DOSYA VIII - Faculty of Architecture

advertisement
+
KENT MİMARLIK ve
TASARIM GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
23 EKİM 2010/ SAYI 15
EDİTÖR’DEN...
DOSYA VIII: ÜNİVERSİTELER ve KENTLER
Naciye Doratlı
DOSYA VIII
Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi
Kent-Üniversite ilişkileri genelde iyi niyetle hep tartışılagelmiştir. Her iki kesimde çok
iyi ve güçlü ilişkiyi samimiyetle istemiştir. Ama bu istek her iki tarafı da tam memnun
edecek düzeye bir türlü ulaşamamaktadır...-> S 7-8-9-10
[email protected]
Herkese Merhaba,
Yaklaşık iki aylık aranın ardından sizlerle
yeniden birlikte olmanın mutluluğunu
yaşıyoruz. Ara verdiğimiz zaman bize
ilk anda uzunca bir süre gibi görünmüş
olsa da, yeni akademik yılın hazırlıkları,
derslerin başlaması ve gerek özel gerek
akademik yaşamla ilgili diğer uğraşlarımız
derken bir de baktık ki bizim ‘Yaşasın
Tatil’ göz açıp kapayıncaya kadar
bitivermiş. Elinizdeki Mekanperest’in
onbeşinci sayısı ile ilgili olarak çalışmaya,
‘Acaba biraz değişiklik yapabilir miyiz?
Mekanperest’i biraz daha zenginleştirebilir
miyiz?’ düşüncesi ile başladık. Ekip olarak
yaptığımız değerlendirme sonucunda
bu sayıdan itibaren bazı değişiklikler
yaptık. Elinize aldığınızda hemen fark
edebileceğiniz ilk değişiklik kapak
sayfamızda. En önemli değişiklik ise
değerli bir mesai arkadaşımız Doç. Dr.
Yonca Hürol’un aramıza katılması.
Özellikle Felsefe alanında çalışmaları ile
öne çıkan arkadaşımız, her sayımızda
sayfası ‘Mekan-Anlam-Yorum’da akıcı
üslubu ile sizlerle birlikte olacak. Diğer
sayfalarımız eskiden olduğu gibi
birbirinden güzel, dikkat çekici konularla
devam edecek. Yazın/Yayın akışımız
içinde bu sayımızda Dosyamız, yayın
ekibimizden öğretim üyelerimiz Kutsal
Öztürk, Şebnem Hoşkara, araştırma
görevlisi Begüm Mozaikci ve konuk yazar
olarak Mimarlık Bölümü öğretim üyesi ve
DAÜ KENT- AG Başkanı Derya Oktay’ın
farklı açılardan akıcı bir anlatımla
irdeledikleri Üniversite - Kent temasını
işliyor. Turizm sektörü ile birlikte
ülkemizin iki lokomotif sektöründen biri
olan Yüksek Öğrenim (Üniversiteler)
sektörü sadece ekonomimiz açısından
değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel
yaşam ve kentlerimizde yer alan
Üniversitelerimizin yarattığı dinamizm
açısından da ülkemizin hayat suyu.
Bunun kıymetini hükümet edenlerden
başlamak üzere, doğrudan ya da dolaylı
olarak üniversitelerle ilgisi olan
herkesin bilmesi ve buna göre hareket
etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ya
sizce?
En iyi dileklerimle...
Naciye Doratlı
YAŞAM-MEKAN-YORUM
-> Sayfa 2
Kibritçi Kız Masalının Çağdaş bir
Mimara Düşündürdükleri
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI -> Sayfa 4
-> Sayfa 3
“Lefkoşa’da Zamanının Hızını
Yakalayan bir Tasarım”
“KKTC’de Tarihi Kentsel Alanların
Korunmasına İlişkin...”
Uğur Dağlı
Yonca Hürol
KONUT VE YAŞAM
BİR MİMAR - BİR BİNA
-> Sayfa 5
GELENEKTEN EVRENSELE
Naciye Doratlı
-> Sayfa 6
KENTİN TADI TUZU
“Ondört Yıl Sonra….Zeytin Ağaçları, “Geleneksel Yerleşimlere Ekolojik
Sevdalar…..ve Mimari” *
Bir ‘Yapı Gereci’ Alternatifi” **
AL GÖZÜM SEYREYLE
-> Sayfa 12
“Ege’nin Kalbinde Bir Liman Kenti:
İzmir” ***
Türkan Ulusu Uraz
“Çağdaş Kentin Salaş Mekanları”
Kağan Günçe
Hera-C
PROVO-K-İTAP
-> Sayfa 13
SORULAR- CEVAPLAR
“İnşaatta Güvenlik”
+
Ercan Hoşkara
CMYK
*
**
***
Nesil Baytin
NEVZAT ÖMER SAATCIOĞLU
Pınar Uluçay- Bahar Uluçay
****
Şebnem Hoşkara
“Gecekondu Gezegeni” ve Kent
Yoksulluğuna dair ****
Beril Özmen Mayer
-> Sayfa 11
konuk yazarlar:
-> Sayfa 14
GÜNCEL HABERLER
Yonca Hürol
-> Sayfa 15
Kutsal Öztürk
&
Begüm Mozaikçi
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
02 YAŞAM-MEKAN-YORUM
Yonca Hürol
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
KİBRİTÇİ KIZ MASALININ ÇAĞDAŞ BİR MİMARA
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Çocukken mi okudum, birisi mi anlattı,
yoksa filmini falan mı seyrettim hiç
hatırlamıyorum ama Kibritçi Kız masalı
denince aklıma ilk gelen şey çok soğuk
ve karlı bir noel gecesinde bir ekmek
alabilmek için ümitsizce kibrit satmaya
çalışan yoksul bir kız çocuğunun (sekiz
– dokuz yaşlarında olmalı) bacasından
duman tüten bir evin ışıklı penceresinden
içeriye kimse görmeksizin bakışı ve
içeriden gelen müziği ve ahenkli insan
seslerini dinleyişidir. Daha sonra soğuğa
daha fazla dayanamayıp kibritlerini, önce
birer ikişer sonra beşer onar yakmaya
başlayacak ve aynı gecenin sabahı o
pencerenin önünde ölü bulunacaktır.
bu meydanlar ve çevrelerindeki tüm
yapılar. Üstelik de sözkonusu gökdelenler
yerel kültürü ifade etmek adına Hispanik
motiflerle kaplı iken oluyor bütün bunlar.
(Parson, 1993)
olmasının nedeni de bu zaten.
Olayın yoksulluk boyutunu bir kenara
bırakıp kibritçi kıza ve onun önünde
durup da içeriye baktığı pencereye ve
o eve geri dönmek istiyorum. Çünkü
sadece kibritçi kız ve evin dış mekanı
değil, o evin kendisinin de bir mimara
düşündürmesi gereken pek çok şey var.
Kibritçi kızın gözünden bakıldığında ne
kadar hoş ve ideal bir ev gibi gelir o ışıklı
pencereden içerisi görülen ev. Ama bir
an için kibritçi kızın bu gece sizin evinizin
penceresinden içeriye bakacağını hayal
edelim. Ne dersiniz, o kadar da masalsı
bir huzur olacak mı bu gece evinizde?
Kimbilir ev dağınık ve pistir, ampüllerden
Afrika’ya, Hindistan’a, hele hele de
savaştan yeni yeni çıkıyormuş gibi
görünen Irak’a, Afganiztan’a hiç
gitmeyelim. Oralarda nüfusun büyük
çoğunluğu yoksul olduğu için dilenmek
ya da birşeyler satmak için gidebilecekleri
yer falan da pek yok bu insanların. Kent
yoksulluğu oranının %99 olduğu kentler
mevcut dünyada. Herkesin işsiz olduğu
ve paranın nereden geldiği hiç belli
olmadığı için insanların büyücülükten
Öncelikle bir Andersen masalı olan bu
masalın konusunun çağdaş bir kentte değil
19. yüzyılda köylerden göç etmiş olan
işçilerin odaklanmaya başladığı Avrupa
kentlerinden birinde geçiyor olduğunu
düşünüyorum. Küçük kız işyerinden
dönen erişkinlere kibrit satabilmek için
varsıl ailelerin yaşadığı, bizim bakış
açımıza göre tarihi evlerin bulunduğu bir
mahalleye gelmiştir. Kente göç ve kent
yoksulluğu henüz yeni olduğu için pek çok
günümüz kentlisinin aksine hırsızlık ya
da can güvenliği gibi sorunları olmayan
bu varsıllara ait mahallede yabancıların
binalara yaklaşmasını engelleyecek
güvenlik tedbirleri yoktur. Kibritçi kız
eğer günümüzde yaşamış olsaydı ne
demir parmaklıklı villalara, ne kapısında
güvenlikten sorumlu kapıcıların beklediği
apartmanlara, ne de çevresi dikenli tellerle
çevrili sitelere yaklaşabilecekti. Büyük bir
olasılıkla gündüz gözüyle kent merkezinde
ya da büyük bir süpermarketin yakınında,
kibrit değil çakmak, hatta belki de sigara
içenler azaldığı için kağıt mendil falan
satmayı tercih edecekti.
Böylesine yaygın ve derin bir
yoksulluğun çok şükür geçmişte kaldığını
düşünebilirsiniz ama malesef bu doğru
değildir. Tüm dünyada olduğu gibi Kuzey
Kıbrıs’ta da hızla artmaktadır kent
yoksulluğu. Kahvehanelerde iş bekleyen
erkekler, sokaklarda çarşaf, masa örtüsü
vs satan kadınlar ve süpermarketlerin
önünde dilenen çocuklar artık bizde de
var. Ankara’yı düşündüğümde aklıma
hemen kent merkezinde heryere tezgah
açmış çolukçocuk ve onların zabıtadan
örgütlü kaçış mekanizmaları geliyor.
Bir ıslık duyuyorsunuz ve bir anda yer
yarılıyor ve içine giriveriyor bu çocuklar.
Nereye gittiklerini herşey gözünüzün
önünde olup bitmesine rağmen siz
bile göremiyorsunuz. Los Angeles’ı
düşündüğümde derinlemesine yoksul
Hispanik mahallelerinin ortasına yapılmış
gökdelenlerle çevrili bir kent meydanına
kötü giysili Hispaniklerin sokulmayışı
geliyor aklıma. Özellikle meydan ile
yoksul mahalleler arasındaki geçişlerin
kontrol edilebileceği şekilde tasarlanmış
Kaynak: http://southasiainvestor.blogspot.com201007deprivation-index-indians-worseoff.html
medet umduğu kentler mevcut. İnsanların
organlarını ya da çocuklarını satarak
geçindiği ve hatta cadı olup da uğursuzluk
getirdiği gerekçesi ile çocuklarını sokağa
atacak kadar insanların topyekün aklını
oynattığı kentler de mevcur. (Davis, 2007)
Demeye çalıştığım şu ki, potansiyel
kibritçi kızlar günümüzde de var ve işleri
masaldaki kızdan daha kolay değil.
Galiba biz onları yeni endüstrileşmeye
başlamış kentlerdekine oranla daha az
görebiliyoruz. Kimi zaman güvenlik nedeni
ile, kimi zaman görsel kirlilik oluşturdukları
gerekçesi ile uzaklaştırıldıkları için, kimi
durumlarda da kentin uzak semtlerinde
yaşamaya zorlanmış oldukları için
merkezde olmaya son derece ihtiyaçları
olmasına rağmen görülebilecekleri yerlere
yaklaşamıyorlar. Büyük kentlerde pek çok
evsiz yoksulun kent merkezlerinde yaşıyor
huzurlu bir ev olsa olsa masallarda olur
zaten. Hayatın devinimi ilkesi bile öylesi
bir huzura aykırıdır aslında. Az veya
çok değişime hepimizin ihtiyacı vardır
ve değişim de maceralı ve az da olsa
tekinsiz işlere atılmadan olmaz. Bu da
çevremizdeki diğer insanların hoşuna
gitmediği için az da olsa herzaman huzur
bozulur ve bozulacak da...
Ama evinizi sevmeniz sözkonusu
olduğunda bakış açımız anında
değişecektir. Bir yolunu bulup sevmelisiniz
evinizi ve çevrenizde hoşlandığınız objeler
olmalı ki, eviniz kaleniz olabilsin. Değişim
gereksiniminin neden olduğu endişe
ve huzursuzlukla başedebilmek için bu
güce ihtiyacınız olacaktır. Ama öyle sizi
olduğunuzdan daha güçlü göstererek ya
da modaya uyarak prestijinizi artıracak
objelerden değil, bütün samimiyetinizle
hoşunuza giden bir evden ve objelerden
bahsediyorum. Örneğin bir arkadaşım
tüketim toplumunun üyesi olmamaya
o kadar kararlıydı ki, evinde sadece
kendisine verilen, hediye edilen ya
da tesadüfen hayatına girmiş eşya ve
objeler arasından seçtikleri vardı. Bu
objeler arasındaki nerede ise tesadüfi
uyum ve sahiplerinin toplumsal kimliğine
uygunlukları arkadaşımın evinde huzur
duymasını sağlıyordu. İşte kibritçi kızın
penceresinden içeri baktığı evdeki huzur
da olsa olsa böylesi bir huzur olabilir. Yani
sadece evin mimarisinden ve içindeki
objelerin kişiselliğinden kaynaklanan bir
huzurdan bahsediyoruz. Yoksa yaşamın ya
da ailenin huzurundan değil.
Kibritçi kız masalına mimar gözü ile
bakıldığında açıklığa kavuşabilecek
mimariye dair bu gerçek, yaşamın
ilerici huzursuzluğu ile mimarinin ve
çevremizdeki diğer objelerin verdiği huzur
arasında çok temel ve biribirini dengeleyen
bir çelişkinin varolduğu şeklinde ifade
edilebilir.
biri yanmıştır, herkes biribirine surat
asmaktadır ve kimbilir yüksek sesli bir
tartışma bile yaşanmakta olabilir kimi aile
fertleri arasında. Kibritçi kız büyük bir
olasılıkla pek de öyle bir noel ağacının
etrafına toplanıp şarkılar söyleyen,
biribirine gülümseyen ve sürekli olarak
biribirine sarılan insanlar göremeyecektir
sizin evinizde. Eviniz de zaten kibritçi
kız masalındaki gibi bacasından duman
tüten, iki katlı, kırma çatılı, kemerli, geniş
pencereli, taş bir ev de değildir. Ya dış
cephe boya istiyordur, ya pencere – kapı
doğramaları eskimiştir, ya duvardaki
kaplama tuğlalar dökülmüştür, ya evin girişi
kirlidir, ya da dışarıdaki çöp kokuyordur
falan...
Size huzurlu bir haftasonu dilerim.
Olabildiğince tabii...)))
Diyeceğim şu ki, huzursuzluğun ve
yapılması gereken temizlik gibi işlerin
önemi yok. Kibritçi kız masalındaki gibi
Yonca Hürol
REFERANSLAR
•Davis, M., (2007) Gecekondu Gezegeni.
(Planet of Slums) Çev: G.Koca. İstanbul: Metis
Yayınları.
•Parson, D., (1993) “The Search for a Centre:
The Recomposition of Race, Class and Space
in Los Angeles.” International Journal of Urban
and Regional Research. 17(3).
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
BİR BİNA- BİR MİMAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
03
Uğur Dağlı
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
LEFKOŞA’DA ZAMANININ HIZINI YAKALAYAN BiR TASARIM
“Mimarlık dünyaya bir ilave yapmaktır.”
Yaşadığımız yüzyılda teknoloji
hızla gelişirken, günü yakalama
uğraşıyla, günler de farkına bile
varmadan geçiveriyor ve biz aslında
günü yakaladığımızı zannettiğimiz
bir anda dünü yaklamış oluyoruz.
Zamanın hızlı akmaya başladığı
bu dönemde aslında önemli olan
günü yakalamak değil günün önüne
geçmek ve “Gün”ün arkamızdan bizi
takip etmesini sağlamaktır. Teknoloji
sadece zamanı hızlandırmakla
kalmamış yaşadığımız mekanlarla
da biraz oynamış, mekan sınırlarmızı
genişletmiş ve hatta sınırları ortadan
kaldırıp bizim dünya içinde günü
yakalama senaryomuzu yazmıştır.
Kısacası Teknoloji, dünyamızı o
kadar küçültmüş ki hepimizi bir
ülkenin vatandaşı değil birer dünya
vatandaşı durumuna getirmiş ve mimar
olarak da bizim çalışma alanımızı
genişleterek, ana hedefimizi dünyaya
renk katacak ilaveler yapmak olarak da
düzenlemiştir.
İşte teknolojinin böyle bir oyunu
içinde mimar olarak da görevimiz,
dünyanın her köşesine, fiziki anlamda
güzelleştirilmesi adına yorum getirmek,
öneriler yapmak ve hatta imkanlarımızı
zorlayarak binalar tasarlayıp
uygulatmaktır. Mesleki koruma adına
çalışma alanımızı belirleyip, kendi
sınırlarımızı yaratıp kapımızı bizim
dışımızdaki mimarlara kapatmak
aslında kendimizi ülke sınırlarımızın
içine tutsak etmektektir. Bir dünya
vatandaşı olarak Zaha Hadid dünyanın
herhangi bir yerine bina tasarlarken
Calatrava da yine dünyanın çok
farklı noktalarında tasarladığı yapılar
ile dünya vatandaşlarına kucak
açmaktadır. Artık meslek bölge
değil kıtalar arası dolaşmakta,birçok
dünyalı ile buluşmaktadır. Bu anlamda
Teknolojinin yarattığı hızlı zaman akışı
ve mekan sınırsızlığına atıfla bir aylık
aradan sonra sayfamı Avrupa’nın
Milano kentinden Güney Lefkoşa için
proje üreten bir mimara yer vermek
istiyorum.
