Anaflaksi

advertisement
ANAFLAKSİ
Sadık DEMİRSOY
Anaflaksi
ANAPHYLAXIS
Dr. Sadık DEMİRSOYa
a
Çocuk Allerji ve Astım BD, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, ANKARA
Özet
Abstract
Anaflaksi IgE aracılığı ile mast ve bazofil hücrelerinden kimyasal mediyatörlerin salınması ile ortaya çıkan sistemik, ani aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Anaflaktoid reaksiyon terimi ise benzer, ancak
IgE’nin aracı olmadığı reaksiyonlar için kullanılır.
Anafilaksinin görülme sıklığı tam olarak bilinmemekle beraber
bu konuda birçok yayın vardır. İlaçlar, tanıda kullanılan maddeler ve
besinler anaflaksinin en sık raslanan nedenleridir.
Anaflaksinin şiddeti ve görülme sıklığı önleyici yaklaşımlarla
azaltılabilir. Tedavisi daha çok polikliniklerde yapılabilir. Ancak uzun
ve inatçı vakalar hastaneye yatırılabilir. Tedavi acil uygulamalar ve
değerlendirmeden sonra yapılan uygulamalar olmak üzere iki kısımda
incelenebilir.
Anaphylaxis refers to a systemic, immediate hypersensitivity reaction caused by immunglobulin E (Ig)-mediated immunologic release of
mediators from mast cells and basophils. The term anaphylactoid reaction refers to a clinically similar event not mediated by IgE.
Although the exact incidence of anaphylaxis is unknown, there
have been several review of thi issue. Drugs and diagnostic agents,
along with foods, are the most frequent causes of anaphylaxis.
The incidence and severity of anaphylaxis can be decreased by
preventive measures. The treatment of anaphylaxis and anaphylactoid
episodes emphasizes office management. However, the treatment of
prolonged attacks requiring hospitalization is also mentioned. Therapy
may be divided into those procedures that should be performed immediately and those that may be initated after further evaluation.
Anahtar Kelime: Anaflaksi
Key Word: Anaphylaxis
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):1-12
T
arihte yazılı olarak bildirilen ilk anafilaksi vakası
M.Ö. 2600’lü yıllarda Eski Mısır’ın kurucusu
Büyük Firavun Menes’in bir arı tarafından sokulması sonucu ölmesidir. İnsanlık bu olaydan sonra binlerce
yıl geçmesine rağmen anafilaksiyi ancak 20.yüzyılın başlarında tanımlamış ve sırlarını çözmeye başlamıştır.1
1902 yılında Portier ve Richet adlı iki ingiliz araştırmacı denizanası toksinine karşı antitoksin geliştirmek için
araştırmalar yapmaya başlamışlardır. Tekrarlayan toksin
enjeksiyonlarından sonra bazı köpeklerin öldüğünü görmüşlerdir. Bu olaya Eski Yunanca’da korunmasızlık anlamına gelen anafilaksi adını vermişlerdir.3 1907 yılında
Portier ve Richet anafilaksi gelişmiş hayvanların serumu ve
antijen karışımının normal hayvanlara verildiği zaman da
anafilaksi geliştiğini bildirmişlerdir.2
Günümüzde anafilaksinin tanımı şöyle yapılmaktadır:
Anafilaksi
bazofillerden
ve
mast
hücrelerinden
mediatörlerin IgE aracılığı ile immünolojik yoldan salınması ile ortaya çıkan ve hayatı tehdit edebilen ani, sistemik
aşırı duyarlılık reaksiyonlarına denir.1,4
Anafilaksi tanımının yapılabilmesi için kısaca aşağıdaki koşulların oluşması gereklidir:1,4
1- Duyarlılık oluşturabilecek bir antijenin veya vücut
proteinlerine kovalen bağlarla bağlanıp onları organizmaya
yabancılaştıracak bir haptenin bulunması
2- Mast ve bazofil hücrelerinde sistemik duyarlılık
oluşturacak IgE sınıfında antikor cevabının oluşması
3- Antijenin veya haptenin tekrar alınması
4- Mast ve bazofil hücrelerinin yüzeyinde IgE ve antijen köprüleşmesinin oluşması
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Sadık DEMİRSOY
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Allerji ve Astım BD,
ANKARA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Yapılan çalışmalarda mast ve bazofil hücrelerinin
mediatörlerin sadece IgE aracılığı ile değil, başka yollardan
da salındığı bulunmuştur. Bu salınma sonucu klinik olarak
anafilaksinin aynı klinik tablosu oluşmaktadır. Pratik ola1
Sadık DEMİRSOY
ANAFLAKSİ
rak anafilaksiden farklı olmayan, ancak patogenez olarak
anafilaksiden farklı olan bu tabloya anaflaktoid reaksiyon
adı verilmektedir.1
Görülme Sıklığı
Anafilaksinin epidemiyolojisi konusunda geniş çaplı
araştırmalar yapılmamıştır. Beslenme ve ilaç kullanma
alışkanlıkları da ülkeden ülkeye değiştiği için kesin rakamlar yoktur. Yapılan araştırmalarda tanı konulamayan bazı
ani ölümlerden anafilaksinin sorumlu olabileceği gözlenmiştir.
Schwartz ve arkadaşları yaptıkları bir araştırmada aniden ölen 94 hasta incelemişler. Bu hastaların 22’sinde arı
venomuna özgül IgE pozitif bulunurken, serum triptaz
düzeyi bakılan 68 hastanın 9’unda serum triptaz düzeyi 10
ng/ml’den yüksek bulunmuş. Dört hastanın hem venoma
özgül IgE, hem de serum triptaz düzeyinin yüksek olduğu
saptanmış. Araştırmacılar bu bulgulardan yola çıkarak fatal
seyreden birçok anafilaksiye tanı konulamadığını ileri
sürmektedirler.5
1973 yılında Boston’da (Boston Collaborative Drug
Surveillance Program) yapılan bir çalışmada 6 hastada
anafilaksi geliştiği ve kontrol edilen 10.000 hasta başına
0.87 ölüm gerçekleştiği bildirilmiştir.5 Yine aynı grubun
1977 yılında yaptığı çalışmada 32.812 hastadan 12’sinde
(%0.04) anafilaksi geliştiği, bu hastalardan da 2’sinin
eksitus olduğu bildirilmiştir.6
Marguet ve arkadaşları yaşları 2 ay ile 15 yıl arasında,
anafilaksi geçiren 44 çocuğu incelemişler, anafilaksi %42.5
besinlere, %14.8 ilaçlara, %9 solunum allerjisine, %14.8
diğer nedenlere bağlı gelişmiş. %6.4 idiyopatik,
%12.4’ünde ise yetersiz tetkikler nedeni ile etken saptanmamıştır.7
Almanya’da yapılan bir araştırmada Mayıs 1994 ile
Ekim 1996 tarihleri arasında hastane acil servisine başvuran 5689 hastanın 118’inde (%2.1) anafilaktik atak saptanmış, %92.3’ünde neden bulunmuştur. %33.9 ilaçlar,
%23.7 arı sokmaları, %18.6 besinler, %8.5 egzersiz, %7.6
lateks, %0.9 immunoterapi sonucu atak geçirmiş. Hastaların 21’i (%19.1) birden fazla atak geçirmiş. Hastaların 29’u
(%26.4) tekrar kaza ile antijen almıştır.8 Pumphrey ve
arkadaşlarının İngilterede yaptıkları kapsamlı araştırmada
1992 yılından itibaren kayıtlar çıkarılmıştır. Her yıl
İngilterede görülen fatal anafilaksi vakası ortalama 20
bulunmuş ve bunların yarısının iyatrojenik nedenlerle
olduğu bulunmuştur. Diğer yarısının da %25 besinlere ve
%25’i de böcek sokmasına bağlı gelişmektedir. Besinlere
bağlı fatal reaksiyonlarda daha çok solunum durması oluşurken, şok daha çok iyatrojenik nedenlere ve böcek sokmasına bağlı oluşmaktadır.12
Pumphrey ve arkadaşlarının yaptığı bir başka araştırmada Kuzeydoğu İngilterede anafilaksinin epidemiyoloji2
epidemiyolojisini incelemişler. Bu araştırmada 5 ay-69
yaşları arasında 700 anafilaktik atak geçiren 172 hasta
incelenmiş. Tüm hastalar incelendiğinde erkek ve kadın
oranı eşit bulunmuşken, ataklar 0-4 yaşları arasında %75
oranında erkeklerde, 40 yaşın üzerinde %74 oranında kadınlarda ortaya çıkmıştır.13
Risk Faktörleri
Anafilaktik reaksiyonların şiddetini ve görülme sıklıklarını etkileyen faktörleri bilmek bu konuda yanlış kanıları önlediği gibi, önlemlerin alınmasında yol göstericidir.
Yaş
Bazı allerjenlere bağlı anafilaktik reaksiyonlar çocuklarda daha az görülür. Bunun nedeni çocukların erişkinlere
göre daha az sayıda ve sürede allerjene maruz kalmasıdır.
Özellikle antibiyotiklere, plazma genişleticilerine, arı
venomlarına ve anesteziklere bağlı anafilaksi erişkinlerde
çocuklara göre daha sık görülmektedir.4
Cinsiyet
Bazı allerjenlere bağlı anafilaksinin görülme sıklığında cinsiyetler arasında farklılıklar görülmektedir. Örneğin
kadınlarda lateks ve kas gevşeticilerine bağlı anafilaksi
daha sık görülürken, erkeklerde arı venomuna bağlı
anafilaksi daha sık görülmektedir. Kas gevşeticilerine bağlı
anafilaksinin kadınlarda daha sık görülmesi dörtlü amonyum bileşiklerinin kadınların kullandığı birçok kozmetikte
bulunması ile açıklanmaktadır.10 Latekse bağlı anafilaksi
ise muhtemelen kadınların daha çok lateksten yapılmış
eldiven kullanmalarına bağlıdır.11 Erkeklerde ise arı
venomuna bağlı anafilaksinin daha sık görülmesi ise erkeklerin daha fazla oranda arıcılıkla uğraşmalarına bağlanmaktadır.12
Irk ve Bölge
Anafilaksinin görülme sıklığıda belirgin ırksal ve bölgesel farklılık yoktur. Ancak besinlere bağlı anafilaksinin
görülme sıklığında o bölge insanının beslenme alışkanlıklarına göre farklılıklar görülmektedir. Örneğin Japonya’da
deniz ürünlerine bağlı anafilaksi daha sık görülürken,
A.B.Devletlerinde yer fıstığına bağlı anafilaksi çok daha
sık görülmektedir.4
Uygulama Yolu
Allerjenin uygulama yolunun anafilaksinin görülme
sıklığını etkileyip etkilemediği tam olarak tesbit edilememiştir. İntravenöz, intramuskuler, oral, rektal, intravajinal,
kutanöz, intranazal ve intraoküler uygulamaların hepsinde
anafilaksi geliştiği bildirilmiştir. Bu uygulamaların anafilaksinin görülme sıklığı üzerinde belirgin bir etkisi olduğu
kanıtlanmamıştır.4
İntravenöz ve intramuskuler uygulamalarda anafilaksi
tablosu diğer yollardan uygulamalarda çıkanlara göre çok
daha şiddetli ortaya çıkmakta, fatal seyreden vakaların
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ANAFLAKSİ
Sadık DEMİRSOY
hemen hemen hepsi bu yollarla olan uygulamalarda görülmektedir.1,4
Antijenlerle Karşılaşma Sıklığı
Antijenle karşılaşmanın sürekli olması halinde anafilaksi riski daha azdır ve ara verildiği zaman anafilaksi riski
artabilir. Örneğin insülin allerjisi olan hastalarda insülin
sürekli verildiği zaman ilaca karşı duyarlılık artmaktadır.
Bu durum çok kısa süreli aralıklar için geçerli değildir.13
Antijenle karşılaşma sıklığı ne kadar fazla olursa hastanın
duyarlanma olasılığı o oranda artmaktadır.
Mevsim
Mevsimin genelde anafilaksi görülme sıklığı üzerinde
pek etkisinin olmadığı belirtilmektedir. Ancak arı
venomuna bağlı anafilaksi vakaları yaz aylarında daha sık
görülmektedir. Ayrıca polen ekstraktları ile immunoterapi
yapılan hastalarda bu preparatlara bağlı anafilaksi polen
döneminde daha sık görülmektedir.14
Atopi
infarktüs bulguları ortaya çıkabilir. Ayrıca sağ ventrikül
dilatasyonu görülebilir.4
Pumphrey ve Roberts anafilaksi sonucu eksitus olan
56 vakayı postmortem incelemiş. Vakaların 39’u ilk 1
saatte eksitus olmuş. Makroskopik olarak 56 vakanın
15’inde astım (mukus plakları ve/veya aşırı havalanmış
akciğerler), 10’nunda peteşiyal kanamalar, 23’ünde
faringiyal ve laringiyal ödem bulunmuş. Vakaların 23’ünde
hiçbir patolojik bulgu saptanmamış. Bu araştırmaya göre
ani ölümlerin asfiksiden çok şoktan olduğu söylenebilir.19
Otopside karın organlarında konjesyon gibi özgül olmayan bulgular görülebilir. Gastrointestinal sistemin damarlarında, lamina propriasında ve dalak sinüsoidlerinde
eosinofilik infiltrasyon görülebilir.
Lefevre ve arkadaşları anafilaktik şok gelişen bir hastada bilateral masif adrenal kanama gelişen bir vaka bildirmiştir.20
Patogenez
Atopi insanlarda anafilaksi yönünden risk faktörü olarak değişen koşullara bağlıdır. Ancak atopiklerde anafilaksi
tablosu diğer insanlara göre daha şiddetli ve fatal seyreder.
Başlangıçta beta laktam antibiyotiklere bağlı
anafilaksinin atopiklerde daha sık olduğu bildirilmiş, ancak
daha sonra yapılan geniş araştırmalarda bu bulgunun doğru
olmadığı anlaşılmıştır.15 Aynı bulgu arı venomu ve kaş
gevşetici ilaçlara bağlı anafilaksi için de doğrulanmıştır.
Lateks anafilaksisi atopiklerde daha sık görülür. Bunun nedeni lateks antijeninin muz, avakado ve kestane gibi
besinlerle çapraz duyarlılığının bulunmasıdır.16
İdiyopatik anafilaksi, eksersize bağlı anafilaksi ve
radyokontrast maddelere bağlı anafilaktoid reaksiyonlar
atopiklerde daha sık ortaya çıkmaktadırlar.4
Patoloji
Anafilaksinin patolojik bulguları sıklıkla otopsilerde
elde edilir ve tanı koyucu özgül bulgular bulunmaz.
Anafilakside ölümler sıklıkla üst solunum yolu obstrüksiyonu sonucu ve ayrıca kardiyovasküler tutulum sonucu
görülür.17
Anafilakside ölümlerin %60’nın üst solunum yolu obstrüksiyonu sonucu olduğu bulunmuştur. Larinks ödeminde
hastaların larinkslerinde toplanmış submukozal transüda
sonucu obstrükiyon gelişir. Bronş obstrüksiyonu da
bronşiyal spazm, mukozal ödem ve sekresyonun artması
sonucu gelişir. Akciğer havalanması artmıştır. Bazı hastalarda pulmoner damarlarda eosinofilik infiltrasyon olabilir.4,17,18
Anafilakside
ölümlerin
ikinci
ana
nedeni
kardiyovasküler tutulumdur. Kardiyovasküler tutulum
olduğu halde otopside bir bulgu bulunmayabilir. Bir kısım
hastada miyokardiyal iskemi ve hatta miyokardiyal
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Anafilaksi ve anafilaktoid reaksiyonlar klinik olarak
birbirlerinden farklı olmayan reaksiyonlar oldukları halde
patogenezde inflamasyonun değişik yollardan tetiklenmesi
sonucu gelişirler. Anafilaktik ve anafilaktoid reaksiyonların
patofizyolojik sınıflandırılması Tablo 1’de gösterilmiştir.
Anafilaksi allerjen tarafından indüklenen özgül
IgE’nin bazofil ve mast hücrelerini degranüle etmesi sonu-
Tablo 1. Anafilaktik ve anafilaktoid reaksiyonların
patofizyolojik sınıflandırılması.4
Anafilaksi (IgE aracılıklı olan reaksiyon)
İlaçlar ve allerji ekstreleri
Besinler ve egzersizle ortaya çıkan besin allerjileri
Böcek venomları
Anafilaktoid reaksiyonlar
Mast ve bazofil hücrelerinden direkt mediatör salınımı
İlaçlar
İdiyopatik
Egzersiz
Soğuk, güneş ışını, sıcak gibi fiziksel etkenler
Araşidonik asit metabolizması bozuklukları
Aspirin
Steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçlar
İmmün agregatlar
Gammaglobulin
IgG-anti-IgA
Muhtemelen dekstran ve albumin
Sitotoksik
Hücresel elementlere transfüzyon reaksiyonları
Çeşitli ve çoklu multimediatör aktivite
Antijen-antikor aracılıklı olmayan kompleman aktivitesi
Radyokontrast maddeler
Protamin reaksiyonlarının bazıları
Diyaliz membranları
Kontakt sistemin aktivasyonu
Diyaliz membranları
Radyokontrast maddeler
3
Sadık DEMİRSOY
ANAFLAKSİ
cu ortaya çıkan reaksiyon olarak tanımlanır. İnflamasyon
IgE bağımlı olarak tetiklenir. Tetiklenme daha önce organizmaya alınıp, buna karşı IgE salgılanan allerjenin tekrar
alınması ile ortaya çıkar. Anafilaksiye neden olan
allerjenler arasında ilaçlar, besinler, tedavi ve teşhiste
kullanılan ekstreler ve böcek venomları sayılabilir.4
Klinik olarak anafilaksiden ayırt edilemeyen
anafilaktoid reaksiyonlar Mast ve bazofil hücrelerinden
IgE’den bağımsız kimyasal mediyatörlerin salınımı sonucu
ortaya çıkarlar. Anafilaktoid reaksiyona yol açan nedenler
arasında direkt olarak kimyasal mediyatörlerin salınımına
neden olan ilaçlar (radyokontrast maddeler opoidler), egzersiz, sıcak ve soğuk sayılabilir. Aspirin ve steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçlar ise araşidonik asit metabolizmasının abberant olması nedeni ile oluşur. Ancak bazı
reaksiyonlarda histamin ve triptaz düzeyleri yükseldiğinden direkt olarak mast ve bazofil hücrelerinin
degranülasyonu ile oluşmaktadır.4 Anaflaksi ve anaflaktoid
reaksiyonların patogenezi Şekil 1’de gösterilmiştir.
Anafilaksi
IgE-bağımsız
IgE- bağımlı
Duyarlanma
IgE yapımı
Yeniden karşılaşma
-İlaçlar
-Besinler
-Arı venomu
Kompleman
aktivasyonu
(anafilatoksinler)
Mast hücresinden doğrudan
mediyatör salınımı
-İlaçlar
-Mannitol
-Dekstran
-Radyoopak madde
-Egzersiz
-İmmun kompleksler
-Kan ve kan ürünleri transfüzyonu
-Antijen-antikor olmaksızın aktivasyon
Radyokontrast maddeler
Hemodiyaliz membranı
Bazı protamin reaksiyonları
-Kinin-kallikrein aktivasyonu
Radyokontrast maddeler
-Koagulasyon sistem aktivasyonu
Kollajen
Endotoksin
Radyokontrast maddeler
MAST HÜCRE AKTİVASYONU
Mediyatör salınımı
(histamin, triptaz, kimaz, lökotrienler,
PAF, prostoglandinler)
Araşidonik asit
metabolizma
bozukluğu
-Aspirin
-Steroid olmayan
antiinflamatuvarlar
-Boya ve katkı
İmmun agregatların ve antijen-antikor komplekslerinin kompleman sistemi aktive etmesi sonucu anafilaktoid
tip reaksiyon ortaya çıkabilir. Bu tip reaksiyona örnek
olarak protamin, dekstran, albumin ve IgA eksikliği olan
hastalarda kan ürünlerinin veya gammaglobulin transfüzyonu sonucu ortaya çıkan reaksiyonlar örnek olarak gösterilebilir.21-23
Sitotoksik anafilaktoid reaksiyonlarda antijen hücreye
bağlıdır. Bu tip reaksiyonlar kanın şekilli elemanlarının
parçalanıp kompleman bağlayıcı antikorlar oluşturduğu
uyuşmazlığa yol açan kan transfüzyonlarından sonra gelişebilir.
Diyaliz membranları, protamin ve radyokontrast ilaçlar gibi bazı maddeler antijen-antikor etkileşmesi olmadan
diğer inflamatuvar yolları aktive ederek anafilaktoid reaksiyonlara yol açabilirler. Bu yollar arasında kompleman,
kontakt (kallikrein-kinin), pıhtılaşma ve fibrinolitik sistemleri sayabiliriz.
Anafilaktik ve anafilaktoid reaksiyonların büyük bir
çoğunluğu mast ve bazofil hücrelerinin önceden sentezlenmiş ve uyarımla sentezlenen kimyasal mediyatörlerin
degranülasyonu sonucu gelişir. Bu hücrelerden önceden
sentezlenmiş histamin, triptaz, kimaz, heparin gibi
mediyatörler degranüle olup salınırken, uyarımın etkisi ile
mast hücresinin aktivasyonu ile prostoglandinler, PAF ve
lökotrienler gibi mediyatörler sentezlenerek salınmaya
başlar.
Bu mediyatörlerin çoğunluğu inflamatuvar hücreler
için kemotaktik ve proinflamatuvar özellikte olup
kompleman ve kinin sistemini aktive edebilir. İnflamasyon
zincirini başlatabilir. Anafilaksi ve anafilaktoid reaksiyonda salınan kimyasal mediyatörlerin neden olduğu
patofizyolojik olaylar ve muhtemelen katkıda bulunduğu
klinik belirtiler Tablo 2’de belirtilmiştir.25-27
Bütün bu mediyatörlerin salınımı sonucu major olarak
düz kaslarda spazm (bronşlar, gastrointestinal sistem,
uterus), vasküler permeabilitede artma, vazodilatasyon,
miyokard fonksiyonlarında bozulma ve vagal uyarım gelişir. Hastalarda bu gelişmelere bağlı olarak önemli miktarda
intravasküler sıvının %50’si 10 dakika gibi kısa bir sürede
ekstravasküler alana geçebilir. Volüm kaybı diğer kompansatuvar sistemleri harekete geçirerek katekolaminler
salgılanır. Anjiotensin I ve II yapımı artar. Bu
kompensasyon mekanizmalarının aktivasyon düzeyi anafilaksinin klinik şiddetini belirler. Anafilaksi sırasında
hemodinamik kompenzasyon yeterli olmazsa kan basıncı
ve kardiyak debi düşmeye devam eder. Bu nedenle hastaların sıvı tedavisi oldukça önemlidir.25-27
Klinik Tablo
KLİNİK ANAFİLAKSİ
Şekil 1. Anafilaksinin patogenezi.24
4
Anafilaksinin klinik tablosu değişik şiddette ve değişik belirtilerle ortaya çıkabilir. Klinik tablonun şiddeti
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ANAFLAKSİ
Sadık DEMİRSOY
Tablo 2. Anafilaksi ve anafilaktoid reaksiyonlarda mast hücrelerinin ve bazofillerin olası rolleri.25-27
Mediyator
Patofizyolojik olay
Olası Klinik
Histamin
H1 ve H2 reseptörler etkilenir
Vaskuler permeabilite artar
Vazodilatasyon
Düz kaslarda kontraksiyon
Ekzokrin gland sekresyonu
Duyusal sinirlerde irritasyon
Flaşing, ürtiker,
Angiyoödem, hışıltı,
Hipotansiyon
Abdominal kramplar
Diyare
Kemotaksis
Havayolu düz kaslarda kontraksiyon
Vaskuler permeabilite artar
Goblet ve mukozal gland sekresyonu
Geç faz cevabı,
Hışıltı ve hipotansiyon
oluşumunda olası rol
Periferal dilatasyon
Havayolu düz kaslarda kontraksiyon
Koroner vazokontraksiyon
Goblet ve submukozal gland sekresyonu
Flaşing, hipotansiyon
Hışıltı ve miyokardiyal
iskemide olası rol
Prostaglandingenerating faktör
Lipooksijenaz ve siklooksijenaz yolu
ile araşidonik asit metabolitlerinin
oluşumu
Araşidonik asit met.
ile aynı bulgular
Platelet-aktive edici
faktör
Havayolu düz kaslarda kontraksiyon
Vaskuler permeabilite
Hışıltı,
Hipotansiyon
Eozinofil-nötrofil
kemotaktik faktör
Eozinofil ve nötrofillerde aktivasyon
ve infiltrasyon
Bilinmiyor, teorik olarak
geç faz reaksiyonu
Triptaz
C3 ve C3a’ya yapışarak kompleman
sisteminin aktivasyonu,
Fibrinojene yapışır
Kallikreini aktive edebilir
Bilinmiyor,
inflamasyonun diğer
yollarını oluşturabilir
Kontakt sistemi aktive ederek
kinin formasyonunu sağlar
Bilinmiyor
Kimaz
Nöropeptidlere yapışır
Anjiotensin I’i II’e çevirir
Hipotansiyonda rol
alabilir
Heparin
Plasmin ve kallikrein ile
pıhtılaşmayı önler
Antikompleman
Antiinflamatuar etki
gösterebilir
Araşidonik asit metabolitleri
Lipooksijenaz yolu
LTB4
LTC4
LTD4
Siklooksijenaz yolu
PG D2
PG F2α
Tx A2
Mast hücre kininogenaz ve
bazofil kallikrein
antijenin alınmasından saatlerce sonra ortaya çıkan hafif
ürtikeryal lezyonlarla seyredecek kadar hafif, allerjenin
alımından sonra bir kaç saniye içinde kardiyovasküler
kollaps ile hastanın eksitus olacağı kadar ağır olabilir.
Genel bir kural olarak klinik belirtiler antijen alımından
sonra ne kadar erken çıkarsa klinik tablo o kadar ağır ve
fatal seyreder.4
Anafilaksinin başlangıç belirtilerinde bazı hastalarda
ağız çevresinde, el ve ayak tabanlarında uyuşma ve karıncalanmayı takiben ateş basması ve jeneralize flaşing görülebilir. Ağızda metalik bir tat olabilir. Hastalarda ölüm
korkusu gelişebilir. Hasta kendini halsiz hissedebilir. Nadiren başlangıçta abdominal kramp tarzında ağrı ile birlikte
ishal ortaya çıkabilir. Daha sonra aşağıda anlatacağımız
çeşitli sistemlere ait bulgu ve belirtiler değişik kombinasyonlarda gelişebilir. Anafilakside en sık tutulan sistemler
deri, solunum ve kardiyovasküler sistemlerdir. Ancak bu
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
sistemlerin yanında sinir sistemi, gastrointestinal sistem,
gözler ve kulak burun boğazda da tutulum olabilir.28
Deri belirtileri öldürücü değildir. Deri tutulumunda
jeneralize flaşingin yanında herhangi bir lezyon olmadan
jeneralize kaşıntı, kaşıntılı ürtikeryal plaklar ve anjiyoödem
gelişebilir. Ürtikeriyal plaklar hastaların %80’ninden fazlasında görülmesi ile anafilaksinin en sık görülen belirtisidir .
Vücudun değişik yerlerinde gezici olarak çıkabilir ve genellikle 7-8 saat içinde kaybolurlar. Anjiyoödem ise hastaların %25-30’unda ortaya çıkmaktadır. Ürtikerin aksine
kaşıntısız şişliklerdir. Vücudun herhangi bir yerini tutmalarına rağmen genellikle yüzde periorbital bölgeleri, dudakları ve dış genital organları tutar.4,24,29
Kardiyovasküler tutulum bulguları çok değişik olabilir. Deri ve solunum sistemi bulguları olmadan hastada
kardiyovasküler kollaps oluşabilir. Kardiyovasküler
5
Sadık DEMİRSOY
kollaps genellikle baygınlık hissinin duyulması ve
retrosternal ağrıyı takiben gelişen senkop ile ortaya çıkar.
Senkop ya vazodilatasyon ve kardiyak atımın azalmasına
veya asfiksiye bağlı gelişir. Başlangıçta intravasküler volümün azalmasına bağlı olarak sekonder kompensatuvar
taşikardinin gelişmesi anafilaksi için tipik bir bulgudur. Bu
bulgu anafilaktik atağı vazovagal senkoptan ayırmada
yardımcıdır. Ancak anafilakside vagal aktivitenin artmasına bağlı olarak bradikardi de gelişebilir. Bunun nedeni sol
ventrikül arka duvarındaki duyu reseptörlerinin iskemi
nedeni ile uyarılması sonucu gelişen kardiyoinhibitör reflekstir (Bazold-Jarisch refleksi). Hipoksi sonucu miyokardın kasılma fonksiyonu bozularak kardiyak debi azalabilir.
Bazı hastalarda koroner arterlerde gelişen vazokonstriksiyon sonucu iskemiye bağlı olarak aritmiler ve hatta
miyokardiyal
infarktüs
gelişebilir.
Anafilakside
miyokardiyal infarktus gelişebildiği koroner anjiyografi ile
kanıtlanmıştır.4,24,29
Kardiyak atımda azalma ile birlikte giden
miyokardiyal depresyon, yani miyokardın kasılma fonksiyonunda azalma anafilaksi atağından sonra birkaç gün
devam edebilir. Bunun miyokardiyal iskemiye bağlı olduğu
düşünülmektedir. Bu hastaların elektrokardiyografilerinde
ST segmentinde yükselme, T dalgasında yassılaşma ve
inversiyon, kardiyak ritimde bozulma ve kardiyak enzimlerde yükselme görülebilir.24,29
Solunum sistemi deriden sonra anafilaksiden en çok
etkilenen sistemidir. Yapılan bir çalışmada anafilakside
ölümlerin %70’inde solunum komplikasyonlarına bağlı,
%24’nünde solunum kollapsına bağlı gelişmektedir. Solunum sisteminde tutulum çeşitli seviyelerde olabilmektedir.
Üst solunum yollarında tutulum sonucu ödeme bağlı mukozalar transparan ve jelatinöz bir görünüm alır. Uvula
şişer ve beyaz üzüm tanesi gibi görünür. Epiglottis, larinks
ve çevre dokularda ödem sonucu üst solunum yollarında
obstrüksiyon gelişebilmektedir. Hastada solunum sıkıntısı
ile birlikte siyanoz, stridor, disfaji, seste kalınlaşma veya
kısıklık, havlar tarzda öksürük, boğazda dolgunluk ve
sıkışma hissi oluşabilmektedir. Tablo giderek şiddetlenirse
hasta asfiksi tablosu ile eksitus olabilmektedir. Hastada alt
solunum yollarının tutulması ile oluşan bronkospazm sonucu hışıltı (vizing), ekspiryumda uzama, siyanoz, dispne,
göğüste sıkışma hissi ve öksürük ile tipik bir astma atağına
benzer bir klinik tablo oluşabilir. Bu hastalarda da klinik
tablonun daha da şiddetlenmesi ile asfiksi gelişebilmekte
ve hasta eksitus olabilmektedir.4,24,29
Gastrointestinal semptomlar anafilaksi vakalarının
%30’unda görülür. Bulantı, kusma, kolik tarzında karın
ağrısı ve ishal başlıca görülen semptomlardır.24,29
Anfilakside sinir sistemi de tutulabilir. Baş ağrısı eksersize bağlı anafilaksi vakalarında %30, diğer anafilaksi
vakalarında %5 oranında görülür. Bazı vakalarda baş ağrısı
6
ANAFLAKSİ
tek başına bir semptom olabilir. Ayrıca baş dönmesi ve
kulak çınlaması olabilir. Hasta senkop ve konvulsiyon
geçirebilir. Ganzalo ve arkadaşları arı sokmasına bağlı
anafilaksi gelişen bir hastada epileptik atakların görüldüğünü bildirmiştir.30 Bazı hastalarda uzun süreli stupor
görülebilmektedir.31
Hastalarda ayrıca nadir olarak rinit, konjunktivit, döküntü olmayan kaşıntı, substernal ağrı gibi semptomlar
olabilir.24,29
Anafilaksi atağını takiben bütün semptomlar düzeldikten birkaç saat sonra tekrar ikinci bir atak ortaya çıkabilir. Buna bifazik anafilaktik reaksiyon denir. Bazı hastalarda günlerce tekrarlayan inatçı ataklar olabilir. Bazılarında
uygun tedaviye rağmen düzelmeyen şok ve erişkin tipi
respiratuvar distres sendromu tablosu gelişebilir. Hastalar
tekrarlayan bu ataklar sırasında eksitus olabilirler.4,24,29
Bazı etkenler anafilaksinin klinik tablosunu daha da
ağırlaştırabilir ve tedaviyi güçleştirebilir. Hastanın betablokör alması ve astımının olması klinik tablonun, özellikle
solunum sistemi belirtilerinin daha şiddetli oluşmasına ve
tedavinin güçleşmesine neden olur. Ayrıca beta-blokör
kullanan hastada adrenalin kullanılması alfa-adrenerjik
etkinin aşırı artması sonucu hipertansiyona yol açar. Önceden hastanın kalp hastası olması resüssitasyon işlemlerini
güçleştirebilir.4,24
Anafilaktik atak geçiren bazı hastalarda klinik tablo
aralardaki remisyonlar ve relapslarla günlerce sürebilir. Bu
tip anafilaksiye uzamış anafilaksi veya inatçı anafi denilmektedir.4,24,32
Laboratuvar Bulguları
Anafilaksi tanısı genellikle klinik belirtilerle konur ve
acilen tedavi başlanır. Çoğu zaman laboratuvar tetkikleri
sonuçları bekleyemeyecek kadar klinik gidiş hızlı ve acildir. Ancak laboratuvar tetkikleri ayrıcı tanıda ve hastanın
daha sonra izlenmesinde yardımcı olabilir.
Kan Sayımı
Hastada vasküler permeabilitenin artması sonucu
intravasküler sıvının ekstravasküler bölgeye kaçmasına
bağlı hemokonsantrasyon olabilir. Sonuçta Hb, hematokrit
ve beyaz küre sayısında yükselme görülür.4,24
Akciğer Grafisi
Hastada bronkospazm gelişti ise akciğerlerde bilateral
havalanma fazlalığı görülür. Kalp silüeti relatif olarak
küçülmüştür. Havayollarında müküs plaklar ve ödem sonucu atelektaziler gözlenebilir.1,4,24
EKG
Elektrokardiyografide iskemi ve infarktüs bulguları
çıkabilir. ST segmentinde yükselme, T dalgasında düzleşme ve negatifleşme görülebilir. Dal blokları dahil çeşitli
iletim bozuklukları ve supraventriküler aritmiler ortaya
çıkabilir.1,4,24
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ANAFLAKSİ
Sadık DEMİRSOY
Arteriyal Kan Gazları
Anafilaksinin başlangıcında genellikle PO2 ve
PCO2’de düşme görülür. Klinik tablo ağırlaşıp, solunum
sisteminin tutulması ile CO2 retansiyonu sonucu pCO2’de
yükselme ve metabolik asidoz gelişmesi sonucu da pH’da
düşme görülür.1,4,24
Biyokimya Testleri
Akut atak sonrası kreatinin fosfokinaz ve glutamooksaloasetik
asit
transferaz
düzeyleri
artabilir.
Koagulasyon ve kompleman sistemlerinde bozukluklar
olabilir.4
Özgül IgE Düzeyleri
Özellikle ani ölümlerin anafilaksiden olduğunun kanıtlanmasında özgül IgE düzeyleri önemli ölçüde yararlı
olur. Örneğin Schwartz ve arkadaşları5 arı venomuna bağlı
fatal anafilaksi gelişen dört hastanın en az birinde özgül
IgE düzeyinin yükseldiğini bulmuştur. Bir başka çalışmada
da fatal anafilaksi gelişen 7 vakada etken olan besinlere
karşı özgül IgE düzeylerinin yükseldiği bulunmuştur .
Plazma ve İdrar Histamin Düzeyleri
Serum histamin düzeyi anafilaksinin başlamasından
5-10 dakika sonra yükselmeye başlar ve yaklaşık 1 saat
yüksek kalabilir. Ayrıca bütün hastalarda yükselme olmamaktadır. Plazma histamin düzeyinin ölçümü için en uygun
zaman semptomların başlamasından sonra 10 dakika ile 1
saat arasındaki süredir. Örneğin Lin ve arkadaşlarının33
yaptıkları bir araştırmada 42 erişkin hastanın 20’sinde
plazma histamini (>10 nmol/L) yüksek bulunmuştur.
Histamin düzeyleri kalp atışları ile korele bulunmuş. İdrar
histamin düzeyi plazma histamin düzeyinden daha uzun
süre yüksek kalabilmektedir .
Serum Triptaz Düzeyi
Brockow
ve
arkadaşları34
iyonik
olmayan
radyokontrast maddelerle gelişen anafilaktoid reaksiyonlarda postmortem alınan serum örneklerinde serum triptaz
düzeyinin yükseldiğini göstermişlerdir.
Ayırıcı Tanı
Anafilaksi antijenin alınmasını takiben birkaç sistemi
tutan klinik belirtilerle ortaya çıkan bir tablo olduğu için
dikkatli alınacak öykü ve yapılacak fizik muayene ile ayırıcı tanıya gidilebilir. Ancak klinik başlangıç sadece şuur
kaybı olan vakalarda tanıda yanılgılara düşülebilir. Anafilaksi klinik tablosunun çok değişik şiddette olması ve
değişik sistemleri tutması ile birçok hastalıklarla karıştırılabilir. Bu hastalıklar Tablo 3’de gösterilmiştir.1
Tedavi
Anafilaksi tedavisi belki de hekim ve diğer sağlık personelinin en hızlı davranması gereken tedavilerden biridir.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Tablo 3. Anafilaksinin ayırıcı tanısı.
Vazodepresör senkop
Restoran sendromları
Monosodyum glutamat
Skromboidozis
Sülfitler
Flaş sendromları
Niasine bağlı
Karsinoid
Postmenopozal
Klorpropamid/alkol
Tiroidin medüller karsinoması
Otonomik epilepsi
İdiyopatik
Endojenik aşırı histamin salınımı sendromları
Sistemik mastositoz
Ürtikeria pigmentoza
Bazofilik lösemi
Akut promiyelositik lösemi (tretinoin tedavisi)
Kist hidatik
Organik olmayan hastalıklar
Panik ataklar
Munchausen stridoru
Vokal kord disfonksiyon sendromu
Globus histerikus
Diğer durumlar
Herediter anjiyoödem
Kırmızı adam sendromu (vankomisine bağlı)
Müdahale birkaç saniye içinde yapılmalı ve zamanla yarışılmalıdır. Tedavide bir iki saniyelik gecikme telafisi
mümkün olmayan durumlara neden olabilir. Acil müdahalenin yapılabilmesi için sağlık kuruluşlarında anafilaksi
tedavisinde kullanılacak bütün araçlar ve ilaçların eksiksiz
bulundurulacağı bir acil odası oluşturulmalı, parenteral ilaç
ve maddelerin uygulanması bu odada yapılmalıdır. Anafilaksi tedavisinde kullanılan araç ve ilaçlar Tablo 4‘da
belirtilmiştir.34 Bu araç ve ilaçlar kolayca ulaşılabilecek bir
yerde her zaman hazır olmalıdır.
Tedavi ekip işidir. Bu ekip en az bir hekim, bir hemşire ve bir yardımcı sağlık personelinden kurulu olmalıdır.
Hekim tedaviyi yönlendirip uygulamaları yaparken, hemşire ona yardımcı olmalı ve uygulamalara katılmalı, yardımcı
sağlık personeli de uygulamalara yardımcı olurken ekibin
dışarı ile bağlantısını kurmalıdır. Anafilaksiden kuşkulanılan hastadan şüpheli allerjen hemen uzaklaştırılmalıdır.
Enjeksiyon yapılıyorsa hemen kesilmeli, hastanın beslenmesine son verilmeli, ağzındaki besin artıkları temizlenmeli ve arı uzaklaştırılmalıdır.
Anafilaksi daha önce belirtildiği gibi klinik başlangıcı
ve seyri her insanda değişik olabilir. Bazısında deride hafif
ürtikeriyal lezyonlar gelişirken, bazısında da ani
kardiyovasküler kollaps ve şok tablosu gelişebilir. Her
hastanın klinik tablosuna göre uygun tedavinin planlanıp
uygulanması mortaliteyi önemli ölçüde azaltacaktır.
7
Sadık DEMİRSOY
Tablo 4. Anafilaksi tedavisinde kullanılan ilaçlar ve aletler.34
İlaçlar
1/1000’lik aköz adrenalin solüsyonu
H1 reseptör antagonisti (IV)
H2 reseptör antagonisti (IV)
Salbutamol nebül, aminofilin
Serum fizyolojik
Sodyum bikarbonat
Kalsiyum glukonat
Kortikosteroid (IV)
Glukagon
Dopamin, doputamin
Aminofilin
Antiepileptikler
Atropin
Lidokain
Ringer laktat ve/veya serum fizyolojik
Konvülsiyonlar için nöroleptikler
Aletler
Çeşitli boyda enjektörler
Turnike, lateks olmayan eldivenler
Nazal tüp, airway tüpü, maskeler
Laringoskop ve endotrakeal tüpler
Ambu
Oksijen tüpü
Nebulizer ve seti
Aspiratör
Monitör ve EKG aleti
Defibrilatör
ANAFLAKSİ
2. Adrenalin anafilakside hayat kurtarıcı ilaçtır. Acil
tepsisinde gerekirse enjektöre çekili olarak tutulmalıdır.
Ülkemizde adrenalin preparatları 1/1000’liktir. Erişkinlere
½’lik, çocuklara ¼’lük adrenalinin hepsi yapıldığında 0.5
ve 0.3 mg’lık dozlar verilmiş olmaktadır. Bir seferde erişkinlere en fazla 0.5 mg, çocuklara ise 0.01 mg/kg en fazla
0.3 mg subkutan veya intramuskuler verilebilir.
İntramuskuler yolla daha hızlı absorbe olup, plazma piki
yapmaktadır. Uygulamalar daha çok subdermal yapılmakla
beraber son yıllarda intramuskular yol plazma düzeyinde
pik daha çabuk yükselme sağlandığından daha çok tercih
edilmeye başlanmıştır. Bu doz hastanın tedaviye verdiği
yanıta göre 5 dakikada bir 2-3 kez tekrarlanabilir.
İntramuskular uygulamada ilaç üst deltoid kasının içine
verilir. Ancak uyluğun anterolateral bölümüne (vastus
medialis) intramuskular enjeksiyon daha çabuk ve yüksek
serum adrenalin düzeyi sağladığı için orta-ağır ve tedaviye
dirençli anafilaksi olgularında bu yol tercih edilebilir. Daha
sonra klinik tablonun seyrine göre aynı doz 4 saatte bir
tekrarlanır.36,37
Yaşlı, hipertansif ve koroner kalp hastalığı olan hastalarda anafilakside uygulanacak ilk ilaç yine adrenalindir.
Anafilaksi kuşkulu hasta
Uygulama Sırası
Aşağıdaki uygulamaların biri yapılırken diğeri için
beklenilmesi gerekmez. Örneğin bir müdahaleci solunum
yolunu açarken, diğeri adrenalin uygulaması yapabilir.
Diğeri de hastaya mayi takabilir. Hastanın klinik tablosuna
göre aşağıdaki uygulama sırasında değişiklikler yapılabilir.
Örneğin hafif ürtikeriyal plaklarından başka belirtileri
olmayan hastalara adrenalin gerekmeyebilir.24 Bu uygulamalar yapılırken hastanın solunum, kan basıncı ve nabzı
gibi vital bulguları dikkatli bir şekilde takip edilmelidir.
Tedavinin algoritması Şekil 2’de ve tedavide izlenecek sıra
Tablo 5’de gösterilmiştir.
1. Anafilaksi sırasında öncelikle havayolunun açık olup olmadığı kontrol edilmelidir. Hastanın ağzında bulunan
yemek artıkları temizlenmeli ve varsa ağzındaki takma diş
çıkarılmalıdır. Gerekirse ağız boşluğu, orofarinks, nazal
kavite aspire edilmelidir. Hastanın solunum yolu açık
değilse endotrakeal entubasyon yapılıncaya kadar
nazofaringiyal veya orofaringiyal airway takılabilir. Hastaya %100 oksijen verilmeye başlanır. Üst hava yolu darlığı
hemen değerlendirilir ve gerekirse endotrakeal tüp yerleştirilir. İleri derecede ödem varsa krikotirotomi yapılır. Oksijen verilir (6-7 L/dk).1,4 Hastada kardiyopulmoner arrest
gelişmişse resüssitasyon ve reanimasyonun bütün uygulamaları yapılır.
8
Klinik tablo anafilaksi
Anafilaksi ile
HAYIR
uyumsuz
İle uyumlu
EVET
Adrenalin
Klinik tabloyu değerlendir
HAYIR
Antihistaminikler
Yaşamı tehdit ediyor mu?
Kortikosteroidler
EVET
Acil uygulama
Solunum yolunu aç ve oksijen
Adrenalin
Gerekliyse
Kardiyopulmoner resüsitasyon
İntravenöz sıvı
Vazopresörler
İnhale bronkodilatörler
Entübasyon veya trakeotomi
HAYIR
İyi klinik yanıt
Tekrar değerlendirme ve
tedavi
Adrenalini tekrarla
Gerekirse antihistaminikleri ve
steroidleri tekrarla
Glukagon
H2 Blokör
Hastaneye naklet
EVET
Olası geç reaksiyon için hastayı izle
Şekil 2. Anaflaksi tedavisinin algoritması.24
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ANAFLAKSİ
Tablo 5. Anafilaksinin tedavisi.34
Hızlı hareket et
Değerlendirme
Havayolunu kontrol et ve açık olduğundan emin ol
Şuur düzeyini değerlendir
Vital bulguları değerlendir (nabız, kan basıncı, vd)
Tedavi
Adrenalin ver
Hastayı bacakları yukarıda sırtüstü yatır
Oksijen ver
Eğer antijen enjekte edildiyse (veya böcek sokmuşsa)
enjeksiyon yerinin proksimaline turnike tak
Hastanın klinik durumuna göre uygula
Periferal intravenöz sıvı
H1 ve H2 antagonistler
Bronkodilatörler
Vazopresörler
Kortikosteroidled
Atropin ve glukagon
EKG Monitorizasyonu
Hasta durumuna göre belirli bir süre hastanede yatır
Ancak dozu normal uygulama dozundan düşüktür ve 0.15
mg’dır. Bu dozdan sonra göğüs ağrısı ve aritmi gelişmezse
tedaviye normal dozdan devam edilir. Safdar ve arkadaşlarının yaptıkları bir literatür taramasından sonra kalp hastalığı tanımlamayan yaşlı hastalarda subkutan adrenalinin
önemli bir kontrendikasyonunun olmadığını belirtmişler.38
Hastanın tekrarlanan adrenalin uygulamalarına ve
mayi tedavisine rağmen şok tablosu devam ediyorsa
intravenöz adrenalin uygulaması yapılabilir. Hastaya
1/1000’lik adrenalinden 0.1-0.3 mg 10 ml serum fizyolojikle sulandırılarak yavaş yavaş 10 dakika sürede verilir.
Hastanın durumu kritikse 1.0 mg adrenalin 10 ml serum
fizyolojik ile sulandırılarak 5-20 dakika sürede 1-2 ml
hastanın durumuna göre yavaş yavaş verilir.1-3 İntravenöz
adrenalin verilecek hastalar mümkünse monitorize edilmeli, hastaya adrenalin elektrokardiyografik izlenme ile verilmelidir.36
Şoka girmiş ve intravenöz yolu açılamamış hastalarda
adrenalin kemik içine (intraosseöz) veya damar dokusu
yönünden zengin sublingual alanın 1/3 arka kısmına verilebilir.
Adrenalin uygulanmasında bir diğer yol da entübe edilmiş hastada entübasyon tüpünden sokulan bir kataterle
tam karina hizasında adrenalinin verilmesidir. Hastanın
nefes alıp vermesi ile buradaki adrenalin hızla dağılır ve
absorbe edilir.24
3-Anafilaksi arı sokması veya enjeksiyon sonucu gelişmişse daha fazla allerjenin aniden dolaşıma girmesini
önlemek için uygulama yerinin proksimaline turnike uygulanabilir. Turnike 3-5 dakika durduktan sonra nekroz gelişmesini önlemek için 1 dakika süre gevşetilmeli ve sonra
tekrar uygulanmalıdır.1,4
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Sadık DEMİRSOY
4. Arı sokması, intradermal ve subkutan enjeksiyonlarda bölgenin çevresine vazokonstriksiyon yaparak daha
fazla allerjenin absorbsiyonunu engellemek için 1/1000’lik
adrenalinden 0.1-0.3 mg subkutan uygulanabilir. Bu uygulama adrenalin muskuler arteriollerde vazodilatasyon yapıp, daha fazla allerjenin absorbsiyonuna neden olabileceği
için intramuskuler enjeksiyona bağlı anafilaksilerde uygulanmamalıdır.1,4
5. Hasta hızla yatırılıp, bacaklar 45°’ye getirilerek
Trendelenburg pozisyonuna getirilmelidir. Bu pozisyon
bacaklardaki kanın santral sinir sistemi gibi hayati organlara gitmesini sağladığı için şoka girmek üzere veya girmiş
olan hastalarda oldukça yararlıdır. Ancak bu pozisyon
yaygın hava yolu obstrüksiyonu, dispne ve hışıltısı
(wheezing) olan hastalarda solunum sıkıntısını daha da
artırabileceği için zararlı olabilir.1,4
6. Anafilakside damar içi sıvının damar dışına çıkması ile hastada şok tablosu oluşabilir. Hastanın bu tablodan
çıkması için kaybettiği sıvının yerine konması gerekir.
Hastaya sıvı elektrolit tedavisi yapılırken hastanın genel
durumu, kan basıncı, santral venöz basıncı ve hematokriti
izlenmeli, bu bulgulara göre mayi tedavisi yönlendirilmelidir.
Mayi tedavisinde Ringer laktat veya serum fizyolojik
gibi volüm artırıcı sıvılar kullanılır. Çocuklarda mayi ilk
saatte 20-30 ml/kg gidecek şekilde verilir. Daha sonra
çocuğun durumuna göre mayi miktarı ayarlanır. Özellikle 8
yaşın altındaki çocuklarda intravenöz mayi takılamamışsa
mayi intraosseöz olarak verilebilir. Distal nabızlar alınıncaya kadar 20 ml/kg ringer laktat veya serum fizyolojik
intraosseöz yoldan hızla verilir. Hastanın durumu düzelinceye kadar toplam 60 ml/kg sıvı bu yoldan verilebilir.1,4
Erişkinlerde 500 ml kolloid sıvı (dekstran) hızla verildikten sonra Ringer laktat veya serum fizyolojik sıvısına
geçilir. Erişkinlere her 20-30 dakikada bir 1 litre mayi
verilir. Mayi verilme hızı santral venöz basınç, pulmoner
arter wedge basıncı, kardiyak kan atımı, EKG takibi, idrar
çıkımı ve hematokrit değerleri izlenerek ayarlanmalıdır.
Pulmoner arter basıncı 6 mmHg, santral venöz basınç 5
cmH20’dan düşükse mayi verilmeye devam edilmelidir.1,4
Mayi tedavisi yapılan hastalarda konjestif kalp yetmezliğini ve akciğer ödemini önlemek için santral venöz
basıncının 15 cmH20’dan , pulmoner arter wedge basıncının da 18 mmHg’dan yüksek olmamasına dikkat etmek
gerekir.4
7. Anafilaksi tedavisinde, özellikle ürtikeri ve
anjiyoödemi olan hastalarda antihistaminikler vazgeçilmez
ve
H2
ilaçlardır.
Yapılan
çalışmalarda
H1
antihistaminiklerin kombine verilmelerinin tek tek verilmelerinden daha etkin olduğu bildirilmektedir. Lin ve arkadaşlarının yaptıkları araştırmada akut allerjik reaksiyonu
olan 91 erişkin hastanın bir gurubuna 50 mg difenhidramin
9
Sadık DEMİRSOY
ve serum fizyolojik verilirken (kontrol gurubu), diğer guruba da 50 mg difenhidramin ve 50 mg ranitidin verilmiş.
Hastalarda deri tutulumu (ürtiker ve anjiyoödem), kalp
hızı, kan basıncı, solunum bulguları ve semptom skorları
dikkate alınmış. İkinci grupta 1. ve 2.saatin sonunda ürtiker
daha az ve kalp hızı daha düşük bulunmuştur. Anjiyoödem,
eritem ve kan basıncı yönünden fark bulunamamış. Sonuçta araştırmacılar H2 antihistaminiklerin de eklenmesinin
yerinde olacağını belirtiyorlar.39
Erişkinlerde 25-50 mg, çocuklarda ise 12.5-25 mg (12 mg/kg) difenilhidramin veya eşdeğer dozda diğer bir
antihistaminik uygulanabilir. Bu ilaca ek olarak 1 mg/kg
ranitidin veya 4 mg/kg simetidin ile kombine edilir. H1
antihistaminikler genellikle intramuskuler, ağır vakalarda
da intravenöz verilirken, H2 antihistaminikler daima
intravenöz verilir. Hızlı verildikleri zaman hipotansiyon
yapabilirler.1,4
8. Anafilaksili hasta diğer bulgularla veya diğer bulgular olmadan ekspiryumda uzama, takipne, dispne ve
hışıltı (wheezing) ile tam bir astma atağını taklit ederek
gelebilir. İnhalasyon yapamayan hastalara 0.15 mg/kg
salbutamol 15-20 dakika aralıklarla nebulizer ile verilir.
Cevap alınamayan veya beta-bloker alan hastalara
aminofilin veya antikolinerjikler (ipratropium bromid)
verilebilir. İpratropium bromid (atrovent) nebulizer ile
her 6 saatte bir çocuklara 250 µg, erişkinlere 500 µg verilir.1,4
9. Yukarıda sayılan uygulamalara rağmen hipotansiyonu olan hastalarda adrenalin ve sıvı tedavisinin yanında
vazopresörlerin de kullanılması gerekebilir. Özellikle
hipotansif, ancak santral venöz basıncı 15 cm H20,
pulmoner wedge basıncı 18 mm Hg’dan yüksek olan hastalarda daha fazla sıvı yüklenmesi konjestif kalp yetmezliğine ve pulmoner ödeme yol açabileceği için bu tür ilaçlar
tercih edilir. Dopaminin 2-10 µg/kg/dk gibi düşük dozlarda
periferik damar direnci üzerinde pek etkisi olmazken, bu
etki 15 µg/kg/dk gibi yüksek dozlarda ortaya çıkar. Ayrıca
bu ilaç şoktaki hastanın böbrek kan akımını artırır ve 5-10
µg/kg/dk dozunda hipotansiyonun kontrolünde yardımcı
olur. Kan basıncının kontrolünü sağlamak için 10 µg/kg/dk
dozunda verilen dobutamin düşük dozda verilen
dopaminden daha etkilidir. Bu nedenle birçok merkezde
renal kan akımının artırılmasının yanında periferik
vazokonstriksiyonu sağlamak için düşük doz dopamin ile
dobutamin kombine kullanılmaktadır. Ancak bu ilaçların
infüzyonu bikarbonatlı sıvılarla yapılmamalı, infüzyonda
%5 dekstroz kullanılmalıdır.1,4
10. Kortikosteroidlerin anafilaksi tedavisindeki rolleri
tam olarak anlaşılamamıştır. Birçok yayında anafilaksinin
geç ve tekrarlayan (bifazik anafilaksi) belirtilerinde endike
olduğu söylenmektedir. Hafif belirtileri olan anafilaksi
vakalarında oral 30-60 mg predinizolon verilebilir. Hasta10
ANAFLAKSİ
nın durumu ağırsa ve daha önce kortikosteroid kullanmışsa
duruma göre çocuklarda 10-100 mg, erişkinlerde 100-1000
mg hidrokortizon, yoksa yerine eşdeğer intravenöz veya
intramuskuler prednizon verilir. Bu uygulama tablo inat
ediyorsa 6 saatte bir tekrarlanabilir.1,4
11. Anafilaksi geçiren hastalarda tekrarlayan belirtiler
ve inatçı hipotansiyonla birlikte bradikardisi olan hastalarda beta-adrenerjik blokaj düşünülmelidir. Özellikle bu
durum çeşitli nedenlerle beta-blokör ilaç kullanan yaşlı
hastalarda görülebilir. Bu hastalarda kalbin hem inotropik,
hem de kronotropik fonksiyonları suprese olmuştur. Betaadrenerjik blokajı olan hastaların tedavisinde atropin ve
glukagon olmak üzere iki ilaç önerilmektedir.1,4
Atropin bradikardinin tedavisinde etkindir ve kalbin
inotropik etkisi üzerinde olumlu bir etkisi yoktur. Yukarıda
belirtilen tedavilere rağmen bradikardisi olan hipotansif
hastalarda maksimum doz 2 mg olmak üzere her 10 dakikada bir 0.3-0.5 mg intramuskuler veya subkutan uygulanır.
Glukagon pankreasın alfa-hücreleri tarafından yapılan
bir hormondur. Kalp üzerinde hem inotropik, hem de
kronotropik etkileri vardır. İnotropik etki katekolaminlere
bağlı olmadığı için beta-adrenerjik blokajla değişmez.
Bulantı ve kusma tedavide karşılaşılan en büyük problemdir. Tedavi olarak başlangıçta 1-5 mg bolus dozu olarak
intravenöz yoldan verilir. Daha sonra idame tedavisi
intravenöz yoldan 5-15 µg/dk devam edilir. Glukagonun
kardiyotonik etkileri miyokardiyal irritasyona neden olmaz. Kardiyotonik etkisi bolus dozundan sonra 15.dakikalarda başlar ve 5-15.dakikalarda maksimum olur.
Beta-blokör
ilaçlar
anafilaktojenik
mediyatörlerin
salınımına etki eden adenil siklazı modüle ettikleri için bu
hastalarda anafilaksi tablosu çok daha şiddetli ve tedaviye
dirençli olmaktadır.15 Glukagonun beta-blokör alan ve
normal tedaviye dirençli anafilaktik şok vakalarında etkili
olduğu bildirilmektedir.40,41
9. Bifazik allerjik reaksiyon, özellikle geç adrenalin
uygulanmış vakalarda ortaya çıkabileceğinden anafilaksi
atağı geçiren hastalar durumları iyi olsa bile bir süre yakından izlenmeli ve gözetim altında tutulmalıdırlar. Gözetim
süreleri hafif belirtileri olan hastalarda en az 2 saat olmalı,
şiddetli belirtileri olan hastalarda bu süre 24 saate kadar
uzatılmalıdır.1,41
10. İnatçı (protracted) anafilaksisi olan vakalar
prognozları kötü olabileceğinden mutlaka hastaneye yatırılarak izlenmelidir. Bu hastalar monitorize edilmeli, damar
yolları devamlı açık tutulmalı ve kortikosteroid tedavisine
devam edilmelidir.1,41
Korunma
Anafilaksi bir hekimin meslek yaşamında rastlayabileceği en dramatik durumlardan biridir. Daha önce
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ANAFLAKSİ
Sadık DEMİRSOY
Tablo 6. Anafilaksiden korunmada önlemler.
9.
Pumphrey RS. Lessons for management of anaphylaxis from a
study of fatal reactions. Clin Exp Allergy 2000;30:144.
Genel yaklaşımlar
1) Hastanın öyküsünde daha önce ilaç ve diğer nedenlere bağlı
anafilaksi gelişip gelişmediği öğrenilir.
2) Hastanın duyarlı olduğu allerjen veya ilaçla çapraz duyarlılığı
olabileceği ilaç, madde veya allerjenlerden kaçınılır.
3) Mümkünse parenteral ilaç uygulaması yerine oral ilaç uygulama
tercih edilir.
4) Parenteral uygulamalardan sonra hasta en az yarım saat bekletilir.
5) Hastalara rastgele ilaç verilmemelidir.
Riskteki hastaya yaklaşımlar
1) Hastanın allerjisinin olduğu madde veya ilaçlar dosyasında göze
çarpacak şekilde belirtilir. Bilezik, kolye veya giydiği elbiseye
yazılır. Ailesi, öğretmenleri ve yakın çevresi eğitilir.
2) Hasta anafilaksi durumunda kendi kendine adrenalin uygulaması
konusunda eğitilir. Kendi kendine uygulanan adrenalin preparatlarını (EpiPen JR 0.15 mg, Epipen 0.3 mg) daima yanında taşıması sağlanır.
3) Eğer mümkünse anafilaksi çıkma olasılığını artıracaklarından ve
tedaviyi güçleştireceklerinden dolayı anjiyotensin konverting enzim (ACE) inhibitörleri, monoaminoksidaz enzim inhibitörleri ve
trisiklik antidepresanları kesilir.
4) Anafilaksi veya anafilaktoid reaksiyona yol açabilecek madde ve
maddeler mutlaka uygulanması gerekiyorsa aşağıdaki uygulamalar yapılabilir :
a) Desensitizasyon ve immunoterapi
b) Provakatif testler
c) Premedikasyon
10. Pumphrey RS, Stanworth SJ. The clinical spectrum of anaphylaxis in north-west England. Clin Exp Allergy 1996;26:
1364.
11. Vervloet D, Arnaud A, Velliuex P, et al. Anaphylactic reactions
to muscle relaxants under general anesthesia. J Allergy Clin Immunol 1979;63:348.
12. Hamann Curtis P. Natural rubber latex protein sensitivity. Rev
Am J Contact Dermatitis 1993;4:19.
13. Liebermen P. Difficult allergic drug reactions. Immunol Allergy
Clin North Am 1991;11:213.
14. Van Metre TE Jr, Adkinson NF. Immunotherapy for allergic
disease. In Middleton E Jr. et al. Allergy Principles and Practice.
3rd ad, St. Louis, Mosby-Year Book, 1988. p.1988.
15. Filip V. Anaphylactic reactions incidence in allergic and atopic
patients. Allergol et Immunopathol 1988;16:73.
16. Slater JE. Latex allergy. Ann Allergy 1993;70:1-2.
17. Delage C, Irey Ns. Anaphylactic deaths: A clinical pathologic
study of 43 cases. J Forensic Sci 1972;17:525.
