+ KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 23 EKİM 2010/ SAYI 15 EDİTÖR’DEN... DOSYA VIII: ÜNİVERSİTELER ve KENTLER Naciye Doratlı DOSYA VIII Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi Kent-Üniversite ilişkileri genelde iyi niyetle hep tartışılagelmiştir. Her iki kesimde çok iyi ve güçlü ilişkiyi samimiyetle istemiştir. Ama bu istek her iki tarafı da tam memnun edecek düzeye bir türlü ulaşamamaktadır...-> S 7-8-9-10 [email protected] Herkese Merhaba, Yaklaşık iki aylık aranın ardından sizlerle yeniden birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Ara verdiğimiz zaman bize ilk anda uzunca bir süre gibi görünmüş olsa da, yeni akademik yılın hazırlıkları, derslerin başlaması ve gerek özel gerek akademik yaşamla ilgili diğer uğraşlarımız derken bir de baktık ki bizim ‘Yaşasın Tatil’ göz açıp kapayıncaya kadar bitivermiş. Elinizdeki Mekanperest’in onbeşinci sayısı ile ilgili olarak çalışmaya, ‘Acaba biraz değişiklik yapabilir miyiz? Mekanperest’i biraz daha zenginleştirebilir miyiz?’ düşüncesi ile başladık. Ekip olarak yaptığımız değerlendirme sonucunda bu sayıdan itibaren bazı değişiklikler yaptık. Elinize aldığınızda hemen fark edebileceğiniz ilk değişiklik kapak sayfamızda. En önemli değişiklik ise değerli bir mesai arkadaşımız Doç. Dr. Yonca Hürol’un aramıza katılması. Özellikle Felsefe alanında çalışmaları ile öne çıkan arkadaşımız, her sayımızda sayfası ‘Mekan-Anlam-Yorum’da akıcı üslubu ile sizlerle birlikte olacak. Diğer sayfalarımız eskiden olduğu gibi birbirinden güzel, dikkat çekici konularla devam edecek. Yazın/Yayın akışımız içinde bu sayımızda Dosyamız, yayın ekibimizden öğretim üyelerimiz Kutsal Öztürk, Şebnem Hoşkara, araştırma görevlisi Begüm Mozaikci ve konuk yazar olarak Mimarlık Bölümü öğretim üyesi ve DAÜ KENT- AG Başkanı Derya Oktay’ın farklı açılardan akıcı bir anlatımla irdeledikleri Üniversite - Kent temasını işliyor. Turizm sektörü ile birlikte ülkemizin iki lokomotif sektöründen biri olan Yüksek Öğrenim (Üniversiteler) sektörü sadece ekonomimiz açısından değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel yaşam ve kentlerimizde yer alan Üniversitelerimizin yarattığı dinamizm açısından da ülkemizin hayat suyu. Bunun kıymetini hükümet edenlerden başlamak üzere, doğrudan ya da dolaylı olarak üniversitelerle ilgisi olan herkesin bilmesi ve buna göre hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ya sizce? En iyi dileklerimle... Naciye Doratlı YAŞAM-MEKAN-YORUM -> Sayfa 2 Kibritçi Kız Masalının Çağdaş bir Mimara Düşündürdükleri GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI -> Sayfa 4 -> Sayfa 3 “Lefkoşa’da Zamanının Hızını Yakalayan bir Tasarım” “KKTC’de Tarihi Kentsel Alanların Korunmasına İlişkin...” Uğur Dağlı Yonca Hürol KONUT VE YAŞAM BİR MİMAR - BİR BİNA -> Sayfa 5 GELENEKTEN EVRENSELE Naciye Doratlı -> Sayfa 6 KENTİN TADI TUZU “Ondört Yıl Sonra….Zeytin Ağaçları, “Geleneksel Yerleşimlere Ekolojik Sevdalar…..ve Mimari” * Bir ‘Yapı Gereci’ Alternatifi” ** AL GÖZÜM SEYREYLE -> Sayfa 12 “Ege’nin Kalbinde Bir Liman Kenti: İzmir” *** Türkan Ulusu Uraz “Çağdaş Kentin Salaş Mekanları” Kağan Günçe Hera-C PROVO-K-İTAP -> Sayfa 13 SORULAR- CEVAPLAR “İnşaatta Güvenlik” + Ercan Hoşkara CMYK * ** *** Nesil Baytin NEVZAT ÖMER SAATCIOĞLU Pınar Uluçay- Bahar Uluçay **** Şebnem Hoşkara “Gecekondu Gezegeni” ve Kent Yoksulluğuna dair **** Beril Özmen Mayer -> Sayfa 11 konuk yazarlar: -> Sayfa 14 GÜNCEL HABERLER Yonca Hürol -> Sayfa 15 Kutsal Öztürk & Begüm Mozaikçi + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. 02 YAŞAM-MEKAN-YORUM Yonca Hürol Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] KİBRİTÇİ KIZ MASALININ ÇAĞDAŞ BİR MİMARA DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Çocukken mi okudum, birisi mi anlattı, yoksa filmini falan mı seyrettim hiç hatırlamıyorum ama Kibritçi Kız masalı denince aklıma ilk gelen şey çok soğuk ve karlı bir noel gecesinde bir ekmek alabilmek için ümitsizce kibrit satmaya çalışan yoksul bir kız çocuğunun (sekiz – dokuz yaşlarında olmalı) bacasından duman tüten bir evin ışıklı penceresinden içeriye kimse görmeksizin bakışı ve içeriden gelen müziği ve ahenkli insan seslerini dinleyişidir. Daha sonra soğuğa daha fazla dayanamayıp kibritlerini, önce birer ikişer sonra beşer onar yakmaya başlayacak ve aynı gecenin sabahı o pencerenin önünde ölü bulunacaktır. bu meydanlar ve çevrelerindeki tüm yapılar. Üstelik de sözkonusu gökdelenler yerel kültürü ifade etmek adına Hispanik motiflerle kaplı iken oluyor bütün bunlar. (Parson, 1993) olmasının nedeni de bu zaten. Olayın yoksulluk boyutunu bir kenara bırakıp kibritçi kıza ve onun önünde durup da içeriye baktığı pencereye ve o eve geri dönmek istiyorum. Çünkü sadece kibritçi kız ve evin dış mekanı değil, o evin kendisinin de bir mimara düşündürmesi gereken pek çok şey var. Kibritçi kızın gözünden bakıldığında ne kadar hoş ve ideal bir ev gibi gelir o ışıklı pencereden içerisi görülen ev. Ama bir an için kibritçi kızın bu gece sizin evinizin penceresinden içeriye bakacağını hayal edelim. Ne dersiniz, o kadar da masalsı bir huzur olacak mı bu gece evinizde? Kimbilir ev dağınık ve pistir, ampüllerden Afrika’ya, Hindistan’a, hele hele de savaştan yeni yeni çıkıyormuş gibi görünen Irak’a, Afganiztan’a hiç gitmeyelim. Oralarda nüfusun büyük çoğunluğu yoksul olduğu için dilenmek ya da birşeyler satmak için gidebilecekleri yer falan da pek yok bu insanların. Kent yoksulluğu oranının %99 olduğu kentler mevcut dünyada. Herkesin işsiz olduğu ve paranın nereden geldiği hiç belli olmadığı için insanların büyücülükten Öncelikle bir Andersen masalı olan bu masalın konusunun çağdaş bir kentte değil 19. yüzyılda köylerden göç etmiş olan işçilerin odaklanmaya başladığı Avrupa kentlerinden birinde geçiyor olduğunu düşünüyorum. Küçük kız işyerinden dönen erişkinlere kibrit satabilmek için varsıl ailelerin yaşadığı, bizim bakış açımıza göre tarihi evlerin bulunduğu bir mahalleye gelmiştir. Kente göç ve kent yoksulluğu henüz yeni olduğu için pek çok günümüz kentlisinin aksine hırsızlık ya da can güvenliği gibi sorunları olmayan bu varsıllara ait mahallede yabancıların binalara yaklaşmasını engelleyecek güvenlik tedbirleri yoktur. Kibritçi kız eğer günümüzde yaşamış olsaydı ne demir parmaklıklı villalara, ne kapısında güvenlikten sorumlu kapıcıların beklediği apartmanlara, ne de çevresi dikenli tellerle çevrili sitelere yaklaşabilecekti. Büyük bir olasılıkla gündüz gözüyle kent merkezinde ya da büyük bir süpermarketin yakınında, kibrit değil çakmak, hatta belki de sigara içenler azaldığı için kağıt mendil falan satmayı tercih edecekti. Böylesine yaygın ve derin bir yoksulluğun çok şükür geçmişte kaldığını düşünebilirsiniz ama malesef bu doğru değildir. Tüm dünyada olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’ta da hızla artmaktadır kent yoksulluğu. Kahvehanelerde iş bekleyen erkekler, sokaklarda çarşaf, masa örtüsü vs satan kadınlar ve süpermarketlerin önünde dilenen çocuklar artık bizde de var. Ankara’yı düşündüğümde aklıma hemen kent merkezinde heryere tezgah açmış çolukçocuk ve onların zabıtadan örgütlü kaçış mekanizmaları geliyor. Bir ıslık duyuyorsunuz ve bir anda yer yarılıyor ve içine giriveriyor bu çocuklar. Nereye gittiklerini herşey gözünüzün önünde olup bitmesine rağmen siz bile göremiyorsunuz. Los Angeles’ı düşündüğümde derinlemesine yoksul Hispanik mahallelerinin ortasına yapılmış gökdelenlerle çevrili bir kent meydanına kötü giysili Hispaniklerin sokulmayışı geliyor aklıma. Özellikle meydan ile yoksul mahalleler arasındaki geçişlerin kontrol edilebileceği şekilde tasarlanmış Kaynak: http://southasiainvestor.blogspot.com201007deprivation-index-indians-worseoff.html medet umduğu kentler mevcut. İnsanların organlarını ya da çocuklarını satarak geçindiği ve hatta cadı olup da uğursuzluk getirdiği gerekçesi ile çocuklarını sokağa atacak kadar insanların topyekün aklını oynattığı kentler de mevcur. (Davis, 2007) Demeye çalıştığım şu ki, potansiyel kibritçi kızlar günümüzde de var ve işleri masaldaki kızdan daha kolay değil. Galiba biz onları yeni endüstrileşmeye başlamış kentlerdekine oranla daha az görebiliyoruz. Kimi zaman güvenlik nedeni ile, kimi zaman görsel kirlilik oluşturdukları gerekçesi ile uzaklaştırıldıkları için, kimi durumlarda da kentin uzak semtlerinde yaşamaya zorlanmış oldukları için merkezde olmaya son derece ihtiyaçları olmasına rağmen görülebilecekleri yerlere yaklaşamıyorlar. Büyük kentlerde pek çok evsiz yoksulun kent merkezlerinde yaşıyor huzurlu bir ev olsa olsa masallarda olur zaten. Hayatın devinimi ilkesi bile öylesi bir huzura aykırıdır aslında. Az veya çok değişime hepimizin ihtiyacı vardır ve değişim de maceralı ve az da olsa tekinsiz işlere atılmadan olmaz. Bu da çevremizdeki diğer insanların hoşuna gitmediği için az da olsa herzaman huzur bozulur ve bozulacak da... Ama evinizi sevmeniz sözkonusu olduğunda bakış açımız anında değişecektir. Bir yolunu bulup sevmelisiniz evinizi ve çevrenizde hoşlandığınız objeler olmalı ki, eviniz kaleniz olabilsin. Değişim gereksiniminin neden olduğu endişe ve huzursuzlukla başedebilmek için bu güce ihtiyacınız olacaktır. Ama öyle sizi olduğunuzdan daha güçlü göstererek ya da modaya uyarak prestijinizi artıracak objelerden değil, bütün samimiyetinizle hoşunuza giden bir evden ve objelerden bahsediyorum. Örneğin bir arkadaşım tüketim toplumunun üyesi olmamaya o kadar kararlıydı ki, evinde sadece kendisine verilen, hediye edilen ya da tesadüfen hayatına girmiş eşya ve objeler arasından seçtikleri vardı. Bu objeler arasındaki nerede ise tesadüfi uyum ve sahiplerinin toplumsal kimliğine uygunlukları arkadaşımın evinde huzur duymasını sağlıyordu. İşte kibritçi kızın penceresinden içeri baktığı evdeki huzur da olsa olsa böylesi bir huzur olabilir. Yani sadece evin mimarisinden ve içindeki objelerin kişiselliğinden kaynaklanan bir huzurdan bahsediyoruz. Yoksa yaşamın ya da ailenin huzurundan değil. Kibritçi kız masalına mimar gözü ile bakıldığında açıklığa kavuşabilecek mimariye dair bu gerçek, yaşamın ilerici huzursuzluğu ile mimarinin ve çevremizdeki diğer objelerin verdiği huzur arasında çok temel ve biribirini dengeleyen bir çelişkinin varolduğu şeklinde ifade edilebilir. biri yanmıştır, herkes biribirine surat asmaktadır ve kimbilir yüksek sesli bir tartışma bile yaşanmakta olabilir kimi aile fertleri arasında. Kibritçi kız büyük bir olasılıkla pek de öyle bir noel ağacının etrafına toplanıp şarkılar söyleyen, biribirine gülümseyen ve sürekli olarak biribirine sarılan insanlar göremeyecektir sizin evinizde. Eviniz de zaten kibritçi kız masalındaki gibi bacasından duman tüten, iki katlı, kırma çatılı, kemerli, geniş pencereli, taş bir ev de değildir. Ya dış cephe boya istiyordur, ya pencere – kapı doğramaları eskimiştir, ya duvardaki kaplama tuğlalar dökülmüştür, ya evin girişi kirlidir, ya da dışarıdaki çöp kokuyordur falan... Size huzurlu bir haftasonu dilerim. Olabildiğince tabii...))) Diyeceğim şu ki, huzursuzluğun ve yapılması gereken temizlik gibi işlerin önemi yok. Kibritçi kız masalındaki gibi Yonca Hürol REFERANSLAR •Davis, M., (2007) Gecekondu Gezegeni. (Planet of Slums) Çev: G.Koca. İstanbul: Metis Yayınları. •Parson, D., (1993) “The Search for a Centre: The Recomposition of Race, Class and Space in Los Angeles.” International Journal of Urban and Regional Research. 17(3). MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. BİR BİNA- BİR MİMAR Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 03 Uğur Dağlı “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] LEFKOŞA’DA ZAMANININ HIZINI YAKALAYAN BiR TASARIM “Mimarlık dünyaya bir ilave yapmaktır.” Yaşadığımız yüzyılda teknoloji hızla gelişirken, günü yakalama uğraşıyla, günler de farkına bile varmadan geçiveriyor ve biz aslında günü yakaladığımızı zannettiğimiz bir anda dünü yaklamış oluyoruz. Zamanın hızlı akmaya başladığı bu dönemde aslında önemli olan günü yakalamak değil günün önüne geçmek ve “Gün”ün arkamızdan bizi takip etmesini sağlamaktır. Teknoloji sadece zamanı hızlandırmakla kalmamış yaşadığımız mekanlarla da biraz oynamış, mekan sınırlarmızı genişletmiş ve hatta sınırları ortadan kaldırıp bizim dünya içinde günü yakalama senaryomuzu yazmıştır. Kısacası Teknoloji, dünyamızı o kadar küçültmüş ki hepimizi bir ülkenin vatandaşı değil birer dünya vatandaşı durumuna getirmiş ve mimar olarak da bizim çalışma alanımızı genişleterek, ana hedefimizi dünyaya renk katacak ilaveler yapmak olarak da düzenlemiştir. İşte teknolojinin böyle bir oyunu içinde mimar olarak da görevimiz, dünyanın her köşesine, fiziki anlamda güzelleştirilmesi adına yorum getirmek, öneriler yapmak ve hatta imkanlarımızı zorlayarak binalar tasarlayıp uygulatmaktır. Mesleki koruma adına çalışma alanımızı belirleyip, kendi sınırlarımızı yaratıp kapımızı bizim dışımızdaki mimarlara kapatmak aslında kendimizi ülke sınırlarımızın içine tutsak etmektektir. Bir dünya vatandaşı olarak Zaha Hadid dünyanın herhangi bir yerine bina tasarlarken Calatrava da yine dünyanın çok farklı noktalarında tasarladığı yapılar ile dünya vatandaşlarına kucak açmaktadır. Artık meslek bölge değil kıtalar arası dolaşmakta,birçok dünyalı ile buluşmaktadır. Bu anlamda Teknolojinin yarattığı hızlı zaman akışı ve mekan sınırsızlığına atıfla bir aylık aradan sonra sayfamı Avrupa’nın Milano kentinden Güney Lefkoşa için proje üreten bir mimara yer vermek istiyorum. Milano’dan Lefkoşa’ya bir Tasarım Avrupa, Asya ve