5-12 ateosk - Flora Dergisi

advertisement
Ateroskleroz ve Koroner Kalp
Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
Demir SERTER*
* Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İZMİR
Y
aklaşık 90 yıl kadar önce, kolesterol ile aterosklerotik lezyonlar arasındaki ilişkinin gösterilmesinin ardından, yapılan çok sayıdaki epidemiyolojik
çalışma, birçok başka faktörün de koroner kalp hastalığında (KKH) rol oynadığını ortaya koymuştur.
Bunlar arasında sigara alışkanlığı, hipertansiyon,
diabet, yaş, cinsiyet ve aile öyküsü ilk sırada sayılabilir[1]. Son yıllarda ise aterogenezde, “doku hasarına yanıt” modelinden söz edilmeye başlanmıştır. Buna göre, infeksiyonun, damar endotelinde hasar
oluşturarak, ateroskleroz oluşumuna katkıda bulunabileceği öne sürülmektedir[2]. Yakın zamanda yapılmış olan bazı çalışmalar, aşırı derecedeki yangısal yanıtın, yukarıda sayılan risk faktörlerini taşımayan bazı hastalarda, damar tıkanmasını tetikleyeceğine dair kanıtlar ortaya koymuştur. Friedman ve van der
Wal tarafından arteriyel plaklarda saptanmış olan
makrofaj infiltrasyonu, aterogenezde yangısal yanıtın rol oynadığının en önemli göstergesidir[3,4]. Böyle bir aterosklerotik plağın parçalanması sonucunda
sırasıyla ortaya çıkan trombosit kümelenmesi, tromboz ve koroner tıkanmasının miyokard infarktüsünün gelişmesinden sorumlu olduğu anlaşılmaktadır.
Bu bulgular, ateroskleroz etyopatogenezinde mikrorganizmaların tetikleyici antijen rolü oynayabileceği
konusundaki düşünceleri yoğunlaştırmıştır.
The Role of Microorganisms in the Development of
Atherosclerosis and Coronary Heart Diseases
Key Words: Coronary heart diseases, Atherosclerosis, Chlamydia
pneumoniae
Anahtar Kelimeler: Koroner kalp hastal›klar›, Ateroskleroz,
Chlamydia pneumoniae
Flora 2000;5(1):5-12
ATEROSKLEROZ-İNFEKSİYON İLİŞKİSİ
Virüsler, ateroskleroz ile ilişkili olduğu düşünülen
ilk infeksiyon etkenleridir. Bindokuzyüzyetmişli yılların sonlarında, bir herpes virüsü olan Marek hastalığı
virüsünün tavuklarda ateroskleroza neden olabileceği
ve aşılama ile ateroskleroz gelişiminin önlenebileceği
gösterilmiştir[5]. Bunun ardından, insanlarda ateroskleroz gelişiminde herpes virüslerinin rolü gündeme
gelmiş ve çalışmalar bu doğrultuda yoğunlaştırılmıştır.
Yapılan araştırmalar, sitomegalovirüs (CMV) ve herpes simpleks virüsünün (HSV) ateroskleroz etyopatogenezinde etken olabileceğine ilişkin kanıtlar ortaya
koyarken, Epstein-Barr virüsü (EBV) için böyle bir
ilişki gösterilememiştir. İnsan herpes virüsleri ile yapılan çalışmalarda, arter duvarında virüslerin saptanma
oranları %10-90 arasında değişmektedir[6-11].
Yamashiroya ve arkadaşları, travma sonucu ölmüş olan genç (15-35 yaş) hastalardan alınan arteriyel dokularda DNA hibridizasyonu ve immünositokimya teknikleri kullanarak; HSV, CMV ve EBV
araştırmışlar ve 20 olgudan 8’inin koroner arterlerinde ve 7’sinin de torasik aorta örneklerinde HSV
ve/veya CMV’nin varlığını göstermişlerdir[6]. Ancak,
virüs saptanan 7 torasik aortanın 4’ünde, ateromatöz lezyon bulunmayan bölgelerde de virüsün bulunduğu saptanmış ve bu durum, herpes virüsleri ile ateroskleroz arasında gerçekten nedensel bir ilişki olduğu konusunda kuşkular uyandırmıştır.
Hendricks ve arkadaşları, polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) ile, ileri derecede aterosklerozu olan
5
Serter D.
hastaların %90’ında, minimal derecede aterosklerozu olan veya lezyonu olmayanların ise %50’sinde
CMV DNA’sını saptamışlardır[7]. Benzer şekilde,
Melnick ve arkadaşları da aynı yöntemle, aterosklerotik aorta örneklerinde %90 ve lezyonsuz bölgeden
alınan örneklerde %93 oranında CMV nükleik asidini göstermişlerdir[8]. Bu çalışmalar, CMV’nin, arter
duvarında latent bir infeksiyon oluşturduğunu, fakat
bu infeksiyonun, aterosklerotik damarlar için özgül
olmadığını ortaya koymaktadır. Buna karşılık, CMV
ile infekte kardiyak transplant alıcılarında greft aterosklerozu, seronegatif kişilere göre daha sık karşımıza çıkmakta ve daha ciddi düzeyde olmaktadır[9,10].
Grattan ve arkadaşları, kardiyak transplantasyon
yapılmış 301 hastada serolojik olarak CMV infeksiyonunu araştırmışlar ve olguların yaklaşık %30’unda,
transplantasyon sonrasında primer CMV infeksiyonu
geliştiğini veya reaktivasyon olduğunu saptamışlardır[9]. Hastaların 5 yıllık izlem sonuçlarına göre, greft
aterosklerozunun CMV ile infekte olan grupta daha
erken dönemde ve daha sık oluştuğunu, aterosklerozun daha ciddi düzeyde olduğunu ve hasta yaşamını
anlamlı ölçüde kısalttığını göstermişlerdir.
Zhou ve arkadaşları ise, koroner aterektomi yapılan ve CMV ile infekte hastaların %31’inde restenoz geliştiğini, restenoz gelişme oranının, CMV seropozitif hastalarda, seronegatif olanlara göre anlamlı derecede daha fazla olduğunu ve CMV infeksiyonunun, daha ağır düzeyde stenoza yol açtığını
saptamışlardır[10].