18. Hunt EL. Death from allergic shock. N Engl J Med 1993;228:502.
19. Pumphrey RS, Roberts IS. Postmortem findings after fatal anaphylactic reactions. J Clin Pathol 2000;53:273.
20. Levere N, Delaunay L, Hingot JL, Bounet F. Bilateral massive
adrenal haemorrhage complicating anaphylactic shock: A case report. Intensive Care Med 1997;22:447.
21. Westaby S, Turner MW, Stark J. Complement activation and
anaphylactoid response to protamin in a child after cardiopulmonary bypass. Br Heart J 1985;53:574.
epidemiyolojisinden bahsedilirken önemli ölçüde mortalite
nedenlerinden biri olduğu belirtilmişti. Tanı yöntemlerinin
gelişmesi ve postmortem inceleme olanaklarının artması ile
bu oranların bilinenlerden çok daha yüksek olduğu ortaya
çıkacaktır. Uygulanacak basit önlemlerle hem anafilaksinin
görülme sıklığında, hem klinik tablosunun şiddetinde, hem
de mortalitesinde önemli azalmalar sağlanabilir. Bu önlemler Tablo 6‘da özetlenmiştir.1,42
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Lane SJ, Lee TH. Anaphylaxis. In: Kay AB ed. Allergy and
Allergic Diseases. Blackwell Science, 1997. p.1550.
Richet C. Anaphylaxis. Oxford Historical Books, 1913.
Richet G. Nobel prize to Charles Richet in 1913 and the first 12
years of anaphlaxis. Rev Prat 1999;49:1457. Lane SJ, Lee TH.
Anaphylaxis. In: Kay AB ed. Allergy and Allergic Diseases.
Black Well Science 1997. p.1550.
Lieberman P. Anaphylaxis and Anaphylactoid Reactions. In
Middleton E, Reed CE, Reed CE, Ellis ET, et al eds. Allergy
Principles and Practice, Mosby Co 1998. p.1079.
Schwartz HJ, Yunginger JW, Schwartz LB. Is unrecognized
anaphylaxis a cause of sudden unexpected death? Clin Exp Allergy 1995;25:866.
Porter J, Jick H. Boston Collaborative Drug Surveillance Programs: drug induced anaphylaxis, convulsions, deafness and extrapyramidal symptoms. Lancet 1977;1:587.
Marguet C, Coudere L, Blanc T, Amar R, et al. Anaphylaxis in
children and adolescents: A propose of 44 patients aged 2 months
to 15 years. Arch Pediatr 1999;6:72.
Rokrer CL, Pichler WJ, Helbling A. Anaphylaxis: Clinical aspects, etiology and course in 118 patients. Schweiz Med
Wochenschr 1998;17128:53.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
22. Ring J Anaphylactoid reactions to intravenous solutions used for
volume substitution. Clin Rev Allergy 1991;9:397.
23. Bosso JV, Schwartz BV, Stevenson DRD. Tryptase and histamine
release during aspirin-induced respiratory reactions. J Allerg Clin
Immunol 191;88:830.
24. Türktaş İ, Anafilaksi. Ekim N, Türktaş H. Göğüs Hastalıkları
Acilleri Bilimsel Tıp Yayınevi; 2000. p.75.
25. Kemp FS, Lockey RF. Anaphylaxis: a review of causes and
mechanisms. J Allergy Clin Immunol 2002;110:341.
26. Wasserman SI. Anaphylaxis. In: Kaplan AP ed. Allergy. Philadelphia: WB Saunders, 1997. p.56.
27. McGrath KG. Anaphyaxis.diagnosis and management. In: Grammer LC, Greenberger PA eds. Patterson’s Allargic Diseases. Lippincott Williams and Wilkins Comp. Philadelphia 2002. p.415.
28. Wyatt R. Anaphylaxis. How to recognize, treat and prevent
potentially fatal attacs. Postgrad Med 1996;100:87-90, 96-9.
29. Lane SJ, Lee TH. Anaphylaxis. In: Kay AB ed. Allergy and
Allergic Diseases. London, Blackwell Science 1997;
1550.
30. Ganzalo Garijo MA, Bobadilla Gonzalez P, Puyana Ruiz J.
Epileptic attacks associated with wasp sting induced anaphylaxis.
J Investig Allergol Clin Immunol 1996;6:277-9.
31. Noe E, Vila L, Iriate J, Martinez-Vila E. Anaphlaxis should be
considered to be a potential cause of stupours state. J Investig Allergol Clin Immunol 1999;9:335-6.
32. Brady WJ Jr, Luber S, Joyce TP. Multiphasic anaphylaxis: report
of a case with prehospital and emergency department considerations. J Emerg Med 1997;15:477-81.
33. Lin RY, Schwartz LB, Curry A, Pesola GR, et al. Histamine and
tryptase levels in patients with acute allergic reactions: An emergency department-based study. J Allergy Clin Immunol
2000;106:65.
11
Sadık DEMİRSOY
34. Brockow K, Vieluf D, Puschel K, Groosch J, et al. Increased
postmortem serum mast cell tryptase in a fatal anaphylactoid reactin to nonionic radiocontrast medium. J Allergy Clin Immunol
1999;104:237.
35. Lieberman PL, Simon MR. Anaphylaxis in the physician’s office.
57th AAAI Annual Meeting, Magnolia, 2001.
36. Hourihane JO, Warner JO. Treatment of acute anaphylaxis.
Benign allergic reactions should not be treated with adrenaline.
BMJ 1995;311:731-3.
37. Stuart J. Treatment of acute anaphylaxis. Chart helps with calculation of dose of adrenaline for children. BMJ 1995;161:731-3.
38. Safdar B, Cone DC, Pham KT. Subcutaneous epinephrine in the
prehospital setting. Prehosp Emerg Care 2001;5:200-7.
12
ANAFLAKSİ
39. Lin RY, Curry A, Paseola GR, Knight RJ, et al. Improved outcomes in patients with acute allergic syndromes who are treated
with combined H1 and H2 antagonists. Ann Emerg Med
2000;36:462.
40. Javeed N, Javeed H, Javeed S; Moussa G, et al. Refractory anaphylactoid shock potentiated by beta-blockers. Chatet Cardiovasc
Diagn 1996;39:383-4.
41. Compton J. Use of glucagon in intractable allergic reactions and
as an alternative to epinephrine: an interesting case review. J
Emerg Nurs 1997;23:45-7.
42. Wyatt R. Anaphylaxis. How to recognize, treat and prevent
potentially fatal attacs. Postgrad Med 1996;100:87-90,96-99.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLARDA KRONİK ÖKSÜRÜK
Mehmet KARAAYVAZ
Çocuklarda Kronik Öksürük
CHRONIC COUGH IN CHILDREN
Dr. Mehmet KARAAYVAZa
a
Allerjik Hastalıkları BD, GATA, ANKARA
Özet
Abstract
Kronik öksürük, dört haftadan uzun süren, çocukluk çağının sık
şikayetlerindendir. Farklı etyolojik faktörler infant, erken ve geç
çocukluk döneminde rol oynar. Pek çok sebebi olsada astım, kronik
rinosinüzit, pastviral bronşial hiperreaktivite, gastroözofagal reflü
hastalığı vakaların çoğunda gözlenir. Pasif sigara içimi, yabancı cisim
aspirasyonu ve konjenital anomalilerde ayrıca önemlidir. Tanı koyarken algoritmalar destek saglar.
Chronic cough, defined as coughing for more than four weeks,
is a common childhood complaint. Different causes are playing role at
infant, early and late childhood periods. There are many causes for it
but asthma, chronic rhinosinusitis, postviral bronchial hyperreactivity,
gastroesophageal reflux disease account for most of the cases. Other
causes, such as passive smoking, forein body aspirastion, congenital
anormalies are also important. An algorithm is provided to aid the
diagnostic process.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, kronik öksürük
Key Words: Children, chronic cough
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):13-15
K
ronik öksürük çocukluk çağında sık karşılaşılan
semptomlardan biridir. Öksürük solunum
yollarının kendini korumak ve temizlemek
amacıyla oluşturduğu bir refleksdir. Öksürük reseptörleri
solunum yolu dışında farenks, paranazal sinüs, özofagus,
dış kulak yolu ve plevrada bulunur. Öksürük kolayca
tanınan bir semptom olmasına rağmen şekli ve yoğunluğu
konusunda objektif değerlendirme yapmak oldukça zordur.
Kronik öksürük prevalansı ile ilgili çeşitli çalışmalar
olmakla birlikte kesin olarak tespit etmek oldukça zordur.13
Kronik Öksürük Nedenleri
Kronik öksürük öksürüğün 4 haftadan uzun sürmesi
şeklinde tanımlanmasına rağmen bazı yayınlarda değişik
tanımlamalara rastlamak mümkündür.3 Öksürüğün akut
veya kronik olarak ayrımının yapılması etyolojik farklılıklarını da ortaya koymaktadır. Çocuklarda akut öksürüklerin
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Mehmet KARAAYVAZ
GATA, Allerjik Hastalıkları BD,
ANKARA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
çoğunun nedeni viral üst solunum yolu enfeksiyonları iken
kronik öksürük nedenleri farklılıklar göstermektedir. Erişkinlerde kronik öksürük nedenleri astım, postnazal akıntı
sendromu ve Gastro-özofagal reflü gelirken, çocuklarda
yaşa göre bir takım değişiklikler göstermektedir. Bu nedenle çocuklarda kronik öksürük sebeplerini incelerken bazı
çocukluk dönemlerine göre değerlendirme yapılması daha
akılcıdır.
İnfant döneminde sıklık sırasına göre kronik öksürük
nedeni olarak Gastroözofagal reflü, infeksiyonlar, konjenital malformasyonlar, konjenital kalp hastalıkları, pasif
sigara içiciliği, çevre kirliliği, astım görülürken erken
çocukluk döneminde; post viral hava yolu hiperreaktivitesi,
astım, pasif içicilik, gastro-özofagal reflü, yabancı cisim ve
bronşektazi gelmektedir. Geç çocukluk döneminde erişkinde olduğu gibi astım ve postnazal akıntı sendromu ilk
sıraları alırken reflü daha az görülmektedir. Ayrıca sigara,
bronşektazi ve psikojenik öksürük daha nadir nedenlerdir.4
Ayırıcı tanıda anamnez alırken hastanın geçirdiği
infeksiyonlar, allerji hikayesi olup olmadığı, aşıları sorgulanmalıdır. Anamnezde öksürüğün sebebi ve özel bir tetikleyici ajanı olup olmadığı, çevre kirliliği, sigara maruziyeti
dikkatlice incelenmelidir. Özellikle fizik muayenede bü13
Mehmet KARAAYVAZ
ÇOCUKLARDA KRONİK ÖKSÜRÜK
yüme parametrelerinin ve gelişmenin değerlendirilmesi
hastalığın ciddiyetini ortaya koymak açısından önemlidir.
Kronik öksürüğün tanı ve tedavisinde bazı algoritmaların
kullanılması zaman ve maliyet israfını engellemek için
tavsiye edilmiştir. Şekil 1’de böyle bir algoritma verilmiştir.
1.Postnazal Akıntı Sendromu
Postnazal akıntı sendromu sıklıkla allerjik veya infeksiyöz rinite, hatta daha çok rinosinüzite bağlı olarak gelişir.
Sekresyonların farinxdeki öksürük reseptörlerini direk
uyarmasına bağlı oluşur. Bu sekresyonların bronş ağacına
mikroaspirasyonları da olabileceği ileri sürülmüştür.5 Öksürük hasta yatar durumdayken ve sabah kalktığı ilk saatlerde artar. Horlama, geniz akıntısı, hırıltı, boğaz
temizleme isteği, nazal konjesyon, nazal akıntı ve ses kısıklığı klinik bulgu olarak karşımıza çıkabilir. Fizik muayenede farenkste kaldırım taşı manzarası görülebilir. Tanıda anamnez, fizik muayene, allerji testleri ve radyolojik
değerlendirme önemlidir.
2. Astım
Kronik öksürük astımlı hastaların önemli klinik pre-
Kronik Öksürük (> 4 hafta)
Anamnez - Fizik muayene
prezantasyonlarından biridir. Öksürük-varyant astım
olarak da adlandırılan bu durum bütün astım
prevalansında olduğu gibi artış göstermektedir. Sadece
kronik öksürüğü olan provakasyon testlerinde bronş
hiperreaktivitesi olan çocuklarda varyant astım olabileceği akla gelmelidir. Bu hastalarda inflamasyonun büyük
hava yollarında olduğu ya da hafif olduğu ileri sürülmektedir.4 Bronkodilatör ve steroid tedavisine iyi yanıt verirler. Bu hastalığın tanı ve tedavisi ayrıca ele alınacağı için
ayrıntıya girilmeyecektir.
3. Gastro-Özofagal Reflü
Mide içeriğinin geriye doğru özofagusa gelmesi ve
oradan da üst solunum yoluna ulaşmasıdır. Bu olayın nasıl
öksürük oluşturduğu kesin bilinmemektedir. Bronşlara
mikroaspirasyon olabileceği gibi özefagustaki reseptörler
aracılığıyla da gelişebilir. İnfant döneminde sık görülen bir
durumdur. Özellikle bir ve dördüncü aylar arasında pik
yaparken, 12 aydan sonra kendiliğinden kaybolabilir.6 Bu
durum bazı semptomlara ve fiziksel komplikasyonlara yol
açarsa „Gastro-özofagal reflü hastalığı“ olarak adlandırılmaktadır.
Kronik öksürük nedeni olarak Gastro-özofagal
reflü görülme oranı %15 olarak tahmin edilmektedir.7
İnfantlarda öksürük yanında bradikardi, apne gibi
belirtiler birlikte görülmektedir. Sadece öksürük görülmesi çocuklarda pek sık değildir. Hastalığa tanı
konulmasında 24 saatlik PH moniterizasyonu en hassas
yöntemdir.
Varsa sigara maruziyeti gibi
irritanları kes
+
+
Akciğer – Sinüs grafisi
Konsolidasyon
Kollaps
Lenf nodu tutulumu
4.Post İnfeksiyöz Öksürük
Rinosinüzit
Normal
+
Nazal semptomlar
+
Nazal yaymada
eozinofili
_
+
Tam kan - Sedimentasyon
PPD
Gastrik lavaj
Nazal sürüntü (pertusis)
Mikoplazma tetkikleri
Boğaz kültürü
_
Allerjik rinit
Non-Allerjik rinit
Tedavi
_
Allerji Prick testler
Solunum fonksiyon testi
Provokasyon testleri
Yetersiz
Kronik öksürüğe neden olarak spesifik bir infeksiyon
yoktur. Bütün viral ve bakteriyel infeksiyonlardan sonra
görülebilir. İnfeksiyonun neden olduğu hava yolu
inflamasyonunun geçici bir hiperreaktiviteye neden olduğu
düşünülmektedir. Hastalık herhangi bir tedavi verilmeden
kendiliğinden iyileşebilir.8
Yeterli
+
Tüberküloz
RSV
Mikoplazma
Boğmaca
_
Astım
_
Toraks BT
+
Solunum yolu infeksiyonun iyileşmesinden sonra aylarca sürebilen öksürüğe denir. Diğer nedenlerin ekarte
edilmesi sonucu tanı konulmaktadır. Sıklıkla yanlış olarak
astım tanısı alabilir. Bu nedenle ayırıcı tanının iyi yapılması gereklidir.
_
_
Bronşektazi
+
Siliyer diskinezi
İmmün yetmezlik
Kistik fibrozis
araştır
Bronkoskopi
+
Yabancı cisim v.s.
24 saatlik pH ölçümü
+
GÖR
Şekil 1. Çocuk hastalarda kronik öksürüğün değerlendirilmesi.
14
5. Psikojenik Öksürük
Psikolojik sorunların somatik bulgusu olarak ortaya
çıkan ve diğer nedenlerin ekarte edilmesi ile tanı konulan
diğer bir durumdur. Bir çalışmada adolesen çağda %10
civarında görüldüğü bildirilmiştir.7 Bu öksürük huzursuz
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLARDA KRONİK ÖKSÜRÜK
yapıdaki çocuklarda boğaz temizlemesi şeklinde görülür.
Öksürük stres altında artar, uykuda kaybolur. Metalik,
kaba, havlar veya patlayıcı tarzda nonprodüktifdir.
Kronik öksürükte tedavide temel olan sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Öncelikle sigara ve diğer irritan faktörlere maruziyet olup olmadığı araştırılmalıdır. Öksürük
kesiciler, antihistaminler, dekonjestanlar ve astım ilaçları
tedavide kullanılabilir. Öksürük kesiciler özellikle küçük
çocuklarda yan etki oluşturabileceğinden fazla tavsiye
edilmez. Öksürük varyent astım hariç diğer olgularda
astım ilaçları faydalı değildir. İnfeksiyon şüphesi olanlarda uygun antibiyotik kullanılabilir. Allerjik hastalarda
eliminasyon yanında diğer allerji ilaçları kullanılmalıdır.
Uygun tedaviye cevap vermeyen reflü hastalarında cerrahi tedavi düşünülmelidir. Postinfeksiyöz öksürüklerde
kısa süreli öksürük kesici ajanlar kullanılabilir.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Mehmet KARAAYVAZ
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Ioanna M Velissariou and Dimitris A Kafetzis. Chronic cough in
children: recent advances. Expert Rev. Anti-infect. Ther.
2004;2:111-7.
J C de Jongste, M D Shields. Cough. 2: Chronic cough in children. Thorax 2003;58:998-1003.
Morice A, Kastelik JA, Thompson RH. Gender difference in
airway behaviour. Thorax 2000;55:629.
PY Chow, D K K Ng Chronic cough in children. Singapore Med
J. 2004 Vol 45:462.
Bush A. Paediatric problems of cough. Pulm Pharmacol Ther
2002;15:309-15.
Orenstein SR. Infantile reflux: different from adult reflux. Am J
Med 1997;103:S114-9.
Holinger LD, Sanders AD. Chronic cough in infants and children:
an update. Laryngoscope 1991;101-596-605.
Empey DW, Laitinen LA, Jacobs L, Gold WM, Nadel JA, Mechanisms of bronchial hyperreaktivity in normal subjects after upper
respiratory tract infection. Am Rev Resp Dis 1976;113:131-9.
15
Hasan YÜKSEL
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
Çocukluk Çağında Allerjik Rinit
ALLERGIC RHINITIS IN CHILDHOOD
Dr. Hasan YÜKSELa
a
Çocuk Allerji BD ve Solunum Birimi, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, MANİSA
Özet
Abstract
Allerjik rinit çocuğun çevresel bir alerjen duyarlılığına bağlı
nazal mukozada oluşan allerjik yangı sonucu ortaya çıkan klinik
tablodur. Olguların çoğunluğunda konjonktivitte birlikte olduğu için
bu tabloyu allerjik rinokonjonktivit olarak adlandırmak daha doğrudur. Bu tabloda en önemli yakınmalar burunda kaşıntı, hapşırma,
aksırma, akıntı, gözlerde yanma ve sulanmadır. En sık alerjen etken
polenler olduğu sıklıkla bahar mevsiminde bulgular gözlenir. Ancak
yıl boyu süren ev tozu akarı ve diğer alerjenlerle oluşan allerjik rinit
de söz konusudur. Ancak tüm bulgular buruna sınırlı değildir. Hava
yolunun devamı olan bronşlarda da allerjik yangı bulguları yani
allerjik astım görülebilir. Bu nedenle allerjik rinit sistemik allerjik
yangı sonucu hava yolunun tümünü ilgilendiren bir antite olarak ele
alınmalıdır.
In childhood, allergic rhinitis is an entity established in nasal
mucousa secondary to environmetal allergen sensitivity. Allergic
rhinoconjunctivitis is more rational because of the fact that most of
them have also allergic conjunctivitis. Main symptoms of allergic
rhinococnjunctivitis are nasal pruritis and discharge, sneezing and eye
burning and/or icthing. The most symptoms are observed in spring
time intemittently since the most causative allergen are pollens. However, perannail allergic rhinitis also observed due to mite or other
allergens. Nevertheless all symptoms of allergic rhinoconjunctivitis
are not limited those. Also many symptoms are able to be observed in
lower airway. Therefore, allergic rhinitis should be dealed with as an
allergic inflammation and clinical entitity may interested in all airway
secondary to sysytemic allergic inflammation.
Key Words: Allergy, asthma, children, conjunctivitis, children
Anahtar Kelimeler: Allerji, astım, çocuk, rinit, konjonktivit
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):16-26
A
llerjik rinit (AR) bir veya birkaç alerjen duyarlılığının neden olduğu burun tıkanıklığı, hapşırma,
aksırma, burunda seröz bir akıntı, yumuşak damakta kaşıntı ve yineleyen üst solunum yolu enfeksiyon
benzeri tabloyu tanımlamaktadır1 Olguların %70-80’ninde
beraberinde allerjik konjonktivit bulgularının (gözlerde
özellikle kaşıntı ayrıca yanma, kızarma, sulanma vs) da
görülmesi nedeniyle allerjik rinokonjonktivit olarak (ARK)
tanımlamak daha doğrudur.2 Son yüzyıl boyunca sağlıklı ile
ilgili toplanan veriler göstermiştir ki, diğer allerjik hastalıklar
ve astım gibi ARK sıklığında da yıllar içinde gözlenen ve
sosoyoekonomik gelişmişlikle paralellik gösteren bir artış
vardır. Bunun nedenlerine ARK ya neden olan risk faktörleri
ve çevresel nedenler bölümünde değinilecektir.
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Hasan YÜKSEL
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Çocuk Allerji BD ve Solunum Birimi, MANİSA
[email protected]
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
16
Epidemiyolojik ve Demografik Özellikleri
Hastalık yaklaşık %80 oranında mevsimsel özelliktedir ve bu formunda en sık etkenler ot ve ağaç polenleridir.
Bu sık görülen form mevsimsel (MARK) yada intermittant
(IARK) olarak çocuk ve erişkinde tanımlanır.2 Kalan %20
AR’li hastada ise yıl boyu bulgular görülür. Bu az görülen
from ise yılboyu (YARK) yada persistant (PARK) olarak
adlandırılır. Sık görülen grupta ot veya diğer bitki polenleri
ile karşılaşanlardaki burunda kaşınma, akıntı, hapşırma ve
gözlerde yanma ile karakterli klinik tabloyu tanımlamak
için saman nezlesi (hay fever) tanımı kullanılmıştır.
MARK’li olguların %80’inde etken bir allerjen saptanabilir. Bu çok büyük oranda bir polen ve daha az oranda ise
bir mantar sporudur genellikle. YARK formunda ise en sık
etken ev tozu akarı ve yine ev içi mantar alerjenleridir.
Ancak MARK’lı olgularda %85-95 etken allerjen saptanabilmekte iken, bu yıl boyu riniti olan olgularda etken
allerjeni saptama sıklığı %50’dir.3
ARK bulguları çocukta sıklıkla 5 yaş üstünde görülmektedir. Bulguların en sıklıkla görüldüğü dönem
preadölesan ve adölesan dönemlerdir. Bu yaştan sonra
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
insidans ve prevelansta azalma gözlenir. Çocukların en sık
5-15 yaş arası tanı aldıkları bildirilmektedir.3,4
Allerjik Rinokonjonktivit Gelişimi:
Risk Faktörleri ve Çevresel Etkenler
ARK gelişimindeki risk faktörleri ve çevresel etkenler
allerjinin gelişimindekilerden farklı değildir.5 Bu daha
önceki bölümlerde anlatılmıştır. Ancak burada pediatrik
ARK açısından farklı bazı nüanslar vardır. Bunlara bu
bölümde kısaca değinilecektir. Bunla iki gruba ayrılabilir:
i.
Epidemiyolojik-demografik faktörler
ii.
Çevresel ve bireysel faktörler
i. Epidemiyolojik-demografik faktörler: Diğer
allerjik hastalıklarda olduğu gibi aile öyküsünde ARK
bulunanlarda hastalık daha sık görülmektedir. Annede
ARK varlığı en önemlisidir ve anneden geçiş yüksek
penetranslı otozomal dominant bir genetik geçiş gösterir.
Bulguların çıkmasında ırk özelliklerinden daha çok çevresel etkenlerin daha önemli olduğu bildirilmektedir.5 Kesin
bulgu olmamakla birlikte MARK ın ilkbahar ve sonbaharda doğan çocuklarda daha sık gözlendiğini bildiren çalışmalar vardır. ARK epidemiyolojisini araştırırken tanı kriterler önemlidir. AR tanısının konulabilmesi için gün içindeki semptomların bir saatten fazla sürmesi gerekmektedir.
Allerjik hastalığın toplumda görülme sıklığı ortalama %2030 olup, ARK’in sıklığı %10-25 arasında değişmektedir.
ARK sıklığının toplumdan topluma hatta aynı toplumda
bölgeden bölgeye, şehirli ve kırsal kesimde de değiştiği
unutulmamalıdır. Uluslararası verilerde çocuklardaki AR
sıklığı 6-7 yaş grubunda %0.8-14.9 arasında, 13-14 yaş
grubunda ise %1.4-39 arasında bildirilmiştir.5,6
ii. Çevresel ve bireysel risk faktörler: En önemlisi
çocuğun yaşadığı toplum sayılabilir. İngiltere de preadölesan ve adölesan yaş grubunda sıklığı yaklaşık %35
civarındadır. Afrika gibi sosyoekonomik açıdan Dünya’da
en geri olan bölgeler ile gelişmekte olan ülkelerin köysel
alanlarında allerjik hastalıkların sıklığı en az görülmektedir. Bu daha önceki konularda bahsedildiği üzere toplumun
genetik tandansı, ekosu ve gelişmişlik düzeyi ilgilidir.7 Ki
bu yönüyle diğer allerjik hastalıklar ve ARK “ekogenetik”
bir fenomen olarak tanımlanabilir. Fakat AR in genetik
yönü genel allerjik yatkınlık ve astım kadar fazla çalışılmamıştır. Bunun nedeni AR in mortal yönünün olmaması,
bir çok nazal problemin AR semptomlarını taklid etmesi ve
AR in konvansiyonel bir çok tedaviye yanıt vermesidir.
Ancak denilebilirki, allerji ve ARK multifaktöryel ve
multipl genetik foküsleri olan bir hastalıktır ve hala genetik
temelleri tam ve kesin olarak aydınlatılamamıştır. Allerjik
hastalıkların gelişimi ile suçlanan çevresel faktörleri ve bu
faktörlerin genetik yapı ile olan etkileşimini (genotipikfenotipik etkileşim) sırasıyla gözden geçirmek bu mücadelede faydalı olacaktır.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Hasan YÜKSEL
Çevresel hava kirliliği henüz mekanizmaları tam
olarak bilinmese de artan çevresel hava kirliliği belki de
artan allerjik hastalık sıklığındaki en önemli faktördür.6,7
Hava kirliliğine neden olan endüstriyel artıklar sülfürdioksid (SO2), ozon (O3), nitrojen-dioksid (NO2) ve havadaki partikül yoğunluğudur. Çevrsel hava kirliliğinin önemi, kirliliğe neden olan partiküllerin burun mukozasına
yapışmasıdır. Bu partiküller önemli bir alerjen taşıyıcı
görevi görürler. Bu alerjen duyarlılığında artışa ve rinitin
daha kolay oluşmasına neden olabilir. Çünkü alerjenle
birlikte olan egzoz gazı çalışmalarında nazal mukozal
uyraıda in vivo olarak Th2 fenotipi sitokin salınımının (IL4, IL-5, IL-10, IL-13) daha yüksek olduğu gösterilmiştir.5,7
Atmosferde artan diğer bir kirletici O3 da aynı etkiyi yapabilir. Çocuklar gün içindeki zamanın yaklaşık %90-95 ini
kapalı ortamda geçirmektedir. Bu nedenle artan nem, ev içi
eşyalarının ısıyı izole etmesi için tüylü olması (halı, klim,
perde...) ev tozu akarlarının çok daha fazla artmasına ve
çocuklar tarafından yüksek oranda inhale edilmesine yol
açmaktadır. Kapalı ortamda geçirilen süre ile ilgili olan
diğer bir konuda sigara dumanına olan maruziyetin artışıdır. Sigara dumanı bir başka çevrsel kirletici ve ARK artışın neden olabilecek etkendir.
Çevresel alerjen durumu önemli bir risk faktörüdür. Çevresel alerjen maruziyet yoğunluğunun allerji
gelişimi ile anlamlı birliktelik gösterdiğidir. Şöyle ki, aile
öyküsünde allerji bulunan çocuklarda 750 ng/g akar yoğunluğu allerjik duyarlılık gelişimi için yeterli iken, aile öyküsü negatif olanlarda bu 25 000 ng/g olarak gözlenmiştir.
Polenler açısında ise, çaplarının büyük olması nedeniyle
sıklıkla ARK ve daha az allerjik astım oluşturmaktadırlar.7
Çevredeki varlık ve yoğunlukları çocukta klinik bulguların
çıkma yaşı ve ağırlığını değiştirir.
Prenatal faktörler ve beslenme ARK da önemli
olabilir.8 Prenatal dönemde annenin yoğun alerjene
maruziyeti, sigara içmesi, beslenme bozukluğu (düşük
omega-3 alması vs ?) allerjik hastalık ev dolayısıyla ARK
sıklığını arttırabilir. Anne sütü ile beslenme hem sağlıklı
çocuk beslenmesi açısından hem de allerjik duyarlılık için
riski olan çocuklarda bu riski azaltma açısından şiddetle
desteklenmelidir.8,9 Omega-3 yağ asidi oranını diyette
arttırmak allerjik hastalıktan koruyucu olabilir. En önemli
doğal kaynağı yoğurt olan probiyotiklerin teorik olarak
mukozal immüniteyi oluşturması, Th2 yanıtını baskılaması
ve antiinflamatuvar etkileri nedeniyle allerjik yanıtın gelişimini baskılaması beklenir.
Enfeksiyonlar da allerjik hastalık ve ARK gelişiminde önemlidir. Hayatın erken döneminde geçirilen
enfeksiyonlar IFN-γ salınımı ile Th2 baskılaması yanında
solunum sistemindeki dejeneratif etkileri allerji patogenezi
açısından ayrı bir özellik oluşturmaktadır.10 Ancak bu konu
özellikle allerjik astım gelişimi üzerindeki enfeksiyonun
etkileri için araştırılmış olup allerjik rinit için kesin veriler
17
Hasan YÜKSEL
yoktur. Fakat çocuklardaki sık enfeksiyonların allerjik
yanıtı azaltması hijyen hipotezince desteklediği varsayılırsa
ARK dan da koruyucu bir faktör olduğu düşünülebilir.
Allerjik Rinit İmmuno-Patofizyolojisi
AR etyopatogenetik olarak çevresel (aero-, pneumoallerjen) allerjenlerin nazal mukozaya ulaşması sonucu,
burada allerjene karşı daha önceden sistemik ve lokal doğal
sürecini tamamlamış olan allerjik inflamatuvar yanıtın
verilmesi ve bu sırada mukozadaki gelişen patofizyolojik
değişiklikler, immün hücre birikimi, mukozal hasarlanma
vs sonucu ortaya çıkan bir klinik tablodur. Bu nedenle
nazal mukozal morfoloji, fizyoloji, allerjik yanıtın
immünopatogenezi ve bunun sonucu ortaya çıkan
patofizyolojik değişiklerin morfolojik ve hücresel etkilerinin bilinmesi gerekir. Bu nedenle ARK etyopatogenezini
bu konuları ayrı ayrı içeren birkaç başlık altında kısaca
inceleyeceğiz.
Normal Nazal Mukozanın Morfoloji ve Fizyolojisi: Burun mukozası burunu oluşturan kemik ve kıkırdak
yapının üzerini örten, dışarıdan içeriye doğru 3 bölgeye
ayrılır. İlk giriş vestibül olup çok katlı stratifiye yassı epitel
ile örtülüdür. Biraz arkada istmus vardır.11 Daha geride ise
asıl nazal mukozayı oluşturan nazal kavite vardır. Nazal
kavite psödostratifiye yassı epitel ile örtülüdür. Bu
kavitede alt, orta ve üst konka ile bunların arasından oluşan
meatus vardır. Özellikle konkalar olmak üzere bu yapılar
inhale edilen havanın temizlenmesi, nemlenmesi, ısıtılmasından sorumludur. Havanın temizlenmesi için 5-10 mikrogram üzerindeki partüküller bu nemli mukozada tutulur.
Çoğu çevresel allerjenin çapı (polenler…) bundan büyük
olduğu için allerjenler de bu nedenle en çok burun mukozasında tutulurlar. Nazal kavite tabanında aynı zamanda
koku ile ilgili olfaktör sinir uçları vardır. Örneğin ot poleni
gibi büyük çaplı allerjenler konkalar ve mukoza üzeindeki
mükus kitlesi tarafından tutulur ve bunların bir kısmı
nazofarenkse drene edilirken bir kısmı da mukozaya yapışarak submukozaya ilerler. Eğer allerjik bir birey ise AR
bulgularını oluşturur. Nazal mukozanın vasküler yapısı da
ARK patofizyolojisinde ve klinik bulgularını anlamada
önemlidir. Nazal mukozanın çok yoğun bir subepitelial
kapiller damar yapısı vardır. Bu yapıda endotelial hücrelerden fenestrasyonlar ve çok yoğun ve iyi çalışan
arteriovenöz fistüller vardır. Bu normal nazal siklusda
havanın filtre edilmesi, ısıtılması ve nemlendirilmesinde
çok önemli bir işleve sahiptir. Ancak bu kadar yoğun bir
vasküler ağ, arteiovenöz fistüller allerjik inflamasyonda
nazal mukozanın hızla ödematöz olmasına ve nazal pasajın
tıkanmasına neden olur.11 Sekresyon artışı, koku alma
yetisinde kayıp, sinüs ve orta kulak ostiumlarının tıkanarak
sinüzit ve otit gelişmesine neden olur. Aynı zamanda burunda filtre olamayan ağızdan inhale edilen havadaki
allerjenler alt solunum yolu aerjisi yapabiliriler. Bu ARK lı
18
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
çocukta da astım sıklığındaki artıştan sorumlu olabilir.2
Nazal mukozda bulunan mukus goblet hücreleri, nongoblet mukous glandlarınca sekrete edilen müköz salgı ile
bu salgının vizkozitesini ayarlayan seröz bezlerin salgıladığı seröz salgıdan oluşur. Seröz bezlerin salgısı daha çok
parasempatik kontrol altındadır. Aynı zamanda plazma
eksudasyonu da vardır. Allerjik inflamasyon esnasında
ortaya çıkan histamin ve non-adrenerjik non-kolinerjik
(NANC) nörinal inflamasyon mediatörleri serbest sinir
uçlarını uyararak sekresyon artışına neden olurlar. Ancak
AR de bir çok diğer rinit formlarından farklı olarak goblet
hücreleri non-hiperplastik bir artış gösterirler. Nazal mukozadaki nörinal yapı mukozadaki serbest sinir uçlarından
oluşur. Bu sinir uçları özellikle parasempatik ve NANC
aktivasyonu yapar. Özellikle NANC uçlardan salgılanan
Subtans-P, VİP, nörokininler, CGRP ve benzeri bir çok
nöropeptid vazomotor tonusun ve sekresyonun kontrolünden sorumludur.2,11 Bu nedenle AR patojenezinde de sorumlu olurlar. Sempatik sitümülasyon mukozal ödemde
gerileme ve sekresyon da azalma, kolinerjik sitümülasyon
tersi yanıttan sorumludur. Bu nedenle AR olgularda
sekresyonun azaltılmasında anti-kolinerjikler yararlı olabilir.
Allerjik Nazal Mukozanın Pato-Morfolojisi:
Sistemik anlamda allerjik yanıt genetik ile ilişiki bölümde
değinildiği gibi allerjik yanıta eğilimli immün sistemi olan
bir kişide nazal mukozaya allerjen gelince önce sistemik
bir allerjik duyarlılık olacaktır. Daha sonra allerjenin yineleyen nazal mukozaya ulaşmaları sonucunda allerjik nazal
mukozal inflamasyon kronik hale gelecek ve klinik bulgular çıkacaktır. Yani allerjik yanıt lokal bulgularla ortaya
çıkan kronik sistemik bir immün yanıttır.2 Allerjik duyarlılaşma ve yanıt daha önce anlatıldığı için burada ayrıntılı
anlatılmayacaktır. Ancak ARK da kronik allerjik nazal
mukozal inflamasyon ve klinik bulgular işte bu
immünopatogenetik sürecin boyunca ve sonucu çıkar.11,12
Polen duyarlılığındaki, MARK de polen sezonu dışında
immünopatolojik değişiklikler ve klinik bulgular minimaldir. Ancak polen mevsiminde şiddetli immün hücre
infiltrasyonu, doku ve mukoza ödemi, hipersekresyon ve
şiddetli klinik bulgular görülür. Yıl boyu AR de ise
immünosellüler infiltrasyon daha ılımlı, kroniktir, enfeksiyon komplikasyonu daha sıktır ve hafif-orta şiddetli olan
bir klinik bulgu tablosu vardır. Bazen allerjik yanıt minimal ve sınırlı olabilir. Buna klinik bulguların çok silik ve
atipik olduğu “minimal persistan inflamasyon” denir. Her
ne şekil ve şiddette olursa olsun nazal mukoza ve
submukozadaki çevresel alerjenin buruna gelmesi sonucu
başlayan
kronik
allerjik
inflamasyon
özellikle
eozinofillerin toksik sekresyonları (ECP, MBP…) ile nazal
epitel hücresinin dökülmesi, serbest sinir ucunun ortaya
çıkması, vazodilatasyonla oluşan sürekli eritem, histaminin
oluşturduğu kolşnerjik uyarı, sLT ve benzeri lipid
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
Hasan YÜKSEL
mediatörlerce oluşturulan permeabilite artışına neden olur.
Bu ise mukozada “nazal hiperreaktiviteye” neden olur.
Bunun sonucunda nazal mukozada sadece spesifik
allerjene karşı değil, özellikle serbest sinir uçlarını irrite
edecek olan diğer çevresel etkenlere (soğuk, sigara dumanı,
kirli ortam…) karşıda nörojenik inflamasyon kökenli bir
hiperreaktif yanıt verilir.2 Buna ARK da “non-spesifik
nazal hiperreaktivite” denir.
Klinik Bulgular ve Tanı
Anamnez ve klinik bulguların iyi bir şekilde çocukta
elde edilişi tanı için önemlidir.13 Hastalığa ait özel bazı
sorularla alınan ayrıntılı bir anamnez ve hastalık hikayesi;
burun, sinüsler, farengolarengeal bölge ve akciğerlerin
ayrıntılı muayenesi ile birlikte genel bir fizik muayene ile
beraber laboratuar testleri yardımı ile konulabilir. Hastalığın klinik değerlendirilmesi ve rinitin klasifikasyonu Şekil
1’de özetlenmiştir.
Hastadan veya aileden anamnez alınırken kapalı uçlu
sorular (Burun tıkanıklığı var mı? Burunda su gibi akıntı
var mı? Burunda kaşıntı var mı? Hapşurma var mı? gibi)
sorularak durum netleştirilebilir. Bunun yanında hastada
olabilecek göz, kulak, boğaz ve sinüslere ait semptomlar
sorulmalıdır. Üst hava yolunun böylece sorgulanmasından
sonra komorbid hastalıklar için mesela allerjik astma için
de öksürük, nefes darlığı, hırıltılı solunum, astma nöbeti
gibi astmatik semptomların da sorgulanması mutlaka gereklidir.2,13 Öyküde, semptomların nasıl ve ne zaman başladığı, mevsimsel mi yoksa yıl boyu mu olduğu, semptomların oluştuğu özel bir ortamın (kapalı ev ortamı ve/veya
piknik ortamı, orman vb. gibi açık alanlar) olup olmadığı
sorgulanmaldır. Ev ortamı içerisinde, örneğin yatak odasının özellikleri (kalın halılar, ardiya gibi kullanılan dolapla-
Hikaye
-
Nazal akıntı
Tıkanıklık
Hapşurma/kaşıntı
Hapşurma ve akıntı
Çoğu gün 1 saaten
fazla süren 2 ya da daha
fazla semptom
Tıkanıklık
Hapşurma
özellikle paroksismal
çok az ya da yok
Burun akıntısı
sulu
anteriyor ve posteriyor
koyu mukus
daha çok posteriyor
Kaşıntı
var
yok
Tıkanıklık
değişken
sıklıkla ağır
Diurnal ritim
gün içinde kötü
gece daha iyi
sürekli, ama gece
daha ağır
Konjunktivit
sıklıkla gözlenir
Şekil 1. Rinitin klinik değerlendirme ve klasifikasyonu.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
rın varlığı, kalın mefruşatların varlığı gibi), evde evcil
hayvan varlığı, süs bitkisi varlığı (ki bunlarda indoor küf
mantarı alerjenleri üreyebilir) sorgulanmalıdır. Hastaların
soygeçmişleri de yol gösterici olabilir. Ailede atopi var
olup olmadığı mutlaka sorulmalıdır. Allerjik rinitli bir
hastanın ailesinde de genellikle allerjik hastalık (rinit,
astma, atopik dermatit gibi) olabilir.
MARK’li hastalarda burunda su gibi akıntı ve
hapşurma en önde giden semptomlardır; PAR’te ise daha
sıklıkla burun tıkanıklığı semptomu görülür. Hastaların
semptomlarının oluşma dönemleri de önemlidir. Polenler
MAR’in en önemli nedenidirler. Bu nedenle polen allerjisine daha hastalık hikayesi alınırken tanı konulabilir. Ülkeden ülkeye, bitki örtüsü ve iklim çeşitliliğine göre farklılıklar göstermekle birlikte çoğunlukla polenler kış haricinde
diğer mevsimlerde MARK’e neden olabilmektedir. Ülkemizde ağaç polenleri en erken polenizasyona ve semptomlara neden olan alerjenlerdir. Ağaç polenlerinin Şubat
ayının ortasından başlayıp Nisan ayı sonuna kadar
polenizasyon yaptığı bilinmektedir. Çayır otu polenleri ise
Mayıs ayı ortasından Ağustos ayı başına kadar
polenizasyon yaparlar. Son baharda (Temmuz ayı ortalarından Ekim ayına kadar) ise yabani ot polenleri semptomların oluşmasından sorumlu alerjenlerdir. Mantar sporları
da önemli bir allerjik rinit etkeni olup yıl boyu önemli
alerjen kaynağı olabilirler. Ancak; daha çok Mayıs ve
Ekim ayları arasında en çok karşılaşılırlar. Yıl boyu semptomları olan bir hastada öncelikle perennial bir alerjenin
neden olduğu YARK veya nonallerjik rinit düşünülmelidir.
Burun tıkanıklığı sonucu kronik sinüzit gibi hastalıkların
daha sıklıkla komorbidite gösterdiği bu allerjik rinit türünde baş ağrısı, postnazal akıntı, koku ve tad alma duyularında azalma ya da kayıp, kulak ağrısı ve uyku apnesi gibi
semptomlar görülebilir.
Fizik muayenede burunla birlikte diğer üst solunum
yolu da dikkatlice gözden geçirilmelidir. Baş boyun, göğüs
ve komşu bölgelerin de fizik muayenesi yapılmalıdır. Aktif
allerjik rinit semptomları var olan bir hastanın nazal muayenesinde soluk, bazen mavimsi, ödemli ve inflame bir
nazal mukoza görülür.2,12,13 Konkalar şiş, bunun yanında
açık renkli şeffaf bir nazal akıntı görülebilir. Burun tıkanıklığı ön planda olan hastalarda %1’lik fenilefrin yada %0.01
ksilometazolin ile dekonjesyon sağlandıktan sonra bu
muayeneler yapılabilir. Nazofarenkste açık krem renkli
postnazal akıntı görülebilir. Uzun süreli nazal tıkanıklık
semptomu olan hastalarda devamlı oral solunum nedeni ile
diş yapılarında bozulma görülebilir. Devamlı avuç içi ile
yukarı doğru burun silme alışkanlığı (allerji selamı) olduğu
için burun alt kısmında transvers bir çizgi oluşur
(Resim 1). Hem anteriyor hem posteriyor rinoskopi ve
gerekli ise fiberoptik rinolarengoskop ile yapılan üst hava
yolu muayenesinde ayrıca mekanik patolojiler gözden
geçirilmeli, var olabilecek septal deviasyonlar, nazal polip19
Hasan YÜKSEL
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
derece kıymetlidir; ancak, pahalı ekipmanlar gerektirmesi ve
zaman alması açısından günümüzde halen daha çok araştırmalar için kullanılmaktadır ve rutin uygulaması kısıtlıdır.
Özellikle mesleksel rinitin tanısında da faydalı olabilir.
Radyolojik incilemeler nadiren gerekli olabilir. Komorbit
durumlar, özellikle astma açısından solunum fonksiyon testi
ve gerekli ise provakasyon testleri uygulanabilir.
Allerjik Rinitte Komorbid Hastalıklar ve
Komplikasyonlar
Resim 1. Allerji selamı.
ler kayıt edilmelidir. Sinüslerin de endoskopik bakısı yapılmalıdır. Pediatrik hastalarda allerjik rinit seyrinde otitis
media ve orta kulak effüzyonları sıklıkla eşlik edebileceği
için otomikroskopi yöntemi ile kulaklar incelenmelidir.
Gerekli ise sıvının varlığı odiyometri ve işitme testleri de
uygulanarak araştırılabilir. Bu muayenelerin yanı sıra alt
hava yolu allerjik hastalıklarının da komorbit bir durum
olabileceği akıldan çıkarılmamalı ve iyi bir akciğer
oskültasyonu yapılmalıdır.
Allerjik rinit tanısı anamnez, hikaye ve iyi bir fizik
muayene ardından yapılacak in vivo ve in vitro testlerle
desteklenmelidir. Bugün için bir çok inhalen alerjen ve
gıda alerjeni deri testlerinde uygulanmak üzere standardize
edilmiş halde hazırlanmıştır. Bu test materyalleri ile uygulanabilecek en kolay, en ucuz ve en güvenilir test deri prick
testidir (Resim 2). Testin spesifitesi ve sensivitesi oldukça
yüksek olup kolayca tekrar edilebilir olması en önemli
avantajlarıdır. Hastalar en az 1 hafta-10 gün önce eğer
alıyorlarsa antihistaminik, antidepresan, dekonjestan tedavilerini kesmelidirler. Test esnasında pozitif ve negatif
kontrol mutlaka uygulanmalıdır. İntradermal testler nadiren
gerekli olabilir. Bunlar dışında kanda eozinofili ve total
IgE araştırmaları çok sınırlı yararları olan testlerdir. Hastalarda tarama testi olarak multi-RAST ya da phadiotop
yöntemi denilen yöntemlerle sık rastlanan alerjenlere spesifik IgE antikorlarının araştırılması kullanılabilir. Deri prick
testinden korkan küçük çocuklar, antihistaminik tedavisini
kesemeyen, birlikte lezyonlu deri hastalığı olanlar veya
dermografizmi olan hastalar için alerjen spesifik IgE’ler in
vitro yöntemler kullanılarak araştırılır. Bu amaçla ELISA,
FAST ve RAST gibi testler kullanılır. Ancak bu testlerin
duyarlılığı deri testlerine göre daha azdır. Nazal
sekresyondan alınan sürüntü materyalinin eozinofili açısından incelenmesi de destekleyici olabilir. Nonspesifik ve
spesifik nazal provakasyon testi de son derece duyarlı bir
test olup; hastalığın gidişini takip etmek amacıyla da kullanılabilir. Spesifik nazal alerjen provakasyon testleri son
20
Klinik olarak ARK lı bir çocuk sadece ön planda nazal bulgular ve göz bulguları olarak görülmemelidir.2,13
Çünkü allerjik yanıt sistemik bir yanıttır. Nazal mukoza
yanında allerjik hedef organ olarak diğer organ ve mukozalar da tutulabilir. Nazal mukoza hava yolunun başlangıcıdır. Hava yolu nazal mukozadan alveola kadar uzanan “tek
bir hat”tır. Bu nedenle bu hatta bir bölümde çıkan yangı
diğer bir bölümü de çok kuvvetle muhtemel olarak
etkileyebilr. Bu nedenle ARK’li bi çocukta diğer bir
allerjik hedef organ tutulumu en önemli olarak bronş mukozasıdır. Bu nedenle ARK lı çocuklarda allerjik astım
sıklığı oldukça yüksektir. Bu nedenle ARK da “tek hava
yolu tek hastalık” olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenlidir ki ARK lı çocuk bir KBB uzmanı değil mutlaka bir
pediatrik allerji uzmanınca izlenmelidir. Çünkü ARK’li bir
çocukta diğer allerjik hedef organ tutulumları ve
komplikasyonları gelişebilme ihtimali yüksektir. Bu ARK
ko-morbiditesidir. Çocuk ARK i bu açıdan ayrı bir öneme
sahiptir. Bu nedenle biz bu konuyu ayrı bir başlık altında
topladık.
AR ve Astım Birlikteliği: ARK lı bir çocukta en
potansiyel ve önemli komorbidite allerjik astımdır.2,14
Bunun en önemli kanıtı epidemiyolojik verilerde görülebilir. Bu epidemiyoloji kısmında bahsedilmekle birlikte
birkaç veri ile vurgulamak için tekrar gözden geçirelim. Bir
popülasyondaki ortalama astım sıklığı ülkemiz için ortalama %1-10 arasındadır. Ancak AR lilerde bu sıklık 2-8 kat
Resim 2. Deri prick testi.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
artarak %10-40’a yükselir. Perannial AR sıklığı %4 civarında iken astımlı hastalarda bu sıklık %14’e yükselmektedir. Ayrıca astımlı hastaların %70’inde geçmişlerinde ARK
e sahip oldukları belirtilmektedir. Bu nedenle
epidemiyolojik anlamda astım ile ARK arasında sıkı bir
ilişki vardır. Bu birlikteliğin klinik anlamda en önemli
makro bulgularından birisi ise astımlı olgularda var olan
AR nin tedavisi ile astım bulguları da gerilemekte, ilaç
ihtiyacı ve semptom skorları düşmektedir. Bu nedenle
astım AR de en önemli komorbid hastalıktır, astımı olan bu
hastalarda AR mutlaka tedavi edilmelidir. Bazı yayınlarda
ise astımın tedavisinin de ARK bulgularını gerilettiği belirtilmektedir. AR de artan astım komrbiditesinin nedeni
olarak bir çok teori ortaya atılmış ancak bu bağlantının
kesin etyopatogenetik mekanizması tanımlanamamıştır
Ancak ileri sürelen teoriler şunlardır: Postnazal akıntı
sendromu ve öksürük, Postnazal akıntı nedeniyle allerjik
mediatör ve hücreler bronşlara aspirasyonu, Nazobronşiyal
refleks, AR de burun tıkanıklığının varlığı nedeniyle ağızdan bronşlara allerjen inhalasyonu, Nazal mukozadaki
enflamasyon nedeniyle salgılanan mediatörlerin dolaşıma
geçmesi ve bronkokonstrüksiyona neden olmasıdır. Ancak
bu teorilerin hiçbirisinin tek başına etken olduğu kanıtlanamamıştır. ARK ve astım birlikteliği olan olguların bazılarında bronş mukozasında allerjik enflamasyon gösterilmiş, bazılarında ise gösterilememiştir. Bu nedenle bu
teroilerin tümü de etyoptaogenezde rol oynayabilir. Yani
bazen nonspesifik bronşiyal rekativite bazılarında gerçek
bronşiyal allerjik enflamasyon (allerjik astım) gelişebilir.
Bu nedenle olaya sistemik allerjik yanıtın katılımıyla bir
AR ve astım linki tamamlanır. Bu sistemik yanıtın verilmesinde AR li olgularda burun tıkanıklığı nedeniyle ağızdan
zorunlu solunu yapılması ve burun mukozasına tutularak
inhale edilen havadan temizlenen allerjenlerin (polen,
mantar..) bronşlara gidip burada allerjik enflamasyon oluşturması etkili olabilir. Yada nazal mukozada oluşan
enflamatuvar mediatörler sistemik dolanıma geçebilir ve
yüksek miktardaki bu mediatörler bronşlara giderek
bronşiyal tonusu arttırabilir. Bütün bu teorik mekanizmalar
kombine de olabilir. NO metabolizması hem bronkodilatör
etkisi olan efektör bir molekül olması hem de allerjik
enflamasyonda rol oynar. NO allerjik enflamasyonlarda
artar. Ancak tüm bunların sonucunda net bir bilgi varki,
AR de artan astım sıklığının nedeni ne olursa olsun AR in
tedavisi astım birlikteliğini azaltacak veya astım ağırlığını
hafifletecek veya bulgularının ortadan kalkmasına neden
olacaktır. Bu nedenle AR li olgularda astım, astımlı olgularda AR bulguları sorgulanmalı şüpheli olgularda
provakasyon testleri ile ortaya çıkarılmalı ve tedavi edilmelidir.
Sinüzit: ARK de burun mukozasında ödem sinüs
ostiumlarını kapayarak sinüzit gelişmesine yol açar. Bu
nedenle ARK hem akut hem de kronik sinüzit nedenidir.15
Hatta literatürde bununla ilgili çok abartılı bulgular bile
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Hasan YÜKSEL
vardır. Örneğin; akut maksiler sinüzitte %43 neden mevsimseldir ve bunların %23 ü allerjiktir. Akut maksiler
sinüzitlerin %25 nedeni allerjiktir. Ayrıca kronik sinüzit
nedenleri arasında en sık saptanabilen neden ARK dir,
bunun sıklığı %80 e kadar çıkmaktadır. Ancak subakut ve
kronik sinüzitlerde yalnızca allerjik inflamasyon değil, aynı
zamanda bakteriyel kontaminasyon ve pürülan materyal de
bulunur. ARK ile komorbid olan sinüzitlerde sinüz mukozasında da allerjen ve eozinofilik infiltrasyon saptanmıştır.
Eğer bu olgularda aynı zamanda astma komorbiditesi varsa
sinüzit varlığı astım bulgularında artışa ve anti-astmatik
ilaç ihtiyacında artışa yol açar. ARK li olgularda astım
komorbiditesi varsa mutlak ve hızlı bir şeklide sinüzit
tedavi edilmelidir. AR olsun yada olmasın astımlı olgularda sinüzitin medikal ve gerekirse cerrahi tedavisi astım
bulgularında düzelmeye ve ilaç ihtiyacında azalmaya neden olur.
Nazal Polip: Çocuklarda erişkinlere göre çok az
görülmekle birlikte nazal polip sıklığında da ARK li çocuklarda anlamlı artış vardır.2,14,15 Nazal polipler genelde
rinosinüzal mukozadan ve sıklıkla sinüslerden köken alan
infiltratif özellikte hücre içeren üzüm tanesi şeklindeki
mukozal yapılardır. Eğer içerikleri nötrofilik ise kistik
fibrozisde yada kronik nazal enfeksiyonda, eozinofilik
kaynaklı ise ARK ve idiyopatik nazal polipozisde görülür.
AR li olgularda polip komorbiditesi sıklıkla erişkinlerde
görülür. Çocuklarda oldukça azdır. Ancak polip görülen
hastalarda tipik AR bulguları oldukça silik izlenir. Ancak
polipektomi yapılmış olguların %70 nde ortalama en az bir
allerjen karşı duyarlılık saptanır. Ayrıca nazal polipi olan
AR li olgularda dikkat edilmesi gereken bir başka antite de
aspirin-intoleransı ve aspirin ile indüklenen astmadır. Her
nekadar her ikisi de ARK den bağımsız olarak gelişebilen
antiteler olsa da nazal polip varlığında mutlak aspirin
intolaransına dikkat etmek ve izlemde buna göre tedavi
planlaması yapmak gerekir. Polip astım komorbiditesinin
sıklığını arttırır, var olan astımı semptomlarını ağırlaştırır.
Tedaviye dirençli burun tıkanıklığında, sinüzit varlığında
mutlaka aranmalıdır.
Otitis Media: Otitis media (OM) neden çoğu
zaman öztaki tüb disfonksiyonudur. ARK de nazal mukozadaki ödemle tübün nazal kısmında oluşacak enflamasyon
ödeme ve drene olamaması sonucu enfeksiyonla sonuçlanır.16 Bu daha çok kronik orta kulak patolojileri şeklinde
karşımıza çıkar. Bu nedenle allerji daha çok effüzyonlu
otitis media (EOM) da bir sorun olarak karşımıza çıkar.
EOM lı olguların %4-90 nında allerji saptandığı bildirilmiştir. Ancak gerçek sıklık bu kadar geniş aralıkta olamaz.
ARK li olgularda özellikle 5 yaş altı çocuklarda EOM
sıktır. Tedaviye dirençli ve adenoidin çok sorun teşkil
etmediği EOM durumlarında AR aranmalıdır. AR aolsun
yada olmasın bazen besin allerjisinde de EOM gelişebilir.
Effüzyon sıvısında %50-87 oranında allerjik enflamatuar
21
Hasan YÜKSEL
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
mediatörler (ECP…), mast hücreleri, eozinofil saptanmıştır. Bu nazo-öztakian devamlılıkta allerjenin orta kulağa
ulaşması yada nazal mukozadaki allerjik enflamasyonun
yayılımı ile olabilir. Ancak AR de EOM gelişmesi için orta
kulakda bir allerjik yangının olması şart değildir. Ciddi ve
tedavi edilmemiş bir AR de nazal mukozal ödem öztaki
disfonksiyonu yaparak akut ve daha çok EOM ya neden
olabilir. Bu nedenle özellikle çocuk hastalarda olmak üzere
uzun süre burun tıkanıklığı problemi olan iyi tedavi edilememiş AR de EOM, tedavide sorun yaşanan her EOM da
ise AR aranmalıdır. Çünki EOM tanınmaması ve devamı
durumunda timpanik atelektazi ve kalıcı işitme kaybı gelişebilir.
Obstruktif
Uyku-Apne
Sendromu
ve
Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon: Özellikle çocukluk
çağında kronik üst solunum yolu obstrüksiyonları derin
uykuda alveolar hipoventilasyona yol açmaktadır. Bu da
endotelial duyarlılık ve vazokonstrüktör tonusda artış sonucu geçici bir pulmoner arteriyel basınç artışına neden
olabilir. Bu özellikle adenotonsiller hipertrofisi olan çocuklarda ve üst solunum yolunda fonksiyonel yada
anatomopatolojik sorunu olan erişkinlerde görülür. Ancak
bu patofizyolojinin en önemli sonuçlarından birisi ise
tıkayıcı uyku-apne sendromuna (TUAS) yol açmasıdır. Bu
nedenle tedavi edilmemiş özellikle ciddi burun tıkanıklığı
olan olgularda TUAS ve geçici pulmoner arteriyel hipertansiyon gelişebilir. Biz AR li çocuklarda semptomatik
dönemde artan ve tedavi ile geçen bir pulmoner arteriyel
hipertansiyon olduğunu gösterdik.17 Ancak bunun ne kadar
klinik anlam taşıdığı tartışma konudur. Çünki
adenotonsiller hipertrofide de aynı şey söz konusudur.
Ancak yinede özellikle temelde kardiyak patoloji izlenen
ve aritmi benzeri edinilmiş kardiyak semptom ve bulgusu
olan AR li hastalarda pulmoner arteriyel basınçlar çalışılmalıdır.
Allerjik Rinit Tedavisi
Tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi AR’de de temel
olarak 4 bölümden oluşur:2,13,15
1.
Allerjenden korunma
2.
Medikal tedavi
3.
Allerjen spesifik immünoterapi
4.
Henüz konvansiyonel olmamış yeni (alternatif) tedavi yöntemleri
1. Allerjik Rinitte Çevresel Korunma
Allerjik rinitte tedavinin en önemli basamaklarından
birini alerjenden korunma oluşturur. Korunma üçe ayrılır:
1. Primer korunma: IgE yapımı ve IgE aracılı
duyarlanmayı önlemeye odaklanmıştır ve duyarlanma için
yüksek risk taşıyan gruplara uygulanır. Prenatal ve
22
postnatal allerji duyarlılık gelişim öncesi korunmadır.
2. Sekonder korunma: Duyarlanmaya rağmen hastalık
ortaya çıkışını önlemeye yöneliktir. Alerjene duyarlanmış
ancak üst solunum yolu hastalığı riski göstermeyen bireylere uygulanır. Bu tersiyer korunma özellikleri veya ilaçları
(ketotifen, setirizin kullanımı vs) içerebilir.
3. Tersiyer korunma: Asıl önemli olan ve klinik bulgularla gelmiş çocukta yapılacak korunmadır. Ortaya çıkmış allerjik rinitin tedavisinde semptomları önleyici olarak
kullanılmakta ve semptomlara yol açan faktörlerin kontrolünü amaçlamaktadır.Alerjenden kaçınmanın ana basamakları :
1-Alerjen kaynağının elimine edilmesi
2-Kaynaktan yayılan alerjenlerin fiziksel bariyerlerle
azaltılması
3-Alerjenin depolandığı materyallerin ortamdan uzaklaştırılması
4-Hava filtresi kullanımı
Esas olan hastanın kendi evinde alerjen düzeyi düşük olan bir ortam yaratmaktır; ancak, çalışmaların bazılarında klinik düzelmeye yol açacak bir alerjen yükü
azalması sağlamak mümkün olmamıştır. Kesin olan bir
nokta bütün astım ve rinit tedavi rehberlerinin alerjenden
kaçınmayı önermiş olması ve alerjenden korunmanın
tedavinin önemli bir parçası olduğunu göstermesidir. Ev
Tozu akarından korunmak için ev tozu akarları hakkında
hastanın bilgilendirilmesi, temel önlemlerin alınması,
yastık, yorgan,yatak için özel dokunmuş kılıflar kullanmak, yatak çarşaflarının 55-60 derecede yıkanması (her
hafta), halıları muşamba ya da tahta döşeme ile değiştirmek, değiştirilemeyen halıların akarasidlerle temizlenmesi, evin her hafta çift kat torbalı süpürgelerle süpürülmesi, perdelerin kolay yıkanır kumaşlardan seçilmesi
veya jaluzi tipi perde kullanmak, toz tutan malzemelerin
kapalı dolaplarda tutulması, yumuşak tüylü oyuncakların
sıcak su ile yıkanması, derin dondurucuda tutulması, iç
ortam nem oranını azaltmak, bodrumlardan yaşamaktan
kaçınmaktır. Polen ve dış ortam mantarları gibi alerjenler
allerjik rinit nedeni olarak sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Günlük polen ve mantar sporu sayısının ve de duyarlı olunan alerjenin yılın hangi döneminde yüksek olduğunu bilmek önemlidir. Bu dönemlerde mümkün olduğu
kadar iç ortamda kalmak, evde veya arabada pencereleri
kapalı tutmak önemlidir. Dış ortamda maske, gözlük
kullanımı, polen geçişini azaltan filtrelerin takıldığı
ventilasyon sistemlerinin evde veya arabada kullanımı
yararlı olabilir.