Amerika’daki Ferrari dükkan tasarımlarından, Budapeşte’den Nice kadar birçok otel tasarımına aynı zamanda Alitalia havalanının yerleştiği alanın tasarımı gibi yapılarda imzası bulunan, 1988 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nden Roscoe Ödülü, 1989’da Osaka kentinin anahtarı ile onurlandırılan, ayrıca üç çalışması ile 2001 ve 2004 yıllarında Şikago Fen ve Edebiyat Kulübü tarafından en iyi tasarım, 2003’de “Kırmızı Nokta - Red Dot” ödüllerinin sahibi ve çalışmaları dünyanın birçok müzesinde sergilenen ünlü İtalyan mimar Iosa Ghini’den Lefkoşa’nın merkezi dışında, kanlı dereboyunca, yeni yerleşim alanına dört ev tasarlaması istenmiştir. Akdenizin kendine özgü peyzaj karakterine entegre edilme hedefi ile yola çıkılan tasarım, organik ve akışkan formu ile çevreye görsel zenginlik katacağının sinyallerini vermektedir. Ayrıca bu tasarımda bütün bir organizmanın içine giren dört ev ünitesinin ise herbirinin kendine özgün morfolojik özelliği de vardır. Birliktelik içinde özgür parçaların dans edişi gibi bir organizasyon söz konusudur. Organik formlu akışkan dış kabuk sadece üniteleri değil geleneksel ve modern malzemeleri de birbirine bağlamaktadır. Çevre - dostu Proje Tasarımın en güçlü yanı ise “çevre dostu ev” olma hedefini taşımasıdır. “Çevre dostu ev” ise temelinde ekolojiye uygun yapılanma tarzını ortaya koymakta ve eko-mimari kavramına vurgu yapmaktadır. Doğal güçleri aktif hale getirip, çıkarları doğrultusunda yönetip faydalı etkilerini kuvvetlendirerek insanlığın gereksinimlerini minimum ekolojik bozulmayla karşılamaya çalışan ve uygulamalı bir bilim olan eko teknoloji de çevre dostu evin olmazsa olmasıdır. Proje, solar paneller ve yağmur suyu dönüştürme sistemi üzerine kurgulanmıştır. Pasif ve aktif eko-teknoloji bu projenin ana ağırlık noktasıdır. Radyasyon yoluyla oluşacak ısı kaybı ve kazancı özel tasarlanmış camlar (alçak yayınlayıcı -low emissive -) sayesinde azaltılmakta ve bu cam sayesinde iç mekanlar yalıtılmaktadır. Aynı zamanda bina kabuğu yüzeyine kolaylıkla monte edilebilen esnek fotovoltaik paneller ile binanın ihtiyacı olan elektrik enerjisinin bir kısmı üretilmekte ve güneş panelleri ile depolanan ısı enerjisi sayesinde ise mekan içinde gece - gündüz arasında oluşabilecek sıcaklık farklılıkları giderilebilmektedir. Ayrıca yağmur suyu sistemi,ile yağmur suyu geri dönüşüm olarak kullanılmaktadır. Tüm dış duvarlar fotokatalitik beton olarak yapılmıştır ve bu mucizevi malzeme, organik ve organik olmayan zararlı tüm cisimleri zararsız bileşenlere dönüştürmektedir. Pürüsüz strüktüre sahip, ışık ile kimyasal reaksiyona giren ve aktif bir aracı olan bu malzeme, karbonmonoksit, benzen, nitrojenoksit gibi gazlardan oluşan hava kiri taneciklerini yok etmektedir. Böyle bir sistem ile kurgulanmış bina, temiz enerji sağlamaktadır Projede yer alan yağmur suyu sistemi ve solar paneller sayesinde su, elektrik gibi kamusal hizmetlerin kullanımı en aza indirgenmektedir. Iosa Ghini Tasarımı Ev- Görünüşler/ Güney Lefkoşa Son Söz İlk bakışta formal yaklaşımın başarılı örneği gibi duran bu tasarım aslında “sürdürülebilir tasarım”, “eko-tasarım” “çevre – dostu tasarım” “eko teknoloji” gibi özellikle de tükenen enerji konusunda problem yaşayan ada mimarisi için oldukca rasyonel ve övgü alan bir projedir. Yaşadığımız yüzyılın içinde bulunduğu imkanlar + ve problemler aynı anda düşünülürse mimari tasarımın artık sadece göze hitap etmesi yetmiyor. Yaratıcı bir görsellikle birlikte, fonksiyonel özelliği bir arada barındıran ve dünyaya dost olabilecek teknolojilerle desteklenmiş tasarımlar günümüzde uygulanması gerekenlerdir. Sadece akışkan formlu bir villada yaşamak değil elektriğini kendi üretebilen ve çevredeki zararlı maddeleri kontrol eden güneşten enerjisi üreten mimari artık literatürlerde aranmaktadır. Dünü yaşayan bir toplum olarak, yakınımızda yapım aşamasına gelen bu tasarımın bize öncü ve zamanın hızlı akışı içinde artık yarını yakalamaya çalışmamıza CMYK yol gösterici olmasını temenni ederim. Uğur Ulaş Dağlı Kaynaklar: •http://www.igreenspot.com/eco-technologieshouse-in-cyprus-by-iosa-ghini-associati/ •http://www.archicentral.com/houses-nicosiacyprus-iosa-ghini-associati-10818/ •http://www.architecturenewsplus.com/ profiles/110 •www.nodusrug.it/en/designer_33_massimo_ iosa%20ghini.php •http://www.inhabitat.com/2008/05/01/iosaghini-cyprus-residence/ •http://www.dezeen.com/2008/04/06/houses-incyprus-by-iosa-ghini-associati/ •http://www.architecturelist.com/2008/04/06/ fluidal-house-by-iosa-ghini-associati/ + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. 04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI Naciye Doratlı Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] KKTC’DE TARİHİ KENTSEL ALANLARIN KORUNMASINA İLİŞKİN YASAL ÇERÇEVE YETERLİ Mİ? * Sayfamda ben ve konuk yazar arkadaşlarım kimi zaman genel olarak, kimi zaman bina ölçeğinde, kimi zaman çok acil önlem alınması gerektiğini düşündüğümüz korunması gereken kültür varlıklarımızla ilgili olarak bir çok konuyu sizlerle paylaşmaya çalıştık. Bina ölçeğinde olsun, alan ölçeğinde olsun taşınmaz kültür varlıklarının korunması konusunda söylenecek o kadar çok şey var ki? Ben bu sayımızda tarihi kentsel alanların korunmasına ilişkin yasal çerçeveye değinerek doğrulara, yanlışlara ve de eksiklere dikkatinizi çekmeye çalışacağım. Çünkü, korumanın başarılı bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için uygulanabilir bir yasal temel, mali olanak/araçlar, güçlü bir örgütsel yapı ve halk katılımı gerekmektedir ve Yasal Çerçeve bunlar içinde en temel olanıdır. Pek çok ülke ve uluslararası topluluğun tarihi ve kültürel mirasın korunması konusunda ilgi ve duyarlılığın artmasından etkilenmesine rağmen, KKTC’de koruma odaklı planlama ve uygulama etkinliklerinin iyi ve etkin bir düzeye ulaştığını söylemek pek mümkün değildir. Korumaya yönelik pek çok projenin uygulanmış olmasına rağmen Lefkoşa Sur-içi, Mağusa Suriçi gibi tarihi kentsel alanlarımız, değişik derecelerde de olsa, gerek fiziki olarak gerekse sosyal anlamda bozulma, yıpranma ve yok olma tehdidi altındadır. Bu durumun iyi yönde değiştirilebilmesi için, ‘Korumaya ilişkin mevcut yasal çerçeve yeterli mi? Yeterli değilse hangi noktalarda nasıl değişiklikler yapılmalı, ya da yapılabilir mi?’. Sayfamın el verdiği ölçüde bu soruları cevaplandırmaya çalışacağım. İlk olarak ifade etmek gerekir ki, günümüzde gelişmiş ülkelerdeki alan ölçeğindeki koruma çalışma ve uygulamalarında imar ve eski eserlerin korunmasına ilişkin yasalar yanında, koruma ve canlandırma sürecini dolaylı olarak etkileyen tüm yasal mevzuat koruma lehine etkin bir biçimde kullanılmaktadır. Bu konuyu biraz açacak olursak, koruma faaliyetlerini doğrudan etkileyen yasaların, Eski Eserler Yasası ve İmar Yasası gibi Yasalar olduğunu hepimiz biliriz de, tarihi kentsel alanların bütün olarak korunmasını ya da korunamamasını dolaylı olarak etkileyen yasalar hakkında fikrimiz var mıdır acaba? Tabii burada şu sorular akla gelebilir hemen: ‘Yasa, Devlet kurumlarının işi! Vatandaş bunu nereden bilsin? Ya da bilse bile ne fark edecek?’. ‘Her konuda bilgi sahibi olan vatandaş daha duyarlı daha bilinçli olacağı için.’ Şeklinde bir cevap yanlış olmasa gerek. Bu noktada Kuzey Kıbrıs’ta alan ölçeğinde korumayla doğrudan ilgili olan yasaların yanında, tarihi alanların korunmasını dolaylı olarak etkileyebilecek yasalara değinmekte yarar görüyorum. Bu yasaları sıralayacak olursak: Çevre Yasası, Turizm Yasası, Belediyeler Yasası, Taşınmaz Mal Yasası, Kira Yasası, Sosyal Konut Yasası, Evkaf ve Vakıflar Yasası, Sivil Savunma Yasası, Gelir Vergisi Yasası ve Emlak Vergisi Yasası, koruma etkinliklerini destekleyici herhangi bir hüküm içermemektedir. Tersine, bunların bir ölçüde, koruma karşıtı kurallar içerdikleri söylenebilir. Bu yüzden, tarihi kentsel alanların özelliklerinin sürdürülmesi ve güçlendirilmesi amacına hizmet etmesi için, koruma ve iyileştirme hedeflerine uygun olarak tüm adı geçen yasalarda değişiklikler yapılması gerekmektedir. Doğal olarak, farklı bir çok kamu kurumunun uygulama alanları etkileneceği için, bu kolay bir iş değildir. Güç olmasına karşın, etkili bir düzenleme ile gerçekleştirilebilir. dışında tutulduğumuz bu topluluğa katılma ümidi içinde olan bizlerin her alanda hazırlıklı olmamız gerekiyor hiç şüphesiz. Ayrıntılı bir çalışma yapmadan bile, uluslararası düzeydeki uygulamalara yönelik araştırmalara dayandırılarak, bazı değişikliklerle ilgili olarak öneriler yapmak mümkündür: Ancak unutmamak gerekir ki Yasalar ne kadar iyi olursa olsun, önemli olan bu Yasaların doğru uygulanması. Geçen gün gazetelerde yer alan bir habere göre anıtsal bir yapı olan Lefkoşa Selimiye dünyaya entegre olmaya çalıştığımız bir dönemde bu yanlış tavırlar bizi acaba nereye götürecek? Yarın bize ‘AB üyesisiniz.’ deseler, bu amatör zihniyetle halimiz ne olacak acaba? Naciye Doratlı Turizm Teşvik Yasası Şehir Planlama Dairesi, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ve ilgili belediyeler ile işbirliğine giderek tarihi kentsel alanlarda turizm yatırımlarını artırmak gerekir. Taşınmaz Mal Yasası Geleneksel doku üzerindeki olası olumsuz etkilerini önleyebilmek için, arsaların birleştirilmesi veya parsellere ayrılması ile ilgili hükümleri gözden geçirilmelidir. Emlak Vergisi Yasası Günümüzdeki haliyle bu yasa, kent düzeyinde her yerde aynı kuralları uygulandığı için (tek düze olduğu için), genel kent planlama ya da korumanın hedeflerine hizmet edememektedir. Emlak sahiplerinin vergilendirilmesinde cazibesi yüksek olan alanlar ve çöküntü alanları arasında bir ayrım yapmamaktadır. Türlü özendirici tedbirlere gereksinim duyulan tarihi alanlardaki emlak sahipleri için, en azından belli dönemler için –bozulma ve yıpranma sona erene değin- ek hükümlerle vergi bağışıklığı sağlanmalıdır. Gelir Vergisi Yasası Tarihsel alanlarda eskiden beri bulunan ancak bu alanlar dışındaki ticari faaliyetlerle başa çıkamayan esnafı korumak için küçük esnaf için vergi bağışıklıkları getirilmelidir. Yapılacak değişikliklerle, geleneksel alışveriş yerleri İngiltere’deki gibi “Ticari Gelişim Alanları” olarak ayrılmalıdır. Bu girişim, söz konusu alanların çekiciliğini artıracaktır. Sosyal Konut Yasası Bu yasa tarihi alanlarda bulunan konutları iyileştirmek için büyük bir potansiyel taşımaktadır. Yasayı bu doğrultuda değiştirmek iki açıdan önem taşımaktadır: (i) Eski yapıların çekiciliğini artıracaktır, (ii) ülkedeki gözardı edilmiş olan sermaye birikimine olan ilgiyi canlandıracaktır. Türkiye’deki “Toplu Konut Yönetimi”, bu yöndeki uygun düzenlemeler için iyi bir klavuz olabilir. Kira Yardımı Yasası Vergi bağışıklıkları tanımak yönündeki değişiklikler, alandan kaçışı önleyip bakım ve onarıma duyulan ilgiyi artıracaktır. Evkaf ve Vakıflar Yasası Bu yasa altında, ülke ya da kent düzeyinde “Koruma Vakıfları”nın kuruluşunu teşvik edecek türlü düzenlemeler yapılabilir. Pek çok ülkede tarihi alanların korunmasında sağlanan başarı, bu tür vakıfların gerçekleştirdiği etkinliklerle doğrudan ilgilidir. Bu önerilere ek olarak, yasalar dikkatli bir biçimde gözden geçirildiği takdirde, daha fazla olanak bulunabilir. Tabii burada en önemli konu, yapılabilecek değişiklikler için siyasi irade olup olmayışıdır. Aslında, Avrupa Birliği Uyum çalışmaları kapsamında bu konuların ele alınıyor olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bir çok Avrupa ülkesi 1975’te yayınlanan Amsterdam Deklarasyonu sonrasında bu uyarlamaları bir süreç içinde gerçekleştirmişler. Ve talihsiz bir biçimde Camisine büyük boy klimalar takılmış. Ve bunu sade vatandaş değil, resmi kurumlar yapmış. Eski Eserler Yasası uyarınca böyle bir uygulamanın asla yapılmaması gerekiyor. + Resmi Kurumlar Yasaları bu şekilde çiğnerse, sade vatandaş nasıl duyarlı ve Yasalara saygılı olsun? ‘Mevcut Yasaları bile Devlet eliyle ihlal ediyorsak yeni Yasal düzenlemelere ne gerek var?’ demek geliyor insanın içinden. Avrupa Birliği’ne, CMYK * Bu yazı yazarın daha önce Ruşen Keleşe Armağan, II. Kitap’ta yayımlanan ‘KKTC’de Tarihi Kentsel Alanların Korunmasına İlişkin Yasal Çerçeveye Eleştirel Bakış’ başlıklı makalesinden uyarlanmıştır. (Kent ve Planlama, Geçmişi Korumak Geleceği Tasarlamak, (ed. A. Mengi), Ruşen Keleşe Armağan, II. Kitap, İmge Kitapevi, (October 2007). + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. KONUT VE YAŞAM Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 05 Hera-C SAYFA [email protected] ONDÖRT YIL SONRA… ZEYTİN AĞAÇLARI, SEVDALAR… ve MİMARİ Gazimağusa-Lefkoşa karayolunun her iki yanı benzer manzaralar sunuyor: Kırsal/tarımsal alanların orta yerinde bir apartman topluluğu veya upuzun cepheli, bu ekonomik kriz yıllarında kime/ nasıl hizmet vereceği belli olmayan ‘ Alışveriş merkezi’ niyetli, uzun süredir yapım halinde olan ve yatırımı zaman geçtikçe değer kaybeden bir bina; devlet tarafından tahsis edilen arsalar üzerinde, kullanıcıların kendi olanak, beğeni ve bilgi düzeylerine bağlı olarak, aşamalar halinde yaptıkları/yaptırdıkları, bu nedenle de ne biribirleri ne de bulundukları çevre ile hiçbir organik bağın oluşamadığı, az katlı ama çatılarında bırakılan filizlerden ileride çok katlı apartman yapılarına dönüşebileceği belli olan konutlar. Ülkenin tümünde plansız,programsız ÜREYEN ( ‘Gelişen’ diyemiyeceğim, çünkü bu GELİŞME DEĞİL ) yapma/yapılı çevrenin akla ve mimariye zarar veren bir yansıması. Sınır ve engel tanımayan vahşi yapılaşmanın doğal çevreyi nasıl yok ettiği aslında çoğu kez gözden kaçıyor. Bu konuyabir doğa sevdalısı olan Nesil Baytin, son derece şiirsel anlatımıyla, bir kez daha dikkat çekiyor. Ada’nın en vefalı yeşili zeytin ağaçları üzerinden güçlü mecazlar içeren bu yazıyı edebiyat düşkünlerinin de kaçırmaması öneriyoruz. Türkan Ulusu Uraz 12 Ekim 1997 de, Kıbrıs adasını ilk kez gördüm, yükseklerden, uçaktan …ve ilk kez ayak bastım. 