Bir başka çalışmada, karotis arteri endarterektomi örneklerinde immünositokimya yöntemi ile CMV
ve HSV-1 araştırılmış ve olguların %35.5’inde CMV,
%10.5’inde HSV bulunduğu saptanmış; hatta bazı
örneklerde iki mikroorganizmanın birlikte bulunabildiği de görülmüş, ancak aterom plağında CMV bulunmasının, kandaki antikor düzeyleri ile ilişkili olmadığı anlaşılmıştır[11].
Ateroskleroz etyopatogenezinde etken olabileceği düşünülen bir başka patojen de Helicobacter
pylori’dir. İlk olarak 1992 yılında, kardiyoloji kliniğine başvuran 388 erkek hasta üzerinde yapılmış olan
bir çalışmada, olguların %49.2’sinde anti-H. pylori
IgG antikorlarının bulunduğu ve seropozitivitenin diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak, iskemik kalp
hastalığı ile ilişkili olduğu görülmüştür[12]. Ancak, daha sonraki yıllarda, aort anevrizması olan bir grup
hastadan alınan aterom plağı örneklerinde aynı etken PZR ile araştırılmış ve H. pylori DNA’sına rastlanmamıştır[13].
6
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
Yorum
Yukarıda sözü edilen çalışmalar, bazı infeksiyon
etkenlerinin ateroskleroz ile ilişkili olduğuna dair kanıtlar ortaya koymakla birlikte, bu mikroorganizmaların ateroskleroz patogenezindeki rollerini tam olarak açıklığa kavuşturamamaktadır. Özellikle aynı arter bölgesinde birden fazla mikroorganizmanın birlikte bulunmaları, bu etkenlerin, aterom plağının oluşumuna katkıda bulunmaktan çok, doku hasarının
olduğu bölgelerde nonspesifik olarak yerleştiklerini
düşündürmektedir. Oysa, son yıllarda yapılan çalışmalar, keşfinden bu yana pek de uzun bir zaman
geçmemiş olan bir mikroorganizma için durumun biraz daha farklı olduğunu ortaya koymaktadır.
ATEROSKLEROZ-Chlamydia pneumoniae:
Serolojik Araştırmalar
Chlamydia cinsinin üçüncü türü olarak yaklaşık
10 yıl önce tanımlanmış olan C. pneumoniae, başlangıçta pnömoni, bronşit, farenjit ve sinüzit gibi solunum yolu hastalıklarından sorumlu bir patojen olarak bilinmekteydi[14,15]. Saikku ve arkadaşlarının
1988 yılında yaptığı bir çalışma, bu yeni patojeni,
tıp dünyasının gözünde yeni bir yere yerleştirmiş, ilginç tartışmalara neden olmuş ve daha önceki görüşleri altüst eden çok sayıda çalışmanın yapılmasına
yol açmıştır[16]. Akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren 40 ve kronik koroner kalp hastalığı (KKKH)
olan 30 erkek hasta üzerinde yapılan bu çalışmada,
C. pneumoniae’ya karşı IgG ve IgA türü antikorların varlığı ile AMİ ve KKKH arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve yüksek antikor titrelerinin bulunması
halinde, bu ilişkinin daha da güçlendiği görülmüştür.
Ayrıca, AMİ geçiren hastaların %68’inde, IgM titrelerinde üç kat artışın da saptanması, araştırmacılar
tarafından AMİ’nin, C. pneumoniae’ya bağlı kronik
bir hastalığın akut alevlenmesi ile ilişkili olabileceği
şeklinde yorumlanmıştır.
Değinilen bulgular, Saikku ve arkadaşlarının, daha geniş çaplı bir çalışmayı gerçekleştirmelerine neden olmuştur[17]. Bu araştırma aslında, “Helsinki
Kalp Çalışması” adı altında yürütülen ve serum trigliserid, HDL ve LDL düzeylerini düşüren bir ilaç olan
gemfibrozilin etkinliğini saptamak için planlanan beş
yıllık bir araştırmanın yan ürünüdür. Saikku ve arkadaşları, beş yıllık izlem süresi içinde, ölümcül veya
ölümcül olmayan AMİ geçiren veya ani kalp ölümü
gelişen 103 erkek hastada, kronik C. pneumoniae
infeksiyonunun, bu iki olayla ilişkisini incelemişlerdir.
Serolojik testler, serumunda klamidya lipopolisakkaridi (LPS) içeren immün kompleksler (İK) taşıyan
ve/veya anti-C. pneumoniae IgA antikor titreleri
Flora 2000;5(1):5-12
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
yüksek olan hastalarda, koroner kalp hastalığı
komplikasyonlarının gelişme riskinin, kontrol grubuna göre anlamlı oranda daha fazla olduğunu göstermiştir. Ayrıca, bu ilişkinin, koroner kalp hastalığına
zemin hazırlayan yaş, sigara kullanma, hipertansiyon gibi klasik risk faktörlerinden tamamen bağımsız olduğu saptanmıştır. Ancak, sigara içen olgularda
anti-C. pneumoniae antikor titrelerinin daha yüksek
bulunduğu belirtilmektedir.
Bu çalışmaları, elde edilen verileri destekleyen
başka çalışmalar izlemiştir. Thom ve arkadaşları, en
az bir koroner arterinde lezyon bulunan 171 hasta
ve 120 kontrol olgusunu serolojik açıdan incelemiş
ve serumda anti-C. pneumoniae antikorlarının bulunmasının, koroner arter hastalığı (KAH) riskini 2.6
kat arttırdığını, ancak bu riskin, antikor titresi ile ilişkili olmadığını ileri sürmüşlerdir[18].
Blasi ve arkadaşları, 65 yaşın altındaki, AMİ geçirmiş 61 hastada serolojik olarak yakın zamanda
geçirilmiş akut C. pneumoniae infeksiyonuna ilişkin
kanıtların bulunduğunu saptamışlardır[19].
Ülkemizde, İzmir bölgesinde yapmış olduğumuz
bir çalışmada, kronik koroner arter hastalığı olan
hastalarda ve AMİ geçiren olgularda, kronik infeksiyon göstergesi olan yüksek titrede anti-C. pneumoniae IgG ve IgA antikorlarının, kontrol grubuna göre belirgin ölçüde daha fazla olduğu saptanmıştır[20].