Milano’dan Lefkoşa’ya bir
Tasarım
Avrupa, Asya ve Amerika’daki
Ferrari dükkan tasarımlarından,
Budapeşte’den Nice kadar birçok
otel tasarımına aynı zamanda Alitalia
havalanının yerleştiği alanın tasarımı
gibi yapılarda imzası bulunan, 1988
yılında Amerika Birleşik Devletleri’nden
Roscoe Ödülü, 1989’da Osaka
kentinin anahtarı ile onurlandırılan,
ayrıca üç çalışması ile 2001 ve 2004
yıllarında Şikago Fen ve Edebiyat
Kulübü tarafından en iyi tasarım,
2003’de “Kırmızı Nokta - Red Dot”
ödüllerinin sahibi ve çalışmaları
dünyanın birçok müzesinde sergilenen
ünlü İtalyan mimar Iosa Ghini’den
Lefkoşa’nın merkezi dışında, kanlı
dereboyunca, yeni yerleşim alanına
dört ev tasarlaması istenmiştir.
Akdenizin kendine özgü peyzaj
karakterine entegre edilme hedefi
ile yola çıkılan tasarım, organik ve
akışkan formu ile çevreye görsel
zenginlik katacağının sinyallerini
vermektedir. Ayrıca bu tasarımda
bütün bir organizmanın içine giren dört
ev ünitesinin ise herbirinin kendine
özgün morfolojik özelliği de vardır.
Birliktelik içinde özgür parçaların
dans edişi gibi bir organizasyon söz
konusudur. Organik formlu akışkan
dış kabuk sadece üniteleri değil
geleneksel ve modern malzemeleri de
birbirine bağlamaktadır.
Çevre - dostu Proje
Tasarımın en güçlü yanı ise “çevre
dostu ev” olma hedefini taşımasıdır.
“Çevre dostu ev” ise temelinde
ekolojiye uygun yapılanma tarzını
ortaya koymakta ve eko-mimari
kavramına vurgu yapmaktadır. Doğal
güçleri aktif hale getirip, çıkarları
doğrultusunda yönetip faydalı
etkilerini kuvvetlendirerek insanlığın
gereksinimlerini minimum ekolojik
bozulmayla karşılamaya çalışan
ve uygulamalı bir bilim olan eko teknoloji de çevre dostu evin olmazsa
olmasıdır. Proje, solar paneller ve
yağmur suyu dönüştürme sistemi
üzerine kurgulanmıştır. Pasif ve aktif
eko-teknoloji bu projenin ana ağırlık
noktasıdır.
Radyasyon yoluyla oluşacak ısı kaybı
ve kazancı özel tasarlanmış camlar
(alçak yayınlayıcı -low emissive -)
sayesinde azaltılmakta ve bu cam
sayesinde iç mekanlar yalıtılmaktadır.
Aynı zamanda bina kabuğu yüzeyine
kolaylıkla monte edilebilen esnek
fotovoltaik paneller ile binanın ihtiyacı
olan elektrik enerjisinin bir kısmı
üretilmekte ve güneş panelleri ile
depolanan ısı enerjisi sayesinde ise
mekan içinde gece - gündüz arasında
oluşabilecek sıcaklık farklılıkları
giderilebilmektedir. Ayrıca yağmur
suyu sistemi,ile yağmur suyu geri
dönüşüm olarak kullanılmaktadır. Tüm
dış duvarlar fotokatalitik beton olarak
yapılmıştır ve bu mucizevi malzeme,
organik ve organik olmayan zararlı
tüm cisimleri zararsız bileşenlere
dönüştürmektedir. Pürüsüz strüktüre
sahip, ışık ile kimyasal reaksiyona
giren ve aktif bir aracı olan bu
malzeme, karbonmonoksit, benzen,
nitrojenoksit gibi gazlardan oluşan
hava kiri taneciklerini yok etmektedir.
Böyle bir sistem ile kurgulanmış bina,
temiz enerji sağlamaktadır Projede
yer alan yağmur suyu sistemi ve solar
paneller sayesinde su, elektrik gibi
kamusal hizmetlerin kullanımı en aza
indirgenmektedir.
Iosa Ghini Tasarımı Ev- Görünüşler/ Güney Lefkoşa
Son Söz
İlk bakışta formal yaklaşımın başarılı
örneği gibi duran bu tasarım aslında
“sürdürülebilir tasarım”, “eko-tasarım”
“çevre – dostu tasarım” “eko teknoloji” gibi özellikle de tükenen
enerji konusunda problem yaşayan
ada mimarisi için oldukca rasyonel ve
övgü alan bir projedir. Yaşadığımız
yüzyılın içinde bulunduğu imkanlar
+
ve problemler aynı anda düşünülürse
mimari tasarımın artık sadece göze
hitap etmesi yetmiyor. Yaratıcı
bir görsellikle birlikte, fonksiyonel
özelliği bir arada barındıran ve
dünyaya dost olabilecek teknolojilerle
desteklenmiş tasarımlar günümüzde
uygulanması gerekenlerdir. Sadece
akışkan formlu bir villada yaşamak
değil elektriğini kendi üretebilen ve
çevredeki zararlı maddeleri kontrol
eden güneşten enerjisi üreten mimari
artık literatürlerde aranmaktadır. Dünü
yaşayan bir toplum olarak, yakınımızda
yapım aşamasına gelen bu tasarımın
bize öncü ve zamanın hızlı akışı içinde
artık yarını yakalamaya çalışmamıza
CMYK
yol gösterici olmasını temenni ederim.
Uğur Ulaş Dağlı
Kaynaklar:
•http://www.igreenspot.com/eco-technologieshouse-in-cyprus-by-iosa-ghini-associati/
•http://www.archicentral.com/houses-nicosiacyprus-iosa-ghini-associati-10818/
•http://www.architecturenewsplus.com/
profiles/110
•www.nodusrug.it/en/designer_33_massimo_
iosa%20ghini.php
•http://www.inhabitat.com/2008/05/01/iosaghini-cyprus-residence/
•http://www.dezeen.com/2008/04/06/houses-incyprus-by-iosa-ghini-associati/
•http://www.architecturelist.com/2008/04/06/
fluidal-house-by-iosa-ghini-associati/
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
Naciye Doratlı
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
KKTC’DE TARİHİ KENTSEL ALANLARIN KORUNMASINA İLİŞKİN
YASAL ÇERÇEVE YETERLİ Mİ?
*
Sayfamda ben ve konuk yazar
arkadaşlarım kimi zaman genel olarak,
kimi zaman bina ölçeğinde, kimi zaman
çok acil önlem alınması gerektiğini
düşündüğümüz korunması gereken
kültür varlıklarımızla ilgili olarak bir çok
konuyu sizlerle paylaşmaya çalıştık. Bina
ölçeğinde olsun, alan ölçeğinde olsun
taşınmaz kültür varlıklarının korunması
konusunda söylenecek o kadar çok şey
var ki?
Ben bu sayımızda tarihi kentsel alanların
korunmasına ilişkin yasal çerçeveye
değinerek doğrulara, yanlışlara ve de
eksiklere dikkatinizi çekmeye çalışacağım.
Çünkü, korumanın başarılı bir biçimde
gerçekleştirilebilmesi için uygulanabilir
bir yasal temel, mali olanak/araçlar,
güçlü bir örgütsel yapı ve halk katılımı
gerekmektedir ve Yasal Çerçeve bunlar
içinde en temel olanıdır.
Pek çok ülke ve uluslararası topluluğun
tarihi ve kültürel mirasın korunması
konusunda ilgi ve duyarlılığın artmasından
etkilenmesine rağmen, KKTC’de koruma
odaklı planlama ve uygulama etkinliklerinin
iyi ve etkin bir düzeye ulaştığını söylemek
pek mümkün değildir. Korumaya yönelik
pek çok projenin uygulanmış olmasına
rağmen Lefkoşa Sur-içi, Mağusa Suriçi gibi tarihi kentsel alanlarımız, değişik
derecelerde de olsa, gerek fiziki olarak
gerekse sosyal anlamda bozulma,
yıpranma ve yok olma tehdidi altındadır.
Bu durumun iyi yönde değiştirilebilmesi
için, ‘Korumaya ilişkin mevcut yasal
çerçeve yeterli mi? Yeterli değilse hangi
noktalarda nasıl değişiklikler yapılmalı,
ya da yapılabilir mi?’. Sayfamın el verdiği
ölçüde bu soruları cevaplandırmaya
çalışacağım.
İlk olarak ifade etmek gerekir ki,
günümüzde gelişmiş ülkelerdeki
alan ölçeğindeki koruma çalışma ve
uygulamalarında imar ve eski eserlerin
korunmasına ilişkin yasalar yanında,
koruma ve canlandırma sürecini dolaylı
olarak etkileyen tüm yasal mevzuat
koruma lehine etkin bir biçimde
kullanılmaktadır.
Bu konuyu biraz açacak olursak, koruma
faaliyetlerini doğrudan etkileyen yasaların,
Eski Eserler Yasası ve İmar Yasası gibi
Yasalar olduğunu hepimiz biliriz de, tarihi
kentsel alanların bütün olarak korunmasını
ya da korunamamasını dolaylı olarak
etkileyen yasalar hakkında fikrimiz var
mıdır acaba? Tabii burada şu sorular akla
gelebilir hemen: ‘Yasa, Devlet kurumlarının
işi! Vatandaş bunu nereden bilsin? Ya da
bilse bile ne fark edecek?’. ‘Her konuda
bilgi sahibi olan vatandaş daha duyarlı
daha bilinçli olacağı için.’ Şeklinde bir
cevap yanlış olmasa gerek.
Bu noktada Kuzey Kıbrıs’ta alan ölçeğinde
korumayla doğrudan ilgili olan yasaların
yanında, tarihi alanların korunmasını
dolaylı olarak etkileyebilecek yasalara
değinmekte yarar görüyorum. Bu yasaları
sıralayacak olursak: Çevre Yasası, Turizm
Yasası, Belediyeler Yasası, Taşınmaz
Mal Yasası, Kira Yasası, Sosyal Konut
Yasası, Evkaf ve Vakıflar Yasası, Sivil
Savunma Yasası, Gelir Vergisi Yasası ve
Emlak Vergisi Yasası, koruma etkinliklerini
destekleyici herhangi bir hüküm
içermemektedir. Tersine, bunların bir
ölçüde, koruma karşıtı kurallar içerdikleri
söylenebilir.
Bu yüzden, tarihi kentsel alanların
özelliklerinin sürdürülmesi ve
güçlendirilmesi amacına hizmet etmesi
için, koruma ve iyileştirme hedeflerine
uygun olarak tüm adı geçen yasalarda
değişiklikler yapılması gerekmektedir.
Doğal olarak, farklı bir çok kamu
kurumunun uygulama alanları etkileneceği
için, bu kolay bir iş değildir. Güç
olmasına karşın, etkili bir düzenleme ile
gerçekleştirilebilir.
dışında tutulduğumuz bu topluluğa katılma
ümidi içinde olan bizlerin her alanda
hazırlıklı olmamız gerekiyor hiç şüphesiz.
Ayrıntılı bir çalışma yapmadan bile,
uluslararası düzeydeki uygulamalara
yönelik araştırmalara dayandırılarak, bazı
değişikliklerle ilgili olarak öneriler yapmak
mümkündür:
Ancak unutmamak gerekir ki Yasalar ne
kadar iyi olursa olsun, önemli olan bu
Yasaların doğru uygulanması. Geçen
gün gazetelerde yer alan bir habere göre
anıtsal bir yapı olan Lefkoşa Selimiye
dünyaya entegre olmaya çalıştığımız
bir dönemde bu yanlış tavırlar bizi
acaba nereye götürecek? Yarın bize ‘AB
üyesisiniz.’ deseler, bu amatör zihniyetle
halimiz ne olacak acaba?
Naciye Doratlı
Turizm Teşvik Yasası
Şehir Planlama Dairesi, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ve ilgili belediyeler ile işbirliğine
giderek tarihi kentsel alanlarda turizm yatırımlarını artırmak gerekir.
Taşınmaz Mal Yasası
Geleneksel doku üzerindeki olası olumsuz etkilerini önleyebilmek için, arsaların
birleştirilmesi veya parsellere ayrılması ile ilgili hükümleri gözden geçirilmelidir.
Emlak Vergisi Yasası
Günümüzdeki haliyle bu yasa, kent düzeyinde her yerde aynı kuralları uygulandığı için
(tek düze olduğu için), genel kent planlama ya da korumanın hedeflerine hizmet edememektedir. Emlak sahiplerinin vergilendirilmesinde cazibesi yüksek olan alanlar ve
çöküntü alanları arasında bir ayrım yapmamaktadır. Türlü özendirici tedbirlere gereksinim duyulan tarihi alanlardaki emlak sahipleri için, en azından belli dönemler için –bozulma ve yıpranma sona erene değin- ek hükümlerle vergi bağışıklığı sağlanmalıdır.
Gelir Vergisi Yasası
Tarihsel alanlarda eskiden beri bulunan ancak bu alanlar dışındaki ticari faaliyetlerle
başa çıkamayan esnafı korumak için küçük esnaf için vergi bağışıklıkları getirilmelidir.
Yapılacak değişikliklerle, geleneksel alışveriş yerleri İngiltere’deki gibi “Ticari Gelişim
Alanları” olarak ayrılmalıdır. Bu girişim, söz konusu alanların çekiciliğini artıracaktır.
Sosyal Konut Yasası
Bu yasa tarihi alanlarda bulunan konutları iyileştirmek için büyük bir potansiyel
taşımaktadır. Yasayı bu doğrultuda değiştirmek iki açıdan önem taşımaktadır: (i) Eski
yapıların çekiciliğini artıracaktır, (ii) ülkedeki gözardı edilmiş olan sermaye birikimine olan
ilgiyi canlandıracaktır. Türkiye’deki “Toplu Konut Yönetimi”, bu yöndeki uygun düzenlemeler için iyi bir klavuz olabilir.
Kira Yardımı Yasası
Vergi bağışıklıkları tanımak yönündeki değişiklikler, alandan kaçışı önleyip bakım ve
onarıma duyulan ilgiyi artıracaktır.
Evkaf ve Vakıflar Yasası
Bu yasa altında, ülke ya da kent düzeyinde “Koruma Vakıfları”nın kuruluşunu teşvik
edecek türlü düzenlemeler yapılabilir. Pek çok ülkede tarihi alanların korunmasında
sağlanan başarı, bu tür vakıfların gerçekleştirdiği etkinliklerle doğrudan ilgilidir.
Bu önerilere ek olarak, yasalar dikkatli bir
biçimde gözden geçirildiği takdirde, daha
fazla olanak bulunabilir. Tabii burada en
önemli konu, yapılabilecek değişiklikler
için siyasi irade olup olmayışıdır.
Aslında, Avrupa Birliği Uyum çalışmaları
kapsamında bu konuların ele alınıyor
olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü,
bir çok Avrupa ülkesi 1975’te yayınlanan
Amsterdam Deklarasyonu sonrasında
bu uyarlamaları bir süreç içinde
gerçekleştirmişler. Ve talihsiz bir biçimde
Camisine büyük boy klimalar takılmış. Ve
bunu sade vatandaş değil, resmi kurumlar
yapmış. Eski Eserler Yasası uyarınca
böyle bir uygulamanın asla yapılmaması
gerekiyor.
+
Resmi Kurumlar Yasaları bu şekilde
çiğnerse, sade vatandaş nasıl duyarlı ve
Yasalara saygılı olsun? ‘Mevcut Yasaları
bile Devlet eliyle ihlal ediyorsak yeni Yasal
düzenlemelere ne gerek var?’ demek
geliyor insanın içinden. Avrupa Birliği’ne,
CMYK
* Bu yazı yazarın daha önce Ruşen Keleşe
Armağan, II. Kitap’ta yayımlanan ‘KKTC’de
Tarihi Kentsel Alanların Korunmasına
İlişkin Yasal Çerçeveye Eleştirel Bakış’
başlıklı makalesinden uyarlanmıştır. (Kent
ve Planlama, Geçmişi Korumak Geleceği
Tasarlamak, (ed. A. Mengi), Ruşen
Keleşe Armağan, II. Kitap, İmge Kitapevi,
(October 2007).
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
KONUT VE YAŞAM
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
05
Hera-C
SAYFA
[email protected]
ONDÖRT YIL SONRA… ZEYTİN AĞAÇLARI, SEVDALAR… ve
MİMARİ
Gazimağusa-Lefkoşa karayolunun her
iki yanı benzer manzaralar sunuyor:
Kırsal/tarımsal alanların orta yerinde
bir apartman topluluğu veya upuzun
cepheli, bu ekonomik kriz yıllarında kime/
nasıl hizmet vereceği belli olmayan ‘
Alışveriş merkezi’ niyetli, uzun süredir
yapım halinde olan ve yatırımı zaman
geçtikçe değer kaybeden bir bina; devlet
tarafından tahsis edilen arsalar üzerinde,
kullanıcıların kendi olanak, beğeni ve bilgi
düzeylerine bağlı olarak, aşamalar halinde
yaptıkları/yaptırdıkları, bu nedenle de ne
biribirleri ne de bulundukları çevre ile hiçbir
organik bağın oluşamadığı, az katlı ama
çatılarında bırakılan filizlerden ileride çok
katlı apartman yapılarına dönüşebileceği
belli olan konutlar. Ülkenin tümünde
plansız,programsız ÜREYEN ( ‘Gelişen’
diyemiyeceğim, çünkü bu GELİŞME
DEĞİL ) yapma/yapılı çevrenin akla ve
mimariye zarar veren bir yansıması.
Sınır ve engel tanımayan vahşi
yapılaşmanın doğal çevreyi nasıl yok
ettiği aslında çoğu kez gözden kaçıyor.