2. Allerjik Rinitte Medikal Tedavi
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
Ancak AR in ve diğer allerjik hastalıkların yönetimindeki bu dört ana yöntem yanında mutlaka bilinmesi
gereken bir temel kural da şudur: Allerjik inflamasyon
sistemik ve kronik seyirli bir immünopatogenetik süreçtir.
Bu nedenle organizmada bölgesel görülen allerjik bulgular her zaman yalnızca o dokuda sınırlı kalmaz. Hatta en
sık görülen allerjik hastalık olan AR de bulguların yalnızca nazal mukozada sınırlı kalması beklenmemelidir. Sistemik allerjik yanıt nazal mukozada aşikar bulgulara
neden olmuştur. Bu seleksiyonda allerjik yanıt
etyopatagenezinde olduğu gibi allerjen dansitesi, genetik
yatkınlık ve diğer çevresel faktörler rol oynar. Bu nedenledir ki solunum yolunun başlangıcı olan nazal mukozadaki allerjik inflamasyonun solunum yolunun devamı
olan ana bronş ve diğer alt solunum yolu mukozasını da
ilgilendirmesi son derece doğaldır. Bunun en açık göstergesi AR li olguların aynı zamanda allerjik astıma sahip
olma riskleri genel poülasyona göre ortalama 4-8 kat
yüksek olması ve allerjik astımlı olgularda geçmişte %6080 oranında AR bulgularının izlenmesidir. Yani AR sadece hapşırma, burun akıntısı ve tıkanıklığı semptomları
olan sığ bir klinik antite olarak algılanmamalıdır. Bu
özellik çocukluk çağı için daha ayrı bir önem sahiptir.
Çünki allerjik inflamasyon ve hastalığın yönetimi AR
komorbiditesinin (allerjik astım,…) azaltılması, alt solunum yolu allerjisinin önlemesi ve remodeling gelişiminin
önlenmesini sağlayacaktır. Bu nedenledir ki ARK çocukların
tıbbi
tedavisinin,
endikasyon
varsa
immünoterapisinin ve klinik izleminin çocuk allerji uzmanları tarafından yapılması zorunludur.
AR’ın medikal tedavisi diğer tüm hastalıklarda olduğu
gibi öncelikle hastalığın aktivitesi ve kronisitesi göz önüne
alınmalıdır. Bu nedenle AR kliniğininin ağırlığının öncelikle
klasifiye etmek gerekir. Bu konuda bir konsensus sağlanmıştır. Ancak çocuk ve erişkin için ayrı ayrı klasifikasyon yapılmamıştır. Biz de burada Dünya Sağlık Örgütünce oluşturulmuş sınıflamayı kullanacağız. Her zaman bu ağırlık derececesine göre tedavi düzenlenmesi zorunlu olmasa ve ayrıca
hastanın bireysel özellikleri ve hekimlik sanatımızın bize has
yönleri de tedavi modalitemizi etkilese de bu konuda ortak
dili kullanmak için azami müşterek de bu sınıflama kullanılmalıdır. (Tablo 1)
Bu klinik sınıflamaya göre yine Dünya Sağlık Örgütü
ile birlikte yapılandırılmış bir tedavi vardır. Biz de ana
tema olarak bu kılavuzdan faydalanacağız. Ancak başta da
belirtildiği gibi hastanın kişisel özellikleri, hekimin sanatı
ve ayrıca AR ile komorbit bir hastalığın varlığı tedavi
modalitesini etkileyecektir. Özellikle allerjik astımın varlığı tedavi için önemli bir ayırım sorununu gündeme getirir.
Ayrıca çocuklarda komorbid hastalıkların frekansındaki
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Hasan YÜKSEL
yükseklik ve konservatif tedavi endikasyonu daha fazla
olduğu için tam bir algoritmik tedavi uygulanamayabilir.
Tablo 1. Alerjik rinitte klinik sınıflama.
Sınıf
Klinik Bulgular ve Şiddeti
Hafif İntermittant
• Bir haftada 4 günden az yada
• Bir aydan az semptom
Hafif Persistan
• Bir haftada 4 günden fazla yada
• Bir aydan fazla semptom
Orta Persistan
•
•
•
•
Orta/Ağır ve
Ağır Persistan
• Uyku patern bozukluğu
• Günlük aktivite, spor vb bozulma
• Okul ve iş performansında bozulma
• Ciddi semptomlar
dan birisinin varlığı
Uyku patern bozukluğu yok
Günlük aktivite, spor vb bozulma yok
Okul ve iş performansında bozulma yok
Ciddi semptomlar yok
Burada AR sınıflamasına ve kliniğe dayalı bir tedavi şemasını tartışacağız. Daha sonra kullandığımız tedavi içeriklerinin özelliklerinden bahsedeceğiz.
Klinik Şiddet Sınıflamasına Yönelik Medikal Tedavi
Hafif İntermittant AR li olgularda klinik bulgular
oldukça kısa süreli olduğu için oral anthistaminik ve kısa
süreli nazal topikal ve/veya sistemik dekonjestanlar yeterlidir. Ancak nazal dekonjestan kullanımları 10 günden
uzun süreli olmamalıdır. Dekonjestanların kullanımı çocuklarda daha kısa süreli ve ayrıca uygun dozda olmalıdır.
Ancak bulguların süresi açısından hafif intermittant olup,
şiddetli semptomlar olabilir. Bu durumda uzamanın opsiyonuna uygun olarak kısa süreli ve düşük doz nazal topikal
antienflamatuvar kullanılabilir. Bu nazal topikal kromon,
başka bir non-steroid yada steroid olabilir
Hafif Persistan AR li olgularda ise oral ve topikal
antihistaminik, dekonjestanlar semptom giderici olarak
kulanılır. Düşük doz nazal topikal steroidler oldukça etkilidir. Bazı olgularda nazal topikal kromon ve benzeri nonsteroid antienflamatuvarlar da etkili olabilir. Genel olarak
hastanın tedavisinde basamak tedavisi kullanılır. Hasta 2-4
hafta aralıklarla izlenerek antihistaminik, dekonjestan ve
nazal topikal steroidler kullanılır. Eğer şiddetli semptom
varsa sistemik steroid kullanılabilir. Nazal topikal steroid
injeksiyonu da konsensusdaki tedavi önerileri arasındadır.
Ancak sistemik steroidlerin ciddi yan etkileri vardır. Ayrıca
topikal steroid injeksiyonunda ciddi yan etki ve komplikasyonlar olabilir. Bu nedenle çok zorunlu endikasyon olmadıkça sistemik ve nazal topikal steroid injeksiyonu yapılma23
Hasan YÜKSEL
injeksiyonu yapılmamalıdır. Zaten nazal topikal steroidler
oldukça etkili olduğu için sistemik steroidlere artık pek
ihtiyaç duyulmamaktadır. Nazal topikal steroidler düşük
dozda oldukça etkilidir ve günlük toplam 50-100 µgr genellikle yeterlidir. Ancak MARK semptomlar biraz daha şiddetli ancak kısa süreli olduğu için doz yüksek olmalı, ancak yıl
YARK semptomları daha hafif ve uzun süreli olduğu için
doz daha düşük ve uzun süreli olmalıdır. Doz başlangıçta bir
miktar yüksek başlanılıp flitukazon, mometazon ve
triamsolon olabilir. Pediatrik yaş grubu için budesonid 6 yaş,
flütukazon 4 yaş, mometazon 3 yaş üstünde güvenir
preperatlardır. Hastaların nazal steroidleri kullanılırken ve
seçilirken özellikle yaş grubu dikkate alınmalıdır.
Orta Persistan AR’li olgularda ise basamak tedavisi
daha önemlidir. Bu hastalarda oral antihistaminik,
dekonjestan veya bunların topikal preperatları başlanır.
Nazal sekresyonun çok şiddetli olduğu durumlarda nazal
topikal antikolinerjikler de semptomatik olarak kullanılabilir. Nazal topikal steroidler orta-yüksek dozda başlanılıp
devam edilir. Kromon, nedokromil ve benzeri
nonsteroidlerin etkinliği yoktur. Nazal steroidler başlandıktan sonra semptomlara yanıt alınamıyorsa yada semptomlarda artış varsa bir üst basamak tedaviye geçilir. Bu hastalarda semptomları azaltmada ve komorbid hastalıkların
tedavisinde lökotrien antagonistleriden de faydalanılabilir.
Ancak semptom skorunda azalma gözlenirse hasta 2-4
haftalık aralarla görülür ve tedavisi idame ettirilir. Tedavinin idamesinde 2-4 haftalık periyodlarda semptomlar azalmışsa nazal topikal steroid dozu %25-50 azaltılır. Toplam süre allerjenin tipine ve klinik ağırlığa göre değişir ve
karar verilir. Eğer bulgularda gerileme yoksa yüksek
allerjen maruziyeti, nazal mukozal ödem nedeniyle topikal
steroidin mukozaya yayılamaması yada ilaç kullanımın
olmaması olabilir. Bu nedenle orta persistan AR’li hastalar
semptom skorları azalma trendine girinceye kadar yakın
takip edilmelidir. Aynı zamanda bu hastaların komorbid
solunum yolu hastalıkları sık ve fizikososyal performansları düşüktür. Komorbid hastalıklar arasında çocuk ve erişkinde en sık olan sinüzit, otit ve tabiki alt solunum yolu
allerjisi olan astım sıktır. Burun tıkanıklığı nedeniyle gece
uyku paterni bozuktur, bu nedenle gündüz mental performans düşüklükleri yaşayabilirler. Kronik yorgunluk
sendromu da sıktır. Hastalarda kullanılan antihistaminikler
bu fizikososyal performans düşüklüğünü daha da arttırırlar.
Bu nedenle non-sedatif antihistaminikler tercih edilmelidir.
Ağır persistan AR li olguların sayısı görece olarak
hafif ve orta persistan gruptan çok daha azdır. Ancak tedavi izlemi ve başarısında sıkça problem yaşanır. Bu hastalarda başlangıçta nazal pasajı açmak için mutlaka nazal ve
sistemik dekonjestan başlanır. Topikal antihistaminikler
başlangıçta faydasızdır. Bu nedenle dekonjestan tedaviye
24
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
hemen non-sedatif bir antihistaminik eklenmelidir. Bunun
yanında en az iki kat olan yüksek doz nazal topikal steroid
başlanır. Hastaların smeptomları başlangıçta haftalık aralarla, daha sonra 2-4 haftada bir takip edilir. Eğer semptomlara hakim olunamazsa kısa süreli ve mümkünse düşük
dozda ve kısa süreli sistemik steroid başlanır. Bu hastaların
çok önemli problemlerinden birisi de komorbid hastalık
sıklıklarındaki artıştır. Astım sık rastalanır. Bu nedenle bu
grupta hem AR bulgularına hakim olmada ve komorbid
hastalık olan astım bulgularının hakim olunmasında
lökotrien antagonistleri de faydalı olabilir. Ancak lökotrien
anatagonistlerinin kullanımı henüz konsensus raporlarına
girmemiştir. Hatta bazı olgularda non spesifik hava yolu
hiperreaktivite bulguları ön planda olabilir. Hastaların
bazısında nazal bulgularda daha ön planda olan nefes lamada zorluk ve öksürük yakınmalarıdır. Bu hastalar sıklıkla multipl mevsimsel allerjisi olan hastalardır. Hastaların
uygun tedaviye rağmen yakınmalarında azalma olmazsa
çocuk hastalarda ilaç kullanımında problem olduğu , erişkin hastalarda ise nazal anatompatolojik değişiklikler,
nazal polip gibi ek komplikasyonlar yada her iki grupta
yanlış tanı düşünülmelidir. Bu iki nedenle orta ve ağır
persistan AR li olgular mutlaka allerji uzmanı denetiminde
ve KBB hekiminin kontrolünde izlenmelidir. Ancak her iki
hasta grubunda astımın kontrolünün başarılı bir ARK kontrolü ile olacağı unutulmamalıdır.
3. Allerjik Rinit Tedavisinde Alerjen Spesifik
İmmünoterapi
Bugün için allerjik rinitin tedavisinde çocuklar için de
öncelikle alerjenden kaçınma daha sonra farmakoterapi ve
spesifik
immünoterapi
(SIT)
yer
almaktadır.
Aeroalerjenlerden her zaman sakınmak mümkün olmayıp,
ilaç tedavisi ise hastaların bir kısmında faydalı olabilmektedir. Bu nedenle çocukta komorbid hastalıkları önlemek
ve immün deviyasyon sağlamak açısında SIT daha erken
endike olabilir. Ayrıca ortaya çıkan yan etkiler nedeniyle
bazan ilaç tedavisi uygulanamayabilir. Bu durumlarda SIT
bir tedavi modalitesi olarak kullanılır. Pratikte SIT
subkütan, nasal, sublingual veya oral olarak uygulanabilir.
Klinik etkinliklerine bakıldığında; sublingual SIT’in düşük
dozlarda güvenli olduğu bilinmesine rağmen, etkinliği
olmadığı gösterilmiştir. Buna rağmen yüksek doz uygulamalar oldukça etkin olup, sistemik yan etkilerde ise artış
olmaktadır. Subkütan SIT’de bir çok alerjen için etkin
optimal doz 5-20 mikrogm’dır. İntranasal SIT’nin yüksek
alerjen dozlarında etkin olabileceğine dair çalışmalar vardır. Düşük dozlar etkisizdir. Sublingual SIT’nin de
subkütan SIT’in kümülatif dozlarından 50 ila 100 kat fazla
dozlarda kullanıldığında etkin olduğuna dair çalışmalar
vardır.18 Oral immünoterapinin ise daha etkisiz olduğu
bilinmektedir.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
Son yıllarda ortaya çıkan ve çocuklarda daha da önemli olan “tek hava yolu-tek hastalık” teorisinin çıkış
noktası olan; allerjik rinitlilerde allerjik astım gelişimi riski
SIT ile azalmaktadır. Bunun yanında SIT’nin yeni gelişebilecek alerjen duyarlılığını engellediği gösterilmiştir. Bugün
için allerjik hastalığın doğasını, seyrini değiştirebilecek ve
astımdan korunma sağlayabilecek tek tedavi yöntemi
SIT’dir. En az 3 yıl uygulanması gereklidir. Klinik etkinlik
ilk 1 yıl içinde sağlanır. SIT kesildikten sonra etkinliğin 2
ila 9 yıl sürdüğü bilinmektedir. Yan etki olarak SIT’de
lokal ve sistemik yan etkilerden söz edilebilir. Lokal yan
etkiler enjeksiyon bölgesinde ortaya çıkan kızarıklık, şişlik,
kaşıntı ve yanma olarak kendini gösterebilir. Sistemik yan
etkiler ise hafif (ürtiker, angioödem) veya ağır (astma
atağı, anafilaksi) olabilir. Yan etkilerin en aza indirilmesi
için Dünya Sağlık Örgütü tarafından uzman hekimlerce
reçete edilmesi ve anafilaksi gibi bir durumda müdahale
edebilecek çocuk allerji uzmanlar tarafından uygulanması
önerilmektedir.
4. Allerjik Rinit Tedavisinde Alternatif Tedavi
Yöntemleri
Topikal antihistaminikler de AR tedavisinde kullanılmaktadır. Bunların en önemli avantajları topikal kullanıldıkları için hızlı etki göstermeleri ve sistemik yan etkilerinin olmamasıdır. Ayrıca gerektiği zaman kullanımları (on
demand) mümkündür ve 15 dakikada etkileri başlar. Ayrıca ılımlı antienflamatuvar etkileri de vardır.19 İki ayrı jenerik kullanıma sunulmuştur. Bunlar azelastin ve
levocobastindir. Preperasyon özellikleri nedeniyle günde 34 doz kullanımları 24 saat etkinlik göstermektedir. Ancak
nazal sekresyonla temizlenmeleri, sık kullanım gerektirmeleri, topikal kullanımın verdiği rahatsızlık ve tat nedeniyle
kullanımları pek sık değildir.
Hasan YÜKSEL
vazomotor bulguları ve non-spesifik nazal mukozal
hiperreaktiviteyi de azaltır. Ancak kullanımları oldukça az
ve sınırlıdır.
Oral lökotrien antagonistleri de AR semptomlarını
baskılamada etkildir. Özellikle sLT antagonistleri AR ait
hem akut hem de kronik bulguların tedavisinde tek başlarına ve topikal steroidlerle kombine olarak faydalı bulunmuşlardır. Bazı çalışmalarda antihistaminklerle olan kombine kullanımları özellikle hafif persistan olgularda topikal
steroidler kadar etkili bulunmuştur. Henüz konvansiyonel
kullanımda konsensus raporlarında kullanımı önerilmemekle birlikte Amerikada ve bazı Avrupa ülkelerinde AR
de kulanımları lisans almıştır.2 Allerjik yanıt ve AR
immünopatogenezi göz önüne alındığında da etkin olmaları
beklenir. Bu konuda plasebo kontrollü çalışmlara ihtiyaç
vardır.
Diğer ve alternatif tedavi yöntemleri de vardır.
Klasik ve konvansiyonel tedavi grubuna girmeyen ancak
AR olgularda etkili olduğu söylenen bir çok tedavi yöntemi vardır.2 Homeoterapi, akopunktur, fitoterapi, yoga
ve bir çok lokal ve geleneksel tedavi yöntemi vardır.
Ancak bilimsel temelleri yoktur. Bunun yanında nazal
polip gelişimi, kronik sinüzit, konkal hipertrofi ve nazal
fizyolojiyi bozacak septal deviasyonda da cerrahi tedavi
önerilir.
KAYNAKLAR
1.
Van-Cauwenberge P, Bachert C, Passalaqua G, Bousquet J,
Canonica G, Durham S, et al. Concensus statement on the treatment of allergic rhinitis. EAACI position paper. Allergy,
2000;55:116-34.
2.
Bousquet J, Van-Cauwenberge P, Khaltaev N. Allergic rhinitis
and its impact on asthma (ARIA). J Allergy Clin Immunol
2001;108:147-276.
Nazal topikal non-steroid antienflamatuvarlar da
AR tedavisinde kısıtlı olarak kullanılmaktadır. Kullanılan
iki preperat kromalin sodyum ve nedokromildir. Her iki
preperatta mast hücre stabilizatörü gibi görev görür. Bunun
yanında lokal anestezik etkileri ile non-spesifik nazal
hiperreaktiviteyi azaltırlar ve inflamatuvar diğer hücre
fonkisyonlarını inhibe ederler. Ancak etki güçleri sınırlıdır,
günde 3-4 kez kullanımları gereklidir ve antienflamatuvar
etkileri 4-6 haftada başlar.2 Bu nedenle kullanımları oldukça azdır. Ancak nazal topikal steroid kullanımının mümkün
olmadığı durumlarda kullanılabilir.
3.
von Mutius E, Weiland SK, Fritzsch C, Duhme H, Keil U. İncreasing prevalence of hay fever and atopy among children in
Leipzig. Lancet 1998;351:862-6.
4.
Yüksel H, Şakar A, Dinç G, Gözmen S, Yurttaş Ö, Ürk V ve ark.
Manisa ilinde çocuklarda allerjik hastalıklar ve astım sıklığı. 11.
Ulusal Allerji ve immünoloji Kongresi Özet Kitabı. 2003:Sy:
55.
5.
Von Mutius E. The environmetal predictors of allergic disease. J
Allergy Clin Immunol 2000;105:9-19.
6.
Strachan D, Sibbald B, Weiland S, Ait-Khaled N, Anabwami G,
Anderson H. Worldwide variations in prevelance of symptoms of
allergic rhinoconjunctivitis in children: The international study on
asthma and allergies in childhood (ISAAC). Pediatr Allergy Immunol 1997;8:161-76.
Topikal antikolinerjikler de AR tedavisinde kullanılabilir. Burada amaç nazal mukozanın otonom kontrolünde
özellikle sekresyonu yapan parasempatikomimetik uçlar
olduğu için özellikle seröz akıntının çok yoğun olduğu
hastalarda kullanılabilir. En emniyetli ve yan etkisi az olan
preperat ipratropium bromiddir.2,13 Aynı zamanda
7.
Barnes KC, Freidhoff LR, Nickel R, Chiu YF, Juo SH, Hizawa N,
et al. Dense mapping of choromosome 12q13.12-q23.3 and linkage
to asthma and atopy. J Allergy Clin Immunol 1999;104:48591.
8.
Platts-Mills TA, Wheatley LM, Aalberse RC. Indoor versus
outdoor allergens in allergic respiratory disease. Curr Opin Immonul 1998;10:634-9.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
25
Hasan YÜKSEL
9.
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ALLERJİK RİNİT
Braback L, Hedberg A. Perinatal risk factors and atopic disease in
conscripts. Clin Exp Allergy 1998;28:936-42.
Rhinitis. International Rhinitis menagement Working Group. Allergy 1994;49:1-34.
10. Strachan DP. Is allergic disease programmed in early life ? Clin
Exp Allergy 1994;24:603-5.
16. Lazo-Saenz JG, Aguilera AAG, Ordaz VAC, Rodriguez VMV,
Renteria AN, Castaneda CR. Eustachian tube dsyfunction in allergic rhinitis. Otolaryngol Head Neck Surg 2005;132:626-31.
11. Widdicombe C. Microvascular anatomy of the nose. Allergy
1997;52:7-11.
12. Peat JK, Li J. Reversing the trend: Reducing the prevallence of
asthma. J Allergy Clin Immunol 1999;102:1-10.
13. Blaiss M. Current concept and therapeutic strategiesfor allergic
rhinitis in school age children. Clin Ther 2004;26:1876-89.
14. Fox RW ve Lockey RF. The impact of rhinosinusitis on asthma.
Curr Allergy Asthma Rep 2003;3:513-8.
15. International Concensus Report on Diagnosis and Menagement of
26
17. Yüksel H, Coskun Ş, Onağ A. Doppler echocardiographic evaluation of pulmonary arterial pressure in children with allergic rhinitis. Int J Pediatr Otorhinolaryngol 2001;60:21-7.
18. Yuksel H, Tanac R, Huseyinov A, Demir E. Sublingual immunotherapy and influence on urinary leukotrienes in seasonal pediatric allergy. J Investig Allergol Clin Immunol. 1999;9:305-13.
19. Bachet C, Brostoff J, Scadding G. Mizolastine therapy also has an
effect on nasal blockade in perannail allergic rhinoconjuctivitis.
Allergy 1998;53:969-75.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ATOPİK DERMATİT
F. Yaşar ANLAR
Atopik Dermatit
ATOPIC DERMATITIS
Dr. F. Yaşar ANLARa
a
Pediatrik Allerji AD, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, SAMSUN
Özet
Abstract
Atopik dermatit çocuklarda en sık görülen deri hastalıklarından
biridir. Belli bölgelerde kronik seyirli ve kaşıntılı lezyonlar hastalığın
en önemli özelliğidir. Hastaların bir kısmında solunum yolu
allerjilerine rastlamak mümkündür. Bebeklerde besin allerjileri daha
büyük çocuklarda inhalan allerjenler deri lezyonlarının artmasında rol
oynayabilirler. Akut AD lezyonlarından yapılan deri biyopsilerinde
lenfositlerden zengin inflammasyon olduğu görülür ve epidermiste
ödem vardır. Hastalığın öyküsü ve tipik fizik muayene bulguları tanı
için çoğu zaman yeterlidir. Deri prik ve yama testleri duyarlı olunan
allerjenleri göstermeye yardımcıdır ancak bunlar hastalık belirtileri ile
doğrudan ilişkilendirilemez. Tedavide en önemli amaç deri kuruluğun
azaltılmasıdır. Bunun dışında deride tahrişi arttıracak etkenleri uzaklaştırmak, allerjenlerden uzak durmak, besin eliminasyonu yapmak ve
yerel olarak kortikosteroidler ve kalsinörin inhibitörleri kullanmak
gerekebilir.
Atopic dermatitis (AD) one of the most common skin disorders
seen in children, characterized by severe pruritis and typical
distribution chronic course of eczematous skin lesions. Patients with
AD may also develop respiratory allergies in later phase of the
disease. Cutaneous manifestations may increase by consuming certain
type foods in infants. Inhalant allergens may play an important role in
older children. Irritanting agents may aggrevate skin problems in
patients with AD. Skin biopsies of the involved areas acute AD
reveals chronic lymphohistiocytic inflammation, and edema in the
epidermis. History and presentation of the skin symptoms are typical
for AD. Skin prick tests and patch tests may helpful to identify
allergies which are not to prove that patient has a clinically relevant
allergy. Treatment of AD needs to solve the problem of dry skin. Most
of patients with AD should avoid skin irritants, certain allergen and
use topical corticosteroids and calcineurin inhibitors.
Anahtar Kelimeler: Atopik dermatit, kaşıntı, yerel kortikosteroitler,
kalsinörin inhibitörleri
Key Words: Atopic dermatitis, pruritis, topical corticosteroids,
calcineurin inhibitors,
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):27-30
A
topik dermatit (AD) toplumda %10-20 oranında
görülebilen bir cilt hastalığıdır. Aynı genetik
yapıdan gelenlerde hastalığın görülme ihtimali
daha fazladır. Çok kaşıntılı olan deri lezyonları yaşamın
erken dönemlerinde kendini belli eder. 2 aydan küçük
çocuklarda atopik dermatit belirtileri fazla görülmez.
Soluum yolu allerjileri ile birlikteliği nedeni ile atopik
dermatit günlük yaşamı, okul ve iş yaşamını, sosyal ilişkileri olumsuz etkileyen bir hastalıktır.
Tanı ve Ayırıcı Tanı
AD’nin klinik bulguları Tablo 1’de gösterilmiştir.
Hastalığın en önemli belirtisi ileri derecede kaşıntılı deri
lezyonlarıdır. Gece kaşıntıların şiddeti artar. Hastalarda
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. F. Yaşar ANLAR
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Pediatrik Allerji AD, SAMSUN
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
kaşıntı eşiği düşüktür. Bu nedenle havadaki nemin azalması, terleme, çok az miktarda da olsa tahriş edici maddeler
(yün, deterjan, sabunlar, akrilik giysiler) kaşıntı ve ciltte
tahrişi arttırır. Kaşıntılı deri lezyonlarının diğer önemli
özelliği ise kronik seyirli oluşu ve düzelme – alevlenmelerle seyretmesidir. Deri bulgularının yaşla ilgili olarak dağılımı değişir. Bebeklerde yanaklarda, ekstremitelerin
ekstansör yüzlerinde daha sık görülen deri lezyonları ileri
yaşlarda daha çok fleksör bölgeleri tutar. Bebeklerde alt
bezinin bölgelerde lezyona pek rastlanmaz. İleri yaşlardaki
lezyonlar genellikle likenifiye görünümdedir. Bu dönemde
hastalarda kaşıntıya olan eğilimi fazladır.
AD’nin ayırıcı tanısında Tablo 2’de görüldüğü gibi
enfestasyonlar, metabolik hastalıklar, malignensiler, enfeksiyonları görmek mümkündür.
Patogenez
Atopik dermatit deride kronik inflammasyonla karakterize bir hastalıktır. Hastalığın temelinde genetik bir yat27
F. Yaşar ANLAR
Tablo 1. Atopik dermatitite klinik özellikler.
En belirgin özelikler
Kaşıntı
Bebek ve küçük çocuklarda yüz ve ekstensör yüzlerde ekzema
Erişkinlerde fleksüral tutulum
Kronik tekrarlayan dermatit
Sık eşlik eden etkenler
Ailede atopi öyküsü
Kuruluk
Cilt enfeksiyonları
El ve ayakta nonspesifik dermatit
Serum IgE’e artış
Tip I pozitif hipersensitivite reaksiyonu
Erken yaşlarda başlaması
Diğer özellikler
İktiyozis, palmar derin çizgiler, keratis pilaris
Pitriyazis alba
Göğüs ucu ekzeması
Beyaz dermatografizm ve gecikmiş beyaz dermatografizm
Keratokonus, ön subkapsülar katarakt
Göz alt kısmında Dennie _ Morgan çizgiler ve gözde kararma
Yüzde eritem ve solukluk
Tablo 2. Atopik dermatitte ayırıcı tanı.
Kalıtsal hastalılar
Netherton hastalığı
Ailevi keratozis pilariz
Enfeksiyon ve enfestasyonlar
Uyuz
HIV bağlı dermatit
Dermatofitozis
Kronik dermatozlar
Seboreik dermatit
Kontakt dermatit
Nummular ekzema
Psöriazis
İktiyozis
Malignensiler
Mikozis fungoides / Sezar senfromu)
Letterer_Siwe hastalıoğı
Otoimmün hastalıklar
Dermatitis herpetiformis
Pemfigus
“Graft versusu host”reaksiyonu
Dermatomyozitis
İmmün yetmezlikler
Wiskott Aldrich sendromu
Ağır kombine immün yetmezlik
Hiper - IgE sendromu
Metabolik hastalıklar
Çinko eksikliği
Pridoksin niasin eksikliği
Multipl karboksilaz eksikliği
Fenilketonüri
kınlığın olduğu bilinmektedir. Atopik yatkınlığa sahip
kişilerde çevresel etkenler klinik belirtilerin ortaya çıkmasını sağlar. Hastaların önemli bir kısmında kanda serum
IgE ve eozinofil düzeyleri artmıştır. AD’li hastaların
periferik kanlarında T lenfositlerde IL4 ve IL5 ve IL13
28
ATOPİK DERMATİT
yapımının artmış olduğu ancak buna karşılık IFN γ’nın az
yapıldığı gösterilmiştir. IL4 ve IL13 aynı zamanda
vasküler adhezyon molekül 1’in ekspresyonunu arttırır
böylece eozinofillerin inflammasyon bölgesine gelmeleri
kolaylaşır. Yine bu sitokinler T 1 yardımcı hücrelerden
sitokin aktivitesi T hücreler üzerinde IL4 reseptörünün
ekspresyonunu engeller. AD’li hastalarda sitotoksik T
hücrelerinde de azalma vardır. IFN γ IgE sentezinin engellenmesine, T2 yardımcı hücrelerin çoğalmasının engellenmesine ve T hücreleri üzerinde IL4 reseptör ekspresyonunu
baskılar. T hücrelerinden IFN γ’nın az yapılması IL 18
yapımının az olmasından kaynaklanabilir. IL5 eozinofillerin gelişmeleri, aktivasyonları ve yaşamları ile doğrudan sorumludur.
Atopik dermatitli hastalarda T2 yardımcı hücrelerin
ortamdaki bulunuşu birçok hücre tarafından kontrol edilir.
Bunlar arasında antijen sunan hücreler, monositler ve
eozinofiller vardır. AD’li hastalardan mononüklear hücrelerde siklik AMP fosfodiesteraz aktivitesinin artmış olduğu
gösterilmiştir. Bu durum B hücrelerinden IgE, T hücrelerinden de IL4 yapımının artmasını sağlamaktadır.
AD’li hastalarda antijen sunan hücre ile T hücresi arasındaki immünolojik sinapsta bulunan kostimülatör moleküller IgE sentezini artışında sorumlu tutulmaktadır. Bunlardan CD86’ nın yapımı IL4 ve IL 13 tarafından uyarılabilmektedir. Bu bize CD86 molekülünün IgE düzeyinin
artmasında önemli rolu olduğunu düşündürmektedir.
Patoloji
Deri:
AD’li hastalarda sağlam deri bölgesinde epidermiste
hafif bir hiperplazi vadır. Damar etrafında ise çok az sayıda
T hücreleri görülür. Aktif lezyonların bulunduğu bölgelerde ise damar etrafında yoğun T hücre infiltrasyonu ve
hücre içi ve dışı ödem vardır. Bu ödemin yol açtığı tablo
dokuya süngerimsi bir görünüm kazandırır. Lezyon bölgesinde veya sağlam bölgelerde de Langerhans veya dentritik
hücreler üzerinde IgE bulunur. Bubölgede yer alan T hücreleri CD3, CD4 ve CD 45RO antijenleri taşırlar. Ayrıca
inflammasyon bölgesinde degranülasyonun değişik evrelerindeki mast hücreleri görmek mümkündür. Akut
lezyonlarda eozinofil bazofil ve nötrofiller nadiren görülürler.
Kronik
lezyonlarda
ise
görünüm
farklıdır.
Epidermiste hiperplazi ve retelerde uzama, hiperkeratoz, ve
çok belrgin olmayan süngerimsi görünüm vadır. Epidermis
içinde Langerhans hücrelerdeki IgE’nin sayısı artmıştır.
Dermiste yer alan inflammasyon daha çok mononüklear
hücrelerden zengindir. Lezyon bölgesinde mast hücrelerin
sayısı artmış ve sitoplazmalarında granüller mevcuttur.
Kronik AD lezyonlarında eozinofiller artmış olarak bulunurlar. Eozinofillerden salınan sitokin ve mediatörler
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ATOPİK DERMATİT
allerjik inflammasyonun devam etmesinde önemli rol
oynarlar.
İnflammatuvar süreç sonunda deride spongiozis, hücre infiltrasyonu, intersellüler aralığın genişlemesi gibi
sonuçlar inflammatuvar süreç sonunda gelişir.
Sitokinler:
AD’li hastaların lezyon olmayan normal görünümlü
deride IL4, IL13 taşıyan hücrelerin sayısı artmış olarak
görülür. Akut değişikliklerin olduğu bölgelerde ise IL12,
IFN γ mRNA ekspresyonu artma olmaz iken IL4, IL5,
IL13 mRNA’larında. artma görülür.
Kronik lezyonların bulunduğu bölgelerde ise IL4 taşıyan hücreler nispeten azalmış buna karşılık IL5, GM CSF,
IL12 VE IFN γ taşıyan hücrelerde sayısal bir artış vardır.
Bu farklılık kronik lezyonlarda daha fazla eozinofil ve
makrofaj bulunmasını açıklamaktadır. Eozinofiller ve
makrofajların bulunduğu inflamasyonda Th1 tarzında bir
inflammasyondan bahsetmek mümkündür.
Antijen sunan hücreler:
AD’ li hastalarda cillte antijen sunan hücrelerden olan
Langerhans hücrelerinde artış vardır. Bu hücrelerin yüzeylerinde IgE molekülleri bulunur. Langerhans hücreleri
muhtemelen antijenlerin yardımcı T hücrelerine sunulmasında ve bunların T 2 yardımcı hücre şeklinde farklılaşmasında rol oynamaktadırlar.
İnflammatuvar hücreler
CD4 T hücreleri için kemoatraktan olan IL16 AD’li
hastalarda akut dönemde lezyon bölgesinde artmıştır. Ayrıca C-C kemokinler, RANTES, Monosit kemotaktik protein-4 ve eotaksinlerde de artış vardır. Bu durum
eozinofillerin ve T2 yardımcı hücrelerin bölgeye göçünü
kolaylaştırmaktadır.
Kronik lezyonlarda eozinofil yaşam sürelerinin uzamış olduğu görülür. Eozinofillerin yaşam sürelerinin uzamış olması AD’li hastalarda deride IL5 salınımı ile ilgilidir. Kronik AD’li deride GM-CSF artmış olması bu bölgedeki monosit ve makrofaj aktivitesinden sorumludur.
Besinler
Atopik dermatit ile besinler arasında dikkati çeken bir
ilişki vardır. İnek sütü, yumurta ve soya gibi sık karşılaşılan besinlerin kullanımından sonra deri lezyonlarıınn artması bu ilişkini oilbileceğini göstermekteid.r jkatı bir
şeklie besin elminasyonu bazı hastalarda deri belirtilerinde
düzelmeye neden olur. Ancak uzun süre besin eliminasyonu yapmak çok zordur. Bu elimnasyon sırasında büyüme
çağında olan çocukların yeterli ve dengeli beslenebilmeleri
için özen göstermek gerekir.
Aeroallerjenler
İnhalant allerjnelerin bazı hastalarda deride kaşıntı ve
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
F. Yaşar ANLAR
kızarıklık yaptığı gösterilmiştir. AD’ li hastaların %30-50
sinde deri yama testi ile inhalan allerjenlere karşı tip IV
deri reaksiyonu görmek mümkündür. Ev tozu akarına karşı
duyarlı olanlarda ev tozunun az bulunduğu ortamlarda
yaşamak cilt bulgularında belirgin düzelmeye neden olmaktadır. Hastaların büyük bir çoğunluğunda ev tozu akarları ve polenlere karşı özgül IgE cevabı vardır.
Stafilokok aureus
AD’ li hastalarda bakteriyel, viral ve mantar enfeksiyonlarında karşı bir eğilim vardır. AD lezyonların
%90’nından fazlasında deride stafilokok kolonizasyonu
mevcuttur. Belirgin bir cilt enfeksiyon bulgusu olmasa bile
AD tedavisinde topikal kortikosteroid tedavisine ek olarak
antistafilkok antibiyotiklerin verilmesi cilt bulgularının
daha iyi düzelmesini sağlamaktadır.
Tedavi
AD tedavisinde birden fazla tedbiri birlikte almak gerekir. Bunların arasında cildin kuruluğunu giderilmesi,
farmakolojik tedavi ve derideki lezyonları başlatan tahriş
edici etkenlerin uzaklaştırılması ve beslenme gibi konular
vardır. Uygulanan tüm yaklaşımlara rağmen düzelme göstermeyen
durumlarda
ise
antiinflammatuvar
ve
immünmodulatuvar tedavi seçeneklerine başvurmak gerekir.
Derinin hidrasyonu için kullanılan banyo sabunlarının
seçimi çok önemlidir. Cildi kurutan tahriş eden banyo
sabunları kullanılmamalıdır. AD’ li hastalarda deri doğal
işlevi olan koruma görevini tam yapamaz. Derideki
seramid düzeyi düşüktür ve epitelden su kaybı vardır.
Derinin kuruluğu ciltte çok ince çatlaklara neden olur. Bu
çatlaklardan patojenler, tahriş edici maddeler ve allerjenler
kolaylıkla deri altına ulaşabilir. Derideki kuruluğun önlenebilmesi için çok sıcak olmayan bir banyodan sonra deriye nemledirici tatbik edilmesi genellikle iyi sonuç verir.
Bunun dışında ıslak sargılarla cildin sarılması kaşıntıyı
azaltır. Ancak uzun süre ıslak sargı uygulanması deride
maserasyon yapabilir.
Topikal kortikosteroidler
Topikal kortikosteroid tedavisi AD’ de en önemli tedavi seçeneklerinden biridir. Yan etkileri neden ile topikal
kortikosteroidler ancak akut AD’ da tercih edilir. Bazı
çalışmalarda topikal steroidlerin ciltteki bulgular düzeldikten sonra da günde bir kez uygulamak koşuşu ile uzun süre
yan etkileri olmadan da kullanılabileceği gösterilmiştir.
Hastalar kortkosteroidlerin yan etkileri konusunda uyarılmalı ve sadece lezyon olan bölgelerde kullanılmalıdır. Flor
içeren kortlkosteroidler yüz bölgesine kullanılmamalıdır.
Dışarıdan sürülecek olan kortikosteroidlerin farklı etkinlikleri vardır. (Tablo 3)
Topikal kalsinörin inhibitörleri
29
F. Yaşar ANLAR
ATOPİK DERMATİT
Tablo 3. Topikal kortikosteroidlerin antiinflammatuvar
etkileri.
Grup
Düşük etkinlik
Orta
Güçlü
Çok güçlü
Örnek
Yoğunluk ( %)
Hidrokortizon
Hidrokortizon asetet
Prednizolon
Hidrokortizone butirat
Triamsinolon asetonid
Prednikarbat
Betametazon valerat
Flusinolon asetonid
Mometazon furoat
Klobetasol propiyonat
0,500;1,000
0,250; 1,000
0,400
0,100
0,100
0,250
0,100
0,025
0,100
0,050
Takrolimus
Tarolimus AD’de rol oynayan birçok hücrenin aktivasyonunu engelleyen bir etkiye sahiptir. Tedaviye başlandıktan sonra 3 gün içinde kaşıntı belirtileri ortadan kalkar.
Yan etkileri bakımından genellikle sorun yaratmayan
takrolimus uygulandığı bölgede nadiren deride yanma hissi
uyandırır. Topilkal kortikosteroidlerde olduğu gibi ciltte
atrofi yapmadığından yüz ve göz kapaklarındaki dermatit
olgularında rahatlıkla kullanılabilir.
Pimekrolimus
Takrolimus gibi kalsinörin üzerinden etkisini yapar. T
yardımcı 1 ve 2 hücre gruplarının sitokin yapımını engeller, dentritik hücrelerde antijen sunum kapasitesini azaltır.
Tetikleyici faktörlerin belirlenmesi ve uzaklaştırılması
AD’ li hastalarda derinin kuruluğunu arttıracak her
türlü sabundan uzak durmak gerekir. Çamaşırların yıkanmasında daha çok sıvı deterjanlar kullanılmalı ve deterjanın tamamen temizlendiğinden emin olunmalıdır. AD’li
hastalarda aşırı terlemeye neden olacak fizik aktiviteler cilt
lezyonlarını arttırır. Klor içeren havuzda yüzdükten sonra
duş yaparak klorun fazlası uzaklaştırılmalı ve cilt nemlendiricileri kullanılmalıdır. Güneş yanıklarına karşı koruyucu
kremler kullanılmalıdır.
simpleks enfeksinyonlarına daha sık rastlanılan AD’ li
hastalarda tedavide kullanılan topikal kortikosteroid kullanımına ara vermek gerekir. Herpes simpleks enfeksiyonunun sistemik yayılabilme olasılığına karşı ağızdan antiviral
ajanların kullanılması uygun olur. AD’li hastalarda T.
rubrum ve M. furfur gibi mantar enfeksiyonlarına karşı
etkin tedavi AD cilt lezyonlarının düzelmesinde olumlu
etkilere sahiptir.
Antihistamin tedavisi
AD’li hastalarda klinik belirtilerin en önemlisi kaşıntıdır. Kaşıntının ortadan kaldırılabilmesi için derideki
inflammasyonun kortikosteroidler, kuruluğun ise nemlendiricilerle sağlanması kaşıntıyı önemli ölçüde engeller.
Allerjik inflammasyonda histamin kaşıntıya neden olan
mediatörlerden sadece bir tanesidir. O nedenle antihistamin
ilaçlarla kaşıntıyı tamamen ortadan kaldırabilmek mümkün
değildir.
Sistemik tedaviler
Cilt bakımı ve topikal tedavilere rağmen düzelmeyen
hastalarda sistemik tedavilere gereksinim olabilir.
Sisitemik kortikosteoridler nadiren gerekir. Sistemik
kortikosteroidler cilt bulgularında belirgin düzelme sağlar
ancak ilaç kesildikten sonra cilt bulgularında tekrar bozulma görülür. Allerjen immünoterapisinin AD tedavisinde
yeri yoktur. İnterferon γ' nın IgE aracılıklı inflammasyonu
baskıladığından önerilebilir. Siklosporin yine sistemik
etkili bir ilaçtır. T hücrelerinde sitokin yapımını engelleyen
etkisi neden ile ağır vakalarda kullanılabilir. Böbrek fonksiyonları üzerine olan olumsuz etkileri nedeni ile yakın
takip
altında
kullanılması
gerekir.
Siklosporin
intrasitoplazmik siklofilin’e bağlanır ve daha sonra
kalsinörin üzerinden olan hücre aktivasyonunu baskılar.
Antimetabolit ilaçlardan metotraksat inflammatuvar sitokin
yapımını engelleyen bir ilaçtır. Ağır vakalarda kullanılabilir.
KAYNAKLAR
1.
Donald D Leung. Atopic dermatitis. Pediatric Allergy Principles
and Practice Leung DYM, In: Sampson HA, Geha RS, Szefler SJ
eds. Mosby 2003. p.56.
2.
Bogunieewicz Mark, Leung DD. Atopic dermatitis. Middleton’s
Allergy Principles and Practice ADkinson NF, Yunginger JW,
Buse WW, Bochner BS, Holgate ST, Sİmons FER, eds. Mosby
2004. p.1559.
3.
Werfel T, Kapp A: Atopic dermatitis and allergic contact dermatitis. Allergy Holgate ST, Church M, eds. Mosby sayfa 105. 2001.
Ruhsal gerginikler
AD’li hastalarda hayal kırıklığı, utanma gibi değişik
gerginlikler kaşınma ve ciltte lezyonların artmasına neden
olabilir. Tedaviye yanıt vermeyen hastalarda gevşeme
eğitimlerinin yapılması, gerginlik nedenlerinin ortadan
kaldırılmasına çalışmak gerekebilir.
Enfeksiyon
AD’li hastalarda bakteriyel viral ve mantar enfeksiyonlarına karşı eğilim fazladır. Stafilokok enfeksiyonu
olasılığı nedeni ile bazen topikal veya ağızdan antibiyotik
kullanımı lezyonların düzelmesini hızlandırabilir. Herpes
30
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ATOPİK DERMATİT
F. Yaşar ANLAR
31
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
A. Zafer ÇALIŞKANER
Ürtiker ve Anjioödem
URTICARIA AND ANGIOEDEMA
Dr. A. Zafer ÇALIŞKANERa
a
Allerjik Hastalıklar BD, GATA, ANKARA
Özet
Abstract
Kronik ürtiker ve/veya anjioödem, tekrarlayıcı kliniği ve tedaviye cevapların iyi olmaması nedeniyle hastaların iş ve sosyal yaşamlarını olumsuz olarak etkileyen bir durumdur. İmmünolojik tanı alanındaki gelişmelere rağmen birçok olguda etiyolojik tanı genellikle
ortaya konamamaktadır. Etiyolojinin belirlenememesi, tedaviyi de
güçleştirmektedir. Diyet eliminasyonları, antihistaminler ve
kortikosteroidler sadece semptomatik rahatlama sağlamakta, tedavilerin sonlandırılması ile semptomlar nüks etmektedir. Tekrarlayan
tedaviler, hem maliyeti artırmakta, hem de hastaların beklentilerinin
karşılığı olamamaktadır.
Chronic urticaria and/or angioedema negatively affects both
work and social life of the patients because of its chronic relapsing
course and poor response to therapy. Despite advances in diagnostic
immunology, the etiology of CUA remains uncertain in most of the
cases. Troubles in determining the etiology makes the treatment
difficult. Dietary eliminations, antihistamines and corticosteroids are
providing only symptomatic relief, and CUA usually recurs soon after
discontinuation of the treatments. The repeated therapeutic interventions also cause increase in treatment costs, in addition to failure in
patient’s expectations.
Anahtar Kelimeler: Ürtiker, anjioödem
Key Words: Urticaria, angioedema
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):31-38
rtiker Hipokrat zamanından beri bilinmektedir. Bu
terimin ısırgan otundan (Urtica urens) kaynaklandığı kabul edilmektedir. İlk kez 1882 yılında
“Quincke ödemi” olarak isimlendirilmiş ve “can sıkıcı bir
problem” olarak tanımlanmıştır. İmmünolojide belirgin
ilerlemelere ve ürtiker formları hakkında artan bilgilere
rağmen, halen “can sıkıcı bir problem” olmaya devam
etmektedir.
Ü
Tanım
Ürtiker dermisin üst tabakalarını tutan, pembe-kırmızı
renkte, kaşıntılı, sınırları belirgin, hafif ödematöz, çeşitli
şekil ve büyüklüklerde olabilen ve genellikle 24 saatten
kısa süreli lezyonlardır. Dermisin daha alt tabakaları ile
subkutan dokuyu ve mukozaları tutan formuna ise
anjioödem adı verilmektedir. Olguların %40’ında ürtiker,
%11’inde de anjioödem tek başına gözlenirken, %49 olguda bu iki form birlikte ortaya çıkmaktadır.1-3
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. A. Zafer ÇALIŞKANER
GATA, Allerjik Hastalıklar BD,
ANKARA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Akut ürtiker semptomların 6 haftadan daha az sürdüğü
olgulardır. Lezyonlar 24 saat içinde kaybolur. Genelde
etiyolojik nedeni bellidir. Kronik ürtiker ise 6 haftadan
daha uzun süren ürtiker ataklarıdır. Akut ve kronik ürtikerde lezyonların klinik görünümü aynıdır.2
Genel olarak ürtikerin populasyondaki prevalansı %1
ile %5 arasındadır. Tüm yaş gruplarında görülebilir, ancak
akut ürtiker genellikle çocuk ve genç erişkinlerde, kronik
ürtiker ise erişkinlerde ve özellikle orta yaş kadın hastalarda daha sık olarak gözlenmektedir. Ülkemizde yapılan bir
çalışmada pediyatrik yaş grubunda akut ürtiker %68.5,
kronik ürtiker ise %31.5 oranında tespit edilmiştir.1-5
Fizyopatoloji
Ürtiker ve anjioödem lokal vazodilatasyon ve artmış
vasküler permeabiliteye bağlı sıvı transüdasyonu sonucu
oluşmaktadır. Bu fizyopatolojide çeşitli vazoaktif
mediatörler rol oynamaktadır. Histaminin esas rolü oynadığı kabul edilmektedir. Fakat bazen en güçlü antihistaminlerle bile ürtikerin tam olarak baskılanamaması, histaminin ürtiker fizyopatolojisinde sorumlu tek mediatör
olmadığını göstermektedir.1-3
Histamin ve diğer vazoaktif mediatörlerin salınımı ile
ilgili çeşitli mekanizmalar tanımlanmıştır:
31
A. Zafer ÇALIŞKANER
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
1. En önemli mekanizma, bazofil ya da doku mast
hücreleri üzerindeki IgE antikorunun antijen ile birleşmesi
sonucunda histaminin ve diğer mediatörlerin salınmasıdır.
Histamin vazodilatasyon (eritem), vasküler permeabilite
artışı (ödem) ve reaksiyonun daha geniş olmasını sağlayan
akson refleksi şeklinde gelişen klasik üçlü cevaba neden
olur. Akson refleksi antidromik iletimle nonadrenerjik,
nonkolinerjik tip C kutanöz liflerden substans P’nin salınması sonucunda gerçekleşir. Substans P güçlü bir
vazodilatördür. Aynı zamanda mast hücrelerinin histamin
sekresyonunu stimüle etmek yoluyla da reaksiyonu şiddetlendirmektedir. Mast hücre degranülasyonu birçok lipid
kaynaklı vazoaktif faktörlerin de salınmasına neden olur.
Araşidonik asit metabolitlerinden prostaglandin D2
vazodilatasyon yapmakta, lökotrienler ise vasküler
permeabiliteyi artırmaktadır. PAF (Platelet aktive edici
faktör) de vasküler permeabiliteyi artırmaktadır.
2. Bazofil ve mast hücrelerinden histamin salınımını
sağlayan ikinci mekanizma ise kompleman sistemidir. C3a,
C4a ve C5a, histamin salınımını tetikler aynı zamanda
permeabiliteyi artırır. Ayrıca, C5a nötrofil, eozinofil ve
mononükleer hücreler için bir kemotaktik faktördür.
3. Vasküler permeabilite artışı plazma proteinlerinin
yüzeylerle ya da makromoleküler partiküllerle temasına ve
plazma kinin sistemi aktivasyonuna neden olur. Bu sistemin ürünlerinden birisi de bradikinindir. Bradikinin beta2
reseptörler aracılığı ile vazodilatasyon ve permeabilite
artışına neden olur.
4. Histamin salınımını sağlayan diğer mekanizmalar
ise, mononükleer hücrelerden salınan histamin salgılatıcı
faktörler ve Ig E’ye veya yüksek affiniteli IgE reseptörlerine karşı otoantikorlardır.1,5
Etiyoloji
Ürtiker ve anjioödem etiyolojisi immunolojik ve
nonimmunolojik olarak iki grupta incelenebilir. Akut ya da
kronik ürtiker olarak gözlenen klinik tablolar, bu mekanizmalardan biri veya birkaçının birlikteliği sonucunda
ortaya çıkmaktadır:2,3
I. İMMÜNOLOJİK
1. IgE aracılığı ile oluşan
a. Atopik yatkınlık
b. Spesifik antijenler: İlaç, gıda, inhalan allerjenler,
c. Fiziksel ajanlar: Dermografizm, soğuk, sıcak, güneş, basınç, vibrasyon, egzersiz
d. Kontakt ürtiker
2. Kompleman aracılığı ile oluşan
a. Herediter anjioödem
b. Akkiz C1 İNH eksikliği
c. Serum hastalığı
e. Kan ürünlerine bağlı gelişen
32
II. İMMÜNOLOJİK OLMAYAN
1. Direkt mast hücre salınımına yolaçan ajanlar
a. Opiodiler
b. Kürar
c. Radyokontrast maddeler
2. Araşidonik asit metabolizması yoluyla etkili olan
ajanlar
a. Aspirin ve NSAİ ilaçlar
b. Azo boyaları ve benzoatlar
III. İDİYOPATİK
Akut Ürtiker ve Anjioödem
Akut ürtiker kısa süreli atakları tanımlamaktadır. Sıklıkla enfeksiyonlara, ilaçlara ve gıdalara bağlı olarak ortaya
çıkar. Pediatrik hasta grubunda daha çok akut ürtiker gözlenmektedir.2,6,7
Enfeksiyon en başta gelen akut ürtiker nedenidir. Çocuklarda sıklıkla viral enfeksiyonlarda, erişkinlerde ise
HBV enfeksiyonunun prodromal döneminde ve EBV enfeksiyonu sırasında geçici ürtiker atakları görülmektedir.
Bakteriyel veya fungal enfeksiyonlarda ise akut ürtikerin
enfeksiyondan çok, tedavi için kullanılan ilaçlara bağlı
olarak ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Parasit
enfestasyonları da diğer bir akut ürtiker nedeni olarak
bilinmektedir.2,4,5,8
Pediyatrik yaş grubunda en sık ürtikere neden olan
ilaçlar (muhtemelen çok sık olarak kullanılmaları nedeniyle), penisilin grubu antibiyotikler, nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar ve antipiretiklerdir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır: “Tüm ilaçların
ürtikere neden olma potansiyeli vardır”. Bu nedenle hastaların genellikle ilaç olarak kabul etmedikleri vitaminler,
antigribal preparatlar, herbal ürünler ve erişkin hastalarda
oral kontraseptifler özellikle sorgulanmalıdır.2,5,6,8
Akut ürtiker gıdalara bağlı olarak ta ortaya çıkabilir.
Bu olay çocuk yaş grubunda daha fazla gözlenir. En sık
yumurta ve süt allerjileri akut ürtiker nedenidir. Bunun
dışında bizim toplumumuz için çok geçerli olmamakla
birlikte deniz ürünleri ve yerfıstığı akut ürtiker nedeni
olarak tanımlanmıştır. Doğal gıdalara ek olarak, gıda katkı
maddeleri de zaman zaman akut ürtiker nedeni olarak
karşımıza çıkmaktadır.2,5
Akut ürtiker kan ve kan ürünlerinin transfüzyonu sırasında veya sonrasında ortaya çıkabilir. Bu tür sitotoksik
reaksiyonlarda transfüzyon sonlandırılması ve semptomatik tedavi ile ürtiker ve anjioödem bulguları kontrol
altına alınabilmektedir.5
Akut ürtikerlerin bir diğer formu da kontakt ürtikerlerdir. Kontakt ürtiker antijenin deri yüzeyine teması ile
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
A. Zafer ÇALIŞKANER
ile oluşmaktadır. Kontakt ürtiker reaksiyonları IgE aracılıklı mast hücre degranülasyonuna bağlıdır. Duyarlı kişilerde
ev hayvanı salgıları, gıdalar ve lateks gibi allerjenler temas
bölgesinde ürtiker plaklarına neden olmaktadır.5
tiroglobulin ve anti-peroksidaz antikorları ile birlikte kronik ürtiker görülmesidir. Kronik ürtikerli hastalarda bu
otoantikorların görülme oranı değişik çalışmalara göre
%12 ile %14 arasında değişmektedir.10-15
Bazen hastalar ürtiker ataklarının mevsimsel bir seyirle tekrarladığını tanımlarlar. Polenler gibi mevsimsel
allerjenlerin inhalasyonu, oral olarak alınması ya da deriye
teması ile ürtiker tablosu oluşabilmektedir. Hastalarda aynı
zamanda allerjik rinit ve/veya allerjik astım varlığı da
sözkonudur. Burada ürtikerin IgE aracılıklı mekanizma ile
oluştuğu kabul edilmektedir. Ancak neden dominant bulgu
olduğu izah edilememiştir.5
Kronik ürtikerli hastalarda tanımlanmış diğer
otoantikorlar, anti-IgE antikorlarıdır. Bu antikorlar %5%10 hastada görülmekte ve mast hücrelerini degranüle
ederek akut ürtiker plağını oluşturan mediatörlerin salınmasına neden olmaktadır.1,5,13,15,16
Kronik Ürtiker ve Anjioödem
Kronik ürtiker allerji ve dermatoloji pratiğinde sık
rastlanan ve aylar ya da yıllar sürebilen bir klinik tablodur.
Etiyolojik tanısı genellikle zordur. “Otoimmün kronik
ürtiker” kavramının rutine girmiş olması ve daha fazla
olguya etiyolojik tanı konulabilir hale gelmesine rağmen,
küratif tedavisindeki zorluklar halen devam etmektedir.
Gıdalar, akut ürtikere göre, kronik ürtikerde daha az
sıklıkla tespit edilen bir etiyolojik faktördür.
Enfeksiyonlar da aynı şekilde akut ürtikerdeki gibi
belirgin bir faktör değildir. Tespit edilemeyen enfeksiyon
odakları uzun yıllar kronik ürtiker ve anjioödem nedeni
olarak düşünülmüştür. Diş abselerinin veya safra kesesi
infeksiyonlarının tedavisi ile iyileşen kronik ürtiker vakaları ile ilgili bildiriler vardır. Ama çalışmalar bu enfeksiyonlar ile ürtiker arasında ilişki olmadığını ortaya koymuştur.2,3,5
Kronik ürtiker sistemik bir hastalığın bulgusu olarak
ortaya çıkabilir:
Sistemik vaskülitler kronik ve/veya tekrarlayan
ürtiker tablolarına neden olabilir. Kronik ürtikerli hastalarda kollagen doku hastalıkları ve otoimmün hastalıklar her
zaman akla getirilmelidir.9
Solid ve hematolojik malignitelerle birlikte kronik ürtiker vakaları bildirilmiştir. Ancak, bu vakaların koinsidens
olması da muhtemeldir. Eğer ürtiker tablosu malignitenin
rezeksiyonu ya da tedavisi ile ortadan kalkıyor ise,
malignite ile ürtiker arasında daha kesin bir ilişki
kurulabilir. Diğer yandan, teorik olarak tümör antijenlerine
karşı antikorların oluşturacağı komplekslerin, diğer immün
kompleks hastalıklarında olduğu gibi ürtikere neden olması
muhtemeldir.5
Otoimmün Kronik Ürtiker-Anjioödem
Kronik ürtiker ve anjioödem olgularının yaklaşık yarısının otoimmüniteye bağlı olduğu gösterilmiştir.
Otoimmün ürtiker kavramının ortaya çıkmasında ilk tespit
kronik otoimmün (Hashimoto) tiroidit hastalarında, antiTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Kronik ürtikerde diğer bir otoantikor ise %30-40 oranında bildirilen yüksek affiniteli IgE reseptörlerine karşı
antikorlardır. Hastaların %10’unda anti-IgE antikorları ile
birlikte bulunur.1,5,16-18
Otoimmün ürtiker kavramı pediyatrik yaş grubu için
de geçerlidir. Erişkin hastalar kadar sık olmamakla birlikte,
pediyatrik kronik ürtiker olgularında da bu otoantikorların
varlığı değişik çalışmalarda gösterilmiştir.19-21
Fiziksel etkenler ve Ürtiker-Anjioödem
a) Soğuk ürtikeri:
Soğuk ürtikeri, soğuğa maruziyetten kısa süre sonra
ortaya çıkan pruritus, eritem ve şişlik ile karakterize bir
tablodur. Hastalık herhangi bir yaşta başlayabilir ve belirgin bir cinsiyet ayrımı yoktur. Soğuk ürtikerinden
şüphenilen vakalarda önkola 4 dakika süreyle buz uygulanır ve 10 dakika sonra değerlendirilir. Eğer hastada soğuk
ürtikeri varsa buzun kaldırılmasından sonra 2 dakika içinde
uygulama yapılan alanda önce pruritus başlar daha sonra
geniş bir ürtiker plağı oluşur (Buz testi).
Soğuk ürtikeri krioglobulinemi, kriofibrinojenemi,
sağuk aglütinin hastalığı ve paroksismal soğuk
hemoglobulinürisi gibi soğukta fonksiyone olan anormal
immünglobulinlerin bulunduğu hastalıklarla birlikte görülebilmektedir. Bu anormal proteinler komplemanı fikse
etmekte ve ortaya çıkan anafilotoksinler aracılığı ile
histamin salınımı oluşmaktadır. Ancak hastaların çoğunda
anormal bir protein tespit edilememekte ve hastalık
idiopatik olarak adlandırılmaktadır. Tedavi, varsa altta
yatan hastalığın tedavisi ve semptomatik tedaviden ibarettir. Bütün antihistaminlere cevap iyi olmakla birlikte,
siproheptadinin özellikle etkili olduğu bilinmektedir.2,3,5
b) Soğuğa bağlı diğer sendromlar:
Soğuk ürtikeri dışında soğukla ilişkili bazı ürtiker tabloları tanımlanmıştır. Bunlar nadir gözlenen ama soğuk
ürtikeri başlığ altında vurgulanması gereken sendromlardır:
Gecikmiş soğuk ürtikeri: Ürtiker soğuğa maruziyetten
9-18 saat sonra ortaya çıkar. Hastalığın ailesel ve otozomal
dominant geçişli olduğu gösterilmiştir.