13 Ekim’ de de, DAÜ nün ve Mimarlık Fakültesi’nin kapısından ilk kez girdim.Ve her ikisiyle de sevdamız böyle başladı… Zeytin ağacını daha önceden de görmüştüm elbet, ama ‘Kıbrıs adası’nda zeytin ağacı’ toprağa daha mı bir tutkun bilmiyorum; onunla toprak arasındaki inanılmaz sevdayı da, doyasıya, burada ilk kez anladım. Binaların gölgesinde zeytin ağaçları Sevdaların bitmesi beklenir her nedense; bitmezse de, kesilir, koparılır, hoyratça. Tıpkı, önceleri hep cılız kalacakmışcasına narin görünüp, toprak ona bağrında güven verdikçe serpilip, güçlü ama kıvrımlarıyla zarif gövdeleri ve en güzel meyveleriyle hep insan dostu olmuş zeytin ağaçlarının toprağın bağrından zorla çıkarılmaları gibi. Buna da, ilk kez, bu adada şahit oldum: Dünyanın, gizli-gizemli kalmış, en güzel koylarından birinde, yapılacağı yere ne ölçek, ne amaç, ne mimari olarak hiçbir şekilde yakışamayacak devasa bir taklit-binaya yer açmak için, doğanın bağrından fışkıran koca zeytin ağaçları, onları dikenlerin gözyaşları arasında, ne yaptığının farkında olmayan- yalnızca umarsız emirlere uyan makinalar tarafından topraktan koparıldı. Gazi Mağusa, ilk gözağrım. ‘ESKİ KENT’ i dünyadaki sayılı benzerleri arasında, hala yaşanan bir çevre olması nedeniyle, çok ender ve değerli bir örnek oluşturuyor. Biz bunun farkında olmasak da, ya da bu gerçeğe sırtımızı dönmeyi yeğlesek de. Ondört yıl önce, DAÜ nün bana lojman olarak verdiği apartman, kentin en yüksek binasıydı. Kampüsün hemen yanındaki sosyal konutlar ise, biribirinin aynı birimlerden oluşan konut yerleşmelerinin ilk örneği. Sonraları,üniversiteye gelen öğrencilerin konut gereksinmesinin karşılanması için, okula yakın bölgelerden başlayarak, yeni apartmanlar yapıldı, yeni sokaklar oluştu, o sokaklarda yine yeni apartmanlar yapıldı. Altyapının yeterli olup olmadığı, hızla yükselen ve sayıları çoğalan bu tür yapıların yazın ‘cankurtaran’ rüzgarını kesip kesmediği, ne tür estetik kaygılar taşıdığı, gelecekteki Gazi Mağusa kentini nasıl şekillendireceği vbg. konular, giderek daha fazla rant elde etme kaygı ve çabalarına yenik düştü, hiçbir zaman gereken dikkati ve özeni görmedi. Kentin iki ana ulaşım aksından Salamis Yolu giderek, zemin katlarının Zeytin Ağacı (fotoğraf: Beril Özmen Mayer) mağaza/kafe vbg. işlevlere yönelik kullanılması için daha da yüksek binalarla donandı. Öğrencilerin haklı isteklerinin aksine ve Batı ülkelerindeki benzer ‘Üniversite Kentleri’ örneklerinin tersine, bisiklet ve yayaya açık yürüyüş yolları oluşturulmadı, motorlu özel araç kullanımı yaygınlaştı. DAÜ kampüsü, kentin yegane yaygın yeşillik/çiçeklik alanı olarak kaldı. Kentin her metrekaresinin apartmanlarla kaplanmasına bahane olan büyük öğrenci nüfusu, hernedense, bir türlü organize ve peyzaj ilkelerine dayalı olarak geliştirilmiş ve bu genç insan topluluğunun yanısıra, her yaştan insan için sportif, sosyal, kültürel ve boş zaman aktivitelerine olanak sağlayacak kentsel yeşil alanların oluşturulmasını sağlayamadı. Daha da ötesi, doğanın bu kente hediye ettiği ‘Göl alanı ’ bile, bazı değerli meslekdaşlarımın yoğun uğraş ve proje desteklerine karşın, ağaçlar kesilerek parsellenme çabalarına hedef oldu. Kent, bu şekilde, önce kuzeye sonra batıya doğru genişlemeye başladı. İkinci derece deprem kuşağında yer aldığı bilinen Kıbrıs adası’nda, yakın geçmişte bataklık olan batıdaki alanlar, hemen tamamının taşıyıcı sisteminde depreme ve zemin durumu nedeniyle kaçınılmaz olan neme karşı hiçbir önlem alınmamış, özel bahçeli, ayrık ya da yarı-ayrık villa tipinde konutlarla doldu. Mimari hiçbir özelliğe sahip olmayan, daha da ötesi ülkenin iklimsel özellikleri hiç dikkate alınmadan yapıldığı için, cepheleri sonradan takılan klima motorlarından, neredeyse, görünmez hale gelen, hepsi biribirinin kopyası konutlar. Çiçekler ve tek tük ağaçlar, konutların bahçelerinde. Çocuklarımız, ne yazıktır ki, rahat ve hızlı hareket etmesi için asfalt yollar yapılmış arabalarımız kadar özgürlüğe sahip değiller; onların yuvarlanacak, takla atacak ya da uzanıp kitap okuyacak çimlik, ağaçlık alanları, nilüfer çiçeklerinin sessiz ama muhteşem estetiğine şahit olacak havuzları, içindeki kırmızı balıkları besleme zevkini öğrenecek gölcükleri yok. Ama futbol oynayacak asfalt caddeleri var! + CMYK Girne’ye, bu mevsimde, dağ yolundan gelirken, denizle yol arasında yer alan zeytinliklerin, batı güneşinin altında parlayan yeşilinden gözüm kamaşır, ilerideki denizin mavisi gözümü dinlerdirirdi. Yol kenarındaki tek tük, adaya has mimarinin en zarif özelliklerine sahip konutlar,çevrelerindeki yeşil ve maviyle öylesine bir bütünlük sergilerdi ki, ‘işte, bu Kıbrıs’ dedirtirdi. Şimdi öyle mi ya? Ha Kıbrıs,ha başka-herhangibir yer: Zeytinlikler, çoğu gitmiş, azı, yerlerini alan apatman blokları arasında lekecikler halinde kalmış; denizle insan gözünün, uzaktan da olsa, tanışıklığının, dostluğunun arasına girmiş binalar biribirleriyle de barışık değil, hiçbiri diğeriyle uyum ve geçinme gayretinde olmayan, herbiri de - asla mimari olmayan-başka dilleri geveleyip duruyor. Beşparmak dağları, Girne’nin olduğu kadar Kuzey Kıbrıs’ın da sembolü. Haşmetli ama narin silueti ile ürkütücü olmaktan uzak. İnsanın tüylerini esas diken diken eden, eteklerinde, onun sergilediği doğal estetiğe ve bilinen tüm mimari tasarım ilkelerine karşın, insanoğlunun bütün bu değerlere inanılmaz yabancılığı/düşmanlığının simgesi gibi duran apartmanlar. Ayak basışımın ondördüncü yıldönümünde-mimarlık haftasının hemen ardından, isterdim ki BU GÜZEL ÜLKENİN, sevdalandığım kendi özgün mimari ilke ve değerlerinin, çağdaş malzeme, teknik ve düşüncelerle harmanlanması ile oluşmuş ÖZGÜR VE ÖRNEK MİMARİSİNİ anlatayım. İSTERDİM Kİ MUTLULUK DUYAYIM, MUTLU EDEYİM. Sanki ZEYTİN AĞACI, SEVDALISI TOPRAKTAN HİÇ KOPARILMAMIŞ gibi. Ama… ÜZGÜNÜM……. Nesil Baytin HERA-C Kurucu Başkanı (GAÜ Mimarlık, Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi) + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. 06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ Kağan GünÇe- NEVZAT ÖMER SAATCIOĞLU Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] GELENEKSEL YERLEŞİMLERE EKOLOJİK BİR ‘YAPI GERECİ’ ALTERNATİFİ Geleneksel yaşamın hala sürdüğü kullanılarak sıvanan saman balyaları ufak ölçek kabul edilen yangın testinden 4 saat sonucu en fazla 43,5oC bir ısınmayla atlatmıştır. Sıvanmış yüzeyin 1010 dereceye kadar 2 saat süreyle çatlamadan dayandığı tespit edilmiştir. Mesarya bölgesinde, ekolojik olarak nitelendirilebilecek geleneksel yapılara alternatif olarak sunulan betonarme karkas yapılar ve yapı gereci olarak kullanılan delikli tuğla, ülke ekonomisine pahalıya mal olmakla beraber, çevreye de onarılması güç hasarlar vermektedir. Özellikle, 20. yüzyılın başlarından itibaren yapılarda ortaya konan yaklaşımlar, doğal enerji kaynaklarına yönelim, ekolojik (sürdürülebilirlik, doğallık, yerellik, bölgesellik vb.) ve ekonomik kavramlarla farklı bir boyut kazanmıştır. 1973 enerji krizini izleyen yıllarda bu kavramlardan daha çok söz edilir olmuştur. Ekolojik ve ekonomik açıdan saman balyalı yeni yapım sistemlerinin kırsal yapılaşmada, betonarme karkas yapım sistemlerine ve yapı gereci olarak kullanılan delikli tuğlaya alternatif bir yapım sistemi olduğu söylenebilir. Bugün, “Gelenekten Evrensele Mimari” isimli sayfada, Mesarya bölgesi için gerekli olan nitelikli yapı ihtiyacının yerel ve atık bir malzeme olan samanla nasıl uygulanabileceği üzerinde durulacak ve Geleneksel Kıbrıs mimarisinin eskimeyen değerleri olan geleneksel yapı malzemeleri kerpiç ve taşa ekolojik bir alternatif sunulacaktır. Sözkonusu yazı, değerli arkadaşım Nevzat Ömer Saatcıoğlu ile yapmış olduğumuz araştırmalara ve birlikte hazırlayıp yayınlanmış bildirilere, büyük ölçüde dayalı olarak kurgulanmıştır***. Yapıda ‘Saman Balya’ Saman, buğday, çavdar, arpa, yulaf gibi bitkilerin biçer – döverle kesilmiş ve toprağa saplı – köklü kısmıyla, bitkinin hasat edilen ürününün arasında bulunan gövde kısmına verilen isimdir. Amaç hasat edilen ürün olduğu için, ürününden ayrıştırılan saman atık haline gelmektedir. Samanın sıkıştırılıp bağlanmasına balyalama denir. Balyalanmasındaki ana amaç ise samanın kolay taşınılabilir ve istiflenilebilir bir hale getirilmesidir. Balyalama çeşitli boyutlarda gerçekleştirilebilir. Geleneksel olarak iki ve üç kablolu olarak adlandırılan balyalar kullanılır. Mevcut yapı gereçlerine alternatif olarak, 1800’lerin sonlarından itibaren, başta Amerika olmak üzere pek çok ülkede yönetmenliklerin de teşviki ile uygulanmakta olan “saman balya” gösterilebilir. Saman balyaları, ekolojik bir yapı parçası olarak kullanmak mümkündür. Saman, toprakla karıştırılarak kerpiç olarak kullanıldığı bilinmekte ve geleneksel yerleşimlerde kısa bir geçmişe kadar sıklıkla kullanılmaktaydı. Buğday, arpa ve çeşitli tahıl ürünlerinin atığı olarak bilinen saman, balyalanarak binaların yapı parçası olarak kullanılabilmektedir. Bahsedilen balyalar, binaların duvarlarını, hatta taşıyıcı sistemini oluşturabilmektedir. Saman Balyasının yapı gereci olarak kullanılması, onun tuğla yerine konulması ile başlar. Günümüze ulaşmayan fakat en eski saman balya binasının Nebraska’da 1886-1897 yıllarında yapılan bir okul Su ve rutubet samanın sürekli maruz kalmaması gereken unsurlardır. Yapının içerisindeki saman ıslansa bile, dış kaplama yüzeyi üzerinden nefes alarak bünyesindeki suyu atması gerekir. Bunun için hava alışverişine engel olmayacak nefes alabilen bitirme malzemeleri ile kaplanmalıdır. Samanla yapılan uygulamalardan örnek Kaynak: http://www.google.com.tr/images?hl=tr&q=straw+bale+house binası olduğu tahmin edilmektedir. Yine Nebraskan’da, George P. Burke, buharlı balyalama makinesiyle ve telle balyaladığı çayır otlarını üst üste koyarak ilk saman balyalı evin duvarlarını oluşturmuştur. Dış etkenlerden balyaları koruyabilmek için, dış yüzeyi çimento bazlı sıvayla, iç yüzeyi ise alçı-sıva ile sıvamış, duvarların üzerini de kırma çatıyla kapatmıştır. 1903 yılında yapılan 95 m²’lik bu konut, George P. Burke ve ailesine 1956 yılına kadar daha geniş ve geleneksel Amerikan ahşap karkas evlerine yerleşinceye kadar hizmet etmiştir. Bina günümüzde de ayaktadır. Saman balyası binalar, 1980’lere kadar sınırlı sayıda uygulanma imkanı bulmuştur. Bu tarihten itibaren, saman binalar, mimarların ve mühendislerin ilgisini daha fazla çekmeye başlamıştır. Türkiye’de de 2000 yılında Kırıkkale – Hasandede’de bir prototip inşa edilmiştir. Adamızda henüz böyle bir uygulama yapılmamıştır. Kerpiç ve taş doğal ürünler olup, kullanım sonrasında çevreye zarar vermeden dönüşüm yapabilirler. Benzer bir özelliğe sahip olan yapı gereci olarak kullanılabilen saman balyalar da organik, doğal bir ürün olup kullanım sonrasında çevreye zarar vermeden dönüşüm yapabilirler. Saman bir seneden daha az bir sürede yetişir. Ahşabın bir yapı gereci olarak kullanılması içinse en az yirmi sene gereklidir. Burada sürdürülebilirlikten kasıt, kendini tekrar yenileyebilen ve üretim ile tüketimi denge içinde devam ettirebilen bir döngüdür. Yirmi senede yetişebilen bir ağacın sürekli tüketimi sürdürülebilirliğini zorlaştırmaktadır ve doğal dengenin korunmasına olumsuz katkı sağlamaktadır. Tarlalarda, atık malzeme olarak nitelenebilecek saman, bir yapı parçası olarak kullanılmasıyla, hayvan yemi olmasının yanısıra, çiftçi için ek bir kazanç kaynağı da olacaktır. Bir başka bakış açısı ile bakıldığında da, yakarak yok etme girişimi sona ereceğinden, küresel ısınmayı hızlandıran tonlarca zehirli gaz atmosfere yayılmayacaktır. Saman, ısı iletkenliği hesap değeri 0.05 (kcal/mhoC) olan, ve bu nedenle ısı yalıtım amaçlı olarak kullanılan bir malzemedir. Isı yalıtıcılık özelliği boşluklu (gözenekli) bir yapının sonucu olarak beliren bir özelliktir. Saman balya halinde ne kadar sıkıştırılırsa sıkıştırılsın, bünyesinde boşluk ve hava barındırır. Bu hava gözenekleri ısı için gerekli yalıtımı sağlar. Yoğunluğu, dolayısıyla sıkışımı düşük balyalar daha fazla boşluğa sahip olduklarından, yalıtım değerleri de artmış olur. 1980’lerin ortasında Kanada Ulusal Araştırma Konseyi tarafından yapılan araştırmalar dış yüzeyi sıvayla kaplanmış saman – balyalarının yangına karşı dayanıklı olarak bilinen geleneksel yapı parçalarının bir çoğundan daha dayanıklı olduğunu göstermiştir. Dış yüzeyi harç Saman organik bir yapı elemanı olduğu için, ahşapta olduğu üzere, canlı organizmaları ve haşereleri bünyesinde barındırabilir. Çözüm ise dış kaplama bitişidir. Bütünüyle kapatılmış bir saman duvar için bir tehlike yoktur. Ayrıca samanın yetişme süresince kullanılan ilaçlar da samanın içerisinde bir miktar kalarak zararlı canlıların yapıya yaklaşmasına mani olacaktır. Mesarya’ya Alternatif Yapılar Mesarya’da ilk yerleşimlerle birlikte, insanoğlu için birincil kaygı duvarlar ve çatı yardımı ile dış etkenlere karşı iç mekanın korunmasıydı. Zaman içinde doğa karşısında edilgen konumdan etken konuma geçen insanlar, fiziksel çevrede onarılması güç yaralar açarak doğayı tahrip etmeye başlamışlardır. Kırsal kesimde, değişmeyen iklim ve topografya veri olarak değerlendirilerek, gelişen teknoloji ve doğadan elde edilebilen, kerpiç ve taşa alternatif, ekolojik malzemelerden yararlanılarak yapılar tasarlanıp inşa edilebilir. Son yıllarda dünyada, özellikle de tahıl üretiminin yapıldığı geleneksel yerleşimlerde sıklıkla kullanılmaya başlanan “saman yapılar” Mesarya bölgesi kırsalı için de betonarme karkas yapım sistemi ve delikli tuğlaya alternatif olabilecek vasıflara haizdir. Samandan binaların tanıtılması ve teşvikiyle, yerel malzemelerin kullanıldığı ekolojik ve ekonomik yapılar fiziksel çevreye kazandırılabilir. Ancak saman balyalarla inşa edilecek konutlar, kullanıcıların tercih ve beğenileri dikkate alınarak, geleneksel mimari ve değerlere zarar vermeden yapılmalıdır. Kağan Günçe Nevzat Ömer Saatcıoğlu Kaynak Samanla yapılan uygulamalardan örnek Kaynak: http://www.inforse.org/europe/success/ SU_EF_straw.htm Samanla yapılan uygulamalardan örnek + Kaynak: http://www.inforse.org/europe/success/ SU_EF_straw.htm CMYK • GÜNÇE, Kağan & SAATCIOĞLU, N. Ömer; “Mesarya Bölgesine Ekolojik Bir Alternatif: Saman Balya Yapım Sistemi”, II. Konut Kurultayı, Union of the Cyprus Turkish Engineers and Architects, Lefkoşa, 2006, p: 311-328. • GÜNÇE, Kağan & SAATCIOĞLU, N. Ömer; “The Potential of Straw Bale Buildings in Rural Areas of Northern Cyprus”, 4th FAE International Symposium (European University of Lefke – Creating The Future), Gemikonağı – TRNC, 2006, p: 39-44. