985. Three years later, he received his Masters Degree at the same institute. When he first graduated from school,
he went to work for the Zhejiang Academy of Fine Arts in Hangzhou undertaking research on the environment and
architecture in relation to the renovation of old buildings.
Since 2000, Wang Shu has been the head of the Architecture Department of the China Academy of Art in Hangzhou,
the institution where he did research on the environment and architecture when he first graduated from architecture
school. Last year, he became the first Chinese architect to hold the position of “Kenzo Tange Visiting Professor” at
Harvard Graduate School of Design in Cambridge, Massachusetts. He is also a frequent visiting lecturer at many
universities around the world, including in the United States: UCLA, Harvard, University of Texas and University of
Pennsylvania. He has participated in a number of major international exhibitions in Venice, Hong Kong, Brussels,
Berlin and Paris. Previously in 2010, Wang Shu and Lu Wenyu were awarded with the Schelling Architecture Prize and
in 2005, he received the Holcim Award for Sustainable Construction in the Asia Pacific, based on his work on “Five
Scattered Houses”.
M
imari pratikleri Hangzhou kaynaklı, Çin’in uluslararası
arenada pek de tanınmayan 48 yaşındaki mimarı Wang
Shu geçtiğimiz Şubat ayında 2012 Pritzker Ödülü’nün sürpriz
sahibi olarak açıklandı.
Geleneğin olmadığı bir dünyayı tahayyül edebilir miyiz?
Geleneği değişimin engeli ve geçmişe sadakat göstermenin meşru
eylemi olarak görüyorsak bu sorunun üzerinde durmak gerekir ama
geleneğin kesinlikle yeni gelişmeler ve dinamik ifade biçimleri
ürettiği de unutulmamalıdır. Bu konu, ister keskin kırılmalar, ister
çizgisel süreklilikler üretsin, günümüz dünyasının temel gerçeği. Bu
bağlamda mimari, geleneğe mi demir atmalı ya da bakışını geleceğe
dönük mü tutmalıdır? Günümüz mimarlarının çözmesi gereken sorun,
geçmişin gelenekleri ile kendi fikirlerinin hayat bulabileceği bir ortam
bulmaktır. Wang Shu’nun 2012 Pritzker Ödülü için seçilmesi dünyaya
ve Çin mimarisindeki kaotik gelişmelere, geleneğin mimari pratiğe
entegrasyonunun önemi konusunda net bir mesaj veriyor.
Wang Shu, 1997 yılında karısı Lu Wenyu ile Amateur Architecture
Studio’yu kurduğu yer olan Hangzhou’da yaşıyor ve uygulamalarını
burada gerçekleştiriyor. Wang Shu kesinlikle amatör değil ama bugün
Çin’de oldukça iyi bilinen, 10 kişilik ofisinin adı Latince orjinalinde
“amator” yani âşık anlamına gelen, günümüzdeyse bir işi iş olarak değil
sadece zevki için yapan kimse olarak bilinen “amatör”.
Çin’in, kapılarını açarak modernizasyonu teşvik eden reformları
başlattığı 1978’den bu yana 30 yıldan fazla süre geçti. 1990’larla birlikte
büyük ölçekli inşaatlar için neredeyse Çin’in tamamı tahrip oldu ve
mimari pratikler önemli ölçüde değişti. Parlak metalik ve gri yapıların
patladığı yıllarda Amateur Architecture Studio’yu kuran Wang Shu,
pratiğini, Çin’in epik kentleşme çabalarının aksine Çin’de görmezden
gelinen bir felsefe üzerine kurdu.
98 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
T
he largely unknown Wang Shu, 48, of the
People’s Republic of China, whose architectural
practice is based in Hangzhou, was announced
in February as the 2012 surprise winner of the
Pritzker Architecture Prize.
Today can we imagine a world without a tradition? If
we think of tradition as a simple commitment to the
past, which legitimates action and prevents change,
it can be useful to pursue this question. But it must
not be forgotten that tradition certainly provides new
developments and dynamic forms for expression.
Whether symbolizing harsh fractures or linear continuity
it is the fundamental reality of today’s world. In this
sense, should architecture be anchored in tradition
or should it look only toward the future? This is a
continuous problem for today’s architects to face: to
find a median point for both the existence of their ideas
and the traditions of the past. The selection of Wang
Shu for the 2012 Pritzker Prize can be explained in this
sense. This selection of Shu is a clear message to the
world and to the chaotic developments in architecture in
China of the need to integrate tradition into architectural
practice.