Soğuğa bağlı kolinerjik ürtiker: Sadece soğuk ortamda egzersiz yaptıktan sonra kolinerjik ürtikere benzer şekilde lezyonlar oluşmaktadır.
33
A. Zafer ÇALIŞKANER
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
Sistemik soğuk ürtiker: Soğuğa maruziyet sonrasında
tüm vücutta ürtiker oluşmaktadır. Hastanın soğukla direkt
temas etmeyen vücut bölgelerinde de ürtiker plakları ortaya
çıkması ayırıcı tanıda önemlidir. Ayrıca buz testi bu hastalarda negatiftir.
Eritem ve ödem alanı çevresinde akson refleksine bağlı
belirgin bir eritamatöz zon oluşur. Geniş vücut sahası
güneş ışığına maruz kalırsa hipotansiyon ve solunum sistemi semptomları da oluşabilir. Solar ürtiker 6 alt gruba
ayrılmaktadır:
Soğuğa bağlı dermografi: Dermografinin test edilmesi için deri çizildiğinde zayıf bir cevap elde edilmekte,
ancak çizilen bölgenin soğutulması ile dermografi belirgin
hale gelmektedir.
Tip I ve Tip IV; serumla transfer edilebilir ve muhtemelen IgE aracılıklıdır. Antijen tanımlanamamıştır.
Lokalize soğuk ürtikeri: Daha allerjen enjeksiyonu ya
da böcek ısırığı gibi bir faktöre maruz kalmış deri bölgesinde soğuk ile ürtikerinin oluştuğu bir sendromdur.
Lokalize soğuk refleks ürtiker: Buz testini uygulandığı
yerde lezyon oluşmazken, bu alanın etrafında kolinerjik
ürtikere benzer şekilde lezyonlar ortaya çıkmaktadır.5,7,22
c) Kolinerjik ürtiker
Egzersiz, sıcak banyo, terleme ve anksiete gibi uyaranlarla ortaya çıkan, etrafı belirgin eritemle çevrili küçük,
nokta şeklinde lezyonlardır. Daha çok göğüsün üst kısmı
ve boyunda gözlenmekle birlikte tüm vücutta yaygın olarak
oluşabilir. Tedavide seçkin ilaç hidroksizindir.2,3,5,22
d) Basınç ürtikeri:
Basınca maruz kalan vücut bölgelerinde 4-6 saat sonra ortaya çıkan ürtiker ve anjioödemdir. Heterojen bir
kliniği vardır: Bazı hastalarda basınca maruz kalan deri
bölgesinde ürtiker plakları olmaksızın sadece şişlik oluşur.
Bu tablo basınç angioödemi olarak adlandırılır. Bazı hastalarda ise lokal angioödem, ürtiker plakları ile birliktedir.
Semptomlar vücudun giysilerle basınç altında kaldığı
bölgelerinde veya yürüme ya da uzun süreli oturma gibi
uzamış basınca marzu kalan bölgelerinde ortaya çıkar.
Hastaların, lezyon bölgelerinde tipik olarak yanma ve ağrı
tanımlamaları hastalığın patogenezinde kininler gibi ağrıya
neden olan mediatörlerin rol oynadığını düşündürmektedir.
Antihistaminikler genellikle çok etkili olmamaktadır. Şikayetleri ciddi olan hastalarda sıklıkla kortikosterodilerle
tedavi gerekmektedir.5,7,22
Tip V; Eritropoietik protoporfiria olarak adlandırılmaktadır. Protoporfirin IX foto-duyarlılaştırıcı olarak görev yapar Ferroşelataz enzimi eksikliğine bağlıdır. Hastalık
oral verilen beta-karoten tedavisine cevap vermektedir.
Tip II, Tip III ve Tip V; ürtikere neden olan mekanizma bilinmemektedir. Serum ile pasif transferi yoktur.5,22
g) Akuajenik ürtiker:
Akuajenik ürtiker, suyun ısısından bağımsız, direkt su
ile temasa bağlı olarak ortaya çıkan küçük ürtiker plakları
şeklinde bir klinik tablodur.5,7
Ürtiker ve Anjioödemde Herediter Formlar
a) Familial soğuk ürtikeri:
Nadir bir hastalıktır. Otozomal dominant trait geçişlidir. Soğuğa maruziyetten yaklaşık 30 dakika sonra yanma
hissi ile birlikte papüler deri lezyonları, ateş, titreme,
başağrısı, eklem ve kas ağrıları ve lökositozis ortaya çıkar.
b) Herediter vibrioanjioödem:
Bir ailede otozomal dominant geçişli bir sendrom olarak tanımlanmıştır. Vibrasyon uyarımı sonrasında pruritus
ve dokuda ödemle seyrettiği için fiziksel ürtikerler arasında
kabul edilmektedir. Nonfamilial sporadik vaka raporları da
bildirilmiştir.
c) C3b inaktivatör eksikliği:
C3b inaktivatör (faktör I) eksikliği de nadir görülür.
Hastalarda alternatif kompleman yolunda spontan aktivasyon, histaminüri ve klinik olarak ürtiker ve anjioödem
görülmektedir. Otozomal ressessif geçiş paterni düşünülmektedir.
d) Ürtiker ve amiloidozis:
e) Dermografizm:
Populasyonun %2-5’inde görülür. Derinin künt bir cisimle çizilmesini takiben önce refleks vazokonstrüksiyona
bağlı beyaz bir hat, takiben pruritus, eritem ve lineer bir
şişlik şeklinde klasik “wheal and flare” reaksiyonu gözlenir. Hastaların yaklaşık yarısında dermografizm özelliğinin
serum ile pasif transferi gösterilmiş ve IgE aracılığı düşünülmüştür. Ancak antijen izole edilememiştir.3,5
f) Solar ürtiker:
Güneş ışığına maruziyet ile 1-3 dakika içinde ürtiker
tablosunun ortaya çıktığı bir hastalıktır. Tipik olarak güneşe maruz kalan bölgelerde ilk 30 saniye içinde önce
pruritus oluşur, takiben eritem ve ödem meydana gelir.
34
Familial ürtiker, amiloidoz, nöral sağırlık ve
ekstremite ağrıları ile birlikte görülebilir. Otozomal dominant kalıtım düşünülmektedir.5
e) Herediter anjioödem ve akkiz C1 inhibitör eksikliği:
Herediter anjioödem otozomal dominant geçişli bir
hastalıktır. 1/50.000 - 1/150.000 kişide görülür. Tüm
anjioödem olgularının yaklaşık %2’sini oluşturur Herhangi
bir yaşta ortaya çıkabilir. Çocuk hastalarda genellikle 2-12
yaş arasında ilk atak gözlenmektedir.5,7,23,24
C1 inhibitörünün yokluğu ve vücudun herhangi bir
bölgesinde oluşabilen anjioödemlerle karakterizedir. AtakTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
A. Zafer ÇALIŞKANER
lar sıklıkla minör bir travma, aşırı yorgunluk, cerrahi girişim, diş tedavisi ya da stres gibi etkenlerle ortaya çıkar.
Bazen tetikleyici faktör yoktur ve anjioödem atakları düzenli olarak ortaya çıkar. Kusma, karın ağrısı ve defans ile
seyreden ve akut batını ya da ailesel akdeniz ateşini taklit
eden abdominal ataklar sıklıkla görülür. Hastalığın en
önemli özelliği ürtiker ile birlikteliğinin olmamasıdır. En
ciddi komplikasyon larinks ve orofarinks bölgesinde oluşan ve solunum yollarını kapatan ödemidir. Hastalığın en
önemli mortalite nedenidir.5,7,22
Akut tedavide C1 INH konsantresine alternatif olarak
genellikle taze donmuş plazma kullanılmaktadır. Hayatı
tehdit eder nitelikte ataklarda vakit kaybetmeden 1-2 ünite
infüze edilmelidir.
Normalde dolaşımda inaktif olarak bulunan C1,
herediter anjioödem hastalarında aktif formda ve ölçülebilir düzeyleridir. Serum C4 düzeyi düşüktür. Ataklar sırasında ölçülemeyecek düzeylerdedir. Bu nedenle “C4 düzeyinin ölçülmesi” herediter anjioödem düşünülen hastalarda
ucuz bir tarama testi olarak kullanılmalıdır. C4 düzeyi
düşük bulunan hastalarda ise C1 INH düzeyine mutlaka
bakılmalıdır.
Profilaktik tedavide en fazla danazol ve stanozolol
kullanılmaktadır. Zayıf androjen yapısında olan bu ilaçlar
C1 İNH sentezini uyarmaktadır. Tedavi ile ataklar önlenmekte, C4 düzeyleri de normal sınırlara gelmektedir. Doz
ve uygulama intervalleri hastaya ve klinik bulgulara göre
ayarlanır. Klinik şiddete göre başlangıç dozu seçilir, ataklar
kontrol altına alındıktan sonra alternatif hafta tedavileri ile
mümkün olan en düşük dozda tedaviye devam edilir.
Elektif cerrahi girişimler öncesinde de yüksek doz
profilaktik danazol tedavisinin etkinliği gösterilmiştir.
Ayrıca fonksiyonel C1 INH defekti olan hastalarda da
etkilidir.5,7,22,25
Hastaların %15-20’inde C1 INH normal, hatta yüksek
bulunabilir. Bu hastalarda kantitatif değil, kalitatif C1 INH
eksikliği sözkonusudur. Yani enzim fonksiyonel değildir.
Klinik olarak herediter anjioödem düşünülen ancak C1
INH düzeyi normal bulunan hastalarda, C1 inhibitörün
fonksiyonel değerlendirilmesi yapılması gerekir.5,7,22
Hastalığın, lenfomalı hastalarda, dolaşımda düşük
molekül ağırlıklı IgM ve düşük C1 INH düzeyleriyle karakterize bir akkiz formu daha tanımlanmıştır. C1 düşüklüğü, immün komplekslere bağlı C1 aktivasyonuna veya
lenfoma hücreleri yüzeyindeki immünglobulinlere bağlanan antiidiotipik antikorlarla C1 fiksasyonuna bağlı olarak
ortaya çıkabilmektedir. Lenfomadan başka, özellikle SLE
olmak üzere konnektif doku hastalıklarında ve ayrıca
karsinomalarda da akkiz C1 INH eksikliği görülebilir.5
Akkiz C1 INH eksikliğinin bir tipi daha vardır. Bu
tipte C1 INH ‘e karşı IgG tipinde otoantikorlar bulunur. C4
ve C1 INH düzeyi düşüktür. Aile öyküsü yoktur. C1 düzeyi
genellikle normal sınırlardadır. Tedavi yaklaşımı olarak
plazmaferez ve immünsüpressif ajanlar önerilmektedir.5
Herediter anjioödem AKUT ATAK tedavisinde; en
önemli konu hastanın çok iyi değerlendirilmesi ve tedavi
yaklaşımının klinik şiddete göre planlanmasıdır. Boyun
veya orofarengial bölgeyi tutan bir anjioödem atağı ile,
ekstremiteleri tutan ya da karın ağrısına neden olan
anjioödem atağında yaklaşımlar kuşkusuz farklı olacaktır.
Akut atak tedavisinde en etkin yöntem eksik olanın
yerine konması, yani C1 INH konsantresi infüzyonudur.
Bu ilaç Türkiye’de mevcut değildir (sadece Avrupa’da
preparat olarak piyasaya sunulmuştur). Ancak ağır atak
başlatabilecek planlı operasyonlar öncesinde (doğum,
elektif cerrahi gibi) Sağlık Bakanlığı onaylı reçetelerle
gerekli miktarda ilaç ithal edilebilmektedir.5,7,24
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Laringeal veya orofaringeal obstruksiyon varsa
subkutan adrenalin enjeksiyonu ve topikal %2’lik efedrin
spreyleri kullanılabilir. Larinks ödemi bazen trakeostomi
(ya da yapılabilirse) entübasyon gerektirebilir. 5
Herediter anjioödem PROFİLAKTİK tedavisinde,
Diğer bir alternatif ise yüksek dozda aminokaproik asit ve traneksamik asit gibi antifibrinolitik ajanlardır.
Antifibrinolitik ajanlar C1 aktivasyonu sağlayan plazmini
ve C1’in immün kompleksler ile aktivasyonunu baskılayarak etki göstermektedir.5
Ürtiker ve Anjioödem Tanısı
Akut ürtiker anjioödem olgularının tanısında genellikle ayrıntılı tetkiklere gerek duyulmamakta, semptomatik
tedavi ile birlikte tam kan sayımı ve sedimentasyon gibi
birinci basamak tetkikler yeterli olmaktadır.
Hastalığın kronik formunda ise tanıya yönelik olarak
yapılması tavsiye edilen birçok test vardır. Ancak gerçekte
çok az sayıda tanı testinin endikasyonu sözkonusudur.
Tanısında ilk basamak (tüm hastalıklarda olduğu gibi)
ayrıntılı bir anamnez ve fizik muayenedir. Elde edilecek
bulgular laboratuvar tetkikleri için rehber teşkil etmektedir.
Semptomların ortaya çıkış zamanı, lezyonların kalış süresi,
presipite eden faktörler belirlenmelidir. Ayrıca ateş, halsizlik, kilo kaybı, artralji, ve artrit gibi sistemik hastalık bulguları da sorgulanmalıdır.7,19,25,26
Ürtiker ve/veya anjioödem ile başvuran bir hastanın
değerlendirilmesi şu şekilde özetlenebilir:
1. Ürtiker ve vaskülit ayırt edilmesi: Vaskülit bulgularının ürtikerden ayırt edilmesi önemlidir. Vaskülit lezyonları 24 saatten uzun sürelidir ve genellikle lezyon yerinde
hiperpigmentasyon bırakarak kaybolur. Hastalarda ateş,
halsizlik ya da diğer sistemik hastalık bulguları mevcuttur.
Klinik olarak vaskülitten şüphelenildiğinde, lezyonlardan
35
A. Zafer ÇALIŞKANER
lezyonlardan biopsi alınması ve ileri laboratuvar tetkiklerinin yapılması gereklidir.
2. Fiziksel ürtikerlerin ayırt edilmesi: Anamnezde soğuk, terleme, egzersiz, sıcak veya güneş ışığı ile lezyonların ortaya çıkmasının ilişkisi sorgulanmalıdır. Bu tür olgularda genelikle klinik bulguların ortaya çıkması epizodiktir.
Ayrıca fiziksel ürtiker tanısına yönelik spesifik testler de
uygulanabilir.
3. Oral alınan allerjenlerin belirlenmesi: Gıdalar ve
ilaçlar persistan veya akut ataklar şeklinde seyreden ürtiker
nedeni olabilmektedir. Anamnez ile tanıya gidilebilir,
ayrıca deri testleri de uygulanabilir. Ayrıca eliminasyon
yöntemleri de tanıda faydalıdır.
4. Otoimmünite yönüyle değerlendime: Hastada veya
ailesinde tiroid hastalığı veya diğer otoimmün hastalıkların
olup olmadığı sorgulanmalıdır. Öykü negatif olsa bile,
özellikle tiroid otoimmünitesi yönünden mutlaka gerekli
tetkikler yapılmalıdır. Çünkü otoimmün tiroidit sık görülen
bir hastalıktır ve hasta laboratuvar olarak ötiroid olsa dahi
kronik ve/veya tekrarlayan ürtikere neden olabilmektedir.5,25,27
7. Laboratuvar tetkiklerinin belirlenmesi: Anamnez ve fizik muayene bulgularına göre laboratuvar tetkikleri planlanmalıdır. Her hastada öncelikle tam kan
sayımı ve sedimentasyon tetkiklerinin yapılması önerilmektedir. Yüksek sedimentasyon değerleri, sistemik bir
hastalık açısından daha ileri tetikler yapılmasını gerektirir, çünkü sadece ürtikere bağlı olan sedimentasyon
yüksekliği beklenmez. Böyle bir hastada yapılabilecek
daha ileri laboratuvar tetkikleri arasında ANA, kompleman profili, antitiroid otoantikorları, hepatit virus
markırları, serum protein elektroforezi gibi tetkikler
sayılabilir. Tetkiklerin seçimi klinik bulgular ve öntanıya göre yapılmalıdır.7,25
Deri biyopsisi klinik olarak vasküliti düşündüren hastalarda uygulanmalıdır. Her hastaya uygulanması gerekli
değildir.5,25
Otolog serum ile intradermal deri testi uygulanması
kolay ve herhangi bir masraf gerektirmeyen bir testtir.
Tedaviye dirençli kronik ürtikerli hastalarda mutlaka uygulanmalıdır. Otoimmünite ya da histamin salgılatıcı faktörlerin varlığı açısından yol gösterici olacaktır.2,3,10
Ürtiker ve Anjioödem Tedavisi
Tedavide en etkin yaklaşım, tespit edilen bir
etiyolojik faktör varsa onun eliminasyonu ya da tedavisidir.
Ancak çoğu kez bu mümkün olmamaktadır.
Aspirin ve NSAİ ilaçlardan kaçınma:
Ürtiker şikayeti olan tüm hastalara asetil salisilik asit
ve steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçları (NSAİ) kullanmaması gerektiği özellikle belirtilmelidir. Çünkü bu
36
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
ilaçlar ürtiker ataklarının alevlenmesine neden olmaktadır.
Aspirin ile şikayetleri artan hastalar, azo boyaları ve
benzoatlardan da kaçınmalıdır. Opiatlar da mast hücresi
degranülasyonuna neden oldukları için bu maddeyi içeren
ilaçların da eliminasyonu sağlanmalıdır.5,7,22,25
H1 Antihistaminler:
Antihistaminler tüm ürtiker formlarında etkili ve ilk
tercih edilmesi gereken ilaçlardır. Antihistaminlerin tedavide kullanımının temeli, ürtiker fizyopatolojisinde mast
hücresi kaynaklı histaminin önemli rol oynamasıdır. Klasik
birinci kuşak H1 antihistaminler ve ikinci kuşak sedatif
olmayan uzun etkili antihistaminler genellikle eşdeğer
etkinliktedir. Çoğu hastada tek bir antihistamin yeterli
olabilmekle birlikte, bazı hastalarda ayrı gruplardan iki
antihistamin kombinasyonu da gerekebilir.5,19,28
Birinci kuşak H1 antihistaminler:
Hidroksizin, çocuklarda 2 mg/kg/gün, erişkinde günde
3 kez 25-50 mg
Difenhidramin, çocuklarda 5mg/kg/gün, erişkinde
günde 3 kez 25-50 mg
Ketotifen, çocuklarda (6 ay-3 yaş) 0.05 mg/kg, >3 yaş
ve erişkinde 1 mg, günde 2 doz olarak.
İkinci kuşak H1antihistaminler:
Setrizin,çocuklarda (>2 yaş) 5mg/gün, erişkinde 10
mg/gün
Loratadin, çocuklarda (>2 yaş) 10 mg/gün, erişkinde
10 mg/gün
Desloratadin (>12 yaş) 5 mg/gün
Feksofenadin (>12 yaş) 120 -180 mg/gün.29
H1 ve H2 antihistaminlerin kombinasyonu:
Histaminin hem H1 hem de H2 reseptörleri üzerinden
fonksiyon yaptığı düşünülerek tedavide H1 ve H2 reseptör
antagonistlerinin kombinasyonu uygulanabilir. Tedaviye
H2 antihistamin eklemenin H1 antihistaminlerin etkinliğine
belirgin bir katkı sağlanmadığı görüşü hakimdir, ancak
bazı hastalarda faydalı olduğuna dair bildiriler de vardır.
H1 antihistaminlere yeterli cevabın alınamadığı hastalarda
tedaviye eklenebilir. Pediatrik hasta grubuna ait yeterli veri
yoktur.5,7,19,28
Trisiklik antidepresan tedavi:
Güçlü bir H1 reseptör antagonisti ve aynı zamanda
H2 reseptör aktiviteli bir trisiklik antidepresan olan
doxepin kronik ürtiker tedavisinde etkili bir ilaçtır. Ancak
sedasyon etkisi çok fazladır ve tolere edilememektedir.
Depresyon komponenti bulunan kronik ürtikerli hastalarda
kullanılması önerilmektedir. Pediatrik hastalarda kullanımı
konusunda yeterli veri yoktur.5,19
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
A. Zafer ÇALIŞKANER
Kortikosteroidler:
Kortikosteroidlerin ürtiker tedavisinde etkiniliği tartışılmaz. Ancak, kortikosteroidler uzun süreli kullanım için
uygun değildir. Bununla birlikte hastalığın kısa süre içinde
kontrol altına alınabilmesi için kısa süreli düşük doz
kortikosteroid tedavisi uygulanabilir. Fakat hastaların
çoğunda kortikosteroidlerin kesilmesini takiben ürtiker
nüks etmektedir.7,25
5.
6.
Balaban J. Medicaments as the possible cause of urticaria in
children. Acta Dermatovenerol Croat. 2002;10:155-9.
7.
Zacharisen MC. Pediatric urticaria and angioedema. Immunol and
Allergy Clin North Am 1995;19:363-92.
8.
Mortureux P, Leaute-Labreze C, Legrain-Lifermann V, Lamireau
T, Sarlangue J, Taieb A. Acute urticaria in infancy and early
childhood: a prospective study. Arch Dermatol. 1998;134:31923.
9.
Wisnieski JJ. Urticarial vasculitis. Curr Opin Rheumatol.
2000;12:24-31.
Adrenerjik ajanlar:
Beta agonistlerin ürtikerin rutin tedavisinde
endikasyonu yoktur. Bununla birlikte, ciddi larinks ödemi
veya ağız ve dilin solunumu engelleyen angioödeminde
epinefrin subkutan olarak uygulanabilir.5
Diğer tedaviler:
Özellikle kronik ürtiker tedavisinde önerilmiş olan,
kalsiyum kanal blokörleri, kolşisin, dapson ve klorokin gibi
birçok alternatif ilaç vardır. Ancak bunlarla ilgili kontrollü
çalışmalar yoktur.30-32
Aktive mast hücrelerinden histamine ek olarak,
lökotrienler de salınmaktadır. Bu nedenle lökotrien
antagonistleri de ürtiker tedavisinde alternatif ajanlar olarak kullanılabilir. Zileuton ve zafirlukast’ın bazı kronik
ürtiker olgularında faydalı olduğuna dair bildiriler vardır.33,34
Tiroid otoantikorları pozitif olan bazı hastaların tiroid
hormon tedavisinden (levotiroksin) fayda gördüklerine dair
olgu bildirileri ve hasta gruplarında yapılmış çalışmalar
vardır. Ancak tiroid hormonunun hangi mekanizma ile
etkili olduğu da henüz ortaya konmamıştır.35,36
Klasik tedavilere ve kabul edilebilir dozlarda
kortikosteroidlere cevap vermeyen kronik ürtikerde
immünsupressif tedavi alternatifi düşünülebilir. Fakat halen
kabul edilmiş bir tedavi protokolü yoktur. Serumda
otoantikorların bulunduğu kronik ürtikerli hastalarda
plazmaferez, intravenöz gama globulin ve metotreksat gibi
spesifik tedaviler denenmiştir. Fakat kontrollü çalışma
sayısı yeterli değildir. Bu grup tedaviler arasında en fazla
çalışılmış olanı siklosporindir. Tedaviye dirençli, ya da
uzun süreli kortikosteroid kullanımı gerektiren hastalarda
önerilmektedir. Hastaların %75’inde etkili olduğu bildirilmiştir. Ancak yan etki potansiyeli yüksek ve tedavi sırasında yakın takip gerektiren bir ilaçtır.5,19,37
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
Kaplan AP. Chronic urticaria: pathogenesis and treatment. J
Allergy Clin Immunol 2004;114:465-74.
Zuberbier T. Urticaria. Allergy. 2003;58:1224-34.
Grattan CE, Sabroe RA, Greaves MW. Chronic urticaria. J Am
Acad Dermatol 2002;46:645-57.
Sackesen C, Sekerel BE, Orhan F, Kocabas CN, Tuncer A,
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Adalioglu G. The etiology of different forms of urticaria in childhood. Pediatr Dermatol 2004;21:102-8.
Kaplan AP: Urticaria and Angioedema. In: Middleton E, et al:
Allergy Principles and Practice. Vol.2, Ch.79, 5th ed. Mosby-Year
Book Inc. St.Louis, Missouri, USA, 1998. p.1104-18.
10. Boguniewicz M.Chronic urticaria in children. Allergy Asthma
Proc. 2005;26:13-7.
11. Leznoff A, Josse RG, Denburg J, Dolovich J. Association of
chronic urticaria and angioedema with thyroid autoimmunity.
Arch Dermatol 1983:119:636-40.
12. Leznoff A, Sussman GL. Syndrome of idiopathic chronic urticaria
and angioedema with thyroid autoimmunity: a study of 90 patients. J Allergy Clin Immunol. 1989;84:66-71.
13. Fine RM. The Fine page: autoimmune basis for chronic idiopathic
urticaria. Int J Dermatol 1994;33:164-65.
14. Hide M, Francis DM, Grattan CE, Barr RM, Winkelmann RK,
Greaves MW. The pathogenesis of chronic idiopathic urticaria:
new evidence suggests an auto-immune basis and implications for
treatment. Clin Exp Allergy 1994;24:624-27.
15. Tong LJ, Balakrishnan G, Kochan JP, Kinet JP, Kaplan AP.
Assessment of autoimmunity in patients with urticaria. J Allergy
Clin Immunol. 1997;99:461-65.
16. Greaves MW. Chronic idiopathic urticaria. Curr Opin Allergy
Clin Immunol 2003;3:363-8.
17. Fiebiger E, Maurer D, Holub H, Reininger B, Hartmann G,
Woisetschlager M. Serum IgG autoantibodies directed against the
alfa chain of FcRI: a selective marker and pathogenic factor for a
distinct subset of chronic urticaria patients. J Clin Invest
1995;96:2606-12.
18. Hide M, Francis DM, Grattan CEH, Hakimi J, Kochan JP,
Greaves MW. Autoantibodies against the high-affinity IgE receptor as a cause of histamine release in chronic urticaria. N Engl J
Med 1993;328:1599-604.
19. Kozel MM, Sabroe RA. Chronic urticaria: aetiology, management
and current and future treatment options. Drugs. 2004;64:251536.
20. Brunetti L, Francavilla R, Miniello VL, et al. High prevalence of
autoimmune urticaria in children with chronic urticaria. J Allergy
Clin Immunol. 2004;114:922-7.
21. Dalal I, Levine A, Somekh E, Mizrahi A, Hanukoglu A. Chronic
urticaria in children: expanding the "autoimmune kaleidoscope".
Pediatrics. 2000;106:1139-41
22. Raychaudri SP, Sharma S, Urticaria and angioedema: Clinical
spectrum and management. Hosp Physician. 2002;6:55-64.
23. Farkas H, Harmat G, Fust G, Varga L, Visy B. Clinical management of hereditary angio-oedema in children. Pediatr Allergy
Immunol. 2002;13:153-61.
24. Visentin DE, Yang WH, Karsh J. C1-esterase inhibitor transfusions in patients with hereditary angioedema. Ann Allergy
Asthma Immunol. 1998;80:457-61.
25. Grattan C, Powell S, Humphreys F. Management and diagnostic
guidelines for urticaria and angio-oedema. Br J Dermatol.
2001;144:708-14.
37
A. Zafer ÇALIŞKANER
26. Beltrani VS. Urticaria and Angioedema. Dermatol Clinics
1996;14:171
27. Leznoff A. Chronic urticaria. Can Fam Physician.1998;44:21706.
28. Simons FE. H1-antihistamines in children. Clin Allergy Immunol
2002;17:437-64.
29. Estelle F, SimonsR. Antihistamines. In: Middleton E, et al: Allergy Principles and Practice. Vol.2, Ch.51, 6th ed. Mosby-Year
Book Inc. St.Louis, Missouri, USA, 2003. p.834-66.
30. Stack PS. Methotrexate for urticarial vasculitis Ann Allergy
1994;72:36-38.
31. Wiles J.C, Hansen RC, Lynch PJ. Urticarial vasculitis treated
with colchicine J Allergy Clin Immunol 1984;73:600-3.
32. Reeves GE, Boyle MJ, Bonfield J, Dobson P, Loewenthal M.
Impact of hydroxychloroquine therapy on chronic urticaria:
chronic autoimmune urticaria study and evaluation. Intern Med J.
38
ÜRTİKER VE ANJİOÖDEM
2004;34:182-6.
33. Chu TJ, Warren MS. Zafirlukast (Accolate) In the treatment of
chronic idiopathic urticaria- a case series. J Allergy Clin Immunol
1998;101:155.
34. Spector S, Tan RA. Antileukotrienes in chronic urticaria. J Allergy Clin Immunol 1998;101:572.
35. Karaayvaz M, Caliskaner Z, Turan M, Akar A, Ozturk S, Ozanguc N. Levothyroxine versus ketotifen in the treatment of patients
with chronic urticaria and thyroid autoimmunity. J Dermatolog
Treat. 2002;13;165-72.
36. Rumbyrt JS, Katz JL, Schocket AL. Resolution of chronic urticaria in patients with thyroid autoimmunity. J Allergy Clin Immunol. 1995;96:901-6.
37. Grattan CE, O'Donnell BF, Francis DM, et al. Randomized
double-blind study of cyclosporin in chronic 'idiopathic' urticaria.
Br J Dermatol 2000;143:365-72.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
BESİN ALLERJİLERİNDE PATOGENEZ VE KLİNİK
Nazan TOMAÇ ve Ark.
Besin Allerjilerinde Patogenez ve Klinik
PATHOGENESIS AND CLINICAL MANIFESTATIONS OF FOOD ALLERGY
Dr. Nazan TOMAÇ,a Dr. Gonca ÜSTÜNDAĞb
a
Pediatrik Allerji BD, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, HATAY
Pediatrik Allerji BD, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi, ZONGULDAK
b
Özet
Abstract
Besinlere karşı immünolojik mekanizmalarla gelişen istenmeyen etkilerin ortaya çıkması besin allerjisi olarak tanımlanır. Besin
allerjileri, çeşitli faktörlere bağlı olarak besin allerjenlerine oral toleransın oluşamaması veya kaybolması sonucu gelişmektedir. Besin
allerjisi patogenezinde daha çok Tip I, III ve IV hipersensitivite reaksiyonları yer almaktadır. Özellikle çocukluk çağında besin allerji
sıklığının artmış olması, genetik yatkınlığı olanlarda, gastrointestinal
immünolojik ve immünolojik olmayan çeşitli bariyerlerin
immatüritesine bağlanmaktadır. Besin allerjisi riskinin artmasına yol
açan başlıca faktörler ailede atopik hastalık öyküsü olması, besin
antijenlerine intestinal bariyeri bozan IgA eksikliği, malnütrisyon ve
gastroenterit gibi hastalıkların olmasıdır. Besin allerjilerinde klinik
semptomlar çok çeşitli olabilmekte ve deri, gastrointestinal ve solunum sistemlerinden birini veya birkaçını içeren reaksiyonlar şeklinde
olabilmektedir. Besin allerjileri ile fatal anafilaktik reaksiyonlara
kadar ağırlaşabilen çeşitli klinik görünümler rapor edilmektedir.
Food allergy is defined as the immunologically mediated adverse reactions to foods. Food allergy is the result of a loss or lack of
oral tolerance, the cause of which is likely multifactorial. Type I, III
and IV hypersensitivity reactions have been notified important in
pathogenesis associated with food allergy. Immaturity of both the
immune system and the physiologic functions of the gastrointestinal
tract play a significant role in the development of food allergy in
genetically prone infants and children. A positive family history of
atopic disease, IgA deficiency, malnutrition, and gastroenteritis leading to defects in the gut barrier to various food antigens validates the
tendency for food allergy. Food induced allergic reactions are responsible for a variety of symptoms involving the skin, gastrointestinal and
respiratory tracts separately or in combination. Even fatal anaphylaxis
has been reported in this wide array of clinical manifestations due to
food allergy.
Anahtar Kelimeler: Besin allerjisi, patofizyoloji, klinik bulgular
Key Words: Food allergy, pathophysiology, clinical manifestations
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):39-43
B
esinlerin zararlı etkilere de yol açabildiği 2000 yıl
önce ilk kez tıbbın babası olarak isimlendirilen
Hipokrat tarafından tarif edilmiştir. Besinlerin yol
açtığı istenmeyen etkiler oldukça sık görülür ve çocuklarda
%6-8, erişkinlerde %1.5 olarak rapor edilir.1 Bir besin alımından sonra ortaya çıkan istenmeyen tüm besin reaksiyonları “besin hipersensitivitesi veya aşırı duyarlılığı” olarak
tanımlanır. Besin hipersensitivite reaksiyonlarının ortaya
çıkışında çeşitli mekanizmalar yer alabilmektedir. Besin
allerjisi, immünolojik mekanizmalarla, dört tip klasik
hipersensitivite reaksiyonlarından biri veya birkaçı ile gelişen reaksiyonlardır. Allerjik reaksiyonlardaki immünolojik
mekanizmalarda IgE’nin yer alıp almamasına göre IgEaracılıklı ve IgE-aracılıksız besin allerjileri olarak ikiye
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Nazan TOMAÇ
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Pediatrik Allerji BD, HATAY
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ayrılır. İmmünolojik mekanizmalar dışında oluşan toksik,
enzimatik (laktaz eksikliği), farmakolojik (kafein, tiramin)
nedenli besin intoleransı durumları ise “allerjik olmayan
besin hipersensitivitesi” olarak sınıflanır.2 Besin
allerjisinde tanı metotları yeterli olmadığından ve besin
allerjenlerinin sindirimi nedeniyle semptomlar gecikebildiğinden dolayı mekanizmanın ortaya konulamadığı durumlar oldukça sıktır ve bu nedenle besin aşırı duyarlılık reaksiyonları allerjik, allerjik olmayan ve mekanizması bilinmeyen olarak üç grupta sınıflanabilir.3
Besinlere verilen immünolojik yanıt, kişinin genetik
yapısı ve yaşı, besin proteinlerinin kimyasal yapısı,
absorpsiyonu, immün sistemde işlenme şekli ve target
organ duyarlılığı tarafından belirlenir. Ayrıca barsak bariyeri de immün sistemin besinlerle temasını etkileyerek
önemli rol oynar. Böylece genelde besin allerjenlerine
tolerans gelişirken, bazı kişilerde besin allerjileri ortaya
çıkar.
Gastrointestinal sistem (GİS), besinlerin dışında pek
çok yabancı proteinler, bakteri, parazit ve viruslarla temas
39
Nazan TOMAÇ ve Ark.
halindedir ve patojenleri uzaklaştırıp korunmayı sağlarken,
besinlerin içerdiği yabancı proteinlere karşı tolerans
gelişmini sağlar. Besin proteinleri önce sindirim enzimleriyle küçük peptid ve aminoasitlerine ayrılır sonra absorbe
olarak büyüme, onarım ve enerji için kullanılır. Besinlere
oral toleransın gelişmesindeki mekanizmalar tam olarak
anlaşılamamakla birlikte lokal ve sistemik immün sistemin
önemli rolü vardır. İntestinal sisteme alınan besin antijenleri, lenfoid hücreler tarafından işlenerek allerjik olmayan
“tolerojenik” şekle dönüştürülür. İntestinal CD8 T hücreler, tolerojenik antijenlerle uyarılarak hücresel immün
cevapta azalmaya neden olurlar ve besin toleransının gelişiminde önemli rol oynarlar. Regulator T hücreler (Th3),
IL-10 ve TGF-beta sentezleyerek tolerans oluşturulabilen
diğer önemli hücrelerdir.
Tolerans oluşumunda antijen geçişine karşı oluşturulan bariyer önemli diğer bir faktördür.4 Gasrointestinal
sistem içinde yabancı antijenlerle sistemik teması azaltan
çeşitli immünolojik ve immmünolojik olmayan bariyerler
vardır. İmmünolojik olmayan bariyerler, epitelin fizik
bariyeri, gastrik asit, proteolitik enzimler, mukus sentez ve
sekresyonu ve barsak peristaltizmidir. İmmünolojik bariyer
ise, GIS içindeki GALT (gut-associated lymphoid tissue)
olarak adlandırılan lokal lenfoid dokudur. Bu dokuda besin
antijenlerine karşı IgA sentezi artarken, IgG, IgM ve IgE
sentezi baskılanır. Antijen ile IgA kompleksi oluşması,
antijen absorpsiyonunu azaltır. Normal şartlarda absorbe
olan makromollerküller %2 civarındadır ve bunlar da
tolerojenik şekle dönüştürülür.
Besin toleransının azalması, yokluğu veya kaybolması
besin hipersensitivite reaksiyonlarıyla sonuçlanır. İnfant ve
çocuklarda besin allerjisinin daha sık görülmesi GIS ve
immün sistemdeki immatüritenin toleransı oluşturamamasıyla açıklanabilir. Bazal gastrik asit düzeyi özellikle hayatın ilk aylarında çok düşüktür ve proteolitik aktivite 2
yaşında matür düzeye ulaşmaktadır. Gelişimini tamamlamamış barsaktaki azalmış IgA salınımı, CD8 T hücrelerdeki düşüklük, asit sekresyonun azlığı, mukus kalite ve
kantitesindeki yetersizlik genetik olarak yatkın çocuklarda
allerjiyle sonuçlanabilmektedir. Epitel bütünlüğünün bozulduğu gastroenterit gibi durumlarda da antijen
absorpsiyonu artarak allerji gelişimi kolaylaşır. Yabancı
besin antijenleri ile erken dönemlerde karşılaşma, atopiye
genetik olarak yatkınlığı olanlarda, besinlere karşı spesifik
Ig E’nin artmasına ve duyarlanmaya neden olur.
Besin allerjik reaksiyonlarında 4 tip hipersensitivite
reaksiyonu da yer almakta ancak tip II reaksiyonlar diğerlerinden daha nadir görülmektedir. Tip I (IgE-aracılıklı)
yanıt klasik allerjik yanıttır ve klinikte ürtiker, anjioödem
ve anaflaksi olarak görülür. Tip II cevapta besin antijeni
hücre yüzeyine bağlanır ve antikora bağlandığında hücre
membranı bozularak hücre ölümüne yol açar (besin proteini enterokoliti gibi). Tip III yanıt IgG aracılıklıdır ve anti40
BESİN ALLERJİLERİNDE PATOGENEZ VE KLİNİK
jen-antikor-kompleman immün kompleksi küçük damarlarda ve glomerülde tutularak vaskülit ve nefropatiye neden
olur. Tip IV gecikmiş hipersensitivite reaksiyonunda T
hücreler aracıdır ve klinik semptomlar geniş bir yelpazeye
dağılır (besin proteini enterokoliti, ekzema gibi). Hastaların
çoğunda aynı anda birden fazla mekanizma yer almaktadır.
Önemli allerjik mekanizmaları kısaca özetlersek:
Erken tip allerjik reaksiyon (Tip I): İntestinal mast
hücrelerinin degranülasyonu sonucu salınan mediatörlerin
epiteli etkilemesi ile ortaya çıkar. Mast hücre mediatörleri
öncelikle GALT’deki immünoregulatuar mekanizmaları
etkiler. Tip I allerjik reaksiyon ile gastrointestinal sistemde
mukozal ödem, enterosit yıkımı, motilite değişikliği ve
barsak bariyer bozukluğu ortaya çıkar. Besine spesifik
IgE’nin lokal sentezi ve sistemik dağılımı besin allerjisi
patogenezinde önemli rol oynamaktadır. Süt allerjilerinin
yaklaşık %60 kadarından IgE-aracılıklı reaksiyonlar sorumludur.
İmmün kompleks ilişkili allerjik reaksiyon (Tip III):
Besin proteinlerine karşı IgG yapısında antikorların, antijen- antikor birikimlerine neden olması ve kompleman
sistemini aktive etmesi, besin allerjisi patogenezinde tip III
reaksiyonun da etkili olduğunu göstermiştir. Özellikle inek
sütü allerjisi olan çocuklarda immünohistokimyasal olarak
IgG antikorları ve immün kompleksler gösterilmiştir.
Geç tip allerjik reaksiyon (Tip IV): Özellikle morfolojik çalışmalar gastrointestinal T hücrelerinin besin allerji
patogenezinde önemli olduğunu göstermektedir. Besin
allerjisi olanlarda T hücre klonları hem lokal hem de
periferde artmış olarak bulunmuştur. Besin allerjisi ve
eosinofilik gastroenteritte IL-4, IL-5, interferon-gama gibi
sitokinlerin arttığı gösterilmiştir. Sitokinlerin artma paterni
genel T hücre aktivasyonu ile uyumludur.
Besin allerjik reaksiyonları başlıca GIS, deri, solunum
sisteminde veya sistemik olarak görülür. Barsakta allerjen
besine karşı gelişen immün yanıtı Th2 hücrelerin yönlendirdiği, ve eozinofiller ile mediatörlerinin patolojide yer
aldıkları gösterilmiştir. Deri prik test negatifliği veya serumda spesifik IgE yüksekliği olmadan intestinal lokalizasyonlu IgE-aracılıklı allerjik reaksiyonlar rapor edilmektedir.5 Besin allerjisi olanlarda sıklıkla atopik dermatit ve
ürtiker gibi kütanöz semptomlar görülmektedir. Besinlerle
ürtiker ve egzematöz deri allerjilerinde, lenfositin deriye
göçünü sağlayan kütanöz lenfosit antijeni (cutaneous
lymphocyte antigen-CLA) reseptörü taşıyan T hücrelerin
(CD4 ve CD8) selektif olarak aktive olmaları, bunların deri
allerjileri patogenezinde rol aldıklarını göstermektedir.
Besin allerjisi olan hastalarda astma kliniği olmasa da
bronş aşırı duyarlılığı geliştiği ve bunun da IL-8’e bağlı
pulmoner nötrofili ile geliştiği gösterilmiştir.6
Besin allerjik reaksiyonları, değişik hedef organlarda
farklı semptom ve klinik bulgulara yol açar. Hafif
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
BESİN ALLERJİLERİNDE PATOGENEZ VE KLİNİK
gastrointestinal belirtilerden deri ve solunum sistemi semptomlarına ve fatal anaflaksiye kadar değişen klinik bulgular
olabilir. Besinlerden en sık etkilenen organ GIS olmakla
birlikte semptomlar fark edilecek kadar açık olmayabilir.
Bu nedenle ikinci sıklıkta görülen deri bulguları, bazı
çalışmalarda en sık olarak rapor edilmektedir. Bu makalede
önemli bazı klinik görüntüler üzerinde durulacaktır.
Gastrointestinal Reaksiyonlar
Gastrointestinal sistem, besin allerjilerindeki hedef
organlardan biri olmanın dışında besin antijenlerinin diğer
organlara dağılmadan önce karşılaştığı ilk sistemdir.
Gastrointestinal immün sistemin oldukça karmaşık olması,
besinlerin içerdiği allerjenlere çok farklı reaksiyonların
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Gastrointestinal
hipersensitivite reaksiyonlarının mekanizmaları farklı olsa
da semptomlar benzer özelliktedir; ancak başlangıç zamanı, şiddeti ve süresi değişkenlik gösterir.7-9
Gastrointestinal anafilaksi: IgE’nin yer aldığı
gastrointestinal reaksiyonlara, çoğunlukla deri ve akciğer
gibi diğer hedef organlardaki bulgular eşlik eder. Reaksiyondan sorumlu olan besin alındıktan dakikalar veya birkaç saat içinde, kusma, karın ağrısı, kolik, bulantı ve/veya
diyare gibi belirtiler ortaya çıkar. Bebeklik dönemindeki
besin allerjilerinde ani ve devamlı kusma yerine, aralıklı
kusma ve kilo alamama yakınmaları olabilir. Atopik dermatit ve besin allerjisi birlikte olan çocuklarda sorumlu
besinin sık alınması gastrointestinal mast hücrelerinde
kısmi duyarsızlığa neden olarak besin allerjisini subklinik
forma dönüştürebilir. Böyle çocuklarda iştahsızlık, az kilo
alımı, aralıklı karın ağrısı gibi yakınmalar olabilmektedir.
Gastrointestinal besin allerjilerinde mast hücreleri önemli
rol oynar. Reimann ve Lakrin10 1988 yılında allerjen besin
alındıktan sonra mast hücresi degranülasyonu ve doku
histamin düzeyi artışını gastrik biyopsilerle göstermiştir.
Pollard ve Stuart,11 allerjen besin alımından sonra mukozada hiperemi, nodüler gürünüm, ödem, ruga katlantılarında
kabalaşma ve mukus artışını gastroskopik olarak görüntülemiştir.
Oral Allerji Sendromu (OAS): Oral allerji sendromu, orofarinksin kontakt ürtikeri, anjioödemi olarak
düşünülebilir. OAS, polen allerjili hastaların %40’ında,
taze meyve ve çiğ sebzelerin yenmesiyle birkaç dakika
içinde ağız mukozası ve dudakta şişlik ve kaşıntı şeklinde
ortaya çıkar. Nadiren sistemik belirtiler eşlik edebilir.
Birch, ragweed ve mugwort polenlerine allerjisi olan
allerjik rinit ve astımlı hastalardaki IgE antikorları ile, muz,
kivi, elma, fındık, karpuz, çiğ patates, havuç ve kereviz
gibi besinlerdeki homolog besin antijenleri arasındaki lokal
çapraz reaksiyonlar tip I allerjiye neden olur. Bu besinlerin
pişirilmesi antijenik özelliği azaltarak genellikle allerjiyi
önler.
Allerjik Eosinofilik Gastroenterit: Gastrointestinal
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Nazan TOMAÇ ve Ark.
duvarın eosinofilik infiltrasyonu ve periferal eosinofili ile
karakterize olan ve bulantı, kusma, iştahsızlık, diyare,
hematemez, abdominal ağrı, büyüme geriliği ve
gastroözefagal reflu gibi belirtilerin eşlik ettiği bir hastalıktır. Periferal eosinofili hastaların %50’sinde görülür.
Gastrointestinal biyopsilerde yama tarzında eosinofilik
infiltrasyon, villuslarda düzleşme görülür. Allerjik
eosinofilik gastroenteritli hastaların yarısı atopiktir ve bir
kısmında besine spesifik IgE-aracılıklı reaksiyonların
ilişkisi gösterilmiştir. Sorumlu olan besinin diyetten çıkarılması ile klinik iyileşme görülmüyorsa birden fazla besin
allerjisi akla gelmelidir. Diyet eliminasyonundan yarar
görmeyen erişkinlerde tedaviye sistemik kortikoidler eklenebilir. Gastrointestinal biyopsilere ek olarak tanıda anemi,
hipoalbuminemi, anormal D-xylose testi ve gaitada
Charcot-Leyden kristallerinin gösterilmesi faydalı olabilir.
Ayırıcı tanıda eosinofilinin eşlik ettiği parazitik enfeksiyonlar ve hipereosinofilik sendrom düşünülmelidir.
Besin Proteini Enterokoliti: Daha çok 3 aydan küçük infantlarda fışkırır tarzda kusma ve/veya diyare ile
belirti veren, sıklıkla inek sütü ve soya proteini alımıyla
provoke
olan
bir
besin
allerjisidir.
Klinikte
malabsorbsiyon, kilo alamama, gibi belirtilerle karşımıza
çıkabileceği gibi ağır dehidratasyona da neden olabilir.
Klinik belirtiler genellikle besin alımından sonra 2-4 saat
içinde görülür. Besinin verilmeye devam edilmesi kanlı
diyare, anemi, abdominal distansiyon ve büyüme geriliğiyle sonuçlanabilir. Etken besinin diyetten çıkarılması ile 2472 saat içerisinde klinik düzelir. Besin ilişkili enterokolit
sendromunun immünopatolojisi tam olarak bilinmemektedir. Deri prick ve RAST testleri ilişkili besin için negatif
bulunurken, jejunal biyopsilerde villöz atrofi, lenfosit,
eosinofil ve mast hücrelerinde artış görülür. Gaita incelemesinde lökosit, gizli kan, eozinofil ve Charcot-Leyden
kristalleri, periferal kanda polimorfonükleer lökositler
sayıca artmaktadır.
Çölyak Hastalığı: Buğday, arpa, çavdar ve yulafta
bulunan gluten içindeki gliadin komponentine karşı duyarlılık ile karakterize bir hastalıktır. Tanı, gluten ile beslenen
hastalarda jejunal biyopsilerde yaygın villus atrofisi, lenfosit infiltrasyonu saptanması ile konur. Glutensiz diyete
başlanan hastalarda tekrarlanan jejunal biyopsilerde patolojik lezyonların düzeldiği görülür. İlk üç yaşta steatore,
kramp tarzı karın ağrısı, kusma ve kilo alamama yakınmaları ile başvururlar. Adölesan ve yetişkinlerde diyare atakları ve ani kilo kaybı olabilir. Karında şişkinlik ve gaz hissi
irritabl kolon olarak değerlendirilip yanlış tanıya neden
olabilir. Tekrarlayan ağır aftöz stomatit ve nedeni açıklanamayan demir eksikliği anemisi, folat eksikliği çölyak
hastalığının ilk bulgusu olabilir. Çölyak hastalığında HLADQ2, HLA-DQ8 haplotipleri daha sık görülür. Hastalığın
immünopatogenezi tam olarak açıklanamamıştır. İntestinal
lamina propriada plazma hücresi, lenfosit ve mast hücreleri
41
Nazan TOMAÇ ve Ark.
BESİN ALLERJİLERİNDE PATOGENEZ VE KLİNİK
infiltrasyonu vardır ve IgE-aracılıksız immünopatolojik
mekanizmalar ileri sürülmektedir. Aktif çölyak hastalığı
olan hastalarda özellikle anti-gliadin IgA ve antiendomisyum antikoru yüksek olduğundan tarama testi
olarak kullanılmakta, ancak kesin tanı biyopsi ile konulmaktadır. Çölyak hastalığı tedavisinde glutensiz diyete
ömür boyu devam edilmesi ileride gelişebilecek malignensi
riskini de azaltmaktadır.
Deri Reaksiyonları
Besin allerjilerinde ikinci sıklıkta etkilenen hedef
organ deridir. Besin allerjeni akut deri semptomlarına
veya kronik kütanöz hastalıkların alevlenmelerine yol
açabilir.
Ürtiker ve Anjioödem: Akut ürtiker, besin allerjisinin en sık bulgularından biridir. Besin allerjenlerinin absorbe olarak dolaşıma geçmesi ve spesifik IgE taşıyan mast
hücreleri aktive etmesi ile semptomlar hızla ortaya çıkar.
Ürtiker oluşumu besin alımından sonra dakikalar içerisinde
gerçekleştiğinden, hasta genellikle sorumlu olan besini
belirleyip diyetinden çıkarabilir. Yumurta, süt, kuruyemişler, balık ve kivi gibi bazı meyveler en sık ürtiker nedenleridir. Besin allerjileri çocuklarda kronik ürtikere %30 sıklıkta, erişkinlerde ise %4 sıklıkta yol açmaktadır.
Atopik dermatit: Atopik dermatit özellikle erken
çocuklukta başlayan, astım ve allerjik rinitle ilişkili,
atopik bir hastalıktır. Tipik dağılımlı deri lezyonlarının
ve kaşıntının ataklar şeklinde görüldüğü kronik seyirli
bir deri hastalığıdır. Atopik dermatitli hastaların
%35’inde besin allerjisi ile semptomların tetiklendiği
gösterilmiştir. Allerjen besin alındıktan sonra yaklaşık 2
saat içinde hastalarda kaşıntı, eritem ve morbiliform
döküntüler şeklinde deri bulguları ortaya çıkar. Atopik
dermatitli besin allerjisi olan hastalarda derinin besine
spesifik T lenfositlerle infiltre olduğu ve T lenfositlerden
IL-4, IL-5, IL-13 gibi Th2 tipi sitokinlerin sentezlendiği
gösterilmiştir. Besin allerjisi olan atopik dermatitli hastaların %30 kadarında diyet eliminasyonu ile birkaç yıl
içinde semptomlar kaybolur. Tolerans gelişmesinde
allerjenin özellikleri ve eliminasyonun düzgün uygulanması önemlidir.
Dermatitis Herpetiformis: Daha çok simetrik olarak
ekstensör bölgeler, alt ekstremiteler ve kalçayı tutan, aşırı
kaşıntılı, eritematöz, papüloveziküler lezyonlardır. Lezyonların dağılım paterni nedeniyle atopik dermatit ile kolaylıkla karışabilir. Bu hastaların çoğunda gluten sensitif
enteropati vardır. Cilt biyopsilerinde dermo-epidermal
birleşimde IgA, lökosit ve C3 depolanması saptanır. İnce
barsakta çölyak hastalığına benzer ancak daha hafif villöz
atrofi ve inflamasyon şeklinde histolojik değişiklikler
oluşur. Sülfonlarla tedavi cilt bulgularını geriletirken
gastrointestinal sistemi etkilemez. Diyet eliminasyonu ile
42
hem cilt hem de gastrointestinal bulgular geriler.
Solunum Sistemi Reaksiyonları
Besin allerjisi olan hastalarda izole solunum sistemi
bulguları olması nadirdir. Genellikle GIS ve deri allerjisi
olanlarda besin provokasyonu ile alt ve üst solunum yollarına ait belirtiler ortaya çıkar. Besin allerjisi şüphesi ile
gelen hastaların değerlendirilmelerinde %15-20 kadarında
hapşırık, nazal akıntı, nazal obstrüksiyon, vizing, öksürük
ve oküler semptomlar ortaya çıkar.
Üst solunum sistemi reaksiyonları: Nazal
konjesyon, hapşırma ve rinore besin allerjilerine sekonder
olarak görülebilir. Nazal ve oküler semptomlar besin provokasyonundan 15-90 saniye sonra başlar ve 2 saat kadar
sürebilir. Nazal sekresyonda histamin ve eosinofil katyonik
proteinin artmış olgularda özellikle nazal bulgular da daha
belirgindir.16 Besin allerjisi olan hastalarda bu semptomların izole görünmesi nadirdir.
Alt solunum sistemi reaksiyonları: Besinlerle solunum sistemi bulguları olan hastalarda genellikle deri prik
test’i ve RAST pozitiftir. IgE-aracılıklı mekanizmayla,
erken ve geç-faz allerjik reaksiyonlarla semptomlar ortaya
çıkar. Çocukluk yaş grubunda yapılan bir çalışmada 140
astımlının %6’sında oral besin provokasyonu sırasında
astmatik bulgular ortaya çıkmıştır.13 Diğer bir çalışmada
ise 284 astımlı hastanın 24’ünde (%9) besinlerle astmatik
belirtiler saptanmıştır.14 Besin allerjisi olduğu bilinen 17
astımlı çocuktan 8’inde besin provokasyonu ile havayolu
reaktivitesinin belirgin arttığı, 1 hastada vizing, 4 hastada
ciddi öksürük olduğu gösterilmiştir.15 Besinle ortaya çıkan
astım süt çocuklarında ve atopik dermatiti olanlarda daha
sık görülür. Atopik dermatit ve astımı olan çocukların çift
kör besin provokasyonunda %15’inde dispne, öksürük ve
vizing ortaya çıkmıştır. Besin allerjilerinin astımlı olmayan
hastalarda da subklinik hava yolu inflamasyonu ve bronş
aşırı duyarlılığına yol açabildiği gösterilmektedir.6
Heiner sendromu: İnek sütüne sekonder gelişen
pulmoner hemosiderosis nadir görülen, kronik öksürük,
vizing, tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, mikrositik
hipokrom anemi, büyüme geriliği ile karakterize bir hastalıktır. Hastalarda periferal eozinofili, süte karşı IgGpresipitan antikorları gösterilmiştir ancak immünojik mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Diyetten inek sütünün çıkarılması semptomatik iyileşme sağlarken, tekrar
inek sütünün diyete girmesi klinik kötüleşmeye ve ölüme
neden olabilmektedir.
Sistemik Anaflaktik Reaksiyonlar
Anaflaksi: Hastane acillerine anaflaksi ile başvuruların en sık nedeni besin anaflaksisidir ve yaklaşık 1/3 vakadan sorumludur. Her besinle anaflaksi olabilir, ancak fatal
vakalarda fıstık, fındık, deniz kabukluları ve balık en sık
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
BESİN ALLERJİLERİNDE PATOGENEZ VE KLİNİK
rastlanan allerjenlerdir. GIS, deri ve solunum sistemi bulgularına, hipotansiyon, vasküler kollaps ve aritmi gibi
kardiyovasküler semptomlar eklenmiştir. Semptomlar %25
hastada birkaç haftaya kadar uzayabilen bifazik karakterdedir. Ağır anaflaksi riski yüksek olan hasta grubu, astımlılar ve anaflaksi tedavisinde gecikilenlerdir. Nadir görülen
bir anaflaksi tipi de besinlerle ilişkili egzersizle indüklenen
anaflaksidir. Allerjen besinin oral alımından sonra 2-4 saat
içinde egzersiz yapıldığında ortaya çıkar. Buğday, balık,
meyve, süt ve kereviz, besinle egzersiz anaflaksisine yol
açabilmektedir.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Fuglsang G, Madsen G, Halken S, Jongersen S, Ostergaard PA,
Osterballe O. Adverse reactions to food additives in children with
atopic symptoms. Allergy 1994;49:31-7.
Johansson SGO, Hourihane JB, Bousquet J, et al. EAACI Nomenclature Task Force Allergy 2001;56:813-24.
Holgate ST, Arshad SH, editors. The Year in Allergy 2003. 1st ed.
Oxford: Clinical Publishing Services; 2003. p.103-62.
Sampson HA. Food allergy. Part 1: İmmunopathogenesis and
clinical disorders. J Allergy Clin Immunol 1999;103:717-28.
Lin XP, Magusson J, Ahlstedt S, et al. Local allergic reaction in
food-hypersensitive adults despite a lack og systemic foodspesific IgE. J Clin Allergy Immunol 2002;109:879-87.
Wallaert B, Gosset P, Lamblin C, Garcia G, Perez T, Tonnel AB.
Airway neutrophil inflammation in non-asthmatic patients with
food allergy. Allergy 2002;57:405-10.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Nazan TOMAÇ ve Ark.
7.
Anderson JA. Food – induced systemic reactions and anaphylaxis.
İn: Bierman WC, Pearlman DS, Shapiro GG, Busse WW, eds. Allergy, asthma and ımmunology from ınfancy to adulthood. 3rd ed.
Philadelphia: WB Saunders Company; 1996. p.366-75.
8.
Anderson JA. Food allergy and intolerance. In: Liberman P,
Anderson JA, editors. Allergic diseases diagnosis and trearment.
2nd ed. Totowa: Humana Press; 2000. p.283-301.
9.
Bahna SL. Clinical expressions of food allergy. Ann Allergy
Asthma Immunol. 2003;90:41-4.
10. Reinmann HJ, Levin J. Gastric mucosal reactions in patients with
food allergy. Am J Gastroenterol 1988;83:1212-9.
11. Pollard HM, Stuart GJ. Experimental reproduction of gastric
allergy in human beings with controlled observations on the mucosa. J Allergy 1942;13:467-73.
12. Eigenmann PA, Sicherer SH, Borkowski TA, Cohen BD,
Sampson HA. Prevalence of IgE-mediated food allergy among
children with atopic dermatitis. Pediatrics 1998;101:e8.
13. Novembre E, de Martino M, Vierrucci A. Foods and respiratory
allergy. J Allergy Clin Immunol 1988;81:1059-65.
14. Oehling A, Cagnani CEB. Food allergy and child asthma. Allergol Immunopathol 1980;8:7-14.
15. James JM, Eggleston PA, Sampson HA. Food Allergy increases
airway reactivity. Am J Crit Care Resp Med 1994;149:59-64.
16. James JM, Eigenmann PA, Eggleston PA, Sampson HA. Airway
reactivity changes in food allergic, asthmatic children undergoing
double-blind plasebo controlled food chalenges. Am J Respir Crit
Care Med 1994;153:597-603.
43
Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
BESİN ALLERJİSİNDE TANI YÖNTEMLERİ
Besin Allerjisinde Tanı Yöntemleri
DIAGNOSIS OF FOOD ALLERGY
Dr. Gülbin BİNGÖL KARAKOÇa
a
Pediatrik Allerji-İmmünoloji BD, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, ADANA
Özet
Abstract
Besin allerjisi çok eski yıllardan beri tanımlanmıştır, farklı sistemlerde farklı mekanizmalarla bulgulara yol açabilmektedir. Besin
allerjisi çocukların ortalama %5’ini, erişkinlerin ise %2’sini etkilemektedir. Bugün besin allerjisi tanısında farklı testlerin etkinliği
üzerinde çalışmalar giderek artmaktadır. Öykü ve fizik inceleme
yanında deri prick testi (SPT), spesifik IgE, atopik dermatitli olgularda
patch test (APT) ve yükleme testleri tanıda en sık kullanılan testlerdir.
Çift kör plasebo kontrollü besin yükleme testleri (DBPCFC) halen
tanıda” altın standart” olarak kabul edilmektedir ve gerçek besin
allerjisi prevalansını göstermenin yanı sıra farklı sistemlere ait oluşan
bulguların saptanması ile hastalığın tedavisi ve prognozunda yol
gösterici olmaktadır. Besin allerjisinde yükleme testinden sonra oluşan
reaksiyon zamanı ile kullanılan diğer testler arasındaki ilişki değişmektedir. Erken dönemde oluşan reaksiyonlar ile SPT ve spesifik IgE
sonuçları benzerlik gösterirken geç dönemdeki reaksiyonlar ile APT
uyum göstermektedir. Bu yazıda besin allerjisi tanısında kullanılan
yöntemler, farklı tanı testlerinin etkinliği ve izlenmesi gereken yol
özetlenmeye çalışılmıştır
Food allergy affects approximately 5% of children and accounts
for a broad spectrum of disease with significant morbidity. Different
methods have been used in the diagnosis. The medical story continues
to be maintaining in the diagnostic process. Diet diaries can be useful
supplement to a medical history. For IgE mediated disorders skin
prick test provide a rapid method to screen patients for sensitivity to
specific foods. The other diagnostic wok-up of suspected food allergy
includes the measurement of food specific IgE especially quantitative
measurements which have been shown to be more predictive of symptomatic IgE mediated food allergy and more recently atopy patch test
(APT). While immediate type clinical reactions to food are associated
with positive SPT and specific IgE late phase clinical reactions are
associated with a positive APT. The ‘gold standard’ of food challenge
is still double-blind placebo-controlled oral food challenges
(DBPCFC). In this paper efficiency of different methods in the diagnosis of food allergy were evaluated.