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 07 Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] ÜNİVERSİTELER VE KENTLER Kent-Üniversite ilişkileri genelde iyi niyetle hep tartışılagelmiştir. Her iki kesimde çok iyi ve güçlü ilişkiyi samimiyetle istemiştir. Ama bu istek her iki tarafı da tam memnun edecek düzeye bir türlü ulaşamamaktadır. beklentilerini dile getiriyor. Prof.Dr.Derya Oktay ‘Michigan Üniversitesi - Ann Arbor’ modelini irdeleyerek Çağdaş Üniversite - kent ilişkilerinin nasıl olması gerektiği üzerinde duruyor; KKTC Üniversiteleri ve bulundukları kentlerle ilişkileri üzerine değerlendirmeler yapıyor. Prof.Dr.Şebnem Hoşkara Kentin Tadı-Tuzu dediği Üni- Mekanperestin bu sayısında Dosya konusu olarak, genelde kent-üniversite ilişkileri, özelde DAÜ - Gazimağusa ilişki ve etkileşimi ele alınmıştır. Bu bağlamda, Prof.Dr.Kutsal Öztürk ve Araş. Gör. Begüm Mozaikci, DAÜ - Gazimağusa ilişkilerine olumlu düşüncelerle bakarak samimi üst:Doğu Akdeniz Üniversitesi- Mimarlık Fakültesi Peyzaj/ alt: Mersin Üniversitesi’nde Rektörlük binasına yönlenen kampus girişi (fotoğraflar: Şebnem Hoşkara) Doğu Akdeniz Üniversitesi- Kuzey Kampüsü versite Kampuslarında Dış mekan - Açık alanlar tasarımları üzerine düşüncelerini kaleme alıyor. Görsel örneklerle de beslenen bu yazıların, Kent - Üniversite ilişkilerinin sizler tarafından da yeniden değerlendirmeler ile istenilen düzeye ulaşmasına vesile olması dileklerimizle..... üst:ODTÜ Kuzey Kıbrıs kampusu dış mekanları/ alt: Londra UCL Merkez binası avlusu – kent içine yayılmış olan üniversitenin en önemli toplanma alanı (fotoğraflar: Şebnem Hoşkara) DAÜ-Gazimağusa İlişkileri Üzerine Olumlu Düşünceler........ Prof.Dr.Kutsal Öztürk ve Araş. Gör. Begüm Mozaikci Kent-Üniversite ilişkileri yıllar boyunca hep tartışılmış ve tartışılmaya da devam edecektir.Planlama açısından üniversite kampus olarak mı planlanmalı yoksa kent içinde mi yer almalı sorusu hep sorgulanmıştır. Toplum Bilimciler, üniversitelerin kent içinde yer alarak çok yönlü katkılar sağlayacağını savunurken, üniversiteler kampus olarak planlandığında kendi sırça saraylarını yarattıkları eleştirisini getirmişlerdir. Günümüz gelişmelerinde ise kampus üniversitelerinin öne çıktığı görülmektedir. Türkiye’deki ‘Apartman’ üniversiteleri örnekleri hep eleştiri almaktadır. Öğrenci kapma yarışında Kampuse sahip olma artık üniversiteler için ayrılacılık sağlamaktadır. DAÜ’ye gelince. Kent-içi Kampus Üniversitesi olma özelliği ile ayrıcalıklı bir durum kazanmaktadır. Kentle iç-içe yaşama toplumsal açıdan gerçekten kent/ üniversite ilişkileri bağlamında önemli bir olumlu ayrıcalık sağlamaktadır. ‘DAÜ deyince doğrudan Gazimağusa akla geliyor mu?’ sorusunu sorduğumda hemen evet dediğimizi sanmıyorum. Oxford, Cambridge örneklerinde olduğu gibi bir simge değer özdeşleşmesi yok. Gerçi tarihi ve kültürel çok etkin değerlere sahip olan Gazimağusa için yine de bizim isteğimiz, bu simge özdeşleşmesinin olması. Gazimağusa Sempozyumları anılınca akla hemen DAÜ gelebiliyor tabii Gazimağusa Belediyesi ile birlikte. Bu simgeleşme bizi çok mutlu ediyor. Bu birlikteliğin güçlenerek devamı hepimizin arzusu olmalıdır. DAÜ’nün kentle bağını daha da güçlendirecek bir projesi de var. Kale içinde tüm tarihi ve kültürel varlıkları koruyacak onlara yeniden yaşam verecek DAÜ - Güzel Sanatlar Fakültesi projesi.... inanılmaktadır. Bu durum gerçekten sevindiricidir. Ama birde olaya DAÜ açısından bakalım.... Üniversiteler bacasız sanayidir değişine özellikle Rektörler çok haklı olarak karşı tepki gösterirler. Bu kent –üniversite ilişkisine maddeci olarak bakmaktır,yani öğrenci=$ denklemi...Yazın öğrenci olmadığı zamanlar herkesin şikayeti vardır ama öğrenciler gelince bu şikayetler unutulur .Yalnız gün düşünülür, yarın değil gelecek değil. Kiralar artar, vurdum duymazlıklar artar, sevgi ve hasletimiz olan misafirperverliğimiz azalır.... Sevgili güzel halkımızın bu öz eleştiriyi samimiyetle yapması gereklidir. Bakın biz çok şey istemiyoruz.... Beklentilerimizi samimi olarak dile getirmek istiyoruz.... Tabii olumlu düşünceler kapsamında.... Ciddi bir ön raporu hazırlanmış olan bu projenin hayata geçirilmesi konusunda Avrupa birliğinden de destek verilebileceğini düşünüyoruz. En azından bu konunun kamuoyunda tartışılmaya açılmasının çok yararlı olacağına inanıyoruz. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kent içinde yapılaşma projesine karşın DAÜ’nün Kaleiçi duruşu olsun istiyoruz. Prof.Dr.Derya Oktay’ın bu sayımızda okuyacağınız yazısında belirttiği gibi Üniversite ve kent arasındaki belirgin bir etkileşimin gerçekleşebilmesi için üniversite nüfusunun kentin toplam nufusunun %20-30 oranına sahip olmasının yeterli olduğundan söz edilir ki; Gazimağusada bu oran %33 tür. Bu da çok olumlu bir değerdir. Yine aynı yazıda belirtilen;TÜBİTAK destekli araştırma sonucuna göre DAÜ’nün kent ekonomisine olumlu katkı sağladığı ve kentin kültürel ve entellektüel yaşamına katkısına %92 gibi yüksek bir oranda + DAÜ, Kampusu gerçekten çok güzel. Prof. Dr. Şebnem Hoşkara’nın bu sayımızda okuyacağınız yazısında belirttiği gibi üniversite dış mekanı, açık alan tasarımları kentin tadı/-tuzu... Bizim kampüsumüzün de peyzajı gerçekten görmeye yaşamaya değer.. Son sınıf ağırlıklı öğrencilerime verdiğim Çevresel Psikoloji seçmeli dersimde ‘DAÜ de geçirdiginiz 4-5 yıllık yaşamınızda size mutluluk veren çevre ve çevre parçalarını belirtin ve hikayesini yazın’ konulu bir araştırma ödevi vermiştim. Sonuçta sevgi ve mutluluk odağı olarak yalnız bir veya iki yer değil CMYK çok odaklı bir değerlendirme elde ettik. Bu da gösteriyor ki DAÜ kampüsünde mutluluk ve huzur veren çevre ve çevre parçaları çok. Bunlar tüm Gazimağusa halkının emrine amade. DAÜ’ye spor için gelin; yürüyüş herkesin yapacağı bir spor. Bisikletle gelin; yollarda yeni işaretlerimiz var. Günün tüm yorgunluğunu, stresini, peyzajımızdaki inanılmaz renk cümbüşü çiceklerimizi görün koklayın; ama lütfen koparmayın. Dinlenin ,huzur bulun.... DAÜ ‘ye daha sık gelin..... DAÜ ye gelişinizde rastladığınız öğrencilerle lütfen tanışın ve konuşun. Hepsi gurbette, onlara sahiplenildiklerini hissettirin. Onlara sevgi verin. Göreceksiniz karşılığını binlerce saygı ve sevgiyle alacaksınız. Emin olun ki sizleri anne, baba, kardeş, arkadaş, dost olarak göreceklerdir. Bakın bu yıl her türlü olumsuz koşula rağmen beklenin üstünde 2500 yakın yeni öğrenci aldık. Bunların içinde pek çok yabancı öğrenci var. Gelecekte bu sayının artacağı da şimdiden görülebiliyor. Hepimize düşen görev, öğrenci memnuniyetini arttırmak. Biz bunu yapacağız! Onlara sevgiyle sahip çıkacağız. Ve herşeyden öte ‘Öğrenci=$’ ezberini elbirliği ile bozacağımızı düşünüyoruz. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. SAYFA 08 DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] Çağdaş Üniversite - Kent İlişkisi Nasıl Olmalı?: “Michigan Üniversitesi Ann Arbor” Modelinin Öğrettikleri Prof.Dr.Derya Oktay DAÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi & DAÜ KENT-AG Başkanı Üniversitelerin bulundukları kentle ve kent toplumuyla ilişkilerinin gelişmesi kuşkusuz her iki tarafın da yararına olan ve değişen dünya koşullarına paralel olarak yeniden gözden geçirilmesi gereken bir konudur. Bu, gelişmiş batı toplumlarında da “kent - cübbe” ilişkisi (town-gown relationship) deyimiyle sıkça gündeme gelmekte, ve üniversiteler artık birer bilim yuvası olmanın ötesinde görevler üstlenmektedir. Ne var ki, geçmişteki deneyimlere baktığımızda bu iki kurum arasındaki ilişkinin pek de sıcak olmadığını görüyoruz. Bunun temel nedeni de, üniversitenin ‘bilgi’ üretmek amacıyla çalışan bir kurum olması, ve bilgi denen şeyin de, evrensel ve uluslararası olması nedeniyle bulunduğu kentle olan yerel çerçevedeki ilişkilerini geri plana almasıdır. Bazı örneklerde ise kent yönetimleri tarafından kentin altyapısına ek yük bindirmeleri ve vergi-dışı statüye sahip olmaları nedeniyle üniversiteye zaman zaman şüphe ile yaklaşılabilmiştir. Aslında bir yüksek öğrenim kurumunun kurulduğu kentle nasıl ilişkiler geliştirdiği ve orada neyi değiştirdiği sorusuna her kent (ve üniversitesi) için farklı bir yanıt bulmak olanaklı; çünkü her yer için farklı tarih, coğrafya, kültür, toplumsal ve kurumsal yapılanma sözkonusu. Ancak bu ilişkiyi belirleyen daha somut etmenler de var. Bunlardan birincisi üniversitenin kente göre konumu, yani kentin içinde ya da dışında oluşu, ve ne şekilde planlandıği ile ilgilidir. Üniversitenin kent sınırları içinde olması, yani bir kent üniversitesi olması, çok boyutlu bir üniversite-kent ilişkisinin doğmasında tabii ki kolaylık sağlıyor, ama bunu mutlak kılmıyor. Kent içinde yer almasına rağmen kapılarını dış dünyaya kapatan üniversiteler olabildiği gibi, kent dokusu içine dağılmış ama kurumsal bütünlüğünü yitirmemiş üniversiteler de var. Bunu en açık şekilde yansıtan Oxford Üniversitesi’ndeki kolej binaları Oxford kenti ile içiçe olduğu gibi, birbirine yaya bağlantısı olan avlulu binalar sistemi sayesinde üniversiter yapı kendi içindeki bütünlüğünü koruyor. Öte yandan, kentin büyüklüğü de üniversite - kent ilişkisinin düzeyine yansıyor. Büyük kentte bulunan bir üniversite kentin entellektüel yaşamına destek oluyor, ama yerel yaşamın odak noktası olamıyor. Türkiye’deki ve dünyadaki büyük kentlerdeki pekçok üniversite buna örnektir. Küçük kentlerde ise üniversitenin kent yaşamına hakim olma ve kentteki yaşam kalitesini olumlu yönde etkileme şansı çok daha fazla. Anadolu Üniversitesi’nin kurulduğu günden bu yana Eskişehir kenti ile geliştirdiği olumlu ilişki ve etkileşimin bu anlamda bölgedeki en iyi örnek olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Üniversite ve kent arasında belirgin bir etkileşimin gerçekleştirilebilmesi için üniversite nüfusunun kentin toplam nüfusunun Michigan Üniversites ana kampusu Ann Arbor’da universite ile kenti buluşturan ögelerden diagonal yaya aksı %20-30 oranına sahip olmasının yeterli olduğundan söz edilir, ki Kuzey Kıbrıs’taki kentler içinde %33 ile Gazimağusa’da, %20 ile de Lefkoşa’da bu potansiyel bulunmaktadır. kültür ve rekreasyon işlevleriyle içiçe geçmiş olması kentin merkez bölgesinin, çoğu Amerikan kentinin aksine, hala yürünebilir ölçekte ve canlı olmasını ve çok yeşil bir kent imajının da sürdürülmesini olanaklı kılıyor. ‘DIAG’ olarak adlandırılan diagonal yaya aksı kentin iki noktası arasında renkli ve keyifli bir yaya bağlantısı sağlayan, ve halkın da çok tercih ettiği bir arter. Yaya aksının iki ucunda ise canlı, çok işlevli bir kentsel çevre ile kampusu kuşatıyor. Aks üzerindeki meydan ve tüm yeşil alanlar gece gündüz çok farklı amaçlarla kullanılıyor: oyunlar oynanıyor, spor yapılıyor, çalışılıyor, uyunuyor; hatta protesto alanı olarak kullanılıyor. İdeal Bir Üniversite-Kent İlişkisi Modeli: Michigan Üniversitesi - Ann Arbor Farklı kaynaklarca ideal bir üniversitekent ilişkisini yansıttığı söylenen, 2005’te konuk araştırmacı olarak bulunduğum sırada şahsen inceleme fırsatı bulduğum Michigan Üniversitesi ile Ann Arbor (Michigan, ABD) kenti arasındaki ilişkiler gerçekten çok olumlu ve sıra dışı bir model oluşturuyor. Bir kenti nitelikli ve yaşanılır kılan en önemli etmenin, birbirinden bağımsız olarak tasarlanmış çekici binaların birlikteliği değil, bina, işlev ve kullanıcı çeşitliliğinin uyumlu bir şekilde bütünleşmesi olduğu gerçeği burada açık bir şekilde gözlemlenebiliyor. 