Wang Shu lives and practices in Hangzhou, China, where
he established Amateur Architecture Studio with his wife
Lu Wenyu in 1997. Although he is certainly no amateur,
he ironically named his studio with this name today has
grown into a ten-person office, to become a fairly well
known name in China. The definition of “amateur”,
PrItzker Ödülü jürisinin deyimiyle: “Hem içeride, hem de dışarıda
zengin bir alan deneyimiyle dikkat çeken bina, güç, pragmatizm
ve duyguyu tek mekanda birleştiriyor.”
The Pritzker Award jury noted that in the Ningbo History
Museum, “The richness of the spatial experience, both in the
exterior and interior is remarkable. This building embodies
strength, pragmatism and emotion all in one.”
Lv Hengzhong
Wang Shu geçtiğimiz yıl Harvard Üniversitesi’ndeki bir konferansında
bu felsefesinin gerekçesini şöyle açıkladı: “Geçtiğimiz 25 yıl içinde Çin
akıl almaz bir şey yaptı… 5 bin yıllık bir tarihi, zengin bir kültürü ve
gelenekleri olan bir ülke bütün bunları imha etmek üzere büyük bir
karar aldı. Sadece geçtiğimiz 26 yıl içinde yüzde 90… Bunu yaptılar ve
sonra yeni şeyler inşa ettiler; tüm dünyadan kopyaladılar… Bu felaketi
gerçekleştirenler profesyonel şehir planlamacıları ve mimarlardı. Bunu
hükümetle birlikte yaptılar. Ve belki bu yüzden başka bir tür mimara
ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.”
Wang Shu, tasarladığı yapılara ve evlere hem eleştirel hem de
deneysel açıdan yaklaşırken, üretimlerinde tarihe doğrudan gönderme
yapmadan geleneksel zanaatkârlık ve yapı tekniklerini, geri dönüşümlü
malzemelerle birlikte kullanıyor. Mimarın ayırt edici özelliklerinden biri
küçük taş blokları ve tuğla gibi sıradan inşaat malzemelerini arkitektonik
yığma yöntemi ile betonarme strüktürle bir arada kullanması. Yığdığı
inşaat elemanlarından açılı geometrik düzlemler meydana getirdiği bu
tasarım stratejisi Shu’nun mimarlığının önemli unsurlarından birini
oluşturuyor. Yığılmış ve katmanlandırılmış taş ve tuğladan meydana
getirdiği yüzeylerde, sıradan, geleneksel malzemeleri modern bir
ölçek ve geometride kullanıyor. Shu’nun başarısı bu küçük taş ve tuğla
blokları kentin büyük mimari yapılarında kullanarak geleneği kente geri
getirmiş olması. Burada doğal taş çok önemli bir yere sahip. Mimar,
taşın organik yüzey ve şekillerini düzensiz geometrilerde kullanarak
günümüz Çin şehirlerinin betona boğulmuş banal fonunda canlı ve farklı
bir çevre yaratıyor. Wang Shu’nun doğal taş kullanımı sıradan gri bir
taşın büyük kent ortamında modern bir inşaat malzemesi olarak nasıl
değerlendirilebileceği konusunda önemli bilgiler veriyor.
derived from Latin original “amator” means lover, today generally considered
as someone who does something purely out of pleasure rather than just
being work.
It is now more than thirty years since China opened its doors in 1978 and
initiated reforms to promote its modernization. By the 1990s, China went
all-in for large-scale constructions where upon the practice of architecture
has changed dramatically. At a time when Chinese builders were eagerly
covering buildings in shimmering silver and gray surfaces, Wang Shu has
oriented his practice in opposition to China’s massive urbanization to focus
on a philosophy which was ignored in China for decades.In a lecture last year
at Harvard, he explained his rationale: “In the past twenty five years, China
did an incredible thing... One country with three to five thousand years of
history, with such rich cultural and traditional things... Made a big decision
to demolish it. Ninety percent, just in the past twenty-five years. They do
this and then build some new things; they copy from all over the world...
It’s the professional urban planner and architect who did this disaster.
They do this with the government together. And so I think maybe we need
another kind of architect.”
Wang Shu treats buildings and houses as both critical and experimental. He
uses recycled materials and traditional craftsmanship and building methods
without making direct references to history. One of his major statements
is his architectonic stacking of everyday building materials, primarily small
stone blocks and bricks integrated with a reinforced concrete structure.