Tüm bu bulgular da C. pneumoniae ile kardiyolojik
olaylar arasındaki ilişkiyi bir kez daha desteklemektedir.
Yorum
Yukarıda sunulan tüm çalışmalar, kronik C. pneumoniae infeksiyonu ile ateroskleroz arasında nedensel bir ilişki olduğuna, hatta akut reinfeksiyonların AMİ oluşumunu tetiklediğine dikkati çekmektedir. Ancak, bunların hepsi serolojik çalışmalardır. Bilindiği gibi, C. pneumoniae infeksiyonları, toplumda
son derece yaygın olarak bulunan infeksiyonlardır.
Beş yaşına kadar olan çocuklarda antikor oranları
düşük iken, okula başlama dönemlerinde bu oranlar
yükselmeye başlamakta ve erişkinlik döneminde, sıklıkla geçirilen reinfeksiyonlar nedeniyle antikor oranları %50-80’lere ulaşmaktadır[14,15,20].
Toplumda bu kadar yaygın olan bir etkenin, ateroskleroz etyopatogenezindeki kesin rolünü serolojik
incelemeler ile kanıtlamak kolay değildir. Araştırılan
antikorların tipi ve titresinin yorumu, kontrol grubunun özellikleri, kontrol grubu ile hasta grubunun eşleştirilmesi ve hastalığın epidemiler şeklinde seyretmesi nedeniyle çalışmanın yapıldığı zaman dilimi gi-
Flora 2000;5(1):5-12
Serter D.
bi pek çok faktör, bu konuda kesin bir sonuca varılmasını engellemektedir. Ayrıca aterosklerozda birçok başka predispozan faktörün de rol oynadığının
bilinmesi, olayı daha da karmaşık ve kuşkulu hale
getirmektedir.
İnfeksiyonun aterogenez oluşumuna birkaç değişik mekanizma ile katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Bunlardan biri, infeksiyon etkenlerinin dolaşım sisteminde oluşturdukları toksinlerin veya immün komplekslerin, damar duvarında birikmeleri sonucunda bir bağışık yanıtın ortaya çıkmasıdır[21]. Nitekim, klamidyal LPS içeren immün komplekslerin
serumda bulunması durumunda, AMİ ve KKKH arasındaki ilişki daha da güçlenmektedir[17,21]. C. pneumoniae, mononükleer fagositler içinde çoğalabilmektedir[22]. Bakterinin ve LPS gibi bakteriyel elemanların, dolaşım sistemine makrofajlar aracılığıyla
geçtiği ve kendilerine karşı oluşmuş antikorlarla birleşip, immün kompleksler oluşturdukları düşünülebilir[22,23]. Bu komplekslerin, damar duvarında birikerek yangı oluşumuna ve prokoagülan değişikliklere
yol açmak suretiyle ateroskleroz gelişimine katkıda
bulundukları ileri sürülmektedir[21,23].
İnfeksiyon etkenlerinin endotel ve düz kas hücreleri üzerindeki sitopatolojik etkileri ve serum lipid
metabolizmasını bozmaları da infeksiyonların, aterogenez oluşumundaki diğer olası mekanizmalarıdır
[18,23]. Hatta tüm bu mekanizmaların birlikte hareket
etmelerinin ve olaya diğer presipitan faktörlerin de
karışmasının, aterogenezi hızlandırdığı düşünülebilir.
Seroepidemiyolojik çalışmalar etyolojiyi kesin
olarak kanıtlamasa da, C. pneumoniae ile ateroskleroz arasında bir ilişki olduğu kesindir. Ancak, açıklanması gereken en önemli nokta, infeksiyonun mu
yoksa damar duvarındaki patolojinin mi önce oluştuğudur.
ATEROSKLEROZ-C. pneumoniae:
Morfoloji ve Moleküler Biyoloji
Temeline Dayanan Araştırmalar
Birbirini destekleyen serolojik çalışmaların ardından, Shor ve arkadaşları, Güney Afrika’da 10 otopsi olgusunun koroner arterlerinden aldıkları örneklerde, hem fibrolipit aterom plağında hem de intimal
düz kas hücrelerinde elektron mikroskobu ile C.
pneumoniae’nın inklüzyon cisimlerine benzer yapılar saptamışlardır[24]. Daha sonra, bu olguların 7’sinin koroner arter örnekleri immünositokimya yöntemleriyle de incelenmiş ve bu yapıların, gerçekten
de C. pneumoniae’ya ait oldukları kanıtlanmıştır.
Bu bulgular, olaya yeni bir boyut kazandırmıştır.
7
Serter D.
Shor ve arkadaşlarının çalışmasının ardından, elde edilen bulguları destekleyen çok sayıda araştırma
yapılmıştır. Kuo ve arkadaşları, yine Güney Afrika’da, 31 erkek ve 5 kadın otopsi olgusundan koroner arter ve serum örnekleri almışlar ve bunlardan
elde ettikleri verileri, 11 kontrol olgusunun verileri
ile karşılaştırmışlardır[25]. Bir öncekinden çok daha
sistematik olan bu çalışmada elektron mikroskobisinin yanı sıra, immünositokimya, PZR ve doku kültürü gibi daha duyarlı yöntemler de kullanılmıştır. Çalışmaya dahil edilen 36 olgunun 17’sinin 30 yaşın
altında olması, elde edilen sonuçları daha da ilginç
kılmaktadır. Otuzaltı olgunun 15’inde immünositokimya ile ve PZR yapılabilen 30 olgunun da
13’ünde C. pneumoniae saptanmıştır. Toplam 36
olgunun 20’si herhangi bir yöntemle pozitif bulunmuştur. Aterom plağı bulunmayan kontrol olgularının hiçbirinde mikroorganizmaya rastlanmamıştır.
Elektron mikroskobu ile incelenen 21 örneğin 6’sında, armut şeklindeki tipik inklüzyonlara, 11’inde ise
dejenere olmuş atipik şekillere rastlanmış, ancak bu
olguların hiçbirinde kültür ile etken izole edilememiştir. Ayrıca, arter dokusundan alınan örneklerde, hem
çizgisel yağlanma şeklindeki erken lezyonlarda
(7/16) hem de fibrolipit plak şeklindeki geç lezyonlarda (13/20) mikroorganizmanın saptandığı belirtilmektedir.