181 yıllık tarihe ve 120,000 nüfusa sahip olan Ann Arbor kentinde Michigan Üniversitesi ile olan içiçelik kentte bu anlamda entellektüel ve dinamik bir toplumun, nitelikli bir yaşam çevresi ile kuşatılmasını sağlıyor. Michigan Üniversitesi, ilk olarak Detroit’te kurulduktan sonra, 1837’de Ann Arbor’a taşınmış olan, çok büyük ve prestijli bir devlet üniversitedir (178 yıldır birlikteler)2 . Bugün, birisi kent merkezinde diğeri kentin hemen dışında iki ana yerleşke (kampüs), bir tıp yerleşkesi ve dev bir spor yerleşkesi olmak üzere 4 yerleşkede, %36’sı lisansüstü olmak üzere 40,000’den fazla öğrenci eğitim görüyor. Çağdaş kentsel tasarımın önemli bir boyutu olan karma işlevler, Michigan Üniversitesi’nin binalarında da yaygın bir şekilde kullanılarak kampüslerde sürekli kullanım ve canlılık sağlanıyor. Örneğin Mimar Eero Saarinen tarafından planlanan ve üç binası tasarlanan yeni Kuzey Yerleşkesi’ndeki ana kütüphanenin içinde çok şık bir cafe var; kütüphane ile kampüsün ana lokanta bloğunu bağlayan kapalı yaya arteri üzerinde sergi salonu, seyahat acentesi, banka, kitap-kırtasiye mağazası, dinlenme salonları, market ve cafeler yer alıyor. Kentte, sunulan olanaklarla, hem büyüklüğünden beklenmeyecek kadar çok kültürlü ve kozmopolit bir ortam yaratılmış, hem de doğa ile olan güçlü ilişki korunmuş. Hüron Irmağı boyunca devam eden birbirine bağlantılı yeşil parklar kent ekolojisini güçlendiriyor, ve kentlilere doğa içinde kesintisiz uzun yürüyüşler yapma olanağı sağlanıyor. Üniversitenin Ann Arbor kenti ile olan ilişkisinde şu dört etmen rol oynuyor: 1) İyi planlama - iyi çevre tasarımı; 2) Çevreci yaklaşımların öncülüğü; 3) Kentin sosyal-kültürel yaşamına destek; 4) Kentin ekonomisine katkı. Bütün bu olumlu niteliklere rağmen, kent dışında kurulan alışveriş merkezlerinin gelecekte kent merkezinin canlılığını azaltma ve mesafeleri artırma riskini dikkate alan kent yönetimi, üniversitedeki uzmanlarla sürekli iletişim içinde sürdürülen komisyon çalışmaları ve ülkenin dört bir yanından çağrılan farklı disiplinlerden uzmanların da katıldığı seminerler dizisi ile, halkın da yoğun ilgi gösterdiği katılımcı bir çerçevede yeni stratejiler belirliyor. ‘Yeni Kentsellik’ (New Urbanism) akımının dünya çapında İyi Planlama – İyi Çevre Tasarımı Michigan Üniversitesi’nin (1900’lü yılların başlarında kurulmuş ve pekçok binası Mimar Albert Kahn tarafından tasarlanmış olan) ana yerleşkesinin, çevreleyen iyi korunmuş, tarihi konut alanları, çok çeşitli + CMYK Kampusta ayrıcalıklı ulaşım aracı - bisiklet öncüsü olan Peter Calthorpe ve ekibine bir kentsel tasarım projesi hazırlatılarak kent şimdiden denetim altına alınıyor. Çevreci Yaklaşımların Öncülüğü Üniversite çevre ile ilgili konularda toplum için adeta bir lider rolünü üstlenmiş; hem üniversite kapsamında, hem de kentte doğal çevre ve kaynakları gözeten yaklaşımların yansımaları görülebiliyor. Üniversitede bir Doğal Kaynaklar Fakültesinin bulunması, çevreye verilen önemin ilk göstergesi. Doğal Kaynaklar Fakültesinin tarihi binasının yenilenmesinde ise tasarımda doğal malzeme kullanımının ve enerji sakınımının öncülüğü yapılmış. Geri dönüşümlü tuvalet sistemi Kuzey Amerika’da ilk kez Ann Arbor’da birkaç binada ve burada denenmiş; pres edilmiş ayçiçeği kabuğu ilk kez burada yer döşemesi ve dekorasyonda kullanılmış. Tüm bu yenilikler ülke çapında gündemde olmuş ve olmakta.. Kuzey Kampüs’teki modernist binalarda da kısmen doğal malzeme kullanılmış. Kentteki bazı binalarda da bu yaklaşımlar örnek alınıyor. Bunların ötesinde, “Ann Arbor İçin Yeşil Enerjili Gelecek” sloganı ile yepyeni enerji korunumu sistemleri tartışılıyor, ve bu sistemlerin Michigan’daki diğer kentler tarafından benimsenmesi için de çaba harcanıyor 3 4. Otomobil kullanımını en aza indirme politikası çerçevesinde, kent ile tüm yerleşkeleri birbirine bağlayan çok gelişmiş, hızlı ve çekici bir otobüs servisi kapsamında öğrenciler saat başı ücretle şöförlük yaparak bütçelerine destek sağlıyorlar. Bu sistem kentin aynı dakikliğe ve düzene sahip belediye otobüs ağıyla da bağlantılar içeriyor.Üniversitelilere belediye otobüsleri ücretsiz; halk ta üniversitenin otobüslerini ücret ödemeden kullanabiliyor. DEVAMI SAYFA 9’DA >> + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 09 Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] >> SAYFA 8’DEN DEVAM Otomobil park etme konusunda ise çok sistematik ve katı bir politika uygulanıyor. Kampüsteki binalara uzaklığına göre yıllık ücretleri değişen ve üç ayrı renk ile tanımlanan alternatif parkyerleri oluşturulmuş, ve büyük bir kesim en uzak olanına park ediyor, ve oradan otobüs servisini kullanarak okul binasına ulaşabiliyor. Binaların hemen önünde park etmek bir ayrıcalık, ve zaten sayıları da çok az. İş saatleri içinde ne kampüs içinde, ne de kent merkezinde ücretsiz park etmek olanaklı değil. Bölgede kışın iklim koşullarının çok sert ve 4-5 ay boyunca kar yağışı olmasına karşın, bisiklet kulllanımına büyük destek var 5: binalara yakın ücretsiz bisiklet park yerleri; bisiklet hırsızlığına karşı önlemler, vb. ile çekiciliği artırılıyor. Çöpler geri dönüşüm amacıyla, dört ayrı grupta toplanıyor. Kentin Sosyal-Kültürel Yaşamına Katkı Michigan Üniversitesi Ann Arbor kentinin kültürel yaşamına sürekli ve yoğun bir destek sağlıyor. Kampüs içinde pekçok uygulamalı sanatlar grubu ve donanımı yer alıyor. 125 yıllık Müzik Fakültesi, bir yıllık etkinlik programı kapsamında hem kendi nitelikli sanatçı kadrosunu hem de ülke çapında tanınmış sanatçıları tüm kent halkı ile buluşturuyor. Ders yılı başında Ann Arbor’daki tüm evlere bu bir yıllık program postalanıyor. Kampüs aynı zamanda sanat, arkeoloji ve doğa tarihi müzeleri olmak üzere 3 önemli müzeyi ve bir ağaç/bitki müzesini (arboretum) barındırıyor. Üniversiteye ait ve bir kısmı 24 saat açık olan, içlerinde görsel malzeme, film, harita, eski tarihi kitap, vb. gibi uzmanlık kütüphanelerini de kapsayan kütüphaneler kent ve bölge halkı tarafından kullanıldığı gibi, çok büyük bir halk kütüphanesi, farklı semtlerdeki şubeleriyle birlikte kentlilere yoğun bir şekilde hizmet veriyor. Akşam geç saatlere kadar açık olan, ve bir yandan kahve içerken bir yandan rahatça tüm kitap ve dergilerin incelenebildiği çok sayıdaki kitapçı ise kentin en gözde mekanları. Ann Arbor, ABD’de nüfusa göre kitapçı oranı en fazla olan ve en fazla kitap satışı olan kent olarak biliniyor. Bunun ötesinde, kent, çok sayıda yüksek teknoloji üreten şirketiyle orta batı Amerikanın yüksek teknoloji araştırma merkezi rolünü üstlenmiş durumda. Bunların dışında zaman zaman kent yönetimi ile birlikte halkın doğrudan katılabildiği çok sayıda sosyal ve kültürel program, uluslararası festival, vb. yıl boyunca kente kültürel bir dinamizm kazandırıyor. Örneğin sokaklarda dans programı çok sevilen etkinliklerden biri. Bu bağlamda, kentin çok işlek iki caddesi bir akşamüzeri kapatılarak farklı noktalarda orkestralar kuruluyor ve halk dansa davet ediliyor. Bir diğeri de kentin en eski semtinde düzenlenen kitap festivali. Üniversite aynı zamanda sağlıklı beslenme konusunda yönlendirici oluyor; bunun etkisiyle olsa gerek, kent içinde 200 lokanta bulunmasına rağmen bir tane bile McDonald’s ya da benzeri bir ‘fast-food’ lokanta bulunmuyor. Gastronomi yoluyla adeta bir yaşam kalitesi oluşturulmaya çalışılıyor. Şık bir hale getirilmiş olan tarihi semtteki üretici pazarı organik gıdalarla beslenmenin önemine dikkate çekilerek yerel basında sürekli yer alıyor; basında yerini alıyor; akademik dönem başladığında kampüsler ile pazarın bulunduğu semt arasında otobüs seferi ekleniyor. Ayrıca kentte 10’un üzerinde festival düzenleniyor (uluslararası caz, blues, film, folk festivalleri ve diğerleri). Kentin Ekonomisine Katkı Michigan Üniversitesi ve Ann Arbor kent yönetimi pekçok geliştirme projesinde yapıcı bir ortaklık ilişkisi içinde. Üniversitenin doğrudan katkıda bulunduğu geliştirme projeleri arasında iki ana caddenin genişletilmesi, kentteki aydınlatmanın iyileştirilmesi, tek yönlü caddelerin iki yönlü hale getirilmesi, kent dışından gelenlerin araçlarını park ettikleri ‘commuter’ park alanlarının oluşturulması, ve kentin eklektik bir mimariye sahip olan ana caddelerinden State Caddesi’nin İşletme, Kamu Siyaseti ve Mimarlık-Kent Planlama Fakülteleri tarafından yapılan ortak bir çalışma ile kampüse canlı bir geçiş alanı (gateway) yaratmak üzere ticari işlevlerinin dengelenmesi sayılabilir. Üniversite kente ait malzeme geri dönüşüm merkezinin en büyük müşterisi ve çeşitli yayınlarla geri dönüşümün önemine dikkat çekiyor. Bunların dışında, üniversite hem en büyük işveren olarak, hem de mezunları ve araştırma-geliştirme etkinlikleri yoluyla büyük şirketleri kente çekerek ekonomiye katkıda bulunuyor. Eğitim dışında, yüksek teknoloji, sağlık hizmetleri ve bio-teknoloji kentin ekonomisinin ana bileşenlerini oluşturuyor. KKTC’deki Üniversiteler ve Kentler: Değerlendirme ve Öneriler değil mi? Yerel halkı ve öğrencileri kitaba yakınlaştıracak girişimler gerekmiyor mu? Kentteki kültürel yaşama katkı adına eklenen tek işlev büyük bir sinema olmuş, ancak o da bulunduğu noktada işlevsel çeşitlilik ve çekici bir fiziksel çevreden yoksun olması nedeniyle tam kapasiteli bir kullanım sağlayamamıştır. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz Üniversitesi ile Gazimağusa Belediyesi işbirliği ve T.C. Büyükelçiliği’nin destekleriyle, üniversiteye yakın ama kampus dışında inşa edilen çağdaş kültür merkezinin, tamamlandığında önemli bir kazanım olacağı kuşkusuzdur. Bunun ötesinde çok değerli bir kültürel miras olan tarihi Suriçi bölgelerinin kentlilerin ve üniversitelilerin yaşamından kopuk olması üniversite-kent ilişkisi açısından büyük bir kayıp olduğu tartışılmaz. Bu noktada, Gazimağusa ve Lefkoşa’daki üniversitelerin tarihi bölgelerin canlanmasında kendilerine düşen sorumluluğu somut girişimlerde bulunarak yerine getirmelerinin bu kentler adına çok büyük katkıları olacaktır. Bu bağlamda, İtalya ve İsrail’deki tarihi kentlerin üniversitelerinde yaygın bir şekilde görüldüğü gibi, turizm, tasarım, sanat ya da restorasyonla ilgili bir ya da birkaç birimlerini suriçi bölgelerine taşımalı, ya da buralarda yeni şubeler açmalıdır. Böyle bir yaklaşımın ‘lokomotif’ etkisi olacak, ve diğer kamusal - özel kurumlar, ve sosyal işlevler bu gelişmeleri izleyecektir. Üniversite ve kent arasında sağlıklı bir iletişimin kurulabilmesi için, herşeyden önce üniversitenin kentli için, kentin de üniversiteli için kolay erişilebilir olması gerekir. Bu nedenle, üniversitelilerle kentlilerin buluşması sadece konferanslar, konserler, festivaller, vb. gibi özel etkinlikler aracılığıyla olmamalı, halkın günlük yaşam içinde keyifle zaman geçirebileceği ve üniversiteden bir öğrenci, bir öğretim üyesi ya da bir memurla iletişim kurabileceği ortamlar yaratılmalıdır. KKTC’de de üniversite-kent ilişkisi bağlamında çeşitli deneyimler yaşanıyor. Özellikle ülkenin ve kentlerin görece küçük boyutları nedeniyle, yapılanlar kolayca izlenebiliyor. Çeşitli konularda üniversiteler ve araştırma merkezleri tarafından düzenlenen konferanslar, paneller, çağrılı “Gazimağusa’da Yaşama Kalitesinin Ölçülmesi”6 temalı, TÜBİTAK tarafından desteklenmiş olan araştırmamız kapsamında 2007 yazında gerçekleştirilen anket sonuçlarına burada kısaca atıf yapılacak olursa, görüşmecilerin büyük çoğunluğu (%92) Doğu Akdeniz konuşmacılarla gerçekleştirilen kenti ve kentliyi de ilgilendirebilen etkinlikler, Gazimağusa Belediyesi tarafından düzenlenen sanat festivali, Doğu Akdeniz Üniversitesi ve Gazimağusa Belediyesi işbirliği ile düzenlene Gazimağusa Sempozyumu, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yakın Doğu Üniversitesi ve Lefke Avrupa Üniversitesi’ndeki Sürekli Eğitim Merkezleri tarafından düzenlenen halka açık kurslar bunun en iyi örnekleri. Ne var ki, üniversitelerin varlığı ve gitgide büyümesi kentlerin ekonomilerinin büyümesini sağladığı ölçüde fiziksel ve kültürel çevre kalitesine ve günlük yaşama yansımıyor. Örneğin Gazimağusa’da yıllar içinde artan öğrenci nüfusu paralelinde ticari etkinlikler büyük ölçüde çeşitlenmiş, canlanmış, alafranga isimleri olan çok sayıda lokanta, ‘fast-food’ lokanta, bar, giyim mağazası, elektronik mağazası, kuaför, internet cafe, nargileci, bahisçi açılmış, ancak bir büyük kırtasiye mağazasındaki kitap reyonu sayılmazsa, bir tek kitapçı ya da sanat galerisinin açılmış olmaması üzerinde düşünülmesi gereken bir konu Üniversitesinin kent ekonomisine olumlu katkıda bulunduğuna, ve kentin kültürel ve entellektüel yaşamına katkıda bulunduğuna inanmaktadır (%82). Üniversitenin kendilerinin ve ailelelerinin sosyal yaşamına rekreasyonal aktivitelerle katkıda bulunduğunu düşünenlerin oranı da dikkat çekici düzeydedir (%64). Ne var ki, kentsel çevre sorunları ile ilgili sorulara verilen yanıtlar irdelendiğinde, Gazimağusa, görüşmecilerin %58’i tarafından toplu ulaşımın düzeyi ile, %40’ı tarafından doğal çevre ile, %32’si tarafından tarihi çevrenin korunması ile, %50’si tarafından yeşil alanların sayısı ve niteliği ile ilgili sorunları olan, ama çoğunluk tarafından (%76) güvenlik konusunda sorunu olmayan bir kent olarak algılanmaktadır. Genel olarak Gazimağusa’daki yaşam kalitesini nasıl değerlendirdikleri sorulduğunda, görüşmecilerin %47’si ne iyi ne kötü, %40’ı iyi ya da çok iyi, %13’ü iyi değil ya da hiç iyi değil şeklinde yanıtlamıştır. Bu sonuçlar, doğum yerine ve istihdam statüsüne göre farklılaşan gruplar ayrı + CMYK ayrı değerlendirildiğinde de benzeşmekte, ancak yerel halk ve öğrencilerin kentten ve mahallelerinden memnuniyetlerini etkileyen faktörler farklılaşmaktadır. Yerel halkın memnuniyetini etkileyen en önemli özellikler daha çok sosyal çevre ile ilgili iken, öğrencilerin menuniyetinde “çevrenin çekiciliği ve bakımlılığı” gibi fiziksel çevre özellikleri çok daha önemli rol oynamaktadır 7 8. Gazimağusa araştırmasıyla ilgili, ancak diğer kentlerimizi de ilgilendiren bu somut sonuçlar da dikkate alınarak, üniversitelerin çekiciliğinin artırılmasında ve kent ekonomisinin sürdürülebilirliğinde büyük rol oynayan öğrencilerin görüş ve beklentileri gelecekteki (beklediğimiz) planlama çalışmalarında mutlaka dikkate alınmalı, üniversitelere nitelikli bir öğrenci grubunu ve kadroyu çekmek için toplumsal birliğe hizmet edecek ve kentsel yaşam kalitesini artıracak proje ve hizmetler desteklenmelidir. Michigan Universitesinde Ayrışımlı Çöp Kutuları Caddelerde Dans... Notlar / Referanslar 1- Bu makale yazarın daha önce YAPI dergisinde yayımlanan “Üniversite - Kent İlişkisi ve Değişen Boyutlar” başlıklı makalesinden (YAPI, 302, s. 42-47) geliştirilmiş ve güncelleştirilmiştir 2- Marwil J. A History of Ann Arbor, University of Michigan Press, Ann Arbor, 1990. 