This design strategy generates angular geometric planes of stacked building
elements forms one of the mosts important aspects of his architecture. His
surfaces of stacked and layered stone and brick are made with common and
traditional materials but at a scale and geometry that are forcefully modern.
His achievement has been to use these small building blocks in stone and
brick to develop architecture at a large urban scale, bringing tradition back
into the city. The role of stone particularly has been important. Its natural
and organic surfaces and shapes designed in irregular geometries has
generated lively and varied environments in the banal dense concrete setting
that are China’s cities today. The use of natural stone by Wang Shu is a guide
on how common grey stone can be used as a modern building material in
large urban settings.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 99
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Lv Hengzhong
Ningbo Tarih Müzesi, Ningbo, Çin, 2003-2008
NIngbo HIstory Museum, NIngbo, ChIna, 2003-2008
Ningbo Tarih
Müzesi’nin
düzensiz
cephesindeki taş
ve tuğlalarda
tarihin
yansımaları var.
History rises
up in the
reclaimed stone
and bricks of
the irregular
façade of the
Ningbo History
Museum.
100 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Lv Hengzhong
Wang Shu’nun birinciliği kazandığı, 2004 yılındaki uluslararası
ölçekli bir yarışma sonucunda gerçekleştirilen müze, Çin’in doğu
kıyısının tarihi ve sanatlarına yönelik olarak kuruldu. 2008 yılında
yapımı tamamlanan Ningbo Tarih Müzesi, tepetaklak olmuş bir
dağ formunda tasarlandı. Müzenin cephesi; yapıyı bölgenin geçmiş
coğrafyası ile ilişkilendirmek üzere, afetler neticesinde terk edilmiş
çiftçi evlerinden geride kalan yirmi farklı çeşitteki gri ve kırmızı renkli
geri dönüştürülmüş tuğla ve kiremit ve taş malzemeden oluşturuldu.
Cephede “wapan fayanslama” olarak adlandırılan geleneksel bir
teknik kullanıldı. Wang Shu bu yapının tasarımının arkasındaki
motivasyonunu; insanlara liman şehri Ningbo’daki yaşamın geçmişte
neye benzediğini hatırlatmak olarak açıklıyor.
2012 Pritzker Ödülü jüri değerlendirmesinde de belirtildiği gibi,
“Ningbo Tarih Müzesi fotoğraflarda çarpıcı göründüğü kadar
deneyimlendiğinde de ilginç olmayı başarabilen nadir yapılardan
biri olarak dikkat çekmektedir. Müze, bir kentsel ikon, tarih için iyi
düzenlenmiş bir depo ve Ningbo’ya gelen ziyaretçilerin gözüne
çarpan ilk öğedir. Hem iç hem de dış mekânın deneyimlenmesine
yönelik zenginlik dikkat çekicidir. Yapı, güç, pragmatizm ve duyguyu
tek bir bütün olarak barındırır.”
Through an international design competition in
2004, Wang Shu won first place to design and build
the Ningbo History Museum. The museum was
established for the history and the arts of the east
coast of China. Completed in 2008, the Ningbo
History Museum design was conceived as an inverted
mountain. The museum’s facade is constructed of
twenty different types of grey and red recycled bricks,
tiles and stone from the remains of farmers’ homes
that were left after disasters thus connecting the area
to its past. The facade technique is borrowed from
tradition that is known as “wapan tiling”. Wang Shu
often explains the motivation behind his design is
to remind people what life was like in the past in the
harbor city of Ningbo.
As mentioned in the Jury Citation for the 2012
Pritzker Architecture Prize, “The History Museum
at Ningbo is one of those unique buildings that
while striking in photos, is even more moving
when experienced. The museum is an urban icon,
a well-tuned repository for history and a setting
where the visitor comes first. The richness of the
spatial experience, both in the exterior and interior
is remarkable. This building embodies strength,
pragmatism and emotion all in one.”
Keskin açılar
ve dağınık
geometriler
uyumlu bir
kompozisyonda
bir araya
geliyor.
The sharp
angles and
seemingly
random
geometries
are carefully
balanced within
a cohesive
composition.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 101
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Yöredeki ustalar
tarafından
molozlarla inşa
edilen etkileyici
müze binası
geleneksel
inşaat
yöntemlerini
sürdürüyor.
The powerful
and moving
museum is very
impressively
built from
rubble by local
artisans and
craftsmen
as a way of
honoring and
preserving
traditional
construction
methods.