Anahtar Kelimeler: Besin allerjisi, tanı yöntemleri
Key Words: Food allergy, diagnostic methods
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):44-49
B
esinler insanlık tarihinin kültürel farklılaşmasında
her zaman önemli rol oynamışlardır. Birçok farklı
sisteme ait farklı hastalıkların fizyopatolojisinde
besinlerin etkisi vardır. Besin reaksiyonu besinin ağıza alınmasından sindirilmesine kadar oluşan istenmeyen reaksiyonların tümüne verilen isimdir.1,2 İmmünopatogenezi çok
farklı mekanizmalarla olabilir.Allerji bunların en iyi tanımlananıdır ve besin allerjisi modern immunolojinin önemli
parçalarından biridir. Besin allerjisi çocukların ortalama
%5’ini, erişkinlerin ise %2’sini etkilemektedir.1-3 “Advers
reaksiyon” terimi besinlere karşı gelişen tüm istenmeyen
reaksiyonlara verilen global bir terimdir.1-3 Yıllarca isimlendirmede yaşanan karışıklıklar Avrupa Astım Allerji ve Kli-
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Pediatrik Allerji-İmmünoloji BD, ADANA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
44
nik İmmunoloji (EAACI) Derneği tarafından advers reaksiyonların Şekil 1’deki gibi sınıflandırılmasıyla biraz azaltılmıştır.4
Besin allerjisi tanısında patognomonik semptom veya
tek bir tanı yöntemi yoktur.1-5 Besin allerjisinde kullanılan
tanı yöntemleri Tablo 1’de verilmiştir.
Birçok hastalıkta olduğu gibi öykü almak çok önemlidir. Hasta muayene edilmeli, daha sonra laboratuar incelemeleri yapılmalıdır. Besin allerjisi ile ilgili ileri incelemeler yapılmadan önce besin allerjisinin karakteristik
bulguları değerlendirilmelidir (Tablo 2).
Besin allerjisinde deride, gastrointestinal, solunum,
kardiyovasküler ve diğer sistemlerde klinik bulgular gelişir.
Öykü akut besin reaksiyonlarında (anaflaksi, ürtiker gibi)
çok değerlidir. Atopik dermatit, astım ve eozinofilik
gastroenterit gibi kronik olgularda öykünün değeri düşüktür.6,7 Orta-ağır atopik dermatitli çocukların %40’ında, kronik ürtikerli çocukların %10’undan azında besin allerjisi
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
BESİN ALLERJİSİNDE TANI YÖNTEMLERİ
Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
Besin aşırı duyarlılığı
Besin Alerjisi
Non-allerjik besin aşırı duyarlılığı
(immunolojik mekanizma tanımlanmış veya
yüksek olasılıklı)
(immunolojik mekanizmalar dışlanmış)
IgE aracılıklı
Non-IgE aracılıklı
Şekil 1. Besinlere karşı istenmeyen reaksiyonlar.
Tablo 1. Besin allerjisinde kullanılan tanı yöntemleri.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Öykü-muayene
Diyet günlüğü
Eliminasyon Diyeti
Allerji Deri Testi
-Prick test
-Patch test
Serum Spesifik (özgül) IgE (RAST)
Bazofil histamin salınım testi
Oral besin yükleme testi
Lenfosit Proliferasyonu
Endoskopi
ucuzdur. Sonuç 15-20 dakikada alınır. Gliserinli besin
ekstreleri (1:10 veya 1:20 dilüsyonda) mevcuttur. Pozitif
(histamin) ve negatif (saline) kontrollerle beraber delme
yöntemi ile uygulanır. 3 mm’nin üzerindeki endurasyon
pozitif kabul edilir. Besin ekstrelerinde standardizasyon
yoktur. Pozitif deri testinin hastada besin allerjisi olduğunu
gösterme olasılığı %50’den az iken, negatif besin testinin
besin allerjisi olmadığını gösterme olasılığı %95’tir.11,12
Ancak 1 ve 1.5 yaşın altındaki olgularda kutanöz mast
hücrelerinin az sayıda olması ve bu duyarlanmanın da
deriye yansımasının daha az olması nedeniyle negatif beklenen değer %80-85’lere düşmektedir.13 Son yıllarda SPT
ile süt, yumurta, yer fıstığında ödem plağı çapnın en az 8
mm olması prediktif kabul edilmiştir. Hill ve ark.deri testinde reaksiyon çapının süt için ≥ 8mm, yumurta için
≥7mm ve yer fıstığı için ≥6 mm olması durumunda tanısal
değerinin %100 olduğunu ve yükleme testi ile korelasyonun arttığını hatta yükleme testine gerek bile kalmayacağını savunmaktadırlar. Bu değerler 2 yaşın altındaki çocuklar
için ≥6mm, ≥5mm, ≥4 mm olarak bildirilmiştir.14
Meyve ve sebzelerde alerjen ekstreleri yetersiz kalabilir. Taze meyve ve sebze ile de test yapılmalıdır.6
Spesifik IgE
Tablo 2. Besin allerjisinin karakteristik bulguları.
Persistan veya tekrarlayan semptomlar
Besin alımıyla ilişkili semptomlar
Allerjik predispozisyon
Genellikle ≥2 semptom
Genellikle ≥2 farklı organda semptom
Radyoallergosorbant test (RAST) veya ELISA ile değerlendirilebilir. Daha çok allerjist olmayanlar tarafından
kullanılmaktadır. Testin değeri deri testine göre düşüktür.
Serumda allerjene özgül IgE orijinli reaksiyonları saptamak için önemli bir tanı yöntemidir. Son yıllarda kantitatif
alerjen düzeyinin ölçülebilmesi testin duyarlılığını deri
testine benzer hale getirmiştir. Spesifik IgE
1) Dermografizmi olanlarda
2) Antihistaminik almayı bırakmayan olgularda
8-10
vardır.
Öykü alırken besinlere eklenen gizli besin
allerjenlerine dikkat etmelidir. Süt, soya gibi maddeler protein içeriğini artırmak amacıyla besinlere eklenmektedir. Fıstık, yumurta da besinlere katılmaktadır. Kronik, inatçı besin
reaksiyonlarında bu saklı allerjenlere dikkat edilmelidir.1,7
Öykü ve muayane sonunda doktor besinle oluşan reaksiyonun IgE orijinli mi yoksa non IgE orijinli mi olduğuna karar verebilmelidir. Non IgE orijinli reaksiyonlarda
tanı yöntemleri kısıtlıdır. Hastaya günlük tutturulmalıdır.
Hasta yediği tüm gıdaları zamanını ayrıntılı bir şekilde
kaydetmelidir. Günlükler özellikle kronik hastalıkların
izleminde hastalığı provoke eden ajanı saptamak açısından
oldukça önemlidir. Besin allerjisinin ayırıcı tanısı Tablo
3’de verilmiştir.
Laboratuvar İncelemeleri
Deri Prick Testi (SPT)
Besin allerjisinde geleneksel olarak çok eski yıllardan
beri kullanılan testlerden biridir. Testin yapılışı kolaydır,
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
3) Ağır deri hastalığı olanlarda,
4) Belli bir besine duyarlılıktan şüphe edilen durumlarda tercih edilmelidir.
Bugün testin etkinliğinin daha fazla olduğunu göstermek için farklı allerjenler için “cut off” değerleri belirlenmiştir. Sampson ve ark.’nın yükleme testinin gerekliliği
için belirlediği bu değerler Tablo 4’de verilmiştir.15 Daha
sonra bu değerler Garcia-Ara ve Boyano-Martinez tarafından modifiye edilmiştir (Tablo 5).16,17
Teknolojideki gelişmeler ile son yıllarda major besin
allerjenlerinin epitopları belirlenmiş ve spesifik IgE’nin
bağlanma yeri saptanmıştır. Besin alerjenlerinin haritalanması ile konformasyonel ve sekans epitoplarının allerjiden
sorumlu
olduğu
bulunmuştur.
Spesifik
IgE’nin
konformasyonel epitopa bağlandığı durumlarda allerjenin
etkinliği ısıtma, hidrolize edilme vb yöntemlerle azalmakta
ve besin allerjisine daha kolay tolerans gelişmektedir.
Ancak sekans epitoplarına bağlandığında herhangi bir
formda da allerji oluşmakta ve semptomlar devamlı olmak45
Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
BESİN ALLERJİSİNDE TANI YÖNTEMLERİ
Tablo 3. İstenmeyen besin reaksiyonlarında ayırıcı tanı.
Gastrointestinal bozukluklar( Kusma ve/veya ishal)
Yapısal anomaliler
Hiatal hernia
Pylor stenozu
Trakeaözafagial fistül
Hirschprung’s hastalığı
Enzim Eksiklikleri (Primer ve sekonder)
Disakkarit eksikliği
Galaktosemi
Fenilketonüri
Malign hastalıklar
Diğerleri
Pankreas yetmezliği
a-Kistik fibrozis
b-Schwachman –Diamond sendromu
Safra kesesi hastalıkları
Mide ulseri
Katkı maddeleri
Tatlandırıcı ve koruyucular
Sodyum metabisülfit
Monosodyum glutamat
Nitrit ve nitrat
Boyalar
Tartrazin? ve diğer azo boyaları
Toksinler
Bakteri (Clostridium, botilusmus,
Stafilokokus aerous)
Mantar (Aflotoksin, Ergot)
Deniz ürünleri ile ilgili hastalıklar
Enfeksiyon
Bakteri (Salmonella, Shigella, E.Coli ,
yersinia ve Campylobacter)
Parazit (Giardia, Tricinella )
Virüs (Hepatit, rotavirüs ve enterovirüs)
Mantar antijenleri?
Kazara bulaşmalar
Ağır metaller (Cıva, Bakır)
Peptisidler
Antibiotik (penisilin)
Farmakolojik ajanlar
Kafein (kahve, alkolsuz içecekler)
Thebromin (Çukulata, çay )
Histamin (Balık)
Triptamin (domates, erik)
Serotonin (Muz, domates)
Tiramin (Peynir )
Glikosid alkaloid solanin (patetes )
Alkol
Psikolojik reaksiyonlar
Tablo 4. Besin spesifik IgE’nin konsantrasyonlarına (kUA/l) göre etkinliği.
Allerjen
Karar noktası
(kUA/l)
Duyarlılık
Özgüllük
Etkinlik
PPD
NPD
Yumurta
Süt
Fıstık
Balık
Soya
Buğday
7
15
14
3
30
26
61
57
57
63
44
61
95
94
100
91
94
92
68
69
84
87
81
84
98
95
100
56
73
74
38
53
36
93
82
87
Tablo 5. Yükleme testinin gerekliliğini belirleyen spesifik IgE düzeyleri (kUA/L).
Gerçek besin allerjisi
Yumurta
Süt
Fıstık
Balık
Soya
Buğday
Yüksek olasılık (Yükleme gereksiz)
Küçük çocuklarda yüksek olasılık
Düşük olasılık (Yükleme gereklidir)
>7
>2 (<2yaş)
<0.35
>15
>5 (<1yaş)
<0.35
>14
>20
>60
>80
<0.35
<0.35
<0.35
<0.35
tadır. Allerjenik epitopların sayısı da klinik tabloyu etkilemektedir. Peptid microarray yöntemi ile epitopların sayısı
belirlenebilir. Spesifik IgE’nin bağlandığı epitop sayısının
fazla olması durumunda klinik bulguların ağırlığının arttığı
bildirilmiştir.6
Patch (Yama) Test
Deri prick testi ve spesifik IgE ile erken dönem reaksiyonlar değerlendirilirken patch test (yama testi) ile geç
faz reaksiyonlar değerlendirilebilir. Atopik dermatitli olgu46
larda yapılan klinik çalışmalarda deride T hücre
infiltrasyonunun olduğu ve atopi patch test (APT) ile geç
faz allerjik cevabın belirlendiği bildirilmiştir.18,19 Bu testte
farklı kuyucuklara besin allerjenleri konur ve deriye yama
tarzında yapıştırlır. 48 saat sonra yapıştırılan yama çıkarılır
ve 24 saat sonra tekrar değerlendirilir (Tablo 6).
Son yıllarda besin allerjisi tanısında APT’nin kullanımı artmaktadır. Niggemann ve ark. 75 olguda APT uygulamışlar, geç faz reaksiyonların %76 olguda pozitif olduTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
BESİN ALLERJİSİNDE TANI YÖNTEMLERİ
Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
Tablo 6. Patch test değerlendirme kriterleri.
?
+
++
+++
IR
Şüpheli reaksiyon, yalnız makuler eritem
Zayıf (nonveziküler) pozitif reaksiyon; eritem,
infilitrasyon, nadiren papül
Kuvvetli (veziküler)pozitif reaksiyon; eritem,
infilitrasyon, papül, vezikül
Ekstrem pozitif reaksiyon; büllöz reaksiyon
Negatif reaksiyon
Değişik tipte irritan reksiyonlar
hale gelmiştir. Ancak bazı çalışmalar gecikmiş bulguların
gözden kaçabileceğini öne sürmekterdir. Bu yöntemle uzun
zaman alması ve pahalı olması nedeniyle pratik bir yöntem
değildir.2,7
Bazofil Histamin Salınım Testi (BHST)
Genellikle araştırma amaçlı kullanılmaktadır. 57 çocukta çift kör plasebo kontrollü yapılan çalışmada besin
deri testi ile BHST karşılaştırılmış, BHST’nin süt, yumurta
ve fıstıkta duyarlılığı %16-30, aynı allerjenle deri testinin
duraylılığı %25-69 bulunmuştur.12
Eliminasyon Diyeti Ve Yükleme Testleri
ğunu, testin spesifitesini %95, deri testi ile korelasyonu
%58-70, spesifik IgE ile korelasyon %29-71 bulmuşlardır
(Tablo 7).21 İnek sütü allerjisinde testin etkinliği %95,
spesifik IgE ve erken deri testi ile birlikte kullanıldığında
%100, yumurta için %94 bulunmuştur.19-21 Testin bu kadar
güvenilir olması nedeni ile APT ile gereksiz diyet
eliminasyonunun önleneceği düşünülmektedir.18-21
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Allerji –
İmmünoloji Bilim Dalı’nda besin allerjisi tanısıyla izlenmekte olan 4-12 yaşlarındaki 121 olguda yaptığımız çalışmada
yükleme testlerini altın standart aldığımızda SPT’in duyarlılığını %93.4, özgüllüğünü %40, pozitif prediktif değerini
(PPD) %72.4, negatif prediktif değerini (NPD) ise %78.3
olarak bulduk. Spesifik IgE’nin duyarlılığını %94.7 özgüllüğünü %35.5, PPD %71.2, NPD’ini ise %80, APT için bu
değerleri sırasıyla %54.5, %97.2, %94.7, ve %70 olarak
bulduk. Erken dönemdeki sonuçları SPT ve spesifik IgE ile,
geç dönem sonuçları ise daha çok APT sonuçları ile uyumluydu. Prick deri testi ve spesifik IgE’nin (+++) ve üzerinde
(SPT ≥10 mm ve SpIgE ≥3.5 kUA/L) olması sınır değer
alınıp olgular tekrar incelendiğinde yükleme testinin SPT’in
≥10 mm olduğu 43 olgunun 38’inde (%88.3), spesifk
IgE’nin ≥3.5 kUA/L olduğu 45 olgunun 38’inde (%84.4)
pozitif olduğu bulundu. Buna göre SPT için duyarlılık ve
özgüllük sırasıyla %100 ve %93.9, PPD ve NPD %88.3 ve
%100 olarak hesaplandı. Spesifik IgE için ise bu değerler
sırasıyla %100, %93.3,%100 ve % 84.4 olarak bulundu.22
Lenfosit Proliferasyon Testi
Daha önce yapılan çalışmalar tanısal değerinin kısıtlı
olduğunu bildirmektedir ancak son yıllarda tekrar papüler
Tablo 7. Besin Allerjisinde erken ve geç dönemde farklı
testlerin etkinlikleri.*
Duyarlılık
Özgüllük
PPD
NPD
Erken dönem raksiyonu
SPT SpIgE
APT
95
95
33
70
29
95
69
62
81
95
59
67
*: Niggemann ve ark.21
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Geç dönem reaksiyonu
SPT
SpIgE
APT
58
71
76
70
29
95
41
37
81
81
72
93
Eliminasyon dieti tanı ve tedavi amacı ile kullanılmaktadır. Besinle oluşan akut bir reaksiyon (ürtiker,
anaflaksi gibi) olduğunda dietten o besin hemen uzaklaştırılmalıdır. Reaksiyonun gerilemesi, deri testinin o besinle
pozitif olması besinin bu reaksiyonda rol aldığını gösterir.
Eliminasyonda bebeğin büyümesi dikkatle izlenmelidir.
Süt eliminasyonunda dietle düzelme olduğunda laktoz
intoleransı da düşünülmelidir. Oral besin yükleme testi
besin allerjisi tanısında çok önemli bir tanı yöntemidir ve
üç şekilde yapılır.
a) Açık; doktor ve hasta yüklenen besin içeriğini bilir.
b)Tek kör; hasta yüklenen besin içeriğini bilmez, doktor bilir.
c)Çift, kör plesebo kontrollü; doktor ve hasta yüklenen madde içeriğini bilmez.
Çift Kör Plasebo Kontrollü Besin Yükleme
Besin allerjisi tanısında “altın standart”tır.1,2,6,7,12,23
Ancak iki yaşın altındaki olgularda ve hatta bazı yayınlarda
3 yaşın altında açık yükleme önerilmektedir.4-6 Açık yüklemenin kolaylığı, plasebo sorununun olmaması, hastaların
besinlerin doğal formlarına maruz kalmaları, uyum probleminin olmaması ve diğer tanı yöntemlerindeki gelişmeler
ile bugün daha ileri yaşlarda bile açık yükleme tercih edilebilmektedir. Öyküde karışıklıkların olması, deri testinin
negatif olduğu durumlarda primer tarama testi olarak veya
hastanın değişik tadlar nedeniyle besini reddettiği durumlarda, kusma ve emosyonel bozuklukların varlığında açık
yükleme yapılabilir.4-6,24-26 Yükleme yapılacak besin testten
önce 2 hafta süreyle diyetten çıkarılır. Test uygulanacak
besin öykü, deri testi veya RAST sonucuna göre belirlenir.
Testten önce yapılması gerekenler Tablo 8’de verilmiştir.
Astımlı olgularda solunum fonksiyonları değerlendirilmeli
ve FEVı değeri > %70 olmalıdır.
Testten önce ve test sırasında birçok farklı parametrenin kontrol edilmesi gereklidir. Bu nedenle tüm testler için
standart skorlama sistemi kullanılmalıdır. Testin süresi
beklenen reaksiyon tipine göre değişir. IgE aracılı reaksiyonlarda en az 2 saat beklenir, bu süre süte bağlı
47
Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
BESİN ALLERJİSİNDE TANI YÖNTEMLERİ
Tablo 8. DBPCFC yapılırken uyulması gereken kurallar.
•
•
•
•
•
•
•
Besin diyetten 7-14 gün süreyle çıkarılmalıdır.
Antihistaminikler kesilmelidir, diğer ilaçlar azaltılmalıdır
Test hasta açken uygulanmalıdır.
Lipofiliye edilmiş besinler sıvı veya kapsülle verilmelidir.
Standart skorlanma sistemi kullanılmalıdır.
Gözlem süresi reaksiyonun tipine göre belirlenmelidir.
Bütün negatif testlere gözlem altında açık yükleme yapılmalıdır.
Besinle oluşan
anaflaksi öyküsü
Besin allerjisi
öyküsü
Pozitif deri testi ve/veya
Serum spesifik IgE
Deri testi ve/veya
Serum spesifik IgE
Değerlendiren doktor
Pratisyen/pediyatrist
Pozitif
Çok yüksek
spIgE
Negatif
Düşük
spIgE
Kuvvetli
öykü
Tarama testleri
Deri testi
Allerji uzmanı
Pozitif
Negatif
Spesifik allerji testleri
DBPCFC
Pozitif
Negatif
Eliminasyon diyeti
Şekil 2. Besin allerjisine tanısal yaklaşım.
enterokolitte 24-48 saate uzar. Semptom oluşmuşsa 72 saat
soruna kadar olası bulgular aileye anlatılır ve uygun tedavi
verilir.6,7
DBPCFC ile kronik hastalıklar (kronik ürtiker, atopik
dermatit) kolay kontrol edilebilir, diğer etkileyebilecek
faktörler (psikojenik v.s.) elimine edilir ve uygun tedavi
belirlenir. Optimum ilaç kullanımı sağlanır. Hayatı tehdit
edebilecek anaflaksi olasılığı varsa test yapılmaz.
Yükleme miktarı ve aralığı reaksiyonun ağırlığına göre belirlenmelidir. Genel olarak test materyalinin %5’i ile
başlanır ve 20 dakikada bir artırılarak maximum doza
erişilir. Aşırı allerjik olgularda daha düşük dozlarla başlanmalıdır. İnek sütü için genel olarak 5 ml ile aşırı allerjik
olgularda 0.1ml ile başlanır ve maksimum doza ulaşılır
(0.1, 0.3, 1.0, 3.0, 10.0, 30.0 ve 100 ml). Yumurta için bir
yumurta sarısı, buğday için total 5 gr buğday proteinin
yüklenmesi önerilmektedir.1-7
Pozitif yükleme testi sonuçları allerjenlere göre değişmekle birlikte %43 ile %62 arasında değişmektedir.23-29
Bu da bize gerçek besin allerjisi varlığının saptanması için
yükleme testlerinin yapılması gerektiğini düşündürmektedir. Yükleme testi sırasında farklı sistemlere ait bulgular
gelişebilir. Atopik dermatitli olgularda daha çok geç veya
kombine reaksiyonlar gözlenirken, diğer sistemlerle ilgili
bulgular genellikle erken dönemde gelişmektedir. Atopik
48
dermatitin patogenezinde hücresel immünitenin de rolü göz
önüne alınırsa bu sonuçlar şaşırtıcı değildir. Majamaa ve
ark. inek sütü allerjisi olan AD’li olgulara 143 yükleme
testi yapmış ve 72 olguda testi pozitif bulmuşlardır.28 Pozitif testlerin 22’sinde erken dönemde, 50’sinde ise geç
dönemde reaksiyon oluşmuştur. Hasta populasyonunun
daha karışık olduğu çalışmada Niggemean ve ekibi %49
erken, %26 geç, %25 kombine reaksiyon gözlemişlerdir.
Erken dönemde daha cok respiratuar, GIS gözlenirken, geç
dönemde atopik dermatit bulguları izlenmiştir.21 Yükleme
sonuçları genel olarak benzer olmakla birlikte, küçük farklılıklar populasyondaki olgu sayısı ve hastalıklardaki değişkenliklerden kaynaklanmaktadır.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediyatrik Allerji-İmmunoloji Bilim Dalında 121 olguya farklı allerjenlerle
161 yükleme testi yapıldı ve 76 olguda (%47.2) test pozitif
bulundu. Yükleme sonuçları besin allerjenlerine göre değerlendirildiğinde inek sütü ile 75 olgunun 37’sinde
(%49.3), yumurta ile 20 /43 olguda (%48.8), buğday ile
7/18 olguda (%38.8), kakao ile 5/10 olguda (%50), fıstık
ile 4/10 olguda (%40), mısır ile 2/3 olguda (%66.6), pirinç
ile 1/2 olguda (%50) pozitif reaksiyon saptandı. Besine
bağlı reaksiyonların 34’ü (%56.7) erken dönemde, 10’u
(%16.7) geç dönemde gelişti. 16 (%26.6) olguda kombine
(erken + geç)reaksiyon oluştuğu gözlendi. Erken dönemde
respiratuar, GIS ve deri semptomları oluşurken, geç
dönemde atopik dermatit bulguları gözlendi.22
Modern yaşamla birlikte diğer allerjik hastalıklarda
olduğu gibi besin allerjisinde de giderek artış olması, allerji
ile besinlere bağlı diğer reaksiyonların ayırımındaki güçlükler, allerjik besinlerin tanımlanması, kısa ve uzun süreli
diyet tedavisinde yaşanan zorluklar, tanı yöntemlerindeki
farklılık ve bunları uygularken karşılaşılan sorunlar bugün
birçok pediatri ve allerji uzmanının bu konu üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Tanısal yaklaşımda
oluşabileck karışıklıkları azaltmak amacıyla Avrupa Astım
Allerji ve Klinik İmmunoloji (EAACI) Derneği’nin izlenmesini önerdiği yol Şekil 2’de verilmiştir.
KAYNAKLAR
1.
Sampson HA. Adverse reactions to foods. In: Middleton E, Ellis
EF, Yunginger JW, eds. Allergy. Vol II, 5th ed, Boston: Mosby,
1998. p.1162-82.
2.
Eigenmann PA, Sampson HA. Adverse reactions to foods. In:
Kaplan, Ed. Allergy 2nd ed, Philadelphia: WB Saunders Company,
1997. p.1162-82.
3.
Altintas D, Guneser S, Evliyaoglu N, A prospective study of
cow's milk allergy in Turkish infants.Acta Paediatr.
1995;84:1320-1.
4.
Muraro A, Dreborg S, Halken S, Høst A, Niggemann B, et al.
Dietary prevention of allergic diseases in infants and small children. Part II: Evaluation of methods in allergy prevention studies
and sensitization markers. Definitions and diagnostic criteria of
allergic diseases. Pediatr Allergy Immunol 2004:15:196–205.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
BESİN ALLERJİSİNDE TANI YÖNTEMLERİ
5.
Eıgemann PA. Breaking frontiers for better early allergy diagnosis. Allergy 2004:59:895-6.
6.
Sampson HA. Update on food allergy. J Allergy Clin Immunol.
2004;113:805-19.
Sampson HA. Food Allegy. Part 2: Diagnosis and management. J
Allergy Clin Immunol, 1999;103:981-9.
Fiocchi A, Bouygue GR, Martelli A, Dietary treatment of childhood atopic eczema/dermatitis syndrome (AEDS) Allergy.
2004;59 Suppl 78:78-85.
Sampson HA. The role of food allergy and mediator release in
atopic dermatitis. J Allergy Clin Immunol 1988;81:635-45.
Volonatik M, Katsarou-Katsari A, Stratigos J. Etiologic factors in
childhood chronic urticaria. Ann Allergy 1992;69:61-5.
Bock SA. Diagnostic evaluation of food allergy.Pediatrics
2003;111:1638-44.
Williams LW, Bock SA. Skin testing and food challenges in
allergy and ımmunology practice. Clin Rev Allergy Immunol,
1999;17:323-38.
Burks AW. Skin manifestation of food allergy.Pediatrics
2003;111:1617-24.
Hill DJ, Heine RG, Hosking CS. The diagnostic value of skin
prick testing in children with food allergy. Pediatr Allergy Immunol. 2004;15:435-41.
Sampson HA.Utility of food-specific IgE concentrations predicting symptomatic food allergy. J Allergy Clin Immunol
2001;107:891-6.
Garcia-Ara C, Boyano-Martinez T, Diaz-Pena JM, Munoz FM,
Reche-Frutoz M, Esteban MM. Specific IgE levels in the diagnosis of immediate hypersensitivity to cows’ milk protein in infants.
J Allergy Clin Immunol 2001;107:185-90.
Boyano-Martinez T,Garcia-Ara C, Diaz-Pena JM, Munoz FM,
Sanchez GG, Esteban MM. Validity of specific IgE antibodies in
children with egg allergy. Clin Exp Allergy 2001;31:14649.
de Bruin Weller MS, Knol EF, Bruijnzeel Koomen CAFM. Atopy
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Gülbin BİNGÖL KARAKOÇ
patch testing- a diagnostic tool? Allergy, 1999;54:784-91.
19. Niggemann B. The role of the atopy patch test (APT) in diagnosis
of food allergy in infants and children with atopic dermatitis. Pediatr Allergy Immunol 2001;12:37-40.
20. Isolauri E, Turjanmaa K. Combined skin prick and patch testing
enhances identification of food allergy in infants with atopic dermatitis. J Allergy Clin Immunol 1996;97:9-15.
21. Niggeman B, Reibei S, Wahn U. The atopy patch test (apt)- a
useful tool for the diagnosis of food allergy in children with
atopic dermatitis. Allergy 2000;55:281-5.
22. Karakoc GB, SG Kendirli DU, Altıntas M, Yılmaz T, Çelik.
Diagnosis of food allergy in children: The effectniveness of differrent methods.XXIII Annual Meeting of European Academy of
Allergology and Clinical Imunology . June, 12-16, 2004, Amsterdam, Holland. 2004:285.
23. Niggemann B, Beyer K. Diagnostic pitfalls in food allergy in
children.Allergy. 2005;60:104-7.
24. Muraro MA. Diagnosis of food allergy: the oral provocation test.
Pediatr Allergy Immunol, 2001;12:31-6.
25. Sporik R, Hill DJ, Hosking CS. Specifity of allergen skin testing
in predicting positive open food challenges to milk, egg and peanut in children. Clin Exp Allergy 2000;30:1540-6.
26. Rance F, Kanny G, Dutau G, Moneret-Vautrin DA. Food allergy
in children: Clinical aspects and distrubitions of allergens. Pediatr
Allergy Immunol 1999:10:33-38.
27. Stromberg L. Diagnostic Accuracy of the Atopy Patch Test and
the Skin-Prick Test For the Diagnosis of Food Allergy in Young
Children with Atopic Eczema/Dermatitis Syndrome. Acta Paediatr, 2002;91:1044-9.
28. Majamaa H, Moisio P, Holm K, Turjanmaa K. Cow's milk allergy: diagnostic accuracy of skin prick and patch tests and specific IgE.. Allergy 1999;54:346-51.
29. Kekki OM, Turjanmaa K, Isolauri E. Differences in skin-prick
and patch-test reactivity are related to the heterogeneity of atopic
eczema in infants. Allergy, 1997;52:755-9.
49
Zafer ARSLAN
İLAÇ ALLERJİLERİNDE İMMÜNOPATOGENEZ
İlaç Allerjilerinde İmmünopatogenez
IMMUNOPATHOGENESIS OF DRUG ALLERGIES
Dr. Zafer ARSLANa
a
Allerji Kliniği, Dr. Sami Ulus Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ANKARA
Özet
Abstract
Farmokoterapide önemli bir sorun olan ilaç allerjileri, ilaca spesifik antikorlar veya T lenfosit aracılıklı immünolojik reaksiyonlardır.
Klasik hipersensitivite reaksiyonları klasifikasyonu, T lenfositlerinin
heterojenitesini ve gecikmiş reaksiyonların kliniğini tam olarak açıklayamamaktadır. Çoğu ilaç allerjisinde mekanizma açık olmayıp
birden çok mekanizma yanı sıra, nonimmünolojik mekanizmalarda
birlikte olabilir. Bu makale ile ilaç allerjilerinde immünopatogenez,
ileri sürülen yeni hipotezler eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Drug allergies which is important problem in pharmocotherapy,
are immunological reactions and mediated by drug specific immunoglobulines and/or T cells. Classical Hypersensitivity reactions
clasifications can not explain all T cell heterogenities and clinics of
delayed reactions. In many drug allergies immunomechanism is not
clear in addition there also are nonimmunologic mechanism.Immunopathogenesis in drug allergies were rewieved in this
paper in the light of new hypothesis.
Anahtar Kelimeler: İlaç allerjileri, immünopatogenez
Key Words: Drug allergies, immunopathogenesis
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):50-53
mmünolojik mekanizmaların rol oynadığı ilaç allerjileri,
sitokinlerce regüle edilen, başta İmmünoglobulin E (IgE)
olmak üzere bazen İmmunoglobulin G (IgG) ve
İmmunoglobulin M (IgM)’in de katıldığı, antikor bağımlı
veya duyarlanmış T lenfosit aracılıklı reaksiyonlardır.
Sitokinlerden, İnterlökin 4 (İL4) ve İnterlökin 5 (İL5) antikor
üretimi ile ilgili iken, İnterlökin 2(İL2), Tümör Nekroz Faktör alfa (TNF-α) ve Gama interferon (γ-İFN) ise T hücresi
cevaplarında önemlidir.1 Olaya karıştığı düşünülen mekanizma esas alındığında, ilaç allerjileri, Gell ve Coombs’un
klasik immün reaksiyon klasifikasyonu ile genelde uyumludur (Tablo 1).
üreten ilaçlar, genelde Tip 1 reaksiyonlara neden olur.
Yüksek molekül ağırlıkta ve protein yapıda olan
antiserumlar yanısıra, insülin, streptokinaz ve tetanoz
toksoidi de bu tür reaksiyonlara neden olurlar.
Tip 1: İlacın veya immünolojik metabolitinin, mast
hücresi ve bazofil üzerindeki spesifik IgE ile interaksiyonu
sonucu; Histamin, Prostaglandin D2 (PGLD2), Lökotrien
C4(LTC4), Platalet activated aktör (PAF) ve Bradikinin
gibi vasoaktif metabolitlerin salınımı, klinikte kendini,
ürtiker anjioödem, bronkospazm veya anafilaksi ile gösterir. Penisilin gibi, proteinlere bağlanıp allerjenik haptenler
Tip 3: Doku ve damarlardaki IgM ve IgG içeren
immünkompleks depolanmasının komplemanı aktive etmesi ile oluşturduğu hasar sonucu ortaya çıkar. Genellikle
protein yapıda ve yarılanma ömrü uzun serumlar yanı sıra,
penisilin gibi bazı ilaçlarla da oluşabilir. İlaçtan 1-3 hafta
sonra, döküntü ateş lenfadenopati ve artralji oluşur. Klinik
tablo serum hastalığına benzer. Tip 3 deride genellikle
hipersensitivite vaskuliti nedenidir.
İ
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Zafer ARSLAN
Dr. Sami Ulus Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları,
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Allerji Kliniği, ANKARA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
50
Tip 2: Hücre yüzeyindeki ilaç antijenine karşı, ilaç
antikorunun neden olduğu sitotoksik bir reaksiyondur.
Buradaki sorumlu antikor Tip1 in aksine IgG ve IgM’dir.
Klasik örneği penisiline bağlı coombs + hemolitik anemi
olup, diğer örnekleri: sulfonamid ve fenotiazinlere bağlı
granulositopeni, sulfonamid kinidin ve heparine bağlı
immün trombositopeni ve metisiline bağlı interstisyel nefrit
sayılabilir.
Tip 4: Orijinal haliyle tüberküline T hücre cevaplarını
kapsayan gecikmiş hipersensitivite reaksiyonlarıdır. Bugün
ise değişik T lenfositlerinin (CD4 ve CD8+) aracılık ettiği
immün mekanizmalarla oluşan farklı klinik tabloları kapsamaktadır.2
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
İLAÇ ALLERJİLERİNDE İMMÜNOPATOGENEZ
Zafer ARSLAN
Tablo 1. Klasik Gell ve Coombs sınıflaması.
İmmunolojik Mekanizma
İmmün Cevap
Tip 1 (Erken)
IGLE
Tip 2 (Sitotoksik)
IGLG, M
Tip 3 (İmmunkompleks)
Tip 4 (Gecikmiş)
IGLG, M
Lenfosit
Tablo 2. Tip 4 Hipersensitivitenin yeni sınıflandırımı.
IV-A
IV-B
IV-C
IV-D
İmmün
Reaktan
TH1 (γ-İFN
TNF-α)
TH2 (İL4,5
İL-13)
CTL (Perforin
Granzym-B)
TL (İL-8)
Patolojik
Özellik
Makrofaj
aktivasyonu
Eozinofil
aktivas.
Lenfosit
aktivas.
Nötrofil
aktivas.
Klinik
Tüberkülin r.
kontakt derm.
MPE +
Eozinofili
MPE, bül
kontakt
Dermatit
püstül
(AGEP)
Klinik
Ürtiker, anjiödem, rinit
Astım, anafilaksi
Hem. anemi, trombositop
İnterstitiel nefrit
Serum hast., vaskülit
Kontakt dermatit
Makulopapüler döküntü
CTL: Sitotoksik T Lenfositi, TL (T lenfositi) MPE: Makulopapüler egzantem,
AGEP: Akut Generalize Egzantematöz Püstülosis
Bunlar Eritema Multiforme, Toksik Epidermal
Nekrolizis, egzematöz likenoid ve toksik pustüler reaksiyonlar olup Sistemik T lenfositi aracılıklı hipersensitivite
olarak düşünülmektedir. İlaç ilişkili bu egzantemler oldukça heterojen bir grubdur. Son araştırmalar bu tür
lezyonların, temelde ilaç spesifik T hücre reseptörü pozitif
(TCR+) T hücrelerinin, orkestrasyonunu yaptığı
inflamatuar bir proces olduğunu göstermektedir.
Makulopapüler, büllöz ve püstüler egzantemlerde
sitotoksik T lenfosit işin içindedir ve yüksek İL-5 ve
eotaksin lezyonlarda belirgindir. Püstuler olaylarda,
İnterlökin 8 (İL8) ve granulosit makrofaj koloni stimulan
faktör (GMCSF) üretiminin önde olduğu T hücreleri,
Steven Johnson Sendromu (SJS) ve Toksik Epidermal
Nekrolizis (TEN)’de ise doğal katil hücrelerle birlikte
CD8+ T lenfositleri bül sıvısında bulunur. Bu bulgular
gecikmiş
tip
hipersensitivitenin
(tip
4)
yeni
sınıflandırımının da temelidir. Bu sınıflandırımda; Salgılanan sitokin TH1’den γ-İFN, aktive olan hücre monosit ve
klinik tabloda egzema gelişiyorsa sınıflandırımı; Tip4a,
TH2 aktivasyonu ile İL4, İL5 sekrete ediliyor ve
eozinofilik aktivasyonu ile makulopapüler, büllöz
egzantem gelişiyorsa Tip 4b, Sitotoksik T lenfosit üzerinden perforin ve granzyme B ile makulopapül bül püstül
oluşuyorsa Tip4c, Tlenfositten İL8 salınımı sonucu,
nötrofil ativasyonu ve birikimi ile gelişen püstüler
egzantemde ise sınıflandırım Tip4d olarak belirtilmektedir.
Reaksiyonların çoğunda birçok mekanizma birliktedir ama
biri baskındır (Tablo 2).2,3
İlaç Antijenlerinin Sunumu ve İşlenmesi
Peptid hormonlar gibi bazı makromoleküller hariç, ilaçların çoğu immünojen değildir. Çünkü çoğunun molekül
ağırlığı 1000 daltonun altında olup immün cevap oluşturabilmeleri için öncelikle metabolize edilip reaktif formlarına
bioaktive edilmeleri ve bu aktif formların, vücudun
detoksifikasyon işlemlerinden kaçabilmesi gerekmektedir.
Sitokrom oksidaz pathwayinin rol aldığı ilaç metabolizması, karaciğer yanı sıra başlıca deri ve fagositik hücrelerde de olmaktadır. Bu durum ilaç allerjilerinde neden
derinin sıklıkla tutulduğununda bir cevabıdır. Bu sistemTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
lerde bioaktivasyonun detoksifikasyonu aştığı durumlarda
reaktif metabolitler sistemden kaçarak direkt hücresel
nekroz veya yüksek molekül ağırlıktaki taşıyıcı proteinlere
kovalan bağlanarak (Haptenizasyon) hipersensitivite reaksiyonlarına neden olabilirler.4
Kovalan bağlanma sonucu gelişen haptenler kimyasal
yapısı ile immünojenken, nonkovalen bağlantıda ilaç
metabolik aktivasyona uğramadan major histokompatibilite
kompleksi (MHC) veya TCR gibi immünreseptörlereki
peptidlerle interaksiyon yapmasından dolayı immünojenite
kazanır. Fakat bu bağlantı türünde immün reaksiyonlar genelde T hücre cevapları ile sınırlı iken, kovalen bağlantı ile oluşan
haptenler T ve B cevaplarına neden olmaktadırlar. Örneğin
karbamazepin makulopüler egzantem ve ilaç hipersensitivite
sendromu gibi iki tipik T lenfosit aracılıklı reaksiyona neden
olurken anafilaksi geliştirmemektedir. Hem labil bağlanma
gösterebilen hemde hapten gibi davranan örneğin
sulfamethaksazol (SX) allerjisinde, ilacın metabolitine antikor
cevabı, kendisine ise egzantem gelişebilmektedir.5
Kovalan veya nonkovalen bağlansın, MHC bağımlı
ilaç sunumunun ikisinde de, ilaçlar gayet heterojen T hücre
cevaplarına yol açarlar. Amoksilin ve sulfamethaksazol
gibi ilaçların bir hastada neden makulopapüler, diğerinde
bül oluşturduğu halen açık değildir. Muhtemelen insan
lokosit antijen allelleri veya farklılıkları ilaç metabolizmasında rol oynuyor olabilir.
Kovalan
bağlanmada,
Oluşan
protein-hapten
konjugatları antijen işleyen hücrelerde kompleks enzimatik
reaksiyonlarca hapten-peptid fragmanlarına işlenir. Bu
işlem rastgele olmayıp bazı peptidler tercihan üretilir
immündominant olarak adlandırılan bu peptidler hücre
yüzeyine transfer edilir. MHC1 veya MHC2 moleküllerine
bağlanarak uygun T hücre reseptörü (alfa, beta TcR) üzerinden T lenfosite sunulur. Bu şekilde aktive olan T lenfosit, Antijen İşleyen Hücre (APC) yüzeyindeki kostimülatör
moleküllerce oluşturulan 2. sinyalce (B7-CD28,CD154CD40) prolifere olarak, ya antikor üretimine yardımcı olur
veya inflamatuvar reaksiyonları stimüle eden sitokinleri
sekrete eder yada yüzeyi hapten içeren hücreleri direkt
olarak öldürür (Şekil 1).4
51
Zafer ARSLAN
İLAÇ ALLERJİLERİNDE İMMÜNOPATOGENEZ
bağlanarak sadece ilaca immün cevap geliştirebilmektedirler (Şekil 2).8
protein
IL 4
IL 5
MHC
protein
TCR
Bh
AİH
Th
Direk Etki
Yüzeyi Haptenle
Kaplı Hücreler
protein
Şekil 1. İlaç antijenlerinin İşlenmesi ve T lenfosite sunumu.
Kısaltmalar: AİH (antijen işleyen hücre, TCR (T hücre reseptörü),
Th(T hücresi) Bh(B hücresi).
İlaç allerjilerinin neden bazı kişilerde görülürken diğerlerinde görülmediğide açık değildir. Burada ilaç yanı
sıra, hosta ait bazı faktörlerde önemlidir. Örneğin beta
laktam ilaçlar betalaktam halkasının kolayca açılabilmesi
ile çevresindeki, aminoasitler solubl proteinler ve hücre
yüzey glikoproteinleri ile amid bağlantı oluşturup
metabolize olmadan reaksiyon oluşturabilirken (direkt
haptenizasyon) Sulfanomid gibi haptenik ilaçların çoğu
proteinlerle komleks oluşturmadan önce metabolize olmak
durumundadırlar
(indirekt
haptenizasyon).
Sulfonamidin
sitokrom
p450
veya
makrofaj
myeloperoksidazı ile oluşturulan oksidatif ürünü genellikle asetilizasyon veya oksidasyonla detoksifiye edilir.5
Sulfanomidin metabolize edilme gerekliliği intraselüler
hapten gibi davranıp cd8+ Tlenfosite endojen pathwayce
sunulması gerektiğini işaret etmektedir. Sulfanomidle
ilgili deri lezyonlarında spesifik T lenfosit ve
proinflamatuvar sitokinler yanı sıra erken tip reaksiyonlarda IgE antikorlarıda gösterilmiştir.6
T lenfosit cevabının tipi, haptenin hangi yolla işlenip
hangi molekülle sunulduğu ile yakından ilşkilidir. Bunuda
belirleyen haptenin kimyasal özelliğidir. Ufak lipid moleküller sitoplasmaya girip MHC1 molekülü üzerinden CD8
T hücrelerince endojen pathway üzerinden tanınırken, nikel
kobalt gibi polar haptenler MHC2 molekülü ile eksojen
pathwayi kullanıp CD4 T cellere sunulur. Hem kimyasal
reaktif hem lipid solubl olan bazı haptenlerse 2 yoluda
kullanır.7
Naisbitt ve ark. bir antikonvulsan olan lamotrigin ile
TEN ve SJS reaksiyonu geliştiren hastalarda, hasta lenfositlerinin Lamotrigin ile stimulasyonunda, çoğu Kütanöz
Lenfosit Antijeni (CLA)ekspresyonu içeren CD4+ T hücre,
proliferasyonu gösterdiğini bildirmişlerdir. Bu klonlar
ayrıca Makrofaj İnflatuar Protein (MIP) 1a,1b, γ-İFN,
perforin sekrete ediyorlardı. Yazarlar en azından bazı
lamotrigin hipersensitivite reaksiyonlarının T hücrelerince
aktive edildiklerini ve reaksiyon için ilaçın metabolize
edilmesi gerekmediğini tartışmışlardır.9 Bunun gibi yeni
bazı invitro bulgular ilaçların metabolize olmadan ve antijen sunumu gerektirmedende T hücreleri uyarabileceğini
işaret etmektedir.
Bu bulgulara dayanarak Matzinger ilaca immün cevabın gelişmesinde Danger modeli denilen alternatif bir
hipotez geliştirmiştir. Buna göre immün cevap egzojen
sinyalden çok, zarar görmekte olan hücre tarafından oluşturulan endojen sinyalce kontrol edilmektedir. Bu hipotezle
uyumlu olarak hasarlanmış veya ölmekte olan hücre B7
CD40 gibi T cell aktivasyonuna neden olan kostimulan
faktör oluşmasına neden olur. TNF-α ve İL1 beta önemli
tehlike sinyalleridir. Bu sinyal karaciğerde kupfer hücreleri
deride ise langerhans hücrelerince algılanır ve antijenin
APC’ye alımı ve APC üzerinde kostimulan moleküllerin
belirginleşmesi ile sonuçlanır. Bu sinyal oksidatif stres
veya protein hasarı ile ilişkili olduğundan ilaç veya hosttan
bağımsızdır. Şayet antijenin T lenfositce tanınması (1.
sinyal) bu kostimulan moleküller varlığında olursa
(2.sinyal) T lenfosit aktivasyonu olur. Tehlike algılanmaz
ve 2.sinyal sağlanmazsa tolerans gelişir.10 İlacın kendisi
yanı sıra operasyon ve enfeksiyon gibi çevrel faktörlerde
tehlike sinyali nedeni olabilir. Bu durumda major operasyonlar ve yaşamı tehdit eden enfeksiyonlarda aşırı ilaç
allerjileri beklenebilir, birkaç örnek dışında böyle değildir.
Reaktif metabolitin hücrede neden olduğu daha lokalize
sinyal önemli görülmektedir. Kanser ilaçları ve
Th
TCR
İLAÇ
MHC
Penisilin allerjisi hapten hipotezi için iyi bir örnektir.
Ama çoğu ilaç allerjisinde ilacın veya metabolitinin kovalan bağlanması gösterilememiştir. Pichler SMX allerjisinde
Kovalan bağlanma olmadan, T hücre stimulasyonunu
göstererek farmakolojik interaksiyon (P-İ) modelini geliştirmiştir. Bu modele göre, bazı ilaç allerjilerinde ilaçlar
superantijen gibi davranıp MHC molekülü veya TCR’e
52
AİH
Şekil 2. Farmakolojik İnteraksiyon (P-İ model).
Kısaltmalar: Th(T hücresi), TCR(T hücre reseptörü),
AİH(antijen işleyen hücre)
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
İLAÇ ALLERJİLERİNDE İMMÜNOPATOGENEZ
Zafer ARSLAN
S
asetaminofenin daha çok allerji yapmamasıda reaktif
metabolitin hemen detoksifiye edilmesi ve apopitoza giden
hucrenin makrofajlarca hemen temizlenmesi ile ilgili salınan alarm sinyali azalması sonucu olabilir. Görüldüğü gibi
ilaç allerjileri bir hipoteze tümü ile oturmamaktadır.
CH3
R1
CONH
CH3
Sulfanamid yanı sıra aromatik antikonvulsanlar, içerdikleri aromatik amin ve bunların oksidatif ürünleri
(arenoksit) ile, idyosenkrozik reaksiyonlara nedeni olabilirler. Burada oluşan arenoksidin detoksifikasyonuna yönelik
enzimin eksikliği sonucu gelişen Antikonvulsan
hipersensitivite sendromu, hem ilaca hemde hosta ait faktörlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü gibi
ilacı metabolize eden enzimlerle ilgili bazı genetik
polimorfizmler, idyosenkrozik reaksiyonlarla birliktedir.
İlaç metabolizmasındaki farklılıklar dışında bireylerin
immünojen komleks oluşturma yetenekleri konusunda da
farklılıklar vardır.
Beta laktam ilaca gelişen makulopapüler egzantemde,
periferik kan T hücre klonlarında CD3+, CD8+ ve HLADR4 baskınlığı ve betalaktamın stimulasyonuyla; İL2 ve γİFN oluşurken, betalaktam ilişkili vezikülobülloz
ekzantemde ise predominant T hücresi CD8+ T hücresidir.
Penisiline cevap olarak, bu lezyonlardan elde edilen
epidermal T hücre klonları bu klonların antijen spesifik ve
MHC sınırlamalı olduğunu göstermektedir. Thücre cevapları oldukça heterojen olup Padovan ve arkadaşları. Penisilin allerjik hastaların T hücrelerinin 2 tip olduğunu göstermişlerdir.10 İlk grupta T hücreleri sadece penisilinle
prolifere olurken diğer grup, penisilin ilişkili diğer
ilaçlarlada prolifere olabilmektedir. Burada T hücresinin
antijen tanıması ilk grupta penisiloyl ve yan zincir üzerinden olurken 2. grupta tanınmak için sadece penisiloyl
olması yeterlidir. T hücre cevapları gibi, penisilin spesifik
B hücre cevaplarıda heterojendir. Çünkü betalaktamlara
IgE antikorları; ilacın yan zincirlerine, yanzincir+betalaktam halkasına, betalaktam ve tiazolidin halkasına, sadece tiozilidin halkasına veya bütün molekülüne
karşı olabilir (Şekil 3).11
Yan zincir
O
B-Lactam Halkası
Thiazolidine halkası
Şekil 3. Penisilin molekülünün antijenik determinantları.
Çoğu ilaç allerjisinde mekanizma açık olmayıp, çoklu
immünolojik mekanizmalar ile immünolojik olan ve olmayan mekanizmaların birlikte olduğu durumlar nedeni ile
mevcut klasifikasyonda bazı düzenlemeler gerekmektedir.
Görüldüğü gibi ilaçlara ait immün cevaplar konusunda
bilgiler halen yeterli değildir. Çünkü ilaçların immün cevabı oluşturan antijenik determinantı ile ilgili bilgilerimizde
eksiklikler vardır.
KAYNAKLAR
1.
Mossmann TR, Sad S. The expanding universe of T cell subsets.
TH1, Th2 and more. Immunol Today 1996;17:138-46.
2.
Pichler WJ. Delayed drug hypersensitivity reactions. Ann Intern
Med 2003;139-683-93.
3.
Marianne L, Pichler WJ. The immunologic and clinical spectrum
of drug induced exanthems. Curr Opin allergy Clin Immunol.
2004;4:411-9.
4.
Gruchalla RS. Drug
2003;111:548-59.
5.
Schnyder B, Burkhart C, Schynder FK, von Greyers S, Naisbitt
D, Pirmohammed M, et al. Recognition of sulfamethoxasole and
its reactive metabolite by drug specific CD4+ T cells from allergic individuals. J Immunol 2000;164:6647-54.
6.
Naisbitt DJ, Gordon SF, Pirmohammed M, Burkhart C, Cribb AE,
Pichler WJ, Park BK. Antigenity and immunogenity of sulfamethoxazole: demonstration of metabolism dependent haptenation and T cell prolipheration in vivo. Br J Pharmacol
2001;139:295-305.
Bu heterojeniteden dolayı betalaktam allerjik kişiyi
değerlendirebilecek tek bir invivo veya invitro test henüz
yoktur.
7.
Kalish R, Askenase P. Moleculer mechanism of CD8+ T cell
mediated delayed hypersensitivity: Implications for allergies
asthma and autoimmunity. J Allergy Clin Immunol
1999;103:192-9.
Görüldüğü gibi Gell ve Coombs’un hipersensitivite reaksiyonları için yaptığı klasifikasyonun ilaç allerjilerine
uygulanımı klinik pratikte faydalı iken, yeni olarak ortaya
konan T cell heterojenitesi ve gecikmiş allerjik reaksiyonların farklı klinik belirtilerini tam olarak yansıtmamaktadır.
8.
Pichler WJ. Pharmacological interaction of drugs with antigen
specific immune receptors: the p-i concept. Curr Opin Allergy
Clin Immunol 2002;2:301-5.
9.
Naisbitt DJ, Farrel J, Wong G, Depta JP, Dodd CC, Hopkins JE,
et al. Characterization of drug spesific T cell in Lamotrigine hypersensitivity. J Allergy Clin Immunol 2003;111:1393-13403.
Bazı ilaçlar karakteristik immünolojik cevap gösterirken diğerleri heterojen cevaplar vermektedir. Bazıları
humoral bazıları selüler cevap ağırlıklıdır. Bunda presente
edilen antijen yanı sıra, sitokinlerinde rolü vardır.
10. Matzinger P. Tolerance, danger and the extended family. Ann
Rev Immunol 1994;12:991-1045.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
allergy.
J
Allergy
Clin
Immunol
11. Padovan E, Bauer T, Tongio MM, Kalbacher H, Weltzien HU.
Peniciloyl peptides are recognized as T cell antigenic determinants in penicilin allergy. Eur J Immunol 1997;27:1303-7.
53
Ahmet AKAR
İLAÇ ALLERJİLERİNDE DERİ BULGULARI
İlaç Allerjilerinde Deri Bulguları
CUTANEOUS FINDINGS IN DRUG ALLERGY
Dr. Ahmet AKARa
a
Dermatoloji AD, GATA, ANKARA
Özet
Abstract
Allerjik ilaç reaksiyonları önceden tahmin edilemeyen, immünolojik mekanizmalarla oluşan istenmeyen ilaç reaksiyonlarıdır.
İstenmeyen ilaç reaksiyonlarının yaklaşık %6-10’unu oluşturur. Deri
istenmeyen ilaç reaksiyonlarının en sık görüldüğü yerlerden birisidir.
Allerjik mekanizmalarla oluşan ilaç reaksiyonlarının klinik görünümleri oldukça değişkendir. Gelip geçici bir eritemden ölümcül olabilen
büllöz erüpsiyonlara kadar değişik formlarda olabilmektedir. Bu
makalede immünolojik mekanizmalarla meydana gelen istenmeyen
ilaç reaksiyonlarının deri bulguları gözden geçirilmiştir.
Allergic drug reactions are unpredictable adverse drug reactions
caused by immunological mechanisms. They constitute about 6-10%
of all adverse drug reactions. Skin is one of the sites of the body that is
affected most frequently by adverse drug reactions. The clinical
presentation of drug reactions that occurs by allergic mechanisms is
highly variable. It may be in various forms ranging from a transient
erythema to bullous eruptions that might be fatal. In this article cutaneous findings of adverse drug reactions that result from immunological mechanisms have been reviewed.
Anahtar Kelimeler: İstenmeyen ilaç reaksiyonları,
ilaç erüpsiyonları, kütanöz ilaç reaksiyonları,
ilaç allerjileri
Key Words: Adverse drug reactions, drug eruptions,
cutaneous drug reactions,
drug allergy
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):54-58
laç allerjisi denildiğinde genellikle ilaçlarla oluşan tüm
reaksiyonlar anlaşılmaktadır. Ancak ilaçlarla oluşan
tüm reaksiyonları tanımlamak için “advers ilaç reaksiyonları” veya “istenmeyen ilaç reaksiyonları” terimini
kullanmak, ilaç allerjisi terimini ise ilaç reaksiyonlarının
sadece immünolojik mekanizmalarla ortaya çıkan kısmı
için yani allerjik ilaç reaksiyonları ile eş anlamlı kullanmak
daha uygun olacaktır.
İ
İstenmeyen ilaç reaksiyonları modern ilaç tedavilerinin yararları için ödediğimiz kaçınılmaz bedellerdir. Hele
hekim tarafından reçete edilmiş bir ilacın oluşturduğu
reaksiyon, kimi zaman hasta-doktor ilişkisini de bozabilmektedir. İstenmeyen ilaç reaksiyonları yatan hastaların
%10-20’sinde görülür.1 İnsidans hasta yaşı ile artmaktadır.2,3 Ancak çocuklarda da insidans çok düşük değildir.
Spesifik pediatri hastanelerine kabul edilen çocukların %6-
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Ahmet AKAR
GATA, Dermatoloji AD,
06018, Etlik, ANKARA
[email protected]
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
54
17’sinde istenmeyen ilaç reaksiyonlarının görüldüğü bildirilmiştir.3
Deri istenmeyen ilaç reaksiyonlarının en sık görüldüğü yerlerden birisidir. Belki de bu, kolaylıkla tespit edildikleri içindir. İlaç erüpsiyonları veya advers kütanöz ilaç
reaksiyonlarının insidanslarını belirlemek güç olsa da
bütün ilaç reaksiyonlarının %24’ünü oluştururlar.4 Hastanede yatan hastalarda advers kütanöz reaksiyon oranı ise
yaklaşık %2-3’dür.5-7 İlaç erüpsiyonlarının klinik görünümleri oldukça değişkendir. Geçici hafif bir eritemden ciddi
ve ölümcül olabilen büllöz erüpsiyonlara kadar değişik
formlarda olabilmektedir. Neyse ki, ilaç erüpsiyonlarının
sadece %2’si şiddetli ve çok azı ölümcüldür.7
Allerjik ilaç reaksiyonları önceden tahmin edilemeyen
immünolojik mekanizmalarla oluşan ilaç reaksiyonlarıdır.
İstenmeyen ilaç reaksiyonlarının yaklaşık %6-10’unu
oluşturur.8 İlaç erüpsiyonlarının hepsi immünolojik değildir. İmmünolojik olmayan mekanizmalarla da istenmeyen
kütanöz ilaç reaksiyonları oluşmaktadır. Ancak onlar bu
makalenin kapsamı dışındadır. Bu makalede belli başlı
allerjik ilaç reaksiyonlarının deri bulguları üzerinde duracağız. Belli başlı allerjik ilaç erüpsiyon tipleri şunlardır:
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
İLAÇ ALLERJİLERİNDE DERİ BULGULARI
Ekzantematik (Ekzantematöz, Makülopapüler)
Erüpsiyonlar
Kütanöz ilaç erüpsiyonlarının en sık görülen tipidir.3,9İlaca bağlı deri erüpsiyonlarının yaklaşık %95’i
ekzantematöz erüpsiyonlardır.9 Makülopapüler veya
morbiliform erüpsiyonlar olarak da tanımlanırlar. Klinik
olarak bu ekzantemler eritematöz maküler veya papüler
erüpsiyonlardır. Erüpsiyon klasik olarak ilaç alımından 1-2
hafta sonra başlar. Ancak daha önceden duyarlanmış kişilerde döküntüler ilaç alımından 2-3 gün sonra gelişir.11
Lezyonların klinik özellikleri değişkendir; sıklıkla
morbiliform, rubelliform veya skarlatiniform erüpsiyonlar
şeklindedir. Daha seyrek olarak da polisiklik, retiküler ve
annüler lezyonlar biçimindedir.3,11 Lezyonların dağılımı da
değişkendir, fakat genellikle simetriktir. Lezyonlar sıklıkla
gövdede başlar ve sonra ekstremitelere yayılır. Palmar ve
plantar lezyonlar görülebilir. Yüz tutulmayabilir. Bazen
erüpsiyon jeneralize olabilir. Özellikle alt ekstremitelerde
purpurik lezyonlar ve eroziv stomatit gelişebilir.3
Erüpsiyonlara kaşıntı, hafif ateş ve eozinofili eşlik edebilir.3,11 Bazen sorumlu ilaç kullanıma devam edildiği halde
erüpsiyon kaybolabilir, bazen de tersine şiddetlenerek
eksfolyatif dermatit gelişebilir.3 Sorumlu ilacın kesilmesinden sonra 1-2 hafta içinde reaksiyon kaybolur.11
Ekzantematöz erüpsiyonlar ilaç tekrar uygulandığında
sıklıkla nükseder. Genellikle deskuamasyonla ve bazen de
postinflamatuvar
hiperpigmentasyonla
iyileşir.
Ekzantematik ilaç erüpsiyonları viral veya bakteriyel
ekzantemlerden ayırt edilmelidirler. Viral ekzantemler
yüzden başlayıp gövdeye yayılırlar. Sıklıkla konjonktivit,
lenfadenopati ve ateşle birliktedirler.3 Şiddetli kaşıntı ve
koyu kırmızı eritem mevcut ise daha çok ilaç erupsiyonu
düşünmek gerekir.12 İlaçların hemen hepsi bu reaksiyonu
oluşturabilir. Bununla beraber en sık neden olan ilaçlar;
ampisilin ve penisilin, fenilbutazon ve diğer pirazolonlar,
sülfonamidler,
fenitoin,
karbamazepin,
altın
ve
gentamisindir.3
11
Ürtiker
İlaca bağlı deri reaksiyonları içinde ikinci sırayı alır.3,10,13-15 Ürtiker, kaşıntılı eritematöz ve ödematöz papül
ve plaklarla karakterize derinin vasküler bir reaksiyonudur.10,16 Ürtikere sıklıkla anjioödem eşlik eder.
Anjioödemde ise derin dermis veya subkutan doku ve
submukoza tutulur. Ürtiker bazen beyaz, hemorajik,
hiperpigmente, annüler veya sirsine olabilir. Büyüklükleri
birkaç milimetreden birkaç santimetreye kadar değişebilir.