Bu konuyabir doğa sevdalısı olan Nesil
Baytin, son derece şiirsel anlatımıyla,
bir kez daha dikkat çekiyor. Ada’nın en
vefalı yeşili zeytin ağaçları üzerinden
güçlü mecazlar içeren bu yazıyı
edebiyat düşkünlerinin de kaçırmaması
öneriyoruz.
Türkan Ulusu Uraz
12 Ekim 1997 de, Kıbrıs adasını ilk kez
gördüm, yükseklerden, uçaktan …ve ilk
kez ayak bastım. 13 Ekim’ de de, DAÜ
nün ve Mimarlık Fakültesi’nin kapısından
ilk kez girdim.Ve her ikisiyle de sevdamız
böyle başladı…
Zeytin ağacını daha önceden de
görmüştüm elbet, ama ‘Kıbrıs adası’nda
zeytin ağacı’ toprağa daha mı bir tutkun
bilmiyorum; onunla toprak arasındaki
inanılmaz sevdayı da, doyasıya, burada
ilk kez anladım.
Binaların gölgesinde zeytin ağaçları
Sevdaların bitmesi beklenir her nedense;
bitmezse de, kesilir, koparılır, hoyratça.
Tıpkı, önceleri hep cılız kalacakmışcasına
narin görünüp, toprak ona bağrında güven
verdikçe serpilip, güçlü ama kıvrımlarıyla
zarif gövdeleri ve en güzel meyveleriyle
hep insan dostu olmuş zeytin ağaçlarının
toprağın bağrından zorla çıkarılmaları gibi.
Buna da, ilk kez, bu adada şahit oldum:
Dünyanın, gizli-gizemli kalmış, en güzel
koylarından birinde, yapılacağı yere
ne ölçek, ne amaç, ne mimari olarak
hiçbir şekilde yakışamayacak devasa
bir taklit-binaya yer açmak için, doğanın
bağrından fışkıran koca zeytin ağaçları,
onları dikenlerin gözyaşları arasında, ne
yaptığının farkında olmayan- yalnızca
umarsız emirlere uyan makinalar
tarafından topraktan koparıldı.
Gazi Mağusa, ilk gözağrım. ‘ESKİ KENT’
i dünyadaki sayılı benzerleri arasında,
hala yaşanan bir çevre olması nedeniyle,
çok ender ve değerli bir örnek oluşturuyor.
Biz bunun farkında olmasak da, ya da bu
gerçeğe sırtımızı dönmeyi yeğlesek de.
Ondört yıl önce, DAÜ nün bana lojman
olarak verdiği apartman, kentin en yüksek
binasıydı. Kampüsün hemen yanındaki
sosyal konutlar ise, biribirinin aynı
birimlerden oluşan konut yerleşmelerinin
ilk örneği. Sonraları,üniversiteye gelen
öğrencilerin konut gereksinmesinin
karşılanması için, okula yakın bölgelerden
başlayarak, yeni apartmanlar yapıldı,
yeni sokaklar oluştu, o sokaklarda yine
yeni apartmanlar yapıldı. Altyapının
yeterli olup olmadığı, hızla yükselen ve
sayıları çoğalan bu tür yapıların yazın
‘cankurtaran’ rüzgarını kesip kesmediği,
ne tür estetik kaygılar taşıdığı, gelecekteki
Gazi Mağusa kentini nasıl şekillendireceği
vbg. konular, giderek daha fazla rant elde
etme kaygı ve çabalarına yenik düştü,
hiçbir zaman gereken dikkati ve özeni
görmedi. Kentin iki ana ulaşım aksından
Salamis Yolu giderek, zemin katlarının
Zeytin Ağacı (fotoğraf: Beril Özmen Mayer)
mağaza/kafe vbg. işlevlere yönelik
kullanılması için daha da yüksek binalarla
donandı. Öğrencilerin haklı isteklerinin
aksine ve Batı ülkelerindeki benzer
‘Üniversite Kentleri’ örneklerinin tersine,
bisiklet ve yayaya açık yürüyüş yolları
oluşturulmadı, motorlu özel araç kullanımı
yaygınlaştı.
DAÜ kampüsü, kentin yegane yaygın
yeşillik/çiçeklik alanı olarak kaldı. Kentin
her metrekaresinin apartmanlarla
kaplanmasına bahane olan büyük öğrenci
nüfusu, hernedense, bir türlü organize ve
peyzaj ilkelerine dayalı olarak geliştirilmiş
ve bu genç insan topluluğunun yanısıra,
her yaştan insan için sportif, sosyal,
kültürel ve boş zaman aktivitelerine
olanak sağlayacak kentsel yeşil alanların
oluşturulmasını sağlayamadı. Daha da
ötesi, doğanın bu kente hediye ettiği ‘Göl
alanı ’ bile, bazı değerli meslekdaşlarımın
yoğun uğraş ve proje desteklerine karşın,
ağaçlar kesilerek parsellenme çabalarına
hedef oldu. Kent, bu şekilde, önce kuzeye
sonra batıya doğru genişlemeye başladı.
İkinci derece deprem kuşağında yer aldığı
bilinen Kıbrıs adası’nda, yakın geçmişte
bataklık olan batıdaki alanlar, hemen
tamamının taşıyıcı sisteminde depreme ve
zemin durumu nedeniyle kaçınılmaz olan
neme karşı hiçbir önlem alınmamış, özel
bahçeli, ayrık ya da yarı-ayrık villa tipinde
konutlarla doldu. Mimari hiçbir özelliğe
sahip olmayan, daha da ötesi ülkenin
iklimsel özellikleri hiç dikkate alınmadan
yapıldığı için, cepheleri sonradan takılan
klima motorlarından, neredeyse, görünmez
hale gelen, hepsi biribirinin kopyası
konutlar. Çiçekler ve tek tük ağaçlar,
konutların bahçelerinde. Çocuklarımız, ne
yazıktır ki, rahat ve hızlı hareket etmesi
için asfalt yollar yapılmış arabalarımız
kadar özgürlüğe sahip değiller; onların
yuvarlanacak, takla atacak ya da uzanıp
kitap okuyacak çimlik, ağaçlık alanları,
nilüfer çiçeklerinin sessiz ama muhteşem
estetiğine şahit olacak havuzları,
içindeki kırmızı balıkları besleme zevkini
öğrenecek gölcükleri yok. Ama futbol
oynayacak asfalt caddeleri var!
+
CMYK
Girne’ye, bu mevsimde, dağ yolundan
gelirken, denizle yol arasında yer alan
zeytinliklerin, batı güneşinin altında
parlayan yeşilinden gözüm kamaşır,
ilerideki denizin mavisi gözümü
dinlerdirirdi. Yol kenarındaki tek tük,
adaya has mimarinin en zarif özelliklerine
sahip konutlar,çevrelerindeki yeşil ve
maviyle öylesine bir bütünlük sergilerdi
ki, ‘işte, bu Kıbrıs’ dedirtirdi. Şimdi öyle
mi ya? Ha Kıbrıs,ha başka-herhangibir
yer: Zeytinlikler, çoğu gitmiş, azı,
yerlerini alan apatman blokları arasında
lekecikler halinde kalmış; denizle insan
gözünün, uzaktan da olsa, tanışıklığının,
dostluğunun arasına girmiş binalar
biribirleriyle de barışık değil, hiçbiri
diğeriyle uyum ve geçinme gayretinde
olmayan, herbiri de - asla mimari
olmayan-başka dilleri geveleyip duruyor.
Beşparmak dağları, Girne’nin olduğu kadar
Kuzey Kıbrıs’ın da sembolü. Haşmetli ama
narin silueti ile ürkütücü olmaktan uzak.
İnsanın tüylerini esas diken diken eden,
eteklerinde, onun sergilediği doğal estetiğe
ve bilinen tüm mimari tasarım ilkelerine
karşın, insanoğlunun bütün bu değerlere
inanılmaz yabancılığı/düşmanlığının
simgesi gibi duran apartmanlar.
Ayak basışımın ondördüncü
yıldönümünde-mimarlık haftasının
hemen ardından, isterdim ki BU GÜZEL
ÜLKENİN, sevdalandığım kendi özgün
mimari ilke ve değerlerinin, çağdaş
malzeme, teknik ve düşüncelerle
harmanlanması ile oluşmuş ÖZGÜR
VE ÖRNEK MİMARİSİNİ anlatayım.
İSTERDİM Kİ MUTLULUK DUYAYIM,
MUTLU EDEYİM.
Sanki ZEYTİN AĞACI, SEVDALISI
TOPRAKTAN HİÇ KOPARILMAMIŞ gibi.
Ama…
ÜZGÜNÜM…….
Nesil Baytin
HERA-C Kurucu Başkanı
(GAÜ Mimarlık, Tasarım ve Güzel Sanatlar
Fakültesi öğretim üyesi)
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
Kağan GünÇe- NEVZAT ÖMER SAATCIOĞLU
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
GELENEKSEL YERLEŞİMLERE EKOLOJİK BİR ‘YAPI GERECİ’
ALTERNATİFİ
Geleneksel yaşamın hala sürdüğü
kullanılarak sıvanan saman balyaları ufak
ölçek kabul edilen yangın testinden 4 saat
sonucu en fazla 43,5oC bir ısınmayla
atlatmıştır. Sıvanmış yüzeyin 1010
dereceye kadar 2 saat süreyle çatlamadan
dayandığı tespit edilmiştir.
Mesarya bölgesinde, ekolojik olarak
nitelendirilebilecek geleneksel yapılara
alternatif olarak sunulan betonarme
karkas yapılar ve yapı gereci olarak
kullanılan delikli tuğla, ülke ekonomisine
pahalıya mal olmakla beraber, çevreye de
onarılması güç hasarlar vermektedir.
Özellikle, 20. yüzyılın başlarından itibaren
yapılarda ortaya konan yaklaşımlar, doğal
enerji kaynaklarına yönelim, ekolojik
(sürdürülebilirlik, doğallık, yerellik,
bölgesellik vb.) ve ekonomik kavramlarla
farklı bir boyut kazanmıştır. 1973 enerji
krizini izleyen yıllarda bu kavramlardan
daha çok söz edilir olmuştur. Ekolojik
ve ekonomik açıdan saman balyalı yeni
yapım sistemlerinin kırsal yapılaşmada,
betonarme karkas yapım sistemlerine
ve yapı gereci olarak kullanılan delikli
tuğlaya alternatif bir yapım sistemi
olduğu söylenebilir. Bugün, “Gelenekten
Evrensele Mimari” isimli sayfada, Mesarya
bölgesi için gerekli olan nitelikli yapı
ihtiyacının yerel ve atık bir malzeme
olan samanla nasıl uygulanabileceği
üzerinde durulacak ve Geleneksel Kıbrıs
mimarisinin eskimeyen değerleri olan
geleneksel yapı malzemeleri kerpiç ve
taşa ekolojik bir alternatif sunulacaktır.
Sözkonusu yazı, değerli arkadaşım Nevzat
Ömer Saatcıoğlu ile yapmış olduğumuz
araştırmalara ve birlikte hazırlayıp
yayınlanmış bildirilere, büyük ölçüde dayalı
olarak kurgulanmıştır***.
Yapıda ‘Saman Balya’
Saman, buğday, çavdar, arpa, yulaf
gibi bitkilerin biçer – döverle kesilmiş
ve toprağa saplı – köklü kısmıyla,
bitkinin hasat edilen ürününün arasında
bulunan gövde kısmına verilen isimdir.
Amaç hasat edilen ürün olduğu için,
ürününden ayrıştırılan saman atık
haline gelmektedir. Samanın sıkıştırılıp
bağlanmasına balyalama denir.
Balyalanmasındaki ana amaç ise samanın
kolay taşınılabilir ve istiflenilebilir bir hale
getirilmesidir. Balyalama çeşitli boyutlarda
gerçekleştirilebilir. Geleneksel olarak iki
ve üç kablolu olarak adlandırılan balyalar
kullanılır.
Mevcut yapı gereçlerine alternatif
olarak, 1800’lerin sonlarından itibaren,
başta Amerika olmak üzere pek çok
ülkede yönetmenliklerin de teşviki ile
uygulanmakta olan “saman balya”
gösterilebilir. Saman balyaları, ekolojik bir
yapı parçası olarak kullanmak mümkündür.
Saman, toprakla karıştırılarak kerpiç
olarak kullanıldığı bilinmekte ve geleneksel
yerleşimlerde kısa bir geçmişe kadar
sıklıkla kullanılmaktaydı. Buğday, arpa
ve çeşitli tahıl ürünlerinin atığı olarak
bilinen saman, balyalanarak binaların
yapı parçası olarak kullanılabilmektedir.
Bahsedilen balyalar, binaların duvarlarını,
hatta taşıyıcı sistemini oluşturabilmektedir.
Saman Balyasının yapı gereci olarak
kullanılması, onun tuğla yerine konulması
ile başlar. Günümüze ulaşmayan fakat en
eski saman balya binasının Nebraska’da
1886-1897 yıllarında yapılan bir okul
Su ve rutubet samanın sürekli maruz
kalmaması gereken unsurlardır. Yapının
içerisindeki saman ıslansa bile, dış
kaplama yüzeyi üzerinden nefes alarak
bünyesindeki suyu atması gerekir. Bunun
için hava alışverişine engel olmayacak
nefes alabilen bitirme malzemeleri ile
kaplanmalıdır.
Samanla yapılan uygulamalardan örnek
Kaynak: http://www.google.com.tr/images?hl=tr&q=straw+bale+house
binası olduğu tahmin edilmektedir. Yine
Nebraskan’da, George P. Burke, buharlı
balyalama makinesiyle ve telle balyaladığı
çayır otlarını üst üste koyarak ilk saman
balyalı evin duvarlarını oluşturmuştur.
Dış etkenlerden balyaları koruyabilmek
için, dış yüzeyi çimento bazlı sıvayla, iç
yüzeyi ise alçı-sıva ile sıvamış, duvarların
üzerini de kırma çatıyla kapatmıştır. 1903
yılında yapılan 95 m²’lik bu konut, George
P. Burke ve ailesine 1956 yılına kadar
daha geniş ve geleneksel Amerikan ahşap
karkas evlerine yerleşinceye kadar hizmet
etmiştir. Bina günümüzde de ayaktadır.
Saman balyası binalar, 1980’lere kadar
sınırlı sayıda uygulanma imkanı bulmuştur.
Bu tarihten itibaren, saman binalar,
mimarların ve mühendislerin ilgisini daha
fazla çekmeye başlamıştır. Türkiye’de de
2000 yılında Kırıkkale – Hasandede’de bir
prototip inşa edilmiştir. Adamızda henüz
böyle bir uygulama yapılmamıştır.
Kerpiç ve taş doğal ürünler olup, kullanım
sonrasında çevreye zarar vermeden
dönüşüm yapabilirler. Benzer bir özelliğe
sahip olan yapı gereci olarak kullanılabilen
saman balyalar da organik, doğal bir ürün
olup kullanım sonrasında çevreye zarar
vermeden dönüşüm yapabilirler.
Saman bir seneden daha az bir sürede
yetişir. Ahşabın bir yapı gereci olarak
kullanılması içinse en az yirmi sene
gereklidir. Burada sürdürülebilirlikten kasıt,
kendini tekrar yenileyebilen ve üretim ile
tüketimi denge içinde devam ettirebilen
bir döngüdür. Yirmi senede yetişebilen bir
ağacın sürekli tüketimi sürdürülebilirliğini
zorlaştırmaktadır ve doğal dengenin
korunmasına olumsuz katkı sağlamaktadır.
Tarlalarda, atık malzeme olarak
nitelenebilecek saman, bir yapı parçası
olarak kullanılmasıyla, hayvan yemi
olmasının yanısıra, çiftçi için ek bir kazanç
kaynağı da olacaktır. Bir başka bakış
açısı ile bakıldığında da, yakarak yok
etme girişimi sona ereceğinden, küresel
ısınmayı hızlandıran tonlarca zehirli gaz
atmosfere yayılmayacaktır.
Saman, ısı iletkenliği hesap değeri 0.05
(kcal/mhoC) olan, ve bu nedenle ısı yalıtım
amaçlı olarak kullanılan bir malzemedir.
Isı yalıtıcılık özelliği boşluklu (gözenekli)
bir yapının sonucu olarak beliren bir
özelliktir. Saman balya halinde ne kadar
sıkıştırılırsa sıkıştırılsın, bünyesinde boşluk
ve hava barındırır. Bu hava gözenekleri
ısı için gerekli yalıtımı sağlar. Yoğunluğu,
dolayısıyla sıkışımı düşük balyalar daha
fazla boşluğa sahip olduklarından, yalıtım
değerleri de artmış olur.
1980’lerin ortasında Kanada Ulusal
Araştırma Konseyi tarafından yapılan
araştırmalar dış yüzeyi sıvayla kaplanmış
saman – balyalarının yangına karşı
dayanıklı olarak bilinen geleneksel yapı
parçalarının bir çoğundan daha dayanıklı
olduğunu göstermiştir. Dış yüzeyi harç
Saman organik bir yapı elemanı olduğu
için, ahşapta olduğu üzere, canlı
organizmaları ve haşereleri bünyesinde
barındırabilir. Çözüm ise dış kaplama
bitişidir. Bütünüyle kapatılmış bir saman
duvar için bir tehlike yoktur. Ayrıca
samanın yetişme süresince kullanılan
ilaçlar da samanın içerisinde bir
miktar kalarak zararlı canlıların yapıya
yaklaşmasına mani olacaktır.
Mesarya’ya Alternatif Yapılar
Mesarya’da ilk yerleşimlerle birlikte,
insanoğlu için birincil kaygı duvarlar ve
çatı yardımı ile dış etkenlere karşı iç
mekanın korunmasıydı. Zaman içinde
doğa karşısında edilgen konumdan etken
konuma geçen insanlar, fiziksel çevrede
onarılması güç yaralar açarak doğayı
tahrip etmeye başlamışlardır.