Lv Hengzhong
102 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Ningbo Tengtou Pavyonu, Shangai Expo, 2010
Ningbo Tengtou Pavilion, Shanghai Expo, Shanghai, China, 2010
Taş ve tuğladan
meydana gelen
köşeli kabuktaki
düzensiz
açıklıklardan
içerideki
enstalasyon
görülebiliyor.
The Pavilion’s
stone and brick
square shell
is punctured
by irregular
openings
allowing
views into the
installation in
the center.
Fu Xing
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 103
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Bir tarafta taş ve tuğla, diğer yanda bambu
duvarlar Ningbo’nun kırsal peyzajına ait
pirinç TARLASINI çevreliyor.
Stone and brick walls on one-side and
bamboo walls on the other enclose the rice
patty referring to Ningbo’s rural landscape
inside the Pavilion.
Lu Wenyu
104 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Binanın organik
geometrileri
bambu ağaçlar
ve duvarlarla
çerçeveleniyor.
Bamboo trees
and walls frame
the organic
geometries of
the Pavilion.
Ningbo Zhejiang’daki Tengtou köyü Shangai
Expo’da yer alan kırsal temalı tek pavyon. Tengtou
Çin’deki kentleşmiş köy kavramının başarılı bir
örneğini yansıttığı için Wang Shu, 758 m2’lik
bu pavyonu tasarlarken “modern kentleşmenin
köyü” fikrini kullanmış. Pavyonda; Doğanın Sesi,
Doğaya Yakınlaşmak, Hareketli İmgeler… gibi
farklı özellikler taşıyan alanlar bulunuyor. İki
katı birbirinden bağımsız olan konstrüksiyonun
tümü 1500 m2’lik bir alandan oluşuyor. Pavyon,
geleneksel Jiang Nan halk konutlarının antik
güzelliğini sergiliyor. Yapıdaki antikite etkisi
özellikle taş duvarlara açılan beton çerçeveli
düzensiz formdaki kapı açıklıkları ile elde ediliyor.
The social practice of Tengtou Village in Ningbo, Zhejiang
was the only rural focused concept of the Shanghai Expo.
Since Tengtou has been a successful example of urbanized
villages in China, Wang Shu was inspired by the idea of
a “village of modern urbanization” for the design of the
pavilion. The pavilion consists of several featured areas
including Sounds of Nature, Close to Nature, Moving
Images, Interactive Signature, etc. As a two-floor exhibition
stand constructed with an overall area of 1500 m2. the
pavilion displays the antique beauty of the traditional Jiang
Nan folkloric traditional houses. The ancient character is
especially achieved through the irregular concrete-framed
openings on the stacked stone finished walls of the
building.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 105
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Lv Hengzhong
Doğa ile şehrin arasında yer alan
Akademi binasının malzeme ve formu
bu iki ALAN mekan arasında
köprü kuruyor.
The Academy building is set between
nature and the city, its material
and form acting as a transition
between the two.
106 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
1928 yılında kurulan Çin Sanat Akademisi, doğu ve batı sanatlarını entegre ederek eğitim
programında bulunduran ilk sanat kurumu olma özelliğini taşıyor. Akademinin yeni
Xiangshan Kampüsü, Hangzhou’nun hemen dışında yer alıyor. Yeni kampüsün Wang Shu
ve Lu Wenyu ortaklığı ile gerçekleştirilen I. fazı, Xiangshan’ın kuzey tepesinde yer alırken;
II. faz, güneye doğru konumlanıyor.
II. fazın mimarisi I. fazdan farklı bir nitelik sergiliyor. Bu yapıda mimari adeta manzaranın
kendisine dönüşüyor. Yapının bağımsız parçaları bütün ile sınırlı kalmıyor, bu bağımsız
parçaların kesiştiği köşelerdeki beklenmedik kırılmalar ve dönüşler tasarımın en ilginç
yönlerinden birini oluşturuyor.
Beton duvar blokları üzerinde yer alan farklı boyutlardaki açıklıklar, mimarinin varlığını
güçlü bir biçimde vurguluyor. Blokların duvarlarında, 20 farklı boyutta geri dönüştürülmüş
6 milyon tuğla ve kiremitin yanı sıra ahşap, cam ve taş kullanılıyor. Oldukça basit
görünümlü bloklar, koyu gri renkli kil kiremitlerden oluşturulan geleneksel çatı ile
örtülüyor. Bu geleneksel hava bir dizi çelik çerçeveli bambu hasırlı gölgelik yoluyla yapının
bütününde yakalanıyor. Malzeme mimariye bir kat daha zenginlik katarken, öğretim
bloklarının bir kısım cephesi tamamen ahşap kaplama ile oluşturuluyor. Xiangshan
Kampüsü’nün II. fazının tasarımı basit bir geleneğe dönüş fikrinden çok uzakta. Bu yapıda,
Çine özgü geleneksel öğeler endüstriyel metodoloji, düşünce ve inşa metotları ile
harmanlanıyor.