Ürtikerde genellikle kaşıntı bulunur, ancak yanma ve batma hissi de bulunabilir.14 İlaca bağlı ürtiker allejik ve
nonallerjik olur. Allerjik ürtikeryal reaksiyonlar Tip I veya
Tip III aşırı duyarlılık reaksiyonlarına bağlı gelişir.13 İlaca
bağlı ürtikerin klinik görünümü diğer nedenlere bağlı
ürtikerden farklı değildir. Ancak ilaca bağlı ürtiker daha
şiddetlidir, hipotansiyon, solunum güçlüğü, şok ve hatta
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Ahmet AKAR
ölüm eşlik edebilir. Diğer ilaç erüpsiyonlarından daha hızlı
gelişir. Genellikle ilaç alımından sonra dakikalar ila 36 saat
içinde ortaya çıkar. Serum hastalığı eşlik ederse bu süre
daha da uzar.15 Ürtiker ilaç duyarlılığının tek semptomu
olabilir ya da serum hastalığı veya anafilaksinin bir
komponenti olabilir. Ürtikere anjioödem eşlik edebilir.
İlaca bağlı tek başına anjioödem nadirdir.3 Penisilin,
sülfonamidler, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar, özellikle
aspirin, radyokontrast ajanlar, anestezikler ve ACE
inhibitörleri ilaca bağlı ürtikerin en sık nedenleridir.7,15
Sabit İlaç Erüpsiyonu
İlaç erüpsiyonlarının en sık nedenlerinden biridir.17,18
Neden olan ilacın her kullanıldığında aynı yerde (veya
yerlerde) erüpsiyonun görülmesi ile karakterize değişik bir
hipersensitivite reaksiyonudur.3,10,17 İlaç alımından 30
dakika ila 8 saat içinde oluşur.3,6,10 Erüpsiyon tipik olarak
keskin kenarlı, yuvarlak veya oval eritemli makül şeklinde
başlar, birkaç saat içinde koyu kırmızı-mor ödematöz plağa
dönüşür. Lezyonların üzerinde bazen büller gelişir.
Lezyonlar krut ve skuamla iyileştikten sonra koyu kahverengi bir pigmentasyon bırakır.3,6,10,17 Ancak nonpigmente
sabit ilaç erüpsiyonları da bildirilmiştir.17,19 Çoğunlukla
tektir, fakat birden fazla olabilir. Büyüklükleri birkaç
mm’den 20 cm’ye kadar değişebilir.3,10,17 Erüpsiyon el,
ayak, yüz, genital bölge (özellikle glans penis) ve perianal
bölgeyi tercih eder.3,10 Neden olan ilacın tekrar kullanılmasıyla lezyon sayısı ve büyüklüğü ile hiperpigmentasyonda
artış olur.3,17 Sabit ilaç erüpsiyonu oluşturabilecek ilaçların
sayısı çok fazladır. Fenolfitalein, tetrasiklinler, sülfonamidler, metranidazol, nistatin, salisilatlar, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar, fenilbutazon, fenasetin, barbitüratlar,
kinin ve kinidin en çok suçlanan ilaçlardır.20
Eritema Multiforme/Stevens-Johnson Sendromu
Eritema multiforme akut eritematöz polimorfik bir
erüpsiyondur. Eritema multiforme olgularının %10’u ilaca
bağlıdır. Deri bulguları karakteristik hedef veya iris
lezyonlarına ek olarak maküler, papüler ve ürtikeryal
lezyonlardır. Bazen lezyonların ortasında vezikül, bül ve
purpura görülür. Lezyonlar tipik olarak simetriktir ve
ekstremitelerin distal kısımlarını tercih eder. Eritema
multiformenin ağır ve bazen de ölümcül olabilen formu
Stevens-Johnson sendromudur. Bu sendromda ateş, halsizlik, kas ağrıları, baş ağrısı, eklem ağrıları, göz tutulumu,
deride büller ve erozyonlar görülür. Nikolsky belirtisi
pozitiftir. Epidermal kayıp %10’a yaklaşır. Ağrılı stomatit
erken ve belirgin semptomdur. Dudak, ağız ve genital
müköz membranlarda hemorajik büller görülebilir.
Stevens-Johnson sendromunun yaklaşık yarısı ilaca bağlıdır. Allopürinol, fenitoin, barbitüratlar, karbamazepin,
altın, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar, penisilamin,
sülfonamidler, tetrasiklin, tolbutamid en çok neden olan
ilaçlardır.10
55
Ahmet AKAR
İLAÇ ALLERJİLERİNDE DERİ BULGULARI
Toksik Epidermal Nekroliz (TEN)
TEN nadir görülen fakat ciddi, yaşamı tehdit eden akut mukokutanöz ve sistemik bir reaksiyondur. StevensJohnson sendromunun şiddetli formudur. Mortalite %3040’tır. Olguların %80’i ilaca bağlıdır. İlaca bağlı en ağır
deri reaksiyonudur. Epidermal kayıp vücudun %30’undan
fazladır. Erüpsiyon konjonktival yanma hissi, deri duyarlılığı, deride ağrı hissi, ateş ve kırgınlık gibi prodromal
belirtilerle başlar. Bir kaç gün içinde özellikle yüz ve
ekstremitelerde morbiliform bir döküntü veya diffüz bir
eritem gelişir, hızla veziküller ve büller oluşur. Bunlar
kolayca yırtılır ve geniş tabakalar halinde epidermis
dekolmanı görülür. Nikolsky belirtisi pozitiftir. Hemen her
hastada mukoza tutulumu bulunur ve tutulum çok şiddetlidir. Tırnak, kaş ve kirpikler dökülebilir. Klinik görünüm
geniş ikinci derece yanığa benzer. Sülfonamidler, hidantoin, allopürinol, karbamazepin, ampisilin, amoksisilin,
fenilbutazon, isoksikam, oksifenbutazon, fenbufen, fenobarbital, pentamidin en çok TEN oluşturan ilaçlardır.3,6,7,10,20,21
Eksfolyatif Dermatit/Eritroderma
Eksfolyatif dermatit ilaca bağlı reaksiyonlardan en
tehlikeli olanlardan birisidir. Bütün vücudu kaplayan
eritem, kaşıntı ve skuamla karakterize nadir bir reaksiyondur.3,6,10,22 Neden olan ilacın alımından birkaç hafta sonra
gelişir.3 İlaca bağlı eksfolyatif dermatit bütün eksfolyatif
dermatitlerin %15’ini oluşturur.6 Deri kıvrımlarında eritem
ve eksudasyonla başlar ve jeneralize olur. Bunu birkaç gün
içinde deskuamasyon izler. Ekzantematöz erüpsiyonlardan
sonra da eksfolyatif dermatit gelişebilir. Ayrıca topikal
olarak uygulanan ilaca daha önceden duyarlanmış bir kişide, duyarlı ajanın sistemik kullanımı sonucu jeneralize
ekzematöz dermatit gelişebilir ve bunu eksfolyatif dermatit
izleyebilir.3,6 Eksfolyatif dermatite yüksek ateş, halsizlik,
lenfadenopati ve kaşıntı eşlik edebilir. Erüpsiyon çıktıktan
sonra ilaç kesilmezse ölüm görülebilir. Aktif dermatit geri
çekildikten sonra hiperpigmentasyon, saç kaybı ve tırnak
kaybı olabilir.10 En çok eksfolyatif dermatit oluşturan ilaçlar sülfonamidler, antimalaryaller, fenitoin ve penisilindir.3,6
yavaştır, ilaç kesildikten 1-4 ay sonra görülür.6 Eksfolyatif
dermatite dönüşebilir.6 Antimalaryaller, beta-blokerler,
klorpropamid, furosemid, kaptopril, penisilamin, altın,
metildopa, fenotiazinler, tiazidler, tolazamid en çok neden
olan ilaçlardır.10,23
Akut Jeneralize Ekzantematöz Püstüloz
(Toksik Püstüloderma)
Sıklıkla yüz ve intertriginöz bölgelerden başlayan,
ödemli zeminde yüzlerce küçük, yüzeyel, nonfoliküler
püstüllerle kaplı, hızlıca gelişen yaygın bir skarlatiniform
erüpsiyonla karakterizedir.10 İlaç alındıktan sonra 24 saat
içinde ortaya çıkar.3,10 Erüpsiyona sıklıkla yüksek ateş ve
lökositoz eşlik eder.16 Erüpsiyon birkaç gün sürer, spontan
olarak deskuamasyonla iyileşir. Yüzde ödem, purpura,
veziküller, büller ve eritema multiforme benzeri lezyonlar
da görülebilir. Bazen de toksik epidermal nekrolizi taklit
eder.25 Püstüler psoriasislerden ayırt edilmeleri gerekir.
Püstüller klinik olarak her iki hastalıkta aynıdır. Ayrım
histopatolojik olarak yapılır.16 Histopatolojik incelemede
inflamatuar infiltrat içinde eozinofillerin varlığı ilaç
erüpsiyonunu düşündürür.25 Pek çok ilaç püstüler reaksiyona neden olabilmektedir. Ancak en sık penisilin ve
makrolid antibiyotikler neden olmaktadır.3,10
İlaç Hipersensitivite Sendromu
Eozinofili ve sistemik semptomlarla seyreden ilaç döküntüsü sendromu veya ilaca bağlı gecikmiş multiorgan
hipersensitivite sendromu olarak da bilinir. Antiepileptikler
ve sülfonamid kullananların on binde birinde görülür. İlaç
alımından 3-6 hafta sonra ateş, yüzde ödem, eksfolyatif
dermatite dönüşen jeneralize papülopüstüler veya
ekzantematöz erüpsiyon, lenfadenopati, hipereozinofili,
atipik lenfositoz, hepatit, nefrit, pnömoni, miyokardit ve
hipotiroidizm gibi organ tutulumları görülür. Mortalite
oranı yaklaşık %10’dur. İlaç kesildikten sonra erüpsiyon ve
hepatit birkaç hafta devam eder. Aromatik antiepileptik
ajanlar (fenobarbital, karbamazepin ve fenitoin) ve
sülfonamidler en sık nedenleridir. Minosiklin, allopürinol,
prokarbazin, terbinafin ve dapson da neden olabilir.3,7,16
Purpura
Likenoid Erüpsiyonlar
Liken planus klinik olarak kaşıntılı, poligonal, kırmızı-mor papüler lezyonlarla karakterizedir. Likenoid
erüpsiyonlar liken planusa benzeyen erüpsiyonlardır. Ancak liken planusla likenoid ilaç reaksiyonları arasında
klinik olarak hafif bazı farklılıklar vardır. Likenoid ilaç
erupsiyonlarında el ve ayak sırtı o kadar düzgün bir şekilde
tutulmaz. Daha çok gövde tutulumu mevcuttur, daha az
monomorfiktir, sıklıkla papüler lezyonlara skuam ve krut
eşlik eder. Genital ve mukozal tutulum daha az görülür.23
İlaç alımından haftalar aylar sonra çıkabilir.6,23 İyileşme
56
Purpuralar trombositopenik ve nontrombositopenik
olurlar. İlaçlar hem
trompositopenik hem de
nontrompositopenik purpura oluşturabilirler. Purpuranın
her iki tipi de allerjik veya nonallerjik mekanizmalar ile
oluşabilir. Purpurik lezyonlar daha çok bacaklar ve ayak
sırtında görülür. Purpura, eritema multiforme, sabit ilaç
erüpsiyonları ve nekrotizan vaskülit gibi diğer ilaca bağlı
deri reaksiyonlarında da görülür.10 Sedormid, kinin,
kinidin, tiazid diüretikleri, sülfonamidler, nonsteroid
antiinflamatuar ilaçlar ve antikonvülzanlar sık purpura
oluşturan ilaçlardır.3,10,26
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
İLAÇ ALLERJİLERİNDE DERİ BULGULARI
Ahmet AKAR
Vaskülit
Fotoallerjik Erüpsiyonlar
Vaskülit genellikle Tip III aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Kütanöz vaskülitli hastaların %10’u ilaca bağlıdır.23 İlaca bağlı kütanöz vaskülitlerde kalp, karaciğer,
böbrek gibi iç organ tutulumları da görülür.3 Olguların
%10 kadarında ölüm bildirilmiştir. İlaç alımı ile semptomların çıkışı arasında saatler veya yıllar vardır.27 Lezyonlar daha çok alt ekstremitelerde küçük makül ve papül
şeklinde başlar, sonunda palpapl purpurik lezyonlara
dönüşür, şiddetli olgularda ise hemorajik vezikül-bül,
püstül ve ülserlere dönüşürler.10 ACE-inhibitörleri,
fenitoin ve türevleri, sülfonamidler ve tiourasil tipik
neden olan ajanlardır.23
Fotosensitif erüpsiyonlar ya fotoallerjik ya da
fototoksiktir. Fotoallerjik ilaç reaksiyonları ilaç, ultraviyole
ışını ve immün sistem arasındaki etkileşimden kaynaklanır.
Fotoallerjik reaksiyonlar fototoksik reaksiyonlardan daha
az görülür. Fotoallerjik erüpsiyonun morfolojisi değişkendir. Skuamlı veya skuamsız eritematöz plaklar, ödem,
ekzematöz dermatit, veziküller ve büller görülür.
Lezyonlar güneş gören bölgelerde oluşur. Şiddetli olgularda erüpsiyon güneş görmeyen yerlere sıçrayabilir hatta
jeneralize olabilir. En çok fotoallerjik reaksiyon oluşturan
ilaçlar; sülfonamidler, fenotiazin ve tiazid diüretikleridir.
Fotoallerjik reaksiyon oluşturan ilaçların çoğu aynı zamanda fototoksiktir.28
Büllöz Erüpsiyonlar
Sonuç olarak ilaç reaksiyonlarının kliniği heterojendir. Hafif derecede olabildiği gibi yaşamı tehdit eden ağır
reaksiyonlar da oluşabilmektedir.16 Çok ağır ilaç reaksiyonlarında erken ve hızlı tanı önemlidir. Deri, sistemik
hipersensitivite reaksiyonunun ilk bulgularını gösteren
önemli bir haberci organdır.29 İlaç reaksiyonlarının teşhisi,
ilaçların neden olduğu bu geniş yelpazeli deri
erüpsiyonlarının klinik özelliklerini iyi bilmekle olur.
İlaç reaksiyonlarının pek çok tipinde diğer bulgulara
ilaveten vezikül ve büller de bulunur. Örneğin eritema
multiforme, Stevens-Johnson sendromu, toksik epidermal
nekroz, sabit ilaç erüpsiyonları ve ilaca bağlı vaskülitlerde
büller görülür.3,10 Penisilamin ve kaptopril ilaca bağlı
pemfigusun en sık sebebidir. Furosemid pemfigoidin majör
nedenidir. İlaca bağlı pemfiguslar morfolojik olarak
idiopatik pempfigusla aynıdır. Genellikle foliaseus tipindedir. Bazen de eritematöz, herpetiform ve ürtikeryal formlarda olabilir. İlaca bağlı pemfigoid de idiopatik
pemfigoide benzer.3
Allerjik Kontakt Dermatit
İlaca bağlı geç tip aşırı duyarlılık reaksiyonunun en
sık rastlanan örneğidir. Daha çok deriye topikal olarak
uygulanan ilaçlarla oluşur. Aynı ilaçların veya kimyasal
olarak benzer maddelerin sistemik kullanımı ile de
jeneralize ekzematöz dermatit gelişebilir. Erüpsiyon simetrik olmaya eğilimlidir. Daha önce topikal olarak kullanılan
ajanın oluşturduğu reaksiyon yerinden başlar veya bu yerde
daha şiddetlidir. Lezyonlar kaşıntılı papül, vezikül ve şiddetli olgularda büllerden oluşan eritematöz plaklar şeklindedir. Zamanla vezikül ve büller yırtılır, eksudasyon ve
krut oluşur. Kronik dönemde likenifiye olur.3
Etilendiamine kontakt allerjisi olan hastalarda etilendiamin
içeren aminofilin preparatlarının enjeksiyonunu takiben
ürtiker veya sistemik ekzematöz erüpsiyon gelişir.
Parabenlere karşı kontakt allerjisi olanlarda koruyucu
olarak paraben içeren ilaçlar alındıklarında yine sistemik
ekzematöz erüpsiyon gelişir. Benzer şekilde, neomisin
alımından sonra da sistemik erüpsiyon gelişir. Pfenilendiamin içeren saç boyaları, PABA içeren güneşten
koruyucular ve benzokain gibi lokal anesteziklere karşı
duyarlı diyabetik hastalarda tolbutamid veya klorpropamid
gibi hipoglisemiklerle sistemik allerjik dermatit gelişir.
Benzer şekilde pek çok ilaç sistemik allerjik ekzematöz
erüpsiyon oluştur.3
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
Demoly P, Bousquet J. Epidemiology of drug allergy. Curr Opin
Allergy Clin Immunol 2001;1:305-10.
Sullivan JR, Shear NH. Drug eruptions and other adverse drug
effects in aged skin. Clin Geriatr Med 2002;18:21-42.
Breathnach SM. Drug Reactions. In: Burns T, Breathhnanch S,
Cox N, Griffiths C, eds. Rook’s Texbook of Dermatology, 7th ed.
Turin, Blackwell Science, 2004:73.1-73.180.
Bordet R, Gautier S, Le Louet H, Dupuis B, Caron J. Analysis of
the direct cost of adverse drug reactions in hospitalised patients.
Eur J Clin Pharmacol 2001;56:935-41.
Bigby M, Jick S, Jick H, Arndt K. Drug-induced cutaneous
reactions. A report from the Boston Collaborative Drug Surveillance Program on 15,438 consecutive inpatients, 1975 to 1982.
JAMA. 1986;256:3358-63.
Fitzpatrick TB, Johnson RA, Wolff K, Suurmound D. Adverse
cutaneous drug reactions. In: Color Atlas & Synopsis of Clinical
Dermatology, 4th ed. USA: Mc Graw Hill Co. 2001. p.546-71.
Wolf R, Orion E, Marcos B, Matz H. Life-threatening acute
adverse cutaneous drug reactions. Clin Dermatol 2005;23:17181.
Gruchalla RS. Drug allergy. J Allergy Clin Immunol
2003;111:548-59.
Bigby M. Rates of cutaneous reactions to drugs. Arch Dermatol
2001;137:765-70.
Litt JZ. Description of the 29 most common reaction patterns.In:
Drug Eruption Referance Manual, Millennium Eds, New York,
The Parthenon Publishing Group Inc, 2000;613-18.
Yawalkar
N.
Drug-induced
exanthems.
Toxicology
2005;209:131-4.
Drago F, Rampini E, Rebora A. Atypical exanthems: morphology
and laboratory investigations may lead to an aetiological diagnosis in about 70% of cases. Br J Dermatol 2002;147:255-60.
Tüzün Y. Dermatolojide İlaç Reaksiyonları. Tüzün Y, Kotoğyan
A, Aydemir EH, Baransü O. Dermatoloji, 2. Baskı, İstanbul, Nobel Tıp Kitapevi, 1994. p.292-314.
57
Ahmet AKAR
14. Lipozencic J, Wolf R. Life-threatening severe allergic reactions:
urticaria, angioedema, and anaphylaxis. Clin Dermatol.
2005;23:193-205.
15. Shipley D, Ormerod AD. Drug-induced urticaria. Recognition and
treatment. Am J Clin Dermatol 2001;2:151-8.
16. Roujeau JC. Clinical heterogeneity of drug hypersensitivity.
Toxicology 2005;209:123-9.
17. Lee AY. Fixed drug eruptions. Incidence, recognition, and avoidance. Am J Clin Dermatol 2000;1:277-85.
18. Puavilai S, Choonhakarn C. Drug eruptions in Bangkok: a 1-year
study at Ramathibodi Hospital. Int J Dermatol. 1998;37:74751.
19. Hindioğlu U, Şahin S. Nonpigmenting Solitary Fixed Drug Eruption Caused by Pseudoephedrine Hydrochloride. J Am Acad
Dermatol. 1998;38:499-500.
20. Kane KSM, Ryder JB, Johnson RA, Baden HP, Stratigos A.
Toxic Epidermal Necrolysis. In: Color Atlas & Synopsis of Pediatric Dermatology. New York, MacGraw-Hill Co, 2002. p.332-3.
21. Wolkenstein P, Revuz J. Toxic epidermal necrolysis. Dermatol
Clin. 2000;18:485-95.
58
İLAÇ ALLERJİLERİNDE DERİ BULGULARI
22. Sehgal VN, Srivastava G, Sardana K. Erythroderma/exfoliative
dermatitis: a synopsis. Int J Dermatol. 2004;43:39-47.
23. Braun-Falco O, Plewing G, Wolff HH, Burgdorf WHC. Reactions
to Medications. 2nd ed, Berlin, Splinger Verlac, 2000:403-28.
24. Cohen AD, Cagnano E, Halevy S. Acute generalized exanthematous pustulosis mimicking toxic epidermal necrolysis. Int J Dermatol. 2001;40:458-61.
25. Spencer JM, Silvers DN, Grossman ME. Pustular eruption after
drug exposure: is it pustular psoriasis or a pustular drug eruption?
Br J Dermatol 1994;130:514-9.
26. van den Bemt PM, Meyboom RH, Egberts AC. Drug-induced
immune thrombocytopenia. Drug Saf. 2004;27:1243-52.
27. ten Holder SM, Joy MS, Falk RJ. Cutaneous and systemic manifestations of drug-induced vasculitis. Ann Pharmacother
2002;36:130-47.
28. Bigby ME. Drug Eruptions, In: Olbricht, SM, Bigby, ME, Arndt,
KA, eds. Manual of Clinical Problems in Dermatology 1st ed,
Boston, Little, Brown and Company, 1992. p.34-40.
29. Bircher AJ. Symptoms and danger signs in acute drug hypersensitivity. Toxicology. 2005;209:201-7.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ASTMA PATOGENEZİ
A. Kadir KOÇAK
Astma Patogenezi
PATHOGENESIS OF ASTHMA
Dr. A. Kadir KOÇAKa
a
Çocuk Allerji BD, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, ESKİŞEHİR
Özet
Abstract
Astma patogenezini genetik ve çevresel faktörler etkilemektedir.
Allerjik inflamasyonun başlaması ve regülasyonu hücre tipi, membran
reseptörleri ve meditörleri içeren birçok faktör tarafından etkilenmektedir. Allerji ve astma patogenezinde Th2’nin rolü iyi olarak tanımlanmıştır. Allerjik inflamasyondan sorumlu olan birçok hücreler ve
sitokinler için önemli olan transkripsiyon faktörleri aktive olur. Bu
derlemede; hücreler, sitokinler, kemokinler, bazı transkripsiyon faktörleri ve solunum yolundaki değişiklikler tartışılmıştır.
Pathogenesis of asthma has influenced of by the genetic and environmental factors. İnitation and requlation of allergic inflamation is
influenced by many factor, including cell type, membrane receptors,
and mediators generated. The role of Th2 cell in the pathogenesis of
allergy and asthma has been the well described. The transcription
factors which is crucial for cytokins, and many cells that is responsible
for allergic inflamation have activated. In this review; cells, cytokines,
chemockines and some transcription factors and the changes in the
airways, they cause have been discussed.
Anahtar Kelimeler: Th1/Th2 Treg hücreler, mast hücreleri, bozofil,
eozinofil, sitokin, kemokin, patogenezis, astma
Key Words: Th1/Th2, Treg cells, mast cells, basophil, eosinophil,
cytokine, chemokine, pathogenesis, asthma
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):59-66
A
stma patogenezini genetik ve çevresel faktörler
etkilemektedir. Genetik yapıda hızlı değişim
olmamasına karşın astma prevelansı son yıllarda
belirgin olarak artmıştır. Bu artışın çevresel faktörlerden
daha fazla etkilendiği düşünülmektedir. Bu yazıda allerjik
astma’nın patogenezi tartışılacaktır.
Astma fenotipi belirgin heterojenliğe karşın tanım için
uzlaşı geliştirilmiş; birçok hücrenin ve hücresel elementin
rol oynadığı (özellikle mast hücreleri, eozinofiller, T lenfositler, nötrofiller ve epitel hücreleri) solunum yollarının
kronik inflamatuvar bir hastalığıdır.
Astma Th2 lenfosit aracılı solunum yolunda
eozinofili, goblet hücrelerinden mukus salgısının artışı ve
solunum yolu duvarında yapısal remodeling ile karakterize
inflamatuvar solunum yolu hastalığıdır. Bu durum nonspesifik uyarılara bronşial hiperyanıtlılığa ve değişen solunum yolu tıkanıklığına (obstriksiyonuna) sebep olur.
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. A. Kadir KOÇAK
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Çocuk Allerji BD, ESKİŞEHİR
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Bütün yenidoğanlarda sık çevresel allerjenler için T
hücrelerinden Th2 hücreleri dominanttır (Şekil 1). Normal
kişilerde (nonatopik) inhaler allerjenler için immun yanıt
sonraki süreçte Th1 yönünde değişir. Koruyucu Th1
immünitenin gelişimi için major uyarıcı mikrobiyal temastır. Mikobakteri ve laktobasillus gibi geniş bir yelpazede
mikropların makrofaj ve dendiritik hücreler (DC) tarafından yutulması IL-12 sekresyonunu sağlar. IL-12’nin
allerjiden koruyucu Th1 yanıtını oluşturduğuna (Th1 hücreleri ve natural killer [NK] hücrelerin uyarılması ile IFN-γ
üretimi) inanılmaktadır. Naive T hücrelerin (Th0) IL-12
varlığında Th1 dönüşümünde katkı sağlayan sitokinler ve
Th1’de üretilen sitokinler Tablo 1’de görülmektedir. Ayrıca Th0 hücrelerin allerjenin immatür DC’ler ile alınmasıyla
salınan IL-10 ve Foxp3 transkipsiyon varlığında Tregülatör
(Treg) hücrelere dönüşür. Treg hücreler IL-10 ve TGF-β
(transforming growth factor) salınım ile Th1 ve Th2 yanıtını da etkilemektedir. (Tablo 2, Şekil 2). Treg hücreler
diğer hücrelerin fonksiyonlarını aktif olarak kontrol eder
veya baskılar
Th0 hücreler antijene karşı yanıtta Th2 effektör fonksiyonlarının kazanılması ve proliferasyonu için DC’ler gibi
matür antijen sunan hücrelere (ASH-APC) gereksinim
vardır.
59
A. Kadir KOÇAK
ASTMA PATOGENEZİ
Bebek
Th1
Th2
Çocuk
Astmanın
İyileşmesi
Yetişkin
Th1
Persistan
Astma
Th1
Th2
Th2
γ
γ
Şekil 1. Persistan astma ve iyileşmesinde Th1(INF-γ) ve Th2(IL5)’nın periferik kan hücrelerinde değerlendirilmesi.
Tipik ASH’ler dendiritik hücreler, B hücreleri,
monosit/makrofajlar ve onların doku karşılıklarını kapsar.
Kanda antijen-spesifik lenfositlerin sayısı %0.001’den az
olarak hesaplanmaktadır. Antijen ile karşılaştıktan sonra
olasılıkla düzenli olarak artmakta ve dokular arasında
devamlı dolaşımda kalmaktadır. Th0 ve B hücreler Lselektin ve CCR7 nedeniyle ilk önce lenf nodlarında gitmektedir (yaklaşık 12 saatte). T hücreleri lenf nodlarında
24 st kaldıktan sonra ayrılır fakat birçok kez periferal lenf
organlarına girerler.
Matür ASH MHC klas II molekülünü çok fazla eksprese eder ve MHC oluğunda yabancı antijeni içine alır.
Hücre dışı (extrasellüler) yabancı proteinler alındıktan
sonra lizozomal enzimler ile küçük peptidlere parçalanır,
sonra CD4 T hücrelere sunulması için hücre yüzeyine
taşınır. Son endozomda MHC klas II molekülü ile birleşir.
Spesifik T hücreleri için antijenik epitopları olan matür
DC’ler antijen işlemi için lenf nodlarına göç eder. İki hücrenin fiziksel teması “immünolojik sinaps” olarak tanımlanır. Sinaps işlemi sırasında, başlangıç temas hücre dışı
ligandlar-karşı liganlar (CD 11a-1-inter sellüler adhezyon
molekülü [ICAM-1] 1, DC-spesifik ICAM-3 , yakalayan
non-integrin ICAM-3) aracılığı ile yapılır. Takiben yüzey
molekülleri ayrılır. TCR ( T cell reseptor) ve kostimülatör
moleküller ASH üzerindeki karşılık ligandları ile birleşir.
Bu işlem saatler içinde sonlanır. TCR, CD3 kompleksi (γ,
β, ε ve 2 ζ alt üniteleri) ile birliktedir. Peptid-MHC kompleksi TCR’ın bağlanması CD4 aktivasyonu ile sonuçlanır.
T hücrelerin aktivasyonu interlökin (IL)-2 üretimi ve antijen spesifik T hücrelerin klonal çoğalmasına sebep olur.
Aktive olan Th0 hücreler mikroçevresinde bulunan
sitokinler ve transkripsiyon faktörlerine göre CD4 alt
grublarına farklılaşır. Ortamda IL-12, IL-18, IL-23 ve IL27 gibi sitokinlerin varlığı ve T-bet ile STAT-4 (signal
transducer and activator of transcription) etkisiyle IL-2,
TNF-β (tümör nekrozis faktör) ve interferon gamma (INF)γ salınımına sebep olan ve hücresel immüniteden sorumlu
olan Th1 hücrelere dönüşür (Şekil 2). T-bet, Th1 gelişimini
kontrol eder ve IFN-γ üretimi ile IL-12Rβ2 ekspresyonunu
doğrudan etkilemektedir. T-bet eksikliği olan farelerde
Tablo 1. Regülatör T hücrelerin farklı tipleri.
Regülatör hücre
TH1
Sitokinler
IFN-γ, IL-2
CD4
TH3
TGβ
CD4
TR1
IL-10
CD4
TR
IL-10
CD4
LD25+
IL-10, TGF-β
CD4, CD25
GTR, Foxp3
NKT
IL-4, IL-13, IFN-γ
Sınırlanmış TCR
CD4 veya double
Negatif (CD4 veya CD8)
60
Hücre yüzey markırları
TH1 hücreler TH2 hücrelerin gelişimini inhibe edebilir, TH2
Effektör hücrelerin fonksiyonları değil TH1 hücreler proinflamatuvardır ve organ doku hasarına sebep olur.
TH3 hücreler, TGF-β üretimi ve oral tolerans gelişimi rol oynar.TH3 hücreler EAE’yi inhibe eder.
TR1 hücreler IL-10 üretir ve IL-10 ile kültür sırasında gelişir
TR1 hücreler TH2 yanıtları ve eksperimental kolitiği inhibe
ettiği gösterilmektedir.
Hücreler AHR gelişimini inhibe ettiği
Görünmektedir.
TR hücreler IL-10 üreten dendrik hücreler kültür ve olasılıkla
respiratuvar tolerans sırasında gelişir. TR hücreler AHR gelişimini inhibe ettiği görünmektedir.
CD 25+ hücreler, otomimmun hastalıktan korunmayı içeren
doğal olarak oluşan regülatör hücrelerdir. CD25+ hücreler
TH2 hücrelerin yanıtlarını inhibe ettiği fakat AHR etkili olmadığı gösterilmiştir.
NKT hücreler hızlı büyük miktarlarda sitokinleri üreten doğal
olarak oluşan hücrelerdir. NKT hücreler, farelerde astma ataklarını gelişimini ve otoimmun hastalığı gelişimini regüle ederler.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ASTMA PATOGENEZİ
A. Kadir KOÇAK
Tablo 2. Th hücreleri farklılaştıran faktörler.
Alt grup
TH1
TH2
Antijenik uyarı
Sitokinler
transkripsiyonel faktörler
Üretilen sitokinler
IL-12, IL-18, IL-27, IFN-γ
IL-4, IL-13
T-bet, STAT-4, STAT-1, HLX, NF-ATp
GATA-3, STAT-6, NF-ATc, c-maf,
NF-k Bp 50, c Rel
IFN-γ, IL-2, TNFβ
IL-3, 4,5,9,10,13,
IL-25
Etkileyen
Transkripsiyon faktörleri:
T-bet, STAT-4
TH1
IL-2
IFN-γγ
Hücresel immünite
Sistolitik aktivite
T reg
IL-10
TGF-β
β
IL-12
ASH
IL-2
Naive CD4
T-hücre
Aktive
TH0
IL-10
Foxp3
IL-4
TH2
Etkileyen
Transkripsiyon faktörleri:
GATA-3, STAT-6
IL-4, IL-5, IL-6
IL-10, IL-13
Humaral immünite
Antikorlar ve
allerji
Şekil 2. Yardımcı T hücre farklılaşması. CD4-T hücrelerin Th1
Th2’ye farklılaşması antijenik ve sitokin uyarıya bağlıdır. Spesifik
transkripsiyon faktörlerin herbir yol için aktivasyonuna gereksinim
vardır. T-bet ve signal transducer anductivator of transcription
(STAT) 4 Th1 için, GATA-3 ve STAT-6 Th2 için ASH; antijen sunan
hücre.
spontan solunum yolu hıperreaksiyonu (SHR=AHR) ve
astmalı hastalarda bronşial biyopsi örnekleri T-bet boyanan
hücrelerin azaldığı gösterilmiştir.
selektif vasküler hücresel adezyon molekülü (VCAM)-1
regülasyonu, IL-5, IL-9 ve IL-13 mukusun aşırı üretimini
sağlarlar.
Son 10 yılda Th2 sitokinlerin tanımlanmasından sonra
yeni sitokinler bulundu. Bunlardan IL-11, IL-16 ve IL-17
astma ile ilgili, IL-25 Th2 farklılaşmasında etkilidir.
T ve B hücrelerin farklılaşması sırasında lenfositler
TCR ve B hücre reseptörleri (BCR) olarak bilinen antijen
spesifik reseptörlerin ekspresyonu ile “self” ve “non-self”
antijenleri tanımak için eğitimlidir. TCR, αβ veya γδ alt
ünitelerini
kapsarken
BCR,
membrana
bağlı
immunoglulinlerden ibarettir. Periferal T hücrelerin yaklaşık % 90’ı αβ+, ve geriye kalan hücreler (%25-30
gastrointestinal mukoza ve deride bulunur) γδ+’dır.
BCR, küçük ve büyük peptidleri tanırken TCR sadece
10-12 amino-asit uzunluğunda lineer peptidleri tanır.
Th0 hücreleri için CD28 çok önemli kostimülatör moleküldür. ASH yüzeyindeki B-7 ailesinden proteinlere
BHR
Mukus
hipersekresyonu
IgE
Üretimi
Eozinofiller
ve bazofiller
Mast Hücreler
+
Th0 (CD4 ) hücrelerin mikroçevresinde IL-4 varlığında ve GATA3, C-MaF ve STAT6 gibi transyon faktörlerin etkisiyle Th2 yönünde farklılaşma olur. GATA 3, Th2
gelişiminde ve özellikle IL-5 gen lokusunu kontrolde önemlidir. Th2 ile ilgili transkripsiyon faktörü C-MaF, IL-4
için transkripsiyon faktörüdür. JAK-STAT yolu
komponentleri astmada önemli katkı sağlamaktadır. IL-4,
IL-13 signali ve Th2 hücrelerin farklılaşması için önemli
olan STAT-6’nın belirgin olarak artışı astmalı hastaların
solunum yollarında saptanmıştır. Ayrıca STAT-6 pozitif
hücrelerin yoğunluğu non-atopik kişilerden atopik kişilerde
yüksek olduğu bulunmuştur. Son çalışmalarda ciddi
astmalı kişilerde STAT-6 seviyesi solunumyolu özellikle
bronşial epitel hücrelerinde artmıştır. Astmaya ilaveten
STAT signalindeki değişmeler diğer atopik hastalıklara
sebep olur. Genetik çalışmalar STAT-6 ile allerjik hastalıklar arasında ilişki olduğunu sağlamıştır.
Th2 tip sitokinler; IL-4, IL-5, IL-9 ve IL-13 kapsamaktadır. Th2 tip sitokinler kronik allerjik inflamasyon ile
ilgili olayları geniş olarak etkiler (Şekil 3).
Bunlardan IL-4, IL-13 IgE üretimini ; IL-5, IL-9
eozinofil matürasyonunu; IL-4, IL-13 eozinofil/bazofilTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
IL-9
IL-13
IL-4
IL-9
IL-13
IL-4
IL-13
IL-4 IL-5
IL-9 IL-13
IL-4 IL-9
IL-13
Recruitment
Efektör Th2 sitokinleri
Tregs? IL-10
Tercih Th1
CD4+
Th2 hücre
CCR3 (eotakxin, RANTES, MCP-3and 4
CCR4 (MDC/TARC)
CCR8 (I-309)
CrTh2 (PDG2)
IL-16R (IL-16)
(-)
(+)
T-bet
STAT4
GATA-3
STAT6
C-maf Tercih Th2
IL-12
IL-18
IL-23
IL-27
IL-4
IL25
Regülasyon
Şekil 3.Th2 hücrelerin efektör fonsiyonlarını, uyarılmasını ve regülasyonunu etkileyen faktörler, CD4 TH2 hücrelerin uyarılması CD4 ve
CC kemokinler için reseptörlerin ekspresyonuna bağlıdır.Th2 hücreler
CCR3,CCR4,CCR8 ve CRTh2 ekspres eder. Onların liganları görülmektedir. IL-6, CD4 için ligand, aynı zamanda spesifik
kemoatraktandır. TH2 efektör stokinlerin regülasyonu, Th2, IL-4,IL25 sitokinlere bağlıdır, Kendi transkripsiyon faktörleri, GATA-3,
STAT-6 ve C-maf, oysa Th1 (IL-12,IL-18,IL-23 ve IL-27) sitokinler
aracılığı ile negatif regülasyon oluşur. Th1 transkipsiyon faktörleri Tbet ve STAT4’ü kapsar. Treg hücreler IL-10 ile CD4+Th2 hücrelerin
efektör fonksiyonlarını inhibe edebilir. Efektör Th2 sitokinler oldukça
pleotropizm gösterir. Örneğin IgE üretimi yanında IL-4, mukus
sekresyonu, eozinofil ve bazofillerin uyarılması, mast hücre farklılaşmasını içerir.
61
A. Kadir KOÇAK
B hücresinde allerjen-spesifik IgM allerjen ile bağlandığında işlem başlamıştır. B hücreleri, Th2 hücrelerde T
hücre reseptörüne (CD23 kompleks) MHC klas II molekülü koşullarında aynı allerjen parçaları sunulduğunda T
hücre hızlı olarak IL-4 ve CD40 Ligand (CD40L, CD154)
eksprese eder. CD40L, B hücresinde CD40 ile birleşir. Bu
etkileşim B hücresinde B7 ekspresyonu ile sonuçlanır ve T
hücresinde CD28’e bağlanır. Aynı zamanda ε-germline
transkripsiyonunu tetikleyen T hücrelerden derive IL-4’ün
regülasyonu olur. IL-4, B hücresinde IL-4 R’ne bağlanır.
CD40-CD40L etkileşimi, allerjen-spesifik IgE sekresyonu
olarak takipeden hedeflenen ε-dönüşüm (switch) alanında
DNA rekombinasyonunu aktive eder. Bu işlemler sırasında
STAT-6, nükleer faktör-kB gb transkripsiyon faktörleri de
aktive olur.
Mast hücreleri ve bazofillerde IL-4, IL-13 veya
ikisininde salgılandığı ve bazı CD40L’yi eksprese ettiği
rapor edilmektedir. Bu hücrelerin IgE sentezinde etkileri
olduğunu göstermektedir. Çünkü bazofil ve mast hücreleri
IL-4, IL-13 üretimi antijen-spesifik IqE aracılığı ile FcεRI
agregasyonuna dayanır, bu mekanizma IgE sentezinin
genişletilmesinde daha ilgi çekicidir.
IgE için 2 tip reseptör var. Yüksek affiniteli reseptör
FcεRI, mast hücresi, bazofil ve langerhans hücrelerinde;
düşük affiniteli reseptör FcεRII (CD23) makrofajlar,
eozinofiller, trombositler ve lenfositlerde bulunur.
Allerjen-spesifik IgE yapıldıktan sonra kişi duyarlı
hale gelmiş demektir. Tekrar aynı allerjenle karşılaşmada
mast hücreleri üzerinde Fc parçaları ile tutunmuş olan
IgE’lerin Fab parçaları arasında köprü oluştuğunda hücre
içinde oluşan bir dizi biyokimyasal olaylardan sonra hücre
içinde Ca++ artışı ve takiben hücrenin degranülasyonu olur.
Önceden sentezlenip depo halinde olan (histamin gb)
mediatörlerin yanında yeni sentezlenen lipid yapısında
mediatörler salınır. IL-1, IL-3, IL-5, IL-6, granülosit
makrofaj koloni stimüle edici faktör (GM-CSF) ve tümör
nekrozis faktör (TNF) -α olarak salınan sitokinler geç-faz
allerjik
yanıtta,
IgE sentezinin
regülasyonunda,
eozinofillerin farklılaşmasında ve yaşamında, hücresel
adezyon moleküllerin ekspresyonu, lökosit efektör fonksiyonların uyarılması ile kronik allerjik inflamasyonda önemli rol oynarlar.
62
Mast hücresi ve bazofillerden önceden sentezlenmiş
histamin, proteazlar, proteaglikanlar ve kemotaktik faktörler salınır. Takiben yeni sentezlenen hücre membranından
derive lipid LT-C4, D4, E4; prostaglandin (PG) D2 ve
platelet aktive faktör (PAF) salınır. Bu mediatörlerin her
biri potent inflamatuvar etkiye sahiptir ve allerjik reaksiyona önemli katkı sağlarlar. Bu etkiler vasküler
permeabilitide artış, vazodilatasyon, bronşial düz kas
kontraksiyonu, mukus üretiminde artışın yanında
eozinofiller, nötrofiller ve mononükleer hücrelerin
kemotaksisinde artışı kapsar.
Duyarlanmış kişinin tekrar allerjenle karşılaşması sonucunda yüksek affiniteli reseptör taşıyan hücrelerin (mast
hücresi, bazofiller) etkili olduğu ve dakikalar içinde başlayan erken reaksiyon ve 4-8 saat sonra düşük affiniteli
reseptör taşıyan hücrelerin rol aldığı geç reaksiyon
(inflamatuvar reaksiyon) oluşmaktadır (Şekil 4).
Bazofillerde mast hücreleri gibi FcεRI ekspresyonu,
metakromatik boyanma, Th2 sitokin ekspresyonu ve
histamin salınımı özelliklerine sahiptir. Allerjik astmada
kanda bazofil sayısı 2 kat yükselir.IL-3 bazofillerin farklılaşması için dominant sitokindir. Mast hücreleri gibi
bazofiller FcεRI reseptörü (αβγ2) fonksiyonel olarak eksprese olur, granül ekzositoz ve mediatör salınımı sağlanır.
C3a ve C5a bazofilleri aktive eder. Bazofillerin aktivasyonu
histamin salınımı, eikosanoid sentezi ile IL-4 ve IL-13 gen
ekspresyonu ile sonuçlanır. CC kemokinler (eotaksinler,
monosit kemoatraktan protein [MCP] 3, MCP-4,
RANTES), IL-3, IL-5, GM-CSF ve histamin salan faktör
gibi mediatörler ile aktive olurlar.
Bazofiller IL-4, IL-13, histamin ve lökotrienler gibi
mediatörleri mast hücrelerine benzer olarak üretirler.
Bazofiller triptazı sadece küçük miktarlarda içerir. Bazofiller IL-4’ün hızlı ve fazla ekspresyonu ile IL-4’ün kaynağı
olarak Th2 hücre farklılaşmasında rol oynadığı düşünülmektedir.
Geç Faz
Allerjik inflamasyon
+
Ag
Th2
aktivasyon
Th2 farklılaşması
13
+
B cell
IgE
4,
IL- 40L
CD
IL-4
,
13
IL
-5
+
VCAM
Eotaksin
↑ doku
Eozinofiller,
bazofiller ve
Th2 hücreler
Eo-poezis
IL-4, 13
CD40L (?
)
CD28 bağlanır. CD28, mitojen aktive protein kinazlar
aracılığı ile IL-2 sentezini uyarır ve T hücre yaşamını arttırır. CD28 aynı zamanda B hücre aktivasyonunda rolü olan
CD40L’yi düzenler.
Immunoglobulin (Ig)E sentezi için 2 tip signal gereklidir. İlk signal spesifik Ig lokusunda transkripsiyon aktivasyonu IL-4 ile IL-13 tarafından ikinci signal B hücrelerinde CD40 ligasyonu ile sağlanır. Bu signaller T hücreleri
tarafından B hücrelerine sunulur.
ASTMA PATOGENEZİ
TN
3
- 1 e)
4, ec
)
IL- sad
ece
C
sad
(M
MC
α IL-5 (
F
Mast hücre, bazofil
L H
Pr öko istam
aktivasyon
os tri
tag en ine
lan ler,
din
ler
vasküler permaabilite
Düz kas
kontraksiyon
Eo yaşamı
Eo aktivasyon
↑ doku
eozinofiller
akut
hipersensivite
Şekil 4. Allerjik reaksiyonlarda hücresel ve moleküler mekanizmalar.
Ag Antijen.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ASTMA PATOGENEZİ
A. Kadir KOÇAK
Erken reaksiyon oluşmasını sağlayan mast hücreleri
ve bazofiller IL-4, IL-13 üreterek geç reaksiyonda da rol
oynadığı gösterilmiştir. Geç faz reaksiyonda başlıca hücreler eozinofiller, mononükleer hücreler ve daha az olarak
nötrofiller etkilidir.
Geç faz reaksiyon, ELAM-1, VCAM-1 ve ICAM-1
gb lökosit adhezyon moleküllerin farklı uyarıları ile birliktedir. Bu adezyon molekülleri bazı sitokinler tarafından
indüklenir (Tablo 3). Sitokinler farklı hücreler tarafından
salgılanırlar. Mast hücresinin allerjenle aktivasyonundan
sonra IL-1 ve TNF-α salınır, ELAM-1, VCAM-1 ve
ICAM-1’in ekspresyonunu arttırır.
IL-4 sekresyonu (özellikle ilginç olarak) selektif olarak VCAM-1 ekspresyonu ile sonuçlanır. Çünkü
eozinofiller (nötrofiller değil) VCAM-1’in ligandı VLA4’ü eksprese eder. Allerjik reaksiyonda lokal olarak IL-4
sekresyonu, allerjik inflamasyon alanında eozinofillerin
infiltrasyonuna sebep olur. Eozinofiller aktivasyonunda IL3, GM-CSF ve IL-5 üretilir. Bu sitokinler aynı zamanda T
hücreleri, mast hücreleri tarafından da üretilir.
Eozinofillerin proliferasyonu, farklılaşması ve yaşam süresini arttırırlar. Özellikle IL-5 eozinofiller için major aktivasyon
sitokinidir.
Kemik
iliğinden
eozinofil
prekürsörlerinin farklılaşması ve proliferasyonunu pozitif
etkiler. Eozinofiller için kemotaktik, sitotoksiteyi artırma,
eozinofillerde αdβ2 ve kemokinler yanıtı düzenler. Endotel
hücrelerde VCAM-1 ekspresyonu ile adheransı artırır.
Apoptozisi önleyerek eozinofil yaşamını uzatır. Mukozal
eozinofil sayısını ve bronşial hiperreaktiviteyi artırır. Th
lenfositlerin yanında kaynağı mast hücreleri, matur T lenfositler ve olasılıkla eozinofillerdir.
Eotaksin ve diğer CC kemokinler VCAM-1 için
VLA-4 molekülü artırır ve doğrudan dokuya eozinofil
kemotaksisini sağlarlar. IL-4 ve IL-13 bronşial epitel hücreleri ve fibrolastlar ile eotaksin regülasyonu ve endotel
hücrelerinde VCAM-1 ekspresyon artışı ile eozinofil trafiğinde merkezi rol oynarlar. TNF-α, VCAM-1 ekspresyonunda IL-4 ve IL-13 ile sinerjik hareket eder. Eotaksinden
farklı olarak IL-5 eozinofilin dokuya akışında major rol
oynamaz. PAF ve LTB4 eozinofil için güçlü potent
kemotaktik faktörlerdir.
İnflamasyon alanında aktive eozinofiller; depolanmış
proteinler, yeni sentezlenmiş eikosanoidler ve sitokinleri
içeren proinflamatuvar mediatörler salarlar. MBP (major
basic protein), eozinofil katyonik protein (ECP), eozinofil
derive protein (EDP) ve eozinofil peroksidaz (EPO) doğru-
Tablo 3. Allerji ve astmada sitokinler ve kemokinler.
Sitokin/kemokin
IgE regülasyonu
Ig A regülasyon
Eozinofili
Bazofil aktivasyon
Mast hücre gelişimi
Adhezyon molekül
Ekspresyonu
Solunumyolu
Hiperyanıtı
Solunumyolu
Fibrozis ve remodeling
IL-4, IL-13
IL-25
IL-9
IFN-γ, TGF-β
IL-4
CCL3, CCL4, CCL5
IL-12, IL-18, IL-23
CCL2, CCL7, CCL8, CCL13
TGF-β
IL-5
IL-25
IL-5, IL-3, GM-CSF
IL-4, TNFα, IFNγ
IL-5, IL-3, GM-CSF, CCL3
CCL5, CCL7, CCL11, IL-1
TNF-α, TFN-γ
CCL2, CCL3, CCL5, CCL7
Stem cell faktör
IL-3, IL-4, IL-9, IL-10,
sinir büyüme faktör
Stem cell faktör
IL-1, IL-4, IL-13, TNF-α
IL-1, TNF-α, IFN-γ
IL-1, TNF-α
CCL19, CCL21, CXCL12
IL-4, IL-5, IL-9, IL-13
CCL2, CCL5, CXCL10
IL-4, IL-6, IL-9, IL-11, IL-13, IL-17
TGF-α, TGF-β, PDGF, β-FGF
IL-4, IL-9, IL-13
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ε izotip switch
IL-4 ve IL-13 üretimini arttırır
IL-4 ve IL-13 ile sinerji
IL-4 ve IL-13 inhibisyonu
T lenfositler IL-4 üretimi (TH2 gibi)
TH1 hücrelerin uyarımı
T lenfositler IFN-γ üretimi (TH1 gb)
TH2 hücreleri uyarı
α izotip switch
Eozinofilopoetin
IL-5 üretimini arttırır
Apoptozisin inhibisyonu
Eozinofil kemotaksisi,
degranülasyon ve aktivasyon
Bazofil kemotaksis ve histamin salınımı
Mast hücre büyüme ve farklılaşma
Mast hücre büyümesi için
kofaktor
mast hücre histamin salınımı
VCAM-1’in indüksiyon
ICAM-1’in indüksiyonu
E-selektin indüksiyonu
LFA-1’in regülasyonu
Fibroblast proliferasyonu ve
kollajen depolanmasını ilerletir,
subepitelial fibrozis
Düz kas hiperplazi
63
A. Kadir KOÇAK
dan solunum yolu epiteline toksik etki yapar ve
bronkokonstriksiyon ile bronşial hiperyanıta sebep olur.
Bu bulgu ve bronşial hiperyanıt ile serum ve
bronkoalveoler lavaj MBP seviyesi arasında korelasyon,
MBP’nin astma patogenezinde major efektör molekül
olduğunu düşündürmektedir. Eozinofiller, sistenil LTC4’ün aktif metaboliti LT-D4, LT-E4 major kaynağıdır.
Eozinofiller IL-1, TGF (transforming growth factor)β, IL-3, IL-4, IL-5, IL-8 ve TNF-α gibi sitokinleri de üretirler. Fakat T hücreleri gibi diğer inflamatuvar hücrelerden
daha az sitokin üretirler. Allerjik hastalık ve astmada
proinflamatuvar rol oynarlar.
Kortikosteroidler astma patogenezinde eozinofiller için merkezi rol oynadığını destekleyen doku eozinofil ve
periferik kandaki eozinofil sayısını güçlü olarak azaltır.
Son zamanlarda IL-5 ile yapılan faz II çalışması astmada,
periferik kanda eozinofil sayısı % 90 düşme olurken
bronşial mukozalarda sadece %55 azalma olduğu gösterilmiştir. Bu veriler anti-IL-5’in tek başına yeterli olmayabileceğini göstermektedir.
Eozinofiller ve bazofillerin dokuya geçişi adhezyon
molekülleri, kemokinler ve diğer kemoatraktanların kompleks etkileşimi ile olmaktadır. Örn. CCR3 (eotaksin ve
MCP-4 kemokinler için ligand) eozinofiller ve bazofillerde
selektif ekspresyonu nedeniyle dikkatleri çekmektedir.
Eozinofillerde CCRI, CXCR1, CXCR2 ve CXCR4 eksprese olurken CCR2, CCR4 ve CCR5 eksprese olamaz.
Yeni tanımlanan CRTh2 (chemoattractant receptorhomologous molecule expressed on Th2 cells) Th2 için
spesifik olduğu ancak sonraki çalışmalar aynı zamanda
eozinofiller ve bazofillerde de eksprese olduğunu göstermektedir. Mast hücre ürünü PGD2 major ligandıdır. PGD2
eozinofillerde hızlı etkilidir ve şekil değişikliği,
kemokinezis ve degranülasyona sebep olur ve apoptozisi
geciktirir.
Kemokinler, immun sistemin hücreleri için güçlü
kemoatraktan olarak rol oynarlar. Kemokinlerin 50 veya
daha fazlası CC ve CXC kemokin ailesinde yer alır. C ve
CX3C kemokinler birkaç üyeden oluşur. Kemokinler;
nötrofiller, monositler, lenfositler, eozinofiller, fibrolastlar
ve keratanositlerde kemotaksisi uyarır. CCR3 selektif
olarak eozinofillerde, CCL5 (RANTES) ve CCL11
(eotaksin) IL-5 ile sinerjik etki göstererek allerjik
inflamasyonda
eozinofiller
için
çok
önemli
kemoatraktandır. Astma modellerinde CCL2, CCL5,
CCL11, CXC-10 ve CXCL12 SHR ve hücre göçüne katkı
sağlarlar.
IL-4 ve IL-13, CCL17 (TARC) ekspresyonunu uyararak Th2 yanıtını arttırır. CCL13 (MCP-4) IL-3 ile bazofillerden salınan histamin uyarısı ile allerjik yanıta katkıda
bulunabilir. Kemokinlerin bir çoğu CCL5, CCL11
(eotaksin), CCL13 (MCP-4), CCL24 (eotaksin-2) ve
64
ASTMA PATOGENEZİ
CCL26 (eotaksin-3) CCR3 aracılığı ile astmatik yanıtta rol
oynamaktadır. CCR4 Th2 hücrelerde eksprese olur ve
CCL17 (TARC) ve CCL22 (MDC) ile aktive edilebilir.
Kemokin
signali
lökosit
yüzeyinde
birçok
integrinlerin ekspresyonunu (aynı zamanda) uyarır ve
inflamasyon alanı yanında lökositlerin endotel hücre duvarına sıkıca yapışmasını sağlar. Lökositlerin göçü,
transendotelial geçiş ve mukozada birikmesinde integrinler
rol alır. Lökositler, dokuda (subepitelial) remodeling,
goblet hücre proliferasyonu veya hiperplazi ve solunum
yolu hiperreaktivitesi ile hastalığın oluşmasına katkı sağlarlar.
Astmada oluşan patofizyoloji ve klinik semptomlar,
solunum yolu obstriksiyonunun doğrudan uzantısıdır.
Solunum yolu obstriksiyon değerlendirmesinde ve onun
akciğer fizyolojisinde etkileri ile hasta semptomları, etkileyen faktörlerin sayısını dikkate almayı gerektirmektedir.
Birincisi; solunum yolu obstriksiyonu aralıklı (intermitan),
devamlı (persistan) ve/veya ilerleyici (progresif) olabilir.
İkinci, solunum yolu obstriksiyonu total, parsiyel olabilir
veya geriye dönüşümlü (reverzibl) değildir.Üçüncü, hava
akımındaki obstriksiyon multipl yapısal ve/veya fizyolojik
faktörlerin sonucu olabilir ki tek veya toplu olarak solunum
yolu daralmasına sebep olurlar. Sonunda, astmatik hastaların arasında farklı bu özelliklerin her birinin tüm katkısı
değişik ilaçlara terapötik yanıt ve hastalığın şiddetini içeren
klinik belirtilerde farklılığa sebep olur.
Astmanın
karakteristik
özelliklerinden
biri
solunumyolu hiperyanıtıdır ki bazı uyaranlarla oluşan akut
solunum yolu obstriksiyonu ve oluşan kontraktil yanıt artan
solunum yolu daralmasına götürür. Olasılıkla bronşial düz
kas spazmı artmış reaktivitede yardımcıdır fakat solunum
yolu düz kas tonusunu regüle eden solunum yolunda birçok
faktör vardır. Örneğin, solunum yolu eozinofiller, lenfositler, nötrofiller, bazofiller ve olasılıkla trombositler gibi
göçetmiş inflamatuvar hücreler ile mast hücreleri, alveolar
makrofajlar, solunum yolu epiteli ve endoteli gibi orada
bulunan hücreleri içerir. Bu hücreler; histamin sistenil LTC4, D4 ve E4, prostoglanin D2 ve platelet aktive eden faktör
gibi bronşial düz kasın doğrudan kontraksiyonuna sebep
olan başlıca mediatörleri üretirler. Ayrıca, inflamatuvar
hücreler, solunum yolu düz kasını (SDK) daha uzun süre
bronkospazmına sebep olan inflamatuvar mediatörleri
üretirler.
SDK aynı zamanda nöroregülatör kontrol altındadır
ve vagus tarafından innerve edilir. Solunum yolu duvarı
duysal sinirlerden zengindir ve reseptörleri epitelin altındadır. Vagusun doğrudan veya refleks mekanizma aracılığı
ile aktivasyonu asetilkolin sekresyonuna , bu da bronşial
düz kas kontraksiyonuna sebep olur. Ayrıca substans P ve
nörokinin A ve katsitonin gen ilişkili pettid (CGRP) gb
nöroregülatör mediatörler SDK tonusunda kontraksiyon ve
vasküler permeabilitide artışa sebep olurlar.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ASTMA PATOGENEZİ
Bronkokonstriksiyona sebep olan aynı mediatörlerin
bir çoğu (histamin, sistenil lökotrienler ve bradikinin gb)
mukozal ödeme sebep olan kapiller permeabilite artışını
sağlarlar. Solunum yolu dokusundaki bu değişiklikler aynı
zamanda solunum yolu akım tıkanıklığına sebep olur.
Ciddi astmanın karekteristik özelliklerinden birisi aşırı miktarda mukus üretimidir. Mukus mekanik olarak solunum yolu lümeninde daralma yapabilir ve bazı hastalarda
bulunan solunum yolu tıkanıklığı, bronşial hiperyanıtı ve
hasar-onarım işlemi (remodeling) başlamasını içeren hastalığın birçok özelliğine katkı sağlayabilir. Hastalığın akut,
kronik veya remodeling b safhalarına göre inflamasyon
paterni değişir. Hastalığın kronik ve şiddeti ile değişen
tedaviye hastanın yanıtında solunum yolu inflamasyonu
belirleyici olabilir.
Status astmatikusdan ölen hastanın dokularında solunum yolu inflamasyonunun karekteristik özellikleri; düz
kaslarda hipertrofi/hiperplazi, inflamatuvar hücrelerin
infiltrasyonu (nötrofiller [ani ve ciddi ataklarda daha sıklıkla görülür] ) ve eozinofiller), submukozada ödem, bazal
membran altında kollajen depolanması, segmental bronş ve
bronşiollerde mukus tıkaçları ve solunum yolu epitelinin
dökülmesini kapsar. Bronşiyal epiteldeki hasar, koruyucu
bariyerin kalkmasına ve nöral refleksin artışına sebep olur.
Yanıtın derecesi, hastalığın hafif astmadan kronik,
persistan astmaya kadar hastalığın şiddetine göre farklıdır.
Solunum yolu hiperyanıtı astmaya özgü değildir. Pozitif metakolin uyarı testi, solunum yolu hiperyanıtı için
tanı koydurucudur ve atopik kişilerde, kistik fibrozisli
hastalarda, diğer kronik akciğer hastalarında, viral
respiratuvar infeksiyondan sonra birkaç hafta için normal
kişilerde bile görülebilir.
Astmada solunum yolu inflamasyonuna, aktive mast
hücreleri, lenfositler, proinflamatuvar sitokinler ailesini
salan (IL-4, IL-5 ve IL-13 içeren) özellikle T hücrelerin
Th2 alt tipi gibi birçok inflamatuvar hücreler katkı sağlar.
Bu sitokinler eozinofillerin aktivasyonu ve uyarılmasına
yardım edecektir. Lenfositler, epitel hücreler ile birlikte
eozinofillerin uyarılması için esas gb görünen RANTES ve
eotaksini içeren kemokinleri üretecektir.
Bu olayda başka bir kritik adım ICAM-1 ve VCAM-1
özellikle Immunglobulin süper ailesi endotelial adhezyon
molekülleri proteinlerinin aktivasyonudur. Bu proteinler;
nötrofiller, eozinofiller ve lenfositler gb inflamatuvar hücrelerde spesifik reseptörleri ile birleştikten sonra solunum
yolunda hücre hareketine yardım eder ve damarlarda akımı
yavaşlatacaktır.
Yeni kanıtlar astmalı bazı hastalarda geriye dönüşümsüz (irreverzibl) hava akım tıkanıklığı olduğunu göstermektedir. Bu olay solunum yolu remodelingi olarak tanımTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
A. Kadir KOÇAK
lanmakta ve solunum yolu dokusunda hasar-onarım işlemi
olarak görünmektedir. Astmada solunum yolu remodeling
komponentlerini solunum yolu düz kas hipertrofisi, lamina
retikülariste interstisyel kollajen birikmesi, submukozada
depolanması, mukus bezi ve goblet hücre hiperplazisi,
mikrovasküler ve nöronal proliferasyonunu kapsamaktadır.
Bu histolojik özellikler tedavi ile geriye dönmediği ısrar
ettiği görünmektedir. Remodeling’de eozinofillere göre
mast hücreleri önemli rol oynar. SDK hücreleri fibroblast
ve myofibroblastlarla birlikte mast hücrelerinin
maturasyonu ve yaşamı için gereksinilen SCF’nin önemli
kaynağıdır.