Kırsal kesimde, değişmeyen iklim ve
topografya veri olarak değerlendirilerek,
gelişen teknoloji ve doğadan elde
edilebilen, kerpiç ve taşa alternatif, ekolojik
malzemelerden yararlanılarak yapılar
tasarlanıp inşa edilebilir. Son yıllarda
dünyada, özellikle de tahıl üretiminin
yapıldığı geleneksel yerleşimlerde
sıklıkla kullanılmaya başlanan “saman
yapılar” Mesarya bölgesi kırsalı için de
betonarme karkas yapım sistemi ve delikli
tuğlaya alternatif olabilecek vasıflara
haizdir. Samandan binaların tanıtılması
ve teşvikiyle, yerel malzemelerin
kullanıldığı ekolojik ve ekonomik yapılar
fiziksel çevreye kazandırılabilir. Ancak
saman balyalarla inşa edilecek konutlar,
kullanıcıların tercih ve beğenileri dikkate
alınarak, geleneksel mimari ve değerlere
zarar vermeden yapılmalıdır.
Kağan Günçe
Nevzat Ömer Saatcıoğlu
Kaynak
Samanla yapılan uygulamalardan örnek
Kaynak: http://www.inforse.org/europe/success/
SU_EF_straw.htm
Samanla yapılan uygulamalardan örnek
+
Kaynak: http://www.inforse.org/europe/success/
SU_EF_straw.htm
CMYK
•
GÜNÇE, Kağan & SAATCIOĞLU,
N. Ömer; “Mesarya Bölgesine Ekolojik Bir
Alternatif: Saman Balya Yapım Sistemi”, II.
Konut Kurultayı, Union of the Cyprus Turkish
Engineers and Architects, Lefkoşa, 2006, p:
311-328.
•
GÜNÇE, Kağan & SAATCIOĞLU, N.
Ömer; “The Potential of Straw Bale Buildings
in Rural Areas of Northern Cyprus”, 4th FAE
International Symposium (European University
of Lefke – Creating The Future), Gemikonağı –
TRNC, 2006, p: 39-44.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
07
Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected] [email protected] [email protected]
ÜNİVERSİTELER VE KENTLER
Kent-Üniversite ilişkileri genelde iyi
niyetle hep tartışılagelmiştir. Her iki
kesimde çok iyi ve güçlü ilişkiyi samimiyetle istemiştir. Ama bu istek her iki
tarafı da tam memnun edecek düzeye
bir türlü ulaşamamaktadır.
beklentilerini dile getiriyor. Prof.Dr.Derya
Oktay ‘Michigan Üniversitesi - Ann Arbor’
modelini irdeleyerek Çağdaş Üniversite
- kent ilişkilerinin nasıl olması gerektiği
üzerinde duruyor; KKTC Üniversiteleri
ve bulundukları kentlerle ilişkileri üzerine
değerlendirmeler yapıyor. Prof.Dr.Şebnem
Hoşkara Kentin Tadı-Tuzu dediği Üni-
Mekanperestin bu sayısında Dosya
konusu olarak, genelde kent-üniversite
ilişkileri, özelde DAÜ - Gazimağusa ilişki
ve etkileşimi ele alınmıştır. Bu bağlamda,
Prof.Dr.Kutsal Öztürk ve Araş. Gör. Begüm
Mozaikci, DAÜ - Gazimağusa ilişkilerine
olumlu düşüncelerle bakarak samimi
üst:Doğu Akdeniz Üniversitesi- Mimarlık
Fakültesi Peyzaj/ alt: Mersin Üniversitesi’nde
Rektörlük binasına yönlenen kampus girişi
(fotoğraflar: Şebnem Hoşkara)
Doğu Akdeniz Üniversitesi- Kuzey Kampüsü
versite Kampuslarında Dış mekan - Açık
alanlar tasarımları üzerine düşüncelerini
kaleme alıyor. Görsel örneklerle de
beslenen bu yazıların, Kent - Üniversite
ilişkilerinin sizler tarafından da yeniden
değerlendirmeler ile istenilen düzeye
ulaşmasına vesile olması dileklerimizle.....
üst:ODTÜ Kuzey Kıbrıs kampusu dış mekanları/
alt: Londra UCL Merkez binası avlusu – kent
içine yayılmış olan üniversitenin en önemli
toplanma alanı (fotoğraflar: Şebnem Hoşkara)
DAÜ-Gazimağusa İlişkileri Üzerine Olumlu Düşünceler........
Prof.Dr.Kutsal Öztürk ve Araş. Gör. Begüm Mozaikci
Kent-Üniversite ilişkileri yıllar boyunca
hep tartışılmış ve tartışılmaya da devam
edecektir.Planlama açısından üniversite
kampus olarak mı planlanmalı yoksa
kent içinde mi yer almalı sorusu hep
sorgulanmıştır.
Toplum Bilimciler, üniversitelerin kent
içinde yer alarak çok yönlü katkılar
sağlayacağını savunurken, üniversiteler
kampus olarak planlandığında kendi
sırça saraylarını yarattıkları eleştirisini
getirmişlerdir. Günümüz gelişmelerinde
ise kampus üniversitelerinin öne çıktığı
görülmektedir. Türkiye’deki ‘Apartman’
üniversiteleri örnekleri hep eleştiri
almaktadır. Öğrenci kapma yarışında
Kampuse sahip olma artık üniversiteler
için ayrılacılık sağlamaktadır.
DAÜ’ye gelince. Kent-içi Kampus
Üniversitesi olma özelliği ile ayrıcalıklı
bir durum kazanmaktadır. Kentle iç-içe
yaşama toplumsal açıdan gerçekten kent/
üniversite ilişkileri bağlamında önemli
bir olumlu ayrıcalık sağlamaktadır. ‘DAÜ
deyince doğrudan Gazimağusa akla
geliyor mu?’ sorusunu sorduğumda
hemen evet dediğimizi sanmıyorum.
Oxford, Cambridge örneklerinde olduğu
gibi bir simge değer özdeşleşmesi yok.
Gerçi tarihi ve kültürel çok etkin değerlere
sahip olan Gazimağusa için yine de bizim
isteğimiz, bu simge özdeşleşmesinin
olması. Gazimağusa Sempozyumları
anılınca akla hemen DAÜ gelebiliyor
tabii Gazimağusa Belediyesi ile birlikte.
Bu simgeleşme bizi çok mutlu ediyor. Bu
birlikteliğin güçlenerek devamı hepimizin
arzusu olmalıdır. DAÜ’nün kentle bağını
daha da güçlendirecek bir projesi de var.
Kale içinde tüm tarihi ve kültürel varlıkları
koruyacak onlara yeniden yaşam verecek
DAÜ - Güzel Sanatlar Fakültesi projesi....
inanılmaktadır. Bu durum gerçekten
sevindiricidir. Ama birde olaya DAÜ
açısından bakalım....
Üniversiteler bacasız sanayidir değişine
özellikle Rektörler çok haklı olarak karşı
tepki gösterirler. Bu kent –üniversite
ilişkisine maddeci olarak bakmaktır,yani
öğrenci=$ denklemi...Yazın öğrenci
olmadığı zamanlar herkesin şikayeti vardır
ama öğrenciler gelince bu şikayetler
unutulur .Yalnız gün düşünülür, yarın
değil gelecek değil. Kiralar artar, vurdum
duymazlıklar artar, sevgi ve hasletimiz olan
misafirperverliğimiz azalır.... Sevgili güzel
halkımızın bu öz eleştiriyi samimiyetle
yapması gereklidir. Bakın biz çok şey
istemiyoruz.... Beklentilerimizi samimi
olarak dile getirmek istiyoruz.... Tabii
olumlu düşünceler kapsamında....
Ciddi bir ön raporu hazırlanmış
olan bu projenin hayata geçirilmesi
konusunda Avrupa birliğinden de destek
verilebileceğini düşünüyoruz. En azından
bu konunun kamuoyunda tartışılmaya
açılmasının çok yararlı olacağına
inanıyoruz. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
kent içinde yapılaşma projesine karşın
DAÜ’nün Kaleiçi duruşu olsun istiyoruz.
Prof.Dr.Derya Oktay’ın bu sayımızda
okuyacağınız yazısında belirttiği gibi
Üniversite ve kent arasındaki belirgin
bir etkileşimin gerçekleşebilmesi için
üniversite nüfusunun kentin toplam
nufusunun %20-30 oranına sahip
olmasının yeterli olduğundan söz edilir
ki; Gazimağusada bu oran %33 tür.
Bu da çok olumlu bir değerdir. Yine
aynı yazıda belirtilen;TÜBİTAK destekli
araştırma sonucuna göre DAÜ’nün kent
ekonomisine olumlu katkı sağladığı ve
kentin kültürel ve entellektüel yaşamına
katkısına %92 gibi yüksek bir oranda
+
DAÜ, Kampusu gerçekten çok güzel. Prof.
Dr. Şebnem Hoşkara’nın bu sayımızda
okuyacağınız yazısında belirttiği gibi
üniversite dış mekanı, açık alan tasarımları
kentin tadı/-tuzu... Bizim kampüsumüzün
de peyzajı gerçekten görmeye yaşamaya
değer.. Son sınıf ağırlıklı öğrencilerime
verdiğim Çevresel Psikoloji seçmeli
dersimde ‘DAÜ de geçirdiginiz 4-5
yıllık yaşamınızda size mutluluk veren
çevre ve çevre parçalarını belirtin ve
hikayesini yazın’ konulu bir araştırma ödevi
vermiştim. Sonuçta sevgi ve mutluluk
odağı olarak yalnız bir veya iki yer değil
CMYK
çok odaklı bir değerlendirme elde ettik.
Bu da gösteriyor ki DAÜ kampüsünde
mutluluk ve huzur veren çevre ve çevre
parçaları çok.
Bunlar tüm Gazimağusa halkının emrine
amade. DAÜ’ye spor için gelin; yürüyüş
herkesin yapacağı bir spor. Bisikletle gelin;
yollarda yeni işaretlerimiz var. Günün tüm
yorgunluğunu, stresini, peyzajımızdaki
inanılmaz renk cümbüşü çiceklerimizi
görün koklayın; ama lütfen koparmayın.
Dinlenin ,huzur bulun.... DAÜ ‘ye daha sık
gelin.....
DAÜ ye gelişinizde rastladığınız
öğrencilerle lütfen tanışın ve konuşun.
Hepsi gurbette, onlara sahiplenildiklerini
hissettirin. Onlara sevgi verin.
Göreceksiniz karşılığını binlerce saygı ve
sevgiyle alacaksınız. Emin olun ki sizleri
anne, baba, kardeş, arkadaş, dost olarak
göreceklerdir.
Bakın bu yıl her türlü olumsuz koşula
rağmen beklenin üstünde 2500 yakın
yeni öğrenci aldık. Bunların içinde pek
çok yabancı öğrenci var. Gelecekte
bu sayının artacağı da şimdiden
görülebiliyor. Hepimize düşen görev,
öğrenci memnuniyetini arttırmak. Biz
bunu yapacağız! Onlara sevgiyle sahip
çıkacağız. Ve herşeyden öte ‘Öğrenci=$’
ezberini elbirliği ile bozacağımızı
düşünüyoruz.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
SAYFA
08 DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected] [email protected] [email protected]
Çağdaş Üniversite - Kent İlişkisi Nasıl Olmalı?: “Michigan Üniversitesi Ann Arbor” Modelinin Öğrettikleri
Prof.Dr.Derya Oktay
DAÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi & DAÜ KENT-AG Başkanı
Üniversitelerin bulundukları kentle ve
kent toplumuyla ilişkilerinin gelişmesi
kuşkusuz her iki tarafın da yararına olan
ve değişen dünya koşullarına paralel
olarak yeniden gözden geçirilmesi
gereken bir konudur. Bu, gelişmiş batı
toplumlarında da “kent - cübbe” ilişkisi
(town-gown relationship) deyimiyle sıkça
gündeme gelmekte, ve üniversiteler
artık birer bilim yuvası olmanın ötesinde
görevler üstlenmektedir.
Ne var ki, geçmişteki deneyimlere
baktığımızda bu iki kurum arasındaki
ilişkinin pek de sıcak olmadığını
görüyoruz. Bunun temel nedeni de,
üniversitenin ‘bilgi’ üretmek amacıyla
çalışan bir kurum olması, ve bilgi denen
şeyin de, evrensel ve uluslararası
olması nedeniyle bulunduğu kentle olan
yerel çerçevedeki ilişkilerini geri plana
almasıdır. Bazı örneklerde ise kent
yönetimleri tarafından kentin altyapısına
ek yük bindirmeleri ve vergi-dışı statüye
sahip olmaları nedeniyle üniversiteye
zaman zaman şüphe ile yaklaşılabilmiştir.
Aslında bir yüksek öğrenim kurumunun
kurulduğu kentle nasıl ilişkiler geliştirdiği
ve orada neyi değiştirdiği sorusuna her
kent (ve üniversitesi) için farklı bir yanıt
bulmak olanaklı; çünkü her yer için farklı
tarih, coğrafya, kültür, toplumsal ve
kurumsal yapılanma sözkonusu. Ancak bu
ilişkiyi belirleyen daha somut etmenler de
var. Bunlardan birincisi üniversitenin kente
göre konumu, yani kentin içinde ya da
dışında oluşu, ve ne şekilde planlandıği ile
ilgilidir. Üniversitenin kent sınırları içinde
olması, yani bir kent üniversitesi olması,
çok boyutlu bir üniversite-kent ilişkisinin
doğmasında tabii ki kolaylık sağlıyor, ama
bunu mutlak kılmıyor. Kent içinde yer
almasına rağmen kapılarını dış dünyaya
kapatan üniversiteler olabildiği gibi, kent
dokusu içine dağılmış ama kurumsal
bütünlüğünü yitirmemiş üniversiteler de
var. Bunu en açık şekilde yansıtan Oxford
Üniversitesi’ndeki kolej binaları Oxford
kenti ile içiçe olduğu gibi, birbirine yaya
bağlantısı olan avlulu binalar sistemi
sayesinde üniversiter yapı kendi içindeki
bütünlüğünü koruyor.
Öte yandan, kentin büyüklüğü de
üniversite - kent ilişkisinin düzeyine
yansıyor. Büyük kentte bulunan bir
üniversite kentin entellektüel yaşamına
destek oluyor, ama yerel yaşamın
odak noktası olamıyor. Türkiye’deki ve
dünyadaki büyük kentlerdeki pekçok
üniversite buna örnektir. Küçük kentlerde
ise üniversitenin kent yaşamına hakim
olma ve kentteki yaşam kalitesini olumlu
yönde etkileme şansı çok daha fazla.
Anadolu Üniversitesi’nin kurulduğu
günden bu yana Eskişehir kenti ile
geliştirdiği olumlu ilişki ve etkileşimin bu
anlamda bölgedeki en iyi örnek olduğunu
söylemek sanırım yanlış olmaz. Üniversite
ve kent arasında belirgin bir etkileşimin
gerçekleştirilebilmesi için üniversite
nüfusunun kentin toplam nüfusunun
Michigan Üniversites ana kampusu
Ann Arbor’da universite ile kenti
buluşturan ögelerden diagonal yaya aksı
%20-30 oranına sahip olmasının yeterli
olduğundan söz edilir, ki Kuzey Kıbrıs’taki
kentler içinde %33 ile Gazimağusa’da,
%20 ile de Lefkoşa’da bu potansiyel
bulunmaktadır.
kültür ve rekreasyon işlevleriyle içiçe
geçmiş olması kentin merkez bölgesinin,
çoğu Amerikan kentinin aksine, hala
yürünebilir ölçekte ve canlı olmasını ve çok
yeşil bir kent imajının da sürdürülmesini
olanaklı kılıyor. ‘DIAG’ olarak adlandırılan
diagonal yaya aksı kentin iki noktası
arasında renkli ve keyifli bir yaya bağlantısı
sağlayan, ve halkın da çok tercih ettiği bir
arter. Yaya aksının iki ucunda ise canlı,
çok işlevli bir kentsel çevre ile kampusu
kuşatıyor. Aks üzerindeki meydan ve
tüm yeşil alanlar gece gündüz çok farklı
amaçlarla kullanılıyor: oyunlar oynanıyor,
spor yapılıyor, çalışılıyor, uyunuyor; hatta
protesto alanı olarak kullanılıyor.
İdeal Bir Üniversite-Kent
İlişkisi Modeli: Michigan
Üniversitesi - Ann Arbor
Farklı kaynaklarca ideal bir üniversitekent ilişkisini yansıttığı söylenen, 2005’te
konuk araştırmacı olarak bulunduğum
sırada şahsen inceleme fırsatı bulduğum
Michigan Üniversitesi ile Ann Arbor
(Michigan, ABD) kenti arasındaki ilişkiler
gerçekten çok olumlu ve sıra dışı bir model
oluşturuyor. Bir kenti nitelikli ve yaşanılır
kılan en önemli etmenin, birbirinden
bağımsız olarak tasarlanmış çekici
binaların birlikteliği değil, bina, işlev ve
kullanıcı çeşitliliğinin uyumlu bir şekilde
bütünleşmesi olduğu gerçeği burada açık
bir şekilde gözlemlenebiliyor. 181 yıllık
tarihe ve 120,000 nüfusa sahip olan Ann
Arbor kentinde Michigan Üniversitesi ile
olan içiçelik kentte bu anlamda entellektüel
ve dinamik bir toplumun, nitelikli bir
yaşam çevresi ile kuşatılmasını sağlıyor.
Michigan Üniversitesi, ilk olarak Detroit’te
kurulduktan sonra, 1837’de Ann Arbor’a
taşınmış olan, çok büyük ve prestijli bir
devlet üniversitedir (178 yıldır birlikteler)2 .
Bugün, birisi kent merkezinde diğeri kentin
hemen dışında iki ana yerleşke (kampüs),
bir tıp yerleşkesi ve dev bir spor yerleşkesi
olmak üzere 4 yerleşkede, %36’sı
lisansüstü olmak üzere 40,000’den fazla
öğrenci eğitim görüyor.