Aynı çalışmada olguların 34’ünden serum örneği alınarak, mikroimmünfloresan (MİF) yöntemiyle
anti-C. pneumoniae IgG antikorları araştırılmış ve
26’sında antikor saptanmıştır. Ancak, 8 seronegatif
olgunun 6’sında, doku örneklerinde C. pneumoniae’nın saptanmış olması ve yüksek titrede antikor taşıyan 6 olguda da doku örneklerinin negatif bulunması, çalışmanın ilgi çeken bir özelliğidir.
Benzer bir araştırma, klinik olarak aşikar koroner arter hastalığı (KAH) olan ve koroner aterektomi uygulanmış 38 hasta üzerinde yapılmıştır[26].
İmmünositokimya yöntemiyle aterektomi örneklerinin %45’inde, PZR ile %32’sinde ve toplam olarak
örneklerin %55’inde C. pneumoniae saptanmıştır.
Mikroorganizmanın yalnız makrofajlarda bulunduğu,
düz kas hücrelerinde saptanamadığı bildirilmektedir.
Restenoz gelişen olgularda C. pneumoniae bulunma oranının, primer lezyonu olan hastalardakine göre daha fazla olmasına karşın, bu fark istatistiksel
açıdan anlamlı bulunmamıştır. Ayrıca, lezyonda organizmanın saptanma oranının, seronegatif ve seropozitif hastalarda ve serumdaki antikor titresine göre farklılık göstermediği de belirtilmektedir.
Yukarıda sunulan araştırmaların ardından, C.
pneumoniae’nın sadece koroner arter lezyonları ile
8
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
sınırlı olmadığı, aort anevrizması ve karotisteki aterom plaklarında da benzer sıklıkta saptandığı gösterilmiştir[11,13,27].
Chiu ve arkadaşlarının, karotis stenozu nedeniyle endarterektomi uygulanmış 76 hasta üzerinde
yapmış oldukları çalışmada, olguların %71’inde
immünositokimya tekniğiyle C. pneumoniae saptanmıştır[11]. Her ne kadar yüksek antikor titresi saptanan hastalarda C. pneumoniae bulunma oranının,
antikor titresi düşük olan veya antikoru olmayan
gruplara göre daha fazla olduğu görülmüşse de, bu
üç grup arasında istatistiksel bir farklılık gözlenmemiştir. Aynı hastalarda CMV ve HSV’nin de varlığını inceleyen araştırmacılar, hastaların %7.9’unda, üç
mikroorganizmanın birlikte bulunduğunu belirtmektedirler.
Benzer şekilde, Blasi ve arkadaşları da, 51 hastadan alınan aort anevrizması aterom plağı örneklerinin %51’inde PZR ile C. pneumoniae DNA’sını
göstermişler ve PZR pozitif hastalardaki seropozitivitenin, PZR negatif hastalardakine göre anlamlı ölçüde daha fazla olduğunu saptamışlardır[13].
Bugüne değin ateroskleroz ve C. pneumoniae
ilişkisini araştıran çalışmalar arasında yalnız Weiss ve
arkadaşlarının yaptığı çalışmada doğrudan bir ilişki
gösterilememiştir[28]. Bu araştırmada, 72 hastadan
alınan koroner aterektomi örnekleri kültür, PZR ve
elektron mikroskobisi yöntemleri ile incelenmiş ve
yalnız PZR ile incelenen 56 örneğin birinde pozitiflik
saptanmıştır. Hasta ve kontrol grupları arasında antiC. pneumoniae IgG antikor titreleri açısından istatistiksel açıdan anlamlı bir fark görülmüş olmasına karşın, arteriyel lezyonlarda etkenin gösterilememiş olması, yukarıda sunulmuş olan çok sayıda çalışmanın
sonuçları ile çelişen bir bulgudur. Ancak, yazarlar da
bu sonucu tam anlamıyla yorumlayamamış ve bu konuda yeterli bir açıklama ileri sürememişlerdir.
Yorum
Saikku ve arkadaşlarının, C. pneumoniae ile
aterogenez arasında nedensel bir ilişki olduğunu ileri süren araştırmalarının ardından, bu konuya ilişkin
olarak günümüze değin yapılmış olan çalışmalar, organizmanın gerçekten de aterom plağında bulunduğunu kanıtlar niteliktedir[16]. Mikroorganizmanın,
çeşitli yaş gruplarındaki hastalardan alınmış olan,
koroner arter, karotis ve abdominal aorta gibi değişik bölgelerdeki doku örneklerinde bulunduğu,
immünositokimya, PZR ve elektron mikroskobisi gibi değişik yöntemlerle gösterilmiş; elde edilen pozitif
sonuçlar başka yöntemlerle ve başka laboratuvarlarda doğrulanmış ve tüm hasta grupları, kontrol grupFlora 2000;5(1):5-12
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
ları ile eşleştirilerek çalışılmıştır. Bu durumda, Weiss
ve arkadaşlarının, koroner aterom plaklarında C.
pneumoniae’yı saptayamadıkları çalışma dışında, C.
pneumoniae-ateroskleroz ilişkisi konusunda kuşku
uyandıracak bir durum söz konusu değildir[28].
Organizmanın, bugüne değin kültür yöntemiyle
aterom plağından izole edilmesi mümkün olmamıştır. C. pneumoniae, uygun koşullar altında dahi izolasyonu zor olan bir mikroorganizmadır[14,15,29]. Çalışmaların bir bölümünde otopsi örnekleri kullanılmış
olduğundan, örneklerde canlı mikroorganizma bulunması olasılığı düşüktür. Ayrıca, kronik infeksiyonun ateroskleroza yol açtığı düşünülecek olursa, endarterektomi örneklerinde de çok sayıda ve hızlı bölünen mikroorganizma bulunmaması beklenen bir
durumdur.
Aynı doku örnekleri üzerinde uygulanan değişik
testlerle farklı sonuçların elde edilmesi, her bir testte, aynı aterom plağının farklı bölgelerinden alınmış
örneklerin kullanılması ile açıklanmaktadır[25,30,31].