Ciddi astmada inflamatuvar ve epitel hücreleri, mukus
karışımı ile plazma proteinlerinin birikmesi yapışkan tıkaçlar oluşturarak solunum yolu obliterasyonunu geliştirir.
Solunum yolunda mukus tıkaçlarının gelişimi uzamış
astma atakları veya kronik hastalıklı hastalarda da görülmektedir.
Solunum yolu remodeling sonuçları değerlendirilmesine karşın regülasyonda rol oynayan faktörler tam olarak
açıklanamamıştır. Maalesef olaylar akut inflamatuvar
yanıtta rol aynayan oldukça farklı mediatörlerin kontrolu
altında olduğu görünmektedir. Örneğin remodeling’de;
büyüme faktörlerinin varlığı ve üretimi daha kritik olarak
görünmekte ve solunum yolunda yapısal değişikliklere
sebep olmaktadır. Böylece allerjik inflamasyondan
remoling’e geçiş ve değişim düz kas büyümesi, kollajen
birikmesi, kan damarları proliferasyonu ve mukus bezleri
hiperplazisinde yeni mediatörlerin etkisini düşündürmektedir.
Astmanın karekteristik özelliklerinden biri, inhaler
maddeler (ör. Methakolin) veya soğuk hava teması, egzersiz, irritanlar veya hiperventilasyon ile birlikte solunum
yolu hiperyanıtıdır. Genetik polimorfizm, solunum yolu
yapısı (ödem, düz kas hipertrofi ve kollajen materyali
birikmesi), yaşı, gün boyu (gündüze göre gece) kapsayan
bir çok faktör astmada hiperyanıta katkı sağladığı görünmektedir. Bebeklik veya erken çocukluk döneminde
solunumyolu hiperyanıtı saptanabilirse klinik astmanın
gelişimi için bir risk faktörü olabileceği belirtilmektedir.
Nötröfiller bronşiyal hiper yanıtı artırmaktadır:
Nötröfil elastaz, tıkaç (plug) fenomenini artırabilen
glandüler hücreler ile respiratuvar glikokonjugatların güçlü
olarak sekresyonunu saglar.
Sonuç olarak; yeni veriler solunum yolu hiperyanıtını
ve hava akımını sınırlayan, solunum yolunda oluşan yapısal değişiklikleri inceleyen akut hücresel inflamatuvar
yanıt ile başlayan astmanın resmini sağlamaktadır.
Astmanın patogenezinin daha iyi anlaşılması tedavi seçenekleri yönünden de araştırmaların artmasına sebep olmaktadır.
65
A. Kadir KOÇAK
ASTMA PATOGENEZİ
KAYNAKLAR
1.
Ono SJ, Nakamura T, Myazaki D, Ohbayashi M, Dowson M,
Toda M. Chemokines: Roles in leukocyte development, trafficking, and effector function. J Allergy clin Immunal
2003;111:1185-99.
2. Robinson DS. The role of the mast cell in asthma: Induction of
airway hiperresponsiveness by interaction with smooth muscle J
Allergy clin immunol 2004;114:58-65.
3. Bochner BS, Hamid Q. Advances in mechanisms of Allergy. J
Allergy Clin Immunol 2003;111:819-23.
4. Lambrecht BN. Dendritic cells and the regulation of the allergic
immune response. Allergy 2005;60:271-82.
5. Prunssin C, Metcalfe DD. IqE, mast cells, basophils, and eosinophils. J Allergy Clin Immunol 2003;111:486-94.
6. Bonish LC, Steinke JW. Cytokines and chemokines. J Allergy
Clin Immunol 2003;111:460-75.
7. Larche M, Robinson DS, Kay AB. The Role of T Lymphocytes in
the pathogenesis of asthma. J Allergy Clin Immunol 200;111:45063.
8. Howarth PH, Knox AJ, Amrani Y, Tliba O, Panettieri RA, Johnson M. Synthetic responses in airway smooth muscle. J Allergy
Clin Immunol 2004;114:32-50.
9. Umetsu DT, Akbari O, DeKruyff RH. Requlatory T cells control
the development of allergic disease and asthma. J Allergy Clin
Immunol 2003;112:480-7.
10. Alam R, F Gorska M. Lymphocytes. J Allergy Clin Immunol
2003;111:476-85.
11. HayGlass KT. Why are you not allergic? Allergy clin lnmunol
Int-J Word Allergy Org 2003;15:208-13.
12. Saloga J, Enk AH, Ross R, Reske-Kunz AB, Knop J at al. Dendritic cells in the allergic immune response-from a key player in
the pathological process to a potential therapeutic tool. ACI İnternational 2001;13:107-12.
66
13. Hırst SJ, Martin SG, Bonacci JV et al. Proliferatif aspect of
airway smooth muscle. J Allergy Clin ImmunoI 2004;114:2-17.
14. Busse WW, RosenWasser LJ. Mechanisms of asthma j Allergy
Clin ImmunoI 2003;111:799-804.
15. Chinen J, Sheares WT. Basic and clinical immunology, J Allergy
Clin ImmunoI 2003;111:813-8.
16. Kay AB. Modulation of inflammation in allergic disease Allergy
Clin ImmunoI Int-J World Allergy Org 2004;1:206-10.
17. Holgate ST, Pudddicombe SM, Mullings RE, et al. New insight
into asthma pathogenesis. Allergy Clin Immunol Int-J World
Allergy Org 2004;16:196-201.
18. Leung DYM. Mechanisms of the human allergic response. Pediatr
Clin North Am 1994;41:727-43.
19. Kalaycı Ö. Astımda immünopatolojik mekanizmalar. T klin J
Allergy-Asthma 2000;2:67-72.
20. Dilşad M. Astım patogenezi. In: Demirel YS ed. Astım tanı ve
tedavi. Ankara; Bilimsel Tıp; 2004. p.38-72.
21. Bochner BS, Busse WW. Allergy and asthma. J Allergy Clin
Immunol 2005;115:953-9.
22. Chen N, Danies MO, Hershey GKK. Turning off signal
transducer and activator of transcription (STAT): the negative
regulation of STAT sinaling. JACI 2004;114:476-89.
23. Till SJ, Francis JN, Nouri-Aria K, FRC Path, Durham SR.
Mechanisms of Immunotherapy JACI 2004;113:1025-34.
24. Lemanske (RF), Busse WW. Asthma. JACI 2003;111:502-19.
25. Tillie-lebland I, Gosset P, Tonnel AB. Inflammatory events in
severe acute asthma. Allergy 2005;60:23-9.
26. Wright RJ, Finn P, Contreras JP, at al. Chronic caregiver stres and
IgE expression, allergen-induced proliferation, and cyto kine
kpofiles in a birth cohort predisposed to atopy. JACI
2004;113:1051-7.
27. Holgate ST. Asthma-pathophysiology. In: Holgate ST, Holgate
ST, church MK eds. Allergy London: Musby, 1995;13:1-12.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
Ayfer İNAL ve Ark.
Çocukluk Çağı Astımında Atak Tedavisi ve
Tedavideki Yenilikler
MANAGEMENT OF ASTHMA EXACERBATIONS IN CHILDHOOD AND
RENOVATIONS IN TREATMENT
Dr. Ayfer İNAL,a Dr. Derya Ufuk ALTINTAŞa
a
Pediatrik Allerji-İmmünoloji BD, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, ADANA
Özet
Abstract
“Astım atağı”, hastaların akut veya subakut süreçte, öksürük,
nefes darlığı veya wheezing gibi semptomlarının ortaya çıkması veya
bu semptomların progresif olarak artması ve solunum fonksiyonlarının
bozulmasıdır. Astım atağının şiddeti, acil servis başvurularının ve
hastaneye yatışların sayısı, önceki ataklarda sistemik glukokortikoid
gerekliliği ile ölçülebilir. Astıma bağlı ölümlerin çoğu, evde, yeterli
bakım veya tedavinin alınamadığı durumlarda oluşmaktadır. Bu da
evde astım atağının tedavisine erken ve doğru şekilde başlamanın
önemini ortaya koymaktadır. Hasta ve ebeveynler, eğitim ile astım
tedavi sürecinin birer partneri olurlar. Eğitilmiş ebeveynler, düzenli
kontrol vizitleri, iyi eğitilmiş tıp personeli ve tam donanım, astım
ataklarının morbidite ve mortalitesini azaltmada önemli faktörlerdir.
Bununla beraber, astım atak tedavisinin temel amacı, astım ataklarını
önlemek için, ailelerin tetikleyici faktörler ve proflaktik tedavi hakkında eğitimi olmalıdır.
“Asthma attack” is acute or subacute episode of appearence or
progressively worsening symptoms including cough, shortness of
breath, wheezing and deterioration of pulmonary functions. Asthma
attack severity can be quantified by the number of emergency department visits, hospitalizations and systemic glucocorticoid courses for
previous asthma exacerbations. Most asthma deaths occur at home or
in community settings, before lifesaving medical care can be administered. This highlights the importance of beginning to treatment of
asthma attacks early and properly in the home. With education, the
child and family become partners in the asthma management process.
Educated parents, regular follow-up visits, well educated medical
personel and full equipment are important factors in reducing the
mortality and morbidity of asthma attacks. Nevertheless, the primary
goal of asthma attack management should be education of families
about triggering factors and prophylactic treatment to prevent of
asthma exacerbations.
Anahtar Kelimeler: Astım, atak, çocuk, tedavi
Key Words: Asthma, children, exacerbation, treatment
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):67-73
A
stım, halen dünyanın birçok ülkesinde önemli bir
sağlık problemi olarak yerini korumaktadır.
1998’de yapılan istatististiklere göre, A.B.D.’de
yaklaşık 8.65 milyon doktor tanısı almış astımlı çocuk
bulunmakta ve son bir yıl içinde 3.8 milyon çocuğun bir
astım atağı geçirdiği bildirilmektedir.1 Çocukluk çağı astımı, A.B.D.’de çocuk acil servislerine başvuruların, hastaneye yatışların ve okul devamsızlıklarının en sık nedeni
olup yılda 867.000 acil servis başvurusu, 166.000 hastaneye yatış ve 10.1 milyon okul günü kaybı olduğu rapor
edilmektedir. Çocuklarda astıma bağlı ölümler nisbeten
daha az olmasına rağmen (her 100.000 popülasyon için
yılda 0.3), 1998’de A.B.D.’de 164 astıma bağlı çocuk
ölümü olduğu bildirilmektedir.1,2 Astım prevalansındaki
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Ayfer İNAL
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Pediatrik Allerji-İmmünoloji BD, ADANA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
artışın yanısıra, astıma bağlı morbidite ve mortalitenin de
artma eğiliminde olduğu görülmektedir. Tüm bu veriler,
astımda atak tedavisinin önemini bir kez daha gündeme
getirmektedir.3
“Astım atağı” veya “Astım krizi”, hastaların akut veya subakut süreçte, öksürük, hırıltı, nefes darlığı veya
wheezing gibi semptomlarının ortaya çıkması veya bu
semptomların progresif olarak artması ve solunum fonksiyonlarının bozulması olarak tarif edilebilir.4 Astım atağı,
ekspiryumda hava akımının obstrüksiyonu veya azalması
ile karakterize olup iki şekilde gelişebilir:
1. Akut (ani başlangıçlı) olarak: tetikleyici ile karşılaşma sonucu dakikalar içinde gelişir; bundan en çok
bronkospazm sorumludur. Bu tipteki atak, genellikle çok
miktarda allerjenle karşılaşma, besin allerjisi veya
nonsteroidal ilaçlara duyarlılık sonucu ortaya çıkar.
2. Subakut (yavaş başlangıçlı) olarak: saatler veya
günler içerisinde, yavaş yavaş gelişir; bunda ise,
bronkospazmın yanısıra artan inflamasyon ve mukus tıkaçlar rol oynar; mortalitesi, diğerine göre daha yüksektir. Bu
67
Ayfer İNAL ve Ark.
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
tipteki ataklarda, genellikle yetersiz veya uygunsuz ilaç
kullanımı, tedaviye uyum zorluğu ve eşlik eden psikolojik
faktörler sorumludur. Bronşiyal astımın proflaktik tedavisindeki amaçlardan birisi de, akut atakların önlenmesidir.
Eğer hastaya yeterli antiinflamatuar tedavi verilmemiş, ya
da hasta proflaktik tedaviyi uygun ve düzenli kullanmıyor
ise astım kontrol altına alınmamış demektir. Bu grup hastalarda ataklar sık görülür.
Astım atağının başlangıcında veya hafif ataklarda, solunum fonksiyonları veya PEF değerleri normal olabileceğinden ve 5 yaş altı çocuklarda PEF ölçümleri de yapılamadığından, atağın şiddetini belirlemede, semptomların ve
fizik muayene bulgularının değerlendirilmesi büyük önem
taşımaktadır.10
Astım atağının şiddeti, önceki acil servis başvurularının ve hastaneye yatışların sayısı, yine önceki ataklarda
sistemik glukokortikoid gerekliliği ile tahmin edilebilir.5
Geçmişte solunum sıkıntısına, hipoksiye ve solunum yetmezliğine neden olmuş ağır atak öyküsü, gelecekte hayatıtehdit eden (near-fatal) veya fatal astım atağının en iyi
göstergesidir.4,5 Astımda morbidite ve mortalitenin artmasında birçok biyolojik, çevresel, ekonomik ve psikososyal
risk faktörleri rol oynamaktadır (Tablo 1).6,7
Astım ataklarının bir kısmında, ailenin evde uygulayacağı tedavi yeterli olacaktır. Ancak bu amaçla, tüm astımlı çocukların ailelerine septomları farketmelerine ve
akut ataklarını tedavi etmelerine rehber olacak bir yazılı
tedavi planı verilmelidir. Semptomların erken farkedilip
tedaviye erken ve doğru şekilde başlanması, atağın kötüleşmesini veya daha ağırlaşmasını büyük ölçüde engellemektedir.11-13 Bir çalışmada, hastaların ellerine verilmiş bir
yazılı tedavi planının, astıma bağlı ölüm riskini %70 azalttığı gösterilmiştir.14
“National Institutes of Health” ve “Global Initiative
for Asthma” tarafından yayınlanan uluslararası astım rehberinde, hastanın fizik muayene bulguları, PEF (peak
expiratory flow veya zirve akım hızı), O2 satürasyonu ve
kan gazı değerlerine göre, astım atağının şiddeti hafif, orta
ve ağır olarak 3 grupta incelenmiştir (Tablo 2).8-10
Tablo 1. Astım morbidite ve mortalitesini arttıran risk
faktörleri.
Biyolojik
- Geçmişte ağır astım atağı geçirme öyküsü
- Ağır havayolu obstrüksiyonu
- Sıkça ve hızla gelişen ataklar geçirme öyküsü
- Ağır havayolu hiperreaktivitesi
- Günlük PEF değişkenliklerinde artış
- Hastanın semptomları veya solunum sıkıntısını
algılamasında zayıflık
- Sistemik glukokortikoid tedavisine kötü yanıt
- Erkek cinsiyet
- Düşük doğum ağırlığı
- Siyah ırk
Çevresel
- Allerjenle temas
- Ortamda sigara dumanına maruz kalma
- Hava kirliliği
- Kentsel yaşam
Ekonomik/ psikososyal
- Kalabalık yaşam
- Annenin 20 yaş altında olması
- Annenin düşük öğrenim düzeyi
- Yetersiz tıbbi bakım
1. Maddi yetersizlik
2. Düzenli kontrollere gelmemek (sadece acil şartlarda tıbbi
bakım almak)
3. Kronik astım semptomları için bilgi ve tedavi almamak
4. Astım ataklarının tedavisinde gecikmek
5. Astım atağının tedavisinde yetersiz hastane tedavisi veya bakımı
- Anne veya çocuğun psikolojik problemleri olması
68
Evde Atak Tedavisi
Evde tedaviye başlayabilmek için ailenin önceden atağın şiddetini değerlendirebilmesi veya atağın ağırlaştığını
gösteren belirtileri farkedebilmesi gerekmektedir. Bunun
için de ailenin cilt rengini, solunum sayısını, solunum
zorluğunu, yardımcı solunum kaslarının katılımını ve çocuğun bilinç durumunu değerlendirmesi gerekir. Eğer hasta
yapabiliyorsa önce peak flowmetre ile PEF değerleri ölçülüp atağın ağırlığı ve bronkodilatasyona yanıt değerlendirilmelidir. Tedavide kullanılacak olan ilk ilaç, kısa etkili
β2-agonistlerdir. Evde nebülizer varsa, salbutamol
(Ventolin nebül, 2.5 mg) 0.15 mg/kg /doz (maks.5 mg)
nebülizer ile verilir. Nebülizasyon süresinin 10 dakikadan
kısa olmaması için, eğer verilecek miktar 2 ml’den az ise,
ilaç serum fizyolojik ile 2 ml’ye tamamlanmalıdır. Serum
fizyolojik yerine distile su kullanılmaz. Evde nebülizer
yoksa, ölçülü doz veren salbutamol veya terbutalin
(Ventolin veya Bricanyl inhaler) aerosoller bir spacer (aracı alet) aracılığı ile 2-8 püskürtme inhale ettirilir.
Nebülizer veya aracı aletle ilk kısa etkili β2-agonist
inhalasyonundan yanıt alınamazsa, 20 dakika ara ile 2 kez
daha aynı dozda bronkodilatör verilir. Amaç, solunum
sıkıntısını ortadan kaldırmak ve PEF değerini (beklenen
değerin) %80’inin üzerine çıkarmaktır. Bir saat içinde üç
kez yapılan bronkodilatör inhalasyonuna yeterli yanıt
alınamazsa, yani hastanın halen dispnesi devam ediyor ve
PEF değerleri %80 üzerine çıkarılamamışsa, hemen doktor
veya bir sağlık kurumu ile irtibata geçilmelidir. Sağlık
kurumuna ulaşana dek ek olarak oral steroid (1-2
mg/kg/gün, bölünmüş dozlarda) verilebilir.
Eğer ilk 1 saat içindeki 3 bronkodilatör inhalasyonuna
yanıt kısmen iyi ise, yani solunum sıkıntısı biraz rahatlamış
ve PEF değerleri %80 veya üzerine çıkarılabilmişse, tedaviye evde devam edilip çocuğun durumundan doktoru
haberdar etmek gerekir. Bu durumda, evde kısa etkili β2agonist inhalasyonuna 4 saat ara ile 24-48 saat süresince
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
Ayfer İNAL ve Ark.
Tablo 2. Astım atak şiddetinin belirlenmesinde kullanılan kriterler.
Bulgular
Hafif
Orta
Ağır
Nefes darlığı
Konuşma
Bilinç
Solunum hızı *
Yardımcı solunum kasları
Wheezing
Nabız **
PEF (beklenen değerin)
PaO2
PaCO2
Yürürken var Yatabiliyor
Uzun cümle
Ajite olabilir
Normal veya artmış
Katılmıyor
Orta derecede, ekspiryum sonunda
Normal
% 80
Normal
< 42 mmHg
Konuşurken var Bebekte beslenme güç
Kısa cümle
Genellikle ajite
Artmış
Genellikle katılır
Kulakla duyulabilir
Normal veya artmış
% 50-80
> 60 mmHg
< 42 mmHg
İstirahatte var Bebek beslenemez
Sözcük
Ajite veya konfüze
Çok artmış
Katılır
Kulakla duyulur veya sessiz akciğer
Taşikardik
< % 50
< 60 mmHg Siyanoz var
> 42 mmHg
* Solunum sayısının normal sınırları:
< 2 ay: < 60 /dk
< 2-12 ay: < 50 /dk
1-5 yaş: < 40 /dk
6-8 yaş: < 30 /dk
**Kalp hızının normal sınırları:
2-12 ay: < 160 /dk
1-2 yaş: < 120 /dk
2-8 yaş: < 110 /dk
devam edilir. Tablo 3’de evde astım atağının tedavisi özetlenmiştir.
- Halen sistemik kortikosteroid kullanan veya yakın
zamanda kesmiş olan hastalar
- Psikososyal sorunları olan hastalar
Morbidite ve mortalitesi yüksek olan riskli hastaların
ise, direkt hastaneye başvurmaları önerilmektedir.15 Bu
riskli durumlar:
- Son bir yıl içinde astım atağı nedeniyle hastaneye
yatmış olan hastalar
- Proflaktik tedaviye uyumsuz olan hastalardır.
Acil Serviste Atak Tedavisi
Evde uygulanan ilk tedavilerle düzelmeyen hastalar
acil servise başvurmalıdır. Burada hastanın klinik semptom
Tablo 3. Evde astım atağı tedavisi.
Nöbetin ağırlığını sapta
PEF < % 80
Tedaviye başla
1 saat süre ile 20 dakikada bir inhale kısa etkili
β2-agonist ver
İyi yanıt
Hafif Atak
PEF > % 80
β2-agonistin etkisi 4 saat sürüyor
24-48 st süresince 4 st’te bir β2-agonist al
Doktoru ara
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Yetersiz yanıt
Orta Atak
PEF % 60 - 80
Oral steroid ekle
β2-agoniste devam et
Hemen doktora başvur
Kötü yanıt
Ağır atak
PEF < % 60
Oral steroid ekle
Hemen ek doz β2-agonist al
Acil servise başvur
69
Ayfer İNAL ve Ark.
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
ve bulgularının yanısıra oksijen satürasyonu ve PEF ile
mümkünse FEV1 ölçümleri değerlendirilmelidir. Eğer
bilinç bulanıklğı veya ağır solunum yetmezliği varsa, hasta
hemen hastaneye yoğun bakım ünitesine yatırılmalıdır.
Bunun dışındaki orta ve ağır astım atağında ise, öncelikle
hastanın destek oksijen tedavisi sağlanmalıdır. Oksijen
satürasyonunu %90 üzerinde tutacak şekilde nemlendirilmiş oksijen verilmelidir.
riski taşıyan hastalar mutlaka yoğun bakım ünitesine alınmalıdır.
Hastaya evde almış olsa bile, tekrar β2-agonist
(salbutamol, 0.15 mg/kg/doz) nebülizer ile veya ölçülü
doz inhalerler (Ventolin veya Bricanyl inhaler, 2-8 püskürtme) aracı alet aracılığı ile inhale ettirilir.16 Gerekirse,
1-2 mg/kg/gün sistemik kortikosteroid oral veya
parenteral başlanır.17 Eğer ilk verilen β 2-agoniste yanıt
yoksa, 5 yaş üzeri çocuklarda ek olarak ipratropium bromür inhalasyonu (Atrovent nebül) 125-250 µg/doz verilebilir.18,19 İpratropium bromür inhalasyonu yapılacaksa,
genellikle salbutamol ile birlikte aynı anda verilmesi
önerilmektedir.
Hastaneye yatırılan hastalarda hipoksi düzelene dek
destek oksijen tedavisi devam edilmelidir. Çünkü astım
atağı ile yatırılan çocukların çoğunun, özellikle de geceleri
hipoksileri vardır. İnhale salbutamol 0.15 mg/kg/doz 1-2
saat ara ile devam edilir. Yine sistemik steroid
(prednizolon veya metilprednizolon) 1 mg/kg, 6 saat ara ile
48 saat süresince tekrarlanmalıdır. Yoğun inhale β2-agonist
ve sistemik steroid alan hastalarda, her ne kadar faydasına
dair veriler çok az olsa da, ipratropium bromür inhalasyonu
6 saatte bir tedaviye eklenebilir.18,19 Ağır dispnesi ve oksijen gereksinimi olan hastaların mutlaka intravenöz sıvılarla
da desteklenmesi gerekir. Astım atağına eşlik edebilecek
artmış ADH (antidiüretik hormon) salınımı da gelişebileceğinden sıvı desteği, genellikle günlük idame sıvısı kadar
veya buna yakın düzeyde tutulmalıdır.
Tedaviye yanıt alınamaz ise, β2-agonist inhalasyonu
20 dakika ara ile iki kez daha yaptırılır. Çok ağır vakalarda adrenalin (0.01 mg/kg, maks. 0.3 mg) subkütan yapılabilir.
Acil servisteki izleminde bu tedavilerle hastanın
semptomlarında iyileşme varsa, fizik muayene bulguları
normale dönmüşse, PEF değeri beklenen değerin %70’i
üzerine çıkarsa ve oksijen satürasyonu 4 saat boyunca %92
üzerinde seyrederse, hasta evde tedaviye devam etmek
üzere gönderilebilir. Eve gönderilirken hastaya yapılacak
tedavi önerileri şunlar olmalıdır:
- İnhale β2-agonist almaya 4 saatte bir devam etmeli
- 1-2 mg/kg/gün oral (maks.60 mg/gün) prednizolon
veya metilprednizolon, 1 veya 2 doza bölerek, 3-7 gün
boyunca kullanmalıdır.
Astım atağının acil servisteki tedavisi Tablo 4’te özetlenmiştir.
Hastaneye Yatırma Endikasyonları
- Orta veya ağır astım atağı ile gelip ilk tedaviyi izleyen 1-2 saat sonra düzelmeyen, PEF değeri beklenen değerin % 70’inin altında veya O2 satürasyonu %90-92’nin
altında devam eden hastalar
- Acil servise başvuru öncesi uzamış bir semptom periyodunun olması
- Zor psikososyal koşulların olması
- Tıbbi bakım ve ilaç tedavisini algılama güçlüğü
- Sonraki olası bir kötüleşmede hastaneye transportu
güç olan hastalar hastaneye yatırılarak izlenmelidir.
Tedaviye yanıtı az olan hastalar, ağır persistan solunum yetmezliği olan hastalar ve respiratuar arrest gelişme
70
Yatan hastalarda öykü ve fizik muayene değerlendirildikten sonra, PEF veya FEV1 ölçümleri, oksijen
satürasyonu ve kan gazları, ayrıca gerekli görülürse kan
sayımı ve akciğer grafisi istenir. Hastanın hem kardiyak
monitorizasyonu, hem de oksimetre ile oksijenizasyonu
izlenmelidir.
Destek oksijen tedavisi, sık β2-agonist inhalasyonu,
sistemik steroid ve ipratropium bromür inhalasyonu ile
hastanın klinik durumu daha iyiye gidiyor ve solunum
sayısı normale geliyorsa, PEF değeri beklenenin %70’inin
ve oksijen satürasyonu %90’ın üzerine çıkmışsa, öncelikle
inhale β2-agonist doz araları açılır (önce saat başı verilirken, 2,4,6 saat ara ile verilmeye devam edilir) ve steroid
dozu azaltılır (6 saat ara ile 1 mg/kg verilirken, 1-2
mg/kg/gün dozuna düşülür).
İntravenöz teofilin, bazı çalışmalarda etkinliği tam
gösterilememiş olsa bile, özellikle sık inhale β2-agonist ve
sistemik steroide rağmen düzelmeyen, ağır ve yaşamı
tehdit eden astım ataklarında kullanılan bir tedavidir.20 Son
yıllarda akut ağır astım atağında olan (ortalama FEV1
değeri bazale göre %37) çocuklarda yapılan bir çalışmada,
intravenöz teofilinin oksijen satürasyonunu ve solunum
fonksiyonlarını plaseboya kıyasla daha hızlı ve daha uzun
süreli olarak normale döndürdüğü gösterilmiştir.21 Bu
çalışmada, intravenöz teofilin kullanan hastaların
intravenöz salbutamole daha az ihtiyacı olduğu ve bu grup
hastaların hiçbirinde entübasyona gerek kalmadığı rapor
edilmiştir. Özellikle ağır çocukluk çağı astım atağında
intravenöz teofilinin önemli bir yeri vardır. Eğer sık
nebülize salbutamol, sistemik steroid ve ipratropium bromür inhalasyonuna yeterli yanıt alınamamışsa, intravenöz
teofilin tedavisinin eklenmesi düşünülmelidir. Teofilin
hastanın yaşına ve kilosuna uygun dozda önce yükleme,
sonra idame dozunda verilmeli, terapötik aralığı dar olup
yan etki gelişme riski yüksek olduğundan serum teofilin
düzeyleri yakından monitorize edilmelidir.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
Eklenen intravenöz teofiline de yanıt alınamayan hastalarda, devamlı salbutamol nebülizasyonu 0.5 mg/kg/saat
(maks.15 mg/saat) uygulanabilir.
Ayfer İNAL ve Ark.
Diğer Tedaviler
- İnhale Heliox
70/30 oranında helium/oksijen karışımıdır. Birkaç çalışmada, akut ağır astım atağında etkili olduğu rapor edilmiştir. Heliox normal oda havasının 1/3’i dansiteye sahip
olduğundan, bu çalışmalarda yoğun β-agonist inhalasyonu
ve intravenöz steroid alan hastalarda bile, heliox
inhalasyonu ile havayollarında rezistansın azaldığı ve 20
dakika içinde klinik düzelmenin olduğu gösterilmiştir.23,24
Dolayısıyla inhale heliox tedavisi, astım atağının henüz
başlangıcında iken, β-agonistlerin ve sistemik steroidin
bronkospazmı çözücü etkisi ortaya çıkana dek solunum
yetmezliğini azaltıcı veya yatıştırıcı amaçla kullanılabilir.25,26 Ancak ağır vakalarda, yüksek konsantrasyonda
Ancak bu durumda β2-agonistin önemli derecede sistemik absorbsiyona uğrayacağı da unutulmamalıdır.22
Sık veya devamlı uygulanan β2-agonistlerin tremor,
irritabilite, taşikardi ve hipokalemi gibi yan etkileri gelişebilir. Yine bu hastaların sürekli kardiyak monitorizasyonu
da önemlidir. Çünkü sık veya devamlı β2-agonist tedavisi,
ventilasyon-perfüzyon dağılımını da bozarak hipoksemiyi
arttırabilir.
Hastanede astım atağı tedavisinin özeti Tablo 5’te
gösterilmiştir.
Tablo 4. Acil serviste atak tedavisi.
Öykü, Fizik muayene, PEF, FEV1 değerleri, oksijen
satürasyonu ile ilk değerlendirme yapılır
1
2
Destek oksijen tedavisi
(Oksijen satürasyonu % 90 üzerine olacak
şekilde)
İlk β2-agoniste yanıt alınamazsa,
ipratropium bromür inhalasyonu
(125-250 µg/doz )
1 saatte 20 dakika ara ile toplam 3 kez kısaetkili β 2-agonist inhalasyonu
Çok ağır vakalarda, adrenalin 0.01 mg/kg
(maks.0.3 mg)s.c
1-2 mg/kg/gün oral veya parenteral
sistemik steroid
Semptomlarda iyileşme varsa
Fizik muayene bulguları düzelmişse
PEF % 70 üzerine çıkmışsa
O2 sat. 4 saat boyunca % 92 üzerinde seyretmişse
Yeterli klinik düzelme veya PEF ile
O2 satürasyonunda beklenen
düzelme olmazsa hastaneye yatırılır.
Hasta evde tedaviye devam etmek üzere gönderilir
İnhale kısa etkili β2-agonist inhalasyonuna 4 saatte bir devam etmesi ve
1-2 mg/kg/gün oral steroid, 3-7 gün kullanması önerilir.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
71
Ayfer İNAL ve Ark.
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
oksijen desteği gereksinimi olması, %30 oksijen içeren
helioxun kullanımını sınırlandırmaktadır.
- İntravenöz Magnezyum Sülfat
Düz kas gevşetici özelliklerinden dolayı pek çok çalışmada magnezyum sülfatın akut astım atağındaki etkileri
araştırılmıştır. Ancak halen akut ataktaki etkinliği oldukça
tartışmalıdır.27-29
- Mekanik Ventilasyon
Ağır bir çocukluk çağı astım atağında, seyrek de olsa,
solunum yetmezliği ile entübasyon ve mekanik
ventilasyona ihtiyaç duyulabilir. Böyle bir durumda, mekanik ventilasyon, havayolu obstrüksiyonunu yenebilecek
yeterli bir basınç ile aşırı havalanma fazlalığı veya hava
hapsi ile barotravma olasılığını (pnömotoraks veya
pnömomediastinum) azaltma arasında önemli bir dengeyi
gerektirir. Bu komplikasyonları en aza indirgeyebilmek
amacıyla, yoğun bakımda izlenen ve solunum yetmezliği
ile entübasyon gerektirebilecek hastaları önceden belirlemek büyük önem taşımaktadır. Çünkü, bu hastalarda her
zaman için sedatifler ve paralitik ajanlarla elektif
entübasyon acil entübasyondan daha güvenlidir. Mekanik
ventilasyon, yeterli oksijenizasyonu sağlarken barotravmayı engellemek üzere tolere edilebilir hafif
hiperkapni hali oluşturmayı amaçlar.
Tablo 5. Hastanede akut astım atağının tedavisi.
Öykü, Fizik muayene, PEF, FEV1 değerleri,
oksijen satürasyonu ve kan gazları bakılır; duruma göre
kan sayımı ve akciğer grafisi istenir.
Kardiyak monitorizasyon
Oksimetre ile oksijenizasyonun izlenmesi
İntravenöz sıvı desteği
Destek oksijen tedavisi (oksijen satürasyonu % 90’ın ↑ olacak şekilde)
İnhale salbutamol 1-2 saat ara ile (0.15 mg /kg/doz)
Parenteral steroid (her 6 saatte bir 1 mg/kg , 48 saat süre ile)
İpratropium bromür inhalasyonu, her 6 saatte bir 125-250 µg
Klinik düzelme yok
Halen takipneik
PEF değeri beklenenin %70’inin altında
Oksijen satürasyonu % 90 altında
İntravenöz teofilin ekle
(yaş ve kiloya göre uygun dozda
yükleme ve idame yapılır)
Klinik düzelme var
Solunum sayısı normal
PEF beklenenin %70 ‘inin üstünde
Oksijen satürasyonu % 90 üzerinde
β2-agonist doz araları açılır
(her saat başı verilirken, 2,4,6 saat ara ile
verilmeye başlanır)
Sistemik steroid azaltılır
(her 6 saatte 1 mg/kg verilirken, 1-2 mg/kg/gün
dozuna geçilir)
Yeterli düzelme olmazsa:
Devamlı salbutamol nebülizasyonu,
0.5 mg/kg/saat
(maks. 15 mg/saat)
72
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMINDA ATAK TEDAVİSİ VE TEDAVİDEKİ YENİLİKLER
Ayfer İNAL ve Ark.
7.
Bauman LJ, Wright E, Leickly FE, et al. Relationship of adherence to
pediatric asthma morbidity among inner-city children. Pediatrics
2002;110:1-7.
National Heart, Lung, and Blood Intitute/ National Asthma Education
Prevention Program. Expert panel report 2: guidelines for the diagnosis and
managment of asthma. Bethesda: National Institutes of Health; 1997. Publication # 97 –4051.
National Asthma Education and Prevention Program. Expert panel report:
guidelines for the diagnosis and managment of asthma update on selected
topics - 2002. J Allergy Clin Immunol 2002;110:141-219.
Global Strategy for Asthma Managment and Prevention. National Institutes
of Health and National Heart, Lung, and Blood Intitute, Revised 2002.
Dinakar C, Van Osdol TJ, Wible K. How frequent are asthma exacerbations in a pediatric primary care setting and do written asthma action plans
help in their managment? J Asthma 2004;41:807-12.
Khan MS, O’Meara M, Stevermuer TL, Henry RL. Randomized controlled
trial of asthma education after discharge from an emergency department. J
Paediatr Child Health 2004;40:674-77.
McNally AJ, Frampton C, Garrett J, Pattemore P. Application of asthma
action plans to childhood asthma: national survey repeated. N Z Med J
2004;117:932.
Toelle BG, Ram FS. Written individualised managment plans for asthma in
children and adults. Cochrane Database Syst Rev 2004;CD002171.
Guilbert T, Krawiee M. Natural history of asthma. In: Stempel DA, Spahn
JD, (guest eds). Pediatric Asthma; Pediatr Clin N Am 2003;50:523-35.
Delgado A, Chou KJ, Silver EJ, et al. Nebulizers vs metered-dose inhalers
with spacers for bronchodilator therapy to treat wheezing in children aged 2
to 24 months in a pediatric emergency department. Arch Pediatr Med
2003;157:76-80.
Connett GJ, Warde C, Wooler E, et al. Prednisolone and salbutamol in the
hospital treatment of acute asthma. Arch Dis child 1994;70:170-3.
Plotnick LH, Ducharme FM. Should inhaled anticholinergics be added to
β2 agonists for treating acute childhood and adolescent asthma? A systematic review. BMJ 1998;317:971-7.
Zorc JJ, Pusic MV, Ogborn CJ, et al. Ipratropium bromide added to asthma
treatment in the pediatric emergency department. Pediatrics 1999;103:72852.
Strauss RE, Wertheim DL, Bonagura VR, et al. Aminophylline therapy
does not improve outcome and increase adverse effects in children hospitalized with acute asthmatic exacerbations. Pediatrics 1994;93:205-10.
Yung M, South M. Randomized controlled trial of aminophylline for
severe acute asthma. Arch Dis Child 1998;79:405-10.
Penna AC, Dawson KP, Manglick P, et al. Systemic absorption of salbutamol following nebulizer delivery in acute asthma. Acta Pediatr
1993;82:963-6.
Mathaus CA, Hall JB, Caputo MA, Walter J, Klocksieben JM, Schmidt
GA, et al. Heliox improves pulsus paradoxus and peak expiratory flow in
nonintubated patients with severe asthma. Am J Respir Crit Care Med
1995;151:310-4.
Henderson SO, Acharya P, Kilaghbian T, Perez J, Korn CS, Chan LS. Use
of heliox-driven nebulizer therapy in the treatment of acute asthma. Ann
Emerg Med 1999;33:141-6.
Kass JE, Terregino CA. The effect of heliox in acute severe asthma: a
randomized controlled trial. Chest 1999;116:296-300.
Rodrigo GJ, Rodrigo C, Pollack CV, Rowe B. Use of Helium-Oxygen
mixtures in the treatment of acute asthma. Chest 2003;123:891-6.
Hughes R, Goldkorn A, Masoli M, Wetherall M, Burgess C, Beasley R.
Use of isotonic nebulised magnesium sulphate as an adjuvant to salbutamol
in the treatment of severe asthma in adults: randomized placebo-controlled
trial. Lancet 2003;361:2114-7.
Fitzgerald JM. Magnesium sulphate is effective for severe acute asthma
treated in the emergency department. West J Med 2000;172:172-96.
Meral A, Coker M, Tanac R. Inhalation therapy with magnesium sulphate
and salbutamol sulphate in bronchial asthma. Turk J Pediatr 1996;38:16975.
Malmstrom K, Kaila M, Korhonen K, et al. Mechanical ventilation in
children with severe asthma. Pediatr Pulmonol 2001;31:405-11.
Sabato K, Hanson JH. Mechanical ventilation for children with status
asthmaticus. Respir Care Clin N Am 2000;6:171-88.
Buranakul B, Washington J, Hilman B, et al. Causes of death during acute
asthma in children. Am J Dis Child 1974;128:343:50.
Pediatric asthma deaths in Victoria: the mild are at risk. Pediatr Pulmonol
1992;13:95-100.
Volum-cycled ventilatörlerde başlangıçtaki ayarlar,
kısa inspiratuar zaman, uzun ekspiratuar zaman, 10-15
ml/kg tidal volüm, 8-18 solunum /dakikada, 60
cm/H20’dan az peak basınç ve 0 pozitif ekspiryum-sonu
basınç şeklinde ayarlanmalıdır.1,30,31 Bronkospazma neden
olabileceğinden göğüs perküsyonu veya havayolu lavajı
önerilmez.
8.
9.
10.
Akut Astım Atağının Seyri
Ağır astım ataklarının tedavisi çoğu zaman tıbbi merkezlerde başarılı bir şekilde yapılmaktadır. Astım atağı ile
ölüm, hastanelerde çok seyrektir. Astıma bağlı ölümlerin
çoğu, evde, yeterli bakım veya tedavinin alınamadığı durumlarda oluşmaktadır.32,33 Bu da evde astım atağının
tedavisine erken ve doğru şekilde başlamanın önemini
ortaya koymaktadır.
Acil serviste veya hastanede yatırılarak izlenip tedavisine evde devam etmek üzere gönderilen tüm hastalarda:
11.
12.
13.
14.
15.
16.
- Kısa etkili β-agonist ve oral steroid tedavi planı eline yazılarak verilmeli
17.
- Olası tetikleyicilere karşı önlem alınmalı
- Kronik proflaktik tedavi tekrar gözden geçirilmeli
18.
- İlaç inhalasyon tekniği ve PEF ölçüm teknikleri
tekrar gözden geçirilmeli
19.
- Bir sonraki akut atak tedavi planı tekrar hatırlatılmalıdır.
20.
21.
Sonuç
22.
Akut astım atağı zamanında müdahele ile oldukça
yüzgüldürücü sonuçlar veren sık görülen bir tablodur.
23.
Tedavi; düzenli kontrollere gelen iyi eğitilmiş hasta
yakınları, eğitilmiş ve donanımlı sağlık ekibiyle kısa zamanda sonuç verir. Bu şartlarda morbidite ve mortalitesi
azalır. Ancak yine de amaç; hastanın akut astım atağına
girmeyecek şekilde hem proflaktik tedavisi, hem de tetik
çekicileri hakkında bilinçlendirilerek eğitilmesi olmalıdır.
KAYNAKLAR
24.
25.
26.
27.
1.
Liu AH, Spahn JD, Leung DYM. Childhood asthma. In: Behrman RE,
Kliegman RM, Jenson HB, eds. Nelson Textbook of Pediatrics, 17th ed.
Philadelphia: Saunders Co. 2004:760-74.
2.
Beasley R, Crane J, Lai CK, et al. Prevalance and etiology of asthma. J
Allergy Clin Immunol 2000;105:466-72.
29.
3.
Altıntaş DU, Çelik T, Çelik U, et al. The hospitalization rate of asthma
attach in pediatric emergency department of six year interval. J Allergy
Clin Immunol 2004;113:319.
30.
4.
Gibson PG. Monitoring the patient with asthma: an evidence-based approach. J Allergy Clin Immunol 2000;106:17-26.
31.
5.
Rasmussen F, Taylor DR, Flannery EM, et al. Risk factors for hospital
admission for asthma from childhood to young adulthood: a longitudinal
population study. J Allergy Clin Immunol 2002;110:220-7.
6.
Akinbami LJ, Schoendorf KC. Trends in childhood asthma: prevalance,
health care utilization, and mortality. Pediatrics 2002;110:315-22.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
28.
32.
33.
73
Özkan KARAMAN ve Ark.
KRONİK ASTIM TEDAVİSİ
Kronik Astım Tedavisi
TREATMENT OF CHRONIC ASTHMA
Dr. Özkan KARAMAN,a Dr. Arzu BABAYİĞİT,a Dr. Duygu ÖLMEZa
a
Pediatrik Allerji BD, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İZMİR
Özet
Abstract
Astım; bütün dünyada, çocukluk çağının en sık rastlanan kronik
hastalığıdır. Astımda kroniklik tanımı, havayollarının en önemli
özelliği olan inflamatuar yanıt, ilerleyici ve geri dönüşümsüz yapısal
ve fonksiyonel değişiklikler veya kısaca havayolu remodellingini
içerir. Ancak, çocukluk çağında kroniklik veya geri dönüşümsüz
değişiklikler uygun tedavi ile geciktirilebilir. Bu makalede, çocukluk
çağında astımın tanısı ve özellikle tedavisi üzerinde durulmuştur.
Asthma is the most prevalent chronic childhood disease worldwide. The concept of chronicity in asthma, rests on the major characteristics of inflammatory response of the airways and progressive
development of irreversible structural and functional alterations, or socalled airway remodeling. In childhood, however, such characteristics
as chronicity and irreversibility are debatable with treatment. This
article outlines guidelines for diagnosis and management of asthma in
childhood.
Anahtar Kelimeler: Astım, kronik, çocukluk çağı, tedavi
Key Words: Asthma, chronic, childhood, treatment
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):74-79
A
stım değişken havayolu obstrüksiyonu ve havayolu
aşırı duyarlılığı ile karakterize, kronik inflamatuar
bir hastalıktır. Çocuklarda en sık rastlanan kronik
hastalık olan astımın prevalansı, ülkelere, kullanılan yöntemlere, ırka, coğrafi bölgelere ve çevresel etkenlere göre değişmektedir. Gelişmiş toplumlarda ISAAC (International study of
asthma and allergies in childhood) yöntemi ile astım
prevalansı %4-23 arasında bulunmuştur.1 Ülkemizde ISAAC
yöntemi ile yapılan pediatri prevalans çalışmalarında ise,
kümülatif astım prevalansı %13.7-15.3 arasında değişmektedir.2 İzmir ilinde 6-13 yaş arası çocuklarda yapılan bir çalışmada, astım kümülatif prevalansı %4.9 olarak bulunmuştur.3
Son yıllarda; çocukluk yaş grubunda astım ve
allerjik hastalıkların sıklığı, özellikle batılı ve gelişmiş
olan ülkelerde, belirgin artış göstermektedir. Bu artış hem
çevresel hem de bireysel faktörlere bağlıdır. Bireysel
faktörler içerisinde genetik yatkınlık, atopi, havayolu
hiperreaktivitesi, cinsiyet ve ırk, çevresel faktörler arasında da viral ve bakteriyal enfeksiyonlar, diyet, pasif
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Özkan KARAMAN
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD,
Pediatrik Allerji BD, İZMİR
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
74
sigara içiciliği, sosyoekonomik statü ve ailedeki kişi
sayısı sayılabilir (Şekil 1).4
Astımın patogenezinde üç mekanizma sorumlu tutulmaktadır. Bunlar, geri dönüşümlü havayolu obstrüksiyonu,
havayolu inflamasyonu ve artmış havayolu duyarlılığıdır.
Astımda oluşan patofizyolojik değişiklikler ve oluşan klinik
semptomlar havayolu obstrüksiyonun bir sonucudur. Obstrüksiyona katkıda bulunan birçok faktör söz konusudur;
havayolu düz kas kontraksiyonu, havayolu mukozal ödemi
ve mukus hipersekresyonu bunların başlıcalarıdır. Astımda,
aşırı duyarlılık tip 1 reaksiyonu ile oluşan bir inflamasyon
mevcuttur. Tip 1 reaksiyonunda antijen allerjendir. Antikor
IgE ve hedef hücre ise doku mast hücresidir. Allerjenler; ev
tozu akarları, polenler, kedi ve köpek salgı allerjenleri, küf
mantarları gibi inhalan allerjenler yanında gıdalar ve latekstir.5,6 Allerjen önce antijen sunan hücreye sunulur. Antijen
sunan hücre ve Th CD4 hücrelerinin karşılıklı etkileşmeleri
sonucu Th0 hücreleri IL-2 sentezler ve Th2’ye dönüşür. Bu
hücreden salınan IL-4 ve IL-13 ile plazma hücreleri B
lenfositine dönüşür ve antijene spesifik IgE yapımı başlar.
Kanda dolaşan IgE yüksek affiniteli IgE reseptörü taşıyan
doku mast hücresi bazofile ve düşük affiniteli IgE reseptörü
taşıyan lenfosit, eozinofil ve makrofaja bağlanır. Organizma
aynı antijen ile tekrar karşılaştığında antijen kendine spesifik
antikora bağlanır. Bu bağlanma ile mast hücresinde önceden
mevcut (histamin, serotonin gibi) mediatörler ve antijen
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
KRONİK ASTIM TEDAVİSİ
Özkan KARAMAN ve Ark.
Allerjenler ile
tekrarlayan
karşılaşmalar
Nedensel faktörler
Allerjenler, mesleksel uyarılar
Predispozan faktör
Genetik, atopi
Sensitizasyon
Yardımcı faktörler
Sigara, solunum yolu enfeksiyonları
Hava kirliliği, düşük doğum ağırlığı
Enflamasyon
Bronş hiperreaktivitesi
Tetikleyici faktörler
Allerjenler, solunum yolu
enfeksiyonları, egzersiz,
katkı maddeleri, ilaçlar
Yapısal
değişiklikler
Havayolu obstruksiyonu
Semptomlar
hiperreaktivitesini arttırır b) Bronkospazm yapar c)
Vasküler permeabiliteyi arttırır d) Mukus sekresyonunu
uyarır e) Eozinofillerin toplanmasını arttırır.8-9 Astımın
oluşumunda allerjik reaksiyon dışında solunum yoluna
etkili nöral mekanizmalar da rol oynar.7,8
Astım tanısı çoğu zaman tekrarlayan solunum sıkıntısı, öksürük atakları ve vizing yakınmalarının varlığında
konur. Şikayetlerin mevsimsel değişkenliği, ailede atopik
veya astımlı birey varlığı da, astım tanısını düşündüren
önemli bulgulardır. Günümüzde astım klinik bulgular,
solunum fonksiyon testleri ve ilaç ihtiyaçlarına göre dört
ana grupta incelenmektedir (Tablo 1).7
Şekil 1. Enflamasyon, havayolu duyarlılığı, semptom ilişkisi.
Astım Tedavisi
Risk faktörlerinden korunma
serotonin gibi) mediatörler ve antijen bağlanmasından sonra
yapılan mediatörler (Lökotrienler, prostoglandinler)
degranüle olarak perifere salınırlar ve birkaç dakikada gelişen erken faz reaksiyonuna yol açarlar. Bu mediatörlerin
ortak etkileri düz kas kasılımını, damar geçirgenliğini ve
mukus sekresyonunu arttırmalarıdır. Geç faz reaksiyonu ise
6-8 saat sonra gelişir. T hücresi, mast hücresi ve aktive olmuş epitel hücresinden salınan IL-3, IL-5 ve GM-CSF kemik iliğinde eozinofil farklılaşmasına ve çoğalarak dolaşıma
geçmesine yol açarlar. Dolaşıma geçen eozinofil ve lökositlerin reaksiyon bölgesinde damarda kalabilmeleri E-P selektin, ICAM-1 ve VCAM-1 ile olur. Bu bölgede eozinofillerin
damardan dokuya geçişi de eotaksin 1, eotaksin 2, eotaksin
3, RANTES, MCP-3, MCP-4 gibi kemokinler ile sağlanır.
Eozinofil içeriğinde bulunan toksik ürünler olayın geçtiği
bölgede doku hasarına yol açar. Remodelling (Yeniden
yapılanma) diye adlandırılan bu olaylar havayolunun geri
dönüşümsüz değişimine neden olur.7,8
Astımda Th2 düzeyi artmıştır. Th2; IgE ve IL-4, IL-5,
IL-6, IL-10, IL-13 sentezinde rol oynar. Astım tedavisinde
amaç Th2’yi azaltıp, Th1’i arttırmaktır. Çünkü Th2’den
salınan IL-4 ve IL-13 IgE sentezinin artmasında, IL-3, IL-5
ve GM-CSF ise eozinofilik inflamasyon oluşumunda rol
oynar. Bronşiyal astım patogenezinde rol oynayan en önemli mediyatörlerden biri de sisteinil lökotrienlerdir.
Sisteinil lökotrienleri salgılayan hücreler arasında
makrofajlar, bazofiller, eozinofiller, monositler ve mast
hücreleri vardır. Lökotrienler, membran fosfolipidlerindeki
araşidonik asidin yıkım ürünleridir. Normalde araşidonik
asit, siklooksijenaz enzimi aracılığıyla yıkılır ve
prostoglandinler, tromboksan gibi maddeler oluşurken,
siklooksijenaz enziminin inhibe olması ile (aspirin,
nonsteroidal antiinflamatuvar ilaçlar etkisiyle olur)
araşidonik asit lipooksijenaz enzimiyle yıkılır ve açığa
lökotrienler çıkar. Lökotrienlerin etkileri: a) Astımda bronş
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Primer korunma: Hastalıkla ilgili olduğu bilinen
risk faktörlerine karşı, hastalık oluşmadan önce korunma
sağlanmasıdır. Allerjik sensitizasyon astım gelişimi için en
önemli risk faktörüdür ve antenatal dönemde başladığı
düşünülmektedir. Hamilelik sırasındaki annenin sigara
içiminin bebeğin akciğer gelişimini
etkilediği, anneleri sigara içen infantların, ilk yıllarında diğer çocuklara göre dört kat daha fazla vizing atağı
geçirme riski taşıdıkları gözlenmiştir.9 Ayrıca gebelikte
annenin sigara içiminin, allerjik sensitizasyonu arttıracağı
yönünde de kanıtlar mevcuttur.10
Sekonder
korunma:
Allerjene
primer
sensitizasyonun oluştuğu, fakat hastalığın henüz oluşmadığı dönem için korunmadır. Amaç kronik persistan astım
gelişimini önlemektir. Bu konuda yapılan çalışmalar, yaşamın ilk bir-iki yılına odaklanmıştır7. Allerjik hastalıklardan ikincil korunmada, ketotifen ve setrizin kullanımı da
denenmiş, fakat bu yolla sensitizasyonun engellemesinden
çok semptomların maskelendiği görülmüştür.
Tablo 1. Astım sınıflaması.
AĞIRLIĞIN BELİRLENMESİ
Semptomlar
Step 4
Ağır persistan
Gece semptomları
Sürekli
Sık
Aktiviteyi kısıtlar
FEV 1 veya PEF
≤ %60
PEF değişkenliği
> %30
Günlük
Haftada > 1
Orta persistan Aktiviteyi etkiler
% 60-80
PEF değişkenliği
> %30
Haftada > 2
Hafif persistan ancak hergün
değil
Ayda > 2
≥ %80
PEF değişkenliği
%20-30
Ayda ≤ 2
≥ %80
PEF değişkenliği
< %20
Step 3
Step 2
Step 1
Hafif
intermittant
Haftada < 1
Asemptomatik
Ataklar arasında
PEF normal
75
Özkan KARAMAN ve Ark.
KRONİK ASTIM TEDAVİSİ
Tersiyer korunma: Allerjenden ve astımı tetikleyen
faktörlerden kaçınmayı amaçlar. Bu şekilde hastalığın
alevlenmesi önlenilmeye çalışılır.7 Bu aşamada, ev içi ve
ev dışı allerjenlerden, hava kirliliğinden uzak durulması
önerilmektedir. Ev tozu akarlarından korunmak için nem
oranının %50’nin altında tutulması, odaların sık sık havalandırılması, yün yatak, yorgan kullanılmaması, özellikle
yatak odalarındaki halıların ve tüylü oyuncakların kaldırılması, yatak ve nevresimlerinin haftada bir kez en az
60ºC su ile yıkanması, allerjen geçirmeyen kılıfların kullanılması, yatak odasında az eşya bulundurulması önerilmektedir.
Korunmada hijyen teorisinden de bahsedilmektedir.
Buna göre, hijyenik ortam ve enfeksiyonlara azalmış
maruziyetin, batılı ülkelerde artmış atopik hastalıklar ile
ilişkili olduğu ileri sürülmüştür. Özellikle feko-oral yolla
bulaşan mikrobik hastalıklar ile maruziyeti olan kişilerde,
solunum sistemi allerjilerinin daha seyrek olduğu gösterilmiştir. Kırsal kesimde yaşayan insanlarda daha geniş aile
yapısının, kömür ve odun ile ısınmanın, daha az sigara
içiciliğinin, değişik beslenme alışkanlıklarının, özellikle de
daha çok çiftlik ve kümes hayvanı ile maruziyetin atopi
sıklığını azalttığı ispatlanmıştır 7.
Çocuklarda astım tedavisi uluslararası uzlaşı raporlarına göre yapılmaktadır. Bu uzlaşı raporları arasında en
önemlilerden biri olarak kabul edilen ve en yaygın kullanılanı 2002’de yayınlanan GINA (Global Initiative for
Asthma) raporudur.
Bu tedavi programının amacı; minimal semptom, kurtarıcı tedaviye ihtiyaç duyulmaması veya nadiren duyulması, atak olmaması, fiziksel aktivitelerde kısıtlama olmaması, normal akciğer fonksiyonlarının sağlanmasıdır (FEV1
ve/veya PEF’in beklenen değerin % 80’inin üzerinde olması). Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar semptom giderici
ve kontrol edici ilaçlar olarak iki gruba ayrılır (Tablo 2).
Steroidler:
minde azalma, beta 2 adrenerjik cevabın artışı ile göstermektedirler. Kortikosteroidlerin etkileri birçok hücredeki
intrasellüler glukokortikoid reseptörlere bağlanmaları ile
başlar ve bu bağlanma sonrasında hedef genlerin transkripsiyonunun
regülasyonu
sağlanır.11
Astımda
ise,
inflamasyon kontrolü bu gen transkripsiyonunun
inhibisyonu ile olur 12. Kortikosteroidler, özellikle IL-1, IL2, IL-3, IL-4, IL-5, IL-6, IL-13, GM-CSF ve TNF-α üzerinden etkilerini göstererek sitokinlerin transkripsiyonunun
inhibisyonunu sağlarlar.13,14 Glukokortikoidlerin düzenli
kullanımı ile öksürük, vizing, dispne, fizik aktivite kısıtlılığı hızla düzelmekte ve hiperreaktivite azalmaktadır. İnhale
steroidlerin yan etkileri doza bağımlıdır. Doz arttıkça (özellikle 800µg/gün üstünde) yan etki görülmesi olasılığı
artar. Kemikte osteoporoz ve fraktür, büyümede gerilik,
adrenal supresyon, katarakt, oral kandidiazis, hipotalamohipofizer aks üzerine etkiler yüksek dozlarda oluşabilecek
yan etkiler arasındadır.
İnhale kortikosteroidler ile semptomlarda iyileşme
günler içinde, solunum fonksiyon testlerinde maksimal
iyileşme birkaç hafta sonra, havayolu hiperreaktivitesinde
iyileşme ise aylar sonra ortaya çıkmaktadır 7.
Topikal kullanımda, ölçülü doz inhaler ile steroidin ağızda ve farenkste kalan kısmı yutulmakta (%80) ve
gastrointestinal sistemden absorbe edilerek sistemik etkiye
neden olmakta, %10-30’u ise, akciğerlere giderek lokal etki
göstermektedir. İnhale steroidlerin biyoyararlılıkları
beklametazon dipropionatta %20, budesonidde %11,
flutikazon dipropionatta %1’dir.7 İnhale kortikosteroidlerin
özel aracı cihazlar “spacer” yardımı ile kullanılması, lokal
etkiyi artırır ve dolayısı ile sistemik yan etkileri azaltır. Yaşa
göre inhalasyon cihazı seçimi Tablo 3’te gösterilmiştir.
Günümüzde ilaçlar dört şekilde inhalasyon yolu ile
çocuklara verilebilir:
1.Ölçülü doz inhaler
2. Ara cihaz (spacer) ile birlikte ölçülü doz inhaleri
İnhale kortikosteroidler her aşama persistan astımda
en etkili olan ilaçlardır 7. Kortikosteroidler ayrıca astım
tedavisinde bilinen en güçlü antiinflamatuar ajanlardır.11
Etkilerini inflamatuar hücre fonksiyon ve aktivasyonunun
azalması, vasküler kaçağın stabilizasyonu, mukus üreti-
3. Kuru toz inhaler
4. Nebülizer
Sistemik steroidler
Sistemik steroidler ağır astımda diğer tedavilere eklenebilir. Ayrıca her basamakta astım kontrolünde güçlük
yaşandığında kısa süreli o basamak tedavisine eklenir 7.
Antilökotrien ilaçlar
Tablo 2. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar.
Semptom gidericiler
Kontrol ediciler
Hızlı etkili inhale beta-2 agonist
Sistemik kortikosteroidler
Antikolinerjikler
Metilksantinler
Kısa etkili oral beta-2-agonist
İnhale kortikosteroidler
Sistemik kortikosteroidler
Kromonlar
Metilksantinler
Uzun etkili inhale beta-2-agonist
Uzun etkili oral beta-2- agonist
Antilökotrien ilaçlar
76
Sisteinil lökotrienlerin etkisini bloke ederler. Bu etkiyi ya sisteinil lökotrien reseptör antagonisti olarak
(montelukast, pranlukast, zafirlukast gibi) veya 5lipooksijenaz inhibitörü olarak (zileuton gibi) gösterirler.
Montelukast 2-6 yaş arasında 4 mg/gün, 6-14 yaş arasında
5 mg/gün, 15 yaş üstünde 10 mg/gün tek doz kullanılmaktadır. Zafirlukast 7 yaş ve üstünde günde 2 doz, 10 mg
şeklinde verilir. Bugün ulusal ve uluslar arası uzlaşı raporTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
KRONİK ASTIM TEDAVİSİ
Özkan KARAMAN ve Ark.
Tablo 3. Çocuklarda kullanılan inhaler cihazlar.
Yaş grubu
Tercih edilen cihaz
Alternatif cihaz
4 yaştan küçük
4-6 yaş
6 yaştan büyük
Ölçülü doz inhalerlerin maskeli uygun bir ara kamara ile kullanımı
Ölçülü doz inhalerlerin ağız parçalı Xuygun bir ara kamara ile kullanımı
Kuru toz inhaler, veya ölçülü doz inhalerlerin bir ara kamara ile kullanımı
Yüz maskesi ile nebulizer tedavi
Yüz maskesi ile nebulizer tedavi
Ağız parçasıyla nebulizer tedavi
larında, çocukluk çağı persistan astımında lökotrien reseptör
antagonistlerinin
kullanımı
önerilmektedir.7
Antilökotrien ilaçların dört özelliği astım tedavisinde kullanılan ilaçlara göre avantaj olarak ileri sürülmektedir.
Bunlar;15 günde tek doz kullanılması nedeni ile yüksek
hasta uyumu (Zafirlukast dışında), kontrol edici ilaçlar
grubunda olmasına rağmen bronkodilatatör etkilerinin
olması, tek bir ilaçla astım ve allerjik rinite etki edebilmesi,
şimdiye kadar bildirilen ciddi yan etkisinin olmamasıdır.
Kromonlar
Kromolin sodyum ve nedokromil sodyum, kronik astım tedavisinde benzer özellikleri olan iki farklı
antiinflamatuar ilaçtır. Akciğerlerden hızla absorbe edilir
ve kullanımı güvenlidir. Her iki ilacın da bronkodilatatör
etkinliği yoktur fakat havayolu aşırı duyarlılığını, allerjenin
neden olduğu erken ve geç dönem bronkokonstrüksiyonu,
inflamatuar hücre aktivasyonunu ve mediatör salınımını
azalttıkları gösterilmiştir.16 Etki mekanizması tam olarak
bilinmemekle birlikte mast hücresinden IgE bağımlı
mediatör salınımını ve hedef hücredeki klor kanallarını
inhibe ettiği, bunun yanısıra makrofaj, eozinofil ve monosit
inhibisyonuna neden olduğu ileri sürülmektedir.