3- Ann Arbor City Council, Report on “Insuring a Green Energy Future for Ann Arbor”, Ann Arbor, Michigan, 2005. 4- Ann Arbor City Council yetkilileri ve Michigan Üniversitesi Taubman College of Architecture and Planning öğretim üyeleriyle görüşmeler (Ağustos 2005). 5- Burada, Mimarlık Fakültesi Dekanı ve “Yeni Kentsellik” akımının başlatıcılarından Prof. Douglas Kelbaugh’nun diğer bazı yöneticilerle birlikte bisiklet kullanımına öncülük ettiğini ve bazı günlerde işine bisikletle geldiğini belirtmeliyim... 6- Oktay, D., Gazimağusa’da Kentsel Yaşam Kalitesi: Araştırma, Planlama ve Yönetim İçin Göstergeler, EMU Press, Gazimağusa, 2010. 7- Bu konuda ve kentle ilgili tüm konularla ilgili sonuçları yansıtan ayrıntılı bilgi için bkz. Oktay, 2010. 8- Oktay D., Rüstemli A. and Marans RW. “Neighbourhood Perceptions and Evaluations: Findings from Famagusta Quality of Urban Life Survey”, Journal of Architecture & Planning Research (in press). + HAVADİS GAZETESİ EKİ /23 EKİM 2010. SAYI 15. SAYFA 10 DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] Üniversite Kampuslarında Dış Mekan - Açık Alan Tasarımı Prof.Dr.Şebnem Hoşkara Bu dosyamız kapsamında, diğer genel konular yanında, kentsel doku içinde özel bir konuma sahip olan üniversite kampuslarından ve buralarda yer alan dış mekanlardan bahsetmenin de doğru olacağı inancıyla, bu yaıyı kaleme alıyorum.Kuzey Kıbrıs’ta yüksek öğretim-araştırma, sosyal ve ekonomik anlamda çok önemli bir konuma sahip olan üniversitelerimiz, kentsel-kırsal doku içinde de ayrıcalıklı bir yere sahiptirler. Mevcut ülke koşulları, içinde sayıları görece “hızla” artan üniversiteler düşünüldüğünde, bu üniversiteleri barındırmak amaçlı yapılan binaların ve kampus alanlarının tasarımları, mimari ve kentsel çevre açısından önem kazanmaktadır. Genel olarak bakıldığında, yeni kurulacak olan üniversitelerin, ya mevcut kent dokuları içindeki atıl tarihi binalarda konumlandırılacakları, ya da, mevcut örnekler benzeri, yoğun kent dokusu dışında, kendilerine gelişme, yayılma, büyüme olanağı tanıyacak açık alanlarda, kampuslar biçiminde konumlandırılacakları gözlemlenmektedir. Özellikle bu ikinci durumda, üniversite eğitimini içinde barındıracak binaların mimari tasarımları yanında, bir üniversiteye ait fakülte ve bölüm binalarını içinde bulunduracak kampusların tasarımı da ön plana çıkmaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan üniversitelerin kampus planlarına bakıldığında, farklı plan morfolojileri ile karşılaşılabilir. Fakat kampus plan modeli / tipi ne olursa olsun, ve kampus alanı nerede bulunursa bulunsun, bir kampus planı, tanım olarak her zaman, eğitim binaları ile bu binalar arasında kalan dış mekanların / açık alanların oluşturduğu bir bütündür. Dolayısıyla kampusların tasarımında, temel mimari tasarım ilkeleri ile birlikte, kentsel tasarım ilkeleri de belirleyici rol oynarlar. Kampus Dış Mekanları - Kullanım Özellikleri ve Tasarım İlkeleri Kampuslarda dış mekanlar üniversitelerin formel ve enformel aktivitelerinin yer aldığı fiziksel çevrelerdir. Genel anlamda kampus açık alanları, üniversite kullanıcılarının formel ve enformel bilgi alışverişi, eğlence, tören, çalışma, dinlenme ve görsel / estetik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tasarlanırlar. Bütün kent mekanlarında ve açık alanlarda olduğu gibi, kullanıcıların ihtiyaçları kampus dış mekanlarının tasarım ilkelerini belirler. Kampus açık alanlarının kullanıcıları düşünüldüğünde, öğrenci, öğretim görevlisi ve diğer çalışanların herbirinin üniversite kampusu içinde bir temel ‘yeri’, başka bir deyişle, sürekli bulunduğu ya da her türlü görevini / işlevini yerine getirdikten sonra dönüp gittiği temel bir ‘mekanı’ olduğu gözlemlenir. İşte günlük kampus içi aktiviteler bu temel mekanlar etrafında gelişir. Tahmin edilebileceği gibi öğrenciler için temel mekanlar kendi bölüm binaları ve dersliklerin bulunduğu binalardır; öğretim görevlileri için ise temel mekanlar yine bölümler ve ofislerin yer aldığı binalardır. Çeşitli örnekler bu bakış açısıyla incelendiğinde, kampus açık alanlarında, benzer durumlarda benzer kullanım ve dolaşım paternlerinin (dokularının) tekrarlandığı gözlemlenir. Yine bu açıdan bakılarak bir benzetme yapılmak istenirse, kampuslarda yer alan binalar ‘konut’ ve bu binaların yakın çevresinde kalan dış mekanlar da, konutun ‘ön ve arka bahçesi’ olarak algılanabilirler. da yine girişte yer almalıdır. Kampusların kent dokusu dışındaki açık bir alanda yer aldığı durumlarda ise öğrencilerin ve diğer kullanıcıların çoğunluğunun araba ya da transit toplu taşıt araçları ile üniversiteye ulaştığı düşünüldüğünde, geniş, belirgin bir giriş tasarımı söz konusudur. Yine girişin bir özelliği korunarak, bilgi panoları, resepsiyon, kontrol gibi fonksiyonları da barındıracak biçimde tasarlanması gerekmektedir. Kent dışı üniversitelerde, üniversitenin kendi özel araçları ile öğrenci taşıyabileceği durumlar için girişe yakın bir alanda, otobüs ya da minibüs park yeri imkanları da ayrıca düşünülmelidir. Bazı durumlarda, kampusun kent içindeki konumuna da bağlı olarak, birden fazla kampus girişi de mevcut olabilmektedir. Bu tip, birden fazla aynı ‘önemlilikte’ girişi olan kampuslarda her bir girişin tasarımına aynı derecede özen gösterilmelidir. Tasarımcının kampus yapılarını tasarlarken, hangi girişin ana yaya girişi hangisinin ikincil giriş olduğunu yeterince vurgulamadığı ya da düşünmemiş olduğu durumlarda, görsel ve fonksiyonel açıdan kullanım karmaşaları ortaya çıkacaktır. Bununla birlikte, kampus binaları incelendiğinde, tasarımcının temel konsepti ve yaklaşımı ne olursa olsun, uygulamada, öğrencilerin daha yoğun ve sık olarak kullandıkları bina girişleri ana giriş olarak algılanır. Bu yoğunluk göz önüne alındığında ise, bekleme, buluşma, konuşma gibi temel aktiviteler için ana girişin önünde oluşturulacak bir dış mekana gereksinim vardır. Bu çok doğal gibi görünse de, pek çok kampus binasının bu fiziksel özellikten yoksun olduğu gözlemlenir. Kampusların plan şemaları ve organizasyonları incelendiğinde temelde beş tip dış mekan / açık alan ile karşılaşılır. Bunlar: Kampus ana girişi, kampus merkezi (merkezi toplanma alanı ya da merkezi plaza), binaların yakın çevrelerinde yer alan dış mekanlar / açık alanlar (ana giriş, ön bahçe, arka bahçe), doğal (ya da yapay) yeşil alanlar, ve diğer geçiş ve dolaşım alanları’dır. Bu mekan tiplerinden sadece giriş ve merkezi alanlara sayfamızın elverdiği ölçüde kısaca göz atabileceğiz. Diğer alanlara ise başka sayılarımızda değinmeye çalışacağız. Merkezi toplanma alanları Genel olarak yaşadığımız çevreye baktığımızda nasıl ki bütün yerleşmelerde, köylerde ve / veya kentlerde, yaşayanların, toplanma, çeşitli aktivitelerde bulunma ve sosyal gereksinmelerini karşılama amacıyla kullandıkları bir kent ya da köy meydanı ya da bir köşe başı meydancığı bulunuyorsa, hemen bütün üniversite kampusları, sınırları içinde bir çeşit merkezi plaza yani bir toplanma mekanı barındırmaktadır. Bir başka deyişle, kampus kullanıcılarının buluşma, bir araya gelme, tören, festival ya da konserler düzenleme, ders aralarında dinlenme, çalışma gibi fonksiyonel gereksinmelerini karşılayabilmeleri amacıyla her üniversite kampusunda en az bir adet açık merkezi toplanma mekanına ihtiyaç vardır. Konum olarak ele alındığında bu mekanlar, kullanıcıların bu mekanları daha iyi tanıyabilmeleri, benimseyebilmeleri ve yoğun olarak kullanabilmeleri amacıyla, üniversitenin bütün temel eğitim binalarının kullanıcılarının rahatlıkla ulaşabilecekleri bir noktada ve eğer mümkünse kampus içindeki ana yaya akışının ve geçişinin kesiştiği noktalarda yer almalıdır. Kampus merkezi açık mekanları, gün boyunca ve hatta akşamları sürekli kullanıcı barındıran kütüphane, öğrenci kafeteryası, kulüp ve birlik binaları, kitap satış, banka, postane gibi sosyal amaçlı binalar ile çevrelenmeli, ya da en azından bu tür binaların yakınında, görüş alanı içinde yer almalıdır. Üniversite kampuslarında bulunan Kampus girişleri Kampus girişlerinin tasarımı, kampusun konumuna bağlı olarak ele alınmalıdır. Yoğun kent dokusu içinde yapılanmış bir bölgede yer alan üniversite kampuslarında ana giriş, öğrenci yaya akışının en yoğun olduğu yönde, üniversite için bir giriş kapısı oluşturacak biçimde konumlandırılmalıdır. Bu durumda kampus girişleri, bekleme, toplanma, çalışma, yemek yeme gibi enformel aktivitelere cevap vermek üzere açık alanlar oluşturacak biçimde tasarlanmalıdır. Ayrıca üniversiteye gelecek ziyaretçiler için gerekiyorsa bir resepsiyon / danışma, kontrol / kayıt mekanı ile ışıklı bilgi panoları ve haritaları Londra UCL (University College London) Merkez binası avlusundan giriş mekanı + Tren istasyonu çıkışından doğrudan ulaşılan Universitat Autònoma de Barcelona (UAB) kampus girişi CMYK açık merkezi toplanma mekanları, yürümek, gezinmek, konuşma yapmak, konser vermek, festival düzenlemek gibi ‘hareket’e bağlı dinamik aktiviteler için bir ‘sahne’ oluşturmanın yanında, bu performansların ve aktivitelerin izlenmesine olanak sağlayan bir ‘salon’ görevi de üstlenmektedir. Başka bir deyişle bu mekanlar, dinamik, harekete bağlı aktiviteler yanında yemek yeme, çalışma, oturma, bekleme, izleme ve görme gibi durağan aktiviteleri de içinde barındırır. Bu yüzden bu mekanların her türlü aktivitenin yer almasına olanak verecek biçimde tasarlanması, detaylarının, bu hareketli ve durağan kullanıcı fonksiyonları birarada düşünülerek ve ayrıca psikolojik kullanıcı gereksinmeleri de göz önünde bulundurularak çözülmesi gerekmektedir. Bu mekanlar içinde kullanıcı gereksinimleri doğrultusunda yer alması gereken oturma elemanlarının, ışıklandırma elemanlarının, bilgi panosu, telefon kulübesi, çöp kutuları gibi dış mekan mobilyalarının malzemesi ve yer seçimi de, mekanların fiziksel ve fonksiyonel kalitesi açısından önem taşımaktadır. Üniversiteye ait genel ilanların, duyuruların yer alabileceği camlı, kapalı, gerektiğinde ışıklandırılabilir panolar da bu açık alanlarda bulunması gereken diğer bir dış mekan mobilyasıdır. Bir başka detay tasarımı da, mekanın zemininde kullanılacak malzeme ile bu malzemenin kullanılmasıyla oluşturulacak zemin dokusudur. Bu mekanlarda, gerek sert gerekse yumuşak zemin dokusu birarada kullanılarak başarılı sonuçlar elde edilebilir. Zemin dokusu, mekan içinde yönlendirici görev üstlenebileceği gibi, toparlayıcı, birleştirici özellikler de taşıyabilir; bunun seçimi, mekanın kullanımı ile bağlantılı olarak düşünülmelidir. Bunların yanında, bisiklet kullanımının yaygın olduğu kampuslarda, mekezi açık mekana yakın alanlarda ya da mekanın içinde, görsel ve fonksiyonel olarak uygun bir konumda bisiklet park yerleri de yer almalıdır. Ülkemizde yer alan üniversitelerimizin, çağdaş dış mekanlara sahip olması dileğiyle… Not: Bu yazı, yazarın daha önceki bir çalışmasından uyarlanarak hazırlanmıştır. (Kaynak: Önal, Ş., 1999. “Üniversite Kampuslarında Dış Mekan Tasarımı”, Arredamento Mimarlık, İstanbul, Boyut Yayın Grubu, Sayı 100+17, Eylül 1999, s. 100-107.) University of Westminster, London, Mimarlık Fakültesi avlusu + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. KENTİN TADI TUZU Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 11 Şebnem HoŞKARA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] ÇAĞDAŞ KENTİN SALAŞ MEKANLARI Bazı kentler vardır bir kere gitmek-görmek yetmez insana. Mutlaka bir kere daha hatta bir kaç kere daha gitmek ister insan. Bazı kentler vardır, sürprizlerle doludur. Her köşe başında başka bir renk, başka bir doku, başka bir mekan görür insan, tadına doyulmaz. Bazı kentler vardır hiç uyumaz, yirmidört saat yaşar… Tarihiyle yaşar, modern kent hayatıyla yaşar, insanıyla yaşar, binalarıyla yaşar, mekanlarıyla yaşar… İşte böyle bir kent Barselona. Yaşayan, hiç uyumayan, farklı güzelliklerle dolu, tarihle çağdaşın bir arada bulunduğu olağanüstü bir kent. İleriki sayılarıda Al Gözüm Seyr-eyle sayfasında Barselona ile ilgili bir yazımız olacak sanıyorum. Ben bu hafta bu sayfada Barselona’nın kentsel mekanlarının doyumsuz tadını sizlerle paylaşmaya çalışacağım – bazı mekanları özel olarak tek tek anlatma hakkımı mahfuz tutarak… Bir Gaudi mimarisinden kente bakış Ancak, başlıkta yazdığım “salaş” kelimesine takılmayın….Barselona’daki tüm kentsel mekanların ayrı bir tadı var. Her biri ayrı bir sürpriz sunuyor size, her biri, bir başka güzel… Barselona’nın Renkli Sokakları Barcelano’nın tarihi merkezinin içi, dar, organik, hareketli ve renkli bir sokak dokusuna sahip Bu merkezi, 1905-1929 yılları arasındaki endüstrileşme döneminde eski sur duvarları yıkılarak üzerine yapılmış olan geniş bulvarlar çevreliyor. Hem bu bulvarlar hem de dar sokaklar her zaman insan dolu, etkinlik dolu. Üstelik de her biri bir diğerinden farklı… Tabi bu sokaklara zenginliğini veren, giriş katlara yayılmış fonksiyonlar ve sokakları sınırlayan binaların mimari özellikleri. Mimar olanlarınız bilir, Barselona deyince akla ünlü mimar Gaudi gelir. Farklı ve özgün mimarlık eserleri ile Art Nouveau akımının öncüsü