Çağdaş kentsel tasarımın önemli bir
boyutu olan karma işlevler, Michigan
Üniversitesi’nin binalarında da yaygın
bir şekilde kullanılarak kampüslerde
sürekli kullanım ve canlılık sağlanıyor.
Örneğin Mimar Eero Saarinen tarafından
planlanan ve üç binası tasarlanan yeni
Kuzey Yerleşkesi’ndeki ana kütüphanenin
içinde çok şık bir cafe var; kütüphane ile
kampüsün ana lokanta bloğunu bağlayan
kapalı yaya arteri üzerinde sergi salonu,
seyahat acentesi, banka, kitap-kırtasiye
mağazası, dinlenme salonları, market ve
cafeler yer alıyor.
Kentte, sunulan olanaklarla, hem
büyüklüğünden beklenmeyecek kadar çok
kültürlü ve kozmopolit bir ortam yaratılmış,
hem de doğa ile olan güçlü ilişki
korunmuş. Hüron Irmağı boyunca devam
eden birbirine bağlantılı yeşil parklar kent
ekolojisini güçlendiriyor, ve kentlilere doğa
içinde kesintisiz uzun yürüyüşler yapma
olanağı sağlanıyor.
Üniversitenin Ann Arbor kenti ile olan
ilişkisinde şu dört etmen rol oynuyor:
1) İyi planlama - iyi çevre tasarımı; 2)
Çevreci yaklaşımların öncülüğü; 3) Kentin
sosyal-kültürel yaşamına destek; 4) Kentin
ekonomisine katkı.
Bütün bu olumlu niteliklere rağmen, kent
dışında kurulan alışveriş merkezlerinin
gelecekte kent merkezinin canlılığını
azaltma ve mesafeleri artırma riskini
dikkate alan kent yönetimi, üniversitedeki
uzmanlarla sürekli iletişim içinde
sürdürülen komisyon çalışmaları ve
ülkenin dört bir yanından çağrılan farklı
disiplinlerden uzmanların da katıldığı
seminerler dizisi ile, halkın da yoğun
ilgi gösterdiği katılımcı bir çerçevede
yeni stratejiler belirliyor. ‘Yeni Kentsellik’
(New Urbanism) akımının dünya çapında
İyi Planlama – İyi Çevre Tasarımı
Michigan Üniversitesi’nin (1900’lü yılların
başlarında kurulmuş ve pekçok binası
Mimar Albert Kahn tarafından tasarlanmış
olan) ana yerleşkesinin, çevreleyen iyi
korunmuş, tarihi konut alanları, çok çeşitli
+
CMYK
Kampusta ayrıcalıklı ulaşım aracı - bisiklet
öncüsü olan Peter Calthorpe ve ekibine
bir kentsel tasarım projesi hazırlatılarak
kent şimdiden denetim altına alınıyor.
Çevreci Yaklaşımların Öncülüğü
Üniversite çevre ile ilgili konularda toplum
için adeta bir lider rolünü üstlenmiş;
hem üniversite kapsamında, hem
de kentte doğal çevre ve kaynakları
gözeten yaklaşımların yansımaları
görülebiliyor. Üniversitede bir Doğal
Kaynaklar Fakültesinin bulunması,
çevreye verilen önemin ilk göstergesi.
Doğal Kaynaklar Fakültesinin tarihi
binasının yenilenmesinde ise tasarımda
doğal malzeme kullanımının ve enerji
sakınımının öncülüğü yapılmış. Geri
dönüşümlü tuvalet sistemi Kuzey
Amerika’da ilk kez Ann Arbor’da birkaç
binada ve burada denenmiş; pres edilmiş
ayçiçeği kabuğu ilk kez burada yer
döşemesi ve dekorasyonda kullanılmış.
Tüm bu yenilikler ülke çapında gündemde
olmuş ve olmakta.. Kuzey Kampüs’teki
modernist binalarda da kısmen doğal
malzeme kullanılmış. Kentteki bazı
binalarda da bu yaklaşımlar örnek
alınıyor. Bunların ötesinde, “Ann Arbor İçin
Yeşil Enerjili Gelecek” sloganı ile yepyeni
enerji korunumu sistemleri tartışılıyor, ve
bu sistemlerin Michigan’daki diğer kentler
tarafından benimsenmesi için de çaba
harcanıyor 3 4.
Otomobil kullanımını en aza indirme
politikası çerçevesinde, kent ile tüm
yerleşkeleri birbirine bağlayan çok
gelişmiş, hızlı ve çekici bir otobüs servisi
kapsamında öğrenciler saat başı ücretle
şöförlük yaparak bütçelerine destek
sağlıyorlar. Bu sistem kentin aynı dakikliğe
ve düzene sahip belediye otobüs ağıyla
da bağlantılar içeriyor.Üniversitelilere
belediye otobüsleri ücretsiz; halk ta
üniversitenin otobüslerini ücret ödemeden
kullanabiliyor.
DEVAMI SAYFA 9’DA >>
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
09
Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi
[email protected] [email protected] [email protected] [email protected]
>> SAYFA 8’DEN DEVAM
Otomobil park etme konusunda ise çok
sistematik ve katı bir politika uygulanıyor.
Kampüsteki binalara uzaklığına göre
yıllık ücretleri değişen ve üç ayrı renk
ile tanımlanan alternatif parkyerleri
oluşturulmuş, ve büyük bir kesim en
uzak olanına park ediyor, ve oradan
otobüs servisini kullanarak okul binasına
ulaşabiliyor. Binaların hemen önünde
park etmek bir ayrıcalık, ve zaten sayıları
da çok az. İş saatleri içinde ne kampüs
içinde, ne de kent merkezinde ücretsiz
park etmek olanaklı değil. Bölgede
kışın iklim koşullarının çok sert ve 4-5
ay boyunca kar yağışı olmasına karşın,
bisiklet kulllanımına büyük destek var 5:
binalara yakın ücretsiz bisiklet park yerleri;
bisiklet hırsızlığına karşı önlemler, vb. ile
çekiciliği artırılıyor. Çöpler geri dönüşüm
amacıyla, dört ayrı grupta toplanıyor.
Kentin Sosyal-Kültürel Yaşamına
Katkı
Michigan Üniversitesi Ann Arbor kentinin
kültürel yaşamına sürekli ve yoğun bir
destek sağlıyor. Kampüs içinde pekçok
uygulamalı sanatlar grubu ve donanımı
yer alıyor. 125 yıllık Müzik Fakültesi, bir
yıllık etkinlik programı kapsamında hem
kendi nitelikli sanatçı kadrosunu hem
de ülke çapında tanınmış sanatçıları
tüm kent halkı ile buluşturuyor. Ders yılı
başında Ann Arbor’daki tüm evlere bu bir
yıllık program postalanıyor. Kampüs aynı
zamanda sanat, arkeoloji ve doğa tarihi
müzeleri olmak üzere 3 önemli müzeyi
ve bir ağaç/bitki müzesini (arboretum)
barındırıyor.
Üniversiteye ait ve bir kısmı 24 saat açık
olan, içlerinde görsel malzeme, film,
harita, eski tarihi kitap, vb. gibi uzmanlık
kütüphanelerini de kapsayan kütüphaneler
kent ve bölge halkı tarafından kullanıldığı
gibi, çok büyük bir halk kütüphanesi, farklı
semtlerdeki şubeleriyle birlikte kentlilere
yoğun bir şekilde hizmet veriyor. Akşam
geç saatlere kadar açık olan, ve bir
yandan kahve içerken bir yandan rahatça
tüm kitap ve dergilerin incelenebildiği
çok sayıdaki kitapçı ise kentin en gözde
mekanları. Ann Arbor, ABD’de nüfusa
göre kitapçı oranı en fazla olan ve en
fazla kitap satışı olan kent olarak biliniyor.
Bunun ötesinde, kent, çok sayıda yüksek
teknoloji üreten şirketiyle orta batı
Amerikanın yüksek teknoloji araştırma
merkezi rolünü üstlenmiş durumda.
Bunların dışında zaman zaman kent
yönetimi ile birlikte halkın doğrudan
katılabildiği çok sayıda sosyal ve kültürel
program, uluslararası festival, vb. yıl
boyunca kente kültürel bir dinamizm
kazandırıyor. Örneğin sokaklarda dans
programı çok sevilen etkinliklerden
biri. Bu bağlamda, kentin çok işlek iki
caddesi bir akşamüzeri kapatılarak farklı
noktalarda orkestralar kuruluyor ve halk
dansa davet ediliyor. Bir diğeri de kentin
en eski semtinde düzenlenen kitap
festivali.
Üniversite aynı zamanda sağlıklı beslenme
konusunda yönlendirici oluyor; bunun
etkisiyle olsa gerek, kent içinde 200
lokanta bulunmasına rağmen bir tane bile
McDonald’s ya da benzeri bir ‘fast-food’
lokanta bulunmuyor. Gastronomi yoluyla
adeta bir yaşam kalitesi oluşturulmaya
çalışılıyor. Şık bir hale getirilmiş olan
tarihi semtteki üretici pazarı organik
gıdalarla beslenmenin önemine dikkate
çekilerek yerel basında sürekli yer alıyor;
basında yerini alıyor; akademik dönem
başladığında kampüsler ile pazarın
bulunduğu semt arasında otobüs seferi
ekleniyor. Ayrıca kentte 10’un üzerinde
festival düzenleniyor (uluslararası caz,
blues, film, folk festivalleri ve diğerleri).
Kentin Ekonomisine Katkı
Michigan Üniversitesi ve Ann Arbor
kent yönetimi pekçok geliştirme
projesinde yapıcı bir ortaklık ilişkisi
içinde. Üniversitenin doğrudan katkıda
bulunduğu geliştirme projeleri arasında
iki ana caddenin genişletilmesi, kentteki
aydınlatmanın iyileştirilmesi, tek yönlü
caddelerin iki yönlü hale getirilmesi, kent
dışından gelenlerin araçlarını park ettikleri
‘commuter’ park alanlarının oluşturulması,
ve kentin eklektik bir mimariye sahip olan
ana caddelerinden State Caddesi’nin
İşletme, Kamu Siyaseti ve Mimarlık-Kent
Planlama Fakülteleri tarafından yapılan
ortak bir çalışma ile kampüse canlı bir
geçiş alanı (gateway) yaratmak üzere ticari
işlevlerinin dengelenmesi sayılabilir.
Üniversite kente ait malzeme geri
dönüşüm merkezinin en büyük müşterisi
ve çeşitli yayınlarla geri dönüşümün
önemine dikkat çekiyor. Bunların dışında,
üniversite hem en büyük işveren olarak,
hem de mezunları ve araştırma-geliştirme
etkinlikleri yoluyla büyük şirketleri kente
çekerek ekonomiye katkıda bulunuyor.
Eğitim dışında, yüksek teknoloji,
sağlık hizmetleri ve bio-teknoloji kentin
ekonomisinin ana bileşenlerini oluşturuyor.
KKTC’deki Üniversiteler ve
Kentler: Değerlendirme ve
Öneriler
değil mi? Yerel halkı ve öğrencileri kitaba
yakınlaştıracak girişimler gerekmiyor
mu? Kentteki kültürel yaşama katkı adına
eklenen tek işlev büyük bir sinema olmuş,
ancak o da bulunduğu noktada işlevsel
çeşitlilik ve çekici bir fiziksel çevreden
yoksun olması nedeniyle tam kapasiteli bir
kullanım sağlayamamıştır. Bu bağlamda,
Doğu Akdeniz Üniversitesi ile Gazimağusa
Belediyesi işbirliği ve T.C. Büyükelçiliği’nin
destekleriyle, üniversiteye yakın ama
kampus dışında inşa edilen çağdaş kültür
merkezinin, tamamlandığında önemli bir
kazanım olacağı kuşkusuzdur.
Bunun ötesinde çok değerli bir kültürel
miras olan tarihi Suriçi bölgelerinin
kentlilerin ve üniversitelilerin yaşamından
kopuk olması üniversite-kent ilişkisi
açısından büyük bir kayıp olduğu
tartışılmaz. Bu noktada, Gazimağusa ve
Lefkoşa’daki üniversitelerin tarihi bölgelerin
canlanmasında kendilerine düşen
sorumluluğu somut girişimlerde bulunarak
yerine getirmelerinin bu kentler adına çok
büyük katkıları olacaktır. Bu bağlamda,
İtalya ve İsrail’deki tarihi kentlerin
üniversitelerinde yaygın bir şekilde
görüldüğü gibi, turizm, tasarım, sanat
ya da restorasyonla ilgili bir ya da birkaç
birimlerini suriçi bölgelerine taşımalı, ya
da buralarda yeni şubeler açmalıdır. Böyle
bir yaklaşımın ‘lokomotif’ etkisi olacak, ve
diğer kamusal - özel kurumlar, ve sosyal
işlevler bu gelişmeleri izleyecektir.
Üniversite ve kent arasında sağlıklı bir
iletişimin kurulabilmesi için, herşeyden
önce üniversitenin kentli için, kentin de
üniversiteli için kolay erişilebilir olması
gerekir. Bu nedenle, üniversitelilerle
kentlilerin buluşması sadece konferanslar,
konserler, festivaller, vb. gibi özel etkinlikler
aracılığıyla olmamalı, halkın günlük yaşam
içinde keyifle zaman geçirebileceği ve
üniversiteden bir öğrenci, bir öğretim üyesi
ya da bir memurla iletişim kurabileceği
ortamlar yaratılmalıdır.
KKTC’de de üniversite-kent ilişkisi
bağlamında çeşitli deneyimler yaşanıyor.
Özellikle ülkenin ve kentlerin görece küçük
boyutları nedeniyle, yapılanlar kolayca
izlenebiliyor. Çeşitli konularda üniversiteler
ve araştırma merkezleri tarafından
düzenlenen konferanslar, paneller, çağrılı
“Gazimağusa’da Yaşama Kalitesinin
Ölçülmesi”6 temalı, TÜBİTAK tarafından
desteklenmiş olan araştırmamız
kapsamında 2007 yazında gerçekleştirilen
anket sonuçlarına burada kısaca atıf
yapılacak olursa, görüşmecilerin büyük
çoğunluğu (%92) Doğu Akdeniz
konuşmacılarla gerçekleştirilen kenti
ve kentliyi de ilgilendirebilen etkinlikler,
Gazimağusa Belediyesi tarafından
düzenlenen sanat festivali, Doğu Akdeniz
Üniversitesi ve Gazimağusa Belediyesi
işbirliği ile düzenlene Gazimağusa
Sempozyumu, Doğu Akdeniz Üniversitesi,
Yakın Doğu Üniversitesi ve Lefke Avrupa
Üniversitesi’ndeki Sürekli Eğitim Merkezleri
tarafından düzenlenen halka açık
kurslar bunun en iyi örnekleri. Ne var ki,
üniversitelerin varlığı ve gitgide büyümesi
kentlerin ekonomilerinin büyümesini
sağladığı ölçüde fiziksel ve kültürel çevre
kalitesine ve günlük yaşama yansımıyor.
Örneğin Gazimağusa’da yıllar içinde artan
öğrenci nüfusu paralelinde ticari etkinlikler
büyük ölçüde çeşitlenmiş, canlanmış,
alafranga isimleri olan çok sayıda lokanta,
‘fast-food’ lokanta, bar, giyim mağazası,
elektronik mağazası, kuaför, internet
cafe, nargileci, bahisçi açılmış, ancak
bir büyük kırtasiye mağazasındaki kitap
reyonu sayılmazsa, bir tek kitapçı ya
da sanat galerisinin açılmış olmaması
üzerinde düşünülmesi gereken bir konu
Üniversitesinin kent ekonomisine olumlu
katkıda bulunduğuna, ve kentin kültürel
ve entellektüel yaşamına katkıda
bulunduğuna inanmaktadır (%82).
Üniversitenin kendilerinin ve ailelelerinin
sosyal yaşamına rekreasyonal aktivitelerle
katkıda bulunduğunu düşünenlerin oranı
da dikkat çekici düzeydedir (%64). Ne
var ki, kentsel çevre sorunları ile ilgili
sorulara verilen yanıtlar irdelendiğinde,
Gazimağusa, görüşmecilerin %58’i
tarafından toplu ulaşımın düzeyi ile,
%40’ı tarafından doğal çevre ile, %32’si
tarafından tarihi çevrenin korunması ile,
%50’si tarafından yeşil alanların sayısı
ve niteliği ile ilgili sorunları olan, ama
çoğunluk tarafından (%76) güvenlik
konusunda sorunu olmayan bir kent
olarak algılanmaktadır. Genel olarak
Gazimağusa’daki yaşam kalitesini
nasıl değerlendirdikleri sorulduğunda,
görüşmecilerin %47’si ne iyi ne kötü,
%40’ı iyi ya da çok iyi, %13’ü iyi değil
ya da hiç iyi değil şeklinde yanıtlamıştır.
Bu sonuçlar, doğum yerine ve istihdam
statüsüne göre farklılaşan gruplar ayrı
+
CMYK
ayrı değerlendirildiğinde de benzeşmekte,
ancak yerel halk ve öğrencilerin kentten
ve mahallelerinden memnuniyetlerini
etkileyen faktörler farklılaşmaktadır.
Yerel halkın memnuniyetini etkileyen en
önemli özellikler daha çok sosyal çevre
ile ilgili iken, öğrencilerin menuniyetinde
“çevrenin çekiciliği ve bakımlılığı” gibi
fiziksel çevre özellikleri çok daha önemli
rol oynamaktadır 7 8.