Diğer taraftan, immünositokimya tekniğinde, aterom plağının çok küçük bir bölümünün kullanılmasına bağlı olarak, elde edilen pozitif sonuçların, aslında beklenenin altında olduğu da belirtilmektedir[27].
Ayrıca organizmanın, lezyonun çok derinlerine yerleşebilmesi nedeniyle, farklı testlerde farklı sonuçlar
elde edilebilmektedir[26].
C. pneumoniae, doku hasarının olduğu bölgelerde, intimal düz kas hücrelerinin ve makrofajların
içinde, köpüksü hücrelerde ve plağın santral nekrotik alanında bulunmaktadır[25,26]. Buna karşın, aterom plağının yakınındaki normal arter dokusunda ve
normal koşullarda ateroskleroz gelişmesi beklenmeyen, internal meme arteri gibi arter dokularında patojenin saptanamamış olması, bu mikroorganizmanın, HSV ve CMV gibi bir seyirci ajan olmaktan çok,
etyopatogenezde rol oynayan gerçek bir patojen olduğu konusundaki düşünceleri kuvvetle desteklemektedir[25,27].
Doku örneklerinin yanı sıra, serolojik incelemelerin de yapıldığı çalışmalarda, bazı seronegatif olgularda doku örnekleri immünositokimya ve/veya PZR
ile pozitif bulunurken, yüksek titrede antikor taşıyan
bazı hastaların doku örneklerinde ise organizmanın
saptanamaması dikkati çekmektedir[11,25,26]. Bu durum, yüksek titrede antikorların, infeksiyonu tam
olarak elimine etmemekle birlikte, organizmanın
üremesini baskıladığını ve etkenin ortaya konulmasını güçleştirdiğini düşündürmektedir. Ayrıca, aterom
plağındaki kronik/latent C. pneumoniae infeksiyonunun, antikor oluşturmaya yetecek düzeyde bir an-
Flora 2000;5(1):5-12
Serter D.
tijenik uyarı yapamama olasılığı da gözardı edilemez[11,25,30]. Aterosklerozlu hastalar üzerinde yapılmış olan çalışmaların bir bölümünde, klamidyal LPS
içeren immün komplekslerin gösterilmiş olması da,
serumda antikorların saptanamamasını açıklayabilecek bir başka bulgudur[11]. Tabii ki bu hastalarda, farkedilemeyen bir bağışıklık defektinin bulunabileceği
de unutulmamalıdır[11,25].
ATEROSKLEROZ-C. pneumoniae:
RETROSPEKTİF BULGULAR
Şu ana kadar sunulmuş olan çalışmaların tümü,
C. pneumoniae ile aterogenez arasında bir ilişki olduğunu destekler nitelikteyse de, bunların hiçbiri, C.
pneumoniae infeksiyonunun, aterogenezi tetiklediğine dair kesin bir kanıt ortaya koyamamaktadır. Davidson ve arkadaşları, 1998 yılında infeksiyonun
aterogenezden önce oluşup oluşmadığını araştırmak
amacıyla bir çalışma yapmışlardır[32]. Bu çalışmada,
koroner kalp hastalığı (KKH) gelişme riski çok düşük
olan ve %97’si kardiyovasküler hastalık dışı nedenlerle ölmüş 60 Alaska yerlisi incelenmiştir. Mikrobiyolojik inceleme için postmortem alınan koroner arter örnekleri ile antemortem (ölümden 9-12 yıl önce) ve postmortem serum örnekleri kullanılmıştır.
Koroner arter örneklerinin %37’si, PZR veya
immünositokimya ile Chlamydia trachomatis pozitif bulunmuştur. Pozitiflik oranları, erken ve ilerlemiş
lezyonlarda önemli bir farklılık göstermemektedir.
Örneklerin %77’sinde makrofaj köpük hücrelerinin
infekte olduğu gözlenmiştir.
Otuzbeş yaşın üzerindeki hastalarda, ölümden
önce alınmış serum örneklerindeki IgG antikorlarının ortalama geometrik titreleri, C. pneumoniae
pozitif olan grupta, negatif olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla bulunmuştur.
Özellikle 1:256’nın üzerindeki titrelere sahip olgularda, koroner arterde C. pneumoniae bulunma olasılığının, anlamlı derecede daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu çalışma, hastada aterom plağı oluşmadan
çok önce, C. pneumoniae infeksiyonunun bulunduğunu, hiçbir kuşkuya yer vermeksizin kanıtlamakta
ve C. pneumoniae’nın, ateroskleroz patogenezinde
rol oynadığına ilişkin görüşleri bir kez daha doğrulamaktadır.
ATEROSKLEROZ-C. pneumoniae:
Hayvan Modeli
Yukarıda özetlenen çalışmaların ardından, Moazed ve arkadaşları, tavşan modelinde C. pneumoniae’nın aterogenezdeki rolünü araştırmışlardır[33].
Bu çalışmada, tavşanlar intranazal ve intratekal olarak infekte edilmişler; sonuçta C. pneumoniae hay9
Serter D.
vanların nazofarinks, trakea ve akciğer dokularında
saptandığı halde, aorta dokusunda gösterilememiştir. Tavşanların klamidyal infeksiyonlara yeterince
duyarlı olmadığı sonucuna varan araştırmacılar, hemen bunun ardından bir fare modeli geliştirmişlerdir.
Bu araştırma, konuya ilişkin birçok kuşkuyu ortadan
kaldıran sonuçları ile tıp biliminde önemli bir gelişmenin ilk basamağını oluşturmuştur. Moazed ve arkadaşları bu çalışmada, yüksek kolesterol ve yağ içeren diyet olmaksızın ateroskleroz gelişimi gösteren
apoE-defektli farelerdeki infeksiyonu, yalnız yüksek
kolesterollü diyetle beslendiğinde ateroskleroz gelişen C57BL/6J farelerindeki infeksiyon ile karşılaştırmıştır[34]. Deneyde, normal diyetle beslenen her
iki fare grubunda da intranazal inokülasyondan sonra C. pneumoniae aorta dokusunda saptanmıştır.
Ancak organizma, apoE-defektli farelerde uzun süre
persistan gösterirken, normal diyetle beslenmiş
C57BL/6J farelerinde kısa sürede saptanamaz olmuştur. Ayrıca, apoE-defektli farelerde, ileri yaşta
yapılan inokülasyonlar ve/veya değişik dönemlerde
birden çok kez inokülasyonlar, daha çok sayıda farenin aortasında infeksiyon oluşması ve infeksiyonun
daha uzun süre devam etmesi ile sonuçlanmıştır.