olan Katalan mimar Gaudi’nin mimarlık tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Barselona’da gezerken, Gaudi ve onun etkisiyle oluşmuş mimari çevreyi soluyorsunuz adeta. Bir başka deyişle, Barselona’da her yerde her şeyde Gaudi var. La Rambla Ortaçağ kent düzeni içinde dar ve kıvrımlı sokaklar Geniş alışveriş sokakları + CMYK İşte bu Gaudi dolu tarihi ama çağdaş kentte sokakların her biri farklı özellikler taşıyor. Bu kentte ve kentin sokaklarında tarih donmamış; tarih günümüze taşınmış, hem de en canlı şekliyle. Bir yanda, ünlü La Ramla bulvarı…. Her türlü rengin, insanın, aktivitenin merkezi… Yok yok… Canlı animasyonlar, heykelden insanlar ya da insandan heykeller, cafeler, çiçekçiler…. Diğer yanda sağlı sollu mağazalarla sınırlanmış geniş alışveriş sokakları... Bu sokaklara bağlanan dar geçişli ama yine hareketli sokaklar…Bir başka tarafta, yeni ve eskinin tarzını ve renklerini içinde barındıran daha sanat ağırlıklı sokaklar. Ve tabi kıyı şeridi boyu uzanan daha geniş kentsel mekanlar…. Barselona’nın Sürprizli Meydanları Kent içinde yürüdüğünüzde, yukarıda sıralanan farklı tür sokaklar ansızın bir meydana açılıyor. Bir anda karşınıza, bazen, Placa Reial gibi, çizilmişcesine düzenli ve geometrik bir meydan çıkyor; bazen de daha organik ve hareketli türden başka bir mekan. Bir meydanda yeni ve eskinin tüm renklerini ve detaylarını yan yana bulurken, diğerinin çağdaş yüzü ağır basabiliyor. Tüm bu sokakların ve meydanların ortak özelliği, hepsinin tasarlanmış olması: Kent mobilyasıyla, yaya-taşıt ayırımıyla, yer döşemesiyle, oturma ve aydınlatma elemanlarıyla, bisiklet park yerleriyle, yeşiliyle, çöp kutularıyla, bilgi panolarıyla, tüm mekanlar kullanıcı dostu olarak tasarlanmışlar… Barselona’nın kentsel-kamusal alanlarını bir sayfada derinlemesine anlatmak mümkün değil. Pek çok mekanı tek başına alıp incelemek, özelliklerini sunmak gerek…Ama bu sayfa içinde mümkün olmayacak. O yüzden ben genel resmi çizmeye çalıştım sizzler için. Özel bakış açıları için gidip görmek gerek… Zaten Barselona tekrar tekrar gidilesi kentlerden biri kanımca… Şebnem Hoşkara Meydanlardaki eski-yeni örtüşmesi + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. 12 AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazarlar: Pınar Uluçay- Bahar Uluçay Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] EGE’NİN KALBİNDE BİR LİMAN KENTİ: İZMİR İzmir, Anadolu’nun bağımsızlık öyküsünde önemli bir kent, yiğitleri, efeleri, kavakları ve fidan boylu güzelleri ile ünlü, farklı etnisitelere ev sahipliği yapmış ve hala yapmakta. Bu sayıda İzmir’i Pınar ve Bahar Uluçay’lardan dinleyeceksiniz. Ve onu çok özleyeceksiniz. Bilirsiniz İzmir’i, Kıbrıslı’lar çok sever. Turkan Ulusu Uraz Levantenlerin rağbet ettiği Bornova semti, halen İngiliz, Fransız ve İtalyan mimari özelliklerini yansıtan pek çok konuta ev sahipliği yapmaktadır.;. Geniş bahçeler içinde inşa edilmiş bu konaklardan bir kısmı günümüzde restore edilerek yeniden işlev kazanmıştır. gelen Tarihi Asansör (1907) ise İzmirli Yahudi iş adamlarından Nesim Levi tarafından, İzmir Mithat Paşa Caddesi ile Halil Rıfat Paşa Semti arasındaki yükseklik farkından ötürü her iki semt arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak amacı ile yaptırılmıştır. Her iki semti birleştiren kulede iki asansör bulunmaktadır. 1985 yılındaki restorasyondan sonra elektrikli hale dönüştürülen Tarihi Asansör; Halil Rıfat Paşa girişinde oluşturulan bir restoran ve seyir terası ile yerli ve yabancı ziyaretçilerin vazgeçilmez Güzelliği herzaman Napoli ile kıyaslanan ve haklı olarak dillerde dolaşan Batı Anadolu kenti İzmir, 19.yüzyılda Rum, Ermeni ve Levantenlerden (genellikle Fransız ve Italyan) oluşan çok kültürlü Yolu özellikle İzmir’den geçip de kalbini Ege’ye kaptırmamış biri var mıdır? Ege denizi ile olan ilişkisi itibarı ile herzaman ziyaretçi akınına uğrayan bir liman kenti olmuş İzmir. 19. yüzyıl gezginlerinin anlatılarında Küçük Asya’nın incisi, Anadolu’nun ise başşehri olarak betimlenen Smyrna onu ziyarete gelenleri denizden itibaren sırtını yasladığı zeytin ve selvi ağaçları ile bezenmiş dağa doğru yükselmekte olan evleri, ince minareleri ve Cenevizliler döneminden kalan Kadifekale ile karşılarmış. İzmir’e Aydın’dan kara yolu ile yaklaşanlar ise şehre su taşımak amacı ile Romalılar döneminde yaptırılan Kızılçullu su kemerleri ile buluşurmuş. Zengin tarihi mirası ile tanıdığımız Izmir kenti ve çevresinin geçmişi Hititlerin yaşadığı M.Ö 2000’li yıllara dayanmaktadır. Ancak 2003 yılında Yeşilova Höyüğü’nün keşfi ile birlikte kentin tarihinin 8000 yıl gerilere dayandığı ortaya çıkmıştır; böylelikle İzmir Anadolu’nun en eski medeniyetlerinden biri olma özelliğini kazanmıştır. Yeri gelmişken, Bornova Belediyesi’nin Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi için açtığı Mimari Proje Yarışması’nın geçtiğimiz ay itibarıyle başarıyla sonlandırıldığını da belirtelim. Tarihte Türk nüfusu Kadifekale etekleri ve ovada kıyı boyunca yayılırken ki bunlar Tilkilik, Namazgâh, Keçeciler, Çorakkapı, Mezarlıkbaşı, İkiçeşmelik, Selvili Mescit, Ballıkuyu, Arapfırını Sokağı ve Kemeraltı bölgelerinden oluşur; Levantenler (gayri müslim) zeytin, servi, kırmızı zakkum ve mersin ağaçları ile bezenmiş Buca semtindeki sayfiye evlerinde yaşardı. Yine Kültür Park Girişi (fotoğraf: Sıla Yanar) Kordonda Fayton Keyfi (fotoğraf: Beril Özmen Mayer) nüfus yapısı ile sık ziyaret edilen bir liman yerleşkesi olarak aslında hep Egeli kalmış, hatta daha büyük ölçekte bakıldığında Akdenizli olmuştur. 1835 yılında şehri ziyarete gelen Alman bir gezgin ticaretle uğraşan Rumları, pileli beyaz fistanları, işlemeli cepkenleri, uzun ve geniş kollu gömlekleri, tabanca takılı geniş kemerleri ve başlarındaki mavi püsküllü fesleriyle teatral tipler olarak tanımlar. Frenklerin ise Avrupalı imajını doğulu olarak tanımladıkları Türklere dayatmak amacı ile Frank giydiklerini ifade eder. Bu dönemde İzmir’in batılı tüccarlarının kolonilerle kurduğu yakın ilişkiye bağlı olarak kıyı boyunda ticarete dönük bir yapılanmaya gidilmiştir. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Alsancak’a kadar uzanan Kordonboyu’nda iki ve üç katlı Neo-Klasik üslupta ticari yapılar ve Rum evleri dikkat çekicidir. Tarih boyunca önemini yitirmeyen ve şiirlere, şarkılara konu olan İzmir’in ünlü Kordonboyu, günümüzde de canlılığını korumaktadır. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirdiği rekreasyon düzenlemesi, yürürlüğe koyduğu “Kordon Yönetmeliği” ile burası İzmir’in en prestijli yerlerinden biri haline gelmiştir. Buzlu badem eşliğinde soğuk içkinizi yudumlarken, temizlenmeye başlayan ve bu nedenle rengi maviye dönmeye başlayan Körfez ‘de gün batımını seyretmenin tadı bir başkadır. Günümüzde kentin simgesi haline mekanlarındandır. Seyir terasında körfez manzarasının tadını çıkarırken, adı Tarihi Asansörün bulunduğu sokağa verilen Dario Moreno, ‘Deniz ile Mehtap’ şarkısını kulağınıza fısıldarmış gibi hissedersiniz ve içinizden ona eşlik edersiniz. 1845 yılında çıkan yangından sonra o zamanki padişahın emri ile yeniden yapılanan kent, 1940 yılına kadar sürecek olan Şehircilik çalışmaları ile batılı standartlara kavuşur. Alsancak’taki tarihi İzmir garının önünden başlayan; dut ağaçları ile meşhur Şair Eşref bulvarı işte bu reformların ürünüdür. Bu kapsamda geliştirilen Kültürpark projesi ve burada düzenli aralıklarla gerçekleştirilen Uluslararası İzmir Fuarı kentin çekim noktası haline gelmiştir. Kültürpark, sadece fuarın açık olduğu zamanlarda değil, yılın her döneminde; Paraşüt Kulesi, Tenis Kulübü, yürüyüş parkuru, botanik bahçesi ve yapay gölü ile ziyaretçilere kentin keşmekeşi içinde huzurlu bir mola imkanı vermektedir. + Öte yandan Cumhuriyet ve Konak Meydanı İzmir’in kimliğine vurgu yapan bir kent mekanı olarak farklı etkinliklere ev sahipliği yapar. I. ve II. Kordon boyunca paralel devam eden bulvarlar, dik caddeler ve sokaklar aracılığıyla sizi hep kordon boyuna ve körfeze ulaştırır. Kordon’da yürümek; körfezi seyrederken Deniz restoranda balık yemek, ya da CMYK Churchill cafede çay içmek, daha olmadı Konak’tan Karşıyaka’ya vapurla geçmek size kalmıştır artık. Bir liman kentinde olduğunuzu yeniden hatırlarsınız. Alsancak’taki Kıbrıs Şehitleri caddesinde alışveriş yaparken ara sokaklarda İzmir’in çok kültürlü tarihi ile yüzleşirsiniz. Bu arada Sevinç pastanesinde mutlaka bir mola vermelisiniz. Hava karardığında daracık sokaklardaki eski Levanten evleri ışık saçmaya başlayınca, size müziği takip ederek soğuk bir bira içmek için hiç düşünmeden içeriye dalmanızı öneriyoruz. Yine ayni bölgede bulunan Sevgi yolunda gümüş takı ve ikinci el kitap pazarlayan sokak satıcıları ile karşılaşacaksınız keyfini çıkarın. Ve tarihi saat kulesinin bulunduğu Konak meydanı, ona eklemlenen ünlü Kemeraltı çarşısı. Burası aklınıza gelen herşeyi bulabileceğiniz bir pazaryeridir sanki. Kemeralti börekçisi’nde su böreği, Can Restoran’da ise iskender yemek, tarihi Kızlar Ağası hanında dibek kahvesi içmek mutlaka yapmanız gereken şeyler arasındadır unutmayın. Artık bu moladan sonra sinema keyfi için Konak meydanından ünlü markaları da bulabileceğiniz Konak Pier’e geçebilirsiniz. Eskiden balık hali olarak kullanılan bu tarihi yerleşke restore edilerek alışveriş merkezine dönüştürülmüştür. İş, ticaret ve eğlence merkezlerinin Konak merkez-Kemeraltı-Çankaya-BasmaneAlsancak aksında yoğunlaşması, yeni çekim alanları oluşturmak için İzmir Büyükşehir belediyesini harekete geçirmiş; bu amaçla Turan ile Alsancak Limanı gerisinde kalan 550 hektarlık alanının ‘3. İzmir Merkezi’ olarak gelişebilmesi için 2001 yılında bir kentsel tasarım projesi yarışması düzenlenmiştir. Bu yarışmadan ortaya çıkan fikirlerden de yararlanılarak İzmir Büyükşehir belediyesi, kent bütününde yapılaşma standartlarını belirleyen İzmir İmar Yönetmeliği’ni çıkararak kentin planlı gelişebilmesinin yolunu açmıştır. . Bütün bu çok katmanlı sosyal ve mekansal yapının mutfak kültürüne yansıması da bir başka zenginlik sunar izmir’de. Boşnaklar, Arnavutlar, Girit göçmenleri, Levanten ve Musevilerin önemli bir etkisi olduğu bilinen İzmir mutfağında Kıbrıslıların alışık olduğu ‘otlar’ herzaman revaçta olmuş. Arapsaçı, deniz börülcesi, ebe gümeci, turp otu, şevket-i bostan, cibez gibi otlar mevsiminde semt pazarlarının olmazsa olmazlarıdır. Boyoz ise İzmir damak tadı ile özdeşleşmiş, Türkiye’nin başka yerlerinde bulamayacağınız özgün bir hamurişidir. Boyozu İzmir mutfağına İspanya’dan kovularak İzmir’e yerleşen Sefarad Yahudi toplumunun kazandırdığına ilişkin kaynaklar mevcuttur. Özellikle gurbetteki İzmirliler için özel bir anlamı vardır. Boyoz yanında Kumru ve İzmir köfte…. İzmir’i yeniden özleme zamanı……tam da şimdi…. Pınar Uluçay (Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi) Bahar Uluçay (Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi) + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. PROVO- KİTAP Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 13 Beril Özmen Mayer konuk yazar: Yonca Hürol “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] “GECEKONDU GEZEGENİ” VE KENT YOKSULLUĞUNA DAİR Bu haftaki yazımız konut sorununun farklı bir aktörünü gündeme getiriyor. Çoğu kişi tarafından istatistik bilgisinden öte olmayan, hatta görünmez olan, ya da Şair’in deyimiyle ‘hiç yaşamamış gibi ölen’ kitlelerle ilgili. Kendi alanında çok çarpıcı bir yayın:Mike Davis’in “Gecekondu Gezegeni”. Bu kitabın tanıtımını arkadaşımız Yonca Hürol’un yorumlarıyla okuyacağız. Beril Özmen Mayer Herkes dünyanın kendi algı çemberi içindeki gibi ya da en azından onun bir benzeri olduğunu düşünme eğilimindedir. Değil mi ki rahat ve güzel bir çevrede yaşıyoruz. Değil mi ki medya kanalı ile pek çok kötü haber alsak da, bunlar dünyaya sadece birkaç konuya ve sınırlı bir biçimde değinebileceğim. kiraya veriliyormuş. Su özel satıcılardan satın alınıyormuş ve kentin herhangi bir yerinden daha pahalıymış. Binlerce insana çok az sayıda tuvalet düşüyormuş. Mesela 102.000 kişiye 19 adet tuvalet gibi... Kiralık tuvaletlerse çok pahalıymış. İş yerine ulaşım üç saat sürebiliyormuş ve insanlar gelirlerinin büyük bir kısmını ulaşıma veriyorlarmış. Hiç benzin bulunmayan ve beş ila altı milyon nüfusu olan şehirlerin varlığından söz ediyor Mike Davis. Üstüne üstlük bu koşullardan en büyük payı alan yoksul ülkeler borç taksidi ödemekten, yaygın olan salgın hastalıklarla mücadele veremiyorlarmış. Lovly Josaphat, Portau-Prince’deki Cite-Soleil gecekondu bölgesindeki yaşam koşullarını şöyle ifade ediyor: Kent yoksulları çeşitli mekanlarda yaşıyorlar. Kent merkezinde, çeperlerde, sokaklarda... Pek çok yoksul gecekondularda yaşıyor. Gecekondu nüfüsü Etiyopya’da kent nüfusunun % 99,4’ünü, Türkiye’de % 42,6’sını oluşturuyor. Ama gecekondu dünyası artık 1970’lerde olduğu gibi bir umut dünyası değil. 1980’lerden beri gecekonduculuğun özelleştirilmesinden söz ediliyor. Gecekondu sahibi olmak çok tatlı para getiren yeni bir piyasa haline gelmiş. Çoğu yoksulun geçim kaynağı olan kayıt dışı sektör de, gizli komisyonlar, rüşvetler, sadakat bağları, ve etnik dışlamalardan oluşan yarı feodal bir alan. Kayıt dışı “Yağmur yağdığında Cite’nin benim yaşadığım kısmı sular altında kalır ve evimi su basar. Zeminde su eksik olmaz, yeşil, pis kokulu bir sudur bu ve ortada yol falan yoktur. Sivrisineklere yem oluruz. Dört yaşındaki oğlumda bronşit, sıtma, hatta şimdilerde tifo var... Doktor ona kaynamış su içirin, yağlı yemek yedirmeyin, suyun içinde yürümesine izin vermeyin dedi. Ama su her yerde; suya basmadan evden dışarı çıkması imkansız. Doktor çocuğuma bakmazsam onu kaybedebileceğimi söyledi.”