Gazimağusa araştırmasıyla ilgili, ancak
diğer kentlerimizi de ilgilendiren bu
somut sonuçlar da dikkate alınarak,
üniversitelerin çekiciliğinin artırılmasında
ve kent ekonomisinin sürdürülebilirliğinde
büyük rol oynayan öğrencilerin görüş ve
beklentileri gelecekteki (beklediğimiz)
planlama çalışmalarında mutlaka dikkate
alınmalı, üniversitelere nitelikli bir öğrenci
grubunu ve kadroyu çekmek için toplumsal
birliğe hizmet edecek ve kentsel yaşam
kalitesini artıracak proje ve hizmetler
desteklenmelidir.
Michigan Universitesinde Ayrışımlı
Çöp Kutuları
Caddelerde Dans...
Notlar / Referanslar
1- Bu makale yazarın daha önce YAPI dergisinde
yayımlanan “Üniversite - Kent İlişkisi ve Değişen
Boyutlar” başlıklı makalesinden (YAPI, 302, s. 42-47)
geliştirilmiş ve güncelleştirilmiştir
2- Marwil J. A History of Ann Arbor, University of
Michigan Press, Ann Arbor, 1990.
3- Ann Arbor City Council, Report on “Insuring a
Green Energy Future for Ann Arbor”, Ann Arbor,
Michigan, 2005.
4- Ann Arbor City Council yetkilileri ve Michigan
Üniversitesi Taubman College of Architecture and
Planning öğretim üyeleriyle görüşmeler (Ağustos
2005).
5- Burada, Mimarlık Fakültesi Dekanı ve “Yeni
Kentsellik” akımının başlatıcılarından Prof. Douglas
Kelbaugh’nun diğer bazı yöneticilerle birlikte bisiklet
kullanımına öncülük ettiğini ve bazı günlerde işine
bisikletle geldiğini belirtmeliyim...
6- Oktay, D., Gazimağusa’da Kentsel Yaşam Kalitesi:
Araştırma, Planlama ve Yönetim İçin Göstergeler,
EMU Press, Gazimağusa, 2010.
7- Bu konuda ve kentle ilgili tüm konularla ilgili
sonuçları yansıtan ayrıntılı bilgi için bkz. Oktay, 2010.
8- Oktay D., Rüstemli A. and Marans RW.
“Neighbourhood Perceptions and Evaluations:
Findings from Famagusta Quality of Urban Life
Survey”, Journal of Architecture & Planning Research
(in press).
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ /23 EKİM 2010. SAYI 15.
SAYFA
10 DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
Kutsal Öztürk- Derya Oktay- Şebnem Hoşkara- Begüm Mozaikçi
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected] [email protected] [email protected]
Üniversite Kampuslarında Dış Mekan - Açık Alan Tasarımı
Prof.Dr.Şebnem Hoşkara
Bu dosyamız kapsamında, diğer genel
konular yanında, kentsel doku içinde
özel bir konuma sahip olan üniversite
kampuslarından ve buralarda yer
alan dış mekanlardan bahsetmenin
de doğru olacağı inancıyla, bu yaıyı
kaleme alıyorum.Kuzey Kıbrıs’ta yüksek
öğretim-araştırma, sosyal ve ekonomik
anlamda çok önemli bir konuma sahip
olan üniversitelerimiz, kentsel-kırsal
doku içinde de ayrıcalıklı bir yere
sahiptirler. Mevcut ülke koşulları, içinde
sayıları görece “hızla” artan üniversiteler
düşünüldüğünde, bu üniversiteleri
barındırmak amaçlı yapılan binaların
ve kampus alanlarının tasarımları,
mimari ve kentsel çevre açısından önem
kazanmaktadır. Genel olarak bakıldığında,
yeni kurulacak olan üniversitelerin, ya
mevcut kent dokuları içindeki atıl tarihi
binalarda konumlandırılacakları, ya da,
mevcut örnekler benzeri, yoğun kent
dokusu dışında, kendilerine gelişme,
yayılma, büyüme olanağı tanıyacak
açık alanlarda, kampuslar biçiminde
konumlandırılacakları gözlemlenmektedir.
Özellikle bu ikinci durumda, üniversite
eğitimini içinde barındıracak binaların
mimari tasarımları yanında, bir
üniversiteye ait fakülte ve bölüm binalarını
içinde bulunduracak kampusların tasarımı
da ön plana çıkmaktadır.
Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan
üniversitelerin kampus planlarına
bakıldığında, farklı plan morfolojileri ile
karşılaşılabilir. Fakat kampus plan modeli
/ tipi ne olursa olsun, ve kampus alanı
nerede bulunursa bulunsun, bir kampus
planı, tanım olarak her zaman, eğitim
binaları ile bu binalar arasında kalan dış
mekanların / açık alanların oluşturduğu
bir bütündür. Dolayısıyla kampusların
tasarımında, temel mimari tasarım ilkeleri
ile birlikte, kentsel tasarım ilkeleri de
belirleyici rol oynarlar.
Kampus Dış Mekanları
- Kullanım Özellikleri ve
Tasarım İlkeleri
Kampuslarda dış mekanlar üniversitelerin
formel ve enformel aktivitelerinin
yer aldığı fiziksel çevrelerdir. Genel
anlamda kampus açık alanları, üniversite
kullanıcılarının formel ve enformel bilgi
alışverişi, eğlence, tören, çalışma,
dinlenme ve görsel / estetik ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla tasarlanırlar. Bütün
kent mekanlarında ve açık alanlarda
olduğu gibi, kullanıcıların ihtiyaçları
kampus dış mekanlarının tasarım ilkelerini
belirler.
Kampus açık alanlarının kullanıcıları
düşünüldüğünde, öğrenci, öğretim
görevlisi ve diğer çalışanların herbirinin
üniversite kampusu içinde bir temel ‘yeri’,
başka bir deyişle, sürekli bulunduğu
ya da her türlü görevini / işlevini yerine
getirdikten sonra dönüp gittiği temel bir
‘mekanı’ olduğu gözlemlenir. İşte günlük
kampus içi aktiviteler bu temel mekanlar
etrafında gelişir. Tahmin edilebileceği gibi
öğrenciler için temel mekanlar kendi
bölüm binaları ve dersliklerin bulunduğu
binalardır; öğretim görevlileri için ise
temel mekanlar yine bölümler ve ofislerin
yer aldığı binalardır. Çeşitli örnekler bu
bakış açısıyla incelendiğinde, kampus
açık alanlarında, benzer durumlarda
benzer kullanım ve dolaşım paternlerinin
(dokularının) tekrarlandığı gözlemlenir.
Yine bu açıdan bakılarak bir benzetme
yapılmak istenirse, kampuslarda yer
alan binalar ‘konut’ ve bu binaların yakın
çevresinde kalan dış mekanlar da, konutun
‘ön ve arka bahçesi’ olarak algılanabilirler.
da yine girişte yer almalıdır. Kampusların
kent dokusu dışındaki açık bir alanda yer
aldığı durumlarda ise öğrencilerin ve diğer
kullanıcıların çoğunluğunun araba ya da
transit toplu taşıt araçları ile üniversiteye
ulaştığı düşünüldüğünde, geniş, belirgin
bir giriş tasarımı söz konusudur. Yine
girişin bir özelliği korunarak, bilgi panoları,
resepsiyon, kontrol gibi fonksiyonları
da barındıracak biçimde tasarlanması
gerekmektedir. Kent dışı üniversitelerde,
üniversitenin kendi özel araçları ile öğrenci
taşıyabileceği durumlar için girişe yakın
bir alanda, otobüs ya da minibüs park
yeri imkanları da ayrıca düşünülmelidir.
Bazı durumlarda, kampusun kent içindeki
konumuna da bağlı olarak, birden fazla
kampus girişi de mevcut olabilmektedir.
Bu tip, birden fazla aynı ‘önemlilikte’ girişi
olan kampuslarda her bir girişin tasarımına
aynı derecede özen gösterilmelidir.
Tasarımcının kampus yapılarını
tasarlarken, hangi girişin ana yaya girişi
hangisinin ikincil giriş olduğunu yeterince
vurgulamadığı ya da düşünmemiş
olduğu durumlarda, görsel ve fonksiyonel
açıdan kullanım karmaşaları ortaya
çıkacaktır. Bununla birlikte, kampus
binaları incelendiğinde, tasarımcının temel
konsepti ve yaklaşımı ne olursa olsun,
uygulamada, öğrencilerin daha yoğun ve
sık olarak kullandıkları bina girişleri ana
giriş olarak algılanır. Bu yoğunluk göz
önüne alındığında ise, bekleme, buluşma,
konuşma gibi temel aktiviteler için ana
girişin önünde oluşturulacak bir dış
mekana gereksinim vardır. Bu çok doğal
gibi görünse de, pek çok kampus binasının
bu fiziksel özellikten yoksun olduğu
gözlemlenir. Kampusların plan şemaları
ve organizasyonları incelendiğinde
temelde beş tip dış mekan / açık alan ile
karşılaşılır. Bunlar: Kampus ana girişi,
kampus merkezi (merkezi toplanma
alanı ya da merkezi plaza), binaların
yakın çevrelerinde yer alan dış mekanlar
/ açık alanlar (ana giriş, ön bahçe, arka
bahçe), doğal (ya da yapay) yeşil alanlar,
ve diğer geçiş ve dolaşım alanları’dır. Bu
mekan tiplerinden sadece giriş ve merkezi
alanlara sayfamızın elverdiği ölçüde kısaca
göz atabileceğiz. Diğer alanlara ise başka
sayılarımızda değinmeye çalışacağız.
Merkezi toplanma alanları
Genel olarak yaşadığımız çevreye
baktığımızda nasıl ki bütün yerleşmelerde,
köylerde ve / veya kentlerde, yaşayanların,
toplanma, çeşitli aktivitelerde bulunma
ve sosyal gereksinmelerini karşılama
amacıyla kullandıkları bir kent ya da köy
meydanı ya da bir köşe başı meydancığı
bulunuyorsa, hemen bütün üniversite
kampusları, sınırları içinde bir çeşit
merkezi plaza yani bir toplanma mekanı
barındırmaktadır. Bir başka deyişle,
kampus kullanıcılarının buluşma, bir araya
gelme, tören, festival ya da konserler
düzenleme, ders aralarında dinlenme,
çalışma gibi fonksiyonel gereksinmelerini
karşılayabilmeleri amacıyla her üniversite
kampusunda en az bir adet açık merkezi
toplanma mekanına ihtiyaç vardır.
Konum olarak ele alındığında bu
mekanlar, kullanıcıların bu mekanları daha
iyi tanıyabilmeleri, benimseyebilmeleri
ve yoğun olarak kullanabilmeleri
amacıyla, üniversitenin bütün temel
eğitim binalarının kullanıcılarının
rahatlıkla ulaşabilecekleri bir noktada
ve eğer mümkünse kampus içindeki
ana yaya akışının ve geçişinin kesiştiği
noktalarda yer almalıdır. Kampus merkezi
açık mekanları, gün boyunca ve hatta
akşamları sürekli kullanıcı barındıran
kütüphane, öğrenci kafeteryası, kulüp ve
birlik binaları, kitap satış, banka, postane
gibi sosyal amaçlı binalar ile çevrelenmeli,
ya da en azından bu tür binaların
yakınında, görüş alanı içinde yer almalıdır.
Üniversite kampuslarında bulunan
Kampus girişleri
Kampus girişlerinin tasarımı, kampusun
konumuna bağlı olarak ele alınmalıdır.
Yoğun kent dokusu içinde yapılanmış bir
bölgede yer alan üniversite kampuslarında
ana giriş, öğrenci yaya akışının en yoğun
olduğu yönde, üniversite için bir giriş kapısı
oluşturacak biçimde konumlandırılmalıdır.
Bu durumda kampus girişleri, bekleme,
toplanma, çalışma, yemek yeme gibi
enformel aktivitelere cevap vermek üzere
açık alanlar oluşturacak biçimde
tasarlanmalıdır. Ayrıca üniversiteye
gelecek ziyaretçiler için gerekiyorsa bir
resepsiyon / danışma, kontrol / kayıt
mekanı ile ışıklı bilgi panoları ve haritaları
Londra UCL (University College London) Merkez
binası avlusundan giriş mekanı
+
Tren istasyonu çıkışından doğrudan ulaşılan
Universitat Autònoma de Barcelona (UAB)
kampus girişi
CMYK
açık merkezi toplanma mekanları,
yürümek, gezinmek, konuşma yapmak,
konser vermek, festival düzenlemek
gibi ‘hareket’e bağlı dinamik aktiviteler
için bir ‘sahne’ oluşturmanın yanında,
bu performansların ve aktivitelerin
izlenmesine olanak sağlayan bir ‘salon’
görevi de üstlenmektedir. Başka bir
deyişle bu mekanlar, dinamik, harekete
bağlı aktiviteler yanında yemek yeme,
çalışma, oturma, bekleme, izleme
ve görme gibi durağan aktiviteleri
de içinde barındırır. Bu yüzden bu
mekanların her türlü aktivitenin yer
almasına olanak verecek biçimde
tasarlanması, detaylarının, bu hareketli
ve durağan kullanıcı fonksiyonları
birarada düşünülerek ve ayrıca psikolojik
kullanıcı gereksinmeleri de göz önünde
bulundurularak çözülmesi gerekmektedir.
Bu mekanlar içinde kullanıcı
gereksinimleri doğrultusunda yer
alması gereken oturma elemanlarının,
ışıklandırma elemanlarının, bilgi panosu,
telefon kulübesi, çöp kutuları gibi dış
mekan mobilyalarının malzemesi ve
yer seçimi de, mekanların fiziksel ve
fonksiyonel kalitesi açısından önem
taşımaktadır. Üniversiteye ait genel
ilanların, duyuruların yer alabileceği
camlı, kapalı, gerektiğinde ışıklandırılabilir
panolar da bu açık alanlarda bulunması
gereken diğer bir dış mekan mobilyasıdır.
Bir başka detay tasarımı da, mekanın
zemininde kullanılacak malzeme ile bu
malzemenin kullanılmasıyla oluşturulacak
zemin dokusudur. Bu mekanlarda,
gerek sert gerekse yumuşak zemin
dokusu birarada kullanılarak başarılı
sonuçlar elde edilebilir. Zemin dokusu,
mekan içinde yönlendirici görev
üstlenebileceği gibi, toparlayıcı, birleştirici
özellikler de taşıyabilir; bunun seçimi,
mekanın kullanımı ile bağlantılı olarak
düşünülmelidir. Bunların yanında, bisiklet
kullanımının yaygın olduğu kampuslarda,
mekezi açık mekana yakın alanlarda ya
da mekanın içinde, görsel ve fonksiyonel
olarak uygun bir konumda bisiklet park
yerleri de yer almalıdır.
Ülkemizde yer alan üniversitelerimizin,
çağdaş dış mekanlara sahip olması
dileğiyle…
Not: Bu yazı, yazarın daha önceki bir
çalışmasından uyarlanarak hazırlanmıştır. (Kaynak:
Önal, Ş., 1999. “Üniversite Kampuslarında Dış
Mekan Tasarımı”, Arredamento Mimarlık, İstanbul,
Boyut Yayın Grubu, Sayı 100+17, Eylül 1999, s.
100-107.)
University of Westminster, London, Mimarlık
Fakültesi avlusu
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
KENTİN TADI TUZU
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
11
Şebnem HoŞKARA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
ÇAĞDAŞ KENTİN SALAŞ MEKANLARI
Bazı kentler vardır bir kere gitmek-görmek
yetmez insana. Mutlaka bir kere daha
hatta bir kaç kere daha gitmek ister insan.
Bazı kentler vardır, sürprizlerle doludur.
Her köşe başında başka bir renk, başka bir
doku, başka bir mekan görür insan, tadına
doyulmaz. Bazı kentler vardır hiç uyumaz,
yirmidört saat yaşar… Tarihiyle yaşar,
modern kent hayatıyla yaşar, insanıyla
yaşar, binalarıyla yaşar, mekanlarıyla
yaşar…
İşte böyle bir kent Barselona. Yaşayan,
hiç uyumayan, farklı güzelliklerle dolu,
tarihle çağdaşın bir arada bulunduğu
olağanüstü bir kent. İleriki sayılarıda Al
Gözüm Seyr-eyle sayfasında Barselona
ile ilgili bir yazımız olacak sanıyorum. Ben
bu hafta bu sayfada Barselona’nın kentsel
mekanlarının doyumsuz tadını sizlerle
paylaşmaya çalışacağım – bazı mekanları
özel olarak tek tek anlatma hakkımı
mahfuz tutarak…
Bir Gaudi mimarisinden kente bakış
Ancak, başlıkta yazdığım “salaş”
kelimesine takılmayın….Barselona’daki
tüm kentsel mekanların ayrı bir tadı var.
Her biri ayrı bir sürpriz sunuyor size, her
biri, bir başka güzel…
Barselona’nın Renkli
Sokakları
Barcelano’nın tarihi merkezinin içi, dar,
organik, hareketli ve renkli bir sokak
dokusuna sahip Bu merkezi, 1905-1929
yılları arasındaki endüstrileşme döneminde
eski sur duvarları yıkılarak üzerine
yapılmış olan geniş bulvarlar çevreliyor.
Hem bu bulvarlar hem de dar sokaklar
her zaman insan dolu, etkinlik dolu.
Üstelik de her biri bir diğerinden farklı…
Tabi bu sokaklara zenginliğini veren, giriş
katlara yayılmış fonksiyonlar ve sokakları
sınırlayan binaların mimari özellikleri.
Mimar olanlarınız bilir, Barselona deyince
akla ünlü mimar Gaudi gelir. Farklı ve
özgün mimarlık eserleri ile Art Nouveau
akımının öncüsü olan Katalan mimar
Gaudi’nin mimarlık tarihi içinde ayrı bir
yeri vardır. Barselona’da gezerken, Gaudi
ve onun etkisiyle oluşmuş mimari çevreyi
soluyorsunuz adeta. Bir başka deyişle,
Barselona’da her yerde her şeyde Gaudi
var.