Tüm bu bulgular, C. pneumoniae’nın, ateromatöz
dokulara yerleşme eğilimi gösterdiğini ve bu organizma ile oluşan kronik infeksiyonların, yangısal bir reaksiyona yol açarak, aterogenezde rol oynadığını bir
kez daha gözler önüne sermektedir.
Yine bir başka tavşan modelinde, nazofaringeal
yoldan C. pneumoniae ile infekte edilen ve standart
diyetle beslenen 11 tavşanın birinde ilk haftanın sonunda, aortada erken (çizgisel yağlanma), birinde de
ikinci haftanın sonunda ilerlemiş (fibröz plak gelişimi) lezyonların geliştiği belirtilmektedir[35].
Son olarak 1998 yılında Muhlestein ve arkadaşlarının yaptığı deneysel çalışma, aterosklerozun önlenebilir bir hastalık olması açısından, konuya yeni
bir boyut kazandırmıştır[36]. Bu çalışmaya toplam 30
tavşan dahil edilmiştir. Bunlardan 20’si C. pneumoniae ile nazal yoldan, 3 hafta aralarla 3 kez infekte
edilirken, 10 tavşan da infekte edilmemiş ve kontrol
grubu olarak kullanılmıştır. İnfekte edilen tavşanların
10’u ve infekte edilmeyen tavşanların 5’i, inokülasyondan 3 gün sonra başlanmak üzere, 7 hafta süreyle azitromisin ile sağaltım görmüşler, diğer 15 tavşana ise plasebo uygulanmıştır. İnfekte edilmiş, sağaltılmamış tavşanlardaki torasik ve abdominal aorta
örneklerinde, maksimal intima kalınlığı, aterom/lümen oranı ve plak alanı endeksinin, infekte edilip sağaltılan ve infekte edilmemiş hayvanlardaki değerlere göre, istatistiksel açıdan anlamlı derecede daha
10
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
fazla olduğu saptanmıştır. Buna karşılık, kontrol grubu ile infekte edilip, sağaltılmış hayvanlar arasında
istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
Ayrıca, infeksiyonun hemen ardından uygulanan sağaltımın, aterogenezi önlediği gösterilmiş ve aterosklerozun antibiyoterapi ile önlebilir olması konusu
gündeme gelmiştir.
ANTİBİYOTERAPİ ile ATEROGENEZ
ÖNLENEBİLİR Mİ?
Hayvan modelinde yapılmış olan bu çalışma, aterosklerozun, insanda da antibiyoterapi ile önlenebileceği konusundaki düşünceleri yoğunlaştırmıştır. Bu fikir, iki farklı grubun yaptığı araştırmalarla desteklenmiştir. Birkaç ay ara ile yayınlanmış olan bu iki çalışmadan ilki, Gupta ve arkadaşlarına aittir[37]. Araştırmacılar, 6 ay veya daha uzun bir zaman önce AMİ
geçirmiş olan 220 erkek hastayı çalışmalarına dahil
etmişlerdir. Hastalar, anti-C. pneumoniae IgG antikorları bulunmayan, antikor titreleri 1:8 ile 1:32 arasında olan ve antikor titreleri 1:64 veya üzerinde olan
olgular şeklinde üç gruba ayrılmışlardır. Yüksek titrede antikorları olan grup, 3 ay sonra kontrol edilmiş
ve antikor titreleri persistans gösteren 72 hastanın
60’ı, azitromisin ile çift-kör, plasebo kontrollü bir çalışmaya dahil edilmişlerdir. Hastaların 28’ine tek kür
(3 gün boyunca 500 mg/gün), 12’sine iki kür (3 ay
arayla iki kez aynı doz ve sürede) azitromisin verilmiş,
20 hastaya da plasebo uygulanmıştır. Altı ay sonra
yapılan kontrollerde, azitromisin kullanan hastaların
%43’ünde, plasebo kullananların ise %10’unda antiC. pneumoniae antikor titresinin 1:16 veya daha altına düştüğü gözlenmiştir. Ayrıca, sağaltımdan sonraki 18 aylık izlem süresinde, azitromisin alan hastalarda istenmeyen kardiyovasküler olayların (AMİ, anstabil anjina veya kardiyovasküler ölüm) gelişme olasılığının, plasebo grubuna göre 5 kat azaldığı ve anti-C.
pneumoniae antikor titresi arttıkça bu tür istenmeyen komplikasyonların da arttığı gözlenmiştir.
İkinci çalışmada ise, son 48 saat içinde, Q dalgası olmayan AMİ tanısı almış veya anjin epizodu geçirmiş 21 yaşın üzerindeki 202 hasta incelenmiştir
[38]. Bu olguların 102’sine roksitromisin (2 x 150
mg/gün), 100’üne de plasebo verilmiştir. Sağaltıma
alınan 102 hastanın 9’u, plasebo kullanan 100 hastanın ise 7’si, minimum 72 saatlik sağaltım süresini
tamamlayamamışlardır. En az 72 saat roksitromisin
alan 93 hastanın 66’sı ve plasebo alan 93 hastanın
63’ü, sağaltım sürelerini 30 güne tamamlamışlardır.
Sağaltımdan sonraki 31 ve 90. günlerde ve 6. ayda,
IgG titreleri kontrol edilmiş ve hastalar, bu süre boyunca, istenmeyen sonuçların (şiddetli yineleyen is-
Flora 2000;5(1):5-12
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
kemi, AMİ ve ölüm) gelişmesi açısından izlenmişlerdir. Roksitromisin alan tüm hastalarda, yineleyen anjina, AMİ ve iskemik ölüm gelişme oranları azalmış,
fakat bu azalma istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır. Buna karşılık, 30 gün boyunca roksitromisin
alan grupta, istenmeyen sonuçlardan ikisinin veya
üçünün birden, 72 saat boyunca roksitromisin alan
grupta da istenmeyen sonuçlardan ikisinin birden
gelişme oranlarında, istatistiksel açıdan anlamlı bir
azalma saptanmıştır. Yazarlar, roksitromisinin antimikrobiyal etkisinin, aterosklerotik plak içindeki kronik infeksiyonun reaktivasyonunu engellemek suretiyle olduğunu düşünmekle birlikte, yine aynı ilacın
antiinflamatuvar aktivitesinin de, plak içindeki yangısal olayları azaltarak, plak içinde stabilite sağlayabileceğinden söz etmektedirler.