Çin Sanat Akademisi, Xiangshan
Kampüsü, II. Faz, Hangzhou, Çin, 2004-2007
Xiangshan Campus, China Academy of Art,
Phase II, Hangzhou, China , 2004-2007
Akademi doğal
taştan bir dış
cepheyle kaplı.
The outer
façade of stone
envelopes the
volumes of
the Academy
buildings.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 107
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Lv Hengzhong
Lu Wenyu
Ahşap ve taş
işçiliğinde
geleneksel Çin
zanaatinden
yararlanılıyor.
Traditional
Chinese
handcraft is
used extensively
for the
woodworking
and stone
masonry.
108 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Wang Shu’nun tasarımındaki ışık ve
alan yaratımı SHU’NUN modern mimariye
yakınlığını ortaya koyuyor.
The creation of light and space in
Wang Shu’s Academy design shows his
affinity to modern architecture.
Lv Hengzhong
Established in 1928, the China Academy of Art is the
first comprehensive art academy in China committed to
integrating eastern and western art in its curriculum, while
creating contemporary art according to the principles of
Chinese culture. The new Xiangshan Campus is located in
the outskirts of Hangzhou.
Phase I of the new campus was designed in collaboration
with Lu Wenyu and it is situated towards the north of the
knoll of the Xianshan whereas Phase II is situated towards
the south.
The architecture of Phase II, exhibits a different character
from that of Phase I. The building was approached apart
from the context of landscape such that architecture itself
becomes the landscape; individual parts are no longer
restricted to the whole and the intersection of these parts is
made more interesting with unexpected twists at the turn of
a corner.
There are blocks of pure concrete walls with irregular cutout
openings, which draw attention to the materiality of the
architecture. There are also the simple whitewashed plaster
blocks with their rectilinear windows and ‘flying’ corridors
of ‘weaved’ timber strips in steel frames, creating a rhythm
that adds excitement to the simple form. A rich collection of
recycled old bricks, six million roof tiles of twenty different
dimensions from demolished houses and wood, stone, glass
manifest themselves on the walls of the blocks. A simple
block is topped with a dark grey traditional clay tile roof.
This traditional character is achieved through the series
of sun-shading devices in the form of cantilevered steelframed structures with clay roof tiles and bamboo underlay.
The materials of the architecture are given another layer
of richness, as some facades of the teaching blocks are
cladded entirely by timber.
The design of the Xiangshan campus is not a simple return
to tradition, but a blend of traditional Chinese features with
industrial methodology, thinking and construction methods.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 109
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
FIve Scattered Houses (Beş Seyrek Ev),
Ningbo, Çin, 2003-2006
FIve Scattered Houses, NIngbo, ChIna, 2003-2006
Lang ShuIlong
2005 yılında Asya-Pasifik Sürdürülebilir Yapılar Holcim Ödülü’ne
değer görülen, geleneksel yapı kültürünü yeniden tercüme eden
bir dizi küçük yapıdan oluşan seri, 2003 -2006 yılları arasında galeri,
çay evleri, kafe ve ofis yapısı olarak inşa edilmiş. Wang Shu’nun;
ahşap, çelik, kaba yontulmuş taş gibi birbirinden farklı malzemeleri
kullanarak gelenek ve güncel arasında bir diyalog kurmayı amaçladığı
yapılar topluluğunun tamamı Ningbo şehir merkezindeki park içinde
konumlanıyor.
“Bir dalga üç kıvrım” olarak adlandırılan galeri yapısında (565 m2)
Wang Shu, modernize edilmiş geleneksel yapı tekniklerini kullanıyor.
Proje geniş bir sergileme alanı, lobi, depo, ofis ve bir dizi teknik ve
hizmet ünitesini içermektedir. Yapıda göze çarpan eğimli çatı, Çin’in
güney bölgelerinin yağmurlu hava koşullarına uyumlu geleneksel
çatıların bir yorumu şeklinde. Yapının duvarlarında yerel “karışık
kiremit duvar” tekniği kullanılıyor.