La Rambla
Ortaçağ kent düzeni içinde dar ve
kıvrımlı sokaklar
Geniş alışveriş sokakları
+
CMYK
İşte bu Gaudi dolu tarihi ama çağdaş
kentte sokakların her biri farklı özellikler
taşıyor. Bu kentte ve kentin sokaklarında
tarih donmamış; tarih günümüze taşınmış,
hem de en canlı şekliyle.
Bir yanda, ünlü La Ramla bulvarı…. Her
türlü rengin, insanın, aktivitenin merkezi…
Yok yok… Canlı animasyonlar, heykelden
insanlar ya da insandan heykeller, cafeler,
çiçekçiler….
Diğer yanda sağlı sollu mağazalarla
sınırlanmış geniş alışveriş sokakları...
Bu sokaklara bağlanan dar geçişli ama
yine hareketli sokaklar…Bir başka tarafta,
yeni ve eskinin tarzını ve renklerini içinde
barındıran daha sanat ağırlıklı sokaklar.
Ve tabi kıyı şeridi boyu uzanan daha geniş
kentsel mekanlar….
Barselona’nın Sürprizli
Meydanları
Kent içinde yürüdüğünüzde, yukarıda
sıralanan farklı tür sokaklar ansızın bir
meydana açılıyor. Bir anda karşınıza,
bazen, Placa Reial gibi, çizilmişcesine
düzenli ve geometrik bir meydan çıkyor;
bazen de daha organik ve hareketli türden
başka bir mekan. Bir meydanda yeni ve
eskinin tüm renklerini ve detaylarını yan
yana bulurken, diğerinin çağdaş yüzü ağır
basabiliyor.
Tüm bu sokakların ve meydanların ortak
özelliği, hepsinin tasarlanmış olması:
Kent mobilyasıyla, yaya-taşıt ayırımıyla,
yer döşemesiyle, oturma ve aydınlatma
elemanlarıyla, bisiklet park yerleriyle,
yeşiliyle, çöp kutularıyla, bilgi panolarıyla,
tüm mekanlar kullanıcı dostu olarak
tasarlanmışlar…
Barselona’nın kentsel-kamusal alanlarını
bir sayfada derinlemesine anlatmak
mümkün değil. Pek çok mekanı tek başına
alıp incelemek, özelliklerini sunmak
gerek…Ama bu sayfa içinde mümkün
olmayacak. O yüzden ben genel resmi
çizmeye çalıştım sizzler için. Özel bakış
açıları için gidip görmek gerek…
Zaten Barselona tekrar tekrar gidilesi
kentlerden biri kanımca…
Şebnem Hoşkara
Meydanlardaki eski-yeni
örtüşmesi
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
12 AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz konuk yazarlar: Pınar Uluçay- Bahar Uluçay
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
EGE’NİN KALBİNDE BİR LİMAN KENTİ: İZMİR
İzmir, Anadolu’nun bağımsızlık
öyküsünde önemli bir kent, yiğitleri,
efeleri, kavakları ve fidan boylu
güzelleri ile ünlü, farklı etnisitelere ev
sahipliği yapmış ve hala yapmakta.
Bu sayıda İzmir’i Pınar ve Bahar
Uluçay’lardan dinleyeceksiniz. Ve onu
çok özleyeceksiniz. Bilirsiniz İzmir’i,
Kıbrıslı’lar çok sever.
Turkan Ulusu Uraz
Levantenlerin rağbet ettiği Bornova semti,
halen İngiliz, Fransız ve İtalyan mimari
özelliklerini yansıtan pek çok konuta ev
sahipliği yapmaktadır.;. Geniş bahçeler
içinde inşa edilmiş bu konaklardan bir
kısmı günümüzde restore edilerek yeniden
işlev kazanmıştır.
gelen Tarihi Asansör (1907) ise İzmirli
Yahudi iş adamlarından Nesim Levi
tarafından, İzmir Mithat Paşa Caddesi
ile Halil Rıfat Paşa Semti arasındaki
yükseklik farkından ötürü her iki semt
arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak amacı
ile yaptırılmıştır. Her iki semti birleştiren
kulede iki asansör bulunmaktadır. 1985
yılındaki restorasyondan sonra elektrikli
hale dönüştürülen Tarihi Asansör;
Halil Rıfat Paşa girişinde oluşturulan
bir restoran ve seyir terası ile yerli ve
yabancı ziyaretçilerin vazgeçilmez
Güzelliği herzaman Napoli ile kıyaslanan
ve haklı olarak dillerde dolaşan Batı
Anadolu kenti İzmir, 19.yüzyılda Rum,
Ermeni ve Levantenlerden (genellikle
Fransız ve Italyan) oluşan çok kültürlü
Yolu özellikle İzmir’den geçip de kalbini
Ege’ye kaptırmamış biri var mıdır?
Ege denizi ile olan ilişkisi itibarı ile
herzaman ziyaretçi akınına uğrayan
bir liman kenti olmuş İzmir. 19. yüzyıl
gezginlerinin anlatılarında Küçük Asya’nın
incisi, Anadolu’nun ise başşehri olarak
betimlenen Smyrna onu ziyarete gelenleri
denizden itibaren sırtını yasladığı zeytin
ve selvi ağaçları ile bezenmiş dağa doğru
yükselmekte olan evleri, ince minareleri ve
Cenevizliler döneminden kalan Kadifekale
ile karşılarmış. İzmir’e Aydın’dan kara
yolu ile yaklaşanlar ise şehre su taşımak
amacı ile Romalılar döneminde yaptırılan
Kızılçullu su kemerleri ile buluşurmuş.
Zengin tarihi mirası ile tanıdığımız
Izmir kenti ve çevresinin geçmişi
Hititlerin yaşadığı M.Ö 2000’li yıllara
dayanmaktadır. Ancak 2003 yılında
Yeşilova Höyüğü’nün keşfi ile birlikte kentin
tarihinin 8000 yıl gerilere dayandığı ortaya
çıkmıştır; böylelikle İzmir Anadolu’nun
en eski medeniyetlerinden biri olma
özelliğini kazanmıştır. Yeri gelmişken,
Bornova Belediyesi’nin Yeşilova Höyüğü
Ziyaretçi Merkezi için açtığı Mimari Proje
Yarışması’nın geçtiğimiz ay itibarıyle
başarıyla sonlandırıldığını da belirtelim.
Tarihte Türk nüfusu Kadifekale etekleri
ve ovada kıyı boyunca yayılırken ki bunlar
Tilkilik, Namazgâh, Keçeciler, Çorakkapı,
Mezarlıkbaşı, İkiçeşmelik, Selvili Mescit,
Ballıkuyu, Arapfırını Sokağı ve Kemeraltı
bölgelerinden oluşur; Levantenler (gayri
müslim) zeytin, servi, kırmızı zakkum
ve mersin ağaçları ile bezenmiş Buca
semtindeki sayfiye evlerinde yaşardı. Yine
Kültür Park Girişi (fotoğraf: Sıla Yanar)
Kordonda Fayton Keyfi (fotoğraf: Beril Özmen Mayer)
nüfus yapısı ile sık ziyaret edilen bir liman
yerleşkesi olarak aslında hep Egeli kalmış,
hatta daha büyük ölçekte bakıldığında
Akdenizli olmuştur. 1835 yılında şehri
ziyarete gelen Alman bir gezgin ticaretle
uğraşan Rumları, pileli beyaz fistanları,
işlemeli cepkenleri, uzun ve geniş kollu
gömlekleri, tabanca takılı geniş kemerleri
ve başlarındaki mavi püsküllü fesleriyle
teatral tipler olarak tanımlar. Frenklerin
ise Avrupalı imajını doğulu olarak
tanımladıkları Türklere dayatmak amacı ile
Frank giydiklerini ifade eder.
Bu dönemde İzmir’in batılı tüccarlarının
kolonilerle kurduğu yakın ilişkiye bağlı
olarak kıyı boyunda ticarete dönük bir
yapılanmaya gidilmiştir. 19. yüzyılın sonu
ile 20. yüzyılın başlarında Alsancak’a
kadar uzanan Kordonboyu’nda iki ve üç
katlı Neo-Klasik üslupta ticari yapılar ve
Rum evleri dikkat çekicidir. Tarih boyunca
önemini yitirmeyen ve şiirlere, şarkılara
konu olan İzmir’in ünlü Kordonboyu,
günümüzde de canlılığını korumaktadır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin
gerçekleştirdiği rekreasyon düzenlemesi,
yürürlüğe koyduğu “Kordon Yönetmeliği”
ile burası İzmir’in en prestijli yerlerinden
biri haline gelmiştir. Buzlu badem eşliğinde
soğuk içkinizi yudumlarken, temizlenmeye
başlayan ve bu nedenle rengi maviye
dönmeye başlayan Körfez ‘de gün batımını
seyretmenin tadı bir başkadır.
Günümüzde kentin simgesi haline
mekanlarındandır. Seyir terasında körfez
manzarasının tadını çıkarırken, adı Tarihi
Asansörün bulunduğu sokağa verilen
Dario Moreno, ‘Deniz ile Mehtap’ şarkısını
kulağınıza fısıldarmış gibi hissedersiniz ve
içinizden ona eşlik edersiniz.
1845 yılında çıkan yangından sonra
o zamanki padişahın emri ile yeniden
yapılanan kent, 1940 yılına kadar sürecek
olan Şehircilik çalışmaları ile batılı
standartlara kavuşur. Alsancak’taki tarihi
İzmir garının önünden başlayan; dut
ağaçları ile meşhur Şair Eşref bulvarı işte
bu reformların ürünüdür. Bu kapsamda
geliştirilen Kültürpark projesi ve burada
düzenli aralıklarla gerçekleştirilen
Uluslararası İzmir Fuarı kentin çekim
noktası haline gelmiştir. Kültürpark,
sadece fuarın açık olduğu zamanlarda
değil, yılın her döneminde; Paraşüt Kulesi,
Tenis Kulübü, yürüyüş parkuru, botanik
bahçesi ve yapay gölü ile ziyaretçilere
kentin keşmekeşi içinde huzurlu bir mola
imkanı vermektedir.
+
Öte yandan Cumhuriyet ve Konak
Meydanı İzmir’in kimliğine vurgu yapan
bir kent mekanı olarak farklı etkinliklere
ev sahipliği yapar. I. ve II. Kordon
boyunca paralel devam eden bulvarlar,
dik caddeler ve sokaklar aracılığıyla sizi
hep kordon boyuna ve körfeze ulaştırır.
Kordon’da yürümek; körfezi seyrederken
Deniz restoranda balık yemek, ya da
CMYK
Churchill cafede çay içmek, daha olmadı
Konak’tan Karşıyaka’ya vapurla geçmek
size kalmıştır artık. Bir liman kentinde
olduğunuzu yeniden hatırlarsınız.
Alsancak’taki Kıbrıs Şehitleri caddesinde
alışveriş yaparken ara sokaklarda İzmir’in
çok kültürlü tarihi ile yüzleşirsiniz. Bu
arada Sevinç pastanesinde mutlaka bir
mola vermelisiniz. Hava karardığında
daracık sokaklardaki eski Levanten evleri
ışık saçmaya başlayınca, size müziği
takip ederek soğuk bir bira içmek için hiç
düşünmeden içeriye dalmanızı öneriyoruz.
Yine ayni bölgede bulunan Sevgi yolunda
gümüş takı ve ikinci el kitap pazarlayan
sokak satıcıları ile karşılaşacaksınız keyfini
çıkarın. Ve tarihi saat kulesinin bulunduğu
Konak meydanı, ona eklemlenen ünlü
Kemeraltı çarşısı. Burası aklınıza gelen
herşeyi bulabileceğiniz bir pazaryeridir
sanki. Kemeralti börekçisi’nde su
böreği, Can Restoran’da ise iskender
yemek, tarihi Kızlar Ağası hanında
dibek kahvesi içmek mutlaka yapmanız
gereken şeyler arasındadır unutmayın.
Artık bu moladan sonra sinema keyfi için
Konak meydanından ünlü markaları da
bulabileceğiniz Konak Pier’e geçebilirsiniz.
Eskiden balık hali olarak kullanılan bu
tarihi yerleşke restore edilerek alışveriş
merkezine dönüştürülmüştür.
İş, ticaret ve eğlence merkezlerinin Konak
merkez-Kemeraltı-Çankaya-BasmaneAlsancak aksında yoğunlaşması,
yeni çekim alanları oluşturmak için İzmir
Büyükşehir belediyesini harekete geçirmiş;
bu amaçla Turan ile Alsancak Limanı
gerisinde kalan 550 hektarlık alanının
‘3. İzmir Merkezi’ olarak gelişebilmesi
için 2001 yılında bir kentsel tasarım
projesi yarışması düzenlenmiştir. Bu
yarışmadan ortaya çıkan fikirlerden de
yararlanılarak İzmir Büyükşehir belediyesi,
kent bütününde yapılaşma standartlarını
belirleyen İzmir İmar Yönetmeliği’ni
çıkararak kentin planlı gelişebilmesinin
yolunu açmıştır. .
Bütün bu çok katmanlı sosyal ve mekansal
yapının mutfak kültürüne yansıması da bir
başka zenginlik sunar izmir’de. Boşnaklar,
Arnavutlar, Girit göçmenleri, Levanten
ve Musevilerin önemli bir etkisi olduğu
bilinen İzmir mutfağında Kıbrıslıların
alışık olduğu ‘otlar’ herzaman revaçta
olmuş. Arapsaçı, deniz börülcesi, ebe
gümeci, turp otu, şevket-i bostan, cibez
gibi otlar mevsiminde semt pazarlarının
olmazsa olmazlarıdır. Boyoz ise İzmir
damak tadı ile özdeşleşmiş, Türkiye’nin
başka yerlerinde bulamayacağınız
özgün bir hamurişidir. Boyozu İzmir
mutfağına İspanya’dan kovularak İzmir’e
yerleşen Sefarad Yahudi toplumunun
kazandırdığına ilişkin kaynaklar mevcuttur.
Özellikle gurbetteki İzmirliler için özel bir
anlamı vardır.
Boyoz yanında Kumru ve İzmir köfte….
İzmir’i yeniden özleme zamanı……tam da
şimdi….
Pınar Uluçay
(Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi,
Güzel Sanatlar Fakültesi)
Bahar Uluçay
(Doğu Akdeniz Üniversitesi,
Mimarlık Fakültesi)
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
PROVO- KİTAP
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
13
Beril Özmen Mayer konuk yazar: Yonca Hürol
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
“GECEKONDU GEZEGENİ” VE KENT YOKSULLUĞUNA DAİR
Bu haftaki yazımız konut sorununun
farklı bir aktörünü gündeme getiriyor.
Çoğu kişi tarafından istatistik bilgisinden
öte olmayan, hatta görünmez olan, ya
da Şair’in deyimiyle ‘hiç yaşamamış
gibi ölen’ kitlelerle ilgili. Kendi alanında
çok çarpıcı bir yayın:Mike Davis’in
“Gecekondu Gezegeni”. Bu kitabın
tanıtımını arkadaşımız Yonca Hürol’un
yorumlarıyla okuyacağız.
Beril Özmen Mayer
Herkes dünyanın kendi algı çemberi
içindeki gibi ya da en azından onun bir
benzeri olduğunu düşünme eğilimindedir.
Değil mi ki rahat ve güzel bir çevrede
yaşıyoruz. Değil mi ki medya kanalı ile pek
çok kötü haber alsak da, bunlar dünyaya
sadece birkaç konuya ve sınırlı bir biçimde
değinebileceğim.
kiraya veriliyormuş. Su özel satıcılardan
satın alınıyormuş ve kentin herhangi bir
yerinden daha pahalıymış. Binlerce insana
çok az sayıda tuvalet düşüyormuş. Mesela
102.000 kişiye 19 adet tuvalet gibi... Kiralık
tuvaletlerse çok pahalıymış. İş yerine
ulaşım üç saat sürebiliyormuş ve insanlar
gelirlerinin büyük bir kısmını ulaşıma
veriyorlarmış. Hiç benzin bulunmayan ve
beş ila altı milyon nüfusu olan şehirlerin
varlığından söz ediyor Mike Davis. Üstüne
üstlük bu koşullardan en büyük payı alan
yoksul ülkeler borç taksidi ödemekten,
yaygın olan salgın hastalıklarla mücadele
veremiyorlarmış. Lovly Josaphat, Portau-Prince’deki Cite-Soleil gecekondu
bölgesindeki yaşam koşullarını şöyle ifade
ediyor:
Kent yoksulları çeşitli mekanlarda
yaşıyorlar. Kent merkezinde, çeperlerde,
sokaklarda... Pek çok yoksul
gecekondularda yaşıyor. Gecekondu
nüfüsü Etiyopya’da kent nüfusunun
% 99,4’ünü, Türkiye’de % 42,6’sını
oluşturuyor. Ama gecekondu dünyası artık
1970’lerde olduğu gibi bir umut dünyası
değil. 1980’lerden beri gecekonduculuğun
özelleştirilmesinden söz ediliyor.
Gecekondu sahibi olmak çok tatlı para
getiren yeni bir piyasa haline gelmiş. Çoğu
yoksulun geçim kaynağı olan kayıt dışı
sektör de, gizli komisyonlar, rüşvetler,
sadakat bağları, ve etnik dışlamalardan
oluşan yarı feodal bir alan. Kayıt dışı
“Yağmur yağdığında Cite’nin benim
yaşadığım kısmı sular altında kalır ve
evimi su basar. Zeminde su eksik
olmaz, yeşil, pis kokulu bir sudur bu ve
ortada yol falan yoktur. Sivrisineklere
yem oluruz. Dört yaşındaki oğlumda
bronşit, sıtma, hatta şimdilerde tifo var...