TARTIŞMA ve SONUÇ
Ateroskleroz gelişiminde, infeksiyon etkenlerinin
rolü yadsınamaz. Özellikle de C. pneumoniae infeksiyonlarının, aterogenezde aktif bir rol oynadıkları
açıkça görülmektedir. Bundan sonraki hedef, antimikrobiyal sağaltımın, aterogenezin önlenmesindeki
yerini belirlemektir. Yukarıda sunulan iki çalışma, antibiyotik sağaltımının, hastalığın seyri ve komplikasyonların gelişmesi üzerinde pozitif etkileri olduğu
doğrultusunda veriler ortaya koymaktadır. Bu bulgulara dayanarak, çok sayıda çalışma planlanmaktadır.
Ancak, halen açıklığa kavuşturulması gereken bazı
noktalar bulunmaktadır. Bu konuda öncelikle yanıtlanması gereken bazı sorular mevcuttur:
• Sağaltımın etkinliğini saptayacak sonuçlar/kriterler nelerdir? Örneğin antibiyoterapi ile varılmak
istenen nokta aterom plağının oluşmasını mı yoksa
AMİ veya kardiyovasküler ölüm gibi komplikasyonların gelişmesini mi önlemektir?
• Hastalarda yapılacak serolojik incelemelerin
çalışma sonuçları üzerinde etkisi var mıdır; yoksa bu
bir zaman kaybı mıdır?
• Serumda antikorların bulunmasının ve antikor
titrelerinin, kardiyovasküler komplikasyonlarla ilişkisi nedir? Seronegatif hastaların da aterom plaklarında organizma saptanmıştır, her iki durumun da
komplikasyonlarla doğrudan ilişkisi olup olmadığı
kesin olarak bilinmemektedir.
• Sağaltımın süresi ne olmalıdır? Burada öncelikle, replikasyon özelliği olmayan elementer cisimlerin
antibiyotiklere duyarlı olmadığı önemlidir. Kısa süreli
antibiyotik sağaltımı, aterom içindeki replike olan organizmaları öldürüp, yangısal reaksiyonu geçici olarak baskılayabilir, fakat organizmayı tamamen elimi-
Flora 2000;5(1):5-12
Serter D.
ne etmesi beklenemez. Bu durumda, antibiyoterapinin bitiminden haftalar, hatta aylar sonra, elementer
cisimler infeksiyonu yeniden başlatabilirler[39].
• Sağaltılan hastaların izlem süresi ne olmalıdır?
C. pneumoniae kronik bir infeksiyon oluşturmakta,
sık reinfeksiyonlar yapmakta ve yukarıda da belirtildiği gibi, antimikrobiyal sağaltım ile, özellikle de aterom plağı gibi sekestre bölgelerde elimine edilmesi
kolay olmamaktadır. Bu durumda, antibiyoterapinin
etkinliği konusunda kesin bir yargıya varmak için,
çalışmaya alınan hastaların yıllarca izlenmeleri gerekmektedir.
• Sağaltım, istenmeyen kardiyovasküler komplikasyonlara yol açabilir mi? Aralıklı olarak uygulanan
antimikrobiyal sağaltımlar, baskılanmış klamidyaları
yeniden üremek üzere aktive edebilir. Bu da plağın
destabilizasyonuna ve rüptüre yol açabilir[39].
Heyecan verici sonuçlarına karşın, aterosklerozun antibiyotiklerle sağaltımına ilişkin çalışmalar henüz kesin sonuçlara varmak için yeterli değildir. Eldeki veriler ön çalışma niteliğindedir; eksik noktaları
bulunmaktadır. Bu konuda daha geniş çaplı ve daha
uygun şekilde planlanmış çalışmalar yapılmadan, klinikte koroner arter hastalığının antibiyotiklerle sağaltılması düşünülmemelidir.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Sumpter MT, Dunn MI. Is coronary artery disease an infectious disease? Chest 1997;112:302-3.
Ross R. The pathogenesis of atherosclerosis: An update.
N Eng J Med 1986;314:488-500.
Friedman M, Van den Bovenkamp GJ. The pathogenesis
of a coronary thrombus. Am J Pathol 1966;48:19-31.
Van der Wal AC, Becker AE, van der Loos CM, et al. Site of intimal rupture of erosion of thrombosed coronary
atherosclerotic plaques is characterized by an inflammatory process irrespective of dominant plaque morphology. Circulation 1994;89:36-44.
Minick CR, Fabricant CG, Fabricant J, Litrenta MM. Atherosclerosis induced by infection with herpes virus. Am
J Pathol 1979;96:673-706.
Yamashiroya HM, Ghosh L, Yang R, Robertson AL.
Herpesviridae in the coronary arteries and aorta of young trauma victims. Am J Pathol 1988;130:71-9.
Hendricks MGR, Salimens MMM, Vanboven CPA, Bruggeman CA. High prevalence of latently present cytomegalovirus in arterial walls of patients suffering from grade
III atherosclerosis. Am J Pathol 1990;136:23-8.
Melnick JL, Hu C, Burek J, Adam E, DeBakey ME.
Cytomegalovirus DNA in arterial walls of patients with
atherosclerosis. J Med Virol 1994;42:170-4.
Grattan MT, Moreno-Cabral CE, Starnes VA, Oyer PE,
Stinson EB, Shumway NE. Cytomegalovirus infection is
associated with cardiac allograft rejection and atherosclerosis. JAMA 1989;261:3561-6.
11
Serter D.
10. Zhou YF, Leon MB, Waclawiw MA, et al. Association
between prior cytomegalovirus infection and the risk of
restenosis after coronary atherectomy. N Engl J Med
1996;335:624-30.
11. Chiu B, Viira E, Tucker W, Fong IW. Chlamydia pneumoniae, cytomegalovirus, and herpes simplex virus in
atherosclerosis of the carotid artery. Circulation 1997;
96:2144-8.