Çay Evi 1 (alan 405 m2), “kırık gölge”. Geleneksel Çin bahçeleri
oluşturulurken, mevsim değişikliklerinin ortaya çıkardığı şiirsel
görüntünün ön plana çıkması için, bir dış motivasyon olarak, gölge
faktörü genellikle strüktür üzerinde vurgulanır. Bu amaçla yapının
yüzeyinde, bütün duvarlar ve tavanda “kırık buz” adı verilen
geleneksel bir motif kullanılıyor. Duvarlar prefabrike, çatı ise dökme
beton.
Çay Evi 2 (alan 190 m2), “kumdan rastgele bahçe”. Bu yapıda,
Zen ruhuna uygun olarak tasarlanan ve gelişigüzel bükülerek farklı
şekillere dönüşen bahçe teması vurgulanıyor. Tasarıma hâkim olan
110 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Her evde
geleneksel Çin
mimarisinin
çeşitli unsurları
belirgin şekilde
ortaya çıkıyor.
Each house
adopted and
enlarged upon
various aspects
of traditional
Chinese
architecture
The series of five small structures that reinterpret
the traditional building culture, located in the
Ningbo city center park, built between 2003-2006
as a complex of gallery, tea houses, café and office
building, received acknowledgment from the
Holcim Awards for Sustainable Construction in the
Asia Pacific in 2005. In this building complex, Wang
Shu blends different kinds of materials like timber,
steel and rough-hewn stone to create a dialogue
between tradition and the present.
Gallery (floor area 565 sm) – Gallery building where
Wang Shu used a modernized traditional building
concept named “one wave and three twists”. The
project consists of a large exhibition hall, lobby,
storage, office, toilet, electrical room, ramp,
outdoor platform and reception. The design of the
sloping roof is an interpretation of the traditional
roof designs of the rainy southern China region.
The local method of “tile mixed wall” is used on
the walls.
Teahouse 1(floor area 405 sm.) – “broken shadow”.
In traditional Chinese garden design, shadow is
often emphasized over structure, because seasonal
change makes this effect more poetic. The
building’s exterior is designed with the traditional
Gelenksel Çin mimarisinde kullanılan saçaklar hem
iç hem de dış mekanda vurgulanıyor.
The traditional eave of Chinese architecture is here
accentuated in both the interior and exterior.
Zen konsepti; sürekli değişen ve dönüşen mekânsallığı vurgulayan
bahçe, kil duvarlar ve ahşaptan oluşturulan çay evi ile somutlaşıyor.
Çelik ve cam konstrüksiyon çatı ile, yapının kil duvarlarının yoğun
yağış gibi hava koşullarına karşı korunması sağlanıyor.
Kafe (alan 390 m2), “rüzgardaki lotus yaprağı”. Tasarımda yapının
döküm beton çatısı için rüzgarda sallanan lotus yaprağı imgesinden
yola çıkılıyor. Zeminde de lotus yaprağının kıvrımları yakalanıyor.
Çatı ve zemindeki bu kıvrımlı beton yüzeyi elde etmek için takviyeli
beton kullanılıyor. Zemin ve duvar yüzeylerine renkli agrega çimento
uygulanıyor. Yapı iç mekan tasarımı, özel yapım mobilyaları ve
malzeme seçimi açısından üstün özellikler taşıyor.
Ofis (alan 650 m2), “kıvrımlı ve dalgalı”. Yapının inşasında, bambu
hasırı desenli, geri dönüştürülmüş tuğlalar kullanılıyor. Aynı tuğlalar
zeminde de kullanılırken, çatı düz betondan meydana getiriliyor.
pattern called “cracking ice” which covers the walls
and ceiling. Walls are prefabricated and roof is
made from site-cast concrete.
Teahouse 2 (floor area 190 sm.) “single sand
random garden”. To reflect Zen spirit, “Random
garden” randomly twists and turns. Zen concepts
are embodied in the floating space of the garden,
the packed clay wall and the wooden teahouse. A
steel and glass structure roof is employed for the
protection of the clay wall from weather conditions
such as excessive rain.
Café (floor area 390 sm.) “lotus leaf in wind”.
The design takes the waving lotus leaf as the
symbol for the cast concrete roof. The floor of the
building is also designed like a curved lotus leaf.
For achieving smooth concrete surface both on
the floor and roof, reinforced concrete is used.
Colored aggregate cement is applied on the
surface of the floor and the walls. The building is
significant also as a showpiece of interior design
work: custom-made furniture and the choice of
materials.