Kromonlar yan etkileri olmadığından güvenle kullanılabilen ilaçlardır ancak 22 kontrollü çalışmayı kapsayan bir
metaanalize göre, kromonların çocuklarda plasebodan
farklı bir etkilerinin olmadığı ileri sürülmüştür.17
Metilksantinler
Teofilin, metilksantin grubundan hafif antiinflamatuar
etkisi olan bronkodilatatör bir ilaçtır. Çocuk ve erişkinlerde
yavaş salınımlı teofilin preparatları astım tedavisinde kontrol edici ilaç olarak kullanılabilmektedir.17 Teofilin serum
düzeyi karaciğerden metabolize olduğu için yaş, diyet,
hastalık durumu, ilaç etkileşimleri gibi çeşitli değişkenlerden etkilenebilir. Ayrıca teofilin doz ile ilişkili yan etkilere
de neden olabilir. Özellikle gastrointestinal semptomlar,
teröpatik dozlardaki ilaç seviyelerinde bile tolere edilemeyebilirler. Teröpatik doz ve toksik doz birbirine yakındır ve
ilacın dozunu ayarlamak kolay olmayabilir. GINA rehberinde, yavaş salınımlı teofilinlerin, fiyat avantajları nedeni
ile gerektiğinde inhale steroidlerin yerine ya da inhale
steroidler ile birlikte kullanılabilecekleri belirtilmiştir.7
Uzun etkili beta-2 agonistler
Salmeterol, formoterol, xinofoate uzun etkili beta 2
agonistlerdir ve potent bronkodilatasyon yaparlar. Astım
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
tedavisinde primer rolleri, inhale kortikosteroid tedavisine
eklenmeleridir. İlk tercih olarak ve tek başlarına başlanmaları önerilmemektedir. Uzun etkili beta-2 agonistlerin
mikrovasküler
kaçışı
inhibe
ettikleri,
inhale
kortikosteroidlerin eozinofil hücre ölümünü artırdıklarına
dair gösterilmiş antiinflamatuar etkileri mevcuttur.15,20 İnhale
kortikosteroidler
ile
kullanımlarının,
inhale
kortikosteroidlerin dozlarının iki katına çıkarılmasından daha
etkili olduğu gösterilmiştir.20 Beta-2 agonistlerin, insan
akciğer fibroblast ve vasküler düz kas hücreleri üzerinde
glukokortikoid reseptörlerini aktive ettikleri gösterilmiştir.
Bu durum, birlikte kullanımlarının sinerjistik etkisini destekler niteliktedir.21 Ağır egzersiz öncesi tek başlarına kullanılabilirler. Formoterol inhale etkisi üç dakikada başlar,
maksimal etki 30-60 dakikada gerçekleşir.22 Salmeterol daha
yavaş etkilidir, etkisi 10-20 dakikada görülmeye başlar.23 Bu
nedenle akut astım atağında kullanımları önerilmemektedir.
Tavsiye edilen doz, formoterol için altı yaş üzerindeki çocuklarda günde iki kez 4.5 µg, salmeterol için dört yaş üzerindeki çocuklarda günde iki kez 50µg’dır.7 Oral uzun etkili
beta 2 agonist; havayolu düz kas hücrelerini gevşetir,
mukosilier klirensi artırır, vasküler geçirgenliği azaltır, mast
hücreleri ve bazofillerden mediatör salınımını engeller.
Özellikle gece semptomlarında etkindir.7
Rahatlatıcı İlaçlar
Bronş düz kasında gevşemeye neden olarak semptomları hafifletirler veya giderirler. Kısa etkili beta 2 agonistler
(Salbutamol ve terbutalin), teofilin, inhale antikolinerjikler
ve oral steroidler bu grupta yer alan ilaçlardır.
Salbutamol ve terbutalin, ülkemizde bulunan kısa etkili
beta 2 agonistlerdir. Akut bronkospazmın tedavisinde mevcut en etkili bronkodilatatörlerdir. Bir astımlı hasta için, az
sayıda kısa etkili bronkodilatatör ihtiyacının olması başarılı
bir astım tedavisi uygulandığının en değerli göstergesidir.
Bronş düz kasını gevşetmenin yanında mukosilier klirensi
arttırmakta, vasküler geçirgenliği azaltmakta ve mast hücresi
ve bazofilden mediatör salınımını baskılamaktadırlar. Tremor, anksiyete ve taşikardi en sık rastlanan istenmeyen
etkileridir. Oral kullanımları ile hem daha sık istenmeyen
etki hem de inhale formlarına göre daha zayıf
bronkodilatasyon sağlanmaktadır. Bu nedenle inhale formları tercih edilmelidir. İpratropium bromid, postganglionik
efferent vagal uyarıyı bloke ederek bronkodilatasyon oluşturmaktadır. Beta 2 agonistlere göre hem daha az potent
bronkodilatatördür, hem de maksimum etkiye ulaşması için
77
Özkan KARAMAN ve Ark.
KRONİK ASTIM TEDAVİSİ
daha fazla süre gerekir. Ancak kombine kullanımlarında
additif etki gösterebildiklerini ileri süren çalışmalar mevcuttur. Özelikle beta 2 agonistlere bağlı taşikardi ve tremor gibi
istenmeyen etki görülen hastalarda kullanılmaları önerilir.
Ağız kuruluğu ve ağızda kötü tat en sık görülen istenmeyen
etkilerdir.7 Astım tanısı konan hastaların izlenmesi, verilecek
ilaçların seçilmesi, semptomlarının sıklığı, ağırlığı, solunum
fonksiyon testleri dikkate alınarak uluslararası uzlaşı raporlarına göre yapılmaktadır (Tablo 4).7
Kronik Astımda Alternatif Tedaviler:
İmmunoterapi:
Astımda immunoterapi, astım semptomlarına primer
bir allerjenin yol açtığı anamnez ve deri testi ile kanıtlanmış olgulara uygulanabilmektedir. Allerjenden tamamen
uzaklaşmanın mümkün olmaması, ilaç tedavisinden yeterli
cevap alınamaması gibi durumlarda, elde mevcut allerjen
ekstrelerinin kalitesi, maliyeti ve olası riskler de göz önünde bulundurularak karar verilmelidir. Çocuklarda erişkinlerden daha etkili olduğu, allerjik rinitte ve
rinokonjuktivitte de daha etkili bir tedavi şekli olduğu
gösterilmiştir. Astımda esas tedavi medikaldir. Ancak
korunma ve medikal tedavi ile yeterli yanıt alınamayan
hafif ve orta astımlı hastalarda immunoterapi uygulanabilir.
Multipl allerjen duyarlılığı olan ve/veya nonallerjik uyarılara duyarlılığı olan hastalar spesifik immunoterapiden
yarar görmezler.
Beş yaşın altında da immunoterapi uygulanması önerilmez.
Spesifik immunoterapiye bağlı ölümcül reaksiyonlar
ve istenmeyen yan etkiler semptomatik hastalarda daha
sık gözlendiğinden, hastalar enjeksiyon sırasında mutlaka
asemptomatik olmalıdırlar. İmmunoterapinin yapılabilmesi için farmakolojik tedavi ile FEV1 veya PEF’in
öngörülenin en az %70’i olması gerekmektedir. Hastaların enjeksiyondan sonra en az 30 dakika gözlenmeleri de
önerilmektedir.24
Astımda yeni tedavi yaklaşımları:
Astımda güncel tedavilerin hiçbiri küratif değildir ve
hastalığın doğal seyrini değiştirememektedir. Bu nedenlerle ve astım patogenezinin daha iyi anlaşılması ile
allerjik yanıtın inhibisyonunda etkili birçok yeni tedavi
gündeme gelmiştir. Bunlar arasında IgE ve sitokinlerin
bloke edilmesine yönelik tedavi girişimleri ön planda
görülmektedir.25
Anti IgE tedavisi:
Omalizumab (Rhu-MAb-E25) IgE’nin reseptöre bağlanan bölgesine karşı geliştirilmiş yeni anti-IgE antikorudur. Bu bağlanma, bağlanmamış IgE ile gerçekleşerek
IgE’nin mast hücrelerine bağlanmasını engeller ve aktive
olmamasını sağlar. Semptomları ve steroid ihtiyacını azaltmada etkilidir. Ancak solunum fonksiyon testlerine
etkisi fazla değildir. 2-4 hafta arayla 7 aya kadar tedavi
önerilmektedir.26
IVIG (intravenöz immunglobulin) tedavisi
Yıllarca primer immun yetmezlik tedavisinde kullanılan IVIG’in son yıllarda antiinflamatuvar aktivitesinin
olduğu ve bunun yüksek konsantrasyonlarda ortaya çıktığı
gösterilmiştir. Ağır refrakter astımda IVIG alternatif bir
Tablo 4. Çocuklarda astım tedavi protokolü (GINA 2002).
Tüm basamaklarda; günlük idame tedavi ile birlikte hızlı etkili β -agonistler ihtiyaç halinde semptomların giderilmesinde kullanılabilir,
fakat günde 3-4 dozu geçmemelidir
Hastalığın şiddeti
Günlük idame tedavi
Diğer tedavi seçenekleri
Basamak 1
İntermitant astım
Basamak 2
Hafif Persistant astım
Gereksiz
İnhale kortikosteroidler (100-400 µg
budesonid veya eşdeğeri)
Yavaş salınımlı teofilin veya
Kromolinler veya
Lökotrien antagonistleri
Basamak 3
Orta persistant astım
İnhale kortikosteroidler (400-800 µg
budesonid veya eşdeğeri)
İnhale kortikosteroidlerle beraber yavaş salınımlı teofilin veya İnhale
kortikosteroidlerle beraber uzun etkili inhale β-agonist veya Yüksek
doz inhale kortikosteroid (>800 µg budesonid veya eşdeğeri) İnhale
kortikosteroidlerle beraber lökotrien antagonistleri
Basamak 4
Şiddetli persistant astım
İnhale kortikosteroid (>800 µg budesonid veya eşdeğeri)
ile birlikte ihtiyaç halinde aşağıdakilerden
bir ya da fazlasının eklenmesi:
-Yavaş salınımlı teofilin
-Uzun etkili inhale β-agonist
-Lökotrien antagonistleri
-Oral kortikosteroidler
Tüm basamaklarda; astım en az son 3 aydır kontrol altında tutuluyor olmalı, idame tedavi dereceli azaltılarak hastalığı kontrol
altında tutabilen minumum doza indirilmelidir
78
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
KRONİK ASTIM TEDAVİSİ
Özkan KARAMAN ve Ark.
tedavi seçeneği olarak sunulmaktadır. Etki mekanizması
halen bilinmemektedir. IVIG, serum IgE seviyesini düşürür, steroidlerin bağlanmasını arttırır ve T hücrelerinin
sitokin salgılamasını azaltır.27
4.
5.
6.
Suplatast tosilate
Bu ilacın kobaylarda hava yolu hiperreaktivitesini
baskıladığı, insanda IgE sentezini azalttığı ve farelerde
peritoneal eozinofiliyi azalttığı gösterilmiştir. Bu ilacın
Th2 hücrelerinden sitokin üretimini baskılayarak etki sağladığı invitro olarak gösterilmiştir. Mononükleer hücrelerden IL-5 üretimini azaltırken, IL-4 ve IFN-gama üretimine
etkisi fazla yoktur28
Antisitokin Tedavileri
Anti sitokin tedavide ilk hedef IL-5, IL-4, IL13 ve
TNF-α olmuştur. Anti IL-5 bu amaçla denenmiş, sonuçlar
iyi bulunmamıştır. Soluble IL-4 reseptör antagonistleri
inhale steroid kullanan orta şiddette astımda klinik yarar
sağlamıştır. Anti IL-13 ve anti TNF-α halen araştırılmaktadır.29
Anti CD4+ monoklonal antikor (Keliximab) ile çalışmalar devam etmektedir. T hücre proliferasyonunu azalttığı saptanmıştır.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
Siklosporin A, astımda oral veya intratrakeal kullanımı ile antijenin indüklediği CD4+ T lenfosit ve
eozinofillerin akciğerde toplanması azalmakta, IL-5
mRNA ekspresyonu akciğer dokusunda azalmakta ve
hiperreaktivite azalmaktadır.
Roflumilast, benzamid derivelerinden potent ve
selektif PDE4 inhibitörüdür, invitro ve invivo etkinliği ile
kronik inflamatuvar hastalıklar olan astım ve kronik
obstrüktif pulmoner hastalıklarda kullanılabilir. Akut
allerjenin indüklediği bronkokonstrüksiyonda ve astımın
erken ve geç faz hava yolu hiperreaktivitesinde selektif
inhibitör rol oynadığı düşünülmektedir.
İbudilast, PDE4’ü potent bir şekilde inhibe ederek
antiinflamatuvar etki göstermektedir. Bronş düz kaslarını
gevşetici etkisi ile birlikte antiinflamatuvar etkisi ile astımın patofizyolojisinde rol oynayan kimyasal mediyatörleri
antagonize ettiği düşünülmektedir.30
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
The ISAAC steering commity worldwide variations in the prevalance of
symptoms of asthma, allergic rhinoconjuctivitis and atopic eczema. The international study of asthma and allergies in childhood. Lancet1998;122532.
Akcakaya N, Kulak K, Hassanzade A, Camcıoğlu Y, Cokuğras H. Prevalance
of bronchial asthma and allergic rhinitis in İstanbul school children. European
Journal of Epidemiology 2000;16:693-9.
Karaman O, Türkmen M, Uzuner N. Allergic disease prevalance in Izmir.
Allergy 1997;52:689-90.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
26.
27.
28.
29.
Xuan W, Marks GB, Toelle BG, et al. Risk factors for onset and remission
of atopy, wheeze and airway hyperesponsiveness. Thorax 2002;57:104-9.
Liu AH, Spahn JD, Leung DYM. Childhood Asthma. In: Behrman RE,
Kliegman RM, Jenson HB, eds. Nelson Textbook of Pediatrics, 17th ed.
Unites States of America: WB Saunders Company: 2004. p.760-74.
Akcakaya N, Kulak K, Hassanzade A, Camcıoğlu Y, Cokuğras H. Latex
allergy the incidence among Turkish children with atopic disease and with
neural tube defects. Allergol Immunpathol 1999;27:141-4.
Global strategy for asthma management and prevention. Mechanism of
asthma. National Institutes of Health. NIH publication no:02-3659,
2002;50-6.
Warner JO. Guideline for treatment of asthma. In: Leung DYM, Sampson
HA, Geha RS, Szefler SJ, eds. Pediatric Allergy: Principles and Practice.
Unites States of America: Mosby: 2003. p.350-6.
Martinez FD, Wright AL, Taussig LM, Holberg CJ, Halonen M, Morgan
WJ. Asthma and wheezing in the first six years of life. The Group Health
Medical Associates. N Engl J Med 1995 19;332:133-8.
Cook DG, Strachan DP, Carey IM. Health effects of passive smoking.
Parental smoking and spirometric indices in children. Thorax.
1998;53:884-93.
Barnes PJ. Mechanisms of action of glucocorticoids in asthma. Am J
Respir Crit Care Med. 1996;154:21-6.
Lemanske RF Jr, Busse WW. Asthma. J Allergy Clin Immunol.
2003;111:502-19.
Anderson GP. Interactions between corticosteroids and beta-adrenergic
agonists in asthma disease induction, progression, and exacerbation. Am J
Respir Crit Care Med. 2000;161:188-9.
Chung KF. The complementary role of glucocorticosteroids and longacting beta-adrenergic agonists Allergy. 1998;53:7-13.
Holgate ST, Bradding P, Sampson AP. Leukotriene antagonists and
synthesis inhibitors: new directions in asthma therapy. J Allergy Clin Immunol 1996;98:1-13.
Schwartz HJ, Blumenthal M, Brady R, et al. A comparative study of the
clinical efficacy of nedocromil sodium and placebo. How does cromolyn
sodium compare as an active control treatment? Chest. 1996;109:945-52.
Tasche MJ, Uijen JH, Bernsen RM, de Jongste JC, van der Wouden JC.
nhaled disodium cromoglycate (DSCG) as maintenance therapy in children
with asthma: a systematic review. Thorax. 2000;55:913-20.
Weinberger M, Hendeles L Theophylline in asthma. N Engl J Med. 1996
23;334:1380-8.
Anenden V, Egemba G, Johnson M. Salmeterol facilitation of fluticasone
induced apopitosis in eosinophils of asthmatics pre end and post antigen challenge. Eur Respir J 1998;(supply) 12:157.
Greening AP, Ind PW, Northfield M, Shaw G. Added salmeterol versus
higher-dose corticosteroid in asthma patients with symptoms on existing
inhaled corticosteroid. Allen & Hanburys Limited UK Study Group. Lancet. 1994 23;344:219-24.
Eickelberg O, Roth M, Lorx R et al. Ligand-independent activation of the
glucocorticoid receptor by beta2-adrenergic receptor agonists in primary
human lung fibroblasts and vascular smooth muscle cells. J Biol Chem.
1999 8;274:1005-10.
Graff-Lonnevig V, Browaldh L. Twelve hours' bronchodilating effect of inhaled
formoterol in children with asthma: a double-blind cross-over study versus salbutamol. Clin Exp Allergy. 1990;20:429-32.
Barbato A, Cracco A, Tormena F, Novello A Jr. The first 20 minutes after
a single dose of inhaled salmeterol in asthmatic children. Allergy.
1995;50:506-10.
Bousquet J, Lockey R, Malling HJ, et al. Allergen immunotherapy: therapeutic vaccines for allergic diseases. World Health Organization. American
academy of Allergy, Asthma and Immunology. Ann Allergy Asthma Immunol. 1998;81:401-5.
Legg J, Warner J. Asthma--the changing face of drug therapy. Indian J
Pediatr. 2000;67:147-53.
Babu KS, Arshad SH, Holgate ST. Anti-IgE treatment: an update. Allergy.
2001;56:1121-8.
Rabinovitch N, Gelfand EW, Leung DY. The role of immunoglobulin
therapy in allergic diseases. Allergy 1999;54:662-8.
Stirling RG, Chung KF. New immunological approaches and cytokine
targets in asthma and allergy. Eur Respir J 2000;16:1158-74
Barnes PJ. Cytokine-directed therapies for asthma. J Allergy Clin Immunol. 2001;108:72-6.
30. Schmidt BM, Kusma M, Feuring M, et al. The phosphodiesterase 4 inhibitor roflumilast is effective in the treatment of allergic rhinitis. J Allergy
Clin Immunol. 2001;108:530-6.
79
Reha CENGİZLİER
SOLUNUM FONKSİYON TESTİ VE KULLANIMI
Solunum Fonksiyon Testi ve Kullanımı
PULMONARY FUNCTION TESTS AND THEIR APPLICATIONS
Dr. Reha CENGİZLİERa
a
Allerji Kliniği, SB Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ANKARA
Özet
Abstract
Solunum fonksiyon testi (SFT), solunum sistemi ve fonksiyonları hakkında objektif, değerli bilgiler veren testlerdir. Solunum sistemini ilgilendiren hastalıklarda tanı koyma, hastalığın özelliklerini ve
şiddetini belirleme, tedaviye cevabı izleme gibi konularda yardımcıdır. Klinik pratikte, en sık kullanılan SFT, spirometrik ölçümlerdir. Bu
ölçümlerin değerlendirilmesi, klinik bulgularla ilişkilendirilmesi,
yorumlanması, konu ile ilgilenen her hekimin bilmesi gereken temel
bilgilerdir. Bu yazıda, SFT ile ilgili temel pratik bilgiler ve özellikle
obstrüktif ve restriktif hastalıkların SFT bulguları tartışılmıştır.
Pulmonary function test (PFT) is a valuable resource for the diagnosis and management of patients with disorders affecting the
respiratory system. It is helpful in the diagnosis, evaluation of speciality and severity of the pulmonary and related diseases, and follow-up
the treatment. In clinical practice, spirometry is the most useful PFT
measurement. The evaluation and comment of the spirometric results,
and their relation to clinical findings are important subjects; and must
be known by all practitioners interested in these subjects. In this
article, basic practical knowledge about PFT, and especially PFT
findings of obstructive and restrictive disorders are discussed.
Anahtar Kelimeler: Solunum fonksiyon testi, spirometri,
obstrüktif hastalıklar, restriktif hastalıklar
Key Words: Pulmonary function tests, spirometry,
obstructive disorders, restrictive disorders
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):80-84
S
olunum fonksiyon testleri, solunum sistemi hastalıklarının değerlendirilmesinde güçlü araçlardır.
Tanıya yardımcı olmak yanısıra, hastalığın ciddiyetinin objektif bir şekilde değerlendirilmesine ve tedaviye
yanıtın takibine yardımcı olurlar. Testler, elle kullanılan
veya elektronik aletlerle yapılan basit spirometriden, sadece özel laboratuvarlarda yapılabilen komplike testlere
kadar değişebilir. Raporların çoğunda sonuçlar alet tarafından yorumlanır. Ancak testi isteyen hekimin ne istediğini,
neyi görmek istediğini bilmesi ve sonuçlarını da kendi
yorumlayabilmesi gerekir.
Normal Değerler
Sonuçlar, genellikle o ırk, yaş, cins, boy ve kilo için
öngörülen veya referans değerlerle karşılaştırılarak yorumlanır. Testler bir hastalık modeline uymuyorsa, testleri
sadece öngörülen değerlere göre yorumlamak yanıltabilir.
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Reha CENGİZLİER
SB Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları,
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Allerji Kliniği, ANKARA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
80
Hekim, diagramdaki eğrileri ve değerleri kendi yorumlayabilmelidir.
Büyüme ve Yaşın Akciğer Fonksiyonu Üzerindeki
Etkisi
Çocukların boyları uzarken, akciğerleri de büyür. Kızlarda 16, erkeklerde 18 yaş civarında büyüme durur. Ancak
akciğer fonksiyonları 30’lu yaşlara kadar gelişmeye devam
eder. 20-30 yaş arası plato yapar, orta yaştan yaşlılık dönemine kadar yavaş ve sabit bir şekilde azalmaya başlar.
Üç-6 yaş arası çocuklarda solunum fonksiyon testi
uygulaması büyük beceri ve sabır gerektirir. Genellikle 6
yaş üstü çocuklar teste koopere olurlar. Normal (tidal)
solunum sırasında solunumun akım ve basıncının ölçümü
bazı bilgiler verebilir. Ekspiratuvar akım, sedatize edilmiş
bebeklerde şişirilebilen yelek yardımı ile ölçülebilir. Yine
sedatize edilmiş bebeklerde gaz difüzyonu veya
pletismografik yöntemlerle fonksiyonel rezidüel kapasite
ve solunum yolu direnci ölçülebilir.
Doğruluk ve Enfeksiyon Kontrolü
Kullanılan cihazların periyodik bakımı, sterilizasyonu
ve tek kullanımlık parçaların mutlaka değiştirilmesi önemTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
SOLUNUM FONKSİYON TESTİ VE KULLANIMI
Reha CENGİZLİER
lidir. Kullanılan cihaza göre önerilen sıklıkta kalibrasyon
yapılmalıdır. Testleri yapan kişinin de deneyimli olması,
hastayı test sırasında eğitmesi, sabırla en iyi sonuca kadar
uğraşması gerekir. Testin geçerli olabilmesi için de test
aşamalarının, önerilen süre ve sınırlar içinde olması şarttır.
PEF: Pik ekspiratuvar akım. (Çoğunlukla pik
(PEFR)ekspiratuvar akım hızı). Zorlu bir ekspirasyon
sırasında elde edilen en hızlı akım.
Solunum fonksiyon testleri; spirometrik ölçümler, akciğer gaz volüm ve dağılım ölçümleri, provokasyon testleri
gibi değişik amaçlarla uygulanabilir. Solunum fonksiyon
testlerini değerlendirirken bazı kısaltmalar kullanılır. Bu
kısaltmalar aşağıda görülmektedir. Şekil 1’de, bir diagram
üzerinde bu kısaltmalarla belirtilen akciğer hacim ve kapasiteleri görülmektedir.2-4
PD20: FEV1’de %20’lik düşüşe neden olan bir uyarının (örneğin metakolin) provokatif dozu.
Solunum fonksiyon testlerini değerlendirirken kullanılan bazı kısaltmalar:
TV: Tidal hacim. Normal nefes alıp verme sırasında,
tek bir nefeste inspire/ekspire edilen hava hacmi.
ERV: Ekspiratuvar reserv hacmi. Tidal ekspirasyonun
sonunda zorlu olarak dışarı çıkarılabilen hava hacmi.
Fonksiyonel rezidüel kapasite ve rezidüel hacim arasındaki
farktır.
VC: Vital kapasite. Zorlu olmayan bir manevra sırasında, maksimal inspirasyondan maksimal ekspirasyona
kadar çıkarılan hava hacmi. Bazan yavaş vital kapasite
(SVC) veya rahat vital kapasite olarak da adlandırılır. Vital
kapasite, inspiratuvar bir manevra ile de ölçülebilir. Maksimal ekspirasyondan (RV), maksimal inspirasyona (TLC)
doğru.
FVC: Zorlu vital kapasite. Zorlu bir maksimum
ekspiratuvar manevra ile dışarı çıkarılan hava hacmidir.
FRC: Fonksiyonel rezidüel kapasite. İnspiratuvar veya ekspiratuvar güç harcamadan rahat bir ekspirasyon
sonunda akciğerlerdeki hava hacmidir.
FEF %25-75 : Zorlu vital kapasitenin %25-75’i kadar
zorlu ekspiratuvar akım.
FEF %50:
Zorlu vital kapasitenin %50’si kadar
zorlu ekspiratuvar akım.
FER: Zorlu ekspiratuvar oran FEV1 / FVC oranı.
FEV1:1 saniyedeki zorlu ekspiratuvar hacim. Zorlu
maksimal ekspiratuvar manevranın ilk saniyesinde dışarı
çıkarılan hava hacmi.
IC: Solunum kapasitesi: Dinlenme expiratuvar seviyeden itibaren inspire edilen maksimum hava hacmi
IRV: İnspiratuvar reserv hacim: Tidal solunumda
ekspirasyon sonundan itibaren inspire edilen maksimum
hava hacmi.
PC20 :FEV1’de %20’lik düşüşe neden olan bir uyarının (örneğin metakolin) provokatif konsantrasyonu.
RV: Rezidüel hacim. Maksimal ekspirasyon sonunda
akciğerlerde kalan hacim.
TLC: Total
akciğer
kapasitesi.
Maksimum
inspirasyonda akciğerler içindeki hava hacmi.
Spirometre
En basit solunum fonksiyon testidir. Tam
inspirasyondan sonra zorlu bir ekspiratuvar manevra esnasında, hava yolu ve akciğer hacimlerinin bir ölçümüdür.
Ölçüm sırasında derin bir inspirasyon, güçlü, hızlı ve üfleyemez duruma gelene kadar verilen derin bir ekspirasyon
yapılmalıdır. Ekspirasyon süresi en az 6 saniye olmalı,
gerektiğinde 15 saniyeye kadar uzatılmalıdır. Öksürükle
kesilen test tekrarlanır. Bir seferde 8 tekrardan fazlası
önerilmez. Sonucu yorumlarken, hastanın kullanmakta
olduğu ilaç varsa göz önüne alınmalıdır. Özellikle hasta
bronkodilatör ilaç kullanıyorsa solunum fonksiyon testi
değerleri o anda ilaç etkisi ile olduğundan daha iyi yansıyabilir. Spirometre verileri, akım-hacim eğrisi olarak sunulabilir. Vertikal aks hava akımını, horizontal aks da hacimi
gösterir.
Şekil 2’de, akım-hacim eğrisi üzerinde normal bir ölçüm, Şekil 3’de ise ölçüm sırasındaki hatalar görülmektedir.
Spirometre ile 3 temel ölçüm sağlanır:
1-Zorlu vital kapasite (FVC)
2-Bir saniyedeki zorlu ekspiratuvar hacim (FEV1)
3-FEV1/FVC oranı (zorlu ekspiratuvar oran FER,
%FEV1 olarak da bilinir).
Spirometre, obstrüktif ve restriktif olmak üzere iki
temel hastalık modelini gösterebilir.
Şekil 1. Akciğer hacim ve kapasiteleri.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Şekil 4’de normal, obstrüktif ve restriktif
spirogramlar görülmektedir.5 Spirometrede hava akımının
azalması, bronkodilatör verilmesinden sonra düzelmesi,
astım tanısını doğrular. İnhale bronkodilatör kullanımından
81
Reha CENGİZLİER
SOLUNUM FONKSİYON TESTİ VE KULLANIMI
sonra FVC ve FEV1 de %12’lik artış, FEF 25-75’de %25’lik
artış astım tanısını destekler.6 Başlangıçta, normal sınır
olan beklenen değerin %80’i veya üzerinde de olsa, yine de
bu artış saptanırsa, astım tanısını destekler.7 Akım – hacim
eğrisi üzerinde inspiratuvar ve ekspiratuvar akım zamanlarının eğrinin hangi diliminde yer aldığı normal bir solunum
fonksiyon testinde Şekil 5’de görülmektedir.
Obstrüktif Akım-Hacim Eğrisi
Hava yolu obstrüksiyonunda, pik ekspiratuvar hacim;
eğrinin maksimum yüksekliği azalır. Hava yolları daraldığı
için akımı da azalır ve eğri konkav olur. Ancak, amfizem
gibi akciğerde doku yıkımı olan durumlarda, ekspirasyon
sırasında hava yolları kollabe olur ve çok daralıp akımı
aşırı düşürür. Bu durumda konkavlık aşırıdır (Şekil 6).
Şekil 2. Akım-hacim eğrisi üzerinde normal bir spirometrik ölçüm
görülmektedir.
Restriktif Akım-Hacim Eğrisi
İnterstisiyel akciğer hastalıklarına bağlı restriktif hastalıklarda, parankimdeki fibrozis nedeni ile akciğer tam
ekspanse olamaz, vital kapasite azalır. Fibrotik doku nedeni ile akciğerin esnek geri çekilme basıncı yükselir, belli
bir akciğer hacminde hava akımı artar. Akciğer küçük ve
sert olduğundan hem FEV1, hem de FVC azalmış olabilir.
Bu durumda pik ekspiratuar akım korunabilir veya beklenenden daha yüksek olabilir. Bu etkiler, akım-hacim eğrisini dar ve uzun hale getirir (Şekil 7). Göğüs duvarı
deformitesi veya nöromüsküler hastalığa bağlı restriktif
hastalıklarda, esnek geri çekilme basıncında artış yoktur ve
vital kapasite azalmasına rağmen, hava akımı; buna bağlı
olarak da ekspiratuvar eğrinin eğimi artmamıştır.
Astım, amfizem gibi intratorasik obstrüksiyonda
ekspiratuar eğri baskılanmış görülür (Şekil 8b). Büyük hava
yollarında obstrüksiyonu göstermede de akım-hacim eğrileri
yararlıdır. Değişken ekstratorasik obstrüksiyonda inspiratuar
eğri baskılanır (Şekil 8c). Sabit obstrüksiyonda hem
inspirium, hem ekspiriuma ait eğriler baskılanır (Şekil 8d).
Şekil 3. Spirometrik ölçüm sırasında yapılan hataların diagrama
yansıması görülmektedir.
Şekil 4. Normal, obstrüktif tip ve restrüktif tip spirogramlar birlikte
görülmektedir.
82
Şekil 5. Akım zamanlarının, akım-hacim eğrisi üzerindeki bölgeleri.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
SOLUNUM FONKSİYON TESTİ VE KULLANIMI
Reha CENGİZLİER
Çocukluk Çağında Görülen Başlıca Obstrüktif ve
Restriktif Hastalıklar
Obstrüktif hastalıklar
Koanal atrezi
Vokal kord paralizisi
Laringeal web
Mekonyum aspirasyonu
Krup
Epiglottit
Kistik fibrozis
Bronşiolit
Bronşial astım
Restriktif hastalıklar
Hyalen membran hastalığı
Pnömoni
Pnömotoraks
Diafragma hernileri
Abdominal distansiyon
Pulmoner ödem
Skolyoz
Müsküler distrofi
Pik Ekspiratuvar Akım
“Pik flov metre” denilen basit bir cihazla ölçülebilen,
muhtemelen en sık kullanılan solunum fonksiyonudur.
Astımda, hava yollarındaki günlük dalgalanmayı ölçmede çok değerlidir. Ancak bu ölçüm, hasta efor ve tekniğine çok bağımlıdır. Aletler arasında da standardizasyon
yeterince olmadığından, normal değerleri gösteren çizelgeler ile hasta ölçümünü karşılaştırıp tanıya gitmek yanıltabilir. Hastanın kendi en iyi değerlerinden sapmaları izlemekte daha yararlıdır. Pik akımı oluturan en önemli kaynak,
büyük hava yollarıdır. Küçük hava yollarını etkileyen
astım ve diğer obstrüktif hastalıklar, pik akımı ölçerek
saptanamayabilir.
Akut Astım Değerlendirmesi
*Hastanın en iyi değerinin %75’inden (çocukta
%60’ından) daha azı, orta derecede bir atağı gösterir.
*%50’den (çocukta %40’ından) azı, ciddi atağı gösterir.
Şekil 6. Obstrüktif değişiklikler, spirogramda ekspiriumda konkavlık
olarak görülür (a). Ancak ölçüm sırasında kollaps oluşursa, bu konkavlık, köşe oluşturacak kadar belirginleşir. Buna “köpek ayağı görüntüsü” denir (b).
Şekil 7. Restriktif tip solunum fonksiyon testi.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Şekil 8. Akım-hacim eğrisi örnekleri.
a: Normal
b: Astım, amfizem gibi intratorasik obstrüksiyon; ekspirium baskılanmış
c: Değişken ekstratorasik obstrüksiyon; İnspirium baskılanmış
d: Sabit obstrüksiyon; Hem inspirium, hem ekspirium baskılanmış.
83
Reha CENGİZLİER
SOLUNUM FONKSİYON TESTİ VE KULLANIMI
*100 L/dak.altında, veya hiç ölçülememesi, ağır bir
atağı gösterir.
olan, alveoler basınçtır. Total akciğer rezistansı, vücut
pletismografı ile ölçülür.
Akut atak sırasında tedaviye yanıtı değerlendirmede
de kullanılır.
Kronik Astım İzlemi
Sabah akşam düzenli yapılan ölçümlerdeki büyük
dalgalanmalar, kontrol ve tedavinin yeterli olmadığını
gösterir. Sabah pik ekspiratuvar akım, daha düşüktür. Sabah-akşam farkı %15’den fazla ise, astımı gösterir.
Sabah-akşam yapılan ölçümlerle, hasta kendi normalini bilir. Normalinden aşırı sapmalar, henüz semptom
başlamamış bile olsa, yaklaşan atağı gösterir. Buna göre
erken tedavi başlanır.
Akciğer Hacimleri
Akciğer fonksiyonlarını daha ayrıntılı değerlendirmede kullanılır. Restriktif ve obstrüktif akciğer hastalıklarının
anlaşılmasında çok yararlı olabilirler. Obstrüktif bozukluklarda RV ve TLC yükselir. RV/TLC oranı, yüksek olma
eğilimindedir. Restriktif bozukluklarda, TLC azalır. Akciğer fibrozisinde RV de azalmıştır (Şekil 1).
Akciğer hacimlerinin spirometre ile ölçülen yaklaşık
değerleri yanısıra, solunum laboratuvarlarında helyum
difüzyon tekniği, vücut pletismografisi gibi yöntemlerle
daha hassas ölçümler de yapılabilmektedir.
Komplians ve Ölçülmesi
Akciğerlerin
ve
toraksın
genişleyebilmesine
komplians denir. Komplians, volüm/ cm H2O basıncı olarak ifade edilir. Yaşla toraks giderek sertleşir ve komplians
da değişir. Bebeklerde 4-6 ml/cm H2O iken erişkinlerde
100-150 ml/ H2O düzeyine ulaşır. Özel ölçüm ve hesaplamalar gerektirir. Pletismografi ile de ölçülebilir.
KAYNAKLAR
1.
Haddad GG, Palazzo RM. Diagnostic approach to respiratory
disease. In: Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB. Nelson
textbook of pediatrics. 17th ed. Philadelphia: Saunders co; 2004.
p.1375-9.
2.
Hancox B, Whyte K. Pocket guide to lung function tests, New
York: McGraw-Hill’s; 2001. p.1-48.
3.
Doğru D. Tanısal girişimlerde solunum fonksiyon ve bronkoprovokasyon testleri. Klinik çocuk forumu, 2003;3:1, 39-44. Oakes
D. Clinical practitioners pocket guide to respiratory care. Maine
USA: Health educator publications;1988. p.45-60.
4.
Çetinkaya F, Göçmen A. Çocukluk çağında solunum fonksiyon
testleri. Katkı Pediatri Dergisi 1988;9:489-95.
5.
Clausen JL. Pulmonary function testing. In: Bordow RA, Ries
AL, Morris TA. Manual of clinical problems in pulmonary medicine. 5th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins; 2001.
p.10-19.
6.
(Moss MH, Gern JE, Lemanske RF. Asthma in infancy and
childhood. In: Adkinson NF, Yunginger JW, Busse WW, Bochner
BS, Holgate ST, Simons FER, eds. Middleton’s Allergy principles and practice. 6th ed, Philadelphia: Mosby co; 2003. p:122555.
7.
Diseases of the atopic diathesis. American Academy of Allergy
Asthma and Immunology, Inc. The Allergy Report. (Volume 2),
NIH-NHLBI publication; 2000. p.33-110.
Rezistans (=Direnç) ve Ölçülmesi
Akciğere giren ve çıkan havanın karşılaştığı en önemli direnç, hava yollarının ve akciğer dokusunun direncidir.
Rezistans, basınçla doğru, akımla ters orantılıdır. Önemli
84
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
VİZİNG FENOTİPLERİ
Arzu BAKIRTAŞ
Vizing Fenotipleri
WHEEZING PHENOTYPES
Dr. Arzu BAKIRTAŞa
a
Çocuk Allerji ve Astım BD, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, ANKARA
Özet
Abstract
Vizing bebeklerde sık karşılaşılan solunum problemlerinden biridir. Vizing bazı bebeklerde yaşla beraber azalarak geçerken bazılarında okul çağlarında da devam etmekte ve bu çocuklar astım tanısı
almaktadır. Genetik ve çevresel faktörler ile intrauterin ve perinatal
olaylar bu seyir üzerinde etkili olmaktadır. Farklı vizing fenotiplerinin
erken dönemde belirlenmesi, nedenlerinin anlaşılması ve izlemi
önemlidir. Böylece bu fenotiplerin sadece tedavileri değil, bu tedavilerin hastalık seyrine etkisi ve korunma yolları hakkında da bilgi edinmek mümkün olacaktır.
Wheezing is a common respiratory problem during infancy.
Prognosis of wheezing is different among infants that is some outgrow
recurrent wheezing episodes as they get older and some still continue
to experience wheezing at schoolages and diagnosed as asthma.
Genetic and environmental factors and some intrauterine and perinatal
events may influence this prognosis. It is important to identify different wheezing phenotypes to understand the underlying mechanisms
and to monitor the progress. This way one may learn not only the
treatment of different wheezing phenotypes but also how the treatment
influences the prognosis and what to do to prevent them.
Anahtar Kelimeler: Astım, vizing, fenotip
Key Words: Asthma, wheezing, phenotypes
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9):85-88
B
ebeklerde ve erken çocukluk döneminde vizing
önemli bir sağlık problemidir. 56 ülke ve 155 merkezde yapılan Uluslararası Çocukluk Çağı Astım
ve Allerji Çalışması’nda (ISAAC) vizing prevelansı farklı
ülkelerde %4-32 arasında bulunmuştur.1 Bazı bebeklerde
vizing yaşla beraber geçici bir olay olarak izlenirken, bir
kısmında okul çağlarında da devam etmektedir. Vizingi okul
çağında devam eden çocuklar astım olarak kabul edilmektedir. Bu seyri intrauterin ve perinatal olaylar, genetik ve çevre
etkileşimi ve bunların halen gelişmekte olan immün ve
solunum sistemi üzerine etkileri belirlemektedir. Bebeklik
döneminde hangi vizingin geçici hangisinin ise persistan
seyir göstereceğinin önceden belirlenebilmesi önemlidir.
Çünkü persistan astımlı çocukların ilk vizing atağı hastaların
%25’inde 6 ay, %75’inde 3 yaş, %80’inde ise 6 yaşından
önce rapor edilmektedir.2 Ayrıca kronik hava yolu obstrüksiyon riski bebeklikten beri vizing tarifleyen persistan astımı
olan çocuklarda daha fazla bildirilmektedir.3 Bunların
yanısıra astımda erken başlanan inhaler steroid tedavisinin
Yazışma Adresi/Correspondence: Dr. Arzu BAKIRTAŞ
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Çocuk Allerji ve Astım BD, ANKARA
Copyright © 2005 by Türkiye Klinikleri
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
hastalığın prognozunu değiştirebileceğinin savunulması, bu
konuda çabuk davranmanın gerekliliğini göstermektedir.4 Bu
amaçla doğumdan itibaren bebekleri izleyen kohort çalışmalar planlanarak, vizing oluşumu ve persistanlığına işaret
edebilecek fizyolojik, genetik, çevresel ve infeksiyöz risk
faktörleri belirlenmeye çalışılmaktadır.
Bu çalışmaların başlıcaları Amerika, İngiltere ve Almanya’da yürütülmektedir. Bunlardan ilki 1980 yılında
Arizona’da TCRS “Tucson Children’s Respiratory Cohort”
adı ile 1246 yenidoğan bebekle başlatılmıştır ve bu amaçla
izlemi devam eden en uzun süreli kohorttur.5 TCRS de
bebekler vizingli alt solunum yolu infeksiyonu ve astımdan
sorumlu olabilecek muhtemel risk faktörleri yönünden
doğumdan itibaren izlenmiştir. Bu kohortta bebekler doğumda, 3, 6, 8, 11, 13 ve 16 yaşlarında değerlendirilmişlerdir. Her değerlendirme döneminde solunum sistemi
yakınmalarına yönelik anketler uygulanmış, periferik kan
eozinofili yüzdeleri, serum IgE düzeyleri ve solunum fonksiyon testleri yapılmıştır. Deri testleri ve bronş provokasyon testlerine ilk defa 6 yaşındaki, PEF değişkenliğine ise
ilk defa 11 yaşındaki değerlendirmeden itibaren bakılmıştır. Tucson kohortunda izlenen bebeklerin ~ %51’inde hiç
vizing gelişmemiştir. Bu kohortta eğer bir çocuğun vizing
atakları ağırlıklı olarak 3 yaşından önce sık olmuş ve daha
sonra azalarak adölesan dönemde gözlenmiyorsa geçici,
85
Arzu BAKIRTAŞ
VİZİNG FENOTİPLERİ
eğer 6 yaşında hala vizing atakları devam ediyorsa
persistan vizing olarak tanımlanmıştır. Tucson kohortunda
vizing gözlenen bebeklerin ~ %20’sinde vizing geçici, ~
%29’unda persistan bir seyir göstermiştir. Persistan vizing
grubunun %40 ı non atopik, %60’ı ise atopik bulunmuştur.
Yine aynı grupta vizing 3 yaşından önce başlamış ve 6
yaşında hala devam ediyorsa “erken başlayan persistan
vizing” (~%14), vizing 3 yaşından sonra başlamış ve 6
yaşında hala devam ediyorsa “geç başlayan persistan
vizing” (%15) olarak tanımlanmıştır. Buna göre başlama
yaşı, devamlılığı ve eşlik eden atopinin varlığına göre 3
ayrı vizing fenotipi belirlenebilmiştir:
1. Geçici erken vizing
2. Non atopik vizing
3. Atopik vizing (Astım)
Geçici Erken Vizing
Bu gruptaki bebeklerde ilk vizing atağı 3 yaşından önce
gelişmekte ve genellikle 3 yaşından sonra azalmaktadır. Bu
çocukların %60’ında 6 yaşında vizing gözlenmemektedir. 11
yaşında ise vizing tamamen kaybolmaktadır. Bu grup TCRS
de 3 yaşından önce vizing gözlenen bebeklerin çoğunluğunu
oluşturmaktadır. TCRS nin ilk yılında vizing gözlenen bebeklerin %80’i, ikinci yılında %60’ı, üçüncü yılında ise
%40’ı geçici erken vizing grubunda yeralmaktadır. Geçici
erken vizing fenotipindeki bebeklerin atopik dermatit geliştirmediği, ailelerinde astım öyküsü olmadığı, vizingli dönemlerinde periferik kanlarında eozinofili izlenmediği, serum IgE düzeylerinin normal sınırlarda seyrettiği ve ilerleyen yaşlarda bronş hiperreaktivitesi veya PEF değişkenliği
göstermedikleri belirlenmiştir. Bu grupta temel patoloji
doğumdan itibaren bu bebeklerin yaşıtlarına göre daha düşük
solunum fonksiyonlarına sahip olmaları ile açıklanmaktadır.
Solunum fonksiyonlarındaki bu düşüklüğün ilk vizing atağından önce varolduğu gösterilmiştir. Prematürite, düşük
doğum ağırlığı, anne yaşının küçük olması, intrauterin ve
post-natal dönemde pasif sigara dumanına maruz kalmak ve
bebeklikten itibaren kreşe gitme geçici erken vizing için
belirlenen risk faktörleridir. Geçici erken vizingli çocuklarda
yaşla beraber hava yolu rezistansının azalması ve dinamik
kompliansın artması ile solunum fonksiyonlarında iyileşme
görülmektedir. Bu da bu grupta vizingin geçici olmasının,
solunum sisteminin mekanik özellikleri ile ilgili olduğunu
göstermektedir. Bu çocukların solunum fonksiyonları yaşla
beraber iyileşmekte ancak hiçbir zaman hiç vizing izlenmeyen yaşıtlarının seviyesine ulaşamamaktadır (Tablo 1). Bu
nedenle geçici erken vizing grubundaki çocukların erişkin
hayatta sigara içmeleri durumunda daha sık kronik obstrüktif
akciğer hastalığı geliştirme olasılıkları vardır.
Nonatopik Vizing
Persistan vizingli grubun %40’ını oluştururlar. Bu
gruptaki bebeklerin vizing atakları sıklıkla viral solunum
86
Tablo 1. Vizing fenotiplerinde solunum fonksiyonlarının
prognozu.
VmaxFRC (ml/sn)
6 yaş
Grup
Bebek
Hiç vizing izlenmeyen
Geçici erken vizing
Geç başlayan persistan vizing
Erken başlayan persistan vizing
123 (110.0-138.0)
70.6(52.2-93.8)*
107.1(87.5-129.6)
104.6(73.6-144.5)
1262 (1217-1308)
1097.7(1035-1164)
1174.9(1111-1241)
1069.7(907-1146)*
*Hiç vizing izlenilmeyen grupla karşılaştırıldığında anlamlı farklı sonuç (p < 0.01)
Kaynak: J Allergy Clin Immunol 2003;111:661-75.
yolu infeksiyonunu takiben gelişmektedir ve respiratuar
sinsisyal virus (RSV) bu atakların %50’sinden sorumlu
ajan olarak tespit edilmiştir. Üç yaşından önce RSV(+)
vizing izlenen bebeklerde 6 yaşında vizing prevelansı,
diğer virüslerle oluşan vizinge göre 3-5 kat daha fazla
bulunmuştur. Ancak RSV(+) vizingi olan çocuklardaki
artmış vizing prevelansı yaşla giderek azalmakta ve 13 yaş
civarında RSV(-) olanlardakinden farklı bulunmamaktadır.
Doğumda solunum fonksiyon testleri (SFT) normal olmasına rağmen, RSV(+) olanların 6 ve 11 yaşlarında
prebronkodilatör SFT leri, RSV(-) olanlara göre daha düşük, bronkodilatör yanıtları ise daha iyi izlenmiştir. Ancak
bu çocukların postbronkodilatör SFT leri arasında fark
bulunamamıştır. Bu gruptaki hastalarda atopik dermatit,
deri testlerinde atopik duyarlanma veya bronşial
hiperreaktivite saptanmamıştır. Bazılarında ailede astım
öyküsü özellikle annede bildirilmiştir. Vizing ataklarında
periferik kan eozinofil yüzdeleri normal, serum IgE düzeyleri ise atopik persistan vizingi olanlara göre daha düşük
saptanmıştır. Bu çocuklarda farklı olarak PEF değişkenliği
gözlenmiştir. Bu yüzden primer patolojinin hava yolu
tonus kontrolünde bozukluk olduğu düşünülmektedir.
Ancak bu patolojinin RSV ye bağlı vizingli alt solunum
yolu infeksiyonu sonrasında oluşan spesifik bir immün
cevaba bağlı geliştiğini söylemek zordur çünkü bu
infeksiyon öncesinde çocukların yaşı gereği PEF izlemleri
yapılamamıştır. Bu nedenle bu patolojinin RSV
infeksiyonu öncesinde varolduğunu veya sonrasında geliştiğini söylemek mümkün değildir. Nonatopik vizingli
çocukların prognozu atopik vizingi olanlara göre daha iyi
bulunmuştur. Bu çocuklar genellikle 11-13 yaş arası
remisyona girmektedirler.
Atopik Vizing (Astım)
Persistan vizingli grubun %60’ını oluşturmaktadır. Bu
çocuklarda atopik duyarlanma ve sıklıkla ailede astım
öyküsü mevcutdur. Atopik dermatit ve allerjik nezle gibi
diğer atopik hastalıklar da sıklıkla vizinge eşlik etmektedir.
Serum IgE düzeyleri en yüksek atopik vizing grubunda
bulunmuştur. Viral infeksiyonlarda beklenilen eosinopenik
yanıt, bu grupta izlenmemekte aksine periferik kan sayımTurkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
VİZİNG FENOTİPLERİ
Arzu BAKIRTAŞ
larında eozinofili tespit edilmektedir. Non-atopik vizingi
olanlar gibi atopik vizingi olanlarda da PEF değişkenliği
bulunmaktadır. Farklı olarak tüm vizing fenotipleri içinde
yalnızca bu grupta bronşial hiperreaktivite izlenmektedir.
Bu çocukların doğumda bakılan SFT’leri normaldir. Ancak
ilerleyen yaşlarda SFT lerinin giderek bozulduğu ve 6
yaşında bakılan SFT’lerinin geçici erken vizingi olan gruptan bile daha düşük olduğu bulunmuştur (Tablo 1). Atopik
vizingi olan çocuklar erken (vizing 3 yaşından önce başlayan) ve geç (vizing 3 yaşından sonra başlayan) başlangıçlı
olarak ikiye ayrılarak incelendiğinde, erken başlangıçlı
atopik vizing grubunda serum IgE düzeylerinin daha yüksek, SFT prognozunun daha kötü, bronş hiperreaktivitesinin daha ağır olduğu izlenmiştir. Buna göre SFT de bozulma en belirgin vizingi 3 yaşından önce başlayan ve 6 yaşında hala devam eden grupta olmaktadır. Atopik vizingli
çocuklar, non-atopiklere göre daha geç remisyona girmektedirler (Tablo 2).
Son zamanlarda çocuklarda pubertede veya
puberteden hemen sonra başlayan dördüncü bir vizing
fenotipi bildirilmiştir.6 Bu fenotip hakkında az sayıda veri
bulunmaktadır. Özellikle kızlarda görüldüğü, atopik
duyarlanmanın olduğu ve daha düşük oranda remisyona
girdikleri rapor edilmiştir.
(Multicenter Allergy Study) ise bebeklerin besinlerle erken
ve persistan duyarlanma persistan vizing yani astım gelişimi için önemli risk faktörü olarak bildirilmiştir.7 Vizing
fenotipleri ile ilgili “Isle of Wright” İngiltere’de başlatılmış
bir diğer çalışmadır. Bu çalışmada erken ve geç başlayan
persistan vizing fenotiplerinin gelişimini etkileyen faktörler
karşılaştırılmış ve her ikisi için de genetik faktörlerin
(atopik egzema, ailede astım öyküsü ve atopik duyarlanma)
önemli olduğu ancak çevresel faktörlerin (ilk iki yılda sık
geçirilen akciğer infeksiyonları, evde sigara içimi, doğumda düşük sosyokültürel seviye) sadece erken başlayan
persistan vizingli olgularda önemli rol oynadığı saptanmıştır.8
Vizing Fenotiplerinde
Solunum Yolu İnflamasyonu
Farklı vizing fenotiplerindeki havayolu inflamasyonu
da farklı bulunmuştur.9 Persistan atopik vizing (astım) olan
çocuklarda hava yolu inflamasyonunun, non-atopik vizing
(“viral-associated wheezing”) ve astımı olmayan atopik
bireylerden anlamlı derecede farklı olduğu ve ağırlıklı
olarak eozinofillerden oluştuğu rapor edilmiştir. Bunun
tersine non-atopik vizingi olanlarda bronş submukozasında
eozinofil yüzdesinin, astımı olmayan atopik bireylerden
farklı olmadığı görülmüştür.
Vizing Fenotipleri İçin Risk Faktörleri
Tucson kohortunda annenin sigara içmesi hem geçici
erken vizing hem de persistan vizing için risk faktörü olarak bulunmuştur. İki veya daha fazla kardeşe sahip olmak
veya küçük yaşta kreşe başlamanın vizing prevelansı üzerine etkisinin bebeklik dönemi ve okul çağında farklı olduğu görülmüştür. Birden fazla kardeşe sahip olmak veya
küçük yaşta kreşe başlamanın bebeklik döneminde vizing
prevelansını artırdığı, okul çağından itibaren tam tersine
vizing prevelansını, bir veya hiç kardeşi olmayan ya da
kreşe gitmemiş çocuklara göre azalttığı saptanmıştır. Benzer şekilde ev ve çiftlik hayvanları ile temasın persistan
vizing riskini azalttığı gösterilmiştir. Bunun yanında erken
ve muhtemelen perenial aeroallerjenlerle (Tucson yöresinde Alternaria ile) duyarlanma ve periferik kan
eozinofilisinin, persistan vizing riskini artırdığı belirlenmiştir. Almanya’da yürütülen bir başka çalışmada
Tablo 2. Persistan vizing alt gruplarının özellikleri.
IgE
Atopik duyarlanma
Vizing prevelansı
Astım tanısı
Astım remisyon
Ailede astım
Non-atopik vizing
Atopik vizing
Daha düşük
Yok
0-2yaş
Daha erken
Daha erken
Anne
Yüksek
Var
3-4yaş
Daha geç
Daha geç
Anne-baba
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Bebeklerde Astım Tanımında Kullanılan
İndeksler
Doğumdan itibaren izlenen kohort çalışmalarının bir
amacı da persistan vizing için risk faktörlerini belirleyerek,
erken yaşta hangi vizingin astım olduğunu belirleyecek
indeksler oluşturabilmektir. Tucson kohortunda bu amaca
uygun klinikte kullanılabilecek iki indeks oluşturulmuştur.10 İndeksler oluşturulurken 2 majör kriter ve 3 minör
kriterden faydalanılmıştır (Tablo 3). TCRS de iki ve üç
yaşındaki değerlendirmelerde ailelere “Bu zamana kadar
çocuğunuzun göğsünde hiç hırıltı/hışıltı duyuldu mu?” ve
“Çocuğunuzun göğsünde ne sıklıkta hırıltı/hışıltı duyuldu?” diye iki soru yöneltilmiştir. Bu ikinci soru için vizing
sıklığı birden beşe kadar derecelendirilmiştir (1: çok nadir
– 5: günlerin çoğunda). Birinci soruya evet yanıtını verenler erken vizing olarak tanımlanmıştır. Birinci soruya evet
Tablo 3. TCRS’de bebeklerde astım tanımında kullanılan
klinik indeksler.
Majör kriterler
Doktor tanılı atopik dermatit
Ebeveynde doktor tanılı astım
Minör kriterler
Serumda eozinofili ≥%4
Soğuk algınlığı olmadan vizing
Doktor tanılı allerjik nezle
“Loose indeks”: Erken vizing ve 1 majör veya 2 minör kriter
“Stringent indeks”: Erken sık vizing ve 1 majör veya 2 minör kriter
87
Arzu BAKIRTAŞ
diyenler arasından, vizing sıklığını ≥ 3 derecelendirenler
ise erken sık vizing olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre
“loose indeks” erken vizing ve 1 majör veya 2 minör kriter,
“stringent indeks” erken sık vizing ve 1 majör veya 2 minör kriter olarak tanımlanmıştır.
“Loose ve stringent indeks”in TCRS de 3 yaş altında
astım tanısı için duyarlılıkları sırasıyla %41.4 ve %15.7
olarak bulunmuştur.10 Bu yüzden erken başlayan persistan
vizingli bebekleri belirlemek “loose indeks” kullanıldığında daha olası gözükmektedir. Bunun yanında “stringent
indeks” in astım tanısı için özgüllüğü “loose indeks” e göre
daha yüksek bulunmuştur (sırasıyla %97.4 ve %84.7).
Ancak 3 yaşın altında astım tanısı için “stringent indeks”
kullanıldığında, bu dönemde şikayetleri hafif olan ancak
okul çağında devam edecek bir grup persistan astımlı çocuk atlanabilir. Ancak klinikte kolaylıkla uygulanabilmeleri ve TCRS de “stringent indeksi” pozitif olanların dörtte
üçünün 6-13 yaş arasındaki değerlendirmelerden birinde
astım tanısı alması kullanımlarını desteklemektedir. TCRS
de önerilen her iki klinik indeksin en büyük dezavantajları
ise vizingi 3 yaşından sonra başlayan persistan vizingli
çocukları önceden belirleyememesidir. Benzer şekilde bu
indekslerin 3 yaşından önce pozitif bulunması ileride bu
çocuklarda %100 astım gelişeceği anlamını taşımamaktadır. Tucson kohortunda “loose indeks” i pozitif olan bebeklerin ~ %40’ında, “stringent indeks” i pozitif olanların ise ~
%25’inde vizing persistan seyretmemiştir. Ancak bu indekslerin astım gelişmeyecek olan bebekleri tahmin olasılıkları oldukça yüksektir (“loose ve stringent indeks” in
negatif prediktif değerleri sırasıyla %93.9 ve %91.6).
İngiltere’de 1989 yılında 1456 yenidoğan bebekle
başlatılan “Isle of Wight” kohortunda, persistan vizing
(astım) riskini belirleyen farklı bir skorlama sistemi geliştirilmiştir.10 Bu skor sistemi persistan vizing için 4 risk faktörü belirlemiştir:
1. Ailede astım öyküsü
2. Hayatın ilk 2 yılında reküren ASYİ
3. Hayatın ilk yılında reküren nazal şikayetlerin
yokluğu
4. Dört yaşında atopik duyarlanma
Bu sistemde herbir risk faktörü 1 puan olarak
skorlanmıştır. Buna göre risk skoru 0 olan bir çocuk %80
olasılıkla geçici erken vizing grubunda yer alacaktır. Bu-
88
VİZİNG FENOTİPLERİ
nun yanında risk skoru 4 olan bir çocukta %83 olasılıkla 10
yaşında hala vizing devam ediyor (persistan vizing= astım)
olacaktır. Yine risk skoru ≥3 olan bir çocukta 10 yaşında
persistan vizing olasılığı, geçici erken vizing olasılığından
3 kat daha fazla hesaplanmıştır. Ancak bu persistan vizing
skorlama sistemi çocuk 4 yaşına gelmeden tam hesaplanamayacaktır çünkü atopik duyarlanmaya deri testi ile 4
yaşında bakılmaktadır. Bu nedenle persistan vizing riskinin
%83 olasılıkla belirlenebildiği zamanda (en erken 4 yaşında), astımlı bir çocukta amaçlanan erken tanı ve girişim
şansı için geç kalınmış olacaktır.
Sonuç olarak çocuklarda vizing fenotiplerinin belirlenmesi sadece erken tanı, tedavi ve izlem için değil, bunların oluşumunu etkileyen genetik ve çevresel faktörleri
öngörerek gelişimlerini bebeklik hatta doğum öncesinde
engellemek amacıyla önem taşımaktadır.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Asher MI, Anderson HR, Stewart AW, et al. Worldwide variations in the prevelance of asthma symptoms: the International
Study of Asthma and Allergies in Childhood (ISAAC). Eur Respir J 1998;12:315-35.
Mannino DM, Homa DM, Pertowski CA, et al. Surveillance for
asthma – United States, 1960-1995. CDC Surveillance Summaries. MMRW Morb Mortal Wkly Rep 1998;47:1-27.
Oswald H, Phelan PD, Lanigan A, et al. Childhood asthma and
lung function in mid-adult life. Pediatr Pulmonol 1997;23:14-20.
Szefler SJ. The natural history of asthma and early intervention. J
Allergy Clin Immunol 2002;109:549-53.
Taussig LM, Wright AL, Holberg CJ, Halonen M, Morgan WJ,
Martinez FD. Tucson Children’s Respiratory Study: 1980 to present. J Allergy Clin Immunol 2003;111:661-75.
Bel EH. Clinical phenotypes of asthma. Curr opin Pulm Med
2003;10:44-50.
7.
Illi S, Mutis E, Lau S, et al. The pattern of atopic sensitization is
associated with the development of asthma in childhood. J Allergy Clin Immunol 2001;108:709-14.
8.
Kurukulaaratchy RJ, Matthews S, Arshad SH. Does environment
mediate earlier onset of the persistent childhood asthma phenotype? J Allergy Clin Immunol 2004;113:345-50.
9.
Stevenson EC, Turner G, Heaney LG, et al. Bronchoalveolar
lavage findings suggest two different forms of childhood asthma.
Clin Exp Allergy 1999;27:1027-35.
10. Castro-Rodriguez JA, Holberg CJ, Wright AL, Martinez FD. A
clinical index to define risk of asthma in young children with recurrent wheezing. Am J Respir Crit Care Med 2000;162:1403-6.
11. Kurukulaaratchy RJ, Matthews S, Holgate ST, Arshad SH. Predicting persistent disease among children who wheeze during
early life. Eur Respir J 2003;22.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005, 1(9)
Download