Doktor ona kaynamış su içirin,
yağlı yemek yedirmeyin, suyun içinde
yürümesine izin vermeyin dedi. Ama su
her yerde; suya basmadan evden dışarı
çıkması imkansız. Doktor çocuğuma
bakmazsam onu kaybedebileceğimi
söyledi.”(Bell, 2001)
Bu gibi konutlar, eğer kiracılarından
kurtulmak maksadı ile sahipleri tarafından
yakılmazlarsa, deprem, sel, yer kayması
gibi çeşitli afetlere kolaylıkla hedef
oluyorlar. Zaten çok tehlikeli yerlere
yapılmışlar: Dere kenarları, çöplükler,
heyelan bölgeleri vs. Eğer hiçbirşey
olmazsa, çeşitli sebeplerle ve genellikle
de kenti güzelleştirmek adına, sık sık
kentin bu gibi mahallelerden temizlenmesi
gerekiyor. Orta sınıfların hararetli desteği
ile gecekondular yıkılabiliyor. Ama yine
de bu gibi evler dünyanın pek çok yerinde
kerpiç, tahta, saz, küçük teneke parçaları,
kontrplak, asbest, çamur gibi malzemelerle
ve derme çatma bir şekilde yeniden ve
yeniden yapılıyorlar.
Kaynak: httpwww.unmalawi.orgnkhani_zathuagenciesunhabitat
ait düşünüşümüzde köklü değişiklikler
yapacak bilgiler içermiyor. Hatta dünyada
artık pek çok sorunun tamamen çözülmüş
olduğunu ve bundan sonra artık insanlık
için yapacak pek de birşey olmadığını dahi
düşünüyor olabiliriz.
Çoğumuz doğanın elden gitmekte
olduğunun, kültür varlıklarının yok
olmakta olduğunun, kadın haklarının
gözetilmediğinin veya eşcinsel/lezbiyen
haklarının korunması gerektiğinin farkında
olabiliriz. Ancak bir fikir sahibi olsak
bile, pek çoğumuz dünya üzerindeki
insan yoksulluğunun hangi mertebede
seyretmekte olduğunu ve hangi boyutlara
vardığını pek de düşleyemeyiz. İşte Mike
Davis’in “Gecekondu Gezegeni” isimli
kitabı insan yoksulluğunun günümüzde
nasıl bir mecrada seyrettiğini anlamak
için okunması gereken ideal bir kitap.
Davis, yoğun ampirik araştırmalar
üzerine dayandırdığı bu kitabında tüm
dünyadaki kent yoksulluğunu çok kapsamlı
bir biçimde inceliyor. Ancak önceden
uyarmam lazım ki, okurken nerede ise her
cümle insanın üzerinde bir darbe tesiri
yapıyor. Ve tabii, kitap hakkında daha
fazla fikir vermek amacı ile ben burada
işçiler dünya nüfusunun beşte ikisini
oluşturuyor. Bu oran Orta Amerika’da
% 60 ila 75, Karaçi’ % 75. Uluslararası
mülteciler ile ülke içinde çeşitli sebeplerle
yerlerinden edilen insanlar, çoğu zaman
büyük müteahitlere, politikacılara, kira ve
emlak patronlarına ve askeri cuntalara
ait olan gecekondularda yaşayıp kayıt
dışı sektörde iş bulabilmek için etnik
milisler ve sokak çetelerine üye oluyorlar.
Seçim zamanı geldiğinde sanal bir
demokrasiden daha fazlasına ulaşmayı
beklememek gerekir böylesi koşullarda.
Hayat mevap meselesidir yoksullar için
kullanılacak oylar... Öyle yerler vardır ki,
kumar ve bahis tek geçim kaynağıdır.
Geçim kaynaklarının rasyonalitesini
yitirdiği bu durumlarda büyücülük de
yaygınlaşmaktadır, çünkü paranın nereden
gelebileceği bile belli değildir. Organlarını,
hatta çocuklarını satarlar insanlar...
Uğursuz olduğuna inandıkları çocuklarını
atarlar sokağa...
Yaşam koşulları inanılmayacak kadar
kötüdür genellikle. Kalküta’da bir odaya
13,4 kişi düşüyormuş mesela. Ve de
üstüne üstlük bu odaların metrekaresi
en lüks konutlardan daha pahalıya
Pek çok üçüncü dünya ülkesinde gayri
safi yurtiçi hasıla ile birlikte yoksulluk
da artıyor, çünkü uygulanan politikalar
yoksullara ulaşamıyor. Örneğin Meksika’da
1992’de % 16 olan yoksulluk oranı 1999’da
% 28’e varıyor. Özelleştirmeler, kamusal
programların ortadan kalkması, kalkınma
stratejilerinin terki, ithalat denetiminin
kesilmesi, devalüasyon, devletin
gerilemesi, egemenlik gücünün hükümetin
daha aşağı kadrolarına ve uluslararası
yardım kuruluşlarıyla ilişkili sivil toplum
kuruluşlarına devri ve vergi oranlarının
düşürülmesini yoksulluğu artıran faktörler
arasında sayıyor Mike Davis.
Davis, bütün bunlara bir de “korku
mimarisi”nin eşlik ettiğini söylüyor.
Yoksul olmayanlar savunmada... Davis,
Berner’den (1997) aşağıdaki alıntıyı
yapıyor:
+
“Demir kapılardan, yol barikatları ve
kontrol noktalarından oluşan kapsamlı
bir sistem bölgenin sınırlarını çizer
ve onu, en azından geceleri, şehrin
diğer kısımlarından ayırır. Bu bölgenin
zengin sakinlerinin en büyük endişesi,
CMYK
Kaynak: httpwww.randstad.comthe-worldof-workindian-slum-dwellers-offeredemployment-hopec=4415
hayatlarına, kendilerinden birine ve
mülklerine bir zarar geleceği endişesidir.
Evler, üzeri kırık camlarla, dikenli tellerle
kaplı yüksek duvarlarla çevrilerek ve
her penceresine kalın demir parmaklıklar
takılarak tam anlamı ile kaleye
dönüştürülmüştür.”
Ama yine Davis’e göre, bütün bu sınırlar,
yoksulluğun herkes için oluşturduğu
sağlık tehdidini giderememekte ve aciz
kalmaktadırlar.
Yonca Hürol
22. 8. 2010
Monarga
Kaynakça
Bell, B., (2001) Walking on Fire: Haitian
Women’s Stories of Survival and Resistance.
Ithaca.
Berner, E., (1997)Defending a Place in the City:
Localities and the Struggle for Urban Land in
Metro Manila. Quezon City.
Davis, M., (2007) Gecekondu Gezegeni.
(Planet of Slums) Çev: G.Koca. İstanbul: Metis
Yayınları.
Mike Davis Hakkında
1946 doğumlu Amerikalı yazar, kent
kuramcısı, tarihçi ve aktivist. Yüksek öğrenim görürken bir yandan da
kasaplık ve kamyon şöförlüğü gibi
işlerde çalışan Davis, Demokratik
Toplum Yanlısı Öğrenciler derneğine
üye olarak başladığı aktivizmini hayatı
boyunca sürdürmüştür. 1960’larda
kısa bir süre Reed College’de öğrenim
görmüş olmasına rağmen asıl akademik
kariyeri 1970’lerin başlarında lisans ve
lisansüstü öğrenim gördüğü California
Üniversitesi’nde başlamıştır. Halen aynı
üniversitenin Tarih bölümünde ders
vermektedir. Kendisini enternasyonalist
bir sosyalist ve “Marksist-çevreci” olarak
tanımlayan Davis ünlü New Left Review dergisinin editör ve yazarlarından
biridir. Ayrıca Amerika’daki The Nation ve Britanya’daki New Statesman
dergilerinde güncel siyasi sorunlarla ilgili
yazmaktadır.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ /23 EKİM 2010. SAYI 15.
14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
Ercan HoŞKARA
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
İNŞAATTA GÜVENLİK
İnşaat sektörü, dünyada olduğu gibi
ülkemizde de iş güvenliği açısından en
sıkıntılı sektördür. Gerek altyapı gerekse
üst yapı inşaat faaliyetleri ve inşaat alanı
hem çalışanların kendisi için hem de
inşaat alanı çevresinde bulunan ve inşaat
alanına girmek zorunda kalan vatandaşlar
için ciddi tehdit oluşturabilmektedir.
Ülkemizde, özellikle, vatandaşların normal
günlük yaşamlarında sıklıkla kullandıkları,
yollarda yapılan alt yapı çalışmaları
hem çalışanların hem de vatandaşların
güvenliği için ciddi tehdit oluşturmaktadır.
Bu altyapı çalışmalarının yapıldığı
alanlarda yeterince güvenlik önlemlerinin
alın(a)madığı gözlemlenmektedir. Bu
sayıda, özellikle inşaatta güvenlik
konusunun önemini vurgulamak için,
konu ile ilgili akla gelebilecek temel bazı
sorulara cevap aranacak ve fotoğraflarla
yanlış ve doğru örneklere yer verilecektir.
İnşaatta güvenlik konusu
neden çok önemlidir?
Günümüzde, tüm Dünyada inşaat sektörü
iş güvenliği açısından en riskli sektörler
arasında gösterilmektedir. İstatistiklere
göre, “her yıl AB’de 1300 kişi inşaat
kazalarında hayatını kaybetmektedir.”
ve “dünya çapında, inşaat işçileri diğer
işçilere oranla üç kat daha fazla hayatlarını
kaybetme, iki kat daha fazla yaralanma
tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır”
(Tağmat, 2010). Bu tehlike, gerekli
önlemler alınmazsa, sadece inşaatta
çalışanlar için değil aynı zamanda inşaat
çevresinde bulunan vatandaşlar için de
geçerlidir.
Söz konusu kazalar bireysel zararların
yanısıra hem işveren hem de toplum
geneline oldukça büyük zarar vermekte
ve dolayısıyla, ortaya çıkan maliyetler tüm
ilgili taraflar için çok yüksek olmaktadır.
Bütün bu veriler inşaat’ın insan sağlığı
ve güvenliği açısından çok riskli
olduğunu göstermekte ve bu bağlamda
inşaatta güvenlik konusu büyük önem
kazanmaktadır.
İnşaat sektöründe sıklıkla
görülen kazalar ve sağlık
sorunları nelerdir?
önlemlerden ibaret olmamalı; projenin
hazırlık, uygulama ve inşaat sonrası
bakım aşamaları da bu kapsamda
değerlendirilmelidir.
AB Bilbao Deklarasyonu’nda da belirtildiği
gibi kazalar arasında en sık yaşananın
Ayrıca, toplumsal bir bilinç oluşturulması
ve düzenlemelerde öngörülen önlemlerin
yalnızca kağıt üzerinde kalmaması için
hem yaptırımların artırılması hem de
konuyla ilgili bilincin geliştirilmesi çok
önemli olmaktadır.
Yüksekten düşme,
Hareketli bir aracın çarpması,
Elektrik şokuna kapılma,
Kazı sırasında yaralanma,
Düşen malzemelerin çarpması,
Ağır malzeme kaldırılması sonucu sırt
ağrıları ve bel incinmeleri,
Yüksek gürültü nedeniyle işitme kaybı.
Toz teneffüs etmeden kaynaklanan
hastalıklar,
Tehlikeli kimyasal ve biyolojik maddelere
maruz kalma,
Su içinde, kenarında veya üzerinde
çalışma,
Radyasyona maruz kalma ve
Araç-gereç titreşiminden etkilenme vb.
şeklinde olduğudur. (Fırat 2010; Tağmat,
2010)
Bu tür kaza ve sağlık riskleri, gerekli
tedbirler alınmazsa çalışanların yanında,
inşaat alanına giren veya o çevrede
yaşayan vatandaşları da tehdit etmektedir.
İnşaat sektöründe riski
artıran temel etkenler
nelerdir?
İnşaat sektörünün emek ağırlıklı olması;
aynı anda birden çok alt işverenin
(taşeron) birlikte çalışması, ve özellikle
konut yapımında, daha proje aşamasından
itibaren muhtemel alıcıların inşaat alanına
hiçbir önlem almadan girme girişimleri ve
üretim süreçleri ile ilgili tüm gelişmelerin
toplum önünde yaşanması, riski artıran
temel etkenlerdir. (Fırat, 2010)
İnşaatta güvenlik için
alınabilecek önlemler
nelerdir, neler yapılmalıdır?
İnşaatta güvenlik süreci yalnızca
projenin uygulanması sırasında alınacak
Güvenlikiçin
içinalınabilecek
alınabileceken
entemel
temel
Güvenlik
önlemler
(Tağmat,2010):
önlemler (Tağmat,2010):
İşverenlerin proje
proje aşamasında,
aşamasında,
••
İşverenlerin
yalnızca
maliyet
üzerinde
yalnızca maliyet üzerinde
durmalarıdeğil,
değil,aynı
aynızamanda
zamanda
durmaları
müteahhit
seçiminde
sağlığıve
ve
müteahhit seçiminde işişsağlığı
güvenliği
konusunda
uzmanların
güvenliği konusunda uzmanların
görevlendirileceğinigaranti
garantietmeleri;
etmeleri;
görevlendirileceğini
•
Projenin
hazırlanmasından
•
Projenin hazırlanmasından
sorumlumimar
mimarileileuygulanmasından
uygulanmasından
sorumlu
sorumlu
müteahhitin
projesürecinin
sürecinin
sorumlu müteahhitin proje
başından
beri
iletişim
içinde
olarak,
başından beri iletişim içinde olarak,
engellenebilecek
riskleri
ortadan
engellenebilecek riskleri ortadan
kaldırmaları,engellenemeyecek
engellenemeyecek
kaldırmaları,
olanları
mümkün
olduğunca
olanları mümkün olduğunca
azaltmaları;
azaltmaları;
İnşaat yöneticisinin,
yöneticisinin, işin
işin sağlık
sağlık
••
İnşaat
ve
güvenliği
sağlayacak
şekilde
bir
ve güvenliği sağlayacak şekilde iyiiyibir
biçimde
planlanması,
düzenlenmesi,
biçimde planlanması, düzenlenmesi,
denetlenmesive
vegözden
gözdengeçirilmesini
geçirilmesini
denetlenmesi
garanti
altına
alması;
garanti altına alması;
Yetkili makamların
makamların veya
veya özel
••
Yetkili
olarak
yetkilendirilmiş
yapı
denetim
özel olarak yetkilendirilmiş yapı
ofislerinin,
inşaatları
güvenlik
denetim ofislerinin, inşaatları güvenlik
açısındandüzenli
düzenliolarak
olarakdenetlemesi.
denetlemesi.
açısından
Kaynaklar:
•Fırat, Z., 2010. İnşaatta Güvenlik/ İnşaat
İşkolunda iş Güvenliği. Mevcut olduğu
web adresi: http://bazaryasam.com/Haber.
php?Sayfa=Detay&id=27
•Tağmat, T., S., 2010. İnşaatta İş Sağlığı ve
Güvenliği: Avrupa’daki Güncel Gelişmelere
Bakış. TMMOB Mimarlar Odası AB
Masası. Mevcut olduğu web adresi: http://
mimarlarodasi.org.tr/UIKDocs%5Cinsaattaguve
nlikraporu.pdf
Londra’da alt yapı çalışmaları ve
güvenlik için alınan tedbirler.
Mağusa’da alt yapı çalışmaları ve
güvenlik için alınan tedbirler.
Fotoğraf:
Mustafa Rıza
CMYK
Sonuç Olarak;
Güvenlik ve sağlık, inşaat proje sürecinin en önemli bileşenidir. Bu konular
yalnız projelerin inşa sürecinde sınırlı
kalmayıp, biten projelerin kullanım
ömrü boyunca önemini korumaktadır.
İnşaat sürecinde karşılaşılan pek
çok güvenlik sorunu tasarım ve
yapım sürecinde iyi bir planlama ve
eğitim ile engellenebilir. İyi planlanan, iyi tasarlanan, iyi uygulanan
bir proje güvenli bir çalışma ortamı
oluşturduğu gibi yatırımcısına da
yatırdığı parayı en iyi şekilde geri
kazandırır.
İşverenler müteahhit seçimi
aşamasında, gerek çalışanların
ve gerekse vatandaşların sağlığı
ve güvenliği için her türlü tedbirin, müteahhit tarafından hayata
geçirileceğinin garantisini almış
olmalıdırlar, ve bu durum uygulama
ve bakım aşamasında eksiksiz olarak
takip edilmelidir.
Aynı zamanda, bu konu, yetkili makam olan belediyelerin (511995 sayılı Belediyeler yasasında
belirtildiği gibi) esenlik ve güvenlikle
ilgili görevleri arasındadır. Bu anlamda belediyelere de ciddi bir sorumluluk düşmektedir.
Sayın Dr. Zerrin Fırat’ın da belirtiği
gibi
“UNUTULMAMALI Kİ, TEDBİR
ALMAK BEDEL ÖDEMEKTEN
DAHA UCUZDUR”.
Ercan Hoşkara
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 23 EKİM 2010. SAYI 15.
GÜNCEL HABERLER
Doğu Akdeniz Üniversitesi
[email protected] - [email protected]
MİMARLAR SINIR TANIMIYOR
tanımıyor... Doğadan ve günlük
yaşamda kullanılan objelerden
esinlenen mimarlar çok farklı
tasarımlara imza atıyorlar. Öyle
ki dünya üzerindeki mevcut
yükselmelerin ve alçalmaların
yani topografyada meydana
gelen farklılaşmaları konsept
olarak tasarımlarına yansıtan
mimarlar doğa ve yeryüzü ile
daha bütüncül ilişki kurmayı
binaları ile başarmış gibiler.
Sihirli Dağlar
15
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
“Uluslararası Kariyer İçin”
Mimarlar yaratıcılıkta sınır
SAYFA
Sihirli Dağlar
Taichung Kongre Merkezi
Taichung Kongre Merkezi
Sihirli Dağlar
+
CMYK
+
+
REKLAM
CMYK
Download