Office building (floor area 650 sm.) “twisting
& undulating”. The building is constructed of
recycled bamboo patterned bricks. The roof is
made from smooth concrete and the same bricks
are also used on the floor.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 111
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Bağlama göre dikkatle
bir araya getirilen
malzemeler Wang
Shu’nun mimarisinin
önemli bir yönünü
oluşturuyor.
A careful arrangement
of materials based
on context is a key
feature of Wang Shu’s
architecture.
CeramIc House (Seramik Ev), Jinhua, Çin, 2003-2006
Ceramic House, Jinhua, China , 2003-2006
Tasarımı şans eseri ortaya çıkan bu benzersiz örnekte
Wang Shu, ilham kaynağını genellikle kaligrafi ve
resimde kullanılan Çin’in geleneksel objelerinden,
Song Hanedanlığı dönemi (İ.S. 960-1279) mürekkep
taşları olarak ifade ediyor. “Mürekkep taşı işlevseldir
ve biri düz diğeri eğimli olmak üzere iki yüzeyi
iki bölümden oluşur. Düz olan bölüm mürekkebi
saklamaya yararken eğimli olan bölüm damlatmaya
yarar. Kendi kendime sordum. Mürekkep taşının
yüzeyinde dursam ne görürdüm, altında dursam
ne görürdüm?” Kafe olarak tasarlanan yapının
biçimi mürekkep taşını andırıyor. Yapının iç ve dış
duvarları, Zhou Wu tarafından yapılan 40 x 80 cm.lik
renkli porselen parçaları ile kaplanmış. Bu çok renkli
etki, porselen parçalarının gelişigüzel bir biçimde
yerleştirilmesi sonucu elde ediliyor.
In this unique case where the design accidentally
occurred Wang Shu explains his inspiration
from the form of an ink stone. These ink stones
are Chinese in origin and especially used in
calligraphy and painting made from a variety of
stone especially grey slate, from the Song Dynasty
960-1279 AC. “The ink stone is made for the
function only. His surface is made of two parts.
One is comparatively plain and the other is a slope.
The plain part is for storing ink and the slope part
is for dripping ink. I asked myself what I would see
standing on the surface of the ink stone and what
from the bottom”. The shape of the café-house
shows similarities with an ink stone. The exterior
and interior facades of the building are clad in
irregular colorful pieces of 40 x 80 cm porcelain
tiles made by artist Zhou Wu. There is a multicolored effect in the building achieved through the
irregularly arranged porcelain pieces.
112 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Lv Hengzhong
2012 Etkinlik Takvimi / 2012 Event Calendar
MARBLE, 21-24
MART, MARCH
21 - 24, İZMİR
Uluslararası Doğal Taş ve Teknolojileri
Fuarı’nın 2011 yılında Kültürpark’ta
düzenlenen 17.sine 42 ülkeden
265’si yabancı 895’i yerli olmak
üzere 1160 firma katıldı. 86 ülkeden
4,481’i yabancı 55 binden fazla
kişi ziyaret etti. Ziyaretçi sayısı
ilk günden itibaren sürekli artan
MARBLE, 201,500 m2 alan üzerinde
gerçekleşiyor.
Held in 1995 for the first time as
the unique international stone
exhibition of Turkey MARBLE
International Natural Stone and
Technology Fair proved itself in
world’s arena with the exhibitors
and the visitors in 2011, showing
that its succes will continue not
only with domestic market but also
internationally in the following
years.
Coverings /
17-20 NİSAN,
APRIL 17-20,
ORLANDO
Amerika’nın Orlando kentinde
düzenlenen Coverings fuarı, karo
seramik ve doğal taş alanındaki en
önemli yenilikleri bir arada görme
olanağı sunuyor. Fuar dört gün
boyunca katılımcılarına seminerler ve
tanıtımlarla ücretsiz eğitim olanağı
da sağlıyor.
Coverings is the premier international
trade fair and expo dedicated
exclusively to showcasing the newest
in ceramic tile and natural stone. The
exposition also serves as a valuable
resource for continuing education
for all categories of attendees, with
informative, accredited seminars
and live demonstration sessions
conducted throughout the four days
and all free of charge.
Carrara Marmotec 23 – 26
Mayıs, May 23
– 26, Carrara
Salone Internazionale
del Mobile di
Milano, 17-22
NİSAN, APRIL
17–22, MILANO/
MILAN
Milano tasarım haftası, mobilya,
ışıklandırma ve diğer iç mekan
döşemesi alanındaki tasarımcıların
en yeni ürünlerini sergiledikleri bir
buluşma alanı olarak görülmektedir.