(Bell, 2001) Bu gibi konutlar, eğer kiracılarından kurtulmak maksadı ile sahipleri tarafından yakılmazlarsa, deprem, sel, yer kayması gibi çeşitli afetlere kolaylıkla hedef oluyorlar. Zaten çok tehlikeli yerlere yapılmışlar: Dere kenarları, çöplükler, heyelan bölgeleri vs. Eğer hiçbirşey olmazsa, çeşitli sebeplerle ve genellikle de kenti güzelleştirmek adına, sık sık kentin bu gibi mahallelerden temizlenmesi gerekiyor. Orta sınıfların hararetli desteği ile gecekondular yıkılabiliyor. Ama yine de bu gibi evler dünyanın pek çok yerinde kerpiç, tahta, saz, küçük teneke parçaları, kontrplak, asbest, çamur gibi malzemelerle ve derme çatma bir şekilde yeniden ve yeniden yapılıyorlar. Kaynak: httpwww.unmalawi.orgnkhani_zathuagenciesunhabitat ait düşünüşümüzde köklü değişiklikler yapacak bilgiler içermiyor. Hatta dünyada artık pek çok sorunun tamamen çözülmüş olduğunu ve bundan sonra artık insanlık için yapacak pek de birşey olmadığını dahi düşünüyor olabiliriz. Çoğumuz doğanın elden gitmekte olduğunun, kültür varlıklarının yok olmakta olduğunun, kadın haklarının gözetilmediğinin veya eşcinsel/lezbiyen haklarının korunması gerektiğinin farkında olabiliriz. Ancak bir fikir sahibi olsak bile, pek çoğumuz dünya üzerindeki insan yoksulluğunun hangi mertebede seyretmekte olduğunu ve hangi boyutlara vardığını pek de düşleyemeyiz. İşte Mike Davis’in “Gecekondu Gezegeni” isimli kitabı insan yoksulluğunun günümüzde nasıl bir mecrada seyrettiğini anlamak için okunması gereken ideal bir kitap. Davis, yoğun ampirik araştırmalar üzerine dayandırdığı bu kitabında tüm dünyadaki kent yoksulluğunu çok kapsamlı bir biçimde inceliyor. Ancak önceden uyarmam lazım ki, okurken nerede ise her cümle insanın üzerinde bir darbe tesiri yapıyor. Ve tabii, kitap hakkında daha fazla fikir vermek amacı ile ben burada işçiler dünya nüfusunun beşte ikisini oluşturuyor. Bu oran Orta Amerika’da % 60 ila 75, Karaçi’ % 75. Uluslararası mülteciler ile ülke içinde çeşitli sebeplerle yerlerinden edilen insanlar, çoğu zaman büyük müteahitlere, politikacılara, kira ve emlak patronlarına ve askeri cuntalara ait olan gecekondularda yaşayıp kayıt dışı sektörde iş bulabilmek için etnik milisler ve sokak çetelerine üye oluyorlar. Seçim zamanı geldiğinde sanal bir demokrasiden daha fazlasına ulaşmayı beklememek gerekir böylesi koşullarda. Hayat mevap meselesidir yoksullar için kullanılacak oylar... Öyle yerler vardır ki, kumar ve bahis tek geçim kaynağıdır. Geçim kaynaklarının rasyonalitesini yitirdiği bu durumlarda büyücülük de yaygınlaşmaktadır, çünkü paranın nereden gelebileceği bile belli değildir. Organlarını, hatta çocuklarını satarlar insanlar... Uğursuz olduğuna inandıkları çocuklarını atarlar sokağa... Yaşam koşulları inanılmayacak kadar kötüdür genellikle. Kalküta’da bir odaya 13,4 kişi düşüyormuş mesela. Ve de üstüne üstlük bu odaların metrekaresi en lüks konutlardan daha pahalıya Pek çok üçüncü dünya ülkesinde gayri safi yurtiçi hasıla ile birlikte yoksulluk da artıyor, çünkü uygulanan politikalar yoksullara ulaşamıyor. Örneğin Meksika’da 1992’de % 16 olan yoksulluk oranı 1999’da % 28’e varıyor. Özelleştirmeler, kamusal programların ortadan kalkması, kalkınma stratejilerinin terki, ithalat denetiminin kesilmesi, devalüasyon, devletin gerilemesi, egemenlik gücünün hükümetin daha aşağı kadrolarına ve uluslararası yardım kuruluşlarıyla ilişkili sivil toplum kuruluşlarına devri ve vergi oranlarının düşürülmesini yoksulluğu artıran faktörler arasında sayıyor Mike Davis. Davis, bütün bunlara bir de “korku mimarisi”nin eşlik ettiğini söylüyor. Yoksul olmayanlar savunmada... Davis, Berner’den (1997) aşağıdaki alıntıyı yapıyor: + “Demir kapılardan, yol barikatları ve kontrol noktalarından oluşan kapsamlı bir sistem bölgenin sınırlarını çizer ve onu, en azından geceleri, şehrin diğer kısımlarından ayırır. Bu bölgenin zengin sakinlerinin en büyük endişesi, CMYK Kaynak: httpwww.randstad.comthe-worldof-workindian-slum-dwellers-offeredemployment-hopec=4415 hayatlarına, kendilerinden birine ve mülklerine bir zarar geleceği endişesidir. Evler, üzeri kırık camlarla, dikenli tellerle kaplı yüksek duvarlarla çevrilerek ve her penceresine kalın demir parmaklıklar takılarak tam anlamı ile kaleye dönüştürülmüştür.” Ama yine Davis’e göre, bütün bu sınırlar, yoksulluğun herkes için oluşturduğu sağlık tehdidini giderememekte ve aciz kalmaktadırlar. Yonca Hürol 22. 8. 2010 Monarga Kaynakça Bell, B., (2001) Walking on Fire: Haitian Women’s Stories of Survival and Resistance. Ithaca. Berner, E., (1997)Defending a Place in the City: Localities and the Struggle for Urban Land in Metro Manila. Quezon City. Davis, M., (2007) Gecekondu Gezegeni. (Planet of Slums) Çev: G.Koca. İstanbul: Metis Yayınları. Mike Davis Hakkında 1946 doğumlu Amerikalı yazar, kent kuramcısı, tarihçi ve aktivist. Yüksek öğrenim görürken bir yandan da kasaplık ve kamyon şöförlüğü gibi işlerde çalışan Davis, Demokratik Toplum Yanlısı Öğrenciler derneğine üye olarak başladığı aktivizmini hayatı boyunca sürdürmüştür. 1960’larda kısa bir süre Reed College’de öğrenim görmüş olmasına rağmen asıl akademik kariyeri 1970’lerin başlarında lisans ve lisansüstü öğrenim gördüğü California Üniversitesi’nde başlamıştır. Halen aynı üniversitenin Tarih bölümünde ders vermektedir. Kendisini enternasyonalist bir sosyalist ve “Marksist-çevreci” olarak tanımlayan Davis ünlü New Left Review dergisinin editör ve yazarlarından biridir. Ayrıca Amerika’daki The Nation ve Britanya’daki New Statesman dergilerinde güncel siyasi sorunlarla ilgili yazmaktadır. + HAVADİS GAZETESİ EKİ /23 EKİM 2010. SAYI 15. 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR Ercan HoŞKARA SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] İNŞAATTA GÜVENLİK İnşaat sektörü, dünyada olduğu gibi ülkemizde de iş güvenliği açısından en sıkıntılı sektördür. Gerek altyapı gerekse üst yapı inşaat faaliyetleri ve inşaat alanı hem çalışanların kendisi için hem de inşaat alanı çevresinde bulunan ve inşaat alanına girmek zorunda kalan vatandaşlar için ciddi tehdit oluşturabilmektedir. Ülkemizde, özellikle, vatandaşların normal günlük yaşamlarında sıklıkla kullandıkları, yollarda yapılan alt yapı çalışmaları hem çalışanların hem de vatandaşların güvenliği için ciddi tehdit oluşturmaktadır. Bu altyapı çalışmalarının yapıldığı alanlarda yeterince güvenlik önlemlerinin alın(a)madığı gözlemlenmektedir. Bu sayıda, özellikle inşaatta güvenlik konusunun önemini vurgulamak için, konu ile ilgili akla gelebilecek temel bazı sorulara cevap aranacak ve fotoğraflarla yanlış ve doğru örneklere yer verilecektir. İnşaatta güvenlik konusu neden çok önemlidir? Günümüzde, tüm Dünyada inşaat sektörü iş güvenliği açısından en riskli sektörler arasında gösterilmektedir. İstatistiklere göre, “her yıl AB’de 1300 kişi inşaat kazalarında hayatını kaybetmektedir.” ve “dünya çapında, inşaat işçileri diğer işçilere oranla üç kat daha fazla hayatlarını kaybetme, iki kat daha fazla yaralanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır” (Tağmat, 2010). Bu tehlike, gerekli önlemler alınmazsa, sadece inşaatta çalışanlar için değil aynı zamanda inşaat çevresinde bulunan vatandaşlar için de geçerlidir. Söz konusu kazalar bireysel zararların yanısıra hem işveren hem de toplum geneline oldukça büyük zarar vermekte ve dolayısıyla, ortaya çıkan maliyetler tüm ilgili taraflar için çok yüksek olmaktadır. Bütün bu veriler inşaat’ın insan sağlığı ve güvenliği açısından çok riskli olduğunu göstermekte ve bu bağlamda inşaatta güvenlik konusu büyük önem kazanmaktadır. İnşaat sektöründe sıklıkla görülen kazalar ve sağlık sorunları nelerdir? önlemlerden ibaret olmamalı; projenin hazırlık, uygulama ve inşaat sonrası bakım aşamaları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. AB Bilbao Deklarasyonu’nda da belirtildiği gibi kazalar arasında en sık yaşananın Ayrıca, toplumsal bir bilinç oluşturulması ve düzenlemelerde öngörülen önlemlerin yalnızca kağıt üzerinde kalmaması için hem yaptırımların artırılması hem de konuyla ilgili bilincin geliştirilmesi çok önemli olmaktadır. Yüksekten düşme, Hareketli bir aracın çarpması, Elektrik şokuna kapılma, Kazı sırasında yaralanma, Düşen malzemelerin çarpması, Ağır malzeme kaldırılması sonucu sırt ağrıları ve bel incinmeleri, Yüksek gürültü nedeniyle işitme kaybı. Toz teneffüs etmeden kaynaklanan hastalıklar, Tehlikeli kimyasal ve biyolojik maddelere maruz kalma, Su içinde, kenarında veya üzerinde çalışma, Radyasyona maruz kalma ve Araç-gereç titreşiminden etkilenme vb. şeklinde olduğudur. (Fırat 2010; Tağmat, 2010) Bu tür kaza ve sağlık riskleri, gerekli tedbirler alınmazsa çalışanların yanında, inşaat alanına giren veya o çevrede yaşayan vatandaşları da tehdit etmektedir. İnşaat sektöründe riski artıran temel etkenler nelerdir? İnşaat sektörünün emek ağırlıklı olması; aynı anda birden çok alt işverenin (taşeron) birlikte çalışması, ve özellikle konut yapımında, daha proje aşamasından itibaren muhtemel alıcıların inşaat alanına hiçbir önlem almadan girme girişimleri ve üretim süreçleri ile ilgili tüm gelişmelerin toplum önünde yaşanması, riski artıran temel etkenlerdir. (Fırat, 2010) İnşaatta güvenlik için alınabilecek önlemler nelerdir, neler yapılmalıdır? İnşaatta güvenlik süreci yalnızca projenin uygulanması sırasında alınacak Güvenlikiçin içinalınabilecek alınabileceken entemel temel Güvenlik önlemler (Tağmat,2010): önlemler (Tağmat,2010): İşverenlerin proje proje aşamasında, aşamasında, •• İşverenlerin yalnızca maliyet üzerinde yalnızca maliyet üzerinde durmalarıdeğil, değil,aynı aynızamanda zamanda durmaları müteahhit seçiminde sağlığıve ve müteahhit seçiminde işişsağlığı güvenliği konusunda uzmanların güvenliği konusunda uzmanların görevlendirileceğinigaranti garantietmeleri; etmeleri; görevlendirileceğini • Projenin hazırlanmasından • Projenin hazırlanmasından sorumlumimar mimarileileuygulanmasından uygulanmasından sorumlu sorumlu müteahhitin projesürecinin sürecinin sorumlu müteahhitin proje başından beri iletişim içinde olarak, başından beri iletişim içinde olarak, engellenebilecek riskleri ortadan engellenebilecek riskleri ortadan kaldırmaları,engellenemeyecek engellenemeyecek kaldırmaları, olanları mümkün olduğunca olanları mümkün olduğunca azaltmaları; azaltmaları; İnşaat yöneticisinin, yöneticisinin, işin işin sağlık sağlık •• İnşaat ve güvenliği sağlayacak şekilde bir ve güvenliği sağlayacak şekilde iyiiyibir biçimde planlanması, düzenlenmesi, biçimde planlanması, düzenlenmesi, denetlenmesive vegözden gözdengeçirilmesini geçirilmesini denetlenmesi garanti altına alması; garanti altına alması; Yetkili makamların makamların veya veya özel •• Yetkili olarak yetkilendirilmiş yapı denetim özel olarak yetkilendirilmiş yapı ofislerinin, inşaatları güvenlik denetim ofislerinin, inşaatları güvenlik açısındandüzenli düzenliolarak olarakdenetlemesi. denetlemesi. açısından Kaynaklar: •Fırat, Z., 2010. İnşaatta Güvenlik/ İnşaat İşkolunda iş Güvenliği. Mevcut olduğu web adresi: http://bazaryasam.com/Haber. php?Sayfa=Detay&id=27 •Tağmat, T., S., 2010. İnşaatta İş Sağlığı ve Güvenliği: Avrupa’daki Güncel Gelişmelere Bakış. TMMOB Mimarlar Odası AB Masası. Mevcut olduğu web adresi: http:// mimarlarodasi.org.tr/UIKDocs%5Cinsaattaguve nlikraporu.pdf Londra’da alt yapı çalışmaları ve güvenlik için alınan tedbirler. Mağusa’da alt yapı çalışmaları ve güvenlik için alınan tedbirler. Fotoğraf: Mustafa Rıza CMYK Sonuç Olarak; Güvenlik ve sağlık, inşaat proje sürecinin en önemli bileşenidir. Bu konular yalnız projelerin inşa sürecinde sınırlı kalmayıp, biten projelerin kullanım ömrü boyunca önemini korumaktadır. İnşaat sürecinde karşılaşılan pek çok güvenlik sorunu tasarım ve yapım sürecinde iyi bir planlama ve eğitim ile engellenebilir. İyi planlanan, iyi tasarlanan, iyi uygulanan bir proje güvenli bir çalışma ortamı oluşturduğu gibi yatırımcısına da yatırdığı parayı en iyi şekilde geri kazandırır. İşverenler müteahhit seçimi aşamasında, gerek çalışanların ve gerekse vatandaşların sağlığı ve güvenliği için her türlü tedbirin, müteahhit tarafından hayata geçirileceğinin garantisini almış olmalıdırlar, ve bu durum uygulama ve bakım aşamasında eksiksiz olarak takip edilmelidir. Aynı zamanda, bu konu, yetkili makam olan belediyelerin (511995 sayılı Belediyeler yasasında belirtildiği gibi) esenlik ve güvenlikle ilgili görevleri arasındadır. Bu anlamda belediyelere de ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Sayın Dr. Zerrin Fırat’ın da belirtiği gibi “UNUTULMAMALI Kİ, TEDBİR ALMAK BEDEL ÖDEMEKTEN DAHA UCUZDUR”. Ercan Hoşkara + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15. GÜNCEL HABERLER Doğu Akdeniz Üniversitesi [email protected] - [email protected] MİMARLAR SINIR TANIMIYOR tanımıyor... Doğadan ve günlük yaşamda kullanılan objelerden esinlenen mimarlar çok farklı tasarımlara imza atıyorlar. Öyle ki dünya üzerindeki mevcut yükselmelerin ve alçalmaların yani topografyada meydana gelen farklılaşmaları konsept olarak tasarımlarına yansıtan mimarlar doğa ve yeryüzü ile daha bütüncül ilişki kurmayı binaları ile başarmış gibiler. Sihirli Dağlar 15 Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ “Uluslararası Kariyer İçin” Mimarlar yaratıcılıkta sınır SAYFA Sihirli Dağlar Taichung Kongre Merkezi Taichung Kongre Merkezi Sihirli Dağlar + CMYK + + REKLAM CMYK