12. Patel P, Mendall MA, Carrington D, et al. Association of
Helicobacter pylori and Chlamydia pneumoniae infections with coronary heart disease and cardiovascular risk
factors. BMJ 1995;311:711-4.
13. Blasi F, Denti F, Erba M, et al. Detection of Chlamydia
pneumoniae but not Helicobacter pylori in atherosclerotic plaques of aortic aneurysms. J Clin Microbiol 1996;
34:2766-9.
14. Grayston JT, Campbell LA, Kuo C-C, et al. A new respiratory tract pathogen: Chlamydia pneumoniae strain
TWAR. J Infect Dis 1990;161:618-25.
15. Grayston JT, Aldous MB, Easton A, et al. Evidence that
Chlamydia pneumoniae causes pneumonia and bronchitis. J Infect Dis 1993;168:1231-5.
16. Saikku P, Mattila K, Nieminen MS, et al. Serological evidence of an association of a novel chlamydia, TWAR,
with chronic coronary heart disease and acute myocardial infarction. Lancet 1988;29:983-6.
17. Saikku P, Leinonen M, Tenkanen L, et al. Chronic
Chlamydia pneumoniae infection as a risk factor for coronary heart disease in the Helsinki Heart Study. Ann Intern Med 1992;116:273-8.
18. Thom DH, Grayston JT, Siscovick DS, Wang S-P, Weiss
NS, Daling JR. Association of a prior infection with
Chlamydia pneumoniae and angiographically demonstrated coronary artery disease. JAMA 1992;268:68-72.
19. Blasi F, Cosentini R, Raccanelli R, et al. A possible association of Chlamydia pneumoniae infection and acute
myocardial infarction in patients younger than 65 years
of age. Chest 1997;112:309-312
20. Gencay M, Dereli D, Ertem E, et al. Prevalence of
Chlamydia pneumoniae specific antibodies in different
clinical situations and healthy subjects in İzmir, Turkey.
Eur J Epidemiol 1998;14:505-9.
21. Linnanmaki E, Leinonen M, Mattila K, Niemiren MS,
Valtonen V, Saikku P. Chlamydia pneumoniae-specific
circulationg immune complexes in patients with chronic
coronary heart disease. Circulation 1993;87:1130-4.
22. Black CM, Perez R. Chlamydia pneumoniae multiplies
within human pulmonary macrophages. In: Abstracts of
the 90th Annual Meeting of the American Society for
Microbiology. Washington DC: American Society for
Microbiology, 1990:80.
23. Saikku P. Chlamydia pneumoniae infection as a risk factor in acute myocardial infarction. Eur Heart J
1993;14(Suppl K):62-5.
24. Shor A, Kuo CC, Patton DL. Detection of Chlamydia
pneumoniae in coronary artery fatty streaks and atheromatous plaques. S Afr Med J 1992;82:158-61.
25. Kuo CC, Shor A, Campbell LA, Fukushi H, Patton DL,
Grayston JT. Demonstration of Chlamydia pneumoniae
in atherosclerotic lesions of coronary arteries. J Infect
Dis 1993;167:841-9.
12
Ateroskleroz ve Koroner Kalp Hastalıklarında Mikroorganizmaların Rolü
26. Campbell LA, O’Brien ER, Cappuccio AL, et al. Detection of Chlamydia pneumoniae TWAR in human coronary atherectomy tissues. J Infect Dis 1995;172:585-8.
27. Grayston JT, Kuo CC, Coulson AS, et al. Chlamydia
pneumoniae (TWAR) in atherosclerosis of the carotid artery. Circulation 1995;92:3397-400.
28. Weiss SM, Roblin PM, Gaydos CA, et al. Failure to detect Chlamydia pneumoniae in coronary atheromas of
patients undergoing atherectomy. J Infect Dis 1996;
173:957-62.
29. Kuo CC, Grayston JT. Factors affecting viability and
growth in HeLa 229 cells of Chlamydia spp. strain
TWAR. J Clin Microbiol 1988;26:812-5.
30. Grayston JT, Kuo CC, Campbell LA, Benditt EP.
Chlamydia pneumoniae, strain TWAR and atherosclerosis. Eur Heart J 1993;14(Suppl K):66-71.
31. Grayston JT. Chlamydia in atherosclerosis. Circulation
1993;87:1408-9.
32. Davidson M, Kuo CC, Middaugh JP, et al. Confirmed
previous infection with Chlamydia pneumoniae (TWAR)
and its presence in early coronary atherosclerosis. Circulation 1998;98:628-33.
33. Moazed TC, Kuo CC, Patton DL, Grayston JT, Campbell LA. Experimental rabbit models of Chlamydia pneumoniae infection. Am J Pathol 1996;148:667-76.
34. Moazed TC, Kuo CC, Grayston JT, Campbell LA. Murine models of Chlamydia pneumoniae infection and atherosclerosis. J Infect Dis 1997;175:883-90.
35. Fong IW, Chiu B, Viira E, Fong MW, Jang D, Mahony J.
Rabbit model for Chlamydia pneumoniae infection. J
Clin Microbiol 1997;35:48-52.
36. Muhlestein JB, Anderson JL, Hammond EH, et al. Infection with Chlamydia pneumoniae accelerates the development of atherosclerosis and treatment with azithromycin prevents it in a rabbit model. Circulation 1998;
97:633-6.
37. Gupta S, Leatham EW, Carrington D, Mendall MA, Kaski JC, Camm AJ. Elevated Chlamydia pneumoniae antibodies, cardiovascular events, and azithromycin in male
survivors of myocardial infarction. Circulation 1997;
96:404-7.
38. Gurfinkel E, Bozovich G, Daroca A, Beck E, Mautner B.
Randomized trial of roxithromycin in non-Q-wave coronary syndromes: ROXIS pilot study. Lancet 1997;
350:404-7.
39. Grayston JT. Antibiotic treatment of Chlamydia pneumoniae for secondary prevention of cardiovascular
events. Circulation 1998;97:1669-70.
Yazışma Adresi:
Prof. Dr. Demir SERTER
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
İnfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Bornova - İZMİR
Makalenin Geliş Tarihi: 25.11.1999
Kabul Tarihi: 27.11.1999
Flora 2000;5(1):5-12
Download