Önde gelen uluslar arası markalar
ve genç tasarımcılar 17-22 Nisan 2012
tarihleri arasında İtalya’nın sıra dışı
tarihi mekanlarında yer alacaklar.
Salone Internazionale del Mobile di
Milano is considered a leading venue
for the display of new products by
designers of furniture, lighting and
other home furnishings. Diverse group
of leading global brands and young
designers which will be located in the
extraordinary historic spaces in Milan.
ICFF INTERNATIONAL CONTEMPORARY
FURNITURE
FAIR, 19-22
MAYIS, MAY 19
– 22, NEW YORK
Uluslararası Çağdaş Mobilya Fuarı’nın
sürdüğü dört gün boyunca 145,000
m2’lik Javits Merkezi, 25,000 iç mimar,
mimar, perakendeci, tasarımcı, üretici,
temsilci, dağıtımcı ve geliştirici tarafından doldurulacak. Halktan ziyaretçiler ise fuara, ICFF›in herkese açılacağı
22 Mayıs günü katılabilecek. North America’s premier showcase
for contemporary design, the ICFF
annually lures those in determined
pursuit of design’s timely truths
and latest trends to an encyclopedic
exhibition of up-to-the-moment
offerings, as well as a series of
fascinating, fun, and educational
programs and a packed schedule of
supplementary exhibits and features.
114 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Bu yıl 31.’si Carrara Fiere Srl tarafından İtalya’daki Carrara Fiere sergi
merkezinde gerçekleştirilecek olan
Carrara Mermotec taş, mermer ve
granit endüstrisi tedarikçilerine
sınırsız iş olanakları sağlıyor. Fuara
dünyanın dört bir yanından mimarlar, inşaat mühendisleri, mermer
şirketleri ve uluslrarası taşımacılık
firmaları katılıyor.
For 4 days, Carrara Marmotec will
offer unlimited business potential for
making an entry into stone, marble
and granite supplies industry. Entering into its 31st edition and being
hosted by Carrara Fiere Srl at Carrara
Fiere Exhibition Centre, Italy, the
show will be attended by architects,
civil engineers, developers, marble
handlers and international transportation companies.
DESIGN MIAMI,
12 – 17 HAZİRAN,
JUNE 12-17, BASEL / 5-9 ARALIK,
DECEMBER 5-9,
MIAMI
Her yıl Aralık ayında Miami’de ve
Haziran’da Basel’de düzenlenen Art
Basel’e paralel olarak gerçekleştirilen Design Miami, tasarım kültürü
ve endüstrisinde dünyanın en etkili
koleksiyoner, galeri sahibi, tasarımcı,
küratör ve eleştirmenlerini bir araya
topluyor.
Design Miami brings together the
most influential collectors, gallerists,
designers, curators and critics from
around the world in celebration of
design culture and commerce. Occurring alongside the Art Basel fairs
in Miami, USA each December and
Basel, Switzerland each June, Design
Miami has become the premier venue for collecting, exhibiting, discussing and creating collectible design.
Tendence, 2428 AĞUSTOS,
AUGUST 24-28,
Frankfurt
Ev ve hediye sektörünün senenin ikinci yarısında düzenlenen
en önemli uluslararası fuarı olan
Tendence’e dünyanın her tarafından
gelen 2,000’in üzerinde katılımcı 9
kata yayılan salonlarda en son ürünlerini sergiliyor.
Tendence is the most important
international consumer goods trade
fair in the second half of the year
for the home and gift sectors. Over
2,000 exhibitors from all over the
world come to showcase their latest
products in nine hall levels.
MARMOMACC
26 - 29 EYLÜL,
SEPTEMBER 26 29, VERONA
Doğal taş sektöründe dünyada
düzenlenen en büyük organizasyon
olan“Marmomacc 47th International Trade Fair for Stone Design
and Technology” tüm sektör için
vazgeçilmez ve sektöre yön veren bir
etkinlik konumunda. 26-29 Eylül 2012
tarihleri arasında İtalya’nın Verona
şehrinde düzenlenecek Fuarın Türkiye
milli katılım organizasyonu bu yıl İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nce
üçüncü kez gerçekleştirilecek.
“Marmomacc 47th International Trade
Fair for Stone Design and Technology
International fair for operators in the
marble sector, from machinery to
instrumental products, from blocks
to more complex stone processing,
for professionals in construction and
contract sectors as well as designers
and decision makers seeking success
in an increasingly specialised and
competitive context.
Download